Nereye Dergisi sayı 2

90

description

Türkiye’nin internet üzerinden ücretsiz olarak yayın yapan tek arkeoloji ve gezi kültürü dergisi Aralık sayısı ile karşınızda. Bu ayın konuları; -Arkeolojide En Büyük 10 Bulgu -Ağrı Dağı Tırmanışı -Rosetta Taşının Esrarı -Floransa -Dalyan Deltası -Özel Röportaj “Eskiçağ Diller ve Kültürleri” ve Daha fazlası...

Transcript of Nereye Dergisi sayı 2

Page 1: Nereye Dergisi sayı 2

www.nereye.com.tr

Page 2: Nereye Dergisi sayı 2

14

19

31

Page 3: Nereye Dergisi sayı 2

14

19

31

53

63

79

Page 4: Nereye Dergisi sayı 2

www.nereye.com.tr

Page 5: Nereye Dergisi sayı 2

EDİTÖRÜNNOTU

Merhaba

aralıkMerhaba sevgili okuyucularımız,

Birinci sayımız Kasım ayında yayınlandığında bu kadar popüler olacağımızıve okuyucularımızın bizi bu derece sahipleneceğini hiç tahmin etmemiştik. Buyazıyı yazarken son kez okunma oranlarımıza baktım ve 220bin okunmayaulaştığımızı gördüm. Tekrar bize destek olan herkese ve öncelikle okuyucularımızateşekkür ediyorum.

Aralık ayında 2.sayımızla yeniden karşınızda olmanın sevinci içindeyiz. Buay çok farklı konularla ve yine dopdolu Nereye için hazır mısınız? Çünkü Nereyebu ay tam 90 sayfa. Sizleri öncelikle Türkiye'de daha önce hiç yayınlanmamışhaberler karşılayacak. Ardından arkeolojide en büyük 10 bulgu ile okumaya devamedeceksiniz. Fotoğrafların anlattığı yazılar ile farklı bir boyuta geçeceksiniz. Busayımızın ana konusu olan Rosetta Taşı'nın hikayesini farklı bir üsluplaokuyacaksınız. Daha sonra Dalyan Deltası ve Floransa gezi yazıları sizikabuğunuzdan çıkarıp çantanızı hazırlamanızı sağlayacak.

Bildiğiniz gibi Nereye sadece bir arkeoloji dergisi değil, aynı zaman da biroutdoor dergisi olarak yayın yapmaktadır. Bu çerçevede muhteşem görsellerle siziAğrı Dağı'nın zirvesine davet ediyoruz.

Bu ay yine sizlere çok özel bir röportaj ı sunmanın gururu içerisindeyiz. FatihOnur hocamızın içten sohbeti ve cevapları için kendisine teşekkür ederiz.

Nereye Dergisi olarak 2.sayımızı web sayfasından yayınlamak istiyorduk vebiraz geçte olsa artık bizi www.nereye.com.tr adresinden takip edebileceksiniz.Daha fazla yenilikle çok yakında karşınızda olacağız. . .

TOLGA CANDUR

Genel Yayın Yönetmeni

Tolga [email protected]

Editöryal Servis

Haber ve Çeviriler

Uğur Can UludağNur YılmazFotoğraf

Hüseyin TutkunAraştırma

Eylem ÖzdemirMuhabir Temsilcisi

Deniz Berk Bulak

Reklam ve Halkla İlişkiler

Uğur Uslu

Tasarım

Tolga CandurÖzgün Günyar

Kapak Görseli

Özgün Günyar (İllüstrasyon)

Yazınsal ve Görsel Katkıda

Bulunanlar

Yrd. Doç. Dr. Fatih OnurMurat Eray Korkmaz

Perihan SadıkoğluBora İslier

Deniz BoyerEsra Ersal

Pınar ÖztürkBurcu Deveci

İ letişim

[email protected]

https://www.facebook.com/nereyetravelhttps://www.facebook.com/nereyedergisi

https://twitter.com/NereyedergisiTel: 0536 383 18 42

Aralık // 201 3

NEREYE 4

Page 6: Nereye Dergisi sayı 2

HABERLERH

Vikingler; sadece yağmalamak ve talan etmek içinbatıya gitmediler, onlar muhtemelen İran’danmallarını dürüstçe satın alınan ipeğin çoğunuOseberg Gemileri’nde buldular.

Çeviri Ahmet Mışraklı

orveç’teki Oslo Üniversitesi Kültür ve TarihNMüzesi’nden Doç. Dr Marianne Vedeler

yaptığı araştırmalar sonucunda, “daha önceleri

Vikingler tahmin edilenden daha çok batıya doğru

yönelmiş olabilirler” açıklamasında bulundu.

Vedeler, Viking tarihini ve ipek ticaretini

derinlemesine araştırdı. Bu araştırmadan dört yıl

sonra Norveç Vikingleri hakkındaki tarihi bakış

açısı değişti. İpek ticareti şimdiye kadar tahmin

edilenden daha geniş kapsamlı ortaya çıktı.

Norveç Vikinglerinde Bizans İmparatorluğu ve

İranla ticari bağlantılara rastlandı. Vikingler, çeşitli

yerlerden ve kültürlerden ticari bağlantılarla Norveç

şehirlerine ipek satın alındılar. Bu kış, Oxbow

yayınevi tarafından yayınlanacak “Silk for the

Vikings”, kitabı da bu detaylar üzerine yazıldı.

Kaleme aldığım bu makalede de kitabın

satırbaşlarına ulaşabilirsiniz.

Yaklaşık olarak yüz yıl öncesini kazılmış olan

Oseberg Gemileri, yüzden daha fazla ipek

parçacıkları bulunmuştur. Bu parçacıklar Norveç’te

Viking Tarihi’nde, ipeğin en eski bulgusudur. Şu

anda Oseberg ipeği keşfedildiğinde, İran’dan ithal

edilmiş olduğuna hiç kimse inanmadı. Çünkü

genelikle ipeğin çoğu İrlanda’dan ve İngiltere’den

kiliselerden ya da manastırlardan talan edilerek

getirilmiş olduğunu inanılıyordu.

VİKİNG: İPEĞİNÇOĞU

Oseberg kazılardan bu yana Viking Dönemi’nde ipek,

İskandinav ülkelerinin çeşitli yerlerinde bulunmuştur. Bunu en

son örneği, günümüzden iki yıl önceki ipek, iki yıl önce

Norland şehrinde Hamarøy Belediyesi’nde Nesste’dedir.

Norveç’ in diğer şehirlerinde; Østfold şehrinde, Nedre Haugen,

Sunnmøre bölgesinde Sandanger ve Vestfold şehrinde

Gokstad’da da Viking Dönemi’ne ait ipek buluntularına

rastlanmıştır.

5 NEREYE

Page 7: Nereye Dergisi sayı 2

HViking döneminde ipeğin en fazla kalıntı sayısı Batı

Stockholm’den bir kaç mil uzaklıkta Uppland bölgesinde

Birkada bulunmuştur. Marianne Vedeler; Apollon

dergisindeki araştırmasında, “Birkada en çok kalıntı

sayısı yerlere sahip olmasına rağmen, bu kadar çok ve

çeşitli ipek, Oseberg’de tek gömü alanı hiç bir yerde

bulunmadığını, sadece Oseberg’de yün şeritler,

dokunmuş ipek tabletler ve süslemelerin yanı sıra on beş

farklı tekstil ipeğin keşfedildiğini ve ipek parçaların çoğu

giyecek eşyaları için kullanılmış ve ince şeritlere

işlenmiş” olduğunu belirtti.

Kuzey İsveç şehirlerinde ticaret ve ipek hakkında

bilgiler de toplayan Vedeler; Bizans ve İran’ ın yanı sıra

Rus nehirleri boyunca ticaret ve ipek üretimi üzerinde el

yazmaları da çalışmıştır.

Genelde İngiliz adalarından yağmalanmış; böylece

ipeğin çoğu batıdan satın alınmış tahmininde bulunmak

daha fazla mantıklıdır.

SUKANALLARI

Doçent Dr Vedeler’e göre; “Viking Dönemi’nde ipek,

iki temel alanda önem kazanmıştır. Biri Bizans ve

günümüzde İstanbul’un Vikingler ismini alan

Miklagarddır, diğeri de İran’ ın iç alanlarındadır.”

İpek; kuzey bölgelerden farklı rotaları kullanarak satın

alınmış olabilir. Bir ihtimalle Orta Avrupa ve Norveç’ten

gelmiştir. Fakat ipeğin çoğu; Rus nehirlerini Dnepr ve

Volga nehir yollarını kullanarak gelmiş olabilirler.

Dnepar nehri; Konstantinapolis’ in ana rotasıdır. FakatVolga nehri, Hazar Denizi’ne neden olmuştur. Nehirticaret rotaları aşırı derecede zor ve tehlikeliydi.Kaynaklardan biri Dnepr’dan Konstantinapolis boyuncauzanan külfetli yolculuğu belirtiyor. Bir kafile tüccar,Kiev’den katıldığında nehir boyunca tehlikeli kabilelertarafından saldırılara uğruyor. Nehirde akıntının hızlıolduğu için böyle yerden geçmek zorlaşıyor. Böyleceköleler, botlarını taşımaya zorunda kalıyorlar.

FARS DESENLERİİpek, Bizans’tan ziyade İran’dan daha fazla getirtilmiş;

böylece ipeğin desenlerinde daha çok Fars desenlerinikonuları işlenmiş kalıntılar bulunmuştur.

Oseberg’teki ipek, büyük bölümü Farsİmparatorluğu’ndan desenler işlenmiştir. Bu ipek‘samitun’ denen bir teknikle, tecrübeli oryantal dokumametodlarını kullanılarak dokunmuş, kullanılan ipekmotiflerinin çoğu Orta Asya’dan dinsel motiflerle bağlantıkurulabilir.

Diğer desenlerdeyse İran Mitoloj isi’nden çok özelanlama sahip olan shahrokh bir kuşu konu alır. O kuş,kraliyetin asiliğini temsil eder. Aynı mitoloj ide shahrokh,seçilmiş olan prensi tanrının lütfünü getiren mesajını verir.Prensin rüyalarında, kuş gagasıyla uzun baş süslemeleresahip olan prens tacını ziyaret eder. Prens sonra uyanır veprens olarak seçildiğini bilir. Kuş, sadece ipekdokumasında da ünlü değildir. Aynı zamanda diğer İransanat yapılarında da görülür. Motif, İran Sanatı’nda genişbir şekilde ün kazanmıştır.

Böyle dinsel ve mitoloj ik tasvirler; ipek tekstilinde,kuzey ülkelerinde aynı zamanda Avrupa ülkelerinde deputperest mezarlarında kullanılmış, onlara çok değerverilmiştir.

TÜRKIYE’DE 4500 YAŞINDABIR YAPI BULUNDU

Bu yapı tüm Anadolu ve Orta Asya’da şimdiye kadar

bulunmuş en büyük bina

Türkiye-Kayseri’de, Kültepe Höyüğü ismiyle bilinen arkeolojik kazı alanında şehrin önemli yöneticilerinden birine ait 4500 yaşında

bir bina ortaya çıkarıldı.

Ankara Üniversitesi’nden Kültepe-Kaniş Kazıları Başkanlığı’nı yürüten arkeolog Prof. Fikri Kulakoğlu, AAmuhabirine yaptığı

açıklamada “Anadolu ve Orta Asya’da bu kadar büyük bir yapı daha yok. Şu an binanın belli bir kısmını açığa çıkardık. Tümünü

keşfettiğimizde devasa bir yapıyı ortaya çıkaracağız. Bu kişiye ait bir özel mülk değil. Muhtemelen kentin idaresi amacıyla kullanılan

bir yapı. Bu binanın Kaniş Kralı’nın yaşadığı veya imparatorluğunu yönettiği yer olduğuna inanıyoruz” dedi.

Kulakoğlu, burada bulunan binlerce mühürün (muhtemelen Kuzey Suriye kaynaklı), Kültepe bölgesinde bir zamanlar “uluslararası

ve sistematik ticaret” yapıldığını gösterdiğini ve önümüzdeki yıllarda yapılacak olan kazılarda elde edilecek daha fazla kanıtla bu

olgunun destekleneceğini belirtti.

Bronz Çağı’nda Kaniş Krallığı’na ev sahipliği yapmış olan Kültepe Höyüğü Orta Türkiye’de yer alıyor.

Kültepe, arkeologlar tarafından 19. yüzyıldan beri bilinse de, Eski Asur dili ve çiviyazısı ile yazılmış Kapadokya Tabletleri’nin

kaynağı olduğunun iddia edilmesiyle beraber tekrar ilgi çekmeye başlamıştı.Çeviri Barış Alpay

Aralık // 201 3

NEREYE 6

Page 8: Nereye Dergisi sayı 2

H

ARKEOLOGLARI HEYECANA DÜŞÜRENTAPINAK KEŞFİ

Merapi Yanardağı yakınlarında yürüyüş yapan turistler, Kaliadem Köyü, Sleman, Orta Cava

Sleman, Yogyakarta.

Yogyakarta Kültürel Mirası Koruma Ajansı’ndan bir kazı ekibi; dini öneme sahip bir yerleşim yerine ait olduğunu

düşündükleri insan eliyle yapılmış sanat eserlerini keşfettikten sonra, Sleman’da gömülü devasa bir tapınağın

varlığına inanmaya başladılar.

BPCB(Balai Pelestarian Cagar Budaya: Kültürel Mirası Koruma Merkezleri) olarak bilinen topluluktan

arkeologlar, tapınak taşlarının oluşturduğu 19 blok, bir antefiks(*), bir çatı süslemesi, Makara(Hint Mitoloj isi’nde

tapınak girişlerinin çoğunda yer alan bir deniz yaratığı) tasvirli birkaç kazan ve tapınakla ilgili daha pek çok

kalıntıya rastladılar.

Kazanların yanında bulunan, üzerlerinde anlamları henüz bilinmeyen ancak incelemeye alınan işaretlerin olduğu

altın ve gümüş parçaları uzmanları hayrete düşürdü.

BPCB koruma bölüm başkanı Wahyu Astuti, konu hakkında şunları söyledi: “Bulgularımıza bakacak olursak,

yerin derinliklerinde büyük bir tapınak olduğuna tam anlamıyla eminiz ki bizim keşfettiğimiz kısım yapının henüz

yüzeydeki kısmı.”

Wahyu, ekibin ayrıca “yapının tamamını gün yüzüne çıkarıp daha fazla kalıntıya ulaşma umuduyla alanı daha

derin kazacağını” da sözlerine ekledi.

Fakat ekip kazı alanını genişletmekte sıkıntı çekiyor. Bunun sebebi; özel mülkiyet binalarının bölgeye hâkim

olması.

Orta Cava’nın yanı sıra genel anlamda Yogyakarta da 1200 sene öncesine dayanan Hindu ve Budist tesiri altında

kalmış pek çok tarihi tapınağa ev sahipliği yapıyor. Bunların içinde Borobudur ve Mendut Budist tapınakları ile

Prambanan Hindu tapınağı da var.

(*) Antik yapılarda saçağın üstüne yerleştirilmiş ve kiremitlerin bitim noktalarını gizleyen özel bezeli levhacıkların

her biri.

Çeviri Ecem Ürnez

Aralık // 201 3

7 NEREYE

Page 9: Nereye Dergisi sayı 2

H

İSRAİL, 90 ADET TARİHİ ESERİ İADE ETTİ

ntik Dönem’e ait 90 adet tarihi eser koleksiyonunun,Amüzayedede satışa sunulduğunu ortaya çıkaran

İsrail, çalınan eserleri iade etti. Koleksiyon; kil kaplar,

vazolar, taş anıtlar ve kültik heykelcikler içeriyor.

Tarihi eser hırsızlığı, arkeologlar için büyük bir problem

oluşturuyor. Eski kültürlere ait değerli ve eşsiz kalıntılar

bilim ve insanlık için kaybolurken; güçlükle ilerleyen

kazıların zaman çizelgesi de hırsızların tarihsel kayda olan

saygısızlığından dolayı sık sık yok ediliyor.

Kudüs müzayede evi, kendi internet sitesinde 110 adet

eski Mısır eserinin tavsiyesini verince, Mısırlı yetkililer

İsrail’den bu durumun incelenmesini istedi. 90 adet tarihi

eser toplatılırken; geri kalanlar için arama çalışmaları

devam ediyor.

Eserlerin iadesi, Kahireli Eserler Bakanı Mohamed

Ibrahim tarafından pazar günü duyurulmuştu.

İsrail’ in yardımını isteyen İbrahim, aynı zamanda

İnterpol’a da araştırma için çağrıda bulunurken, konunun

İsrail Dışişleri Bakanlığı tarafından ele alınmakta olduğu

da pazartesi günü açıklandı.

Mısır’ ın geri dönmesini beklediği kıymetli eserlerden

iki tanesi ise 2012 yılında Kudüs’ün Eski Şehir içindeki

antika mağazalar baskınında bulunan ve binlerce yaşında

olan, özenle dekore edilmiş, törensel tabut kapakları…

Çeviri Lale A. BAŞ

ARKEOLOGLAR, LINCOLN KALESİ KAZISI SIRASINDADUVARDAKİ NİŞLERDE KUTSAL KEMİKLER VESAXON TABUTU BULDULAR.

Uzmanlar, kazının bir parçası olan Lincoln Kalesi’nin altındaki kilisede en az bin yıl

öncesine tarihlenen, ayakkabı giyen bir iskelet buldu. “Başta radyokarbon yönteminin kapalı

tabutu tarihlemesiyle Sakson şehri hakkında daha fazla bilgi açığa çıkacak olmalı” diyorlar.

Kutsal bir figürün kemikleri hâlâ ayakkabılı ve ince dokunmuş bir kumaşa sarılı halde

Lincoln Kalesi’ nin altındaki duvarın içinde gömülü olarak bulundu. Uzmanlara göre keşifteki

kalıntılar kilisenin en az bin yıl öncesine tarihlendiğini gösteriyor.

Arkeologlar, kazı sırasında kalede birçok iskelet kalıntısının bulunduğuna inanıyorlar.

Kalenin fatihi William tarafından dokuz yüz yıldan daha önce inşa ettirilmiş olan kalede kilise,

Romalıların bölgeden ayrılışı ve Normanlar’ ın bölgeyi ele geçirişi arasındaki tarihte meydana

getirildi.

Son kalıntılardan birisi; zemin seviyesinden üç metre aşağıda ufak bir alanda yer alan, nişin

içine yerleştirilmiş taş bir tabut. Duvarın temelinin bulunduğu alanın karşısında bulundu.

Beryl Lott; “alanın Roma Dönemi sonu ve kalenin inşaa edildiği zaman arasındaki

bilgilerinin yetersiz olduğunu” açıkladı. Tarihi çevre yönetimi Lincolnshire Kontluğu Kurulu

için kazıyı heyecan verici olarak tanımladı.

Keşif tamamen beklenmedikken, yüksek öneme sahip, surlarla çevrili ünlü Roma kentleri,

Anglo – Sakson dönemi boyunca sık sık kontrol altına alındı. / Keşif tamamen

beklenmedikken, surkarla çevrili ünlü Roma kentleri sık sık kontrol altına alındı. Anglo –

Sakson dönemi boyunca yüksek statünün bir şekli olarak kullanılır.

Sadece kalenin değil bilgimizde büyük oranda artacak. Ancak Lincoln kadar zahmetlidir. O

büyük bir keşiftir ve biz gelecekteki gelişmelere bakacağız.

Kıyafetlerin küçük baskıları vücutların görünen yerlerini örtmede kullanılırdı. Duvarın

harcında, düşündüren bir adak teminatı genellkikle binanın bir kutsala adandığını akla

getiriyor.

Arkeologlar, tamamen toprak altında olan geç dönem bir Sakson lahdinde dinlenmiş bir

vücut ele geçirdiler.

Mary Powell; “ilk adım tabutun üç boyutlu olarak inceden inceye gözden geçirilmesi, üç boyutlu bir taramasını almaktır” dedi. Er geç büyük bir

kazıya liderlik edecek olan Heritage Lottery Found program yönetimi Lincoln Kalesi’ni ortaya çıkarma projesini destekledi.

Sonra içinde ne olduğunu görmek için dikkatlice açtık. Vücut, bu dönem için alışılmış olan deri bot veya ayakkabı giymiş olarak ortaya çıktı.

Bu dönemden kalan el değmeden bulunan lahit çok çok nadirdir. Bu yüzden bu keşifmilli bir değere sahiptir.

Gelecek adım hem lahdi hem de kalıntıları dört dörtlük bir analiz olacak. Bu analiz hiç kuşkusuz Lincoln’ lu Saksonlar hakkında bildiklerimizi

artıracak.

Ayrıca kazı, kalenin zindanının yanında devam ediyor ve radyokarbon tarihleme yöntemiyle kalıntıların tarihinin aydınlanması bekleniyor. Halk

alanı ziyaret etmek için teşvik edilecek.

Çeviri Sevilay Yılmaz

Aralık // 201 3

NEREYE 8

Page 10: Nereye Dergisi sayı 2

9 NEREYE

Page 11: Nereye Dergisi sayı 2

Aralık // 201 3

NEREYE 1 0

Page 12: Nereye Dergisi sayı 2

NurYılmaz

nternetten çok rahat bulabildiğimizİfotoğraflardan biri; yılı kesin belli değil, uzaktanKariye gözükmekte. . . Sur içi İstanbul’unun enuzağındaki; kilise, cami, müze adına ne derseniz. Bubenim ilk yazım, ilk yazımda da bir tarihlendirmedenemesi yapmak istedim bir sanat tarihçisi olarak.Aynı zamanda affınıza sığınarak.

Fotoğrafmakinesi yolun hemen sağına kurulmuş,sol karşıda iki katlı ahşap bir ev görünüyor. O evedoğru giden de bir çocuk. Hafif bir güneş var,apartmanların gölgesi yola düşmüş. Apartmandediğime bakmayın, iki katlı bitişik evler.

Kariye hakkında bir araştırma yaparken bu

fotoğrafı buldum. İstanbul’un eski zamanlarına dair

güzel bir anı olarak ben de kaldı. Fotoğrafın tam bir

tarihi yoktu sitede. Ben de bir tarihlendirme

denemesine giriştim. Sağdaki çocuğun başında fese

benzer bir başlık var ama fes olduğunu sanmıyorum.

Çocuklar cumhuriyetin ilk dönem kıyafet

özelliklerine göre giyinmişler. Buradan da yokuştan

fotoğrafmakinesine bakarak yaklaşmakta.

Kariye’nin önünde de iki çocuk veya çarşaflı

olduğunu düşündüğüm bir kadın ve çocuk

yürümekte. Önlerinde tavuğa benzer bir hayvan

yürümekte. Kariye’nin arka kısmında yapılaşma var.

Demek ki Cumhuriyet sonrasından bahsediyoruz.

Fotoğrafın sağındaki evin pencere korkulukları

Osmanlı ihtişamından uzak. Çok az da olsa görünen

basamağın kırık mermeri harap bir şekilde durarak

bize 1940-50’ li yılları hatırlatıyor.

Kariye’nin minaresi kareye girmemiş. Girse bir

fikir sahibi olabilirdik. Sakin bir fotoğraf ve araba

yok. Dikkat çeken noktalardan biri de sokakların

temizliği. Bugün aynı noktadan çekilen fotoğrafta

inanılmaz bir yapılaşma ve kirlilik karşımıza

çıkmakta. Kariye’nin arkasında çevre yolu

görünmüyor. Evler bitişik nizamlı. Demek ki;

belediye ortaya kentsel dönüşüm lafını atmamış.

Yollar ve kaldırımlar belli bir standartta. Eski

İstanbul’un güzellikleri, düzeni ve sessiz yüceliği

kendini bize göstermekte.

Bugünkü haliyle kıyaslamaya gerek duymadım.

Sadece “bir fotoğraf tarihlendirme denemesi”

yapmak için yazdım bu yazıyı. Amerikan Bizans

Enstitüsü Kariye’de 1940’larda bir araştırma

yapmıştı. Fotoğrafta, Kariye oldukça bakımlı

görünüyor. Bu yüzden fotoğrafmuhtemelen

1940’ların sonu 50’lilerin başına ait.

Her ne kadar bağnaz bir şekilde geçmişe bağlı

kalmasak da insanın burnunun direği sızlıyor.

11 NEREYE

Page 13: Nereye Dergisi sayı 2

5N 1K

SANAT TARİHİ ÖĞRENCİSEMPOZYUMU?

Hepimizin bildiği acı birgerçektir ki; sanat ve bununlabirlikte, elbette ki, sanat tarihibölümü ülkemizde özelliklemezun olduktan sonra iş bulmakda zorlandığımız bir bölüm.Üstelik bölümü kazanarak gelenarkadaşlarımızın birçoğu bunu“sınav sistemin azizliği” olarakdeğerlendiriyor. Her geçen günülkemizde sanata, sanatçıya vekültüre verilen azalırken;bununla ters orantılı bir şekilde,bölümümüz sanat tarihi olduğuiçin vurguluyoruz,bölümümüzden mezun olanlarınsayısı artıyor. Bölümümüzügereksiz bulan, “işsizkalacağınızı bilmiyormuydunuz?” gözüyle bakaninsanların sayısı da…

Ama tüm bunlara rağmen “sanatsız kalan bir toplumun hayat damarlarından biri kopmuş demektir” diyen büyük

önderimiz Mustafa Kemal Atatürk’ün sözünü ilke edinen ve bu uğurda “hep beraber” bir şeyler çalışmak sonucunda

üretmek isteyen arkadaşlarımız da az değil. Bu ve buna benzer birçok çıkış noktamızın birleşim adresi olan 23-24 Aralık

2013 tarihinde, Beşiktaş Deniz Müzesi’nde gerçekleşecek olan Sanat Tarihi Öğrenci Sempozyumu’na herkesi davet

etmek istiyoruz.

Kültür ve vazgeçilmez öğesi sanat; aydınlık yarınlar yaratır.

Aydınlık yarınları oluşturmada taşın altına elimizi hep beraber koyma umudumuzla okulumuzdan maddi- manevi

açıdan katkılar bekliyor; katılmayı düşünen, fikrini, önerisini bizimle paylaşan, üreten ve bu heyecanı taşıyan herkese

sonsuz teşekkür ediyoruz.

İletişim adresi: [email protected]

Facebook sayfası için: https://www.facebook.com/SanatTarihiOgrenciSempozyumu?fref=ts

Ömer Türk

Aralık // 201 3

NEREYE 1 2

Page 14: Nereye Dergisi sayı 2
Page 15: Nereye Dergisi sayı 2
Page 16: Nereye Dergisi sayı 2

Leicester’de bir otopark alanında bulunan kral III. Richard’a aitkalıntıların bilim adamları tarafından da onaylanmasının ardından, biz detarihin en önemli 10 arkeolojik keşfini derledik.

Rosetta Taşı

Fransızların Mısır keşfi

gezileri sırasında 1 799’da

bulunan Rosetta Taşı , 3 ayrı

di lde (antik yunanca, demotik

ve hiyerogl if) Kral Ptolemy’nin

buyruklarının yazı l ı olduğu ve

modern Mısırbi l im’in

doğmasına yol açmış bir

kitabedir. Orta çağda yapı

malzemesi olarak kullanı lan

taştan yapı lan yazı t, İngi l izler

tarafından 1 801 yı l ında ele

geçiri lmiş ve şu an

sergilenmekte olan British

Museum’a götürülmüştür.

Ölü Deniz Parşömenleri

Ölü Deniz parşömenleri, 2.

Dünya Savaşı ’nın ardından, şu

anki Batı Şeria’da bulunan

yaklaşık 1 000 adet el yazma-

sından oluşan dökümandır.

Parşömen, papirus ya da tunç

üzerine yazı lmış bu metinler,

tarihi İsa’nın doğumundan 400

yı l öncesi ve 300 yı l sonrası

gibi bir zaman aralığına uza-

nan, Musevil iğin ve Hristiyan-

l ığın bi l inen en eski yazı l ı kay-

nakları olarak bil inirler. İbranice,

Aramice ve Yunanca yazı lmış

olan bu eserlerin, Esseneler

diye bil inen bir Yahudi toplumu

tarafından yazı lmış olduğu öne

sürülse de, bu henüz kanı tlan-

mış bir görüş değildir.

Tutankhamun

Hangi çocuğa sorsanız

Antik Mısır’dan bir hükümdar

söyle diye, ya Kleopatra ya da

Tutankhamun diyecektir.

Tutankhamun’u üne

kavuşturan, Howard Carter’ın

1 922 yı l ında Krallar

Vadisi ’nde titizl ikle yürüttüğü,

mezardaki hazine ve eşyanın

tümünün boşaltı l ıp Kahire’ye

taşınması 8 sene süren kazı

çalışmasıdır.

1 5 NEREYE

Page 17: Nereye Dergisi sayı 2

PompeiiPompeii ve Herkulaneum, Vezüv yanardağı-

nın M.S. 79 yı l ında harekete geçmesiyle volkanik

kül ve cüruf altına gömülen iki Roma şehridir. 1 8.

yüzyı l ın ortalarında bu iki şehir “keşfedilmiş”,

mozaik ve diğer eserler Napoli civarına taşınmış-

tı r. Pompeii ’nin bu sırrı , bir sonraki yüzyı la kadar

ortaya çıkarı lamayacak, volkanik akıntıdan

korunmaya çalışan insan kalıplarının sırrı ise

ancak 1 980’de St Helens dağının patlaması

sonrası tam olarak anlaşı lacak ve belgelenecekti.

Altamira Mağarasıİsmini yüksek konumundan ve manzarasından alan,

İspanya’nın Santander kentinin batısında yer alan Altamira

mağarasının 1 880’deki keşfi, tarih öncesi insanlar hakkındaki

bi ldiklerimizi tamamen değiştirecek nitel ikteydi. Paleol itik çağdan

kalma bu mağaradaki duvar resimleri, 20. yüzyı l başlarına kadar

arkeologları ihti lafa düşürmüşse de, neticede, atalarımızın her

türlü sanatsal çalışmaya imza atabilme yeteneklerine sahip

oldukları görüşü genel kabul görmüştür.

Genell ikle arkeoloj ik kazı lar yepyeni bir medeniyet

keşfetmekle sonuçlanmasa da, Giritl i antikacı Minos

Kalokairinos ve İngil iz meslektaşı Arthur Evans’ın 1 9.

yüzyı l sonlarındaki çalışmaları istisnadır. Kazı lar sonucu,

Yunan mitoloj isindeki Minotaur labirenti olduğu varsayı lan

Knossos’taki saray gün yüzüne çıkarı lmıştı r.

Minos uygarlığının doğal afetler neticesinde yok olduğu

düşünülmektedir.

Knossos

Tanzanya’daki Büyük Rift Vadisi ’nin 50 kilometrel ik

bir kısmı olan Olduvai Gorge, dünyanın en önemli

paleoantropoloj ik alanlarındandır. Kazı çalışmaları 1 .

Dünya savaşı ’nın hemen öncesinde başlamış, savaş

sonrası çalışmalara devam edildiğindeyse, atalarımızın

neredeyse 1 .9 milyon yı ldır sürekl i yaşadığı bir alan

olduğu farkedilmiştir.

Olduvai Gorge

Aralık // 201 3

NEREYE 1 6

Page 18: Nereye Dergisi sayı 2

Dünyanın en eski yapı ları

dendiğinde aklınıza Mısır Piramitleri ya

da belki Stonehenge gelir, oysa ki

gezegenin en eski yapı ları Malta’daki

megalitik tapınaklardır. Ħaġar Qim ve

diğer dört megalitik yapının tarihi M.Ö.

3600-3200’lü yı l lara dayanır ve 1 9.

yüzyı l ın ortalarında ilk kez ortaya

çıkartı lmıştı r.

Çin’in i lk imparatoru Qin Shi Huang’ın

cenaze heykelleri ordusu, 1 974 yı l ında Xi’an

yakınlarında bir grup çiftçi tarafından

keşfedilmiştir ve geçmişi M.Ö. 3. yüzyı la

dayanmaktadır. Günümüze kadar, gerçek

boyutlarda yapı lmış 8000 asker, 1 30 savaş

arabası , 1 50 süvari atı , sayısız resmi görevli

ve cariye heykeli kayı t altına alınmış, büyük bir

kısmının ise hala imparatorun mezarında

gömülü halde olduğu bil inmektedir. Toprak

Askerler ya da Terrakotta Ordusu, dünyanın

en görkemli insan yapımı eserlerindendir.

Staffordshire definesi, 2009 yı l ında

İngi ltere'nin Staffordshire kontluğu yakınlarındaki

Lichfield'de Anglosakson dönemine ait olarak

bulunan en büyük altın, gümüş ve metal içeren

buluntudur. 3500’den fazla savaş malzemesinden

oluşan define 7. ve 8. yüzyı l Mercia Kral l ığı ’na

aittir ve uzmanlar tarafından en az Sutton Hoo

buluntuları kadar önemli olduğu belirti lmektedir.

Staffordshire definesi 3.285 milyon pound

karşı l ığında Birmingham Müzesi tarafından satın

alınmıştı r.

Hagar Qim

Terracotta Ordusu

Staffordshire Definesi

1 7 NEREYE

Page 19: Nereye Dergisi sayı 2

Aberystwyth’in Genç Arkeologlar Kulübü yakın

zamanda, 1 934 yı l ının bir yaz gününde Pen Dinas

yüksek tepesinde çalışan ekskavatörler, burada tarihi bir

görünüm yaratmak için yaklaşık 80 yı l l ık bir zamana

doğru geri adım attı .

1 930’da Record tarafından düzenlenen Pen Dinas

kazı arşivinde, ori j inal fotoğrafın bir parçası Galler Ulusal

Anı tlar’dır.Profesör Ford, yüksek tepe içinde Demir Çağı

Dönemi kazı lan ana geçitlerden birini ziyaret etti . Bu

kazı lan geçitleri oldukları yerde bulmak çok zor değildi ,

ancak Galler ve Llanbadom Fawr Mil l i Kütüphanesi’nin

arka görünümü sekiz yı l içinde önemli ölçüde değişmişti .

Modern fotoğraf Aberystwyth merkezli Kral iyet

Komisyonu, Dr. Toby Driver tarafından yönlendiri len

Genç Arkeolog Kulübü’nün yerel şube için John Ibbotson

ve Paul Harnies tarafından düzenlenen yürüyüşü

sırasında çekildi . İşçinin döneme uygun giydiği, pantolon,

gömlek ve düz kepleri Ceredigion Müze’si tarafından

tedarik edildi . Genç Arkeolog Sam Wil l iams yelek, kravat,

gözlük ve panama şapkası i le Profesör Forde’un yerini

alarak resmi tamamladı .

Toby Driver şöyle dedi: ‘ori j inal giysi ve araçları i le bu

1 930’lar görünümünün yeniden inşası , tüm taraflar için

gerçek bir meydan okuma teşkil ediyor ama Ceredigion

Müze’si yardımı ve çocukların sabrı i le sonuç hepimiz için

gurur verici. Gerçekten zaman içinde geri adım gibi oldu!

Genç Arkeologlar’a katı lmak isteyen herkes Ceredigion

Müze’si aracı l ığıyla John Ibbotson’a başvurmalı .

Pen Dinas, Aberystwyth ori j inal kazı fotoğrafları Kral iyet

Komisyonu’nun çevrimiçi veritabanı www.coflein.gov.uk

üzerinde aranabil ir.

Burcu Deveci

Pen Dinas 1 934

Pen Dinas 201 3

Aralık // 201 3

NEREYE 1 8

Page 20: Nereye Dergisi sayı 2
Page 21: Nereye Dergisi sayı 2
Page 22: Nereye Dergisi sayı 2

İLK MISIR BİLİMCİ CHAMPOLLİONısı r yeryüzünün en büyükM uygarlıklarından biriydi. Ama gizleri

uzun süre saklı kaldı .Yüzyı l lar boyu

hiyerogl iflerin şifresini kırmaya çalışan

bilginlerin hepsi de başarısız oldu. Bu sırrın

nihayet çözülmesinde bir savaş rol

oynayacaktı . Bir tarafta Avrupa’nın en

korkulan savaşçısı Napolyon Bonapart vardı .

Diğer taraftaysa güçlü İngi l iz imparatorluğu.

Avrupa’nın en zeki iki bi lgini arasında

hiyerogl iflerin çözülmesi için veri len savaş,

Fransa’dan dil ler konusunda dahi ama yoksul

bir taşra çocuğu. Bu çocuğun adı , Jean-

François Champoll ion’du. Champoll ion’un

İngi ltere’den rakibi kibar ve akı lcı biri olan

ünlü bilgin Thomas Young’dı . Bir kuşağın en

parlak dehasıydı .

Bu düelloda iki dahi de taşın sırrını

çözebileceğine inanıyordu. Fakat bunu ancak

biri başarabilecekti.

Reşit (Rosetta) Taşının EsrarıNapolyon Bonapart 1798’de Mısır’a girdiğinde bir

ülkeyi fethetmekten fazlasını yaptı. Kayıp bir uygarlığı

ortaya çıkardı. Mısır adeta yüzyıllar boyunca

Avrupalılara kapısını kapamıştı. Fransızlar Giza

piramitlerini gördüklerinde hayretler içinde kaldılar.

Yapımının üzerinden 4500 yıl geçse de büyük piramit

hala dünyanın en yüksek binasıydı. Bu eski kültürle

ilgili her şey olağanüstü görünüyordu.

Reşit taşı yani Rosetta taşının üzerinde 3 tür farklı

yazı vardı. Gizemli eski hiyeroglifler, altında başka bir

bilinmeyen yazı ve en altta da antik Yunanca yazı vardı.

Bu eşsiz bir keşifti. Bu iki metin okunamasa da Yunanca

iyi bilinen bir dildi. Ve kolayca tercüme edilebilirdi.

Napolyon Mısır'a askerlerinin yanısıra eski Mısır

kültürünü aydınlatmaları için bir bilginler ordusu

getirmişti. Bunların arasında antikacılar, ressamlar ve

dilbilimciler de vardı. Ama bazı sorunlar vardı ve ilk

sorun Horetio Nelson'du. 1 798 Ağustosundaki Fransız

Perihan Sadıkoğlu

21 NEREYE

Page 23: Nereye Dergisi sayı 2

filosuna saldırıp yok edince Fransızlar Mısır'da mahsur

kaldı. 3 yıl süren kuşatmadan sonra İngilizler nihayet

Fransızları Mısır'dan sürdü. Artık Fransa'nın ele geçirdiği

herşey İngiltere ve müttefiklerine aitti. General Menov

bilim adamlarının bütün notlarını çizimlerini ve

kağıtlarını alabilecekleri konusunda anlaştı. Ama ülkeden

çıkarken ele geçirdikleri eski eserleri götüremediler.

Buna Reşit taşıda dahildi. Ancak Fransızlar taşın

kopyalarını çıkarmayı akıl etmişti. Paris'teki en iyi şifre

kırıcılar dilbilimciler zaten yazıyı çözmeye çalışıyordu.

Bunların en önemlisi Silvestire De Sacy adında bir

öğretim görevlisiydi. Ancak Silvestire De Sacy

hiyeroglifleri çözemiyordu. Anladığı kadarıyla sadece

mistik simgelerdi. Diğer yandan taşrada Jean-François

Champollion adında bir dahi çocuk büyüyordu. Seçkin

eğitim almak için çok yoksul olsa da ağabeyi onun dil

konusundaki yeteneğini desteklemişti. Ve Champollion 13

yaşına geldiğinde 6 antik lisanı konuşuyordu. Daha

çocukken, ilk uygarlığın ne zaman başladığı sorusu

ilgisini çekmişti. Dünyanın yaşının kaç olduğu sorusunun

cevabının Champollion büyüdükçe cevabını

hiyerogliflerde olduğuna inanmaya başladı. "Dünyanın

yaşını hesapladım. Başlangıç bölümünden Nuh bütün

atalarını geriye doğru saydım. İlk peygamber Adem’e

kadar indim ve yaşlarını birbirine ekledim. Dünya 4327

diyordu. En eski uygarlığın en eski dilini okuyamazsa

dünyanın gerçek yaşını bulma hayalinin suya düşeceğine

inanıyordu.

Reşit taşını Paris'te onu tercüme etmeye çalışan başka

uzmanlar da vardı. İlk başta taşın yüzlerce kopyası vardı.

Yunanca yazı, taşın Mısır'ın 285. Firavunu 5. Ptolemeios

adına bir propaganda eylemi olduğunu söylüyordu. M.Ö.

196'da yazıyı yazdırdığında Mısır'ın yanı sıra saltanatı da

sorunlarla boğuşuyordu. O zamana kadar Mısır Uygarlığı

3000 yıl varlığını sürdürmüştü. Ancak ihtişamlı günleri

geride kalmıştı. Mısır bir dizi istilanın ardından M.Ö.

332'de Yunanca konuşan kumandan Büyük İskender

tarafından Mısır fethedildi. İskender kendisini firavun ilan

edip hükümetini kurdu. Ve yöneticilerin dili Yunanca

oldu. Yeni seçkinler ne yerel dili konuşabiliyor ne de

hiyeroglifleri okuyabiliyordu. Ve varlıkları Mısır'da

kızgınlığı körüklüyordu. 5. Ptolemeios'un

hükümdarlığında halk açıkça isyan ediyordu. O da çaresiz

Reşit taşını Paris'te onu tercümeetmeye çalışan başka uzmanlarda vardı. İlk başta taşın yüzlercekopyası vardı.

Aralık // 201 3

NEREYE 22

Page 24: Nereye Dergisi sayı 2

kalıp, ülkedeki tapınaklarda taş tabletler diktirdi. Her biri

taş Ptolemios'un faziletlerini bildiriyor ve gerçek firavun

olma iddiasının altını çiziyordu. Mısır'ın gerilemesinin

dokunaklı bir sembolüydü.

Hiyerogliflerin kelime değil simge olduğuna

düşünülüyordu. Askeri rütbelerin kimleri temsil ettiğini

biliniyor ama okunamıyordu. Hiyerogliflerin de askeri

rütbeler gibi olduğuna ama okunamadığına inanılıyordu.

Napolyon'un bilimadamları 1 haftada hiyeroglifleri

çözeceklerine inandılar. Ama Profesör Silvestire De Sacy

Paris'te yıllardır hiyerogliflerin okumaya çalışmakla uğraştı.

British Museum'da Reşit taşı dururken Fransızların

hiyeroglifleri çözebilecekleri korkusuna kapılan İngilizler

Thomas Young'a hiyeroglifleri çözmekle uğraşması teklif

edildi.

İngiliz Thomas Young aydınlanma devrinin en parlak

bilimadamlarından biriydi. İnsan gözünün nasıl odaklandığı

ve ışığın nasıl yol aldığı gibi konularda teorileri ve

araştırmaları vardı. Bir sonraki uğraşı, Eski Mısır'ı gün

ışığına çıkarmaya çalışmak olacaktı. Bu gizemli uygarlığın

sır perdesi olmak isteyen Young'ın muazzam serveti dışında

Champollion'a bir üstünlüğü daha vardı. Reşit taşı

İngilizlerin elindeydi. Young ve Champollion'un en büyük

sıkıntıları hiyerogliflerin aslında ne olduğunu kimsenin

bilmemesiydi.

Acaba hiyeroglifler sadece birer simgemiydi yoksa

konuşulan bir dilin seslerini oluşturan harfler miydi?

Günlük yaşamın pek çok alanında fikirleri ifade etmek için

simgelerden yararlanılırdı. Ama bu simgeler bir dik değildi.

Bir kitap metni gibi sesli biçimde okunamıyorlardı.

Hiyerogliflerin aslında sessiz simgeler olduğu görüşü

hakimdi. Ama bundan kimse emin olamıyordu.

Champollion'un ağabeyi biriktirdiği paraları

Champollion'un Fransa'ya gidip eğitim alması için harcadı.

Yunanca kelimelerin kaç kez geçtiğini sayarak öteki

yazıda da aynı sayıda geçen simgeleri arayarak

hiyeroglifleri bulmaya çalıştılar.

Champollion, Fransa'nın önde gelen dilbilimcisi Silves-

tire De Sacy’den Doğu Dillerini öğrenmek için Paris'e gitti.

Sacy'e Champollion dünyanın kökeninin çocukluğundan

beri ilgisini çektiğini söyledi. Champollion'un merak ettiği

cevabını bulmak istediği sorular şunlardı:

1. Rabbimizle aynı dili konuşuyoruz?

2. Adem hangi dili konuşurdu?

3. Dünyanın en eski ırkı hangisi ve incilin ilk 3

kitabını yazan Musa neden ana dili olan Mısır dilinde

yazmamıştı?

Champollion hiyeroglifleri tercüme edince soruların

cevaplarını çözeceğine inanıyordu.

Young hiyeroglifleri safmantık ve sayısal analiz

yoluyla kırılabilecek bir şifre olarak görüyordu.

Champollion'un eski hiyerogliflere yaklaşımı farklıydı.

Hiyeroglifleri çözmenin yolunu Mısır'ın en eski

dillerini öğrenmekten geçtiğine inanıyordu.

Champollion giderek hiyerogliflerin sözcükler

oluşturduğuna inanmaya başladı. Ve sözcüklerin

telaffuz edilebilmeliydi. Hiyerogliflerle aynı dönemde

konuşulduğu bilinen en son dili öğrenmeye koyuldu.

Mısırlı Hıristiyanların dili Kopt dili, Hıristiyan Kopt

kilisesinde hala konuşuluyordu. Paris'te böyle bir kilise

vardı.

Kleopatra ve Büyük İskender zamanında Mısırlıları

Perihan Sadıkoğlu

23 NEREYE

Page 25: Nereye Dergisi sayı 2

konuştuğu dil Kopt diliydi. Paris'te Kopt dilinde ayin

okuyan kilise vardı. Champollion'a Kopt dilini öğrendi.

Young’ın kayda değer ilerlemeleri sıraya yayınlamaya

başladı. Burada en ilgi çekici olan Ptoleamios nasıl

yazıldığını belirtmesiydi.

Champollion Profesör Sacy'in asistanı oldu.

Champollion’a göre ister bizi yönetenlerin hakkı olsun

ister inançlarımızı yönlendirenlerin gücü bilim adamı

olarak herşeyi sorgulamak zorundaydı. Champollion eski

tarihin incelenmesinin, doğrunun aranmasıdır diye

düşünüyordu.

Reşit taşının tabanında bir Yunanca yazıt vardı.

Kleopatra’ dan bahsediyordu.

İngiltere'den bir arkadaşı Champollion'a yazıtın

tabanında kalan yazıyı gönderdi.

Champollion önemli bir bir adım atmıştı.Varsayımlar

üzerine kurduğu hiyeroglif alfabesini kullanarak

Kleopatra'nın kartuşunu yazmış ve böylece alfabenin

doğru olduğu yönünde bir kanıt elde etmişti. Bunu sadece

mantıksal bir tümdengelim yaklaşımıyla değil aynı

zamanda her hiyeroglifin doğru sesini bulmak için Kopt ve

Mısır dillerini kullanarak yapmıştı.

William Banks'ın dikilitaşı günümüzde Dar Set'teki

Kingston Lacey malikanesinin arazisinde durmaktadır.

Hiyeroglifi çözme yarışında başta bu obelisk avantaj gibi

gözükse de sonradan Young'ın kritik bir hata yapmasına

sebep oldu.

Mısır'dan bir arkadaşı Champollion’a Ebu Simbel’ in

çizimlerini getirdi.

Eski bir tapınak olan Ebu Simbel ülkenin büyük

İskender tarafından kolonileştirmeden çok önce inşa

edilmişti. Bu yüzden duvarlarını süsleyen hiyeroglifler,

antik Yunancayla karışmış olamayacak kadar eskiydi.

Ra m SS

Ramses'e hiyeroglifini tercüme eden Champollion

firavunların şifresini okuyabildiğini kanıtlamıştı. Artık

hiyeroglif alfabesinin 3000 yıl önce yazılmış kelimeleri

okumak için kullanılabilecek şekilde genişletilebileceğini

doğrulayabilirdi. Bunu da kopt dilinden başlayarak Mısır

diline, oradan da eski hiyerogliflere doğru zaman içinde

geriye giderek yaptı. Champollion, nihayet Mısır

tapınaklarının duvarlarını süsleyen gizemli hiyeroglifleri

ve onların sırlarını anlattırmanın yolunu bulmuştu. Ramses

sözcüğündeki Ra, Kopt dilinde güneş anlamına gelen

kelimeyle doğrudan doğruya bağlantılıydı.

İsmin geri kalanı yine kopt dilinde -den doğma

anlamına geliyordu. Eski Mısır kültüründe güneş Tanrısı

Ra, Mısır'ın yaratıcısı ve tüm tanrıların en önemlilerinden

biriydi. Başının üzerinde güneşi temsil eden bir diskle

betimlenirdi. Söylenceye göre tüm firavunlar onun

akrabasıydı. Ramses sözcüğünün anlamı Güneş Tanrısının

çocuğuydu. Champollion hiyerogliflerin simge olmakla

kalmayıp aynı zamanda dil olduklarını da kanıtladı. Artık

Eski Mısır'ı yeniden hayata döndürmek için gereken

ipuçlarına sahipti. Champollion taşın bulunmasından 24 yıl

sonra 1822'in sonbaharında hiyerogliflerin sırrını çözdü.

Aralık // 201 3

NEREYE 24

Page 26: Nereye Dergisi sayı 2

Champolion keşfettiği bilgileri kitaplarla, broşürlerle

ve bir dizi konferansla tüm dünyaya açıklamaya başladı.

Champollion bulabildiği her papirüs ve belgede bulduğu

hiyeroglif alfabe sistemini uygulamak istedi. Ama en

büyük hayali Mısır'a gidip mezarların ve anıtların

üstünden okumaktı. Thomas Young, Paris'e konferans

vermek için geldiğinde, Champollion’a teorisini

kanıtlamak için bütün hayatını ve itibarını ortaya

koyduğu için tebrik etti.

Sacy, Champollion’a henüz bütün hiyeroglifleri

okuyabildiğini kanıtlayamadığını söyledi.

Champollion, Londra'dan Torino'ya giden nadir

papirüs parçalarını eve getirdi . Eşi Rosine Blanc’ ın

babası kralcıydı. Champollion ise Cumhuriyetçiydi.

Champollion’unun yatak almasını beklemekteydi.

Champollion’un eşi Rosine Blanc neden hala hiyeroglifleri

tercüme etmeye devam ettiğini ve neden hiyeroglifleri

bırakıp başka bir şey yapmadığını anlamıyordu.

Champollion da henüz teorisini bütün hiyerogliflerde

geçerli olduğunu kanıtlamadığını hem de Mısırlılar

hakkında daha fazla tercüme etmek için kullanmazsa bütün

bilgilerinin boşa gideceğini belirtti. Mısırlıların kim

olduklarını nasıl yaşadıklarını öğrenmek istediği söyledi. O

büyük anıtları neden yapmışlardı. Neye inanıyorlardı.

Champollion’un işi daha yeni başlıyordu.

Eski Mısır 1 820'ler Avrupa'yı büyülemiş olsa da

Perihan Sadıkoğlu

25 NEREYE

Page 27: Nereye Dergisi sayı 2

çözülecek malzeme olmayışı Champollion'u büyük hayal

kırıklığına uğratmıştı.

Sonra Paris'e Dendera Zodyak’ı geldi. Dendera Zodyakı

Oyularak yapılmıştı. Eski Teb şehri yakınlarındaki Dendera

Tapınağının tavanından alınmıştı. Dendera Tapınağının

Zodyak'ı muhtemel yaşı nedeniyle kilise için son derece

endişe verici bir nesneydi. Kimileri tarihin İncil'de yazılı

versiyonunu inkar edecek kadar eski olduğuna inanılıyordu.

O zamanlar kiliseye göre İncil tarihi açıdan doğru bir

belgeydi. Bilginler İncil'e dayanarak Nuh tufanının tarihi

M.Ö. 2349 yılı olarak belirlemişlerdi. Tufandan önceki bütün

eski uygarlıkların yok olduğuna inanıyorlardı. Aksine bir

kanıt kilisenin otoritesine doğrudan meydan okuyacaktı.

Profesör Sacy, Dendera Zodyağının Eski Mısır Astroloj isiyle

ilgisi olduğunu ve kartuşun Kraliçe Axemun'un kartuşu

olduğunu M.Ö. 2000'de yaşadığını söyledi.

Peder Abot, Kilise Nuf tufanı M.Ö. 2349'dan meydana

geldiğini söyledi. Bu tarihte çıkan herşey kilisenin

otoritesine ve Tanrının sözüne de karşı çıkardı. Sacy

Zodyak’ın kilise için tehdit oluşturmadığına son derece emin

olduğunu söyledi. Meseleyi gizlice halletmeye ikinci bir

kişinin görüşünü almak istediklerini söylediler. Champollion

önerilince Peder Abot Champollion’un kiliseye muhalif

olduğunu söyledi. Fakat sonra konusunda iyi olduğu için tam

olarak Champollion’a ihtiyaçları olduğuna inandılar.

İnancının düşüncesine yön veremiyeceğine ve gerçek bir

tarafsızlık sergileyeceğine inandıklarını söylediler.

Majestelerininde tam olarak istediği buydu. Kralın adamı

olan Mösye De Luke Champollion'un kaçıramayacağı bir

fırsattı. Mısır'a giden yolun ve hayalini gerçekleştirmesinin

ilk adımı olacaktı. Kral Champollion’a 150 bin Frank ödedi.

Champollion, Zodyak’ın Kraliçe Axamun'dan

bahsettiğine inanan Sacy'i yanılttı. Champollion tanrıça Al

Hiat’ ın gökyüzünün güneyinde olduğuna ve herhangi bir

döneme ait olabileceğini söyledi. Bu arada Otokrat sözünün

söylendiğini Roma döneminde imparator için kullanılan

Yunanca kelime olduğunu açıkladı. Ve 1500 yıllık olduğunu

ifade etti.

Mısır hazineleri Avrupa'ya gelmeye başlamıştı. Ama

kimse parçaların gerçek değerini bilmiyordu. Çünkü

Champollion dışında hiç kimse hiyeroglifleri okuyamıyordu.

Champollion teorisinin özetini yazıp, yakında yayınlamak ve

sonra Mısır'a gidip teorisini denemek istiyordu. Kral Mısır

koleksiyonunu artırmayı planlıyordu. İtalya'da bir

koleksiyon vardı. İskenderiye'deki Fransız Konsolosu

Mösyö Drovetti tarafından toplanmış koleksiyonu kral

satın almak istiyordu. Ama Kral İtalya'daki koleksiyona

ne kadar vereceğini bilmiyordu. Değer biçme işini

Champollion üstlendi. Champollion ünlü bir

Cumhuriyetçiydi o zaman. Kral bütçesini ona emanet

edebilir miydi? Champollion kralı ikna etmek için tarife

ve doğruya sadık kalacağını söyledi.

Champollion Torino'da Paris'tekinden daha iyi

karşılandı. Champollion Fransa kralı adına Eski Mısır

eserlerini ararken bütün kapılar açılıyordu. Champollion

en nüfuzlu ortaklarından biriyle İtalya'da tanışacaktı.

Doğu dilleri Profesörü Bedito Rosalini, Champollion ile

tanışmak için Pizza'dan geldi.

Champollion'un ünü güçlü Vatikan'ın koridorlarına

kadar yayılmıştı. Papa 12. Leon onu görmek istedi.

Champollion bu anın önemini unutamadı. Ve

Champollion daha sonra erkek kardeşine yazdığı

mektupta 'Fransızca'yı çok iyi konuşan Papa’nın

Champollion’un tüm keşifleri sayesinde dine karşı güzel,

harika ve çok iyi bir görevde bulunduğunu memnuniyetle

3 kez söylediğini yazdı. Champollion Fransa'ya daha

büyük bir ünle ve kral adına satın alınmış Eski Mısır

eserlerinden oluşan muazzam bir hazineyle geri döndü.

Lovure müzesindeki Mısır koleksiyonun başına getirildi.

Ama incelediği malzemeler yeterince iyi değildi. Elindeki

kopya belgeler ve yazıtlar genelde hatalıydı. Hiyeroglifler

hakkındaki teorisini test etmek için yeterince orij inal

malzeme bulabilmesinin tek yolu Mısır'a gitmekti.

İtalya'daki başarısından sonra hayalini gerçekleştirmesi

için Fransa hükümetinden yardım etmelerini isteyebilirdi.

Champollion Mösyö'de Luke'a Yunan ve Roma

döneminin İskenderiye’sinin güneyde keşfedilen eski

krallığının ihtişamının yanında daha küçük gördüğünü

kaydediyor. Ve gezi için 20 ressam istiyordu.

Napolyon Mısır'ı işgal ettiğinde 167 alim ve bilim

adamı götürmüştü. Yaptıkları işler hatalı ressamlara

verilmişti.

Vatikan kütüphanesinden adını verilemeyen bir Baş

Rahip Krala yazdığı mektupta Champollion’a kaynak

sağlamaması için ısrar etmişti. Champollion’un Mısır'a

değil sadece Hıristiyan inançlarına saldırmakla

Aralık // 201 3

NEREYE 26

Page 28: Nereye Dergisi sayı 2

ilgilendiğini söylemişti. Eski tarihçilerden Manetho'nun

yazılarını doğrulamak için kanıtlar aradığını belirtmişti.

Champollion ise sadece doğruyu aradığını söyledi.

Kralın şartı şöyleydi: Champollion, Mısır'da kilisenin

öğretileriyle çelişen herhangi bir şey bulursan

yayınlamayacaktı. Champollion şartı kabul etti. Bu yıllardır

hayalini kurduğu şeydi. Sonunda Mısır'a gidecekti. 1 8

Ağustos 1828'de Mısır'a gitti.

Gize'deki piramitler Eski Mısır'ın gizemini

simgeliyordu. Neden yapıldıklarını kimse tam olarak

bilmiyordu.

Hiyerogliflerden anlaşıldığı kadarıyla büyük piramit

Mısır firavunu Kufu'nun mezarıydı. Yaklaşık olarak M.Ö.

2560 yılında yapılmıştı. Yapımının 20 yıldan uzun sürdüğü

sanılıyordu. Mühendislik harikası olan Keops piramidini

büyüklüğü ölçeği ve gizemi insanoğlunu yüzyıllardır

büyülemekteydi. Bu tarzda böyle inanılmaz büyüklükte bir

mezar neden yaptırılırdı ki? Champollion'un ilk durağı

Sakkaraydı. Ölüler şehrinde kule gibi yükselen büyük

basamaklı piramit buradaydı. Sakkara, Mısır'ı eski başkenti

Memfis'te bir mezarlıktı. Buraya Mısır'ın seçkinleri oraya

gömülüyordu. Basamaklı piramit Mısır'da yapılan ilk

piramitti. Tasarımını ve yapımını Firavunun baş mimarı

İmhotep üstlenmişti. İmhotep'in adı unutulmadı. Çünkü

Sakkara'daki hiyerogliflere kazandı. Daha sonraki tüm

piramitler İmhotep'in fikirleri geliştirilerek yapıldı.

Ahet Nil taştığında sel baskını mevsimine girilir ekinlerin

büyümesi için her biri 4 aylık 3 mevsim vardı.

İlkbahar Ahet

Chem Hasat Zamanı

Sel büyüme ve hasat Mısır yaşamının döngüsü.

Bu yolculuğundaki en önemli andı. Champollion artık

okuyabiliyordu.

Teorisi işe yarıyordu. Herşeyi okuyabiliyordu.

Mısırlılar için ölüm neden bu kadar önemliydi?

Champollion en şaşırtıcı keşfi yapmak üzereydi?

Champollion’u hayrete düşüren Menofrey adında I.

Hanedandan bir saray sahibinin aile mezarlığıydı. Menofrey

adında birinin mezarını bulmuştu. Hesabına göre I.Hanedan

dönemine Nuh tufanından öncesine uzanıyordu. Buna göre

Mısır uygarlığı tufanda çok daha önce başlamış ve

sonucundan etkilenmeden varlığını sürmüştü. Bu İncil'in

hikayesine doğrudan meydan okuyordu. O zamanlar çoğu

Hıristiyan Tanrının sözü İncil'in tarihsel açıdan doğru

olduğuna inanıyordu. Ama öyle olmadığının kanıtını

Champollion bulmuştu. 1 828 yılı için tehlike bir

keşifti. Champollion bu bilgiyi gizli tuttuğu bir

günlükte saklayacak, o yaşadığı sürece kimse

bilmeyecekti.

Champollion hiyerogliflerin sırrını çözmüştü. Ama

asıl işi daha yeni başlıyordu. Piramitleri yapan

uygarlığın anlamak istiyordu. Binlerce yıl önce

yaşamış insanlar bu Avrupa'dakilerden daha yüksek ve

kapsamlı yapıları nasıl inşa edebilmişti? Kusursuz

birer mühendislik ve üstün birer zarafet örneği olan bu

yapıların gerçek amacı zamanla yok olmuştu.

Champollion hiyerogliflerde ipuçlarını aramaya

devam etti. İstediği bilgiyi bulmak için en çok ümitli

olduğu yer bugün Luksor olarak bilinen Mısır'ın eski

başkenti Teb'di. Revak Al Makuk (Kralların Kapıları)

Perihan Sadıkoğlu

27 NEREYE

Page 29: Nereye Dergisi sayı 2

Ölüm vadisi, Luksor'da Nil nehrinin karşısında yer alan

Krallar vadisi belki de yeryüzünün en ünlü mezarlığıdır.

Erken Mısır döneminden kalma mezarların ve

piramitlerin kolayca soyulduğu görülünce Tutankamon

ve Ramses gibi daha sonraki firavunlar, mezar

soyguncularının dikkatini çekmeyeceği ümidiyle

Krallar vadisine gömüldüler.

Yaklaşık 500 yıl boyunca kral mezarlığı olarak

kullanılan vadide 60'ın üzerinde mezar bulunuyordu.

Krallar vadisinde ziyaret ettikleri mezar, I. Setinin

mezarıydı. Hiyerogliflere göre firavun adını kaosun ve

gerekli şiddetin Tanrısı Set'ten almıştı. Seti acımasız bir

savaşçı kraldı. Krallar vadisinde en derin en büyük ve

en çok süslenmiş mezar onunkidir.

Hiyerogliflere göre firavun öldüğünde cenaze büyük

bir gizlilik içinde yapılmış ve mezarı saklanmıştı.

Firavunun ruhunu beslemek için kutsal sunu olarak yiyecek

getiriliyordu. Firavunun cesedi tabuta konmadan önce büyük

tanrı Osiris'e benzemesi için sargı beziyle sarılıyordu.

Mumya, son yolculuğu için hazırlamış malzemelerle birlikte

dağın derinliklerine oyulmuş mezara taşınıyordu. Ve güneş

ufukta batarken firavun yeraltına iniyordu. Bu hayal

edilebilecek en ayrıntılı cenaze töreniydi ama yine de

mantıklı değildi. Eski Mısırlılar böyle bir serveti neden

krallarıyla birlikte gömüyordu. Mısırlıların nasıl yaşadığını

öğrenmek üzereyken Champollion hastalandı. Yine de küçük

vefakar ekibine yaptıkları için gerçek anlamını açıklamaya

kararlıydı. Bokböceği, Skarabe Batan güneş yeraltı

dünyasına giriyor ve kral yani firavun ona tapıyordu.

Firavunun yanında bokböceği vardı. Bu yeniden doğmanın

simgesiydi. Önemli olanda buydu. Yeniden doğma. Kral

bütün Mısır'ı aydınlatıyordu. O bir Tanrıydı. Bütün

vatandaşları için bir yaşam kaynağı ve ölümü batan güneş

gibi. Karanlık bir yer altı dünyasına inip yolculuk etmek

zorunda böylece Amon'un göksel dünyasına yeniden

yükselebiliyordu. Evrensel Tanrının bütün mezarların

doğudaki duvarlarında kralın yaşamını görülüyordu. 1 2

yılanla savaşıyordu. Yani günün 12 saatiyle. Bu Tecko yüzü

devli yılan sonra yeraltı dünyasının zifiri karanlığına

giriyordu. O bunu atlatırsa insanlarıda sonsuza kadar

atlatacaktı. Yaşamı ölüm için hazırlık ve herşey doğru

olmalıydı. Her kurban her dua her itiraf. Bu kral mezarları

öbür dünyaya giden taraklara benziyordu. Kralların giriş

kapılarıydı. Burası hiç de bir ölüm vadisi değildi. Bir yeniden

doğma vadisiydi. Bunu bin yıldan belki daha uzun süredir

kimse anlamıyordu. Mısırlılara tekrar yaşam veriliyordu.

Champollion, eski Mısır mezarlarında gördüğü ihtişamın

asıl sebebini keşfetmişti. Mısırlılar, ölümden sonraki

yaşamlarına dair tüm umutlarını tek bir adamın, yani

firavunlarının başarılı biçimde defnedilmesine bağlamışlardı.

Firavun hayatta olduğu gibi ölümde de onların

koruyucusuydu. Champollion'un bu açıklaması sadece krallar

vadisi için değil Mısır'ın en ünlü mezarı olan Giza'deki

büyük piramit içinde mantıklıydı. Hiyerogliflerin tarif

edilmeleri sayesinde artık bugün firavun piramide defnedilişi

sırasında izlenen olayları sırasıyla biliniyordu. Firavun

öldüğünde tabutu Nil üzerinden nehir kıyısındaki iskelesine

getirilip ve orada kutsal ayinler yapıldı. Ayinin bir parçası

olarak, tabut önce piramidin en alttaki yeraltı odasına

indirildi. Oradan da bir üstteki kata alındı. Yolculuğun son

bölümünde 3. odaya çıkarıldı.

Aralık // 201 3

NEREYE 28

Page 30: Nereye Dergisi sayı 2

Sonunda büyük granit tavanın altına getirilen tabut taş

lahdinin içine kondu. Yolculuğa çıkarmaya hazırlanan

kral artık sonsuzluğa fırlatılacağı konumu almıştı.

Kralın geceleyin gökyüzünde görülen ve yerinden hiç

kımıldamayan belli bir noktaya doğru uçacağı

düşünülüyordu. Mısırlılar bu müjdeyi sonsuzluk

olarak görür, cenneti temsil eden bu noktaya ve onu

çevreleyen yıldızlara büyük saygı duyarlardı. Bugün

bu yıldızları, "Batmayan" veya "ufkun altına

inanmayan" yıldızlar olarak biliniyor. Mısırlılar onlara

"yok edilemeyenler" adını takmıştı. Kralın odasının

kuzey duvarında küçük bir menfez vardı. Buradan

başlayan dar baca, piramidin kalın taş kütlesinde

geçerek dış duvara açılıyordu. Baca, gökyüzündeki

tek bir noktaya yok edilmeyenlere doğru çevrilmişti.

Mısırlılar, cenneti bulmakla kalmayıp oraya gitmek

için gereken aracı inşa ettiklerine de inanıyorlardı.

Büyük Piramit bir yeniden diriliş makinesiydi.

Firavunun ve onun aracılığıyla Mısır halkının sonsuza

dek yaşamasını garanti altına alıyordu.

Champollion’un Krallar Vadisindeki çalışmaları,

Mısır'ı kavrayışımızda bir devrim yarattı. Eski Mısır’a

ilişkin keşiflerin belki de en ünlüsü yine

hiyerogliflerin deşifre edilmesi sayesinde

gerçekleşecekti. Yaklaşık 100 yıl sonra aynı vadide

gelmiş geçmiş en göz kamaştırıcı hazineler gün

ışığına çıkarıldı.

Tutankamon’un mezarını keşfeden Howard

Carter'ın böyle bir firavunun varlığından haberdar

olması bile Champollion'un başarısı sayesinde sonra

gelen Mısır bilimciler pek az tanınan bu firavunun

hükümdarlığı hakkında az sayıdaki ipucunu yine

hiyerogliflerden elde ettiler.

Champollion'un keşfi için ödediği bedel ağır oldu.

Fransa'ya döndükten 18 ay sonra öldü. Ölüm sebebi

büyük bir beyin kanamasıydı. Ama aslında Mısır'ın

kalbine yaptığı 2 senelik yolculuğun yorgunluğunu bir

türlü üstünden atamadığı için ölmüştü.

Perihan Sadıkoğlu

29 NEREYE

Page 31: Nereye Dergisi sayı 2
Page 32: Nereye Dergisi sayı 2
Page 33: Nereye Dergisi sayı 2
Page 34: Nereye Dergisi sayı 2

"Üç saate 4200 metredeki kampa ulaşırız. Oradan da 5 bilemedin 6 saatte zirveye çıkarız herhalde.”Konuşmanın üzerinden henüz 6 saatgeçmemişti ki biz çoktan 4900 metreyeulaşmış buzula girmeden önce birazdinlenip, sert rüzgar altında güneşindoğuşunu seyrediyorduk.

Konuşmanın üzerinden henüz 7 saatgeçmişti ki biz zirveye çıkmış, geridönüş yoluna çoktan girmiştik.

Aslında her şey Temmuz ayının ortalarındabaşlayıp bitecekti. Başta öyle konuşmuş oşekilde planları yapmıştık Hüseyin'le. Amaişte olmuyor, yapamıyorum. İlla ki bir tur yançizmem, ertelemem gerekiyor. Neden sonraAğustos'un başı konusunda hemfikir olduk.Böylece Ramazan Bayramı öncesi tırmanışıyapıp, Trabzon'a da birlikte dönecektik.

Evet böylesi daha güzel olmuş, kulağa dadaha hoş gelmişti.

Aslında zamanımız olmasına rağmen kısasürede tırmanışı yapıp dönmeye niyetimizvardı. İlk baştaki niyetimiz ilk gün 3200metreye çıkıp orada kalmak ve ertesi gündirekt zirveye gitmekti. Ağrı'ya yola çıkmadanönceki bir kaç gün doğru düzgünuyuyamamıştım. Gece 11 'de Ağrı otobüsebindiğimde de başım çatlıyordu. Sonkonuşmamızda sabah kahvaltı yapıp yolaçıkarız şeklindeki planı ben kendi kafamdayeniden kurguluyor, otobüste baş ağrısıylaZigana Dağı'na çıkarken "Yarın evde yatarızaşağıya; ne acelemiz var." diyordum.Normalde otobüs yolculuklarında neredeysehiç uyuyamam. Sanırım bir kaç gündüruykusuz kalmanın da etkisiyle yolda bir ikikere ayılmak dışında uyudum sayılır. Sabah 7gibi Ağrı'ya inip oradan Hamur'a geçtim.Hüseyin'le anlaştık. Yatıp dinlenecektim, artıkduruma göre ertesi güne kalabilirdik.Ama işte olmayınca da olmuyor. Evegeldiğimde uykum var ben uyuycam şeklindenazlanmama, el bebek gül bebek beni yatırıpüstümü örtmesine rağmen gözüme uykugirmedi. 1 5 dakika sonra dayanamayıpkalktım, Hüseyin'i de kaldırdım.

"Hadi gidelim!"Marco Polo'nun "Çıkılamaz! " dediği dağın ilktırmanışını 1 829 yılında Alman Frederik VonParat gerçekleştirmiş. İlk Türk (ve aynızamanda ilk kış tırmanışını ise) günümüzdeTürkiye Dağcılık Federasyonu'nunkurucularından olan Bozkurt Ergörgerçekleştirdi. Çıkılamaz denilen dağa 1980'liyıllarda binlerce kişi tırmandıktan sonra dağ,1 990 yılında terör sebebiyle tırmanışa

Ağrı Dağı- 39° 42' 13'' N; 44° 17' 56'' E!

Zirvesinde 4 mevsim erimeyen kar ve buzdan oluşan

takkeye sahip olan 5137 metrelik volkanik bir dağ olan

Ağrı Dağı Türkiye'nin en yüksek doruğuna ve bu dorukta

yer alan Türkiye'nin en büyük örtü buzuluna sahip.

Zirvesinden Türkiye'yi, İran'ı ve Ermenistan'ı

görebileceğiniz Ağrı Dağı'nın aslında yaklaşık %70'lik

bölümü Iğdır ili içerisinde yer alıyor.

Murat Eray Korkmaz

33 NEREYE

Page 35: Nereye Dergisi sayı 2

kapatıldı. Aradan geçen 8 yılın ardından ise dağtırmanış açıldı ve giderek artan şekilde binlerce,onbilerce kişiyi eteklerinde ağırladı.

Günümüzde gerek Türkiye'nin en yükseknoktası olması gerekse de (efsaneye göre)Nuh'un Gemisi'ne ev sahipliği yapıyor olmasıdolayısıyla sadece dağcıların/doğa severlerindeğil yerli yabancı turistlerin de ilgisini çekiyor.Ağrı Dağı, "Dünyanın En Meşhur 50 Dağı"listesinde 48. sırada yer alıyor.Ağrı Dağı iki yüksek zirveye sahip bir kütle.51 37 metrelik Atatürk Zirvesi, Türkiye'nin enyüksek noktası. Küçük Ağrı Dağı'nın 3896metrelik İnönü Zirvesi ise Türkiye'nin EnYüksek Zirveleri listesi'ne 6. sıradan girmiştir.

51 37 metrelik Ağrı Dağı Zirvesi, yüksekliğiyledağcılık literatüründe de bir çok yere adınıyazdırmış bir dağ.

•Dünya'nın En Yüksek Zirveleri Listesi - #25•Orta Doğu'nun En Yüksek Zirveleri Listesi - #2•Avrupa'nın En Yüksek Zirveleri Listesi - #3~Hadi gidelim! diye ayaklandıktan sonrakahvaltıydı, hazırlıktı derken evden 10:30 gibiçıkabildik. Öğlen 12 civarında, Hüseyin'in CepHerkül'ü bizi Ağrı Dağı'nın eteklerine kadargetirmişti.En son buraya 2005 yılının kış ayındagelmiştim. Görünürde değişen tek şeyDoğubeyazıt-İran yolundan Ağrı Dağı'na doğruayrılan yolun hemen kenarına koyulan vekabaca tırmanış rotasını gösteren bir tabela.

6. Topografik harita üzerinde kabataslak olarakrota işaretlenmiş; 1 . Kamp, 2. Kamp ve Zirvegösterilmiş. Genel fikir vermesi açısındanoldukça faydalı bir çalışma olmuş.

Burası dağ sonuçta.Biz ise insanoğluyuz.Yüzlerce binlerce yıldır neredeyse hiçdeğişmeden olduğu yerde yükselen dağlarınaksine bizlerin günlük hayatında her şey o kadarhızlı değişiyor ki.

Hep demişimdir.

Değişim ne kadar büyük olursa olsun içinde oluncafarketmiyor, farkedemiyoruz. Yaşadığımız yerdemeydana gelen çok radikal değişiklikler bile bize gayetnormal gelebiliyor, sürecin bir parçası gözüylebakıyoruz. "Değişim bu!" demiyoruz. Ama uzunsüredir gitmediğimiz bir yere gittiğimizde oradaki enküçük değişim gözümüze çok büyük geliyor.

Aralık // 201 3

NEREYE 34

Page 36: Nereye Dergisi sayı 2

Yaklaşık 8 yıl sonra yeniden geldiğim Ağrı'nın eteklerindeki

bu ıssız düzlüklerde de gözüm ister istemez değişim arıyor. Ana

yoldan ayrılıp Eli Köyü'ne giden yol boyunca meraklı gözlerle

etrafa bakmaya çalışıyorum. 2005 yılının Ocak ayına geri

dönmeye çalışıyorum zihnimde. Çantalarımızla birlikte buz gibi

soğukta kamyonun kasasındayız; yaklaşık 20 kişi birbirine

sokulmuşuz. O zaman ilk kez geldiğim bu yerde yine etrafa

meraklı gözlerle bakıyorum. Kocaman düzlüğün ortasında ilk

önce tek katlı, kutu gibi kerpiç evler beliriyor. Yer yer bacalardan

duman tütüyor, bazı evlerden meraklı gözlerle bizlere bakan

kafalar çıkıyor. Ufacık bir kasaba/köy. Ağır ağır, sallana sallana

giden kamyon 3-4 dakika sonra geride bırakıyor evleri ve yavaş

yavaş yükselmeye başlıyor.

Şimdi yine aynı kasabaya bakıyorum da. Tıpkı o zamanki gibi.

Değişen tek şey tütmeyen bacalar ve sıcaktan bunalmış halde

yarı çıplak etrafta koşuşturan çocuklar.

O kadar; tüm değişim bundan ibaret.

Geri kalanı aynı.

~

Ve sonra yine Eli Köyü'ne doğru yükselmeye başlıyoruz.

İşte tam şu virajdı kamyonun çıkamadığı, 20 kişi kamyonu

ittiğimiz/itmeye çalıştığımız ve geçtiğimiz keskin/dik viraj .

O da değişmemiş.

O zamanlar kamyonun tepesinde toz toprak içinde kalarak

yolculuğumuzu yapmıştık.

Hani dedim ya değişen bir şey yok.

Araba içinde de olsak tozumuz toprağımız eksik olmuyor köye

çıkana kadar. Anlayacağınız kötü durumdaki yol da

kötülüğünden bir şey kaybetmemiş.

Hüseyin'in Cep Herkül'ü sıcak havadan dolayı bizden daha çok

terliyor. Ara ara durup hem O'nu hem kendimizi dinlendiriyoruz.

Ve sonra yaklaşık 12:40 civarında arabayı bırakacağımız

-tastamam 8 yıl önce kamyondan indiğimiz- yere ulaşıyoruz.

~

Arabadan iner inmez eşyalarımızı hazırlayıp 3200 metredeki

kamp yerine doğru yola çıkıyoruz.

Evet. . .

Tam olarak buradan geçmiştik işte. Hemen şuradaki iki kayanın

arasından gitmiştik. Şuradaki patikaya bağlanmıştık.

8 yıl önce, Ocak ayında tam buradaydık işte. Geç olduğu için

asıl kamp yerine çıkamamış, 3000 metrelerdeki bu düzlüğe

kamp kurmuştuk işte.

~

Şimdi ise vaktimiz vardı, asıl kamp yerine gitmek üzere ağır ağır

yolumuza devam ettik.

Dağa gelmeden önce hava durumunu kontrol etmiştik. 3 gün boyuncaaçık hava bizi bekliyordu. Peki ya bu bulutlar da neyin nesi?

Eli Köyü ile 3200 metre kampı arasında buna benzer yaklaşık 2-3 tane küçük obageçiyoruz. Hayvancılığın yaygın olduğu bu bölgede, Ağrı Dağı'nın eteklerinde pekçok küçük/büyük baş hayvan bakan, burada yaşayan aileler var.

Herhalde Ağrı Dağı tırmanışının en sancılı bölümü Eli Köyü - 3200 metrearasındaki bu yürüyüş yolu. Fena olmayan bir tempoyla 4-5 saatcivarında süren bir yol.

Murat Eray Korkmaz

35 NEREYE

Page 37: Nereye Dergisi sayı 2

Ağrı Dağı sadece yurtiçinde değil yurtdışında da oldukça popüler birdağ. Sadece dağcılar değil, ucundan kıyısından doğa sporlarıylauğraşanlar ve hatta geri kalan herkes için oldukça çekici bir yer. Bunabağlı olarak da dağ oldukça kalabalık. Bağımsız gruplar dışında sürekliolarak gelip giden çeşitli turların grupları da mevcut. Bir çok turun dagerek 3200 gerekse de 4200 metrelerde yerleşik çadır kentleri var.

12:50’de Eli Köyü'nden başladığımız yürüyüş, 17:30 civarlarında

3200-3300 metrede yer alan ilk kamp yerinde sona eriyor.

Kampa saat 17:30 civarında ulaşıyoruz. Kendimize gürültüpatırtıdan uzak bir yer bulup çadırımızı zemini düzeltilmiş kampyerlerinden birine kuruyoruz.En baştaki planımız benim Ağrı'ya varmamla birlikte yolaçıkmamız ve geceyi 3200 metrede geçirip hemen ertesi gün zirvetırmanışı yapma şeklindeydi.Sonra uykusuz yola çıkmanın etkisiyle Zigana Dağı eteklerindekimola yerinde Hüseyin'i arayarak "Gel vazgeç şu hevesten. Orayageleyim, bir gün yatayım ben. Sonra ertesi gün yola çıkarsonrasında da tırmanışı yaparız." şeklinde karara vardık; en azındanben kendi iç dünyamda vardım.Ve sonra, sabah Ağrı'ya indiğimde, yatakta 15 dakika bile

duramadığımdan "E hadi yola çıkalım bari! " diyerek çıktığımızyolculuğumuzda, 3200 metreye ulaştığımızda ikimiz deyorulmuştuk. Benim yol yorgunluğunu da katınca -ve keyifyapmak da hakkımız gerçeğini de göz önündebulundurduğumuzda- son karar olarak ertesi gün buradakalmaya ve kampta yayılıp yatmaya, tırmanışı bir sonraki gün,Pazar günü, yapmaya karar verdik.En kötü karar bile kararsızlıktan iyidir di mi? Ehh bizim deartık bir planımız olduğuna göre geriye artık uyumakkalıyordu.Bir şeyler içtik. Abur cubur atıştırdık ve hadi azdinlenelim/kestirelim diye 19:30 sularında yattık.Ve sonra bir an gözümüz yavaşça açılır gibi oldu.Akşam kolumdan çıkardığım saati bulmaya çalıştım elyordamıyla. Çadırın içi çoktan aydınlanmıştı. Uykumahmurluğuyla saate baktım.09:30Evet doğru. Tam 14 saat kesintisiz uyumuşuz. Üstelik -açıkara- şu ana kadar dağda/çadırda yaşadığım en sorunsuz, enkeyifli, en rahat uyku oldu. Ne kadar derin de uyusam yine desabah mutlaka zeminden kaynaklı ağrılar olurdu. Ancak buradakamp yeri, bildiğin kuş tüyü yatak gibiydi; yumuşacık. Ne birağrı ne de bir şey. 1 4 saatlik kuş tüyü yatakta çekilmiş uyku.Ki bu son da uykumuz oldu zaten.. .~Sonuçta bugün bizim izin günümüz. Tüm gün yattık ve.Aslında "Ve yedik." şeklinde devam etmesi gereken bir cümleama olmayan bir şeyi yiyemezsin ki?

Aralık // 201 3

NEREYE 36

Page 38: Nereye Dergisi sayı 2

Gün içerisinde bir süre kestirdik, gürültüye uyandık. Kalktığımızda dört bir taraftan akın akın insanların geldiğini gördük. 2 farklı grupla birlikte yaklaşık 30­40 kişi kamp alanına gelmişti.

Biri çıkıp sorsa "Tırmanış öncesi -hele ki Ağrı Dağı gibi

yüksekliğe sahip bir dağda- nelere dikkat etmek lazım,

tırmanışa nasıl hazırlanmak lazım?" diye hiç düşünmeden

verilecek iki tane basit cevap vardır herhalde: Bol bol ye,

bol bol iç.

Evet doğru. Dağdayken rahat etmek istiyorsanız sürekli

bir şeyler içmeniz ve yemeniz gerekiyor sürekli. İçme

kısmı çoğunlukla sıkıntı olmaz; en kötü su içersiniz. Ama

bir şeyler yemek için öncelikle bunların yanınızda olması

gerekiyor. Bol bol yemek için bol bol taşımalısınız. Hatta

bu konuyla ilgili Burak'ın çok güzel bir deyişi vardır:

Eşek gibi taşırım, kral gibi yaşarım.

Keşke Hüseyin de bunları duymuş olsa?

Son görüştüğümüzde minimalist dağcılık adı altında bir

akımın temsilcisiyken günümüzde mikromalist dağcılığa

doğru bir yönelim içerisine girmiş.

Ağrı'ya erken saatte ineceğimden ve hemen yola

çıkacağımdan -tıpkı önceden olduğu gibi- yemek

konusunda topu O'na atmıştım. "Bir şey istiyorsan söyle

alayım/getireyim; yoksa sen ayarla."

Evden çıkarken sorduğumda her şeyi almıştı. Yola

çıkmadan önce de markete uğrayıp ufak tefek bir iki

aburcubur da aldık. Sonra şikayet edeceğimi biliyor olsa

gerek defalarca sordu "Bir şey istiyor musun?" diye.

Yemek masasından yeni kalkmış bir insanın canı ne ister

ki? Alışverişin aç karna yapılması gerekmez mi bir şeyler

alabilmek için?

Marketten bir iki paket bisküvi aldık o kadar. Bir de para

üstü yerine bir adet Ülker Hobby verdi bakkal. (Evet

doğru hala bir yerlerde para üstü olarak çikolata-sakız

veriliyor; ne güzel.)

İlk akşam kampa ulaştığımızda sadece çorba yapıp

içmiştik. İkimizin de canı bir şeyler yemek istememişti -ki

iyi ki de istememiş-. Ertesi gün öğleden sonra ee bir şeyler

yiyelim madem diye poşeti açtığımızda gerçeklerin tam

olarak farkına vardık.

Murat Eray Korkmaz

37 NEREYE

Page 39: Nereye Dergisi sayı 2

Gün içerisinde bir süre kestirdik, gürültüye uyandık. Kalktığımızda dört bir taraftan akın akın insanların geldiğini gördük. 2 farklı grupla birlikte yaklaşık 30­40 kişi kamp alanına gelmişti.

Bizim planlar sürekli değişse de planlara bağlı

olarak yemek listemizde bir değişiklik olmamıştı.

En başında hesaplandığı gibi bir gece yatacak ertesi

gün zirveye çıkıp direkt geri dönecektikmişiz. E bu

durumda da 1 paket çorba, yarım paket makarna (1

öğünlük) hayli hayli yetecekti tabi. Dün akşam

yatmadan çorbayı da içtik? Eee?

Sonuç olarak durum şuydu. Kahvaltılık bir

şeylerimiz vardı. Marketten şans eseri aldığımız iki

paket bisküvi ve 1 adet Ülker Hobby'miz vardı.

Ana yemek olarak da yarım paket çorba ve yarım

paket makarnamız vardı. Haa elbette üç lokma

kadar da sucuk. Makarnayı kuru kuru mu

yiyecekmişiz?

Öğleden sonra yemek yeme niyetiyle bir araya

gelip, yemek yemek yerine elimizdekileri matın

üzerine serip ne yapacağımıza karar vermeye

çalıştık. Makarnayı şimdi yersek tırmanış öncesi

yemek için bir şeyimiz kalmayacaktı. Eee nerede o

tırmanış öncesi bol bol yiyin hikayeleri?

Sonuç olarak o öğünü çay-1 paket bisküvi ile

geçiştirdik. Ana yemeği ise en optimum zaman

diliminde akşam üzeri 5-5 gibi yemeye karar

verdik. Yiyip direkt yatacaktık. Böylece hem

bugünü kurtaracaktık hem de ertesi günü. Sabahta

kahvaltı yaptık mı tamamdı(mı?! ).

Yemek dışındaki bir diğer sorunsal da aklimatize olma durumu

idi.

Fena olmayan bir tempo ile 3200 metredeki kampa çıkmıştık.

Tüm günde dinlenmiştik/dinlenecektik. Normal şartlarda 4200

metredeki kampı kullansak zaten problem olmayacak.

Niyetimiz buradan direkt zirveye gidip dönmek olunca ister

istemez insan bi durup "Acaba?" diyor.

Sonuçta 6-7 saat içerisinde 2000 metrelik irtifa kazanıp hemen

ardından da 3-4 saat içerisinde yeniden 2000 metre irtifa

kaybedecektik. Vücut için gerçekten oldukça yıpratıcı bir süreç.

Hem hani nerede o derste anlatılan "İdeal olanı günde 400-500

metreden fazla yükseklik kazanmamak gerekir." söylemleri.

Aralık // 201 3

NEREYE 38

Page 40: Nereye Dergisi sayı 2

Geçen hafta Hüseyin başka bir arkadaşıyla buraya kadar gelmişti.

Ehh ben de 2 ay kadar önce Macaristan'ın en yüksek zirvesine

çıkmıştım; 1014 metreye! Yani buna hazırdık?! Yine de son

konuşmamızda üstüne basa basa "Kampta yatmayın da bari yükselip

biraz aklimatize olun." diyen Ersan Hoca'nın sözünü dinlemeye karar

verdik. Bizde çayımızı içip bisküvimizi yedikten sonra (Ne oldu hani

yemeği yiyip hemen yatıp enerj imizi koruyorduk?! ) 3200 metredeki

kamp yerinden aklimatizasyon yürüyüşüne başladık.

Aklimatizasyon yürüyüşümüzü yaklaşık 3350 metre civarlarından

sona erdirdik. Nitekim ikimizde aynı fikirdeydik. O kadar çıktıktan

sonra daha bir daha ne diye aşağıya ineceğiz ki/ne diye inilir ki? Düşün

yani. Çıkmışsın 4000 bilmem kaç metreye, aklimatize oldum dön hadi

aşağıya? Üşenir insan.

Dönüşte soluğu yukarıdaki kafede alıyoruz. Aklimatizasyon için

yukarı doğru çıkarken önünde geçmiş, kenarda istiflenmiş kolaları

görmüştük. Cayır cayır yakan güneşin altında geriye dönerken de

aklımızda buz gibi kola içeriz düşüncesi vardı. Sonuçta 3300 metreyi

geçmiştik, bir ödülü haketmiştik! Masumane bir şekilde tentenin altına

girdik ve "Buz gibi bir kola! " diyerek niyetimizi belli ettik. Avucunuzu

yalayın siz ben şimdi geliyoruma denk bir cevapla kendimizi oracıkta

yere bırakıverdik.

Meğer kolalar öyle buz gibi falan değilmiş. Madem buz gibi kola

yok bari fıldır fıldır esen rüzgarla biraz serinleyelim diye bir süre orada

oturduk. Bu esnada rehberlerden biriyle, Burhan ile tanışıp biraz sohbet

ettik. Buradaki çadırların bir bölümü onların turuna aitmiş. Sohbet

koyulaşınca önce çaylar geldi, bol bol içildi. Ve sonra, belli ki Allah'ın

sevgili bir kuluymuşuz, yemek daveti geldi. Sabah kesilmesine tanık

olduğumuz, akabinde de kavurmasının kokusu tüm kamp alanına

yayılırken ağzımızın suyunu akıtan mis kokulu kuzu onların bu

akşamki yemeğiymiş.

Bizim kalbimiz temiz, onların da yüreği kocaman olunca akşam

yemeğe davet edilmemiz kaçınılmaz olmuştu. Sabah gün içerisinde

yemeksizlikten birbirimizin gözlerinin içerine bakarken burnumuza

gelen koku ile mest olmuştuk. Ne şekilde o kavrulan kuzuya ulaşabiliriz

diye çok iç geçirmiş, arkadan dolaşırsak belki tentenin altından bir but

falan götürebilir şeklinde plan üzerinde biraz çalışmıştık.

Gelen teklifi ağzımızın suyu akarak değerlendirip kabul ettik.

Sonuçta ayıptır. Daveti geri çevirmek olur mu hiç?!

Aslında bizimkisi aklimatizasyon tırmanışından ziyade rota nereden nasıl gidiyor diye görmekten ibaret oldu

Aşağıda 3200 metre kamp alanları gözüküyor. Üç farklı ana kamp yeri mevcut. Ortadaki bizim kaldığımız yer.

Murat Eray Korkmaz

39 NEREYE

Page 41: Nereye Dergisi sayı 2

Aslında bizimkisi aklimatizasyon tırmanışından ziyade rota nereden nasıl gidiyor diye görmekten ibaret oldu

Aşağıda 3200 metre kamp alanları gözüküyor. Üç farklı ana kamp yeri mevcut. Ortadaki bizim kaldığımız yer.

Akşam yemek saati gelince usulca mis gibi kokan yemek çadırınına

girdik. 6 kişilik yabancı bir ekibi vardı Burhan'ın. Yarın onlar da 4200

metredeki kampa çıkacaklardı. Ekiptekilerle tanıştıktan ve kısa bir

sohbetten sonra beklenen an geldi. Kontrolü kaybetmeden önce çorbamızı

içtik ve sonra da mis gibi kuzucuğu yedik!

Et güzeldi, anlatıp da ağzınızı sulandırmayayım. Ama onu güzel kılan

asıl şey etin üzerine sos niyetine dökülen sarımsaklı yoğurttu. Meğer

burada eti böyle yiyorlarmış. Daha önceden hiç görmemiştim; muazzam

bir lezzetmiş. Etin üzerinde ayrı güzel olan sarımsaklı yoğurt etin suyuyla

da karışınca ortaya orgazmik bir lezzet çıkıyor. Zaten şeften de

torpilliydik, et suyunu bol koymuştu. Et bittikten sonra sarımsaklı yoğurtlu

et suyuna banarak yediğim ekmek gibisini yememişimdir herhalde.

Yemeklerimizi yiyip çaylarımızı da içtikten sonra müsade isteyip çadıra

döndük. Malum yarın yolumuz uzun ve şu yemek sayesinde her şey çok

daha kolay olacaktı. Nitekim yarım paket makarnayla -evet giderdik elbet

ama- nasıl giderdik Allah bilir?

Bir önceki gece 14 saatlik enfes, kesintisiz bir uyku çekmiştik. Gün

içerisinde de genelde yatar haldeydik. Hal böyle olunca "Yarın tırmanış

var hadi erken yatalım." diye çadıra, tulumlara girmiş olsak da

uyuyabilmek mümkün değildi.

Planımız gayet basitti. Gece 3 gibi yola çıkacaktık. Muhtemelen 3 saatte

4200 metreye oradan da 5-6 saatte zirveye çıkacak ve sonra da hızlıca geri

dönecektik. Hava genelde öğleden sonra 1 -2 gibi bozuyor, sis dağın

üzerine çöküyordu. Bu planlamaya göre hava bozmadan dönmek için

gayet yeterli zamanımız vardı.

Doğaçlama yapmadan, plan program çerçevesinde ne yaptık ki burada

plana bağlı kalacaktık?

Dön sağa, dön sola şeklinde yılan gibi saatlerce çadır içinde kıvrandık. En

son artık canımıza tak etti. Gece yarısı ayaklandık. Bir bardak sıcak kahve

içip (evet kahvemiz vardı! ) bir şeyler atıştırıp yola çıktık. Saat 00:30'da

çadırdan çıkmış gece karanlığında 4200 metre kampına çıkan rotayı takip

etmeye başlamıştık.

Dün aklimatizasyon için çıktığımız 3350 metre civarındaki yere

ulaştığımızda saat 1 'e geliyordu. Yukarı doğru baktığımızda 4200

metredeki kamp alanının yeri kafa lambalarının ışıklarıyla seçiliyordu.

Burhan'la da dün konuştuğumuzda genelde turların gece saat 1 'de 4200

metreden hareket ettiğini söylemişti. Kafa lambaları da bunun

habercisiydi.

~

Gece tırmanış yapmak her açıdan daha keyifli/rahat geliyor bana.

Öncelikle hava çok güzel oluyor. Güneşin rahatsız etkisinden

kurtuluyorsunuz. Ne çok sıcak ne çok soğuk. Soğuk olsa bile zaten terleme

sonucunda ısınan vücut dengeleniyor, yürürken rahat ediyorsunuz

(durursanız tabi sonuçları hoş olmuyor). Ayrıca yürüyeceğiniz mesafeyi

görmediğiniz için yol bitmez tükenmez görünmüyor. Dönüşte bunun

Aralık // 201 3

NEREYE 40

Page 42: Nereye Dergisi sayı 2

Dağda kafe ancak bu kadar oluyor. 3200 metredeki ana kamp alanında, Doğubeyazıt/Eli manzaralı kafe

Biz çadıra giderken kamptaki kalabalık da eğlenmeye yeni başlıyordu. Aşağıdan gelenekipler yarın 4200 metredeki kamp yerine çıkıp bir gece de orada kalacaklar. Akşamyatmadan önce bir araya gelip halay çektiler.

etkisini daha iyi anlıyorsunuz. Karanlıkta geçtiğiniz yerleri gündüz gözüyle dönerken

gördüğünüzde "Buraları nasıl çıkmışız, nasıl üşenmemişiz?" diyorsunuz.

~

Biz de gecenin karanlığında ne yaptığımızı tam anlamadan tırmandık. 3 saat olarak

planladığımız mesafeyi 2 saat 1 5 dakikada hiç bir yorgunluk belirtisi hissetmeden

almıştık. 4200 metre kamp alanında kısa bir mola verip bir şeyler içip çok durmadan

karanlıkta bu sefer son adım için yola çıktık. Gün ağırmaya yakın, 4600 metre

civarlarında, gece 1 'de 4200 metreden yola çıkan ekibi yakalamıştık.

~

Selamlaşıp, ayaküstü biraz laflama fırsatı bulduk. Defalarca farklı dağlarda gerek

bağımsız gerekse de ticari turlara bağlı farklı gruplar görmüşümdür. Ama bu kadar

alakasız bir grup gördüğümü bilmem.

Dizleri kesik (hani şu moda olanlardan) kot pantolonlu/spor ayakkabılı sporcular,

üşüyen ayakları ısınsın diye eldiveni ayağına geçirip üzerine ayakkabı giymeye çalışan

sporcular. . . Ve hatta "Siz nereden geliyorsunuz?" sorusuna "Ya biz aslında Doğu Anadolu

Murat Eray Korkmaz

41 NEREYE

Page 43: Nereye Dergisi sayı 2

Hani bazı şeyler vardır ya. Görmeden dönme!

Yapmadan dönme! Yemeden dönme! diye ifade

edilir. Tam olarak işte bu sahne bu üçünü de içine

alan bir şeyin ön hazırlığı. 3200 metrede kuzu

çevirme/kavurma yemeden dönme!

Biz çadıra giderken kamptaki kalabalık da eğlenmeye yeni başlıyordu. Aşağıdan gelenekipler yarın 4200 metredeki kamp yerine çıkıp bir gece de orada kalacaklar. Akşamyatmadan önce bir araya gelip halay çektiler.

turuna gelmiştik. Baktık böyle bir şey var e hadi gidelim diye geldik." şeklinde

hikayesi olan sporculardan oluşan bir ekip. Evet. Teyzelerim gezerken bakalım şu

dağın zirvesinde ne var diye gelmişler, 4600 metre civarında oturmuş üşüyen

ayaklarını ısıtıyordu. Ve, yaklaşık 5 saat sonra zirveye de ulaşacaktı.

Güzel bir şey mi kötü bir şey mi karar verebilmiş değilim. Mutlaka ki insanların

buralara gelmesi, gelebilmesi, azmetmesi çok güzel. Pek ya işler yolunda gitmese?

Sonuçta dağ burası. Kaza ihtimali düşük(müş gibi görünse de) olsa da ne olduğunu

anlamadan bir fırtınanın ortasında kalabilmek, yön duygunu tamamen ortadan

kaldırabilecek sisin içerisinde kalabilmek çok olası. O yüzden çok dikkatli olmak

gerekiyor.

~

Çılgın sporcuların oluşturduğu ekibi geride bırakıp yolumuza devam ediyoruz.

Gün yüzünü göstermeye başladığı sıralarda 4800 sırtına ulaşıyoruz. Sırta çıkmamızla

beraber dingin hava da yerini rüzgara ve buz gibi bir soğuğa bırakıyor.

Aralık // 201 3

NEREYE 42

Page 44: Nereye Dergisi sayı 2

4800 metre civarlarında, gün ağırmaya yakın hava buz gibi. Kayaların üzeri donmuş

Tırmanışa başladığımızdan beri ilk ciddi/uzun molamızı 4900 metre civarında, buzulun başlangıcında

verdik. Güneşin doğuşunu, Ağrı'nın Doğubeyazıt Ovası'ndaki silüetini seyredip soğuk bir şeyler içtik

(hava çok sıcak ya!), bir şeyler atıştırdık. Sonrasında kramponları giyip yola devam ettik.

Murat Eray Korkmaz

43 NEREYE

Page 45: Nereye Dergisi sayı 2

Meşhur Ağrı Dağı silüeti. Arkadan vuran güneş Ağrı Dağı'nın gölgesini Doğubeyazıtovasına düşürüyor. Enfes bir manzara eşliğinde tırmanışımıza devam ediyoruz

Buzula çıktığımızda hava soğuk, hafifrüzgarlıydı. 5000 metredeki platovari düzlüğe ulaştığımızda ise hava iyice dengesizleşmişti.

Güneş çıktı; biraz ısınırız herhalde derken gelip giden yoğun sis ve beraberinde esen sert rüzgarlar iyiden iyiye bizi hırpalamaya

başlamıştı. Tırmanış değil de yüzün sağ tarafını haşlayan rüzgar daha çok yoruyordu.

Aralık // 201 3

NEREYE 44

Page 46: Nereye Dergisi sayı 2

Sabah saat 6 civarı. Hava iyiden iyiye aydınlandı. Biz de neredeyse 4900 metreye, buzulun girişine vardık. Bu arada kafamda çalandavul sesleri de yavaş kayboldu. Sonuçta yüksek irtifaya çıkıyoruz. Direkt 3200 metreden de yola çıktığımızdan vücuda daha çokdikkat etmek lazım. Herhangi bir baş ağrısı, nefes darlığı hissetmesem de 4000 metreden sonra sanki bir yerlerde dum dum dum diyedavullar çalıyordu. Ne zamanki 5000 metre sınırına yaklaştık sesler de azalarak kayboldu.

Page 47: Nereye Dergisi sayı 2

Sabah saat 6 civarı. Hava iyiden iyiye aydınlandı. Biz de neredeyse 4900 metreye, buzulun girişine vardık. Bu arada kafamda çalandavul sesleri de yavaş kayboldu. Sonuçta yüksek irtifaya çıkıyoruz. Direkt 3200 metreden de yola çıktığımızdan vücuda daha çokdikkat etmek lazım. Herhangi bir baş ağrısı, nefes darlığı hissetmesem de 4000 metreden sonra sanki bir yerlerde dum dum dum diyedavullar çalıyordu. Ne zamanki 5000 metre sınırına yaklaştık sesler de azalarak kayboldu.

Page 48: Nereye Dergisi sayı 2

Zirveye son 10 metre

Gece 00:30'da 3200 metredeki çadırımızdanyola çıktıktan 7 saat sonra, 4 Ağustos 2013Pazar günü saat 07:30'da 5137 metrelik AğrıDağı'nın zirvesine ulaşmıştık.

Murat Eray Korkmaz

47 NEREYE

Page 49: Nereye Dergisi sayı 2

2005 yılındaki kış tırmanışını da tipi altında gerçekleştirmiş, zirvede birbirimiz dışında bir şey görememiştik. Zirve sırtındaki

havaya bakınca yine bir şey göremeden döneceğiz herhalde diye düşünürken şans yüzümüze güldü. Deli gibi esen rüzgar

dinmese de masmavi bir gökyüzü bizi karşıladı zirvede.

En son 4600 metre civarlarında gördüğümüz ekip de biz zirvedeyken buzula yeni girmiş, 5000 metre platosunaulaşmak üzereydi.

Aralık // 201 3

NEREYE 48

Page 50: Nereye Dergisi sayı 2

Arkada, Türkiye'nin 6. en yüksek zirvesi olan 3896 metrelik Küçük Ağrı Dağı Zirvesi görünüyor.

Gelen ekibin önündeki son engel, yaklaşık 150 metrelik zirve sırtı.

Murat Eray Korkmaz

49 NEREYE

Page 51: Nereye Dergisi sayı 2

Geri dönüş için önümüzde uzun bir yol vardı.Önce 4200 metre kampına, oradan da 3200metredeki ana kamp yerine inecektik.

Güneşle birlikte hava daısınmaya başladı. Sabahgeçerken donmuş kayalarınbuzların çözülmeyebaşlamıştı.

Aralık // 201 3

NEREYE 50

Page 52: Nereye Dergisi sayı 2

Dönüşle birlikte artık vücut da durup dinlenmek istiyordu. Belli ki14 saatlik uykunun etkisi artık geçmiş vaziyetteydi.

Sol tarafta 4200 metredeki kamp yeri görünüyor. Biz ise sağ altta noktaşeklinde görünen çadırlarla kaplı 3200 metredeki kamp yerine inecektik.

Yaptığımız iş çok doğru biriş değildi kabul etmekgerekir. Vay efendim "Çokzordu, biz çok süperdik,herkesin harcı değil."diyecek değilim. Pekalayapılabilir.

3200 metredeki kampyerinden ayrılmamızınüzerinden yaklaşık 12 saatgeçmişti ve biz başladığımıznoktaya geri dönmüştük. 7saat içerisinde yaklaşık 2000metre irtifa kazanıp zirveye-51 37 metreye- çıkmış,sonrasında da hiç durmadan5 saat içerisinde 2000 metreirtifa kaybedip kampa geridönmüştük.

Bedenen gerçekten yıpratıcıolmuştu. Harekethalindeyken anlamıyorduinsan. Ama ne zamankigeriye dönüp çadıra gidipşöyle bir uzanalım dedik. Nezamanki uzandıktan yarımsaat sonra kalkmaya çalıştık.İşte o zaman vücudaetkilerinin ne dereceolduğunu anlayabildik.Diyebileceğimi dedim:Yapılamaz değil,yapılmamalı veya yapmasıtercih edilmemeli.

Tırmanış belki zorladı amaasıl yıpratan doğaçlamayaptığımız son hamlemizoldu.

Niyetimiz -ve yine aslındaolması gereken de- tırmanışdönüşü bir gece daha 3200metrede kalıp dinlenmekti.Hani sözlü olarak ifadeetmesek de öyle yaparızdiyorduk. Ama sonra işleryine değişti.

Murat Eray Korkmaz

51 NEREYE

Page 53: Nereye Dergisi sayı 2

Ağrı Dağı'nın zirvesinden,Türkiye'nin çatısındanherkese çok selamlar...

Kampa dönerken bir inelim de duruma göre olmadı

Ağrı'ya da döneriz diyorduk.

Kampa indik. Çadırlara girdik. Bir şeyler içtik; malum

yiyecek bir şey yok. Yukarı giden ekipler dolasıyla ana

kamp da iyiden iyiye boşalmıştı. Turların yerleşik

çadırları ve bekçiler hariç kimse kalmamıştı. O esnada bi

çadırda yemek yapıyorlardı: Menemen. Geldiğimizi

görünce bizi de davet ettiler. Bir şeyler atıştırdık bu

vesileyle ve biraz dinlendik.

Şöyle bir uzanayım gelirim diye yattıktan yarım saat

kadar sonra yemek için Hüseyin seslendi. Ve o an

anladım ki hiç de iyi halim yokmuş. Her tarafım

neredeyse tutulmuştu. Yarı topal vaziyette yemek

çadırına gittim. Bir şeyler atıştırıp döndük.

Gidelim mi? Kalalım mı?

Şahsen kendimde hiç çadırı toplayalım, çantaları

sırtlanalım ve o bitmeyecekmiş gibi yolu geri inelim

hevesi yoktu.

Yatalım dedim; yattık.

Herhalde yarım saat olmadı. E hadi kalk gidelim diye

yine Hüseyin'i kaldırdım. Zira ortada çok basit bir

gerçek vardı:

"Burada kalıp eziyete çekmeye gerek yoktu."

Yarın sabah her şey çok daha güzel olmayacaktı. Toz toprak

içinde kıvranacağımıza ineriz aşağıya da güzel bir duş alıp,

rahat rahat yatarız dedik.

Hızlıca ayaklanıp çantaları, çadırı toplayıp yola koyulduk.

1 5:30 gibi çıktığımız yol yaklaşık üç, üç buçuk saat sürdü ve

arabanın yanında sonlandı. Tüm tırmanıştan daha

yorucusu/eziyet veren tarafı işte bu son dönüş yolu oldu.

Ama bitmişti.

~

Eşyalarımızı arabaya atıp yola çıktık. İlk bulduğumuz

markete dalıp bol bol ayran ve soda alıp hararet giderdik.

Saat 20:1 5'de eve varmış, çantaları boşaltıyorduk. Ve o anda

farkettik ki tırmanışta yine yemek arttırmıştık?! 1 paket

çorba, yarım paket makarna ile gittiğimiz, nasıl

yetecek/yetmez ki bu dediğimiz, dağda iki gece geçirip zirve

tırmanışı yapıp döndüğümüz faaliyet sonucu yarım paket

çorba arttırmışız? Hüseyin gereken notunu aldı, bir sonraki

faaliyetin yemek listesini ona göre güncelleyeceğiniz söyledi:

Nanomalist Dağcılık!

Akşam 20:30'da duşumuzu almak üzere banyolara doğru

gidiyorduk.

Saat 20:50'yi gösterdiğinde ise buz gibi kavunları dolaptan

çıkarmış, bir taraftan yerden bir taraftan da bilgisayarda "Biz

bugün ne halt ettik lan?" diyerek fotoğraf/videolara

bakıyorduk.

Aralık // 201 3

NEREYE 52

Page 54: Nereye Dergisi sayı 2
Page 55: Nereye Dergisi sayı 2
Page 56: Nereye Dergisi sayı 2

alyan’a İstanbul’dan ister İzmir - MuğlaD üzerinden ister Burdur - Fethiye üzerinden

karayoluyla ulaşabil irsiniz. Havayoluyla ise

Dalaman Havaalanı üzerinden ulaşabil irsiniz.

Biz karayolunu tercih ediyoruz. Ortaca ilçesine

geldikten sonra her 1 0 dk da bir Dalyan’a giden

dolmuşlara biniyoruz ve Dalyan merkez de

iniyoruz.Dalyan Ortaca’ nın şirin hiç

bozulmamış genelde günübirl ik geziler için

tercih edil irken yeni yeni keşfedilen bir beldesi.

Köyceğiz Gölü’nü denize bağlayan ve antik

dönemde Calbis adı veri len fiyort tipi doğal

kanalın kenarında kurulmuş.1 998 yı l ın da Özel

Çevre Koruma Bölgesi i lan edilerek koruma

altına alınmış.

Dalyan adını buradaki doğal kanallar ve bu

kanallar üzerinde yapı lan dalyan balıkçı l ığından

almış. Şimdilerde ise kanalların etrafında çok

sayıda ufak otel pansiyon ve lokanta i le tam bir

tati l beldesi.

İ lk günümüzde Cumartesi geldiğimiz için hemen

merkezde kurulu Dalyan Pazarına uğramadan

edemiyoruz. Pazar ufak ama çok renkli bir pazar ve

mutlaka pazar yerinde köylü kadınların yaptığı

gözlemelerden yemeden ayrı lmayın. Sonrasında

neler mi yapıyoruz hadi sizinle tek tek bakalım. Bir

gün eğer Dalyan’a yolunuz düşerse neler yapabil iriz?

diye

55 NEREYE

Page 57: Nereye Dergisi sayı 2

Sonbahar gelmiş kış yaklaşırken, içimizi ısı tan deniz, kumsal, güneş

üçlüsüyle ve buna eşlik eden doğa ve tarihin iç içe olduğu Dalyan ‘a gidiyoruz

bu ayN.

İ lk günümüzde otele yerleştikten sonra soluğu

hemen İztuzu Plajı ’nda alıyoruz. İztuzu plajına

Dalyan merkezden 1 5 dk da bir kalkan dolmuşlarla

1 0 km lik bir yolculukla ulaşı l ıyor. Kumsalın bir

tarafında Dalyan Ağzı Günübirl ik Sosyal Tesisleri ,

diğer tarafında İztuzu Plajı Tesisleri yer alıyor. Biz

İztuzu Plajına geliyoruz

dolmuşla. Kumsal yaklaşık 7 km lik bir kumsal ve

dev kaplumbağalar Carettta Caretta larla ünlü

sahil in bir kısmı şeritle çevri l i ve onlara ayrı lmış

vaziyette ayrıca burada birde nesil lerini incelemek

çoğaltmak amaçlı koruma evi mevcut. Buraya

gelen herkes doğaya ve kaplumbağalara saygı l ıN .

NEREYE 56

Page 58: Nereye Dergisi sayı 2

Boydan boya uzanan sahil oldukça sakin ve

kafa dinlemek hafif esen rüzgar da yürüyüş

yapmak için ideal tesisler insanların her türlü

ihtiyacını karşı lamakta. Akşama kadar vaktimizi

burada dinlenerek geçiriyoruz hem yol

yorgunluğunu üzerimizden atıyor hem de ertesi

gün için enerj i topluyoruz. Güneşi sahilde

batırdıktan sonra otel imize dönüyoruz.

Ertesi gün sabah erkenden yola koyuluyoruz.

Tekneler arka arkaya Dalyan Deltası ’ndan

hareket ediyor. Gerçekten görülmeye değer bir

görüntü. Bir süre sonra motorlarımız Deltanın

içinde duruyor.Hedefte Caretta Carettaları

fotoğraflamak var. 4 – 5 tekne birleşip bir

yuvarlak yapıyor ve delta ya balıklar atı l ıyor.

Misafirlerimiz buna alışık bizleri geri çevirmiyor

ve hemen su yüzüne çıkıyorlar ve makinalarımız

bu anı kaçırmıyor. Deltanın ve Dalyanın bir

başka meşhur canlısı daha var o da mavi yengeç

o da bir süre sonra canlı olarak teknemize konuk

oluyor ve fotoğrafladıktan sonra onu da doğal

ortamına bırakıyoruz. Durağımız dün bahsettiğim

İztuzu sahil inin diğer tarafı olan Dalyan Ağzı

Tesisleri teknelerimiz burada delta’nın ağzında

yüzme molası veriyor.

Yüzdükçe karnımız acıkıyor. Teknemize

atl ıyor ve deltanın kenarında kurulu restaurantlar

dan birinde yemek molası veriyoruz. Yemekler

gerçekten burada çok lezzetl i ve porsiyonlar

karnımızı gerçekten doyurucak büyüklükte.

Sonrasında teknemize binerek Dalyan merkeze

doğru geri dönüp buradan Köyceğiz Gölü’ne

açı l ıyoruz. Köyceğiz Gölü sazlıklarla ve bunların

arasında yaşayan türlü türlü kuşlarla dolu

motorumuzu bir yerde gene durduruyor ve

akıntıya kendimizi bırakıp kuş seslerini

dinl iyoruz. Sonrasında karşı kıyıda kendimizi

Köyceğiz Gölünün temiz tatl ı sularına

birakıyoruz. Karşı kıyıdan Köyceğiz’ in evleri

görülmekte. Dalyan dan Köyceğiz’e dolmuş

tekneler her sabah 9 – 1 0 gibi kalkmakta ve 2 – 3

gibi geri dönmekte.

Deniz Berk Bulak

57 NEREYE

Page 59: Nereye Dergisi sayı 2

Bir sonraki durağımız Sultaniye Kaplıcaları ;

burası Köyceğiz Gölü’nün güneyinde Ölemez

Dağının eteklerinde. Kaplıcanın Kaunos’lular

tarafından bundan ikibin yı l önce açı ldığı

bel irlenmektedir. Çevredeki hastane kalıntı ları da

bunu doğruluyor. Ancak bu kalıntı lardan çok azı

günümüzde görülebilmektedir. Burada Roma ve

Bizans dönemlerinde ünlü bir hastane bulunduğunu

ve kapısında "Buraya ölüm giremez" diye levha

ası ldığını bi l iyoruz. Tarihi kaynaklar, eteğinden

kaplıca suları fışkıran Ölemez Dağı 'nın adının da bu

hastane levhasından kaynaklandığını yazmaktadır.

Ancak, bu hastanenin kalıntı ları yavaş yavaş yok

olmaktadır. Bir bölümü ise şimdiki kaplıcanın

hemen önünde, Köyceğiz Gölü'nün sularının

altındadır.

Çevrede tekerlekl i sandalye veya sedyeyle

getiri len hastaların 21 kürlük bir tedaviden sonra

yürüyerek gittiklerine dair çok sayıda öykü

dinleyeceksiniz. Bunlara inanıp inanmamayı size

bırakıyoruz ama kesin olan bir şeyi bel irtiyoruz:

Sultaniye KaplıcasıTürkiye’nin en yüksek

radyoaktivitesi olan kaplıcasıdır. (98.3) 39 Derece

Köyceğiz

Aralık // 201 3

NEREYE 58

Page 60: Nereye Dergisi sayı 2

sıcaklıktaki su kalsiyum klorür, kalsiyum sülfat,

kalsiyum sülfür ve radon içermektedir.

Romatizma, siyatik yanında cilt ve kadın

hastalıklarına da iyi gelmektedir. Ama ası l

önemlisi radyoaktivite yüksekliği yoluyla

rehabil ite edici özel l iğinin varl ığıdır.

Burada güzel birşekilde karşı lanıyorsunuz.

Tesise giriş 4 TL. İçeride önce üzerinize

hortumla su tutuyorlar. Sonrasında çamur

banyosuna giriyorsunuz. Çamur banyosundan

çıktıktan sonra üzerinize tekrar su tutuyorlar

çamurlarınız bir nebze üzerinizden gidiyor.

Sonrasında duş alıp geldiğinizde Aynı işlem

yenileniyor; üzerinize tutulan sudan sonra

kendinizi yaklaşık on metrekarel ik ve 1 70 cm

derinl iğideki kükürt kokan şifalı suya

bırakıyorsunuz. Su gerçekten biraz kötü kokuyor

ama çamur mu kükürtlü havuzmu derseniz ben

kükürtlü havuz derim. Çıkınca tekrar üzerinizdeki

koku gitsin diye su tutuyorlar ve duşalıyorsunuz.

Bu işlemler yaklaşık 1 saat sürüyor bir sonraki

durağımız Kaunos Kaunos Dalyan Deltasının

karşı tarafına kurulmuş oldukça büyük bir şehir

müze kartınız yoksa giriş 8TL.

Deniz Berk Bulak

59 NEREYE

Page 61: Nereye Dergisi sayı 2

Engebeli bir araziye kurulu antik kentte,

görülebilecek başlıca yapı lar şunlardır: Akropol

(kale ve surlar), şehir surları , tiyatro, ki l ise, hamam,

depo, çeşme, agora, stoa ve kent içi yol ları ,

tapınaklar ve kutsal alan, l iman ve mezarlık. Bunun

yanı sıra günümüze ulaşamayan askeri l iman,

tersaneler, spor merkezi, konutlar gibi yapı lar i le

henüz çıkartı lmamış toprak altındaki eserler de

düşünüldüğünde, antik kentin ne derece büyük ve

önemli bir yerleşim alanı olduğun anlaşı l ı r. Kendi

adına para bastıran Kaunos'un bir dönem bağımsız

devlet olduğu, çevresindeki Pisi l is (Sarıgerme'de),

Sultaniye (Köyceğiz Gölü kenarında) ve çevredeki

pek çok küçük antik kentin kendisine bağlı olduğu

bil iniyor. Kaunos'ta şimdiye kadarki kazı larda

mimari eserlerin dışında çok sayıda heykel, heykel

kaideleri, sikke, amfora, alınl ık (diadem), süs

eşyaları , vazolar, kandil ler, figürler, çanak ve

çömlek bulunmuştur.

Yaklaşık 1 ,5 saatl ik hızl ı bir turun ardından

teknemize dönüyoruz. Artık hava kararmak üzere

oldukça da yorgunuz .Son durağımız Dalyan'ın tam

karşısında bulunan kaya mezarları Kaunos'luların

(Kbid'lerin) muhteşem eserleri olan kaya mezarları

Dalyan'ın "Türkiye Tanı tım fi lmlerinde de sık sık

görüldüğü üzere" en önemli simgelerinden birisidir.

Teknemizle buraya yaklaşıp burayıda fotoğrafladık-

tan sonra batan güneşle beraber Dalyan’a

dönüyoruz.

Dalyan da ufak esnaf lokantaları ve her bütçeye

hitap eden restaurantlar bulunmakta. Biz bunlardan

birini tercih ediyoruz. Sonrasında gecenin ışıklarıyla

Dalyan'ın çarşısını dolaşmaya başlıyoruz. Dalyan

gece hayatı olan bir turizm beldesi değil ufak tefek

pub lar;canlı müzik yapan barlar var .Gelen turistler

ağırl ıkl ı olarak İngi l izler ve yaş ortalamaları oldukça

yüksek o yüzden gecede oldukça sakin geçmekte.

Aralık // 201 3

NEREYE 60

Page 62: Nereye Dergisi sayı 2

Dalyan’da esnaf çok güleryüzlü ufak biryer olduğu için

ikinci gün çarşıda herkes sizi tanıyor ve dostluklar

kuruluyor.Dalyan'ın bir diğer simgesi de el işçi l iği

sandaletler. Dalyan' da çeşit çeşit model el emeği göz

nuru sandalet yapan ustalar var.

Ertesi gün kendimizi dağlara vuruyoruz. Jeep lere

atlayarak kendimizi Dalyan'ın eteklerinde buluyoruz. İ lk

durağımız Dalyan'a 5 km uzaklıktaki Okçular Köyündeki

Ley Ley restaurant. Burası yazın bunaltıcı sıcağında

çok güzel bir mekan. Burası Leylek lerin göç yolu

üzerinde yaklaşık 1 0 yı l önce dümdüz bir araziyken bir

girişimci tarafından alınarak yeşil lendiri lmiş ve

leyleklerin konaklamaya gelip çiftleştiği bir yer olmuş

aynı zaman da yapay bir göl etrafında yeşil l ikler altında

bir restaurant olmuş. Aynı zaman da bir çiftl ik havasında

devekuşları ördekler tam kafa dinlemelik üstel ik her

akşam özel servisle Dalyan dan ücretsiz alınıp tekrar

geri bırakı l ıyorsunuz ulaşım sorununuda böylece

çözmüşler üstel ik çok hesaplı . Burada yaklaşık 1 saatl ik

mola verip sonra dağlara doğru tırmanmaya başlıyoruz

derelerin içinden jeeplerle geçiyoruz. Oldukça adrenalin

dolu bir yolculuk öndeki jeep in çıkardığı tozla sapsarı

olmakta cabası ve buradan Yuvarlak Çay a geçiyoruz.

Çayın suyu buz gibi çayın kaynağına doğru su

içinden 1 km lik bir yolculuk yapıyoruz ama ayaklarımız

donuyor. Dönüşte ufak bir tı rmanıştan sonra

Çayın kenarında bulunan restaurantlardan birinde

yemek molası veriyoruz. Restaurant aynı zamanda

çayın üzerine kurulu üzerimiz sapsarı tozdan ve

kendimizi çayın buz gibi sularına atıyoruz çay diyoruz

ama orta kısmı oldukça derin ve suyun içinde durmak

yüzmek pek mümkün değil en fazla 2 3 dk.

Dayanamıyoruz ve hemen çıkıyoruz. Üzerine gelen

yemekler gene muhteşem. Buradan sonra uzun bir

yolculukla ormanın içinde gezdikten sonra İztuzu

plajının üzerinde bulunan Radar Üssü denilen tepeye

çıkıyoruz oldukça dik ve zahmetl i bir yol .Ama manzara

muhteşem,bütün Dalyan Deltası hatta az ilerideki

Köyceğiz gözler önünde. Manzaranın tadını

çıkarıyoruz.Zira artık ayrı l ık vaktiN Önümüzdeki ay

başka bir coğrafya da görüşmek üzereN..

Deniz Berk Bulak

61 NEREYE

Page 63: Nereye Dergisi sayı 2

ERKMEN SENAN SON SERGİ DAVETİYE

AÇILIŞ: 5 ARALIK 2013 PERŞEMBE günü gerçekleştirildi.

Bu yıl kaybettiğimiz Erkmen Senan’ın tüm sanat yaşamına ışık tutan 100’ü aşkın eserinin bir araya geldiği retrospektif nitelikli sergi

5 Aralık 2013 - 4 Ocak 2014 tarihleri arasında Karşı Sanat Çalışmaları ve VERSUS Galerileri’nde açıldı.

“SON SERGİ” Sanatçının aramızdan ayrılışının ardından gerçekleştirilen ilk sergi olma niteliğini taşıyor.

Kendisini “Tarihsel Coğrafya ve Anadolu Arkeolojisiyle” ilgili bir ressam ve “Eski Çağ Araştırmacısı” olarak tanımlayan Erkmen

Senan’ın farklı dönemlerine ait yapıtlarından oluşan bu seçkide ¬sanatçının desenlerinden yağlıboyalarına, akrilik çalışmalarından

PVC ve mineral sıva gibi çeşitli malzemeler üzerine uygulamalarına dek çeşitli örneklere yer veriliyor.

Erkmen Senan, Anadolu Uygarlıkları ile ilgili sadece okuyarak değil gezerek de sonuçlara varan bir ressamdı. Sanatçı, geçmişe

saplanıp kalmayarak günümüzle bağlantı kurduğu işlerinde toplumsal ve siyasal yaşama, arkeolojik değerlerin yok edilişine, kültürel

yabancılaşmaya dikkat çeken kendine has bir içerik ve görsel dil oluşturdu.

Ören yerleri, definecilik, çevre, hayvanlar, doğa tahribatı, kazı emekçileri, arkeologlar ve bürokratik duyarsızlık Erkmen Senan’ın

yapıtlarında yer bulurken; resimleri izleyenleri insanlığın ortak değerlerini sorgulamayla başbaşa bırakıyor.

5 Aralık 2013 - 4 Ocak 2014 tarihleri arasında Karşı Sanat Çalışmaları ve VERSUS Galerileri’nde açıktır.

VERSUS & KARŞI SANAT

Gazeteci Erol Dernek Sokak, No 11 /3-4 HanifHan,

TR-34420 Beyoğlu / İstanbul

NEREYE 62

Page 64: Nereye Dergisi sayı 2
Page 65: Nereye Dergisi sayı 2
Page 66: Nereye Dergisi sayı 2

loransa turu için saat 7:30'daFbuluştuk ve Floransa'ya doğru yola

koyulduk. Günübirl ik Floransa turu 1 45

Euro. Yaklaşık 3 saat kadar sürüyor

yolculuk. 3 günlük İtalya tati l inde 3 şehir

gezince o kadar çok yoruldum ki bütün

otobüs yolculuklarında uyudum. Bütün gün

gezip bir de her sabah 6:30'da uyanmak

beni fazla yoruyor. Yaşlandım mı ne :/

Otobüs yolculuğunda uyandığım anlarda

dışarıya baktığımda harika çimenlik

bahçeler ve nehirler gördüm. Rehberimiz

bizim belediyelerin kalıp hal inde satın alıp

yol kenarlarına dizdiği çimenlerin İtalya'nın

bu bölgelerinden satın alındığından

bahsetti . Yol kenarında akıp giden sakin

nehirler ve çimenler çok büyüleyici

görünüyor. (Elektrik tel leri hariç)

Page 67: Nereye Dergisi sayı 2

ncelikle belirtmeliyim ki FloransaÖyürüyerek gezilebi lecek küçük

ve düzenli bir şehir. Tur otobüsümüz

Floransa'ya vardığında ilk olarak

yürüyerek Piazza della Signoria'ya

geldik. Floransa'nın ortasındaki bu

meydanın en önemli özel l iği

Rönesans heykelleriyle donanmış

olması . Meşhur Davut heykeli de bu

meydanda yer alıyor. Daha önceleri

heykelin orj inal i buradaymış fakat

insanların el sürüp heykeli yıpratmaya

başlayınca orj inal i Accademia

Gallery'e taşınmış. Meydandan

fotoğraflar böyle. . .

Page 68: Nereye Dergisi sayı 2

Bu meydan açıkhavamüzesi gibi gerçekten veeğitmen olsanızöğrencilerinizle gelipRönesansı tümüyleanlatabileceğiniz kadarzengin. . .

Page 69: Nereye Dergisi sayı 2
Page 70: Nereye Dergisi sayı 2
Page 71: Nereye Dergisi sayı 2

Piazza della Signoria da bolca gezinip heykelleriinceledikten sonra Arno nehri üstündeki eski köprü PonteVecchio'ya geçtik. Floransa da bulunan 6 köprüden eneski ve en ünlüsü bu köprü. Medici sarayı i le Uffizi 'yibirbirine bağlıyor.

Page 72: Nereye Dergisi sayı 2

Arno nehiri boyunca yaptığımızyarım saatl ik bir geziden şehringöbeğinde bulunan FloransaKatedral 'ine (Duomo di Firenze)geçtik. Gotik tarzda yapı lmışkatedral in dışı pembe, yeşil vebeyaz mermerlerle işl i . Girişindekibüyük saat dikkat çekici ve halaçalışıyor. Katedrale giriş tabikiücretsiz, fakat omuzlarınız vebacaklarınız kapalı olmalı , aksihalde içeri al ınmazsınız. Katedral inçevresinde örtünebileceğiniz fulartarzı örtüler mevcut. Yaklaşık 8Euroya satın alabil irsiniz.

Page 73: Nereye Dergisi sayı 2
Page 74: Nereye Dergisi sayı 2

Katedral in içindeki freskleri deincelemenizi tavsiye ediyorum.Biz katedral i de gezdiktensonra zorunlu öğle yemeğiaramızı verdik. Klasik öğleyemeğimiz olan pizzalarımızıyedikten sonra tur 2,5 saat boşzaman bıraktı bize. O süreiçinde rahat rahatgezebileceğimiz, sırabeklemeyeceğiz bir yer seçmekzorundaydık. Gönül isterdikUffizi 'yi gezelim, fakat sürekısı tl ı olunca biz eski saray'ıPalazzo Vecchio'yu seçtik.

Page 75: Nereye Dergisi sayı 2

Eski Saray dediğimiz bu binagünümüzde hala Belediyebinası olarak kullanı l ıyor.Aaaah ah diyeceğim buradasiz ne demek istediğimianladınız : ) Nerede bizimBelediye Sarayları (! ) neredePalazzo Vecchio. Neyseefendim bu eski saray birdönem Rönesans'ındoğuşunda etki l i olmuş,meşhur Medici ai lesine de evsahipl iği yapmış. Floransa'nınİtalya'nın başkenti olduğudönemlerde ise Dış işleriBakanlığı olarak kullanı lmışbina. Giriş ücretl i ve 8 Euro.İçeri girer girmez sizi bu şirinhavuz karşı l ıyor.

Page 76: Nereye Dergisi sayı 2

İçeride bir çoksanatçının bir sürüeseri var, gerçektenanlatmakla bitmez. 2saatte de gezilecek biryer değil aslında birtam gününüzü burayaayırsanız yeridir. . .

Page 77: Nereye Dergisi sayı 2

O kadar çok eser var kiEski Sarayda, anlatmakimkansız, en iyisi i lkfı rsatta gidip görmeniz :)Eski Saray'ın dışarıyaaçı lan pencerelerindenbirinden Floransa böylegörünüyor.

Page 78: Nereye Dergisi sayı 2

İ lk fı rsatta bir kere daha gidip,daha uzun zaman geçirmekistediğim bir şehir olduFloransa. Her köşesi sanat buşehrin. Buraya bir dahageleceğim düşüncesiyleşehirden ayrı ldık. Bir günsonra öğlen saatlerindeuçağımız vardı ama her fırsatıdeğerlendiren biz sabahtanKolezyum'a gitmeye kararverdik. Yarım günlük romagezimize bir sonraki yazıdayer vereceğim. Merakedenlere duyurulur : )

Page 79: Nereye Dergisi sayı 2
Page 80: Nereye Dergisi sayı 2
Page 81: Nereye Dergisi sayı 2
Page 82: Nereye Dergisi sayı 2

nsanlık tarihinde ne kadar geriye gidebiliriz,İbizden önce yaşayanlara ilişkin hangi verilere ne

şekilde ulaşabiliriz, gibi sorular Eskiçağ Dilleri ve

Kültürleri, Arkeoloji, Antropoloji gibi disiplinlerin

kuşkusuz en heyecan verici ve en çok cevap aranan

soruları arasındadır.

İnsanlık tarihini araştırmak geçmiş toplulukların

dillerini, kültürlerini ve tarihsel süreçlerini de

beraberinde getirir. Zaman tünelinde geriye gittikçe

Eskiçağ Uygarlıklarının pek çoğuna uzaklaşmaya

başlarız. Aradaki bu mesafeyi kapatabilmek ve

tarihteki uygarlıkları anlamak bu tarihi süreçte geriye

giderek onlardan kalanlardan bilgi edinmekle

mümkündür. Eskiçağ Tarihinde geriye gittikçe bilgi

kaynağımız azalır. Azalan bu kaynakların yarattığı

gizem ve merak bizi daha fazla sorgulamaya ve cevap

aramaya iter. İşte tam da bu noktada Eskiçağ Tarihine,

Eskiçağdaki uygarlıkların dillerine ve kültürlerine en

iyi şekilde hâkim olabilmek, nedensellikle çalışan

zihnimizin mantığına doğru yol gösteren pusulamız

olacaktır.

Bugün hümanist ve çağdaş bir birey olarak ileri

görüşlü düşünebilmek için, size uzak bir zaman

dilimine ait olup kültürel açıdan farklılık arz etse de

insani güdüler ve temel ihtiyaçlar açısından oldukça

yakın toplumların incelenmesi pek çok şey öğretir.

Onların toplumsal, ekonomik, siyasal ve kültürel

özelliklerinin araştırılması bu bakımdan çok büyük bir

öneme sahiptir.

Antik dönemin son derece önemli bir kısmını

kapsayan Eski Yunan ve Latin kültürünün

incelenmesiyle hayat bulan Hümanizm hareketleri,

daha sonra 19. Yy ’da Eski Ortadoğu’nun tarihini de

kapsayarak gelişmiş ve bu zamana kadar dinamik bir

biçimde süregelmiştir. Klasik Filoloj i, , Eskiçağ Tarihi

ve Arkeoloji ile bu alanda oldukça yoğun bir bilgi

birikimi sağlanmıştır.

Bunun yanı sıra akla şu sorunun gelmesi de

kaçınılmazdır. Tarihte yolculuk yapmaya devam

edersek Eski Çağ’a dair bilgileri ilk olarak nerelerden

Özel Röportaj

81 NEREYE

Page 83: Nereye Dergisi sayı 2

Aralık // 201 3

NEREYE 82

Page 84: Nereye Dergisi sayı 2

elde ediyoruz? Biz yazının bulunmasıyla çok önemli bir

gelişme kaydedildiğini biliyoruz. Yazı bu doğrultuda

tarih yazımı için oldukça önemlidir, hatta zaruridir. Tarih

sürecindeki bilinmezlikler söz konusu olduğunda yazı

bizi dipsiz kuyudan çıkarabilecek çok önemli bir araçtır.

Sayısız antik edebi metin bize çok büyük bir bilgi

deryası sunar. Ülkemizin 3000 yıl öncesine kadar giden

ve sayıları yüzbinleri bulan, birincil elden bize ulaşan

yazıtların arşivlenip deşifre edilmesine ve yayınlanıp

tanınmasına tarihi aydınlatmasına hizmet eden epigrafi

bilimi de sahip olduğumuz son derece büyük bir güçtür.

Örneğin; bugün Avrupa’nın önde gelen ülkelerinde

Klasik Filoloj i, Eskiçağ Tarihi ve Klasik Arkeoloji

sahalarındaki bilgi birikimi ve bilimsel sonuçlar en üst

seviyeye ulaşmışsa bunda disiplinler arası uyumun,

edebi metinlerin yanı sıra özellikle Epigrafi, Papiroloj i

ve Nümizmatik gibi temel Eskiçağ disiplinlerinin etkin

kullanımının büyük rolü vardır.

Disiplinler arası etkileşimin Eskiçağ dünyası için bugün

ortaya koyduğu verim inkar edilemez bir gerçek olarak

biliniyor olduğuna göre ;

P. ÖZTÜRK: Arkeoloji, Epigrafi, Eskiçağ Tarihi ve

diğer önemli bilim dalları arasındaki bu bağı daha da

güçlendirmek için neler yapılabilir?

F. ONUR: Neler yapabileceğimizi anlamak, sorunların

ya da eksiklerin nerede olduğunu iyi kavramaktan geçiyor.

Türkiye’de pek çok alanda olduğu gibi, Eskiçağ bilimleri

arasındaki ilişki de başta yükseköğretim yetkilileri olmak

üzere maalesef anlaşılamamış. Bu da muhtemelen yine

Eskiçağ bilimleri disiplinlerinde yetişen ve üst kurumlarda

yer alan öğretim üyelerinin hepsinin bu işi yeteri kadar

kavramamasından ya da objektif olarak

değerlendirmemesinden kaynaklanıyor. Bunların da pek çok

nedeni var tabi ki, en azından benim gözlemlediğim

kadarıyla Türk bilim adamları içerisinde son zamanlarda öne

çıkan çekişmeler bu bağın kurulmasında ya da

güçlenmesinde büyük bir sorun olarak duruyor. Bana göre

Eskiçağ alanındaki bilim adamlarımızın her birinin kendi

ekiplerini kurarak birer “krallık” görüntüsüne kavuştuğu ve

diğer “krallık”ları da haliyle rakip gördüğü algısına neden

olan tutumlardan kaçınmak çok önemli. Bu sadece

yurtiçinde değil, yurtdışında da bu şekilde algılanıyor.

Bunun bir şekilde onlara getirileri de oluyor tabi. Bu

maalesef ilkel bir görüntü, olgunlaşmamız gerektiği kesin

fakat ne kadar zamana ihtiyacımız olduğu da ancak yeni

nesil öğretim üyelerine ve öğrencilerimize bağlı. Maalesef

bazı çekişmeler yeni nesle de sirayet etmiş durumda, genç

nesil arasında nedenini bile bilmediği bir çekişmeyi kırmaya

çekinen kimselerin sayısı da az değil. Bununla birlikte bu

disiplinler arasındaki ilişkiyi seviyeli, kaliteli, meyve verici

bir şekle dönüştürme arzusu ve çabasında olan hocalarımız

da var. Fakat bunun için henüz yeteri kadar serbest bir alan

oluşmadı. Sadece Eskiçağ bilimlerini bir arada tutabilecek

üst bir kurum yok, üniversitelerde ortak mekânlar kurulu

değil, en azından bizim üniversitede böyle bir ortam

oluşmadı. Size işin böyle olduğunu söylemek ilk olarak

olayın bu kısmını anlatmak beni üzüyor, ama maalesef göz

ardı edilebilecek bir şey değil, yeni neslin çok dikkatli

olması gereken bir şey. İlk kırmanız gereken şeylerden

birinin bu olduğunu düşünüyorum. Zira sözünü ettiğiniz

bilimler birbirine muhtaçtır, kopuk ilişkilerle yapılan

çalışmalar her zaman eksik kalıyor. Bu uçurumu yok

edebilirseniz zaten gerisinin çorap söküğü gibi geleceğinden

şüphem yok.

Özel Röportaj

83 NEREYE

Page 85: Nereye Dergisi sayı 2

P. ÖZTÜRK: Büyük bir bölümü Anadolu kökenli

kültür birikimine dayanan Batı medeniyetinin özünü

oluşturan Eski Yunan ve Roma Uygarlıklarının

kavranıp özümsenmesini sağlayarak, özellikle klasik

batı dillerine dayanan eğitim formasyonu da sunan,

ayrıca insanın düşünsel ve toplumsal gelişimindeki

önemini ve değerini tanıtmayı amaçlayan Eskiçağ

Dilleri ve Kültürleri bölümlerinin Eskiçağ Bilimlerine

katkıları ne yöndedir?

F. ONUR: Normal koşullarda zaten Eskiçağ

Dilleri ve Kültürleri üst adı altındaki çalışmalar tüm

Eskiçağ çalışmalarının temelini oluşturur. Bu yapı

içerisinde bizler Klasik dünyayı çalışanlarız. Klasik

filoloj inin kapsadığı pek çok alan ve disiplin de

bulunmakta. Filoloj ik çalışmalar 100.000 üzerinde metni

okuyarak Eskiçağ bilim dünyasına yapılabilecek en

büyük katkıyı, en sağlam temeli sağlamışlardır. Bununla

birlikte oldukça önem arz eden epigrafik belgeler de

hızla okunmaya devam etmektedir. Bunların sağladığı

bilgi ve temel inanılmaz boyuttadır ve gün geçtikçe bu

bu işin önemi fazlasıyla fark edilmektedir. Tabi ki

filologlar ya da epigrafistler gözle görünür bir katkı

sağlamıyormuş gibi algılanabilir, zira ellerinde bir tiyatro,

hamam ya da meclis binaları gibi yapılar bulunmamakta.

Ülkemizdeki itibar anlayışı biraz bu yönde ilerledi. Çok

okuyan ve felsefeyi, tarihi, coğrafyayı ve kültürü ikincil

bir kazanım olarak görmeyen, doğru bilginin peşinde

koşmayı hedef edinmiş bir nesli bekliyoruz. Avrupa’da

bunlar iyi bilindiğinden dil ve belge çalışanlar oldukça

saygı ve itibar görmekteler. Ülkemizde bu ne zaman

yakalanır, bunu tam göremiyorum.

P. ÖZTÜRK: Bildiğimiz üzere yakın zaman da

Akdeniz Üniversitesi Klasik Diller Ve Anadolu

Medeniyetleri Topluluğunun İstanbul Üniversitesi

Klasik Filoloji Topluluğu ile birlikte düzenlemiş olduğu

Eskiçağ Dilleri ve Kültürleri Öğrenci Sempozyumu

gerçekleştirildi, edebiyattan felsefeye, felsefeden tarihe

ve hukuka kadar çok çeşitli konular ele alındı, size göre

bu sempozyumun bize kazandırdığı önemli hususlar

neler oldu?

Aralık // 201 3

NEREYE 84

Page 86: Nereye Dergisi sayı 2

F. ONUR: Bu sempozyum ülkemizde klasik dillerle

bağlantılı çalışmalar yapan bölümlerin öğrencilerini

bir araya getirdi. Böyle bir şeye uzun süredir

ihtiyaç duyulduğu kesin, zira iyi bir sinerj i

oluşturuyor. Biz akademik camia olarak bunun

benzerini geçen sene düzenlediğimiz II. Tük –

Yunan Epigrafi Sempozyumu’nda da yaşamıştık.

Gerçi o daha büyük ve uluslararası bir

sempozyumdu. Oraya da yine aynı bölümlerin

elemanları gelmişlerdi ve bu tip organizasyonların

önemi fark edilmişti. Bu yapılan bir öğrenci

sempozyumuydu, fakat hiçbir şekilde hafife

alınmaması gereken bir şey. Sempozyum

görevlileri büyük bir titizlikle, yeni başlamalarına

rağmen neredeyse profesyonel bir organizasyon

yapmışlar. Bunu hocalar olarak fazlasıyla takdir

ettik ve geleceğe yönelik umutlarımızı artırdı.

Öğrencilerin bu tip platformlara ihtiyacı var,

kendilerini gösterebilecekleri ortamların yaratılması

gerekiyor. Ben bu sempozyumu, eksikleri olsa dahi,

çok başarılı buldum ve daha akademik ve

profesyonel düzeye hatta ileride uluslararası bir

organizasyona dönüşmesini yürekten diliyorum. Bu

da tabi belli prensipler ve genel kuralların iyi

uygulanışı ile mümkün. Böylelikle sempozyum

çok daha itibarlı bir hale dönüşecek ve başarılı

öğrencilerin katılabileceği ve kendilerini

gösterebileceği daha ciddi bir ortama

dönüşebilecektir. Bu sadece öğrenciler açısından

değil, geleceği görmek isteyen bu alanda çalışan

akademi adaylarını tanımak isteyen bölüm

elemanları açısından da daha fazlaca önem arz

edecektir.

P. ÖZTÜRK: İçinde Bulunduğumuz yüzyılın

edebiyatını felsefesini, tarihini ya da dilini iyi

anlamak ve ifade etmek, bizi modern ve çağdaş bir

seviyeye taşıması için önemlidir ancak takdir

edersiniz ki öncelikle bu yüzyılı temellendiren

eskiçağın iyi öğrenilmesi ve öğretilmesi gerekir.

Bu konuda geniş bir kitleye hitap edebilmek ise

oldukça önemli. Toplulukların sempozyumların ya

da diğer organizasyonların daha geniş bir kitleye

hitap edebilmesi için nasıl bir yol izlenmeli?

F. ONUR: Bunun maalesef doğrudan ve kolay bir yolu yok.

Çünkü bizim çalıştığımız dönem ve uygarlıkların toplumsal

kabulünü sağlamak zor bir iş. Kültür politikasında doğru

yerini bulamamış. Sencer Şahin hocamızın yıllardır ısrarla

üzerinde durduğu kimlik sorunları da bu durumun

yansımaları. Bu tip sorunlara doğrudan müdahale etme

şansımız pek olmasa da, bir şekilde buna etki edebileceğimizi

düşünüyorum. Öncelikle bu alanlardaki ivme bu konuda

hedefi ve vizyonu olan enerj ik bir akademisyen ve öğrenci

kitlesi yetiştirmeye bağlı. Çünkü işin daha geniş kitlelere

yayılmasını öncelikle bu kimseler sağlayacaktır. Bunun için

bölümlerin tanıtımlarının çok daha iyi yapılması gerekiyor.

Belli bir kamuoyu yaratılması lazım, insanlarda merak

uyandırmak gerekiyor. Bu yönde malzemeler elimizde

fazlasıyla var ve gelecek vadetmekte. O kadar çok yazılı

malzeme var ki çok fazla bilgi içeriyor, tamamen bir hazine.

Bunların sunumunun iyi hazırlanması lazım. Böylelikle hem

öğrenci kalitesini artırmak, hem de genel bir merak ve ilgi

Özel Röportaj

85 NEREYE

Page 87: Nereye Dergisi sayı 2

uyandırmak gayet mümkün. Türkiye’de bu alanda (yazılı

eser) çalışanlar kendilerini atıl hissetmekteler, bunda da çok

haksız sayılmazlar. Çünkü çoğu çevrelerde ikincil bir

pozisyonda algılanıyorlar, hâlbuki ideal durum hiç de böyle

değil.

P. ÖZTÜRK: Bu alanda sözlü faaliyetlerin yanı sıra yazılı

faaliyetlerde son zamanlarda ciddi bir şekilde ilerleme kat

ediyor. Akron üst başlığı altında ulusal bir kitap dizisi ve

Gephyra adlı uluslararası bir dergi çıkarıyorsunuz. Bu

kitap dizisi ve uluslararası dergi yazılı kaynaklara iyi birer

örnek teşkil ediyor. Peki, bu yayınlarla hem yerel kitle

içerisinde hem de uluslararası platformlarda ne amaçlar

hedefleniyor?

F. ONUR: Sözünü ettiğiniz iki yayın bizim bölümün

bilimsel hizmet anlayışıyla çıkardığı çok önemli iki

platformdur. Her iki yayın da Akdeniz Üniversitesi’nin

Akdeniz Dillerini ve Kültürlerini Araştırma Merkezi’nin

yayın organlarıdır. Akron misyonumuzun ulusal bir

penceresi iken, Gephyra uluslararası platforma açılan bir

penceredir. Her ikisi de oldukça başarılı bir şekilde

yürümekte. Akron yayın dizisini çıkarmak bölümümüz

öğretim üyelerinden Prof. Dr. N. Eda Akyürek’in

fikriydi. İstanbul Üniversitesi’nde Prof. Dr. A. Vedat

Çelgin hocamızın katkısıyla güç kazanan bu kitap

dizisinin temel hedefi bir önceki sorunuza verdiğim

cevaptaki amaçlarla örtüşmektedir. Akron’daki yazılar

aslen ülkemiz insanına hitap ederek onları belli bir bilgi

kapasitesine ve entelektüel seviyeye çıkarabilmeyi

hedefler, bu nedenle de Türkçe’dir ve yazı vermek

isteyen herkese başvuru açıktır. Bu yazılara ihtiyacı

olanlar aslen yine bizim alanlarda çalışıp da yeteri kadar

bilgi sahibi olamayan, fakat her koşulda bunu arzulayan

bir kesime de hizmet eder. Bunlar arasında ilgili devlet

kurumları, örn; Müzeler, koruma kurulları vs.,

bünyesinde çalışanlar da bulunmaktadır. Ayrıca Eskiçağ

öğrencilerine ana dilde bilgi sağlamak ve alanla

doğrudan ilişkili çalışanların, örn. turizm rehberleri, ya

da amatör ilgililerin de kullanabileceği bir kaynak

oluşturmak da Akron’un hedefleri arasında yer alır.

Gephyra ise uluslararası bir yayın olup, katı bilimsel

kıstaslar çerçevesinde, dünyanın her yerinden gelen

makale başvurularıyla gittikçe zenginleşen ve yurt

dışında gün geçtikte talebi artan bir durumdadır. Bu iki

yayın, mensubu olduğum bölümün himayesinde

çıkarılsa da, aslen Türkiye’deki Eskiçağ çalışmalarının

hem halkımıza hem de bilimsel sorumlulukla tüm

dünyaya açılmasına hizmet eden iki araçtır.

P. ÖZTÜRK: Diğer önemli bir bilim dalı ise

Arkeoloji… Bölge de yer alan antik yerleşimlerin

kazılması, araştırılması, belgelenmesi, arşivlenmesi ve

en iyi şekilde yorumlanması doğrultusunda, ülkemizin

çağdaş uygarlık düzeyinin üzerine çıkmasına katkıda

bulunmayı amaçları arasında tutan Arkeoloji disiplini

ile ilgili kavram hiç kuşkusuz Eskiçağ Tarihi ve

günümüz için büyük bir önem arz etmektedir.

Arkeoloji ile Eskiçağ Dilleri ve Kültürleri arasında

sahip olduğu ortak noktaları dolayısıyla doğrudan bir

bağ bulunduğu ortadadır. Bu konudaki fikirlerinizi

öğrenebilir miyiz?

Aralık // 201 3

NEREYE 86

Page 88: Nereye Dergisi sayı 2

F. ONUR: Sizin de bildiğiniz gibi, ben lisansımı

1995-1999 yılları arasında Akdeniz Üniversitesi

Arkeoloji Bölümü’nde yaptım. Bu süreçte pek çok ders

aldım tabi ki. Ayrıca öğrenciliğim boyunca 3 yaz

Patara’da bir yaz da Sagalossos’ta kazılara katıldım.

Dolu dolu bir 4 yıl geçti anlayacağınız. Yüksek

Lisans’tan itibaren ise, Eski Yunanca ve epigrafiye

yönelerek Eskiçağ Dilleri ve Kültürleri Bölümü’nde

devam ettim. Dolayısıyla her iki alanda da tecrübelerim

ve ne şekilde çalıştıklarına dair fikirlerim var.

Türkiye’de epey bir kazı var, bu kazılardan bazıları da

üniversitemiz Arkeoloji bölümü öğretim üyeleri

tarafından yürütülmekte. Her sene gerek arkeolojik

gerekse epigrafik pek çok yeni malzeme geliyor,

bunların değerlendirilmesi de kısa sürede yapılabilecek

işler değil, zira her birinin izlenmesi gereken

metodolojisi ve belirli kıstaslara göre değerlendirme

süreci mevcut. Kazılarda çıkan yazılı malzemeler yurt

dışından ya da yurt içinden epigrafi uzmanları

tarafından incelenerek yorumlanıyor. Bu yazılı

malzemeler kazılan kentin tarihi, sosyal, dini ve siyasi

yapısı hakkında çok fazla bilgi veriyorlar. Dolayısıyla

bu yazılı malzemenin değerlendirilmesi hayati bir önem

taşıyor. Kazıya yön verebildikleri gibi, Arkeologların

da düşünme ve yorumlamalarına doğrudan etki

yapıyorlar. Zira bunun böyle olması çok doğal ve

şaşırtıcı bir şey değil. Yazılı belgelerin de doğru

anlaşılması için arkeolojik bir çevre ve malzeme

değerlendirmesi şart, aksi takdirde bulunduğu

mekandan bağımsız bir sonuç tatmin edici bir yorumu

getirmiyor. Bu bağlamda bu ikisinin koordine çalışması

hem zorunluluktan hem de iyi meyve verici oluşundan

bir gereklilik arz eder. Fakat maalesef bu konuda da

biraz geri kaldığımızı ve tam profesyonel

davranamadığımızı itiraf etmek durumundayım. Bu

konuya ilişkin bazı düşüncelerimi ilk sorunuzda da

vermiştim. Onların dışında diyebileceğim şeyse, kişisel

başarı yerine ulusal ve uluslararası alanlardaki bilimsel

duruşumuzun ön plana alınarak davranılması. Çünkü

bu durumda belki kişi kazanıyordur, fakat kaybeden

Türk Eskiçağ bilimi, dolayısıyla Türkiye’deki bilimsel

çalışmalar en nihayetinde de bilimin kendi olacaktır.

Son bahsini ettiğim değerler, kişinin kazanımına kurban

edilecek şeyler değil. Bilimsel yapıdan taviz

verilememeli. Örneğin, sırf kişisel nedenlerle diğer

önemli yazılara atıfta bulunmamak ya da kaynakçada

göstermemek gibi bilimselliğin dışında kalan tuhaf bir

tutumu bir değermiş gibi göstermemek gerekir. Bundan

başka pek çok örnek var ama bu örneği bilimsel

çerçevenin ne kadar dibe vurabildiğinin anlaşılması

açısından verdim. Bu yüzden daha büyük ortak bir hedef

herkesin daha ahenkli ve daha verimli çalışmasını

sağlayacaktır. Bu anlamda umutlu olduğumu da eklemek

isterim, zira yeni nesil Eskiçağ bilimcileri ve

öğrencilerimiz gelecek vadetmektedirler.

Eskiçağ dünyasının ve bu dünyayı bize öğreten

bilimlerin önemine yaptığımız yolculukta bize eşlik eden

Sayın Yrd. Doç Dr. Fatih Onur’a aktarmış olduğu değerli

fikirleri için teşekkür ederiz. Ortak bir payda da yer alan

bilim dallarının, birbirleriyle etkileşim halinde, geleceğin

ve bugünün rehberi, bilim dünyasındaki hareketliliğin ise

sürekli olması dileğiyle. .

Röportaj

Pınar Öztürk

Özel Röportaj

87 NEREYE

Page 89: Nereye Dergisi sayı 2
Page 90: Nereye Dergisi sayı 2

https://www.facebook.com/nereyedergisi

https://twitter.com/Nereyedergisi