Büt Dergisi sayı 12

36

description

Büt Dergisi'nin 12.sayısı yayında. Büt Dergisi Aylık Online Kültür-Sanat Dergisi.

Transcript of Büt Dergisi sayı 12

Page 1: Büt Dergisi sayı 12
Page 4: Büt Dergisi sayı 12

büt dergisiAylık Kültür-Sanat Online Dergi

EditörMustafa Doğan

Mustafa Doğan

Mustafa Doğan

Yazı işleri

Müge Gül

Handan AşıkReklam

Grafik Tasarım

Emre CeylanEfe KarasuMüge GülHandan AşıkUlya AltıntaşSerap KamacıVedat Taşkın

Yazarlar

www.butdergisi.com

www.facebook.com/butdergisi

www.twitter.com/ButDergisiBize ulaşmak iç[email protected]@gmail.com

Ön ve Arka Kapak

Tüm hakkı saklıdır. Yazılarla ilgili tüm sorumluluk yazarlara aittir.

Page 5: Büt Dergisi sayı 12

Editör

“Bir varmış bir yokmuş. Evvel zaman içinde kalbur saman içinde; pireler berber, develer tellal iken ben an-amın beşiğini tıngır mıngır sallanır iken” diye devam edeceğimi sanıyorsanız yanılıyorsunuz. Bu ayki editör yazıma bu şekilde girmeyi düşündüm ya da düşünmedim yazıya nasıl başlayayım derken aklıma geldi. Buradan da nereye varmak istediğimi açıkçası bende bilmiyorum, yazı ilerledikçe mecburen bir sona ulaşmam gereke-cek. Ben şimdiden sizi uyarayım bu yazının gidişatı saçma olacak. Onun için siz bu yazıyı bırakın bu ay nelere değinmişiz, neleri konu almışız kısacası size neler demişiz ona bakın. Kaçın kurtarın kendinizi benden.

Bu yazıyı okuyorsanız demek ki kendinizi bu saçmalık silsilesinden alıkoyamadınız, yazının sonunu merak ediyorsunuzdur. Size bir şey söyleyeyim mi? Bende sizin gibi şuan açıkçası yazının sonunu merak ediyorum. Size masal hikaye anlatmak istemiyorum. Size nasihat veya ne bileyim eli sopalı bir öğretmencilik de oynam-ak istemiyorum. İstemiyorum çünkü bunu yapsam ne değişecek, tabi ki hiçbir şey değişmeyecek. O zaman birbirimizi kandırmayalım sayın okuyucu. Neyse bu konuyu da kapatalım ki birbirimizi ne kandıralım ne de kıralım. Bakın, sizinle aramı iyi tutmak içinde bu kadar çaba harcıyorum. Aslında kafamda o kadar şey var ki yazmak istediğim. Hangisini yazayım diye düşünüyorken hiçbirini yazmamaya karar verdim. Bu ay da bana ayrılan yerin bu şekilde doldurulması kararını aldım.

Dergimiz gün geçtikçe tanınıyor fakat bizden kaynaklı olduğuna inandığım bir aksaklık var ki onun önüne bir türlü geçemiyoruz. Bu aksaklık reklam. Evet, reklam. Dergimizin reklamını iyi şekilde yapamadığımıza inanıyorum. Bir yılımızı doldurmamıza bir sayı kalmışken biz hala dergimizi tanıtmakta çok zayıfız. Bunun çok çeşitli nedenleri var. İlk olarak bizim paramız yok. Paramız olsaydı reklamımızı da yapardık, baskımızı da yapardık. Bu neden aslında büyük ama çok büyük değil. Reklam konusunda sizlerinde desteğini bekliyoruz. Sizlerde yazılarımızı kendi Facebook ve Twitter hesaplarınızda paylaşırsanız çok fazla insana ulaşmış olacağız. Bu şekilde parasızlıktan dolayı yapamadığımız reklamı sizin sayenizde birazcık aşacağız. Bu konuda sizden destek istiyoruz. Reklam konusundaki çeşitli nedenleri sıralayacak değilim. Sadece bu kadarını bilin yeter.

Tablete Uyarlanmış Büt Dergisi

Diğer taraftan sizlere bir müjde vereyim. İlerleyen zamanlarda tablet uygulaması çıkartmayı planlıyoruz. Buna nereden para buluyorsunuz derseniz, buna da paramız yok ama bizi seven dostlarımız var. Onların desteği ile Apple Store ve Google Play’de kendimize yer edineceğiz. Tabletlerde dergimizin okunması için çeşitli eğitimler alıyoruz. Bu işi de hakkıyla vermeye çalışacağız. Büt Dergisi’ni tabletten okumak başka bir zevkli olacaktır. Ben şimdiden heyecanlıyım, çıktığında nasıl olurum bilmiyorum. Heyecandan ölmem inşal-lah. Sanırım bu kadar saçmalamak yeterli. Size demiştim, bu yazıyı bırakın dergi yazılarına geçin diye ama beni dinlemediniz. İyi ki de dinlemediniz bakın dergimizin tablet uygulaması çıkacağını öğrendiniz. Kendi bildiğinizi okumak bazen işe yarıyorumuş. Bunu da benim sayemde tekrar etmiş olduk. Dergi içeriğinde güzel yazılarla karşılacağınızı, en azından benimkinden daha güzel yazılar okuyacağınıza size editör sözü veriyorum. Dergimizin her ay daha da güzel yazılarla çeşitlendiğine siz de benim gibi görüyorsunuzdur umarım. Size iyi okumalar daha fazla uzatmamın anlamı yok. Keyifli okumalar…

İşte Öyle… -Mustafa DOĞ[email protected]

Aralık Sayısı Sayfa: 5

Page 6: Büt Dergisi sayı 12

Bu AyNeler var

33-Samatya Meydan BalıkçılarıObjektifimiz bu ay tarihi Samatya çarşısındaydı. Yaz-kış farklı güzellikler bulabileceğiniz sıcak ve nadir mekanlardan biridir Samatya. Buram buram tarih kokar. Denizin esinti-si, kızarmış balık kokuları-na karışarak tüm meydanı sarıp sarmalar.

büt dergisi

12- Unutulmaz Şarkıların Sanatçısı HALİL KURTUnutulmaz dizisinin müziklerini seslendirerek daha geniş kitlelere ul-aşan Halil Kurt yeni albüm çalışma-ları öncesinde stüdyonun kapısını bizler için açtı.

8- PRİSONERS Türkçesi “Mah-kumlar” olarak çevrilen Prisoners Kanadalı senarist ve yönetmen Denis Villeneuve yönetmenliğinde başrolde X-Man filminden de tanıya-cağımız Hugh Jackman oynuyor.

25- Teşekkürler Madiba!Galatasaraylı Emmanuel Eboue ve Didier Drogba’nın takımlarının Elazığspor’a karşı oynadıkları mü-cadeleden sonra Nelson Mandela ile ilgili giydikleri tişörtleri tribünlere göstermeleri PFDK’ya sevk edildi...

Page 7: Büt Dergisi sayı 12

büt dergisi

19- HALIYA BASMA LAAAAĞĞNNNejat Uygur, gülmeyi ve güldürmeyi çok seven bir tiyatro adamıydı. Nejat Uygur, Türk Tiyatro Tarihi’nde hiç kuşkusuz adını ölümsüzleştirenler arasında yer aldı.

22- Dolunay’ın Lanetli Or-dusu KURT ADAMLARNeredeyse her filme konu olmuş, çoğumuzun haklarında az çok bilgi-ye sahip olduğu, dolunayla birlikte ortaya çıkan Kurt Adam sürüsü. Peki ya Türklerin ünlü Oğuz Kağan Destanı’nda Kurt Adamlardan bah-sedildiğini biliyor muydunuz?

16- Akdeniz’de Deniz Ticareti Denizde iktisadi hayat öncelikle kısa mesafelerde yerel olarak başlamıştır. Zaman içerisinde gemicilik tekniğinin geliştirilmesi-yle; ihtiyaç duyulan malzemeleri te-darik etmek maksadıyla, daha uzun mesafelere yolculuklar başlamıştır.

30- Bir Acı Mırra’ya Ne Dersiniz? Bir kahveden çok bir kültür ürünüdür Mırra. Güneydoğu bölgemizde özellikle Şanlıurfa ve Mardin gibi şehirlerimizde çokça tüketilmektedir. Misafirliğe gittiğiniz herhangi bir evde mırra ikramı “bir fincan kahvenin kırk yıllık hatrı vardır” atasözünün hakkını sonuna kadar veriyor. Tabi kuralına göre içerseniz mırrayı...

27- Bir Samuray Bilim Ad-amı Yukichi Bu ayki konuğum dogan güneşin ülkesinden, Japon-ya’dan Yukichi Fukuzawa... Japon bilim adamı, Japonya’nın feodal düzeninin ve dışa kapalı (Batıya) yapısının zorluklarla ve sakıncalarla dolu yanlarını verdiği mücadelerle ortaya koyuyor.

Etkinlik mi düzenliyorsunuz? Haber-iniz mi var? Yeni bir şey mi çıktı? Duyurmak için [email protected] adresine e-posta atmanız yeterli olacaktır. Gönderdiğiniz duyuruyu ye-rimiz yettiğince dergimizde paylaşa-cağımızdan emin olabilirsiniz...

İnternet Sayfamız: www.butdergisi.comFacebook Sayfamız: www.facebook.com/butdergisiTwitter Sayfamız: www.twitter.com/butdergisiPinterest Sayfamız: www.pinterest.com/butdergisiTumblr Sayfamız: butdergisi.tumblr.comGoogle+ Sayfamız: plus.google.com/+BütDergisibütdergisi

Sosyal Hesaplarımız

Büt Dergisi’ne duyuru yollayın!

Page 8: Büt Dergisi sayı 12

Sinema

-Müge GÜ[email protected]

Bölümü hazırlayan:

Türkçesi “Mahkumlar” olarak çevrilen Prisoners Kanadalı senarist ve yö-netmen Denis Villeneuve yönetmenliğinde başr-olde X-Man filminden de tanıyacağımız Hugh Jack-man oynuyor. Hugh Jack-man yanı sıra Jake Gyl-lenhaal, Paul Dano gibi kaliteli oyuncu kadrosuy-la Kanadalı yönetmen Denis Villeneuve iyi bir iş çıkarmış ortaya...

yılının son haftası sinemalara misafir olacak olan Prisoners Kanadalı senarist ve yönet-men Denis Villeneuve’nin dördüncü filmi olarak seyirci-yle buluşacak. Yönetmenin daha önce çektiği filmlerden biri “Polytechnique” 6 aralık 1989 yılında Montreal’de mühendislik okulu Ecole Polytechnique’ye girerek 14 bayan öğrenciyi öldüren ve bunu yaparken kadınlardan nefret ettiğini haykıran 25 yaşındaki misogynist(kadın düşmanı) Marc Lepine’nin hayat hikayesini anlatıyor. Görgü tanıklarının ifadesi ile güçlenen ve siyah beyaz çekilen film oldukça sarsıcı bir yapıt olma özelliği taşıyor. Film özellikle Kanada’da oldukça yüksek hasılat elde et-miştir. 2009’da çekilen Polytechnique 2010 yapımı “İçim-deki Yangın” takip eder. Bol ödüllü bir tiyatro oyununu

2003

Aralık Sayısı Sayfa: 8

Page 9: Büt Dergisi sayı 12

Aralık Sayısı Sayfa: 9

beyazperdeye uyarlayan yönetmen yine iste-diği ilgiyi çekerek ticari kaygı duymadan bir dramda daha başarıya imza atmıştır. 1956 yılın-da Mısır ile İsrail arasında Süveyş Kanalı sebebi ile gelişen çatışmaların anlatıldığı 3.filmde yö-netmenin başarı çıtasını oldukça yükseltmiştir. Böylelikle Prisoners’e olan ilgi ve beklentinin ne derece yüksek olduğunu anlayabiliriz.

Başrolde Hugh Jackman var

Başrolde Hugh Jackman’ı izleyeceğimiz için oldukça heyecan duyan bir kitle içindeydim açıkçası. Kendine has yüz mimikleri ile bugüne dek bizi maceradan macera taşıyan ve bana göre son derece iyi bir oyuncu olan aktörü bir dramda başrolde görmek her zaman rastlayabileceğimiz türden bir şey değil üstelik. Keller Dover rolünde yer alan Jackman son derece sevgi dolu bir baba olarak karşımıza çıkıyor. Film boyunca onu izlerk-en bir tarafınız ona sonuna dek hak verirken bir tarafınız bu kadar ileriye gidebilir miydim demek-ten alıkoyamıyor kendini. Van Helsing’de hafızalara kazınıp X-Man serisi ile gönüllere taht kuran Jack-man karakter oyuncusu olma yolunda hızla iler-liyor. Rolünün hakkını tamamen veren usta aktör özel hayatında son dönemlerde sağlık sorunları nedeni ile sıkıntılı günler yaşıyor. Deri kanseri teşhisi koyulan Jackman ufak bir operasyonda geçirdi. Sev-enlerini bu kötü haberle üzüntüye boğan aktör iyi olduğunu ve bunu yenebileceğini söyleyerek herkese güç veriyor.

Takıntılı Bir Dedektif Jake Gyllenhaal

Psikoloji dram ve geri- limin iç içe geçtiği bu suç filminde Jackman’a Jake Gyllenhaal eşlik ediyor. İşine takıntılı bir dedektif rolünde izleye- ceğimiz Gyllenhaal yö- netmen bir baba ve senarist bir annenin ço- cuğu. Kendini ilk olarak 2001 yılında bilimkur-

gu ve korku sev-erler için ayrı bir yere sahip Donnie Darko’da göstermiş olduğu performansı ile kanıtlayan oyun-cu “Yarından Son-ra” filmi ile yerini perçinlemiş oldu. Yine 2005 yapımı ve dönemin en çarpıcı ve konuşulan film-lerinden biri olan “Brokeback Dağı” oyuncunun kariyer zirvesi oldu. Film o kadar gerçekçiydi ki filmi izleyenler genç aktöre biseksüel yakıştırması yaptı. Bunu yalanlayan oyuncu böyle bir şey olsa saklamayacağını dile ge-

Sinema

Filmden Notlar

Filmin türü; Dram, Gerilim, Suç.

Oyuncular: Hugh Jackman , Jake Gyllenhaal , Maria Bello , Ter-rence Howard , Viola Davis.

Filimin senaryosunu Aaron Guz-ikowski kaleme aldı.

ABD’de vizyona girdikten son-ra haftasonu boyunca 21 milyon dolar hasılat yaparak gişede birinci oldu.

Dünya ünlü film değerlendirme sitedi İMDB’den 8,1 puan aldı.

Page 10: Büt Dergisi sayı 12

Sinema

tirmiş ve pek çok kişinin takdirini kazanmıştır. Canlandırdığı tüm karakterlerde özel bir iz bırakan Gyllenhaal’ın özellikle Jackman’la ikili sahneler-inde oldukça başarılı olduğunu söyleyebilirim.

Ve tartışmasız bence filmin en iyi oyuncularından bir diğeri üstlendiği rolle adeta bütünleşen Paul Dano. Dano’yu izlerken anlatılmaz bir ikileme düşüyorsunuz. Film boyunca yer aldığı sahnelerde suçlu mu yoksa masum mu diye defalarca fikir değiştiriyorsunuz. Bu güne dek 28 filmde rol alan oyuncu kariyerinde emin adımlarla ve sağlam iler-liyor.

Uzun Soluklu Tansiyonu Yüksek

Film boyunca erkek karakterlerin tartışmasız ağırlığı hissedilse de benim özellikle “Gizli Pencere” filminde sergilediği performansla sevdiğim Maria Bellonun’da hakkını yememe taraftarıyım. Çaresiz bir anne rolünde göz dolduran oyuncu yer yer pasif kalsa da film bütünlüğünde bir yapboz parçası kadar değerli. Uzun süreli filmlerde sıkılmak gibi yaygın bir sorun olsa da Prisoners bunu içinde aşmış bir film. Sürekli bir kovalamaca dan ziyade düşünmenize zaman tanıyan uzun soluklu ve tan-siyonu yüksek bir yapım. Hugh Jackman’ı adal-eti ve kızını arayan bir babaya, Jake Gyllenhaal’ı işini kişiselleştiren dikkatli ve hırslı bir dedektife Paul Dano’yu gözaltına alınan ilginç bir şüpheliye dönüştüren bu farklı filmin konusuna gelince;

Filmin Konusu

Şükran günü bir araya gelen 2 ailenin küçük kı-zları kısa bir süreliğine evden çıkar ancak geri dön-mezler. Kızlarını merak eden aileler panik içinde onları aramaya çıkar ancak ellerine geçen tek bil-gi son görüldükleri yerin bir karavan olduğudur. Polisler tarafından göz altına alınan karavan şoförü 10 yaş zekasına sahiptir. Acaba küçük kızlar nere-dedir? Olayların ardındaki korkunç sır nedir? Polisi yeterli bulmayan bir babanın saniyelerle yarışını soluksuz izlerken, bir dedektifin tüm bu olayların üstündeki sır perdesini nasıl aydınlattığına tanık olacaksınız. Hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığını görecek, madalyonun arka yüzüyle karşılaşmaya hazır olup olmadığınıza karar vermek zorunda kal-acaksınız.

Eksiklikler yok mu dersekelbette var. Zaman zaman rahatsız edici şiddet sahne-leri bu türden hoşlanma-yanlar için biraz ağır kaça-bilir. Film boyunca birkaç yerde neler olduğunu önce-den sezebiliyorsunuz. Be-nim gibi gizemli film seven-ler için buda eksi bir not olarak düşürülebilir. Acele-ci ve sonuca hemen varmak isteyen kişilerdenseniz bufilm size oldukça uzatılmış gibi gelebilir. Ancak “Gizem-li Nehir” tarzı filmlerden hoşlanan kişilere son dere-ce doyurucu gelecek bir film olduğunu söyleyebili-rim. Konu sıradan gibi gö-rünse de izlediğinizde ya-kaladığınız nüanslar yanı-ldığınızı göstermeye yete-cektir.

Özellikle final sahnesiyle tam on ikiden vuran film 2,5 saatinizi alıp size olduk-ça farklı bir bakış açısı bıra-kıyor.

Son dönemlerde milyon dolarlar yatırılıp yapılan ancak gişede elde kalan filmlerin arasından sıyrılacağına emin olabileceğiniz bir film Prison-ers. Senaryo sıkıntısı çeken ve genellikle en önemli kaygısı ticari kazanç olan Hollywood gibi azgın bir okyanusta kaptan köşkünde Kanadalı bir yönet-menle yola çıkmaya hazır mısınız ? Şimdiden iyi yolculuklar.

Hugh Jackman’ın Kazandığı ödüller

Sefiller filmindeki performansı 2013’te ona En İyi Aktör dalında ilk Akademi Ödülü adaylığını ve Müzikal veya Komedi dalında En İyi Aktör dalında Altın Küre ödülünü kazandırdı.

Ayrıca şarkıcı, dansçı ve sahne müzikali oyuncusu olan aktör The Boy from Oz’daki rolüyle Tony Ödülü’de kazandı.

Open Salon Jackman’ı Kasım 2008’de yaşayan en seksi erkeklerden biri seçti.

Aynı ayda People dergisi tarafından “Yaşayan En Seksi Erkek” olarak seçildi.

Üç kere Tony Ödülleri’nde sunuculuk yapıp bunlardan birindeki performansıyla Emmy Ödülü kazandı.

2012’nin Aralık ayında Holly-wood Şöhretler Bulvarı’nda bir yıldızla onurlandırıldı.

Aralık Sayısı Sayfa: 10

Page 11: Büt Dergisi sayı 12

Film ÖneriKaranlık Dokunuş

Tür: Korku Gerilim Vizyon Tarihi: 04.01.2014Yapım: Fransa ,İrlanda,İsveçIMDB Puanı: 4.8 / 10Senarist: Marina De VanYönetmen: Marina De Van Oyuncular: Missy Keating, Marcella Plunkett,Padraic Delaney,Konu; Neve ailesi ile birlikte İrlanda’nın uzak ve sakin bir kasabasında yaşamak-tadır. Dıştan bakıldığında her şey son derece normaldir. Taa ki yağmurlu bir gecede Neve koşarak yakınlarda yaşayan Nat ve Lucas çiftinin evlerine gelene dek. Olayın ardından Neve’in anne ve babası son derece korkunç bir cinayete kurban gider. Bir anda dünyada tek başına kalan küçük kız Nat ve Lucas tarafından geçici süre koruma altına alınır. Büyük bir travma atlatan Neve kendine hiçbir şekilde kimseyi dokun-durmamakta ve yaşadığı aile ve ortama uyum sağlayamamaktadır. Tüm bunların yanında ailesine olanların tek tanığı olan küçük kız anlattıklarıyla kimseyi kendine inandırmayı da başaramıyordur. Anne ve babasını kim, neden öldürmüştür?, Neve neden kimsenin ona temas etmesini istemiyordur?, Neve neden evdeki eşyaları suçluyordur? Bu sorularla başlayan merakınız film ilerledikçe artacak ve cevaplar onları buldukça sizi derinden

sarsacaktır. Özellikle korku ve gerilim sinemasında son yıllarda oldukça ilerleme kaydeden ortak yapımlardan biri daha karşımızda. Yönetmeni tarafından kaleme alınan senaryo oldukça yaygın bir soruna dikkat çekmekte. Ahım şahım sahneler beklentiniz-in olmaması konusunda uyarabilirim sizi. Filmin finali biraz farklı olabilirdi diye düşünmekten alıkoyamıyor insan kendini. Ama geneline baktığımızda Karanlık Dokunuşta istenilen oluyor ve film bittikten sonra dokunulan yer sızlıyor. Neresi mi? Vicdanınız...

Kurtlarla DansTür: DramVizyon Tarihi: 1990Yapım: İngiltere, ABDİMBD Puanı: 8,0 / 10Yönetmen: Kevin CostnerOyuncular: Kevin Costner,Mary McDonnell,Graham Greene,Tom EverettKonu: Amerikalı yazar Michael Blake’in 4 eserinden biri olan ve aynı ismi taşıyan “Kurtlarla Dans” kitabından uyarlanan film Amerika iç savaşının ardından Dakota’da bir sınır kar-akoluna atanan teğmen Dunbar’ın kendini sorgulamasıyla başlayan öyküsünü anlatmakta. Karakolda geçen sürede, başlarda yanına yaklaşmaya korkan bir kurdun güvenini kazanan Dunbar onunla arkadaş olmayı başarır. Bu sayede kendini Kızılderililerin saflık, dostluk ve birlikten oluşan dünyalarında bulur. Bu bilmediği ortamda yıllarca kendine öğretilenleri, düzeni ve politik görüşlerini yeniden şekillendirmeye başlayan teğmen gerçek aşkı da bu-rada bulduğunda hayatının geri kalanını ona diretilen doğru yerine gerçekte doğru olanı korumaya adar. Böylelikle sözde biten savaş onun ve Kızılderili dostlarının özgürlük savaşı-na döner. 7 Dalda Oscar kazanan film aynı zamanda 19 milyon dolara çekilip yaklaşık 425 milyon hasılat edinerek gişe rekortmeni olmuştur. Film türünün en önemli örneklerinden biri olup Amerika’nın “biz kahramanız” dayatmasını da yerle bir ederek haklıya hakkını teslim edebi-lecek cüreti gösteriyor.

Öncelikle film yaklaşık 4 saat. Bu başta ben dahil pek çok izleyiciyi korkutan bir süre. En önemli kaygı ise ya değmezse oluyor. An-cak şunu söyleyebilirim Kevin Costner’ın bana göre gelmiş en iyi performansı Teğmen Dunbar. Atmosferi, diyalogları ve en önemlisi Kızılderilileri birer kafatası avcısı gibi görmeyeceğiniz filmde belki de ilk kez soluk benizli olmanın bir ayrıcalık olmadığını hayatta en önemli şeyin insanların içindeki iyilik ve sevgi olduğunu anlatıyor. Derisinin rengi ne olursa olsun insan olmanın aynı yollardan geçtiği bu filmde silaha çiçek uzatan bir ırkın, destansı öyküsünü izleyecek ve onlara yapılan kötülüklere inanamayacaksınız. Gerçek vahşetin bu yemyeşil çayırlarda yaşayan sözde barbarlar yerine güya medeniyet sahibi hırslı ve gözü dönmüş Amerikalıların yaptığını görünce gerçek canavarın kim olduğunu sorgulayacak ve bunu yaparken o dört saatin nasıl geçtiğini anlamayacaksınız.

Aralık Sayısı Sayfa: 11

Page 12: Büt Dergisi sayı 12

Röportaj

-Ulya ALTINTAŞ[email protected] -

Röportaj:

Unutulmaz dizisinin müziklerini seslendirerek daha geniş kitlel-ere ulaşan Halil Kurt yeni albüm çalışmaları öncesinde stüdyonun kapısını bizler için açtı. Yeni al-bümle ilgili çok güzel sürprizleri olan genç sanatçı, sevenleri için yine güzel şarkılar seslendirecek.

eni yılda piyasaya çıkması beklenen eserler ini hazırlamak için titizlikle uğraşan Halil Kurt, oldukça heyecanlı, biz de sizler için mer-ak edilenleri sorduk, sonra duyduk duymadık demeyin diye… Unutmadan ufak bir not daha, Halil Kurt çok mütevazı bir o kadar da neşeli bir sanatçı. Bol kahkahalı güzel bir müzik sohbeti gerçekleştirdik, umarım siz de keyifle okursunuz.

Müzik hepimiz için bir şeyler ifade eder. Hatta bir şeyleri ifade etmeye çekinirseniz size yardım-cı olan yine müziktir… İçten gelen bir öksürük gibidir. Kiminin boğazını düğümler, kiminin

Y

Unutulmaz şarkıların sanatçısı

Halil Kurt

Aralık Sayısı Sayfa: 12

Page 13: Büt Dergisi sayı 12

Röportaj

sevgisine il-ham olur. Hepimizin bir şeyler bulduğu, derdimize derman olan müzik türl-eri gibi bir de bunları yapan-lar, içimize na-kış gibi işleyen her sözcüğü yaşayarak yazan san-atçılar vardır. Halil Kurt da işte öyle güzel eserler seslendiren genç bir sanatçı. Pek çoğumuz onu “Ağlama Yağmur Gözlüm” diye başlayan “Un-utulmaz” dizisinin film müziğiyle tanıdı. Peki Halil Kurt kendisini nasıl tanımlıyor… “Hayatı müzikle dolu, kendini müziğe adamış ve yapabildiğinin en iyisini yapmaya çalışan bir insanım…”

“10 yaşımdan beri müzikle iç içeyim”

İstanbul Teknik Üniversitesi Türk Müziği Devlet Konservatuarı mezunu olan sanatçı, aslında çok daha önceleri müzikle ilgilen-meye başlamış. “10 yaşımdan beri müzikle iç içeyim. 12-13 yaşımdan itibaren de bunu bir meslek olarak icra etmeye başladım. Ortaokul yıllarımda amatör müzik kurs-larına katıldım ve solfej eğitimi aldım. İl-erledikçe de daha üst yerler de eğitim alma isteği şekillendi ve konservatuarı kazandım üniversite hayatıyla müziği tamamen hayatıma kazandırdım.”

Bazen televizyonlarda Ses San-atçıları’nın röportajlarını dinlerken siz de görmüşsünüzdür. Kimisi eline aldığı su şişesini mikrofon olarak hayal eder. Bazıları ise okul-da ya da arkadaş ortamında ricalarla şarkılar söyler. Halil Kurt’un sesini keşfetmesinin bir hikayesi var mı? “Mesela konuşmayı nasıl öğrendiğimizi hatırlamamak gibi bir şey, yakınlarınız keşfediyor bir şekilde ve siz de

mutlu oluyorsunuz.”

“Gözlem ve deneyim-ler arttıkça başka insanların yerine geçebiliyorsunuz”

Yetenekli sanatçının sahne hayatı üniversite-den önce başlamış. “İlk al-bümü çıkardığım dönem-de de sahne vardı ve o za-man halen öğrenciydim geçen yıl mezun oldum” diyor. Hani ünlü müzis-yen ve opera bestecisi Wag-ner “Müziğin ruhunu aşk-tan başka bir şey anlata-maz” demiş ya, peki HalilKurt şarkılarını genelde kendi hayatındaki duygu dünyası üzerine mi yazıyor yoksa gözlem ağırlıklı şarkılar mı yapıyor… “Her ikisi de diyebilirim. İlk olar-ak yaşadığım şeylere odaklı sözler yazıyor-dum. Daha sonra yani tabir-i caizse işi iler-lettikçe illa ki bir şeyler yaşayayım da şarkı oluşturayım demiyorsunuz. Buna gerek kalmıyor. Gözlem deneyimlerim ve hayatla ilgili birikimim arttıkça başka insanların yerine geçip onların gönlünden yazabiliyor-sunuz, zaten o yüzden insanlar şarkıları dinlerken yaşıyorlar.”

Müziğe olan il-gisi küçük yaşta başlayan sanatçı uzun süre sahne ve müziğe yönelik çeşitli çalışmalarda bulun-du.

2010 yılında ‘’Un-utulmaz’’ adlı ilk albümünü müziksev-erlerle buluşturdu. Albümle aynı adı taşıyan bir televizyon dizisinde, albümdeki şarkılar yer aldı.

Aralık Sayısı Sayfa: 13

Page 14: Büt Dergisi sayı 12

Röportaj

Türkiye de dizilerin pek çoğu geniş bir izleyici kitlesine sahip. Dizilerin izlenme oranlarını büyük oranda etkileyen bir diğer şey de onların müzikleri oluyor. Yapım-cılar özellikle müziklere dik-kat ediyorlar. Diziyle bütünleşen şarkılar seyirciye hitap ediyor. Bir süre önce yayında olan “Unutulmaz” dizisinin hikayesin-de de Halil Kurt şarkıları kullanıldı ve seyirci ta-rafından çok beğenildi. Diziyle popüleritesi arttı diyebilir miyiz? “Unu-tulmazdan sonra popüler oldum mu bunu bilemem, ama kendi açımdan baktığımda gördüğüm şey şu ki daha fazla insanın dün-yasına girebilmem için iyi bir vasıta oldu “ diyor. Ben olsam ısmarlama şarkı yapabilir miydim bilemiyorum. Belki de bu işin ustası olmadığım için öyle düşünüyorum. Bir dizi için ısmarlama şarkı yapmak zor olsa gerek. Halil Kurt “Hissedebiliyorsa ve bir insanın duygu dünyası büyükse, ısmarlama şarkı yapması zor olmuyor. Unutulmaz şarkısının söz ve müziği Sevgili Mustafa Beyazkuş’a aittir ve benim için söz yazarlığı, besteci kimliği’nin dışında bir abi çok değerli bir dosttur. Yeni albümümde de yine kendisiyle çalıştığım için mutluyum.” diyor.

Siz Hissederek Yaparsanız İnsanlar da Hissederek Dinler

Hepimiz yaptığımız çalışmalardan beklenti içine gireriz. Peki başarılı müzisyen ilk albü-

münün beklentile- rine cevap verdiğini söyleyebilir mi? “Hiçbir zaman çok belirgin sınır- larım olmadı. Maksadım her za- man ki gibi yapabi-leceğimin en iyisini yapmaktı. Onu da geri dönüşlerle yaşadım. Dinleyenlerin olumlu tepkileri ve söyledikleri güzel şeyler beni çok mutlu etti. Siz hissederek yaparsanız insanlar da hissederek dinler. Gerisi zaten popülerlikse, bu benim çok da umursadığım bir şey değil. Önemli olan işittiğiniz sözlerin sizi mutlu etmesi. Yeni işler yaptıkça daha fazla insana ulaşıp beklentilerimizi de art-tırabiliriz.”

“Kendimi duygusal şarkılarla sınır-lamıyorum”

“O insan ki içinde müzik duygusu yoktur, kal-bi seslerle rikkate gelmez, duyguları gece gibi karanlıktır.” demiş Shakespeare… İnsanlara hitap eden en güzel sanatlardan biri de müzik, biz de soruyoruz “Şarkıları seçerken nelere dikkat ediyorsunuz?” “Duygusal şarkılar benim çizgime daha yakın, tabii ses rengim ve ses tonuma da uyuyor. Hareketli şarkıları

Halil Kurt çok sevdiği besteci aranjör Mustafa Beyazkuş ile beraber

“Zamanımın büyük çoğunluğu müzikle geçiyor. Müzik dışında-ki vakitlerde doğal güzelliği olan yerlere gitmeyi seviyorum. Sinemayı da seviyorum.”

Aralık Sayısı Sayfa: 14

Page 15: Büt Dergisi sayı 12

Röportaj

da severim, dinlerim de okurum da ama böyle denk geldi. Diziyle paralel yürüdü birazda, özellikle yapılmış bir şey değildi, kendimi yalnızca duygusal şarkılarla sınır-lamıyorum.” “Albüm çalışmalarında şarkıları seçerken tek başınıza mı karar veriyorsunuz?” “Tek başıma karar verdiğim de oluyor ama genel olarak ekip işi.” Müzikle iç içe bir hayatı olan Halil Kurt acaba boş zamanlarında ne yapar? “Evet zamanımın büyük çoğun-luğu müzikle geçiyor. Müzik dışındaki vak-itlerde doğal güzelliği olan yerlere gitmeyi seviyorum. Sinemayı da seviyorum.” Konservatuar kökenli ve küçük yaşlardan iti-baren müzikle ilgilenen genç müzisyen bu işin eğitiminin insana çok şey kazandırdığına in-anıyor. Okuldayken ud çalan, gitar ve piyano eğitimi alan sanatçı, 1 yıldır da klarnetle ilg-ilendiğini söyledi. Hemen arkasından ekliyor “ Enstrümanları iyi çaldığımı söylersem ukalalık etmiş olurum. O kadar güzel san-atçılarımız var ki, ben daha çok yorumcu kişiliğimle ön plandayım. Eğer müzikle ilg-ilenip konservatuar sınavını kazanan ark-adaşlar varsa orada oldukları vakti çok iyi değerlendirsinler; çünkü arkaya baktıkların-da olabildiğince az pişmanlık bırakmaları

gerekir. O yılları bir daha yakalayamıyor-sunuz, okul hayatı zaman zaman sıkıcı da olabiliyor; ama hali hazırda okula devam ediyorken olabildiğince çok bilgi toplama-ya çalışsınlar. O an farkına varamıyoruz. Bende okuldayken tabii sıkıldığım zamanlar oluyordu, uzaklaşmak istiyordum ama hiçbi-ri zararıma değildi ve ne kadar iyi olduk-larını şimdi daha iyi anlıyorum.”

Yeni Albüm Ne Zaman Çıkacak

Yeni albümü bekleyen Halil Kurt sevenlerine bir kez daha hatırlatalım… Yeni albüm yeni yılla birlikte çıkacak. Halil Kurt ve ekibi yaptığı müziğe inandıklarını söylüyorlar ve müzikler-ini daha büyük kitlelere ulaştırmak istiyorlar. “İnsanlar Halil kurt dediği zaman üst düzey en iyi seviyelerde müzik yapan tarzına samimiyetine güvendikleri bir insan olarak beni hatırlamalı. Arka sıralarda değil de ön saflarda yer almak istiyoruz. İlk albümde temeli attık şimdi yıkılmayacak bir bina inşa etmeye çalışıyoruz.”

Halil Kurt’un Facebook Fan sayfası: https://www.facebook.com/pages/Hal-il-Kurt/185220897135

Aralık Sayısı Sayfa: 15

Page 16: Büt Dergisi sayı 12

Tarih

-Vedat TAŞKIN- [email protected]

Bölümü hazırlayan:

Bir önceki yazımızda insanoğlunun su ile etkileşimini sağlayacak teknikler yani gemiciliğin ilk adımlarından bahsetmiştik. Zamanla artan nüfus ihtiyaçları ve yeni arayışları beraberinde getirmiştir. Böylece denizde iktisadi hayat ön plana çıkmaya başlamıştır. Denizde iktisadi hayat öncelikle kısa mesafelerde yerel olar-ak başlamıştır. Zaman içerisinde gemicilik tekniğinin geliştirilmesiyle; ihtiyaç duyulan malzemeleri tedarik etmek maksadıyla, daha uzun mesafelere yolculuk-lar başlamıştır. Bu ilerlemeler kendini ihtiyaç malzemelerine yakın bölgede üsler kurmaya ve akabinde kâr ve yağma amaçlı faaliyetlere yöneltmiştir.

Akdeniz’de Deniz Ticareti

kdeniz’in ilk denizci milletlerinin faaliyetlerini incelediğimizde karşımıza kolonizasyon terimi çıkmak-tadır. Bir kavim ya da bir kent halkının tarımsal veya ticari faaliyetlerde bulun-mak için kendi sınırları dışında elverişli toprakları yurt edinmesine ve bu sürece “kolonizasyon” denilmektedir. Koloni faaliyetlerinin oluşmasında tarımsal ihti-yaçlar ve ticari nedenler dışında; düşman tarafından bozguna uğratılma, komşu-larıyla geçimsizlik, yoğun nüfus artışı, maden yataklarına sahip olma gibi sebep-lerde vardır.

Kolonizasyon hareketlerini en etkili olarak Yunan ve Fenike unsurları uygu-ladılar. İspanya, Fransa’nın güney kıyıları,

A

Yunan Kolonizasyonu’nu gösteren harita

Aralık Sayısı Sayfa: 16

Page 17: Büt Dergisi sayı 12

İtalya, Sicilya, Sardinya Adası, Ko-rkisa Adası, Kuzey Afrika, Anadolu, Kırım, Kafkasya gibi alanlara koloni faaliyetleriyle yayıldılar.

Büyük Çaplı Ticaret Ağı Kuruluyor

Kurulan koloniler aracılığıyla geniş bir alan yayılmış olarak büyük çaplı ticaret ağı oluşturulmuştur. Koloniler kurarak hammadde, gıda türü ihti-yaçları giderilmiş; fazlalık duruma gelen nüfusa yeni bölgeler açılmıştır. Bazı kolonilerin kurulduğu bölgeler-in stratejik öneme sahip olması siyasi bir avantajda sağlamıştır.

Egeli denizcilerin en eskilerin-den olan Minoslular, çok eski örneklerden biridir. Minos uygar-lığının merkezi Girit adasıdır. Bu uygarlığa araştırmacılar Yunan mitolojisinde Zeus’un oğlu ve Gir-it kralı olan Minos’tan dolayı bu adı vermişlerdir. İlk olarak Girit etrafında ticari ve siyasi yayılım gösterdiler. Mısır, Sicilya ve Levant bölgeleriyle ticari ilişkilerde bulun-muşlardır. Gelişmiş bir kültüre sahi-plerdir. Ayrıca yaptıkları geniş ticaret ağıyla oldukça zengindirler. Yalnız oluşan doğal afetler onları güçsüz düşürmüş, tüm etkinliklerini Miken-lilere kaptırmalarına neden olmuştur.

Pazarlar Genişliyor

Mikenler, Minoslardan devraldıkları ticaret yolları, ele geçirdikleri koloniler ve pazarları daha da genişlettiler. Genel olarak Akdeniz’in kuzeyi ve uzantılarında etkiliydiler. Bu doğrultuda Güney İt-alya, Sicilya, Batı Anadolu, Karadeniz ve Levant kıyılarında etkili oldular. Ticaretin yanında temasta bulunduk-ları halklar zayıf ve verimli kaynak-lara sahip ise bölgede kolonizasyon faaliyetlerine girişmişlerdir. Eğer halk güçlü ise sadece ticari ilişkilerde bulunmuşlardır. Ticari ürünlerde

metal, kereste, tuz, seramik ve süs eşy-aları gibi ürünleri kullandılar.

Yunanistan’da gerçekleşen nüfus hareketleri sonucu Miken Krallığı MÖ 12. yüzyıl civarında çökmüştür. Bu çöküş sonucunda ortaya çıkan siyasi ve ticari boşlukta Yunan şehir devletleri ve Fenikeliler ön plana çıkarak; Mikenlerin, Minoslarla münasebetlerinde olduğu gibi, ticaret yollarını kontrole alıp, geliştirmişler-dir.

Akdeniz’de Mikenlerden sonra kon-trol genel olarak Fenikeliler ve Yunan şehir devletlerine geçmiştir. Bunların yanında Etrüksleri de görmekteyiz. Etrüksler MÖ 7. yüzyıldan MÖ 4. yüzyıla kadar Batı Akdeniz’in orta ve kuzey kesimlerini ellerinde tutmayı başarmışlardır.

Fenikelilerde Deniz Ticareti

Alfabeleri ve denizcilikleriyle dikkati çekmiş olan Fenikelilerin, ilk çıkış yerleri Byblos, Sidon ve Ty-ros gibi şehirleri içinde barındıran bugünkü Lübnan yakınlarıdır. Den-ize yakın oluşları ve tarım alanlarının azlığı onları arayışlara itmiştir. Bu doğrultu da deniz aşırı yerleşim girişimlerinde bulunmuşlardır.Mikenlerin etkilerini yitirmeleri, on-lara daha rahat bir hareket etme im-kânı sağladı. Genellikle Akdeniz’in batı, güney ve güneybatı alanında aktif olmuşlar ve yerleşme faaliyetler-inde bulunmuşlardır. Cebelitarık, Cadiz, Fas kıyıları, Kartaca, Sici-lya’nın batısı, Balear Adaları, Sardin-ya Adası gibi bölgelerde; ilk etapta üs ve karakol hatları kurdular. Daha sonra bu yerler gelişerek kolonilere dönüştüler.

Homeros, Odys-seia’da İtake Kralı Odysseus’un sadıkdomuz çobanı Eumaios’un hayatı-ndan bahsederken Batıdaki bir adadan çocuk yaşta Fenike-liler tarafından kaç-ırıldığını bize aktar-maktadır. İtake’nin Yunanistan’ın batısı-nda kalan Batı Yu-nan adalarından bi-ri olduğu bilinmek-tedir. Böylece Hom-eros’un verdiği bu bilgiyle bize Fenikelilerin yayılma alanlarına dair bir ipucu vermekte-dir.

Doğal Kaynaklar Bakımından Zengin Ülkeler...

Fenikeliler, Sardinya’nın maden ocakları, Afrika’nın değerli taşları ve İspanya’nın değerli metallerini yoğun olarak kullanmışlardır. Fenikeliler ticari ilişkileri yürütme açısından en başta Yunanlılar, ayrıca Etrüksler, İtalik halklar, Libyalılar ve İberliler için güçlü bir model oluşturdular ve aynı zamanda kültürel modellerin, sosyal kurumların ve haliyle bütün bir hayat tarzının yayılmasına katkı-da bulundular. Lüks malların yayılışı doğal kaynaklar bakımından zengin ülkelerden alınan hammaddelere, özellikle metallere dayalı alışverişle yakından bağlantılı birçok karmaşık

Deniz Ticareti Yapan Devletler

İnsanların den-iz üstünde kalmayı başardıktan sonra bu tecrübelerini ti-carette de kullanamaya başladır. Akdeniz’de ticaret yapan ve denz-cilikte ön plana çıkan milletlerin başlıcaları şunlardır:

Minos, Miken, İon, Fenike, Yunan

Miletos şehrinden kalıntılar

Tarih

Aralık Sayısı Sayfa: 17

Page 18: Büt Dergisi sayı 12

kanal aracılığıyla gerçekleşti.

Fenikeliler ticarette birçok ürün kullandılar. Bunlar arasında metal, fildişi, tunç, gümüş, altın gibi mal-zemeler, mobilya, el arabası, şişeler, çanak-çömlek, süs eşyaları, yağ, şarap, kereste ön plana çıkmış olan-larıdır. Fenikeliler temasa girdikleri toplumların, lüks mal ihtiyaçlarını karşılamaları; bu elit kesimlerin Doğu’ya has unsurlarla kaynaşmasını sağlamıştır. Fenikelerin koloniler aracılığıyla yürüttükleri faaliyetler; Kartaca’nın Roma’ya karşı düşmesi ile son bulmuş ve bağımsız bir Feni-ke devleti kalmamıştır.

İonlar, Dor göçünden etkilenerek Batı Anadolu’nun orta kemsine yer-leştiler. “On iki İon kenti” Panionion (İonlar Birliği) çatısı altında bir birlik oluşturmuşlardı. Dinsel ve siyas-al nitelikli bu birliğin toplantı yeri Priene topraklarında olup bugünkü Güzelçamlı mevkiindeydi. Birliğin, üye kentlerin bağımsızlığını kısıt-layıcı bir politikası yoktu.

İon deniz tüccarları Mısır ve Karad-eniz’de etkili olmuşlardır. Miletos ve Samos ön plana çıkan İon kentleri olmuşlardır. Miletos’un deniz gücü bakımından ulaştığı büyük başarı, İonia Yunanlılarının temel önemdeki birincil mallara ulaşmak için Ege’yi rahatça aşmasını sağladı. Kırım ve Sarmatia ovasından gelen değer-li tahılın artık bu bölge üzerinden taşınması, Trakya, Kırım ve Kaf-kasya’yı birbirlerine bağlayan Karad-eniz ticareti için gerekli zemini hazır-ladı, asıl Yunanistan kentlerinde gıda tedarikinin kolay olmamasından dolayı, bu bağlantı klasik Hellenistik ve haliyle Bizans dönemlerinde özel bir önem kazandı.

Solon Reformları

İonlar, Akdeniz ticaretinde etkin olmalarına karşın bir süre sonra Doğudan gelen Pers istilası sonu-

cunda bu etkilerini yitirdiler. Ortaya çıkan boşlukta Atina kendini diğer Yunan şehir devletlerine göre ön plana çıkarmayı başarmıştır. Bunda yapılan reformların ve toplumsal alanda yapılan iyileştirme faaliyetler-inin de etkisi olmuştur. Örneğin Perslerin İonları istilasına yakın bir tarihte; MÖ 6. yüzyıl başlarında Atinalı soylu devlet adamı Solon’un yaptıkları gibi. Solon’un reform-larından ticarete yön verme amacı olan:

Euboia Ağırlık Sistemi

Atina’nın ekonomik sorunlarla karşı karşıya kalmaması için, o zaman değin sikke basmada kullanılan Atti-ka ağırlık ve ölçü sisteminin yerine, daha elverişli olan Euboia ağırlık sistemini getirmiş; ülkenin gereksini-mi doğrultusunda, zeytinyağı dışında diğer tarım ürünlerinin ihracını yas-aklamıştır. Çünkü Atina’da zeytinyağı üretimi çok fazlaydı ve bu fazlalığın iç piyasa da tutulması gereksizdi; ayrıca diğer ihraç mallarının Attika dışında, Attika’da olduğundan daha yüksek fiyatla satılmasının önüne geçilmesi amaçlanmıştı.

Bu gibi atılımcı hamleler Atina’yı güçlü, lider konuma taşımada birer basamak olmuştur. Ticari ve siyasi alanda attıkları adımlardan son-ra; Doğudan gelen Pers istilasına karşı yaptıkları mücadele de lider konuma taşımıştır. Diğer Yunan şehir devletlerini yanına çekmeye başlamıştır. Delos Deniz birliği ile öncü rolünü pekiştirmişlerdir. Hatta kendi sikkelerinin kullanılması gibi kararlar çıkarmaları, birliğin hazine-sini kontrol etmeleri ne kadar etkili olduğunu gösterir bir durumdur. Siyasi mücadele içte Sparta şehir devletinin öncülük ettiği Pelopon-nesos birliğine, dışta ise Pers impar-atorluğuna karşı olmuştur. Akdeniz Ege ve Karadeniz’de üstünlük mü-cadeleleri meydana gelmiştir. Bu mücadeleler Makedonya Kralı Büyük

İskender’in Doğu seferine çıkarak, Pers İmparatorluğuna son verme-siyle Hellenistik döneme geçilerek son verilmiştir. Yalnız bundan sonra Hellenistik Krallıklar arasında mü-cadeleler başladığı görülmüştür.

Kartaca Devleti’nin Varlığı

Doğu ağırlıklı mücadeleler yaşanırk-en Akdeniz’in batı ve orta kesim-lerinde değişmeler olmuştur. Tiran Denizi’nde Etrüks üstünlüğüne Sic-ilya’da bulunan Syracuse şehir dev-leti son vermeyi başarmıştır. Ayrıca Kuzey Afrika’da bir Fenike üssünden büyük bir güç açığa çıkmıştır. Bu Kartaca Devleti’dir. Kartaca ise çıkarları gereği Sicilya’ya saldırılar-da bulunmuş ve adanın orta ve batı kısmını eline geçirmiştir.

Su yüzeyinde kalma konusunda atılan önemli adımlar, zaman-la geliştirilip üstünlük sağlama ve olağanca hakimiyeti yayma mü-cadelesi başlatmıştır. Bu doğrultuda bazı denizci milletler sıyrılıp öne çıktıklarını gördük. Yunan ve Fenike gibi uluslar başarılı olsalar dahi tek elden hakimiyeti kuramamışlardır.

Coğrafi keşiflere kadar dünyanın en önemli denizcilik faaliyetlerinin kalbi olarak Akdeniz karşımıza çıkmıştır. Çalışmamızda Akdeniz’de denizcilik alanında kayda değer şekilde başarı sergilemiş bazı ulus ve devletlere yer vererek; başarılarını anımsatmaya çalıştık. Umarım ilginizi canlı tutar.

Homeros’un ünlü destanlarından biri olan Odysseia’da geçen Sirenler’in temsil edildiği bir vazo.

Tarih

Page 19: Büt Dergisi sayı 12

-Serap Kamacı- [email protected]

Bölümü hazırlayan:Portre

Halıya Basma Laaaağğnn

Nejat Uygur, gülmeyi ve güldürmeyi çok seven bir tiyatro ad-amıydı. Nejat Uygur, Türk Tiyatro Tari-hi’nde hiç kuşkusuz adını ölümsüzleştiren-ler arasında yer aldı. 18 Kasım günü ti-yatro duayeni Devlet Sanatçısı Nejat Uy-gur, tedavi gördüğü hastanede yaşamını yitirdi. Miras olarak da tüm sevdiklerine kocaman kahkahalar bıraktı...

ürk Tiyatro Tarihi’nin en büyük ustalarından birisi olan

Nejat Uygur, 1927 yılında Ki-lis’de başlayan yaşam sahnesine 18 Kasım günü İstanbul’da veda ederek, perdesini son kez seyir-cilerine kapattı. Çocukluğundan

T

Yakında zamanda kaybetiğimiz Usta Tiyatro Oyuncusu Nejat Uygur Anısına...

Aralık Sayısı Sayfa: 19

Page 20: Büt Dergisi sayı 12

beri gemici olmak ist-eyen ancak daha sonra gönlünü tiyatro sahne-lerine kaptıran Nejat Uygur, 2007 yılına ka-dar sahnelerden inme-di. Onun tiyatroya olan aşkı aslında insanları güldürmeye olan tutk-usunun bir sonucuydu. Bu tutkuyla insanların gönlünde ayrı bir yer edinen Nejat Uygur, Türk Tiyatro Tarihi’nde hiç kuşkusuz adını ölümsüzleştirerek aramızdan ay-rıldı. Nejat Uygur, insanları güldürme tutukusuna bir şiirinde şöyle yer vermişti;

Bir gün gelecek tiyatronun zilleri susacakTiyatronun ışıkları sönecek

Tiyatro perdesi bir daha açılmamacasına üstüme kapanacak

Hiç üzülmeyin seyircilerimSöz veriyorum sizlere

dertlerinizi ben götüreceğimKahkahalar sizlere kalacak

13 yıllık Anadolu Turnesi

Tiyatroya ve güldürmeye olan tutkusunda Nejat Uygur, hem sahnede hem de hayatta yalnız değil-di. Nejat Uygur’un 1950 yılında dünya evine gird-iği Necla Uygur, hayat arkadaşı ile birlikte, aynı tiyatro sahnesinde aynı amaç uğruna oyunlarını sergiledi. Uygur çifti, 13 yıllık Anadolu turneler-iyle bu tutkularını insanlara ulaştırdılar. 13 yıl süren turne süresince Nejat ve Necla çiftinin, 5 erkek çocuğu dünyaya geldi. Tiyatrocu çiftin 5 çocuğundan Süheyl ve Behzat, Nejat Uygur’un tabiriyle ‘’armut ağacının dibine düşmüş” misa-li anne ve babalarının izinde giderek tiyatroya gönül verdiler. Ve Nejat Uygur’un büyük aşkla çıktığı tiyatro sahnesinde son sergilediği oyun Zamsalak adlı oyunuydu. O oyunundan sonra 10 Eylül 2007 yılında geçirdiği rahatsızlıktan sonra sol tarafı felç olan usta oyuncu mecburen veda etmek zorunda kaldı, 58 yıldır inmediği sahn-eye. Nejat Uygur, ne sahnedeyken ne de sah-neden koptuktan sonra asla vazgeçmedi tiyatro aşkından. Herkese de bunu öğütledi. Ölümünün üzerinden 7 gün geçmesinin ardından oğlu Beh-zat’ın da söylediği gibi o, ‘’ ne olursa olsun çıkın oyununuzu oynayın’’ diyecek kadar gönül verdi tiyatroya.

Çocukluğumuzda Tiyatroyu Onunla Tanıdık

Tıpkı Süheyl ve Behzat gibi nice gence ışık olacak olan Nejat Uygur, Türk Tiyatrosu’nun ölümsüz isimlerinden biri olarak anılacak hiç şüphesiz. Onun bu vedası onun oyunlarıyla gülen, ona hay-ranlık duyan ya da en az bir kere izley-en herkesi fazlasıyla üzdü. Herkesin, onu en az bir defa izleyen herkesin, onunla ilgili bir anısı vardır diye düşünüyorum. Eminim ki, Nejat Uygur sadece benim değil herkesin zihninde önemli bir yer edinmiştir. Tiyatroyla çok içli dışlı olmayan-lar bile Nejat Uy-gur’un bir defa “halıya basma lannnnnnn” diye bağırışını duy-muş ve zihninde can-ladırmıştır. Belki de benim gibi çoğu insan tiyatroyu çocukluğunda onunla tanımıştır. Belki de bu yüzden büyük ustanın ve-fatı bu kadar etkiledi beni. Ölüm haberini duyduğumda içimin gerçekten acıdığını, gerçekten sanki bizden biri-nin kopup gittiğini hissettim.

Halıya Basma Laaağğnn

Bu vefat haberi beni ço-cukluğuma, onun aklımda kal-an oyununa götürdü. Nejat Uygur’un ilk izlediğim oyunu-

Portre

Nejat ve eşi Necla Uygur’u oğulları (soldan sağa) Behzat, Süheyl, Ahmet, Süha ve Kemal ile görüyor-sunuz...

Nejat Uygur’un sahnelediği oyunlarından bazıları;

-Alo Orası Tımarhane mi?-Cibali Karakolu-Hastane mi? Kestane mi?-Sizinki Can da Bizimki Patlıcan mı?-Son Umudum Milli Pi-yango-Şeyini Şey Ettiğimin Şeyi-Zamsalak

Aralık Sayısı Sayfa: 20

Page 21: Büt Dergisi sayı 12

dur “Param Yok Mehmet” yani izleyenlerin bildiği adıyla “halıya basma lannnnn”. Yanılmıyorsam 5-6 yaşlarındaydım. 90’lı yılların güzel aile or-tamlarından birisi. Çocukluğuma dair çok fazla anı yok zihnimde, en fazla 7-8 anı. Ama gözümün önünde çok net canlanan anılardan birisi Nejat Uygur’un televizyonda yayınlanan oyunları. O yıl-larda Star Tv’de yayınlanan oyunlarından benim izlediğim ilkiydi, Param Yok Mehmet. Özellikle Ramazan ayının, iftar saatlerinde yayınlandığını anımsıyorum. Bugün bile, aradan 10 küsür yıl geçmesine rağmen iftar saatlerinde gelir aklı-ma. O zamanlar iftar sofrasında izlediğim oyun-lar beni tiyatroyla tanıştırmıştı. Ben tiyatronun anlamını Nejat Uygur’dan onu izleyerek öğren-dim. O zamanlar Nejat Uygur sanki benim için bir tiyatrocu, bir ünlü değil de sanki evimizin Nejat Abi’siydi. Evimizden biriydi. Belki birçok insana da böyle hissettirdi, belki birçok çocuğun aklında böyle yer edindi Büyük Usta. Belki de benim gibi birçok çocuk, hatta yetişkin tiyatronun tadına onunla vardı. Nejat Uygur, benim için yüreğiyle oynamak teriminin en büyük örneğiydi. Defalar-ca izlenen sahnelerin sanki ilk kez izleniyor gibi güldürmesi de bunun en büyük kanıtı aslında. O ailesiyle birlikte sergilediği oyunlarda böyle gir-di evlerimize. Yıllar geçtikçe eskimeyen eserler bıraktı arkasında, değerli oyuncu. Tiyatroya, insanlara olan sevgisi onu bu kadar değerli yaptı belkide çoğu insanın gözünde.

Nejat Uygur Dostlarını Görmek İster Ama...

Nejat Uygur’un hafızama kazınan ve eminim ömür boyu da çıkmayacak basında duyduğum haberl-erinden birisi de eski dostlarına olan bağlılığı ile ilgili olan haberidir. Yine geçtiğimiz yıllarda kay-bettiğimiz en az Nejat Uygur kadar değerli du-ayenlerimiz Erol Günaydın ve Gazanfer Özcan’ın ölümüdür. Gazanfer Özcan’ın ölümün ardından duyduğum bir haber. Nejat Uygur dostlarını çok özlemiş ve görmek istemiştir. Ancak ailesi ona

Gazanfer Özcan’ın öldüğü-nü söyleyememiştir. Geçmişi anım-sayan belkide son yıllarında o anılarla yaşayan, o anıları yaşamak iste-yen ve özleyen Nejat Uygur’un bası-na yansıyan bu isteği beni gerçek-ten derinden etkilemişti. Sanırım sözlükteki vefa, dostluk, sevgi, öz-lem tüm bu kelimelerin anlamlandır-ılmış hali bu. Hem tiyatroya hemde dostlarına olan bağlılığı, özlemi onu geçmişe götürmüş; yaşamının son yı-llarında ona bu anıları tekrar yaşat-mış ve o, tekrar o anıların özlemini duymaya başlamıştır. Nejat Uygur, sahnede güldüren, eğlenceli kişiliği-nin yanında bu yanıyla da “Nejat Uygur neden benim için bu kadar farklı?” sorusuna yanıt verdi aslında kendi içim-de. Nejat Uygur’un ölmeden bir süre önce yazdığı ve ölmünden sonra Necla Uygur’un paylaştığı bir şiir yine anlatıyor Büyük Usta’nın içindekileri . Nejat Uygur şöyle diyor şiirinde ;

‘’Biliyorum caminin avlusunda toplanan kalabalık bana değil

Gelen ünlüleri görmek için‘Aa, o da burda, şu da burda!’ deyip

Beni musalla taşında unutanları görüyorumHayatımda ilk defa katıla katıla gülüyorumÇünkü, kırkım dolmadan unutulacağımı bili-

yorum.Yaşlı bir selvi ağacının gölgesinde oturup

Yılların yorgunluğunu çıkarıyorumBirden önümden sırasıyla Nisa’lar, Tolga’lar,

Sadri’lerDaha birçok sanatçılar geçiyor.

Selam veriyorum, hiçbiri görmüyor.

Sesleniyorum: ‘Anne, ben buradayım. Baba, ben buradayım.’

Sesleniyorum ama kimse duymuyor.Eşime sesleniyorum: ‘Nerde benim yamalı el-

biselerim, boyalarım?’Çocuklarım burada beni niye yalnız bıraktınız?

Ağlıyorum, ağlıyorum, ağlıyorum.Günahımla sevabımla Allah’a sığınıyorum’’

Nejat Uygur’un kaleme aldığı bu şiirde şu cümle içini sızlatıyor insanın aslında içten okuyunca “Çünkü, kırkım dolmadan unutulacağımı biliyorum.” Benim için ve eminim benim gibi düşünen çoğu insan için tiyatro-nun ışıkları yandıkça, tiyatro bu ülke de var oldukça unutulmayacak Büyük Usta.

PortreNejat Uygur’un tiyatro yaşamı boyunca aldığı ödüller ;

-2007 - Altın Kelebek TV Yıldızları Yarışması “Ti-yatroya Destek Yılı Özel Ödülü”-2006 - Kemal Sunal Kültür Sanat Ödülü “En İyi Tiyatrocu”-1999 - 22. Avni Dilligil Tiyatro Ödülleri “Belkıs Dilligil Onur Ödülü”- Nejat Uygura 1978 yılında Kültür Bakanlığı tarafından devlet sana-tçısı ünvanı verilmiştir.

Aralık Sayısı Sayfa: 21

Page 22: Büt Dergisi sayı 12

-Müge GÜ[email protected]

Bölümü hazırlayan:Mitoloji

Dolunay’ın Lanetli Ordusu

KURTADAMLAR

Neredeyse her filme konu ol-muş, çoğumuzun haklarında az çok bilgiye sahip olduğu, dolunayla birlikte ortaya çı-kan Kurt Adam sürüsü. Her toplumda haklarında mutlaka bir şeyler çizilmiş, anlatılmış ve resmedilmiştir bu türlerin. Peki ya Türklerin ünlü Oğuz Kağan Destanı’nda Kurt Ad-amlardan bahsedildiğini bili-yor muydunuz?

ündüzleri ışıldayan masmavi gökyüzü, kiremit damlı evleri ve onu sarmalayan dağ etekleri-yle içinizi ısıtan bir ülke Transil-vanya. Geceleri ise puslu yolları, sisli yamaçları ve dolunayı adeta içine hapseden ıssız ormanları ile büyülü bir peri masalının karan-lık bir parçası. Bu yüzden midir bilinmez, tarihte pek çok mitin

doğuş yeri de bu karmaşık ve küçük ülkedir.

Bu ülkede var olan onlarca mitin şüphesiz en yaygın olanlarından biri de Kurt Adamlar. Avlarını yakalamak için hızla koşan kaslı bacaklar, yakaladığında onu adeta parçalamak için dizayn edilmiş pençeler, genellikle

boğazından başlamak üzere avın etini kemiğinden ayırmak için sivri dişlere sahip güçlü çeneler, kurtboğan otuyla sadece güçsüz kılınabilinecek, gümüş dışında hiçbir şeyin kolay kolay zarar veremediği kana susamış efsanevi kadın ve adamlar. Bir insanı tek bir ısırıkla lanetliler dünyasına taşıyan soğuk ve hissiz yaratıklar.

G

Aralık Sayısı Sayfa: 22

Page 23: Büt Dergisi sayı 12

1500’lü yıllardan beri popülerliği önü kesilmez bir hızla yayılan parlak gözlü dolunayın evlatları, Kurtlar.

Kurt Adamlar ve diğerleri...

Genellikle grup halinde oldukları ile ilgili bilgilere rastlanmaktadır. Grupta bir alfa veya alfa çift vardır. Kurt Adamlar bu evrimi geçirdiklerinde pek çok özellikleri kurtlarla örtüşür. Ancak bazı durumlarda tek olan kurt adam-lar uçsuz bucaksız topraklarda hakimiyet sürmüşlerdir. Genel-likle ormanlardan küçük köy ve kasabalara açılan geçitlerde dolunaylı gecelerde ortaya çıkan kana susamış katiller avlarını onlara kaçma fırsatı vermeden yakalayarak öldürürlerdi. 15. ve 16. yüzyıllarda yaklaşık 120 yılda 30.000 üstü kurt adam olayına rastlanıldı. Bunların ba-zıları uydurma veya özenti olsa da açıklanamayan olaylar tarihte aydınlatılmayı bekleyen gerçekler olarak kaldı.

1500’lü yıllarda dünya şuan yaşadığımızdan çok daha farklıy-dı. Hayaletler şafakta kol geziyor-du taşralarda. Vampirler geceleri kana buluyor, cadıların kahka-haları ormanlarda yankılanıyor-du. Kurt adamların homurtuları çoğunluğunu çocukların oluştur-duğu kurbanların tiz çığlıklarını bastırıyordu. İnanmak kolaydı o zamanlar, hatta körü körüne inanmak vardı çıkan her söze mühürlü yasak dudaklardan. İnsanlar için aydınlık ama in-sanlık adına bir o kadar karanlık bu çağlarda her türlü hareket şeytanla anlaşma yapıldığına kanıt olabiliyordu. Adeta adalet görüntüsüne bürünen kanlı mez-bahalarda kurulan kürsülerde binlerce insan idam ediliyor, hayatı güya sorgulama ve acele verilmiş taraflı bir kararla elin-

den alınıyordu. Pek çok psikolo-jik sorun yaşayan insanlar cadı, vampir, kurt adam veya şeytanla anlaşma yapıp ruhunu sattığına inanılıp canlı canlı yakılıyordu. Bugün hala insan o zamanları düşünürken bunu yapan mah-keme görevlilerinin o suçlulardan ne farkı vardı acaba diye kendini sorgulayabiliyor. Tüm bu kar-maşanın içinde insanlar onlara söylenen her şeyi gerçekliğini tartışmadan kabul ederek ideal birer kişi olmaya çalışıyorlardı. Ancak insan beyninin ruhuyla yakınlaştığı bir hendek vardır en derinlerinde. Ve orada hepi-mize şirin gelen bir çocuğun bile sakladığı koskocaman bir karan-lık vardır. İnsan ne kadar evrim geçirirse geçirsin derinlerinde bir yerlerinde içgüdü denilen bir gerçekle var edilmiştir. Doğada bulunan tüm canlılarda olduğu gibi içgüdü insanda da pek bir masum değildir hani. O yüzden bir insan rahatlıkla bir canavara dönüşebilir. Peki bu canavar doğada bilinen en akıllı ve çevik katillerden biriyle birleşirse or-taya ne çıkar?

Kurt Adam Evrimi Başlıyor...

Eğer bir kurt adam tarafından ısırılan bir insan bu yara so-nucu iyileşirse ilk dolunay ile birlikte kurt adama dönüşmeye başlar. Evrim süreci her zaman sancılıdır. Tırnaklar düşer yer-ine pençeler uzar. Omurilikten başlayan farklılık tüm vücudu kaplar. Yüzünde ve vücudunda tüyler çıkmaya başlar. Ağız şekil değiştirir ve öne doğru uzayan çenede avını parçalayıp lokma lokma yutmasını sağlayacak 42 diş çıkar. Kurt adamlar çok güçlü canlılardır. Genellikle içgüdüsel olarak en huzurlu olacakları yere ormana koşarlar. Şafağın sökmesi ve gündüzün geceyi kovalamak için koşmaya başladığı sıralar-

da genellikle çırılçıplak ve kan içinde uyanır insan. Hiçbir şey hatırlamıyordur üstelik elleri ve ağzı kan lekeleri içindedir. Kendi kanı olmadığını anlayan şaşkın insan evine ulaşmak için var gücü ile koşar ve gece ne olduğu ile ilgili gizemin içini kemirmesinin sonucu kabus dolu rüyaların pençesinde günden güne erir.

Oğuz Kağan Destanı’nda Kurt Adamlar

Batı dünyası kadar bizim coğrafyamızda da yer etmiştir bu efsanevi yaratıklar. Türkler yaşadıkları pek çok deneyimleri ve yine duyduklarını destanlar-la sonraki kuşaklara taşımayı seven bir millettir. Oğuz Kağan Destanı’nı bilmeyenimiz yoktur. İşte ondan bir kesit

Türkler “Barak” derlerdi, Kara tüylü köpeğe,

Böyle ad verirlerdi, büyük soylu köpeğe.

Aslında efsaneler, bir köpek anarlardı.

Onu da köpeklerin, atası sayar-lardı.

Bu köpek soylu idi, çok büyük boylu idi,

Av çoban köpekleri, hep onun oğlu idi.

Kuzey-batı Asya’da güya “it-Bar-ak” vardı,

Türklerse iç Asya’da, onlara uzak-lardı.

Basları köpek imiş, vücutları ins-anmış,

Renkleriyse karaymış, sanki Kara seytanmış.

Kadınları güzelmiş, Türklerden kaçmaz imiş,

ilâç sürünürlermiş, ok mızrak bat-maz imiş.

Mitoloji

Aralık Sayısı Sayfa: 23

Page 24: Büt Dergisi sayı 12

Mitoloji

Destanda denilmiş ki, Oğuz-Han yenilmişti.

Bir adaya sığınıp toplanıp derilm-işti.

On yedi sene sonra, Oğuz onları yendi.

Kadınlar yardım etti, orada savaş dindi.

Oğuz bu bölgeleri, “Kıpçak-Beg” e il verdi,

Bunun için Türkler de, oraya “Kıpçak” derdi.

Destanda Kıpçak olarak geçen ye-rin bugünün Transilvanya’sı old-uğunu söyleyerek eminim ki pek çoğumuzu şaşırtabilirim. Destan-da bu canlıların oldukça güçlü oldukları, okların ve mızrakların onları öldüremediğine değinilm-iştir.

Gerçektende efsaneye göre kurt adamları gümüşten başka bir şey ciddi bir şekilde yara-layamaz veya öldüremez. Öyle ki her kültürde bu canavarla savaşan kahramanlar ya gümüş hançerler ya da gümüş kurşunlar kullanmıştır. Bunun dışında bu doğaüstü canlıların yaraları hızlı-ca iyileşir ve ölüm onlara pekte yakın olmayan bir gerçektir. En güçlü inanış bu canlılar bir şekil-de öldürüldüklerinde tekrar insan şekline girdiklerine dairdir. Yüzyıllardır hayal gücümüzle şekil verdiğimiz bu can-lılar gelişen kültür ve sanatla birlikte farklı yor-

umlanmaya başlanmıştır. İlk kurt adam filmlerinde bu lanete yakal-anan insanlar genelde bundan memnun değillerdi . Umutsuzca düştükleri bu korkunç şeyden kurtulmaya çalışıyorlardı. Çoğu kez kurda dönüştüklerini hatır-lamıyor ve ne yaptıklarını bilmi-yorlardı. Dönüşüm başladığında acıyla haykıran sesleri dolunayda parlayan sarı gözleri ile karanlığı yırtan bir ulumaya dönüşüyordu. Ancak hayatta her şey gibi kurt adam filmleri ve hikayeleri de değişim yaşadı.

Sinemada Kurt Adamlar

Günümüz yabancı dizi Dünyas-ında kurt adamları anlatan en güncel dizi Şüphesiz ‘’Teen Wolf’’. Alfa bir kurt adam tarafından ısırılan lise öğrencisi Scott Mc-Call ve arkadaşlarının fantastik maceraları 3 sezondur tam gaz ilerliyor. Artık kur tadamlar daha karizmatik ve çekici hale getirilm-iş durumda. Hatta bunu bir lanet gibi görmek yerine kendilerine bahşedilen bir hediye gibi görm-eye başlamış durumdalar. Ölesiye dayak yeseler de hızla iyileşen dolunayda özgürce ormanlarda gezinen yeni nesil kurt adamlar aynı zamanda kendilerini kontrol edebilmeyi de öğrenmiş durum-dalar.

Fantastik dizi dünyası kadar beyaz perde de kendilerine sağlam yer kazanan kurt adamlar ile ilgili ilk çekilen film 1913 yılında kısa metrajlı ama büyük yankılı ‘’Werewolf’’dur. Uzun metraj- lı ‘’Werewolf of London’’ ise bu ilk buluşma- dan tam 22 yıl sonra seyirci ile buluşur. Bu 2 öncü filmde adeta birer canavar olarak tanıtılan kurt adamalar 1941 yılında

çevrilen ‘’The WolfMan’’ de ise çok da-ha farklı ele alınmış veizleyenleri şaşırt-mıştır. Isırılan bir aristokrat olursa bu lanetle nasıl başa çıkar konusunun irdelendiği, içindeki şeytandan daha çok insan yönüne sığınan genç bir adamın kendi-yle savaşını aktaran hikayenin 2010 yılında çekilen tekrarında başrolleri Anthony Hopkins ve Be-nico Del Toro paylaşmıştır. Küçük dokunuşlarla günümüze uyarla-nan film oldukça başarılı bir yapıt olarak tarihte yerini almıştır.

Romantizm denildiğinde de kurt adamların en iyi temsilcisi şüphe-siz Alacakaranlık serisinde Bel-la’ya karşı hissettiği karşılıksız aşk ile Jacob Black’tir. Bu karakterle kurt adamlar artık daha duygusal ve sevimli bir hale getirilmiş ayrı-ca yine bu film, dizi ve kitaplarda onlar ile aynı yeraltı dünyasını paylaşan vampirlere düşman edilmişlerdir.

Kurt adamlar yarı insan yarı kurt olarak tasvir edilsede zaman zam-an tamamen kurda dönüştükleri de rivayetler arasındadır. Bu keskin dişli dostlarımız artık gözü dönmüş birer canavardan çıkartılarak, içlerindeki gücü kullanmayı öğrenen insanlara çevrilmiştir.

Gecenin karanlığında dolunayın ışığı bir bıçağın kurşuni yüzü gibi yararken ormanı, karanlık köşel-ere sığınan bir çift parlak göz izli-yor olabilir sizi. İçinizdeki şeytan-la boğuşurken siz, keskin ve hüzünlü bir uluma ile döndüre-bilir kabuslar diyarından. Ve kim bilir belki de her şey normaldir ya da bu ritüel anca duvarınıza yansıyan loş gölgelere vuran ara-ba farı kadar gerçektir.

Aralık Sayısı Sayfa: 24

Page 25: Büt Dergisi sayı 12

Bölümü hazırlayan:

Spor

-Efe [email protected]

Teşekkürler Madiba!

Galatasaraylı Emmanuel Eboue ve Didier Drogba’nın takımlarının Elazığspor’a karşı oynadıkları mücadeleden sonra Nelson Mandela ile ilgili giydikleri tişörtleri tribünlere göstermeleri Profesyonel Futbol Disiplin Kurulu’na sevk edildi. Nelson Mandela kimdi? Spor dünyasının en kötü insanı kim seçildi? Vicdan ne diyor?

Page 26: Büt Dergisi sayı 12

Konuya girmeden önce Nelson Mandela’yı sizlere kısaca anlatayım. Kabile büyükleri ona “Madida” is-mini verdi ve bu isimle tanındı. Yıllarca halkın tamamının temsil edilmediği ve sadece beyazların temsil edildiği parlamentonun çık-ardığı kanunlara uymak zorunda olmadığını savundu. Beyaz yönetim tarafından 1964’te ömür boyu hapis cezasına çarptırıldı. Haksızlıklara karşı duruşuyla, ırk ayrımına karşı mücadele eden Afrikalı siyahların simgesi oldu. Irkçılıkla mücadelenin dünyada yoğunlaşmaya başladığı 90’lı yıllarda 71 yaşında serbest bırakıldı. Özgür kaldıktan sonra demokratik bir Güney Afrika kur-mak istedi ve bunu başardı. 1994 yılında Güney Afrika’nın ilk siyahi başkanı oldu.

Siyahi ırkın yaşam alanı olan Af-rika’da ilk siyahi başkanın 1994’te onun çabalarıyla çıkması ve Madi-ba’nın Irak, Afganistan vb. ülkelere çektirdiği acılarla terörist ülke olar-ak nitelendirebileceğimiz Amerika Birleşik Devleti’nin 2008 yılına kadar terör listesinde bulunması bizi ağlatırken düşündürüyor. Yok-sulların babası olan ve haksızlığa karşı duruşuyla adını tarihe yazdıran bu cesur adam, 5 Aralık 2013 tari-hinde hayata gözlerini yumdu. Bu yazının konusu da ne yazık ki onun ölümünün ardından gelişenlerle oluşmaya başladı.

Vicdan PFDK’ya Sevk Edildi!

Galatasaray, Spor Toto Süper Lig’in 14. haftasında Türk Telekom Arena Stadı’nda Elazığspor’u 2 - 0 mağlup etti. Maçın sonunda Galatasaray’ın iki siyahi oyuncusu Didier Drogba ve Emmanuel Eboue, geçtiğimiz günlerde formalarını çıkartıp, sa-hayı hayatını kaybeden efsanevi lider Nelson Mandela’yı anmak için üzerlerinde giydikleri “Thank you

Madiba” ve “Rest in peace Nelson Mandela” yazılı tişörtlerü görünecek şekilde terkettiler. Bu küçük ama anlamlı selam, yıllardır kendi ırkları-na yapılan haksızlıkları gün yüzünü çıkarıp bunu vicdan yoksunlarının yüzlerine tokat gibi vuran ve artık ar-amızda bulunmayan Mandela’yaydı. İki siyahi futbolcu, kendilerini borçlu hissettikleri liderlerine son teşek-kürlerini etmek istediler. Bu anlamlı hareket, bozuk adaletin yan sanayisi olan Türkiye Futbol Federasyonu’na bağlı Profesyonel Futbol Disiplin Kurulu’na sevk edildi. Dünya’nın daha yaşanabilir bir yer olmasında büyük katkısı olan Mandela’ya edilen bu teşekkür tabii ki cezasız kalmaya-caktı!

Spor Dünyasının En Kötü İn-sanı: Yıldırım Demirören

Bu yaşananlardan sonra “Olbermann” adıyla bir haber-yorum programı yapan ABD’li ünlü spor sunucusu Keith Olbermann, geçtiğimiz gün-lerde Türkiye Futbol Federasyonu Başkanı Yıldırım Demirören’i “spor dünyasının en kötü insanı” seçti. Ol-bermann’ın gerekçesi Galatasaraylı futbolcular Didier Drogba ile Em-manuel Eboue hakkında Mandela’yı anan tişörtleri nedeniyle disiplin soruşturması başlatılmasının gün-deme gelmesiydi. Irkçılığın en yoğun yaşandığı ülkelerden biri olan Amer-ika ülkesinin bir vatandaşının ülkem-iz futbol federasyonu başkanını malum sebeple spor dünyasının en kötü insanı seçmesi ülkemiz adına utanç verici bir olay olarak hafızalara kazındı.

Teşekkürler Madiba...

Futbola siyaset girsin mi girmesin mi yıllardır tartışılır durur. Konumuzun bu tartışmadan oldukça bağımsız olduğunu belirtmeliyim. Mande-la’nın mücadelesinin siyaset üstü bir vicdan mücadelesi olduğunu unut-mamalıyız. Karşımızda kokuşmuş bir düzenin kalıntıları bulunduğundan, Mandela’ya edilen teşekkürün cezalandırılması bizi şaşırtmayacak-tır. Yinede tekrarlamakta fayda var, “Teşekkürler Madiba!”

Spor

Dünya Kulüpler Kupası Nelson Mandela’ya Adandı

FIFA Genel Sekreteri Jerome Valcke, bu yıl 10. düzenlenen Dünya Kulüpler Kupası’nın Güney Afrika’nın vefat eden efsanevi lideri Nelson Mande-la’ya adanacağını açıkladı. FIFA Dünya Kulüpler Kupası, Fas’ta 21 Aralık’a kadar devam edecek.

Turnuva öncesinde FIFA Genel Sekreteri Jerome Val-cke tarfından yapılan basın toplantısında; turnuvada yapılacak maçların önc-esinde Nelson Mandela’nın görüntülerinin dev ekrandan yansıtılacağını, efsane lidere saygı duruşunda bulunularak alkış yollanacağını vurgulayan Valcke, “Mandela, hayatı bo-yunca insanları uyum içinde bir araya getirmek için savaştı. Bu uygulamalarla, Mandela’nın dünyayı ve Güney Amerika’yı daha iyi bir yer haline getirmek için verdiği mücadeleyi onur-landırmak istiyoruz” ifadesini kullandı.

Aralık Sayısı Sayfa: 26

Page 27: Büt Dergisi sayı 12

Kitap

-Handan AŞ[email protected]

Bölümü hazırlayan:

Bu ayki konuğum dogan güneşin ülkesinden, Japon-ya’dan Yukichi Fukuzawa... Japon bilim adamı, Japon-ya’nın feodal düzeninin ve dışa kapalı (Batıya) yapısının zorluklarla ve sakıncalarla dolu yanlarını verdiği mü-cadelerle ortaya koyuyor. Japonya söz konusu olduğunda elbette iyi anlamda, az çok herkesin aklında kaba hatlar-la bir Japonya profili oluşuyordur. Teknoloji devi... Arı gibi çalışkan millet... Onurlarına düşkün, asil ve savaşcı bir millet diye de uzar gider bu fakat Yukichi Fukuzawa yaşamını anlatırken feodal düzenin-klan sisteminin sert yapısından sıkça şikayet ediyor. Gerçekten de ürkütücü bir sistem! Sizin saygınlığınızı, değerinizi ve öneminizi

yapacağınız işi, yaşam biçiminizi sizden çok önce belirleyen bir sis-tem var. İsteseniz de istemeseniz de saygı duymak, say-gılı davranmak zo-runda olduğunuz insanlar var... İstediğiniz kadar çalışın, istediğiniz kadar eğitimli olun ya da zeki olun bunların hiçbirinin bir anlamı yok... Feodal düzenin ürkütücülüğü Fukuzawa’nın kitabında yaşan-

mış olaylarla daha iyi ortaya konuyor. İlerleyen satırlarda hepsinden örnekler vereceğim...

Yukichi Fukuzawa’nın ailesiYukichi Fukuzawa Osaka’da dünyaya gelmiş beş çocuk-tan biridir. Annesi ve babası aynı klandan olmakla beraber babası o zamanın devlet memurlarından. Yu-kichi’ye göre babası tam bir bilim adamıymış, hatta bunu babasının paradan nefret etmesiyle birleştirerek bir bilim adamının tutumundan da örnek vermiş bulun-makta. Doğumundan bir sene sonra babasının ölümü, tüm yükü annelerine devretmiş. Beş çocukla kendi doğduğu yere Nakatsu’ya göç etmiş genç kadın. Çocuk-larını yetiştirirken bilhassa oğullarını, babalarına layık yetiştirmeye çabalamış ve onun düşünce sistemine göre hareket etmiş. Kocasının hayatta olmamasına rağmen onun ruhi varlığını her zaman yanında hissettmiş ve çocuklarına da bunu hissettirmiştir. (Bu kitapta en çok sevdiğim karakterlerden biri de Yukichi Fukuzawa’nın annesi oldu. Japon kadınlarına olan hayranlığım bir kez daha arttı diyebilirim.) Annesinin hayatında çok önemli bir yere sahip olduğunu ve onun dünya görüşü ile insani ilişkileriyle paylaştığı anekdotlar insanın içini ısıtan gö-zlerini dolduran nitelikler taşıyor. Klanlar arasında sert kuralların olması insanların da ilişkilerine şekil veriyor-muş ama Fukuzawa kendi annesi için; o klan kurallarını önemsemez, alt klanlardan fakirlere yardım eder, onlara yemek verir hatta zor durumda olanların bitlerini bile ayıklardı diyor. Fukuzawa’nın klanlar arasında ayrım olmasına, insanların değerlerini bu statülerin belirleme-sini mantıksızlık olarak değerlendirmiş olması annesin-den gördüğü davranışlar neticesinde şekillenmiş olabilir

Bir Samuray Bilim Adamı YukichiYılın son ayında da sizlerle bir biyografi yazısı paylaşmak istiyorum. Biyografileri sevi-yorum çünkü daha realistler ve hayatta o anlatılanların hepsinin karşılığı var. Doğrudan yaşayan insanlar tarafından aktarılmış olmaları ya da gözlemler sonucunda oluşturul-maları beni çok heyecanlandırıyor. Düşünsenize okurken birinin hayatına konuk oluy-orsunuz, başından geçenlere üzülüyor yaptığı hatalara kızıyorsunuz ya da taktir ediyor-sunuz. Belki de onun yerinde olmadığınız için de şükrediyorsunuz…

Aralık Sayısı Sayfa: 27

Page 28: Büt Dergisi sayı 12

diye düşünüyorum. Eğitimli babanın ve ileri görüşlü bir annenin varlığı erkek çocukların eğitim ve gelişim konu-sunda daha istekli olmalarını sağlamış ayrıca.

Fukuzawa’nın içinde bulunduğu Japonya, Batı karşıtı bir Japonya’dır(1835). Batı’ya açılan tek kapı Yedo şehrinde bir limandır sadece. Burada da dış ilişkiler sadece Hol-landalılarla kurulmakta. Günümüzün teknoloji devi Japonya’nın o günkü durumu gerçekten de içler acısı. Her alanda geri kalmışlık ve ilkellik göze çarpıyor. O günün popüler eğitimi aslında silah ve top yapımını öğrenmek. Fukuzawa’da bu eğitimi almak için Nagasa-ki’ye gider burada Flemenkçe’yi öğrenmeye başlar. Çalış-ma azmi ve zekası kısa sürede onun parlamasını sağlar fakat bu durum aynı klandan daha üst konumda olan bir arkadaşının canını sıkmaya başlar ve resmi bir mektupla Yukichi okuldan ayrılmak zorunda kalır, eve gönderilir. Bu durumla da mücadele ederek eve gitmek yerine eğiti-mine başka bir şehirde devam edebilmenin yollarını arar. Ama bu mücadele oldukça zorludur. Klan yöneticileri onun evine dönmesini istedikleri için yapabileceği başka bir şey yoktur. Emirler kesindir. Fakat o eğitimine devam etmek, Yedo şehrine gitmek için yola çıkar ama sandığı kadar yolunda gitmez işler. Ağabeyinin yanına uğradığı zaman ağabeyinden izin alamaz. Bir dizi aksilik yaşarlar ve bunun sonucunda da Ösaka’ya yerleşmek zorunda kalır. Ağabeyi de devlet memurudur.

Ogata’nın okulu... ÖsakaAğabeyinin ölümünden sonra evin reisi Yukichi Fuku-zawa olmuştu. Onların geleneklerine göre erkek evlat bir ailenin varlığını sürdürmesi için önemliydi. Babalarının ölümünden sonra ağabeyi, ağabeyinin ölümünden son-ra da Yukichi ailenin reisi olmuştu. Kadınların ya da kız çocuklarının böyle bir hakkı da görevi de yoktu. Hatta amcası erkek evlada sahip olmadığı için Yukichi ağabeyinin sağlığında amcasının vesayetindeyken bu durum ağabeyinin ölümüyle değişmişti. Evin reisi artık Yukichi’ydi ve bu da artık eğitiminin sonu demekti fakat eğitim aşkıyla yanan bu gencin yine en büyük desteği annesi olmuştu. Baban da hayatta olsa senin okumanı isterdi diyerek oğlunu başka bir şehire eğitim için gön-dermeye razı oldu kadın. Annesi orta yaşlıydı ve bir kız torunuyla beraber yaşıyordu. Buna rağmen yalnızlığını bahane etmek bir yana çocuğuna eşyalarını satarak maddi destekte bulundu. Gelir kaynaklarının sınırlı oluşu yaşamlarını daha da sefil bir hale sürüklüyordu. Babasının özel Çin klasikleri haricinde bir çok kitabı ve eşyasını satmışlardı. O günün şartlarında çok büyük yoksulluk yaşanmasına rağmen babasının sevdiği bir cilt kitabı satmak istemeyişi, aile büyüklerine duyulan sev-gi ve saygının da başka bir kanıtı aslında... Eline geçen parayla Ösaka’da Ogata’nın (Ogata Sensei) okulunda eğitime başladı. Eğitim dönemi boyunca karşılaştıkları

güçlükler, çalışma şekilleri ve yaşam koşulları bugünkü Japonya için dökülen kutsal emeğin por-tresini çiziyor. Çalışmak için kay-nak kitap ihtiyacını birebir yazarak elde eden, uyumayı unutan deli gibi çalışan genç bir grubun varlığı gerçekten çok hayret verici. Alkolik YukichiYukichi Fukuzawa kitapta, yaptığı yanlışlara da değiniyor. Mesela çocuk yaşta annesi uslu durması karşılığında pirinç şarabı içiriyor kendisine ve bu durum on dokuz yaşında tam bir alkolik olmasına neden oluyor. Alkolden uzak durmaya çalışırken siga-raya başlıyor ve ömür boyuncada bu iki alışkanlığıyla mücadele etmek zorunda kalıyor. Ogata’nın okulunda çok eğlenceli ve mutlu günler geçiriyor Yukichi. Ark-adaşlarıyla tartışmalarında da eğlence anlayışlarında da saygılı ve seviyeli davranışlar sergiliyorlar. Japonların bu kadar saygılı davranışlar sergilemesinde genlerine işley-en ast-üst ilişkisindeki tutumları neden olmuş olabilir. Çünkü üst klandan birinden bahsederken bile kendisi orada olmamasına rağmen ‘Saga’ demeleri gerekiyor.

İnanç anlayışının sorgulanmasıYukichi, çocukluğunda üst klandan birinin adının yazılı olduğu kartona bastığında ağabeyi tarafından şiddetli bir şekilde azarlanıyor fakat saygı gereği düşündüklerini ağabeyiyle paylaşamıyor, özür dileyerek konuyu kap-atıyor. Fakat bir isme basmak neden Tanrı tarafından cezalandırılmasına neden oluyordu, bunu anlayamıyor-du. O yüzden kendince test yapmaya başladı. Evde bulduğu bir muskayı tuvalette açarak üstünde zıpladı daha sonra Tanrı’nın ne kadar sinirleceğini öğrenmek için muskayı tuvalete fırlattı. Bundan daha öncede ev-lerinin yakınındaki tapınaktan taş çalıp kendi bulduğu taşla değiştirdi. Hatta ibadete gidenlerle de için için dalga geçti benim koyduğum taşa tapıyorlar diye. Tanrı’nın sandığı kadar korkunç olmadığını ve en ufak bir şeyde insanları cezalandırmadığını da kendince test etmiş oldu.

Yukichi’nin yalancılığı , hırsızlığa bakışıJapon satrancı “Go”nun nasıl oynandığını bilmemesine rağmen arkadaşları oynarken nasıl oynandığını öğren-miş. Arkadaşları oynarken de hemen yanlarına geçip go ustası gibi ahkam kesmeye başlaması, oynayanları aşağılaması ve rastgele kazanan kişiyi savunması bir süreliğine bu oyunu iyi biliyor algısı oluşturmuş ark-adaşlarında. Arkadaşlarını küçümsemiş, hatta onlarla dalga geçmiş ama bu durum uzun sürmemiş. Yalan söylediği ortaya çıkmış bu durumdan da sonradan

Kitap

Aralık Sayısı Sayfa: 28

Page 29: Büt Dergisi sayı 12

utanmış ama çokta eğlenmiş bir süreliğine. Bu tür davranışlarına sık sık rastlanır aslında Yukichi’nin. Ark-adaşlarını kırmadan iğnelemeyi ve onların zevkleriyle dalga geçmeyi sevip, onların da kendisiyle alay etmesine aldırış etmeyen bir yapısı var. Arkadaşlarıyla eğlenmeye gittikleri zamanlarda girdikleri restorasyonlarda (ucuz yerler olması şart tabi ki) buldukları kaseleri lazım olur gerekçesiyle ya da anı olsun diye çalabiliyorlar. Bu duru-mun kendilerini rahatsız eden hiç bir tarafı da yok.

Flemenkçe öğreniminden sonraOgata’nın okulunda iyi derecede Flemenkçe öğrendikten sonra özgüven dolu olarak batıyla daha yakın ilişkiler kurabileceğine inanırken, hayallerinin suya düştüğünü gördü. Çünkü batıya açılan kapı Flemenkçeden değil İngilizceden geçiyordu. Bu durumun yarattığı şok bir süre devam etsede ne yapması gerektiğine kısa sürede karar verdi, İngilizce öğrenecekti ama bu hiçte kolay ol-madı onun için. İngilizce bilen herkesle iletişim kurmaya çalıştı. Başlarda hiç yol alamasada sonra yavaş yavaş İn-gilizcenin de Flemenkçeye benzer yanlarının olduğunu, aynı dil ailesine ait olduğunu gördükten sonra çok daha kolay bir şekilde bu dili de öğrenmeye başladı. Yabancı dil biliyor olması devlet için tercümanlık yapmasını sağladı. Bu sayede Amerika’ya giden gemide yer alıyor ve bu Japon tarihinde bir ilk (1853). Arkasından da Avrupa’ya yolculuğunda yer alıyor (1860). Japonya’nın siyasi karışıklıklar yaşadığı bir döneme denk geliyor bu yaşananlar. Batı karşıtlığı, geri kalmışlık, ekonomik bu-nalım ülkenin başlıca sorunlarını oluşturuyordu. Eğitim-li ve milliyetçi bir birey olarak batıda buldunduğu süre boyunca tüm gelişmelerini dikkatle izlemiş bunları da döndüğü zaman yazıya dökmüştür.

Sosyal yaşamıYukichi Fukuzawa 28 yaşına geldiğinde; 17 yaşında kendisi Alt Samuray Grubu’nda olmasına rağmen Üst Samuray Grubu’ndan bir kızla evlenmiş ve dokuz çocuğu

olmuştur. Sanılmasınki tüm ömrü boyu-nca eğitim aşkıyla yanmış tutuşmuş. O da Geyşalarla beraber olmaktan, içki alemlerinde baş göstermekten geri dur-mamış, ayıplanmış olmasına aldırış et-meden her istediğini yapmış ve istediği gibi yaşamıştır. Evlendiği ailenin kızındada kalıtımsal bir hastalığın olmadığını vurgulamış. Bu da ilginç bir nokta aslın-da. Bugün hangimiz evleneceğimiz insa-nın ailesinde ne tür kalıtımsal hastalıklarolduğunu araştırıyoruz ki? Dokuz çocuğun yetişmesinde de özgürlükçü bir anlayış benimsemiş ve saygının en üst değer olduğunu bunu öğretmediklerini fakat on-ların bunu algılayabildiklerini övünerek anlatmıştır. Çocuklarına asla şiddet uygulamamış korkuyu onlara aşılamamıştır. “Küçük kız torunun annemden korkuy-orum fakat dedemden korkmuyorum” sözü anlattıklarını pekiştirmesi açısından hoş bir örnek olmuş.

Ayrıntılarla dolu bir kitaptan belli başlı noktalara değin-dim sizler için. Yinede dikkatimi çeken noktalar olmadı değil aslında. Bu kadar iyi bir hafızaya sahip bir bilim adamının bazı noktalarda bilgileri eksik paylaşması ve tarihi gerçekleri kendi bakış açısıyla vermesi kitabın tercümanın bile dikkatinden kaçmamış. Hiçbir siyasi eylemde bulunmamış ve savaşlara katılmamış. Öğren-cilerini bile savaşlardan uzak tuttuğunu söylemiş. Ken-di doğrularıma ve geleneksel yetişme tarzımıza göre onaylamadığım çok fazla noktanın olduğunu yakından görmüş olsamda ülkesi için çabalamış batının iyi yan-larını ülkesine getirme çabasında bulunmuş, özünde çok iyi bir adam Yukichi Fukuzawa...

Daha yakından tanımak isteyenler Yukichi Fukuzawa’nın özyaşam öyküsünü, Bogaziçi Üniversitesi’nden Esra Üstündağ’ın çevirisiyle okuyabilirler.

KitapKEİKO Üniversitesi

Yukichi Fukuzawa “KEİKO Üniver-sitesi”nin de ku-rucusudur. Yaşamı boyunca birçok kitap kaleme almış, anılarını yazmış, tercüman-lık yapmıştır.

ARALIK AYI İÇİNDE ÇIKAN KİTAPLAR

Ustam ve Ben Yazar: Elif Şafak Yayın: Doğan Kitap Sayfa sayısı: 480 Özet: Elif Şafak, yeni romanında üç dinden (Müslüman, Hıristiyan ve Yahudi) insan aynı gök kub-

benin altında buluşuyor. Topkapı Sarayı’nın bahçesinde ikamet eden Çota isimli filin, uzun hayatı boyunca üç sultanın iktidarına, saray ve sanat entrikalarına; mimarlık, fikir ve bilim alanında ilerlemelere ve her alanda peş peşe nice yıkıma tanık olmasını ve Hindis-tan’dan İstanbul’a, İstanbul’dan Roma’ya uzanan bir serüveni anlatıyor.

Dönüşsüz Yolculuklar Kitabı Yazar: Ethem Baran Yayın: Doğan Kitap Sayfa sayısı: 188Özet: Ethem Baran, uzağı olmayan şehirlerden hikâyeler anlatıyor… Sessiz ve güzel şeyler,

hatıralar, unutulanlar… Sahici ve roman-tik…

Şarkısı Beyaz Yazar: Yılmaz OdabaşıYayın: İletişim Yayınları Sayfa sayısı: 253Özet: “Adı Nevin,Şarap içer, rüzgâr giyerdi geceleyin…” Kahramanlarından biri, Yılmaz Odabaşı’nın

“Yenik Serçe” şiirinden çıkıp geliyor bu romanın. Adını da Cemal Süreya’nın şiirinden alıyor. Şiirden el alan bir ro-man…

Aralık Sayısı Sayfa: 29

Page 30: Büt Dergisi sayı 12

Yaşamanın içinden

-Emre CEYLAN- [email protected]

Bölümü hazırlayan:

Bu ay, yazımda sizlere “Mırra Kahvesinden” bahsedeceğim. Sakın önyargılı davranıp ‘Kahven-in nesini anlatacaksın’ demeyin. Mırra, bir kahve olmaktan çok daha öte bir şey. Başlı başına bir gelenek olan mırra; hazırlan-

masından-sunu-muna, içilmesin-den-ikramına, içildikten sonrası-na kadar, kendine has kuralları olan bir kahvedir. Ken-disine özlü sözler yazdıran, manil-erde, türkülerde yer alan mırrayı normal kahve teriminden ayıran ve onu farklı kılan

birçok özelliği vardır.

Mırra, Arap coğrafyasına ait olan bir acı kahvedir. İsmi, Arapça acı anlamına gelen “mur”dan türemiştir. Ülkemizde de Arap kültürünün hakim olduğu; Şan-

lıurfa, Mardin ve Adana gibi yörelerde çok yaygın olan ve çokça tüketilen mırra, buralar-da bir kültürel gelenek haline gelmiştir. Özellikle Şanlıurfa yöresinde yaygın durumdadır. -Yazıda Şanlıurfa yöresine ait birkaç örneğe de yer vereceğim-. Mırra kahvesine bu yörelerde ‘acı kahve’de denmektedir.

Mırra kahvesinin kendine has bir-takım materyalleri vardır. Kahve çekirdeğinin kavrulduğu kahve tası, kahve çekirdeklerini dövmek için kullanılan dibek ve dövmeye yarayan dibek tokmağı, kahvenin pişirildiği 6-7 adet olan ve büyük-ten küçüğe doğru kullanılan gümgüm, hazırlanan mırranın dağıtılmak üzere konulduğu

Bir kahveden çok bir kültür ürünüdür Mırra. Güneydoğu bölgemizde özellikle Şanlıurfa ve Mardin gibi şehirler-imizde çokça tüketilmektedir. Misafirliğe gittiğiniz her-hangi bir evde mırra ikramı “bir fincan kahvenin kırk yıllık hatrı vardır” atasözünün hakkını sonuna kadar veriyor. Tabi kuralına göre içerseniz mırrayı...

Bir Acı Mırra’ya Ne Dersiniz?

Aralık Sayısı Sayfa: 30

Page 31: Büt Dergisi sayı 12

kahve ibriği, kahvenin ikram edildiği ‘mekkavi’ denilen kalın ve kulpsuz olup dibi kesik ve huni biçimindeki fincanlar, mırranın ekipmanlarını oluşturmakta.

Mırra’nın Hazırlanması Çok Zaman Alır

Mırra hazırlanışı zahmetli ve emek isteyen bir kahvedir. Bel-ki de bu yüzden ‘Bir fincan kahvenin kırk yıl hatırı vardır’ atasözünün, Şanlıurfa’ya ait old-uğu söylenmektedir. Kim bilir? Biraz mırranın hazırlanışından bahsetmek istiyorum. Mırra için özel bir kahve çekirdeği çeşidi yoktur. İlk olarak yeşil kahve yani çekirdek kahve, kahve tasında yanmayacak ama hamda kalmay-acak şekilde kavrulur. Kavrulan kahve bir dibekte dövülür. Ancak normal kahveler gibi un haline getirilmez. Biraz kaba dövülür. Dövülen kahve çeşitli büyüklükte gümgümlerde pişirilir. En büyük gümgüme yarım kilo kahve atılır, üzerine bir kova su ilave edilerek kaynatılır. Kaynadıkça su eksilir, sonrada dinlendirilir. İşlem kah-venin telvesi dibe çökünceye dek sürer. Bundan sonra kahve küçük gümgüme süzülür, kalan telve atılır. Süzülen kahveye bir miktar kahve daha atılır ve tekrar kay-natılır. Bu işlem kahve en küçük gümgüme aktarılıncaya kadar sürer. Kaynatma işlemi sonunda kahve öz haline gelir. İşte bu kah-veye Mırra adı verilir.

Eğer ilk defa mırra içecekseniz ve nasıl içildiğine dair bir bilg-iniz yoksa, aşağıda yazacaklarımı dikkat-lice okumanızı tavsiye ederim. Zira bilmeden de olsa yapacağınız yanlışlık sonucu ge-leneğin dışına çıkabilir, hatta kahveciye hakaret etmiş bile olabilirsiniz.

Bu Kahve Bir Yudumda İçil-mez

Kahvenin servis edilmesi ve içimi konusunda kalıplaşmış birtakım kural denebilecek yerleşik özel-likler bulunmakta. Pişirilen mırra soğumaya bırakıldıktan sonra ser-vis yapılması için imbiğe konur. Kahve dağıtan kişiye ‘Gehavci’ denilir. Gehavcinin sol elinde iç içe konmuş kulpsuz fincanlar, sağ elinde imbik ve belinde de bir bez bulunmaktadır. Kahveci geldiğini belli etmek için elindeki fincanları oynatarak şak şak diye ses çıkartır. Bir kahvecinin geldiği belli olsun diye.

Fincanlar neredeyse fincanın yarısı, yarısından daha az bir miktarda, dibi kapanacak kadar doldurulur. Eğer ortamda yaşça büyük birisi varsa kahve önce ona verilir. Mırra yaşça büyük olan kişiden küçük olan kişiye doğru servis edilir. Her bir kişiye iki defa olmak üzere kahve servis edilir.

Fincandaki kahve az olmasına rağmen iki yudumda içilir. Kesin-likle tek seferde içil-mez. Kahvesini içen kişi fincanı kahveciye verir ve kahveci be-lindeki bez ile fincanı silerek bir diğer kişiye mırra ikram eder.

Mırra İçilen Fincan ‘Kesİnlikle Yere ya da Masaya Bırakılmaz’

Kahve fincanı,içen kişi tara-fından yere ya da masaya bı-rakılmaz. Eldebekletilir ve dağıtana ver-ilir. Fincanın yere konulma-sı saygısızlık, küçümseme o-larak tanımla-nır ve kahve-ciye hakaret olarak algılan-ır. Eskilerde bunun cezası;kahveyi dağı-tanın bekar ise evlendirilmesi ya da fincanın altınla doldurularak geri verilmesiymiş. Günümüzde ise bu durum bazı yerlerde hala geçerlidir. Hala kahvehanelerde veya mırranın ikram edildiği diğer yerlerde ise bu hataya düşüldüğünde kahveciye bahşiş vermek durumundasınız.Birde bilinmesi gereken bir başka durum ise, diyelim mırra verildi ve ilkini içtiniz. İkinciyi içmek istemiyorsunuz. Bu durumda da yapılması gereken özel bir şey var. Fincanın üzerine işaret par-mağı, orta parmak ve yüzük par-mağı kapatılarak fincan, kahve ikram eden kişiye geri verilir. Bardağı kapatmayı bilmiyorsak herhalde sürekli kahve ikram edilmeye devam edilebilir.

Yaşamanın içinden

Mırra’nın Anlamı

İsmi, Arapça acı anlamına gelen “mur”dan türemiştir. Ülkemizde de Arap kültürünün hakim olduğu; Şanlıurfa, Mardin ve Adana gibi yörelerde çok yaygın olan ve çokça tüketilen mırra, bu-ralarda bir kültürel gelenek haline gelmiştir.

Aralık Sayısı Sayfa: 31

Page 32: Büt Dergisi sayı 12

Mırra kahvesi, taziyelerde, düğünlerde, dini nikah törenler-inde, bayramlarda, misafirliklerde ikram edilir. Hatta taziyelerde ikram edilmesinin sebebi olarak ‘acıyı, acıyla paylaşmak’ denir. Birde mırranın kararında içildiği taktirde sağlığa da faydalı olduğu söylenmektedir. Harran Üniver-sitesi (HRÜ) Gıda Mühendisliği Öğretim Üyesi Prof. Dr. İbrahim Hayoğlu, konuya ilişkin şunları söylemiş: “Mırra sağlık üzerinde olumlu etkilere sahip. Uyarıcı etkiye sahip olduğu için dikkat to-plamada ve konsantrasyon artır-mada önemli bir görev üstleniyor. Aşırıya kaçmadan tüketilen mırra, baş ağrısına, selülite ve karaciğer hastalıklarına iyi geliyor. Mır-ranın, ayrıca uyarıcı, canlandırıcı ve yorgunluk giderici etkisinin yanında içiminin de verdiği farklı bir haz var.”

Şanlıurfa’da Mırra Geleneği

Mırra’nın en yaygın olarak görüldüğü yer Şanlıurfa’dır. Şan-lıurfa’da mırranın ikram edildiği özel yerler vardır. Ayrıca Şanlıur-fa’da mırra bir içecekten ziyade, bir kültür olgusu olmuştur. Onun için özlü sözler, maniler yazılmış, türkülerde kendine yer bulmuş-tur.

Şanlıurfa’da geleneksel hayat tarzını sürdüren kırsal kesim halkının varlıklı olanları ve ileri

gelenleri evlerinin yakınına, mis-afirler için ‘oda’ denilen birkaç bölümü olan özel yerler yaptırır-lar. Bu kişilere ‘oda sahibi’ denir.

Her köyde oda olur ama her odada kahve kay-natılma geleneği olmay-abilir. Oda sahibi aynı zamanda “kahve sahibi” ise kahve kaynatmaya ara vermez. Bu odalar-da misafirler ağırlanır, aşiret toplantıları yapılır, kişiler arasındaki so-runlar çözülür. Bunlar esnasında kişilere mırra ikram edilir.

Mırra, kahve sahiplerinin oda-larında bulunan misafirlere gün boyu ikram edilir. Kahve önce en büyük kişiye verilir. İkinci fin-candan sonra üçüncü kez içmek isteyen kişi, kahveden anlamayan ve cemaat görmemiş kişi olarak kabul edilir. Verilen kahveyi al-mamak hoş sayılmaz.

Bazı yerlerde misafir kalkıp gide-ceği zaman misafire kapıda tek fincan ile “uğurlama kahvesi” ver-

ilir. Eğer misafir henüz kalkmıyor-sa ev sahibi tarafından samimi bir şekilde gitme vaktinin geldiğini belirtmek üzere “kalk git kahvesi” verilir. Oturanlarda bu durumu gücenmeden, kırılmadan memn-uniyetle karşılarlar.

Kahve sahibinin odasına bir so-runu çözmek için gelenler, sorun konuşulup çözülmeden kahve içmezler. Eğer sorun çözülür ise kahve içerler.

Şanlıurfa’da Halk Edebiyatın-da Kahve ve Mırra Etkisi

Aynı zamanda Urfa halk edebi-yatında kahve geleneğine ve mırra geleneğine yer verilmiştir. Mırra, atasözlerine, manilerden, türkülere ilham kaynağı olmuş-tur. Buna bir örnek olarak Sabri Kürkçüoğlu’nun manilerinde mır-ra şöyle yer alır:

Oda hayattır cana Sohbet esas adama Kahve ocakta ağlar

“Mırra” doldur fincana

Kerpiç oda serince Keçeleri serince

Keyfim çardağa çıkar Mırra’lar içilince

İşte sizlere en baştanda söyle-diğim gibi mırra bir kahveden çok daha öte bir şey. Yıllar yılı bir kültür, gelenek haline gelmiş, yaşam tarzı olmuş. Onun için yazılı olmayan ancak herkesin özen gösterdiği, uyduğu kural-lar konulmuş. Edebiyata ilham kaynağı olmuş. Bunların yanın-da sağlığa faydası olduğu tespit edilmiş.

Evet, geldik yazının sonuna. Benim sizlere aktaracaklarım bu kadar. Anlatması benden, merak edip yerinde içip, görmesi sizden.

Yaşamanın içinden

Mırra’nın Faydaları

Harran Üniversitesi (HRÜ) Gıda Mühendisliği Öğretim Üye-si Prof. Dr. İbrahim Hayoğlu, konuya ilişkin şunları söylemiş: “Mırra sağlık üzerinde olumlu etkilere sahip. Uy-arıcı etkiye sahip olduğu için dikkat toplamada ve konsantrasyon artır-mada önemli bir görev üstleniyor. Aşırıya kaç-madan tüketilen mırra, baş ağrısına, selülite ve karaciğer hastalıklarına iyi geliyor. Mırranın, ayrı-ca uyarıcı, canlandırıcı ve yorgunluk giderici etkis-inin yanında içiminin de verdiği farklı bir haz var.”

Aralık Sayısı Sayfa: 32

Page 33: Büt Dergisi sayı 12

Fotoğraflar:

Foto Haber -Handan AŞIK-

[email protected]

Objektifimiz bu ay tarihi Samatya çarşısındaydı. Yaz-kış farklı güzel-likler bulabileceğiniz sıcak ve nadir mekanlardan biridir Samatya. Buram buram tarih kokar. Denizin esintisi, kızarmış balık kokularına karışarak tüm meydanı sarıp sarmalar. Tari-hi meyhaneleri ve balıkçıları ile tüm yıl boyunca misafirlerine kucak açan sevgiyle - aşkla çalışan insanları, güler yüzlü balıkçıları ile farklı bir portre çizer bu küçük meydan. Bir çok dizi ve filme de mekan olmuştur ayrıca... Kozmopolit yapısı ve koskoca tarihi geçmişini, hala içinde barındırır Sa-matya..

Tarihle bugünün buluştuğu sayısı azalan bir mekandan karelerle bu-luşturduk sizleri…

Samatya Meydan Balıkçıları

Page 34: Büt Dergisi sayı 12

Foto Haber

Aralık Sayısı Sayfa: 34

Page 35: Büt Dergisi sayı 12

Foto Haber

Aralık Sayısı Sayfa: 35

Page 36: Büt Dergisi sayı 12

Foto Haber