Sİ Kızıl Bayrak 2009-30

32
Sayı: 2009/30 7 Ağustos 2009 1 TL Sosyalizm İçin Sermaye devleti Kürt halkının taleplerini karşılayamaz! Kürt halkının kurtuluşu devrim ve sosyalizmde!

description

Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak 2009-30 / Ağustos

Transcript of Sİ Kızıl Bayrak 2009-30

Page 1: Sİ Kızıl Bayrak 2009-30

Sayı: 2009/30 7 Ağustos 2009 1 TL

Sosyalizm İçin

Sermaye devletiKürt halkının taleplerini karşılayamaz!

Kürt halkının kurtuluşu devrim ve sosyalizmde!

Page 2: Sİ Kızıl Bayrak 2009-30

2 H Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak

İÇİNDEKİLERIrkçı-gerici rejim Kürt halkının emekçi

kesimlerinin beklentilerini

karşılayamaz.... . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 3

Kamu İhale Kurumu bir gece yarısı

operasyonu ile Maliye Bakanlığı’na

bağlandı… . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 4

Kontrgerilla şefi

Kemal Yamak’ı sahiplenenlerin

Ergenekon karşıtlığı sahtedir! . . . . . . . . 5

Kontrgerilla şefi Cemal Temizöz

aklanmak isteniyor... . . . . . . . . . . . . . . . 6

HSYK tartışmaları ve

Yeni Şafak’ın iki yüzlülüğü! . . . . . . . . . 7

Sağlıkta “sosyal dönüşüm”

manzaraları .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 8

Kapitalist kriz derinleştikçe, “devlet

terörü” de azgınlaşıyor... . . . . . . . . . . . . 9

Grev silahının dünü ve

bugünü üzerine . . . . . . . . . . . . . . . . 10-11

Entes direniş güncesi . . . . . . . . . . . . . . 12

Surtel Kablo işçileri işbirlikçi

Türk Metal’e geçti….. . . . . . . . . . . . . . 13

İşçi ve emekçi hareketinden….... . . 14-15Emine Arslan ile DESA direnişi,

mücadele ve örgütlenme sorunları

üzerine konuştuk... . . . . . . . . . . . . 16-18

“Hasta tutsaklar serbest bırakılsın!” 19-20

Devrimci sınıf çalışmalarından..... . 20-21

İzmir’de direnişçi işçilerle

dayanışma kampanyaları!. . . . . . . . . . . 22

Har(a)ç saldırısı karşıtı mücadele ve

Genç-Sen... . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 23-24

Gençlik eylemlerinden… . . . . . . . . . . 25

Nükleer tehdidi ancak

devrimci halklar yok edebilir! . . . . . . . 26

Obama yönetiminin üst düzey görevlileri

Ortadoğu’da… ABD “kalıcı barış” değil

“kalıcı egemenlik” peşindedir!... . . . . . 27

Honduras’ta faşist darbeye

karşı halk direnişi yayılıyor!. . . . . . . . . 28

TKP’nin en yaşlı üyesi yazar Sarkis

Çerkezyan yaşamını yitirdi. . . . . . . . . . 30

Mücadele postası . . . . . . . . . . . . . . . . . 31

Kızıl BayrakHaftalık Sosyalist Siyasal Gazete

Yönetim Adresi:Eksen Yayıncılık Mollaşeref Mh. Turgut Özal Cd.

(Millet Cd.) No: 50/10 İstanbul Tel: 0 (212) 621 74 52 Faks: 0 (212) 534 95 90

e-mail: [email protected]: http://www.kizilbayrak.org

http://www.kizilbayrak.net

Baskı: Gün MatbaacılıkBeşyol Mah. Telsizler Mevkii Akasya Sk. No. 23/A

İSTANBUL / Tel: 0 (212) 426 63 30

Sayı: 2009/30 l 7 Ağustos 2009Fiyatı: 1 YTL

Sahibi ve Y. İşl. Md.: GAyten ÖzdoğanEKSEN Basım Yayın Ltd. Şti.

Yayın türü: Süreli Yaygın

CMYK

Kızıl Bayrak’tanKızıl Bayrak’tan

Kızıl Bayrak’tan... Sayı: 2009/30 H 7 Ağustos 2009

Sermaye devletinin “Kürt açılımı” operasyonununiçeriği belli olmaya başladı. Bu “açılım”ın en önemliayağını, Kürt halkının hiçbir temel talebinikarşılamaksızın, daha önce ABD tarafından gündemegetirilen “dağdakilerin ülkeye dönüşünün sağlanması”ve “PKK’nin lider kadrosunun sürgüne gönderilmesi”oluşturuyor.

Bilindiği üzere, sermaye devletinin “Kürt açılımı”operasyonu, 29 Mart yerel seçimlerinden önce ‘TRTŞeş’in kurulmasıyla başlamıştı. O dönem “açılım”politikasının uluslararası boyutunda, Erbil’de yapılacakbir konferansla PKK’nin Güney Kürdistan sınırlarıiçindeki unsurlarının silahsızlandırılmasına yönelikadımlar atılıyordu. Öte yandan, askeri operasyonlarınısürdüren Genelkurmay da, bu politikaların arkasındaolduğunu açıklamıştı. Bu çok yönlü “açılım” adıaltındaki kuşatma ile önce yerel seçimlerde DTPgeriletilecek, Güney’deki PKK varlığının tasfiyesiyönünde adımlar atılacak ve bu konuda ayakbağıoluşturmaya devam edenlere karşı ordu, “ezme”yedayalı askeri operasyonlarını sürdürecekti.

Bugün de bu ABD damgalı Kürt planının esasıdeğişmemiştir. Olduğu kadarıyla farklılık, belkisorunun çözümü yönünde beklentinin daha dabüyüdüğü ve Öcalan’ın bu beklentilere de yanıt vermeküzere bir “yol haritası” açıklayacağını ilan ettiği birdönemde gerçekleştirilmiş olmasıdır.

Gerçekçi bir noktadan bakan herkes, devletin asılamacının, sorunun çözümü yönünde adımlar atmakolmadığını rahatlıkla görebilir. Herşey bir yana,sözkonusu “açılım”la eş zamanlı olarak Türkiye, ABDve Irak merkezi ile Güney Kürdistan yetkililerinin ortaktoplantılarının yeniden başlamış olması da nasıl bir“çözüm” amaçlandığı konusunda fazlasıyla fikirvermektedir.

Aslında ortaya çıkan görüntü, hiç bir boş hayal vebeklentiye yer vermeyecek ölçüde nettir: ABD ve onunkendi ekseninde bir araya getirdiği güçlerin çözümdenanladıkları, Kürt halkının ulusal ve toplumsaltaleplerinin karşılanması değil; PKK’ninetkisizleştirilip tasfiyesine dayanan bir “çözüm”dür!

Kısacası, sermaye devletinin “Kürt açılım”operasyonunun özünü başta Kürt halkı olmak üzere işçi

ve emekçileri gerici burjuva politikalara yedeklemekamacıyla kapalı kapılar ardında yapılan pazarlıklaroluşturmaktadır. Bu politikanın güç kazanmasının,halklara yeni acılar yaşatacağı açıktır. Bunun içinsadece bugüne kadar yapılanlara bakmak bile yeterlidir.

Öyleyse, yapılması gereken açıktır: ezilen Kürthalkı ile Türkiye işçi sınıfı ve emekçileri sömürüye,köleliğe, her türden baskı ve ayrımcılığa karşı ortak birmücadele hattı oluşturmalıdır...

Sosyalizm İçin

KKiittaappççıı vvee bbaayyiiii lleerrddee.. .. ..

Page 3: Sİ Kızıl Bayrak 2009-30

Kapak Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak H 3Sayı: 2009/30 H 7 Ağustos 2009

Kürt sorununda “Amerikan Çözüm Planı”nındevreye konması, hükümetten devlet bürokrasisine,patron örgütlerinden medyadaki görevli kalemşortakımına kadar egemenler cephesinde yeni birsöylemin geliştirilmesine vesile oldu. Kısa süreöncesine kadar Kürt sorununu “tabu” kabul eden gericirejimin bu kurumları, son günlerde Kürt sorunununçözümüne dair farklı platformlarda tartışma yürütmeyebaşladı.

Bu söylem aldatıcı olmamalı. Zira bu “yenilik”,egemenler cephesindeki bir zihniyet değişikliğindendeğil, Kürt halkının özgürlük ve eşitlik uğruna inatlasürdürdüğü mücadelenin, devletin ırkçı-inkarcıpolitikasını iflasa sürüklemesinden kaynaklanıyor. TabiiOrtadoğu’da emperyalist/siyonist planlarınuygulanabilmesi için Kürt sorununun “ayak bağı”olmaktan çıkarılmasını isteyen ABD’nin Türk devletiüzerindeki baskısının da, giderek belirginleşen söylemdeğişikliğinde önemli bir rolü var.

Samimiyetten yoksun olsa da, bu söylemintamamen yapay olduğu söylenemez. Samimiyetsizlik,gerçeğin toplum önünde zoraki kabulündenkaynaklanıyor; buna karşın gelinen yerde Amerikancırejim, istese de istemese de, Kürt sorununun “çözüm”üile uğraşmak zorundadır.

Gerici rejimin yürütme organı AKP’nin “Kürt açılımı…”

Ankara’da basın toplantısı düzenleyen İçişleriBakanı Beşir Atalay, hükümetin “Kürt açılımı” diyeadlandırılan bir paket hazırladığını, bu hazırlığıyaparken toplumun tamamının mutabakatınıaradıklarını söyledi. Buradaki “toplumun tamamı”tanımı, elbette ezilen Kürt halkını, işçi sınıfı ileemekçileri ve toplumun ezici çoğunluğunu oluşturan bukesimlerin siyasi temsilcilerini içermiyor. Egemenlerindinde toplum, burjuvazinin farklı kesimleri ile busınıfın hizmetindeki gerici rejimin kurumlarında ibarettir.

“Kürt açılımı”nın “kısa, orta, uzun vadeli önlem veuygulamalar” içerdiğini belirten içişleri bakanı, busüreçte DTP dahil bütün siyasi partilerle görüşüleceğinisöyledi.

Toplumsal mutabakata önem verdiklerini söyleyenbakan, “(…) başta sivil toplum örgütleri, meslekörgütleri, akademisyenler, medya temsilcileri veyazarların da katkılarını alacağız” dedi.

Beşir Atalay, konuya kafa yoran tüm toplumsal vesiyasi aktörlere, “Gelin bu sürece katılın, ağır bedelödeten, soframızdan lokma eksilten, geleceğimizikarartan sürece çözüm bulalım” dediklerini belirtti.AKP’li bakana göre, “Kürt meselesi olarak adlandırılanmesele, demokratik hakların geliştirilmesi vepekiştirilmesiyle, nerede yaşarsa yaşasın hervatandaşın kendini eşit ve hür fert olarak hissetmesiyleçözülür. Çözüm sürecinin yönü demokratikleşmedir.Paketin genel adı “demokratik açılım”dır.

Amerikancı rejim, ezilen Kürt halkıyla işçi emekçileri sahte hayallerle

sersemletmeye çalışıyor!

AKP’li bakanın sözlerinin en azından bir kısmı,egemenlerin dilinden duymaya alışık olduğumuz zehirlitiratlardan farklı tonlar içeriyor. Eşitlikten, özgürlükten,demokratikleşmeden, insan odaklı politikadan söz edenbakanı tanımayanlar, onu dinci gericiliğin sözcüsü değilde, naif bir liberal demokrat sanabilir. Oysa bu sözler,balla kaplanmış zehirden farksızdır. Zira bu temelsiz

vaatleri sıralayan bakanın temsil ettiği hükümet, yediyıldır demokratik hak ve özgürlüklere düşmanlığınşampiyonluğunu yapıyor; dahası kolluk kuvvetlerininyetkilerini genişleterek, fiilen işbaşında bulunan polisdevletine bir de yasal zemin hazırlamış bulunuyor.

Bu hükümetin şefi Tayyip Erdoğan, “Kürt’ten tanıkolmaz”, “çocuk da olsa, kadın da olsa polis gereğiniyapar”, “bu rejimi beğenmeyen çeker gider” türündenKürt halkını hedef alan ırkçı söylemleri kamuoyuönünde dillendiren kişidir. Kolluk kuvvetlerine taş atanKürt çocuklarına onlarca yıl hapis cezası veren burejim, ciddi sağlık sorunları olan devrimci ve yurtsevertutsakları fiilen ölüme mahkum ediyor. Hak aramamücadelesini yükselten işçilerin, emekçilerin üzerinekolluk kuvvetlerini salan Beşir Atalay’ın temsil ettiğihükümet, fabrika önünde bildiri dağıtan devrimciişçilere kuşun sıkanları serbest bırakırken, canileriprotesto eden devrimcileri tutuklayan yargı sistemi ile“adalet” dağıtıyor. Bakanın sözleri gazetelerde manşet,haberlere konu olurken, İzmir’de kolluk kuvvetlerikazanılmış haklarını korumak için direnen Kent AŞişçilerine azgınca saldırıyordu.

Kirli savaş şeflerini yargılamaktan imtina eden AKPhükümeti, “Kürt açılımı” yaparken 17 bin faili meçhulcinayetin sözünü bile etmiyor. Temelden yoksunhayaller yaymaya çalışan bu aynı hükümet, kirli savaşdönemini andıran olayları seyretmekle yetiniyor. Halböyleyken Kürt halkına belli kırıntılar karşılığındaeşitlik/özgürlük talebinden vazgeçmesini dayatanrejimin temsilcilerinin “demokratik açılım”dan sözetmeleri, riyakarlığın kaba bir biçiminden başka bir şeydeğildir.

Evet, Amerikancı rejim, Washington’daki efendilerinde isteğine uyarak gelinen yerde Kürt sorununa iğretibir çözüm bulmaya çalışıyor. Ama bunundemokratikleşme ile hiçbir ilgisi yoktur; sözü edilen“çözüm”, Kürt halkının özgür/eşit yaşam özlemindenvazgeçmesi karşılığında bir takım kırıntılarverilmesinden ibaret. Bu kadarı bile Kürt halkının onyılları bulan direnişinin dolaysız bir sonucu iken, AKPhükümeti, Kürt halkına lütufta bulunuyormuş gibiyaparak bir başka riyakarlığa imza atıyor. Oysa bilindiğiüzere demokratik haklar, gerici burjuva rejimlertarafında ihsan edilmez; ancak kararlı direnişler ezilenhalklarla işçi sınıfının demokratik haklar kazanmasınısağlayabilir.

CHP, MHP, Ordu cephesindeyeni bir şey yok!

AKP hükümetinin “Kürt açılımı” ile ilgilideğerlendirme yapan CHP’li yetkililer, Kürt sorunukonusunda halen AKP’nin gerisinde nal topladıklarınıgösterdiler.

CHP adına açıklama yapan Mustafa Özyürek, diğerşeyleri yanısıra şunları söyledi: “Herkes ana diliniözgürce öğrenmelidir. Demokrasi en etkin şekildeçalışmalıdır. Kültürel haklar sonuna kadarkullanılmalıdır. Ana dilde yayın yapılmalı, biz daha daileri gidiyoruz sadece devlet televizyonu değil özeltelevizyonlarda da Kürtçe yayın yapılmalıdır. Amaeğitim dili anayasamızda yazdığı gibi Türkçe olmalıdır.”Görüldüğü üzere “Demokrasi en etkin şekildeçalışmalıdır” diye buyuran CHP’li görevlinin“demokratlık” anlayışında ana dilde eğitime henüz yeryoktur.

MHP’nin tutumu ise, bekleneceği üzere bu faşistpartinin tiksinti verici ırkçı çizgisine yakışan cinstenoldu. AKP’nin Polis Akademisi’nde Kürt Çalıştayıyapmasına ateş püsküren faşist partinin şefi DevletBahçeli, çalıştaya katılan düzen medyasının yazılarınıihanetle suçladı. AKP’yi ise bölücülükle suçlayan faşistpartinin şefi, hükümetin “Kürt açılımı”nı “Türk birliğinibozacak bir girişim” olarak niteledi. MHP adınakonuşan bir başka görevli ise, Abdullah Öcalan ile Kürthareketinin yönetici kadrolarının idamla yargılanmalarıgerektiğini savunarak, faşist partinin Kürt sorununanasıl bir “çözüm” düşündüğünü ortaya koydu.

MHP’nin etrafa kan ve irin saçan açıklamaları, faşistpartinin “Kürt açılımı”na katkı sunabileceğini vaaz edenbazı kalemşörleri hayal kırıklığına uğratmış görünüyor.Dinci gerici AKP’den “demokratikleşme” bekleyen sözkonusu kalemşörler, faşist partiyi de makyajlamaklauğraşıyordu. Oysa MHP’den aldıkları yanıt, böylelerininsefilliğini gözler önüne serdi.

Dinci gericilikle girdiği iktidar çatışmasında bellimevziler kaybetse de halen rejimin en etkili gücüordunun da Kürt sorununa yaklaşımında bir değişiklikbulunmuyor. Süreci izleyerek “işi hükümete havaleetmiş” gibi görünse de, genelkurmay başkanı İlkerBaşbuğ, görüşlerini, 14 Nisan’da Harp Akademileri’ndeyaptığı konuşmada dile getirdiklerini, bu konuda birdeğişiklik olmadığını açıkladı.

Irkçı-gerici rejim Kürt halkının emekçi kesimlerinin beklentilerini karşılayamaz...

Kürt halkının kurtuluşu devrim ve sosyalizimde!

Page 4: Sİ Kızıl Bayrak 2009-30

Kürt halkının kurtuluşu devrim ve sosyalizimde!4 H Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2009/30 H 7 Ağustos 2009

Söz konusu konuşmada söylenenlerinözeti kısaca şöyle; “İkinci kimlikler ancakikincil kültürel kimlik şeklinde bireyselseviyede yaşanabilir, geliştirilebilir vekorunabilir. Bunu kültürel bir zenginlik olarakgörüyoruz. Bireysel özgürlüklerin sınırının,azınlık veya grup hakları ile kesişmesine,yeni azınlıklar ve üst-kimlikler yaratılmasınaizin veremeyiz…”

Bu zihniyete göre Kürtler halk değil;bireysel hakları olabilir ancak kolektif birhakları olamaz; ordu, böyle bir hakkıntanınmasına izin vermez. Görüldüğü üzereNATO’nun ikinci büyük ordusu, ırkçı-inkarcıçizgiden sapmaya niyetli değil.

Kürt cephesinde “ihtiyatlı iyimserlik…”

AKP’nin yeni söylemindeki bazı ayrıntılarbir yana bırakılırsa, düzen cephesinde yenibir şey yokken, Kürt siyasi çevreleri, içişleribakanının açıklamalarından etkilenmişgörünüyorlar. İmralı’dan DTP’ye, Kürtaydınlarından Kandil’deki PKK liderliğinekadar, düzen içi çözüme dair güçlü birbeklenti oluşmuş bulunuyor. Ancak Kürtgüçleri son gelişmelere halen belli birihtiyatla yaklaşıyorlar; zira Türk devletinekolayından güvenmenin akıl karı bir işolmayacağı konusunda deneyimliler.

Buna rağmen farklı güçleriyle Kürthareketi, yıllardır düzen içi bir çözümeulaşma beklentisi içindedir; ufukları düzen içiçözümün ötesini göremediği için,emperyalistlerle işbirlikçilerinden çözümkonusunda adım atmalarını beklemelerişaşırtıcı değil. Halen pasif konumdabekleyişini sürdüren Kürt güçlerinin bazıtereddütleri olsa da, “Kürt açılımı”nın düzeniçi çözümün yolunu açacağını umuyorlar.

Kürt halkı sahte vaatler değil, somut adımlar görmek istiyor!..

“Devlet politikası” olarak sunulan “Kürtaçılımı” haliyle Kürt halkının ilgisine demazhar olmaktadır. Ancak kirli savaşın açtığıyaralar, halen devam eden devletin ırkçı-inkarcı politikası ve bir bütün olarak Türkiyeişçi sınıfıyla emekçilerini hedef alan neo-liberal saldırılardan fazlasıyla nasibini alanKürt halkı, artık boş vaazlar değil,sorunlarının çözümüne dair somut adımlaratıldığını görmek istiyor.

Oluşturulmak istenen beklentiye rağmenTürk sermaye devletinin Kürt emekçilerininbeklentilerini asgari düzeyde de olsakarşılaması olası değil. Zira rejim, Amerikançözüm planını kıyısından köşesinde kırparakuygulamak için Kürt halkının eşit/özgüryaşama idealini ebediyen terk etmesiniistiyor.

Görünen o ki, Amerikancı rejim, birkazaya uğramadan “Kürt açılımı”nısonucuna götürebilirse, Kürt siyasal çevreleridüzene daha da yaklaşacak. Öze ilişkinolmayan bazı hakların devlet tarafındantanınmak zorunda kalması, Kürt hareketinindüzenle birleşme sürecini pekiştirecek, buise Kürt emekçilerinin belli bir dönembeklenti içine sürüklenmesine yol açabilir.Ancak hem sınıfsal hem de ulusal baskıdevam edeceği için, bu bekleyiş uzunsürmeyecektir.

Kürt halkının emekçi kesimleri, ortalıkdurulunca, emperyalistlerle işbirlikçilerininezilen halkların sorunlarına çözümüretemeyeceklerini anlamakta güçlükçekmeyeceklerdir. Bu ise hem sınıfsal hemulusal baskıdan kurtulmak için, Türkiye işçisınıfı ve emekçileriyle devrim ve sosyalizmmücadelesini yükseltmek dışında bir yolunolmadığının da anlaşılmasınıkolaylaştıracaktır.

Sermaye uşağı AKP hükümetinin izlediği kapkaçpolitikasının uygulamalarına bir yenisi daha eklendi.Kamu İhale Kurumu, bir gece yarısı operasyonuyla“fiilen” Maliye Bakanlığı’na bağlandı. Türkiye BüyükMillet Meclisi kapanmadan önce çıkarılan 5917 sayılıtorba kanuna eklenen bir maddeyle, Maliye Bakanlığı’nıngörevleri arasına “kamu alımlarına ilişkin temelpolitikaları oluşturmak ve kanun tasarılarınınhazırlanmasında ilgili kurumlar arasında koordinasyonsağlamak” da eklendi.

Buna göre, 178 sayılı Maliye Bakanlığı’nın Teşkilatve Görevleri Hakkındaki Kanun HükmündekiKararnamesinin 10. maddesinin birinci fıkrasının mbendi, “Genel ekonomik politikalar ve stratejilerçerçevesinde kamu alımlarına ilişkin temel politikalarıoluşturmak, bu konudaki kanun tasarılarınınhazırlanmasında ilgili kurumlar arasında koordinasyonusağlamak” olarak değiştirildi. Böylece Maliye Bakanlığı,kamu alımlarına ilişkin temel politikaları oluşturma vekonuyla ilgili tasarıların hazırlanmasında ilgili kurumlararasında koordinasyonu sağlamak konusunda tek yetkiliisim oldu. Yapılan değişiklikle Kamu İhale Yasası’nın 53.maddesinde yer alan ihale mevzuatı konusunda ulusal veuluslararası koordinasyonu sağlamak görevi de, bu yollaetkisiz hale getirilmiş oldu.

Kamu ihalelerinde şeffaflığı sağlamak adına 2001yılında özerk bir kurum olan Kamu İhale Kurumukuruldu ve işleyişle ilgili de Kamu İhale Yasası çıkarıldı.Ancak Kamu İhale Yasası kabul edildiği 2002’den buyana irili ufaklı 18 değişikliğe uğradı. Bir kısmı öncekikoalisyon hükümeti döneminde, büyük oranı ise AKPdöneminde yapılan değişikliklerle kanunun altı adımadım boşaltıldı.

AKP Hükümeti göreve geldiğinden bu yana sürekliolarak ihalelerde tüm inisiyatifi eline almak istedi. “Dubleyolları yapamıyoruz” dedi, yasa değiştirdi. “Tümalanlarda bu mevzuat uygulanmıyor, iş yapamıyoruz”dedi, yasa değiştirdi. Özelleştirmelerden toplu konut yada kamu kurum ve kuruluşlarının inşasına, uluslararasıorganizasyonlardan kamu mali yönetimi ve gelir vergisikanununa, denizlerin ve akarsuların etrafında yapılacakzararlı maddelere karşı acil durumlardaki ihalelere kadarsayısız ihale bir bir kanunun kapsamı dışında tutuldu.

Son yıllarda yapılan önemli değişikliklerden bazımaddeler şöyledir;

- Ocak 2008’de Tanık Koruma Kanunu değişikliğiyapıldı. Düzenleme ile tanıkların korunması içinyapılacak alımlar kamu ihale mevzuatı dışına çıkarıldı.

- Şubat 2008’de Vakıflar Kanunu, Mayıs 2008’de İşKanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik YapılmasıHakkında Kanun, Temmuz 2008’de Elektrik Piyasası veBazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun ileihale mevzuatına bazı istisnalar eklendi.

- Aralık 2008’de ihale sisteminde köklü değişiklikleryapılan yeni yasa yürürlüğe girdi. Düzenleme ile ihalelereilişkin şikâyetler zorlaştırılırken, Kurulun resen incelemeyetkisi kaldırıldı.

- Son olarak Haziran 2009’da yürürlüğe giren TorbaKanun ile kanun kapsamı dışına çıkan alımlar genişletildive istisnalar arasına elektrik üretimi, iletimi, ticareti ve

dağıtımı alanında faaliyet gösteren kamu iktisaditeşebbüslerinin bu faaliyetlerine ilişkin kamukurumlarından alacakları eklendi.

İnşaat Mühendisleri Odası (İMO) Ankara ŞubeBaşkanı Nevzat Ersan son yapılan değişikliğe dair yaptığıaçıklamada; “Bu uygulama ile kamu kaynaklarının“sınırsız ve denetimsiz bir yolsuzluk potansiyeli ilekarşı karşıya bırakıldığını, üretilen yapılarındenetlenmesi de iktidarın insafına bırakılarakkorkutucu bir durum yaratılmıştır” dedi.

Kamu İhale Kurumu Eski Başkanı Sener Akkaynakise, düzenlemeyle özerk olarak kurulan kurumunözerkliğinin rafa kaldırılmış olduğunu belirterek, “MaliyeBakanlığı’nın onayını almadan Kamu İhale Kurumu yasalolarak adım atamayacak” diye konuştu.

Konunun başka uzmanları ise, söz konusudüzenlemenin yalnızca KİK’i değil, kendi kanunlarınabağlı olarak alım yapan ve düzenleme hazırlayan tümkurumları etkileyeceğini belirtti. Bu kapsamda DevletPlanlama Teşkilatı ve Hazine gibi kurumların daMaliye’nin onayı olmadan kamu alımlarına ilişkin temelpolitika metinleri hazırlayamayacağı belirtildi

Bakanlık yetkilileri ise ihale mevzuatına tabi olmayankamu alımlarının da bulunduğunu, bazı kurumların kendikanunlarına tabi olarak alım yaptığını, KİK’e bağlıalımlar da düşünüldüğünde çalışmaları tek çatı altındatoplama ihtiyacı doğduğunu söylediler. Bu leş kargalarıAB’ye uyum kapsamında tüm kamu alımlarının koordineedilmesi amacıyla bu yönde bir düzenlemeye gidildiğiniifade etti.

Hırsızlık ve yolsuzluğu kanunen güvence altına alanbu soygun yasası, yasalaşmasından ancak bir ay sonraresmi gazetede yayınlanmasının ardından açığa çıkabildi.Bundan sonra yolsuzluk ve keyfilik kamu ihale sisteminintemel belirleyicisi olacaktır. AKP, kamu kaynaklarınınbelli çevrelere akıtılmasının önündeki tüm engelleri kendieliyle kaldırmış, hükümeti rahatsız eden Kamu İhaleKurumu uygulamalarının da önünü kesmiştir. MaliyeBakanlığı, hükümeti rahatsız eden soruşturmalar için izinvermeme hakkına sahip olmuş ve böylece kamuihalelerinde hırsızlık, talan, kayırmacılık, yandaşlarapeşkeş dönemi hükümet eliyle resmen güvence altınaalınmıştır.

Bu yasal düzenleme uzun süre ellerini ovuşturarakbekledikleri soygun ve talana yasal kılıf hazırladığı içinen çok emperyalist ve yerli tekelleri sevindirmiştir. Baştaelektrik, su, doğalgaz, akarsular, kıyılar-ormanlar, geriyekalan kamu kurum ve kuruluşları ile arazileri, köprüler,tarım alanları, konut sorunu ve sağlık olmak üzereinsanlık için yaşamsal önemi olan neredeyse her şey, birbir talan edilip peşkeş çekilecek. İşçi ve emekçiler içinyaşamsal öneme sahip olan tüm bu hizmetler tekellerininsafına bırakılacak.

Hırsızlık, gasp, soygun ve talan bir sistem olarakkapitalizmin özünü oluşturur. İnsanlığın, doğanın,yaşamın önünde bir engele dönüşen kapitalist sermayedüzeni yıkılmadığı müddetçe, doğanın ve türlerinüzerindeki tahrifatlar artarak devam edecektir. İşçi-emekçilerin ve ezilen halkların bu köhne düzeni bir anönce tarihin çöplüğüne atmak dışında bir çıkar yol yoktur.

Kamu İhale Kurumu bir gece yarısı operasyonu ile MaliyeBakanlığı’na bağlandı…

AKP hükümeti yolsuzluk vehırsızlıkta sınır tanımıyor!

Page 5: Sİ Kızıl Bayrak 2009-30

Kontrgerilladan hesabı emekçiler soracak! Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak H 5Sayı: 2009/30 H 7 Ağustos 2009

Özel Harp Dairesi (ÖHD) kurucusu, bir dizikatliamının sorumlusu ve eski Kara KuvvetleriKomutanı Orgeneral Kemal Yamak geçirdiği beyinkanaması sonucu Ankara’da öldü. Devletin rütbeliişkencecilerinden Kemal Yamak için KocatepeCamisi’nde tören düzenlendi. Devletin zirvesinedönüşen cenaze törenine askeri ve sivil bürokrasidençok sayıda kişi katıldı. Ayrıca Yamak için, KaraKuvvetleri Komutanlı’ğında da basına kapalı törenyapıldı. Böylece, devlet işkencecisini yalnızbırakmadı.

Cenaze töreninin ardından, basın mensuplarınınsorularını yanıtlayan eski MGK Genel Sekreteriemekli Orgeneral Tuncer Kılınç, bir gazetecininYamak’ın kritik dönemlerde kritik görevlerdebulunduğunu hatırlatması üzerine,“Her subayımızın,bir dönem kritik yerlerde bulunma şansı olur. Amakomutanımızın çok daha fazla şansı olmuştur” dedi.

Devletin askeri ve sivil bürokrasisinin cenazetörenine katılarak sahiplendiği KemalYamak, 1971’detuğgeneralliğe terfi etti ve general rütbesindeki ilkgörevlerinden biri, Özel Harp Dairesi Başkanlığı oldu.Kuzey Kıbrıs işgali öncesinde, Kıbrıs’taki kontrgerillagruplarının oluşturulmasında önemli rol oynadı.1979’da korgeneral olduktan sonra, Kıbrıs’taki işgalciTürk birliğinin komutanlığını yaptı. 12 Eylül1980’deki askeri darbesinden önce Diyarbakır’dabulunan 7. Kolordu’nun komutanlığına getirildi.Diyarbakır Cezaevi’ndeki vahşet günlerinin altında daKemal Yamak’ın imzası yer aldı. O, bir dönemsermayenin kontrgerilla devletinin zulümpolitikalarının Diyarbakır’daki bizzat uygulayıcısıoldu.

NATO talimatı ile NATO üyesi ülkelerde“komünizmle savaş” adına kurulan kontrgerillanın,Türkiye’deki merkezi olan Özel Harp Dairesi’nin(ÖHD) başkanlığını yapan, eski Kara KuvvetleriKomutanı ve Özal döneminin CumhurbaşkanlığıGenel Sekreteri olan emekli Orgeneral Kemal Yamak,“Gölgede Kalan İzler ve Gölgeleşen Bizler” ismiyleyazdığı bir kitapla kendinden birkaç yıl önce sözettirmişti.

Elbetteki, Org. Yamak bu kitapla amacı; işçi sınıfı,emekçiler ve Kürt halkına karşı işlenen suçların birözeleştirisi değildir. O, “bir anı” gibi sunularaksermaye devletinin kontracı kimliğini veemperyalizmin çıkarlarını koruyan bir yapı olduğunuörtbas ederek onu meşrulaştırmayı amaçlıyordu.Demagoji ve yalanı “psikolojik harp” kapsamındakullanmakta ustalaşan bu generalin, kitabında da aynızihniyet görülüyordu.

Düzenin kanunlarınca da yasadışı olan birörgütlenmeden sözediyor, ama anlatımına bakarsanız,her yapılan şey gayet normal. Yamak, emperyalizmeher türlü uşaklığın kılıfı haline gelen “ülkenin stratejikcoğrafi konumu”nun böyle bir örgütlenmeyi gereklikıldığını söylüyor.” Ama bu örgütlenmeyleemperyalizme nasıl hizmet ettiklerini ve en önemlisiABD beslemesi ÖHD’nin neler yaptığını anlatmıyor.Fakat yine de, onun doğal bir şeymiş gibi anlattıklarıbile kontrgerillaya, düzen ve devlet gerçeğine ve

“milli çıkarlar” kılıfı altında kimin çıkarlarınınyattığına ışık tutuyor.

Kontrgerillayı ABD finanse etti

Kontrgerilla karargahı Özel Harp Dairesi nasıl veneden kurulmuş, kontracı generalin kitabındandinleyelim: “Özel Harp Dairesi, özellikleAmerikalılar’ın da verdiği destekle NATO’nun ‘örtülüharekat konseptine’ dayanarak kurulmuş bir harekatünitesiydi. Memleketimizin bulunduğu coğrafi mevkive stratejik konum, böyle bir teşkilatı çok lüzumlu veçok faydalı hale getiriyordu. 1950’li yıllarda ÖzelHarp Dairesi’nin, Gayri Nizami Harp bölümününkuruluşu, böyle bir ihtiyaç dikkate alınarakgerçekleşmişti.” (s.248)

“Amerikalılar’ın özel yardım faslından, daireyeher yıl 1 milyon dolar yardım sağlanacak, buyardımlar istenirse Türkiye’de veya istenirseAmerika’da ihtiyaçlar için kullanılacak, Amerika’dansatın alınacak teknik malzeme ve silahlar içinödemeler, bu paradan mahsup edilecekti.” (s.254)

Yamak, sıradan bir general değildir. ‘71-74 arasıkontrgerillanın başındadır ve sonrasında aynı göreviniCumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği sıfatıylasürdürmüştür. Bu sözler; bu ülkede onyıllardır sayısızcinayete, katliama, işkenceye ve her türlü kirli işeimza atan sermaye devletinin kontrgerillaörgütlenmesi ve politikalarının nasıl şekillendiğinin enüst düzeyde yorumu gereksiz kılan resmi itirafıdır.Kontrgerilla örgütlenme ve politikalarının,emperyalistlerin ve işbirlikçi sermaye sınıfınınçıkarlarına hizmet ettiği açıktır. Emperyalistler de“yardım” diye değil, söz konusu paralarıkontrgerillaya bu çıkarlar için veriyordu.

Tüm dünyada kontrgerilla yapılanmaları,emperyalistlerin kendi hegemonyalarını sağlamak vepekiştirmek için, bunun önünde engel oluşturan

devrim ve sosyalizm cephesini etkisizleştirip yoketmek için kuruldular. Tüm NATO ülkelerinde mevcutolan bu kontra yapılanmaların merkezi Brüksel’dekiNATO Karargahı’ydı. Kuruluş nedeni ise, sermayedevletinin göstermelik de olsa, var olan yasalarınedeniyle açıktan yürütemediği faaliyetlerini bukontra yapılanmaları aracılığıyla hayata geçirmesidir.Bugün Ergenekon olarak adlandırılan bu kontrgerillayapılanması, sadece resmi üniformalıları değil, sivilfaşistlerden muhtarlıklara, kimi derneklerden SivilSavunma’ya, yargı, bürokrasi vb. geniş birörgütlenmeyi kapsar.

Kontrgerilla yöntemlerinin, komplolardansabotajlara, provokasyonlardan katliamlara,kaybetmelerden suikastlere kadar kirli savaşın hertürlü biçimini içerdiği biliniyor. Kontrgerillanın finanskaynağı ise, sadece ABD dolarları değildir. O,işbirlikçi sermaye sınıfı tarafından kokuşmuş veçeteleşmiş düzeninin devamını sağlaması karşılığındayoğun bir destek almaktadır. Ayrıca uyuşturucu, fuhuş,kaçakçılık, rüşvet, şantaj gibi yollarla, kullandıklarımafya aracılığıyla sağlanan gelirleri de olduğu sırolmaktan çoktan çıkmıştır. Dahası, kontra şefi KemalYamak nereden beslendiklerini ve kimin talimatıylakurulduklarını bizzat kendisi zaten anlatıyor.

“Partilerde ‘özel harpçiler’ var”

Kontracı general Kemal Yamak, son olarakmecliste farklı partilerde pek çok “özel harpçi”olduğunu söyleyerek tartışma yaratmıştı. Söz konusukitabında dönemin CHP Başkanı Bülent Ecevit’in“kontrgerilla” iddialarına yanıt vermiş ve bazı CHPmilletvekillerinin de “özel harpçi” olduğunuaçıklamıştı.

Ecevit 1978–79 başbakanlığı dönemindeSarıkamış’ta daha önce Özel Harp Dairesi başkanlığıyapmış generallerden Sabri Yirmibeşoğlu’yla

Kontrgerilla şefi Kemal Yamak’ı sahiplenenlerinErgenekon karşıtlığı sahtedir!

Page 6: Sİ Kızıl Bayrak 2009-30

Kontrgerilladan hesabı emekçiler soracak!6 H Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2009/30 H 7 Ağustos 2009

1990’lı yıllarda Cizre ve çevresinde işlenen çok sayıda“faili meçhul” cinayetin öne çıkan isimlerinden biri deCemal Temizöz’dü. Kayseri Jandarma Alay KomutanıAlbay Cemal Temizöz Ergenekon davası çerçevesindetutuklandı. Kanlı olayların tanığı olan birçok kişi CemalTemizöz’ün icraatlarına dair ifade verdi.

Önce Cemal Temizöz’ün kanlı icraatlarına tanıkolduklarını söyleyenlerin ifadelerini geri çekmeleri,kontrgerilla elamanlarının kendilerine verebileceklerizarardan duyulan korkudan kaynaklanıyor. Duruşma tarihiyaklaştıkça tanıklar, tanıklık yapmaktan vazgeçmeyebaşladılar. Önce iki gizli tanık, tanıklıktan vazgeçti. Sonrasoruşturmanın başlamasını sağlayan son tanık da ifadesinideğiştirdi. Böylece davada tanık kalmadı. Bu yaşananlar, birkez daha, sermaye devletinin “iyi çocukları”nı koruduğunuve kolladığını gösterdi.

Cemal Temizöz ne ilk ne de son örnektir. Sömürgecisermaye devleti, kontrgerilla örgütlenmesinin her düzeydekielamanlarına hep sahip çıktı. Çetelerin cirit attığı, polisterörünün yoğunlaştığı, Şemdinli’de Umut Kitapevi’ninbombalanması eyleminin failleriyle ilgili verilen cezanınYargıtay tarafından bozulduğu, katliam sanıkları olankontrgerilla elamanlarının tek tek serbest bırakıldığı birsüreçten geçiyoruz.

Sermaye devleti, tarihi boyunca Cemal Temizöz vb.kontrgerilla şeflerini ve elemanlarını, “iyi çocuklar”ını hepkorudu. Ergenekon operasyonunda bugüne kadar onlarcakişi tutuklandı. Ergenekon davasında aralarında generallerinde bulunduğu sanıkların yargılanması hala sürüyor.

Bir yandan da kontrgerilla şefleri, sağlık sorunlarıgerekçesiyle tahliye ediliyorlar. Kontrgerilla elamanlarıtanıkları “ikna etme” mesaisine devam ediyor. CemalTemizöz yargılanması sürecinde olduğu gibi, kontrgerillaşefinin cinayetlerini ayrıntılı olarak anlatan tanıklartanıklıktan bir bir çekiliyor.

Kontrgerilla devletinin Cemal Temizöz türündenelamanları, devrimci ve işçi hareketini bastırmak,mücadelede öne çıkanları susturmak için sayısız cinayetinve katliamın altına imza attı. 12 Eylül öncesi binlercedevrimcinin, aydının, öğrencinin ve işçi önderininkatledilmesi, Çorum, Maraş, Balgat katliamlarının,Bahçelievler’de 7 TİP’linin öldürülmesinin, 1977 1 Mayıskatliamının altındaki imza kontrgerilla devletinincellatlarına aitti.

Olağanüstü Hal Bölgesi’nde Hizbullah adı altındayapılan yüzlerce yargısız infazın, JİTEM adı altındagerçekleştirilen eylemlerin failleri olan, Cemal Temizöztüründen kontrgerilla elamanları “ne yaptıysak devlet içinyaptık” diyerek sırtlarını kontrgerilla örgütlenmesininkaynağı olan sömürgeci sermaye devletine dayadılar.Sömürgeci sermaye devleti her seferinde katiller sürüsünükorudu, kolladı, sırtlarını sıvazladı.

7 TİP’liyi nasıl öldürdüklerini anlatan Haluk Kırcı’nınnikah şahidi, bakanlık da dahil bir çok devlet görevindebulunmuş, kontrgerilla şefi Mehmet Ağar’ın ta kendisiydi.Haluk Kırcı, aynı zamanda Abdullah Çatlı’nın suç ortağıydı.Balgat katliamı sanığı Mustafa Pehlivanlı, “bütün olaylarınarkasında Çatlı vardır” diyordu. Abdullah Çatlı’nın silahruhsatı, pasaportu, her şeyi devlet tarafından sağlanmıştı.Dünyanın her yerinde, devlet adına kontra faaliyetlerdebulunması onaylanmıştı. Yine bu ekipten biri olan KorkutEken, “Emirsiz ve devletten habersiz hiçbir şey yapmadım”diyerek bu suç örgütünün devletle ilişkisini itiraf ediyordu.

Cemal Temizöz’ün gençlik yıllarında sivil faşisthareketle olan ilişkileri basına yansıdı. Bu durum hiç de

tesadüfî değildir. Susurluk davası nedeniyle ortaya çıkanisimlerin hemen hepsinin MHP ve BBP gibi faşist partilerleyolları kesişmiştir. Çatlılar, Şahinler, Ekenler hep MHPkökenli kadrolar. BBP lideri Muhsin Yazıcıoğlu ölmedenönce kendisi ile yapılan röportajlarda, “Çatlı davaarkadaşımdır” diyordu. Cezaevlerinden salınan özeltimcileri sloganlar atıp kurbanlar keserek karşılayanlarMHP’lilerdi.

Kontrgerilla, dünyanın her yerinde olduğu gibiülkemizde de tetikçilerini faşist hareketten devşiriyor.Faşizm kanla beslendiği için ölüm timleri de faşist hareketinkadrolaşmasını pekiştiriyor. Bu durum, faşist partilerindevlet içinde örgütlenip kök salması işlevi de görmektedir.Susurluk’ta adı geçen JİTEM’ci asker ve generaller, MİT veemniyet müdürleri, ırkçı polisler saymakla bitmez. “Bugünekadar ne öğrendiysem Başbuğumdan öğrendim” diyenvaliler, devrimcilerin ölüm emrini veren ve devlet töreniylegömülen Türkeş bunlardan sadece birkaç tanesidir.

Kontrgerilla çeteleri on yıllardan beridir Kürt halkınayönelik kirli savaştan besleniyor. Kirli savaş, kontrgerilladevletini her alanda tahkimata ve kontrgerillaörgütlenmesine yöneltiyor. İstihbarat örgütlerini,kafatasçıları harekete geçiren, bir yandan savaştan eldeedilen rantsa, diğer yandan da azgın milliyetçilik veırkçılıktır. Kürt halkına yönelik kirli savaşta yargısız infazlarve faili meçhul cinayetler ayyuka çıktı. Tüm bunlar hala dasürüyor.

Bütçenin önemli bir kısmı kirli savaşa harcanıyor. Kirlisavaş için ayrılan büyük paralar savaş ve silah tacirlerininilgisini çekiyor. Eroin trafiğinin bu ölüm timlerinin, faşistçetelerin elinde tekelleşmesiyle bir o kadar daha para ortayaçıkıyor. Söz konusu olan paranın bu kadar büyük olmasızaman zaman cinayet şebekelerinin birbirine girmesine,çetelerin birbirlerinin ayağına dolanmasına yol açabiliyor.Emniyetçilerle JİTEM ve MİT’in birbirlerini suçlayanaçıklamalar yapması bunun ifadesidir.

Onyıllardır toplumda kullanılan değerlerin çökmesi,devlete ve kurumlarına karşı artan güvensizlik veçözülemeyen Kürt sorununun yanına bir de İslami hareketinyükselişinin eklenmesi egemen sınıfı iyice zora sokuyor.

Düzen içi it dalaşında üstünlük elde etmek içinçabalayan Genelkurmay bir yandan “Cumhuriyet eldengidiyor” yaygarasıyla kitleleri gerici sokak eylemlerineçekti. Bununla da yetinmedi. Kürt halkına yönelik imha veinkar politikasının zeminini güçlendirmek için kontraeylemlerini tırmandırdı.

Cemal Temizözleri yaratan, ellerine silah veripkatliamlar yaptıran, binlerce operasyon imza atan aslındasermayenin kontrgerilla devletidir. Dolayısıyla CemalTemizöz vb kontrgerilla şefleriyle hesaplaşmak özündekontrgerilla devletiyle hesaplaşmaktır. Bunu ise, sadeceörgütlü işçi sınıfı ve emekçiler yapabilir.

Cemal Temizöz vb. kontrgerilla şefleri sanıksandalyesine oturtulmalıdır. Fakat asıl suç odağı, sermayedüzeni ve devletidir. Bu nedenle asıl hedefe çakılması,hesap sorulması gereken sermaye iktidarıdır. CemalTemizöz vb. kontra şeflerinden hesap sormanın biricik yoluişçi sınıfı ve emekçilerin devrimci, politik, kitleselmücadelesidir.

Kontrgerilla devletini, çetelerini ve şeflerini teşhiretmek, düzen içi it dalaşının gerçek yüzünü ortaya sermek,Kürt halkına yönelik savaş politikasına karşı işçilerin birliğihalkların kardeşliği şiarını yükseltmek, devrimci politikçalışmanın önemli bir görevidir. Bu görev öncelikle sınıfdevrimcilerinin omuzlarındadır.

görüşürken, MHP ilçe başkanının da buteşkilatın bir üyesi olduğunu öğrenmiş,kontrgerillanın varlığını açıklarken budurumu da açıklamıştı. Ecevit’in medyanınilgisini çekmek için Özel Harp Dairesi’neiftira ettiğini ileri süren Yamak kitabındaşöyle yazıyor:

“Barışta ve bir savaş halinde MHP’lileraskere alınmayıp kendilerine şu veya buşekilde sefer görevi verilmeyecek midir?Parti gözlüğü bu kadar kalın camlı mıdır?Acaba bu kişi Sayın Ecevit’in kendipartisinden olsaydı, bu itirazı olacak mıydı?O zaman CHP’den bu teşkilatta kimse yokmu zannediliyor?”

Yamak, TBMM içinde birbirindenhabersiz pek çok milletvekilinin Özel Harpçiolduğunu şöyle anlatıyor: “Birçok kimseyiayağa kaldıracağını biliyorum ama bunoktada yazmak istiyorum. Sayın Ecevit’ininandırıcılığına dayanarak alevlenen veSayın Ecevit’in zaman zaman medyanınilgisi için bizzat öne çıkarak söyledikleriyledevam eden bu iftira kampanyasısürdürülürken, bu teşkilatın içinde o zamankendi partisinden ne kadar personelin, hattaTürkiye Büyük Millet Meclisi’nde birbirinihiç tanımayan kaç milletvekilininbulunduğunu ve bunun sadece kendipartisine ait bir durum olmadığını, birisisöyleyiverseydi ne olurdu?”

“CHP’li Özel Harpçilerin” kimlikleri ileilgili Hürriyet’in sorusunu ise şöyleyanıtlamıştı: “Özel Harp Dairesi’ne üyeolan milletvekillerinin isimlerini bilmem.Onlar gençliklerinde örgüte alınıyor, sonramilletvekili oluyorlar. Bu da onlarınseçilmelerindeki isabeti gösteriyor.Kimliklerini bilmiyorum, ama sonradanmilletvekili olduklarını kesin biliyorum.Zaten onların isimlerini kimse bilmez, belkiörgüte alan ilk kişi bilebilir. Çünkü hepsininkod adı var. Çalışırken biz onları kod adlarıile çağırırdık. Bir de sadece CHP’de değil,tüm partilerde var.” (3 Ocak 2006, Hürriyet)

Kontrgerilla şefi Kemal Yamak’ın busözleri, işçi sınıfı ve emekçi kitlelere“demokrasi” olarak sunulan sermayedevletinin işleyişini en veciz bir biçimdeözetliyor. Burada önemli olan hangi partidekaç kontracının olduğu değil, bunların işçive emekçilere karşı hangi sınıfın hizmetindeolduğudur. CHP de bu düzenin partisi olarak“sol” maskeyle aynı hizmeti görmüştür.MHP gibi faşist partilerin en geniş şekildeve özellikle fiili olarak tetikçi şeklindekullanılmaları, diğer düzen partileriningözardı edilmesini beraberinde getirmiş olsada, tüm düzen partileri kontrgerilla ile içiçeonların politikalarını uygulamışlar ve halende uygulamaktadırlar.

Kemal Yamak’ın ölümü üzerine tümdüzen cephesi yasa boğuldu. Aynı zamandabu yasa bir Kemal Yamak güzellemesi deeşlik ediyor. Sermaye düzeni payına, onadönük bunca yas ve güzelleme boşuna değil.Zira o, azılı bir devrim düşmanıydı, azılı birKürt düşmanıydı ve emekçi düşmanıydı.

Sermaye sınıfı ve devleti, KemalYamak’a sahip çıkmakla, kendi sınıfçıkarına uygun bir davranış sergilemişoluyor. Bu davranış, işçi sınıfı ve emekçileriçin bir uyarı sayılmalıdır. Unutulmamalıdırki, bir sınıf olmanın en önemligöstergelerinden birisi de, sağlam bir bellekve dostu-düşmanı ayırma yeteneğidir.

Kontrgerilla şefi Cemal Temizöz aklanmak isteniyor...

Kontrgerilladan hesabı işçi veemekçiler soracak!

Page 7: Sİ Kızıl Bayrak 2009-30

Dinci basının iki yüzlülüğü Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak H 7Sayı: 2009/30 H 7 Ağustos 2009

Uzun bir süredir düzen içi güçler arasında devameden it dalaşı son günlerde Hakimler ve SavcılarYüksek Kurulu (HSYK) üzerinden yaşandı. Gelinenyerde ve yapılan pazarlıklar sonucu iki güç odağıarasındaki mücadelenin bu perdesi görünürde kapandı.Pazarlığın sonucu iki tarafı da tam anlamıyla tatminetmiş görünmüyor. Bu nedenle olacak ki, atamatartışmalarının yapıldığı günlerde yapılan tartışma vesuçlamalar halen devam etmektedir.

Sözkonusu olanın esasta bir atamadan ibaretolmadığı biliniyor. Dolayısıyla diğer çatışmaalanlarında olduğu gibi, bu alanda yaşanan gerginlikve mücadele de burjuva medyada bir hayli yer buldu.Adalet Bakanlığı ile HSYK’nın bir kısım üyesiarasındaki pazarlık süreci günlere yayılmasına rağmenburjuva basının sürece ilgisi hiç azalmadığı gibi,pazarlık kızıştıkça herkes daha açık bir biçimde kenditarafına destek vermeye başladı. Adalet Bakanlığı’nınatamalar için hazırladığı taslağın HSYK’da tartışmayakonu olmasıyla başlayan süreç, Adalet Bakanı’nıngeleneğe aykırı bir biçimde toplantılara katılmasıylagerilimin daha da artmasına sahne oldu. Bir dönemdirköşeye sıkışan Amerikancı generallerin HSYK’dakietkinliğini, kapatma davası deneyiminden bilen AKP,çatışmada elinde bulundurduğu inisiyatifikaybetmemek için sürece en başından itibarenyakından müdahale etti. Generallerin elde tuttuklarımevzilerin en önemlileri arasında bulunan HSYK,sermaye devletinin yargı kurumlarının en tepesindebulunuyor. Elindeki gücün farkında olan ordutemsilcileri bu güç aracılığıyla Ergenekon ve failimeçhul yargılamaları nedeniyle kendileri aleyhineişleyen süreçleri tersine çevirmek istediler. HSYKüyeleri arasındaki sayısal etkinliğine güvenenAmerikancı generaller, bu üyeler içindeki kontracıolduğu tescilli olan Ali Suat Ertosun’u devreyesokarak korsan liste diye adlandırılan bir başka listeyigündeme getirdi.

Kendi yasaları uyarınca bile geçerliliği olmayan birlisteyle ortaya çıkılması ve bu liste aracılığıyla atamasürecinin önemli ölçüde sabote edilmesinin baş failiolarak gösterilen HSYK üyesi Ali Suat Ertosun AKPdestekçisi dinci medya tarafından hedefe konuldu. Buişin başını ise Yeni Şafak gazetesi ve SamanyoluTelevizyonu çekti. Eski ceza ve tevkif evleri genelmüdürü olan Ali Suat Ertosun’un dönemindegerçekleşen bir dizi karanlık iş ve özellikle 19 Aralıkkatliamındaki rolü gündeme taşındı. Bu haberleri ise,Ertosun’un bakanlık bürokratları ve çeşitli yargımensuplarıyla girdiği ilişkiler ve Sabancı davasıitirafçısı Mustafa Duyar’la ilgili ortaya attıkları pekçok spekülatif iddia izledi. Yeni Şafak gazetesinin ikiyüzlü tutumuna geçmeden önce durup dururken busuçlamaların devreye sokulmasının nedenlerinebakılması gerekir.

HSYK atamaları üzerinden çıkan çatışma, şimdilikçözülmüş gibi görünse de, üzerinde anlaşılan kararlaraslında önümüzdeki dönemlerde yeni çatışmalarındinamiklerini içinde fazlasıyla barındırıyor. Anlaşılankararlar gereği ve çatışmanın tarafı olan ordu adınaErgenekon davasına bakan hakim ve savcıların yanınabir dengeleyici unsur olarak gönderilecek tam yetkilisavcı, hem sanıkların hakim ve savcılarla ilgilişikayetlerinin soruşturma konusu yapılmak istenecekolması ve hem de yeni kurulması zorlanan özel

davalara bakacak mahkeme süreci şimdiden çatışmakonusu olmaya adaydır. Kuvvetle muhtemeldir ki,önümüzdeki dönemde düzen içi it dalaşı bu zeminüzerinden yürüyecektir. Eldeki siyasal ve moralüstünlüğü bırakmayan AKP’nin basındaki militankalemi olan Yeni Şafak gazetesi de kendi rolünüoynayarak muhataplarını zayıf noktalarından vurmayaçalışıyor. Böylelikle onların elini zayıflatarak vetersinden böylesi bir mücadele alanında AKP’nin elinigüçlendirmeyi amaçlıyor.

Yeni Şafak açık bir saldırının içerisine girmişolmasına karşın, muhatapları da bulunduklarıkonumun ve hizmet ettikleri devletlerinin desteğininfakındadır. Onlar da bu nedenle kendilerine yöneltilensuçlamaları cepheden karşılamaktadır. Ali SuatErtosun’un eleştirilere cevap vermek için yaptığı basınaçıklamasında ortaya koydukları bunu göstermektedir.Gerek 19 Aralık katliamıyla ilgili suçlamalara karşıgerekse diğerlerine verdiği yanıtlar oldukça nettir. Sözkonusu açıklamasında altında imzası olanuygulamaların devlet kararı olduğunu ve 19 Aralıkkatliamı kararının MGK’da alındığını belirtti. Busözler üzerine ise Yeni Şafak ve Ertosun’a yüklenendiğer “demokrasi yanlısı” dinci basın ne devletkararlarını ne de MGK’nın katliam kararınısorgulamadı. Üstelik bizzat Ertosun açıklamasısırasında gerginlik yaşadığı gazeteciye o zaman,cezaevleri “teröristlerin kontrolünde, devletin otoritesiyok diyordunuz şimdi niye öyle yaptınız diyorsunuz”diyerek o iki yüzlülüğü hatırlatıyordu. Kaldı kiErtosun suçlandığı konularda yalnız da değildir.Tartışmaya konu olan cezaevi operasyonlarının diğerasli muhatapları olan adelet bakanı H. Sami Türk vediğer bakanlık bürokratları eski müdürlerini veuygulamalarını savunmaktadırlar. Bu durumda YeniŞafak’ın diğer sorumluları da aynı biçimdesorgulaması gerekirdi oysa Yeni Şafak’ın öyle birniyeti bulunmuyor.

Ali Suat Ertosun’un faşist icraatları ve Yeni Şafak’ın iki yüzlülüğü

Siyasal dinci gericilikle Amerikancı generallerarasında böyle bir güç ve iktidar mücadelesiolmasaydı şayet ne Yeni Şafak’ın ne de diğer gericisözde demokrasi yanlısı basının gündemine derindevlet adamlığı aşikar olan Ertosun’un gelmeyeceğikuşkusuzdur. Bu kalem sahipleri eski Ceza ve TevkifEvleri Genel Müdürü Ertosun’u yeni tanımış değiller.Yıllar buyunca aynı görevin başında bulunarak birçokkanlı icraata ve katliama imzasını atmış bir şahıstırErtosun. Devrimci tutsakları teslim almayı hedefleyen,üçlü protokollerin, terörle mücadele yasalarının,Eskişehir tabutluğuyla başlayan F tipi hücrelerin veonlarca devrimcinin katledildiği cezaevioperasyonlarının içinde olduğuna kuşku yoktur buşahsın. Ceza ve Tevkif Evleri Genel Müdürü olduğudönemde bu şahsa üstün hizmet madalyası verildiği vearkasından da bugün bulunduğu konuma terfiettirildiği bilinmiyor değil. Üstelik Ertosun‘unbakanları bile bloke edebilecek gücü elindebulundurduğu Can Dündar ve Mehmet Bekaroğlu gibicanlı tanıkların dilinden zamanında ve şimdi de ifadeedildi. Buna rağmen işin bu yönü ne Yeni Şafak ne dehiçbir burjuva kalemi tarafından sorgulanmaya gerek

duyulmadı. Şimdi hala önemli bir kısmı tarafındansorgulanmamasına karşın Yeni Şafak’ın bu yenitutumunun AKP şakşakçılığı yapmanın ötesinde birdeğeri yoktur.

19 Aralık katliamının gerçekleştirildiği günlerdeYeni Şafak diğerlerinden farklı bir tutum mu almıştırki bugün Ertosun’u ve katliamı sorgulama ihtiyacıduymaktadır. Üstelik sorgulamayı yaparken de süreklidevlet gerçeğini atlayarak, cezaevlerinin kan gölünedönmesinin devrimcileri teslim almaya dönük birdevlet politikası olduğunu gözlerden kaçırarakyapmaktadır. Tek başına Ertosun’u günah keçisi ilanediyor. Fakat bu adamın tek başına dünyanın gözleriönünde günlerce canlı yayınlanan katliamlarıyaptıramayacağını bilmiyor mu? Kuşkusuz gerçeğinkendisini en az bizim kadar kendileri de biliyorlar.Fakat onların gerçek derdi katliamın olması veErtosun’un bunda özel bir rol oynaması değildir. Sözkonusu olan şimdi karşıtlık içinde bulunduğu birrakibini köşeye sıkıştırmak ve bu vesileyle kenditarafının ellerini rahatlatmaktır.

Bu suçlamalarında samimi olsalardı şayetkatliamın gerçekleştiği günlerde kaleminden kandamlayanlardan farklı davranırlardı. Ölüm orucundakidevrimci tutsakların ölüm orucunda olmadıkları, sahteoruç yaptıkları, gizlice beslendikleri, kendi kendilerinivurdukları ve yaktıkları haberlerine sayfalarında yervermezlerdi. Oysa o dönem Yeni Şafak’ın katliamakarşı en eleştirel yazıları ve yazarları bile öncekendilerinin “içeridekileri terörist gördükleri vecezaevlerinin terör örgütlerinin kampları halinegeldiğini düşündükleri” biçimde şerhini düşerek ifadeediyorlardı. Karşı eleştirilerinin temelini ise alenenyapılan böylesi kitlesel bir katliamın ülkenin imajınızedeleyeceği, AB sürecine zarar vereceği vb. içeriğiniaşmıyordu. Bu kadarı bile katliama davetiyeçıkarmaya yetiyor, daha fazlasına ihtiyaç da yokturzaten.

Tıpkı diğer burjuva basın organları gibi, Yeni Şafakda borazanlığını yaptığı sermaye kesimlerininçıkarlarını savunmaktadır. Onlar, temsil ettiği sermayekesiminin ihtiyaçları doğrultusunda tutumunubelirlemektedir. Yeni Şafak’ın da diğerleri gibi,sayfalarından ve kalemlerinden kan damlamaktadır.Katliam dönemindeki tutumu da aynıdır, şimdikiutanmaz ikiyüzlülüğü de!

HSYK tartışmaları ve Yeni Şafak’ın iki yüzlülüğü!

Page 8: Sİ Kızıl Bayrak 2009-30

Nükleer silahlar, yarım yüzyılı aşkın bir zamandanberi dünya halklarını tehdit ediyor. ABD tarafından 6ve 9 Ağustos 1945’te Japonya’nın Hiroşima veNagasaki kentlerine atılan atom bombaları birkaçsaniye içinde yüz binlerce insanın ölümüne nedenolmuştu. Radyasyonun bıraktığı kalıcı hasarın etkileriise günümüzde bile sürmektedir. Bugün dünyaüzerinde, yeryüzünü onlarca kez yok edebilecek güçteve miktarda nükleer silah bulunmaktadır.

Nükleer güce sahip olduğu resmen bilinen ülkelerABD, Rusya, İngiltere, Fransa ve Çin. Nükleer gücesahip olduğu “ilan edilen” ülkeler Kuzey Kore,Hindistan ve Pakistan. Elinde nükleer güç olduğutahmin edilen ülkeler ise İsrail ve İran.

Özellikle Soğuk Savaş’ın sona ermesinden itibarennükleer silahların azaltılması ve imha edilmesi zamanzaman gündeme geliyor. Fakat bu konuda atılmış olangöstermelik adımların dışında ciddi bir gelişme yok.Nükleer silahların bir bölümünün geri çekilmiş olmasıdünyayı nükleer tehditten kurtarmıyor. Örneğin,nükleer güce sahip olan beş ülkenin, yakın zamandaaldığı nükleer silahların tümünün imha edilmesineyönelik karar hiçbir şey ifade etmiyor. Çünkü bukonuda bir takvim belirlemekten kaçınıldı.

Amerikan Bilim Adamları Federasyonu ve İtalyanSilahsızlanma Bilim Adamları Birliği başta olmaküzere çeşitli kaynaklarca, 2009 yılı itibariyleTürkiye’de İncirlik Üssü’nde 90 nükleer bombanınbulunduğu iddia edilirken, bunların 50’sinin ABD ve40’ının evsahibi Türkiye’nin kontrolünde olduğu ilerisürülüyor.Varılan nükleer silahları imha anlaşmasınınhiçbir zaman uygulamaya geçmeyeceği ise dahaşimdiden belli. Çünkü NATO, Soğuk Savaşdöneminde Sovyetler Birliği’ne karşı Türkiye,Belçika, Hollanda, Almanya ve İtalya’ya yerleştirildiğiiddia edilen nükleer silahları sahiplenmedi. NATOSözcüsü James Appathurai, düzenlediği basıntoplantısında, Belçika Senatosu’nun Avrupa’dakinükleer silahları tartıştığının hatırlatılması üzerine“NATO’nun hiçbir nükleer silahı yok. Nükleer silahlarüye ülkelere ait. NATO komutasında hiçbir nükleersilah yok” dedi. Dolayısıyla sahiplenilmeyen nükleersilahların imhası da söz konusu olamaz. Böylece busilahlar bir tehdit unsuru olarak kullanılmaya devamedecek. Diğer yandan, stratejik açıdan gerekliolmaktan çıksa bile, bu silahların imha edilmesi çokciddi bir mali yük anlamına geliyor

Basında yer alan haberlere ve bilim adamlarınınAvrupa’daki Amerikan nükleer silahlarıyla ilgilihazırladıkları raporlara göre, ABD’nin daha önceBalıkesir ve Akıncı üslerinde tutulan ve 1996 yılındageri çekilen nükleer silahları dışında, Türkiye’de 90nükleer silahı bulunuyor. Ayrıca Belçika’nın KleineBrogel, Hollanda’nın Volkel ve Almanya’nın Büchelhava üslerinde 20’şer ve İtalya’nın Aviano havaüssünde 50 nükleer silah bulundurduğu iddia ediliyor.Yunanistan’ın Araksos üssündeki nükleer silahların ise2001 yılında ABD tarafından tamamen geri çekildiğibelirtiliyor. Bu durumda ABD’nin Avrupa’daki toplam200 nükleer bombasının yarısına yakınına Türkiyeevsahipliği yapıyor. Nükleer silahlarla ilgili

uluslararası raporlarda, ABD’nin 2005-2008 yıllarıarasında Almanya’dan 130, İngiltere’den 110 veİtalya’dan 40 nükleer silahı geri çekerken Türkiye,Belçika ve Hollanda’daki nükleer cephanenin sabitkaldığı ileri sürülüyor.

Peki ABD, Rusya, İngiltere, Fransa, ve Çin gibikatliamcı emperyalist ülkelerden nükleer silahlarıimha etmeleri ve dünyanın nükleer tehdittenkurtarılması beklenebilir mi? Elbette beklenemez! Buadı geçen beş ülkenin ve elinde nükleer güç olduğunuresmi olarak açıklamayan İsrail’in bu konudakihassasiyeti elbette kendi çıkarları gereğidir.Kendilerinden başka herhangi bir ülkenin bu gücesahip olmasına gösterdikleri tahammülsüzlük, dünyayınükleer tehditten korumak için değil, kendi sermayesınıflarının çıkarlarını zedeleyeceği içindir. Bunun enaçık örnekleri İran ve Kuzey Kore’dir. Bu ülkelerinsahip olduğu düşünülen nükleer güç, bugünlerde yeniemperyalist saldırı ve vahşet dalgasının zemininidüzlemek için neden olarak gösterilmeye çalışılıyor.Uluslararası sermayenin kendi iç dengeleri, birsüreliğine nükleer silahları azaltmayı göstermelik olsabile gündemine alabilir. Fakat bu tehdidin tümden,hem de sermayenin en büyük temsilcileri tarafındanortadan kaldırılmasını ummak tam bir hayalcilik olur.

Peki, nükleer silahların gücü ve caydırıcılığınereden geliyor? Kullanıldığında açığa çıkardığıenerjinin büyüklüğü, tahribat gücü vb. bunlar bilindikve işin görünen tarafıdır. Asıl yıkıcı etki, bir ülkeninemekçilerine ve bu emekçilerin kullandığı üretimaraçlarına verdiği tahribatta gizlidir. Etkisininbüyüklüğü, etkilediği geniş coğrafi alanlar üzerindendüşünüldüğünde, bu silahlar düzenli ordulara karşıdeğil, savaşı “finanse eden” geniş emekçi yığınlarakarşı kullanılmaktadır. Tek vuruşta yüz binlerceemekçi, binlerce fabrika, verimli toprak, köprüler,demiryolları vb. yok olmaktadır. Bunun en belirginörneği 2. Paylaşım Savaşı’nda özellikle sivillerin veüretim bölgelerinin sürekli bombardıman altındatutulmasıdır. Buna rağmen emperyalist devletler savaşaygıtlarını her seferinde yeniden güçlendirebilmeyibaşarmışlar ve savaşı yıllarca sürdürebilmişlerdir.

Bunun gerisinde, emekçi sınıfların, savaş çıkarlarıdoğrultusunda azgınca sömürülmesi vardır. Bunun birdiğer örneği de Nazi toplama kamplarındaki insanlarınöldüresiye çalıştırılmalarıdır. Bu durumu çok iyi bilenABD, nükleer gücü eline geçirdiği anda bunu Japonemekçi sınıflarının üzerinde denemekte hiç şüpheetmemiştir. Kısacası, dün olduğu gibi bugün denükleer namluların ucunda emekçi sınıflardurmaktadır.

Bir diğer konu, bugünkü emperyalist çağda tümnükleer silahlar yok edilse, dünya eskisinden daha mıgüvenli olacak? Tabii ki hayır! Emperyalist tekellerellerindeki teknoloji sayesinde en az nükleer güç kadaröldürücü ve ondan daha sessiz ve sinsi kimyasal vebiyolojik silahlar üretmekteler. Sorun uluslararasısermayenin kendi içinde yaşadığı gerilimin ortayaçıkardığı biçimler ya da sonuçlar değil, bu sermayeninkendisidir.

Nükleer, biyolojik ya da kimyasal, her türden kitleimha silahını ancak işçi sınıfı önderliğindeki emekçihalkların devrimci iradesi yok edebilir. Kapitalizmtarihin çöplüğüne gönderilmedikçe emekçi halklarüzerindeki tehdit her geçen gün biraz daha artacaktır.

Asıl ve öncelikle imha edilmesi gereken sermayedüzenidir!

İmha edilmesi gereken sermaye düzenidir!8 H Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2009/30 H 7 Ağustos 2009

Validebağ’da “Yağma ve ranta hayır” etkinliğiİstanbul’da Beykoz Devlet Hastanesi’nin kapatılıp Paşabahçe Devlet Hastanesi’yle birleştirilmesinin

ardından, Validebağ Devlet Hastanesi’nin de kapatılıp Üsküdar Devlet Hastanesi’yle birleştirilmesi kararı 30Temmuz 2009 tarihinde gerçekleştirilen “Yağma ve ranta hayır! Kurumlarımıza sahip çıkıyoruz” etkinliğiyleprotesto edildi.

Validebağ Devlet Hastanesi bahçesinde gerçekleştirilen etkinliğe hastane çalışanlarının yanı sıra, yörehalkı, Yurtsever Cephe, BES 3 No’lu Şube, Yapı Yol Sen İstanbul Şubesi, Kimya Mühendisleri Odası,Metalurji Mühendisleri Odası, UİD-DER ve Herkese Sağlık Güvenli Gelecek Platformu da destek verdi.

İstanbul Tabip Odası Genel Sekreteri Dr. Hüseyin Demirdizen hastane önünde yaptığı konuşmada;Hükümet’in hastane birleştirmeleri yoluyla İstanbul’da şehir merkezindeki kıymetli kamu arazilerinin satışınayönelik adımlar attığını, bu adımların halkın sağlık kurumlarının özelleştirilmesinin ön adımları olduğunu dilegetirdi. Demirdizen, “Hükümet İstanbul’da Validebağ Korusu’ndaki Validebağ Devlet Hastanesi ile boğazmanzaralı 60 dönüm arazisi bulunan Beykoz Devlet Hastanesi’ni diğer iki hastane ile birleştirerek boşaltmakve bu değerli kamu mallarını satmak istemektedir. ‘Birleştir-Kapat-Sat’ biçiminde özetlenebilecek bupolitikanın da kamu yararına olmadığı açıktır” dedi.

Nükleer tehdidi ancak işçi ve emekçilerin

devrimci mücadelesi yok edebilir!

Page 9: Sİ Kızıl Bayrak 2009-30

Devlet terörü artıyor... Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak H 9Sayı: 2009/30 H 7 Ağustos 2009

Kapitalist kriz derinleştikçe, sermaye devletininuyguladığı “terörün” boyutları da her geçen günartıyor. İster sömürü politikalarına karşıgerçekleştirilen eylemlerde olsun, isterse de krizinyaratmış olduğu sosyal sorunlar karşısında gösterilenbireysel öfke ve tepkilerde olsun sermaye devletinintopluma verdiği tek yanıt, konuştuğu “tek dil” baskıve şiddet olmaktadır. Krizin faturasının işçi veemekçilere kesilmesi ancak bu politikalar karşısındakimuhalefetin kırılması, bir bütün olarak toplumunsindirilip ezilmesi sonucunda hayat bulabilir ki,sermaye devletinin topluma uyguladığı “terörle” deasıl amaçladığı budur.

Ancak sanılmasın ki, bu baskı ve terörden“nasiplenmek” için illa da hükümetin politikalarına,sosyal ekonomik sorunlara karşı bir tepki gösterilmesigereksin. Sermaye devleti “şiddet hizmetini” artıkvatandaşın ayağına kadar getirmektir. Yani bu ülkedeyaşıyorsanız veya herhangi bir sebepten ötürüyolunuz bu topraklardan geçiyorsa ırk, cins, yaşayrımına tabi tutulmadan sermaye devletinin bu“hizmetinden” faydalanmaya da “hakkazanıyorsunuzdur”. Her gün bir yenisine tanıkolduğumuz “polis vahşetini” içeren haberlerden debunu görmek mümkündür. Sadece son bir iki haftanınhaberlerine bakıldığında uygulanan devlet terörününvardığı boyutları görmemek elde değildir.

Erzurum’da Abdullah Gül’e, hasta olan kızlarıiçin mektup ulaştırmaya çalışan bir ailenin polislercedövülmesi, Başbakan’ın konvoyuna “metalci” işaretiyapan gençlerin gözaltına alınıp saatlercesorgulanması, İzmir Gümüşpala Karakolu’ndaAbdurrahman Sözen adlı vatandaşın öldürülmesi,İzmir Konak’a bağlı Kadifekale semtinde, HamdiyeEke isimli genç kızın polisler tarafından bacağındanvurulması, Bursa’da iki inşaat işçisinin kendilerinekimlik soran polislerce ölesiye dövülmesi,Adıyaman’da “inşaattan demir çaldıkları iddiasıyla”yaşları 8,11,12 arasında değişen üç çocuğunkarakolda dövülmesi olayları kamuoyuna yansıyanson örneklerdir.

Tabii bunlara İzmir ve İstanbul’da harç eylemlerigerçekleştiren öğrencilere dönük polis saldırısı,Adana’da 15 yaşındaki S.K’nın polisin kullandığıplastik mermiyle gözünü kaybetmesini, İzmir’de iştenatılan Kent A.Ş işçilerinin maruz kaldığı saldırıyı daeklemek gerekiyor.

Sadece iki haftalık bilânçodan derlenen bu tabloyabakıldığında devlet terörünün vahameti tümaçıklığıyla görülebilir. Ancak bu örnekler yeniolmadığı gibi ekonomik krizin derinleşmesine bağlıolarak sıklığı artmaktadır. Özellikle Polis VazifeSalahiyetleri Kanunu’nun (PVSK) çıkarılmasınınardından bu tür örnekler çoğalmaya başlamıştır.Aslında sermaye devleti tam da bu günleri öngörerekhazırlamış olduğu bu yasayla kolluk güçlerininzincirlerini çözerek dizginlerinden boşalan bir terörünuygulanmasını, bu sayede toplumda bir korkupsikolojisinin hâkim kılınmasını hedeflemiştir.

Nitekim o günden bugüne devletin “yasalkatilleri” işledikleri onca cinayete, gerçekleştirdikleriişkencelere, baskı ve şiddetin her türlüsüne karşılık

hiçbir ceza almadıkları gibi mükâfatlandırılmışlardır.Hatta “puanlama” vb. yöntemlerle bu icraatları içinbizzat teşvik edilmişlerdir. Sermaye düzeninin bekçiköpekleri de efendilerinin kendilerine arkaçıktıklarının bilinciyle kudurganlaştıkçakudurganlaşmışlardır. Öyle ki icraatlarını alenen,sokak ortasında, hiçbir kaygı duymadangerçekleştirecek kadar pervasızlaşmışlardır.

Nasıl olsa koruyup kolladıkları bu düzeninsahipleri adına birileri çıkıp PVSK’ya vb. yasalaradayanarak kendilerini kollayacaklardır. Nitekim buişkenceci katiller sürüsünün değişmez ve yılmazsavunucu İstanbul Valisi Muammer Güler, herdefasında kameralar karşısında vazifesinigerçekleştirmenin guruyla poz vermiştir. İstanbulBahçeşehir’de emekçilerin evlerinin yıkılmasına karşıgösterdikleri direnişte maruz kaldıkları “devletterörü” için de bir kez daha PVSK öne sürülmüş,gerçekleşen devlet terörü bu zat tarafındansahiplenilerek, meşrulaştırılmaya çalışılmıştır. “İcapettiği” her durumda “egemenlik milletindir”söylemine sarılan Başbakan’ın aynı zamanda “polisrejimin teminatıdır” diyerek bir anlamda polisdevletini alenen savunmakta sakınca görmediği biryerde Vali’sinin de ondan aşağı kalmasını beklemeksaflık olur.

Bugün de görüleceği gibi, sermaye devletininuyguladığı “terör politikası” her gün farklı hedeflerüzerinden gerçekleşse de aynı amaca hizmetetmektedir. Krizin faturasının döne döne emekçilerekesilmesini ve bir bütün olarak toplumun sömürüdüzenine sessiz kalmasını sağlamaktır. Sermayedevleti bir yandan toplum üzerinde azgın bir terörpolitikası uygularken, diğer yandan da her türlüdemokratik hak ve özgürlüğün önüne geçmeyeçalışmaktadır. Örgütlenme hakkından, gösteri veyürüyüş özgürlüğüne, grev hakkından bireysel hak veözgürlüklere kadar bir dizi alanda hak ihlalleriuygulanmakta ve meşrulaştırılmaktadır.

Bu uğurda en koyusundan bir devlet terörünehedef olan ilk kesim doğal olarak işçi ve emekçilerinöncü unsurları olan devrimciler, sol güçlerolmaktadır. Son dönemde cezaevlerinde yeniden artanbaskı ve şiddet uygulamaları, devrimci yayın vekuruluşlara yapılan baskınlar, devrimci yayınlarakesilen cezalar, yasaklamalar vb. uygulamalar bupolitikanın açık bir yansımasıdır.

İkinci olarak, toplumsal muhalefeti oluşturan, işçive emekçilerin örgütlü güçleri olan sendikalara,demokratik kurumlara yönelen şiddet olarakbelirmektedir. KESK’e bir süre önce ülke genelindegerçekleştirilen operasyonlar, krize karşı vehükümetin uyguladığı politikalara karşı gerçekleşeneylemlere dönük saldırılar, yine Sabra Tekstilörneğinde olduğu gibi işçi ve emekçileribilinçlendirmeye ve mücadele etmeye çağırandevrimci faaliyete karşı uygulanan terördür. Busayede işçi ve emekçilerin direnme, mücadele etmeyeteneği ve her şeyden önce de haklarını mücadeleylekazanma kararlılığı terör sopasıyla yok edilmekistenmektedir.

Son olarak da, toplumun en geniş kesimleri

üzerinde kurulan baskı ve terör ortamı gelmektedir.Bununla da toplum, yaşadığı sömürü ve baskıkoşullarına karşı en ufak bir itirazı dahigerçekleştiremez hale getirilmek istenmektedir.Elbette ki bunun yolu da toplumu her açıdansindirmekten, korkutmaktan geçmektedir. Yaniyaşadığı sorunu “dile getiren” bunu “kamuoyunaduyuran” her türlü pratiğin sahibi deyim yerindeyse“anasından doğduğuna pişman edilmelidir”. PVSK ilesadece karakollar değil herhangi bir sokağın herhangibir köşebaşısı dahi “pişman etme merkezleri” halinegetirilmiştir. Bu anlamıyla devlet karakollardagerçekleşen şiddeti artık vatandaşın ayağına kadargetirmiştir. Ve bu şiddet sarmalından kurtulmak için“etliye sütlüye karışmamak” da yetmemektedir.Sermaye devleti uyguladığı terör politikasıyla “devletotoritesi” karşısında herkesin sorgusuz sualsiz boyuneğmesini istemektedir. Bu yüzden de ne kadarkaçınılmaya çalışılırsa çalışılsın, herkesin devletteröründen bir gün bir şekilde “nasiplenmesi”kaçınılmazdır.

Devlet terörü karşısında başta işçi ve emekçilerolmak üzere, bir bütün olarak toplumun önünde ikiseçenek durmaktadır. Ya bu terör sarmalı karşısındabirleşik örgütlü bir güç olarak karşı çıkılır ki ancak busayede demokratik hak ve özgürlükler savunulupkorunabilir. Ya da bir gün sıranın kendilerinegelmelerini bekleyerek bu terör politikasına sessizceboyun eğilir. Bu durumda yaşanan krizin faturasınınen yıkıcı şekilde bir kez daha emekçilere ödettirilecekolması da aşikârdır.

Özgürlükler bedel gerektirir. İşçi ve emekçiler yabu bedeli ödemeyi göze alarak mücadele etmeyiöğrenirler ya da kaderlerinin egemen sınıflarcaçizilmesine onay verirler. Türkiye işçi sınıfının veemekçilerinin Yunanistan’daki ve İran’daki sınıfkardeşlerinin pratiğini örnek almaları kendi kölelikzincirlerini kırmaları için de bir zorunluluktur aynızamanda.

PVSK geri çekilsin! Açık-gizli tüm faşist-militarist örgütlenmeler dağıtılsın!

İşkenceye son, tüm siyasi tutsaklara özgürlük!Sınırsız söz, basın, örgütlenme gösteri ve

toplanma özgürlüğü!

Kapitalist kriz derinleştikçe, “devlet terörü” de azgınlaşıyor...

Devlet terörüne karşı, demokratik hak veözgürlüklerimizi savunalım!

Page 10: Sİ Kızıl Bayrak 2009-30

Grev hakkı savaşarak kazanılır!10 H Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2009/30 H 7 Ağustos 2009

Tarih sınıf savaşımları tarihidir. Sınıfsavaşımlarında grev işçinin elinde en büyük silahtır.Bu yalnız bir ekonomik savaşım biçimi değil, fakataynı zamanda politik toplumsal gelişmeleremüdahalenin de aracıdır. Grev hakkı, Türkiye işçisınıfına burjuvazi tarafından bahşedilmiş bir hakdeğildir. İşçi sınıfı bu hakkı etkin bir şekildekullanarak kazanmıştır. Ancak gelinen aşamada grevhakkı, burjuvazi tarafından kuşa çevrilmiştir.Türkiye’de bilinen ilk grev, 1872 Kasımpaşa tersaneişçilerinin grevidir. Tersane işçilerinin ücretlerinyükseltilmesi için başlatmış olduğu bu grev geniş birtoplumsal destek almıştır. Bu dönemde grev ile ilgiliherhangi bir mevzuat yasalarda yer almamaktadır.Yasal bir belirlemeye konu olmayan grev hakkı işçisınıfı tarafından sıklıkla kullanılmıştır. İşçi sınıfının bukalkışmasından korkan egemenler, genelgeleryayınlayarak grevleri bastırmaya çalıştı. 1910 yılındayayınlanan Polis Nizamnamesi’nin birinci maddesi:“İşleri durdurmak amacı taşıyan girişimler olursa –kibunlar fesat girişimlerdir– onlar (dernekler)kapatılırlar.” diyor. İşçi sınıfı hakları için derneklerdeörgütleniyor ve egemenlerden hesap soruyordu.Haliyle de bu örgütler, egemenlerin hedefi halinegeliyordu. 1871 yılında kurulan AmeleperverCemiyeti (İşçi Dostları Derneği) bu saldırınınodağındaki işçi örgütüdür.

Tatil-i Eşgal Kanunu’ndan günümüzeburjuvazinin grev fobisi!

1872 tersane işçilerinin grevinden sonra grevlerinasıl yoğunlaşma tarihi 1908 yılıdır. 1908’in Ağustos veEylül ayları grev ayları oldu. 2 ay içerisinde toplam 30işletme greve çıkarak grev yasaklarına karşı sesiniyükseltti. Grevlerden korkan İttihat ve Terakki iktidarı,çıkardığı Tatil-i Eşgal (İşlerin durdurulması)kanunuyla grevleri yasaklamıştır. Ancak işçi sınıfı buyasa ve yasağa karşı grev silahını kullanmaya devametmiştir. Demiryolu işçileri, Beykoz deri ve kundurafabrikaları işçileri, iskele çalışanları, liman işçileri,deniz yolları işçileri, tütün işçileri, İstanbulmürettipleri (baskı yapan işçiler) greve çıktılar.

Kurtuluş savaşı yıllarında da işçi hareketindeönemli eylemler yaşanmıştır. Emperyalist işgale karşıişçi sınıfı önemli bir direniş sergiledi. 1920 yılındaİstanbul’da Uluslararası İşçi Birliği kuruldu. Bubirlik, özellikle ulaşım ile ilgili olan yabancı şirketlerekarşı çok sık grevler örgütlüyordu. Ancak 1923 yılındakapatıldı. Öncüleri gözaltına alındı ve tutuklandı.

1924 yılında Amele Teali Cemiyeti (İşçi YükselmeDerneği) kuruldu. Bu dernek de birçok grev örgütledi.Üst yapıda birleşerek konfederasyon halini aldı. Kısabir süre sonra üye sayısı 30 bini buldu. Kemalistburjuvazi, henüz emekleme aşamasındayken yani1925 yılında “Takrir-i Sukun kanunu”nu çıkararakgrevleri yasaklama yoluna gitmiştir. Üstüne üstlük buyasayla işçilerin örgüt kurması neredeyse imkânsızhale gelmiştir. Bu kanuna dayanılarak Amele TealiCemiyeti de kapatıldı. Yöneticileri tutuklandı ve herşeyine el kondu. Ancak işçi sınıfı dönem dönemgerçekleştirdiği fiili grevlerle bu yasakları aşabilmeyibaşarmıştır. 1926-29 yılları arasında Demiryolu,Liman ve Tramvay işçileri ülke genelinde büyük çaptagrevler örgütlediler. Burjuvazi tüm kurumlarıylabirlikte bu grevlere karşı tahammülsüzdü. Öyle kisermaye basınının satılık kalemşörleri grevlerle ilgilişöyle yazıyordu: “Herkes bilir ki, grev sınırlı sayıdakikundakçıların işidir. Bunlar disiplinin düşmanıdır.Karanlık amaçta olanların işidir” ve ekliyordu,“ülkemizde sınıf mücadelesi asla olamaz!”

1930’lu yıllardan 40’lı yılların ikinci yarısına kadarnispeten zayıf bir işçi hareketi vardı. En ufak birkıpırdanma ya zorla bastırılıyor ya da çıkarılanyasalarla tamamen yasaklanıyordu. 1937’deki işçieylemleri karşısında kemalist burjuvazi, 1938 yılındaDernekler Kanunu’nu çıkararak bu etkili işçiörgütlerini yasakladı. Dönemin çalışma müsteşarı“Grev isteyen işçinin Türklüğünden şüphe ederim”diyerek grev bilincini bloke etmeye çalıştı.

1950’li yıllarda, sanayi burjuvazisinin gelişmesinebağlı olarak yaygınlaşan grevler, sermaye devletininçok sık saldırısı ve yasaklamasıyla karşılaştı. Bu,burjuvazinin grev korkusunun açığa çıktığı en önemlinoktadır.

60’lı yılların gelişen kitle hareketi grev hakkınınetkili bir mücadele aracı olarak kullanılmasına sahneolmuştur. İlk defa 1961 anayasasıyla grev hakkı vetoplu sözleşme hakkı verildi. 1961 yılında anayasal birhak olarak tanınmasına karşın greve dönük saldırı veyasaklar hiçbir zaman bitmedi.

12 Mart cuntasına bağlı olarak zayıflayan grevhareketi yeniden güçlenerek 12 Eylül 1980 yılınakadar sürmüştür. Bu süre zarfında birçok grev “milligüvenlik” gerekçesiyle yasaklandı. Zira “milligüvenlik” işçi sınıfı tarafından çok sık tehlikeyesokuluyordu. Burjuvazi, aynı gerekçeye dayanarakbirçok grevi yasakladı. Bu gerekçe o kadar keyfi birşekilde kullanıldı ki, un değirmenleri ve otellerdekikimi grevler dahi yasaklandı. 12 Eylül cuntasıyla

şekillenen faşist anayasanın 54. maddesiyle grev hakkıneredeyse tamamen ortadan kaldırıldı. Ve aradan 29yıl geçmesine rağmen anayasanın bu maddesindeherhangi bir değişiklik olmadı. Dahası grev hakkınıkuşa çeviren yasalar daha değişik yasalarladesteklenerek sınıfın en etkili silahı işçi sınıfınaçevrildi.

Grev yasağına karşı militan taban örgütleri

12 Eylül 1980 faşist cuntasıyla yasaklanan ve 1982Anayasasıyla geniş yasaklar konulan grev hakkı,bütün zorlayıcı yasal prosedürler ve baskılara rağmenyine de sınıfın başvurduğu önemli bir eylem biçimiolarak varlığını korudu. 1983 yılından itibarenkıpırdanma eğilimi gösteren sınıf hareketi, izleyenyıllarda grev silahını yaygın bir şekilde kullandı. Bueylem biçimi ‘89 bahar eylemleriyle doruk noktasınaulaştı. Bunun bir sonucu olarak, işçi sınıfı sosyal veekonomik olarak bir dizi fiili kazanımın sahibiolabildi.

Ancak sınıf hareketinin zayıf bir seyir izlediğidönemlerde ve sendikal bürokrasiden de güç olarakburjuvazi, grev yasağını devreye sokabilmektedir.Sermayenin grev yasakları konusunda yaslandığı enönemli olanak sendikal bürokrasi mekanizmasıdır.Lastik iş kolu bu anlamda ihanetlerin en büyüğünüsayısız kez yaşamıştır. Sendikal ihanet, grev yasası ilegrevin içeriğinin boşaltılması sınıfın bu alana olangüvenini de sarsmıştır. Öyle ki 90’ların ikinci yarısınagelindiğinde greve katılan işçi sayısında önemli birazalma görülmektedir. İşçi sınıfı bu silahı etkili birşekilde kullanamaz hale gelmiştir. 2000’li yıllardagrevlerin yaygınlaşmasıyla yasaklar dayaygınlaşmıştır. Lastik iş kolunda 2000 yılındansonraki her toplu sözleşme dönemi yasaklarlageçiştirilmeye çalışılmıştır. Grev yasaklamalarıkarşısında Lastik-İş Sendikası yönetiminin ihanetçitutumu önemli oranda lastik işçisinin mücadele azminikırsa da grev konusundaki ısrarını her zaman canlıtutmuştur. Ancak her seferinde ya ihanetle ya dayasaklarla karşılaşmıştır. Goodyear, Pirelli, Brisa’dabu konuda bir dizi deneyim mevcuttur. 2008 yılındaLastik işçisi geçmişle hesaplaşırcasına daha militan bireylem biçimini tercih ederek Brisa da işyerini işgaletmiştir. Yıllarca grev yasası, grev yasakları vesendikal bürokrasiyle cebelleşen lastik işçisini bueyleme sürükleyen tek şey geçmişle yaptığımuhasebedir. Bu tutum, sendikalar kanununa, grevyasaklarına ve sendikal ihanet şebekesine vurulmuş bir

Grev silahının dünü ve bugünü üzerine

Page 11: Sİ Kızıl Bayrak 2009-30

Grev hakkı savaşarak kazanılır! Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak H 11Sayı: 2009/30 H 7 Ağustos 2009

darbe olarak algılanmalıdır. Ancak tabanörgütlülüğünün zayıf ve öncüden yoksun oluşunedeniyle sendikanın bürokratik barikatı bir kez dahadevreye girmiş ve işgal boşa düşürülmüştür. Lastikişçisine yabancı olmayan bu ihanet bir lastik işçisitarafından kısaca özetlenmişti; “Sendika’nın bizisatacağını biliyorduk...”

2003 yılında Petrol-İş Sendikası’nın örgütlü olduğuPETLAS işyerinde işçiler toplu sözleşmeden doğanuyuşmazlık nedeniyle greve çıkar. PETLAS grevi de“milli güvenlik” gerekçesiyle yasaklanmıştı. Bu yasakkarşısında ise Petrol-İş Sendikası birkaç açıklama veyasal başvuru dışında herhangi bir girişimdebulunmamıştır. Aynı gerekçeyle grev yasağınınyaşandığı bir başka alan ise, cam işçisinin olduğualandır. Ford Tekelinin kârını azaltacağı gerekçesiyleKristal-İş Sendikası’nın örgütlü olduğu Şişe Cam Grevide bu yasaklardan payını almıştır. Kristal-İş Sendikası,bu saldırıyı sadece bir iki açıklama ve yasalbaşvurularla geçiştirdi.

Grev, bir sınıfsal çıkar kavgasıdır. Doğal işleyişyasası kâr olan sermaye sınıfı kârını maksimizeetmenin yolunu işçi sınıfını daha fazla sömürerek eldeeder. Bu sömürüye karşı kafa tutan işçi sınıfısermayenin hukuksal barikatıyla karşılaşır. Türkiye’degrev hakkı doğrudan 1982 faşist anayasasından gelensayısız kısıtlama ve sınırlamalarla malulbırakılmıştır. Grev hakkını düzenleyen 2822 sayılıToplu İş Sözleşmesi Grev ve Lokavt Kanunu’nda“yasadışı grev” kavramıyla ifadesini bulan kısıtlama veyasaklamalar son derece ağır yaptırımlarabağlanmaktadır. Bu yasayla birlikte hak grevi,dayanışma grevi, genel grev, siyasi amaçlı grev“yasadışı grev” olarak kabul edilmekte ağır para vehapis cezaları ön görülmektedir. Bu da demek oluyor kigrev hakkı, sadece ve sadece toplu iş sözleşmesiyapılması sürecinde açığa çıkan “çıkar uyuşmazlığı”kriterleriyle sınırlandırılmıştır. Dahası bu kanunlabirlikte greve çıkma hakkı bulunan iş kolu sayısıalabildiğince sınırlanmıştır. Dolayısıyla grev hakkı İşçisınıfının elinde ufak bir kırıntı olarak bırakılmıştır.

İşçi sınıfı bazı özel durumlarda yasal mevzuatbakımından haklı olsa bile sermayenin keyfitutumlarıyla yasak girdabına sokulmaktadır. Bunedenle yasalar, en doğrudan haliyle burjuvazininelinde önemli bir sopadır. Ancak ve ancak işçi sınıfımevcut yasaları aşarak, radikal eylem biçimleriyle hemyasal hem de sosyal haklarını geliştirebilir. Bu da işçisınıfının örgütlü duruşuyla doğrudan ilintilidir.Örgütlülük tabirinden anlaşılması gereken ise, herkoşul ve durumda sözün, yetkinin ve kararın işçideolmasını gerektiren bir sendikal örgütlenmedir. Aksihalde birçok örnekte görüldüğü gibi sendikalarıntepesine çöreklenmiş ağaların ihanetiylekarşılaşmaktadır. Sermaye, grev yasakları konusundasırtını aynı zamanda sendikaların bu sınıf işbirlikçisiyönüne yaslamaktadır. Bugün bu cendere birbiriylebağlantılı olarak varlık sürmektedir. Bu cendere işçisınıfı tarafından parçalanmalıdır. İşçi sınıfı haklarınıancak ve ancak yasa ve yasaklara karşı bürokratizmeve sermayenin saldırılarına boyun eğmeyerekgenişletebilir. Grev hakkı, nasıl ki işçi sınıfının herdaim tekrar eden fiili uygulamasıyla burjuvazininyasalarına girmişse, şimdi de yok edilen yasaklanangrev hakkı aynı mücadelenin ürünü olarak gerikazanılacaktır.

ATV-Sabah örneği ve grev yasağı

13 Şubat 2009 tarihinde başlayan ATV-Sabah grevi154. gününde mahkeme kararıyla durduruldu. İstanbul2. İş Mahkemesi’nin kararıyla “yasaklanan” ATV-Sabah Grevi’nin yasaklanma gerekçesi ise “sendikaüye sayısındaki azalma” olarak belirtildi. Bilinmelidirki, yasak 2822 sayılı sendikalar kanununun ürünüdür.ATV-Sabah grevi model bir grev olarak 154 gün

boyunca her türlü baskı, karalama ve sansüre rağmenvarlığını sürdürdü. Bununla da kalmadı diğer direnenişçilerin bir araya geldiği direniş platformunun daönemli bir bileşeni oldu. IBM, Sinter Metal, KurtişMatbaacılık, Entes İşçisi, (bir dönem MEHA) ve YıldızTeknik Üniversitesi öğrencilerini kapsayan direnişplatformu sınıfın direnişte olmayan diğer bölüklerini deşemsiyesi altına almayı hedefliyordu. Asıl saldırı veyasak buraya, direnen işçilerin ortak bir direnişkomitesinde birleşme iradesine dönüktür.

Bileşen sayısı bakımından oldukça sınırlı olanDireniş Platformu, zamanla kendi monoton eylembiçimine hapsolmuştur. Ancak en büyük zayıflık,sınıfın birlik zeminini kuvvetlendirebilecek böyle biroluşumun sendikalar, kitle örgütleri ve ilerici kamuoyutarafından yeterince sahiplenilmemesiyle ilgilidir. Buyasaklamadaki hedef tüm işçi sınıfıdır. Zira bu yasağıgetiren 2822 sayılı sendikalar kanunudur. Bu kanun,aynı şekilde tüm işçi sınıfına uygulandığı yerde saldırıherkesi yakından ilgilendirmektedir. Dolayısıylayasağa karşı ATV-Sabah grevi etrafında kenetlenmekbaşta ATV-Sabah işçileri ve Direniş Platformu olmaküzere tüm işçi ve emekçilerin sorumluluğudur.

Kazanmanın yolu, öncelikle bu dayanışmaruhundan geçmektedir. Sermaye her dönem çeşitlivesilelerle grevleri yasaklamıştır ve yasaklayacaktır.Bunda şaşırtıcı bir yan yoktur. Zira onun sınıfsal

çıkarları grev silahı karşısında büyük orandazedelenmektedir. Ancak işçi sınıfı birçok yerde buyasakları fiili gücüne dayanarak aşmıştır. Türkiye’debu konuda sayısız örnek bulunmaktadır. ATV-Sabahişçileri de ancak ve ancak yasağı bu şekilde aşabilir vesınıfa örnek teşkil edebilir.

ATV-Sabah işçilerine dönük bu saldırının biryönünü Direniş Platformu üzerinden şekillenendayanışma ruhu oluşturuyorsa diğer yönünü bu ruhunyayılma eğilimi oluşturmaktadır. Zira ATV-Sabah grevisalt İstanbul’la sınırlı kalmamış Antalya, Diyarbakır,Adana, Bursa, Trabzon ve İzmir’e yayılmıştır.Dolayısıyla Direniş Platformu’nun da yayılma olasılığıvardır. İşte bu olasılık keyfi bir şekilde grev yasağınaneden oldu.

Yasak öfkeyle karşılanmalıdır. Öfkenin eylemedökülüş hali ise, Sinter’in ve Brisa’nın işgal çıkışıylaörtüşmelidir. Zira bugün sermayenin bu keyfi tutumuancak ve ancak “işgal, fiili grev ve direniş”le aşılabilir.Sınıfın diline bu slogan, son bir yıl içinde dahahissedilir bir biçimde girmiştir. Uygulanabilirliği desendikal bürokrasiye rağmen değişik örneklervesilesiyle ispatlanmıştır. İşçi sınıfı sermayenin sondönemdeki köleleştirme saldırısına, baskılara veyasaklara yanıtını buradan hareketle verebilmelidir.Gün, bugündür.

S. Kurtuluş

Sermaye baronları uzun bir süredir dilegetirdikleri gibi işçi ve emekçilerin elinde kalan“kıdem tazminatı” hakkının gaspı için sonhazırlıklarını yoğunlaştırıyorlar.

Krizi fırsata çevirme yolunda en ufak bir pürüzedahi tahammül edemeyen patronlar, verdiklerimesajlarla işçi ve emekçiler için bir nebze de olsa işgüvencesi işlevi gören kıdem tazminatının ortadankaldırılmasına dönük sabırsızlıklarını ifade ediyorlar.

Bunun son örneği, patronlar sınıfının örgütüTİSK’in (Türkiye İşveren SendikalarıKonfederasyonu) 1 Ağustos 2009 günü yaptığıaçıklama oldu. Bu açıklamasında TİSK, sermayeninönümüzdeki dönemde girişeceği yeni saldırılarınişaretini veriyor. Krizin faturasını işçi ve emekçilerinsırtına yükleyen sermaye sınıfı “kıdem tazminatı”hakkını “Türk işvereninin ayağındaki pranga” olaraktanımlarken bu “engel”in kaldırılması gerektiğinisöylüyor.

TİSK Başkanı Tuğrul Kutadgobilik sözkonusuaçıklamada, “Türk işvereni ayağındaki kıdemtazminatı prangasından kurtarılmalıdır” diyerek bukonunun hükümet-sermaye ve işçikonfederasyonlarından oluşan “Üçlü DanışmaKurulu”nda gündeme getirilmesini önerdi.

“2821 sayılı Sendikalar Kanunu’nu ve 2822 sayılıToplu İş Sözleşmesi Grev ve Lokavt Kanunu’nuyeniden düzenleyen Kanun Teklifi”nin “ÜçlüDanışma Kurulu” tarafından görüşülmeye devamettiğini belirten TİSK, kıdem tazminatının da bugörüşmelere dahil edilmesini istedi.

Patronların direktif vererek kıdem tazminatınınkaldırılmasına yönelik düzenlemeler talep ettiğisermaye hükumeti ise, bu hakkın gasp edilmesi içinkolları sıvayarak sermayeyle tam bir uyum içinde“yola devam” ediyor.

İçine girdikleri krizi fırsata çevirmekte ustalaşan

patronlar “Kriz varsa, çare de var” naralarıyla işçi veemekçilere dönük saldırılara hız verirken işçilerinyaşamını çekilmez hale getirecek olan yeni paketleraçıklanıyor, yasalar çıkarıyorlar. Son olarak nitelikliişgücünün ağır çalışma koşulları karşılığındakapitalistin azgın sömürüsüne sunulmasına yardımcıolmayı amaçlayan “Özel İstihdam Büroları”uygulamasıyla modern işçi simsarlığı prangasını işçisınıfının ayağına takmaya çalışan patronlar sınıfı yenisaldırıların yolunu düzleme hesabını da yapıyor.Kıdem tazminatı hakkını fiilen boşa düşürecekdüzenlemelerin hazırlığı içindeler.

Patronlar örgütü TİSK, işçi sınıfı ve emekçilereyönelttiği her saldırının öncesinde yaptığı gibi yenisaldırı hamlelerine gerekçe olarak geçmiş dönemlerdekullandığı söylemlere başvurdu. “Kıdem tazminatı,Türk İşverenini uluslararası rekabet mücadelesindezayıf bırakıyor” sözü sermaye sınıfının yalanda hiçbirsınır tanımadığını bir kez daha gösterdi.

“Türk İşvereni ayağındaki kıdem tazminatıprangasından kurtarılmalıdır.” diyerek “kıdemtazminatı”nın gasp edilmesi konusundaki niyetini birkez daha göstermiş bulunuyor.

Sermaye sınıfı tarafından hedeflenen saldırınınkapsamı ve yaratacağı sonuçlar ortada olmasınarağmen göstermelik açıklamalar dışında sesleriniçıkarmayan sendika konfederasyonları ise işçi sınıfınaihanetlerini derinleştiriyorlar.

TİSK’in “kıdem tazminatı”nın gaspına yönelikson açıklaması, sermaye sınıfının önümüzdekidönemde hayata geçirmeye çalışacağı saldırılaraişaret ederken, görev ve sorumluluğun bir kez dahaemekten yana olan tüm mücadeleci güçlere düştüğünügösteriyor. Açıktır ki; çözümün yolu, kapitalizminkrizine karşı kölelik yasalarını parçalamak içindevrimci sınıf mücadelesinin yükseltilmesindengeçiyor.

Sermaye, kölelik prangalarını işçi sınıfına takmanın hesabında!

Kölelik yasalarını parçalamak için devrimci

sınıf mücadelesini yükseltelim!

Page 12: Sİ Kızıl Bayrak 2009-30

Entes direnişi sürüyor...12 H Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2009/30 H 7 Ağustos 2009

Direnişin 79. günü...Direniş Platformu olarak 31 Temmuz günü

Gebze’de devam eden E-Kart grevine destek ziyaretigerçekleştirdik. Her ne kadar sınırlı katılım sağlanmışolsa da E-Kart işçileri ile güzel ve anlamlı bir sohbetgerçekleştirmiş olduk.

Direniş Platformu’nun niye kurulduğunu, amacınınne olduğunu anlattık. Platformun gerçekten işçilerinbirliği noktasında nasıl bir olanak yarattığını konuştuk.Bunun üzerine E-Kart işçileri ziyareti iyi kiyaptığımızı ve kafalarında oluşan bir takım sorularayanıt olduğumuzu dile getirdiler. Ziyaretin hembirbirimizi tanımak hem de platformu tanıtmak içingüzel bir olanak olduğunu gördük. (…)

Direnişin 80. günü…Her cumartesi yapılan Atv-Sabah eylemine

katıldık. Haftalardır yürümemize izin vermeyen polisbu hafta yürüyüşümüzü engelleyemedi. Tramvaydurağından Galatasaray Lisesi önüne düzenli bir kortejhalinde ve gür sloganlar atarak yürüdük. Haftalarsonra yürüyüşü gerçekleştirmemiz büyük bir coşkuyarattı. Eylemde, haftaya yapılacak olan eylemlebirlikte Atv-Sabah eyleminin herkesin söz sahibiolduğu bir foruma dönüşeceği bildirildi.

Direnişin 81. günü…Bugün (2 Ağustos Pazar) İzmir Çiğli İşçi Kültür

Sanat Evi Emekçi Kadın Komisyonu’nun Entesdirenişine omuza vermek, mücadeleyi yükseltmekadına haftalar önce başlattığı kampanyanın sonprogramı olarak gerçekleştirilen etkinliğe katıldım.

Etkinliğe benim dışımda direnişteki Kent A.Ş.işçileri, Alınteri ve Buca Emekli-Sen de katıldı. Şiirlebaşlayan etkinlik Emekçi Kadın Komisyonları’nındirenişe yönelik yürüttüğü çalışmaların aktarılması veEntes sürecinde başından sonuna kadar gelişenolayları aktarmamla devam etti. (…)

Direnişin 82. günü…(…) Hayat Su çalışanları ziyarete gelip su

desteğinde bulunuyorlar. Parot işçisi de aynı şekildefırsat buldukça çay paydosunu benim yanımdageçiriyor. Az da olsa bir sohbet imkânımız doğuyor.Ayrıca eski Gürsaş işçisi bir ağabey direnişi ziyaretederek Entes’in son durumu hakkında bilgi almakistedi. Entes işçisi bir arkadaşım da nasıl olduğumusordu ve umarım soğuklar gelmeden kazanırsın dedi.Entes’ten işçilerin benim yanımda olduğumubelirtmeleri ayrı bir mutluluk katıyor.

OSİM-DER’den emekçi kadın çalışması yürütenarkadaşlar Entes işçileri ile anket gerçekleştirdiler.(…)

Direnişin 83. günü...(…) Mahkemeden sonra Sinter Metal işçileri

Entes’e ziyarete geldiler. Mahkeme kararı üzerinebiraz sohbet ettikten sonra ayrıldılar. OSB bölgesindeyol kazısı işinde çalışan işçiler yanıma geldi ve biristeğim olup olmadığını sordular. Yoldan geçen biraraçtan yüksek sesle “devrimci mücadeleye devam”sloganı atıldı. Bir UİD-DER çalışanı geldi ve kısa birsohbetin ardından bülten bırakarak yanımdanayrıldı.(…)

Entes Direnişçisi Gülistan Kobatan

Geçtiğimiz aylarda Türkiye Nahide Opuz’ukocasından korunamaması sebebiyle AİHMtarafından tazminata mahkum edilmiş ve bununüzerine devlet erkanı tarafından Türkiye’ninihaksızlığa uğradığı dillendirilmiş; aslında kadınayönelik şiddeti önlemek konusunda mesafekatedildiği ifade edilmişti.

Evet “ilerleme” kaydedilmiş olabilir ancak bu“ilerleme” durdurulamayan ölümler ve şiddeteuğrayan kadınların oluşturduğu listedesomutlanıyor...

35 yaşındaki Zübeyde Yıldız, kendisini süreklidöven eski eşi Zeki Kahraman tarafından 1 Ağustosgünü öldürüldü.

Yıldız, boşandıktan sonra eski kocasınınkendisini tehdit etmesi üzerine kocasından defalarcaşikayetçi olmuştu. Şişli Karakolu’na korunmak içinbaşvuruda bulunmuştu. Fakat polisin kendisine herdefasında “aile içinde olur böyle şeyler, barışın”demesi üzerine, korunmak için devamlı adresdeğiştirerek izini kaybettirmeye çalıştı.

Ayrıca Yıldız, savcılığa eski eşi hakkında suçduyurusunda da bulundu. Beyoğlu Savcılığı’nabaşvuran Yıldız, koruma istedi. Zübeyde Yıldız’ınşikayetleri ve koruma talebi bir türlü karşılık“bulamadı”. Yıldız, göz göre göre ölüme yollandı...

Bir şiddet haberi de Yalova’dan...

2 Temmuz günü Yalova’da Selman Keskin,tartıştığı sevgilisi C.Y.’yi sokak ortasında tekme-tokat dövdü ve kaburgasının kırılmasına neden oldu.Ancak esnafın araya girmesi ile daha vahim birsonuçtan kurtulan C.Y. saldırıyı, kırıkla “atlatabildi”.Esnafın yakalayarak polise teslim ettiği Keskin ise,ifadesi alındıktan sonra serbest bırakıldı.

Devletin çeşitli kurumlarının umursamazlığı vebu konuda hiç bir yaptırım uygulanmaması şiddetyüzünden gerçekleşecek yeni ölümlere kapı aralıyor.Kadına yönelik şiddet konusunda sermaye devletininalabileceği önlemlerin ne olduğu da bu örneklerüzerinden bir kez daha görülmüş oluyor...

Entes direnişiyle dayanışma amacıyla Çiğli İşçi Kültür Sanat Evi Emekçi Kadın Komisyonu‘nundüzenlediği kermes, 27-30 Temmuz tarihlerinde gerçekleştirildi.

Kermes boyunca EKK’nın kadın dostlarından topladığı el işleri, takı vb. eşyalar kermeste sergilendi.Kobatan’ın 2 Ağustos günü katılacağı söyleşinin davetiyeleri dağıtıldı.

İsmet İnönü Kültür Merkezi’nde gerçekleşen kermesin açılışının ilk gününde, kolluk güçlerinin taciziylekarşılaşıldı. Sürekli etrafta dolaşarak kermesi provoke etmeye çalışan kolluk güçleri kültür merkezininmüdürüne neden yer verildiğini sorarak gözdağı vermeye çalıştı.

İzmir’de Gülistan Kobatan’la söyleşi...Gülistan Kobatan ile dayanışmak için başlatılan kampanyanın son ayağı olan söyleşi 2 Ağustos günü İşçi

Kültür Sanat Evi’nde gerçekleştirildi. Etkinlikte EKK adına yapılan konuşmada, kampanyanın bir aylık süreci özetlendi. EKK temsilcisinin konuşmasında; patronların, örgütlü işçi sınıfından korktukları söylendi. Meha, Mersin

liman, Tuzla tersane ve DESA’daki kazanımların örneklendiği konuşmada DESA işçisi Emine Arslan’ındirenişine özel olarak değinildi.

Entes direnişçisi Gülistan Kobatan’ın başlattığı direnişe vurgu yapılan konuşmada Entes’teki direniş süreciaktarıldı.

Konuşma, Entes direnişinin kazanılması için büyük bir sorumluluk gerektiği söylendi.Etkinlikte söz alan Entes direnişçisi Gülistan Kobatan, direnişin 81. gününde olduğunu belirtti. Kobatan

işten atılma sürecinden bahsetti. Personelmüdürünün “sen çok çalışkansın ama yaramazlıkyapıyormuşsun” demesinin arkasında yatan nedeninsınıf bilinçli bir işçi olması olduğunu söyledi.

Kobatan konuşmasını şu sözlerle bitirdi: “Ben tek başıma birçok şey yapıyorum. Ama

daha çok olsak neler yaparız. Ben işime gerialınmayabilirim ama önemli olan bir şeyleryapmaktır. Bu direnişin kazanımı da işçi sınıfınınkazanımı olacaktır.”

Konuşmaların ardından soru-cevap vedüşüncelerin paylaşılmasına geçildi. Müzik dinletisive çekilen halaylarla ardından etkinlik son buldu.Etkinliğe Kent A.Ş. işçileri, Buca Emekli-Sen veAlınteri katıldı.

Kızıl Bayrak / İzmir

Entes direnişiyle dayanışma kermesi

Kadına yönelik şiddet sürüyor...

Entes direniş güncesi

Page 13: Sİ Kızıl Bayrak 2009-30

Sınıfa karşı sınıf! Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak H 13Sayı: 2009/30 H 7 Ağustos 2009

Yaklaşık bir yıl önce 75 işçiyle DİSK’e bağlıBirleşik Metal-İş Sendikası İstanbul 2 No’luŞube’ye üye olan, fabrikada çoğunluğun eldeedilmesiyle toplu sözleşmeyi imzalayarak sendikalörgütlenme sürecini başarıyla tamamlayan SurtelKablo işçileri Birleşik Metal’den istifa ederek TürkMetal çetesine üye oldu.

Bir süredir İstanbul 2 No’lu Şube Başkanı’nındisiplin kuruluna verilmesi ve şubenin kapısına kilitvurulması ile tırmanan sendika içi gerilimdeBirleşik Metal’in mevcut çizgisine olan güvensizlikbir üst seviyeye sıçramış oldu. Surtel Kablo işçileribu güvensizliklerini “Yaşanan gerilimde bizimleilgilenen olmadı. Biz de özünde çok farklıolmadığını düşündüğümüz Türk Metal’e geçmeyiuygun gördük!” diyerek ifade ediyorlar.

Gelinen aşamada işçilerin Türk Metal ileBirleşik Metal’i aynı kefeye koymalarının oldukçamanidar olduğunu görmek gerekiyor. Türk Metalçetesinin elebaşı Özbek’in grup TİS’lerinde dilegetirdiği “fotokopi sendikacılık” iddiası BirleşikMetal’in kendi tabanında da her geçen gün dahafazla yankı buluyor. Bunda ise göstermelik kimiçıkışlar dışında dişe dokunur bir mücadeleörgütlememesinin yanı sıra sendikanın her geçengün daha da kastlaşan bürokratik yapısı önemli birrol oynuyor.

Öyle ki Birleşik Metal’e hâkim anlayışsorunlarını tabanı ile birlikte tartışıp çözmek yerinesürekli olarak kapalı kapılar ardında hesaplaryapmakta, bu ise sınıfın ortak çıkarlarının önüneçıkarak yaşanan sorunların sürekli olaraktekrarlanmasına yol açmaktadır.

Sendikal demokrasi kuralları işletilmemekte,şubelerin kapısına kilit vurulmakta, hatta yer yerkişisel hırslar sendikal mücadelenin ve işçilerinçıkarlarının önüne geçmektedir. Bu sorun öyle birnoktaya ulaşmıştır ki bazı fabrikalarda kimi genelmerkez yöneticilerinin yönlendirmeleri ile üyeliktenistifa eden işçilerin olduğu söylenmektedir. Tüm buyaşananlar Birleşik Metal yöneticilerinin yürüdüğüyolu bir kez daha gözden geçirmesi için vesileolmalıdır.

Bu ortamda kendilerini Türk Metal çetesininkucağına emanet eden Surtel Kablo işçileri için deher şey bitmiş değildir. Sendika yöneticilerine değilkendi güçlerine güvenmeleri gereken Surtel Kabloişçileri işbirlikçi ve hain Türk Metal çetesininkendilerine ihanet ve satış sözleşmelerinden başkabir şey vermeyeceğini bilmelidirler. 12 Eylül faşistdarbesinin çocuğu olan bu hainlerin bu pratiklerinidoğrulayan sayısız örnek orta yerde durmaktadır.

Her ne kadar işçiler Birleşik Metal’den istifaederek Türk Metal’e üye olsalar da fabrikada halenBirleşik Metal-İş yetkilidir. Birleşik Metal’inyaklaşık 1 yıl daha yetkisinin bulunduğu Surtel’deişçilerin ve sınıf dostlarının görevi yaşananlardandersler çıkararak bu süreci tersine çevirmektir.

Metal işçilerinin önemli bir bölümünün umutolarak gördüğü Birleşik Metal’in bu rolünü yerinegetirebilmesi için işçiler sendikalarına sahipçıkmalı, sınıf mücadelesine dayalı bir taban iradesisendikaya hâkim kılınmalıdır.

Metal İşçileri Kurultayı Hazırlık Komitesi

29 Mart yerel seçimlerinin ardından Bayraklı ileKarşıyaka’nın ayrılması üzerine, “hizmet alanınındaralması”nı gerekçe gösteren CHP’li KarşıyakaBelediyesi, Genel-İş Sendikası üyesi 276 Kent A.Ş.işçisini işten atmıştı.

3 ayı aşkın süredir direnişlerini sürdüren Kent A.Ş.işçileri, bekleyişlerini sürdürdükleri KarşıyakaŞantiyesi’nden 21 Haziran 2009 tarihinde poliszoruyla çıkartılmışlardı. Aileleriyle birlikte şantiyeönündeki direnişlerine devam eden Kent A.Ş. işçilerişantiyeden çıkartılmak istenen çöp kamyonlarınaengel olmak isteyince 3 Ağustos günü saat 13.00sularında polis saldırısına uğradılar.

CHP’li Karşıyaka Belediye Başkanı CevatDurak’ın talimatıyla çöp arabalarını almayageldiklerini söyleyen yüzlerce polis demir bariyerleroluşturarak işçileri engellemeye çalışınca arbede çıktı.

Arabaların önüne etten duvar örerek geçişlerineizin vermeyen 60 işçi polisin biber gazlı, coplusaldırısına uğradı. İşçilerin etrafını saran polislerfırsattan istifade edip 5 çöp arabasını arka arkayaşantiyeden çıkardı.

Bir grup işçi ise çıkarılan araçları arabalarla takipedip Karşıyaka Belediyesi’ne ait olan Altaş firmasıbünyesinde çalışan şoförlerin kullandığı araçlardanikisini geri getirebildi. Geri kalan araçlar da işçilerinçabaları sayesinde geri döndürüldü.

Saldırıyı duyup direniş yerine gelen Kent A.Ş. işçive ailelerinin sayısı 200’ü buldu. 1 Ağustos’tagerçekleşen CHP Danışma Kurul Toplantısı’naseslerini duyurmaya giden Kent A.Ş işçilerinden kalpkrizi geçiren bir işçi de saldırının ardından şantiyeönüne gelenler arasındaydı.

Şantiyeden çıkarılmaya çalışılan 6. araç işçilerinengellemesiyle şantiyeye geri döndürüldü. İşçiler busırada alkış ve ıslıklarla “Direne direne kazanacağız!”,“İş, ekmek yoksa barışta yok!”, “Kent A.Ş. işçisidirenişin simgesi!” sloganlarını haykırdılar. İşçileroldukça öfkeliydi.

Çıkan çatışmada birçok işçi yaralanırken, 6 işçi deambulansın gelmesiyle hastaneye kaldırıldı. Saat16.00’ya kadar çatışma devam etti. Bu sırada yoldaçevrilen araçlardan birinin kontağında çıkan sorunuçözmeye çalışan direnişçi işçi Güven Çetinergözaltına alındı. Lastik-İş Sendikası temsilcileri dedireniş alanındaydılar. Genel-İş 5 No’lu Şube BaşkanıMehmet Çınar ve Genel-İş Ege Bölge Başkanı AzadFazla işçilere yönelik konuşmalar yaptılar.

Emek düşmanı Cevat Durak!

3 ayı aşkın süredir Karşıyaka Belediyesi önündeyaptıkları eylemlerin yanısıra İzmir genelinde açtıklarıimza stantlarıyla direnişlerine destek isteyen KentA.Ş. işçilerini geri almamakta direnen KarşıyakaBelediye Başkanı Cevat Durak ise işçiler saldırıyauğrarken “demokratlık” maskesini takmıştı.

Karşıyaka Belediyesi’nde çalışan ve KESK’e bağlıTüm Bel Sen’de örgütlü memurların toplu işsözleşmesi törenine katılan Karşıyaka BelediyeBaşkanı Cevat Durak “Emeğin karşılığı zorhesaplanır. Emek herkes üzerinde bir alacakbırakıyor” diyerek iki yüzlü tutumunu sürdürdü.

Tüm-Bel-Sen Genel Başkanı Vicdan Baykara iseDurak’ın, aylardır sürdürdüğü emek düşmanı tavrınakarşı tutum almayarak teşekkür etti.

Kızıl Bayrak / İzmir

Kent A.Ş. saldırısına kınamaİzmir Karşıyaka’da direnişlerini sürdüren Kent

A.Ş. işçilerinin 3 Ağustos günü uğradığı polissaldırısının ardından 4 Ağustos günü DİSK Genel-İşSendikası İzmir 4 No’lu Bölge’de sendika yöneticilerive Kent A.Ş. işçilerinin katılımıyla basın toplantısıgerçekleştirildi.

Genel-İş Sendikası Genel Sekreteri Kani Beko,DİSK Ege Bölge Temsilcisi Azad Fazla ve Genel-İş 5No’lu Şube Başkanı Mehmet Çınar’la birlikte dünsaldırıya uğrayan işçilerden bir kısmının bulunduğutoplantıda ilk olarak Azad Fazla söz aldı.

Karşıyaka Belediyesi’ne bağlı Kent A.Ş.’de 30Nisan 2009 tarihinde işten atılan Genel-İş üyelerininyürüttüğü mücadelenin baskı, karalama vesindirmeyla karşı karşıya olduğunu söyleyen Fazla,yürütülen mücadelenin sadece işe geri dönmemücadelesi değil belediye hizmetlerine taşeronusokmama mücadelesi olduğunu belirtti. Kent A.Ş.işçilerinin mücadelesinin işe geri dönünceye kadardevam edeceğini söyleyen Fazla, 3 Ağustos günüyaşanan polis saldırısını kınadı.

Ardından Genel-İş Sendikası Genel Sekreteri KaniBeko “Bizim mücadelemiz sadece işe geri dönmekdeğil, bizler bu mücadele vesilesiyle işçi sınıfınınmücadelesini yürütüyoruz” diyerek mücadeledenvazgeçmeyeceklerini sözlerine ekledi.

Açıklama, Genel-İş Sendikası 5 No’lu ŞubeBaşkanı Mehmet Çınar’ın yaptığı konuşmayla sonbuldu.

Kızıl Bayrak / İzmir

Surtel Kablo işçileri işbirlikçi

Türk Metal’e geçti…

İç hesaplaşmada

fatura işçiye kesildi!

Kent A.Ş. direnişine polis saldırısı

Emek düşmanı CevatDurak’ın ikiyüzlülüğü...

Page 14: Sİ Kızıl Bayrak 2009-30

Sınıfa karşı sınıf!14 H Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2009/30 H 7 Ağustos 2009

Bornova Belediyesi’nde TİSimzalandı!

İzmir Bornova Belediyesi’nde KESK’e bağlı TümBel Sen ve Bornova Belediyesi yönetimi arasında 30Temmuz günü TİS imzalandı.

KESK Şubeler Platformu dönem sözcüsü Ali Kılıçda TİS’i selamlayan bir konuşma gerçekleştirdi.Ardından Tüm Bel-Sen Genel Başkanı Vicdan Baykarakonuştu. KESK’in mücadeleci bir sendika olduğundansöz etti. Sözleşmeye eklenen maddelerin öneminedeğindi. Son olarak Bornova belediye başkanı KamilOkyay Sındır konuştu. Sındır, emeğin kutsallığındansöz etti.

131 memuru kapsayacak olan ve 14.08.2009 –13.08.2010 tarihleri arasında uygulanacak TİS’iniçeriği özetle şöyle:

- Belediye memurlarının örgütlenmesi ve sosyo-ekonomik haklarının düzeltilmesi amacıyla imzalananTİS’le memurların maaşlarına iyileştirme zammıyapıldı.

- TİS’le ayrıca 1 Eylül Dünya Barış Günü, 29 EkimCumhuriyet Bayramı, 1 Ocak Yılbaşı, 1 Mayısİşçi Bayramı ve 8 Mart Dünya Emekçi KadınlarGünü’nde olmak üzere 5 adet ikramiye verilecek

- Toplusözleşme ile birlikte belediye memurlarınınmaaşlarına aylık 400 TL zam yapılırken, 5 adet de 400TL’lik ikramiye alacaklar. Öte yandan engelli çocuklarıolanlara ayda 100 TL ek ödeme yapılacak.”

Kızıl Bayrak / İzmir

Eskişehir Emekli-Sen: Bıçakkemikte!

Eskişehir Emekli-Sen 30 Temmuz günü,emeklilere yapılan sefalet zammına ilişkin basınaçıklaması ve yürüyüş gerçekleştirdi.

Kızılay İş Merkezi’nin önünden başlayan yürüyüşHamam Yolu Yediler Parkı’nda son buldu. Açıklamadaözellikle SSK ve BAĞ-KUR emeklilerinin tamamınayakınının açlık sınırında olduğu, eğitiminözelleştirilerek üniversite kapılarının emekçiçocuklarına kapatıldığı, sağlığın piyasaya devredilereksağlık hakkının yok edilmeye çalışıldığı belirtildi. SSKemeklisine günlük 37 kuruş, BAĞ-KUR emeklisineyapılan günlük 20 kuruşluk zamların kabuledilemeyeceği vurgulanarak emeklilerin taleplerisıralandı.

Yaklaşık 200 kişinin katıldığı eyleme BDSP, DİSK/ Birleşik Metal-İş, KESK, TKP, EHP, Halkevleri, SDP,ESP, DHF, DPG, ÖDP, Genç-Sen ve İKP destek verdi.

Belediye-İş’te “çoğunluk” kazanımıKocaeli Büyükşehir Belediyesi ve İSU’da örgütlü

Türk-İş’e bağlı Belediye-İş Sendikası’nın aylardırsürdürdüğü yetki mücadelesi sonuç verdi.

AKP’li Kocaeli Büyükşehir Belediyesi eliyle Hak-İş’e bağlı Hizmet-İş Sendikası’na geçirilen işçilerinçoğunluğu Belediye-İş Sendikası’na geri döndü.Belediye-İş yaptığı açıklama ile 2 bin 376 üye ileKocaeli Büyükşehir Belediyesi’nde yetkili sendikaolduğunu duyurdu.

Yetki sürecinin dolmasına bir hafta kala yetkilisendika olmaya hak kazanan Belediye-İş adınakonuşan Belediye-İş Sendikası Eğitim ve Basın YayınGenel Sekreteri Bayram Özkan, 112 gün sürenmücadelenin kazanımla sonuçlandığını söyledi. Türk-İş’e de eleştiri yönelten Özkan, Türk-İş’in içindebulunan bazı yöneticilerin bu süreçte Belediye-İş’i

yalnız bırakarak, Türk-İş’e ihanet ettiklerini söyledi. Açıklamada Kocaeli Büşükşehir Belediye Başkanı

İbrahim Karaosmanoğlu’nun da suç işlediğine vurguyapıldı.

Direniş Platformu’ndan E-Kartziyareti

Direniş Platformu 31 Temmuz Cuma günüGebze’de 1 yılı aşkın süredir grevde olan Basın-İşSendikası üyesi işçileri ziyaret etti.

Entes direnişçisi Gülistan Kobatan, YTÜ öğrencisive Topkapı İşçi Derneği’nin yer aldığı ziyarette E-Kartişçilerinin hem kendi süreçleri üzerine hem de DirenişPlatformu üzerine sohbet gerçekleştirildi.

E-Kart işçileri, sendikalı olmayı tercih ettikleri içinişten atıldıklarını ve 1 yılı aşkın süredir devam edengrevlerini kararlılıkla sürdürdüklerini anlattılar.

Direniş Platformu adına yapılan konuşmalardaplatform hakkında sınırlı bir bilgiye sahip olan işçilereplatformun kuruluş amacı, bileşenleri, yaptıklarıeylemlilikler ve hedefleri üzerine bilgi verildi. Yapılantüm tartışmalarda işçi sınıfının birlikte mücadeleetmesinin önemi üzerinde duruldu.

Kızıl Bayrak / Gebze

ATV-Sabah’ta 5 haftanınardından...

Mahkeme kararıyla grevleri durdurulan TürkiyeGazeteciler Sendikası üyesi ATV-Sabah emekçilerigrevlerinin 169. gününde Taksim’de gerçekleştirdikleriCumartesi yürüyüşündeydiler.

Saat 19.00’da Taksim tramvay durağında bir arayagelen ATV-Sabah grevcileri ve eyleme destek verenEntes direnişçisi Gülistan Kobatan ile demokratik kitleörgütleri “Sabah-ATV grevi sürüyor, dayanışmabüyüyor / TGS” pankartı ile “ATV-Sabah grev”dövizlerini açtılar.

TGS İstanbul Şube Başkanı Rüya Özkalkan’ınmüdahalesiyle açtıkları pankartı kapatan emekçiler 6haftadır önlerine kurulan polis barikatı nedeniyleyapamadıkları yürüyüşlerini bu kez gerçekleştirdiler.

İstiklal Caddesi üzerindeki yürüyüş atılansloganlarla çevrede bulunan insanların ilgisiniçekerken alkışlarla desteklendi. “Harç zamları gerialınsın!” sloganı ile de öğrenci gençliğin parasız eğitimtalebi dile getirildi.

Galatasaray Lisesi’ne gelindiğinde basınaçıklamasını ATV-Sabah grevcileri adına Uğur Güçgerçekleştirdi.

Güç yaptığı açıklamada grev süreci hakkında bilgiverdi. Basın açıklaması, “169 gün önce bir parantezaçtık ve o parantezi biz kapatacağız!” denilerek sonaerdi.

Açıklamanın ardından bundan sonra Cumartesieylemlerinin bir forum biçiminde örgütleneceğisöylendi ve ilk konuşmayı grevden sonra işten atılanilk işçi olan Cengiz Erdinç yaptı. Erdinç’in ardındansendikalaşma mücadelesi veren ev eksenli çalışanlaradına bir emekçi de söz aldı.

Son olarak ise Genç-Sen adına bir konuşmayapılarak harç zamlarına geçit verilmeyeceği söylendi.6 Ağustos günü 19.00’da Taksim Tünel’den TaksimTramvay Durağı’na yapılacak olan yürüyüşe çağrıyapıldı.

Kızıl Bayrak / İstanbul

Çelebi A.Ş’de eylemBursa’da Çelebi İplik A.Ş. işçileri 4 aydır

alamadıkları maaşları için 30 Temmuz günü işbıraktılar.

Bağımsız Tekstil İşçileri Sendikası’yla (BATİS)birlikte mücadele yürüten Çelebi İplik A.Ş. işçileri, altişveren konumunda olan Simsan İplik Ltd. Şti.’dençıkarılan işçilerin kıdem, ihbar tazminatları ilemaaşlarını ödemiyor.

Alt işveren işçisi olarak çalışan işçiler de, asılişveren Çelebi İplik A.Ş.’ye karşı verilmeyen haklarıiçin Bursa iş mahkemelerinde dava açımışbulunuyorlar.

Çelebi İplik A.Ş. işvereni ile vekili, yasadan doğanhaklarını “verilmeyen aylık ücretlerinin verilmesi için”kullanan işçileri işten atacağını söyleyerek tehdidebaşvurmayı ihmal etmiyor.

Bağımsız Tekstil İşçileri Sendikası (BATİS) ise içdayanışmayı güçlendirme çağrısı yaparak işçilerinhaklarını alacağını duyuruyor.

Adana’da iş cinayetiAdana’da kanalizasyon şebekesini açmak için rögar

kuyusuna inen ASKİ işçisi 35 yaşındaki MuammerErgül (35), iş güvenliği önlemleri alınmadığı için işcinayetine kurban gitti.

1 Ağustos günü Adana Su ve Kanalizasyon İdaresi(ASKİ) ekipleri, kanalizasyonda tıkanma ve taşmalarolduğunun bildirilmesi üzerine Adana HuzurevleriMahallesi Esentepe mevkiinde, sabah saatlerindebölgede çalışma başlattı. Tıkanıklığın Adana MetroKurttepe İstasyonu önündeki rögar kuyusundançözümlenebileceğini belirleyen ekipler, kuyuya inmeyekarar verdi. ASKİ’de 2 yıldır taşeron işçi olarak çalışanMuammer Ergül, hiçbir güvenlik tedbiri olmadanyaklaşık 12 metre derinliğindeki kuyuya indi.

Tıkanan beton tıpadaki sorunu gideren Ergül, rögarkuyusunu su basınca boğuldu. cankurtaran veitfaiyenin de gelmesiyle ulaşılan Ergül’ün cesedi,güçlükle çıkarıldı.

İşçi ve emekçi hareketinden…

Page 15: Sİ Kızıl Bayrak 2009-30

29 Mart yerel seçimlerinin ardındanbelediyelerdeki işten çıkartmaların bir yenisiAdana’nın Seyhan Belediyesi’nde gerçekleşti.İşten çıkartmalara neden olarak SeyhanBelediyesi’nin 29 Mart yerel seçimlerininardından belediyenin yetki ve görev alanınındaralması gerekçe gösterilmişti.

Seyhan Belediyesi’nin temizlik işleriniüslenmiş olan Miray temizlik şirketinde yaklaşık1050 işçi çalışmaktaydı. Çıkışlar yaşanacağınınaçıklanmasına rağmen listelerin açıklanmamışolması işçilerde bir beklenti havası yaratmış vebelli işçilere işten atılmama sözünün verilmişolması işçileri bir bekleme sürecine sokmuştu.

31 Temmuz: İşçi kıyımına karşıilk tepki...

31 Temmuz günü toplu olarak iştençıkartılacakları açıklanan Park ve BahçelerMüdürlüğü’ne bağlı işçiler 31 Temmuz Cumasabahı Park ve Bahçeler Şantiyesi’nde yaptıklarıeylemle işten atmaları protesto etti.

Açıklama öncesi BDSP imzalı “Seyhanbelediyesi işçilerine... / İşine, ekmeğine,onuruna sahip çık” şiarlı bildiriler dağıtıldı.Elden ele dolaşan BDSP bildirileri işçilertarafından oldukça ilgi gördü. Birçok işçi dağıtılanbildirilerden fazlaca alarak diğer işçilere ulaştırdı.

1 Ağustos: İşten atmalaratepkiler büyüyor...

31 Temmuz akşamı açıklanan listelersonucunda Miray Temizlik bünyesinde bulunanişçilerden yaklaşık 750’sinin işten atıldığıkesinleşti. Gece saatlerinden itibaren şantiyealanında toplanan işçiler burada sabah saatlerinekadar bekleyişlerini sürdürdüler. Bu sırada dabelediyeye ait kamyonlarla şantiye giriş çıkışlarınıkapattılar. Sabah saatlerinde görevlilerin polisiçağırmasıyla birlikte çok sayıda polis ve çevikkuvvet şantiyede toplandı. Bazı işçilerinçıkışlarına ve itirazlarına rağmen bir süre sonrakamyonlardan oluşturulan barikat açıldı ve işçilerşantiyeyi boşalttılar.

3 Ağustos: Seyhan Belediyesiönünde eylem

Park ve Bahçeler müdürlüğü işçileri temizlikişçilerine yaptıkları çağrının ardından 3 Ağustosgünü Seyhan Belediyesi başkanlık binası önündesaat 11.00’de basın açıklaması gerçekleştirdiler.Basın açıklamasından bir saat önce gelen yaklaşık100 işçi, polis ve belediye zabıta ekiplerininmüdahalesiyle başkanlık binası önündeyapacakları eylemin binanın arka tarafındayapılması için ikna edilmek istendiler.

Belediye işçileri, bina önündenayrılmayacaklarını söyleyerek teklifi reddettiler.Ardından yapılan duyuru ile basın açıklamasıoturma eylemine dönüştü. İşçiler adına yapılankısa açıklamanın ardından basın metni okundu.Basın metninde krizin yükünün işçi veemekçilerin sırtına yüklenmek istendiğibelirtilerek Seyhan Belediye Başkanı Azim

Öztürk protesto edildi.Basın açıklamasının sonunda şu ifadelere yer

verildi: “İş imkânları yaratmak için ekonomikkrizin yükünü bizim sırtımızdan geçiştirmek içinplanlar yapanlar bilsin ki bu faturayı bizödemeyeceğiz. Zorla elimizden aldığınız işimizi,ekmeğimizi yeniden kazanmak için sonuna kadarmücadelemizi sürdüreceğiz. Biliyoruz kihaklarımızı ancak omuz omuza verip mücadeleederek kazanabiliriz”

Basın açıklamasının ardından belediye işçilerimegafonla tek tek söz alarak yaşadıkları sürecedair düşüncelerini dile getirdiler. Bu sırada kimiişçiler yaşadıkları sürecin de etkisi ile fenalaştı.Birçok işçi açıklamanın ardından gerek iştenatılmalara gerek Adana’daki yetkili kurumlarınduyarsızlığına dair tepkilerini ortaya koydular.

Basın açıklamasına çoğunluğu Park veBahçeler müdürlüğü işçileri olmak üzere yaklaşık150 işçi katıldı.

4 Ağustos: Seyhan Belediyesi’neyürüyüş

Seyhan Belediyesi işçileri 4 Ağustos günü işegeri alınma talebiyle İnönü Parkı’ndan SeyhanBelediyesi önüne yürüyüşle gelerek burada bireylem gerçekleştirdiler.

İnönü Parkı’nda toplanan işçiler, buradabekledikleri süre boyunca haksız bir biçimde iştenatıldıklarını ve işe geri alınmayı talep ettiklerinibelirten açıklamalar yaptılar. Bazı işçileraileleriyle birlikte eyleme katılırken buradabekleyen çok sayıda polis işçilerle konuşarakonları eylemli bir süreçten uzak durmaları içinikna etmeye çalıştı. Ancak polislerinkonuşmalarına rağmen işçiler geri adım atmadı.

İşçilerin doğrudan Seyhan BelediyesiBaşkanlığı’na yürüme kararı almasına rağmenyaşanan dağınıklık sebebiyle uzun süren birbekleyiş yaşandı. Bu bekleme sırasında bir basınaçıklaması gerçekleştirildi. “Atılan işçiler gerialınsın” pankartını açan işçiler açıklamada, AzimÖztürk’ün verdiği sözleri çiğneyerek bunca işçiyikapının önüne koyduğunu söylediler ve işedönene kadar mücadelenin süreceğinivurguladılar. İşçiler işlerini aksatmadıklarını,onurlu bir şekilde çalışmak ve yaşamakistediklerini ifade ettiler.

Yapılan açıklamanın ardından işçitemsilcilerinden iki kişi AKP’li Belediye BaşkanıAzim Öztürk ile görüşmeye gitti. Ancak baştagörüşmeyi kabul eden Öztürk işçilerin karşısınaçıkmadı. Karşılarında muhatap bulamayanbelediye işçileri bu kez toplu halde belediyebinasına yürüdü.

Sloganlar eşliğinde belediye önüne gelenişçiler sırayla söz alarak durumlarını anlattılar.İşçiler işten atılmalarının haksızlığına vurguyaparak başkanla görüşmek istediklerinisöylediler. Burada uzun süre sloganlarla bekleyenancak herhangi bir muhatap bulamayan işçiler birsüre daha bekleyişlerini sürdürdükten sonradağıldılar.

İşçiler mücadelelerini daha geniş kesimlereduyurabilmek için yarından itibaren bir imzakampanyası başlatacaklar.

Kızıl Bayrak /Adana

Sınıfa karşı sınıf! Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak H 15Sayı: 2009/30 H 7 Ağustos 2009

Seyhan Belediyesi işçileri

kıyıma karşı eylemde...

Sincan’da Emekli-Sen eylemiAnkara’da Sincan Emekli-Sen üyeleri emekli aylıklarına

yapılan sefalet zammını gerçekleştirdikleri 2 Ağustos’tagerçekleştirdikleri eylemle protesto ettiler.

Açıklamada dört kişilik bir ailenin açlık sınırı hatırlatılarakEmekli-Sen’in, sadaka kültürünün gelişmesine karşı mücadeleedeceği duyuruldu. Hükümete toplu sözleşme çağrısı yapıldı.

Basın açıklaması, Emekli-Sen’in 11 Ağustos’ta YKMönünde gerçekleştireceği eyleme çağrı ile son buldu.

Basın açıklamasına 100’e yakın emekçi katıldı. Kızıl Bayrak / Ankara

Sinter’de “işe iade” davası Ümraniye Dudullu’da 22 Aralık 2008 tarihinde başlattıkları

direnişlerini Sinter Metal önünde devam ettiren DİSK’e bağlıBirleşik Metal-İş Sendikası üyesi işçilerin ÜsküdarÇiçekçi’deki 3. İş Mahkemesi’nde görülen “işe iade” davaları4 Ağustos Salı günü devam etti.

Sinter Metal işçileri, geçmiş duruşmalarda olduğu gibi buduruşmanın sonucunu da adliye önünde bekleyerek takipederken DİSK Başkanlar Kurulu sonuç bildirgesinde SinterMetal işçilerinin duruşmasına katılma kararı alan DİSK veAvrupa Metal İşçileri Federasyonu’nu (EMF) temsilenTony Murphy (EMF Politika Danışmanı) Sinter Metalişçileri ile dayanışma amacıyla mahkeme önündeydi.

DİSK Genel Başkanı Süleyman Çelebi, Nakliyat-İş GenelBaşkanı Ali Rıza Küçükosmanoğlu, DİSK’e bağlı Sosyal-İşSendikası ve BMİS yöneticilerinin de yer aldığı basınaçıklamasında “İşimizi istiyoruz / Sinter Metal İşçileri”pankartı açıldı.

Duruşmanın ardından DİSK Genel Başkanı SüleymanÇelebi, BMİS Genel Sekreteri Selçuk Göktaş, EMF PolitikaDanışmanı Tony Murphy ve BMİS Genel ÖrgütlenmeSekreteri Özkar Atar birer konuşma yaptı.

Sinter Metal işçileri duruşmanın ardın fabrika önünegelerek mahkeme kararına sloganlarıyla ve halaylarıyla tepkigösterdiler. Burada BMİS Genel Sekreteri Selçuk Göktaşdavanın ertelenmesine ilişkin bir konuşma yaptı. Tony Murphyise, EMF’yi temsilen yaptığı konuşmasında Türkiye’de insanhaklarının, toplusözleşme, grev, vb. gibi hakların ihlaledildiğini söyleyerek Sinter Metal işçilerine mücadelelerinesonuna kadar devam etmeleri çağrısını yaptı.

Kızıl Bayrak / Ümraniye

Sinter işçileri Taksim’de yürüdü!Sinter Metal işçileri 5 Ağustos günü Taksim tramvay

durağından Galatasaray Lisesi önüne coşkulu bir yürüyüşgerçekleştirdiler. Saat 12.00’de “İşimizi istiyoruz / SinterMetal işçileri” pankartını açarak destek veren kurumlarlabirlikte yürüyüşe geçen Sinter işçileri “Örgütlü işçi yenilmez /DİSK” dövizlerini taşıdılar.

DİSK Yönetim Kurulu üyeleri, Birleşik Metal-İşyöneticileri, Genç-Sen, OSİM-DER, BDSP, Yurtsever Cephe,Marksist Bakış, Sosyalist Parti, Mücadele Birliği, ATV-Sabahgrevcileri, Entes direnişçisi Gülistan Kobatan, Deri-İşSendikası Genel Başkanı Musa Servi, ÖDP, Genel-İş,Nakliyat-İş ve Emekli-Sen’in katıldığı yürüyüş boyuncaİstiklal Caddesi üzerindeki insanlara mücadele çağrısı yapıldı.Eylem boyunca devrimci tutsak Güler Zere de unutulmadı.“Güler Zere yalnız değildir!” sloganı atıldı.

Galatasaray Lisesi önüne gelindiğinde söz alan BirleşikMetal-İş Sendikası Genel Başkanı Adnan Serdaroğlu, SinterMetal işçilerinin 8 aydır sürdürdükleri direnişlerinde kararlıolduklarını vurguladı. DİSK Genel Sekreteri Tayfun Görgünise örgütlenmenin önüne konulan 12 Eylül yasalarına vurguyaparken siyasi iktidarın emekçilere yönelik saldırılarınadikkat çekti. Konuşmada ayrıca Güney Koreli metal işçilerininSİYONG fabrikasında işten çıkartmalara karşı ortayakoydukları direniş selamlandı.

Tony Murphy de Sinter Metal işçileriyle dayanışmayıbüyütmek için yurtdışında da çaba sarfettiklerini ifade etti.Uluslararası dayanışmanın önemine vurgu yaptı.

Yaklaşık 200 kişinin katıldığı eylem sloganlarla son buldu. Kızıl Bayrak / İstanbul

Page 16: Sİ Kızıl Bayrak 2009-30

Emine Arslan ile DESA direnişi, mücadele ve örgütlenme sorunları üzerine konuştuk...

CMYK

Kızıl Bayrak: DESA direnişi işçi sınıfının sondönemdeki mücadele pratikleri içinde en anlamlıörneklerden biriydi. Özellikle Emine Arslanüzerinden kendini duyuran direniş, birçok kesiminde ilgisini çekmiş oldu. Bunun yanında sermayeninsaldırıları karşısında ezilen işçi ve emekçilere umutoldu. Öncelikle DESA’daki direniş sürecini vedirenişe nasıl başladığını anlatır mısın?

Emine Arslan: DESA süreci ne zaman bizsendikaya üye olduk, işte o zaman sudan bahanelerle(işte hata yapıyorsun vb.) kapıya konulmamızlabaşladı. Bizi içeride örgütlenmeye iten bir sürü sorunvardı. Bir insan iki gün bir gece hiç eve gitmedençalışır mı? Çalışıyorduk. Ayda 240 saat mesaiyapıyorduk, ay sonunda bize 8-10 saat mesaiimzalattırıyorlardı. Yükleme zamanlarında (saat16.00-17.00’ye kadar) bize yemek vermiyorlardı. Dünsabah gelmişim çalışmışım, gece de çalışmışım bugünöğle saati gelmiş yemeğe çıkmamışım ve ayaktaduracak halim yok. Ama adam hala çalıştırıyor.

Bir sürü kötü koşullar vardı. İzin istersinalamazsın, çocuğun hasta olur eve gidemezsin.Gidersen “işte kapı orada!” denir. Daha bir sürü

sorun vardı ve bu kötü koşullar bizi örgütlenmeye itti.Artı, solventle, baliyle çalışıyorduk. Bizimsağlığımızı koruyacak hiçbir önlem yoktu. Önlem var,ne zaman var? Ne zaman markaların temsilcilerigelince, ne zaman sözde kontrol olunca o zamanvardı. Hiç de bir şey kontrol ettikleri yoktu.Patronların bir güzergahı var, onlarla birlikteoralardan geçerken çevrede çalışanlara göstermelikmaske veriliyor ve onlar gittikten sonra işçilerden bumaskeler toplanıyordu.

KB: Sendikaya nasıl üye oldun?EA: Ben sendikayla tanıştım, üye oldum,

örgütlendim. Sonra arkadaşlarımın, kimisi “çocuğumhasta gidemiyorum”, kimisi “bacaklarım şişti bugece, sabah olur mu?” diye ağlayıp sızlıyorlardı.“Ağlayıp sızlamayın, bizim de haklarımız var, gelin

sendikaya üye olun” dedim. Evime davet ettim. “Sendikadan yetkili

arkadaşları da çağıralım. Anlatsınlar, bizim ne gibihaklarımız varmış? İzin isteyince tehditlerlekarşılaşınca ne cevap verebiliriz?” diye konuşalımdedim. Arkadaşlar geldi ve üç sefer evimdesendikayla toplantı yaptık. Dördüncüye erdirmedilerbizi. Yine evime “geleceğim” deyip degelmeyenlerden birisi ispiyon etti. Dün ağlıyordu,“çocuğum hasta evime gidemiyorum” diye, ama benişikayet etti. O gün bana, işte hata yapıyorum diyeastar sökümü verdiler. Son üç sene astarkontrolcüsüydüm. Astarı resmen sökmüşler. Koltukaltı astarı sökük diye tamir kağıdını asmışım üzerineve tamire göndermişim. Onu tamirde yapılmadanalmış sökmüş etek astarını “bunu gördün, bunugörmedin mi?” diyor. Onu görmemem mümkün değilzaten. İlk önce etek çevresinden başlıyorum. Müdürlebu şekilde konuştuk.

Ardından beni arkadaşlarımın arasından aldıyemekhaneye götürdü ve benimle küfürlü bir şekildekonuştu. Arkadaşlarımın arasından götürüyor kimseşahit olmasın diye. Sonra ben tekrar yerime geldim veçalışmaya başladım. “Hamdi Bey (İnsan KaynaklarıMüdürü) seni çağırıyor” dediler. “Gültekin Bey ihtaryazdı imzala” dedi. “İmzalamıyorum, ben bunuhaketmedim” dedim. Sonra pakete giden bir mal dadeğil yani. Bayağı, bir uğraştı Hamdi Bey benimle.İmzalamadım, tekrar yerime çalışmaya geldim. Busefer yine bir şey almış geldi. Diyor ki, “onun da kolastarı uzun diye tamire göndermişsin. Bunugörmüşsün, bunu görmedin mi?” Gitmiş, ikinci ihtarıyine yazmış. Öyle dediğim için de “üstüne karşıgeldi, cevap verdi” konusu oldu. Sen bana bir şeysoruyorsun ben robot muyum? Bir cevap bekliyorsunsen benden. Yine Hamdi Bey beni çağırıyor. “Ablaikinci ihtar geldi, imzala bunları” dedi. “Hamdi Beyben bunları imzalamıyorum. Bunlar bana kurulantuzaklar.” dedim. Bu sefer, “Abla bu şekildeçalışamayacağız” dedi. Ben de doğal olarak 8 senelikemeğim olan mesailerimi, senelik izinlerimi,tazminatlarımı istedim. “DESA’nın tazminat verdiğigörülmüş mü?” dedi.

Ben de “eşimi arayayım” diyorum. “Yok, arama”diyor. Sendikayı arayacağım ama fırsat vermiyorbana. İmzalatmaya çalışıyor. Ben imzadan ezeldenberi çok korkarım. Hiçbir şey yaşamadım, ama imzaattınmıydı kabulleniyorsun onu. Eve geldim, bir saatbeni fabrikanın bahçesinde tuttu, hala kandırmayaçalışıyor.

Sendikam Deri-İş’i aradım hemen. Sendikadandediler ki, “sen yarın sabah aynı işe gider gibi çık, bizgeliyoruz” Ondan sonra sendikanın örgütlenmeuzmanı Nuran Hanım’ı aradım, o geldi. Çıktık oraya,Nuran Hanım güvenliğe “Emine Abla iştençıkarılmış. Ne gerekçeyle çıkarıldı?” dedi.

İçeriden beni çağırdılar. İçeri tekrar girdim, haladünkü olay. Hamdi Bey, bana dünkü kağıtlarıimzalatmaya çalışıyor. Kağıtta “Mala zarar verdi”yazıyordu ve bunu kabul etmemi istiyorlardı. Ben de“ben zarar vermedim. Söküğü geçtim diyorsunuz, onugörmemen mümkün değil. Tamam geçmişte yakakasmasını görmediğim oldu, ama siz bize geçindiyordunuz” dedim. Anlamıyor. Ben deimzalamadım.

Hamdi Bey bana diyor ki; “abla imzala bunları”Ben de; “Dün bunları imzalamadım. Bugün deimzalamıyorum çünkü bunlar bana bir tuzak” dedim.“Ben çalışmak istiyorum, bana işbaşı veriyormusun?” dedim. “Hayır!” dedi. “Paralarımı veriyormusun?” diye sordum. “Hayır” dedi. Ben de; “işimedönene, haklarımı alana kadar bu kapıdanayrılmayacağım” deyip çıktım dışarıya.

Beni 5 dakika sonra bir daha aradı. Bu sefer işbaşıistedim, “paramı istedim vermedi, bu sefer beni niyeçağırıyor” dedim. “Sendikamla birlikte girersem içeri,olur” dedim. Çünkü o zaman girseymişim -ertesi gün

Emine Arslan ile DESA direnişi, mücadele ve örgütlenme sorunları üzerine konuştuk...

“Hep söylüyorum; işyerinde, evde, köyde ne olursaolsun hepimizin mücadele etmesi gerekiyor!”

16 H Kızıl Bayrak H Sayı: 2009/30 H 7 Ağustos 2009

Page 17: Sİ Kızıl Bayrak 2009-30

Emine Arslan ile DESA direnişi, mücadele ve örgütlenme sorunları üzerine konuştuk... Sayı: 2009/30 H 7 Ağustos 2009 H Kızıl Bayrak H 17

CMYK

akşam para teklif etti ya bana- güya bana paramıverecekmiş. Sonuçta içeri girmedim.

O gün ve ertesi gün bekledik. Telefon telefonüzerine... “Gelin anlaşalım” diyorlar. Eşimle berabergittik. “8 seneye, 8 milyar, artı sen söyle!” diyor. Beniki sefer para istedim, ama bu sefer de ben almakistemedim. Çünkü benim eve çağırıp götürdüğüminsanlar vardı. Fabrikada kafalarına bir şey soktuğuminsanlar vardı. Bunların hepsi gözümün önüne geldi.“Şimdi aynı sudan bahanelerle onlara da aynı şeyleriyapacaklar” diye düşündüm. 5 kuruşsuz kapıyakoyacak, biliyorum. Çünkü kendisi de dedi. HamdiBey, “Bugün git, yarın öbürleriyle de görüşeceğim”dedi. Aynısını söyledi. “Siz o gün bana, bugün yarınöbürleriyle de görüşeceğim dediniz” dedim. “Aynıolayı arkadaşlarıma da yapacaksınız, ben bunu kabuletmiyorum” dedim.

İlk günkü psikolojimle olsaydım, alabilirdim oparayı. Ama, iki gündür benim beyin böyle dönüyor.“Kabul etmiyorum” dedim. “Abla bugün önlük giydin,yarın döviz açacaksın” dedi. Ben de, “ne gerekiyorsa,yapacağım. Ben bu küfürleri hak etmedim, onlarınhesabı ödenmeli” dedim.

İnsan Kaynakları Müdürü ve avukat “Firma adınaözür dileriz. Ver elini öpelim abla” dediler. Hatta eşimorada “Hamdi Bey’in teklifine var mısın, yokmusun?” diye sordu. “Yokum” dedim. Kapıya çıktık,direnişin üçüncü dördüncü günleri. Her gün polisyığdılar. Bir kişiye 6 otobüs çevik kuvvet -diğer sivilve resmi araçlar hariç- getirdiler.

KB: 8 yıl boyunca geceli-gündüzlü çalıştığın biryerde, bir anda kapının önüne konuldun. Fabrikanınönünde direnişe başladığın gün ne hissettin?

EA: “Biz burada bunun başına bela olalım” diyedüşündük. Peşimizde birileri var diye düşünmeden,“biz burayı engelleyelim” dedik. Biz hiç bilmiyorduk.Birisi yanımıza gelecek, bize sahip çıkacak gibi birşeyi düşünemedik. Baktık, ilk gün rahmetli HüseyinHoca yanımıza geldi. Gecem gündüzüm belirsizdi.Kendi evimi otel gibi kullanmak zorunda kalmıştım.Bütün emeğimi, gücümü oraya harcadığım halde,böyle bir muamele ile karşılaşınca çok hırslandım.Bunların hepsi beni hırslandırdı. Utanma duygusunubir yana bıraktım. Bazı arkadaşlar, “ben utanırım ordaduramam” diyor. Ne utanacağım ben. Çalışırkenutanmıyorum da kapıda emeğimin gasp edilmemesiiçin beklerken mi utanacağım?

Çünkü çalışırken hiçbir hileli iş yapmadım. Makastutmasını bilmeyen insanları eğittim, öğrettim. Amabu durum çok zoruma gitti. Eşimi arayıp “ne olurabicim, elimiz ayağımıza dolaştı. Ne olur işe yolla!”diyenler, bana ölen kediyi çöpe atar gibi davrandılar.

KB: O anda patronun seni değersiz gördüğünüanlamış oldun...

EA: Patronun, üzerime suç atmaya çalıştığınıgörünce o zaman baskıların artacağını anladım.Benimle konuşan arkadaşlarımı baskı altına aldı,onlarla görüştürmedi. Hemen ikinci gününde mobese

kamera koydu. Arkadaşların benimle karşılaşmamalarıiçin otobüslerle camiye getirip götürmeye başladı.Yıllardır camiye yayan giden gelen insanlar için özelaraba tutuldu. Çok sorunlar yaşadık. Zabıta geliyor,“kamu yerine zarar veriyorsun” diyor. Polis geliyor,“hem eşine hem sana günlük 100 TL ceza yazacağız.Bunu nüfus kağıdınıza işleyeceğiz. İlerde devlethastanesinde tedavi göremeyeceksiniz” diyor.“İşverene söyleyeceğim senin hakkında mahkemeaçsın” gibi şeyler söylediler.

KB: Direniş sürecinde yalnız olmadığını, yanisize destek verecek emek güçlerinin olduğunu dagördün. Daha önemlisi, senin karşında sadecepatronun değil, devlet güçlerinin olduğunu dagördün. Bu yaşadıkların ve direniş sürecin sananeler kattı? Direniş öncesi Emine Arslan’la bugünküarasında nasıl bir fark var?

EA: Bundan önce ruh gibi yaşamışız. Hiçbirdünyadan, birilerinin bir yerlerde emekten yana işlerleuğraştığından haberimiz yoktu. Önceden hiçbirşeyden, hiç kimseden haberimiz yoktu. Ama direnişsürecinde, emeğin haklarını kazanma yolundamücadele eden insanların beni kucakladığını bizzatgördüm. Emekçiye sahip çıkanları gördüm. Zatenbenim ilk baştan beri tepkim, “bu gidişat bir yerdedurmalı” şeklindeydi. Patron, “36 yıl böyle çalıştımbundan sonra da böyle olacak” diyor ya; “ben 8senedir canla başla o şekilde çalışınca iyiydim de,hakkımı arayınca kötü mü oldum” diye düşündüm.Demek ki, bir yerde birileri -Emine Arslan olur, birbaşkası olur- noktayı koyması gerekiyor.

KB: Senin meşhur bir sözün var. “Kafeste kuşgibiydik” diyorsun...

EA: Evet, kafeste kuş gibiydik. Kuşu kafesekoyarsınız, dere mi tepe mi var, hiç haberi olmaz yabiz de DESA’da aynen öyleydik. Gerçekten de şimdiedindiğimiz bazı işçi dostları yanı başımızdayken

bundan haberimiz yokmuş. Mesela Hüseyin Hoca’yıkeşke daha önce tanısaydım, bunu kendim için büyükkayıp sayıyorum.

Patron da dedi bunu. “Emine Arslan’a ne oldu ki!Oturdu çayını içti, kariyer sahibi oldu. Yeni dostlaredindi, olan bana oldu. 18 trilyon zararım var” dedi.Ben de “Biz işçi sınıfı olarak sizin kadar gaddardeğiliz. Gel sana da vereyim çay, bir yudumuekmeğimi, çayımı paylaşırım” dedim.

Patron, direnişle dayanışmaya gelen arkadaşlarımıkaraladı. “Emine Arslan, solcuları topladı yanına,benden haraç istedi” dedi. Son zamanlarda baskıyıiyice arttırmıştı. Tekrar, “Gel Bakırköy Adliyesi’negidelim, dilekçe ver. Benim çıkış nedenim sendikadan,sendika beni kullanıyor de” dediler. Bana 30 milyarrüşvet ve “Akşama da evine kamyon getirip, eşyalarınıyükleyip seni İstanbul’dan uzaklaştıralım” teklifindebulundular. Ben bunu niye yapayım? Bunu yapmışolsaydım, işçi sınıfına çok büyük bir ihanet etmişolacaktım. Onurumu, her şeyimi yitirecektim.

KB: Bu süreçte senin şahsında yürüyen direniş,baskı ve sömürü ile karşı karşıya olan diğer işçi veemekçilere de örnek ve umut oldu. Yani sen direnişsürecinde bir yandan yeni şeyler öğrenirken, biryandan da aynı şeyleri diğer sınıf kardeşlerineöğrettin...

EA: İlk olarak Düzce’deki işçi arkadaşlar direnişeçıkınca ve ve onların bayan olduklarını öğrenincezaten sendikaya üye olmakta hiç tereddüt etmedim.Musa Başkan’ın da katıldığı bir görüşmede hemen üyeoldum. Niye orada bayanlar kapıda direniyorlar?Haklarını gasp ettirmemek için. Hiç gözümükırpmadım. Ben burada tekim. Medya, uzak olduğuiçin oraya gidemedi. Ben daha ön plana çıktım buyüzden. Diğer direnişe çıkan arkadaşlarım hep beniörnek verdiler. “Tek başına bir Emine Arslan oradadireniyorsa, 8-10 kişi, 80-100 kişi biz niye

Emine Arslan ile DESA direnişi, mücadele ve örgütlenme sorunları üzerine konuştuk...

“Hep söylüyorum; işyerinde, evde, köyde ne olursaolsun hepimizin mücadele etmesi gerekiyor!”

Page 18: Sİ Kızıl Bayrak 2009-30

Emine Arslan’la konuştuk...18 H Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2009/30 H 7 Ağustos 2009

direnmeyelim.” dediler. Bu bana daha çok cesaretverdi. ATV-Sabah çalışanları bile eşim yanlarınagittiğinde, “Emine Abla’dan cesaret aldık biz”demişler. Entes’te Gülistan arkadaşımız var. O dasöylüyor zaten. Ona da, “küçük Emine” demişler. BenTaksim’e toplantılara falan gidiyorum. Oralardamuhasebede çalışan kızlar çıktı karşıma. Onların daişine son vermişler. Bana kendi sorunlarını anlattılar.

KB: Bu direnişin umduğundan büyük bir etki vesonuç yarattığını söyleyebilir miyiz?

EA: Umduğum derken, aslında direnişe ilkçıktığımda hiçbir şey ummuyordum. Böyle işçi veemekçilere sahip çıkan insanların olduğunubilmiyordum. Patronlar, işçiye ve emekçiye sahipçıkan insanları “vatan haini”, “terörist” olarakgörüyorlar. Bu insanların ben öyle olmadığınıbiliyorum ve buna bizzat şahit oldum. İşçinin veemekçinin hakkını sömürerek asıl vatan hainliğinionlar yapıyorlar. Ben ayda 240 saat mesai yapıyorum8 saat gösteriyorsun. Benim hakkımı gaspediyorsun.Asıl terörist sensin!

KB: Direnişe başladığınız günden itibaren çeşitlibaskılarla karşılaştınız. Bunlardan bahsedebilirmisin?

EA: “DESA’nın hiç tazminat verdiği görülmüşmü?” diyen patron; rüşvet önerdi, çocuğumukaçırmaya kalkıştı, peşime adam taktı, evime kadarbeni ve ailemi izletti. Benim komşularım ne yaptı?Sefaköy İnönü’deki arkadaşlarım evin etrafında nöbettutmaya başladılar. O evin etrafında dolaşan patronunadamları kaçmak zorunda kaldı. Bu sefer sokağakamera koydu. Emine Arslan nereye gidiyor? Hangişahıslar Emine Arslan’ın etrafında? Fabrikanın arkakapısı sokağı gösteriyor zaten. Direnişi kırmak içinher yolu denedi. İki sefer gözaltına aldırdı. 30 milyarrüşveti teklif edince bana, almadım. Onlara, “Bu işiniçinde Musa Başkan da olur, derse ki ‘abla anlaş’ bennoterden istifa ederim” dedim. Gidip de BakırköyAdliyesi’ne, “Asla sendika beni kullanıyor diye imzaatmam” dedim. Böyle deyince “Bu teklifimizi sakınkimseye söyleme. Söylersen, biz de seni yakarız.”dediler. Aynı gün DESA’nın önünde basın açıklamasıvardı, orada teklif edilen rüşveti söyledim. Baktım,beni tehdit eden adamlardan biri patronun avukatı,diğer ikisi de Musa Başkan’la konuşuyor. Adam MusaBaşkan’la dost gibi görünmeye çalışıyor, beniyıkmaya çalışıyor. Ben bu adamı nasıl elevermeyeyim. Maskesini düşürmezsem, yarın öbür günbaşka kötülükler yapacak. Bunun için “can güvenliğimtehlikede” dedim. Hemen ertesi gün kızımı kaçırmayakalktılar. Tanımıyorum etmiyorum, patronun, devletinadamı mı? O da benim şalterlerimi attırdı.

KB: Bugün sen yalnız olmadığını; bir sınıfın, işçisınıfının parçası olduğunu, diğer sınıf kardeşlerinle

aslında sorunlarının da ortak olduğunu farkettin.Dolayısıyla, sorunları ortak olanların ortak hareketetmesi gerekmez mi?

EA: Tabiki. Bizim neden işçi arkadaşlarımızınsorunlarından haberimiz yok. Çünkü bir işçietkinliğimiz yok. Fabrikalardan, mesailerden, şundanbundan çıkıp da, diyelim ki filan yerde toplantıvarmış. Oraya gitsek, kötü mü olur? Ne yazık ki,böyle yerlerde işçiler biraraya gelmiyor. Gerçi, çoğuzaman birileri düzenlese de işçilerin gelme imkanı dayok. Böyle olsa, oralarda işçi hakları konuşulsaişçilerin kafasına bir şeyler girecek. Hangi fabrikadane yaşanıyormuş. Ne yaparsak, ne olur? Bunları bizyapamıyoruz. Nasıl olup da bu işçileri birarayagetirmeli? Bunların yollarını bulmak lazım. Diyelim kiDESA işçisine nerde kavuşup da “gel pazar günüşuraya gidiyoruz” diyebileceksin. Kesinlikle,DESA’nın şimdi siparişi olsa belki de pazar günü bilegece yarılarına kadar işçiler çalışır. İşte, biz işçilerebunları aktarabilsek, birbirimizin yaşadıklarından vene yapmamız gerektiğinden çok iyi haberdar olacağız.Ben yıllar önce sendikalı işyerinde çalışıyordum.Biliyorum sendikalı işçinin hakkıyla sendikasızınhakkı arasındaki farkı. Maalesef, bunu bilmeyenişçiler de da var. Zaten DESA da bunu yapıyor. Cahilve gözü açılmamış insanları alıyor fabrikaya. 12 Eylül1980 darbesi geçeli 30 yıla yaklaşmış. Ama, anne babada çocuğuna bir şey anlatmıyor ki. Darbeden sonradoğan çocukların hiçbir şeyden haberi yok.

En azından 1980 öncesindeki haklarımıza geridönelim. O zaman dört dörtlük müydü haklarımız?Değildi, ama yine de iyi yerler vardı. Şimdiki şudevirden daha iyiydi. Sendikası olmayan yerlerde bileen az iki ikramiye vardı. Yıllar öncesinde ölen vebedel ödeyen insanların sayesinde bunlar kazanıldı.Hak verilmez, alınır. Ama biz o hakları da verdik.

KB: Direniş boyunca fabrika önünde bulunanminibüs ile hatırlanıyorsunuz. Bu süreçte buminibüsün ziyaretçileri kimler oldu? Kimleryanınızda oldu ve size destek oldu?

EA: Hangi birini sayayım ben? Emekten yana olanherkes geldi. Benim yanıma gelmeyenler sadeceiktidardakiler ve MHP’liler. MHP’liler, “onlarasolcular sahip çıktı. Onlar sahip çıkmasa, biz onlarınyanına giderdik” dediler. İlk önce İnönüMahallesi’ndeki İşçi Kültür Evi ve Hüseyin Hocabaşta olmak üzere birçok emekten yana kurum bizimyanımızdaydı.

KB: Onların terörist dediği insanlar sana destekveriyor. Ve sen de artık öyle görülebiliyorsun. Bukonuda ne düşünüyorsun?

EA: Biz de herkese, o insanların öyleolmadıklarını anlattık. Polis bize, “sizin nerede ikametettiğiniz bile belli değil” diyor. Bu bir korkunun

ifadesi aslında. Patronların örgütlü mücadeledenkorktuğunun en açık ispatı aslında.

Patron bizden korktu. Bunun için cumanamazlarında servis araçları tuttu, rüşvet teklif etti. 30milyar parayı bana niye veriyorsun? “1 lira alacağım,ama sizin 100 liranızı almayacağım” dedim.

Patronun davranışları, bize her gün söyleyecek birsöz çıkardı. Tecrübemiz arttı. Dostumuzu düşmanımızıdaha iyi öğrendik.

Patron bir de utanmadan bizi Ergenekon’la dasuçladı. Ekmeğimi elinden almış bir işveren, beni vesendikamı Ergenekon’la suçluyor. Bizim Ergenekon’lane işimiz olabilir ki? Bunlarda yalan çok. Varın artıkgerisini siz düşünün.

KB: Bugün milyonlarca işçi ve emekçipatronların çeşitli saldırılarına maruz kalıyorlar.Elbette, buna karşı örgütlü ve mücadeleci bir duruşiçinde olmak gerekiyor. Buradan, bu işçilere veemekçilere kendi deneyimleriniz üzerinden nasıl birmesaj vermek istersiniz?

EA: İşçi arkadaşlarımın hiçbirinin örgütlülüktenkorkmaması gerekiyor. Örgütsüz işçi köledir. Hakkıda, emeği de, gaspolur. Onurunu, emeğini çiğnemesin.Örgütlü olup da sonradan dönen arkadaşlarıma dadiyorum. Yapmasınlar. Böyle arkadaşlar da çıktı.Yazık diyorum. Tabiki biz işçi sınıfı olarak hakkımıza,emeğimize sahip çıkmadığımız sürece gelecek nesil neolacak? Onları düşünmemiz lazım. Çoluğumuzçocuğumuz var. Yarın torunlarımız olacak. Dededentoruna bu dünya böyle gidiyor. En azından 1980öncesi haklarımızı kazanmak gerekir, diyorum. Buçocuklar ne olacak? Bunlar için mücadele etmeliyiz,diyorum. Tek yürek, tek yumruk olmaktan başkaçaremiz yok. Emeklilik maaşı ne kadar oldu? 10 TLzam geldi. Bir ayın içinde 4-5 defa zam geliyor. Senne veriyorsun da ne alıyorsun? Bunların düzelmesiiçin meydanlara çıkıp o hakları almak bizim elimizde.Ama o diyor, “banane”; öteki diyor, “banane” Böylecedarbeyi yiyen yine bizler oluyoruz. “Kardeşim bir şeyyapıyoruz” deyince takıl insanların peşine. Nedenkorkuyorsun?

Hep söylüyorum; işyerinde, evde, köyde ne olursaolsun hepimizin mücadele etmesi gerekiyor. Hepimizeziliyoruz. İşyerinde çalışıyoruz. Bizden her ay vergikesiliyor. Patronlardan ise, senede bir defa kesiliyor.Bizden de senede bir kere kesilsin. Bunları istemekbizim elimizde. Korkarsak elimizde kalan son kırıntıhaklarımız da gider. Örgütlenmediğimiz sürece,eziliriz. Mücadele etmemiz gerekiyor. Herkesin ceptelefonu var. Her şeyden haberdar insanlar. Aynı günher tarafta şalter indirilse satış sözleşmelerini kolaykolay kesinlikle imzalayamazlar. Dünyayı ayakta tutantaban işçi sınıfıdır. İşçi sınıfı kölece çalışmayıredderse; patron, patron olamaz.

Page 19: Sİ Kızıl Bayrak 2009-30

Hasta tutsaklara özgürlük! Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak H 19Sayı: 2009/30 H 7 Ağustos 2009

Taksim’de “Zere’ye ve hastatutsaklara özgürlük!” yürüyüşü

Hasta tutsakların serbest bırakılması içinsendikalar, demokratik kitle örgütleri, siyasi partiler veilerici-devrimci örgütler 31 Temmuz akşamıGalatasaray Lisesi önüne bir yürüyüş gerçekleştirdi.

Saat 19.30’da Taksim Tramvay Durağı’ndabiraraya gelen ve “Güler Zere’ye ÖzgürlükPlatformu”nu oluşturan kurumlar “Kanser hastasıGüler Zere’ye özgürlük! Hasta tutsaklar serbestbırakılsın” pankartının arkasında kortej oluşturaraksloganlarla Galatasaray Lisesi’ne doğru yürüyüşegeçtiler.

Yürüyüş sırasında İstiklal Caddesi üzerindebulunanlar da alkışlarla eyleme destek verdi.Galatasaray Lisesi önünde DİSK Genel SekreteriTayfun Görgün, Ufuk Uras ve Şair Sennur Sezer birerkonuşma yaptı. Ardından Av. Taylan Tanay “GülerZere’ye Özgürlük Platformu” adına basın açıklamasınıgerçekleştirdi.

Tanay, 2000 yılından beri F Tipi cezaevleri baştaolmak üzere tüm cezaevlerinde tutuklu vehükümlülerin tek kişilik veya küçük gruplar halindehücrelere yerleştirildiğine işaret ederek uygulanan bumodelin tutuklu ve hükümlülerin bedeni ve ruhiyapıları üzerinde, sağlıklarında onarılmaz yaralaraçtığını vurguladı.

Tanay açıklamasını,“Aksi tutumun yeni ölümlereyol açacağı ve bunun sorumlusunun da siyasal iktidarolacağını kamuoyuna duyuruyoruz” sözleriylesonlandırdı.

Canlı ve coşkulu bir atmosferde gerçekleşeneyleme yaklaşık 1500 kişi katıldı.

Kızıl Bayrak / İstanbul

Halk Cephesi AKP önünde!Halk Cephesi, 31 Temmuz günü İstanbul

Sütlüce’de bulunan AKP İstanbul İl Başkanlığı önündegerçekleştirdiği eylemle kanser hastası Güler Zere’ninserbest bırakılmasını istedi.

AKP İl Başkanlığı önünde saat 13.00’tegerçekleşen eylemde, “Eğer Güler Zere serbestbırakılmaz ve ölürse katili AKP olacaktır! / HalkCephesi” pankartı açıldı.

Halk Cephesi adına yapılan basın açıklamasında“Bizler Güler serbest kalana kadar adalet istemektenbir an olsun vazgeçmeyeceğiz” denildi.

Açıklamanın ardından AKP önüne siyah tabutbırakmak isteyen Halk Cepheliler sermayenin kollukgüçleri tarafından engellendi. Bunun üzenine oturmaeylemine geçildi. Eylem, temsili tabutun, AKP’nincezaevleri ve siyasi tutsaklara yönelik politikalarınınteşhir edilerek AKP İl binası önüne bırakılmasıylasonlandırıldı.

Kızıl Bayrak / İstanbul

Erol Zavar serbest bırakılsın!Türk Tabipleri Birliği, Çağdaş Hukukçular Derneği

ve Erol Zavar’a Yaşama Hakkı Koordinasyonu, 3Ağustos günü Sincan Hapishanesi’nde kalan, sağlıksorunlarına rağmen tahliye edilmeyen devrimci tutsakErol Zavar’la ilgili bir basın toplantısı gerçekleştirildi.Cumhurbaşkanlığı’na ulaşmadığı belirtilen raporuntekrar iadeli taahhütlü olarak gönderileceği belirtildi.

Basın toplantısına TTB Merkez Konseyi BaşkanıGençay Gürsoy, Çağdaş Hukukçular Derneği Başkanı

Selçuk Kozağaçlı ve Erol Zavar’a Yaşama HakkıKoordinasyonu adına Dr. Alp Ayan katıldı.

Basın açıklamasını gerçekleştiren Gürsoy, Adli TıpKurumu’nun icraatlarının son yıllarda artan orandatartışıldığını belirtti ve çeşitli örnekler verdi.Açıklamada Erol Zavar’ın sağlık durumu hakkındaTTB tarafından hazırlanan rapora dairCumhurbaşkanlığı Sekreterliği’nce, “Erol Zavar ileilgili elimize ulaşmış herhangi bir rapor yoktur”açıklaması yapılması üzerine raporu tekrar iadelitaahhütlü olarak Cumhurbaşkanlığı’na göndermeyi vebir basın toplantısı düzenlemeyi tercih ettikleri ifadeedildi.

Ardından ÇHD Genel Başkanı Selçuk Kozağaçlı veErol Zavar’a Yaşam Hakkı Koordinasyonu adına AlpAyan bir konuşma yaptı.

Kızıl Bayrak / İstanbul

Hasta tutsaklar için Ankara’ya!“Güler Zere’ye Özgürlük Platformu” 4 Ağustos

günü açılacak olan TBMM’ye gitmek üzere 3 Ağustosakşamı İstanbul’dan uğurlandı.

3 Ağustos akşamı saat 19.30’da Taksim AKMönünde toplanan platform bileşenleri basın açıklamasıgerçekleştirerek heyeti Ankara’ya uğurladı.

“Kanser hastası Güler Zere’ye özgürlük Hastatutsaklar serbest bırakılsın” pankartı ve “Bilimselözerk Adli tıp kurumu istiyoruz” ve “Yargı + tecrit +Adli Tıp = ölüm” dövizlerinin açıldığı eylemde, basınaçıklamasını Ebru Timtik gerçekleştirdi.

Timtik yaptığı açıklamada, Güler Zere’nin 14 yıldırtecrit hücrelerinde kaldığını ve hapishane koşullarınedeniyle kanser hastası olduğunu ifade etti. Halknezdinde meşruluğu kalmayan 3. İhtisas Kurulu eliyleZere’nin mahkum koğuşunda ölüme mahkum edildiğivurgulandı.

“Güler Zere ve hasta tutsaklaraözgürlük” talebi TBMM’ye taşındı

İstanbul’dan yola çıkan kurum temsilcileri 4Ağustos’ta Ankara’da milletvekilleriyle görüştü.Görüşmelerin ardından saat 12.30’da TBMM Dikmenkapısı önünde basın açıklaması gerçekleştirildi.

Mehmet Özer tarafından okunan basın

açıklamasında, Güler Zere’nin sağlık durumununağırlaştığına dikkat çekilerek, Zere’nin derhal tahliyeedilmesi gerektiği bir kez daha hatırlatıldı.

Açıklamanın ardından ÇHD Genel BaşkanıSelçuk Kozağaçlı’ya söz verildi. Kozağaçlı, Zere’nintahliye edilmesi gerektiği yönünde daha önce verilenraporları kabul etmeyerek ATK’ya gönderilmesinieleştirdi, ATK’nın bir üst kurum olmadığını söyledi.

Konuşmanın ardından sabah saat 10.00’dagörüşmeye giren heyet adına, milletvekilleriylegerçekleştirilen görüşmeler hakkında bilgi verildi.

Sabah saatlerinde meclise giriş sırasında, TBMMgörevlilerinin “randevunuz yok” bahanesiyle heyetiiçeri almama çabası ve çıkarılan zorluklar teşhir edildi.

Ardından görüşmelere dair bilgilendirmedebulunuldu. İstanbul Bağımsız Milletvekili Ufuk Uras,CHP milletvekili Ahmet Ersin, DTP milletvekilleriAkın Birdal, Hasip Kaplan ve Bengü Yıldız ilegörüşüldüğü belirtildi, İnsan Hakları KomisyonuBaşkanı Zafer Üskül ve diğer AKP’li vekillerinkendilerine randevu vermemiş olmaları kınanarak,“onlar için meclis seçimleri insan hayatından dahaönemlidir” denildi.

Eylemde Güler Zere’nin babası da söz aldı veGüler Zere’nin sağlık durumunun giderek kötüyegittiğini anlattı.

Kızıl Bayrak / İstanbul / Ankara

Hasta tutsaklar serbest bırakılsın!Güler Zere’nin serbest bırakılması talebiyle

Ankara’da Halk Cephesi, TAYAD, Genel-İş, İHD

“Hasta tutsaklar serbest bırakılsın!”

31 Temmuz 2009 / Taksim

Page 20: Sİ Kızıl Bayrak 2009-30

Ankara Şube, Halkevleri, KESK Ankara ŞubelerPlatformu, ESP, DTP Çankaya İlçe Teşkilatı, EMEP,AKA-DER, Odak, SDP, EHP, ÖDP, ÇHD, TKP,78’liler Girişimi, Alınteri ve Erol Zavar’a YaşamaHakkı Koordinasyonu 31 Temmuz günü AdaletBakanlığı önündeydi.

Eylemde örgütleyici kurumlar adına “AKP’ninhukuku nazi hukudur. Nazi hukuku Güler Zere’leriöldürüyor!” ve Erol Zavar’a Yaşama HakkıKoordinasyonu adına “Erol Zavar’a ve tüm hastatutsaklara özgürlük!” şiarlı pankartlar ve üzerindehasta tutsakların adlarının yazılı olduğu siyah bir tabuttaşındı.

Mehmet Özer’in okuduğu ortak basın metnindeyseAdli Tıp Kurumu’nun verdiği yanlı raporlar teşhiredildi. Adli Tıp’taki uygulamaların son bulmasınınAdalet Bakanlığı’nın emri ile mümkün olduğubelirtildi.

Eyleme BDSP de destek verdi. Kızıl Bayrak / Ankara

Adli tıp ve bakanlığa kefen...Ankara’da Güler Zere için yapılan eylemler 1

Ağustos günü Kızılay Postanesi önündeki basınaçıklamasıyla devam etti.

Saat 14.30’da postane önünde bir araya gelenkurumlar adına bir heyet Adli Tıp ve AdaletBakanlığı’na kefen gönderdi.

Ardından ortak basın metni okundu. AçıklamadaGüler Zere başta olmak üzere devrimci tutsaklarınölüme mahkûm edildiği ve Adalet Bakanlığı’nın buduruma seyirci kaldığı söylendi.

Açıklama şu sözlerle son buldu: “Adli tıp kurumulağvedilmeli, iktidar başta olmak üzere sessiz imhapolitikalarına son vermeli ve kendi koyduğu yasalarıuygulayarak Güler Zere, Erol Zavar ve diğer hastatutsakların tahliyesi için gerekeni yapmalıdır.”

Okunan ortak açıklamanın ardından Erol Zavar’aYaşama Hakkı Koordinasyonu adına da bir açıklamayapıldı. Açıklama hasta tutsakların tahliye edilmesitalebiyle sona erdi.

Kızıl Bayrak / Ankara

İzmir’de Zere eylemi...31 Temmuz günü saat 19.30’da İzmir Kemeraltı

girişinde Halk Cephesi tarafından gerçekleştirilenbasın açıklamasında “Güler Zere’ye özgürlük – HalkCephesi”, “Kanser hastası Güler Zere’nin tahliyeedilmesi için sen de destek ver” şiarlı Adaletbakanlığının telefon ve faksının yazılı olduğupankartları açıldı.

Eylem Güler Zere’nin sürecini anlatan HalkCephesi İzmir Temsilciliği imzalı basın açıklamasınınokunması ve ardından gerçekleştirilen 5 dakikalıkoturma eylemiyle son buldu.

Kızıl Bayrak / İzmir

Zavar ve hasta tutsaklar için… Kanser hastası devrimci tutsak Güler Zere’yle

birlikte, cezaevlerinde tecrit ve baskı koşullarındatutuklulukları devam eden hasta tutsakların durumu dagündeme taşındı.

Erol Zavar’a Yaşama Hakkı Koordinasyonu, 1Ağustos günü İstanbul Galatasaray Lisesi önünde veİzmir’de basın açıklamaları gerçekleştirdi. Hastatutsakların serbest bırakılmasını istedi.

İstanbul’da koordinasyon adına basın açıklamasınıgerçekleştiren Yeşim Kantekin, cezaevlerinden İsmetAblak’la birlikte bir tabut daha çıktığını, son dönemdehasta tutsakların serbest bırakılmamasından kaynaklıölümlerin sıklaştığını, bu katliamların devametmemesi için hasta tutsakların derhal serbestbırakılmasını söyledi.

İzmir’de gerçekleşen eylemde “Tecrit öldürür,dayanışma yaşatır! Güler, Samet, Erol’u yaşatalım! /

Erol Zavar’a Yaşama Hakkı Koordinasyonu” yazılıpankart açıldı. Hasta tutsakların serbest bırakılmasınıkonu alan basın metninde ortak mücadelenin öneminevurgu yapıldı.

Eyleme BDSP ve ÇHD destek verdi. Odak Dergisi Yazıişleri Müdürü Erol Zavar’ı

“Direniş Hareketi” örgütüne üye olduğu iddiasıylaAnkara 2 No’lu Devlet Güvenlik Mahkemesi 2001’demüebbet hapse mahkum etti. Zavar 50’ye yakınkanserli tümörün çıkarıldığı toplam 15 ameliyatgeçirdi, hastalığı hassas ve kesintisiz bir tedavi sürecigerektiriyor.

Kızıl Bayrak / İstanbul-İzmir

İzmir’de “Zere’ye özgürlük”eylemi!

4 Ağustos günü İzmir’de yürüyüş ve basınaçıklaması gerçekleştiren Halk Cephesi “GülerZere’ye özgürlük” istedi.

Saat 19:30’da Karşıyaka dolmuş son duraklarındatoplanılarak başlanan eylemde, “Güler Zere’yeÖzgürlük / Halk Cephesi” pankartı açılırken ve “GülerZere’nin tahliye edilmesini istiyorum! Çağrıma sen dekatıl!” şiarlı, Güler Zere için Adalet Bakanlığı’nabasınç oluşturma çağrısında bulunan telefon ve faksnumaralarının yazılı olduğu Halk Cephesi imzalıdövizler yer aldı.

Karşıyaka Çarşısı’ndan yürüyüşe geçen kitleKarşıyaka çarşısındaki İş Bankası önünde basınaçıklaması gerçekleştirdi.

Basın metninde; Güler Zere’nin hala tutukluolduğu ve yaşaması için serbest bırakılması gerektiğivurgulandı. Basın metninden sonra eyleme destekveren devrimci kurumlara teşekkür edildi. EylemeBDSP, Alınteri ve ESP destek verdi.

Kızıl Bayrak / İzmir

Adana’da Güler Zere ile dayanışmaeylemi

Güler Zere’nin serbest bırakılması talebiylebiraraya gelen kurumlar 4 Ağustos günü Adana’da bireylem gerçekleştirdi. Saat 12.30’da İnönü Parkı’ndasloganlar eşliğinde biraraya gelen kurumlar buradan,hazırlanan temsili bir tabutla AKP İl Binasınayürümek istedi. Yoğun önlem alan polisler ise ancak15 kişiye izin vereceklerini aksi halde kitleyiyürütmeyeceklerini söylediler. Yapılan görüşmeninsonucunda imzacı 22 kurumdan birer temsilci tabutualarak sloganlar eşliğinde yürüyüşe geçti ve AKP İl

Binasıönüne geldi. Tabutun bırakılmasınınardından İnönü Parkı’na dönülerek burada bir basınaçıklaması gerçekleştirildi.

SES Adana Şube Başkanı Mehmet Antmentarafından okunan basın metninde Güler Zere’nindurumuna değinilerek Zere’nin sağlık durumunungiderek kötüleştiği buna sessiz kalınamayacağıbelirtildi.

Eylem hasta tutsaklar tahliye edilene kadarmücadelenin süreceğinin ifade edilmesinin ardındansona erdi.

Kızıl Bayrak / Adana

İHD: “Hasta tutsaklar tahliyeedilsin!”

İHD İstanbul Şubesi 5 Ağustos günü GalatasarayLisesi önünde, hasta tutsakların serbest bırakılmasıiçin gerçekleştirdiği eylemde dayanışma amacıylaGalatasaray Postanesi’nden mektup gönderdi.

İHD YK üyesi Ümit Efe’nin okuduğu açıklamadahasta tutsakların, tedavi edilmemesi ve cezaevlerindetedavileri mümkün olmayan tutsakların tahliyeedilmemesi nedeniyle tutsakların ölümlerle boğuştuğuifade edildi. Efe, hasta mahpusların tahliye edilmesiniistedi ve yetkilileri göreve çağırdı.

Açıklamanın ardından İHD İstanbul Şube YKüyesi Baki Boğa hasta tutsaklara gönderilecekmektubu okudu. Pankart açılarak yürünen GalatasarayPostanesi’nde mektuplar postalandı.

Kızıl Bayrak / İstanbul

Hasta tutsaklara özgürlük!20 H Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2009/30 H 7 Ağustos 2009

Nur Birgen’den yeni inciler...

JİTEM’in kurucusu ve ikinci Ergenekon davası kapsamında tutuklu bulunan emekli Albay Arif Doğan‘ın,sağlık sorunları gerekçesi öne sürülerek “şaibeli” bir biçimde tahliye edilmesi kararının arkasından Adli Tıp3. İhtisas Kurulu Başkanı Dr. Nur Birgen çıktı.

Devrimci tutsaklar hakkında verdiği “ölüm fermanları”yla anılan Birgen’in, Doğan’ın tahliye edilmesineyönelik hazırlanan raporda imzasının bulunduğu ortaya çıktı.

“Doktor” sıfatını kontrgerilla elemanlarına yönelik şaibeli raporlar sağlamak, hapishanelerde tecritkoşullarında kalan devrimci tutsakları ölüme terk etmek için taşıyan Nur Birgen, tedavisi ÇukurovaÜniversitesi Balcalı Hastanesi mahkum koğuşunda devam eden devrimci tutsak Güler Zere hakkında verdiği“ölüm” kararıyla gündeme gelmişti.

Birgen ayrıca, Özel Harekat Dairesi Eski Başkan Vekili İbrahim Şahin’in affedilmesini sağlayan raporaimza atmakla da tanınıyor.

Güler Zere hakkında Adli Tıp Kurumu tarafından verilen sağlık raporları kamuoyu tepkisiyle karşılaşmış,Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Adli Tıp Kurumu’nun denetlenmesi için Devlet Denetleme Kurumu’naverdiği talimatın ardından kurumda yeni atamalar yapılmıştı.

Kuruma 10 yeni doktor atanmasına rağmen tepkilerin baş hedefi olan Adli Tıp 3. İhtisas Kurulu BaşkanıNur Birgen’e dokunulmayarak Adli Tıp’ın verdiği skandal kararlar aklanmıştı.

Doktor Nur Birgen, 19 Aralık katliamının ardından Wernicke-Korsakoff hastalarına “sağlam” raporuvererek Ölüm Orucu gazilerinin tekrardan cezaevine alınmalarını koşullamıştı. İşkence mağdurlarına“sağlam” raporu vermesi sonucunda TTB tarafından 6 ay meslekten men cezasına çarptırılan Birgensonrasında ödüllendirilerek Adli Tıp 3. İhtisas Kurulu’nun Başkanı olarak görevlendirildi.

31 Ağustos 2009 / Ankara

Page 21: Sİ Kızıl Bayrak 2009-30

Devrimci sınıf çalışmalarından... Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak H 21Sayı: 2009/30 H 7 Ağustos 2009

Kartal EKK çalışmaları sürüyorKartal Emekçi Kadın Komisyonu, çalışmalarının ilk ayağını iç seminerlerle başlattı. Geride bırakılan

iki seminer “Tarihten günümüze kadının ezilmişliği” ve “Kapitalizmde kadın ve toplumsalkurumsallaşmalar” başlıklarından oluştu. Seminerlerde özellikle emekçi kadın sorununa işaret edildi,kadın sorunu üzerine değerlendirmeler yapıldı. Canlı, uzun tartışmaların gerçekleştiği seminerler,örneklerle zenginleştirildi. Seminerler, feminizm tartışmalarıyla devam edecek.

Aynı zamanda Kartal’da işçi kadınlara ulaşmak amacıyla bir anket çalışması başlatıldı. Bu anketçalışmasından önemli deneyimler elde edildi. Kartal EKK, çeşitli fabrikalardan tanışılan işçi kadınlarla evtoplantıları düzenlemeyi önüne koydu. Hedef fabrikalara yönelik olarak Anadolu Yakası İşçi Bülteni’nindağıtımı gerçekleştirildi.

Kartal EKK, ayrıca Ekim ayında gerçekleştirilecek olan Metal İşçileri Kurultayı’na yönelikçalışmalarını başlattı. Krizin emekçilerin krizi olmadığını emekçi kadınlarla tartışmaya açarak metal işçisikadınlara ve işçi eşlerine, Metal İşçileri Kurultayı’na katılım çağrısı yapıldı.

Kartal EKK, çalışmalarını güçlendirerek sürdürecek.Kartal Emekçi Kadın Komisyonu

Kocaeli’de bildiri dağıtımıSınıf devrimcileri olarak, krizin bedelini en ağır ödeyen kentlerden biri olan Kocaeli’de sermayenin

saldırılarına karşı işçi ve emekçileri mücadeleye çağıyoruz. Krizin işçi ve emekçilere fatura edilmesine karşı yürüttüğümüz çalışma çerçevesinde sermayenin son

saldırılarından olan “kiralık işçi büroları” nın teşhirini yapıyor ve sermayenin kıdem ve ihbar tazminatınagöz diktiğini anlatıyoruz.

Bu eksende Kocaeli’nin emekçi semtlerine düzenli olarak Kızıl Bayrak’ı ve “Kölelik yasasınıparçalamak ıçın mücadeleye!” başlıklı BDSP bildirilerini ulaştırıyoruz.

Son olarak Derince Öğretmenler Mahallesi’nde, Harmantarla ve Erzurumlular Mahallelerinde bildiridağıtımları gerçekleştirdik. Bildiri dağıtmı esnasında bir çok işçi ve emekçi ile krize, krizin yıkıcıetkilerine dair konuşma fırsatı bulduk. Krizin işçi ve emekçilere fatura edilmesine karşı yürüttüğümüzdevrimci faaliyetimiz devam edecek.

Kocaeli BDSP

Gebze’de kriz karşıtı kampanyasürüyor!

Kocaeli’nin Gebze ilçesinde BDSP olarak başlattığımız “Krizin faturası patronlara” şiarlıkampanyamız sürüyor.

İlk toplantımızda yaşadığımız krizin yıkıcı etkilerini ve kriz karşıtı kampanyamızın içeriği, bukampanyanın hangi araç ve pratiklerle örülmesi gerektiği üzerine konuşmuştuk. Kampanyamızın ilk ayağıolan ve yaklaşık bir yılı aşkın süredir grevde olan E-Kart işçilerini ziyaret etmiştik.

Geçen hafta sonu yaptığımız ikinci toplantıyla birlikte önümüze birtakım hedefler koyduk. Krizi fırsataçevirmeye çalışan sermaye cephesinin çıkarmak istediği kölelik yasasını anlatan “Pazarlarda satılacakköle, işçi simsarlarının elinde kiralık mal olmayacağız! Kölelik yasasını parçalamak için mücadeleye!”şiarlı BDSP imzalı bildirilerimiz Gebze’deki bir dizi temelfabrika ve emekçi mahallelerine ulaştırıldı.

Birleşik Metal-İş Sendikası’nda örgütlü Sarkuysan,Akkardan, Kroman Çelik, Çayırova Boru ve Şahin Motorfabrikalarının işe giriş ve çıkış saatlerinde gerçekleştirilendağıtımların yanısıra kentsel dönüşüm projesi kapsamında olanCumhuriyet ve Erişler mahallelerine ve FEN-İŞ Köprüsü’nebildiri dağıtımları gerçekleştirildi.

Kampanya kapsamında alınan kararlar çerçevesindeÜmraniye Dudullu’da Entes fabrikası önünde direnen GülistanKobatan ziyaretini ve “Kriz ve işçi sınıfı” başlıklı paneliönümüze görev olarak koymuş bulunmaktayız.

Gebze BDSP

Kartal GençlikKomisyonu kuruldu!

Kartal’da uzun süredir yürüttüğümüz yoğun çalışmasonucu Kartal Gençlik Komisyonu’nu oluşturduk.Kapitalist sistemin yozlaştırma politikalarına vesaldırılarına karşı gençliğin örgütlülüğünün önemli birnoktada durduğunu biliyoruz. Uyuşturucu ve birçokgerici politikaya inat kendi örgütlülüğümüzü kurmamızıngerekliliği üzerine uzun tartışmalar, toplantılardüzenledikten sonra komisyonumuzun ilk pratikadımlarını da gerçekleştirdik.

Bölgemizde bulunan genç işçi ve öğrencilerle ilkolarak Ekim ayında yapılacak olan Metal İşçileriKurultayı’na destek amacıyla Metal İşçileri Bülteni’nindağıtımlarına katıldık. Yine metal işçilerinindüzenleyeceği futbol turnuvalarına dâhil olduk. Aynızamanda Anadolu Yakası İşçi Bülteni ve Kızıl Bayrakdağıtımlarına düzenli bir şekilde katılıyoruz.

Yaz sürecini iyi değerlendirmek amacıyla önümüzebir aylık bir planlama koyduk. Düzenlediğimiz haftalıktoplantılarla her hafta önümüze bir tartışma konusu veaynı zamanda haftalık film gösterimleri, müzik dinletisivb. etkinlikler koyduk. 1 Ağustos Cumartesi günügerçekleştirdiğimiz film gösterimiyle ilk etkinliğimiziyapmış olduk. Kartal İşçi Kültür Evi’nde gösterdiğimiz“İsyan” filmine 15 genç katıldı.

Gösterdiğimiz “İsyan” isimli film, 1999 yılında DTÖ(Dünya Ticaret Örgütü) protestoları kapsamındagerçekleştirilen eylemleri, işçi sendikalarınıngerçekleştirdiği grevi ve bunların sonucunda DTÖtoplantısının iptal edilmesini anlatıyordu.

Film gösteriminden sonra Kartal Gençlik Komisyonuolarak gösterdiğimiz film üzerine bir söyleşigerçekleştirerek etkinliğimizi sonlandırdık. Haftayayapacağımız toplantıda gösterdiğimiz filmin de temasıolan emperyalizm gündemini tartışma konusu olarakbelirledik.

Aynı zamanda KGK olarak Kartal İşçi Kültür Evi’ndetiyatro çalışmalarına başladık. Tiyatro grubumuz ilktoplantısını almış oldu. Yapacağımız tiyatroçalışmalarında işçi gençlerin ve işçi sınıfının yaşadığısorunları işlemeyi planladık. Bu noktada yerelbültenimizde yer alan fabrika yazılarından esinlenerekskeçler yazmaya başladık. En kısa zamanda gösterimlerebaşlamayı hedefliyoruz.

KGK olarak okuma çalışmalarına hız vermek vekurumumuza gelen gençlerin ve işçilerin devrimciromanlara daha fazla ulaşabilmeleri için kütüphanemizigenişletmek üzerinden bir kampanya başlattık. KGKbileşenleri kendi evlerinde bulunan bir takım romanlarışimdiden kurumumuza bağışlamış oldular. Oluşturmayaçalıştığımız kütüphane fonuyla, çıkarttığımız kitaplistesinin alımını en kısa zamanda gerçekleştirmeyihedefliyoruz. Aynı zamanda mahallemizdeki duyarlı işçive emekçileri de bu kampanyaya katabilmek için bir elilanı çıkartıp kitap bağışlamalarını isteyeceğiz.

KGK olarak çalışmalarımıza devam edeceğiz. Kartal Gençlik Komisyonu

Devrimci sınıf çalışmalarından...

Page 22: Sİ Kızıl Bayrak 2009-30

Devrimci sınıf çalışmalarından...22 H Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2009/30 H 7 Ağustos 2009

Uzun sayılabilecek bir dönemdir çeşitli siyasalkampanyalar içerisinde bulunan sınıf devrimcileri,seçimler ve 1 Mayıs’ın ardından yaz döneminde deyeni kampanyalarla yollarını yürümeye devamediyorlar. Yaz aylarının bilinen durgunluğu ve atıltablosuna karşın kendi cephelerinden sınıfıngündemlerine müdahale çabalarını sürdürüyorlar.

Son dönemde İstanbul’da yoğunlaşan direnişlersınıf hareketine belli bir soluk kattığı gibi budirenişler içerisinde kadın işçilerin öne çıkmayabaşlamaları sınıf mücadelesi payına anlamlı katkılarsağlıyor. DESA direnişçisi Emine Arslan’dan sonraEntes işçisi Gülistan Kobatan’ın direniş saflarınakatılması, Meha Tekstil’in kadın direnişçilerinindirenişin ön saflarında yer alması gibi örnekler bunuifade ediyor. Kadın işçilerin bu direnişçi tutumlarısınıf mücadelesinin samimi ögeleri tarafından belli birdestek ve dayanışmaya konu ediliyor. İzmir’den sınıfdevrimcileri de kendi paylarına kadın direnişçilerinhak ettikleri destek ve dayanışmayı örgütlemek içinseferber oldular. İlk başta dayanışma kampanyasınınEmine Arslan ve Gülistan Kobatan üzerindenkurgulanmış olamasına karşın, DESA direnişininsonlanması nedeniyle dayanışma kampanyası Entesdirenişiyle sınırlanmış oldu.

Kampanyanın ara gündemleri ve araçları baştanayrıntılı bir biçimde belirlenip planlandı. Her aracınkullanımı için belirli bir zaman ayrıldı ve belirlenentüm araçlar sırasıyla devreye sokuldu. Bir aylık birdönemi kapsayan kampanya çalışmasında basınaçıklamaları, dayanışma masaları ve kermes gibiaraçların yanısıra afiş ve bildiri gibi araçlarabaşvuruldu.

Emekçi Kadın Komisyonu, Tekstil İşçileri Bültenive Demir Çelik İşçileri Bülteni’nin güçleriyleyürütülen kampanyamızı 2 Ağustos Pazar günüyaptığımız etkinlikle sonlandırmış olduk. Bir aylık birzaman diliminde yaptıklarımızın ardındançalışmaların finali sayılabilecek etkinliğimiz, yazaylarına kıyasla anlamlı bir katılımla ve içeriklegerçekleşti.

Hedefli bir kitle çalışması pratiği

Ay boyunca sistemli bir biçimde yürütülenkampanya çalışmasının en başarılı yönü birebir kitleçalışması ayağı oldu. Özellikle ilçe ve kentmerkezlerinde açılan masalar, emekçilerin ilgisinekonu oldu. İki çalışma alanında toplamda altı yüzeyakın mesaj toplandı. Kermes ise, bir bölgede sınırlıkalması ve masaların insan akışının az olduğu biryerde açılabilmesinden kaynaklı aynı ilgiye konuedilemedi. Fakat kermesin ön çalışmasında,malzemelerin toplanması sürecinde özellikle emekçiev kadınlarının azımsanmayacak katkılarını aldık vebu yönüyle bir başarıdan söz edebiliriz. Yapılan basınaçıklamalarının yine belli bir başarıyla gerçekleştiğinive emekçilerin ilgisine konu olduğunu söyleyebiliriz.

Materyal kullanımında ise alışık olduğumuz birbaşarıyla yaygın bir dağıtım gerçekleştirildi. ÇıkarılanA-3 afişleri ve ozalitler ilçe ve kent merkezlerine bellibir yaygınlıkta kullanıldı. Bu konuda sınırlı kalanyanımız ise materyallerimizin istenilen düzeyde veyaygınlıkta organize sanayi bölgelerine taşınamamışolmasıydı. Bu zayıflığa rağmen etkinliğe katılan

kitlenin önemli bir ağırlığı sanayi işçilerinden oluştu.Güçlerimizle yapılan ortak değerlendirme vegözlemler de gösteriyor ki, etkinliğin gündemi asılmuhataplarıyla buluştu. Ayrıca işçilerin etkinlikteyapılan konuşma ve tartışmalara etkin bir biçimdekatılmaları da aynı gözlem ve düşünceleridoğrulamıştır. Bunun yanısıra gerek direnişlerinyarattığı, gerekse de kentte yürütülen çalışmamızınetkisiyle yaratılan ilgi etkinliğimize çeşitli sendikalar,kurumlar ve Kent A.Ş. direnişçilerinin de katılımınısağladı.

Kampanyamızın geride kalmasının ardındanyürüttüğümüz çalışmamızı değerlendirdiğimizdeasgari bir başarıyı yakaladığımızı söyleyebiliriz.Başarının asıl alanını yukarıda ifade ettiğimiz gibikitle çalışması ağı oluşturmuştur. Etkin bir kitleçalışmasının sonucu olarak “Krizin faturasınıödememek için tek başına bir kadın işçinin direnişi”olgusu kentin gündemine sokulabilmiştir. Bu vesileylekomünistlerin krizin başlangıcından beri, (baharkampanyalarında, seçimde, 1 Mayıs’ta) yürüttüklerikrizin faturasını ödememe gündemli faaliyetleriaralıksız olarak devam ettirilmiş, kitleleringündeminde tutma ve tutum aldırma çabalarına devamedilmiş oldu.

Gülistan Kobatan’la dayanışma kampanyasınındışında kentteki diğer gelişmelere de müdahaleçabaları da kesintiye uğramadan sürdürüldü. Demir-çelik havzasında yaşanan iş cinayetine karşı gösterilenrefleks ve Kent A.Ş. direnişi ile dayanışma çabalarıbunların başlıcalarıdır. Bunun dışındaysa BDSP’ninistihdam bürolarıyla ilgili bildirisi kampanyaylabirleştirilerek yaygın bir biçimde kullanılmıştır.

Direnişlerle dayanışma faaliyetleri sürecek!

Gülistan Kobatan’la dayanışma çalışmasınınardından yaz aylarının durgunluğu ve ataletinetakılmadan yeni bir kampanyayla faaliyetimizisürdüreceğiz. Kurumumuzun 7. yılını bu sefer tümdirenişlerle dayanışma örgütleyen bir kampanyaylakarşılayacağız. Böylece önümüzdeki ay içerisinde degündemimiz direnişler olacak. Bu sefer kampanyamızfiilen süren bütün direnişleri kapsayarak genişleyecek.

Başta Kent A.Ş. direnişi olmak üzere ATV-Sabah,Sinter, E-Kart ve Sabra’da saldırıya uğrayan devrimciişçiler bir kez daha ve daha güçlü bir biçimde İzmirliişçi ve emekçilerin gündemine sokulacak, direnişçiişçilerle dayanışma örgütlenecektir.

Bu kampanya dönemimizde kuşkusuz Kent A.Ş.direnişi önemli bir yer tutacaktır. Yüzüncü gününegelen ve son zamanlarda Belediye başkanı ve kollukgüçlerinin ortak saldırılarının hedefi olan direniş, sınıfdevrimcileri payına daha fazla ilgi ve dayanışmayıhak etmektedir. Dahası Kent. A.Ş. de direnişinbaşından beri yaşanan durgunluk ve atalet tablosununkırılabilmesi için bu zorunludur da. Sendikanındiplomasi yoluyla sorunu çözme eğilimi vebeklemeciliği, işçilerin içinde bulunduklarıumutsuzluk ruh hali ve son dönemlerdekihareketsizliğe duydukları tepki yapılacaklar hakkındaşimdiden ipuçları vermektedir.

Yeni kampanya çalışmamız içerisinde dikkatgöstereceğimiz öncelikli görevimiz, yürüteceğimizçalışmanın bu kez daha yoğun bir biçimde sınıfkitleleri ve sanayi havzalarını kapsamasıdır. Bu hemkampanyamızın içeriği nedeniyle gerekli, hem de sınıfçalışmamızın bir an bile zayıflamaması payınaönemlidir. Bir başka önemli eksik öge ise, çevre veçeper güçlerimizin çalışmaya dahil edilmesi, dahakapsamlı bir çalışmanın örgütsel zeminininyaratılmasıdır. Elbette yaz aylarının yarattığı anlaşılırdağınıklığı gözden kaçırıyor değiliz. Çeper güçlerinkampanyamızda önceki süreçlere göre daha sınırlıbiçimde konumlanması biraz da buna bağlı. Fakatgeçici olan bu durum bizim reflekslerimizizayıflatmaya yol açmamalı ve mümkün olan en genişgücü faaliyetimize dahil etmeyi başarmalıyız.

Yürütülecek olan kampanyanın ardından dahakapsamlı ve yoğun çalışma süreçleri bizibeklemektedir. Geride bıraktığımız ve yürüteceğimizkampanyalarımız sonbahar aylarında daha dayoğunlaşacak, çalışmalarımıza şimdiden zeminhazırlayacaktır. İzmirli komünistler yaz aylarınındurgunluk ve ataletine takılmadan işçilerle dayanışmakampanyasını hak ettiği bir başarıylagerçekleştireceklerdir.

İzmir’den Komünistler

İzmir’de direnişçi işçilerle dayanışma kampanyaları!

Page 23: Sİ Kızıl Bayrak 2009-30

Birleşik, kitlesel ve devrimci bir gençlik hareketi için! Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak H 23Sayı: 2009/30 H 7 Ağustos 2009

Üniversiteler yaz tatilindeyken YÖK, üniversitehar(a)çlarına yapmayı düşündüğü zammı açıkladı.Önerilen zam miktarı %8 ila %500 arasında değişiyor.Bu önerinin yapılmasıyla birlikte birçok refleks tepkiortaya konuldu. Öğrenci Gençlik Sendikası (Genç-Sen) da başından beri bu saldırıya karşı reflekseylemler hayata geçirmiş, bu gündeme dair tepkininaçığa çıkmasında ve kamuoyu oluşmasında çaba sarfetmiştir.

Ancak henüz yeni başlayan bu süreç Genç-Seniçerisindeki liberal-reformist blok ile devrimci çizgiarasındaki ayrımı da harç saldırısı vesilesiyle bir kezdaha belirginleştirmiştir.

Devrimci Genç-Senliler bu sürece iki temeltartışma ışığında bakmaktadır: Birincisi süreç,saldırıyı karşılamaya yetecek bir bütünsellikteişlenmeli yani ticari eğitim saldırısı bütünsel bir hattaele alınmalıdır. İkinci olarak ise, bu sürecin birleşik,kitlesel, devrimci bir gençlik hareketi yaratabilmeninolanaklarını ortaya çıkarması amaçlanmalıdır.

Genç-Sen’in öne sürdüğü taleplere dair

Genç-Sen içerisindeki liberal-reformist bloğun budönemde yapılması planlanan zam saldırısınınkarşısında ortaya koyduğu ilk şiarlar “Harçlara zamyaptırmayacağız!” ve “Bu yıl harçları devletkarşılasın!” olmuştur. Bu şiarlar sürece bakışınsıkıntılarını ortaya koymaktadır.

Ticari eğitim saldırısı, dünya genelinde yaşananneoliberal dönüşümün eğitim alanındaki yansımasınıifade eder. Bu saldırı ile kendisi bir hak olan veparasız olması gereken eğitim, kişinin kendi gelişiminisağladığı vb. gerekçelendirmeleriyle gaspedilmeyebaşlanmıştır. Harç uygulaması da parasız eğitimhakkını gasp eden bu saldırının önemli bir parçasıdır.Bu yönlü bir saldırının karşısında, harç uygulamasınınkendisine dair söz söylenmesi gereklidir.

“Harçlara zam yaptırmayacağız!” şiarı sorunuyapılan zamlara daraltmakta ve harç uygulamasınımeşrulaştırmaktadır. Genç-Sen’in ilk elden ortayakoyduğu bir diğer talep ise “bu yıl harçları devletkarşılasın” şiarıdır. Bu talebin anlamı ve sınırı krizkoşullarında harç ödemenin öğrenciler için zorolmasıdır, “Öğrenciler mevcut masraflarını zorkarşılarken bir de zam yapılıyor” denilmekistenmektedir. Belirlenen ilk talepler ne harç, ne deparalı eğitim uygulamalarının kendisine dair sözsöylememiştir. Hatta bu iki şiar harç kavramınıolağanlaştıran bir anlayışı yansıtmaktadır. Eğitiminbir hak olduğuna, paralı olmasının bir ticarileştirmesaldırı olduğuna dair bir yaklaşım ile ele alınmamıştır.

Genç-Sen içerisinde yapılan tartışmalarınsonucunda, “bu yıl” ibaresi kaldırılarak mevcut şiar“Harçları devlet karşılaşın!” şeklinde formüleedilmiştir. “Harçları ödemiyoruz!” önerisi ise şiaraçısından uygun bulunmamış, kriz vurgusu olmadığısöylenerek kitlelerin daha kolay sahiplenebileceğişiarlar kullanmak gerektiği savunulmuştur. İllerdeyapılan toplantılarda ve temsilciler meclisindeDevrimci Genç-Senliler’in yaptığı tartışmalarsonucunda taleplerin arasına “Parasız eğitimistiyoruz!” eklenebilmiştir. Tartışmaların sonucunda

“Parasız eğitim istiyoruz!” talebinin eklenmiş olmasısadece har(a)ç uygulaması açısından değil eğitimsürecinde karşımıza çıkartılan paralı uygulamalarınhepsini içerisinde barındırması açısından anlamlıdır.

Devrimci Genç-Senliler açısından “Harçlarkaldırılsın!” bu noktada söylenmesi ve vurgulanmasıgereken temel bir şiardır. “Harçları devletkarşılasın!” ve “Harçlar kaldırılsın!” şiarlarınınharçları ödememe noktasında aynılaştığı da yapılantartışmalarda liberal-reformist blok tarafındansavunulmuştur. Oysa bu şiarlardan ilki, harç kavramınımeşrulaştıran, bu uygulamaya dair söz söylemeyen biryaklaşımdır. Kitleye verilecek bilinç noktasındamuğlâklık taşımaktadır, bilinç açıklığı yaratan ve netbir tutum alan yanı yoktur. “Her ikisinde de paravermeyeceğiz” gibi bir yaklaşımla ele alınmasısorunun kapsamını sığlaştırmaktadır.

Önerilen “Harçları ödemiyoruz!” şiarı ise yapılansaldırıya karşı öğrenci kitlesinin somut tutum almayaçağrılmasını ifade eder. Bu şiar çerçevesinde, harçsaldırısına karşı harekete geçen tepkiyi eylemli birhatta kanalize etmek ve boykot örgütlemek bir hedefolabilmelidir.

“Krizdeyiz yarısını öderiz”de de öne sürüldüğügibi var olan durumu ve yarattığı sonuçları kabullenip“bunun üzerinden elde edilebilecekler” kıstasıüzerinden yol yürümeye çalışmakla gerçek ve kalıcıbir sonuç alınacağının düşünülmesi hayaldir. Genç-Sen olarak haklarımızı unutmadan, haklarımızınelimizden alınmasına karşı bir mücadele hattınıönümüze koymalıyız.

Birleşik, kitlesel, devrimci bir gençlikhareketi için!

Devrimci Genç-Senliler sürecin başında Genç-Sen’i ilerici güçlerin bir araya geldiği bir zemindepolitik ve örgütsel bir tutum almak açısından olumlubir adım olarak tanımlamıştı.

Genç-Sen’in bu süreç içerisinde hareket ilekurduğu bağ sınırlarında genişleyecek, gençlikhareketini geliştirecek bir güce dönüşebileceği, bununolmadığı koşullarda ise bu süre içerisinde olumluolarak tanımladığımız adımların da heba edileceğisöylenmişti.

Genç-Sen bu süreçle birlikte daha hareketli olduğuyerellerde açık toplantılar örgütlemeye başlamıştır.Daha geniş toplantılarda süreci tartışma, planlamabaşından beri olması gereken bir işleyişin hareketli birsüreçte Genç-Sen’e dayatmasıdır. Böylesi bir süreçtekitle başka türlü kucaklanamazdı. Genç-Sen’in kitleyesadece çağrı yapan sınırda kalması onun bu süreçtekitleselleşme olanağı taşıması yerine dıştalanmasınaneden olurdu. Genç-Sen bu yönlü bir adım atmıştır,ama sonrasında da bunun kalıcı olması sağlanmalıdır.Genç-Sen sürekli aktif bir çalışma örmeli ve en genişbirlikteliklerde gündemleri ve eylemsellikleri, politikhattını tartışmalıdır. Böyle olduğu bir durumda gençlikhareketinin her daim belirleyici bir öznesi olur ve“özörgütlülük” olma iddiasını hayata geçirebilmeninzeminini yaratabilir.

Devrimci Genç-Senliler’in yaptığı birçoktartışmanın, Genç-Sen içerisindeki liberal-reformistblok açısından bilinçli olarak önü kesilmeye çalışılmışolsa da, pratik bu tartışmaları güncellemiştir. Uzun birsüre Genç-Sen’i tüzüksel normlara sıkıştıran vehareketsiz kalmayı kendine bir tarz olarak oturtmayaçalışan anlayışların bugün ‘tüzüksel normlar’ınüzerinden atlaması bir tesadüf değil, pratiğinzorlamasıdır.

Bu süreçte birleşik bir mücadele hattı üzerineyapılan tartışmalarda özellikle İstanbul İlMeclisi’ndeki tartışmalarda birleşikliğin “gereksiz” ve“hayal” olduğu vurgusu belirli anlayışlar tarafındandile getirilmiş, birçok grubun bizim eylemliliklerimizegelmemesi üzerinden gerekçelendirilmiştir. Bu anlayışbirleşik hareketi Genç-Sen’in sürece kendisinidayatması olarak anlamaktır. Başını TÖP ve EHPGençliği’nin çektiği bu anlayış İstanbul İl Meclisi

Har(a)ç saldırısı karşıtı mücadele ve Genç-Sen...

Birleşik, kitlesel, militan bir gençlikhareketi yaratma sorumluluğu!

Page 24: Sİ Kızıl Bayrak 2009-30

Birleşik, kitlesel ve devrimci bir gençlik hareketi için!24 H Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2009/30 H 7 Ağustos 2009

toplantısında büyük bir çoğunluk tarafından mahkumedilmiştir. Temsilciler Meclisi’ne taşınan tartışmadaalınan karar, bir eylemin birlikte örülebilmesi içindiğer öznelere çağrıdır. TM’den çıkan karar bir eylemsüreci olsa da Genç-Sen süreci bütünlüklü ele almak,yoğunlaşan saldırılara karşı ortak bir mücadele hattınaevriltmek zorundadır.

Böylesi bir süreçte Genç-Sen’i kendi dar pratikleriile sınırlamaya çalışan aynı anlayış kitle örgütlenmesisorununu çözdüğü yanılsaması ile karşı karşıyadır.Elbette ki bu yanılsama Genç-Sen’e ve gençlikhareketine dair bir kavrayışsızlığın ürünüdür. Genç-Sen’in sürecin aktif bir öznesi olmasını, “süreci alıpgötürmek”, “öncü olmak” gibi tanımlamalarladeğerlendirilmesinin bugün için henüz bir karşılığıyoktur. Herhangi bir kitle örgütü veya siyasal gençlikörgütü bir sürece aktif müdahale etmiş, süreçtebelirleyici bir unsur olmuş olabilir ama bu tablodankaynaklı bu onun öz örgütlülük olduğunu göstermez.“Kitle örgütlenmesi sorununu bir çırpıda masabaşında çözeceğini sanan yaklaşım, elbette ki ilericipotansiyelin bir araya gelmesinin önemi ve kapsamınıkavramakta zorlanacaktır. Sorunu ‘örgütleribirleştirmeye’ indirgediğimizi düşünmeleri de örgütsorununa bakıştaki bu yavanlığın dışa vurumudur.Zira birleşik bir gençlik örgütlenmesi sorunu öznel birsorundur, öznelerin iradi çabası ve müdahalesi ile birçırpıda başarılabilir. Ancak bu hiçbir biçimde gençlikörgütlenmesi sorununun çözüldüğü anlamınıtaşımamaktadır. Bu sadece bir olanağa, hareketisıçratabilecek bir dinamiğe işaret etmektedir. İlericipotansiyeli bir araya getiren bir birleşik örgütlenmeasıl hedefin, geniş gençlik yığınları ile buluşmahedefinin bir kaldıracıdır sadece. Ve hedefe, doğru biryöntem ve bakışta ilerleyebildiği koşullarda bir anlamtaşır.” (Devrimci gençlik mücadelesinde gelecek içinnotlar - Ekim Gençliği, Sayı: 103, 15 Mayıs- 15Haziran ’07)

Yapılan tartışmanın denk düştüğü yer bir soruyucanlandırıyor, soru “(Genç-Sen’in) kendi içindetüzüksel maddeleri değil, hareket içinde ve hareketiçin bir örgüt mü yoksa kendi içinde bir örgüt müolacağıdır?” Sorunun yanıtı ise, yıllardır sürensaldırıya karşı örülebilecek birleşik bir mücadeledeyatıyor.

Devrimci Genç-Senliler, Genç-Sen’in bugün verilidurumunu, hareketin öncüsü olma konusunda biryanılsama içerisindeki tutumunu ve hareketin birleşikbir mecrasının olanaklarını görmemek konusundaısrarlı olan bakışını mahkum etmek durumundadır.Harç zamları karşısında ilk elden öğrenci gençliğin veeğitim emekçilerinin birleşik mücadele imkânlarınıntartışılacağı birleşik bir süreç tartışmasını ısrarlayapmak yükümlülüğüyle karşı karşıyadır.

Genç-Sen olarak bu süreçte yapmamız gereken,saldırıya karşı ortaya çıkan tepkiler başta olmak üzereher türlü gençlik örgütlülüklerini bir araya getirmekve en geniş birliktelikle bu saldırıya cevap vermektir.Bu demek değildir ki, böylesi bir birleşik hatoluştuğunda Genç-Sen’in üzeri çizilecektir. Kaldı kiGenç-Sen olarak kendi eylemlerimizi, kendiçalışmalarımızı devam ettirmemizin önünde hiçbirengel yoktur. Bu sadece Genç-Sen’e mahsus da değil,herkes kendi bağımsız çalışmasını devam ettirmekteözgürdür. Ama şu da unutulmamalıdır ki; birleşik,kitlesel ve devrimci bir hareket yaratmasorumluluğunu her daim taşımalıyız ve böylesi birsaldırı sürecinde bunu yaratma yönünüde adımlarısıklaştırmalıyız. Bu süreçte “burada iş yapan birGenç-Sen var, birlikte iş yapmak isteyen varsabuyursun gelsin” yaklaşımıyla hareketli unsurları biraraya getirmeyi düşünenler yanılmaktadırlar. Buyaklaşımla hareket ederek kendimizi tek adres olarakgöstermemiz doğru değildir.

Devrimci Genç-Senliler

Genç-Sen Beyazıt’taydı! İstanbul’da, 30 Temmuz günü İstanbul Üniversitesi Beyazıt Kampüsü önünde biraraya gelen Genç-

Sen’liler İstanbul Üniversitesi Rektörlüğü ile yapılacak görüşme öncesinde ajitasyon konuşmaları ile gelinensüreci özetlediler. Harçlara yapılan zam konusunda, YÖK Çalıştayı’nda da düşüncelerini ifade eden öğrenciler,buna karşın karşılarında kendileri ile muhatap olabilecek, zamların sorumluluğunu alacak bir yetkiliolmadığını belirttiler. Görüştükleri rektörlerin, bu zamdan yana olmadıklarını açıkladıklarını ancak, buaçıklamaların Genç-Sen’lilerin gözünde inandırıcılıktan uzak olduğunu söylediler.

Genç Sen’lilerin bekleyişi sloganlarla sürerken, içeride ise İÜ Rektör Yardımcısı’yla görüşmegerçekleştirildi. Genç Sen heyetinin yaptığı görüşme sonucunu oturma eylemi eşliğinde bekleyen öğrencilerBeyazıt Marşı’nı söylediler.

Gerçekleştirilen görüşmeye ilişkin bilgilendirmede bulunan Genç Sen MYK üyesi Emre Öztürk,karşılarında bir muhatap bulamadıklarını ve kimsenin yapılan zamları savunmadığını ifade etti. Kendilerinedilekçe vermelerinin teklif edildiğini ancak, Genç-Sen’in hakkını sokakta arayacağını söylediklerini belirtti.Basın açıklamasının ardından eylem sona erdi.

Eskişehir’de Genç Sen eylemi... Eskişehir Genç-Sen ise, 30 Temmuz günü Anadolu Üniversitesi’nde eylemdeydi. Eczacılık kapısında

toplanan Genç-Sen’liler rektörlüğe doğru yürüyüş düzenledi. Yürüyüş boyunca ajitasyon konuşmaları yapıldı.Rektörlüğün önüne gelindiğinde Genç-Sen’i temsilen 2 öğrenci rektörle görüşmek istedi. Daha önceöğrencilerin telefonla arayıp bildirdikleri görüşme taleplerini reddeden Anadolu Üniversitesi Rektörü FevziSürmeli bu kez görüşmeyi kabul etti. Genç-Sen’i temsilen görüşmeye giden 2 öğrenci Fevzi Sürmeli’yiyapılan harç zamlarına karşı öğrencilerden yana taraf olmaya çağırdı. Ayrıca Anadolu Üniversitesi’ndeçalışırken hiçbir gerekçe gösterilmeden işten atılan 10 öğrencinin derhal işe alınmaları talep edildi. Sürmeliyapılan zamlarla ilgili, bu zamların altına imza atmadığını ve karşı olduğunu, zamların YÖK tarafındanistendiğini belirtti.

Görüşme boyunca dışarıda kalan Genç-Sen’liler rektörlüğün önünde oturarak sloganlar ve ajitasyonkonuşmaları yaparak beklediler. Görüşmenin ardından rektörle yapılan konuşma basına ve öğrencilereaktarılarak Yunus Emre kapısına doğru yürüyüşe geçildi ve Yunus Emre kapısında eylem sona erdi. Eylemeyaklaşık 40 kişi katıldı.

Kızıl Bayrak / İstanbul-Eskişehir

Genç-Sen’den basın açıklamasıÖğrenci Gençlik Sendikası (Genç-Sen) 4 Ağustos Salı günü DİSK Genel Merkezi’nde bir basın açıklaması

düzenledi. Açıklamada ilk önce Genç-Sen MYK üyesi Ulaş Taştekin, ardından ise Genç-Sen üyesi Şükrü Oral bir

konuşma gerçekleştirdi. Ulaş Taştekin yaptığı açıklamada eylemliliklerinin sürdüğünü belirterek vegerçekleştirilecek eylemlere katılım çağrısı yaptı.

Ardından Genç-Sen üyesi İstanbul Üniversitesi Fizik Bölümü öğrencisi Şükrü Oral bir konuşmagerçekleştirdi. Konuşmada, 25 Temmuz tarihinde Radikal gazetesinde harçlarla ilgili yayınlanan röportajınınardından bir Radikal okurunun harç masrafını ödemek istemiyle iletişime geçtiğini ifade etti ve birçoküniversite öğrencisinin aynı sorundan muzdarip olduğunu belirterek bütün arkadaşlarının sorununa çözümolması adına yapılan bağışı Genç-Sen’e aktaracağını bildirdi.

Kızıl Bayrak / İstanbul

Tayyip’e harç protestosu2 Ağustos günü akşam saatlerinde Ankara Kızılay’da bir lokantada yemek yiyen Başbakan Tayyip Erdoğan,

Öğrenci Kolektifleri üyesi üniversite öğrencilerinin harç zammı protestosuyla karşılaştı. AKP’nin, TBMM başkanlığı için adı öne çıkan isimlerle gün içinde yaptığı toplantıların ardından Sakarya

Caddesi’nde bulunan ve AK Parti Ankara Milletvekili Faruk Koca’ya ait Özler Döner Lokantası’na gidenErdoğan, yemek yediği sırada öğrenciler tarafından protesto edildi.

Öğrenci Kolektifleri üyelerinin gerçekleştirdiği protestoya müdahale eden Başbakan’ın korumalarıöğrencilere saldırdı.

“Harçlara hayır!”, “Müşteri değil öğrenciyiz!”, “Eğitim haktır, satılamaz!” sloganlarını atan öğrencilergözaltına alındı.

Page 25: Sİ Kızıl Bayrak 2009-30

Ekim Gençliği 30 Temmuz günü gerçekleştirdiğibasın açıklaması ile har(a)ç zamlarını protesto etti.

Taksim Tramvay Durağı’nda 18.30’da birarayagelerek, İstiklal Caddesi üzerinde ajitasyonkonuşmaları eşliğinde, “Parasız ve nitelikli eğitimistiyoruz” şiarlı bildirilerin dağıtılmasının ardındanbasın açıklamasına geçildi.

Yapılan harç zammının üniversite öğrencileri vevelileri üzerindeki etkilerini anlatan tiyatro oyunuçevredeki insanlar tarafından ilgiyle izlenirkenGalatasaray Lisesi önünde yapılan basınaçıklamasında Yusuf Ziya Özcan’ın YÖK başkanı olurolmaz eğitimin paralı olması gerektiğini belirttiği, 12Eylül’ün eseri YÖK’ün postal sesini üniversitekampüslerine taşırken sermaye düzeninin ihtiyaçlarıdoğrultusunda eğitimin ticarileştirilmesi için asligörevini de yerine getirerek neo-liberal ekonomipolitikalarının eğitim alanında taşeronluğunuüstlendiği söylendi.

“Eşit, parasız, bilimsel, anadilde eğitim! Harçzamları geri çekilsin / Ekim Gençliği” pankartının

açıldığı eylemde taşınan dövizlerle ise örgütlümücadeleyi yükseltme ve zamlara karşı seyircikalmama çağrısı yapıldı.

Açıklamada kapitalizmin krizinin işçi veemekçilere fatura edildiği ifade edilerek, iştenatmalarla, sosyal hakların tırpanlanmasıyla yaşamkoşullarının çekilmez bir hale geldiği, eğitim hakkınında gaspedildiği, harçlara yapılan zamlarla yeni biradım atılarak faturanın bir kez daha kendilerinekesildiği söylendi.

Basın açıklamasının devamında şunlar söylendi: “Önümüzdeki dönem gençlik açısından da krizin

yansımları görülmeye devam edecektir. Zamlara durdemek, krizin faturasını ödememek, kriziyaratanlardan hesap sormak için her yeri mücadelealanına çevirmeli, örgütlü mücadelemiziyükseltmeliyiz!”

Eylem boyunca, “Parasız eğitim istiyoruz!”, “ Eşit,parasız, bilimsel, anadilde eğitim!”, “Üniversitelerbizimdir, bizimle özgürleşecek!” sloganları atıldı.

Kızıl Bayrak / İstanbul

Gençlik eylemlerinden... Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak H 25Sayı: 2009/30 H 7 Ağustos 2009

Ekim Gençliği’nden har(a)çprotestosu

“Ücretsiz” kitaplarrant aracı

AKP hükümeti yaptığı her işten, bunları “kamuhizmeti” olarak tanımladığı durumlarda dahi kendiadına pay kapmak derdinde. İlk ve ortaöğretimöğrencilerine dağıtılan “ücretsiz” ders kitapları dabu çerçevede “iyi” bir pazar durumunda. Büyükmeblağlara mal olan kitap basım işlerinin, MilliEğitim Bakanlığı’nın 14 adet yayınevi varken, özelyayınevlerinde yapılıyor olması ve basım miktarıher yıl artan ders kitaplarının bu yılki bedelinin 155milyon 692 bin TL’yi bulması, bu pazarın kimlertarafından tutulduğu sorusunu akla getiriyor.

“Ücretsiz” kitap dağıtımının uygulamaya girdiği2003 yılından bu yana öğrencilere toplamda 739milyon 218 bin kitap dağıtan Milli EğitimBakanlığı, 2009–2010 eğitim öğretim yılındadağıtacağı kitaplarla birlikte 920 milyon kitabıücretsiz dağıtmış olacak.

Bakanlık 2009–2010 eğitim öğretim yılındailköğretim öğrencilerine 65 milyon 618 bin 878 veortaöğretim öğrencileri için 13 milyon 186 bin 435adet ders kitabı alım ihalesi verdi. Yani toplam 78milyon 805 bin 311 adet kitap öğrencilere ücretsizolarak dağıtılacak ve bu kitaplar özel sektördefaaliyet gösteren firmalar tarafından basılacak.

Geçtiğimiz yıllarda da AKP hükümetinin ihaleyikendine yakın yayınevlerine vermeye özengösterdiği basına yansımıştı. Hükümet olmuş herparti gibi AKP de işçi ve emekçilerin vergileriylebasılan kitapları kendi çevresini refaha kavuşturmakiçin kullanmakta bir sakınca görmemişti vegörmüyor da!

Eğitim Sen Genel Sekreteri Mehmet Bozgeyikkonuyla ilgili yaptığı açıklamada şunları ifadeediyor: “AKP hükümetinin kamu ihalelerindegöstermiş olduğu objektif olmayan tutum, MEBtarafından yapılan ders kitapları ihaleleri için desöz konusudur. Bakanlığın bu ve benzer konulardakiicraatları bizleri endişelendirmektedir. Bu yıldağıtılacak ücretsiz kitapların bedeli 155 milyon692 bin TL’dir. Miktarın büyük olması, ücretsiz derskitapları ihalelerinin başından sonuna kadar açıkve şeffaf bir şekilde yapılmasını gerektirmektedir.”

Öğrencileri dağıtılacak ücretsiz kitaplarınMEB’in yayınevlerinde bastırması gerektiğinisöyleyen Bozgeyik, yapılan tüm işlemlerin açık vetartışmaya yer bırakmayacak şekilde düzenli olarakkamuoyunun bilgisine sunulması gerektiğinibelirtiyor.

Çukurova’da harç zamlarına karşıeylemler

Adana Çukurova Üniversitesi’nde devrimci-demokrat öğrencilerin düzenlediği etkinliklerle harçlara karşıoluşan tepkiler örgütlenmeye çalışılıyor.

Harçlarla ilgili tepkisini tiyatroyla gösteren öğrenciler 4 Ağustos günü yemekhanede bir oyun sergilediler.Bir spikerin harçlara karşı öğrencilerin nabzını tutmak için üniversite içerisinde öğrencilerle yaptığı röportajlarüzerinden şekillenen oyun, yemekhanedeki öğrencilerin ilgisine konu oldu.

Tiyatrodan sonra masalar gezilerek öğrencilerle harç zamları ile ilgili sohbet edildi ve öğrenciler 5 Ağustosgünü gerçekleşecek eyleme çağrıldı.

5 Ağustos günü Sondurak Kafe önünden yemekhane önüne bir yürüyüş gerçekleştirildi. Burada basınaçıklaması okundu. Okunan metinde memur maaşlarına %3,5 gibi gülünç bir zam yapan zihniyetin öğrencilere%500’e varan zamlar yaptığı söylendi.

YÖK’ün öğrencilere kan kusturduğu, ÖSS’ye giren öğrencilerin 30 bininin 0 çektiğine, 1 milyon 88 binöğrencinin 165 barajını geçebildiğine vurgu yapılarak eğitimin ticarete dönüştürüldüğü, zengin çocuklarınınözel okullarda okutulduğu ve eğitimde fırsat eşitsizliği yaratıldığı ifade edildi.

“Bir derdim var! Har(a)çlara hayır – Parasız eğitim haktır” pankartının açıldığı eylemde “Müşteri değilöğrenciyiz!”, “YÖK’e hayır!”, “Parasız, bilimsel, anadilde eğitim!”, “YÖK kalkacak, polis gidecek,üniversiteler bizimle özgürleşecek!” sloganları atıldı. 60 kişinin katıldığı eylem öncesinde Ekim Gençliği’ninharç zamlarına ilişkin çıkardığı merkezi bildirinin fakültelere ve amfi kantine dağıtımını gerçekleştirdik.

Çukurova Üniversitesi Ekim Gençliği

Page 26: Sİ Kızıl Bayrak 2009-30

Marks kapitalizmi en yalın haliyle “tıpkı drakulagibi sürekli olarak canlı emeği, insan emeğini emerekvar olan bir varoluş” olarak tanımlamaktadır.

Sermaye ve onun kurulu kapitalist düzenidevamlılığını sağlamak için emek gücünü satın almalıve böylesi bir sömürü çarkı oluşturabilmelidir. Ancakbu çarkı güvenceye alacak başkaca şeylere de ihtiyaçduymaktadır. Kapitalist sistem hayatlarımızı dört biryandan sarar. Yaşam biçimimizi, kültür anlayışımızı vehatta hayal gücümüzü bile -biz farkında olmasak da-kapitalizm belirler. Düzenin ideolojik hegemonyasınıgüçlendirmede temel işlevi olan medya gibi birçokaraçla işçi sınıfı ve emekçiler sürekli olarak kuşatılır.Her şey “kutsal kapitalizmin” devamlılığı içindir. Veaslında her şey, işçi ve emekçilerin sömürüyüiçselleştirmiş bir biçimde, “kendiliğinden bir sınıf”olarak yaşamlarına devam etmeleri içindir.

Söz konusu kuşatmanın ilginç örneklerinden birinide bugünlerde bir çizgi film projesi üzerindengörmekteyiz. Emperyalist-kapitalist sisteminefendilerinden, dünyanın en zengini ünvanına sahipolmuş Warren Buffet’ın başrolde oynadığı yeni birçizgi dizi-animasyon çok yakında televizyonekranlarından beynimize, bilinçaltımıza ve hatta hayalgücümüze sirayet etmeye çalışacak. Bu çizgi film içinde hedef kitlenin öncelikle çocuklar olduğunudüşünürsek sistem yine çekirdekten toplumunbütününe ulaşmak isteyecek. Ancak örneği birazincelersek, kapitalizmin bilhassa kriz dönemindeyaşadığı derin korkunun da bir örneğine daharastlayacağımız görülecektir.

Buffet’lı çizgi film projesi ile ne amaçlanıyor?

Geçtiğimiz haftalarda “A Squared” adlı yapımşirketi Warren Buffet’ın başrolünde oynayacağı “GizliMilyonerler Kulübü” (Secret Millionare’s Club) adlıçizgi film-animasyon serisiyle “çocuklara ekonomiksorumluluklarını öğretecek” bir projenin hayatageçirileceğini duyurdu. Karakterin seslendirmesini dekendi yapacak olan Buffet projeyle ilgili birröportajında “Örneğin, onlara anlayabilecekleri basitbir dille ileride kredi kartlarını nasıl kullanmalarıgerektiğini, kullanırken nelere dikkat etmelerinianlatacağız. Kendileri ile ilgili yatırım vehayatlarında alacakları kararlarla ilgili seçeneklereyardımcı olacak mesajlar vereceğiz. Paralarını nasılbiriktirebileceklerini, nasıl kullanacaklarını vetasarruf edeceklerini öğreteceğiz.” dedi.

Kapitalist sistemin derinleşen krizine dair duyduğukaygıyı son dönem birçok açıklamasında dile getirenBuffet, projeye dair bir başka röportajda sarf ettiği“Şimdi güçlü olmamız hep güçlü olacağımız anlamınagelmez” sözleriyle sistemin korkusunu da iyiden iyiyeaçığa vurmuş oldu.

Çizgi filmler, başta çocuklar olmak üzere

insanların hayal gücünü geliştirici ve yönlendiriciyönde de işlev görebilmektedirler. Elbetteki buradaki“gelişim ve yönlenme”yi söz konusu içerikbelirleyecektir. Buffet gibi sistemin temel taşı birkapitalistin vereceği “öğütlerle” dolu bu çizgi filmkapitalizmin, hayal gücünü dahi esaret altına almakistemesine yalnızca küçük bir örnektir.

Peki kimdir “kahramanımız” Buffet? Bu soruyaverilecek yanıt çizgilerle yeniden yoğrulacak hayalgücümüzün ve bilinçaltımızın nelerle karşılaşacağınıda kolaylıkla tanımlayacaktır.

Amerikan finans dergisi Forbes’in 13 Şubat2009’da açıkladığı dünyanın en zenginleri listesindegeçen seneye göre bir sıra gerileyerek ikinci olanBuffet, 37 milyar dolarlık bir servetin sahibidir.“Berkshire Hathaway” adlı şirketin sahibi olan Buffet,bizdeki yerli versiyonları gibi sürekli olarak “dişiyletırnağıyla sıfırdan bugünlere gelen bir halkkahramanı” olarak lanse edilmeye çalışılmaktadır.

Bunların yanısıra Buffet, kapitalist sömürününgünahlarından birçok “hayır işi” ile arınmaya daçalışmaktadır. 2006 yılında Bill-Melinda GatesVakfı’na 31 milyar dolar bağışlayan Buffet, ayrıcakendisiyle yemek yenmesi “lütfünü” her yıl internettenaçık arttırmaya sokmakta ve elde ettiği gelirleri yine“hayır işlerine” yatırmaktadır. Bu çerçevede Buffet,Türkiye’de de karşılaştığımız “hayırsever kapitalizminiyi kalpli kapitalistleri” aldatmacasının dünyaölçeğinde ilk sıralarındadır.

İkinci bir “kurtarma paketi” talebine yönelik sarfettiği “İlk 787 milyar dolarlık paket, içine bir avuçşekerleme karıştırılmış ’yarım Viagra’ gibiydi.Fokurdamak için yeterli değildi” sözlerinin ardındankrizdeki kapitalist sisteme yeni bir “hayat öpücüğü”daha isteyen Buffet, özetle “ruhunu baştan aşağıkapitalizme satmış” sadık bir kapitalisttir.

Sistemin böylesi kahramanlar yaratmak istemesioldukça doğaldır. Çocuklardan başlayarak tümtoplumun kapitalizmin yenilmezliğine biat etmesiistenmektedir. Kurallar kapitalizmin kurallarına göreoynanmalı, tüm çizgiler dönen sömürü çarkına göreçizilmelidir. Buffet gibilerinin deneyimleri çizgilerlebirleşince de kapitalizmde ayaktakalmanın/kapitalizmin ayakta kalmasının tümincelikleri bizlere daha bir “sevimlice” anlatılmayaçalışılmaktadır.

Çocuklarımızın ne öğrenmesi hedeflenmektedir buçizgi diziden?

Sokak arası oyunlarda “borsa simsarı” ya da“finans spekülatörü” olmamız istenmektedir. “Emekgücünü ucuza satın almaca”, “üretim alanlarındasömürüyü derinleştirmece” yeni oyunlarımız olsunistenmektedir. Her şeyden öte hayal gücümüze bilesınır çizgileri çizilmeye çalışılmaktadır:“Kapitalizmden öte bir yaşam yoktur” diye.

****Kapitalizmin yaşadığı büyük bunalım sistemin

efendilerinin korkularını gün geçtikçe daha daderinleştirmektedir. Öyle ki silahlanmaya ayrılanbütçelerin arttırılması, polis devleti uygulamalarınınsıkılaştırılması gibi önlemlere ek olarak çizgilerlehayal gücümüz dahi kuşatılmak istenmektedir.

Tüm bu tantana kapitalizmin ebediliği/yenilmezliğiyalanını beyinlerimize çok yönlü kazıyabilmek içindir.Ancak bu yalanı alt etmek ve gerçeğe ulaşmak için;insanın insan gibi yaşayabileceği tek düzen olansosyalizm “hayalimize”, yani devrime daha da sıkısarılmamız gerekmektedir.

Çünkü “hayalin” ve “umudun” “gerçek” ilebuluştuğu an, devrimdir!

K.Tunc

“Hayalin” ve “umudun” “gerçek” ile buluştuğu an, devrimdir! 26 H Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2009/30 H 7 Ağustos 2009

“Gizli Milyonerler Klübü” çizgi filmi ile Buffet’lar kapitalist sömürüyü kutsamaçabasında...

Kapitalizm tüm “çizgileri” ve“kahramanları” ile birlikte er ya da geç

tarihin çöplüğünü boylayacaktır!

Page 27: Sİ Kızıl Bayrak 2009-30

Kaharolsun Amerikan emperyalizmi! Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak H 27Sayı: 2009/30 H 7 Ağustos 2009

Obama yönetiminin üst düzey görevlileri Ortadoğu’da…

ABD “kalıcı barış” değil “kalıcıegemenlik” peşindedir!..

Emperyalist Amerikan rejiminin Ortadoğu’yayönelik uğursuz ilgisinde son günlerde bir yoğunlaşmagözlenmektedir. ABD’ye başkan seçildikten sonra ilkgezilerinden birini bu bölgeye gerçekleştiren BarackObama’nın ardından dışişleri bakanı Hillary Clintonile savunma bakanı Robert Gates de Ortadoğu turunaçıktılar. Obama’nın güvenlik danışmanı James Jonesda bu kervana katılırken, Obama’nın Ortadoğu özeltemsilcisi George Mitchell ise, neredeyse bölgeyimesken edinecek.

Dünya jandarmalığını diğer emperyalist güçodaklarına kaptırmamak için Büyük OrtadoğuProjesi’ni (BOP) bölge halklarına savaş ilan ederekuygulamaya koyan ABD’nin, güvendiği savaşmakinesi Irak bataklığına saplanınca hesapları altüstoldu. Bu aşamadan sonra halkları köleleştirmeyi esasalan BOP’u farklı araçlarla uygulamanın yollarınıaramak zorunda kalan Beyaz Saray’ın efendileri, şimdibölgede “kalıcı barış”ı sağlamak için çalıştıklarınıiddia ediyorlar.

Bush yönetimine göre, siyonist rejimin Lübnan veGazze’ye gerçekleştirdiği barbarca saldırılar, “barışyolunda atılan önemli adımlardı”; hatta Lübnansaldırısı başladığında dönemin ABD dışişleri bakanıCondoleezza Rice, yeni Ortadoğu’nun doğmaktaolduğunu ilan etmişti. Ancak umulanın tersi oldu. Ziraemperyalist zorbalara göre “yeni Ortadoğu”, halklarındirenme iradesi kırıldığında “zuhur edecekti.”

Vahşette sınır tanımayan ABD, İsrail savaşmakinelerinin gücü, Rice’ın “müjdesini” verdiği “yeniOrtadoğu”nun kapılarını açamaya yetmedi. Zira neIrak’ta ne Lübnan’da ne Filistin’de halkların direnmeiradesi kırılabildi. Bundan dolayı neo-faşist çeteninşefi George Bush’un yerine geçen Barack Obama,“barışçı yollar”la “yeni Ortadoğu” hedefine ulaşmayıdeniyor. Gazze saldırısı tüm vahşetiyle devam ederken,söz söylemekten bile kaçınan Obama’nın yönelimi,köklü bir anlayış farkından değil, koşullarındayatmasından kaynaklanıyor.

İcraatları söylemini boşa düşürse de, Obama,“Ortadoğu’ya barışı getirmeye kararlı başkan”görüntüsünde ısrarlı görünüyor. Beyaz Saray ilePentagon üst düzey görevlilerinin son günlerdeOrtadoğu’da cirit atması, ABD yönetiminin kirliemellerine ulaşma için “kalıcı barış” demagojisinetutunmaya çalışıyor.

Ortadoğu’yu gündemlerinin merkezine oturtanClinton, Gates, Mitchell üçlüsü İsrail-Filistin, İsrail-Suriye, İsrail-Lübnan arasında anlaşma sağlayabilmekiçin uğraşıyorlar. Özellikle ülkeden ülkeye mekikdokuyan Obama’nın özel temsilcisi Mitchell,Washington’a beklenen müjdeyi verebilmek içinyoğun bir gayret sarfediyor.

Batı Şeria, Şam, Tel Aviv, Kahire arasında mekikdokuyarak görüşmelerde bulunan George Mitchell,İsrail ile ilişkilerinin “normalleştirilmesine yönelikesaslı adımlar atmaları yönünde cesaretlendirmek için”birçok Arap lideriyle bir araya geldiğini belirtiyor.Filistinlilerden de “anlamlı ve verimli müzakereleriimkansız kılacak söz ve hareketlerden kaçınmalarını”isteyen Obama’nın özel temsilcisine göre “verimli

müzakereler” yapılmasını Filistinlilerin tutumuengelliyor.

Obama’nın kalıcı bir Arap-İsrail barışınınsağlanması için elinden geleni yapmaya kararlıolduğunu söyleyen George Mitchell, “Bu, Filistin ileİsrail, Suriye ile İsrail ve Lübnan ile İsrail arasındabarışın sağlanması ve tabii ki İsrail ile tüm bölgeülkelerinin ilişkilerinin normalleşmesi anlamınageliyor. Müzakerelerin yeniden başlaması, bölgedekitüm ülkeler için istikrar, güvenlik ve refaha giden tekyoldur” diyor.

Görüldüğü üzere Obama yönetimi, Arap ülkeleri ilesiyonist rejimin ilişkilerinin normalleşmesinisağlamaya çalışıyor. Siyonist rejime her tür desteğisunan ABD emperyalizmi, Ortadoğu’da barışınönündeki en büyük engel olduğu halde, şimdi güya“kalıcı barış” için çaba sarf ediyor. Bunu da siyonistrejimi daha da silahlandırır, her küstahlığına destekverirken yapacağını iddia ediyor.

Afganistan’da savaşı yaygınlaştıran, siyonistİsrail’in Filistin, Lübnan ve Suriye topraklarını işgalaltında tutmasını destekleyen ABD, “kalıcı barış”tansöz ederken Irak’ta işlediği ağır suçların sözünü bileetmiyor. Bu ülkeyi yakıp yıkan, 1.5 milyon insanınkatledilmesinden sorumlu olan Obama’nın ABD’si,sanki Irak’ta olan her şey olağanmış gibi davranıyor.

Obama’nın üst düzey görevlileri bölgedebulunurken siyonist rejimin İran’ı hedef alan küstahçatehditleri yükseliyordu; barış için uğraştığını iddiaeden Barack Obama’nın savunma bakanı RobertGates’in, bu savaş tellallığına itiraz etmek bir yanaİsrail’le aynı fikirde olduklarını ilan etmesi, ABD’nin“kalıcı barış”tan ne anladığını ortaya koyuyor.

İsrail’in İran’ı nükleer silahlarla vurma tehdidinedestek veren bir zihniyeti temsil edenlerin barıştan sözetmesi, en hafif değimle bölge halklarına hakarettir.İran yönetiminin, böyle bir saldırının geçekleştirilmesi

durumunda İsrail’in nükleer tesislerini vurmaktan geridurmayacağını ilan etmesi ise Ortadoğu halklarınıntam bir cehenneme doğru sürüklendiğini gösteriyor.Boyun eğmemesi durumunda -ki Tahran yönetimininböyle bir niyeti olmadığı ortada- nükleer silahlarlaİran’a saldıracaklarını ilan eden siyonist İsrail ile onuhimaye eden ABD emperyalizminin barışla herhangibir işleri olamaz. Zira onlar emperyalist barbarlığıntemsilcileridir; dolayısıyla en iyi konuştukları dil vahşişiddettir. Filistin, Lübnan, Irak, Afganistan örnekleriemperyalist/siyonist güçlerin zehirli dili hakkında açıkbir fikir veriyor.

Her koşulda İsrail’i himayesi altına alanemperyalist ABD rejimi, İran etrafındaki kuşatmayısıkılaştırmaya, buna bağlı olarak olası bir saldırı için,Arap devletlerini suç ortaklığına ikna etmeye çalışıyor.Özellikle Suriye yönetimi üzerinde baskı kurmayaçalışan ABD-İsrail ikilisi, İran-Suriye ittifakınıparçalamaya çalışıyorlar. Bu kirli emellerineulaşabilirlerse, Filistin ve Lübnan direnişlerinikıracaklarını varsayan emperyalist/siyonist güçler, okoşullarda İran’a saldırmanın da daha kolay olacağınıhesap ediyorlar.

Görüldüğü üzere üst düzey görevlileriniOrtadoğu’ya salan Barack Obama’nın “kalıcı barış”diye bir derdi yoktur. Halkların direnme iradesinikırmak, Arap rejimlerini suç ortaklığına ikna etmekveya zorlamak, ırkçı-siyonist İsrail’in hareket alanınıgenişletmek, İran yönetimini teslim olmaya zorlamak,olmazsa İsrail’in nükleer bombalarıyla saldırıyageçmek…

Tüm bunların barışla bir ilgisinin olamayacağıaçıktır. Egemenlik uğruna halkları katledenemperyalist/siyonist güçlerle bölgedeki işbirlikçilerinikovmadan Ortadoğu’da barışın tesis edilmesi mümkündeğil. Bu ise, ancak hakların birleşik, anti-emperyalist/anti-siyonist direnişiyle başarılabilir.

Page 28: Sİ Kızıl Bayrak 2009-30

Honduraslı emekçilerin cunta karşıtı direnişini devam ediyor...28 H Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2009/30 H 7 Ağustos 2009

28 Haziran’da devlet başkanı Manuel Zelaya’yakarşı ABD desteğiyle darbe gerçekleştiren faşistçeteler, tüm zorbalıklarına rağmen Honduras halkınaboyun eğdiremiyor. “Pasif direniş” yolunu tercih etsede, Zelaya’nın faşist darbe karşısında net tutum almasıhalk direnişinin yayılmasına katkıda bulunuyor.Halkın faşist çetelere karşı direnişi, Amerikancıdarbecilerin meşru zemin bulmasını engellerken, LatinAmerika ülkelerinin darbecileri muhatap almayıreddetmeleri ise, ABD yardımlarına rağmen cuntayönetimi etrafındaki çemberin günden günedaralmasını pekiştiriyor.

Sınıra birkaç metre uzaklıkta çadır kent…

Ülkeye girişi faşist çeteler tarafından birkaç defaengellenince Nikaragua’nın Honduras sınırındabulunan Las Manos’ta sınıra birkaç metre uzaklıktaçadır kent kuran Zelaya, darbe karşıtı direnişi buradanyönetmeye çalışıyor. Nitekim çadır kentinkurulmasının ardından Zelaya’nın eşi, annesi vekızının da aralarında bulunduğu binlerce kişiNikaragua sınırına doğru yürüyüşe geçti.

Kitlenin Zelaya ile buluşmasını engellemek içinalarma geçen faşist çetelerin 5 bin asker ile 2 bin polisibölgeye yığdığı, kitleye azgınca saldıran kollukkuvvetlerinin sınıra akışı önlemeye çalıştığıbildiriliyor. Kolluk kuvvetlerinin estirdiği terörerağmen, bine yakın kişinin sınırı aşarak Nikaraguatarafında bulunan Zelaya ile buluşmayı başardığıbildiriliyor. Tüm engellemelere rağmen bu akışındevam etmesi bekleniyor.

Nikaragua sınırına doğru yürüyen binlerce darbekarşıtını çembere alan kolluk kuvvetleri, kitleyi aç-susuz bırakarak yıldırmaya çalışıyor. Pek çok noktadakitleye saldıran kolluk kuvvetlerinin çok sayıda kişiyiyaralayıp onlarca göstericiyi gözaltına alması kitleninkararlılığını kırmaya yetmedi. Vahşi bir tutumlabinlerce kişiyi aç-susuz bırakan faşist çeteler, halkındirenme iradesini kırmayı başaramıyor; tüm saldırı veengellemelere rağmen bini aşkın kişinin çadır kenteulaşması, halkın direnme kararlılığını somut olarakgösteriyor. Bölgeye ulaşabilenlerin büyük çoğunluğu,askeri barikata takılmamak için saatlerce dağlararasından yürüdü.

Zelaya, “halk direniş milisleri”kurmaya hazırlanıyor!

Zelaya, Nikaragua’nın Ocotal kentinde toplananbinlerce destekçisine yaptığı konuşmada “şiddetebaşvurmadan bölgede ilerlemek için perşembegününden itibaren eğitim yapılacağını, yeterli sayıdakişi bölgeye ulaştıktan sonra da dağlar aşılarakHonduras’a girileceğini” açıkladı.

“Eğer birileri iktidarı almak için ordu güçlerinikullanıyorsa, bütün uluslardan insanlar bunu pasifolarak protesto etme hakkına sahiptir; bizimyaptığımız da bu hakkı kullanmaktır” diyen Zelaya,“halk direniş komiteleri” kuracaklarını bildirdi. Buadımla cuntaya karşı mücadele etme kararlılığındangeri adım atmayacağını gösteren Zelaya, tümengellemelere rağmen ülkeye dönmekte kararlı olduğumesajını da verdi.

“Darbe Karşıtı Ulusal Direniş Cephesi”direnişi yaygınlaştırıyor!

Binlerce kişi Nikaragua sınırını aşıp Zelaya ilebuluşmak için yollara düşerken, başkent Tegucigalpabaşta olmak üzere birçok kentte protesto eylemleri desürüyor. İşçilerin, eğitim emekçilerinin, yoksulköylülerin, ilerici aydınların katıldığı iki günlük genelgrev ise, ülkede hayatı felç etti. Genel grev sürerkengerçekleştirilen kitlesel eylemlere on binler katılırken,faşist çetelerin güdümündeki kolluk kuvvetleriemekçilere azgınca saldırdı. Bir eğitim emekçisinikatleden kolluk kuvvetlerinin onlarca kişiyi yaralayıpçok sayıda göstericiyi tutuklaması, kitleleri sindirmekbir yana öfkeyi daha da arttırdı.

Nitekim başkentin değişik yerlerinde yapılanyürüyüşlerin sonunda açıklama yapan direniş cephesiliderleri, 28 Haziran’da darbe ile yönetime gelencuntanın baskıyla halkı korkutacağını düşünerek çokbüyük bir hata yaptığını açıkladılar.

Faşist çeteleri destekleyen kapitalistlerin işyerlerinikuşatan binlerce emekçi, şehirdeki lüks ve pahalıalışveriş merkezleri ile dükkanlara erişimi engelledi.Darbeyi destekleyen kapitalistlerin hedef alınması,sınıf çatışmalarının daha da keskinleşmesini

sağlayabilir. Nitekim Genel İşçi Sendikası GenelSekreteri Israel Salinas, bu eylemlerin amacının,sadece ceplerini düşünen patronları can evlerindenvurmak olduğunu belirtiyor.

Kitlelerin direnişiyle faşist çetelere karşı mücadeleeden işçi ve emekçiler, pek çok kere kollukkuvvetlerinin saldırılarına maruz kaldı. Buna rağmenpasif direnişe vurgu yapan Zelaya, kendince faşistçetelerin kitlesel katliamlara girişmesini önlemeyeçalışıyor. Oysa kolluk kuvvetlerinin henüz kitleselkıyımlara girişmemeleri, büyük bir olasılıkla içindebulundukları gayr-ı meşru konum ve tecrit ile halkınöfkesinden duydukları korkudan kaynaklanıyor. Ancakbu durumun uzun süre bu şekilde devam etmesi de pekolası görünmüyor. Zira kitle hareketi militan biçimlerebürünürken, çatışmanın giderek şiddetlenme ihtimalide yüksektir.

Bu arada cunta karşıtı direnişe devam edenemekçilerin bir diğer anlamlı eylemi, kollukkuvvetlerinin olası bir saldırısını engellemek içinVenezüella büyükelçiliği önünde nöbet tutmalarıdır.Faşist çetelerin yönetimi, geçen hafta, Venezüellalıdiplomatlardan ülkeyi terk etmelerini isteyip birkaçgün süre tanımıştı. Diplomatlar ise, Venezüella’nındarbecilerin hükümetini tanımadığını, kendilerinin dedarbecilerin hiçbir direktifine uymayacaklarını ilanederek Amerikancı cuntaya meydan okumuşlardı.Konsolosluk önünde nöbet tutan Honduraslı darbekarşıtları, Venezüellalı diplomatlarla anlamlı birdayanışma eylemi sergiliyorlar.

ABD-AB emperyalistlerinin desteğini alanHonduras’taki faşist çeteler, şimdiye kadar geri adımatmaya yanaşmadılar. Bu küstahça tutumlarınısürdürebilmeleri elbette Washington’dakiefendilerinden aldıkları destek sayesinde mümkünolmaktadır. Buna karşın günden güne daha kitleseldaha militan bir düzeye doğru yol alan cunta karşıtıdireniş, faşist çetelerle Washington’daki efendilerininişlerinin pek kolay olmadığına işaret ediyor.Honduraslı işçi ve emekçilerin cunta karşıtı direnişiningüçlenerek devam etmesi, Latin Amerika halklarınınise enternasyonal dayanışma eylemleriniyaygınlaştırması, faşist cuntanın sonunu getirecektir.Böyle bir sonuç, ABD emperyalizmi ile kıtadakitetikçilerinin etkisini zayıflatırken, halkların direnmeiradesini ise daha da güçlendirecektir.

Honduras’ta faşist darbeyekarşı halk direnişi yayılıyor!

Page 29: Sİ Kızıl Bayrak 2009-30

Dünyada işçi-emekçi eylemlerinden... Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak H 29Sayı: 2009/30 H 7 Ağustos 2009

Ssangyong işçilerinden fabrikaişgali

Güney Kore devleti Pazartesi günü, Pyeongtaek’tebulunan otomobil fabrikası Ssangyong’a yığdığı polissayısını artırdı. Pazar günü işgalin sona erdirilmesiüzerine yapılan görüşmelerden sonuç çıkmayınca,fabrika çevresindeki polis sayısı 4000’e çıkarıldı.Güney Kore televizyonu, kask ve kalkanlarınıkuşanarak işgal altındaki fabrikaya yaklaşan polisleringörüntülerini yayınladı. Ayrıca polis Pazartesi günü,işçilere tekrar helikopterlerden gaz atarak saldırdı.

Helikopterle gelen polis komandoları fabrikanın birbölümünün çatı kesimini havaya uçurdu.

Kask giymiş işçiler ellerine gelen içeriyegirmelerini önlemek istedikleri polislere fırlatırken,polis de helikopter tarafından çatı kısmına bırakılan sukonteynırından tazyikli su, helikopterden de gözyaşartıcı gaz fışkırttı.

Helikopterle gelen polisler çatıya indirme harekatıgerçekleştirirken, işçiler de fabrikanın bir bölümündeyer alan boya fabrikasındaki malzemelerle yaptıklarımolotof kokteyli gibi silahlarla karşı koymaya çalıştı.

2600 işçinin işten çıkarılması sebebi ile başkentSeoul’ün güneyinde Pyeontaek şehrinde bulunanSsangyong fabrikası işçileri Mayıs ayı sonundan buyana fabrika işgalini sürdürüyorlar.

Hindistan’da banka çalışanlarıgreve doğru

Hindistan’da 900 bin banka çalışanı ücretlerinin veemekli maaşlarının arttırılması talebiyle greve çıkmakararı aldılar.

Greve devlet bankalarında çalışanların yanısıra,özel ve yabancı banka çalışanları da katılacak.

Verilen bilgilere göre sendika üyeleri bankayönetimlerini temsil eden Hindistan Bankalar Birliğiile bir görüşme yapacak. Görüşmede sendikanıntalepleri konuşulacak.

Daha önce 12 Haziran’da banka çalışanları yinegrev çağrısı yapmış, fakat son saatte bankalarıntaleplerin karşılanacağını söylemesi üzerine grevkararı geri çekilmişti.

Malezya’da protesto eylemlerinde600 kişi gözaltına alındı

Malezya’da hükümetin planladığı “güvenlikyasasına” karşı, Cumartesi günü yapılan protestoeyleminde, 600 eylemci gözaltına alındı. Medyanınbildirdiğine göre protesto eylemine 20 binden fazlakişi katıldı.

Görgü tanıklarının bildirdiğine göre poliseylemcilere; gaz, tazyikli su ve coplarla saldırdı.Gözaltına alınanların büyük çoğunluğu Pazar akşamı

serbest bırakıldı. 39 kişi ise hala gözaltında. Kuzey şehirlerinden Borno, Yobe, Kano ve

Bauchi’de 26 Temmuz’dan bu yana Abuja hükümetinekarşı ayaklanmalar yaşanıyor. İslami bir örgütlenmeolan “Boko Haram” militanları kendilerini“Nijerya’nın Taliban’ı” olarak adlandırıyorlar veözellikle Maiduguri şehrinde güçlüler. Bu bölgedeyaşanan ayaklanmalar, polis ve asker tarafındanşiddetle bastırılıyor. Albay Ben Ahanotu, Cumartesigünü haber ajansı AP’ye yaptığı açıklamada ölü

sayısının 700’ü aştığını ve cesetler için toplu mezarlaraçıldığını söyledi.

Ahanotu’nun verdiği rakamlar ise sadeceMaiduguri şehrinde yaşanan çatışmaların sonucu.Ülkenin kuzeyinde diğer kentlerde de çatışmalarsürüyor. Çatışmaların yaşandığı dört şehirde binlercekişi de göç etmek zorunda kaldı. Boko-Haram lideriMohammed Yusuf ise Perşembe günü gözaltındaöldürüldü. İnsan hakları örgütleri Yusuf’unöldürülmesi ile ilgili soruşturma talep ettiler.

Dünyada işçi-emekçi eylemlerinden...

Almanya’da devrimci seçim faaliyeti başladıAlmanya’da federal parlamento seçimlerine “açık liste” oluşturarak “sosyalizm propagandası”nı temel

alarak 16 eyalette katılacak olan Marksist-Leninist Parti-Almanya (MLPD), Stuttgart’ta 27 Eylül’de yapılacakseçimler öncesinde göçmen örgütlerine toplantı çağrısı yapmıştı. Bu toplantı 1 Ağustos günü gerçekleştirildi.

Toplantıya, Türkiyeli ilerici-devrimci örgütlerden BİR-KAR, ATIF, AGIF ve IBS’liler katıldı. İran’lıdevrimciler aynı gün, Molla rejimini protesto mitingi olduğu için toplantıya katılım sağlayamadılar. Toplantıyoldaşça bir atmosferde gerçekleşti.

BİR-KAR, ATIF, AGIF ve IBS’liler 27 Eylül seçimlerinde MLPD’yi desteklemekten öte, MLPD ilebirlikte alanlarda olacaklarını açıkladılar.

Ortak hareket etme kararı, salondaki işçiler tarafından coşkuyla ve “Yaşasın proleteryaenternasyonalizmi!” sloganıyla selamlandı.

Stuttgart özelinde oluşturulan “seçim yönetimine” BİR-KAR’dan da bir temsilci katıldı. ATIF, AGIF veIBS’liler de bu yönetime katılacaklarını açıkladı.

Stuttgart’ta iki aylık seçim sürecinde yapılacak çalışmalar tartışılarak somut kararlar alındı. Stuttgart’ta 60bin “seçim gazetesi” çıkartılması ve sosyalizm vurgusu yapan afişlerin kullanılması kararlaştırıldı.

Göçmen devrimcilerin içinde bulunacakları çalışma gruplarıyla ev ziyaretleri yapılmasına, sokaklardabilgilendirme masalarının açılmasına ağırlık verilmesi gerektiği ifade edildi. Miting, şehir turu, kültüreltoplantılar ve çeşitlendirilebilecek diğer araçlarla yaygın bir sosyalizm propagandası yaparak seçimlervesilesiyle Stuttgart’ta devrimci bir atmosfer yaratılması hedef olarak belirlendi.

İki haftada bir toplanacak olan “seçim yönetimi”nin yanısıra yine iki haftada bir açık kitle toplantılarıalınması ve bu toplantılardan çıkacak kararlarla seçim çalışmasının zenginleştirilmesi gerektiği tartışıldı.

Kriz ile birlikte Avrupa’da işsizler ordusubüyümeye devam ediyor. Ekonomik krizinistihdamdaki etkileri hız kesmeden devam ederken,Hollanda’nın ardından en düşük işsizlik oranına sahipülke olan Avusturya’da, İş ve İşçi BulmaKurumu’nun açıkladığı rakamlara göre, işsiz sayısıgeçen yılın aynı ayına göre yüzde 30 arttı.Avrupa’nın doğu kapısı Avusturya’da işsiz sayısıyüzde 4,4 ile 232 bin kişi olarak gerçekleşti.

Almanya’da da işsiz sayısı giderek artıyor.Federal Çalışma Ajansı tarafından geçenlerde yapılanaçıklamaya göre, ülke genelindeki işsiz sayısı birönceki aya oranla 52 bin artarak 3,5 milyona ulaştı.Kısa çalışmaya gönderilen yüzbinlerce işçi ise işsizolarak gösterilmedi. Alman Sendikalar Birliği (DGB)ise, ülkede gerçekte 5 milyondan fazla kişinin işsizolduğunu ifade etti. Çalışma Ajansı tarafındanaçıklanan rakamlara göre, ülkedeki işsizlerin sayısıgeçen yılın aynı ayına göre 252 bin arttı. Ülkegenelindeki işsizlik oranı böylece bir önceki aya göreyüzde 0.1 artış ile yüzde 8.2’ye çıktı.

Çalışma Ajansı Başkanı Frank Jürgen Weise,Alman ekonomisinde baş gösteren durgunluğunkendisini açık bir şekilde Temmuz ayında dahissettirmeye devam ettiğini ifade ederek, firmalarınyeni işçi almaktan kaçındığını belirtti. Weise, işsizlikrakamlarının çok fazla yükselmemesini firmalarınişten atma yerine kısa çalışmaya gitmesine bağlandı.Bilindiği gibi bütün büyük firmalar yüzbinlerce işçiyikısa çalışmaya göndermişti.

Çalışma Ajansı tarafından yapılan açıklamayagöre, ülke genelinde Haziran ayında toplam 204 binişçi ekonomik kriz nedeniyle kısa çalışmayagönderilmişti. Bu ay içinde ise tahminen 170-180 binişçinin kısa çalışmada olduğu ifade edildi. Ancak bukonuyla ilgili kesin rakamların ancak iki ay içindeaçıklanabileceği belirtildi.

Çalışma Ajansı tarafından duyurulan rakamlardaişsizlik oranı 3.5 milyon olarak açıklanırken, gerçekteise işsizliğin açıklanan rakamların çok üzerindeolduğu dile getirildi. Alman Sendikalar Birliği (DGB)İşpiyasası Uzmanı Johannes Jakob, gerçekteişsizlerin sayısının 5 milyon olduğunu belirterek, tam1.4 milyon insanın ülkede kısa çalışmaya gittiğiniifade etti.

Burjuvazi açısından basit birer istatistiksel veriolan işsizlere dair rakamlar, işçi sınıfı açısından yitipgiden yaşamlar, paçavra gibi bir tarafa atılmanıngetirdiği hiçleşme, açlık ve sefalet anlamına gelir.

Kapitalist sistemin işsizlik sorununu çözmek içinbulduğu uzun vadeli bir çözüm yoktur ve olamaz.Tüm diğer toplumsal sorunlar gibi işsizlik sorunununda çözümü, kapitalist sistemin ortadankaldırılmasından geçer.

Kapitalist sistemi yıkma hedefine doğruilerleyebilmemiz için bugünden yapmamız gerekençok şey var. Tüm diğer sorunlar gibi, bu soruna karşıda işçi sınıfı ancak örgütlü gücüyle ve “sınıfa karşısınıf” perspektifiyle sonuç alıcı bir mücadeleyürütebilir.

Avrupa’da işsiz sayısı artıyor!

Page 30: Sİ Kızıl Bayrak 2009-30

Ermeni ulusuna mensup, eski TKP üyesi,sevenlerinin ona seslenişiyle “Sarkis Amca” 3 AğustosPazartesi günü 93 yaşında hayatını kaybetti. Aynızamanda Türkiye İşçi Partisi (TİP) üyesi olanÇerkezyan, 1915’teki Ermeni Soykırımı’dan sağkurtulan bir ailenin çocuğuydu. Çerkezyan, 15 Mayıs1916 günü Halep’te dünyaya gelmişti.

Çerkezyan, İstanbul’daki Rumlara karşı 6-7 EylülOlayları’nda yapılan saldırıların canlı tanığı oldu.Gençlik yıllarında TKP ve TİP’e üye olan yazarkomünist yaşam ve ilkeleriyle sevilen ve saygı duyulanbir kişiliğe sahipti.

Belge Yayınları’ndan çıkan “Dünya HepimizeYeter” adlı kitabın yazarı Çerkezyan, 1955 yılındayaşanan 6-7 Eylül katliamının tanıklarındandı.Çerkezyan, o dönemi ve komünist oluşunu şu sözlerleanlatıyordu:

“Varlık Vergisi, Aşkale Sürgünü, 6-7 Eylül... Nepislikler gördük (…) 1955’te ’Ben Atatürk’ünçırağıyım’ diyen Celal Bayar yaptı 6-7 Eylül’ü.’Atatürk’ün Selanik’teki evi bombalandı’ dendi. Heryer karıştı. O zaman Yedikule’ye yeni taşınmıştım,Ermeni olduğumu bilmiyorlardı. Eve gittim, bir Türkbayrağı astım. Anneme de Müslüman kadınlar gibibeyaz başörtüsü bağlattım. Kapının önüne oturdumanneme de bir kahve yaptırdım, içiyorum... Kıyametkopuyor, evler yağmalanıyor. Herkes koltuğununaltında ‘ganimetlerle’ koşuşturuyor. Saat 1’e kadardevam etti böyle. Bu sırada yanıma gelen bir yüzbaşı,‘Delikanlı tebrik ederim. Kahvenin tadını çıkaracakgünü ve saati iyi seçmişsin, her Türk sizin gibi olmalı’dedi. Onlar gittikten sonra girdim içeriye, ev başımayıkılıyor sanki... İki halkın birbirlerine düşman olmasıbaştakilerin marifeti. Komünist oldum, iki halkınyararına olduğunu düşündüğüm şeyleri yaptım.Halklarımızın benzer acılar yaşamaması için uğraştık.Emeklerin boşa gitmediğini düşünüyorum.”

Çerkezyan, 2005 yılında, Radikal’den CelalBaşlangıç’la yaptığı röportajındaysa şunlarısöylemişti:

“Ben zaten ruhen komünisttim. Kendimi bildimbileli öyle hissettim. Türkiye’de olduğum için TKP’lioldum. Ermenistan’da olsam, oradaki partiyegirerdim. “

Aynı röportajda şunu da anlatmıştı: “Zihni Anadol, ‘Türk Solu’ diye bir dergi

çıkarıyordu. Bir miting sonrası Zihni, ‘Bizim dergiyebir yazı yazsana’ dedi. ‘Ben o dergiye gıcığım’ dedim.‘Niye?’ diye sorunca da anlattım; ‘Bu memleketeMigros geldi ‘Türk Migros’ dediniz. Bilmem ne geldi‘Türk’ oldu. Bu halkın kıçına yerleştirilen bütünkazıklar böylesi bir jelatine sarıldı, öyle yerleştirildi.Şimdi de siz ‘Türk Solu’ diyorsunuz. Eğer solunuzsadece size aitse, bizim ne işimiz var içinizde. Bizenternasyonal insanlarız. O zaman ben gideceğim, birErmeni solu bulacağım, orada çalışacağım.’ Herhaldeaklına yattı Zihni’nin ki, bir süre sonra derginin adınıdeğiştirdiler.”

1965 yılında Türkiye İşçi Partisi’ne üye olanÇerkezyan, ayrıca Türkiye Komünist Partisi’nin illegalyayın organı olan Atılım’ı 4 sene boyuncaGedikpaşa’daki marangozhanesinde gizlice bastı.Çerkezyan, TKP’nin Atılım dergisinimarangozhanesinde bastığı yılları da şöyle anlatmıştı:

“Ben marangoz muydum? Ne marangozu? Orası

(marangozhane) üniversite oldu, matbaa oldu.Senelerce Atılım’ı bastım. (...) O kadar zaman gazeteyibastık, kokusu çıkmadı. 1980’den önceydi. MustafaHayrullahoğlu biliyordu burayı. O gözaltına alındı,işkencede öldü, bir konuşsaydı, hepimiz yanmıştıkzaten. Bu olaylar bize bir şeyler öğretti. Açıkvermemek, birlikte iş yaptığın insanları iyi tanımak...Gerisi insanın vicdanına bağlı bir şey.”

Çerkezyan’ın sosyalistlere baskıların yoğun olduğudönemde, marangozluğuna dair anlattığı bir başkaöykü de şöyleydi:

“Cağaloğlu’nda Ürün dergisi vardı... Oraya birşeyler yaptım. Bir gün bana mimar bir gençgönderdiler dergiden. Çocuk, içinde gizli bölmesi olanözel bir masa istiyor. Taslağını çizmiş, getirdi bana.

‘Senin ne istediğini anladım, hadi sen git, ben bir masayaparım, gelir alırsın’ dedim gönderdim onu. Kabasuntadan bir masa yaptım. Sonra geldi bu mimardelikanlı, ‘Yaptın mı?’ dedi. ‘İşte, istediğin masa bu’dedim. Masayı incelemeye başladı, yanına baktı, önünebaktı, altına, üstüne baktı, ters çevirdi; aradığını birtürlü bulamadı, ‘Ama bu benim istediğim gibi bir masamı?’ dedi tereddütle. ‘Senin istediğin masa’ dedim. Birdaha baktı, bir daha baktı, zulayı bulamadı. Sadecemimarlık yetmiyor yani bu işlere. ‘Ama nasıl oluyorbu?’ dedi. Ben masanın nasıl açılacağını gösterdim,şaşırdı kaldı, aldı masayı gitti. Sonradan duyuyorumki, o masa ne işlere yaramış. O masanın sayesinde herşeyi yazmışlar da, çizmişler de, saklamışlar da. Dergiarandığında bakıp gidermiş polisler.”

“Sarkis Amca” nın anısına...30 H Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2009/30 H 7 Ağustos 2009

TKP’nin en yaşlı üyesi yazar Sarkis Çerkezyan yaşamını yitirdi

Kemal Türkler Davası’nda 3. kez beraat kararı...

Bakırköy 2. Ağır Ceza Mahkemesi, Kemal Türkler’in katili Ünal Osmanağaoğlu için daha önce verdiğiberaat kararında direnerek 30 Temmuz günü görülen duruşmada Osmanağaoğlu için 3. kez beraat kararı verdi.Saat 14.30’da başlayan duruşmada sanık Ünal Osmanağaoğlu ve avukatları hazır bulunurken Türkler Ailesi,müdahil avukatlar, DİSK yöneticileri ve DİSK avukatları da duruşmada yer aldı.

1999 yılından bu yana Kemal Türkler’in katil zanlısı olarak yargılanan Ünal Osmanağaoğlu’na 2003 ve2007 yılında verilen iki beraat kararı da Yargıtay 9. Ceza Dairesi tarafından bozulmuştu. Yargıtay,Osmanağaoğlu’nun cinayetin planlama aşamasında görev aldığını ve silahla ateş ederek, suça asli fail olarakkatıldığına vurgu yaparak beraat kararını bozmuştu.

Ancak Yargıtay’ın bozma kararından sonra, bozma kararına karşı savunması alınacak olan sanıkOsmanağaoğlu iki duruşmadır mahkemeye getirilmedi. 2 Temmuz’da yapılan duruşmaya getirilmeme sebebiBandırma Cezaevi Müdürlüğü tarafından araç, personel ve ödenek yokluğu olarak belirtildiği halde, budurumu Adalet Bakanlığı’na bildiren ve sanığın duruşmada hazır bulundurulmasını isteyen DİSK’e gönderilencevabi yazıda yeterli ödenek, araç ve personelin bulunduğu, sanığın 30 Temmuz’da duruşmaya gönderileceğibildirilmişti.

30 Temmuz’da görülen duruşma ile birlikte Osmanağaoğlu’nun beraat kararı bir kez daha yinelendi. DİSK ve bağlı sendikaların üye ve yöneticileri de Kemal Türkler davasını izlemek için saat 14.00’te

adliye önünde biraraya geldi. Dava öncesinde yapılan açıklamada konuşan DİSK Genel Başkanı SüleymanÇelebi, 12 Eylül karanlığına giden yolda önemli etaplardan biri olan Kemal Türkler’in katledilmesininardındaki sis perdesinin hala kaldırılmadığını söyledi.

Kararın açıklanmasının ardından adliye önünde bekleyen 300 kişilik kitle beraate tepki gösterdi ve DİSKavukatları temyiz yoluna gideceklerini açıkladı.

İstanbul Bakırköy’de görülen dava duruşmasıyla eş zamanlı olarak Ankara Adliyesi önünde saat 14.30’dabasın açıklaması gerçekleştirildi.

Genel-İş MYK üyesi Remzi Çalışkan tarafından okunan basın açıklamasında, Kemal Türkler’inkatledilmesinin üzerinden 29 yıl geçtiğine, fakat hala bu katliamın arkasındaki sis perdesinin kaldırılamamışolduğuna dikkat çekildi.

Page 31: Sİ Kızıl Bayrak 2009-30

İstanbul Etiler’de başı gövdesinden ayrılmış haldebir çöp konteynırında cesedi bulunan ve üzerinden 152gün geçmesine rağmen failleri ortaya çıkarılmayanMünevver Karabulut cinayeti için Karabulut’unakrabaları, arkadaşları ve facebook üzerindenKarabulut‘un katilinin bulunmasını isteyenlerinkatılımıyla Taksim tramvay durağında eylemgerçekleştirildi.

2 Ağustos günü gerçekleştirilen açıklamadaKarabulut’un faillerinin bulunması ve yakalanarakcezalandırılması istendi. Münevver Karabulut’unkuzenlerinin ve halalarının da bulunduğu eylemde,Karabulut’un resimleri taşındı.

Basın açıklamasının ardından, Münevver’in halasıSüheyla Karabulut bir konuşma yaparak katillerinyakalanması için bir an önce doku örneklerininalınmasını istedi. Karabulut, Münevver’in katillerininbugüne kadar yakalanmamasını bir talihsizlik olarakdeğil, yetkililerin yetkilerini kullanamaması olarakdeğerlendirdiğini söyledi.

Kızıl Bayrak / İstanbul

Davutpaşa’da 7.hafta eylemi...

Davutpaşa’da yaşanan patlamada hayatını kaybedenve yaralananların yakınları, geçtiğimiz haftalarda olduğugibi bu hafta da “adalet arayışlarını” gerçekleştirdiklerieylemle sürdürdüler.

Taksim tramvay durağında gerçekleştirileneylemlerin 7. haftasında “Davutpaşa’yı unutmadık,unutturmayacağız!” pankartı açılırken patlamadayaşamını yitirenlerin resimleri ve “19 ay oldusorumlular yargılanmıyorlar. Adalet istiyoruz” dövizleritaşındı.

Basın metnini, Davutpaşa katliamında yaşamınıyitiren Lezgi Şimşek’in yeğeni Ercan Şimşek okudu.Şimşek’in yaptığı açıklamada, patlamanın üzerindengeçen 20 aya rağmen Ceza Davasının halen açılmadığıbelirtilerek, “Artık yeter diyoruz! Adil yargılanmaistemeye devam edeceğiz! Yetkililerin yetkilerini davayısürüncemede bırakmak için kullanmasına izinvermeyeceğiz!” dedi.

“Bir daha Davutpaşalar olmasın” diyen Şimşek, buacıların bir daha yaşanmaması ve yeni canlarınyanmaması için davalarının takipçisi olacaklarınısöyledi.

Kızıl Bayrak / İstanbul

CMYK

MücadelePostası

Hacı Ali Bey Mah., Çelikel Sok., Sakarya İş Hanı Kat: 5No: 58 ESKİŞEHİR

Sönmez İş Sarayı Kat: 3 No: 220 Heykel/BURSATel: 0 (224) 220 84 92

EKSEN Yayıncılık Büroları Gazetene sahip çık! Abone ol! Abone bul!Adı : ........................................................................Soyadı :........................................................................Adresi : ........................................................................

.........................................................................Tel : ........................................................................

6 Aylık Yurt içi 60.000 000 TL Yurt dışı 100 Euro 1 Yıllık Yurt içi 120.000 000 TL Yurt dışı 200 Euro

Gülcan Ceyran adına,* TL için : Yapı Kredi Bankası İstanbul/Aksaray Şb. 0097680-3* Euro için : İş Bankası İstanbul/Aksaray Şb. 10021127094No’lu hesaba yatırdım. Makbuzun fotokopisi ektedir.

Cemal Gürsel Cd. Shell Karşısı Vakıf İşhanı Kat: 3 No: 306 ADANA Tel: 0 (322) 363 19 94

853. Sok. Bilen İşhanı No: 27/710Konak/İZMİR Tel-Fax: 0 (232) 489 31 23

Bilindiği üzere, Türkiye’de kapitalist sömürügün geçtikçe artmakta, krizin faturası ağır birşekilde işçi ve emekçilere ödetilmektedir. Bunlarınsıkça yaşandığı yerlerden biri de, Tüpraş İzmitRafinerisi’dir. Tüpraş’ta işçiler hem çok ağırkoşullarda çalışmakta hem de kapitalizmin yarattığıçevre kirliliğinden olumsuz yönde etkilenmektedir.Bununla birlikte, her çalışma alanında, her ünitede“bu iş yerinde iş kazalarına yer yoktur” gibi boşlaflar yer almaktadır. Bu tip boş laflar burjuvazininkandırmaca laflarıdır, amaç işçi sınıfının gözünüboyamaktan başka bir şey değildir.

Biz sınıf devrimcileri çok iyi bilmekteyiz ki kârhırsının, sömürünün, zorbalığın ve baskının olduğu

her yerde iş kazaları vardır. Bugün Tüpraş’takölece çalışma koşullarına maruz kalan işçiler herçektikleri nefeste, onları ölüme götürebilecekmeslek hastalıklarını edinmektedirler!

KOÇ gibi emek hırsızı burjuvalar ise,servetlerine servet katıyorlar. Dost ve düşmanherkes şunu çok iyi bilsin ki; gün gelecek bunlarınhepsinin hesabı sorulacak, devrimci proletarya budüzeni ve bu düzenin egemenlerini bir daha hiççıkmamak üzere geldiği çöplüğe gerigönderecektir.

Kahrolsun ücretli kölelik düzeni!Yaşasın devrim ve sosyalizm!

Tüpraş’tan bir stajyer

Cumartesi Anneleri’nin faili meçhul cinayetlerin açığa çıkarılması ve faillerin yargılanması talebiylebaşlattığı oturma eylemlerinin 226. haftasında, 1995 yılında 5 kişiyle birlikte gözaltına alınarak kaybedilenM. Emin Aslan ve Süleyman Seyhan’ın dosyasının Ergenekon kapsamına alınması istendi.

Kayıp yakınları ve İHD İstanbul Şubesi Gözaltında Kayıplara Karşı Komisyonu adına bu haftaaçıklamayı İHD Yönetim Kurulu Üyesi Kadriye Baykal Ceylan gerçekleştirdi. Ceylan yaptığı açıklamada,58 yaşındaki Süleyman Seyhan’a koruculuk dayatıldığını ve bu dayatmayı kabul etmeyen Seyhan’ın,Mardin-Dargeçit Taburu tarafından 29 Kasım 1995’te 6 kişiyle birlikte gözaltına alındığını belirtti ve buolayın tanıklarının da olduğunu söyledi.

Ceylan açıklamanın sonunda, M. Emin Aslan ve Süleyman Seyhan’ın kaybedilmesinden DargeçitJandarma Tugayı’nı, Mardin Jandarma Tugayı’nı, Özel Harp Dairesi’ni ve ona bağlı yapılanmalarıdoğrudan sorumlu tuttuklarını belirterek sorumluların yargılanmasını istedi.

Kızıl Bayrak / İstanbul

Karabulut için eylem

Kayıp yakınlarından eylem

Kapitalist düzen, dünyayı yaratan ve üreten milyonlarca işçi ve emekçinin sömürüsü üzerinden kendinivar eden bir düzendir. Bu düzenin sahipleri yani burjuva sınıfı, işçi ve emekçileri; uzun çalışma, düşükücretle çalışma, esnek çalışma, sigortasız-sendikasız çalışma daha da uzatabileceğimiz birçok yol veyöntemle sömürerek onların sırtından geçinmektedir. Sömürülen milyonların yarısını ise emekçi kadınlaroluşturmaktadır. Asalak burjuvalar sınıfı kadın emeğini yedek ve ucuz emek olarak kullanmaktadır. Emekçikadınlar bu düzende çeşitli biçimler altında dışlanarak onlara düzenin yoz kültürü aşılanmaktadır. Bu yozkültür emekçi kadınların çalışma alanlarına da yansımaktadır. Bunlardan, sömürünün en dizginsiz, baskı,yasak ve cinsel tacizlerin en yoğun yaşandığı sektörlerden ilk sırayı tekstil sektörü almaktadır.

Emekçi kadınlar kentlerde yaşamlarını sürdürebilmek için genelde vasıfsız olarak tekstil sektöründeçalışmaktadırlar. Onlar bu sistemin hep geri ve ikinci planında kalmışlardır. Tarih boyunca sürekli birbiçimde baskı ve şiddetin gölgesinde yaşamaya katlanmak zorunda bırakılmışlardır. Özellikle de evde babaile kocanın baskı ve şiddetine maruz kalırken, işyerlerinde ise patronunun onur kırıcı hakareti ile yüz yüzekalmaktadır. Hal böyleyken kadınların belirli bir kesimi, çalıştığı işyerindeki sorunlara da bu feodaldüşünce ile yaklaşmaktadır. Böylelikle tekstilde çalışan kadın işçiler günübirlik çalışmak ve günü birlikyaşamakla yüz yüze kalıyorlar. Bunun dışında ise hiçbir sosyal, kültürel etkinlikleri olmamaktadır.Kapitalizmin pervazsız sömürü alanlarından tekstil atölyelerinde tam anlamıyla ucuz işgücü ve yedekişgücü olarak kullanılan kadınlar bunların yanı sıra onur kırıcı hakaretlere ve cinsel tacizle de karşı karşıyakalıyorlar.

Tekstil atölyelerinde çalışan kadınlar patron ve patron yardakçısı ustabaşlarından hakaret ve azarlarişiterek çalışmaktadırlar. Bu düzenin bütün yaşam ve çalışma alanları emekçi kadınlar için çözümsüzlüktür.Kadınlar ekonomik sömürüyü ve cinsel sömürüyü ortadan kaldırmak için gerçek çareyi sokakta, alanlardave mücadele barikatlarında aramalıdır. Kadının kurtuluşu sömürünün olmadığı ve herkesin eşit olduğusosyalizmde mümkündür. Kadın ancak sosyalizm mücadelesi yoluyla özgürleşecektir.

Pendik’ten bir tekstil işçisi

Kapitalist düzeni çöpe atmak...

Kapitalist düzende kadın tekstil işçisiolmak...

Page 32: Sİ Kızıl Bayrak 2009-30

e

İşgal, grev, direniş...

Sermayenin saldırılarına karşı