Kızıl Bayrak 2014-32

32
s.16 TKİP: Greif direnişi işçi sınıfının devrimci geleceğidir! DGB için bir adım ileri! s.27 Kızıl Bayrak ISSN 1300-3585 Haſtalık Sosyalist Siyasal Gazete www.kizilbayrak.net Sayı: 2014 / 32 • 8 Ağustos 2014 • 1 TL Kuşatma alndaki Gazze halkının sergilediği güçlü direniş, sömürüye, baskıya, eşitsizliğe ve zorbalığa karşı tek etkili silahın direniş olduğunu hem dosta hem düşmana göstermişr. s.30 Direniş iradesi kazandı! Emperyalist/siyonist güçler ölüm saç... Gerici çetelerin şiddenden kaçan Şengalliler ise göç ederek ve dağlara sığınarak hayaa kalmaya çalış. Denemi eline alan IŞİD çetesi, her zamanki gibi ilk olarak kendilerinden ayrı ırk ve inançtan olan bölge halkını katletmeye başladı. Özellikle genç erkeklerin katledildiği, kadınların kaçırıldığı ve tecavüz edildiği gelen bilgiler arasında. Ayrıca dağlara sığınan Ezidi halk ise aç, savunmasız ve yardıma muhtaç durumda kaldı. IŞİD Şengal’e girdi Sırça köşkler için “bereket”, şehrimiz için “felaket!” Kentler, bugün çevre sorunlarının en yakıcı hissedildiği alanları oluşmaktadır. Ama aynı zamanda tüm bu sorunlara karşı tepkinin mayalanmasına da zemin hazırlamaktadır. Ukrayna krizi ve emperyalist saldırganlık s.24

description

Kızıl Bayrak 2014-32 / 8 Ağustos 2014

Transcript of Kızıl Bayrak 2014-32

Page 1: Kızıl Bayrak 2014-32

s.16TKİP: Greif direnişi işçi sınıfının devrimci geleceğidir! DGB için bir adım ileri! s.27

Kızıl BayrakISSN

130

0-35

85

Haftalık Sosyalist Siyasal Gazete www.kizilbayrak.net Sayı: 2014 / 32 • 8 Ağustos 2014 • 1 TL

Kuşatma altındaki Gazze halkının sergilediği güçlü direniş, sömürüye, baskıya, eşitsizliğe ve zorbalığa karşı tek etkili silahın direniş olduğunu hem dosta hem düşmana göstermiştir.

s.30

Direnişiradesi

kazandı!

Emperyalist/siyonist güçler ölüm saçtı...

Gerici çetelerin şiddetinden kaçan Şengalliler ise göç ederek ve dağlara sığınarak hayatta kalmaya çalıştı. Denetimi eline alan IŞİD çetesi, her zamanki gibi ilk olarak kendilerinden ayrı ırk ve inançtan olan bölge halkını katletmeye başladı. Özellikle genç erkeklerin katledildiği, kadınların kaçırıldığı ve tecavüz edildiği gelen bilgiler arasında. Ayrıca dağlara sığınan Ezidi halk ise aç, savunmasız ve yardıma muhtaç durumda kaldı.

IŞİD Şengal’e girdi

Sırça köşkler için “bereket”,şehrimiz için “felaket!”Kentler, bugün çevre sorunlarının en yakıcı hissedildiği alanları oluşmaktadır. Ama aynı zamanda tüm bu sorunlara karşı tepkinin mayalanmasına da zemin hazırlamaktadır.

Ukrayna krizive emperyalistsaldırganlık s.24

Page 2: Kızıl Bayrak 2014-32

Siyonist İsrail’in bir ay süren vahşi saldırısı, 5Temmuz günü ilan edilen ateşkesin ardından duruldu.Ateşkes’in ne kadar süreceği belli değil, zira TelAviv’deki siyonist cellatlar kana doymak bilmiyor. Bunarağmen İsrail, işgalci ordusunu Gazze’nin dışınaçekmek zorunda kaldı. Filistin halkının direniş iradesinikırmak için savaş ilan eden ırkçı-siyonistlerin hevesi,bir kez daha kursaklarında kaldı.

“Yeni Ortadoğu” için 2006’da Lübnan direnişinesaldıran siyonist İsrail, o tarihten bu yana Filistindirenişine üç defa saldırdı. Dört saldırıda da İsrail savaşaygıtı Lübnan ve Filistin’de yıkım ve ölüm saçtı; ancakhalkların işgale karşı direnişini kırma heveslerineulaşmak bir yana, her girişimde bundan daha çokuzaklaştılar. İsrail savaş aygıtının Gazze’den çekilmesi,zulmün olduğu yerde hiçbir gücün direniş iradesinikırmaya muvaffak olmayacağını, bir kez dahakanıtlamıştır.

Siyasi zafer direnişin

İsrail savaş aygıtının yasa/kural tanımaz, her türinsani/ahlaki değeri ayaklar altına alan vahşisaldırısının hedefi, Filistin halkının direnme iradesinikırmaktı. 81 bin yedek askeri göreve çağıran, 60 binaskerle Gazze’ye saldıran İsrail, yıkım ve katliamla,Filistin halkını direnişten uzaklaştırmaya çalıştı. Hedefseçtiği mahallelerdeki halkı önce tehdit etti; halkevlerini terk etmeyince, F16 savaş uçaklarıylabombaladı. Fakat İsrail’in katlettiği Filistinliler’in yüzde80’i sivil olmasına rağmen, hedefine ulaşamadı.Tersine, ağır bedeller ödemesine rağmen, Filistin halkıdireniş konusunda en ufak bir tereddüt göstermedi.

Gazze’de direniş halk/halk direniş oldu. Yakıpyıkarak, soykırımcı bir zihniyetle insan kıyımlarıgerçekleştirerek direnişi kırmaya çalışan İsrail, halkladirenişin etle-tırnak misali kaynaştığını görerek,hezimete uğradı. Filistin halkının toplu kıyımı için emirveren Tel Aviv’deki cellat takımı, Filistin direnişinindarbelerine maruz kalan işgalci ordularını Gazze’dençekmek zorunda kaldı.

Öncekiler gibi bu savaş da, Filistin halkı için ağırbedellere mal oldu. Evler, okullar, işyerleri, elektrik/suşebekeleri, kanalizasyon sistemi bombalandı. 1600’denfazla kişi katledildi, binlerce kişi yaralandı. Fakat bunarağmen İsrail savaş aygıtı Gazze’nin içine giremedi vedirenişin darbeleri altında, nihayet çekilmek zorundakaldı. İsrail’le hamileri, sonunda ateşkes anlaşmasınauymak ve işgalci askerlerini çekmek zorunda kaldılar.Tüm bunlar, Filistin direnişinin siyasi zafer kazandığınıngöstergeleridir.

Direniş birleştirdi

İsrail saldırısının hedeflerinden biri, Filistinliörgütler arasındaki ayrımı derinleştirip parçalamaktı.Ancak ırkçı-siyonistler, bu noktada da hezimeteuğradılar. Zira bütün örgütler, İsrail saldırısına karşıkolektif bir direniş sergilediler. İdeolojik çizgileri farklıolan örgütlere mensup militanlar, yekvücut şekilde

İsrail saldırısına karşı direndi. Halkın kucakladığıbirleşik direniş, İsrail savaş aygıtını acze düşürdü veazımsanmayacak miktarda kayıp verdirdi. İsrail ordususivil halkı katletti, Filistinli gerillalar ise, İsrailaskerlerini ve subaylarını öldürdü.

Mücadelenin birleştirici olduğu, son Gazzedirenişiyle bir kez daha kanıtlandı. Dinci Hamas,uzlaşmacı El Fetih, devrimci FHKC gerillaları aynımevzide, işgalci İsrail ordusuna karşı savaştılar. Bukolektif direniş, halkın moralini yükselttiği gibi,direnişin itibarını da arttırdı.

Siyasi hezimet emperyalist/siyonistlerin

Gazze saldırısında cellat rolü siyonist İsrail’in olsada, bu saldırı ABD, Fransa, Almanya gibi emperyalistgüçler tarafından da desteklendi. Dolayısıyla Gazze’debedeni parçalanan her çocuğun katili İsrail olduğukadar batılı emperyalistlerdir aynı zamanda.

Bu suç ortaklığı bir tesadüf değil elbet. Tersine,ortada planlı bir suç ortaklığı var. Emperyalist/siyonistgüçlerle bölgedeki işbirlikçileri, Ortadoğu’da anti-siyonist direnişi bitirip, halkları köleleştirmek istiyorlar.Bu saldırının da öncelikli hedefi bu idi. Ancak İsrail’inbarbarlığını tüm dünyanın görmesi, Siyonizm’in hamisiolan batılı emperyalistleri de rahatsız etmeye başladı.Zira hamiler de en az cellatlar kadar suçludur. Buna,İsrail ordusunun kayıplarının sürekli artması eklenince,diplomatlar meydana çıktı.

İsrail ile batılı hamilerinin ateşkes arayışınagirmeleri, işgalci ordunun Gazze’den çekilmesi venihayet direnişi temsil eden heyetle, Mısır aracılığıylagörüşmelerin başlaması, emperyalist/siyonist güçlerinsiyasi hezimeti olarak tescil edildi. Zira direnişi kırmakiçin barbarlıkta sınır tanımayanlar, direnişintemsilcilerini muhatap alıp, onlarla pazarlık yapmak

zorunda kaldılar. Emperyalist/siyonist güçler, yok etmek istedikleri

direniş hareketinin temsilcilerinin taleplerinin çoğunukabul etmek zorunda kaldılar. Filistin halkına dizçöktürmeye heves eden İsrail ile batılı hamileri, bumazlum halkın son derece eşitsiz koşullarda sergilediğidirenişi sayesinde hezimete uğradılar.

Kapitalist/emperyalizmin planlarınıancak direniş bozabilir

Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ), daha özel planda iseEl Fetih şefleri 1993 yılından beri “barış süreci” ileoyalanıp durdular. Ancak bu sürede herhangi birçözüm üretilemediği gibi, Filistin halkının sorunlarıdaha da arttı. Güya ABD barışı ile Filistin kurtulacak;oysa yaşanan tam tersi oldu. Bu sürede İsrail toprakgaspına, işgale ve kıyımlara devam etti. Yani “barışsüreci” diye anılan ve “yılan hikayesi”ne dönen busüreçte, siyonist İsrail politikalarında bir değişiklikyapmadı; Yine yıkım, yine gasp, yine katliamlar…

Bu süreçte siyonist zorbaları tek şey durdurabildi; oda intifada veya silahlı direniş. İsrail saldırganlığınıhedefine ulaşmaktan men eden direniş olmuştur.Nitekim bu son saldırı da, ancak birleşik/güçlü birdirenişle göğüslenebildi ve siyonist cellat takımı geriçekilmek zorunda kaldı.

Emperyalist/siyonist güçlerin Filistin halkına karşıgiriştikleri Gazze savaşı, kapitalist barbarlığın vardığınoktayı gözler önüne serdi. Ama buna karşın kuşatmaaltındaki Gazze halkının sergilediği güçlü direniş de,sömürüye, baskıya, eşitsizliğe ve zorbalığa karşı teketkili silahın direniş olduğunu hem dosta hemdüşmana göstermiştir. Sömürülen ve ezilenlerin tekçıkış yolu meşru, militan, birleşik direniştir.

Filistin halkının direniş iradesi kazandı!

Page 3: Kızıl Bayrak 2014-32

Ayrımcılığa, izolasyona ve kölelikkoşullarında çalışmaya karşı mücadeleye!

Suriyeli mültecilerle ilgili olarak İçişleri Bakanlığıhazırladığı genelgeyi 81 il valiliğine gönderdi.Genelgeyle İstanbul, İzmir, Ankara, Bursa, Adana,Mersin, Kayseri gibi şehirlerde yaşayan Suriyeliyoksullar kamplara kapatılmak isteniyor. Suriyeliler’inkamplara kapatılmasının gerekçesi olarak dilencilikyapmaları gösteriliyor. Suriyeli mültecilere kamplardaher tür kolaylığın sağlanacağı da aynı genelgede ifadeediliyor. Oysa kamplarda Suriyeli yoksullar tamanlamıyla sefalet koşullarında bir hayat sürdürüyorlar.

Kolaylık sağlandığı söylenen kamplarıniçler acısı durumu

Kamplar sermaye devletinin elinin içinde olduğusavaşın mağduru Suriyeli mültecileri karşılayacakkapasitede değildir. Bazı kamplarda aynı çadır vekonteynerlerde birden fazla aile barınmak zorundakalmaktadır. Yiyecek, su, giyecek, ilk yardım vb. temelihtiyaçlar tam olarak karşılanmamaktadır. Suriyelimülteciler izolasyona maruz kalmakta, hareket alanlarıkısıtlanmaktadır. Kamplara giriş çıkışlar özel kontrolnoktalarından denetlenmekte, mülteciler potansiyelsuçlu muamelesi görmektedirler.

Etnik ve dini köken çerçevesinde ayrımcı politikalaruygulanmakta, farklı din ve inanca sahip olansığınmacılara yönelik ayrımcılık artmaktadır. Örneğinkamplarda sadece Sünni inanç mensuplarına yönelikolarak din hizmeti verilmektedir. Hıristiyanlar, Aleviler,Kürtler, Romanlar, Çerkezler yok sayılmaktadır.Kamplarda cinsiyet ayrımcılığı ve şiddet her geçen gündaha fazla artmaktadır. Kamp ortamında, özellikleyalnız kadınlar ve çocuklar cinsiyet ayrımcılığının ağırsonuçlarını yaşamaktadırlar.

Türkiye’de yaklaşık 600 bin ila 800 bin arasındaSuriyeli sığınmacı bulunuyor. Sığınmacıların sadece200 bini kamplarda yaşıyor. Kalanlar ise, özellikleİstanbul, İzmir, Mersin, Ankara gibi büyük kentler ileŞanlıurfa, Mardin, Diyarbakır, Batman gibi Kürtillerinde sefaletin kör kuyusunda bir yaşamısürdürmeye çalışıyorlar.

Sığınmacıların büyük çoğunluğu Türkçekonuşamamakta ve olumsuz durumlar karşısındanereye başvuracağını bilememektedir. Suriyelisığınmacılar sağlık ve beslenme imkanlarına sahipdeğiller. Sığınmacıların önemli bir kısmı kültüreluyumsuzluk yaşamaktadır. Sığınmacıların çocuklarıeğitimlerine devam edememektedirler. Sosyal

dışlanmaya maruz kalmaktalar.Suriyeli sığınmacılar hızla tecrite dönüşen bir

yaşama mahkum olmakta, ayrıca birçok saldırıya damaruz kalmaktadırlar. Sığınmacılar, horlanıyor,aşağılanıyor ve eşit görülmüyorlar. Irkçılığın veayrımcılığın her türüne maruz bırakılıyorlar. Daha dakötüsü işçi ve emekçilerin işsizliğin, evsizliğin,yoksulluğun, eğitimsizliğin sebebi olarak Suriyelisığınmacıları görmelerini sağlamak için inceltilmişalçakça bir politik yaklaşım sergilenmektedir. Burjuvazihem işçi ve emekçileri daha ucuza çalıştırmak içinSuriyeli sığınmacıları kullanmakta, hem desığınmacılardan ucuz iş gücü kitlesi olarak tepe tepeyararlanmaktadır. Hayat pahalılığından, artankiralardan, vergilerden dolayı da sığınmacıları suçlayanbir atmosfer yaratmaya çalışmaktadır. Suriyelisığınmacı akınına yol açan politik bir tutum izleyenAKP iktidarı, yaşanan süreçteki belirleyici rolününüstünü kapatmaya çalışmaktadır.

AKP iktidarı SuriyelileriTürkiye’ye gelmesi için teşvik etmişti

Suriyeli mültecilerin önemli bir kısmının ilticaetmelerinde AKP iktidarının özel çabası etkili olmuştu.AKP iktidarı Esad rejiminin meşruiyetini yitirmesi için,Suriyeliler’in ülkelerini terk etmesi politikasına dörtelle sarılmıştı. Gelinen noktada istenmeyenler olarakdamgalanan Suriyeli sığınmacıların yüz binler halindeTürkiye’ye gelişini AKP iktidarı özellikle teşvik etmişti.Suriyeliler’in yüz binler halinde ülkesini, evini barkınıterk edip Türkiye’ye sığınmak zorunda kalmalarının,

işçi ve emekçilerin sefaletine ve yoksulluğuna ortakolmalarının sorumlusu özelde AKP iktidarı geneldesermaye devletiydi.

AKP iktidarı Suriye’ye silah ve askeri mühimmatdolusu yüzlerce TIR göndermişti. ÖSO’cu ve el Kaideciterörist çetelere ve komutanlarının Türkiye’de ciritatmalarına, toplantılar yapmalarına, saldırılara sınırınbu tarafında hazırlanmalarına, yaralılarınınambulanslarla hastanelere taşınmasına, sınırlardanistedikleri gibi girip çıkmalarına müsaade etmişti.

Bölgesel güç olmak adına emperyalistlere işgalçağrısı yapan, herkesten önce Suriye ile savaşa girmekiçin can atan, Osmanlıcı, yayılmacı hayaller uğrunamezhepleri ve halkları birbirine kışkırtmak-kırdırtmakiçin kirli savaş politikaları güden de AKP iktidarıydı.Aynı AKP iktidarının savaş gerekçesi yaratmak için“gerekirse o tarafa geçer, kendi topraklarımıza birkaçfüze atarız” diyen komplocu yaklaşımı da açığaçıkmıştı.

Yüz binlerce Suriyeli’nin bugün doğduğu vedoyduğu yerleri terk etmek zorunda kalmasında AKPiktidarı ve sermaye devletinin sorumluluğu aşikardır.Kapitalistler arasındaki paylaşım kavgası yüzündenSuriye halkları yerinden yurdundan olmuştur. AKPiktidarı bu kavganın önde gelen unsurlarından biridir.Yani hesap vermesi gerekenlerin başında AKP iktidarıve temsilcisi olduğu Türk burjuvazisi gelmektedir.

Suriyeli yoksulların varlığı ve yaşadığı sorunlar birgerçekliktir. Türkiye işçi sınıfı da bu gerçekliğe kayıtsızkalamaz. Türkiye işçi sınıfının, Suriyeli sığınmacılarınsorunlarını da kendi sorunlarının bir parçası olarakgörmelidir.

Ülkenin dört bir yanında organize sanayibölgelerinde güvencesiz çalışan Suriyeli işçiler Türkiyeliişçilerin rakipleri değil, asalak burjuva sınıfa karşıbirlikte mücadele edeceği sınıf kardeşleridir. Suriyeliişçilerin insanca yaşam koşullarına sahip olmalarıTürkiye işçi sınıfının aleyhine değil lehine birdurumdur. Bu yüzden işçi sınıfı Suriyeli sığınmacılarayönelik her türden ırkçı ve ayrımcı politika veuygulamaların karşısına dikilmelidir. Suriyeli işçilerinyaşamın her alanında eşit sosyal ve siyasal haklarasahip olmalarını savunmalıdır. Çünkü bütün işçiler içinkurtuluşun yolu işçilerin birliği, halkların kardeşliği veeşitliği yoludur.

Şanlıurfa’da, “ekmek almaya giden 2 çocuğuSuriyelilerin dövmesi” iddiası üzerine 31 Temmuzakşamı toplanan kişiler Suriyelilere saldırdı.Suriyelilerin oturduğu bir ev taş yağmuruna tutuldu.

Haliliye İlçesi’ne bağlı Bağlarbaşı Mahallesi’ndekisaldırıda bir grup da Suriyelilerin kaldığı evi yakmayaçalıştı. Polis toplanan kalabalığı çember içine aldı ve

olayların büyümemesi için uzun süre ‘dil dökerek’saldırganları ikna etti.

Benzer saldırılarda olduğu gibi Suriyelileri hedefalanlara hiçbir şey yapılmadı. Mültecilerin ihtiyaçlarıkarşılanmayıp kendi hallerine bırakılırken gittikleriher bölgede işçi ve emekçilerle aralarında gerilimleroluşması sağlanarak hedef haline getiriliyorlar.

Urfa’da da Suriyeli mülteciler hedef haline geldi

Page 4: Kızıl Bayrak 2014-32

Suriye’deki katliamlarının ardından Irak’a dayönelen gerici IŞİD çetesi önemli bir kasabadaüstünlüğü ele geçirdi. Suriye sınır hattında, Musul’a 60kilometre mesafede kalan Şengal kasabasının gerialınamadığı takdirde, IŞİD çetesinin Rojava’ya yöneliksaldırılarında önemli avantaj kazanacağı ve yeni bir hatoluşacağı ifade ediliyor.

KDP’ye bağlı peşmerge güçlerinin kontrolündekiŞengal kasabasında 1 Ağustos’ta başlayan ve iki günsüren yoğun çatışmalar yaşandı. IŞİD çeteleri 2Ağustos gecesi saat 03.00’ten itibaren kasaba ve çevreköylere yoğun saldırı başlatmış, saldırı karşısında bölgeemekçileri silahlarla çetelere karşı direnmeyeçalışmıştı. Fakat, sabah erken saatlerde KDP’ye bağlıpeşmergeler konvoy halinde geri çekilince savunmasızkalan kasaba, IŞİD çetesinin eline düştü.

IŞİD çetelerinin Şengal’i tümden alması durumundaMusul’dan Til Koçer sınırına kadar yaklaşık 400 km’yibulan bir alanın IŞİD’in eline geçmiş olacağı ifadeediliyor. Bu da IŞİD’in Musul’dan Telaffar hattıüzerinden Rojava’ya dönük saldırılar için istediği gibisilah, cephane ve savaşçı geçirmesi anlamına geldiği vebununla birlikte saldırılarını şiddetlendireceğibelirtiliyor. Irak ordusunun 6 Haziran’da boşalttığıbölgelerden olan Şengal o günden itibarenpeşmergelerin denetimindeydi.

Yine önce katliam yaptılar

Gerici çetelerin şiddetinden kaçan Şengalliler isegöç ederek ve dağlara sığınarak hayatta kalmayaçalıştı. Denetimi eline alan IŞİD çetesi, her zamanki gibiilk olarak kendilerinden ayrı ırk ve inançtan olan bölgehalkını katletmeye başladı. Özellikle genç erkeklerinkatledildiği, kadınların kaçırıldığı ve tecavüz edildiğigelen bilgiler arasında. Ayrıca dağlara sığınan Ezidi halkise aç, savunmasız ve yardıma muhtaç durumda kaldı.

Irak’ın yeni başbakanını seçmek için toplanan IrakParlamentosu’nda konuşan Şengalli Ezidi KürtMilletvekili Viyan Daxil şunları söyledi: “Şimdiye kadar500 Ezidi genç erkek katledildi. Kadınlarımızıpazarlarda satmak üzere kaçırıyorlar. Tecavüzediyorlar ve onlara ganimet gözüyle bakıyorlar.”

Viyan Daxil, şimdiye kadar 500 Ezdi kadının cariye

yapılmak üzere kaçırıldığını belirterek şunları söyledi:“Son 48 saat içerisinde 32 bin aile göç etti. Aç ve susuzŞengal dağlarında, etrafları kuşatılmış durumda. 70çocuk, 50 yaşlı açlıktan öldü.”

Ayrıca UNICEF IŞİD’in saldırıları sonunda, Şengal’deiki gün içinde 40 Ezidi çocuğun şiddet, yerinden edilmeve susuzluktan öldüğünü açıkladı.

Ezidi emekçiler direnişi seçti, YPG-HPG desteğe geldi

Ezidi emekçilerin silahlandığı ve Şengal DirenişBirlikleri oluşturarak, katliamcı çete IŞİD’e karşımücadele yolunu seçtiği yerel kaynaklardan gelenbilgiler arasında. Peşmergelerin de Şengal’iboşaltmasıyla beraber Êzîdî Kürtlerle IŞİD çeteleriarasında 3 Ağustos gecesi saat 02.00’den itibarenyoğun çatışmalar yaşandığı ifade ediliyor.

Ezidi Kürtleri’nin kutsal mekanı olan Şengal’e, sınırıgeçen YPG güçleri de ilk olarak müdahale ederekdestek oldu. YPG birliklerinin sınırı geçmelerininardından Şengal dağındaki binlerce emekçiyi korumakiçin savunma hattı oluşturduğu ve insani koridorlabölgeden uzaklaştırdığı bildirildi.

Keza 5 Ağustos itibariyle HPG de bölgeye güçaktararak gerici çetelere karşı çatışmalara dahil oldu.YPG-HPG gerillaları çetecilere karşı saldırılargerçekleştirerek ilerleyişi yavaşlatırken Şengal DirenişBirlikleri adıyla bölgedeki emekçilerin de örgütlenmeyiarttırdığı gelen bilgiler arasında.

Şengal Direniş Birlikleri 5 Ağustos gecesi şehirmerkezinde çetecilere saldırdı. 4 çete üyesinin öldüğüeylemin ardından birliğin geri çekildiği belirtildi. Bueylem, gerici çetenin Şengal’i işgalinin ardından şehirmerkezinde verilen ilk karşılık olması nedeniyle önemtaşıyor. Bu da katliamlara, zırhlı araç ve ağır silahdesteğine rağmen çeteleri zorluyor. Keza Rabia’da daçetelerin saldırılarının YPG tarafından kırıldığı vegericilerin ilerleyemediği aktarılıyor.

Ayrıca ANF’nin aktardığı bilgiye göre, 6 Ağustosakşamı 2 taburluk YPG/YJA STAR gerilla gücünün tümüŞengal Dağı’na ulaştı. Şengal Dağı’na ulaşan gerillalarınilk olarak, buraya daha önce ulaşan HPG-YPG gerillalarıile güvenlik tedbirlerini arttırdıkları belirtiliyor.

Ezidi emekçilerin oluşturduğu Şengal DirenişBirlikleri ve gerillar, ortak operasyon yaparak 6 Ağustosakşam saatlerinde IŞİD çetelerinin konumlandığıDugura Köyü’nü kurtardı. Çok sayıda çete üyesininöldürüldüğü, askeri araçların imha edildiği belirtildi.Ayrıca 2 Ağustos’ta çetelerin yeniden işgal girişimindebulunduğu Batı Kürdistan’ın Til Koçer kentininkarşısındaki Rabia’da YPG gerillasının müdahalesiylekent merkezinin denetimi büyük çoğunlukla geri alındı.Kent çevresinde ise IŞİD çetelerine karşı operasyonunsürdüğü gelen bilgiler arasında.

Ezilen halklarla dayanışmaya!

IŞİD çetelerinin Şengal’a saldırısı Mardin, Şırnak,Siirt, Silopi ve Ağrı’da kitlesel bir şekilde protestoedildi. Ayrıca İstanbul’da da sokakalara çıkan emekçilerKadıköy’de eylem yaparak Ezidi halkına destek verdiler.Avrupa’da da Belçika, Avusturya, İsviçre’nin birçokkentinde de destek eylemleri gerçekleştirildi.

IŞİD Şengal’e girdi,Ezidi emekçiler silahlandı

Şengal katliamı protesto edildiHDK/HDP İstanbul Gençlik Meclisi’nin çağrısıyla,

Kadıköy Altıyol’da bir araya gelen kitle İskeleMeydanı’na yürüdü. HDK/HDP İstanbul GençlikMeclisi adına İlayda Aktül’ün yaptığı açıklamada.AKP’nin beslediği eli kanlı gerici çetelerin Şengal’deyaşayan Ezidi halkına yönelik vahşi katliamlargerçekleştirdiği hatırlatıldı ve Ezidilerin katliamauğratılmalarına izin verilmeyeceği belirtildi. Filistin’eağlarken Şengal’i görmezden gelmenin iki yüzlüceolduğu kaydedildi.

Ezidilerden IŞİD karşıtı eylemAlmanya’nın Köln kentinde bulunan Eberplatz

Meydanı’nda toplanan yaklaşık bin Ezidi Kürdü,buradan Köln Katedrali’ne kadar yürüdü.

Köln Katedrali önünde yapılan açıklamadauluslararası toplum Ezidilere karşı gerçekleşen IŞİDsaldırılarıyla ilgili duyarlı olmaya çağırıldı ve “Tümdevletlerden bütün dünyadan yardım istemek içinburadayız. Eğer bize destek çıkmazlarsa Şengaldağlarında sonumuz ölümdür” denildi.

Ezidi emekçilere destek eylemleri

Page 5: Kızıl Bayrak 2014-32

Zindanlardaki hak ihlallerine karşı tutsaklarla dayanışmaya!

Sınıflar mücadelesi tüm mevzilerde olduğu gibihapishaneler üzerinden de sürüyor. Fakat kendineözgü yanlarıyla zindanlar üzerinden gerçekleşenmücadele daha keskin ve çetin bir hal alıyor. Sermayeiktidarı ve onun adına bugüne kadar ülkeyi yönetenher hükümet, sınıflar mücadelesinin bu zorlumevzisinde “esir düşmüş” tutsaklara karşı ya teslimalmaya ya da öldürmeye dayalı bir politikaizleyegelmiştir. Zira “içerisinin teslim alınamadandışarısının da kontrol altına alınamayacağı” bilinciylehareket eden burjuvazi ve onun temsilcilerinin özelmülkiyet ve artı-değer sömürüsü üzerine inşa ettiklerikapitalist düzenlerinin devam edebilmesi adına vargüçleriyle devrimci ve emekçileri; toplumun tüm ezilenkesimlerinin örgütlü, en ileri unsurları şahsındagerçekleşen bu saldırılar, bir bütün olarak toplumunzapturapt altına alınması amacı ve politikasınınhapishanelerdeki yansımasından başka bir şey değildir.Bu açıdan zindanlar ve burada yaşananlar içindebulunduğumuz düzenin de aynasıdır.

İşte bu nedenle ve özellikle de F tipi saldırılarsonrasında hapishanelerdeki devrimci ve muhaliftutsaklara yönelik hak ihlalleri ve “bilinçli katletme”politikaları sistematik şekilde sürdürülüyor. Elbette ki,“devrimci iradenin teslim alınamayacağı” gerçeğidevrimci tutsakların en ağır tecrit koşullarında bilesürdürdükleri mücadelelerle ortaya konuluyor.Bununla birlikte asıl ve temel hedefin devrimcitutsaklar olduğu açık olan “katletme politikasından”hapishanelerdeki tüm hasta tutsaklar paylarına düşenibir şekilde alıyorlar.

Son olarak PKK davasından on sekiz yıldır tutuklubulunan Şeyhmus Yetek’in bu bilinçli katletmepolitikaları nedeniyle şehitler kervanına adınıyazdırdığına tanık olduk. Kan kanseri olmasına vehastalığının ne olduğunun bile kendisinesöylenmemesine rağmen ancak konuşamaz, su içemezhale geldikten sonra ve şuurunu yitirmesi sonucundaAdli Tıp Kurumu’ndan infazın durdurulması kararıçıkmıştır. Bu karar ise zindanlarda gerçekleştirilenkatliamcı tutumun üzerini örtmeye yönelik birmanevra olmuştur sadece.

Şeyhmus Yetek, hapishanelerde devam edenkatliamcı politikanın ne ilk ne de son “kurbanıdır.”

“İstanbul Silivri 6 No’lu Cezaevi’nde tutulan FerhatDiri isimli tutuklu sekiz aydan bu yana pençesindebulunduğu verem hastalığı nedeniyle cezaevindeyaşamını yitirdi. Bir yıl altı aydır cezaevinde tutulanDiri’nin koğuşunda fenalaştığı, her hangi bir müdahaleyapılmadan müşahede odasında yaşamını yitirdiğiöğrenilmiştir. Gene geçtiğimiz mayıs ayında da TarsusC Tipi Cezaevi’nde tutuklu bulunan akciğer kanserihastası olan Mehmet Beşir Alto da cezaevindetutularak katledildi. En ağır tecrit koşulları altındaKırıkkale Hacılar F Tipi Cezaevi’nde tutulan veağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile yirmi iki yıldırtutuklu olan PKK’li Aram Akyüz kalp krizi geçirerekyaşamını yitirmiştir.” (Özgür Gündem, 14 Temmuz)

Sosyalist basına ve hatta yer yer burjuva basınayansıyan bu haberler bile zindanlar gerçeğini vesermaye iktidarının katliamcı politikasını özetlemeyeyetmektedir. TUHAD-FED’e göre tüm hapishanelerdebeş yüzü aşkın hasta tutsak bulunmaktadır. Yine

Tecrite Karşı Mücadele Platformu’nun yaptığıaçıklamaya göre ise on iki yılda hapishanelerde 2000’eyakın kişi ölürken 490 da hasta tutsak olduğubelirtilmektedir. Keza 200’e yakın hasta tutsağındurumu ağır olup tek başına yaşamını idameettiremeyecek durumda olduğu belirtilmektedir. Birbaşka kaynağa göre ise son bir yılda zindanlardançıkan tabut sayısının 316 olduğu bildiriliyor. (Yürüyüş, 6Temmuz)

Sermaye devletinin hasta tutsakları katletmek içinbaşvurduğu temel kurumlardan biri de “Adli TıpKurumu”dur. Sermaye düzeninin gerici iktidar içimücadelesinde ısmarlama ve sahte raporlarla iyiceteşhir olmuş olan bu kurumun hasta tutsaklarınkatledilmesi doğrultusunda insanlıkla bağdaşmayacaktutum ve gerekçelerle raporlar hazırladığı birçokörnekle sabittir. Bu açıdan Güler Zere örneğihafızalarımızda tazeliğini koruyan en çarpıcıörneklerden biri olmuştur. Bağımsız hastanelercetedavilerinin dışarıda yapılması gerektiğine dairyüzlerce hasta tutsağın raporları bulunmasına rağmensermaye iktidarı ATK’nın raporlarını kabul ederek bukurumu adeta bir “tabutluk merkezi”, “bir örgütmerkezi” gibi çalıştırıyor.

“Erzurum H Tipi Cezaevi’nde kalan İsmail Karataşsağ bacağından ameliyat olması ve hapishanekoşulların yarasının enfeksiyon kapmasına bacağınıkaybetme riskinin bulunmasına rağmen yine kürekkemiğinde meydana gelen kırılmadan dolayı geçirdiğiameliyatlı yerinde de enfeksiyon oluşmasına rağmentutukluluk hali de devam ediyor.” (Özgür Gündem, 14Temmuz)

“Kandıra 2 No’lu F Tipi Cezaevi’nde tutuklu bulunanAbdullah Kalay, %70 kalp yetmezliği teşhisine veKocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi Adli Tıp Ana Bilim DalıHeyeti tarafından ikinci kez verilen “cezaevindekalamaz” raporuna karşı tahliye edilmedi. 12 yıldırtutuklu bulunan Kalay’ın kalbi %35 oranında çalışıyorve cezaevinde kalp krizi geçirdi.” (Cumhuriyet, 16Temmuz)

“Tekirdağ 1 No’lu F Tipi Hapishanesi’nde kalanMehmet Yamaç’ın göğüs kafesi kırık ciğerleri yanık vesolunum zorlukları yaşıyor.”

“Bolu F Tipi Hapishanesi’nde kalan Ufuk Keskin tip1 şeker hastası. Çölayak hastalığına yakalanan UfukKeskin’e günde dört insülin iğnesi yapılıyor.”

“Tekirdağ 1 No’lu F Tipi Hapishanesi’nde kalan veşizofren teşhisi konulan Hasan Tahsin Akgün ileriderecede psikolojik tedavi görüyor.”

“Sincan 1 No’lu F Tipi Hapishanesi’nde kalanMustafa Gök, Wernicke Korsakoff hastası ve hafıza,denge ve bellek kaybı sorunları yaşıyor.”

“Sincan 1 No’lu F Tipi Hapishanesi’nde kalanHüseyin Özarslan kronik hepatit B hastası, tansiyon veeklem ağrıları sorunları yaşıyor”

“Süleyman Acar, travmatik epilepsi hastası vekafasında platin var.”

“İzmir Kırıklar 1 No’lu F Tipi Hapishanesi’nde kalanFikret Kara, Wernicke Korsakoff hastası”

“Kırıklar F Tipi Hapishanesi’nde kalan Talat ŞanlıWernicke Korsakoff hastasıdır ve %52 iş göremezraporu var.”

“Kırıklar F Tipi Hapishanesi’nde kalan Yusuf Kenan

Dinçer, Wernicke Korsakoff hastasıdır. Ayrıca Vari Koselameliyat olmuş ve tedavisi sürmektedir.”

“Gebze Kadın Hapishanesi’nde kalan ÖzlemTaşdemir psişik bozukluk rahatsızlıkları olup bigolarbozukluk teşhisi konulmuştur.”

“Sincan F Tipi Hapishanesi’nde kalan SermaniÖzcan, Wernicke Korsakoff hastasıdır.”

“Kandıra F Tipi Hapishanesi’nde kalan Ali Teke,Wernicke Korsakoff hastasıdır.” (Yürüyüş, 6 Temmuz)

Bunlar hapishanelerdeki 500’ün üzerindeki hastatutsaklardan bir kısmıdır. Zindanlarda süren “katliamcıpolitikalar” sonucunda tutsaklıkları devam etmektedir.

Hasta tutsaklara yönelik katliamcı politikalarlabirlikte hak ihlalleri zindanlarda öne çıkan bir diğersorun olarak varlığını sürdürmektedir. Edirne F TipiHapishanesi’nde kalan Yusuf Arslan’ın 17.04.14 tarihliCumhuriyet gazetesinde çıkan mektubu yaşananihlallere çarpıcı bir örnek teşkil ediyor. Yusuf Arslan,Edip Tarhan, Canip Tarhan ve Hasan Yıldız adlıtutsaklar adliye dönüşünde tamamen insani bir talebi(birbirlerini görme şansı olmayan abi ve kardeşin aynıring aracında dönmeleri) dile getirdikleri için üstteğmen, uzman çavuş ve askerler tarafından işkenceyetabi tutulmuşlardır. Uğradıkları işkence yetmezcesinebir de hapishane idaresi tarafından haklarındasoruşturma açıldığını belirtmektedir. İşte bu yüzdendirki, Yusuf Arslan haklı olarak mektubunda, “Elbette Ftiplerini gündemde tutan bir mimari yapıdan, birhapishaneden çok bu mimari yapıyla bütünleşenpolitikadır. Bu politika tutsakların tecrit ve baskılarlaboyun eğdirilmesini içermektedir” demektedir.

Yine Evrensel gazetesinin 17.07.14 tarihlisayısından yansıyan bir haber hak ihlallerinin dekeyfiliğinin geldiği aşamayı çok çarpıcı bir şekildesergilemektedir. Sincan Kadın Hapishanesi’ndehukuksuz aramaya karşı çıktığı ve gardiyanlara “nedeninsanca davranmıyorsunuz?” dediği için hakkında”resmi görevliye hakaret” davası açılan Hülya Dursunadlı tutsağa yedi buçuk yıl ceza verildiği belirtiliyor.

İzmir Kırıklar 1 ve 2 No’lu F Tipi’nde de kamerasaldırısına karşı tutsakların göstermiş olduğu iradehücre cezaları ve tazminat davaları üzerinden kırılmakistenmişse de sonuç alınamayacağı ortadır.

Kuralsızlık ve keyfiyete dayalı bu saldırılarındevrimci ve muhalif tutsakların göstereceği örgütlütepki ile boşa çıkarılacağı açıktır. Sınıflar mücadelesininözel bir alanı olan zindanlar her açıdan daha yalın vekeskin bir irade savaşını gerektiriyor. Devrimci ve siyasitutsaklar şimdiye kadar bu mücadeleyi nice bedellerödeyerek sürdürmüşlerdir ve sürdürmeye devametmektedirler. Ancak onların bu çabalarını zafereulaştıracak olan asıl etken kamuoyunun, yanidışarısının bu mücadeleye ne oranda sahip çıktıklarıolacaktır. Tutsakların sesinin işçi ve emekçilereulaştırılması ve yine başta işçi ve emekçiler olmaküzere toplumun geniş kesimlerinin bu konudaduyarlılığının arttırılması gerekmektedir.

“Devrimci tutsaklar teslim alınamaz!”“Zindanlar yıkılsın tutsaklara özgürlük!”

Onur KaraTKİP dava tutsağı25 Temmuz 2014

Kırıklar 1 No’lu F Tipi Hapishanesi

Page 6: Kızıl Bayrak 2014-32

“Sosyalist işçi-emekçicumhuriyetini kuralım!”

Bağımsız Devrimci Sınıf Platformu (BDSP), 5Ağustos akşamı Avcılar Marmara Caddesi girişindegerçekleştirdiği yürüyüşle sermaye düzeninin seçimoyunu karşısında işçi ve emekçileri, kurulucumhuriyetin gerici ve reformcu tüm seçeneklerininüzerini çizme ve sosyalist işçi-emekçi cumhuriyetiyazmaya, devrim ve sosyalizm mücadelesi saflarınakatılmaya çağırdı.

Cadde girişinde toplanan BDSP’liler “Çözüm neseçimde ne mecliste... Çözüm devrimde, kurtuluşsosyalizmde” şiarlı pankartı açarak belediyemeydanına yürüdüler. Sloganların atıldığı yürüyüşünardından meydanda basın açıklaması okundu.

Cumhurbaşkanlığı seçimlerine sayılı günler kala, budüzenin efendilerinin çürümüş düzenlerine bir kezdaha oy istediklerine değinilen açıklamada HaziranDirenişi’nin yarattığı sarsıntı ve son olarak cemaat ilegirdiği iktidar kavgası sonucunda patlak verenyolsuzluk operasyonlarıyla ipliği pazara çıkan AKP’nin,gerici iktidarını sağlama almak için cumhurbaşkanlığıseçimlerini önemli bir fırsat olarak gördüğü söylendi.Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde öne çıkartılan diğerana tarafın AKP’yle gerici bir iktidar mücadelesiverdiğine dikkat çekilen açıklamada her iki tarafın daçürüyen, dökülen burjuva cumhuriyetinin bayrağınıtaşıdıklarının altı çizildi.

Açıklama, seçimlerin iki ana tarafının yanı sıraüçüncü tarafa dair şu sözlerle devam etti: “İddiaları ve

söylemleri ne olursa olsun dört dörtlük sosyal-demokrat reform programına oturtulmuş ve kendinisolda ifade eden bu platformun işçi ve emekçilereverebileceği bir şey yoktur. Sömürü, rant ve yağmaüzerine kurulu bu düzenin temellerine dokunmadantoplumsal hiçbir sorunda gerçek ve kalıcı çözümeulaşılamaz.”

Açıklamanın son bölümünde ise, sosyalist işçi-emekçi cumhuriyetini kurma çağrısında bulunularak şuifadelere yer verildi: “Bizler sömürü düzenine karşı işçisınıfı ve emekçilerin kurtuluş mücadelesini yürütenkomünistler olarak işçi-emekçilerin sosyalistcumhuriyetini kurma mücadelesi veriyoruz. Mesele buseçimlerde şu ya da bu adaya oy vermenin ötesindetek yol olan devrimci sınıf mücadelesini büyütmektengeçmektedir. İşçi sınıfı ve emekçilerin sorunuCumhurbaşkanlığı koltuğuna kimin oturacağı değilgerçekte sermayenin sınıf egemenliğini yıkaraksosyalist bir işçi-emekçi cumhuriyeti kurmaktangeçmektedir. O halde işçi ve emekçiler olarak bizleredüşen görev, kurulu cumhuriyetin gerici ve reformcutüm seçeneklerinin üzerini çizmek ve sosyalist-işçiemekçi cumhuriyeti yazmaktır.”

Halk Cephesi’nin de destek verdiği eylemsloganlarla ve mücadeleyi yükseltme çağrısıyla sonaerdi.

Kızıl Bayrak / Avcılar

İşçiler Cumhurbaşkanlığıseçimini tartıştılar!

İşçiler 3 Ağustos’ta Kayseri İşçi Derneği’ndekitoplantı ile Cumhurbaşkanlığı seçimini tartıştı.Toplantı, BDSP temsilcisinin şu ifadeleriylebaşlatıldı:“Cumhurbaşkanı adaylarının tümü işçi veemekçileri kendilerine oy vermeye çağırıyorlar. AKP’ninadayı Tayyip Erdoğan, CHP-MHP’nin ortak adayıEkmeleddin İhsanoğlu ve HDP’nin adayı SelahattinDemirtaş en iyi adayın kendileri olduğunu söylüyorlar.Her aday halkın cumhurbaşkanı söylemiyle oy istiyor.”

Erdoğan’ın iktidarını sağlamlaştırmaya çalıştığınıbelirten temsilci, “Tayyip Erdoğan Gezi ve yolsuzlukbadirelerini atlattı. Şimdi de Cumhurbaşkanlığısınavından başarıyla çıkmak istiyor. Esas hedefi isebaşkanlık sistemi aracılığıyla yeni bir zırh dahakuşanmaktır” dedi.

Erdoğan’la aynı kumaştan dokunmuş olanİhsanoğlu’nun adaylığına değinen temsilciemperyalizme ve tekelci burjuvaziye hizmette AKP ileortaklaştıklarını belirterek burjuvazinin sınıf çıkarlarınahizmet ettiklerini, bu açıdan AKP’yle hiçbir farklarıolmadığını belirtti.

Sermaye düzeni ile, burjuva sınıf iktidarınıntemelleri ile HDP adayı Demirtaş’ın da bir sorunubulunmuyor diyen temsilci; “Selahattin Demirtaş varolan düzenin sınırları içinde Kürt sorununu çözmeyaklaşımının bilinciyle yola çıkıyor. Radikaldemokrasiden söz ediyor. Demokrasi, ulusal sorun,MGK’ya dair düşüncelerini dile getiriyor. Tüm busorunların kaynağı burjuva devleti ve cumhuriyetinintemellerine dokunan tek laf etmiyor. Hatta var olansömürücü düzenin temellerine dokunmayı aklındanbile geçirmediğini, tek hedefinin demokratikcumhuriyet olduğunu dile getiriyor. Sonuçta HDPgeleceğini AKP’nin geleceğine endekslerken,Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde de hesabını ‘çözümsüreci’nde elini güçlendirecek ve AKP ile gerektiğindeikinci tur öncesinde pazarlık yapabileceği bir oy oranıelde etmek üzere yapıyor” dedi.

Son olarak sunumda şunlar vurgulandı: “Erdoğanve İhsanoğlu burjuva cumhuriyetin gerici adaylarıdır.Selahattin Demirtaş ise cumhuriyeti aşırılıklarındanarındırıp demokratikleştirme politikasına dört ellesarılan demokratik cumhuriyetçilerin adayıdır. İşçisınıfı kendi iktidarı için, Sosyalist işçi emekçicumhuriyeti için mücadele etmelidir.”

Söz alan bir işçi sandığın çözüm olmadığını belirtti.“Hangisi seçilirse seçilsin bu yaşıma geldim hepsipatronlara hizmet ettiler. Biz gözümüzü iktidarımız içinmücadeleye dikmeliyiz. Gerisi aldatmacadır. Bensandığa gitmeyeceğim bu oyuna ortak olmayacağım”dedi.

“İşçilerin kafası karışık” diyen bir metal işçisiyseşunları söyledi: “Arkadaşlarla konuşuyoruz. KimisiTayyip gitsin diyor. Ötekisi Ekmeleddin çare diyor. Çaredediklerini İslam Konferansı Genel Sekreterliği’neTayyip Erdoğan önermiş. Yani aynı ipliktendokunmuşlar. Selahattin Demirtaş’ın hiçbirkonuşmasında bizim boğazımızı sıkan patronlarınegemen olduğu düzeni yıkmaktan bahsettiğinigörmedim. Çözümü işçilerin birliği, halkların kardeşliğimücadelesinde görmüyor. AKP’de arıyor. Çok oy alayımda AKP ile pazarlık yapayım derdi. Ben sandığa gidipboş oy atacağım.”

Kızıl Bayrak / Kayseri

Seçim gündemlidevrimci faaliyet!

Mamak'ta, Sincan'da, üniversite ve liseli gençlikle“Cumhurbaşkanlığı seçimleri ve devrimci tutum”başlıklı söyleşiler gerçekleştirildi. Aynı zamanda haftabaşından itibaren, işçi ve emekçilere yönelikpropaganda faaliyeti kesintisiz olarak sürdürüldü.

Mamak'ta sınıf devrimcileri seçimler ile ilgili afişçalışması gerçekleştirdi. “Ne seçim ne düzen! Çözümdevrimde kurtuluş sosyalizmde!” şiarlı BDSP afişleri

bildiri dağıtımı eşliğinde Tuzluçayır Mahallesi'degerçekleştirildi.

OSTİM ve Batıkent’te yapılan afişlerle işçi veemekçiler seçim oyununu bozmaya çağrıldı. İsrail’inFilistin’e yönelik saldırılarını ve gerici çetelerinOrtadoğu'da estirdiği terörü teşhir etmek amacıylaafişler kullanıldı.

Sincan’da “Kokuşmuş burjuva düzen yıkılmayıbekliyor, sosyalist işçi-emekçi iktidarı için diren-örgütlen!” başlıklı bildiriler emekçi mahallerindedağıtıldı.

Afişler Kızılay merkezde de kullanıldı. Kızıl Bayrak / Ankara

Page 7: Kızıl Bayrak 2014-32

İşçi ve emekçilerin kulağına fısıldanan kutsalyalanlar, sözde ‘ahlak bekçiliği’ sömürü düzenini ayaktatutmak içindir. Burjuva sınıfa mensup olanların yaşambiçimi, davranış kuralları, ahlak anlayışı ise bilereksaklanır. İşçinin emek gücünü çalmak başlı başına enbüyük hırsızlıkken, kapitalist sistemin burjuvayasalarında bunlar suç kapsamına girmez. Aksine onlar‘açtıkları iş kapısıyla’ önemli yatırımcılar, hayırsever işinsanları olarak düzene baş tacı edilirler.

Emeğini çaldıklarının dünyasına ise farklı bir yüzlegirmeye özen gösterirler. Burjuva kültürün ‘ağırbaşlılığı’, ‘hümanizmi’ bu asalak zümrenin taktığımaskelerden biridir.

İç siyasette düzen partileri yeri gelir birbirleriniyerler, en bayağı küfürleri birbirlerine karşı kullanırlar.Ancak burjuva sınıfa mensup ‘beyler’ ve ‘bayanlar’,onların sınıf örgütleri ve bu sınıf adına konuşanlar isetüm bunların dışındaymış gibi bir yanılsama yaratmayaçalışırlar. Düzen siyasetinin en sıkıntılı zamanlarındasoğukkanlı demeçler verilir, yatıştırıcı olmaya çalışılırve koşullar gerektirirse “demokrat” olunur.

Çürüyen düzen, çeteleşen devlet iyice teşhirolduğunda, mafya ilişkileri ve uyuşturucu ticaretiylegündeme gelen devletin kontra güçleri elindeki kanısaklayamaz hale geldiğinde, on milyonlarca evde yanıpsönen ışıklarla birlikte Sabancı Center’ın ışıkları dayanıp söner. Sokakları dolduran yüz binler “sürekliaydınlık için bir dakika karanlık” isterken, burjuvalar daemekçilerin sürekli karanlıkta kalabilmesi için birdakikalığına ışık söndürmeyi tercih ederler. Kürthalkının ulusal istemlerinin yok sayılamayacağıanlaşılmışsa bu sınıfa mensup olanların yaklaşımı daılımlı hale gelir. Yeri gelir Haziran Direnişi’nde DivanOtel’in kapıları eylemcilere açılır.

Burjuva hoşgörüsünün altında nefret saklıdır

12 Eylül’de “Bugüne dek işçiler güldü artık gülmesırası bizde” diyen Halit Narin, burjuvazinin hoşgörüsınırlarının ne zaman, hangi durumlarda sonbulacağına en iyi örnektir. Kaldı ki o sınırlar dün olduğugibi bugün de her grev çadırında, her hak arayışında veörgütlenme çabasında defalarca açığa çıkmaktadır.Tıpkı kısa bir süre önce Sütaş işçilerinin direniş alanına13 ton hayvan pisliği döktürerek işçilerin direnişinikırmaya çalışan TÜSİAD Başkanı Muharrem Yılmaz’ınyaptığı gibi. (Sonradan TÜSİAD başkanlığından istifaetmek zorunda kaldı.) Hal ve davranışlarlayansıtılmaya çalışılan modern görüntünün altında,açığa çıkan asalak bir sınıfın arsızlığıdır.

Asalak bir sınıfa mensup olanların, kazançlarını işçisınıfı ve emekçileri sömürerek biriktirenlerin ahlak,erdem gibi değerleri de kendi düzenlerine uygundur.Burjuva kibarlıkları bir yere kadardır. Emekçilerisefalete mahkum ettikleri bu düzende, bol proteinlebeslenmiş burjuvaların beyin hücrelerinde en ilkel, enyoz, en ahlaksız dürtüler yaşamaktadır.

Kapitalizmin bataklığında sırıtan yüz

Sürekli sırıtan bu yüzle aşinalık, kendi yatırımlarıiçin çekilen reklamlarda rol almasıyla başlamıştı.Ağaoğlu, “herkes iyi yaşamayı hak ediyor”, “insanlarındaha mutlu yaşayabileceği, farklı bir şey istiyorum”diyerek projelerini tanıtıyordu. 17 Ağustos depreminin10. yıldönümünde Referans Gazetesi’ne konuşanAğaoğlu, pişkinlikle şunları söylemişti: “Mevcut yapıstokunun yüzde 70’i deprem açısından güvenli değil.1970’li yıllarda İstanbul’un Anadolu yakasında yapılanyapıların büyük bir kısmına inşaat malzemesini bensattım. Kumları Marmara Denizi’nden demirlerihurdadan çektik.” AKP’nin kentsel yağma projesininmüteahhidi Ağaoğlu’nun vukuatı sayılamayacak kadarçoktur. Maslak’taki “1453 İstanbul” inşaatında ve diğeryerlerdeki iş cinayetleri, bizzat Erdoğan’ın onun içindevreye girmesiyle yapılan imar planı değişiklikleri,Ölüm Orucu şehidi Sibel Sürücü’nün mezarının AliAğaoğlu’nun inşa ettiği siteye yol yapılması içinailesinden habersizce taşınması bunlardan bazılarıdır.

17 Aralık yolsuzluk operasyonlarından sonraserbest kalan Ağaoğlu, söyledikleri ile etik değerlerininne kadar ‘yüce’ olduğunu anlatma çabasındadır.Basına verdiği röportajda “Ben abdestimden eminim.Yüz kızartacak yamuk yumuk bir işin içinde olmadım”diyen Ağaoğlu, “Kendim için ne korktum ne de endişe

ettim. Aklım çocuklarıma takıldı. Olayın onlar üzerindenasıl etki yaratacağını düşündüm” diyebilecek kadarsamimiyetsizdir.

Aynı sınıfa mensup olanların yoz ittifakı

Tüm yaptıklarıyla yüzü kızarmayan bu ‘örnek ailebabası’ son olarak Ataşehir’de kendi projelerinden biriolan Andromeda Gold’daki lüks eviyle gösteriş yaptı.Ancak Ağaoğlu’nun burjuva medyada sürekli boygöstermesinin en önemli nedeni genç kızlarla yaşadığıilişkiler olmaktadır. Toplumsal yaşama gericianlayışlarını egemen kılmaya çalışan, sürekli yenifetvalar yayınlayarak özellikle kadınları hedef alan AKPgericiliği, burjuva sınıfa mensup ahlaksızlarla aynıbataklıkta yan yana gelmekte ve ondanbeslenmektedir. Zira gericiler için kutsal örtülerlesaklanan çarpık ilişkiler, ‘çocuk gelinler’, çok evlilikler,kuma getirmeler dini vecibeler arasındadır. Sermayesınıfına mensup olanların yaşadığı ahlaksızlıkları iseparanın kutsal rengi örtmektedir.

Ağaoğlu gibileri sermaye sınıfına mensup olanlarınyaşam biçimini açık seçik yansıtırken, aynı sınıfamensup olanların yoz ittifakını da göstermektedir.Gericiliğinin son safhasında olan burjuva sınıfla başkabir gerici odağın bu yan yana gelişleri tesadüf değildir.İşçi ve emekçilere verebilecekleri tek şey haksızsömürünün yanında yozlaşma ve çürümedir.

Ali Ağaoğlu:Burjuvazinin ahlak abidesi

Page 8: Kızıl Bayrak 2014-32

Bu düzende her gün insan yaşamına verilen değerigösteren yeni bir örnekle karşılaşmaktayız. Iğdır’dayaşayan ve Ramazan Bayramı’nın birinci günü havalegeçiren 4 yaşındaki Diyar Gürcan, Iğdır DevletHastanesi’ne kaldırıldı. İki gün kaldığı hastanededurumu değişmeyen Gürcan, Konya’ya sevk edildi.Küçük çocuk yol üzerinde de birçok eziyet yaşadı.Defalarca fenalaşması üzerine güzergahtakihastanelerde müdahale edildi. Sağlık durumu gittikçekötüleşen çocuk Sivas’ta tedavi altına alındı. Ancakburada iki gün hastanede kalmasının ardındanyaşamını yitirdi.

Baba Mücahit Gürcan’ın 4 yaşındaki çocuğuncenazesini memleketine götürmek için talep etmesinerağmen ambulans ve cenaze aracı bulunamadı. BabaGürcan, çocuğunun cenazesini 9 saat boyuncakucağında tutarak, taksi ile Iğdır’a getirmek zorundakaldı.

4 yaşındaki Gürcan’ın durumu, Van’da hayatınıkaybeden 3 yaşındaki Muharrem’i akıllara getirdi. Buyılın başında karın yolları kapatması nedeniyleMuharrem’i hastaneye götürecek araç bulunamamış,yaşamını yitirdikten sonra da yine cenaze aracıgönderilmediği için Muharrem’in ölü bedeni babasıtarafından 15 km boyunca çuvalda taşınmıştı.

Tesadüf olmayan bu örnekler sağlık sistemininişleyişini göstermektedir. Tıpkı Muharrem’in babası

gibi, Gürcan’ın babası da kim bilir çocuklarına ne sözlervermiş, nasıl bir yaşam vaat etmişti. Birisi çuvaldasırtında, diğeri kucağında tabutta saatlerce ölüçocuklarını taşırken mutlaka verdikleri o sözleridüşünmüşler ve kim bilir nasıl bir suçlulukduymuşlardır.

“3 çocuk”, çünkü içlerindenen az birini öldürecekler

Ancak gerçek suçlu, yaşamayı en çok hak eden buçocuklara, hastalık yaşamayacakları sağlıklı koşullaryaratmayan, hastalandıklarında nitelikli ve ulaşılabilirsağlık hizmeti sunmayan, hasta hasta çocuklarınoradan oraya elverişsiz koşullarda gitmelerine nedenolanlardır. Tüm bunların sorumlusu olan bu düzeningazabı, önlenebilir hastalıklar yüzünden öldürdüğü buçocukların ölümünden sonra da üzerindedir. Burası, şumodern zamanlarda bile ölü çocukların babalarınınsırtında çuvalla ya da kucağında tabutla taşındığı bircoğrafyadır.

Ailelere en az “3 çocuk” fetvası verenlerinçocuklara layık gördüğü hayat budur. En küçük birsağlık probleminde devreye giren uçak ambulansları,nitelikli sağlık hizmetleri ise parası olanlarınkullanabileceği haklardır. Yoksullara ise böyle ölümlerkalmaktadır.

Yoksul çocukları ölürse...

Zonguldak'ın Ereğli İlçesi'nde bir kadınıncüzdanındaki bin 200 lirası ‘kayboldu’. Kadın parasınıbir çocuğun çaldığını iddia ederek çevredekilereyakalattı. Çocuğun itirazlarına rağmen çağrılan polisde “hırsız” olduğuna kanaat getirerek yere yatırıpçocuğa kelepçe vurdu. 13 yaşındaki çocuk,gözyaşları içinde hırsızlık yapmadığını söylerkenkadın ısrarla “Söyle o zaman kim yaptı?” diyerekçocuğu suçlamayı sürdürüyordu.

Çocuk tüm itirazlarına rağmen çevredekilereteşhir edercesine elleri kelepçeli olarak karakolagötürülürken, aslında masum olduğu, kadının parayıfarklı yere koyduğunu işlemler sırasında farketmesiyle anlaşıldı.

Sömürü düzeninin hırsız ve katilleri belgeleriyleyansımış suçlarına rağmen ellerini kollarınısallayarak dolaşırken bir çocuk sırf iddia nedeniylehatta yasalar yasaklamasına rağmen kelepçevurularak, kollarından ve ensesinden tutularakkarakola götürülüyor. Çocuğun üst aramasında nepara çıkıyor ne de silah namına bir alet. Fakat hırsızdenmiş olması yeterli. Ayakkabı kutularında milyondolarlar çıkan, silahla yakalananlardan farkısoyadının ünlü olmaması.

Polisin çocuklara yönelik uygulamada hiçbir farkgözetmemesi yaratılan şiddet politikasının birürünüdür. Polisin her türlü suçu işlemesi ve cezasızbırakılması üzerine kurulu düzen işletilirken çocuklarda aynı şiddet ve saldırganlığın hedefi oluyor.

Gaz fişeğiyle eylemci katletme, karakoldaişkence, rüşvet gibi sayısız örneği cezasız bırakılanpolis çetesi için 18 yaşından küçüklere kelepçetakılmaması gibi bir yasak yok hükmündedir.Özellikle eylemlerdeki gözaltılarda yoğun olarakhayata geçirilen bu uygulamada yaratılan fiiliortamla polis, hırsızlık iddiasından gözaltına aldığıçocuğu da aynı saldırganlıkla yere yatırıpkelepçeleyebiliyor.

“Benim eşim o paraları nasıl kazanıyor biliyormusun sen? Şu anda yurt dışında, Katar’da çalışıyor.Duyarsa beni ne yapar?” kadının çocuğu suçlarkenifade ettiği bu küçük ayrıntı aslında bu düzenin birdiğer gerçeğini de gösteriyor. Bir kadın başına gelenkontrolü dışındaki kötü bir olaya rağmen eşitarafından suçlu ilan edileceği için duyarsa neyapacağından korkuyor. Kaybettiği paradan dahaçok eşinden göreceği ceza korkusuyla bir çocuğusuçlayabiliyor. Her gün haberlerde karşısına çıkankadına yönelik şiddet ve kadın cinayetlerigerekçeleriyle durumunu özdeş görmesi dahi kadınıkorku içinde bırakıyor. Düzenin bir kadına verdiğikorku psikolojisi de bir kez daha karşımıza çıkıyor.

Polisten son nokta:Çocuğa kelepçe!

Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu’nun meclisegönderdiği rakamlar, sermaye düzeninde çocuklaranasıl bir hayatın reva görüldüğünü ortaya serdi.Rakamlar, sermaye düzeninden beslenen cinsel is-tismar, taciz ve tecavüz saldırılarından çocukların danasibini aldığını gösterdi.

Müezzinoğlu’nun açıkladığı rakamlara göre,2007’den itibaren 18 yaş altında hamile kalan çocuksayısı toplam 91 bin 208. 13 ilde kurulan Çocukİzleme Merkezleri’ne yalnızca 2013 yılında yapılancinsel istismar başvurusu 2 bin 792. Bunlardan erken

evlilik yaptırılanların sayısı ise 263. Açıklanan verilere göre, 91 bin 208 çocuğun

hamile kalması ile ilgili istatistiklerde 6 bin 586çocukla İstanbul ilk sırada yer alırken, İstanbul’u 5 bin714 çocukla İzmir, 5 bin 181 çocukla da Adana takipetti. Çocuk yaşta çocuk sahibi olanların en azyaşandığı il ise 32 çocukla Tunceli oldu. Tunceli’yi 86çocukla Artvin izledi. Müezzinoğlu, 2014’ün ilk üçayında da 18 yaşın altında 2 bin 72 çocuğun hamilekaldığını açıkladı.

Sermaye düzeninin çocuklara reva gördüğü...

Page 9: Kızıl Bayrak 2014-32

Düzenin her ‘kazası’geliyorum diyor!

Gün geçmiyor ki kaza haberleriyle yaşamını yitirenemekçilerin nasıl öldükleri basına yansımasın. Fakat“kaza”, “facia” diye sunulan tüm bu haberlerin ortakpaydası sermayenin daha çok kâr için görmezdengeldiği ihmallerdir.

Kaçak üretimlerin denetimsizliği Davutpaşa,OSTİM, İvedik patlamalarında görülmüştü. Son aylardaTopkapı ve Denizli’deki patlamalar da aynı durumunsürdüğüne işaret ediyor. Keza trafik denetimlerindekieksikliklerle 10 Numara adlı katkı yağının atlanmasıbayram dönüşü onlarca insanın ölümünde karşımızaçıktı. Şehirlerarası yollarda kazalara neden olduğuortaya çıkmasına rağmen otobüs terminallerinde bukatkı yağlarının sözde kaçak olarak kullanılmaya devamedildiği yansıdı.

Makine Mühendisleri Odası (MMO) Yönetim KuruluBaşkanı Ali Ekber Çakar, 10 Numara yağın araçlardakullanılmasının yasak olduğunu ifade ederek, “10Numara yağ, ısıyı yükselterek motorun yan tarafındakikabloların tutuşmasına sebep olur. Bu yağ yasakolmasına rağmen maalesef araçlarda kullanılıyor.İstanbul’da yanan otobüste de yangın algılama vealarm sistemi var mıydı? Araştırılmalı” dedi.

Ve şimdi de İstanbul’da bir hafta içinde arka arkayayaşanan toplu taşıma araçlarındaki kazalar yansıyor.Zamanında bakıma alınmayan, kontrolleri ihmal edilenotobüsler yine can aldı yine ölümlere ve ağıryaralanmalara neden oldu.

Taşeron neredeyse kaza orada!

Sermaye devleti yaşananları “kaza”, daha büyükölçeklileriyse “facia” diye tanımlayıp geçerken, meslekodalarının neredeyse her konu başlığında öncedenyaptığı uyarılar gerçek nedeni ele veriyor. Meslekodaları kendi uzmanlık alanları üzerinden kapitalistsistemin yarattığı tehlikeye işaret eden açıklamalarındayapılması gerekenleri tanımlıyor. İstanbul’daki sonotobüs kazalarına bakarken 2011’deki MakineMühendisleri Odası’nın açıklaması bu açıdan birörnektir. 3 yıl önce MMO bir kaza nedeniyle şuuyarıları yapıyordu: “İETT otobüslerinin bakım, onarımve gerekli yedek parçaların zamanında ve doğrusağlanması/değişimi özellikle önemlidir.

İETT‘de yetkin olmayan ve yetişmemiş elemanların

kadrolaşmasının ve bu nedenle bu tür sorunlarınüstüne gidecek elemanların aşırı derecede azalmasınınsonucunda, çok yakın gelecekte daha vahim kazalarınartacağı olası gözükmektedir.

Otobüs bakım işleri, gün geçtikçe taşeronlaradevredilmektedir. Bu nedenle, İETT‘nin kalifiye bakımelemanları, kadrolaşma ve taşeronlaşma ile işlevsizbırakıldıklarından, daha vahim kazaların zamanla artışgöstereceğini söylemek hiç de yanlış olmayacaktır.”

Bir kez daha taşeronlaşmanın sadece daha ağırkoşullarda güvencesiz çalışma getirmediği, insanhayatına mal olduğu da görülüyor.

Meslek odaları uyarmaya devam ediyor

Meslek odaları sorumlulukları gereği teknikyapılarına hakim oldukları her konuda uyarılarınısürdürüyor. Marmaray, Yüksek Hızlı Tren gibi arkaarkaya gelen rant projelerinin seçim şovuna çevrilmesikarşısında da uyarılar yapılarak yeterli teknik hazırlıkve çalışmanın yapılmadığı vurgulanıyor. Daha öncePamukova Katliamı ile anılan hızlandırılmış trenin negibi ‘facialar’ yarattığı biliniyor.

MMO Kocaeli Şube Başkanı Ünal Özmural, açılışöncesi YHT için şunları söylemişti: “Gerekli altyapıeksikliklerinin tamamlanmadığı, sinyalizasyongereksinimlerinin eksik kaldığı, bölgemizde İzmit,Arifiye garlarının teknik anlamda hazır olmadığı birdurumda söz konusu eksikleri gidermeden hızlı trenseferlerini başlatmak, halkımızın can güvenliğinitehlikeye atmakla eş değerdir. Dün imaj uğruna 41yurttaşımızın ölümüne sebep olanlar, bugün yine imajpolitikalarıyla demiryolu taşımacılığındaki açıklarınıgizlemeye çalışmaktadırlar.”

Sermaye hükümeti AKP sözcüleri yaşananlarıkadere bağlayarak sorumluluklarını örtbas etmeyeçalışırken, onlarca insan önlenebilir kazakategorisindeki ihmaller yüzünden katlediliyor. Meslekodalarının uyarılarla işaret ettiği önlemler alınsa bufaciaların yaşanmayacağı aşikar. İETT otobüsleri için 3yıl önceki uyarıların dikkate alınmamasınınsonuçlarının bugün görüldüğü gibi, bugün ‘kazasız’olan Marmaray ve YHT’nin de mevcut eksikliklerigiderilmediği takdirde gelecekte benzer facialarlaanılması muhtemeldir.

Temmuz ayında123 işçi katledildi!

İş cinayeti düzeni Temmuz ayında da onlarca canaldı. İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi, Temmuz ayında123 işçinin katledildiğini aktardığı raporu yayımladı.Direnişteki işçilerin selamlanmasıyla başlayan raporda,sömürü düzeninin yaz dönemi nedeniyle en çok tarımişçilerinin kaza geçirmesi ve trafik/servis kazalarınınyaşanmasına dikkat çekildi.

Rapora göre trafik, servis kazası nedeniyle 33 işçi;ezilme, göçük nedeniyle 26 işçi; kalp krizi, saldırı,yıldırım düşmesi gibi farklı nedenlerden dolayıysa 13işçi; düşme nedeniyle 13 işçi; elektrik çarpmasınedeniyle 11 işçi; patlama, yanma nedeniyle 10 işçi;zehirlenme, boğulma nedeniyle 7 işçi; nesne düşmesi,meslek hastalığı nedeniyle 6 işçi; nesnedüşmesi/çarpması nedeniyle 4 işçi can verdi.

Temmuz ayında iş cinayetlerine dair diğer birveriyse 16 kadın, 9 çocuk işçinin can vermesi oldu.

En çok işçi ölümü yaşanan kentler arasında İstanbulyine başta gelirken Düzce de 10 ölümle ilk sırada yeraldı.

Kocaeli ve Muğla’da 6’şar ölüm; Balıkesir, Çorum,Denizli, Gaziantep, İzmir ve Tokat’ta 5’er ölüm; Adana,Manisa ve Samsun’da 4’er ölüm; Antalya, Artvin, Bursave Konya’da 3’er ölüm; Edirne, Erzurum, Hatay veVan’da 2’şer ölüm; Adıyaman, Afyon, Amasya, Aydın,Bartın, Bayburt, Bolu, Çanakkale, Çankırı, Diyarbakır,Eskişehir, Iğdır, Isparta, Kahramanmaraş, Karabük,Kastamonu, Kayseri, Kırıkkale, Kırşehir, Konya,Malatya, Mardin, Mersin, Sakarya, Sivas, Şanlıurfa,Tekirdağ, Trabzon ve Zonguldak’taysa 1’er ölümyaşandı.

32. Vicdan veAdalet Nöbeti

Adalet Arayan İşçi Aileleri, 3 Ağustos’tagerçekleştirdikleri 32. Vicdan ve Adalet Nöbeti’nde 7senenin ardından karar verilen Davutpaşa Katliamı’nıele aldı. Aileler, yetkililerin ceza yerine terfi aldığınadikkat çekti.

Galatasaray Lisesi önünde gerçekleştirilen eyleminbu ayki konuk gazetecisi Burcu Karakaş oldu. Karakaş,Davutpaşa Katliamı’nın ardından yaşanan dava sürecihakkında bilgi vererek, İBB Başkanı Kadir Topbaşhakkında soruşturma için izin çıkmadığına veyetkililerin aynı koltuklarda oturmaya devam ettiğinedikkat çekti.

Karakaş, eylem süresince katliamlarda hayatınıkaybeden işçilerin yakınlarına sorular yöneltti.Davutpaşa’da hayatını kaybeden Heybetullah Güleç’inabisi Hakkı Güleç, mahkemenin aileler nezdindesınavdan geçtiğini ve neticede sınıfta kaldığını söyledi.

Katliamda kuzeni ve 3 arkadaşını kaybeden SalihTemel ise Zeytinburnu Belediye Başkanı’nın mahkemesüreci boyunca kayırıldığına dikkat çekti.

Van Bayram Otel’de hayatını kaybeden CemEmir’in kardeşi Sinem Emir, kendi davalarının kanparası ile bitirilmek istendiğini ancak Davutpaşalıailelerin mücadelesi nedeniyle bu tarz girişimlerinkarşılık bulmasının artık mümkün olmadığını söyledi.

Kızıl Bayrak / İstanbul

Page 10: Kızıl Bayrak 2014-32

“Biz de grev yasağı isteriz!”Cam grevini ve madenci grevlerini yasaklayarak

işçilerin grev silahını elinden alan AKP hükümeti, metalpatronlarının da iştahını kabarttı.

Metal İşçileri Birliği’ne ulaşan bilgilere göre,kârlılıklarını kölelik koşullarında ucuz işçiliğe borçluolan metal patronları, MESS Grup TİS sürecininbaşlamasının ardından, düzenlerinin bozulmasındankorkuyorlar.

Bunun için şimdiden iplerini sağlam kazığabağlamak isteyen metal şirketlerinin yönetimlerininhükümet nezdinde girişimlerde bulundukları, olası birgrevi kaldıramayacaklarını belirterek grev yasağıkararının alınmasını istedikleri, aksi takdirde deyatırımlarını başka ülkelere çekmekle tehdit ettikleribildirildi.

Cam grevinin yasaklanması karşısında sessiz kalansendika yönetimlerinin olası bir grev yasağı karşısındane yapacakları ise merak konusu.

Metal İşçileri Birliği

“Taleplerimiz taslaktayer almadı”

Bayramdan önce temsilci arkadaşlarla birliktetoplantılar yaparak taleplerimizi belirlemeyeçalışıyorduk. Gerçekleşen genişletilmiş temsilcilertoplantısına da hazırladığımız taleplerle temsilciarkadaşlarımız gittiler.

İzmir Demir Çelik’te (İDÇ) genel olarak ücretlere%20 zam yapılması talebimiz vardı. Ayrıca demir-çelikfabrikalarının ağır sanayi işkoluna girmesini ve ağırsanayi yönetmeliğinin sözleşmeye girmesini talepetmiştik. Ayrıca gece çalışmasına % 25-30 arasındazam yapılmasını ve her üç ayda 200 TL’lik erzakparasının sözleşmelere konulmasını istemiştik.

Ancak İDÇ işçileri olarak hazırladığımıztaleplerimizin hiçbiri genişletilmiş temsilcilertoplantısından geçmedi. Demir-çelik fabrikaları dadahil birçok yerde taslak toplantılarının yapıldığınıöğreniyoruz, ancak işçilerin taleplerinin hazırlanantaslaklarda yer bulmadığını gördük. Bayram arifesindesözleşme taslağını açıkladılar.

Bu aralar krizlerden bahsediliyor. Özellikle bizimburada Ortadoğu’ya olan siparişler bitmiş durumda.Ortadoğu savaşları sanırım bizim buralarda dasözleşmelere yansıyacak gibi gözüküyor.

Kriz edebiyatı yapılarak sözleşme sürecinigürültüsüz bitirmek niyetindeler. Türk-Metal’in taslağıda öyle MESS tarafından imzalanmayacak bir taslakdeğil. MESS’te sadece bir yönetim değişikliği olduğusöyleniyor, bunun da sözleşme sürecini nasıletkileyeceğini göreceğiz.

İzmir Demir Çelik Sanayi işçisi

Kıdem tazminatı ve taşeronÇelik’in temel gündemi

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik,kıdem tazminatı ve taşeron sistemi hakkında açıklamayaptı. Çelik, her işçinin aylık olarak bireysel hesabınakıdem tazminatının yatırılmasını kabul etmeleri içinsendikalara çağrıda bulunurken, taşeron sisteminin ise“yaygınlaşmanın tersine daraltıldığı” yalanını attı.

Sendika toplantısında ‘uyarı’:Yanlış yoldasınız!

KOOP-İş Sendikası’nın Ankara Büyük AnadoluOtel’de gerçekleştirdiği 8.Olağan Genel Kurulu’nakatılan Çelik, sermayenin isteği doğrultusunda gaspedilmesi istenen kıdem tazminatı hakkı için açıklamayaptı. İşçi sınıfının verdiği tepkiden çekinerek, hakkıngasp edilmesine şu an için onay veremeyen sendikabürokratlarına seslenen Çelik, şunları söyledi:

“Gelin her işçinin aylık olarak bireysel hesabınakıdem tazminatını yatıralım işçi kendi hesabındannemalansın patron iflas etse işyeri kapansa da işçikıdem tazminatı konusunda mağduriyet yaşamasın.Ama Türk-İş’in bir kararı var dediğimiz dedik diyorlarben de size diyorum yanlış yoldasınız. Kıdem tazminatı

devletin güvencesinde bireysel hesabına nasıl sigortaprimine yatırıyorsa her ay bireysel hesaba da işçininhesabına da kıdem tazminatını yatırsın işçi 10 yıl sonra15 yıl sonra nemalanmış bir şekilde o parayı hangiyılda çekecekse çeksin. Ama işçi yarın patronunhesabını kitabını tutmasın. Demesin ki patron gelişiyorpatron kalkınıyor patron iflas ediyor işi bozuldu gibimeselelerle uğraşmasın işçi kendi işine baksın ve desinki maaşımı alıyorum sigorta primim yatıyortazminatım da kendi bireysel hesabıma yatıyor.Dolayısıyla ben özgürüm ve özgür bir işçi olarak darahat bir şekilde kendime göre çalışabilecek yeri tayinetme tespit etme imkanım var diyebilsin ama bukonuda uzlaşı sağlayamıyoruz. Sayın Başbakanımız dauzlaşı sağlamadan bu konuyu masaya indirmeyindiyor.”

‘Taşeron yaygınlaşmıyor disiplin ediliyor!’

Daha sonra sözü taşeron sistemine getiren Çelik,sistemin 1936 yılından bu yana mevzuatta yer aldığınısöyleyerek, kölelik sistemini meşrulaştırmaya çalıştı.Çelik, konuşmasının devamında torba yasa ile birliktetaşeron sisteminin ‘daraltılacağını’ savundu.

İzmir’de MİB faaliyetiİzmir’de Metal İşçileri Birliği faaliyeti TİS broşürü

dağıtımlarıyla sürüyor. Türk-Metal’in satış sözleşmesini açıklamasıyla

birlikte Metal İşçileri Birliği de çalışmalarına devamediyor.

MİB’in “MESS Grup TİS sürecini kazanmak için”şiarıyla çıkardığı taslak ve talepler broşürü İzmirBakırçay havzasındaki demir çelik işçilerine ulaştırıldı.Menemen üst geçit servis durağında da 08.00/16.00ve 24.00/08.00 vardiyasında çalışan işçilere bildiridağıtımı gerçekleştirildi.

Dağıtımlarla Metal İşçileri Birliği’nin alternatiftalepleri işçilere ulaştırıldı.

Page 11: Kızıl Bayrak 2014-32

Kartal ve Gebze Emekçi Kadın Komisyonu 2Ağustos’ta Kent grevine ziyaret gerçekleştirdi.

Ferro Döküm’ün önünde buluşularak Kent grevalanına kısa bir yürüyüş gerçekleştirildi. Yürüyüş veziyaret boyunca Emekçi Kadın Komisyonu imzalı “İşgal,grev, direniş kararlılığıyla kadın-erkek omuz omuzaKent Grevi’ni büyütmeye!” ozaliti açıldı.

Sloganlarla grev alanına gelindikten sonra EmekçiKadın Komisyonu adına bir konuşma gerçekleştirildi.Kent grevi selamlanarak başlayan konuşmada, greveçıkmanın öneminden bahsedilirken bu güçle greviileriye taşıyarak haklar kazanılana kadar mücadeleyekararlı şekilde devam edilmesi gerektiği vurgulandı.Ayrıca 60 gün Greif fabrikasını işgal eden kadın işçilerörnek verilerek kadın işçilerin mücadeleyekatıldıklarında ön saflarda oldukları ve mücadelebayrağını ileriye taşıdıkları belirtildi. Kent grevineenerji katan kadın işçiler selamlandı. Kent işçilerininsesini yaymak için çabaladığını belirten EKK, greve güçvermek için çalışmalarını sürdüreceğini ifade etti.

Konuşmanın ardından Emekçi KadınKomisyonları’nın Kent grevi için hazırladığı programageçildi. İlk olarak Kartal Üç Fidan Çocuk Topluluğu

tarafından “Halkça” parçasının oyunlaştırılmışgösterimi gerçekleştirildi. Ardından Gebze EmekçiKadın Komisyonu tarafından hazırlanan, grev vedireniş bayrağını dalgalandıran işçileri anlatan “AtarTV- Bihaber Bülteni” isimli tiyatro gösterimi sunuldu.Tiyatro gösteriminin ardından Gebze İşçilerin BirliğiMüzik Topluluğu sahne aldı. Hep birlikte türkülersöylenip halaylar çekildi.

Programın sona ermesinin ardından kapanışkonuşmasında “Greviniz grevimizdir” denilerekEKK’nın mücadeleyi büyütmek için her zaman grevciişçilerin yanında olacağı söylendi. Kent işçileri adınayapılan konuşmada da desteklerinden dolayı EKK’yateşekkür edildi.

Programdan sonra işçilerle sohbetler edildi. İşçilereKızıl Bayrak gazetesinin son sayısı ve “Kent Grevi’ninkazanması için işgal, grev, direniş kararlığıyla grevibüyütelim!” başlıklı yazının yer aldığı Emekçi KadınBülteni Kent Grevi özel sayısı dağıtıldı.

İşçiler EKK’yı “Güle güle dostlar yine bekleriz!”sloganıyla uğurladı.

Kızıl Bayrak / Gebze

EKK grevdeki Kent işçileriniziyaret etti

Filli Boya hesap verecek!15 Temmuz’da Filli Boya’da stajyer olarak eğitim

görürken bir çok ihmal sonucu kaza geçiren OğuzhanÇalışkan hala yoğun bakımda yaşam mücadelesiveriyor. Durumu hala ciddiyetini koruyan ve yoğunbakımda olan Oğuzhan için Gebze İşçilerin BirliğiDerneği Filli Boya önünde bir eylem gerçekleştirdi.

Eylemin yapılacağını duyan Filli Boya yönetimikorkudan, normalde dışarıdan kalkan onlarca servisaracını içeriye götürdü. Servislerin çıkışını da başka birkapıdan gerçekleştirdiler. Oğuzhan Çalışkan’ınresminin de bulunduğu “Filli Boya Patronu HesapVerecek! Gebze İşçilerin Birliği Derneği” ozaliti ile FilliBoya fabrikasının önüne gelindi. Yapılan konuşmadaişlediği suçun üzerini örtmeye çalışan Filli Boya’danhesap sorulacağı sık sık vurgulandı. Olay gününe ilişkinorada bulunan işçilerin “arkamız dönüktü, bir şeygörmedik” ifadelerine, kameranın görüntü alanınındışında olmasına, işçilerin korkutularak yalan ifadeverdirtilmesine değinildi. Staj sömürüsüne dedeğinilerek, stajyer olarak eğitim görenlerin herhangibir şekilde çalıştırılamayacağı, stajyerlerin bir işyapmak için değil eğitim görmek için orada oldukları,bir iş ‘kazası’ ile suçun daha da katlandığı söylendi.

Fabrika önünde yapılan eylemde “Oğuzhan’ınhesabı sorulacak!”, “Filli boya patronu hesapverecek!”, “Sessiz kalma, suça ortak olma!”,“Kahrolsun ücretli kölelik düzeni!” sloganları atıldı.Servislerin kalkmasının ardından eyleme son verildi.

Kızıl Bayrak / Gebze

GREV M&T Reklam’da!Gebze, Çayırova ve Tuzla bölgesindeki direnişler ve

grevler devam ediyor. Yerel işçi gazetesi GREV’indirenişler özel sayısı Kent grevinin ardından diğerdirenişlere de ulaştırılıyor. Direnişlerinin 84. gününde(5 Ağustos) olan M&T Reklam direnişlerinegerçekleştirilen ziyarette GREV’in özel sayısı işçilereulaştırıldı.

Direnişteki işçilerle, patronun işten atma saldırısınıyoğunlaştırarak devam etttirmesi ve direnişin seyriüzerine konuşuldu. İşten çıkış saatinde giriş kapısınagidildi. Çalışan işçilerin direnişteki işçilerin yanınagelmesiyle sohbetler edildi. Çalışan işçilere de GREV’indirenişler özel sayısı ulaştırıldı.

“Zincirleri kıra kıra geliyoruz” şiarıyla çıkan özelsayıda şu an bölge ve civarında devam eden işçidirenişlerinin durumunu anlatan ve direnişleringücünü birleştirme çağrısı yapan yazılar yer alıyor.

Kızıl Bayrak / Gebze

Grevde üçüncü haftayı geride bırakan Tek Gıda-İşSendikası’na üye Kent Gıda işçilerinin fabrika önündebekleyişi sürüyor.

Kent işçileri, bayram tatilinin ardından 4 Ağustosgünü sabah saatlerinden itibaren yeniden kalabalıkbir şekilde grev alanında yerlerini aldılar. Kendiaralarında yaptıkları sohbetlerde geride kalanhaftaları ve TİS taleplerindeki tutumudeğerlendirdiler. Patronun geri adım atmamasıüzerine çıkılan referandum da konuşulankonulardandı.

Grev oylamasından beri öncesine göre dahasessiz bir şekilde sürecin ilerlemesi işçilerin en çoktepkili oldukları noktalardan biri. Grev oylamasındaişçilerin büyük bir çoğunluğu greve devam kararıvermişti.

Dayanışma ziyaretleri sürüyor

5 Ağustos günü grev alanına birçok ziyaretçi geldi.Doğu Perinçek ve İşçi Partisi ziyarete geldiler.Konuşmalar ve sloganlarla dayanışmanın süreceğiifade edildi.

Saat 14.00’te “Direnen Kent Gıda işçisikazanacak” ozalitiyle Halkın Türkiye Komünist Partisiziyaret gerçekleştirdi. HTKP MK adına da bir konuşmagerçekleştirildi.

BDSP de direniş alanındaydı. Bayram sürecindegrev alanında olmayan işçilere Kızıl Bayrak gazetesiulaştırıldı. Kent grevi üzerine yazılan yazı üzerindenişçilerle süreç üzerine sohbetler gerçekleştirildi.

Kızıl Bayrak / Gebze

Kent Gıda’da grev kararlılıkla sürüyor

Page 12: Kızıl Bayrak 2014-32

36 gündür grevde olan Tümka-İş Sendikasına üyeKimberly Clark işçileri 6 Ağustos’ta sözleşmeimzaladılar.

İhbar tazminatının oranı üzerinden tıkanan TİSsürecinde patronun tutumuna karşı işçiler grevlekarşılık vermişlerdi. İşçiler, güvenceli çalışma koşuluolarak 50 haftalık ihbar tazminatı isterken yönetimbunu en son gelinen aşamada en çok 15 hafta olarakkabul edebileceğini söylüyordu. TİS masasındaki buısrar grevle kırıldı.

5 Ağustos’taki görüşmelerde prensipte anlaşıldı, 6Ağustos’ta ise sözleşmeye imzalar atıldı. Sözleşmede25 haftalık ihbar tazminatı hakkı, ortalama %12,6ücret zammı elde edilmiş oldu. Ücret zamları ücretmakasını daraltan oranla hesaplandı ve düşük ücretleçalışanların maaşlarında %35’e kadar zam söz konusu.Sözleşme masasında en önemli konulardan biri iseatılan 5 işçinin işe geri alınması da kazanımla

sonuçlandı. 5 işçi koşulsuz, şartsız işe geri alındı.

Greve karşı oyunlar boşa düşürüldü

Kimberly Clark patronu grevi delerek geçtiğimizgünlerde 17 işçiyi fabrikada çalıştırmaya başladı. Bu 17işçi grev süresince grev alanından uzak duran, patronayalakalık yapmanın kendilerine kâr getireceğinidüşünen, onursuz, arkadaşlarını satan işçilerdi. Buişçileri çalıştırarak işçilerin grev kararlığını kıracağınıdüşünen patron tarafı bunu başaramayınca masayaoturmak zorunda kaldı.

Bu grev kırıcılara müdahale etmeyen grevciişçilerse grevin bitmesinin ardından bu kişileriişyerinde izole edeceklerini, onlarla hiçbir sosyaldiyalog geliştirmeyeceklerini ifade ediyorlar.

Kızıl Bayrak / Gebze

Kimberly Clark grevikazanımla sonuçlandı!

“Peşini bırakmayacağız!”Deva İlaç fabrikasındaki işçi kıyımı ile ilgili Petrol-İş

Sendikası Merkez Yönetim Kurulu tarafından 5Ağustos’ta açıklama yapıldı, İşten atılan işçilerinfabrika önünde sürdürdükleri direnişin 36 günüdoldurduğu hatırlatılarak, Çalışma Bakanlığı’nın ilaçişçilerinin önündeki örgütlenme engellerininkaldırılması için harekete geçmesi gerektiği söylendi.

Petrol-İş Sendikası’nın 1984 yılından 2010 yılınakadar toplu sözleşme imzalayarak varlığınısürdürdüğüne dikkat çekildi. Açıklamada, 2006 yılındaDeva İlaç’ın İngiliz East Pharma adında bir fon şirketitarafından satın alınmasının ardındansendikasızlaştırma saldırıları yaşandığı ifade edildi.

Saldırıların en etkilisinin 2010 yılında bazı işyeritemsilcilerinin patron tarafından satın alınmasıylaolduğuna dikkat çekilen açıklamada, “Deva işverenisendika ile masaya oturmayacağını ve toplu işsözleşmesi imzalamayacağını ilan etti. Sendikaüyelerine bireysel sözleşmeler dayatıldı. Kabuletmeyen 77 üyemiz işten çıkartılarak sendikalörgütlülük yok edilmeye çalışıldı. İşten çıkartılanlaraçtıkları davalar sonucunda işe iade hakkı kazandıklarıhalde geri alınmadılar” ifadeleri kullanıldı.

İki ay önce işçilerin tekrar toplu sözleşmeli çalışmakiçin çalışmalarda bulunduğuna dikkat çekilenaçıklamada, Deva yönetiminin öncü işçileri işten attığıhatırlatıld ve Deva’nın sendika düşmanlığı teşhir edildi

Polis sendikayı bastı41 Sütaş işçisi sendikalı oldukları için işten

atılmışlardı. Bunun üzerine direnişe geçen Sütaşişçileri birçok baskıyla karşılaştılar. Direniş alanınahayvan pisliği dökülmüş, işçilerin direnişi kırılamayıncajandarma saldırısına uğramışlardı. Sütaş işçilerinineylemleri devam ederken Tek Gıda-İş Sendikasıtarafından Sütaş ürünlerini boykot kararı alınmıştı.

Özellikle süt ve yoğurtta geri dönüşlerin fazlaolması Sütaş’ı zor durumda bıraktı. İşçi veemekçilerden destek gören bu boykot kampanyasıüzerine Sütaş kapitalistleri bu kez boykotu kırmanınyollarını aradılar.

Sütaş işçilerinin direnişi nedeniyle TÜSİADbaşkanlığından da olan Sütaş patronu MuharremYılmaz, sermaye devletinin emrindeki polislere TekGıda-İş Sendikası’nı bastırdı. Tek Gıda-İş Sendikasıİzmir 7 No’lu Şube ve İstanbul Avrupa Yakası ŞubeleriSütaş’ın şikayeti üzerine 1 Ağustos’ta polis tarafındanbasıldı. Sendika binalarında yapılan aramalarda Sütaşboykotuna ilişkin tüm basılı materyallere el konuldu.Şube başkanlarının ifadeleri alındı.

Sendika genel merkezi ve patronun şubeyönetiminden ve işçilerden habersiz olarakanlaşmalarına tepki gösteren Yıldız Entegre işçilerieylemlerine 2 Ağustos’ta da fabrikanın işçi girişikapısında devam etti. Her eylemlerini farklı birşekilde sürdüren yaklaşık 300 işçi, bu kez Ağaç-İşGenel Mali Sekreteri Hasan Doğan’ın gazetede çıkanhaberine tepki gösterdi. Doğan’ın işçilere yönelik“Güneş balçıkla sıvanmaz, yaşananlar ortada”sözlerinin üzerine konuşan Ağaç-İş Kocaeli ŞubeBaşkanı Şener Furuncu, “Güneş hiç üstümüzedoğmadı ki balçıkla sıvayalım. İşverenlerle işbirliğiyapan sendika sayesinde güneşi hiç göremedik” dedi.Ardından sloganlar eşliğinde giriş kapısına yaklaşanişçilerin önü çevik kuvvet barikatıyla kesildi.

Yaklaşık 300 işçinin sürdürdüğü eylemde ayrıcaAğaç-İş Genel Mali Sekreteri Hasan Doğan’ıngazetede çıkan haberine gönderme yaparak işçilere

seslenen Ağaç-İş Kocaeli Şube Başkanı ŞenerFuruncu, “Ya siz ne namussuz adamsınız. Sendikanızsizler için uğraşıyor siz sendikanıza nankörlükyapıyorsunuz. Bakın habere göre sendikamızın genelmerkezi bizlerle birlikteymiş, imzalanan sözleşmeyleilgili haberimiz varmış, 1200-2000 TL arası maaşalıyormuşsunuz. Yazıklar olsun daha ne eylemiyapıyorsunuz?!” şeklinde konuştu.

İşbirlikçi sendika temsilcileri görevden aldı

Yıldız Entegre fabrikasında işçilerin kabul etmediğiToplu İş Sözleşmesi’ni imzalayan işbirlikçi sendikamerkez yönetimi şimdi de temsilcileri görevden aldı.

Fabrika temsilcileri Mevlüt Kolay, Mehmet Gül veYaşar Işık, sendika genel merkezi tarafından “toplusözleşmeden doğan haklardan dolayı” gibi ne olduğubelirsiz bir gerekçeyle görevden alındı.

Yıldız Entegre işçilerine polis barikatı

Page 13: Kızıl Bayrak 2014-32

Kristal-İş Sendikası’nın Bakanlar Kurulu’nunŞişecam grevinin ertelenmesi kararına ilişkin Danıştay10. Dairesi’ne verdiği yürütmeyi durdurma talebineilişkin gerekçeli karar, 5 Ağustos’ta sendikaya teslimedildi.

Danıştay 10. Dairesi’nin Kristal-İş Sendikası’natebliğ ettiği karara göre 10. Daire’nin üç üyesisendikanın talebini reddetti. 10. Daire Başkanı ve birüye talebin kabulü için oy verirken, Danıştay tetkikhakimi de yürütmenin durdurulması yönünde görüşbelirtti. Oy çoğunluğu ile yürütmeyi durdurma talebineret kararı verilirken, grev hakkı lehine oy kullanan 2üye karara muhalefet şerhi yazdı.

Milli güvenlik de genel sağlık da yalan!

Sendikaya tebliğ edilen karara göre, 5800 camişçisinin grev hakkının ertelenmesi milli güvenliği vegenel sağlığı tehlikeye düşürmekten değil, ekonomikgerekçelerden alındı. Grev kararını “ülkemiz camüretiminin %90′ının gerçekleştirildiği dikkate alınarakkararın yürütmesinin durdurulmasına gerek olmadığı”ifadeleriyle gerekçelendiren 10. Daire üyeleri, karardada belirttikleri üzere, aslında bakanlıkların bildirdiğigörüşleri kendisine talimat saydı. Kararda, EkonomiBakanlığı, Milli Savunma Bakanlığı, Milli GüvenlikKurulu Genel Sekreterliği’nin görüşlerinin dikkatealındığı ve işçiler adına sunulan gerekçelerinyürütmenin durdurulmasını gerektirecek nitelikteolmadığı iddia edildi.

Kabinenin talimatına göre sermaye lehine kararveren üyeler, Ali Kazan, Mustafa Elçim ve MahmutErsert’in aksine kararın hukuk dışı olduğunuvurgulayan Danıştay 10. Dairesi Başkanı ve bir diğerüye ise karara ret gerekçelerinde grevlerin siyasi yahutekonomik sebeplerle ertelenemeyeceğini belirtti.Karara itiraz eden iki üye şu ifadeleri kullandı:

“Bütün grevlerin ertelenmesine yol açacaktır”

“Ekonomik veya siyasi veya başkaca bir sebepleyasal bir grevin ertelenmesine yasal olanak

bulunmamaktadır. Türk hukukunda, grev hakkınınkullanılması da dahil, bir çok temel hak ve özgürlüğünkullanımının sınırlanmasına veya yasaklanmasınasebep olarak gösterilen milli güvenlik ve genel sağlıkkavramlarına ilişkin bir tanım bulunmamaktadır. Soyutve belirsiz olan bu kavramların çok geniş bir şekildeyorumlanması, hemen hemen bütün grevlerinsonuçları bakımından ülke sağlığını veya milli güvenliğibozabileceği sonucuna ulaşılmasına ve böylece bütüngrevlerin ertelenmesine yol açacaktır. İşçi ile işverenarasında başlayan toplu görüşmelerin anlaşmazlıklasonuçlanması üzerine kullanılan anayasal bir hak veişçi açısından güvence olan grev hakkının; grevinuygulandığı işyerlerinin ve yapılan üretimin grevnedeniyle bir süre durmasının milli güvenliği ve/veyagenel sağlığı nasıl ve ne şekilde bozduğunun açık vetereddüte yer bırakmayacak şekilde ortaya konulması,bu saptama yapılırken de ölçülülük ilkesinin vedemokratik toplumun gereklerinin dikkate alınmasıgerekir.”

“Geçerli ve inandırıcı hiçbir kanıt yok”

Gerekçenin devamında grevin milli güvenlik vegenel sağlığı bozucu nitelikte olduğuna dair geçerli veinandırıcı hiçbir kanıtın olmadığına dikkat çekilenaçıklama, “Yukarıda yapılan açıklama vedeğerlendirme ışığında, Türkiye Şişe ve Cam FabrikalarıAnonim Şirketi’ne bağlı işyerlerinde uygulanmaktaolan grevin milli güvenliği ve genel sağlığı bozucunitelikte olduğunu ortaya koyan geçerli ve inandırıcıkanıtların bulunmadığı ve yasada öngörülmeyenekonomik sebeplere dayalı olarak alındığı anlaşılandava konusu Bakanlar Kurulu kararının yürütülmesinindurdurulması gerektiği oyu ile aksi yöndeki kararakatılmıyoruz” ifadeleri ile sona erdirildi.

Kristal-İş Sendikası ‘hukuksuz’ olarak tanımladığıkarara karşı Danıştay Dava Daireleri Genel Kurulu’naitiraz edeceğini açıkladı. İdari Yargılama UsulüKanunu’na göre itirazın 7 gün içinde karara bağlanmasıgerekiyor.

Danıştay, bakanlıkgörüşlerini talimat saydı

İşçiler özelleştirmecilerisantrale sokmadı!

Afşin-Elbistan bölgesinde kurulu termik santralinözelleştirilmesi sürecinde ön inceleme yapmak isteyenGüney Koreli heyet, işçilerin tepkisiyle karşılaştı.

Güney Kore menşeli firma yetkililerinin Afşin-Elbistan B Termik Santrali’ne geleceğini öğrenen Tes-İşüyesi işçiler, 5 Ağustos’ta işletme önünde toplandı.

“Köleliğe karşı emeğin dayanışması”, “İşimize,emeğimize ve geleceğimize sahip çıkıyoruz”, “AfşinElbistan uyuma emeğine sahip çık” yazılı dövizlertaşıyan işçiler, termik santralin özelleştirmesine karşıçıktıklarını dile getirdi.

Santralde inceleme yapmak isteyen Güney Koreliheyet, işçilerin tepkisiyle karşılaştı. İşçiler tarafındansantrale girmelerine izin verilmeyen 7 kişilik heyetdaha sonra Afşin Elbistan Linyitleri (AEL) İşletmeMüdürlüğü’ne geçti.

Yetkililerden kömür sahası hakkında bilgi alanheyet, herhangi bir açıklama yapmadan bölgedenayrıldı.

AEL Müdürü Ahmet Yaldız, gazetecilere yaptığıaçıklamada, konuk heyetin bölgede yapılmasıplanlanan yeni termik santralle ilgili inceleme yaptığınısöyleyerek 3. santralin bölgeye 12 milyar dolar katkısıolacağını söyleyerek durumu meşrulaştırmaya çalıştı.

Tes-İş Afşin Şube Başkanı Mustafa Kılınç isesantralleri peşkeş çektirmeyeceklerini savundu.

İşçinin ekmeğine elini uzatanlara karşı duracaklarınıanlatan Kılınç, “Hiç kimse elini kolunu sallayaraksantrali ve işçileri satın alamaz. İş yerimizibekleyeceğiz ve bunlara yem olmayacağız.Ülkemizdeki enerji sektörünü yabancılarasattırmayacağız” ifadelerini kullandı.

Erdoğan geldi, polisYatağan işçilerine saldırdı

Yatağan maden ve enerji işçileri 6 Ağustos’ta birkez daha seçim için Muğla’ya gelen Erdoğan’ı hoşkarşılamadı.

Özelleştirmeye karşı aylardır eylemde olan ve ihaleiçin son imzayı atacak Erdoğan’la görüşme talep edenişçiler, miting alanına gitmek istedi. Maden-İş ve Tes-İşsendikalarına üye işçilerin karşısına 2 TOMA, 2 Akrepve yüzlerce polisle barikat kuruldu.

Polisin işçilerin toplu geçişine izin vermeyeceğinisöylemesi üzerine alana giden AKP konvoyunun önükesilerek karar protesto edildi. Polisin yasakçı tutumukarşısında yol kesilince işçilere saldırıldı.

Yatağan işçileri özelleştirme kararınıtanımayacaklarını, tüm baskılara karşın kararlılıkladireneceklerini bir kez daha gösterdi.

Page 14: Kızıl Bayrak 2014-32

“Sınıfım için direniyorum!”

- Haklarınızı istediğiniz için keyfi bir şekilde iştenatıldınız. Kısaca yaşanan süreçten ve fabrikadakiçalışma koşullarından bahsedebilir misiniz?

- Kalıp-San firmasına 2012 yılının Kasım ayındagirdim. İlk işe başladığımda Kılavuz Bölümü’ndeçalışıyordum. 8 ay kadar çalıştıktan sonra PresBölümü’ne geçtim. Bir seneden beridir PresBölümü’nde çalışıyordum. Ücretimiz asgari ücretti.Yeni yapılan zamla beraber bu asgari ücrete itirazettiğim için, gerekçesiz işten çıkartıldım. Ben de buhukuksuzluğa, haksızlığa karşı çıkmak için mahkemeyebaşvurdum. Hukuki sürecin yanı sıra burada eylemgerçekleştiriyorum.

Bu işyerinde insanları zorla mesaiye bırakıyorlar.Mesai ücretlerini sigortaya bildirmiyorlar. Aylık bordroimzalattırmıyorlar. Gece vardiyasında preste çalışanarkadaşlarımızın bazılarına, daha doğrusu uzun süredirçalışan işçilere, 50-100 TL arasında bir fark veriyorlar.Ama yeni işçilere bu fark verilmiyor. Burada birayrımcılık var. Çerkezköy’de de bir fabrika var, yeniaçılan. Orada çalışan işçi arkadaşlarımızın ücretleri birgün geciktirildiği takdirde işçiler işlerini bırakıp,ayrılıyorlar. Ama burası ana merkez olduğu için buradaücretleri 10 gün kadar geciktiriyorlar. Buradakipersonel müdürleri olsun, imalat müdürleri olsun,muhasebe müdürleri olsun, bunların hiçbirininumurlarında değil. İşçilere hiçbir açıklama yapılmıyorve insanlar mağdur ediliyor.

- İşçi arkadaşlarınız bu eyleminizi nasıl karşıladı?İşçi arkadaşlarımın çoğu beni memnuniyetle

karşıladı. Çünkü benim burada yaptığım eylem hakalma davasıdır. Sırf kendim için değil, hem sınıf adınahem de burada çalışan işçi arkadaşlarım adına... Bueylemin amacı haksız bir durumu gün ışığına

çıkartmak ve işçi arkadaşlarımıza bildirmek. Yoksamahkemeyi kazanmam da çok önemli değil, asılamacım buradaki haksızlıkları ortaya çıkartabilmek.Tek amacım da bu.

- Yöneticiler bu eylemden neden bu kadar rahatsızoldu?

- Şu anda paçaları tutuştuğu için ve bu bölge sanayihavzası olduğu için çekindiler. Burası Vestel ve Boschiçin çalışıyor. Prestij bakımından tedirgin oluyorlar veeylemin büyümesinden korkuyorlar. Ben davamda dahaklıyım bu yüzden telaşlandılar. Buradaki 10-15 kişiiçin bile bu kadar telaşlanıp, karşı çıkıyorsa, demek kisokağı doldursak fabrikayı kapatıp kaçacaklar.

Biz sonuna kadar devam edeceğiz. Kısa zamandaBosch’un, Vestel’in satış mağazalarının önünde debasın açıklaması yapacağız. Çerkezköy’deki Boschmağazasının ana merkezi önünde basın açıklamasıyapacağım. Yine Kalıp-San’ın orada bir fabrikası dahavar, oraya da gideceğim. Artık Bosch’u, Vestel’iinternetten mail aracılığıyla baskı altında tutmayaçalışacağız. Çünkü burası Bosch ve Vestel’e taşeronlukyapan bir firma. Normal piyasaya üretim yapan birfirma değil, dev firmalar için üretim yapıyor.

Üstüne basa basa şunu belirtmek istiyorum. Benpara, pul ya da işe iade davası açtım, kabuletmeyebilirler. Kazanamayabilirim de, ama benburadaki haksızlığı işçi arkadaşlarıma göstermekistiyorum. Çalışan arkadaşlarımızın işten çıkmakorkusu var. Rahat olduklarını düşünüyorlar. Halbukiasgari ücretle çalıştırılıyorlar. Bu sebeple ikilemdekalıyorlar. Şu an için irade koyabilmiş değiller.Eylemimihem şahsım adına hem sınıf adına hem de buradaçalışan işçi arkadaşlarım için yapıyorum.

Kızıl Bayrak / İstanbul

Kalıp-San’da keyfi iştençıkarmaya protesto!

İşçilerin Birliği Derneği üyeleri, Cafer Kalağ’ın Kalıp-San fabrikasından keyfi bir şekilde işten çıkarılmasınıprotesto etmek için 6 Ağustos’ta Topkapı PTT önündenfabrika önüne yürüyüş yaptı.

Kalıp-San önüne gelen kitle burada, fabrikabahçesindeki işçilere seslenerek, Kalıp-San işçilerininköleliğe mahkum olmadığını belirtti ve hakkını aradığıiçin işten çıkarılan Cafer Kalağ’ın mücadeleyi seçtiğinedikkat çekti.

Basın açıklamasını okuyan Cafer Kalağ ise Kasım2012’den beri çalıştığı Kalıp-San fabrikasından 21Temmuz 2014 tarihinde hiçbir haklı gerekçegösterilemeden işten çıkarıldığını belirtti. Kalağ, Kalıp-San’ın kölece çalışma koşullarının hakim olduğu metalfabrikalarından sadece bir tanesi olduğunu belirtti.

Fabrikada tam bir kara düzenin hakim olduğunavurgu yapan Kalağ, işyerine sevkiyat elemanı olarakalınmasına rağmen kısa bir süre sonra Pres Bölümü’nealındığını ifade etti. Kalağ, açıklamasının devamındamesailerin sigortaya bildirilmediğini, vardiyalıçalışmalarda eski çalışanlara ücret farkı verilirken yeniişçilere fark verilmediğini, sağlıksız koşullarda,bakımsız makinalarla çalışmak zorunda kaldıklarınıanlattı.

Kalağ, insanca yaşamaya yetecek ücret talep ettiğiiçin işten atıldığını belirterek işini geri istediğinisöyleyerek kölece çalışma koşullarına karşı Kalıp-Sanişçilerini mücadeleye çağırdı.

Basın açıklamasının ardından Kalıp-San işçilerine veçevrede bulunan emekçilere Kalağ’ın durumunuanlatan bildiriler dağıtıldı. İşçilerin Birliği Derneğiadına yapılan konuşmada ülkenin her yerinde işçilerekölelik koşullarının dayatıldığına dikkat çekildi.

İşçilerin Birliği Derneği olarak patronların sömürüsaltanatına son verene kadar mücadele edileceğinevurgu yapılan konuşmada Kalağ işe geri alınıncayakadar mücadelenin süreceği ifade edildi.

Eylemden rahatsız olan fabrika yönetimi eylemeilgi gösteren işçileri içeri çağırarak bildirileriokumalarını engellemeye çalıştı. Fakat bildirileriniilgiyle okuyan işçiler, eylemi ilgiyle izlemeyi sürdürdü.Durumdan rahatsız olan patron uşakları ise çeşitlidemagojiler ile eylemi provoke etmeye çalıştı. Buçabası sonuç getirmeyince de polisi çağırdı. Fakatpolisler de bir süre bekledikten sonra geri döndüler.

Kalıp-San’daki kölelik koşullarının teşhiriyle devameden eylem, işten atılmaya karşı eylemlerin Vestel veBosch firmalarının önüne de taşınacağı vurgulanaraksona erdirildi.

Kızıl Bayrak / İstanbul

Page 15: Kızıl Bayrak 2014-32

Merhaba Habaş Demir-Çelik işçilerikardeşlerim;

Yıllarca metal sektöründe çalışmış bir sınıfkardeşiniz olarak sizlere sesleniyorum. Basındanöğrendiğim kadarıyla 700’den fazla arkadaşımız sırfinsan yerine konulmadığı için sağlıksız, kalitesiz vebesleyici olmayan yemeklerden dolayı 3 gün boyuncazehirlenmiş. Aslında bu durum kasıtlı bir “cinayetteşebbüsüdür.” Çünkü bu emek maliyetlerini aşağıçekme politikalarının “doğal ve kaçınılmaz” birsonucudur. Yaşanabilecek elem verici ihtimalleri dedüşündüğümüzde “2. Soma” vakası olmaya adaydır.Neyse ki Soma’nın ardından böylesi yeni bir“trajediyle” yüz yüze kalmaktan kurtulmuşsunuz.

Ama sizlerin şahsında işçi sınıfımızın kanı ve canıylabeslenmekten geri durmayan, onuru ve gururuylaoynayan bu aşağılık kapitalist düzene olan öfkemiz vekinimiz bir kat daha artmıştır. Artmıştır çünkü, işçisınıfı olarak bizler sustukça onlar her gün yeni baskılar,sömürü koşulları ve katliamlar dayatıyorlar. Bizler tepkigöstermedikçe onlar sırtımızdan elde ettiklerimuazzam servetlerle saltanatlarını sürüyorlar. Bizlerise, yarınımız, geleceğimiz belirsiz ve her geçen günbiraz daha sefilleşen bir yaşam sürdürmek zorundakalıyoruz.

Bu yüzden susmak, tepkisiz kalmak çare olmadığıgibi her geçen gün yeni acılara ve daha kötü koşullararazı olmak anlamına geliyor. Somalı kardeşlerimizinyaşadığı bunun en çarpıcı ve ne yazık ki en acıklıörneklerinden biri değil miydi? “İşsizlik vebasından”kaçalım derken kendi ölüm fermanlarımızı imzalamışolmuyor muyuz?

Bizim sessizliğimiz onların zehir saçan dillerinde,“ölümü bizler için birer fıtrat ve kader” yapanbağırışlara dönüyor. Kısaca bizlere; “bizim içinyaşayacak, bizim için çalışacak ve bizler içinöleceksiniz” diyorlar.

Evet, kardeşlerim, kurmuş oldukları bu saltanat,aslında bizlerin birlik olamayışından. Sözdesendikalarımız var ve bizlerin çıkarlarını savunuyorlar!Ancak Soma’daki “sendikacılar” bugüne kadar neyaptılar ise, nasıl bir işlev gördüler ise Habaş’ta yetkiliolan Türk Metal’in yöneticileri de aynı işlevi gördüler.Yani patronların sömürü çarkının sorunsuzca dönmesigörevini üstlendiler.

Eğer böyle değilse peki bu hadise karşısında neyapmıştır bu “sendikacı müsveddeleri?” Sizlerinhakkını savunmak adına geçtik bir eylemi bir çift sözetmişler midir? Olayın “gıda zehirlenmesi” olupolmadığı bile bir muamma. Zira ne patrondan ne desendikacılardan tek bir açıklama yok. Açıklama yapma“ihtiyacını” bile gerekli görmüyorlar.

Peki patron sendika işbirliğini kanıtlayan ilk olaymıdır bu? Ücretler zamanında verilmezken, işçi sağlığıve güvenliğine dair hiçbir önlem alınmazken,taşeronluk yaygınlaştırılırken ne yaptı bu sendikacıkılıklı asalaklar. Dört ay önce aynı zehirlenme olayı

Sider’de de yaşanmadı mı? O günden bugüne neyaptılar? Koca bir “HİÇ”.

Unutmayalım ki arkadaşlar, bu “sendikacı” kılıklıasalak takımı bizlerin alınteri üzerinden, çoluğumuzaçocuğumuza ayırdığımız üç kuruşluk maaşlarımızüzerinden geçiniyorlar. Nasıl ki patronlar bizi işi bitincekullanıp atacakları bir mendil gibi görüyorlarsa, busendika ağaları da bizleri “sağılacak inekler” (teşbihtehata olmaz derler) gibi görüyorlar. Onurumuzla vegururumuzla bu kadar dalga geçilmesine daha nekadar göz yumacağız.

Kardeşler, yapmamız gerekenler açıktır! Taşeronköleliğine ve sendikal ihanete karşı işçi sınıfınınonurunu ve gururunu bir bayrak gibi dalgalandıranGreif işçilerinin yürüdüğü yol yolumuz olmalıdır.İktidar, patron, sendikal ihanet cenderesine sıkıştırılanbizlerin bu cendereyi nasıl yarıp aşacağımızı onlardanöğrenmeliyiz.

Taban örgütlülüklerini kuran, her türlü kararlarınıkurdukları komiteler aracılığıyla tartışan ve kararabağlayan Greif işçilerinin deneyimlerindenöğrenebiliriz. Gerçek demokrasi “işçi demokrasisini”uygulayarak kendi kaderlerini patronlarınsendikacıların iki dudağı arasına bırakmayan bu sınıfkardeşlerimizden ve deneyimlerinden yararlanabiliriz.

Greif işçileri hakları ve talepleri uğruna “hepimizbirimiz, birimiz hepimiz” anlayışıyla ortak ve kararlı birşekilde mücadele etmişlerdir. Sermaye hükümetlerininve patronların, sendika ağalarının biz işçilere süreklidayatmış oldukları “yasallık” cenderesine boyuneğmeyerek “işgal-grev-direniş” şiarıyla fiili meşrumilitan bir mücadele ortaya koymuşlardır. Böyleliklesadece patronlara sendika ağalarına değil “solkamuoyunda” işçi sınıfına güvenmeyen üstten bakanküçümseyici bakışlara yerleşik zihniyetlere de sarsıcıbir darbe vurmuşlardır.

Habaş işçileri olarak, siz sınıf kardeşlerimize düşengörev de bu deneyimden yararlanarak yeni Greifleryaratacak bir mücadele ortaya koymaktır.

Kardeşler, önümüzde yüz binin üzerinde metalişçisini ve doğal olarak sizleri de etkileyen MESSsözleşmeleri var. MESS patronları işbirlikçi Türk Metalçetesinin ihaneti ve uzlaşmacı çizgisiyle Türk Metal’in

gölgesinde kalan Birleşik Metal-İş’in yetersiz tutumlarınedeniyle bir kez daha metal işçilerine kölelikkoşullarını dayatmak istiyorlar. Yine sessiz kalırsak“kölelik prangalarımız” daha fazla sıkılacak.

O halde gelin tabandan doğru komitelerimizikurarak TİS sürecine kendi inisiyatifimiz ve taleplerimizdoğrultusunda hazırlanalım. Türk Metal çetesinin yenibir ihanetine geçit vermeyelim. Başta iş güvencesiolmak üzere, işçi sağlığı ve iş güvenliği önlemlerininalınması, insanca yaşamaya yeten bir ücret zammı,taşeronlaştırmanın yasaklanması, her türlü esneküretim uygulamalarının kaldırılması ve kıdemtazminatının gaspına yönelik fiili yasal hiçbir girişiminkabul edilmemesine dair TİS taslaklarını oluşturalım vearkadaşlarımızın onayına sunalım.

Bu taleplerimiz uğruna “işgal-grev-direniş” şiarıylafiili meşru militan bir mücadele hattı izleyelim. İştebunu başardığımız takdirde, sermaye hükümetlerinin,patronların ve ihanetçi sendikal bürokrasinin nasıl dizegeldiğini görebiliriz. İşçi sınıfının, kendi gücümüzünfarkına varabiliriz. Bir daha bu aşağılık asalaklartakımının bizlere sınıfımızın onuru ve gururuyla dalgageçmeye cüret edemeyeceklerini göreceğiz.

Bu iyi niyetli bir temenni değil gerçekleşeceksonuçtur. Bugün her bir fabrikada sınıf kardeşlerimizinbenzer nedenlerle mücadele sahnesinde yerlerinialarak, bu gerçekliğin oluşmasında katkı sunduklarınıgörüyoruz. O halde Habaş işçileri olarak sizler de bukavgadaki yerinizi alın ve “Artık yeter!” diyerekyumruğunuzu masaya indirin. Haklı kavganızda süreklisizlerle birlikte olacak olan “Metal İşçileri Birliği - MİB”var. MİB tüm metal işçilerinin olduğu gibi siz Habaşişçilerinin de sesi, soluğu ve mücadele kılavuzuolacaktır.

Sermaye iktidarının sömürü düzenine karşıçıktığımız için tutsak edilen biz sınıf devrimcileri dehaklı olan davamızda kazanacağımıza olan tüminancımızla sizlere sevgi ve selamlarımızı iletiyoruz.

İşçilerin birliği sermayeyi yenecek! Kırıklar 1 No’lu F Tipi Cezaevi’nden

TKİP dava tutsağı Onur Kara20 Temmuz 2014

“Habaş işçisi artık yumruğunumasaya vurmalı!”

Page 16: Kızıl Bayrak 2014-32

Hadımköy’de kopan fırtına!

10 Şubat 2014 günü İstanbul Hadımköy’de kuruluGreif fabrikasında beklenmedik bir patlama oldu.Büyük bir Amerikan tekeline ait bu çuval fabrikasındaadeta bir fırtına koptu. Tıkanan toplu iş sözleşmesigörüşmelerinde Greif yönetiminin küstahçadayatmalarına ve restine, işçiler aynı gün fabrikayı işgalederek tokat gibi bir yanıt verdiler. Başta Özel Güvenlikolmak üzere Amerikan tekelinin tüm temsilcileri,yüzlerce işçinin yuhalamaları eşliğinde fabrikadankovuldular. Uzun ayların ürünü sağlam bir tabanörgütlenmesi sayesinde yumruk gibi birleşmiş 600Greif işçisi, “İşgal Grev Direniş!” şiarıyla fabrikaya elkoydu ve fiili bir grev başlattı. Böylece yıllardır benzerbinlercesi gibi bir sömürü cehennemi olarak iş görenGreif fabrikası, bir anda sınıf hareketinin sağlam birkalesi haline gelmiş oldu. Direniş, anında Greif Dudullufabrikasında da yankılanarak kısmi bir direnişe yol açtı.

“Dilene dilene değil,DİRENE DİRENE KAZANILIR!..”

Direnişçi işçiler aynı gün eylemlerini kamuoyuna,“Emek hırsızlığına, taşeron belasına, asgari ücretsefaletine geçit yok! Kölelik zincirlerimizi kırıyoruz!”başlıklı bir bildiri ile duyurdular. Alışılmadık bir eylemtarzıyla ortaya çıkan Greif direnişçilerinin bildirisindende alışılmadık bir ses yükseliyordu. Daha bildirininbaşlığı üzerinden kendini kuvvetlice duyuran bu ses,sınıf bilinçli devrimci işçilerin sesiydi: “İşçininekmekten önce onura ihtiyacı olduğu”nu vurguluyor,“Birimiz hepimiz, hepimiz birimiz için!” diye çınlıyordu.Kavel direnişinden, 15-16 Haziranlar’dan, yakınzamanlara ait Güney Koreli işgalci Ssangyongişçilerinden söz ediyor, kendi direnişleri ile sınıfhareketi tarihine malolmuş bu direnişler arasındatarihsel, politik ve moral köprüler kurarak sözü şurayabağlıyordu: “Biz işçiler, tarihimizi tanıdıkça büyük işlerbaşarmak için gereken kuvveti kendimizde daha çokbulmaktayız, her geçen gün...”

Bildirinin tümüne hakim bu devrimci bilinçTürkiye’nin kokuşmuş kapitalist düzenine cephedensaldırıyor, emperyalist savaşları ve işgalleri mahkumediyor, mazlum halklarla dayanışmasını ilan ediyor veekliyordu: “Biz işçiler ise tek bir İŞGAL tanıyoruz, o dasırtımızdan geçinenlerin özel mülkiyetine saplananfabrika işgalleridir. Bir tek haklı SAVAŞ biliyoruz, o daköleliği sona erdirmek için verdiğimiz sınıf savaşıdır.”

Baştan sona devrimci bir direniş manifestosu olanve sınıf hareketi tarihine bir onur belgesi olarakgeçecek olan bildiri, sınıf hareketini tüm cephelerdeyıkıma götüren ve bugünkü kötürüm durumun baş

sorumlusu olan sendika bürokrasisine karşı da açık birsınıf bilinci ve tutumu sergiliyordu: “Hemen hemenbütün sendikaların başlarına çöreklenmiş sendikapatronları ‘hem kazandırıp hem kazanacağız’yalanlarıyla bizi oyalıyor ve patronları kolluyorlar.Ancak bilmeliyiz ki sendika patronlarının dediği gibidilene dilene kazanılmıyor. Mücadele tarihimizin sayısızkez gösterdiği gibi ancak, DİRENE DİRENE KAZANILIR!”

Bunda ne denli haklı olduklarını direnişin seyribütün açıklığı ile bir kez daha gösterdi. Direnişinsilinmez kazanımları üzerinden olduğu kadar, çok yönlüihanetin dipsiz çukuru üzerinden de...

“İşgal, Grev, Direniş!”

Direnişin daha ilk gününden itibaren ve haftalarboyunca Greif’in direnişçi işçileri, eylem veörgütlenme düzeylerinin hiç de bildirilerindenyansıyan bilinçten geri kalmadığını dosta düşmanagösterdiler. Militan bir inisiyatif ile fabrikaya el koyandirenişçiler, lafı hiç dolandırmadan, kendilerini “İşgalciGreif İşçileri”, fabrikalarını “işgal fabrikası” olaraktanımladılar. İşçi sınıfının direnen kesimlerine söylemve eylem olarak daha şimdiden mal olmuş bulunan“İşgal, Grev, Direniş!” şiarını yükselttiler.

Böylece fiili eylemlerinin tüm meşruiyetinecepheden sahip çıkmakla kalmadılar, sınıf hareketinevurulmuş ikili bir prangayı da bir arada parçalayıpattılar. Bir yandan sınıfı soluksuz ve çaresiz bırakanyasal cendereyi, öte yandan bu cendereyi esas alarakya da onun ardına sığınarak sınıfın örgütlenme vedirenme kapasitesini döne döne felce uğratan sendikalteslimiyeti ve ihaneti. Anlamına ve önemine Kavel ileGreif kıyaslaması üzerinden ayrıca işaret edeceğimizbu tutum, Greif Direnişi’nin sınıf hareketinin bütününükesen ve geleceğe kalan en önemli kazanımlarındanbiridir.

“İşçilerin Birliği Sermayeyi Yenecek!”

Direnişin daha ilk gününde yüzlerce direnişçi işçi,“Bu daha başlangıç, mücadeleye devam!” pankartıardında coşkulu bir gösteri gerçekleştirdiler. BöyleceHaziran Direnişi’nin sonraya kalan en önemli şiarıüzerinden toplumsal muhalefetle cepheden politik vemoral bir bağ kurmuş oldular. Ama bu kadarlakalmadılar; burçlarıyla adeta bir kaleyi andıran Greiffabrikasının duvarlarından kendi elleriyle dokuduklarıbezlerden dev pankartlar sallandırdılar. Direniş kalesibinlerce polisin katıldığı baskınla ele geçirilene kadarasılı kalan bu pankartlardan biri, şu temel sloganıtaşıyordu: “İşçilerin Birliği Sermayeyi Yenecek!”.

Bu, Haziran Direnişi’nin direnme ruhunu kuşanan

Greif Direnişi devrim

Page 17: Kızıl Bayrak 2014-32

ve onun kazanımlarına sahip çıkan Greif Direnişi’nin,açık ve net bir sınıf bilinci ve tutumuyla, Haziran’ı tamda aşılması gereken en kritik noktadan aştığının birgöstergesi idi. Birbirini tamamlayan bu ikili tutum,Greif Direnişi’nin sınıf hareketi cephesinden bir başkatemel önemde kazanımı oldu. Bu sayededir ki HaziranDirenişi’nden arta kalan ve ne iyi ki geleneksel soltarafından denetim altına alınamayan yerelinisiyatifler, Greif direnişi karşısında samimi birheyecan duydular ve onu aynı samimiyetle sahiplenipolanakları ölçüsünde desteklediler. Bunun öneminidaha iyi değerlendirebilmek için, geleneksel solunbüyük bir bölümünün görkemli bir işçi direnişini utançverici bir sessizlik ve ilgisizlikle karşılaması, iki ayboyunca onu adeta boş gözlerle izlemesi gerçeğinigözönünde bulundurmak gerekir.

Fabrikanın dar sınırlarınahapsedilmeyen direniş!

İşgal fabrikası Greif işçileri için yalnızca bir eylemüssü idi, eylem alanı ise olanaklı olan her yerdi. Bu,yani direnişi fabrikanın dar sınırlarına hapsetmemek,onu aynı tekelin öteki fabrikalarına, kendini çevreleyenişçi havzasına, giderek tüm kente, giderek tümTürkiye’ye ve nihayet tüm dünyaya duyurmak içinazami çaba harcamak, bu doğrultuda her türlü eylemligirişimde bulunmak, Greif Direnişi’nin geleceğe örnekbir davranış olarak kalan bir başka önemli kazanımıdır.Greif direnişçileri kendi eylemlerinin sarsıntısı altındaGreif’in Dudullu fabrikasında patlak vermiş direnişibüyütmek, direnişi aynı tekelin aynı yöredeki öteki ikifabrikasına yaymak için birçok gözüpek girişimdebulundular. Rıdvan Budak çetesinin hesabı mutlakbiçimde sorulacak katmerli ihaneti olmasaydı bundabaşarı da sağlayacaklardı ve bu da direnişin kesinbaşarısı anlamına gelecekti.

Greif direnişçileri milyonlarca işçi için köleceçalışma ve yaşam demek olan taşeron sistemine karşıyaktıkları isyan ateşini, bizzat hazırladıkları bildirilerüzerinden bulundukları yörede öteki fabrikalara dayaymaya çalıştılar. Lüleburgaz’da bulunan Zentivafabrikasında işçiler, keyfi işten atmalara karşı Greif’inruhundan da etkilenerek fabrika işgali gerçekleştirince,direnişçi işçiler anında onları eylem yerinde ziyaretedip güç ve umut aşıladılar. Aynı şekilde Greif işçileri,direniş dönemi boyunca gerçekleşen toplumsaleylemlere etkin biçimde katıldılar. Her fırsatıkullanarak kendi seslerini soluklarını tüm İstanbul’ayaymaya çalıştılar. Haftalar boyu süren bu örgütlümilitan tutum, bu örneği az görülmüş etkin inisiyatif,direnişin tüm ülkede ve özellikle Avrupa’dayankılanması ile karşılığını bulmuş oldu.

Fabrika ve bölüm komitelerine dayalıtaban örgütlenmesi

Nihayet Greif Direnişi’nin tüm bu başarısınıngerisinde yatan ana etkene gelmiş oluyoruz: Fabrika vebölüm komitelerine dayalı taban örgütlenmesi! Greifişçileri direnişi önceleyen bir yıl boyunca sınıf bilinçlidevrimci işçilerin yoğun gayretleri ve başarılı önderliğialtında fabrika ve bölüm komiteleri halindeörgütlendiler. Fabrikanın genelinde bir üst komite vealtta 14 bölüm komitesi kurdular. Bu yapı sayesindetaşeron sisteminin paralize edici tüm etkisini kırdılar ve44 taşerona bölünmüş bir fabrikada altıyüz işçiyikapsayan birleşik bir örgütlü güç yarattılar.

Denebilir ki bu, Greif Direnişi’nin en büyüküstünlüğü, tüm öteki üstünlüklerinin de olmazsaolmaz koşulu oldu. Bu olmasaydı eğer, işçiler hepolduğu gibi sendika bürokrasisinin kötürümleştiricidenetiminde kalacaklar, böylece bir hiç olmaktankurtulamayacaklardı. Oysa Greif kanıksanmışsürüklenişi içindeki sınıf hareketi bünyesinde birvolkan gibi patladı, etki ve sarsıntısı kendi fabrikası yada havzası bir yana ülke sınırlarının da ötesine taştı.Çünkü Greif’te sınıfın bağrında her zaman potansiyelolarak varolan örgütlenme ve direnme potansiyelietkin biçimde harekete geçirildi.

Ve doğal olarak bu, hiç de kendiliğinden değil fakatsınıf devrimcilerinin uzun ayları bulan inatçı veyöntemli çabaları sayesinde oldu. Bunun altını özellikleçizmek gerekir; zira Greif’in değerini anlayan herkes bugerçeği önemle gözönünde bulundurmalıdır. Vegerçekten yeni Greifler özlüyor ve istiyorsa eğer,bunun gerektirdiği türden bir çaba içinde olmalıdır.

Gerçek işçi demokrasisi!

Taban örgütlenmeleri olarak fabrika komiteleri,taban inisiyatifini ve iradesini, dolayısıyla da işçilerinörgütlü direnme kapasitelerini açığa çıkarmanın etkinaraçlarıdırlar. Taban örgütlenmesinin temel işlevibudur. Greif Direnişi bunun her bakımdan başarılı veetkileyici bir kanıtlanması oldu. İşgal öncesi süreçteolduğu gibi işgal boyunca da tüm sorunlar bölümkomitelerinde tartışıldı ve tüm kararlar gerçek birdemokratik işleyiş içinde alındı. “Söz, yetki ve karar”,gerçekten işçilerin oldu. Aşağıdan yukarıya veyukarıdan aşağıya sürekli bir düşünce ve bilgi akışı, herkonuda açıklık, karşılıklı denetim, en doğru kararlarıalabilmek, en uygun tercihleri yapabilmek üzeresağlıklı ve verimli bir etkileşim... İşgal fabrikasındakidemokratik işleyişin vazgeçilmez unsurlarıydı bunlar.

İşgal boyunca bir dizi önemli karar genel işçitoplantılarında alındı. Direnişin yürütülüşünden işgalfabrikasındaki gündelik yaşamın örgütlenmesine kadar.Bu işleyiş işgalin ilk günlerinde devrimci sınıf basınınaşöyle yansımıştı: “Sorunlar ve gündemler bölümkomitelerinde tartışılıyor, bölüm komitelerinde alınankararlar ve ortaya çıkan eğilimler, günde iki keztoplanan genel toplantıda yeniden ele alınıyor.Böylelikle hem sorunlar çözülüyor, hem demücadelenin nasıl ilerleyeceği kararlaştırılmış oluyor.Elbette Greif’te öncü işçilerden oluşan, içerisindesendika temsilcilerinin de yer aldığı merkezi bir komitede mevcut. Ama bu komite işçilerin aşağıdan oluşaniradesi dışında bir karar alamıyor. Komitedeki işçilerinherhangi bir ayrıcalığı bulunmuyor...”

Bütün bunlardan da anlaşılacağı gibi, “doğrudan

işçi sınıfı hareketininmci geleceğidir!

Page 18: Kızıl Bayrak 2014-32

demokrasi”, Greif direnişi şahsında süslü ama boş birlaf olmaktan çıktı, gerçek bir devrimci işleyiş veuygulama halini aldı. Örgütsüzlüğün ve disiplinyoksunluğunun liberal mazereti olmak yerine, gerçekbir örgütlenmenin ve devrimci bir disiplinin olmazsaolmaz koşulu, sağlam, sağlıklı ve verimli zemini halinegeldi. Bin türlü zorluğa, katmerli ihanete, sinsioyalama ve parçalama girişimlerine karşı direnişçiişçilerin haftalar boyunca tek bir yumruk gibidavranmayı başarabilmesinin sırrı da buradaydı.

Her bakımdan açıklık bu demokratik işleyişin birbaşka yönüydü. Temsilciler işçilerin bilgisi dışındahiçbir görüşme yapmadılar, hiçbir karar almadılar.Düzenli olarak her türden bilgiyi, gelişmeyi ve sorunuişçilerle paylaştılar, onların her türden sorularınıyanıtladılar. Koşullar uygunsa eğer, bir dizi görüşmeyigenel toplantılarda bizzat işçiler önünde yapmakyoluna gittiler.

Bütün bunlar birarada, gerçek bir işçidemokrasisinin ne olduğu, ne olması gerektiğikonusunda paha biçilmez bir deneyim anlamınageliyor. Greif direnişi bu açıdan da işçi sınıfıhareketinin gelişiminde gerçek bir kilometre taşıolmuştur. Greif Direnişi’nin bu son derece başarılı veetkileyici örneğinden sonra, artık devrimci tabanörgütlenmesi ve demokrasisinin norm ve ölçüleriaçıklık kazanmıştır. Bundan böyle bu çizgi üzerindenyürünecektir; ilerisine geçilebilecek, fakat gerisinedüşülemeyecektir.

Devrimci sendikal örgütlenmeyifabrika zemininde kurmak

Taban örgütlenmesi ve bu yapıya dayalıdemokratik işleyiş, Greif Direnişi şahsında, devrimcisendikal yapı ve işleyişin ne olması gerektiğini deaçıklığa kavuşturdu. Greif Direnişi sendikalörgütlenmeyi, örneğin Şirinevler’de profesyonel birsatış çetesi tarafından işgal altında tutulan tabelalı birdaire olmaktan çıkararak, onu gerçek alanına, fabrikazeminine taşıdı. İşçi sınıfının bu kitlesel sınıförgütlenmesini, sendikayı, işçi kahyalığını meslekedinmiş ağalarının bürokratik ve dolayısıyla devrimcisınıf mücadelesi açısından tümüyle işlevsiz aygıtıolmaktan çıkardı, üye işçi kitlesinin fabrika

zeminindeki sağlam örgütlenmesine ve gerçek birdemokratik işleyişe dayalı güçlü bir sınıf mücadelesimevzisi haline getirdi. Böylece işçilerin gerçekçıkarları, bunun gerektirdiği kararlar ve tercihlersözkonusu olduğunda, örgütlü taban iradesininbelirleyiciliği de güvence altına alınmış oldu.

Bu, bu yapıya ve işleyişe kavuşmuş bir sendikalörgütlenme, geleneksel sendika bürokrasinin de sonudemekti. Greif Direnişi’nin, “devrimci” ya da“sosyalist” olmak iddiasındakiler de dahil, her renktensendika bürokratında yarattığı şaşkınlık ve dehşet,giderek açık ya da örtülü düşmanlık, tam da bundandolayı idi. Tümü, Greif Direnişi şahsında, kendi temsilettikleri köhnemiş ve çürümüş bürokratik yapı vezihniyetin sonunu gördüler. Bundan dolayıdır kiözellikle DİSK’te temsil edilenlerin istisnasız tümü,Greif Direnişi’nin başarısızlığı için kendi konum verenklerine göre üstlerine düşeni fazlasıyla yaptılar.Greif Direnişi, sınıf ve sendika hareketi bünyesindeki“sosyalist” ya da “devrimci” yaftalı küçük-burjuva solyapıların bile, devrimci bir işçi hareketi gerçeğikarşısında nasıl gericileşebileceklerini bize tüm açıklığıile gösterdi.

Ama korkunun ecele faydası yok; sonuçta binbirtürlü oyun ve ardından militarist devlet gücüylekırılmış olsa da, bu ülkede Greif Direnişi yaşandı.Böylece onun haftalar süren örnek pratiği üzerindendevrimci sınıf hareketinin yeni ölçü ve değerleri deaçıklık kazandı. Bu devrimci sendikal anlayış, yapı veişleyiş için de geçerlidir. Greif Direnişi artık sınıfhareketi için devrimci bir modeldir; onun örnekpratiği, artık devrimci sendikal anlayışın,örgütlenmenin ve işleyişin de yeni devrimcinormudur. Greif Direnişi bu bakımdan da sınıfhareketinin devrimci geleceğidir. Bundan böylesendikal cephede bunun dışındaki her türden yapı,anlayış ve uygulama, düzen sendikacılığı kapsamındakalacaktır. Renginin pembe ya da sarı olması esasailişkin bir fark oluşturmayacaktır.

Bütünlüğü içinde devrimci bir işçi eylemi!

Buraya kadar söylenenlerin de açıklıkla gösterdiğigibi, Greif Direnişi bütünlüğü içinde devrimci birpolitik işçi eylemi oldu. O herşeyden önce temel istemolarak taşeron sistemini hedef alması ile politikti.

Taşeron sistemi dünya ölçüsünde işçi hareketinevurulmuş bir prangadır ve Greif işçileri kendicephelerinden ona meydan okuyarak ortaya çıkmışlar,bunu da 44 taşerona bölünmüş bir fabrikada birleşikörgütlü bir güç yaratarak ve eyleme geçirereksomutlamışlardır.

Greif Direnişi seçtiği eylem yolu ve yöntemiyle detümüyle politikti. Greif direnişçileri daha en baştandüzenin yasalarını değil fakat sınıf mücadelesiyasalarını esas aldıklarını tüm açıklığı ile ilan ettiler vefabrika işgali biçimindeki eylemlerini de buradangelen bir meşruluk temeline oturttular. Böyleyapmasalardı eğer, kendilerini önceleyen yüzlerceörnekte olduğu gibi, sendika ağalarının “yasal süreç”denilen sonu gelmez oyalama ve aldatmagirişimlerinin edilgen bir nesnesi olarak kalacak,sonuçta en iyi durumda üç kuruşa satılacaklardı. Amayarattıkları örgütlülük ve sahip oldukları devrimciönderlik sayesinde, gözüpek bir inisiyatifle ortayaçıktılar ve 60 gün boyunca büyük bir Amerikantekeline ait bir fabrikayı eylemlerinin kalesi olarakelde tuttular.

Greif Direnişi’nin devrimci politik niteliğinin birbaşka göstergesi, kullandığı şiarlardı. Bu şiarlardanfabrika duvarını en vurucu biçimde süsleyeni sermayeegemenliğini hedef alıyor, bir öteki Haziran Direnişiüzerinden ülkenin genel toplumsal muhalefeti ilepolitik ve moral bir bağ kuruyordu.

Greif direnişçileri daha en baştan Türkiye işçi sınıfıhareketi tarihinin tüm devrimci kazanımlarınısahipleniyor, kendini bu mirasın bugünkü taşıyıcısıolarak görüyor, bu arada tümüyle haklı nedenleredayalı olarak, kendini DİSK’i gerçekten DİSK yapantüm mücadele değerlerinin bugünkü temsilcisi ilanediyordu. Bildiri ve açıklamalarındaki bu tarihbilincini, aynı şekilde enternasyonalist sınıf bilincitamamlıyordu.

Greif Direnişi’nin devrimci nitelikteki bütün bupolitik özelliklerini örgütlenme alanındaki pratiğitamamlıyordu. Greif Direnişi’ne kadarki standartuygulama, bürokratik bir yapı olarak sendikal aygıt vegenellikle yönetimi tutan bürokratlar tarafındanatanmış, dolayısıyla sıkı sıkıya denetim altında tutulanişçi temsilcilerinden ibaretti. Greif örneği bu yapınınparçalanması, sendikal örgütlenmenin fabrikazeminine oturtulması, tüm işçi kitlesinin örgütlü biryapı olarak kucaklanması, böylece devrimci inisiyatifve eylem kapasitesinin açığa çıkarılması, işçiiradesinin söz, yetki ve karar düzeyinde egemenkılınması, tüm bunların bütünsel bir ifadesi olarakfabrika biriminin sınıf hareketinin sağlam bir kalesihaline getirilmesi oldu.

Ve herkesin bildiği bir sır olarak açıklamak gerekirki, bütün bunlar Greif Direnişi’nin devrimci birönderliğe sahip olması sayesinde oldu. Başka türlü deolamazdı; zira Greif bütünlüğü içinde bir devrimci işçieylemi örneği idi. Devrimci sınıf önderliğinin uzunayları bulan sabırlı, inatçı, yöntemli ve yaratıcıçabalarının bir ürünüydü. Greif Direnişi, devrimci sınıfönderliği ile sınıf hareketinin bağrında potansiyelolarak her zaman varolan örgütlenme, inisiyatif veeylem enerjisi birleştiğinde nelerin başarılabileceğinitüm açıklığı ile göstermiş oldu.

Bütün bu özellikleriyle Greif Direnişi, hiç değilse 12Eylül sonrası dönemden beri örneği görülmemiştürden bir fabrika direnişidir. Bütün bu özellikleriyleGreif Direnişi, Türkiye işçi sınıfı hareketi tarihindegerçek bir çığırdır. Ve bütün bu özellikleriyle GreifDirenişi, Türkiye işçi sınıfı hareketinin devrimcigeleceğidir.

Page 19: Kızıl Bayrak 2014-32

Direnişin öteki bazı üstünlükleri

Greif Direnişi’nin bu niteliği şu ana kadar sözünühiç etmediğimiz bir dizi başka üstünlüğü üzerinden degörülebilir. Örneğin Greif Direnişi, işçi kadıninisiyatifini en ileri düzeyde açığa çıkardı ve bunuEmekçi Kadın Komisyonu formu içinde bir örgütlüyapı olarak somutladı. Ve bu kapsamda son dereceanlamlı bir örnek olarak, yıllardır solun büyükbölümünü içeren feminist cümbüşlerle sınıf özündenve tarihsel devrimci niteliğinden koparılıp içiboşaltılan 8 Mart, Greif’in omuz omuza mücadeleeden kadın ve erkek işçileri tarafından birlikte vedevrimci bir coşku içinde kutlandı.

Aynı şekilde, din, inanç ve milliyet ayrımlarınınsilinmesi, türbanlı işçi kadınlarla ateist devrimciişçilerin karşılıklı anlayış ve saygı içinde omuz omuzahareket etmesi, tüm milliyetlerden işçilerin kardeşçekenetlenmesi ve sermayeye karşı sınıf mücadelesiçizgisinde birleşmesi... Başka direnişlerde de şu veyabu ölçüde olumlu örneklerini gördüğümüz buözellikler, Greif direnişinin öteki bazı üstünlükleriarasındaydılar.

İşgal fabrikasını haftalar boyunca örgütlü biçimdesavunmak, böylece İşçi Savunma Birlikleri’ninanlamını ve pratiğini bir ilk örnek olarak somutlamakonuru da Greif Direnişi’nin oldu. Buna, tümüyledevrimci işçilerin inisiyatifine dayalı direniş basını ileişçilerin sanatsal yaratıcılıklarını açığa çıkarmayayönelik çabaları da ekleyebiliriz.

Kavel ve Greif...

Greif direnişçileri eylemleri boyunca KavelDirenişi’ne döne döne atıfta bulundular, onu kendileriiçin bir ilham kaynağı saydılar, bugünün koşullarındaonun tuttuğu yoldan yürüdüklerini, onungünümüzdeki gerçek mirasçıları olduklarını önemlevurguladılar.

Kavel o güne kadar yasallaşmamış grev hakkınıfiilen kullanma yoluna gitmiş, bunu da fabrika işgaliyoluyla gerçekleştirmiş, böylece sınıf hareketinde birçığır açmıştı. Aynısını bugünün koşullarında Greifdirenişçileri yaptılar, üstelik Kavel döneminden çokdaha ağır koşullar altında. Taşeron sistemiyle 44parçaya bölünmüş ve yasal cendereye bağlı kalındığıtakdirde en iyi durumda ancak 200 civarında kadroluişçiyle greve çıkılabilecek 850 kişilik bir fabrikada, fiili-meşru mücadele yolunu tutarak 600 işçiyle işgaleylemine giriştiler ve böylece grev hakkını fiilengerçek anlamda kullanmış oldular.

Greif direnişçileri kendileriyle Kavel direnişçileriarasında tarihsel-moral bir bağ kurmakta tümüylehaklı idiler. Ne var ki bu iki çığır açıcı direniş arasındakibenzerlik gerçekte onların düşündüğünden çok dahakapsamlı ve derinlikli idi.

Kavel’in gerçekleştiği o günün koşullarında grevhakkından yoksunluk işçi sınıfı hareketinin en önemlitıkanma noktası idi ve dolayısıyla onu koparıp almakmücadelenin en öncelikli halkasını oluşturuyordu.Kavel işçileri tam da bu halkadan tuttular, bir türlüyasalaşmayan grev hakkını fiilen kullanma yolunagittiler ve bunu da fabrika kapısını tutarak böylece birtür işgal yoluyla gerçekleştirdiler. Sonuçta kazanımlarıtüm sınıfın kazanımı oldu.

Bugünün koşullarında ise işçi hareketininayağındaki en etkili ve öldürücü pranga taşeronsistemidir. Üstelik dünya ölçüsünde. İşçi hareketinin

örgütlenmede ve mücadelede yolunu kalıcı biçimdeaşabilmesi, bu sistemin hedef alınması ve adım adımboşa çıkarılması ile olanaklıdır. Tıpkı Kavel işçilerininyaptığı gibi, Greif işçileri de kendi dönemlerinin enöncelikli halkasından tuttular, taşeron sisteminicepheden hedef aldılar. Fabrikalarındaki 44 taşeronadayalı sisteme son verilmesini eylemlerinin baş istemihaline getirdiler. Bununla da kalmayıp birleşik örgütlüeylemleriyle onu fiilen de boşa çıkarmak yolunututtular. Bunu da Kavel işçileri gibi fabrika işgalieylemi yoluyla yaptılar. Böylece yeni bir fabrikaişgalleri dönemi başlattılar. Kazansalardı tüm sınıfkazanmış olacaktı.

Bu iki çığır açıcı direniş arasındaki benzerliklerkadar farklılıklar da dikkate değerdir.

Kavel dünyada devrimci yükselişin sürdüğü,Türkiye’de ise taze ve diri bir toplumsal uyanışınhenüz ilk belirtileriyle de olsa başgösterdiği koşullardagerçekleşmişti. Greif ise gerek dünyada ve gerekseTürkiye’de otuz yılı aşan bir toplumsal durgunluk vesiyasal gericilik ortamından çıkış sancılarının yaşandığıkarmaşık bir geçiş sürecinde yaşandı.

Kavel direnişçilerinin işi nispeten kolaydı; zira 1961Anayasa’sında tanınmış bulunan grev ve toplu işsözleşmesi hakkı yasal olarak düzenlenmeyibekliyordu yalnızca. Bu istemin toplumsal meşruiyetitartışmasızdı, sorun sonu gelmeyen oyalamasürecinin artık nihayet bir son bulmasıydı. NitekimKavel Direnişi’nin basıncı altında ve direnişin hemenardından grev ve toplu iş sözleşme hakkı hızlayasalaştı.

Greif işçilerinin işi ise kıyas kabul etmez ölçüdezordu. Zira taşeron sistemi değil Greif, değil Türkiye,tüm dünyada işçi sınıfı hareketine uluslararasısermaye merkezi tarafından dayatılmış bir saldırıydıve işçi sınıfı bu saldırıyı gerekli gücü yaratarak vetoplumsal desteği alarak püskürtmekten henüzoldukça uzaktı. Kuşkusuz Greif direnişçileri de bununbilincinde idiler. Fakat onu hiç değilse kendifabrikalarında aşabilecekleri, böylece bir yolaçacakları konusunda da inançlı ve umutlu idiler.Nitekim kendi sendikalarının tepesini tutan satışçetesinin katmerli ihanetine uğramasalardı, DİSK’insinsi, ikiyüzlü, entrikacı bürokratlarından köstekyerine bir parça destek alabilselerdi, bunu günümüzsol hareketinin desteği tamamlayabilseydi, çok büyükbir ihtimalle kazanacaklardı da.

Bu son nokta bizi Kavel ve Greif arasındaki entemel farka getiriyor. Kavel Direnişi kendi sendikasının

ve dönemin ilerici sendikal hareketinin tam desteğinesahipti. Öylesine ki dönemin tek sendikakonfederasyonu olan Türk-İş’in o günkü yönetiminindirenişe karşı sorumluluklarını yerine getirmemesibüyük tepkilere yol açmış, onlarca sendika başkanı veyöneticisi konfederasyonu kamuoyu önünde protestoetmiş, dört yıl sonra DİSK’in kuruluşuna varacak süreçböylece başlamıştı.

Oysa Greif Direnişi daha ilk günden itibaren kendisendikasının başını tutan çetenin çok yönlü ihanetineuğramakla kalmadı, bugünün Türkiye’sinde ilericiolmak iddiasındaki hiçbir sendikadan ya dasendikacıdan da sözü edilebilir herhangi bir destekgörmedi. Rıdvan Budak çetesinin Amerikan tekelininhizmetinde Greif Direnişi’ni kırmak için haftalarboyunca sergilediği binbir haince girişim ne DİSKyönetiminden, ne de onun bünyesindeki şu veya busendikadan ya da sendika yöneticisinden en ufak biraçık tepki ya da protesto görmedi. Tersine, tümü deaçık ya da örtülü biçimde bu çetenin yanında oldular.Nitekim bu suç çetesi, tam da direnişin polis gücüylekırılmasının (ki bu baskına yasal gerekçehazırlanmasına mahkeme huzurundaki tanıklıklarıylabizzat destek vermişlerdi!) hemen ardından yaptığıaçıklamaya, başından beri kendilerine verdikleridestekten dolayı DİSK yönetimine ve BaşkanlarKurulu’na teşekkürlerini sunarak başlıyordu. Buteşekkürün sessiz bir onayla kabul gördüğünübiliyoruz. Doğal olarak bu sessiz onay, aynı zamandabugünkü DİSK yönetiminin ihanete suç ortaklığınınsessiz bir itirafı anlamına geliyordu. Bu ise bugünküyapısı ve zihniyetiyle DİSK’in politik ve moral tükenişidemektir.

Ama buna geçmeden önce Kavel ile Greifkarşılaştırması bahsinde son bir noktaya dahadeğinelim. Kavel kendi dönemi içinde çığır açıcı birdireniş oldu, fiili-meşru mücadele yolunu açtı. Bu aynıüstünlüğün onurunu bugünün koşullarında GreifDirenişi taşımaktadır. Fakat Greif’in, Kavel’den (veardından iz bırakarak sınıf hareketimizin tarihinegeçen bir dizi başka fabrika direnişinden) belirgin birüstünlüğü var. Greif, devrimci sınıf önderliği altındagerçekleşmiş, bilinç, örgütlenme ve eylem planındaancak bunun ürünü olabilecek temel önemdeüstünlüklere sahip benzersiz bir direniştir. Bu açıdan okendinden önceki hiçbir direnişle kıyaslanamazniteliktedir. Bu niteliği ile o sınıf hareketimizintarihinde tümüyle yeni bir dönemin başlangıcı, bir ilkhabercisidir.

Page 20: Kızıl Bayrak 2014-32

DİSK bürokrasisinin politik-moral iflası!..

Bugünkü yapısı ve yönetimi, anlayışı ve pratiği ileDİSK’in politik ve moral iflası, gerçekte yeni bir durumdeğildir. Fakat Greif Direnişi bunun en açık, en tam, entartışmasız bir biçimde açığa çıkmasına vesileolmuştur. Bu ruhsuz ve ikiyüzlü bürokratlar takımı,halen işçi hareketini felç eden en önemli sorunu,taşeron sistemini hedef alan 600 kişilik örgütlü birdirenişten her türlü desteği haftalar boyuncaesirgeyebildiler. “İç işlerine karışmamak” adı altındakendi bünyelerindeki bir sendika yönetiminin dahadirenişin ilk gününden itibaren sergilediği haincerezilliklere karşı tek kelime etmediler, bunuengellemeye, bir nebze olsun dizginlemeye yönelikhiçbir girişimde bulunmadılar. Rıdvan Budak,Muzaffer Subaşı ve Kazım Doğan çetesinin Greiftekeliyle el ele direnişi kırmak için giriştikleri oyunlarasonuna kadar sessiz kaldılar, böylece de gerçekte tümbunlara onay ve destek vermiş oldular. Dahasıkurdukları oyalama komisyonlarıyla bu oyunlar içinonlara ek fırsatlar da yarattılar. Greif fabrikasınabinlerce polis gücüyle yapılan baskının yasal gerekçesibizzat sendika yönetiminin mahkeme tanıklığı ilesağlandığı halde bunu hiçbir biçimde sorun etmediler.Baskın bağıra bağıra geldiği halde kıllarını bilekıpırdatmadılar. Bu ihanet silsilesinin son halkası olansatış protokolü ve sözleşmesini de sessizceonaylayarak, böylece iki ay boyunca rahatlarınıkaçırmış “Greif belası”ndan nihayet kurtulmuşolmanın huzuruna kavuştular.

Fakat bütün bunlar utanç vericidir ve bugünküDİSK yönetimi bundan böyle hep bu utançlaanılacaktır. Greif bir çığır açmıştır ve çığır açan herdireniş gibi gelecekte hep hatırlanacaktır. Onunlabirlikte yönetiminden başkanlar kuruluna kadarbugünkü DİSK bürokratlarının utanç verici tutumu da.Tıpkı Kavel ve Paşabahçe ile birlikte dönemin Türk-İşyönetiminin utanç verici tutumunun da hephatırlanıyor olması gibi.

DİSK Başkanlar Kurulu’nun Haziran tarihli sonbildirisi, bugünkü DİSK yönetiminin Greif Direnişi’nekarşı katmerli ihanete onayı ve desteği konusundahiçbir tartışmalı nokta bırakmamıştır. Bu utançbelgesinde Rıdvan Budak çetesine açıkça sahipçıkılmış, Greif direnişçileri ve sınıf devrimcileri ise aynıaçıklıkla suçlanmıştır. Bu tutum, DİSK’i DİSK yapan hertürden değerin artık tümüyle terkedildiğinin de açıkbir itirafıdır. İşçi satıcılığını kimlik edinmiş ve bununson halkası olarak Greif direnişçilerine karşı Amerikantekelinin hizmetinde her türlü rezilliği yapmış bir suççetesini açıkça bağrına basan bir DİSK yönetimi vezihniyeti gerçeği ile yüzyüzeyiz artık. Bu, sözün bittiğiyerdir! Bu, bugünkü anlayış ve yönetimiyle DİSK’indört dörtlük iflas tablosudur!

Greif Direnişi’ne ilk günden itibaren içtenliklesahip çıkıp destek veren nadir sol siyasal yapılardanbiri olan Devrimci İşçi Partisi’nin (DİP) direnişin ilkgünlerinde yayınladığı bildirideki şu sözler, bugünküDİSK yönetimi gerçeğinin iyi bir özeti olarak duruyorönümüzde:

“Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK)aynı şekilde bu direnişe sahip çıkmak zorundadır.Dahası üyesi olan DİSK Tekstil Sendikası’nın yönetiminide bu doğrultuda davranmaya zorlamalıdır. DİSK’inüye sendikalarının iç işleyişine karışamayacağısöylemi utanç vericidir. Greif işçisi tüm işçi sınıfı için,özellikle de milyonlarca taşeron işçisi için ayağakalkmışken, bu büyük mücadele bir sendikanın iç

sorunu olarak gösterilemez. DİSK Tekstil bu tavrıylaDİSK’i DİSK yapan temeli dinamitlemektedir. Bunamüdahale edilmezse DİSK’in de çöküşü kaçınılmazolacaktır. Her fırsatta Kavel direnişinden, 15-16Haziranlardan dem vuran DİSK, bugünün Kavelcileriolan Greif işçilerini desteklemiyorsa sınıf mücadelesivermiyor sadece nostalji yapıyor demektir. 47. kuruluşyıldönümünü kutlayan DİSK, geleneğinde sınıfmücadelesi adına ne varsa bugün onu temsil eden,günlerdir aç, uykusuz direnen Greif işçilerini baş tacıedeceği yerde kapı dışarı etmeye çalışıyorsa 15-16Haziranlar’ın, Demirdökümler’in, Sungurlar’ın, 1Mayıs’ların DİSK’i de mazide kalmış demektir. BugünGreif işçisinden ayrı bir DİSK yoktur. Sınıf mücadeleciDİSK’i maziden alıp günümüze taşıyacak olan daonlardır. Onların direnişini yaymaya ve güçlendirmeyeçalışanlardır.”

Suç çetesinden katmerli ihanetin hesabımutlak olarak sorulacak!

Halen DİSK Tekstil-İş Sendikası’nın başını tutanüçlü suç çetesi, Rıdvan Budak, Muzaffer Subaşı veKazım Doğan, sendikal hareket içindeki tescillihainlerdir. Onlar Greif Direnişi’ne kadar işçi sınıfınakarşı sayısız suçlar işlemişlerdi. Ama tam da GreifDirenişi’nin ortaya koymaya çalıştığımız benzersizüstünlüklerinden dolayı sendikal hayatlarının en ağırsuçlarını ona karşı işlemiş oldular. Açıkça Amerikantekelinin yanında saf tuttular, taşeron çeteleri,mahkeme ve polisle işbirliği halinde hareket ederekgörkemli bir işçi direnişinin kırılması için hemenherşeyi yaptılar.

60 günlük işgal boyunca bu katmerli ihanetin adımadım nasıl yaşandığı, Greif direnişçilerinin günügününe yayınlanan açıklamaları ve ayrıca devrimcisınıf basını üzerinden kayıt altına alınmışbulunmaktadır. Greif Direnişi seyri, dersleri vedeneyimleriyle çok yönlü olarak yazıldığında, bu suç

çetelesi de orada ayrıntılı bir bölüm olarak yer alacak,böylece geleceğe silinmez biçimde kalacaktır.Kuşkusuz bu çetenin geçmişten bugüne tüm ötekisuçları ile birlikte.

Bu tescilli suç çetesinin ihaneti yalnızca 600 Greifdirenişçisine değil, fakat Türkiye işçi sınıfı hareketinintümüne karşıdır. Zira Greif işçileri yalnızca kendileriiçin değil fakat bütün bir işçi sınıfı için ve halen onunayağına vurulmuş en ağır prangaya, taşeron sisteminekarşı ayağa kalkmışlardı. Kazansalardı tüm işçi sınıfıkazanmış olacaktı. Dolayısıyla bunu boşa çıkarmayayönelik katmerli suç da sınıfın bütününe karşıişlenmiştir.

Bu suçu bu denli açık ve bu denli katmerli biçimdeişlemiş Rıdvan Budak çetesi mutlak olarak bununhesabını verecektir. Ve bu hesap onlardan her yol veyöntemle sorulacaktır. Önlerinde ödeyecekleri bedelihafifletecek bir tek yol vardır: Sendikal hareketiderhal terketmek!

TKİP’nin 27 yılı bulan bir siyasal geçmişi var. Busüre zarfında sol içi şiddete hiçbir biçimdebulaşmamış, dahası bu yola başvuranlara da herzaman açıkça karşı çıkmış, bu doğrultudaki girişimlerikesin bir dille kınamıştır. Ama sözünü ettiğimiz suççetesinin sol hareketle yakından uzaktan bir ilişkisiyoktur. Bunlar sola, sınıfa, devrime düşmanprofesyonel işçi satıcılarıdır. Direnişi kırmak içintaşeron çeteleriyle iş çevirmek, bu boşa çıkarılınca damahkemede Greif tekeli lehine tanıklıkla bir işçidirenişinin polis zoruyla kırılmasına bizzat önayakolmak bile, bu çetenin konumunu ve tarafını tümaçıklığı ile ortaya koymaktadır.

Onlar barikatın karşı cephesindedirler ve bunungerektirdiği bir muamele göreceklerdir.

Temmuz 2014TKİP

(Türkiye Komünist İşçi Partisi Merkez Yayın OrganıEkim’in Ağustos 2014 tarihli 294. sayısından

alınmıştır)

Page 21: Kızıl Bayrak 2014-32

Kapitalizm 2008’den bu yana dünya çapındatarihin gördüğü en büyük krizlerden biriniyaşıyor. Kapitalizmin kabesi olan ABD’de patlak verenkriz en çok da merkez ülkeleri etkilemişti. Tersiiddialara karşın, AB’nin lokomotifi pozisyonunda olanAlmanya da krizden ciddi etkilenen ülkelerden biriolmuştu. Gelinen yerde Alman burjuvazisinintemsilcileri krizi büyük oranda aştıklarını, ekonomikdurgunluğun geride kaldığını ifade ediyorlar.

Ekonomideki istatistiklere bakılacak olursagerçekten de özellikle Alman ekonomisinin candamarı olan otomotiv sektörü başta olmak üzere, entemel sektörlerde ciddi kârlar elde edilmekte, dünyaçapında ihracat rekorları kırılmaktadır.

Kapitalist ekonomilerde gerçeği gizlemekamacıyla istatistiki verilerde türlü hilelerebaşvurulduğunu biliyoruz. Kaldı ki, sunulan rakamlargerçeği yansıtsalar bile, her zaman işçi ve emekçileringerçek yaşamı ile bu rakamlar arasında ciddi birmesafe vardır.

Örneğin, Almanya’da ekonomik veriler ne dereceiyi olursa olsun, özellikle krizden bu yana işçi veemekçilerin yaşamında çok ciddi bir yoksullaşma var.Düşük ücret politikaları, tüm çabalara rağmendüşmeyen işsizlik oranları, çalışan insanların bileyoksullaşması ve en önemlisi de gittikçe tüm işyaşamına hakim hale getirilen taşeronluk sistemi, işçive emekçilerin çalışma ve yaşam koşullarını her geçengün daha da dayanılmaz hale getiriyor. O kadar ki,AB’nin hala en “sosyal” devleti geçinen Almanyagittikçe bir taşeron cumhuriyetine dönüşmektedir.Demek oluyor ki, Alman burjuvazisi, krizin yükünü işçive emekçilere fatura ederek büyümektedir.

Taşeronluk sistemi modern köleliktir!

Almanya’da taşeron şirketlerin varlığı ta 1970’liyıllara dayanmaktadır. Fakat bu firmaların vedolayısıyla burada çalışanların sayısında son on yılda,özellikle de 2008 krizinden bu yana tam bir patlamayaşanmıştır.

İş ve işçi bulma kurumunun 2013 verilerine göre,şu anda Almanya’da irili-ufaklı tam 18 bin taşeronfirma bulunmaktadır. Sayıları mantar gibi artantaşeron firmalar Almanya’da yeni bir kazanç kapısıhaline gelmiş bulunuyor. Kentlerin en işlek ve enmerkezi yerlerinde lüks büroları olan bu şirketlerinçalışanları genellikle ‘’iş bilir’’ akademisyenlerdir.Aralarından bazıları tutunamayıp iflas etseler bile,çoğu palazlanıp hızla büyümektedirler.

Bu söz konusu taşeron firmalarda yaşanansirkülasyondan dolayı sayıları sık sık değişmeklebirlikte, en az bir milyon kişi çalışmaktadır. Bu rakamülkedeki tüm çalışanların %3’üne tekabül ediyor. Buoran ilk bakışta düşük görünmekle birlikte, bualandaki yoğun sömürüden ötürü bunun ekonomiküretimdeki payı oldukça yüksektir.

Taşeron firmaların %53’ü 20 kişiden az işçiçalıştırmaktadır. Bunlar sermaye piyasasına daha çok

kalifiye olmayan yardımcı eleman sağlamaktadırlar.Fakat gittikçe kalifiye işsizlerin de başvurdukları tekadres durumuna getirilmektedirler. İş ve işçi bulmakurumunun işsizlere sunduğu iş olanaklarının en azüçte biri taşeron firmalardır. Öte yandan işsizlikparasına başvuranların % 17’si de bu firmalardangelmektedir.

Taşeron firmalarda iş bulanlara başta “süresiz”çalıştırma vaat edilse de ezici çoğunluğu üç ay sonraatılmakta ve yerine yenileri alınmaktadır.

Kısacası, taşeronluk sistemi Alman burjuvazisi içinvazgeçilmez bir sistemdir artık. Bugün Almanya’daMercedes, BMW, Bosch, ThysenKrupp, Ford, Opel gibien tanınmış firmalar bile sayıları gittikçe artan sayıdataşeron işçi çalıştırmaktadır. Dahası bunlar kendilerinebağlı taşeron firmalar kurmaktadırlar. Bunlardanbazıları, örgütlü fabrikalarda kadrolu işçilerin vesendikaların baskısı ile taşeron işçilerine de kendiçalışanlarıyla aynı oranda ödeme yapsa bile, özellikledaha küçük firmalar %25-30 daha az ücretödemektedirler.

Her bakımdan sermayeye hizmet edenbir sistem!

Bugün Alman burjuvazisi taşeronluk sisteminiçalışanlara işsizliğe bir çözüm olarak yutturmayakalksa da, bu sistemin her açıdan sermayeye hizmetettiği gün geçtikçe çalışanlar tarafından daha çokanlaşılmaktadır.

Taşeronluk sistemi tam bir modern köleliktir. Busistemin çok eskilerden kurulan amele pazarlarındanhiçbir farkı yoktur. Hatta bazı açılardan amelepazarlarından bile daha da geridir. Zira amele

pazarından birini bir süreliğine kiralayan kişi, kiraladığıkişiye ücret ödemenin yanı sıra, onun karnınıdoyurmakla da mükellefti. Taşeron sistemi bu insaniözelliklerden bile arındırılmıştır.

Taşeronluk sistemiyle esas olarak amaçlananpatronların çalışanlara karşı yükümlülüklerini en azaindirerek, sömürünün önündeki tüm engellerikaldırmaktır. Bu sistemin çalışanlar için belli başlızararlarını şöyle sayabiliriz:

* Taşeron bir şirkette çalışan birinin çalıştığıişyeriyle hukuksal ve yasal hiçbirbağı bulunmamaktadır. Başta iş sözleşmesi olmaküzere, sigorta işlemleri, izin, hastalık, kaza, ücret,işten çıkarma vs. tüm işlemler ve sorunlar taşeronfirma aracılığıyla yürütülmektedir.

* Böylece çalışan kişinin çalıştığı iş veya iş yerineetkisi ve ilişkisi asgariye indirilmektedir.

* Özellikle işten atmalarda, patronlar işçiyle hiçmuhatap olmadan bunu taşeron firmaya bildirmekleyetinmekte, hiçbir itiraz kabul etmemekte, açılacakdavalarda birinci dereceden muhatap olmaktançıkmakta ve en önemlisi de tazminat ödemektenkurtulmaktadırlar.

* Bir işe alınan taşeron işçilerden çok azı kadroluyapılmaktadır. Bunu bilen işçiler aralarında kıyasıyabir yarışa girmekte, birbiriyle dayanışma içerisindehak almaktan vazgeçmekte, verilen her türlü işiyapmakta, keyfi dayatmaları sineye çekmekte vehatta zaman zaman birbirini gammazlamaktadırlar.

* Hastalıktan dolayı işe gelmeyen, acil durumlardabile izin isteyen veya işe gecikenlerin kadroyaalınmasında tercih edilmeyeceği söylendiği için, çoğuçalışan hasta olduğu halde işe gitmekte, zamanzaman bunu sağlığını tehlikeye atma pahasınayapmaktadır.

Almanya’da taşeron sistemi ve devrimci sorumluluk

Page 22: Kızıl Bayrak 2014-32

* Taşeronda çalışanlar diğer çalışanlara göre en az%25-30 daha az ücret almakta, işçiye verilmesigereken miktarın yarıya yakınına taşeron şirkettarafından el konulmakta ve böylece çok yoğunçalıştığı halde tam bir sefalet ücretine mahkumedilmektedir.

* Bugün Almanya’da bir taşeron şirkette çalışanbirisinin eline ayda en fazla 800 ile 1200 avro arasındanet para geçmektedir. Oysa normalde taşeron firmaolmazsa yaklaşık 2 bin avro kazanabilmektedir.

* Taşeron işçilerin durumunun 3 ay veya 6 aylıkzaman dilimlerinde yeniden gözden geçirilmesigerekiyor. Çoğu zaman bu süre dolmadan, özellikleücret artışlarının önüne geçmek için alınan birçok işçiişten atılarak yerine yenileri alınmaktadır. Bu işe girişçıkışlar bazen günlük olmaktadır.

* Bir taşeron işçi, eğer çalıştığı firmada iş yoksa birsüreliğine evde tutulmakta veya iş olan başka birfirmaya gönderilmekte, bu iş bazen günlük olarakdeğişebilmektedir.

* Taşeron işçiler her gün en az yarım saat mecburifazla mesai yapmak zorundadır. Bu fazla mesailer saathavuzu denen yerde toplanmakta ve ancak 70 saatdolduktan sonra bunun üstü fazla mesai olaraködenmektedir. Geri kalan saatler taşeron firmatarafından bir güvence olarak tutulmakta, işçininhastalanması, izin alması veya iş yokluğundan dolayıçalışmaması durumunda bu havuzdan ödemeyapılmakta böylece taşeron firma hiçbir kaybauğramamaktadır.

* Almanya’da yeni işe alınanlarda yasal denemesüresi iki yıla kadar uzamaktadır. Çoğu taşeron işçi ikiyıl boyunca bu konumdatutulduktan sonra atılabilmektedir.

* Taşeron işçilerin hiçbir işgüvencesi bulunmadığı içinhayatlarıyla ilgili hiçbir uzun vadeliplan yapamamakta, sürekli birbelirsizlik ve işten atılma korkusuylayaşamaya itilmekte bu da bazıpsikolojik rahatsızlıklara yolaçmaktadır.

* Taşeronluk sistemi sadece bualanda çalışanlara büyük bir saldırıdeğildir, aynı zamanda kadroluişçilere de büyük bir saldırıdır. Buanlamıyla tüm işçi sınıfının birsorunudur. Zira patronlar taşeronişçileri, kadrolu işçiler üzerinde birtehdit unsuru olarak, onları dahaucuza ve daha ağır şartlardaçalıştırmak için kullanmakta, iştenatmakla tehdit etmekte, adetaölümü göstererek sıtmaya razıetmeye çalışmaktadır.

* İş ve işçi bulma kurumu işsizleri taşeronfirmalarda çalışmaya zorlamakta, bir taşeron firmadangelen iş önerisini sunduğu işsizin bazı istisnalar dışındaonu reddetme hakkı bulunmamaktadır. Reddetmesidurumunda ilkinde %30, ikincisinde %60,üçüncüsünde ise tüm işsizlik veya sosyal yardım parasıkesilerek açlığa mahkum edilmektedir.

Sendika bürokrasisi taşeronluk köleliğinionaylamaktadır!

Alman Sendikalar Birliği (DGB), gerek üye sayısıbakımından ve gerekse de maddi gücü bakımındandünyanın en güçlü ve aynı zamanda en köklü sendikabürokrasisini oluşturmaktadır.

Bu devasa aygıt, Almanya’da on yıllardır işçi veemekçilerin en temel sosyal hakları budanıp kuşaçevrildiği halde, Almanya’da çalışanların en başat ve enacil sorunu olan taşeronluk sistemine karşı kılını bilekıpırdatmamış, sermayeyi rahatsız eden veya geri adımatmaya zorlayan hiçbir ciddi grev, direniş, kampanya veeylem örgütlememiştir. Her şey onların gözleri önündeolup bittiği halde izlemekle yetinmiş veya sessiz

kalarak onay vermişlerdir. Bütün bir süreç boyunca

akılda kalan tek şey, bundanyıllar önce, IG MetalSendikası’nın, o da sadecesembolik bazı tekellernezdinde, taşeron işçilerinkadrolaştırılması için yaptığıkısa süreli bir kampanyaydı.Bu kampanyanın finalindekitlesel gösteriler dedüzenlenmişti. O zaman busınırlı çabalar bile Ford gibibazı işletmeleri göstermelikde olsa bazı taşeron işçilerikadroya almaya zorlamıştı.

Sendikaların, işçi veemekçiler için tam bir modernkölelik olan taşeronluksistemine esasta bir itirazıyoktur. On yıllardır

emekçilerin canına ot tıkayan bu yasaya karşı yapılacakbir şey olmadığını düşünüyorlar. Onların tek yaptıklarıbu yasa çerçevesinde kalarak, bu yasanın emekçileretanıdığı yok hükmünde bazı kırıntı hakların nasılkorunacağı, bu konuda yaşanan “haksızlıklara” ve“hukuksuzluklara” karşı nasıl mücadele edileceğidir.

Başlı başına bir haksızlık ve hukuksuzluk olan buyasanın kaldırılması veya taşeron şirketlerinyasaklanması yönünde hiçbir sözde talepleri bileyoktur. Her gün taşeron firmalarda çalışıp haksızlığauğramış, işten atılmış mağdur işçilerin kendilerinebaşvurması durumunda yaptıkları tek şey “taşeronişçilere öğütler” başlığı taşıyan broşürlerinden veripgeri göndermek olmaktadır. Broşürlerin içeriğinde yeralan öğütler arasında daha güvenilir ve daha iyiödeyen bir taşeron firmanın nasıl bulunabileceği, işsözleşmesi imzalarken nelere dikkat edileceği ve buna

benzer işleyişle ilgili bilgilerin dışında, mücadelenin veörgütlenmenin lafı bile edilmemektedir.

Bütün bunlar bir yana, sendika bürokrasisi işiaymazlıkta da daha da ileri götürerek, taşeronluksisteminin esnekliğinden, işsizlerin kolayca iş yaşamınaadapte olabildiklerinden ve birçok işletmeyi tanımafırsatından dolayı “yaratıcılığı ve üretkenliği” arttırdığıvb. gibi faydalarını bile sayabiliyorlar.

Kısacası artık sermayenin bir parçası haline gelenve onun işçi sınıfı içerisindeki ajanları olduklarıtescillenen sendika bürokrasisinin işçi sınıfına bir hayrıyoktur. İşçi sınıfına yönelik her saldırı karşısındabunların ortaya koydukları her pratik davranış, “İşçisınıfının kurtuluşu kendi eseri olacaktır!” sözünündoğruluğunu bir kez daha kanıtlamaktadır.

Çözüm devrimci sınıf mücadelesindedir!

Bugün Almanya’da işçi ve emekçilerin karşı karşıyakaldıkları pek çok yakıcı sorun vardır. Fakat en yakıcıolanı taşeronluk sistemidir. Hiç kuşkusuz, bu sorun,sayıları milyonu aşan ve kölelik koşullarında çalışantaşeron işçilerin sorunu da değil sadece. Taşeronuveya kadrolusuyla tüm işçi sınıfının sorunudur. Gittikçebir taşeron cumhuriyetine dönüşen Almanya’da, buuygulamanın işçi ve emekçiler için yarattığı tablovahimdir. Fakat öte yandan, devrimci sınıf mücadelesiaçısından muazzam olanaklar da sunmaktadır.

Şöyle ki:Taşeron işçiler kölelik zincirlerinden başka

kaybedecek şeyi olmayan işçilerdir. En ağır sömürüyeve haksızlığa uğradıkları için mücadeleye oldukçayatkındırlar. Bu anlamda sermaye sisteminin yumuşakkarnı ve en zayıf halkası durumundadırlar.

Çok parçalı ve dağınık bir alan olması haliylekarşımıza pek çok güçlük çıkarmaktadır. Nedir ki, yakındönemde yaşanan Greif işgal pratiği de kanıtlamıştır ki,soluklu, sabırlı, gerçekten yoğun bir emek ürünüyaratıcı yol ve yöntemlerle bu güçlükler aşılabilir.Sistemin bağrında ciddi yarıklar açılabilir.

Sınıf devrimcileri bundan böyle bu alana dahayakından bakmalı ve alanın devrimci bir sınıfmücadelesi için barındırdığı imkanlardan yararlanmayıbaşarmalıdırlar.

Bugün Almanya’da işçi veemekçilerin karşı karşıyakaldıkları pek çok yakıcı sorunvardır. Fakat en yakıcı olanıtaşeronluk sistemidir. Hiçkuşkusuz, bu sorun, sayılarımilyonu aşan ve kölelikkoşullarında çalışan taşeronişçilerin sorunu da değilsadece. Taşeronu veyakadrolusuyla tüm işçi sınıfınınsorunudur.

Page 23: Kızıl Bayrak 2014-32

İran ile ABD arasındaki gerilimin düşmesi veyaptırımların gevşemesi birçok uluslararası tekeliniştahını kabartıyor. Molla rejimi, her ne kadar ABD’yi‘büyük şeytan’ olarak nitelendirse de, ‘şeytan’ ileuzlaşmanın yollarını arıyor. ABD’nin yaptırımlarıgevşetmesi ile birlikte 1979’dan beri ilk defa ABD ileİran arasında ticari ilişki kuruldu. Durumdan en çokmemnun olan kesim ise bir zamanlar İran’da büyükyatırımlara sahip olan Alman firmaları oldu.

1979’da Şah rejiminin devrilmesinin ardından İran’aticari ambargo uygulayan ABD emperyalizmi, İran’ınnükleer tesislerini uluslararası denetime açması ilebirlikte, bu ülkeye uyguladığı yaptırımları gevşetmeyebaşladı. ‘Terörist devlet’ ile ‘büyük şeytan’ arasındakikarşılıklı ‘iyi niyet’ gösterileri de ilk meyvelerini verdive iki devlet arasında 1979 yılından bu yana ilk kezticari anlaşma yapıldı.

Geçtiğimiz ay, ABD’li uçak şirketi Boeing, İran Air ileuçuş güvenliğine ilişkin malzemelerin ithal edilmesiüzerinde anlaşmaya vardı. Şirketin açıklamasına göreİran Air, yedek parçaların yanı sıra uçuş kılavuzları,uçuş biletleri ve incelemelere ilişkin verileri sipariş etti.Bahsi geçen ithalat anlaşmasının yanı sıra Boeing’inİran Air’e ait başka bir şirket ile de görüşme halindeolduğu açıklandı.

Şu an için İran’a uçak ithalatına izin vermeyen ABDyönetimi, İran ile 5+1 Grubu arasında varılananlaşmalar sonrasında, Nisan ayında Boeing tekelineİran ile geçici bir süreliğine ticaret yapmasına izinverdi.

Ucuz işgücü olacak genç nüfus,petrol ve doğalgaz...

Boeing ile İran Air arasdında varılan ticaretanlaşması, küçük boyutta ancak simgesel bir önemesahip. Özellikle Avrupalı tekeller, Ortadoğu’nun enbüyük pazarı olabilecek, İran’a karşı yaptırımların dahada gevşemesi için adeta pusuda bekliyorlar. İran,çoğunluğu genç ve eğitimli 80 milyonluk nüfusun yanısıra petrolde dünyanın en büyük 4., doğalgazda dadünyanın en büyük 2. rezervlerine sahip.

İran burjuvazisi uzun yıllar mahrum kaldığı‘işbirlikçilik’ vasfını gerçekleştirmek ve tekellerinyağmasından pay almak istiyor. İran CumhurbaşkanıHasan Ruhani’nin seferber ettiği İranlı işadamları,diplomatlar ve ekonomistler, uluslararası ekonomiyeyeniden entegrasyonunu sağlamak için bir arayageldiler. Devlet başkanının bizzat görevlendirdiğigrubun içerisinde Amerikan üniversitelerindendoktoralı ekonomistler ve eski Wall Street yöneticileribulunuyor.

Emperyalizmle işbirliğini yeniden tesis edecek kişive kurumlar şu sıralarda dünyanın önde gelentekellerini ağırlamakla meşgul. PLC gibi enerji devleri,otomobil üreticisi PSA Peugeot Citroen ve DeutscheBank AG ve Rus Renaissance Capital Ltd. gibi finansalşirketler, İran’da yatırımlarla ilgili sunumlara katıldı.

Fransız Total, İngiltere-Hollanda ortaklığı olan RoyalDutch Shell ve İtalyan ENI gibi Avrupa’nın enerjitekelleri yaptırımların kaldırılması hâlinde eldeedecekleri potansiyel kazançları görüşmek üzere İranPetrol Bakanlığı ile bir araya geldi. Bu şirketler,yaptırımlar devreye girmeden önce İran’da petroloperasyonlarına sahipti. Şirketler, yaptırımlarınkalkması durumunda bu faaliyetlerini yenidencanlandırmak istediklerini belirtiyor.

En büyük atılım Almanlar’dan bekleniyor

1979 yılından sonra İran’da en çok faaliyetgösteren kesim ise Alman tekelleri olmuştu. Busebeple İran ile güçlü bağlara sahip olan bu şirketler,sessizce harekete geçerek, tarihi bağlarını yenidenonarma peşinde. ABD’nin tepkisinden çekinildiği içinfirmalar faaliyetlerini sessizce yürütüyor. Bosch GmbHgibi otomobil parçası üreticileri ve diğer bazı büyükfirmalar ilk kontratlarını imzalayarak yeniden dönüşhazırlıklarına başladılar. Anlaşmalar başlangıçseviyesinde çünkü, geçtiğimiz yıllarda birçok Almanfirması İran’a uygulanan yaptırımları deldiği için cezaaldı. Ülkenin uluslararası bankacılık sistemindendışlanmış olması da basit işlemler gerçekleştirenAlman tekelleri için sorun yaratıyor.

ABD’nin batı sermayesinin İran’a serbestçegirmesine izin vermesi halinde, en büyük atılımı Almanfirmalarının gerçekleştirmesi bekleniyor. BirleşmişMilletler Güvenlik Konseyi’nin 2006 yılındaki yaptırımkararı öncesinde otomobil üreticisi Daimler ve ilaçfirması Bayer AG, İran piyasasının büyük oyuncularıkonumundaydılar. Ancak yaptırımların ilerleyenyıllarda derinleştirilmesi birçok Alman firmasınınyatırımlarını çekmesine yol açmıştı. Şu sıralarda aynıdurumun Rusya ile yaşanması yüzünden İran’lakurulabilecek ticari bağlar, Rus piyasasından çekilmekzorunda kalacak şirketleri taze İran piyasasına çekecek.Hatta İran’a yapılan 1.85 milyar Euro değerindekiihracatın hızla 10 milyar Euro’ya çıkabileceği Almanuluslararası ticaret direktörü Volker Treier tarafındandile getiriliyor.

Bosch şirket sözcüsü Trix Böjne’nin “İlkkontratlarımızı imzaladık bile. Fakat bunların hepsierken dönemlerinde ve olayların nasıl gelişeceğinigörmemiz lazım” ifadeleri sadece Alman tekelleri içindeğil, tüm uluslararası tekellerin şu an için İran’abakışını özetliyor. Tetikte bekleyen Avrupalısermayenin karşısında ise siyasi gerilimden ötürübeklemede kalan ABD menşeli tekellerin ise geçkalabileceği öngörülüyor.

İran burjuvazisi işbirliğine hevesli

Avrupalı tekellere işbirliği yapacak sınıf da bunca yılmahrum kaldıkları ilişki için heyecan içerisinde. İranTicaret Odası Başkanı son aylarda neredeyse her günOrtadoğu, Asya ve Latin Amerika’dan gelen ticaretheyetlerini ağırlıyor ya da Avrupa’ya seyahat ediyor.Şafey şunları ifade ediyor: “Yeni bir çevreye vedışarıdan yeni bir görünüşe sahibiz. Şimdiekonomimize ilgi de var.” Şafey’in sözleri Ruhani’ninİran burjuvazisinin gönlündeki isim olduğunukanıtlıyor. Çünkü İran burjuvazisi mahrum kaldığıemperyalist zincire tekrar dahil olmak istiyor. Gençnüfusa sahip İran burjuvazisi birçok üründen ‘mahrum’kalan İran pazarına ihracata aracılık ederek pay almapeşinde.

Yaptırımlar gevşediği takdirde ‘taze’ İran pazarı,tekeller için ucuz işgücü cenneti haline gelecek. Mollarejimi tarafından acımasız baskı altında tutulan İranişçi sınıfı ve emekçiler, ilerleyen yıllarda mollalarınkırbacını bu tekellerin kârı uğruna yiyebilirler.

Şu an için İran ve batılı emperyalistlerinmüzakerelerinde anlaşmaya varıp varamayacaklarımeçhul. Üstelik, iki taraf Ortadoğu’da farklı cephelerdeyer alıyor. Ancak ekonomik bağların yeniden kurulmasıile birlikte İran ‘terörist devlet’ yerine ‘ticari ortak’olabilir. Ticari ortaklık ise yıllar içerisinde İran’ı Şahdönemindeki gibi ‘uşaklık’ statüsüne geri döndürebilir.Çünkü İran burjuvazisinin en büyük isteği emperyalisttekellerin sömürüsüne aracılık etmektir. Bu aracılıkkendiliğinden siyasi değişimlere yol açacaktır.

Avrupalı tekellerin gözü İran’da!

Page 24: Kızıl Bayrak 2014-32

2013 Kasımı’nda Ukrayna halkı, kapitalizminküresel krizinin yaratmış olduğu yıkıma karşı,Ukrayna’nın başkenti Kiev’deki Maidan (Bağımsızlık)Meydanı’nı, “Gangsterler ve hırsızlar defolsun!”sloganıyla işgal etti. Özellikle petrol fiyatlarında yapılanfahiş zamlarla artan yoksullaşma, zaten çok zorşartlarda ve büyük bir sefalet içinde yaşayan Ukraynalıişçi ve emekçilerin biriken öfkesini tetikledi. Bu öfkeişçi ve emekçilerin sokağa inmesine yol açtı.Emekçilerin yanısıra, kapitalizmin krizinin yıkımla yüzyüze bıraktığı orta sınıflar da, varlıklarını koruyabilmekadına eylemlerde yer aldılar.

Eylemler başladığında pusuda bekleyen sağcıçeteler, kitlelerin yönetime duyulan tepkilerini istismarederek, gösterileri gerici planlarının aracı halinegetirdiler. ABD-Avrupa Birliği (AB) emperyalistleritarafından desteklenen sağcı çeteler, kitlemücadelesini yolundan saptırarak gerici iktidarsavaşının cephesi olarak kullandılar.

Ukrayna dün, Rus kapitalizminin sadık bir uşağıolan Viktor Yanukoviç’in başını çektiği bir koalisyontarafından yönetilmekteydi. Koalisyonda Amerika veAvrupa Birliği tarafından bugün her anlamdadesteklenen mafyalaşmış çeteler de vardı. Ancaksağcılarla yeni Naziler koalisyonunun gerçekleştirdiğifaşist darbe ile Yanukoviç iktidardan uzaklaştırıldı.Kiev’de batılı emperyalistlerin desteklediği ırkçı-faşistkoalisyon, darbe ile iktidara yerleşti.

Sağcı faşist darbenin ardından, “demokrasininzaferi” diye adlandırılan bir seçim oyunu ile batılıemperyalistlerin güdümündeki bir avuç Ukraynalıoligarkın iktidara getirilmesi noktasına varan bir süreçyaşanmıştır. İç savaş riski altında bulunan Ukrayna’daçatışmalar halen devam ediyor.

Burjuva demokrasisi,kapitalist tekellerin çıkar birliğidir

Alman kapitalizmin en önemli yayın organlarındanbirisi olan, ‘Handelsblatt’ gazetesinde yer alan birhaberde; ABD emperyalizminin AB ile doğu Avrupaülkelerinden sorumlu olan Amarikalı bir kurumununsekreteri Victoria Nuland tarafından 13 Kasım 2013’teKiev’de bir dizi toplantı örgütlendiği bilgisi yer aldı.Exxonmobil, Chevron, Monsanto, Global Logic, Coca-Cola isimli Amerikan tekelleri ile Ukrayna tekeliSCM’nin (Sytem Capital Manegment) sponsorluğunuyaptığı toplantılarda, “Ukrayna’nın geleceği” üzerineönemli kararlar alındığı bildirildi.

Toplantı sonrasında Amerikalı sekreter VictoriaNuland tarafından yapılan açıklamada, toplantılarıniçeriği hakkında şu bilgiler verildi: “Ülkededemokrasinin tekrar hakim hale getirilebilmesi veçalışamaz durumdaki kurumların bu yolda tekrarkurabilmesi, bütün vatandaşların politik yaşama aktifve özgürce katılabilmesi ve en önemlisi, AvrupaBirliği’nin beklentilerine cevap verebilmesi içinAmerika tarafından Ukrayna’ya 5 milyar doların

üzerinde destek sunulmuş bulunulmaktadır.” Açıklama,Victoria Nuland’ın bir enerji devi olan AmerikalıChevron firmasının logosunun altında çekilmiş veinternete düşen videolu haberi ile şöyle devametmektedir: “Amerika’nın cömertçe sunduğu budesteğin karşılığındaki tek beklentimiz, birlikte hareketettiğimiz bütün ortaklarımızın, Ukrayna’yı hakettiğigüzel geleceğine doğru yönlendireceğimiz tümsüreçlerde aktif olarak bizim yanımızda durmaları vegörevlerini yerine getirmeleridir.” (Handelsblatt,26.02.2014)

Kapitalist tekellerin çıkar çatışmaları vesonun başlangıcı

Ukrayna burjuvazisine ve onların gelişimsüreçlerine kısaca göz atmak, sorunun anlaşılmasınıdaha da kolaylaştıracaktır. Ukrayna’daki kapitalisttekellerin sermaye birikimi bakımından en güçlüsü,Rinat Ahmetow’un sahibi olduğu SCM (Sytem CapitalManegment) isimli kapitalist tekeldir. Ahmetow’unsahibi olduğu bu tekel ağırlıklı olarak çelik ve dökümsanayisinde üretim yapmaktadır. SCM 31 milyarlıkdolarlık sermaye birikimi ve 300 bini aşkın çalışanı ileülkenin en önemli kapitalist tekelidir. Şirketin merkezi,Ukrayna sanayisinin kalbi olan ve kısa bir süre önceDonesk Halk Cumhuriyeti’nin ilan edildiği Rusyayanlıları denetiminde bulunan bir bölgededir.

Başta SCM tekeli olmak üzere, Ukrayna’daki bütünkapitalist tekellerin sahip oldukları devasa servetler,çok kısa bir dönem içerisinde ele geçirilmiştir.Sovyetler Birliği’nin yıkılmasını izleyen ‘90’lı yıllardangünümüze kadar, Sovyetler döneminde üretilmişbütün zenginlikler, “ölüm üçgeni” olarak ün yapmış

kurumları (polis-savcılık-mahkemeler) satın alan,cinayetlere başvuran, özel ordulara sahip mafyalaşmışçeteler tarafından, zor yoluyla gasp edilmiştir. RinatAhmetow da bunlardan birisidir ve bugün sahibiolduğu bütün zenginlikler bu yolla sağlanmıştır. Butekelin sahip olduğu sermaye birikimi bugünküUkrayna ekonomisinin yüzde 10’una tekabületmektedir. Amerika’da yayınlanan bir ekonomi dergisiolan Forbes’e göre Rinat Ahmetow, dünyanın enzenginleri listesinde 39. sıradadır.

Rinat Ahmetow, 2010 yılında Viktor Yanukoviç’inseçim çalışmalarını finanse ederek iktidara gelmesindeönemli bir rol oynamış ve onun devlet başkanlığıdöneminde bakanlık yapmıştır. Bakanlığı süresincebütün devlet ihalelerini yok pahasına kapatarak vebulunduğu bakanlık koltuğunu da kullanarak Rusya ileyaptığı ticari ilişkileri üzerinden, servetine servetkatmıştır. Aynı dönemde devletin bütün olanaklarınıkullanan bu oligark, ticari kapasitesini bankalardansigorta firmalarına, basından TV kanallarına,emlakçılıktan turizme kadar genişletmiştir. Ukrayna’nındördüncü büyük tekeli Smart Holding sahibi olanVadim Nowinski ile birlikte kurduğu DTEK adlı firma ilemadencilik, elektrik santralleri, doğalgaz kuyuları vedaha birçok farklı alanda üretime geçiş yapanAhmetow, ağırlıklı olarak AB ülkelerine elektrik vedoğalgaz satmaya başlamışlardır.

Avrupa Birliği ile kurulan ticari ilişkiler, bu tekellerindaha da palazlanmalarını sağlamaktadır. Bu ticariilişkilerin kalıcılığı ve selameti için, AB’ye tam üyelik vegümrük duvarlarının ortadan kaldırılması, bu tekelleriçin hayati bir önem taşımaktadır. Bir zamanlarYanukoviç’in iktidara getirilmesi için her türlü desteğisunan bu oligark, AB’nin dayattığı anlaşma konusunda

Ukrayna krizi ve emperyalist saldırganlık!E. Eren

Page 25: Kızıl Bayrak 2014-32

anlaşmazlığa düşünce bakanlıktan istifa etti. Buanlaşma ile Ukrayna üzerinde egemenlik kurupRusya’yı saf dışı bırakmaya heveslenen ABemperyalistleri, muvaffak olamadılar. Zira batılıemperyalistlerin hamlesini yakından izleyen Putinyönetimi, bu küstahlığa karşı kendi hamlesinihazırlamıştı.

Petro Poroşenko; şu anki Ukrayna’nın devletbaşkanı, namı değer “Çikolata kralı” ya da “Şeker çarı”.Diğerleri gibi onun da sahip olduğu zenginlik herdönemin adamı olması, kıvraklığı yeteneği sayesindeve tepeden tırnağa hırsızlık yoluyla elde edilmiştir.Politik kariyeri ise, 1998’de “oligarkların birliği” olarakda bilinen Ukrayna Sosyal Demokrat Partisi’ni kurupmilletvekilliğine seçilmesi ile başlamıştır. 2004 yılında“Turuncu Devrimi”ni Soros ile birlikte finanse ederekyakın dostu Viktor Yuşçenko’yu iktidara taşımıştır. Buyakın dost, Poroşenko’yu bu desteklerinden ötürü,önce Ulusal Güvenlik Komitesi’nin başına, ardından daDışişleri Bakanlığı ve Ukrayna Ulusal Bankası’nınşefliğine atamıştır.

Bu “ileri görüşlü” yeni devlet başkanı, Oysa 2001yılında Viktor Yanukoviç’in kurduğu Bölge Partisi’nin(Partei der Region) kurucuları arasında yer almış ve buhükümetin başbakanı olan Asarows’un kabinesindeekonomi bakanı olarak görev yapmıştır. Bugün sahipolduğu 1,6 milyar dolarlık servetini o dönemde çalıpçırparak oluşturmuş. Ukrayna’nın en büyük 6. zenginiolmuştur.

Bu kıvraklığından dolayı Batılı diplomatların“Ukrayna’nın politik fahişesi” (aktaran Stern Dergisi,22.5.2014) olarak adlandırdığı Poroşenko, Maidanişgali sırasında hızla taraf değiştirdi. Böylece hemfinansman olarak hem de sahibi olduğu “BeşinciKanal” adlı televizyon kanalı aracılığıyla, faşist çeteninbaşını çektiği Maidan işgalinin en aşağılık borazanlığınıyapmıştır. Yanukoviç’in darbe ile devrilmesinde iseönemli bir rol oynamıştır.

Yulia Timoşenko; “Doğalgaz prensesi”olarak dabilinir. Ukraynalı kapitalist tekeller içerisindeki envarlıklı tek kadın olma unvanına sahiptir. “Anavatan”partisinin kurucusu ve 2014 yılında kurulan geçicihükümet döneminde milletvekilliği, şu andakihükümette ise parlamento başkanlığı göreviniyapmaktadır.

Yulia Timoşenko 1995 yılında başbakan yardımcılığıyaptığı dönemde “Ukrayna birleşik enerji sistemi” adlıdevlet işletmesinin şefliğini yapmıştır. İşletme 1997yılında Rusya’nın doğalgaz devi “Gazprom”un Ukraynatemsilciliği yapmış ve onun adına Avrupa ülkelerinedoğal gaz pazarlayarak, Ukrayna ekonomisinin enönemli gelir kaynağını oluşturmuştur. 2001 yılındaYulia Timoşenko hakkında, doğal gaz ve vergikaçakçılığından dolayı dava açılmıştır. Başbakanyardımcılığından bu nedenle atılarak 42 güncezaevinde kalmıştır. 2004 yılında ise Avrupalıkapitalist tekellerin finanse ettiği “Turuncu devrim”inbaşını çeken Timoşenko, 2010 yılında yapılan devletbaşkanlığı seçimlerini Viktor Yanukoviç’e karşıkaybetmiştir. Aynı tarihte görevi kötüye kullanmak veülke ekonomisine büyük zararlar vermekten dolayıyedi yıl hapse mahkum edilmiştir. Sahip olduğu bütünzenginliği ise başbakan yardımcılığı döneminde“Ukrayna birleşik enerji sistemi” adlı devletişletmesinin şefliğini yaptığı dönemlerde hırsızlıkyoluyla elde etmiştir.

İgor Kolomoiski, Ukrayna’nın bir diğer devtekelinin sahibidir ve bugünkü hükümet tarafındanDnjepropetrovks bölgesine vali olarak atanmış birkatildir. İgor Kolomojskij Ukrayna’daki özel bankaların

sahibi, aynı zamanda çelik, petrol, enerji ve gıdamaddeleri sanayisinin en büyük devlerinden birisidir.Yanukoviç iktidarı döneminde hakkında birçokyolsuzluk nedeniyle dava açılmış ve ülkeyi terk ederekİsviçre’ye kaçmıştır.

2014 yılındaki faşist darbenin ardından Martayında ülkeye dönen Kolomoiski, Ukrayna ordusunun,özellikle de Hava Kuvvetleri’nin modernizasyonu içinmilyonlar hibe etmiştir. “Dnipro” adlı paralı katillerdenoluşan özel ordusu ile doğu Ukrayna’daki pro-Rusyaisyancılarına karşı savaş açmış ve öldürülen her Rusiçin 10 bin dolar ödül dağıtmaktadır. Her birimafyalaşmış hırsızlardan oluşan bu liste uzatılabilir.Ama bu kadarı bile, başta ABD emperyalizmi olmaküzere, Avrupalı emperyalistlerin sefil çıkarları uğrunakimleri iktidara getirebileceklerini ve neleriyapabileceklerini göstermeye fazlasıyla yetmektedir.

Yaklaşık olarak bir yıldır kapitalistlerin“demokrasinin zaferi” diyerek yutturmaya çalıştıklarıve Ukrayna’da bir iç savaşa dönüşmüş bulunan bugelişmeler, asıl olarak tekeller arasında cereyan edenbu çıkar çatışmalarının bir sonucudur.

“Fillerin savaşı” ve paylaşılan Ukrayna

Amerikalı görevli Victoria Nuland`ın, kapitalisttekellerin çıkarlarının açık bir ifadesi olan yukarıdakiaçıklamalarıyla, Ukrayna Devlet Başkanı ViktorYanukoviç döneminin kapanmakta olduğunu ilan etmişoldu. Artık bundan sonraki süreç, tümüyle kapitalisttekellerin çizdiği bir rotada devam edecekti. BaştaAmerika ve Avrupalı tekeller olmak üzere, bugünekadar Viktor Yanukoviç’i iktidara taşımak için her türlüdesteği sunmuş bulunan Ukraynalı bir avuç tekelinsınıf çıkarları bunu kaçınılmaz hale getirmişbulunmaktaydı.

Öncelikle ABD ile Avrupalı emperyalistler açısındanUkrayna’yı bu denli önemli kılan nedenlere bakmamızgerek. İlk olarak Ukrayna’nın, Rusya’yla çok yakınkomşuluğundan kaynaklı askeri stratejik önemi. AyrıcaAvrupa Birliği için hayati bir öneme sahip olan Rusdoğalgazının bu ülke üzerinden ithal edilmesidir.Yanısıra Doğu Avrupa’daki, Rusya’dan sonra, verimlitopraklara sahip en büyük yüzölçümüne sahip bir ülkeolmasıdır. En önemlisi de, Kırım ve Doğu Ukrayna’dayeraltında bulunan ve hala çıkartılmayı bekleyendünyanın dördüncü büyüklükteki doğalgazrezervlerine sahip bir ülke oluşu, Ukrayna’yıuluslararası kapitalist tekeller için vazgeçilemezkılmaktadır.

Ukrayna ekonomisi ‘90’lı yılların başında SovyetlerBirliği’nin dağılması ve Ukrayna’nın bağımsızlığını ilanetmesinden sonra ağır bir yıkımla yüzyüze gelmiştir.

‘90’ların ortalarında gayrisafi milli hasıla yüzde 40’lıkbir gerileme göstererek ülkede işsizlik, açlık, yokluk vemafya tarafından denetlenen kara pazar ekonomisi,inanılmaz boyutlara ulaşmıştır. 2008 kapitalizminevrensel krizi ise ülke ekonomisini yıkımla yüz yüzegetirmiştir. Ukrayna’nın dış borçları 15 milyardan 75milyara yükselirken Ukrayna Ulusal Bankası iflas etmişve 2014 yılında ödenmesi gereken 59 milyar dolarınbulunmaması durumunda ülke ekonomisinin iflasedeceği açıklanmıştır.

Kapitalist tekellerin zenginliği uğruna, ülkenin içinedüşürüldüğü bu durum Ukrayna’yı bulunduğu kıtaiçerisinde en yoksul ülke haline getirmişbulunmaktadır. 2013 verilerine göre Ukrayna yıllık kişibaşına düşen gelir kıyaslaması içerisinde Avrupa Birliğiülkeleri içerisindeki en yoksul ülke olan Bulgaristan’ınyarısına bile eşit değildir. Ukrayna İstatistik Dairesi’nin2012 yılındaki hazırladığı rapora göre çalışanlarınortalama aylık geliri 220 avrodur.

Açlık anlamına gelen bu düşük ücret uygulaması,Ukrayna’yı uluslararası tekeller için bir sömürü cennetihaline getirmektedir. Dünyanın en büyük borsaspekülatörü olan George Soros Ukrayna’daki çokönceleri kurmuş bulunduğu vakfına dayanarak yaptığıaçıklamada şunları ifade etmektedir: “Ukrayna iyieğitimli halkı, manifaktür düzeyindeki sanayisi ve işçiücretlerinin düşüklüğü ile bizim özel ilgi alanımızagirmektedir. Bu ülke ile kurulacak ticari ilişkiler şöylegerçekleşebilir. Ukrayna kendi pazarlarını Avrupalıfirmalara açarak bu firmaların montaj sanayisidurumuna gelebilir bunun karşılığında ise Avrupalıfirmalar; Ukraynalı firmaların dünya pazarlarınaaçılmasında ve sisteme entegre olmasında yardımcıolabilir. (Soros’un Ukrayna için Marshal planı - SZ-Güney Almanya gazetesi, 27.2.2014)

Bazı kapitalist tekellerin Ukrayna’ya yönelikekonomik planları ise asıl olarak ülkenin sahip olduğuzengin yeraltı kaynakları ve genetik tarım için çokuygun olan verimli topraklarıdır. Alman ekonomihaberleri dergisinin bir raporuna göre “Exxon (USA)Shell (İngiltere) OMV (Romanya) ve NAK (Ukrayna)isimli enerji devlerinin Karadeniz’de ve Kırımın 80kilometre güneyindeki bir bölgede olmak üzere, petrolve doğalgaz çıkartılması için iki kuyu açılması amacıyla735 milyon dolarlık bir yatırım yapmışlardır.Kumanyadaki yaşanılan bu kargaşadan sonrahükümetin bu bölge üzerindeki her türlü hegemonyayıyitirmiş olduğu şartlar gözetildiğinde, yapılan buyatırımın geleceği büyük bir riziko altına girmişbulunmaktadır“. (DWN -Alman ekonomi haberleridergisi, 13.03.2014)

Yine Kırım’ın kuzeyinde petrol ve doğalgaz üretimiyapmak isteyen en büyük İtalyan enerji tekeli olan ENİ

Page 26: Kızıl Bayrak 2014-32

isimli firma, 1400 kilometrekarelik bir alan üzerindepetrol ve doğalgaz çıkarmak amacıyla 2013 yılında,iktidardaki Ukrayna hükümeti ile bir anlaşmayapmıştır. Kırım’da 2014 yılında yapılan referandum ilebölgenin Rusya’ya bağlanmasının bir sonucu olarakUkrayna hükemeti ile yapılan bütün bu anlaşmalarıntek tek suya düşmesi, kapitalist tekellerin ve onlarınhizmetindeki devletlerin histerik bir çılgınlık boyutunaulaşmış bulunan tepkilerini anlatmaya yetiyor.

Ukrayna sahip olduğu 1,2 trilyon metreküplük sıvıgaz rezervleriyle, dünyanın dördüncü, Avrupa’nın iseNorveç ve Fransa’dan sonra en büyük enerjikaynaklarına sahip üçüncü ülkesidir. Almanyadabulunan bir vakıf tarafından yapılan şu açıklamalarkapitalist tekellerin ülkeye yönelik sömürgeciplanlarını açıkca ortaya koymaktadır. “Amerikan enerjidevi Chevron ve yine İngiliz enerji devi Shell firması ileUkrayna hükümeti arasında 10 milyar dolarkarşılığında 50 yıllık kullanım hakkını kapsayan biranlaşma imzalanmış bulunmaktadır. İlk elden bu ikienerji devi 150 ile 250 milyon dolarlık bir yatırımyaparak sıvı gaz kuyularını açmak istemektedir.Milyarlarca dolarlık bu anlaşmaların hepsi 2013yılında yapılmıştır ve bu enerji devi firmaların Ukraynahükümetinden en önemli beklentisi, anlaşmayıimzalayan firmalara üretim faaliyetlerini engelsiz birbiçimde sürdürebilmeleri konusunda garanti verilmesi.Ayrıca anlaşmanın öngördüğü süre boyunca üretiminselameti için, ülkedeki politik istikrarın batıstandartlarına uygun kalmasının güvenceyealınmasıdır”. (Henrich-Böll Vakfı 23.10 2013)

Ukrayna sahip olduğu bu doğalgaz ve petrolzenginliğinin yanısıra verimli topraklarıyla da genetikolarak manipüle edilmiş tarım ürünleri yapankapitalist tekellerin de ilgi merkezi olmaktadır. ÇünküUkrayna genetik olarak manipüle edilmiş tarımüretimi için en uygun olan dünyadaki siyah topraklarınüçte birine sahip bulunmaktadır. Bundan dolayıdır ki,bu konuda bir dünya devi olan Monsanto adlıAmerikan firması şunları söylemiştir: “2013 yılındaUkrayna’da genetik olarak manipüle edilmiş mısırekimi ve üründen biyo-enerji elde edilmesi için tesislerkurulması amacıyla 140 milyonluk dolarlık bir yatırımyapılacağı bildirilmiştir. Elde edilen biyo-enerjinin hemülke içerisinde hem de ihracatta kullanılacağıaçıklanmıştır“ WWW.netzfraun.org)

Yine aynı sitede yayınlanan diğer bir habere göre,Monsanto adlı bu firmanın hisse senedi sahiplerineyönelik olarak 5 Kasım 2013 tarihinde yaptığı birbilgilendirme açıklamasında şunlar ifade edilmiştir:“2013 yılı içerisinde genetik tarım ürünlerinin ekilip vebiyo-enerjiye dönüştürüldüğü Romanya, Macaristanve Türkiye gibi ülkelerin yanısıra 500 milyonluk yeni biryatırım ile üretim Fransa, Ukrayna ve Rusya’yıkapsayacak bir biçimde büyütülecektir.“(WWW.netzfrauan.org)

Büyük tekellerin Ukrayna üzerine yaptığı planlarınbir sonucu olarak bugün Avrupa’nın en zengin tarımdeposu olarak bilinen Ukrayna’nın, çok kısa bir süresonra bir avuç kapitalist tekelin daha fazlazenginleşmesi uğruna genetik olarak manipüle edilmiştarım ürünlerinden elde edilen biyo-enerji benzinistasyonuna dönüşmesi kaçınılmaz gibigörünmektedir. Oynanan tüm bu oyunları bozabilecekolan, devrimci bir sınıf hareketinin yokluğukoşullarında, kapitalist tekellerin atadığı iktidarlar,alçakça ülkeyi uluslararası sermaye gruplarına peşkeşçekmeye devam edeceklerdir. Çünkü burjuva sınıfçıkarları onlara başka bir yol bırakmamaktadır.

Air France’te grev!Fransız Havayolu şirketi Air France, Transform 2015

ismindeki planlama ile emekçilere yönelik sertsaldırılarda bulundu. Sıkı tasarruf ve yenidenyapılanma planı çerçevesinde emekçilere büyük saldırıhazırlıkları içerisine giren Air France, üç yıl içerisinde 2milyar avro tasarruf sağlamayı düşünüyor.

Planın emekçilere yönelik bir saldırı paketiolduğunu düşünen sendikalar ise bu planın toplu iştençıkarmaya ve kalan personelin ve yazdagörevlendirilenlerin iş yükünün sürekli artırılmasınayol açtığını belirtiyorlar.

Tasarruf adı altındaki saldırılar ile birlikte sendikalargrev çağrısında bulundu ve Air France’in yer çalışanlarıgreve çıktı. Yaz tatili dönemine gelen grev sebebiyleulaşımda büyük aksaklıklar yaşanırken, Air France tümuçuşların Roissy-Charles-de-Gaulle Havaalanı’ndan,olası gecikmelere rağmen, gerçekleştireceğini açıkladı.

Paris’in ikinci büyük havaalanı Orly’de seferlerin%15’i iptal edildi. Bunun yanında Lyon, Marseille, Nice,Strasburg ve Toulouse’ta da seferler iptal edildi.

ThyssenKrupp işçileri otobanı kestiİş kıyımı ile birlikte yılda 10 milyon avro tasarruf

etmeyi planlayan metal tekeli ThyssenKrupp, 550 işçiyiişten çıkaracağını açıklamıştı. İşçileri iseThyssenKrupp’un kararına grevle yanıt vererek,saldırıya karşı sessiz kalmayacaklarını ilan etmişlerdi.

ThyssenKrupp işçileri, İtalya’nın Terni şehrinde

Milan-Naples otobanını kapatarak eylem yaptı. 2500’üaşkın ThyssenKrupp işçisinin meşru eylemi polistarafından engellenmeye çalışıldı. İşçiler, polisbarikatına yüklenerek, otobanı kapatma eylemlerinigerçekleştirdiler.

Eylem sonucunda İtalya’nın en önemli otobanı olanA1 yolu 3 saat trafiğe kapatıldı. Eylem sebebiyletrafikte büyük aksaklıklar yaşandı.

İşçilerin öfkeli eylemi üzerine İtalya Çalışma veSosyal Güvenlik Bakanlığı, konuyla ilgili açıklama yaptı.Bakanlık, firma ile işten çıkarma konusunun tekrargörüşüleceğini duyurdu.

Alman Krupp ailesi ve firması yaklaşık 400 yıllık birgeçmişe sahip. Ürettiği demir, çelik ve silahlarla ünsalan Krupp, Hitler faşizminin kamplarının sağladığıbedava işçilikten yararlanmıştı. 1999 yılında ThyssenAG ile birleşen şirket, ThyssenKrupp AG adını aldı.

İspanya demiryollarında grevDemiryolu işçileri İspanya’da greve gittiler. İşçiler

grevin başlangıcı olarak demiryolu taşımacılığının enyoğun olduğu gün olan 31 Temmuz gününü bilinçliolarak seçtiler. İşçiler demiryollarının bu tarihte doluolduğunu biliyorlardı.Demiryolu şirketleri Renfe ve ADIF, personel sıkıntısı veartan işsizliğe rağmen daha fazla kazanmak için yenipersonel alımı yapmıyorlar. Demiryolu işçileri kapitalistşirketlerin fazla iş dayatmalarını protesto etmek veyeni işçi alımlarını sağlamak için 46 saat süreyle grevegittiler.

Dünyadan grev veeylemler...

22 Mayıs günü Soma Katliamı ve ölüm orucu şehidiCanan Kulaksız anmalarında terör estiren okulyönetimini protesto etmek için aralarında EkimGençliği okurlarının da bulunduğu 30 öğrenci EgeÜniversitesi Yabancı Diller Fakültesi’ni işgal etmişti.Gece yarısı helikopter destekli operasyonla alınanöğrencilerden 6’sı tutuklama talebi ile mahkemeyesevk edilmiş, geriye kalanlar ile birlikte denetimliserbestlikle bırakılmışlardı. Operasyon sırasında 8öğrenci de dışarıda beklerken alındı. 38 öğrencinin herbiri hakkında 16 yıl hapis istemiyle dava açıldı. Dava 14Ekim’de İzmir 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülecek.

Soma’nın failleri için bile bu kadar ceza

istenmezken okulu işgal eden 38 öğrencinin toplam624 yıl hapsi isteniyor. Hazırlanan iddianamede işgaldışında 1 Mayıs görüntüleri ve 19 Aralık EgeÜniversitesi’ndeki çatışma görüntüleri de var.

Ekim Gençliği okurlarının 1 Mayıs’a TürkiyeKomünist İşçi Partisi (TKİP) talimatı ile katıldıkları iddiaedildi.

Hazırlanan iddianameyle haklarında dava açılanöğrencilerin tümü hakkında eğitim ve öğretim hakkınınengellenmesi, kamu malına zarar verme, kamugörevlisine direnme ve örgüt propagandası suçlamalarıvar.

Ekim Gençliği / İzmir

Ege Üniversitesi işgaline 624 yıl hapis!

Page 27: Kızıl Bayrak 2014-32

Devrimci Gençlik Birliği’nin yaratılması çabasındabelli bir süreci geride bırakmış bulunuyoruz.Hareketimizin çıkışından beri “birleşik, kitlesel, militanbir gençlik hareketi” yaratmak adına politik faaliyetyürütüyoruz. Buna uygun olarak, yakın dönem gençlikhareketinin gelmiş olduğu düzeyin ve onun yakıcıihtiyaçlarının da sonucu olarak DGB tartışmalarınıgençliğin gündemine taşıdık, taşıyoruz.

Ön süreciyle birlikte 1 Mart buluşmamız bu açıdanbir başlangıçtı. Ardından 6 Mayıs’ta yaptığımız DGB’ninpolitik olarak ne anlama geldiği, gençliğin böyle birörgüte neden ihtiyaç duyduğu tartışmalarını gençliğindaha geniş kesimlerine taşıma amacıyla kampımızıörgütledik. Bu süreçte birçok farklı ilde tartışmalaryaptık. Bu vesileyle DGB tartışmalarına yön vermek veattığımız adımları somutlamak amacındaydık. Buadımların tümü DGB politikasında belli bir açıklığakavuşmamızı sağladı. Son olarak Ekim Gençliği’nin 2.Yaz Kampı’nda gösterdiğimiz irade, bizlerde veçevremizde belli bir motivasyonla örgütlenmesürecinin adımlarını daha güçlü atabileceğimiz birbirikim sağladı. Hatta sınırlı da olsa emperyalistsaldırganlığın Filistin’deki kıyımına karşı “DGB Girişimi”imzasıyla eylemler örgütledik. Bu son eylemler degösterdi ki, artık gençliğin devrimci birliğini yaratmakiçin daha somut adımlar attığımız bir dönemegiriyoruz.

Güçlü bir politik faaliyet vedevrimci iç yaşam

Politika yapmak, öncelikle çevre-çeper güçlerimizitaraflaştırabilmek ve harekete geçirebilmek anlamınageliyor. Bu açıdan, gençlik kesimlerinin içindebulunduğu sorunları tartışmak ve bu alandapropaganda/ajitasyon çalışmalarıyla, bir örgütlenmeseferberliğiyle, geniş kesimleri harekete geçirmekzorundayız. Ezilen, sömürülen, baskı gören gençlikkesimlerine ulaşmanın, onlarla yüz yüze gelmenin vebirlikte toplumsal sorunlara dair tartışmalaryürütmenin yollarını, yöntemlerini geliştirmeliyiz. Vebu tartışmaları elbette ki, pratikten kopuk bir şekildedeğil, sonunda belli eylem, etkinlik (tanışma, gündemtoplantıları, söyleşi, forum, kahvaltı, gezi, piknik, filmgösterimleri, vb.) pratik faaliyet örgütleme hedeflerinebağlayacak şekilde yapmalıyız.

Bu süreçleri örerken sağlam bir devrimci iç yaşamörgütleyebilmenin ihtiyaç olduğunu belirtmiştik. Bu,kolektif bir şekilde sorunları saptama, onların nasılaşılabileceğine yönelik bir tartışma yürütme, somutadımları planlama, hayata geçirme ve denetlemesüreci oluyor. Bu süreci dinamik bir şekilde, yoldaşçailişkilerimizi geliştirerek işletebilmemiz gerekiyor.Bireysel sorunları aşmak için bunların kendi darlığınatakılmadan kolektif bir irade ortaya koyabilmeliyiz.

Bütün bu sürece baktığımızda, gençlik hareketininpolitik bilincini geliştirmek (eğitim, güncel makaleler,tarihsel incelemelerin olduğu kitaplar, 19. yüzyıldanbugüne komünist hareketin devrimci karakterinianlayabileceğimiz kitaplar), etkili bir yayın faaliyeti

yürütebilmek (internet, yerel bültenler, duvargazeteleri, bildiriler vb.), politikalarımızı geniş gençlikkesimlerinin gündemine taşıyabilmek ve gençliğinmilitan ruhunu eylemlerle, örgütlenme seferberliğiyleaçığa çıkartabilmek için güçlü ve sağlam adımlaratmalıyız. Kampa katılan katılamayan tüm çevremizibiran önce bir araya getirip kolektif bir çalışmaya adımatarak bu süreci hızlandırmalıyız. Kayıt dönemi, DGBtartışmalarını geniş gençlik kesimlerineyayabileceğimiz olanaklar barındırıyor. Ancak güçlü,planlı ve devrimci bir faaliyet örgütleyerek buolanakları hayata geçirebiliriz.

Emperyalist saldırganlık ve gericilikten hesap soralım!

Bugün Ortadoğu’da emperyalistler arası rekabetinbir sonucu olarak halkların vahşice katledildiğine tanıkoluyoruz. Bir yandan İsrail, Filistin halkını yok ediyor,diğer yandan İD (eski adıyla IŞİD) Rojava’da, Irak’ta,Suriye’de dinci gericiliğin insanlık dışı amaçlar uğrunanasıl kullanıldığını gösteriyor. Bütün bu gericilikte Türksermaye devletinin de ciddi bir rolü olduğunugörüyoruz. Kendi çıkarları doğrultusunda “Ortadoğu’dabölgesel güç olma” hedefiyle her türlü kirli yöntemebaşvuruyor. Sermaye devletinin temsilcisi, kendiülkesinde hakları için mücadele eden gençlerinkatledilmesini meşrulaştırabiliyor. Bir yandanOrtadoğu’daki gerici çeteleri kullanıyor öte yandan daemperyalizmin attığı kimi adımlara işine gelmediğioranda karşı çıkıyor. Biz gençliğin, sermaye devletininçıkarları uğruna bu rezil, iğrenç yöntemlere aletolmayacağını ve bundan hesap soracağımızı daha dagüçlü bir politik çalışmaya konu edebilmeliyiz.Sermaye devletinin Ortadoğu’daki çıkarlarını tartışıportaya koymalı, bunun toplumu nasıl bir sorunla karşıkarşıya getirdiğini, bundan kurtuluşun yolunugöstermeliyiz. Bu da her şeyden önce yukarıdabelirttiğimiz çerçevede güçlü bir politik faaliyet vedevrimci iç yaşamı hayata geçirmek anlamına geliyor.

Kayıt döneminden DGB Türkiye Meclisi’ne veDGB Genel Kurulu’na...

Kayıt döneminin de yaklaştığını düşünecek olursakbiran önce bu yönde çalışmalarımızı hızlandırmalı vebunu yaparken gençliğin örgütlenme ihtiyacınıkarşılayacak, DGB’nin rolünü de en geniş çevremizledaha güçlü bir şekilde tartışabilmeliyiz. Bunu elbetteki, mücadeleyi örgütlerken başarabiliriz. Emperyalistgericiliğe paralel, devletin gençliğe yönelik saldırılarını,YÖK düzeninin ne anlama geldiğini, üniversitelerdeki“kapitalizme uygun insan yetiştirme” politikalarını vebu yönde oluşan yaşam tarzını tartışabilmeli, bunakarşı gençliğin geniş kesimlerini harekete geçirebilmelive devrimci örgütlenme ihtiyacını ortayakoyabilmeliyiz. Bu açıdan, yeni eğitim dönemininaçılmasıyla birlikte Eylül ayında hem Türkiye ve dünyagündemlerini, hem de gençliğin somut sorunlarınınbunlarla ilişkisini tartışacağımız, bu sorunlara yönelikpolitik faaliyetimizi planlayacağımız DGB’nin kurulmasürecinde mesafe alacağımız ülkenin dört bir yanındanherkesin katılımına açık bir meclis toplayacağız. Bu,hem somut işbölümü yaparak politik faaliyetimiziplanlamak, hem de geniş gençlik kesimlerinitartışmalara, mücadeleye ve DGB’nin kuruluş sürecinekatarak özneleştirmek için öncelikli bir yerde duruyor.Bu yüzden meclisin temel bir gündemi de sonrasındaörgütleyeceğimiz DGB Genel Kurulu’nun planlanmasıolmalıdır. Bu genel kurul ile DGB’nin ilkeleri ve işleyişinetleşecek ve mekanizmaları oluşturulacaktır. Bir diğertemel gündem de 6 Kasım ve YÖK olacaktır. 6 Kasım’dakurulan YÖK, gençliği düzen içine hapsetmek amacıyladevletin merkezi bir aracı olarak işlemektedir. Biz de 6Kasım sürecinde YÖK düzenine ve bir bütün olarak“Düzene karşı devrim!” ilkesiyle gençlik içinde bir odakolarak DGB’yi tarih sahnesine çıkarmalıyız.

Ekim Gençliği7 Ağustos 2014

DGB için bir adım ileri!

Page 28: Kızıl Bayrak 2014-32

20 yıldır reformist-tasfiyeci cereyana karşı işçisınıfının devrimci çizgisi ve programından aldığı güçledimdik ayakta durmayı başaran Kızıl Bayrak böylesi birdevrimciliğin ürünüdür. Kızıl Bayrak devrimci sınıffaaliyeti ile bütünleşmiş, onun dolaysız bir parçasıolarak düzenin sayısız fiziki kuşatma veengellemelerine karşın siyasal yaşamda enyükseklerde dalgalanmayı başarmıştır. Burjuvaideolojisinin ördüğü kalın gericilik duvarlarını ısrarlı,kararlı, soluksuz bir faaliyet içerisinde yıkarak sınıfınbulunduğu her alanda sınıf mücadelesini bir adımileriye taşımayı devrimci bir görev bilmiştir. Fabrikalar,sanayi havzaları, emekçi semtleri, direnişler, üniversitekampüsleri devrimin ve sosyalizmin “Kızıl Bayrağı”nındalgalandığı alanlardır. Sömürü, baskı, emperyalistsaldırganlık ve köleliğin dizginlerinden boşaldığı birsüreçte sosyalizm alternatifi son derece güncel veyakıcıdır. Kızıl Bayrak bu mücadelenin yayın cephesininsarsılmaz bir temsilcisi ve soluk borusudur. Sesi vemücadelesi boğulan, düzen sınırlarına çekilmeye,ehlileştirilmeye, köleleştirilmeye çalışılan, artı değersömürüsü ile tüm zenginlikleri var eden işçi sınıfınıngelecek kavgasının kürsüsüdür.

Bu kürsü işçi sınıfı ve emekçi kitlelerin acildemokratik talepleri için verdiği mücadelenin tammerkezinde sayısız bedel ve yoğun bir emekle inşaedilmiştir. Burjuvazinin tüm üst yapı kurumlarına karşıkararlı bir savaş yürüterek sınıfın siyasallaşmasıaçısından kararlı bir kavganın sembolü olmuştur. İşçisınıfının aydınlık bir gelecek, sömürüsüz, eşit, özgür biryaşam isteğini somut bir mücadele programı olarakete kemiğe büründürmüştür. Elbette ki bu sağlamduruşun arkasında ideolojik-teorik-programatik hattı

ile devrimci sınıf çizgisi vardır. Burjuvazinin her türlüengellemelerine ve kuşatmasına karşı Marksist dünyagörüşünden gücünü alan Kızıl Bayrak bu tok duruşusayesinde sınıfın devrimci odağı olabilmiştir.

Bugün emperyalist dünyanın derinleşen krizininsarsıcı etkileri daha da artmaktadır. Kapitalistbarbarlığı alaşağı edecek, tüm dünyayı saran savaş veyıkıma son verecek yegane güç olan işçi sınıfınındevrimci misyonunu açığa çıkarmak, sınıfın eylemineyön vermek devrimci sınıf faaliyetinin omuzlarındaolan bir sorumluluktur. Kızıl Bayrak; yayın çizgisi vepolitikası ile bu mücadelenin vazgeçilmez bir aracıdır.Önümüzdeki çetin günler bu ihtiyacı daha da yakıcıhale getirecektir. Greif direnişinde burjuva düzene veişbirlikçi sendikal çizgiye karşı ortaya konulan pratikbunun somut bir örneğidir. Kızıl Bayrak’ın gücü işçi veemekçi kitlelerle kurulan bağda kendini bulmuştur.Kitle çalışmasında ve kitlelerin burjuva propagandanınçürütücü etkisinden kurtarılarak aydınlatılmasındabaşat role sahiptir. Bu nedenledir ki, sermaye iktidarıtarafından her zaman tehlikeli görülerek hedeftahtasına konmuştur. Sermayenin ve sınıf hareketi-sendikal hareket içinde onun çıkarları adına mücadeleedenlerin korkularını gerçek kılmak Kızıl Bayrak’ı veonun temsil ettiği değerler sistemini en genişkitlelerin, öncü işçilerin sahiplenmesi ile mümkündür.Devrimci olan gerçeklerin sesi olan Kızıl Bayrak’ın 20yılını tüm coşkumla kutluyor, neferlerine iseselamlarımı yolluyorum.

Evrim Erdoğdu1 Ağustos 2014

Şakran Kadın Kapalı Hapishanesi

Taşı delen suyun kuvveti değil, damlaların sürekliliğidir!

Kızıl Bayrak’ıdirenişte tanıdım

Ben Kızıl Bayrak’ı PTT direnişinde tanıdım.Direnişimiz boyunca hep yanımızda olduğu gibi bütüneylemlerimizde de nasıl hareket edeceğimizi KızılBayrak’ta yazılanlardan öğrendik. Ben de hayatımdailk defa direnişe geçip Kızıl Bayrak’ın tecrübelerindenöğrendiklerimi kendime görev edinip, işçi sınıfına dahiloldum.

Direnişimiz boyunca bize birçok kurumdanyoldaşlar ziyarete gelerek gazetelerini bıraktı. Onlarladireniş sürecimizi paylaştık ve fikir alışverişlerindebulunduk. Bu paylaşımlar benim ufkumu daha dagenişletti.

İşçiler olarak birleşirsek bu kölece yaşamdan,ezilmekten hep birlikte kurtulabiliriz. İşçi sınıfınınkurtuluş için başka bir yolu yok.

Kızıl Bayrak’ın kuruluşunun 20. yıldönümünüdevrimci duygularımla selamlıyorum.

PTT direnişçisi Cafer Kalağ

Kızıl Bayrak’ın 20. yılınaselam!

Kızıl Bayrak gazetesini uzun yıllar önce biliyordum.O dönemde sadece birkaç kez okuma fırsatıyakalamıştım. Elime geçtiğinde okuyabiliyordum.Dağıtan arkadaş haftalık dağıtıyordu ancak ara sırakarşılaştığımız için ben elime geçtiğinde okuyordum.Yakın zamana kadar yani Aliağa’da Greif ve seçimbürosu ile birlikte tekrar Kızıl Bayrak’a ulaşma şansımoldu. Ardından Belediye direnişi başladı. Şimdi herhafta okuma fırsatı buluyorum. Gerçekten yıllardıranlayamadığımız, bilince çıkaramadığımız sınıfmücadelesinin adeta yol haritasını gösteriyor. İşçisınıfının, sermayeye karşı nasıl bir duruşsergileyeceğini verdiği mücadele örnekleri ve teorikbilgileri gereken yolu gösteriyor. Her işçinin, emekçininokuması gereken bir gazetenin olduğuna inanıyorum.

Sadece eleştirel olarak kadına özgü, kadın sayfasıolmalı, kadın tarihi, mücadelesi, dünyadaki işçi kadınönderleri, yaptıkları mücadeleyi, başarıları veödedikleri bedelleri hepsi anlatılmalı. Bunlar çok iyiişlenmeli. Son olarak tüm okurlara ve Kızıl Bayrakemekçilerine selamlar ve saygılar…

Aliağa Belediye direnişçisi Nihat Uluç

Page 29: Kızıl Bayrak 2014-32

AKP hükümeti, dinci-gerici zihniyetine göre,toplumsal yaşama müdahale etmeye devam ediyor. Budaha çok kadınlar üzerinden yaşanan bir gericilikolarak karşımıza çıkıyor. En son Başbakan YardımcısıBülent Arınç’ın “Kadınlar herkesin içinde kahkahaatmayacak” sözleri, dinci gericiliğin kadına bakışını birkez daha özetledi. Bu konuşmasında Arınç; “Neredeöyle yüzüne baktığımız zaman yüzü hafifçekızarabilecek, boynunu öne eğebilecek, gözünü bizdenkaçırabilecek iffet sembolü haya sembolü kızlarımız.Kadınsa o da iffetli olacak. Mahrem namahrembilecek. Herkesin içerisinde kahkaha atmayacak, bütünhareketlerinde cazibedar olmayacak” diyerek iffetliolmak üzerinden bir belirleme yapıp, ortaya bir kalıpkoydu.

Arınç’ın kadın kimliğine yönelik iffet kavramıüzerinden böylesi bir belirleme, kültürel yaşamdaegemen olan ataerkil deyimlere ve çarpık namuskavramının kadını hedef gösteren diğer tanımlarına ekbir katkı oldu. Bu yönüyle esasında Bülent Arınçmilyonların gözü önünde kadınlara şiddet uyguladı.

Mevcut tabloda Türkiye’de her 10 kadından 4’ü eşiya da birlikte yaşadığı kişiden fiziksel ve cinsel şiddetgörüyor. Çoğu şiddet gerekçesi Arınç gibi zihniyetlerinortaklaştığı böylesi namus/iffet kavramları ilegerekçelendiriliyor. Şimdi Arınç çıtayı daha dadüşürerek “kahkaha attı” diye eşini öldüren, döven vb.bir erkeğe politik olarak arka çıkmış olmaktadır. Ziraböylesi söylemler zaten fazla oranlarda yaşanan kadınayönelik şiddeti daha da arttırmaktadır.

Örneğin geçtiğimiz günlerde Erzurum 2. Ağır CezaMahkemesi’nin, eşini bıçaklayan kişiye, sadece 6 yıl 3ay hapis cezası vermesi bu açıdan ibretlik bir örnektir.Mahkeme gerekçeli kararında, kadının otomobilde‘hafif yana yatmış vaziyette oturmasını’ ve ‘tayt giymişolmasını’ tahrik saymıştır. Böylesi örnekler ne yazık kiçoktur.

Dikkat çekilmesi gereken bir diğer noktaysa Arınçgibilerinin görmek istediği “kadın” tipidir. Bu gericikafaya göre kadın erkeğe biat etmeli, ne isterseyapmalı özetle köle gibi davranmalıdır. Zaten mevcutgerçeklikte ülkede her 2 kadından biri eşiyle

tartışmaya dahi girmemesi gerektiğini düşünüyor.Arınç gibilerine bu oranlar da yeterli gelmiyor ki buaçıdan müdahale etme pervasızlığını gösterebiliyorlar.

Arınç daha önce de 2012’de CHP milletvekili AylinNazlı Aka’nın kürtaj tartışmasında dile getirdiği“Başbakan vajina bekçiliğini bıraksın” sözlerine karşı,“Evli bir bayan milletvekili, çocuğu olan milletvekiliorganını nasıl böyle açıkça konuşabilir, nasıl bundanyüzü kızarmaz” ifadesini kullanmıştı.

Arınç gibileri kadınların sürekli yüzlerininkızarmasını, karşısındakinin gözlerine bakamamasını,boyun eğmesini istiyor. Zira onlar karşılarındahaklarına, özgürlüklerine, bedenlerine sahip çıkankadınlar görmek istemiyor.

Aynı siyasal anlayışın Ortadoğu’da IŞİD gibi çetelereliyle kadınlara yaşattıkları zulüm ise ortadadır.Geçtiğimiz günlerde IŞİD Musul ve çevresindekikadınların ve kız çocuklarının sünnet olmasını isteyenbir fetva yayınladı. Gerekçeleri de kadınların zevkalmalarını engellemek. Eklemek gerekiyor ki IŞİDaskerleri girdikleri bölgelerde kadınları kaçırmakta,kendilerine zorla eş yapmakta, kadına yönelik hertürden şiddeti uygulamaktadır.

Gericiliğe karşı mücadele!

Son olarak vurgulamak gerek ki Bülent Arınçşahsında dinci-gerici zihniyetin bu sözlerine ancakgülünebilir. Kadınların dinci gericiliğin çok yönlüzulmünden kurtulmasının yolu ise mücadeledengeçmektedir. Onlar iffet, namus kavramları ile busömürü ve kölelik düzeninde kadınların zincirlerinidaha da sıkılaştırmaktadırlar. Ancak tarihgöstermektedir ki mücadele sayesinde kadınlartopluma egemen olan bu gerici bakışı kırmakta, hak veözgürlüklerini savunmakta ve kazanmaktadır.

Greif’in direnişçi kadınları bunu göstermiştir.Direnişin en önünde yer alan ve kimisi türbanlı olankadınlar, erkek sınıf kardeşleriyle omuz omuzadirenerek kadınların “iffetlerine” ve özgürlüklerinenasıl sahip çıkacaklarını göstermiştir.

Gericiliğe karşı örgütlenelim,mücadele edelim!

Bülent Arınç’a ‘kahkaha’için suç duyurusu

Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu, “İffetlikadın herkesin içinde kahkaha atmayacak” diyenBaşbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ı 4 Ağustos’daİstanbul Çağlayan Adliyesi önünde protesto ederek suçduyurusunda bulundu.

Geçtiğimiz günlerde gerici açıklamalara BülentArınç devam ederek “iffet” tartışması yapmış“herkesin içinde kahkaha atan kadınları” hedefgöstermişti.

Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu üyeleriÇağlayan’daki İstanbul Adalet Sarayı’na gelerek suçduyurusunda bulundu. Suç duyurusu başvurusuöncesinde adliye önünde basın açıklamasıgerçekleştirildi.

“Arınç hakkında suç duyurusunda bulunuyoruz”ozaliti açılan eylemde, katledilen kadınlarınfotoğraflarının bulunduğu dövizler taşındı.

‘Koruma altındayken’ eşi tarafından katledilenMuhterem Göçmen’in ablası Çiğdem Evcil, basınaçıklamasını okudu. Açıklamada Arınç’a “Muhteremkahkaha attı diye öldürülmeyi hakketti mi?” diye soranabla Evcil sözü platform sözcüsü Gülsüm Kav’a bıraktı.Yıllardır kadın cinayetlerini durdurmak için mücadeleverdiklerini söyleyen Kav, hükümet yetkililerineseslenerek, “Neden ağlayan çok, gülen az bir ülkeistiyorsunuz?” diye sordu. Kav, kadına yönelik şiddetinönlenmesi ve kadına şiddeti kınayıcı açıklamalaryapması gereken siyasetçilerin tam tersine erkeğikınamayı haksızlık olarak gördüklerine dikkat çekti.

Ev işi yapmayan kadınsuçlu

Yonca G., 16 yıllık kocası Bülent G. hakkında, “Benialdatıyor, dövüyor” diyerek boşanma davası açtı.Davaya bakan Ankara 5’inci Aile Mahkemesi HâkimiSebahatin Ali Erdem, kusurlu bulduğu Yonca G.’nin,kocasına 5 bin lira maddi ve 2 bin lira manevi tazminatödemesine hükmetti. Hâkim, kadını tazminatamahkûm ederek bir ilke imza attı.

Tarafların eline iki hafta önce ulaşan karar şugerekçelere dayandırıldı: “Davalı kadındankaynaklanan bir geçimsizlik bulunduğu, kadının eşi veçocuğunun ihtiyaçlarıyla ilgilenmediği, ev işleriniyapmadığı, sadâkat hükümlerine aykırı davrandığı,evlilik birliğini temelinden sarstığına karar verilmiştir.”Ortak çocuk A.G.’nin velayeti babaya verilirken,mahkeme ve avukatlık ücretinin de Yonca G.’denalınmasına hükmedildi. Mahkemenin kararını, Yargıtay2’nci Hukuk Dairesi geçtiğimiz aylarda onadı. Kararemsal teşkil ediyor.

Açılan bu boşanma davasında hangi tarafın haklıolduğundan çok mahkemenin karar verirken aldığıölçütler oldukça dikkat çekici. Zira ortak yaşamdakolektif bir şekilde çözülmesi gereken ev işleri kadınınsırtına yükleniyor ve buradan yargılanıyor. Ayrıcamahkeme tarafından erkeğin beyanları esas alınıyor.Birlikte süren bir yaşamda ortaya çıkan sorunlardasuçlu olarak sadece kadın gösteriliyor. Böylecegericiliğin kadına bakışının hukuk yoluyla da hayatageçirildiğine tanık oluyoruz.

Page 30: Kızıl Bayrak 2014-32

Sırça köşkler için “bereket”,şehrimiz için “felaket!”

Z. Eylül“Doğa üzerinde kazandığımız zaferden dolayı çok

fazla böbürlenmeyelim. Böyle bir zafer karşısında doğabizden öcünü alır.”

F. Engels

Geçtiğimiz günlerde İstanbul’da, yoğun yağışnedeniyle -“bırakalım kenar mahalleleri”- kentinmerkezi caddelerini dahi su bastı. Deyim yerindeysekent hayatını birkaç saat içinde altüst eden bir“felaket” oldu bu. Olayın ardından açıklama yapanİstanbul Büyükşehir Belediyesi Başkanı Kadir Topbaşise Londra metrosunu örnek vererek, büyükmetropollerde bile yağmur nedeniyle su baskınlarıyaşandığını söyledi ve dünyanın birtakım sinyallerverdiğini öne sürdü. Topbaş, kentin altyapıhizmetlerinden sorumlu kurumun başkanı olarak topuTanrı’ya atsa da farkında olmadan bir gerçeğe parmakbastı. Tanrısı “para” olan bir düzenin temsilcisi olanTopbaş, bozuk saatin bile günde iki kez doğruyugöstermesi misali gerçeği özetledi. Bunu, sorumluluğukendi üzerinden atmaya çalışırken yapmış olsa dadünyamızın, doğanın kapitalist talanına karşı“sinyaller” veriyor olduğu doğrudur.

Şiddetli yağmur yağdığında yaşanan felaketler birkentle sınırlı kalsa, o kentin belediyesine sorumluluğuyükleyebiliriz. Ama su baskınları birçok kentteyaşanmakta ve sorunun yalnızca altyapı çalışmalarındabaşarısız olan belediyelerle sınırlı olmadığını ortayakoymaktadır. Bu tür felaketler merkezinde insanındeğil de paranın olduğu belediyecilik anlayışı ve onuyaratan düzenle doğrudan bağlantılıdır. Bu durumaverilebilecek en iyi örnek ise Türkiye gibibelediyeciliğin rant ve soygun düzeniyle birlikteanıldığı bir ülkede iki merkez kentin (İstanbul veAnkara) çok kısa aralıklarla aynı sorunu yaşamasıdır.Haziran ayında Ankara’da yaşanan su baskınları,yollarda meydana gelen göçükler, insan hayatınındeğerini bir kez daha gözler önüne sermişti. En sonİstanbul’da yaşananlarsa tabloyu özetledi. Kentlerdedört bir yana dikilen AVM’ler ve betonlaşmaylabirlikte, yağmur sularının ulaşacağı toprak alanlar yokedilmektedir. Rantçı belediyecilik anlayışıyladüzenlenen altyapı ise maalesef bu boşluğudolduramamaktadır.

Ancak kapitalist sistemin egemen olduğu dünyada,bu sistemin can damarlarını kentler oluşturmaktadır.Dolayısıyla kent yaşamının kontrolü düzen açısındanvarlık-yokluk meselesidir. Nüfusun büyük bölümününkentlerde yaşadığı düşünülürse, kentdüzenlenmesindeki çarpıklıklar ve kentinaltyapısındaki yetersizlikler yağmur, sel, kar yağışı vs.gibi durumlarda ulaşımın durmasına, evleri subasmasına hatta ölümlere neden olmaktadır. Ama budurumda bile sınıfsal çelişkiler tüm çıplaklığı ile gözlerönündedir. Çünkü kentin bir yüzünde camın ardındanizlenen ve romantizmi simgeleyen yağmur, bir başkayüzünde ölüm kalım mücadelesi halinegelebilmektedir. İşte bu durumda dünyamız sinyallerveriyor demek tam bir aymazlık örneğidir. Bir suçlubelirlemek gerekirse; bu, bazıları için romantik olduğu

anlarda bazılarının ölümüne neden olan yağmur değil,eşitsizliği yaratan ve emekçilerin hayatını hiçe sayandüzenin kendisidir.

Bereketi felakete dönüştüren bir düzen

“Bilim ve tekniğin kapitalist kâr hırsı çerçevesindekikullanımı, doğanın da sınırsızca ve acımasızcayağmalanmasına yol açtı. Böylece uygarlık ve insansoyu için tehlikeli boyutlara varan bir ekolojik yıkımaneden oldu.” [1]

Yağmur, ekolojik denge için olmazsa olmaz olan veyaşamın sürdürülebilmesi için de hayati önem taşıyanbir doğal olaydır. Hatta dünyanın birçok yerindeolduğu gibi Anadolu’da da bereket olarak adlandırılır.Peki, bugün onu felakete dönüştüren nedir? İnsanlarıntanrıyı kızdırması mı? Kimdir sorumlusu bu felaketininsan mı, tanrı mı? Bu soruları yanıtlamak için öyle çokfazla kafa yormaya gerek yok. Yanıtı bulmak içinbırakalım metafiziği, doğanın yasalarını okuyalım.“Doğa üretim sürecinde emeğin konusudur. İnsandoğayı, onun üzerindeki etkinliği ile dönüştürür.Kendisi de bu sırada dönüşür, insanlaşır. İnsandoğadan ayrı, ona karşıt bir varlık değil, onun birparçası ve ürünüdür. Karşıtlık doğayla insan arasındadeğil, kapitalist üretim biçimi ile insanı da kapsayandoğa arasındadır. Kapitalizm doğaya ve insanakarşıdır.”[2] Yani dünyamızın verdiği o birtakım sinyallerne tanrının bir uyarısı ne de doğanın insanakarşıtlığıdır. Tüm bu yaşananlar yağmuru bile büyük biryıkıma dönüştüren, gözü kârdan ve paradan başkahiçbir şey görmeyen vahşi kapitalizme bir itirazdır.Sorumlular da bu düzenin savunucularından başkakimseler değildir.

Ya kapitalist barbarlık ya da...

“Günümüz kapitalizminin asalaklaşması veçürümesinin aldığı bu korkunç ve yıkıcı boyutlar, ‘Yabarbarlık içinde çöküş, ya sosyalizm!’ ikilemini herzamankinden daha yakıcı bir biçimde insanlığın önünekoymaktadır.”[3]

Bugün kentlerde yaşanan sel ve su baskınlarınınyanı sıra çevresel birçok sorundan bahsedebiliriz. Busorunlar her biri farklı sonuçlar ortaya çıkarsa danedensel olarak aynı kategoride değerlendirilmelidir.Tarımsal alanlarda çölleşme ve aşırı sulama sonucutuzlanma, sera etkisi, küresel ısınma, iklim değişikliği,

buzulların erimesi, seller, erozyon ve toprak kaybı,ozon tabakasının delinmesi, ormanların yok edilmesi,hava kirliliği, asit yağmurları, göl, nehir, yeraltı suları vedenizlerde kirlenme, biyolojik çeşitliliğin yok olması(bitki ve hayvan türlerinin azalması), yeraltı sularınınkirlenmesi sonucu temiz içme sularının her geçen günazalması, dünya genelinde ve bölgesel düzeylerdeyaşanan savaşların insan ve doğa üzerindegiderilemeyen tahribatları, nükleer ve zehirli atıklarsorunu, çarpık kentleşme, evsel, sanayi ve tarımsalatıklar sorunu...

Bunların hepsi, doğanın acımasızca talanı sonucuortaya çıkan, hiç de insanın ihtiyaçları doğrultusundadoğadan yararlanmasıyla açıklanamayan ve bütünselalgılanması gereken sorunlardır. Bu sorunlardanbirisini ortadan kaldırdığımızda bir diğerini yokedemeyebiliriz elbette. Ama sorunlardan birisiniortaya çıkaran koşulları yok edersek, diğer bütünsorunları çözmenin ön koşullarını yaratacağımızakimsenin kuşkusu olmamalıdır. Kentlerde yaşananaltyapı sorunlarının çözümü de bu sorunlarınçözümüyle paralellik taşımaktadır. Çünkü enmükemmel altyapı bile doğanın “sinyalleri” karşısındaçaresiz kalabilir. İnsanın ihtiyaçları ölçüsünde doğadanyararlandığı ve onu yeniden üretmeye çalıştığı birdüzende çevresel sorunların çözümü zor olmayacağıgibi, merkezinde insanın olduğu kent planlamasıyla subaskınları ve buna bağlı zarar asgari düzeyeindirilebilir. İnsanlığın bu tercihi kapitalist barbarlığıtarihin çöplüğüne göndermek demektir.

Doğa da yoksullar dabir gün öcünü alacak sizden!

Kentler, bugün çevre sorunlarının en yakıcıhissedildiği alanları oluşturmaktadır. Ama aynızamanda tüm bu sorunlara karşı tepkininmayalanmasına da zemin hazırlamaktadır. Marx budurumu şöyle değerlendiriyor: “Kapitalist üretim,büyük merkezlerde biriken şehir nüfusunun sürekliağırlık kazanmasıyla, bir yandan insan ve doğaarasındaki özümlemeyi bozuyor, diğer yandantoplumun tarihsel hareket gücünü biriktiriyor.”Kentlerde ortaya çıkan tüm bu çelişkiler insanındoğaya yabancılaşması biçiminde açığa çıksa da biryandan da toplumsal hareketin dinamiklerinibarındırıyor. Kentin kenar mahallerine itilenler, heryağmurun her karın bedelini ödeyenler insanlıktançıkaran bu düzene büyüyen bir öfke duyuyorlar. Eminizki kentin şimdiki efendileri de bunu bilerek, korkudantir tir titriyorlar.

Kaynaklar:1- TKİP Programı, Emperyalizm ve Dünya Devrimi

Süreci, madde 212- F. Yılmaz, “Parti programı ışığında çevre

sorunu”, KB sayı: 29, 20003- TKİP Programı, Emperyalizm ve Dünya Devrimi

Süreci, madde 23

Page 31: Kızıl Bayrak 2014-32

Meslek lisesi ya da imam-hatip yönlendirmesi

Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) bu yıl liselere geçişiçin Temel Eğitimden Ortaöğretime Geçiş (TEOG)adıyla yeni bir sistem devreye soktu. 31 Temmuzgünü tercih işlemleri başlarken Danıştay’ın kararıüzerine yüzdelik dilimlerin yeniden hesaplandığıaçıklandı. Sıralamaları değiştiren kararın ardındanöğrenciler tercihlerini yaparken sistemin getirdiğikurallar otomatik olarak yönlendirme yaratıyor.

Sisteme göre resmi okullara gitmek isteyenöğrenciler e-okul üzerinden okul kodları ve okultürleri olmak üzere iki grupta tercih yaparken, en azdört okul türünü zorunlu olarak yazmaları gerekiyor.

TEOG’un otomatik yerleştirme sistemindeöğrencilerin hem puanlarına, hem de evine yakınolmasına bakıldığı için eve yakın okul kategorisindeimam hatipler ve meslek liseleri de öğrencilerinkarşısına çıkacak.

Keza sistemde tercihlerine yerleşemeyenöğrenciler de evlerine yakın okullara dağıtılacağı içinyine tercih yapmasa bile büyük ihtimalle imamhatiplere ve meslek liselerine kaydedilmiş olacaklar.1 milyon 273 bin 699 öğrencinin lise tercihi yapacağıbu yıl için Anadolu imam hatip ve meslek liselerinintoplam kontenjanı 845 bin 951’i buluyor. 3’te 2oranına rağmen Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı“Dolayısıyla kontenjanlar müracaatlara uygun”diyebiliyor. Anadolu imam hatip liselerine 215 bin136, fen liselerine 25 bin 320, sosyal bilimlerliselerine ise 9 bin 240 öğrenci alınırken bakanın‘müracaata uygun’ tanımının otomatikyönlendirmeyi perdeleme çabası olduğu aşikardır.

Kızıl BayrakHaftalık Sosyalist Siyasal Gazete

Yönetim Adresi:Eksen Yayıncılık Millet Cd. Selçuk

Sultan Cami Sk. No 2 / 9 Fatih / İstanbulTlf. No: (0212) 621 74 52 - 0536 285 73 25

e-mail: [email protected]: @kizilbayraknet

http://www.kizilbayrak.net

Baskı: ESMAT MatbaacılıkM. Nezih Özmen Mah. Yüksel Sk. No: 19

Güngören / İstanbul

Sayı: 2014/32 * 8 Ağustos 2014Fiyatı: 1 TL

Sahibi ve Y. İşl. Md.: Tayfun AltıntaşEKSEN Basım Yayın Ltd. Şti.

Yayın türü: Süreli Yaygın

Dünyayı değiştirmeden dünyanı değiştiremezsin!

Dünyayı bir avuç burjuvalar dışındaki milyonlar içinkorkunç acıların, sömürünün, sıkıntının, yoksulluğun,yozluğun alabildiğine yaşandığı bir yer haline getirenkapitalist sistem, kendisini devam ettirmesini sağlayanönemli aygıtlardan biri de kapitalist kültürdür. Bukültürün en önemli şiarlarından biri de bireyciliktir.Düzenin medyası, eğitim sistemi ve ideolojik aygıtlarısürekli bireyciliği aşılamaya çalışmaktadır. Bireyselçıkarın, kârın ve bencilliğin temel değerler olduğu birtoplumsal sistemde de bireyci düşünüş şekli kendinidayatmaktadır. “Her koyun kendi bacağından asılır”,“Gemisini kurtaran kaptan” gibi atasözleri sıktekrarlanır oldu.

Günlük yaşamda kolektif yaşama alabildiğinceuzaklaşarak, birbirimize yabancılaşarak yalnızlıkgirdabına yuvarlanıyoruz. Yardımına başvurduğumuzpsikoloji bilimi de sorunları, hastalıkları bireyseltemelde ele alarak kapitalist sisteme hizmetetmektedir. Bu da beraberinde yaşadığımız sorunlarınçözümünde ilk olarak bireysel kurtuluşu düşünmemizeneden oluyor. Herkes var gücüyle yaşamın kendisinedayattığı sorunları tek başına çözmeye çalışıyor. Oysakiyaşamın pratiği bize tam anlamıyla bireysel kurtuluşunmümkün olmadığını gösteriyor. Emekçiler, ezilenkadınlar, işçiler, alt gelir grubundakiler her an akıntıyakarşı kürek çeker gibi yaşıyorlar ancak hayattakalabilecek kadar başarılı olabiliyorlar. Hayatta kalmayıbaşardığımız bu dünya her an karşımıza tacizi,tecavüzü, cinneti, sömürüyü, şiddeti, cinayeti,hırsızlığı, istismarı, savaşları, yabancılaşmayı…çıkartarak hayatta kalmanın anlamını sorgulatıyor.Bütün bu toplumsal sorunları çözmeye yetmeyenbireysel başarılarımız bizi kapitalistin dilediği gibioynadığı tatminsizlikler yumağına çeviriyor.

Kapitalist sistemin bireyciliği bu kadar kutsaması

boşuna değildir, çünkü onlar bireyciliğin tersi olanbirlikteliğin, kolektivizmin, örgütlülüğün yerleştiği birkültürde işlerin kendileri için hiç yolundagitmeyeceğini çok iyi biliyorlar. Birbiriyle temasageçen, sorunları tartışan, örgütlülükler kuran, birliktesorgulayan, birlikte mücadele eden insanlarınkapitalist bataklıktan çıkma şansını daha fazlayakalayacağını onlar da biliyorlar ve çok korkuyorlar.Çünkü örgütlü devrimci mücadele kitlelere yaşadığısömürü, açlık, acı, sıkıntının kader değil kapitalistsistemin kendisidir diyor. Kurtuluş sınıfsız, sömürüsüz,bireysel çıkarın değil toplumsal kurtuluşunhedeflendiği bir sistem olan sosyalizmle mümkündürdiyerek kapitalistleri korkunç bir şekilde tedirginediyor. Bu tedirginlikte onları her türlü önlemi almayaitiyor. Bu düşünceler kitlelerle buluşmasın diye yasa vekolluk kuvvetleriyle baskı yapıyor, zor kullanıyor, enönemlisi elindeki bütün araçları kullanarak insanlarınbilincini şekillendirerek varlığını sürdürmeye çalışıyor;bunun için eğitimi, aileyi, dini, medyayı, bilimikullanıyor. Sağlıklı düşünebilmeyi, doğru sorgulamalaryapabilmeyi, kurtuluşu sağlayacak örgütlü mücadeleyiengellemeyi kapitalist dünya en önemli görev olarakgörmektedir. Bütün bu yaşanmışlıklardan birey olarakkurtulmanın mümkün olmadığını artık görmezamanıdır ve kapitalistleri kültürleriyle baş başabırakmak gerekliliği orta yerde durmaktadır. Dünyaöyle bir hal almaktaki kapitalizmin tarihin çöplüğüneatıldığı bir evrede birey olarak dünyamızı değiştirmekimkansızdır.

Kapitalist dünyanın bu oyunlarını bozmak imkansızdeğil çünkü bu köhne dünya çok fazla öfke biriktirmişdurumda, geriye kalan sınıf devrimcilerinin ve sınıfınpartisinin kitlelerle buluşmasıdır.

F. Can

Page 32: Kızıl Bayrak 2014-32