Sİ Kızıl Bayrak 10-32

32

description

Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak 2010-32 / Ağustos

Transcript of Sİ Kızıl Bayrak 10-32

Page 1: Sİ Kızıl Bayrak 10-32
Page 2: Sİ Kızıl Bayrak 10-32

2 * Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak

İÇİNDEKİLERTemel gündem

devrimci sınıf mücadelesidir!…..…. . . . 3

“Hayırcı” solcuların

mazeretlerine yanıtlar…..…. . . . . . . . . . 4

Kürt halkı düzen içi

dayanaksız hayallerde değil,

devrim mücadelesinde ısrar etmelidir.. . 5

Kirli provokasyonun kaynağı düzeniniz,

kirli ellerin sahibi ise sizsiniz!.. . . . . . . . 6

BDSP işçi ve emekçileri referandum

oyununu boykot etmeye çağırdı...… . . . 7

Şerzan Kurt davasında ‘

gizli duruşma’ ...…. . . . . . . . . . . . . . . . . 8

Sermaye devletinin sözleşmeli

öğretmenlere iki yüzlülüğü! . . . . . . . . . . 9

İşsizlik fonunu patronlar kadar sermaye

devleti de yağmalıyor. . . . . . . . . . . . . . 10

İnsanca yaşam ve

çalışma koşulları!.. . . . . . . . . . . . . . 11-12

Tersanede direniş çadırı kuruldu . . . . . 13

İşçi ve emekçi hareketinden.. . . . . . 14-15

Rejim krizi ve Kürt sorunu . . . . . 16-18

ÇEL-MER direnişi dersleri.. . . . . . . . . 19

“Yaşasın ÇEL-MER işgalimiz!”. . . 20-21

“İki… Üç…

Daha fazla ÇEL-MER!”….... . . . . . 22-23

BMİS Bursa Şube Başkanı’yla

konuştuk... . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 24

Birleşik Metal-İş üyesi Çimsetaş

işçileriyle Metal TİS süreci üzerine

konuştuk...!. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 25

“Doğal afetler”in yıkıcı etkisini

sınırlamanın yolu sistemi yıkmaktır!. . 26

Başbakan’a üç eşli danışman! . . . . . . . 27

Referandum ve Kürtler.….. . . . . . . . . . 28

Mamak 7. Kültür Sanat Festivali

gerçekleştirildi...…. . . . . . . . . . . . . . . . 29

Sömürüsüz bir yaşam için...… . . . . . . . 30

Mücadele Postası . . . . . . . . . . . . . . . . . 31

Kızıl BayrakHaftalık Sosyalist Siyasal Gazete

Yönetim Adresi:Eksen Yayıncılık Molla Şeref Mahallesi,

Simsar Sokak, No: 5, D: 3 Fatih / İstanbulTlf. No: (0212) 621 74 52

e-mail: [email protected]: http://www.kizilbayrak.org

http://www.kizilbayrak.net

Baskı: SM MatbaacılıkÇobançeşme Mh. Sanayi Cd. Aytay Sk. No 10 A Blok

Yenibosna / Bahçelievler / İSTANBUL / Tel: 0 (212) 654 94 18

Sayı: 2010/32 * 13 Ağustos 2010Fiyatı: 1 YTL

Sahibi ve Y. İşl. Md.: Ayten ÖZDOĞANEKSEN Basım Yayın Ltd. Şti.

Yayın türü: Süreli Yaygın

CMYK

Kızıl Bayrak’tan...Kızıl Bayrak’tan...

Kızıl Bayrak’tan... Sayı: 2010/32 * 13 Ağustos 2010

YAŞ kararları üzerinden gerici düzen güçleriarasında günlerdir süren tartışmalar, düzen partilerininaktörlerinin, baştan sona oyun ve aldatmacadan ibaretolan referandum gündemi üzerinden yaptıkları şovlarve Kürt halkına dönük saldırganlığın boyutlandığı birsüreçte işçi ve emekçiler hak ve özgürlükleri içinadımlarını sokağa, eyleme, mücadeleye atıyorlar.

ÇEL-MER işçilerinin işten atmalara vesendikasızlaştırmaya karşı başlattıkları onurludirenişlerinin 4 gün süren fabrika işgaliyle kazanımlasonuçlanması ise sermayenin saldırıları altında ezilenişçi ve emekçilere yol gösteriyor.

ÇEL-MER işçilerinin işgalle kazandıklarıdirenişlerinin yanısıra UPS işçilerinin çeşitli illerdeyürüttükleri kararlı direnişleri, sermayenin kölelikdayatmalarına karşı parça parça gelişen mücadelelersermaye düzeni tarafından ortaya atılan referandumgündeminin kapladığı bulutları bir bir dağıtıyor.

Tıpkı ÇEL-MER direnişinde olduğu gibi sınıfhareketindeki örnek kazanımlar ve mücadelelerleilerleyen bu süreç, temel gündemin gerici düzengüçlerinin iç dalaşması değil devrimci sınıfmücadelesi olduğunu bir kez daha gösteriyor.

Süreç ilerledikçe ısınan ve etkisini daha daarttıracak olan 2010-2012 Metal Grup TİS süreci,belediye işçilerinin insanca bir yaşam talebiyleyürüttükleri toplu iş sözleşmesi mücadelesi, İSKİişçilerinin direnişi, Tuzla tersanelerinde yakılandireniş ateşi ve parça parça gelişen diğer mücadelelergerici düzen güçlerinin referandum sürecindekullandıkları yalan ve aldatmacalarını teşhir etmeninimkan ve olanaklarını barındırıyor.

Bu süreçte, işgal silahını kuşanan ÇEL-MERişçilerinin direnişini ve UPS işçilerinin inatçı ve uzunsoluklu direnişlerini farklı sınıf bölükleri içerisindeyaymak ilerici ve devrimci güçlerin önünde bir görevolarak duruyor. İşçi sınıfı ve emekçilere açlık, sefaletve kölelikten başka bir seçenek sunmayan sermayedüzenine verilecek en tok yanıt bu kazanımlarıçoğaltmak ve emekçi kitleler içerisinde ete kemiğebüründürmekten geçiyor.

Çeşitli illerde mücadelelerini sürdüren UPS Kargoişçilerinin direnişi önemli bir evreye girmişbulunuyor. Parça parça yaşanan direnişler arasındaöne çıkan bu direnişin önemli bir ayağını daİstanbul’da 14 Ağustos Cumartesi günügerçekleştirilecek dayanışma gecesi oluşturuyor.Başta sınıf devrimcileri olmak üzere tüm ilerici vedevrimci güçlerin desteğini hak eden bu geceningüçlü geçmesini direnişin her açıdan güçlenmesini desağlayacak önemli bir eşik olarak görmek gerekiyor.Dayanışma gecesinin anlamlı bir sınıf dayanışmasınasahne olması, kitlesel ve coşkulu bir atmosferdegeçmesi için tüm imkan ve olanakların seferberedilmesi, hazırlıkların yoğunlaştırılması gerekiyor.

Sosyalizm İçin

KKiittaappççııllaarrddaa.. .. ..

Page 3: Sİ Kızıl Bayrak 10-32

Kapak Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak* 3Sayı: 2010/32 * 13 Ağustos 2010

YAŞ kararları üzerinden gerici düzen güçleriarasında günlerdir süren tartışma geçici bir uzlaşmaylasonuçlanmış görünüyor. 22 Temmuz seçimlerinden buyana devam eden ordu-hükümet çatışması dönemdönem durulmuş görünse de, Yüksek Askeri Şura(YAŞ) gündeminde olduğu gibi, çeşitli vesilelerleyeniden depreşiyor. Zira, bu çatışmanın arkasındaburjuva kliklerin devlet içinde daha fazla mevzilenmeyarışı ve çekişmesi yatıyor.

Komünistlerin, düzen içi çatışmayla kendinigösteren rejim krizine ilişkin yaptıklarıdeğerlendirmelerde de vurguladıkları gibi,cumhurbaşkanlığını, polis ve zabıta teşkilatını,bürokrasinin önemli bir bölümünü, YÖK veüniversiteler ile medyanın önemli bir bölümünü elindeve hizmetinde tutan dinci parti AKP, 22 Temmuzseçimlerinden beri yaptığı hamlelerle hükümetolmaktan öteye bir iktidar gücü olmaya soyunmuştur.Devleti adım adım ele geçirmeye ve bunun bir parçasıolarak da idari, hukuksal ve siyasal yapıyı kendineuyarlamaya çalışan AKP, toplum yaşamına da bunauygun bir şekil vermeye çalışmaktadır.

Dinci partinin güçlenmek için attığı her adımıkarşılamaya çalışan, ordunun başını çektiği diğerburjuva gericiliği ise AKP’yi sınırlamak için değişikmanevralar yapmakta ancak bunda istediği gibi başarılıolamamaktadır. AKP’nin devleti ele geçirmeye, orduyakafa tutmaya bu kadar pervasızca cüret edebilmesiningerisinde sırtını dayadığı güçlerin desteği yatmaktadır.Bu güçlerin başını ise elbette ki emperyalist odaklarçekmektedir. “Ilımlı İslam” modelini Türkiye’ye AKPile yerleştirmek isteyen ABD’nin başını çektiğiemperyalist güçler, kendi çıkarlarına hizmet ettiğisürece AKP’yi desteklemektedirler.

Emperyalist odakların dışında AKP’nin arkasındakidiğer destek ise dinci ve muhafazakar Anadolu büyükburjuvasidir. Dinci parti bugün bir bütün olarakişbirlikçi büyük burjuvazinin çıkarlarına hizmet ediyorolsa da daha özelde son yıllarda palazlanan dinci vemuhafazakar büyük burjuvazinin siyasal temsilcisiolarak varlık göstermektedir. Zaten rejim krizi deTÜSİAD kodamanları ile yeni palazlanan muhafazakarburjuvazinin ve temsilcilerinin yürüttükleri iç iktidarmücadelesinin bir sonucu olarak yaşanmaktadır.

Düzen güçleri arasında geçici bir uzlaşı daha...

Ordu ve hükümet çatışması, parti kapatma davaları,muhtıralar, Ergenekon ve Balyoz operasyonları gibikarşılıklı hamlelerle sürerken, her iki burjuva gericiliğide bir süredir Kürt halkına yönelik imha-inkarpolitikalarında birleşerek “yelkenleri suya indirmiş”görünüyorlardı. Ancak, son yaşanan YAŞ toplantılarıdurumun hiç de öyle olmadığını, tarafların fırsatınıbulduğunda karşı tarafı geriletmek için elinden geleniyapmaya devam ettiğini gösterdi.

AKP cephesi, YAŞ görüşmeleri öncesi karşı biratak yaptı ve Balyoz operasyonu çerçevesinde adıgeçen 102 emekli ve muvazzaf subaya arama kararıçıkararak ordu içindeki AB-ABD karşıtı tonlar taşıyanöğeleri tümden temizlemeye, kendine uyumlu bir üst

kademe yaratmaya çalıştığını gösterdi. Bugüne kadar 6 YAŞ toplantısına katılan AKP,

askerin “teamüllere göre” hazırladığı terfi kararlarınıçoğunlukla imzaladı. Ancak bu yıl Tayyip Erdoğan,YAŞ’ta Orgeneral Hasan Iğsız’ın Kara KuvvetleriKomutanı olmasını engelledi. Balyoz davasınınsanıklarından 11 generale de terfi izni vermedi. Karşıcephenin hamlesi olarak tanımlanan bir adımla ise,Iğsız’ın yerine getirilmesi planlanan Orgeneral AtillaIşık gece yarılarına kadar süren toplantıların ardındanemeklilik dilekçesi verdi.

AKP, Iğsız’ın terfisini engelleyerek 27 Nisan’ınrövanşı niteliğinde bir adım atmış oldu. Ancak Işık’ınistifasıyla AKP’nin de isteği bir bütün olarakgerçekleşememiş oldu.

Bu durum hükümet payına bir kazanım gibigörünse de, Balyoz ve Ergenekon operasyonlarındaadları geçen bazı subayların YAŞ toplantısınakatılması, peşisıra hakkında tutuklama kararı çıkan 102subay için arama kararının kaldırılması AmerikancıAKP hükümetinin düzen içi dalaşmanın son perdesindegeri adım attığını göstermektedir.

Görünen o ki, burjuva gericiliğinin her iki kanadıda aralarında vardıkları geçici bir uzlaşmayla şimdilikdalaşmaya ara vererek krizi ötelemiş durumdalar.Ancak bu çatışmanın ve rejim krizinin ilk fırsattayeniden parlayacağı ortadadır. Çünkü, siyasal sahnedelaik-şeriatçı, evetçi-hayırcı, darbeci-demokrat gibiadlar altında yaşanan kutuplaşmanın altında gerçektetekelci büyük burjuvazinin iki ana grubunun sömürü veyağmada daha etkin bir konum elde etmek içinyürüttükleri iç iktidar mücadelesi yatmaktadır.

“AKP’nin arkasında bugün özel bir güçlü tekelcisermaye kesimi vardır ve tam da bu sayede bu kesimgünden güne daha da güçlenmekte, bu durum baştaTÜSİAD olmak üzere geleneksel tekelci sermayekesimlerini gitgide daha çok rahatsız etmektedir. Fakatöteki kesim de elde ettiği politik avantajlara dayanarakiktidarda daha etkin bir konum kazanmak üzere halenhırsla yüklenmektedir. Türkiye’de dinsel gericiliğinfeodal, yarı-feodal öğeler ile geleneksel orta burjuvakatmanlara dayalı olarak sistemin eteğinde ve büyükburjuvazinin uyumlu bir eklentisi olduğu dönem artıkgeride kalmıştır. Bu kesim içinden güçlü tekelci gruplarçıkarmıştır ve bunlar devlete hakim olmak ve toplumakendi iktidar mevzilerini güçlendirecek biçimlervermek çabasındadırlar. AKP bunun taşıyıcısıdır vekendine özgü sınıfsal gücü aynı zamanda buradangelmektedir. Özetle dinsel gericilik artık egemenburjuva gericiliğinin kitleleri denetim altında tutmaktayararlandığı bir yan eklentisi değil, fakat sistemin etkinve asli bir öğesidir, giderek de hakim öğe olmak isteğive çabası içindedir.” (Ekim, s. 251, Mart 2008)

İşçi ve emekçilerin gündemi devrimci sınıfmücadelesi olmalıdır

Özellikle referandum süreci hem AKP hem de orduiçin karşı tarafı geriletmenin ve üstünlük kazanmanınyeni bir manivelası olarak ele alınacak vedeğerlendirilecektir. Düzen güçlerinin kendi aralarındagiriştikleri bu güç ve nüfuz mücadelesi referandum

üzerinden kendini bir kez daha gösterirken, işçi sınıfıve emekçi kesimlerin devrim cephesine kazanılmasınınönemi daha da artmaktadır.

Zira, düzen güçleri kendi aralarında dalaşsalar veçıkar çatışması yaşasalar da, hepsi bir bütün olaraksermaye düzenini ve onun burjuva sınıf gericiliğinitemsil etmektedir. Anayasa referandumu süreci biryanıyla burjuva kliklerin kendi içlerindeki gericiiktidar mücadelesinin bir alanı olarakdeğerlendirilirken, diğer yanıyla da emekçi kitlelerikendi gündemlerinden uzaklaştırarak burjuvasiyasetine yedeklemenin bir aracı olarakkullanılmaktadır. Düzen cephesinin karşısında ise işçive emekçilerin, ezilen halkların tek ve gerçek kurtuluşumudu olan devrim cephesi bulunmaktadır.

Bir taraftan düzen partileri “evet-hayır”aldatmacasına yaslanarak kitleleri kendilerineyedeklemeye çalışırken, diğer taraftan ‘hayır’ söylemiüzerinden onların tuzağına düşen reformist sol örgütleremekçilere dayanaksız hayaller yaymayaçalışmaktadır. Öte taraftan ise Kürt hareketi ve onunlabirlikte hareket eden reformist ve devrimci solhareketler, anlamlı ‘boykot’ çıkışını anayasal formlarve ‘demokratik anayasa’ ufku içine hapsederek, birtaraftan söz konusu taktiği güdükleştirmekte diğertaraftan ise ‘düzeni aşmadan demokratikleşebilme’aldatmacasına dolaysızca kan taşımaktadır.

Oysa bu toplam tablo içerisinde direnişçi ÇEL-MER işçileri, işgal silahını kuşanarak yükselttiklerimücadeleleriyle bir kez daha gerçek gündemin sınıfmücadelesi olduğunu dosta düşmana göstermişlerdir.En ufak hak kazanımlarının bile sınıfın örgütlü gücünedayanan militan mücadelesiyle elde edilebildiğigerçeği de bir kez daha ortaya konmuştur.

Bu gerçekliklerden hareketle, referandumu kendiözgünlüğü içerisinde işleyerek işçi ve emekçilerialdatmacalara karşı uyarmak, aynı zamandademokratik hak ve özgürlükleri somut taleplerüzerinden yükseltme çağrısı yapmak temel önemdedir.Yoğun ajitasyon ve propaganda çalışmasını eylemli birhatla birlikte örecek olan sınıf devrimcileri, Kürthalkına dönük saldırganlığa ve grev-direnişler, TİSsüreçleri üzerinden yükselen sınıf hareketine dereferandum çalışması bütünlüğünde müdahaleedeceklerdir.

Özcesi, düzen içi dalaşmayı, demokratikleşmealdatmacasını ve bu süreçte hepsini bütünleyenreferandum oyununa karşı devrimci sınıf çizgisinde“boykot” şiarını yükseltmek, günün acil, yakıcı aynızamanda tutarlı görevini oluşturmaktadır.

Düzen içi dalaşmada gerici ve geçici bir uzlaşma daha...

Gerçek ve temel gündem devrimci sınıf mücadelesidir!

Page 4: Sİ Kızıl Bayrak 10-32

Anayasa referandumu sürecinde “hayırcı” solgruplar, tutumlarını haklı göstermek için boykottaktiğine yönelik eleştirilerle ortaya çıkıyorlar.Boykot tutumunun uygulanamazlığından, boykotunaslında “utangaç bir evet” olduğuna kadar geniş biryelpazede öne sürdükleri argümanlarla kendilerini en“gerçekçi” siyasal özneler ilan ediyorlar.

Böyle yapıyorlar çünkü, eğer ortada bir boykottutumu olmamış olsaydı, “hayırcılığı” “AKPkarşıtlığı” ekseninde tanımlamaları zor olmayacaktı.Çünkü bu durumda üzerlerinde soldan gelen bir baskıolmayacak, gerçek konum ve kimlikleriyle boygöstermekte de bir o kadar rahat olacaklardı.Böylelikle sosyalist, devrimci, emekten yanaiddialarıyla politik tutumları arasındaki tutarsızlıklaraçığa çıkmayacaktı.

Burada ana başlıklar halinde bu iddiaların enönemlileri üzerinde durmak istiyoruz.

“Boykot Kürt illeri için doğru bir taktiktutum olabilir, ama batıda uygulanamaz”

Tutumlarını böyle gerekçelendirenler ya Kürthalkının sadece Kürt illerinde yaşadığı iddiasındalarya da Kürt emekçi halkının diğer milliyetlerden işçive emekçilerden tümüyle kopuk bir yaşamsürdürdüğünü sanıyorlar.

Oysa durumun bunun tam aksi olduğu iyibilinmektedir. Bugün Kürt emekçi halkı metropolkentler başta olmak üzere ülkenin dört bir yanınadağılmış durumdadır. Ayrıca Kürt emekçilerininyaşadıkları bu kentlerin toplumsal yaşamından kopukbir getto hayatı sürdürdükleri de iddia edilemez.Şovenizm emekçi halkları birbirinden ne kadarkoparıp uzaklaştırsa da, sonuçta işçi ve emekçilerortak yaşam alanlarında ve en önemlisi de ortaküretim alanlarında yanyana gelmektedir.

Gerçek böyleyken bu güçlerin durumu böylesineçarpıtmaları, küçük-burjuva milliyetçi çizgilerindenve parlamentarist budalalıklarından ileri gelmektedir.Böylelikle de objektif olarak işçi-emekçileri bölen birkonumdadırlar.

“Boykot işçi-emekçi hareketinin verilidurumunda onları edilgenliğe mahkum

etmekten başka sonuç vermez”

Belirtmek gerekir ki, boykot elbette ki özellikledevrimci kitle eylemiyle parlamenter sınırların aşılmaimkanlarının doğduğu zamanlarda etkili bir taktiktutumdur. Zira bir taktik tutum belirlenirken sadecetarihsel ve siyasal doğrulardan hareket edilemez. Aynızamanda kitlelerin o anki verili bilinç ve örgütlenmedüzeyini hesaba katmak, kitleleri bu düzeydenyakalamak, ancak sürekli olarak bu düzeyigeliştirmeye odaklanmak üzere bir adım ileride olmakgerekmektedir. Verili durumu dikkate alarak, işçi-emekçileri burjuva politikasından bağımsız bir yolasokmaya en uygun taktik bir politik eylem çizgisiniortaya koymak gerekir. Eğer ortada böyle bir çizgiyoksa, ileri kesimlerin harekete geçirilmesi veduyarlılıklarını bağımsız bir eylemle ifade etmeleriengellenmiş olur.

Şu durumda, işçi sınıfı ve emekçi hareketiningeriliği koşullarında, boykot taktiğini bağımsız bireylem çizgisinde örgütleme imkanının zayıf olduğukuşkusuzdur. Bu koşullarda eğer seçim zeminindebağımsız bir politik seçenek oluşturmanın imkanıyoksa, bilinçli bir tutum olarak boş oy-geçersiz oyönermek mümkündür. Fakat burada devrimci bir partiaçısından temel soruna sadece işçi sınıfı ve emekçihareketinin koşullarından hareketle konulamaz, aynızamanda toplumsal siyasal alan içerisinde ilerideduran toplumsal-siyasal hareketlerin durumu dahesaba katılmak zorundadır. Mevcut durumda iseKürt hareketinin tüm sınırlılığına ve yalpalamaihtimaline karşın aldığı boykot tutumu ileri bir duruşuifade etmektedir. Eğer işçi sınıfının bilinç ve eylemplanında gelişimini mekanik bir biçimde elealmayacaksak, bu durumda işçi ve emekçilerin depolitik bilincinin gelişmesine de hizmet edecekbiçimde taktik politikanın belirlenmesinde bu ileriçıkışı hesaba katmak gerekir.

“Boykot Kürt hareketinin siyasal çizgisiningölgesinde kalmaya, bağımsız kimliğin

silikleşmesine yol açar”

Kuşkusuz Kürt hareketi sahip olduğu kitle tabanıve siyasal etkinlik nedeniyle toplumsal-siyasal alandaboykot tutumunun temsilcisi gibi görünmektedir. Bubir gerçektir. Kürt halkına yönelik şovensaldırganlığın dizginsizce sürdüğü bir dönemdebundan gocunmak yersiz ve anlamsızdır.

Ancak bununla birlikte elbette Kürt hareketininboykot tutumu, Kürt sorunun anayasal çerçevedekiçözümüyle sınırlıdır. Ayrıca bununla da bağlantılıolmak üzere hükümetle pazarlığa da açıktır. Eğer Kürtsorunu kapsamında bazı anayasal değişikliklerinyapılması sözü alındığında “boykot”tan vazgeçmeihtimali de vardır. Fakat bu böyle olsa dahi, sonuçtabugün alınan tutumun ileriliğini karartmaz, bu bir.İkincisi ise, elbette komünistler kendi devrimciboykot platformlarını Kürt hareketinin ve onun etkisialtında hareket edenlerden ayırabilirler,ayırmaktadırlar da. Sonuçta iki ayrı platformun ayrımnoktalarına dikkat çekmek ve bunun üzerindenboykot çağrısını yapmak mümkündür, komünistler debunu yapıyorlar. Temel siyasal kutupların varlığıkoşullarında bunu pratik politika alanında bağımsızbir konum olarak hissettirmek kuşkusuz zordur, ancakbu zorluk nedeniyle devrimci bir çizgide ortaya

konulmuş boykot platformunu örgütlemekten dekaçınılamaz. Bu bir iddiasızlık ve güçsüzlük hali olur.

Diğer taraftan tüm politik-pratik yüklenmeyekarşın ilkesel ayrımları pratikte belirginleştirememeken fazlasından bir siyasal ve örgütsel zayıflıkgöstergesi olabilir. Ama aynı durum “Hayırcılar” içinsöylenemez. Çünkü burada bir pratik zayıflıktan çok,ideolojik-politik bir zaaf sözkonusudur. Çünkü“Hayırcılar” cephesinden politik temsiliyet gericidüzen partilerine aittir. Bunun için “hayır” tutumu bugerici düzen partilerine hizmet etmekten ve düzen içiçatışmanın minderine düşmekten başka bir sonuçvermez. Bu durumda ise “hayır”ın içeriğini ne denliburjuva partilerinden farklılaştırma gayreti olursaolsun farklı bir siyasal sonucu olmaz. AKP’ninzayıflatılması, AKP’nin anayasa hamlesininkarşılanması, düzen içi çatışmada diğer uçtakigüçlerin işine yarar, onların hanesine yazılır.

“Boykot utangaçca evet demektir”

Boykot tutumunu utangaç evetçilik olarakyorumlamak, en başta anayasa referandumuna ilişkintutumu düzen içi dalaşmanın ifadesi olan “evet-hayır”dan ibaret görmek ve “hayır”ı da tartışmasız tekdoğru tutum olarak varsaymaktır. İçeriğinin nasıldoldurulduğundan bağımsız olarak boykot tutumunukategorik olarak reddetmek tam da burjuva hukukunayaraşır bir tavırdır. Oysa tam tersine ilk bakıştabirbirine oldukça uzak bir tutum gibi görünen “evet-hayır” tutumları sorunun özü itibariyle birbirine enyakın iki tutumdur. Zira her iki tutumun sahipleri desoruna anayasal bir çerçeveden bakmakta ve en“radikalinin” bile ufku bu düzenin sınırlarınıaşamamaktadır. Zaten “evet-hayır” tutumunadamgasını vuranların düzen partileri olması hiç derastlantı değildir. Söz konusu düzen partilerininpeşine takılan reformist sol partilerde bu gerçeğizerrece değiştirmemektedir. Referanduma katılarak“evet” ya da “hayır” demek, düzen güçlerinin birininyanında tutum almak, gerici iktidar mücadelesininyedeğine düşmektir. Bu nedenle de aslında“evetçiler”, utangaç hayırcı; “hayırcılar” ise, utangaçevetçilerdir!

Kısacası bugün işçi sınıfı, emekçi kitleler ve Kürthalkının gerçek kurtuluşu için biricik mümkün yoldevrimci bir çözüm olabilir ancak. Bunun anlamıanayasal hayalleri bir yana bırakarak sermayeegemenliğini yıkacak bir mücadeleye yönelmektir.

“Hayırcı” solcularınmazeretlerine yanıtlar4 * Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2010/32 * 13 Ağustos 2010

“Hayırcı” solcuların mazeretlerine yanıtlar

Page 5: Sİ Kızıl Bayrak 10-32

Farklı boyutları ile devam eden rejim krizi halen enkritik dönemeçlerini Kürt sorunu üzerinden yaşıyor.Her ne kadar ABD emperyalizmi ve TÜSİADşahsında tekelci sermaye kısmi hak kırıntılarıyla busorunun “çözülmesi” için yoğun bir basınç yapsa dadüzen içi siyasetin temel malzemesi olan Kürtsorununda mesafe almak hiç de kolay görünmüyor.Dahası, sermaye hükümeti AKP ve bir bütün olaraksermaye devleti, hem Kürt hareketinin bugünkü gücüve bu çerçevedeki beklentileri hem de Kürt sorunuüzerinden yıllardır toplum üzerinde estirilen şovenisthisteri dalgası nedeniyle ciddi bir kısırdöngününiçinde bulunuyor.

Kürt hareketi “demokratik özerklik”çıkışını yineledi

Kendisi de benzer bir kısırdöngü içinde bulunanKürt hareketi ise, söz konusu krizi kendi lehindekullanabilmek, kendisini sermaye devletine muhatapolarak kabul ettirebilmek için bir kez daha demokratiközerklik projesini gündeme taşıdı.

“Demokratik Özerklik Projesi” 2007 yılı Ekimayında toplanan Demokratik Toplum Kongresi’nde(DTK) tartışılarak kabul edilmiş, on beş gün sonragerçekleştirilen DTP 2. Olağan Kongresi’nde ise kararhaline getirilmişti. O dönem broşür haline getirilerekmilletvekilleri ve bakanlara da gönderilen proje, düzentemsilcilerinin “Kürtler ayrılmak istiyor!” korkularınıdepreştirmiş, inkar ve imhaya dayalı resmi devletpolitikasının devamı ile yanıtlanmıştı.

Geçen 3 yılın ardından gündeme gelen “açılımpolitikası”, Kürt hareketindeki düzenle barışumutlarını bir kez daha depreştirdi. Her ne kadar sözkonusu politika birçok açıdan henüz başlamadan iflasetse de, “açılım” sürecinde Kürt halkını aldatmarüzgarına kendi cephesinden güç veren TÜSİAD’ınçıkışları ve çeşitli burjuva kalemşörlerin “PKK veÖcalan muhatap alınabilir!” mealindeki sözleri Kürthareketini yer yer umutlandıran bir rol oynadı.

“Açılım”ın düzen aldatmacası olduğu gerçeğininKürt hareketince de kabülünü takiben, önce 13 aysüren tek taraflı ateşkes 1 Haziran tarihinden itibarensona erdirilerek gerilla aktif pozisyona taşındı,ardından ise ‘saldırılar karşısında meşru savunma’çizgisinde konumlanan gerillanın Türk sermayedevletine dönük silahlı eylemleri yoğunlaştırıldı.Ağustos ayının ilk haftasında ise KCK YürütmeKonseyi Başkanı Murat Karayılan, kısa süre içerisinde“demokratik özerklik” ile ilgili açıklama yapacaklarınıduyurdu. Bu açıklamaların ardından, Kürt illerininBDP’li belediye başkanlarının açıklamaları ile bir kezdaha gündeme taşınan “Demokratik ÖzerklikProjesi”nin, geçtiğimiz hafta sonu gerçekleştirilenDemokratik Toplum Kongresi sonrası bir kez dahatemel bir politika olarak benimsendiği vurgulanmışoldu.

İçeriğine geçmeden önce belirtmek gerekiyor ki,“demokratik özerklik” tartışması Kürt hareketinindüzenle uzlaşmaya dayalı İmralı teslimiyeti çizgisinin

bir devamı olarak gündeme geldi. Yani “demokratiközerklik” talebi ile gündeme taşınan yine esasen Kürthalkının eşitlik ve özgürlük istemleri değil, Kürthareketine hakim olan teslimiyetçi çizginin kendisinedüzen içinde yer bulma arayışıdır.

“Demokratik özerklik” ilene isteniyor, ne istenmiyor?

“Demokratik Özerklik Projesi” ile gündeme gelenen temel talep, Kürt halkının ve diğer ezilen halklarınbirtakım kısmi haklarının anayasal güvenceyealınmasıdır. Bununla birlikte, tanımlanacak özerkbölgelerde yerel yönetim merkezlerinin oluşturulmasıve merkezi iktidarın çeşitli yetkilerinin buralaradevredilmesi de talep ediliyor. Dışişleri, maliye,savunma ve adalet gibi en temel maddeleri merkeziiktidara havale eden bu projeyle, yerel “iktidarların”yetki alanlarındaki bölgeleri aslında kırıntılarla idareetmelerinin hedeflendiği açıkça ifade ediliyor.

“Demokratik ulus”, “demokratik vatan”,“demokratik cumhuriyet” ve “demokratik anayasa”öğeleri ile formüle edilen özerklik projesinin 4 temelayağı ise “Örgütlü toplum ve demokratik katılımcılık”,“Ekolojik yaklaşım”, “Cinsiyet özgürlükçü yaklaşım”ve “Katılımcı topluluk ekonomisi” olarak ifadeediliyor. Bu ayakların muğlak anlam vesınırlılıklarından bağımsız olarak, temel yürütmeişlevlerini merkezi iktidara havale eden bir “yerelözerkliğin”, söz konusu ayakları dahi inşa etmeiradesini pratikte nasıl göstereceği ise es geçiliyor.

“Demokratik özerklik” söyleminin içi boşkarakterini ve aldatıcılığını ele veren tek noktayı iseburası oluşturmuyor. Kürt hareketinin temsilcileri,projeyi deklare etmeleriyle birlikte karşılaştıklarıtepkileri hafifletmek için her fırsatta taleplerinin“ülkenin birliğine ve bütünlüğüne saygı çerçevesiniaşmadığını” vurgulama ihtiyacı güdüyorlar.

Yani görünürde “radikal” bir söylem olarak ortayakonan “Demokratik Özerklik Projesi”, esasen Kürthalkının en temel ulusal hak ve istemlerinin bir kenarabırakılması ve taleplerin düzen içi sınırlarahapsedilerek kırıntı düzeyine indirgenmesi amacınıtaşıyor.

“Demokratik özerklik” de düzen içiçerçeveyi aşmıyor

Kürt halkının kırıntı düzeyindeki iğretidüzenlemelere razı edilmesi amacını taşıyan bu proje,aynı zamanda halkın örgütlü gücü ve mücadelesindençok emperyalizmin politikalarına bel bağlıyor. Herfırsatta Avrupa’daki burjuva demokrasilerinden“çözüm” önerileri taşıyan Kürt hareketi temsilcileri,“Demokratik Özerklik Projesi”ne Türkiye’nin de tarafolduğu “Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı”nıtemel dayanak olarak öne sürüyor. Söz konusuşartnameyi sermaye devletinin temsilcilerine düzenliolarak hatırlatan Kürt hareketi temsilcileri, böyleceemperyalist güçlerin “çözüm”üne bel bağladıklarını

bir kez daha itiraf ediyorlar. Öte yandan, öne sürülen “Avrupa Yerel Yönetimler

Özerklik Şartı“, özünde işçi ve emekçilerin kazanılmışbirçok hakkının gaspına yol açan bir nitelik taşıyor.Keza AKP hükümeti tarafından gündeme getirilen“Kamu Yönetimi Reformu Yasa Tasarısı” ve CHP’nin“Yerel Yönetimler Programı” da aynı şartnameyidayanak alarak hazırlanmış bulunuyor.

Bunun dışında, Kürt hareketinin bir başka temeldayanağını ise Türk sömürgeci sermaye devletinintemel yapı taşları oluşturuyor. Bin yıllık Kürt-Türkkardeşliği her iki halkın ezilen sınıflarını buluşturmakiçin değil, Türk egemen sınıflarına biat etmek için önesürülüyor. Yine burjuva cumhuriyetin kuruluşdönemine methiyeler düzülerek 1921 Anayasası’nınaslında olmayan “demokratik özü” keşfediliyor. Hattadaha da ileri giden Kürt hareketi, burjuva devletinkuruluşu için ihtiyacı olan desteği aldıktan sonraKürtleri bir kenara iten, inkar ve imhaya dayalıçizginin mimarı Mustafa Kemal’in aslında Kürtlereözerklik vermeyi amaçladığını iddia edebiliyor.

Gerçek ve kalıcı çözüm sosyalizmde!

“Demokratik Özerklik Projesi” ile Kürt halkı birkez daha düzenle bütünleştirilmeye, talepleri düzen içisınırlara hapsedilmeye ve kırıntı derekesineindirilmeye çalışılmaktadır. Oysa ulusal hak veözgürlüklerin gerçek anlamda kazanılmasının tek yoludevrimci mücadeledir. Kürt halkı, sahip olduğudevrimci enerji ve davasına sahip çıkma bilinci ile buyolda yürüyecek gücü taşımaktadır.

Bu tablo karşısında çeşitli milliyetlerden işçi veemekçilerin, ilerici ve devrimci güçlerin acil görevi iseKürt halkının haklı ve meşru taleplerini düzenlepazarlık malzemesi haline getiren söz konusupolitikalara karşı çıkmak, gerçek ve kalıcı çözüm içindevrim ve sosyalizm mücadelesini yükseltmektir.

Devrim mücadelesine! Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak * 5Sayı: 2010/32 * 13 Ağustos 2010

Kürt hareketi “demokratik özerklik” açmazındaki ısrarını koruyor...

Kürt halkı düzen içi dayanaksız hayallerde değil,

devrim mücadelesinde ısrar etmelidir

Page 6: Sİ Kızıl Bayrak 10-32

Katil devlet hesap verecek!6 * Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2010/32 * 13 Ağustos 2010

Burjuva partiler ister yekpare bir görüntüsergilesinler, isterlerse de aralarında çıkarçatışmalarına dayalı kliklere bölünmüş olsunlar;hepsinin ortak özelliği toplumu uyutmak için yalan vedemagojilerden medet ummalarıdır. Her fırsatta yeniyalanlar söylerler, gerçekleri çarpıtarak işçi veemekçileri aldatırlar. Bugün de referandumtartışmaları bu yalan ve demagojilerin adetadesteksizce havalarda uçuşması için biçilmiş birkaftan olarak ortaya çıktı. Birbirlerini referandumsandığında altetmek isteyen taraflar, geçmişyalanlarını gölgede bırakacak bir bilgi kirliliğine,çarpıtma ve kandırma yarışına giriştiler. Referandumsürecinin temel gündemlerinden olan Kürt sorunu dakuşkusuz ki bu yarışta özel bir yerde durmakta.

İster evetçi, isterse hayırcı cephe sözkonusu olsun,hepsinin de Kürt sorununa karşı aynı devletpolitikasının savunucusu olduğu biliniyor. Yine aynıtutumu yani “ez ve çöz” politikasını savunantarafların birbirlerini Kürt sorununu çözmemekle vehatta PKK’yi desteklemekle suçladığı da bilinmekte.Bu süreçte özellikle AKP kendisini bir nebze dahademokrat ve statüko ile hesaplaşan bir konumdagöstermenin de kaygısını güdüyor. Bu politikaçerçevesinde gerek Kürt sorunu, gerekse kirli savaşkonusunda hem destekçi pozisyonda yer alırken hemde sözde bir muhaliflik görüntüsü de çizmeyeçalışıyor.

Son olarak İnegöl ve Dörtyol’da gerçekleşen linçgirişimlerine dair Afyon’da konuşan Erdoğan bir kezdaha provokasyon edebiyatı yaptı ve linç girişimlerinitezgahlayan kirli elleri aradığını söyledi. Erdoğanayrıca bu tuzaklara düşmeme çağrısı yaparak bunun“terör örgütü” olarak adlandırdığı PKK’nin işineyarayacağını belirtti.

Hayırcılara yüklen, devlete sahip çık!

Burada Erdoğan’ın tepkisini okurkengerçekleştirilen linç girişimlerinin, hayırcı cephetarafından AKP’nin açılım fiyaskosunun ve “ülkeyikarpuz gibi böldüğü”nün kanıtı olarak gösterilmekistendiğini göz önüne almak gerekiyor. Erdoğan’ınverdiği tepkiyi de bu yanıyla iki boyutlu olarak elealmak gerekiyor. Erdoğan bir yandan devletgüçlerinin bildik “münferit olay” mazeretini önesürerken bir yandan da olayların AKP karşıtı birmuhtevaya evrilmesini engellemek için eylemigerçekleştirenleri hain ilan etme ve hatta PKK’yedestek olmak ile suçlama hamlesine başvuruyor.

Öncelikle söz konusu linç saldırısı devletinbugüne kadar onlarca kez tezgahladığı şovenkışkırtmaların bir yenisinden ibaret. Bugüne kadarTrakya olayları, 6-7 Eylül, Çorum, Maraş, Sivas gibibelli başlı katliamların devlet eliyle nasıl düzenlendiğiiyi biliniyor. Üstelik tüm bu saldırılardan sonra dadevlet yetkilileri olayları “münferit” ilan eder, üç beşkendini bilmezin işi olarak nitelendiriyorlar. Böylecehem linç tezgahlayıp, hem de sorumluluğu üç-beşkişinin üzerine atarak işin içinden sıyrılıyorlar.Erdoğan da “Kirli bazı eller, bazı vatan hainlerikalabalığın içine giriyor, kalabalığı galeyana getiriyor,

polis karakollarına, polis otolarına, dükkanlara, evlereyönlendiriyor” diyerek devleti aklama ve sorumluluğubirilerinin üzerine atma yoluna gidiyor.

Hatırlanacağı üzere linç girişimlerinin hemenardından da AKP’li bakan ve valiler tarafından benzeraçıklamalar yapılmış, olayların üç-beş amigonun işiolduğu söylenmişti. Oysa İnegeöl ve Dörtyol’a dairİHD tarafından hazırlanan raporlar olayların doğrudandevlet güçlerince örgütlendiğini gösteriyor. En küçükbir hak arama eylemine bile vahşice saldıran polisingözü dönmüş linççi güruhu izlemekle yetindiği,dahası Dörtyol’da belediyeye bağlı araçlarla çevreilçelerden faşist katillerin kente taşındığı, olayıyönlendirenlerin herhangi bir kovuşturmayauğramadığı raporlarda ayrıntılı biçimde yer alıyor.

“Çivi çiviyi söker”

Ancak sermaye devletini korumak için çabaharcayan AKP, biryandan da başta MHP olmak üzere

hayırcı cephenin AKP’yi Kürt sorunu üzerindensıkıştırma girişimlerine de karşılık verebilmek içinyine bu linç girişimlerinden faydalanmaya çalışıyor.Bunu yaparken de “çivi çiviyi söker” diyerek aynıyönteme yani “terör” edebiyatına sığınmaktan geridurmuyor: “Kim ki bu tahriklere aldanırsa, bilsin kişu şehitliklerde yatan şehitlerin kemiklerini sızlatır.Kim ki öfkeye kapılır, hiddete kapılıp, şiddetle elinetaş alıp, komşusuna, komşu sokağa, komşu mahalleyefırlatırsa, bilsin ki şehitlerimizin ruhu bundan azapduyar. Kim ki öfkeye kapılır, hiddete kapılır, şiddetebaşvurursa, bilsin ki, terör örgütünü sevindirir, terörörgütünün amacına, hedefine hizmet eder.’’

Bu sözler, bir halka karşı gerçekleştirilen vahşi birlinç girişimini o halkın sahip çıktığı ve ardındayürüdüğü bir örgüte mal edebilecek kadar alçalabilenAKP’in bakışını ortaya koymak için yeterli. AKP’ninniyeti kendisine yöneltilen PKK’yi güçlendirdiğiyönlü şoven iddiaları aynı biçimde püskürtmek vekendisini suçlayanları bu kez terörü güçlendirmekle,teröre hizmet etmekle suçlamak. Oysaki her ikitarafında “terör” diye bahsettiği Kürt halkınınözgürlük mücadelesine karşı aynı tavıra sahip olduğuaçık.

AKP bu yolla kendisinin de parçası olduğu linçgirişimlerinden sıyrılmak, devleti ve AKP’yi temizeçıkarmak, bunu yaparken de muhalefeti suçlamak vereferandum oyununda öne geçmek kaygısı güdüyor.Oysaki bugüne kadarki tüm linç girişimlerinin,katliamların ve kirli savaşın devlet terörününbiçimleri olduğu, tüm burjuva partilerin de bukatliamların öyle ya da böyle suç ortağı olduğunubiliniyor. Düzen partilerinin bu alçakça yarışlarınındevletin katliamcı yüzünü örtmesine izin vermemekiçinse katiller sürüsüne karşı etkili bir mücadelevermek, öncelikle de onların önümüze koyduğuanayasa oylamasını boykot ederek bu düzenlerindenbir beklentimiz olmadığını göstermemiz gerekiyor.

Erdoğan, Kürt halkına yönelik linç saldırılarının bazı sorumlularını suçladı!

Kirli provokasyonun kaynağı düzeniniz, kirli ellerin sahibi ise sizsiniz!

Kıyat’ın açıklamaları itiraftırKayıp yakınları, her cumartesi günü İstanbul’da Galatasaray Lisesi önünde gerçekleştirdiği eylemlerine 7

Ağustos günü de devam ettiler. Emekli Koramiral Atilla Kıyat’ın “1990-2000 yılları arasında gözaltındakaybetme ve faili meçhul cinayetler bir devlet politikası olarak uygulandı” sözlerini hatırlatan CumartesiAnneleri eylemlerinin 280. haftasında savcıları göreve çağırdı.

Eylemde Tayyip Erdoğan’ın “Cumartesi Anneleri’nin ne iş yaptığını bilmiyorum” açıklamalarına dadeğinen kayıp yakınları, Atilla Kıyat’ın söz ettiği OHAL valilerinden Necati Çetinkaya’nın Erdoğan’ındanışmanı olduğunu dile getirdiler.

Basın açıklamasını okuyan Sebla Arcan, savcıların Kıyat’ın açıklamalarını ihbar kabul ederek soruşturmabaşlatması gerektiğine işaret ederek “Bizlerin ne iş yaptığını bilmeyen başbakan, Atilla Kıyat’ınaçıklamalarını dinlesin. Şu anda oturduğu makamda bir zamanlar oturanların ‘emir vericiler’ olduğunuöğrensin” dedi. Arcan, Atilla Kıyat’ın söz ettiği OHAL valilerinden Necati Çetinkaya’nın Erdoğan’ınbaşdanışmanı ve milletvekili olduğunu sözlerine ekledi.

Açıklamanın ardından 1995 yılında İstanbul’da kaybedilen Fehmi Tosun’un eşi Hanım Tosun, AtillaKıyat’ın açıklamalarını 15 yıldır dile getirdiklerini ifade etti. Tosun, yıllardır burada Mehmet Ağar’ın,Süleyman Demirel’in, Tansu Çiller’in ve dönemin tüm yetkililerinin bu suça ortak olduğunu vecezalandırılmaları gerektiğini söylediklerini vurgulayarak devletin Kürt halkını ezmek için her şeyi yaptığınıbelirtti. “Özgürlük isteyeni öldürmekle cevap verdiler. Bunlardan neden hesap sormuyorlar? Devlet diyor kibiz bir adım atarsak tüm kirlilikler ortaya çıkar. Kendi kirlerinin açığa çıkmasını istemiyorlar. Ama bu devlettüm suçları için bir gün hesap verecek ve bizim elimiz bu hesap görülene kadar yakanızda olacak” dedi.

Page 7: Sİ Kızıl Bayrak 10-32

Bağımsız Devrimci Sınıf Platformu (BDSP), 8Ağustos günü Taksim Meydanı’nda gerçekleştirdiğieylemle işçi ve emekçileri düzenin anayasareferandumu oyununu boykot etmeye çağırdı.

Taksim Tramvay Durağı’nda bir araya gelen sınıfdevrimcileri, buradan sloganlar ve ajitasyonkonuşmaları eşliğinde Galatasaray Lisesi önüneyürüdü. Eylemde “Referandum oyununa boykot!Çözüm devrimde kurtuluş sosyalizmde! / BağımsızDevrimci Sınıf Platformu” pankartı açıldı.

Sınıf devrimcileri yürüyüş boyuncagerçekleştirdikleri ajitasyon konuşmalarıyla dacivardaki işçi ve emekçilere hak ve özgürlükler içinreferandum sandığına değil, devrimci sınıfmücadelesine katılma çağrısında bulundular.Referandumun düzen aktörlerinin gerici içmücadelesinin bir sahnesi olduğuna sıklıkla değinensınıf devrimcileri, referandum tuzağına alet olanlarınpeşinden gitmeme çağrısı da yaparak gerçek ve kalıcıçözüm için sosyalizm mücadelesini yükseltmeningerekliliğini vurguladılar.

Oldukça coşkulu bir atmosferde gerçekleşenyürüyüşe çevredeki bir çok işçi ve emekçi de yoğun ilgigösterdi. Ajitasyon konuşmalarını ve sloganlarıalkışlarla destekleyen emekçilerin zaman zamansloganlara katıldıkları da gözlemlendi.

Yürüyüşün ardından Galatasaray Lisesi önündebasın açıklaması gerçekleştirildi. Açıklama kapsamındaBDSP’nin referandum üzerine yayınladığı “Düzen içidalaşmayı boykot ediyoruz!..” başlıklı metin okundu.

Açıklamada, işçi ve emekçilere düzen içi dalaşmayıboykot etme, hak ve özgürlükler için referandumsandığına gitmeme ve sınıf mücadelesini büyütmeçağrısı yapıldı. Çözümün devrimde, kurtuluşunsosyalizmde olduğu vurgulandı. “Referandum gerici içiktidar mücadelesinin sahnesidir” denilen açıklamada,düzenin efendilerinin bir kez daha seçim sandığını işçive emekçilerin önüne koyarak, bin türlü yalanla,demagojiyle, aldatmayla, istismarla emekçilerindesteğini almaya çalıştıkları söylendi. Yaşanan bumücadelenin özünde düzen güçlerinin iktidar uğrunaverdikleri gerici güç ve etkinlik mücadelesi olduğununaltının çizildiği açıklamada referandum aldatmacasının,yıllara yayılan gerici dalaşmanın yeni sahnesi olduğuifade edildi.

İşçi ve emekçilere, demokratikleşme aldatmacasınakanmamaya çağrısı yapılan açıklamada, “evetçi” düzengüçlerinin demokrasi havarisi olarak işçi veemekçilerin karşısına çıktığı belirtildi. Açıklamada,“hayırcı” cephenin ise benzer bir riyakarlıklaemekçilerin talep ve özlemlerini istismar ettiğisöylenirken, “hayırcı” cephenin bir kesiminin ise,“açılım” fiyaskosunu kullanarak şovenizmi, böyleceKürt halkına yönelik düşmanlığı körüklediği, yeni birkirli savaşın bayraktarlığını yaptığı dile getirdi.

Açıklamanın devamında, “hak ve özgürlükleri sökesöke almaktan başka yolumuz yoktur” denilerek gericidüzen partilerinin sunduğu kırıntıları bir yana iterektemel hak ve özgürlükler için örgütlü mücadeleyiyükseltme çağrısı yapıldı.

Açıklamanın sonunda şunlar söylendi: “Bugün işçi sınıfı, emekçi kitleler ve Kürt halkının

ihtiyacı sözde ‘demokratik anayasa’ hayalleri ile

oyalanmak değil, burjuvazinin azgın sömürü ve zoradayalı egemenliğini yıkacak bir mücadeleyeyönelmektir. Bu devrimci çözümdür ve gerçek kurtuluşiçin biricik olanaklı yoldur. İşçi sınıfı ve emekçilerbirleşik devrimci mücadeleyle sermaye sınıfını ezecek,onun hizmetindeki kurulu devlet düzenini yıkacak, kendiiktidarlarını kuracaklardır. Bu emekçiler ve ezilenler

üzerindeki sömürü, baskı ve köleliğin son bulmasıdır.Bu, tüm zenginliklerin halka devredilmesi, halkınhizmetine sunulmasıdır. Bu, sosyalizmdir! Çözümdevrimde, kurtuluş sosyalizmde! İşçi sınıfı savaşacak,sosyalizm kazanacak!”

Basın açıklaması atılan sloganlarla son buldu. Kızıl Bayrak / İstanbul

Düzen içi dalaşmayı boykot ediyoruz!

İzmir’de boykot çağrısı!Düzen cephesi, anayasa referandumu tartışmaları

kapsamında türlü yalan ve demagoji ile işçi ve emekçikesimleri kendilerine yedeklemeye çalışıyorlar. Bureferandum oyununa ve anayasal hayallere karşıkomünistler de faaliyetlerine başlamış bulunmaktalar.

İzmir BDSP, 8 Ağustos Pazar günü gerçekleştirilenseminer ile referanduma dair boykot kampanyasınıbaşlatmış oldu. “Referandum ve devrimci tutum”başlığı ile gerçekleştirilen seminer kapsamındareferandumu oluşturan koşullar, anayasa tanımı veanlamı, anayasanın sınıfsal konumu gibi pek çok konudan bahsedildi.

Anayasa ekseninde yürütülecek mücadelenin anayasal hayalleri beslediği belirtilerek komünistlerin boykottaktiği gerekçelendirildi. Referanduma dair düzen cephesinin yanısıra reformist sol, geleneksel devrimciakımlar ve ulusal hareketin tutumları tartışıldı.

Gerçekleştirilen sunum ve yapılan tartışmaların ardından önümüzdeki referandum sürecinin işçi veemekçileri mücadeleye çağırmak, anayasal hayallere karşı devrim ve sosyalizm çağrısını yükseltmek içinkullanılması gerektiği vurgulandı.

Referandum çalışması kapsamında İzmir’in dört bir yanında boykot afişleri ve bildirgeleri kullanılıyor. 9Ağustos Pazartesi ve 10 Ağustos salı günleri Menemen, Çiğli, Bayraklı, Alsancak, Basmane ve Buca’nınmerkezi geçiş güzergahlarına BDSP imzalı, “Referandum oyununa boykot! Çözüm devrimde, kurtuluşsosyalizmde!” şiarlı afişler yapıldı.

10 Ağustos Salı sabahı ise referandum bildirgelerinin Çiğli’de dağıtımı gerçekleştirildi. Bildirgeler sesliajitasyonlar eşliğinde Çiğli Organize Sanayi girişinde işçi ve emekçilere ulaştırıldı.

İzmir’de boykot çağrısı ilerleyen günlerde dağıtım ve afişlemelerin yanısıra, ev toplantıları, eylem veetkinliklerle de sürecek.

Kocaeli boykot çalışmasıKocaeli’den sınıf devrimcileri de çalışmalarının startını verdiler. Sınıf devrimcileri “Referandum oyununa

boykot! Çözüm devrimde, kurtuluş sosyalizmde!” şiarlı afişleri İzmit Merkez’e yaygın bir biçimde astılar.Çalışma, propoganda materyallerinin sanayi havzalarına ve emekçi mahallelerine taşınmasıyla devam edecek.

Kızıl Bayrak / İzmir - Kocaeli

Düzen içi dalaşmayı boykot ediyoruz! Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak * 7Sayı: 2010/32 * 13 Ağustos 2010

BDSP, işçi ve emekçileri referandum oyununu boykot etmeye çağırdı...

“Referandum sandığına değil devrimci sınıf mücadelesine!”

Page 8: Sİ Kızıl Bayrak 10-32

Şerzan Kurt’un Muğla’da 11 Mayıs tarihindeülkücü-faşist saldırı sırasında polis kurşunuylakatledilmesine ilişkin açılan davada ilk duruşmanınbeklenen tarihten bir gün önce, 9 Ağustos günü gizlicegörüldüğü ortaya çıktı.

Muğla Valiliği, Muğla Üniversitesi öğrencisi ŞerzanKurt’un katledilmesiyle ilgili Gültekin Şahin isimlipolis hakkında müebbet hapis istemiyle Muğla 1. AğırCeza Mahkemesi’nde açılan davanın, “güvenlik”gerekçesiyle başka yerde görülmesini talep etmişti.Başvurunun Muğla 1. Ağır Ceza Mahkemesi’ndekabulünün ardından olağanüstü toplanan Yargıtay 9.Dairesi, davanın Eskişehir Ağır Ceza Mahkemesi’ndegörülmesine karar vermişti. Bir polis hakkında açılangöstermelik davanın her aşamasında devletin katliamcıyüzünü örtme çabası içerisinde olan düzen güçlerinin,olayı kamuoyu önünden kaçırmak ve duruşmasırasında oluşacak tepkiyi sönümlendirmek içinbaşvurdukları bu hamle, Şerzan’ın ailesinin veavukalarının, ilerici ve devrimci güçlerin tepkisiniçekmişti.

Devletten ayak oyunu

Kamuoyuna 9 Ağustos günü yansıyan karara göre,ilk duruşma 10 Ağustos günü Muğla 1. Ağır CezaMahkemesi’nde görülecek ve davanın sonrakiduruşmalarını Eskişehir’de görülmesi kararıokunacaktı.

İlerici ve devrimci güçlerin Muğla Adliyesi önündegerçekleştirecekleri basın açıklaması öncesi kentteyoğun polis ablukası yaşandı. Şehir dışından gelenaraçları durdurarak tacizkar biçimde kimlik kontrolü vearama yapan polislere, şehre girişteki karayollarıüzerinde jandarma tarafından takviyeler yapıldı.

Aralarında BDP Muş Milletvekili Sırrı Sakık veKESK Genel Sekreteri Emirali Şimşek’in debulunduğu ilerici ve devrimci güçler, basınaçıklamasını gerçekleştirmek için yoğun çevik ablukasıaltındaki adliye binası önüne geldiklerinde duruşmanınaslında 9 Ağustos günü gizlice görüldüğünü öğrendiler.

Kurt ailesi tepkili, avukatlar usulsüzlüğe itiraz etti

Katilleri aklama çabasında olduğunu her fırsattagösteren sermaye devletinin bu ayak oyunu karşısındatepkilerini dile getiren eylemciler, her şeye rağmenŞerzan Kurt davasını sonuna kadar takipçisiolacaklarını dile getirdiler.

Avukatlar ise duruşmanın kendilerine ve Şerzan’ınailesine tebliğ edilmeyerek görüldüğünü belirterek sözkonusu usulsüzlüğe ilişkin mahkemeye itirazdabulundular. Ancak mahkeme heyeti pervasızlığınıkoruyarak avukatların duruşmanın bugün (10 Ağustosgünü) görülmesi yönündeki itirazını reddetti.

Avukatların mahkeme heyetinin kararını adliyeönündeki kitleye aktarmasını ardından, Şerzan’ınkurşunlandığı Recai Güreli Caddesi’ne sloganlareşliğinde bir yürüyüş düzenlendi. Yürüyüşün ardındanŞerzan Kurt Adalet ve Eşitlik İnisiyatifi tarafındanbasın açıklaması gerçekleştirilerek Şerzan için yerekaranfiller bırakıldı.

Basın açıklamasının ardından Sırrı Sakık, Şerzan’ınavukatları ve anne-babası konuşmalar gerçekleştirdi.Devletin katliamı aklama çabasına ve davadakiusulsüzlüklere dikkat çekilen konuşmalarda, davanınmutlaka takipçisi olunacağı vurgulandı.

Şerzan’ın katilleri aklanmaya çalışılıyor!8 * Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2010/32 * 13 Ağustos 2010

Şerzan Kurt davasında ‘gizli duruşma’

Dörtyol linç raporu açıklandıHatay Dörtyol’da Kürt halkına dönük linç girişimlerini inceleyen İHD, raporlaştırdığı incelemelerini

kamuoyuna duyurdu. Bu noktada devletin olaylardaki rolünü sorgulayan raporda bazı devlet görevlilerihakkında soruşturma açılması talebi dile getirildi.

Av. Beyhan Güneyli, Av. Ömer Ayaz, Adana Şube Başkanı Aydın Sincar, Mersin Şube Başkanı AliTanrıverdi ve Hatay Şube Başkanı Mithat Can’ın oluşturduğu İHD’nin inceleme heyeti, İHD Adana Şubebinasında bir açıklama yaptı.

Buna göre raporun hazırlık aşamasında yerel yöneticiler, Dörtyol Kaymakamı, Belediye Başkanı, partibaşkanları ve saldırıların mağdurlarıyla görüşüldüğü dile getirildi.

Av. Beyhan Güneyli, yerel yöneticilerin olaya yeterince müdahil olamadıklarını ifade ederek özelliklekolluk kuvvetlerinin olayı seyretmeyi tercih ettiğini söyledi. “İnsanların gergin ve üzgün olması” gerekçegösterilerek kolluk kuvvetlerinin ciddi zafiyetinin açıklanmaya çalışıldığını belirtti.

Olayların büyüme noktasında tedbir alınmadığına dikkat çeken Güneyli, kitlenin dağıtılmamasını bunaörnek olarak gösterdi.

Saldırılar neticesinde 40 civarında işyerinin tahrip edildiği, BDP binasının, içindeki eşyalarla birlikteyakıldığı, çelik kapısının balyozlarla kırıldığı söylenirken işyeri sahiplerinin tahrip edilen işyerlerine ‘linçediliriz’ korkusuyla sahip çıkamadığı söyledi.

“Dörtyol ilçesinin girişinde devasa boyutta olmak üzere hemen hemen bütün iş yerlerinde ve evlerdebayrak asılı olduğu tespit edilmiştir. Hatta Kürt olup da korkudan işyerine bayrak asmak zorunda olduğunubeyan eden mağdurlara da rastlanmıştır. ‘Bayrak asan vatansever, asmayan hain’ fetişizminin Dörtyol’da dayoğun bir şekilde yaşandığı, gerek gösterilerde kullanılan, gerekse de ev ve işyerlerinde asılı duranbayraklarla da ortaya çıkmıştır. Mağdurların can ve mal emniyeti ve geleceğe yönelik kaygılarının çok güçlüolduğu bu anlamda tehlikenin potansiyel olarak devam ettiği tespit edilmiştir” denilen açıklamada bununlaberaber çevre il ve ilçelerden kent merkezine mesaj ve telefonlarla binlerce kişinin çağrıldığının tespit edildiğibelirtildi. Yetkililerin bu ırkçı toplanmaya göz yumdukları ve ırkçı-milliyetçi kesimlere müsamahagösterdikleri dile getirildi.

Güneyli, Belediye Başkanı’nın Kürtlere karşı ayrımcı politikalarda bulunduğu ve olaylarda il ve ilçelerdenbelediye aracıyla insan taşıdığı yönündeki bilgilerin de araştırılmasını isterken, valinin saldırıları “anlayışlakarşılaması”na da tepki gösterdi.

Polisin yeni oyuncağı: FN303Sermaye devleti en ufak hak arama eylemlerinde bile kitleye azgınca saldırabilirken İstanbul 1

Mayıslarında estirilen devlet terörü hala akıllarda. Polisin kullandığı “orantılı” güç, attığı gaz bombaları ile İstanbul’un savaş alanına çevrilmiş görüntüleri

hafızamızdaki yerini korurken, İstanbul Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğü terörünü daha da arttırma niyetinde.Sermaye devletinin içinde debelendiği ekonomik kriz, Kürt sorunundaki çözümsüzlük, işçi ve emekçilerdebiriken öfke devleti yeni önlemler almaya itiyor. Devlet faşizan uygulamalarını daha da derinleştiriyor.

İstanbul Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğü, 2008’den beri envanterinde bulunan Amerikan yapımı FN303model plastik mermi atar tüfeklerini “toplumsal olaylarda” kullanma kararı aldı.

Buna göre tanesi yaklaşık 2 bin dolar olan FN303 tüfekleri, Ankara, İstanbul, Diyarbakır, Batman,Hakkari, Adana, Mersin ve Van olmak üzere 30 ilde kullanılmaya başlandı.

PVSK ve TMY ile cezasızlıkla ödüllendirilen kolluk güçlerinin işlediği cinayetler ortadayken bu silahınkullanımının yeni ölümlere kapı aralayacağı aşikar. ABD’nin Boston kentinde 2004 yılında 21 yaşındakigazetecilik öğrencisinin, polisin FN303 tüfeğinden çıkan merminin gözüne isabet etmesi sonucu öldüğügerçeği ortada duruyorken, Türkiye’de de ölümler kaçınılmaz olacaktır.

FN303’ler 4 farklı renkte 4 çeşit mermi atıyor. Gri mermi darbe etkisi yaparken atılan kişinin psikolojisinibozarak geri adım atmasını sağlıyor. Sarı mermi silinebilir sarı boya bulaştırılıyor. Turuncu mermisilinemeyen turuncu boyayla noktalıyor. Kırmızı mermi ise yüzde 20 oranındaki biber gazıyla “saldırganı”etkisizleştiriyor.

Page 9: Sİ Kızıl Bayrak 10-32

İşçi ve emekçilere geleceksizlik dayatılıyor! Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak * 9Sayı: 2010/32 * 13 Ağustos 2010

Referandum sürecinde il ve ilçelere hücum edenBaşbakan ve AKP bakanları halkın 12 Eylül’ de 12Eylül anayasasına karşı oy toplama seferberliğinedevam ediyorlar. Bu süreçte daha demokratik anayasasöylemi ile yola çıkan AKP hükümeti halka “daha eşit,katılımcı ve özgürlükçü bir anayasa” sunduğunu iddiaediyor. Sermaye hükümetinin bu vaatleri daha öncekivaatleri gibi hep sözde kalmaya mahkumdur. Çünküişsizliğin, açlığın, gelecek güvencesinden yoksunluğunve sömürünün en yoğunun biçimde yaşandığı birdönemdeyiz. Bunların sorumlularının başında sermayeuşağı AKP geliyorken söylediklerinin vaatten öteye biranlamı yoktur. Yaklaşık 8 yıldır iktidar koltuğundaoturan AKP ve kurmayları bu durumu düzeltmekyerine daha da kötüleştirdiği bilinen bir gerçektir.Çünkü toplumun geleceğe olan güvensizliği veçalışma koşullarındaki geriye dönüş en çok da AKPdöneminde gerçekleşmiştir.

Emekçilerin güvencesiz ve geleceksizliği gerçeğinison olarak Milli Eğitim Bakanı Nimet ÇubukçuKırklareli’ndeki mitingde itiraf etmiş oldu. Çubukçureferandumda halkın evet oyu vermesi çağrısındabulunduğu konuşmasından sonra, yanına gelen ikisözleşmeli öğretmenin tepkisiyle karşılaştı. ElifDönmez ve Filiz Küçükhacer isimli sözleşmeliöğretmenler Milli Eğitim Bakanı Nimet Çubukçu’ylakonuşmak istediklerini söyleyerek bakanın yanınagittiler. KPSS’den 79 puan almasına rağmen halakadro beklediğini söyleyen Elif Dönmez, çalıştığıokulda kendisinin yarı puanını alan kadroluöğretmenler olduğunu ifade etti. Ağrı’da sözleşmeliöğretmen olarak çalışan Filiz Küçükhacer ise“Öğretmenlerimizi, ülkemizde sözleşmeli ve kadroluöğretmenler olarak siz bölmediniz mi? Siz sözleşmeliöğretmenliği kaldıracağınızı söylediniz, fakat halasözleşmeli öğretmen alıyorsunuz” dedi

Bu sözler karşısında Bakan Çubukçu’nun “Siz desözleşmeli öğretmenliği tercih etmeseydiniz” diyecevap vermesi gündeme oturdu. Sermaye devletininyol açtığı bu durumumdan bizzat sorumlu olan BakanÇubukçu’nun bu sözleri büyük bir pervasızlığınifadesidir. Üstelik bununla sınırlı kalmayarak “eşdurumundan tayin hakkı için” ataması yapılmayanöğretmenlerin eylem yapmasına tehditle karşılık verdi.Bakanlıktan yapılan açıklamada “İmzaladıklarısözleşme hükümlerini yerine getirmeyen öğretmenlerbundan doğacak her türlü hukuki durumu kabul etmekdurumundadır” denilmesi demokratik bir eyleme vetalebe bile tahammülü olmadıklarını göstermiştir.

Geçmişte sözleşmeli öğretmenlerin güvenceli halegetirileceğini vaat eden AKP bakanları, şimdi iseikiyüzlü bir biçimde öğretmen alımlarında sözleşmelipersonel alımına ağırlık vereceklerini açıklamakta veuygulamaktadırlar. Sözleşmeli öğretmenlerin kadroluöğretmenlerle farkı olmadığını söyleyen eski eğitimBakanı Hüseyin Çelik de bu zihniyetin birtemsilcisidir. Sözleşmeli olamayıp da ücretli olanöğretmenlerinin durumu ise çok daha vahim, ücretlikölelik sisteminin bir parçası olan bu öğretmenler saatbaşına ücret almaktadırlar ve haftada en fazla 20 saatöğretmenlik yapabilmektedirler. Ücretli öğretmenlerinders saati başına ücreti 7 TL olarak belirlenmiştir. Eniyimser ihtimalle ve kabaca bir hesap yaparsak aylıkücretleri 560 TL’yi (yani asgari ücretin altında)geçmemektedir. Ücretli öğretmenler aylık ortalama400-500 TL ye tekabül eden ücretlerle çalışmakzorunda kalıyorlar. Bakan Çubukçunun ve sermaye

devletinin fikrinin yansıdığı “Sözleşmeli öğretmenliğitercih etmeyebilirdiniz” ifadesinin peşi sıra Çorlu’daücretli öğretmenlik yapan Ahmet Fazlı Elçi sıcağınaltında hamallık yaparken kalp krizi geçirerek öldü.Yaz tatili dolayısıyla öğretmenlik yapamayan veyapamadığı için ücret alamayan Elçi, ailesinin vekendi hayatını idame ettirebilmek adına yaz tatilindehamallık yaparken can verdi.

Sözleşmeli öğretmenler kadrolularla aynı statüdeöğrenim görmüş eğitim fakültesi mezunlarıdır fakataynı iş güvencesine sahip değillerdir. Kadroluöğretmenlerle aynı eğitimi görmüş olmaları ve aynışartlarda ve aynı işi yapmalarına rağmen bu sözleşmelistatüsünde çalışmaktadırlar. Her yıl yeniden sözleşmeyapmak zorundadırlar. Bunun yanı sıra sözleşmeliöğretmenler eş, doğum, çocuk yardımları, yolluk,tayin hakkı gibi temel sosyal haklardan da mahrumbırakılmışlardır. Sözleşmeli öğretmenlerin öne çıkansorunlarından bir diğeri ise eşlerin ayrı illerde görevyapması ve aynı bölgeye tayin isteme haklarının özelkoşullara bağlanmasıdır. Sözleşmeli öğretmenolabilmenin yaş sınırı 40’tır. Bu yaştan sonrasözleşmeli olarak çalışmanın koşullarındabelirsizlikler sürmektedir. Ayrıca yasal düzenlemedesözleşmeli personele olan ihtiyacın ortadan kalkmasıdurumunda sözleşme feshedilebilir. Bu da keyfi birsözleşme feshine yol açabileceği gibi öğretmenlerde işgüvencesi ve gelecek kaygısına yol açmaktadır.

Sözleşmeli öğretmenlere her daim geçici gözüylebakılmakta ve bu durum örgenci velilerinin detepkilerine konu olmaktadır. Tüm bunların varlığınınsürüyor ve gelecekte yoğunlaşacak olması öğretmenlikmesleğinin niteliğine dair de artan güvensizliğe nedenolmaktadır. Gelecek yıllardaki atamalarda sözleşmelialımları çoğalacaktır. Yapılan araştırmalara göreemekli olan kadrolu öğretmelerin yerine yenidenatamalar yapılmamaktadır. AKP hükümeti yeni alınanöğretmenlerde sözleşmeli veya ücretli öğretmen tercihetmektedir. Böylece gelecek 5 yılda her 2öğretmenden biri sözleşmeli veya ücretli öğretmenolacaktır.

Hükümet temsilcilerin yaptıkları açıklamalardasözleşmeli öğretmenlerin kadrolu öğretmenliğegeçirileceğine dair palavralara karşın sözleşmeliöğretmenlik insanlarının önüne bir tercihmiş gibisunuluyor. Ülkenin birçok bölgesinde öğretmen açığıyıllardır çözümsüz bırakılmış durumda. Bu açığıkapatmaya yetecek düzeyde öğretmen bulunuyorkengerekli kadro açma işlemi ve atamalaryapılmamaktadır. Bu yapıldığı durumda ise öğretmenadaylarının önüne sözleşmeli ya da ücretli çalışmakoşulları konmaktadır. Emekçiler öğretmen adaylığınoktasına gelene kadar her hangi bir müdahaledebulunmayan sermaye devleti ise gelinen noktadansonra işi bir tercih olmaktan çoktan çıkarmışbulunmaktadır. Bu haliyle sözleşmeli ve ücretliçalışma bir tercih değil sermayenin ve onun uşağıAKP’nin dayatmasıdır.

Öğretmelerin sözleşmeli ve ücretliçalıştırılmasının bir tercih olarak lanse edilmeyeçalışılması orada yatan sömürünün gizlenme çabasıdır.AKP ve sermaye iktidarın ikiyüzlülüğün birgöstergesidir. Bir yönüyle de sermaye devletininyarattığı geleceksizliğin perdelenme çabasıdır.

Öğretmenliğin kutsal meslek olduğu palavralarınıdiline dolayan sermaye devletinin temsilcileri artıkdenizi tüketmişlerdir. Bakan Çubukçu’nun ifadeleri birkişinin fikrinin dile gelmesinden ötedir. Söz konusuolan düzenin emekçileri gün geçtikçe daha fazlasoyması, haklarını tırpanlaması vegeleceksizleştirmesidir. Dolayısıyla güvencesiz,geleceksiz, sağlıksız ve düşük ücretle çalışmakoşullarını dayatan sermaye düzeni ortadankaldırılmadığı sürece sorunların ortadan kalkmasınında imkanı yoktur.

Sermaye devletinin sözleşmeli öğretmenlere iki yüzlülüğü!

Tercih değil dayatma!

Ücretli öğretmen hamallık yaparken öldüÜcretli öğretmenlik yapan Ahmet Fazlı Elçi, hamallık yaparken kalp krizi geçirerek hayatını kaybetti.

Derslere giremediği süreçte ücret alamadığı için ek iş yapmak zorunda kalan Elçi, yaşamakta olduğumuzücreti kölelik düzenin son kurbanı oldu.

Sermaye devletinin işçi ve emekçilere dayattığı güvencesiz çalışma koşulları bir can daha aldı.Öğretmenlerin elinden kadrolu çalışma hakkını alan ve onlara kölelik koşullarında çalışmayı dayatan sermayedevleti onbinlerce öğretmenin atamasını yapmayarak, eğitim emekçilerine geleceksizliği reva görüyor.

Çorlu’da Atatürk Çok Programlı Lisesi’nde ücretli öğretmenlik yapan evli ve 2 çocuk babası, 44 yaşındakiAhmet Fazlı Elçi de kendine dayatılan “geleceğin” kurbanı oldu. Derse girmediği zamanlar ücret alamadığıiçin çeşitli işlerde çalışan Elçi, hamallık yaparken kalp krizi geçirerek yaşamını yitirdi. Okula gelen kitaplarıhamallık yaparak taşıyan Elçi’nin geçimini sağlamak için gerçekleştirdiği bu işi 40 TL karşılığında yaptığıbelirtildi.

Ahmet Fazlı Elçi’nin yeğeni Nurcan Sandalcı, dayısının yaz aylarında derslere girmediği için maaşalamadığını belirterek şunları söyledi: “Dayım paraya ihtiyacı olduğu için ek iş yapıyordu. Okulda çalıştığıdönemlerde ortalama 700 TL kazanıyordu. Yazları maaş alamadığı için sıkıntı çekiyordu. O yüzden bulduğuher işte çalışırdı. Üniversite mezunu bir insanı bu hale getiren büyüklerimiz utansın.”

Page 10: Sİ Kızıl Bayrak 10-32

Sermaye devleti krizin bütün yükünü işçi veemekçilerin sırtına yüklerken, bütçenin ağzını isesermayeye sonuna kadar açıyor. Krizde patronlaramuazzam kolaylıklar sağlayan sermaye devleti, oluşandevasa bütçe açığını emekçilerden alınan vergilerle,emekçilerin ücretlerinden yapılan kesintililerledengelemeye çalışıyor.

İşsizlik Sigortası Fonu da bu çerçevede sermayedevletinin temel kaynaklarından biri haline gelmişdurumda. Kölece çalışma koşullarında, karıntokluğuna çalıştırılan işçilerin ücretlerinden yapılankesintilerle oluşturulan fon, sermayenin ağzınısulandırırken, bu fondan işçilerin dışında herkesyararlanıyor.

Patronlara kaynak aktarılıyor

Örneğin, İşsizlik Sigortası Fonu “kısa çalışmaödeneği” adı altında yağmaya açılıyor. Krizi fırsatadönüştüren patronlar, işçilere hakları olan ücretivermediği gibi, bu ücretlerden yapılan kesintilerleoluşturulan fondan da faydalanıyor. İşçi veemekçilerden kesilen paralar sermayenin cebineaktarılıyor. Patronların yükümlülükleri İşsizlikSigortası Fonu’ndan finanse ediliyor.

Sermaye devleti de benzer bir biçimde çıkardığıyasa ve yönetmeliklerle bu fondan kendine kaynakaktarıyor. Bu fondan yararlanamayanlar ise işçileroluyor. Çünkü işsiz kalınması durumunda fondan paraalabilmenin şartları oldukça ağır. Prim ödenen günsayısı ve miktarı vb. bir dizi sınırlama nedeniyle,sigortalı işçilerin dahi büyük bölümü bu uygulamadanyararlanamıyor.

İşsizlik Fonu’ndan, kurulduğu tarihten bu yanatoplam 13 milyar 26 milyon liralık ödeme yapılırkenbunun sadece 3.3 milyar TL’lik bölümünün işsizlereyapılan ödemelerden oluşması, geri kalan 9.7 milyarliralık bölümünün ise devlete aktarılması bunun açıkgöstergesi.

Fonun en büyük ortağı sermaye devleti

İşsiz kalanlar için belli bir süre ile maddi desteksağlama gerekçesiyle yağmaya açtığı İşsizlik SigortasıFonu’ndan sermaye devleti, patronlar kadar kendi deyararlanıyor.

İşsizlik Sigortası Fonu’nda temmuz sonu itibarıylabiriken miktar 43.8 milyar TL’yi buluyor. Aslındatoplamda fonda 53.5 milyar TL olması gerekirkenvergi kesintileri ve GAP’a aktarılan kaynakla berabermeblağının 43.8 milyar TL’ye düşmesi fonun kiminiçin oluşturulduğu konusunda soru işaretlerine yerbırakmıyor.

Yağma için yasal düzenlemeler

2007 yılına kadar 25 milyar liralık büyüklüğeulaşan fonun elde ettiği faiz gelirlerinden 2007 yılımart ayından itibaren stopaj alınmaya başlandı.

Fondan 2007’de 295 milyon, 2008’de 466.6milyon, 2009’da 550 milyon lira, bu yılın yedi aylıkdöneminde de 397 milyon liralık vergi kesildi.Böylece üç yıllık sürede hazine bonosu ve devlettahvili faizlerinden elde edilen gelirler için fondan

temmuz sonu itibarıyla toplam 1 milyar 708.6 milyonlira vergi alındı.

GAP ve DAP gibi projelere de kaynak aktarılmasıiçin iş kılıfına uyduruldu. Yapılan yasaldüzenlemelerle nema gelirlerinin dörtte birininbütçeye aktarılması sağlandı. Böylece 2008 yılındafondan bütçeye 1.3 milyar TL aktarıldı. Açgözlüsermaye devletine bu da yetmemiş olacak ki, geçen yılyapılan bir başka yasa değişikliğiyle kesinti oranı dahada yükseltildi. Nema gelirinin dörtte biri dörtte üçolarak değiştirildi.

Böylece bütçeye 2009 yılında 4.1 milyar TL, bu yılyedi aylık dönemde de 2.5 milyar TL’lik kaynakaktarımı yapıldı. Fonun nema gelirlerinden GAP ve

DAP için bütçeye aktarılan toplam kaynak tutarı da 7milyar 976 milyon TL’ye ulaştı.

İşsizlik Fonu’ndan, kurulduğu tarihten bu yanatoplam 13 milyar 26 milyon liralık ödeme yapıldı.Bunun sadece 3.3 milyar liralık bölümü işsizlereyapılırken geri kalan 9.7 milyar liralık bölüm sermayedevleti tarafından yağmalandı. Devlet, fona ödediğipara kadar da kullandı.

Sermaye devletinin 2000 yılından bu yana fonatoplam 6 milyar 38 milyon TL katkı payı öderkenfondan sadece 2007-2010 yılları arasında 9.7 milyarTL aldı. Yani verdiğinin yüzde 50 daha fazlasını gerialmış oldu.

Kahrolsun sendika ağaları!10 * Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2010/32 * 13 Ağustos 2010

İşsizlik fonunu patronlar kadarsermaye devleti de yağmalıyor

AKP’nin özelleştirme karnesi

Balyoz soruşturması, YAŞ krizi, referandum gündemi derken AKP’nin 8 yıllık özelleştirme bilançosununağırlığı da ortaya çıkmış bulunuyor. Özelleştirmenin en yağlı parçaları olan KİT’ler AKP döneminde ihaleyeçıkarıldı ve haraç mezat satıldı. Özelleştirme uygulamaları kapsamında toplam 31 milyar 603 milyon 630 bin785 ABD Doları tahsil edildi. CHP Denizli Milletvekili Ali Rıza Ertemür’ün soru önergesine Maliye BakanıMehmet Şimşek, 1 Ocak 2002 ile 31 Mayıs 2010 tarihleri arasındaki dönemde 57 kuruluşta bulunan kamuhisseleri ve 51 işletmenin hisse/varlık satış/devir yoluyla özelleştirildiğini açıkladı.

Söz konusu açıklamadan yansıyan bazı çarpıcı bilgilere göre, özelleştirilen 31 kuruluş ile varlık satış/devriyoluyla özelleştirilen 51 tesis ve işletmede devir tarihleri itibarıyla kapsam içi statüde çalışan kişi sayısının 27bin 877 olduğu görülüyor. Bunlardan 18’i hisse/varlıkların alıcılara devrinden önce emekliye ayrılmış, 12 bin672’si iş akitleri devir tarihlerinde feshedilmiş, 15 bin 187’si ise özelleştirilen şirkette kalmış. 21 bin 975kişinin ataması yapılırken bunlardan 16 bin 98 kişi göreve başlamış. 3 bin 178 kişi görevine başlamazken, 2bin 699 kişinin durumu da belirsizliğini koruyor.

Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in, özelleştirilen şirketlerde çalışan işçilere ne kadar ödeme yapıldığınailişkin kayıtlarda herhangi bir bilgi olmadığını ifade etmesi de dikkat çekiyor. Şimşek bu durumu,“özelleştirilen kuruluşlarda çalışan işçilerin kıdem tazminatlarını ödeme yükümlülüğü şirket üzerindebırakıldığından, bunlara ne kadar ödeme yapıldığına dair Özelleştirme İdaresi Başkanlığı (ÖİB) kayıtlarındaherhangi bir bilgi ve belge bulunmamaktadır” diyerek açıklamaya çalıştı.

Şimşek, 1 Ocak 2002 ile 31 Mayıs 2010 tarihleri arasındaki dönemde gerçekleştirilen satış/deviruygulamalarının toplam tutarının gerçek bedelinin oldukça altında olarak 32 milyar 46 milyon 947 bin 845ABD Doları olduğunu ifade etti.

Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in açıklamalarından yansıyan sınırlı bilgiler bile özelleştirmenin öncelikleişsizliği artıran nedenler arasında önemli bir yer tuttuğunu gösteriyor. Düşük ücret, kölece çalışma koşulları,yoğun sömürü ve her an kapının önüne konularak “işsizler ordusu”na eklenmek, esnek üretimin de birgereğidir. Özelleştirme, sokakların yeni işsiz kitlelerle dolması demektir. Dahası krizle birlikte hafifleticimekanizmalar da büyük ölçüde devreden çıkmış ve sermaye devletinin başına geçen bütün hükümetlerinyaptığı gibi AKP hükümeti de işçi ve emekçilere karşı başka bir yol izlemiyor ve izleyemez de.

Özelleştirme, açıktır ki, IMF-TÜSİAD damgalı sosyal yıkım saldırı programının en önemli ayaklarındanbirisidir. Elbette bu, işçi sınıfı ve emekçi kitlelere yöneltilmiş bir saldırıdır. Satış fiyatlarının düşüklüğü-yüksekliği, yağmacıların hangi milliyetten olduğu, sorunun özünü belirleyen şeyler değildir.

Page 11: Sİ Kızıl Bayrak 10-32

Sermaye sınıfı adına AKP hükümeti tarafındanyeni saldırı paketleri işçi sınıfı ve emekçilerinkarşısına birer birer çıkarılıyor. Son olarak TOBB veTÜSİAD’ın da direktifleriyle beraber ÇalışmaBakanlığı tarafından hayata sokulan işçi sağlığı ve işgüvenliği konusunda bazı kanunlarda değişiklikyapılmasını öngören kanun teklifi ile işçi veemekçilerin çalışma koşulları daha da köleleştirilirkenesnek üretim ve taşeronlaştırmaya tampon işlevigörecek yeni uygulamalar hayata geçirilmeyeçalışılmaktadır. Bu yasa ile beraber işçi sağlığı ve işgüvenliğini sağlamakla yükümlü olan patronların elirahatlatılarak bu konuda uzman işyeri hekimi ve işgüvenliği mühendislerinin eğitiminin ve istihdamınıntamamen piyasaya sunulmasının önü açılmakta, yenikaza ve cinayetlerin önü düzlenmektedir.

Yasada iş güvenliği mühendisi ve işyeri hekimi salttanım olarak dillendirilmekte, bunun ötesinde yetki vesorumluluklarına dair hiçbir ibare yer almamaktadır.Burada her iki uzman kolun taşeronlaştırılıpişgüvencesi konusunda patronların insafına kalacakpozisyona düşürülmesi sağlanmaktadır. Patronlarınhiçbir dayatmasına ve emrine tabi kalmaması gerekenve tamamen bağımsız koşullarda çalışması gerekenuzmanlar yasa ile beraber gerçekleştirilecek basit işsözleşmeleri ile tarafsızlığına darbe vurulacak düzeydeiş güvencesinden yoksun hale getirilmektedir.

Aynı zamanda yapılan değişiklik ile işçi sağlığı veiş güvenliği eğitimi ticarileştirilmektedir. İş güvenliğimühendisliği eğitimini kendi bünyesine alan Bakanlık,aynı zamanda eğitimi ve hizmeti de özelleştirmiştir.“Eğitim hizmeti satın almak” düzenlemesi, işgüvenliği mühendislerinin eğitimi alanında birsektörün doğacağını haber vermektedir. Böylelikletamamen piyasaya teslim edilen alan, bu haliylepatronların talimatlarını yerine getirmekten başka birişe yaramayan, yaşanacak iş cinayetlerinin üzeriniörtmekte üzerine düşeni kusursuz bir şekilde yerinegetirecek birer köle ordusu yaratmak için ideal halegetirilecektir.

Örnekle somutlarsak, Tuzla tersaneler bölgesindefaaliyet gösteren GİSBİR Ortak Sağlık Birimi’ndeçalışan hekimlerin hemen hemen hepsi olaylaratarafsız yaklaşmaları gerekirken iş güvencesi kaygısınedeni ile yaşanan kaza ve cinayetler karşısındaözellikle cinayetlerin üzerini örten tutumlar içinegirerek, patronlardan yana tutum sergilemektedirler.Nitekim 14 Haziran günü SELAY tersanesinde işcinayetine kurban giden Mehmet Tağrikılu isimliişçinin ölümünün ardından cinayetin kamuoyundangizlenmesi üzerine Tersane İşçileri Birliği Derneği’ninyoğun çabaları karşısında GİSBİR hastanesindeçalışan hekimlerin patron karşısında düştükleri acz veverdikleri kaçamak cevaplar buna somut örnektir.

Keza madenler için de aynı durum geçerlidir. İşgüvenliğinin sağlanabilmesi için tedbirler konusundatarafsız ve uzman kişiler bulundurması gereken baştadevlet işletmeleri ve özel sektördeki maden patronlarıişin bu kısmını taşerona devretmektedirler. Bu durumneticesinde iş güvenliği denetimleri taşeronlar aracılığıile hiçbir uzmanlığı olmayan ustabaşları veya işçilereya da daha alakasız kişilere verilmekte neticesince işcinayetleri ya da kazalar yaşanmaktadır. Bu yasa ile

beraber iş güvenliği uzmanlarının eğitim ve istihdamkoşulları bakanlığa devredilip oradan da özel eğitimkurumlarına havale edilerek aynı tipoloji ve vasıftaelemanlar yetiştirilecektir. Yani özetle hiçbir hukuksalyanı bulunmayan ve taşeronlar eli ile fiili olarakuygulanan bu uygulamalar artık yasal statüyekavuşturulacak ve yeni cinayetlere zeminhazırlanacaktır. Örneklenecek olursa, ZonguldakKaradon maden ocağında yaşanan iş cinayetininoluşum süreci bu durumu özetlemektedir. Uzmankişiler tarafından yapılması gereken gaz ölçümü iştenanlamayan kişilere verilerek cinayete zeminhazırlanmıştır. Şimdi de bu düzenlemeler sonucu işçisağlığı ve güvenliği alanı tümüyle piyasaya açılacak,bu alandaki taşeron firmalara rant ve kâr alanısağlanacaktır.

Yasa ile beraber iş güvenliği mühendisleri ve işyerihekimlerinin eğitimi tamamen Çalışma Bakanlığı’nadevredilmektedir. Esas itibariyle üniversitelerinkapsamına giren bu iki uzmanlık kolu bakanlığa bağlımüdürlük tarafından hiçbir akademik vasfı ve niteliğiolmayan kişilerin ellerine bırakılmaktadır. Yükseköğretim alanında hiçbir yetkisi bulunmayan veörgütlenmesinde de buna uygun olarak herhangi birkadrosu mevcut olmayan Çalışma Bakanlığı,TBMM’de görüşülmekte olan yasayla, hekimlerinişyeri hekimi olabilmesi ya da mühendislerin işgüvenliği uzmanı olabilmesi için almaları gerekeneğitimi belirleyen, bu eğitimleri verecek kuruluşlarıyetkilendiren ve eğitimler sonunda sınavları yaparakya da yaptırarak hekim ve mühendisleri işyerihekimi/iş güvenliği uzmanı olarak çalışabilmesi içinbelgelendiren kurum haline gelmektedir.

Taşeronlaştırma sonucu güvencesiz ve esnekçalışmanın yaygın biçimlerde görülmesiyle Türkiye’deortalama her gün üç işçi yaşamını yitirmekte, onlarcasısakat kalmaktadır. Yasada yapılması planlanandeğişiklikle İş Yeri Hekimliği, İş Güvenliği Uzmanıeğitimleri Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nınuygun gördüğü özel kurumlar vasıtasıyla verilip,

eğitime katılan kişiler yine aynı kurumlarcabelgelendirilebilecektir. Böylece işyerlerinde dahagüvencesiz ve sağlıksız ortamların oluşmasının önünüaçacak denetim mekanizması; sermaye için yeni birrant alanı olarak piyasanın hizmetine sunulmaktadır.

Aynı şekilde her ne koşulda olursa olsun bağımsızkalması gereken bu uzmanlık alanı bakanlığınbünyesine geçirilerek bu kollarda bağımsızörgütlenmenin önünü de tıkamaktadır. Bu konudakirahatsızlıkları açık olan sermaye hükümeti vebakanlıkları daha önce ve şimdi birlik ve odaları bu vebenzer gündemler üzerinden yürüttükleri mücadelesonucunda edindikleri kısmi hukuksal kazanımlarüzerinden “Bir kanun yaparız, deriz ki EczacılarBirliği, Tabipler Birliği, Diş Hekimleri Birliği’ninbirlik kanunları iptal edilmiştir. Hadi bakayım,Danıştay karar alsın da göreyim bakıyım! Hangikararı alacağını ondan sonra görelim!” şeklindetehditler yağdırmaktalar.

Zira oda ve birlik seçimlerinde çevirdikleridalaverelerden istedikleri düzeyde sonuç alamadıklarıiçin şimdi de bu yolla hareket etmek istemektedirler.Bu nedenle yönetmelikte “İşyeri Tehlike Sınıfı” başlığıaltında düzenlenen 27. madde bilimsel ölçütlerdenuzak hazırlanarak, TMMOB ve TTB dışlanmakta vesıradanlaştırımaktadır. Bu maddenin ikinci fıkrasında“İşyerlerinin iş sağlığı ve güvenliği açısından hangitehlike sınıfına gireceği; bu maddenin birincifıkrasında belirtilen hususlar ile iş kazası ve meslekhastalığı istatistikleri göz önünde bulundurularak, İşSağlığı ve Güvenliği Genel Müdürü başkanlığındaoluşturulan ve üyeleri aşağıda belirtilen komisyoncabelirlenir” denilmekte ve bu komisyonda görev alanTMMOB ve TTB bu düzenleme ile komisyondançıkarılmaktadır.

Yasa taslağında, iş kazalarının yoğun yaşandığıKOBİ’lerde iş kazalarını önlemeye ilişkin biryapılanma söz konusu değildir. İşçi sağlığı ve işgüvenliği kurulu 50 ve daha fazla işçi çalıştıranişyerleri için zorunlu kılınmış, bunun altında işçi

İnsanca yaşam ve çalışma koşulları! Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak * 11Sayı: 2010/32 * 13 Ağustos 2010

İşçi sağlığı ve güvenliği piyasaya açılıyor...

İnsanca yaşam ve çalışma koşullarıiçin mücadeleyi yükseltelim!

Page 12: Sİ Kızıl Bayrak 10-32

İnsanca yaşam ve çalışma koşulları!12 * Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2010/32 * 13 Ağustos 2010

çalıştıran işyerleri için bir düzenleme söz konusudeğildir. Komisyon bileşenlerinin önerisi olan küçükişletmeler için ortak işçi sağlığı ve iş güvenliğikurulları yine göz ardı edilmiştir. Ağır sanayi kollarıdışta tutulursa zaten iş kazalarının yoğun olarakyaşandığı alanlar hep küçük işletmeler olmaktadır.

Zira bu işletmeler her haliyle devletindenetiminden uzak yoğun çalışma koşullarınınyanısıra kaçak ve çocuk işçi çalıştıran işletmelerdir.“İş kazalarının yüzde 60.5`inin 50`den daha az işçiçalıştıran yani `İşyeri Sağlık ve Güvenlik Birimi`ninkurulmasının zorunlu tutulmadığı mikro ve küçükölçekli sanayi işyerlerinde yaşandığı gerçeği ne yazıkki gün gibi ortada durmaktadır. Bu yasanın neticesindedaha önce gerçekleştirilen kanun değişikliklerinin biruzantısı olarak küçük işletmeler üzerindeki devletdenetimi ortadan kaldırılarak 50 kişinin üzerinde işçiçalıştıran ana firmaların bölünmeye gitmesini ya da işitaşeron eliyle parçalayarak istihdamını alt sınırlardasağlamasının önünü açmaktadır. Dikkat edildiğitakdirde taşeron firmaların hiç birinin 50 kişininüzerinde işçi çalıştırmadıkları görülecektir. Bu dadevlet denetiminden muaf olmanın ve kağıt üzerindekibelli yaptırım ve dayatmalardan “zoraki” durumlardakurtulmanın imkanını sağlamaktadır.

İşçi sağlığı ve güvenliği alanını tümüyle piyasayaaçan, bu alandaki taşeron firmalara rant ve kâr alanısağlayan sermaye hükümeti kuşkusuz işçi veemekçilerin sömürüsü konusunda kendilerine dikensizbir gül bahçesi yaratabilmenin telaşı içerisindedir. Buanlamda saldırılar dört bir koldan işçi ve emekçilerinkarşısına çıkarılmaktadır. Bugüne kadar sayısızmücadeleye konu edilen ve devlet tarafından alınmasıve aldırılması talep edilen işçi sağlığı ve güvenliğitedbir ve uygulamaları şu haliyle tamamen rafakaldırılmak istenmekte her defasında olduğu gibisermaye sınıfının ana mantığı olan kar mantığınındevreye sokularak işçi ve emekçiler için bu yaşamsalkar elde edebilmenin zemini düzlenmektedir.

Kölece çalışma koşulllarının oluşturulmasınınyanında sağlık sektörünün özelleştirilerek piyasayaaçılmasının da bir parçası olarak kölece yaşamkoşullarının da oluşturulmaya çalışıldığı ortadadurmaktadır. Şu haliyle dağınık vaziyette duran işçi veemekçi bölüklerinin karşısına rahatından bupolitikalarla çıkabilen sermaye sınıfı ve onun sadıkhizmetkarları her geçen gün daha dapervasızlaşacaktır. Bu nedenle işçi ve emekçileredüşen görev, bir an önce bu saldırıların bilincinevararak mücadelenin zeminini örmeye başlamaktır.Kölece çalışma ve yaşam koşullarına karşı insancayaşam ve çalışma koşulları şiarı etrafında bir arayagelmek bu gün işçi ve emekçiler için kaçınılmaz birdurumdur. Bu zemin üzerinden işçi ve emekçilerimücadeleye sevk etmek görevi sınıf devrimcilerinedüşmektedir.

“Herkese sağlık güvenli gelecek!”Herkese Sağlık Güvenli Gelecek Platformu (HSGGP)

23 Temmuz günü meclisten geçirilen torba yasaya ilişkin11 Ağustos Çarşamba günü Tuzla Gemi tersanesi önündeeylem gerçekleştirdi. Eylem platform bileşenlerinin saat17.00’de Tuzla Gemi Tersanesi önünde bir arayagelmesiyle başlatıldı.

“Güvenli gelecek birleşik mücadele ile mümkün. İşçisağlığı ve iş güvenliği hizmetleri taşeron firmaların karhırsına kurban edilemez! / HSGGP” pankartının açıldığıeylemde basın açıklamasını platform adına YunusÖztürk okudu.

Açıklamada, işçi sağlığı ve iş güvenliği alanınınuzmanlık gerektirdiği belirtilirken bu nedenle de bualanda işyeri hekimleri ve iş güvenliği uzmanımühendislerin görev aldığı söylendi. Bu alanda görevyapan uzmanların bugüne kadar sağlık örgütleri vemeslek odaları tarafından yetkilendirildiğininhatırlatıldığı açıklamada yeni yasa ile doktor vemühendislerin de çalışma koşullarının ağırlaşacağıvurgulandı. İş yükünün artacağı ve sermayenin suçlarına ortak olunacağı dilegetirildi.

“Yeni yasayla bu alanda hizmet verecek olan özel şirketler, taşeron firmalar olacağı için, şirketlet kağıtüstünde önlem almış sayılacak, iş güvenliğ uzmanı çalıştırmış olacaklar. Böylece ihmal ve kusur işçidearanacak.” denilen açıklamada, işçi sağlığı ve iş güvenliği kurallarının işletilmesi, denetlenmesi ve gereklinitelikte hizmetin verilebilmesi için, sendikaların sağlık ve meslek odalarının oluşturacağı bir komisyon ilesürecin izlenmesi ve yeni bir yasa tasarısı hazırlık çalışmalarının başlatılmasını talep edildi.

Eylemde sık sık “Artık ölmek istemiyoruz!”, “Herkese sağlık güvenli gelecek”, “İşten atılan işçiler gerialınsın!”, “Tersane işçisi köle değildir!” sloganları atıldı.

Tersane İşçileri Birliği Derneği (TİB-DER) eyleme “BETESAN patronu hesap verecek!”, “Kahrolsunücretli kölelik düzeni”, “Taşeronluk sistemi kaldırılsın”, “İşten atmalar yasaklansın” şiarlı dövizlerle katıldı.

Tersaneler havzasında kuralsızlklara karşı mücadele ettiği için BETESAN patronu tarafından iştençıkarılan TİB-DER Başkan Yardımcısı Zeynel Kızılaslan da “Tersane işçisi köle değildir / TİB-DER” imzalıönlüğü ve “Direnişimin 1. günü - İşimi geri istiyorum!” şiarlı dövizi ile eylemde yerini aldı.

Kızıl Bayrak / İstanbul

Bir Limter-İş klasiği...Limter-İş Sendikası’nın tepesine egemen olan reklamcı, grupçu yaklaşım herkesçe bilinmektedir. Her

vesileyle bu yönünü ön plana çıkaran Limter-İş Sendikası’nın yönetiminin ne kazandığı, ne kazandırdığıortadadır. Daha önce de kamuoyuna açıkladığımız üzere, yıllardır Tuzla tersanelerinde çalışmalarımızı blokeetmeye, bizi yok saymaya, kamuoyu gözünde yalan ve çarpıtmalarla bizi karalamaya çabalayan Limter-İşSendikası yönetiminin bugüne kadar başarılı olamadığı herkesçe görülmüştür. Buna rağmen Limter-İş alışıldıkdavranışlarında ısrar etmektedir. Grupçu, reklamcı anlayışın en uç örneklerini sergileyen sözkonusu sendika,11 Ağustos günü gerçekleşin HSGGP eyleminde bu davranışına bir yenisini daha eklemiştir.

Herkese Sağlık Güvenli Gelecek Platformu bileşenleri olarak işçi sağlığı ve iş güvenliği yasa tasarısınınonaylanmasına tepki olarak 11 Ağustos günü Tuzla Gemi Tersanesi önünde gerçekleştirecek basın açıklamasıiçin bir araya geldik. Burada HSGGP temsilcilerine basın açıklamasını, Tuzla Gemi’de direnişe geçen Tersaneİşçileri Birliği Derneği (TİB-DER) Başkan Yardımcısı Zeynel Kızılaslan’ın okumasını önerdik. HSGGPtemsilcileri tereddüt etmeden bunu kabul ettiler. Buna rağmen biz platform temsilcilerine “Siz kabulediyorsunuz ama bir de bunu Limter-İş’e söyleyin, onlar itiraz edecektir” dedik. Nitekim de öyle oldu.Limter-İş Genel Başkanı Kamber Saygılı, direnişçi işçinin basın açıklamasını okumasına itiraz etti. Bununlaberaber açıklamayı kendilerinin okuması gerektiği konusunda fazlasıyla ısrarcı oldu. Bu örnek, sözkonusukişilerin ve temsil ettikleri siyasal anlayışın reklamcılıkta vardığı pervasız boyutu göstermektedir.

2,5 yıl tersanelerde çalışan ve faaliyetlerinden dolayı işten atılan bir işçinin basın açıklamasını okumasınıancak Limter-İş’in yönetiminde cisimleşen anlayış reddedebilir. Zira onlar bu konuda fazlasıyla hadleriniaşabilecek davranışları daha önce de sergilemişlerdi. Limter-İş bu konuda fazlasıyla sicili bozuk birsendikadır. Üstelik sadece TİB-DER ile değil, bir çok siyasetle de aynı sorunu yaşamışlardır.

Limter-İş’in böylesi tutumları genel bir davranış halini almışken, bu tutumlara tanık olan bir dizi kurumneden tavır almıyor? Bu ortada duran bir sorudur. Eğer tavır alınamıyorsa bunun adı oportünizmdir.

Kuşkusuz sorun basın açıklaması okuyup okumamak üzerinden tartışılmıyor, konu buraya sıkıştırılmıyor.Mevcut dar grupçu anlayış kendini her alanda gösteriyor. Dolayısıyla da bu tersane işçisinin sınıf çıkarlarınaaykırıdır ve bu durumun sorumlusu bizzat Limter-İş Sendikası yönetimidir. Bizler Tersane İşçileri BirliğiDerneği olarak bu sorunun, bu eylem vesilesiyle HSGGP içerisinde tartışılması, Limter-İş Sendikası’nın budavranışının eleştirilmesi ve mahkum edilmesi gerektiğini düşünüyoruz. Bunun aksi bir durumda HSGGP ileTuzla’da yol yürümemizin zemini kalmayacaktır.

Tersane İşçileri Birliği Derneği

31 Temmuz 2010 / Taksim

Page 13: Sİ Kızıl Bayrak 10-32

Tuzla’da Tersane İşçileri Birliği Derneği’nin(TİB-DER) örgütlenme çalışması yürüttüğüBETESAN elektrik firmasında kriz gerekçesiyle 6Ağustos günü işten atılan TİB-DER BaşkanYardımcısı Zeynel Kızılaslan bu sabah işe girişsaatinde gerçekleştirilen basın açıklamasıyla TuzlaGemi tersanesi önünde direniş çadırını kurdu. Sabahsaat 07.30’da Tuzla Gemi Tersanesi önünde bir arayagelen TİB–DER üyeleri “BETESAN Patronukuralsızlıkta sınır tanımıyor… İşten atmalaryasaklansın / TİB-DER” yazılı ozalit açarak eylemegeçti. Burada açıklamayı TİB-DER BaşkanYardımcısı Zeynel Kızılaslan okudu.

Tersanelerde yaşanan iş cinayetlerine ve krizgerekçesiyle yaşanan kitlesel işçi kıyımlarına dikkatçekilen açıklamada TİB-DER Başkan YardımcısıZeynel Kızılaslan işten atılış sürecini aktardı. 2 yıl 3aydır çalıştığı BETESAN’dan kriz bahanesiyle iştenatıldığını belirten Kızılaslan krizin faturasının işçilereyüklendiğini söyledi.Açıklamada şu ifadeler yer aldı:

“Biz Tersane İşçileri Birliği Derneği üyeleri de buzamana kadar yapılan bu haksızlıklara karşı boşdurmadık. Bu sorunlara karşı mücadeleyibırakmadık. Biz TİB-DER çalışanları olarak busorunları ilk kez yaşamıyoruz. Buradan tersanepatronlarına tekrar söylüyoruz; bizler mücadelemizinbedelini ödemeye hazırız. Ne baskılarınız netehditleriniz, ne işten atmalarınız bizlerinmücadelesini yıldıramaz. Sadece kapitalist sistemekarşı sınıf kinimizi biler. Burada bu günden itibarenbu haksızlığa karşı TİB-DER olarak direnişimizibaşlatıyoruz. Bir yandan hukuksal sürecimizibaşlatırken diğer yandan ise direniş çadırımızlaBETESAN şirketinin karşısında olacağız ta kikazanana kadar”

“BETESAN patronu hesap verecek!”, “Direnedirene kazanacağız!”, “İşçilerin birliği sermayeyiyenecek!”, “Tersaneler cehennem, işçiler kölekalmayacak!”, “İşgal, grev, direniş!” sloganları atıldı.Bağımsız Devrimci Sınıf Platformu (BDSP) veOSİM-DER’in de destek verdiği eylem sırasındayoğun çevik kuvvet ve sivil polis ablukası dikkatçekti.

Açıklamanın ardından direniş çadırının kurulmasısırasında polisle gerilim yaşandı. Polis, çadırkurmanın yasak olduğunu belirtti. Bunun karşısında“Biz çadırımızı ne olursa olsun kuracağız, siz desaldırın, gene kuracağız” yanıtını veren TİB-DER

yöneticileri direniş çadırını kurdular. Direniş çadırıönüne gelen Tuzla Emniyet Müdürü, Tuzla GemiTersanesi’ne girerek patronlarla görüşmelerdebulundu. Tersane önünde bekleyen polisler ise çadırınkurulmasının ardından bölgeden çekildiler.

Tersane işçilerinin direniş çadırına gösterdikleriilgi dikkat çekerken BETESAN formeninin görüşmetalebi Zeynel Kızılaslan tarafından reddedildi.

Kızıl Bayrak / Tuzla

Tersane işçisi köle değildir! Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak * 13Sayı: 2010/32 * 13 Ağustos 2010

Direnişte ilk gün...Bugün saat 7.30’da Tuzla Gemi Tersanesi önünde “İşimi geri istiyorum” talebiyle eylem gerçekleştirdik.

Direniş çadırını basın açıklamasıyla beraber kurduk. Açıklama öncesinde polisle çadır kurma üzerindentartışma yaşadık. Çadırımızı kuracağımızı kararlılıkla belirttik. BDSP, OSİM-DER ve Kartal işçi KültürEvi’nden arkadaşlar çadırı kurmamıza yardım ettiler.

Çadırı kurduğumuzda birçok tersaneden daha önce birlikte çalıştığım arkadaşlarım beni görünce yanımageldiler. Süreç üzerine konuştuk. Tuzla Gemi Tersanesi’nin kadrolu işçileriyle de sohbet ettim. Direnişin ilkgünü olmasıyla hayli kalabalık vardı.

Saat 11.00 sularında BETESAN şirketinin yaverleri direniş çadırının yanına geldiler. Bunları tersleyincekonuşmak için geldiklerini ve taleplerin kabul edilebileceğini söyledi. Bizim asıl muhatabımız olmadığı vesatılık bir kişi olduğu için bu kişiyi direniş yerinden kovduk. Asıl muhatabın BETESAN patronu olduğunu vesorunun TİB-DER’le görüşerek çözüleceğini söyledim. BETESAN’da çalışan iki arkadaşım ziyaretime geldi.Öğle vakti yaklaşınca hukuksal mücadeleyi nasıl yürüteceğimiz üzerine bilgi almak için avukatlarımlagörüşmeye gittim. Görüşmeden sonra direniş yerine geldim. Direniş çadırında Birgün gazetesiyle röportajyaptım. HSGGP bileşenleri direniş çadırını ziyaret ettiler. HSGGP’nin Tuzla Gemi önünde yaptığı basınaçıklamasına katıldım. Basın açıklamasından sonra DİHA muhabiri ile yaşanan süreç üzerine bir röportajyaptık. Halk Cephesi’nden arkadaşlar çadırı ziyaret ettiler.

Akşam iş çıkışından sonra çadırı topladık ve arkadaşlarla derneğe geçtik. Mücadelemiz kazanana kadardevam edecek. Duyarlı kitle örgütlerini ve tüm kurumları destek vermeye çagırıyorum.

BETESAN işçisi Zeynel Kızılaslan

İzmir’de UPS direnişi ile dayanışmaafişleri

UPS işçilerinin sendikal hakları için sürdürdükleri onurlu direniş 100’lü günlerini geride bıraktı. İzmir,İstanbul ve Balıkesir’de direnişlerini sürdüren UPS işçileri haklarını kazanıncaya dek direneceklerini herfırsatta dile getiriyorlar.

Direnişin zafere ulaşması için içerideki örgütlülük kadar önemli olan bir diğer ayağın UPS işçileri ile sınıfdayanışmasının yükseltilmesi olduğunu ifade eden sınıf devrimcileri direnişin sesini geniş kesimlereduyurmak için yaygın bir afişleme faaliyeti yürütüyorlar.

Bu çerçevede, “UPS işçileri sendikal hakları için direniyor! / Sınıf dayanışmasını yükseltelim!” şiarlıBDSP afişleri Menemen, Çiğli, Bayraklı, Alsancak, Basmane ve Buca’da yaygın biçimde kullanıldı. Afişlemesırasında faaliyete ve afişlere ilgi gösteren, bilgi almak isteyen pek çok kişiye direnişin geldiği nokta anlatıldı.UPS işçilerinin talepleri ifade edildi.

Afişleme faaliyetinin yanısıra sınıf devrimcileri direniş alanını düzenli ziyaret ederek Kızıl Bayrakgazetesini direnişçi işçilere ulaştırıyorlar.

Kızıl Bayrak / İzmir

Tersanede direniş çadırı kuruldu

Page 14: Sİ Kızıl Bayrak 10-32

İŞ güvenliği önlemleri alınsın!14 * Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2010/32 * 13 Ağustos 2010

İSKİ’nin su sayacı okuma, açma-kapama ve bilgi işlemişlerini devrettiği 3 ayrı taşeron şirketle sözleşmelerifeshetmesiyle işten çıkartılan ve 16 Mart 2010 tarihindenitibaren direnişlerine Aksaray’daki İSKİ binası önünde devameden İSKİ işçileri, 06 Ağustos Cuma günü Labella DüğünSalonu’nda “Direnişteki İSKİ işçileriyle Birlik ve DayanışmaGecesi” düzenledi.

“Taşeronlaşmış hayatlar istemiyoruz” şiarı ile düzenlenengeceye TEKEL işçileri, UPS işçileri, Atık kağıt işçileri veÇEL-MER işçileri katıldı. 4 günlük işgal eyleminin ardındansendikalaşma hakları tanınan ÇEL-MER işçileri salona “İşgal,grev, direniş!” sloganıyla girdiler. Paşabahçe DevletHastanesi’nde yaklaşık bir aydır direnişte olan TürkanAlbayrak ise geceyi mesaj göndererek selamladı.

BDSP, Mücadele Birliği, DBH, Halk Cephesi, DÖB’ün deyer aldığı etkinliğe HKMO ve MMO’dan şube yöneticileri dekatıldı. Dayanışma gecesi İSKİ işçilerinin direnişini anlatansinevizyon gösterimi ile başladı. İSKİ işçileriningerçekleştirdiği açılış konuşmasının ardından, geceye gelenmesajlar okundu.

Sendikalardaki bürokratik işleyişe dikkat çekilenkonuşmada “Biz bu haldeysek ve biz bu dayanışma gecesinde,direnişlerde hala bu kadarsak, kabahatin hepsi değil ama çoğubizde işçi kardeşler!” denildi. İSKİ direnişinin süreci ve işçilerüzerindeki dönüşümü de anlatıldı. Direnişte kurdukları işçikomitesi ile birlikte karar aldıklarını söyleyen İSKİ işçileri, işçikomitelerinin önemini anlattılar.

Etkinliğe verilen aranın ardından, geceye katılan direnişçiişçiler kürsüye çıktı. UPS işçisi Olgun Ballıkaya, TEKELdirenişçisi Metin Arslan ve ÇEL-MER işçilerinin de söz aldığıetkinlikte Tersane İşçileri Birliği Derneği Başkanı ZeynelNihadioğlu da bir konuşma yaptı. Kriz gerekçesiyletersanelerde birçok kişinin işten atıldığını söyleyen Nihadioğlu,insanca yaşam ve çalışma koşulları için mücadele eden UPS,ÇEL-MER ve İSKİ işçilerinin direnişleriyle dayanışma içindeolduklarını söyledi.

Adana’dan gelen atık kağıt işçisi Eyüp Can da bir konuşmayaparak, atık kağıt işçilerinin sorunlarına değindi.

Yapılan konuşmaların ardından, Sefaköy İşçi Kültür EviTiyatro Topluluğu’nun sergilediği tiyatro oyunu ilgiyle izlendi.Tiyatro oyununun ardından Sefaköy İşçi Kültür Evi MüzikTopluluğu ezgileriyle etkinlikte yer aldı. Esenyurt İşçi KültürEvi Şiir Grubu da şiir dinletisi sundu. Eğitim Sen 3 No’luŞube’den bir kamu emekçisi de Ruhi Su’nun “İnsan ve emek”şiirini okudu. Etkinlik Bandista’nın sunduğu müzik dinletisi ilesona erdi.

Kızıl Bayrak / İstanbul

Eren Kağıt’ta iş kazasaı6 Ağustos Cuma günü Bağcılar’da bulunan Eren Kağıt fabrikasında gerçekleşen iş “kazası”

sonucu Deniz A. isimli işçi gözünden yaralandı. Kağıtların geri dönüşüme hazırlandığı bölümdemakinanın parçalayıcı bıçaklarından seken sert bir cismin Deniz A.’nın gözüne isabet etmesisonucu korneasında çeşitli yırtıklar oluşan ve gözünde kanama olan işçi, hastaneye kaldırılarakayakta tedavi edildi.

Patronlar, işçi sağlığı ve iş güvenliği önlemlerini almayı yük olarak görürken, en basit işgüvenliği önlemleri alınmadığı için önlenebilir iş kazaları birer cinayete dönüşüyor. Kölelikkoşullarında hep daha fazlası istenerek çalıştırılan işçiler patronların servetlerini katlarken çalışmakoşulları işçiler açısından tam bir cehennemi andırıyor. Eren Kağıt fabrikasında da süren üretimkoşulları bu tablonun bir parçasını oluşturuyor.

Günlük üretim miktarını arttırmak için işçiler aşırı kapasite ile çalıştırılırken, ayıklanmasıgereken kağıtların yoğunluğundan ötürü makinaya giren yabancı cisimler yeterincetemizlenemiyor. Geri dönüşüm amaçlı toplanan kağıtlar, yine patronun açgözlülüğü nedeniyle aynıanda hem yabancı cisimlerden ayıklanıyor hem de kalitelerine göre kendi aralarında ayrıştırmalarıisteniyor. Bu işlem ise eş zamanlı olarak aynı bantta yapılıyor. Bu ise kağıtların parçalamasınısağlayan ve büyük bir hızla dönen metal bıçaklara yabancı cisimlerin de düşmesine yol açıyor.Kağıtlarla birlikte çeşitli organik atıkların yanısıra metal, plastik ve cam gibi sert cisimlerin burayadüşmesi de bu atıkların kimi zaman buradan geri sekmesiyle sonuçlanıyor.

Eski bir çalışanın ifadesine göre önceden bu geri sekmeleri önleyebilmek için ek olarak çeşitliplastik bantlar yer alıyormuş, Ancak yaklaşık 3 hafta önce üretim bandı yeniden kurulurken ErenKağıt patronunun ve idarecilerinin üretime hızlıca başlamak istemelerinden dolayı bu plastikler,kazanın gerçekleştiği gün yerlerinde yoktu.

İş kazasını saklama çabası

Kazanın hemen ardından işçi kendi talebi ile hastaneye götürüldü. Bu anda dahi kaza geçirenişçiyi hastaneye kimin götüreceği tartışıldı ve herkesin “işi” olduğu için üretime en az “zarar”verecek kişi bulunana dek işçi bahçede bekletildi. Ardından ise işçiye amir tarafından “İstersenyolda taş sekti diyelim, iş kazası olarak boşuna kayıtlara geçmesin” aklı salık verildi. Yol boyuncada idarenin atadığı şoför işçiyi bir yandan “rahatlatmak” isterken bir yandan da “İş kazası raporunagerek yok, boşuna ceza ödenecek. Bu devlet zaten cezalarla yaşıyor, işleri güçleri ceza yazmak!”sözleriyle işçinin iş kazası yaşandığını dillendirmemesini talep ettti.

Koruyucu gözlükler işçilere kazadan sonra verildi

Kazanın iş kazası olarak hastanede rapor edilmesinin ardından ise polisin fabrikaya gelecekolması nedeniyle fabrikada çalışan sigortasız taşeron işçiler fabrikadan çıkarıldı. Bantta üretimyapanlara Eren Kağıt’ın depolarında hazır tutulan koruyucu gözlükler verildi.

Kızıl Bayrak / Küçükçekmece

Paşabahçe direnişine saldırıPaşabahçe Devlet Hastanesi’nde taşeron temizlik işçisi olarak çalışırken sendikal faaliyetleri

gerekçe gösterilerek işten atılan ve hastane bahçesinde direnişe geçen Türkan Albayrak, 5 Ağustosgünü sabah saatlerinde polis ve zabıta ekiplerinin tehditlerine maruz kaldı.

Sabah saat 10.15 civarında gelen polis ve zabıta ekipleri direniş çadırlarını kaldıracaklarınısöylediler. Türkan Albayrak çadırı kaldırmayacağını, saldırı olması durumunda ise direneceğini ifadeetti. Albayrak’ın çadırına kolluk güçleri ve zabıtalar 9 Ağustos sabahı saat 05.00 sularında saldırıdabulundu. Polis çember oluştururken, zabıtalar Türkan Albayrak’ın çadırına müdahale etti. Albayrak’ındireniş çadırına, giysi, kitap ve tüm eşyalarına el konuldu.

Tekrardan çadır kurmak isteyen Albayrak ve destek için direniş alanında bekleyen ilerici vedevrimci güçlere polis saldırdı. Saldırıdan sonra Paşabahçe Hastanesi önünde yeniden pankartaçılırken polis ve zabıtalar pankart ve dövizlere ikinci kez saldırdı. Saldırı sırasında 2 kişi gözaltınaalındı. Türkan Albayrak direniş çadırına yönelik gerçekleştirilen saldırıyı 10 Ağustos günü protestoetti. Eyleme Halk Cephesi, ÇHD, DİH, DİBH, Tüm-Bel-Sen 3 No’lu Şube, Genel-İş Anadolu Yakasıüyeleri destek verirken gazeteci Ece Temelkuran da eylemde yer aldı.

Açıklamada direniş sürecini anlatan Albayrak, sendikalaştıkları için işten atıldığını dile getirdi. İşegeri dönme talebiyle sürdürdüğü direnişinin baskı, ihanet ve iftiralarla geçtiğini ifade eden Albayrak,sürekli polis ve zabıtanın tacizine uğradığını sözlerine ekledi.

Kızıl Bayrak / İstanbul

İşçiler dayanışma gecesinde buluştu

Page 15: Sİ Kızıl Bayrak 10-32

Belediye işçileri İBB’yi uyardı!Belediye-İş Sendikası İstanbul Şubeleri, İstanbul

Büyükşehir Belediyesi (İBB) ve iştirakleri ile ilçebelediyelerde yürütülen TİS görüşmelerinde grevkararı asılmasına rağmen hala anlaşmasağlanamadığı için eylem gerçekleştirdi. Belediye-İşSendikası binası önünden İstanbul BüyükşehirBelediyesi önüne düzenlenen yürüyüşte İstanbulBüyükşehir Belediyesi’nin uzlaşmaz tutumu protestoedildi.

Basın metnini okuyan Belediye-İş Sendikasıİstanbul 1 No’lu Şube Başkanı Serdar Özkul,İstanbul Büyükşehir Belediyesi ile iştiraklerininyanısıra Zeytinburnu, Gaziosmanpaşa, Sultangazi,Üsküdar Belediyeleri, Tes-İş Sendikası’na bağlı İSKİve İGDAŞ’da TİS görüşmelerinin, İBB yönetimininuzlaşmaz ve katı tutumu yüzünden anlaşmasağlanamadığını söyledi. Benzer bir biçimde, AKP’litüm ilçe belediyelerinin de toplu iş sözleşmelerinitıkadığını, aradan 180 gün geçmesine rağmen biruzlaşmanın sağlanamadığını ifade etti.

Özkul, bu süre içerisinde İBB’nin, yandaş sendikaolan Hak-İş ile İETT’de çalışanların büyükbölümünün haberinin dahi olmadığı TİS imzaladığınısözlerine ekleyerek, bunun Türk-İş’e bağlısendikalarla yapılacak daha iyi bir toplu işsözleşmesinin önünü kesmek için hayata geçirildiğinibelirtti.

Basın açıklamasının ardından, belediye işçileriyolu kısa süreliğine trafiğe kapattıktan sonra İBB’ninkarşısındaki parka geçtiler.

İtfaiye işçilerinden eylemBirleşik Taşımacılık Çalışanları Sendikası (BTS)

ve Ulaştırma Çalışanları Memur Sendikasıhavaalanlarında görev yapan ARFF (HavaalanınıKurtarma ve Yangınla Mücadele) personelinin özlükve sosyal hak talepleriyle ilgili İstanbul AtatürkHavalimanı Başmüdürlüğü önünde basın açıklamasıyaptı. Basın açıklamasında 15 ilden gelen itfaiye(ARFF) çalışanları taleplerini dile getirdiler.

DHMİ’ye bağlı itfaiye personeli adına açıklamayapan BTS 2 No’lu Şube Başkanı Yakup Tağı, TCUlaştırma Bakanlığı’na bağlı Devlet HavaMeydanları İşletmesi Genel Müdürlüğü tarafındanişletilen 40’a yakın havaalanında yaklaşık 780itfaiyecinin yeni adıyla ARFF personelinin görevyaptığını belirtti. ARFF personelinin, kurum personelücret skalasının en alt grubundan ücret aldığınıhatırlatan Tağı, uçak hizmetlerine en yakınbirimlerden biri olmasına rağmen havacılıktazminatının en alt grup içerisindedeğerlendirildiğinin altını çizdi. Ayrıca ARFFpersonelinin asli görevleri dışında diğer hizmetalanlarında da çalıştırıldığını söyledi. Eylemdetalepler sıralandı.

Elkim’de TİS görüşmeleri başladıBMİS Kocaeli Şubesi’ne bağlı Elkim Radyatör

Elektromekanik San. İç ve Dış Tic. A.Ş. ve ElkimMetal İşleme San. İç ve Dış Tic. A.Ş. işyerlerindetoplu iş sözleşmesi görüşmeleri başladı.

Düzce 2. Organize Sanayi Bölgesi’nde kuruluElkim’de örgütlenme çalışması başlatarak çoğunluğusağlayan sendika, mart ayı içerisinde işten atma

saldırısıyla karşı karşıya kalmıştı. BMİS üyesi 12 işçi patron tarafından işten

atılırken, işçiler direnişi seçerek saldırıyıyanıtlamışlardı. Yürütülen mücadele ile işegeri dönüşler sağlanırken, işçiler ilk toplusözleşmede taleplerinin karşılanmasınıistiyorlar.

Eğe’de TİS imzalandıBirleşik Metal-İş İstanbul 1 No’lu

Şube’ye bağlı Eğe Sanayi A.Ş.’de 2010-2012 dönemi TİS görüşmeleri anlaşmaylasonuçlandı.

BMİS’in yaptığı açıklamaya göresözleşmede birinci 6 ay için % 4,25oranında ücret artışı yapıldı. Ayrıca sosyal paketadı altında her ay ödenecek şekilde net 56 TLkabul edildi.

Real’de TİS imzalandıTez-Koop-İş’le Real Hipermarketleri arasında bir

süredir devam eden TİS görüşmeleri anlaşmayla sonaerdi. 19 Temmuz günü gerçekleşen TİS görüşmesindesağlanan anlaşmaya göre; birinci yılda ücretlerinenflasyon oranında arttrılmasına ve her ay ödenengıda yardımında %10’un üzerinde bir artışsağlanmasına karar verilmişti.

UPS işçilerinden coşkulu yürüyüş!UPS işçileri, İzmir’deki direnişlerinin 104. günü

olan 7 Ağustos günü TÜMTİS binası önünden EskiSümerbank önüne yürüdüler. Yürüyüşte “UPS’denatılan işçiler geri alınsın” pankartının arkasındadirenişçi işçilerle omuz omuza işçilerin aileleri de yeraldı.

Yürüyüşün ardından söz alan TÜMTİS İzmirŞube Başkanı Şükrü Günseli, ilk günkü gibi kararlıve inançlı olduklarını ifade etti. Günseli, haklımücadelelerinin zaferle sonuçlanıncaya kadarsüreceğini vurguladı. Konuşmasını İzmirli işçi ve

emekçilere seslenerek bitirdi.Günseli’nin ardından sözü UPS direnişine destek

olmak için Türkiye’de bulunan Almanya Gıda İşçileriSendikası’ndan Selahattin Yıldırım aldı. UPS’ninuluslararası koordinasyonunda çalıştığını söyleyenYıldırım, UPS’nin Almanya’daki sendikalörgütlenmeyi de engellemek için çok paraharcadığını ve Türkiye’de de aynı tarz uygulamalarıdevam ettirdiğini söyledi.

Tek Gıda-İş adına söz alan Gürsel Köse iseTÜMTİS’in mücadeleci bir sendika olduğunubelirterek konfederasyon ayrımı yapmadan sınıfmücadelesi veren işçileri kucaklama çağrısındabulundu.

Basın açıklamasını okuyan TÜMTİS GenelÖrgütlenme Sekreteri Cafer Kömürcü, UPSpatronunun işçi kıyımına ve sendika düşmanlığınadevam ettiğini belirterek artan saldırılara karşı onurludirenişlerini sürdürdüklerini söyledi.

Büyük bir coşkuyla gerçekleşen ve sloganların hiçsusmadığı eyleme Deri-İş, Tez-Koop-İş, Tes-İş, TekGıda-İş, Hava-İş, Harb-İş, BDSP, Alınteri, MBP,EHP, İHD ve TÖP destek verdi.

İşçilerin birliği sermayeyi yenecek! Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak * 15Sayı: 2010/32 * 13 Ağustos 2010

İşçi ve emekçi hareketinden..

7 Temmuz 2010 / Izmir

Page 16: Sİ Kızıl Bayrak 10-32

CMYK

Rejim krizi Rejim krizi ve 16 * Kızıl Bayrak * Sayı: 2010/32 * 13 Ağustos 2010

Ekonomik krizin de etkisiyle sınıf eksenli kitlehareketinde son iki yıldır kendini gösteren yenicanlanma, bu yılın başında toplum ölçüsünde büyük etkive yankılar yaratan TEKEL Direnişi’yle birlikte yeni birsafhaya ulaştı. İstanbul Taksim’deki görkemli 1 Mayısise bu yeni canlanmanın doruğu oldu. Böylece soleksenli toplumsal muhalefet uzun bir aradan sonratoplum gündeminde kendine yeniden bir alan açmış gibigöründü ve sonrası için umutları güçlendirdi. Ne var ki,halen tek tek işçi direnişleri birbirini izliyor olsa da,toplumsal hareketlilik şu sıralar büyük ölçüde hızkesmiş bulunmaktadır. Sendikal bürokrasi tarafındanrezilce ortada bırakılan 26 Mayıs eyleminin belirginbaşarısızlığı bu açıdan bir dönüm noktası oldu. Düzen cephesinde yaşanan ve toplumsal muhalefet

için yeni tehlikeler ve tuzaklar da barından gelişmelerise bunun üzerine geldi. Sözde Kürt açılımının iflasınıntescili olarak Kürt silahlı direnişinin yeniden başlaması,devleti adım adım ele geçiren AKP’nin bu kez yüksekyargıyı denetim altına almak üzere gündeme getirdiğiAnayasa paketinin kutuplaştırıcı gerilimi, düzenmuhalefetine kısmen de olsa canlılık ve özgüvenkazandıran CHP’deki liderlik değişimi, ve nihayet, şusıralar küllenmiş görünse de AKP hükümetinin ABD veİsrail ile ilişkilerde yaşadığı sorunlar, üst üste binen buyeni gelişmelerin başlıcaları oldular. Tüm bu olaylar yeni oldukları ölçüde, yaratacakları

muhtemel etki ve sonuçlar da henüz önemli ölçüdebelirsizliğini korumaktadır. Yine de, etkisi doğal olarakalınacak sonuca bağlı bulunan anayasa referandumuhariç öteki üçü, Temmuz 2007 seçimlerinden beri düzeniçi çatışmada belirgin biçimde güç kazanan ve devleteiyiden iyiye yerleşen, bu arada toplumsal etki vedenetimini de yayıp güçlendiren AKP eksenli dinselgericilik cephesini zayıflatma, buna bağlı olarak daortaya yeni bir güçler dengesi çıkarma potansiyelinesahiptir. Erken ya da zamanında yeni bir parlamentoseçimine de sahne olacak olan önümüzdeki bir yıldan azsüre içinde bu gelişmelerin etkisiyle şekillenecekburjuva siyaset tablosu ve dolayısıyla yeni güçlerdengesi de açıklık kazanacaktır. Bunun ilk önemlisafhasını Eylül’de yapılacak Anayasa paketireferandumu oluşturmaktadır. Referandumun hemenardından olaylar hızlanacak, fiilen de genel seçimsürecine girilmiş olacaktır. 

AKP’nin önlenemez yükselişinin vegücünün sırrı

Hükümet olmasının ilk evresinde Kemal Derviş’inhazırladığı IMF patentli sosyal yıkım programınıeksiksiz uygulayan, kapsamlı özelleştirmelerigerçekleştiren, yeni köleci iş yasasını çıkaran, AB’yeuyum adı altındaki dayatmaları demokratikleşme cilasıeşliğinde hayata geçiren, tezkere kazasına rağmenTürkiye’yi Irak’taki ABD işgali için lojistik cephe gerisihaline getiren, bölge politikalarında Amerikan çıkar vetercihlerine uşakça bir uyum gösteren, bütün bunlarladüzenin iç ve dış efendilerine kendini yeni bir düzeyde

kanıtlayan AKP, tüm bunların ödülünü 27 Temmuz 2007seçimlerinde, hizmette kusur etmediklerinin aktifdesteğini kazanarak aldı. Seçmen desteği ve parlamentodaki çoğunluğu ne

olursa olsun, AKP’nin gücünün ve özellikle de ikincihükümet dönemindeki pervasızlığının gerisinde asılolarak işte bu, dışarıda ABD ve AB emperyalizminin(bağlantılı olarak da siyonizmin), içeride ise hemen tümkesimleriyle büyük burjuvazinin eksiksiz desteği vardı.Gündemdeki açılımların en önemli engeli olarak görülenordunun burnunu sürtüp hizaya getiren, sağdan solagerici-şoven kaygılarla ABD’ye karşı çatlak sesçıkaranları sindirip etkisizleştiren Ergenekon davalarının(ki Erdoğan’ın Bush ile ünlü 5 Kasım görüşmesininhemen ardından asıl eksenine oturmuş ve hızkazanmıştı) sırrı da bu destekte saklıdır. Temmuz 2007 seçimlerini izleyen AKP’nin yeni

hükümet dönemi, emperyalizm ve işbirlikçi burjuvaziiçin içeride ve dışarıda “açılımlar” dönemi oldu aynızamanda. Bu kapsama içeride Kürt sorunu ile ABdayatmalarının “reform” olarak sunulan gerekleri,dışarıda ise Kıbrıs sorunu, Güney Kürdistan sorunu,Ermenistan sorunu vb. giriyordu. Mesafe alabilmek içinde tüm bu sorunlara ilişkin geleneksel “milli” kabulleringözden geçirilmesi, “kırmızı çizgi”lerin değiştirilmesi,buna direnç gösterecek kesimlerin ise etkisizleştirilmesigerekiyordu. Emperyalizmin ve işbirlikçi büyükburjuvazinin çıkarları, dolayısıyla da tercihleri bukonuda tam olarak çakışıyordu. Bu çakışmadan büyükgüç ve Bush yönetimi ile gerçekleştirilen 5 Kasım 2007mutabakatıyla da start alan AKP iktidarı (artık salthükümet değil giderek güç kazanan bir iktidar gücüydüsözkonusu olan), başta ordu olmak üzere devlet vedüzen bünyesinde buna engel olabilecek güçlere karşıbilinen operasyonlar zincirini gündeme getirdi, zamaniçinde dozunu artırdı ve alanını genişletti. Üç yıla yaklaşan bu sürecin toplamına bugünden

bakıldığında, asıl amacın gerici-şoven kaygılarlaABD’ye ve işbirlikçi büyük burjuvaziye yeni“açılımlar”da güçlük çıkaran kesimlerinetkisizleştirilmesi ve itibarsızlaştırılması olduğu artıkbütün açıklığı ile görülebilmektedir. Operasyonların budenli rahat ve pervasız yürüyebilmesinin, düzenpolitikası üzerindeki geleneksel ordu vesayetinin budenli kolay etkisizleştirilebilmesinin bütün biraçıklaması da buradadır. Kitlelere “devletintemizlenmesi”, “demokratikleşme”, “askeri vesayetininkaldırılması” vb. ambalajlar içinde sunulan ve reformistsolun bir kesimini de bu çerçevede yedekleyenoperasyonlar zincirinin anlamı ve amacı gerçektetümüyle ve yalnızca bu idi. Bütün bu süreç içinde AKP, kendini önceleyen

hükümetler zincirinden farklı olarak, hükümet olmanınötesinde önemli bir iktidar gücü haline geldi. Bu sayedeher biçimiyle dinsel gericilik önemli bir güç ve büyükbir özgüven kazandı. AKP, tarikatlar ve cemaatlerdevlete daha yaygın ve etkili bir biçimde yerleştiler.Ekonomide ve toplumsal yaşamın tüm öteki alanlarındaçok önemli mevziler kazandılar. Bu önlenemez

Page 17: Sİ Kızıl Bayrak 10-32

CMYK

i ve Kürt sorunu e Kürt sorunu Sayı: 2010/32 * 13 Ağustos 2010 * Kızıl Bayrak * 17

yükselişin düzen bünyesinde yarattığı yeni güçdengelerinin bir sonucu olarak, tüm cumhuriyetdönemi boyunca tedavülde kalan “irtica tehditi” deartık resmi söylemden (buna ordunun tepesi iledüzen muhalefeti de dahil) düştü. Şimdilerde MilliGüvenlik Siyaset Belgesi’inden de çıkarılacağıbildiriliyor. Bu, düne kadarki irtica güçlerinin rejimiçin potansiyel bir tehdit olmaktan çıkıp gerçek bireriktidar gücü haline geldiklerinin de resmi tescilidirdoğal olarak. Bütün bunlar hükümet icraatının dinsel gericilik

cephesi için bir bakıma kendiliğinden ödüllerioldular. Asıl amaçsa emperyalizm ve büyükburjuvazi payına yeni koşulların gerektirdiği bir dizi“açılım”ın önünü açmaktı. Asıl amaç “açılımlar” idi ama buna engel

olabilecek güçlerin bertaraf edilmesinde gösterilenbüyük ve nispeten kolay başarıya rağmen, gelinenyerde, herhangi bir mesafe katedebilmek bir yanahemen tüm cephelerde tam bir iflas tablosudurmaktadır orta yerde. Kıbrıs açılımı çöktü.Ermenistan açılımı çöktü. Güney Kürdistan açılımı,geleneksel kırmızı çizgiler resmen bir yanabırakıldığı halde halen sancılı bir belirsizlik içinde vebundan sonraki seyri içerdeki Kürt açılımının akibetinesıkı sıkıya bağlı. AKP hükümeti açılımların dış cephesi için işe

koyulurken, bunu “tüm komşularla sıfır sorun” gibiiddialı bir formülasyonla yaldızlamıştı. Ne var ki “tümkomşularla sıfır sorun” diyerek yola çıkanlar, aradangeçen üç yılın ardından, sorunlu komşularıyla herhangibir sorunu çözemedikleri gibi, ikili ilişkilerde ensorunsuz komşu olan siyonist İsrail ile önemli sorunlaryaşar duruma düşmüşlerdir. BM’deki İran oylamasındaABD ile ters düşmek hemen bunun ardından gelmiş,gelişmelerin tuzu biberi olmuştur. Bütün bu iflaslar serisinin sonuçları bakımından en

önemli halkası ise kuşkusuz, iddialı söylemler ve büyükgürültüler eşliğinde gündeme getirilen içerdeki Kürtaçılımıdır. 

Sözde açılımın iflası ve Kürt sorununda yeni durum

“Açılımın sınırlarına ilişkin olarak oluşan açıklığınözü özeti, Kürtlerin bir ulus olarak varlığının ve bundandoğan siyasal haklarının reddi ve inkarıdır. Bu,geleneksel çizginin özünde korunması ama biçimdereforme edilmeye çalışılmasıdır. Bununla mantıksal biruyum çerçevesinde, hükümet açılım için Kürtcephesinden resmen ve açıktan herhangi bir muhatapkabul etmemektedir. Bu elbette Kürt hareketinin hesabakatılmadığı anlamına gelmiyor. Ama hükümet, açılımıdevlet yapmaktadır, Kürt hareketine düşense bunakolaylık sağlamaktır havasında ve hesabında. Kürthareketinin bugünkü gücü ve beklentileridüşünüldüğünde bu olmayacak duaya amin demekleaynı şeydir ve halen açılımın en büyük handikapınıoluşturmaktadır.” (Devletin Kürt Açılımı, Ekim, Sayı:

259, Ekim 2009, Başyazı)Bu pasaj başlı başına yeterli bir fikir veriyor olsa da,

bugün açığa çıkmış bulunan kaçınılmaz akibetine dahabaştan işaret eden Ekim’in sözkonusudeğerlendirmesinin giriş bölümünü ekte ayrıca sunmak,bizi burada sözde Kürt açılımının neden kısa zamandaaçık bir iflasla sonuçlanmak zorunda olduğunu irdelemeyükünden kurtarmaktadır. Faturası bugün AKP’ye çıksa da gerçekte ABD’nin

telkiniyle, AB’nin desteğiyle ve tüm kesimleriyle büyükburjuvazinin destek ve özendirmesiyle bizzat devletkatında, yani bir “devlet politikası” olarak gündemegetirilen açılım politikası iflasa mahkumdu. Zira bupolitikanın bir nebze olsun tutunabilmesinin olmazsaolmaz koşulu, Kürt hareketinin muhatap alınması veaçılım sürecinin etkin bir tarafı haline getirilebilmesiidi. Oysa aradan geçen bir yıla rağmen içeriği hala dabelirsiz bu politikanın açık ve belirgin tek yanıamacıydı ve amaçsa, silahlı biçimiyle Kürt hareketinietkisizleştirmek, giderek de tasfiye etmekti. Bu açılımınen büyük handikapı idi ve sözde açılıma öngörülmesizor olmayan bugünkü akibeti hazırladı. Aradan geçen bir yıllık süre hedeflenen amaca bu

şekliyle, yani Kürt hareketi hiçe sayılarakulaşılamayacağını bütün açıklığı ile herkese göstermişbulunmaktadır. Silahlı biçimiyle Kürt hareketini tasfiyeetmenin biricik olanaklı yolu ve olmazsa olmaz koşulu,ona sistem içinde meşru bir alan açmaktır. Bu bile omuhatap alınmaksızın, dahası belli talep ve beklentilerikarşılanmaksızın olanaksızdır. Olaylar bunu göstermişbulunduğu içindir ki artık düzen cephesinde bugünekadar yapılmamış tartışmalar yapılabilmekte, Kürthareketinin doğrudan muhatap alınmasından Kürtkimliğinin anayasal düzeyde tanınmasına ve bölgeselözerkliğe kadar çeşitli düşünceler çok farklı çevrelercedile getirilebilmektedir. Buna dayalı yeni tartışmaların yeni duruma bağlı

olarak öncelikle TÜSİAD bünyesinde ortaya çıkmasıve böylece bunun başka çevreleri decesaretlendirmesi, kuşkusuz son derece anlamlı veaçıklayıcıdır. Kürt sorununu içeride bir handikapolmaktan çıkarmanın büyük önemini hiç kimse,büyük burjuvazinin en büyük kesimini ve öncükolunu temsil eden ve Türkiye’nin artık bir bölgegücü olmaktan öte küresel bir güç olarak da hareketetmesi gerektiğini dillendirmeye başlayanTÜSİAD’dan daha derin duyamaz, daha iyi bilemezve daha açık biçimde dile getiremez. İngilizIndependent gazetesi, “Kürt gerillalar TC’ninzayıflığını tüm dünyaya gösterdi, tam da daha güçlüve aktif göründüğü bir sırada...” derken (23 Haziran2010), böylece büyük burjuvazinin duyduğusıkıntının canalıcı kaynağını da en sade ve özlü birşekilde özetlemiş oluyordu. TÜSİAD’ın, onun şahsında tüm kesimleriyle

işbirlikçi büyük burjuvazinin, sorunu ve sıkıntısı tamda budur. Kürt sorunu bölge ve dünya siyasetindesoyundukları yeni rolleri gölgeliyor, etki veinandırıcılıklarını sınırlıyor, ABD emperyalizmiylebölgesel düzeydeki uyumlu işbirliğini zora sokuyor

(Anmış bulunduğumuz Devletin Kürt Açılımı başlıklıdeğerlendirme, Türk dış politikasının yeni yönelimleriile içerde Kürt sorununu yatıştırıp denetim altına almakihtiyacı arasındaki kopmaz ilişkiyi genişçe irdeliyor...)Çatışmaların yeniden başlamasının ardından TÜSİADadına yapılan resmi açıklamada “artık yeter!”,“sabrımız son noktaya vardı” türünden inlemelerin,hükümete yönelik beceriksizlik, açılımın içinidolduramamak, KCK tutuklamaları vb. türdeneleştirilerin gerisinde tam da bunlar var. Burada dikkat değer olan, TÜSİAD’ın bu çıkışının

İsrail krizi ve İran’a yaptırım oylaması sonrasındagerçekleşen ABD gezisinin dönüşüne denk gelmesidir.Böylece bunu ABD’nin de yaklaşımı olarakanlayabiliriz. AKP sayesinde yığdıkları görülmemişboyutlardaki kârlar ve yine AKP eliyle gündemegetirdikleri “açılımlar” hatırına epeydir sesleri kısıkduranların şimdi aniden yüksek perdeden ve en temelsiyasal sorunlar üzerinden konuşmalarının açıklamasıda buradadır. ABD ve TÜSİAD, bazı sınırları aşan vebu arada açılımları eline yüzüne bulaştıran AKP’yisilkeleme, terbiye etme, bundan başarısız kalınırsa eğer,gelinen yerde artık yol verme konusunda fikir ve tutumbirliği içindedirler. Tıpkı düne kadar onu her alanda vetam olarak desteklemekte tutum birliği içinde olduklarıgibi. Peki, ABD’nin özel telkini ve yönlendirmesi,

AB’nin onu tamamlayan tutumu ve büyük burjuvazininmutabakat halindeki desteğine rağmen AKP büyükiddialarla ve üstelik devlet politikası sunumuylagündeme getirilen Kürt açılımını neden eline yüzünebulaştırmıştır? Yanıtı basitçe şudur: Çünkü siyasal bedelödemeyi göze alamamıştır. Başbakan sık sık ülkeningeleceği kurtulacaksa biz bedel ödemeye hazırıztüründen cömert laflar etse de, Habur karşılamalarınınyarattığı şovenist cereyanın seçmen desteğini hızladüşürdüğünü görür görmez hükümet açılımdan yüzgeri

Page 18: Sİ Kızıl Bayrak 10-32

etmiştir. O günden sonra da açılım fiilen ölmüş, yerinikapsamlı KCK tutuklamalarında görüldüğü gibi Kürthalkının örgütlü güçlerine çok yönlü saldırılarabırakmıştır. Böylece de açılımın iflası kesinleşmiş, Kürthareketine ise kendini muhatap kabul ettirmek üzereyeniden silahlı direnişe geçmek seçeneği kalmıştır. Açık iflasa ve çatışmalarla belirlenen yeni döneme

rağmen hükümetin açılım sürüyor deyip durması,başbakanın “açılım konusunda ok yaydan çıktı, bunungeri dönüşü yok” mealinde konuşması, yalnızcamuhalefet tarafından kendilerine fatura edilmeyeçalışılan başarısızlığı kabullenmemektengelmemektedir. Bunun daha esaslı nedeni, zamanındakendilerini bu açılıma özendirenlerin bugün de onunsürmesi gerektiğini daha açık ve kararlı bir dille ifadeetmeleridir. AKP, dışarıda ABD ve AB’nin, içeridebüyük burjuvazinin (ve başta MİT olmak üzere devletinbir kesiminin) açılımın sürmesini istediklerini biliyor veonların desteğini korumak üzere bu isteme uygunhareket ediyor. Yeni bir genel seçime kadar bu konudayapabileceği hiçbir şey olmasa da. Kaldı ki yeni dönemde işlerini kolaylaştıracak ve

siyasal bedel riskini belirgin biçimde azaltacak bazıyeni gelişmeler de var. TÜSİAD yönetimi ABDgezisinden, siyasal bedel ödemek sözkonusu olduğusürece hiçbir partinin kendi başına yeni bir açılımmacerasına girişemeyeceğini gözeten bir yeni formülledöndü ve bunu “iktidar partisiyle, muhalefetpartileriyle, kurumlarıyla tek bir söylemden oluşan,partilerüstü bir anlayış ile geri dönüşü olmayan bir yolharitasının süratle saptanarak kamuoyunaduyurulması” olarak ifade etti. Bu formül, sözkonusu“milli mutabakat” sağlanırsa eğer, açılımın iç politikmalzeme olması handikapını ortadan kaldırır kuşkusuzama başarı sağlar mı bu fazlasıyla kuşkulu. Bir parçabaşarı için, iflas eden “açılım”ın amacını gözdengeçirmek ve bu arada örgütlü Kürt hareketini muhatapalmak olmazsa olmaz koşullardır. Muhtemel bir “millimutabakat”ın ürünü olabilecek “yeni yol haritası”bunları gözetirse belki yeni bir durum doğabilir, aksitakdirde ise bugünkü açmazlar olduğu gibi sürer vegeçici de olsa bir sonuca ulaşmak şansı kalmaz.(Halihazırda tartışmalar “terörün nasıl ezileceği”ekseninde sürdüğüne göre, böyle bir şans da görünür birgelecek için ortada görünmüyor demektir). CHP’nin henüz yerine alışmaya çalışan yeni lideri

Kılıçdaroğlu, Ecevit’in tarihsel inkarcılığa dayalı ilkelyaklaşımını yineleyip dursa da, böylece daha sorunubile açıkça dillendirmekten uzak kalsa da, ABD vebüyük burjuvazinin istek ve eğilimlerine fazlasıyladuyarlı olduğunu tüm temel konularda olduğu gibi Kürtsorunu üzerinden göstermekte gecikmedi. Açılımıniflası konusunda AKP’ye yüklenmeyi sürdürse desorunu iç politik malzeme yapmaması, bu konudahükümetle işbirliğine hazır olduğuna ilişkin söylemleribunun ifadesidir ve büyük sermaye çevrelerinin haklıtakdirini kazanmaktadır. Fakat ABD ve büyük sermaye çevrelerine güven

vermeye çalışan CHP’nin Kürt sorununun üstesindegelmeye yönelik bir “milli mutabakat”a kendiyönünden destek vermesi sorunu çözmemektedir. Zirabaşta MHP olmak üzere muhalefetin bir bölümü ileErgenekon sürecinden zarar gören hemen tüm kesimlerbunun karşısındadırlar ve onlar için açılımın iflası ileçatışmanın yeniden başlamış olması, AKP’yi iktidardandüşürmenin bulunmaz bir olanağıdır. Bu doğrultudaonlar toplumun önemli bir kesimine egemen şovenistzehirden en iyi şekilde yararlanmaya çalışacak, bu yollabundan kendisi de beslenen CHP’yi de açmaza alacakve bu sorun üzerinden AKP’yi yıpratmayaçalışacaklardır. Nitekim olayların halihazırdaki seyri debu doğrultudadır. Düzen cephesindeki bu irade ve politika bölünmesi

Kürt hareketine belli kolaylıklar sağlıyor görünse bile,silahlı direnişin ezilmesi ve Kürt halk hareketinindizginlenmesi konusunda fiili mutabakatın bundan

böyle de süreceğinden kuşku duyulmamalıdır. Düzencephesinde tartışmalı olan bu değil fakat yeni biraçılım oyununun kendisidir. Gerek Abdullah Öcalan’ın kitaplaştırılmış

savunmaları (Bir Halkı Savunmak, 2004, s.334) vegerekse PKK’nin Yeniden İnşa Kongre Belgeleri(2005, s.129), silahlı mücadelenin asıl işlevinin,ölçülü bir yüklenme ile, devleti PKK’yi muhatapalmaya ve pazarlık masasına oturmaya zorlamakolduğunu ortaya koymaktadır. Sorunun ele alınışınıve çözümünü düzen sınırları içinde ele alan, düzeninegemenleriyle makul bir uzlaşmaya endeksleyen bureformist yaklaşım, Kürt sorununun ve özgürlükmücadelesinin kısır bir döngüye hapsedilmesini deberaberinde getirmektedir. Birbirini izleyen ateşkesve savaş döngüleri bunun ifadesidir. Abdullah Öcalan’ın son açıklamalarında peşpeşe

yinelediği “devlet uzlaşmaya, PKK devrimeyanaşmıyor” mealindeki sözleri gerçekte bu kısırdöngünün itirafıdır. Ama bunun teorik-ideolojikmimarı da bizzat Abdullah Öcalan’ın kendisidir. Devletuzlaşmaya yanaşmadıkça bu PKK’yi devrime değilfakat devleti uzlaşmaya zorlamak üzere yeniden savaşayöneltmekte, böylece sözkonusu kısır döngüoluşmaktadır. Bundan çıkış yolu kuşkusuz devrimeyönelmekten geçmektedir. Devrim ise kurulu düzenekarşı emekçi sınıfların ve ezilen kitlelerin işi ve harcıdır.Onların sosyal çıkarlarına dayalı bir çizgiyegeçilmedikçe, ulusal sorun bu eksen üzerinden yenidenanlamlandırılmadıkça ve nihayet bu çizgi eksenindeTürk emekçileriyle birleşik mücadele yolututulmadıkça, devrim üzerine söylenenler anlamsız boşlaflar olarak kalırlar. 

AKP’nin zor dönemeci

Emperyalizme ve tüm kesimleriyle tekelciburjuvaziye büyük hizmetler sunan AKP iktidarıgelinen yerde bir sallantı sürecine girmişgörünmektedir. Birbirine eklenerek bu durumu yaratanbir dizi gelişme içinde ikisi özellikle ön planda vebelirleyici önemdedir. İlki İsrail ve ABD ile ilişkilerdebirbirini izleyerek ve dolayısıyla etkisi katlanarakyaşanan sorunlar, ikincisi ise sözde Kürt açılımınıngelinen yerde tam bir iflasla sonuçlanması ve Kürtsilahlı direnişinin yeniden başlamış olmasıdır. İlki dışikincisi iç politikayla ilgili bu iki etken biraradaTürkiye’de herhangi bir hükümeti, dolayısıyla damevcut AKP hükümetini götürmeye kendi başınayeterlidir. Bunlara gündemdeki anayasa referandumunukaybetmek ihtimali ile CHP’deki liderlik değişiminindüzen muhalefetine kazandırdığı yeni soluk daeklenebilir. Bütün bunlar karşısında AKP’nin halen iki önemli

avantajı var. Bunlardan ilki, herşeye rağmen halakorumayı başarabildiği önemli seçmen desteğidir.Bundan da önemli olan ikincisi ise, bugünkü düzensiyaseti tablosu içinde, ABD emperyalizmi ve işbirlikçibüyük burjuvazi için belirli bakımlardan hala daöncelikle tercih edilen parti olmasıdır. Ülke gündeminde Kürt sorununun daha çok ön

plana çıkması ve çatışmanın şiddetlenmesi durumundabunun şovenizmi azdırması ilkini, seçmen desteğini,parlamento dengelerini bozacak denli zayıflatabilir.Bunun AKP payına anlamı parlamento çoğunluğunu vedolayısıyla tek başına hükümet olmak olanağınıyitirmek, muhtemel bir koalisyon karşısında muhalefetedüşmektir. İkincisinin, emperyalizmi ve işbirlikçi büyükburjuvazi için öncelikli tercih olarak kalabilmeninzorunlu koşulu ise, AKP’nin İsrail karşıtı söylem vetutumundan yüzgeri etmesi ve ABD’ye yeniden güvenvermesidir (İsrail ile kriz ile İran’a yaptırımoylamasının ardından bu kendisinden adeta resmentalep de edilmiştir). AKP bunları yaparsa, İsrail’e karşıtüm esip gürlemlerini yer yutar ve İran politikasındaABD ile tam uyum çizgisine dönerse, ABD (ve elbette

TÜSİAD) için öncelikli tercih olmayı sürdürür, fakat bukez de dışarıda burnu sürtülmüş konumuyla içeride zordurumda kalır, seçmen desteğini bugünkü düzeydekoruyamaz. İkisi bir arada bunlar halen AKP içinönemli açmazlardır. 

Anayasal hayaller değil devrimci sınıf mücadelesi!

Son gelişmelerin özel önemi, rejim içi çatışmadadengelerin ciddi biçimde sarsılması ve değişmesiihtimalinden gelmektedir. Gündemdeki anayasareferandumunun kendi sınırları ötesinde bir önem veanlam kazanması da bundan dolayıdır. Halen rejim içiçatışmanın basit bir aracına dönüşmüş bulunan anayasareferandumu, kazanacak tarafa belirgin bir politik vemoral üstünlük kazandıracaktır. Hemen sonrasının fiilenbir yeni genel seçim süreci olduğu düşünüldüğünde,bunun önemi çok daha iyi anlaşılır. Böylesi bir düzen içi çatışmanın tarafı ve aleti

olmamak, bugünün Türkiye’sinde devrimci olmanın veöyle kalmanın asgari koşulu idi. Nitekim tüm yapısalzaaflarına rağmen devrimci çizgide tutunmaya çalışançevre ve akımların hemen tümü bunun bilincindeolduklarını aldıkları boykot tutumuyla ortaya koydular.Çatışan tarafların inkarcı ve Kürt halkının ulusal istemve beklentilerini hiçe sayan ortak tutumları, Kürthareketinin de benzer bir tutumda hareket etmesinikolaylaştırdı. Pek az istisnayla reformist akımlar iseAKP eksenli dinsel gericiliğin kazanmış bulunduğu güçve etkinin ezici ağırlığı altında düzen gericiliğinin ötekikanadının yedeğine düştüler. Komünistler için referandumda boykot taktiğinin

anlamı ve işlevi, yalnızca rejim içi çatışmanın tarafı vedolgu malzemesi olmayı kesin bir biçimde reddetmekdeğil, aynı zamanda her türden anayasal hayallere karşıişçilerin ve emekçilerin bilincini ve eylemini devrimcibir çizgide geliştirmek demektir. İşçi sınıfının veemekçilerin birleşik örgütlü gücü ve mücadelesiyle eldeedilip korunmadığı sürece, yasal ya da anayasal hiçbirsözde hakkın gerçek yaşamda gerçek karşılığı olamaz.Bilimin genel gerçeklerinin ötesinde bunu bize siyasalyaşamın gündelik olayları döne döne göstermektedir,tam da şu sıralar izlemekte olduğumuz gibi. Anayasareferandumu üzerinden hak, hukuk ve demokratikleşmeüzerine bunca lafın edildiği bu aynı günlerde, salt halenanayasada mevcut bir hakkı kullanarak sendikalaştıklarıiçin, metal ve nakliyat işçilerinin karşı karşıya kaldıklarısaldırılar bunun son derece açıklayıcı örnekleri olarakdurmaktadır önümüzde. Bu aynı saldırılar karşısında işçilerin ortaya

koydukları direnme kararlılığı ise, çıkış yolu kadarçıkışa dayanak olacak temel sınıfsal güce de işaretetmektedir. Çıkış yolu örgütlü sınıf mücadelesi, temeldayanağı ise işçi sınıfı hareketidir. 

(Başyazı, EKİM, 267, Ağustos 2010)

Rejim rizi ve Kürt sorunu18 * Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2010/32 * 13 Ağustos 2010

Page 19: Sİ Kızıl Bayrak 10-32

Krizin yükü gün geçtikçe işçi sınıfı içerisindehoşnutsuzluğu tetiklerken diğer yandan daörgütlenme eğilimini attırıyor. Özellikle TEKELişçilerinin sergilediği uzun soluklu, kararlı vemilitan direniş  bu eğilimi güçlendiren önemli birfaktör oldu. Sınıf içinde yaşanan olumsuz ruh halitekel direnişiyle birlikte çözülmeye başladı. Dahasıhoşnutsuzluk içerisindeki işçi ve emekçiler,örgütlenerek ve dişe diş bir mücadele yürüterekhaklarını kazanabileceklerini görmüş oldular. İşteÇEL-MER direnişini de bu tablo içinde düşünmekve kavramak gerekmektedir.ÇEL-MER işçileri “düşük ücretler, sosyal

hakların gaspı vs..” nedenlerle kısa süredeörgütlenmiş ve sendikaya üye olmuşlardır. Ve buaşamadan sonra da hak arama mücadelesi yürütentüm işçi ve emekçilerin karşısına çıkan türlü engelve baskılarla da karşı karşıya kalmışlardır. Busaldırıların başında da elbette işverenin işten atmasaldırısı, içerideki örgütlülüğü dağıtmaya dönükbaskı ve ayak oyunları, ve nihayet kolluk güçleriaracılığı ile sürdürülen direnişi sindirme amaçlı zoruygulamaları gelmektedir. ÇEL-MER de de işçilerörgütlendikleri andan itibaren alışıldığı üzerepatronun ve sermayenin kolluk güçlerinin peşi sırasaldırı ile karşı karşıya kalmıştır. Yine altınıçizelim ki, iki sınıfın dolaysız biçimde ve kendiçıkarları çerçevesinde karşı karşıya geldiği bukoşullarda sermayenin ve kolluk güçlerinin busaldırıları elbette ki anlaşılır bir durumdur.  Mücadelede elbetteki bu gerçeğe uygun bir biçimdeörgütlenmelidir.ÇEL-MER işçilerinin direnişe başladıkları andan

itibaren etkin bir mücadele örgütleyebilmelerininönündeki en büyük engel ise yine sendikal bürokrasiolmuştur. İşçileri yukarıda bahsetiğimiz mücadeleningereklerine uygun olarak hazırlamak bir kenara,sendika bürokratları daha en başından “Kazanacağız,kazandıracağız”, “Amacımız üzüm yemek, bağcıdövmek değil”, “Yasal zeminden ayrılmayalım” gibisöylemlerle sınıf mücadelesinde kötürümleştiricirollerine soyunmuş, işçilerdeki mücadele azminipasifize etmeye çalışmıştır. İşgal sürecinde dahigörevlerini, “görüşmeler” ile sınırlamış, hatta yaptığıgörüşmeleri “başarı” olarak adlandırmaktançekinmemiştir. Oysaki valiyi, kaymakamı, emniyetmüdürünü, işvereni ve sendikayı aynı masaya oturtanşey işgal eylemi ve ÇEL-MER işçilerinin mücadelekararlılığıdır. Bu noktada sendikanın “bi zahmet”görüşmelerini sendika adına başarı olarak yutturmayaçalışmak bu sendikacılar açısından itirafniteliğindedir. Çok açıkça söyleyebiliriz ki, ÇEL-MER işçilerinin direnişi sendikal bürokrasininkatkısını alarak değil, sendikal bürokrasiyi aşarakyürüttüğü mücadele ile bu başarı tablosunuyaratmıştır. Bu kör gözlerin bile görebileceğinetliktedir artık.

Sol hareketin direnişe ve işgale yaklaşımı

ÇEL-MER işçilerinin direniş süreci sol çevrelerinson derece zayıf ilgisine konu oldu. Diyebiliriz ki solhareket direniş sürecine ilgisiz kalmıştır. İşgal eylemiile dayanışma ise yine son derece zayıf kalmıştır.Bölgedeki muhalif güçlerin zayıf tablosu bu açıdanönemli bir etken olabilir, ancak bu ortada durangörevlerin savsaklanmasını ve çarpık ele alınmasını

haklı göstermez. ÇEL-MER işgal eylemi bu yönüyle sol açısından

da bir turunusol görevi görmüştür. Eylemin ve sınıfmücadelesinin toplam çıkarlarından bakmayan bazısol özneler dayatmacı ve dar grupçu tutumlarıyladireniş alanında konumlandılar. Sınıf dışıkonumlanışlarının gereği olarak işgalden dar çıkarlarıçerçevesinde neler çıkartabileceklerine odaklandılar.Bununla beraber özellikle referandum tuzağına aletolan reformist sol güçler, günlük internet sitelerindedahi direnişe çok sınırlı yer ayırdılar. Bu sitelerde talikonular ön plana çıkarılırken sınıf mücadelesindeyakıcı bir yerde duran işgal eylemi satır aralarındaişlendi. Kimi devrimci-demokrat akımlar ise sınıftanne kadar uzak olduklarını bir kez daha göstererekÇEL-MER işgalini maalesef ki görmezden geldiler.Görebilenler ise böylesine önemli bir eyleme“gazetecilik” sınırlarında yaklaştılar.

Sınıf devrimcilerinin yaklaşımı

Bizler sınıf devrimcileri olarak direnişin enbaşından itibaren mücadelenin ihtiyaçlarını öndetutan bir yaklaşım içerisinde olduk. Direnişin ilkgününden işgal eyleminin sonuna kadar da direniş ileetkin bir tarzda ilişkilenmeye ve direnişe katkısağlamaya çalıştık. Direnişin tüm süresi boyuncagünlük bir planlama dahilinde davrandık. Bununlabirlikte gerek direnişin ve işgalin kamuoyunamaledebilmesi ve eylem ile etkin bir dayanışmanınörgütlenebilmesi gerekse de direnişin içörgütlülüğünün güçlendirilerek “fiili-meşru” biranlayışa kazanılabilmesi için tüm gücümüzü seferberettik. Değişik araç ve materyallerle direnişin veişgalin sesini emekçiler ile buluşturmaya çalıştık.Diyebiliriz ki yayınlarımız ÇEL-MER işçilerininkürsüsüne dönüştü. Dahası direnişin seyrininbelirlenmesi noktasında inisiyatif alan bir taraf olduk.Gerek işgal sürecinin örgütlenmesinde gerekse deişgal eylemi süresince işçilerle doğrudan ilişkideolduk ve eylemin başarısını yine eylemin bir tarafı

olarak örgütlemeye çalıştık.İşgal esnasında işçilerle yapılan ortak planlamalar

çerçevesinde dışarıdaki desteğin örgütlenmesi vedüzenlenmesi bakımından somut görevler aldık veimkanlarımızı işgalin başarısı için seferber ettik.

İşgal eyleminin ortaya çıkarttıkları

Sonuç olarak ÇEL-MER işçileri işveren ve polisintüm baskılarına, sendikal bürokrasinin tümengellemelerine, tüm elverişsiz koşullara rağmen işçisınıfının ve kendi mücadelelerin deneyimlerindenöğrenmiş, “sendika nedir bilmezken”,“kazanımlarımızı işçi sınıfına armağan ediyoruz”diyen bir bilinç düzeyine ulaşmıştır. Yasallıkdayatmalarına fiili meşru mücadele ile yanıt vermişve sermaye düzenini dahi kendi yasalarını çiğnemekzorunda bırakmıştır. Bu haliyle kendi fabrikalarınadönük kazanımlar bir yana, açlık ve sefaletkoşullarında yaşayan işçi ve emekçiler ve özelliklehakları için direnen tüm işlere yol göstermiş veolumlu bir örnek yaratmıştır. İşgal süresinde aldıklarıhatalı kararlarda bile kendilerini düşünmeyen amaişçi sınıfının en genel çıkarlarını savunan bir iyiniyetve samimiyetle davranmışlardır. Bu haliyle ÇEL-MER işgali dışarıda kalan 11 kişi ile değil, söke sökealınan hakları ve sınıf mücadelesine yaptığı katkılarile anılacaktır. Keza ÇEL-MER işçileri bunun“kapanmamış bir hesap” olduğunun altınıçizmektedir. Bu yerinde bir tespittir. ÇEL-MER işçisi sınıf mücadelesinde bir mevzi

yaratmıştır. Şimdi bu mevziye de yaslanarak dahaileri görevlere yürümenin sermaye ile daha büyükhesaplaşmalara hazırlanmanın zamanıdır. Sınıfdevrimcileri bundan sonra da tüm imkan ve olanaklarıbu hedefe doğru seferber etmeye devam edecektir. 

Yaşasın ÇEL-MER işgalimiz!İşgal, grev,direniş! İşçi sınıfı savaşacak, sosyalizm kazanacak!

Gebze’den sınıf devrimcileri

İşgal, grev, direniş! Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak * 19Sayı: 2010/32 * 13 Ağustos 2010

ÇEL-MER direnişi dersleri

Page 20: Sİ Kızıl Bayrak 10-32

Neden sendikaya üye olduk

Ekonomik kriz ortamında yoğunlaşan hakgaspları bizim fabrikamızda da kendini göstermeyebaşlamıştı. Özellikle sosyal haklarımızın gaspedilmesi ve ücretlerimizin “düşük zam” dayatmalarıile erimeye başlaması fabrikamızda içten içe birhoşnutsuzluk ortamı oluşturmaya başlamıştı. Buhoşnutsuzluk ortamı kısa bir süre sonra daörgütlenme ihtiyacını gündemimize soktu. Kısasüreli bir çalışmanın sonunda örgütlenmemizitamamlayıp sendikaya üye olduk. Yine kamuoyutarafından da bilindiği üzere örgütlenme adımımızÇEL-MER patronu tarafından işten atma saldırısı ilekarşılandı. Bu ilk saldırıda 12 arkadaşımız iştençıkartıldı. Böylece de ÇEL-MER işçilerinin direnişöyküsü başlamış oldu.Bu ilk direnişimiz 19 gün gibi kısa sürede

başarıyla sonuçlandı. Ancak ÇEL-MER patronununbizi pek fazla yormadan 11 arkadaşımızı işe gerialması içimizde “bu kolay zafer, yeni saldırılarınhabercisi mi?” düşüncesini de uyandırdı. Keza içeridekısa bir süre çalıştıkta sonra ÇEL-MER patronu tekrarve daha ağır bir biçimde saldırıya geçerek bukuşkumuzda haklı olduğumuzu da göstermiş oldu. Buikinci saldırıda (değişik zamanlarda olmak üzere)toplam 23 arkadaşımız işten çıkartıldı. Böylece ÇEL-MER işçilerinin ikinci direnişi de başlamış oldu.

Nasıl bir direniş?

Açıkça ifade etmek gerekirse direnişe ilkbaşladığımızda kafamızda sadece “bir haksızlığauğradık” düşüncesinden başka bir şey yoktu. Bırakalımbir sınıf bilinci ile hareket etmeyi, nasıl bir mücadeleyeadım attığımızı, nasıl bir mücadele yürütmemizgerektiğini bile bilmiyorduk. Büyük bir çoğunluğumuzhatta neredeyse tamamımız herhangi bir sendikaldeneyime bile sahip değildik. Karşı karşıya kaldığımızhaksızlık nedeniyle kapı önüne çıkmıştık sadece. Amaçok geçmeden yaşadığımız deneyimler hepimiz için birokul işlevi gördü. Kapı önüne çıkışımızla birlikte birçokbaskı ve ayak oyunu ile karşılaştık. Bir yandan patrontürlü oyunlarla hem içerideki örgütlülüğümüzü kırmayahem de bizleri dışarıda baskı altına almaya çalıştı.Kolluk güçleri sürekli yasalara işaret etmeye, yasalaryoluyla bizi tecrit etmeye ve bir köşeye sıkıştırmayaçalıştı. Aslında tam da bu karşı karşıya kaldığımız türlübaskı ve ayak oyunları bizim aslında “çok aktörlü” birsavaşın içerisinde olduğumuzu da fark etmemizisağladı. Yine bu aşamada düşüncelerimizi sendikamızlapaylaştık. Baskılara karşı daha etkin bir direnişörgütlenmesi gerektiği yönünde telkinlerde bulunduk.Böyle olması gerektiğini biliyorduk. Ama bunun nasılolacağı konusunda sendikanın daha yönlendirici olmasıgerektiğini düşünüyorduk.Ancak maalesef sendikamız bizim bu istemlerimizi

“yasal-meşru zeminden ayrılmayalım” sözleri ilekarşılıyordu. Bu derece baskı altında iken “yasal meşru”zeminde kalmanın tercümesinin “susalım-bekleyelim”olduğunun da farkındaydık. Bu aşamadan sonra da“sendika önlüğünü giyiyorsak, sendika biziz” bilinci ilehareket etmeye başladık. Madem nasıl bir mücadeleyürüteceğimizi bilmiyorduk, o zaman öğrenecektik. İşedirenişteki diğer işyerlerini ziyaret etmekle başladık.Bununla yetinmedik. Geçmiş direnişleri incelemeye vebu direnişlerin deneyimlerinden dersler çıkartmaya

başladık. Bu girişimlerimiz hem daha büyük bir aileninparçası olduğumuzu gösterdi, hem de aklımızda “yasal-meşru” değil “fiili-meşru” mücadelenin şart olduğudüşüncesini oluşturmaya başladı. Madem bir savaşıniçerisindeydik, madem birileri bizi korkutmak içinyasalara işaret ediyorken, yasaları çiğneyerek bizi kapıönüne koyuyordu, o zaman artık işçilerin haklımücadelesi ve bu mücadelenin yasaları geçerliydi bizleriçin. İşte bu yüzden mücadelede cepheyi en ileridenkurmaya, fabrikayı işgal etmeye karar verdik.

Nasıl bir işgal?

Direniş komitesi olarak işgal kararını aldığımızandan itibaren de artık her açıdan işgalin örgütlenmesiçabasına koyulduk. Bu noktada üç önemli karar aldık:1. Örgütlülüğümüzü hem direnişçi işçiler hem de

içeride çalışan arkadaşlarımız açısından bu eylemigerçekleştirebilecek bir düzeye kavuşturmakgerekiyordu. Bu amaçla komite sayımızı arttırdık.Dışarıda bir komitenin yanında içeride de bir komiteoluşturduk. Üçüncü bir komite ile de bu ikisini birbirinebağladık. Böylece hem içerisini hem de dışarısını tekbir hedefe yöneltebilme zeminini yaratmış olduk.2. Direnişimizin sesini dışarıya taşımak ve direnişin

etrafında bir kamuoyu desteği oluşturabilmek içingirişimlerde bulunduk. Bu amaçla basın açıklamaları,yürüyüşler, bildiri dağıtımları, diğer fabrikalarıntemsilcileri ile görüşmeler yaptık.3. Sendikamız ile ilişkilerimizi “tabanın iradesini”

etkin kılacak şekilde yeniden düzenledik. Bu kararlarçerçevesinde anlamlı bir mesafede kat etmiş olduk.Ancak her şeyin kâğıt üzerinde hesaplandığı kadarmükemmel olmayacağını da biliyorduk. Nihayetindeoluşturduğumuz bu programın hayata geçirilmesinoktasında belirli sıkıntılar da yaşamaya başlamıştık.Kamuoyu desteği ve sendika ile ilişkiler bakımındananlamlı sonuçlar almaya başlamışken, direnişteki işçiarkadaşlarımızın dirençlerinde zayıflama da kendinigöstermeye başlamıştı. Elbette “geçim sıkıntısı” bununbaşlıca nedeni idi. İşte tam da bu aşamada komiteolarak “işgal zamanının geldiği” yönünde karar aldık.Bir iki gün içerisinde işgalin ayrıntılarını planlamayakoyulduk. Avukatlarla toplantılar yaptık. Ve tümeksiklerimizle ilgili riskleri de alarak içeridekiarkadaşlarımızın da katılımı ile 2 Ağustos günüfabrikamızı işgal ettik.

İşgal süreci

İşgalin ilk saatleri bizim için fazlasıyla önemliydi.Polisin saldırısı ile karşı karşıya kalabilirdik. Dışarıdakamuoyu desteğinin oluşacağını tahmin ediyorduk.Hatta bunun için işgal öncesinden de hazırlıklaryapmıştık. Ancak bu destek örgütlenene kadar polismüdahalesi ile karşılaşmamak için işgali metrelerceyüksekte vinç üzerinde gerçekleştirme kararı almıştık.Elbette işgal gibi günlere yayılabilecek bir eylemi buşartlarda sürdürebilmenin zorlukları da vardı. Ancaktüm zorluklarına rağmen polis müdahalesini mümkünolduğunca zorlaştırmak ve geciktirebilmek için böylebir karar almış olduk. Keza bu taktiğimiz başarılı daoldu. Bir süre sonra dışarıda destek için gelenlerinslogan seslerini işitmeye başlamıştık. Bu bizim içininanılmaz bir moral güce dönüştü. Bizler de gürültüçıkararak veya slogan atarak karşılık veriyorduk.Dışarıda oluşmaya başlayan desteğin içeriye katkısı çokbüyük oldu. Bilindiği üzere sonrasında çeşitli baskılarkendini göstermeye başladı. Üzerimize kapılarkilitlenerek havasız bırakıldık, su ve yiyecek verilmedi.Ancak dışarıdan desteğe gelenlerin önemli çabasıylakapılar açılabildi, yemek ve su ihtiyacımız karşılandı.Bir aşamadan sonra diplomasi trafiği ve tehditlerdevreye sokuldu. Ancak biz bunlara da hazırlıklıydık.Tüm baskılara cevabımız “Taleplerimiz kabul edilenekadar inmeyeceğiz!” oldu. Sonuçta Vali, sendikayöneticileri ve patronun katıldığı birkaç görüşmegerçekleşti. İşgalin 4. günü son görüşmegerçekleştirildi. Bu görüşmede 11 arkadaşımızın işe gerialınmaması dışında tüm taleplerimiz kabul edildi.

İşgalin sonlandırılması

Yapılan protokolün ayrıntıları sendikacılar aracılığıile bizlere iletildi. Bizler de sendikacıların dışarıçıkmasını, durumu işçiler olarak değerlendireceğimizisöyledik. Çok net bir şekilde ifade edebiliriz ki, işçiarkadaşlarımızın tamamı “Hiçbir arkadaşımızı geridebırakmayacağız” diyerek çok net tutum aldılar. Bunarağmen bizler işgal komitesi olarak işgal eylemimizibitirme kararı aldık. Bu kararı almamızda olumluolumsuz birçok nedenin etkili olduğunu söyleyebiliriz.Olumsuz etkenlerin başında ise vinç üzerinden

düşerek ölümler yaşanması olasılığı geliyordu. Ki polismüdahalesi ile de bu yaşanabilirdi, bu göze de alınmıştı.

“Yaşasın ÇEL-MER işgalimiz!”20 * Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2010/32 * 13 Ağustos 2010

Bir direnişin öyküsü…

“Yaşasın ÇEL-MER işgalimiz!”

Page 21: Sİ Kızıl Bayrak 10-32

Ancak bunun yorgunluk sebebiyle yaşanması bizleriendişelendiriyordu. Diğer bir olumsuz etkensesendikanın işgale müdahaleyi “etkin diplomasi”sınırlarında ele alan yaklaşımıydı. Bizler ÇEL-MERişçileri olarak işgali günlerce sürdürebilecek birkararlılığa sahiptik. Ancak eylemimizin vekazanımlarımızın yoğun baskı altında boğulmamasınıngarantisi, dışarıya ne ölçüde mal edilebildiği, dışarıda neölçüde bir kamuoyu desteği örgütlenebildiği idi. Bubakımından üzerine düşeni fedakârlıkla yapan tümgüçlere, sonsuz teşekkür ediyoruz. Ama bu noktada asılsorumlu olarak sendikamızı görüyoruz. Sendikamızaçıktır ki bu bakımdan da sınıfta kalmıştır. İşgalindevamında karşılaşabileceğimiz saldırılar karşısındaeylemimize soluk katacak etkin bir dayanışma vemücadele örgütleyememiştir.Olumlu etkenlerin başında ise elbette sendikanın

fiilen işyerine sokulması ve 25/2. maddeden verilençıkışların iptal edilmesi, hukuki olarak yaptırımlakarşılaşmayacak olmamız geliyordu. Tabi burada biryanlış anlaşılma olmasını istemiyoruz. İşgale katılan herarkadaş yasal yaptırımları göze almıştı. Ancak bizedireniş esnasında yasaları işaret edenleri kendi yasalarınıçiğnemek zorunda bırakmak, fiili meşru mücadeleningücünü gösterebilmek açısından önemliydi. Ötesinde deartık direniş bizim için birkaç işçinin işini geri kazanmasımücadelesinin çok çok ötesine geçmişti. İşçi sınıfımücadelesine katkı sağlayıp sağlayamadığımız, işçisınıfını temsil ettiğimiz bu eylemden, işçi sınıfı adınabaşımız dik çıkıp çıkamayacağımız noktası son derecebelirleyici oldu.Sonuç olarak işgal komitesi bu olumlu-olumsuz

etkenleri kendi içerisinde değerlendirdi ve işgal eyleminikazanım ile sona erdirme kararı aldı.

İşgalin her saniyesinde daha fazla güçlendik

En başta ifade ettiğimiz gibi işgal eylemimize bazısıkıntılarla başlamış olduk. Direniş-İşgal Komitesi olarakişgal sürecinde ve sonrasında karşılaşabileceklerimizkonusunda asgari bir birikim sağlamış ve hazırlıkyapmıştık. Ama bu birikim ve düşünsel-pratik hazırlığıdiğer arkadaşlarımıza da mal edebilme noktasındaeksiklerimiz vardı. Bunu bilerek ve bu açıdan tümriskleri de üstlenerek işgal eylemini başlatmış olduk.Buna rağmen işgal eylemimizin sadece kendisi bile hersaniyesi ile kaygılarımızı ortadan kaldırdı. Vinç üzerindemetrelerce yükseklikte, yoğun sıcak ve düşerek ölmetehdidi altında, kah gözyaşları içerisinde kah halaylar vetürkülerle birbirine kenetlenen her bir ÇEL-MER işçisiarkadaşımızın yarattığı bu 4 günlük işgal öyküsünü hangikelimelerle anlatsak yetersiz kalacaktır. İşin bu kısmıbelki de sadece yaşanınca anlaşılabilecek tam birkararlılık ve fedakârlık hikâyesidir. Asıl kazanımımız daburası olmuştur. İşgal sürecini yaşamış her birarkadaşımız, artık nasıl bir sınıfa mensup olduğununfarkında, sınıf çıkarlarının bilincinde, örgütlülük vemücadele bilinci gelişmiş bir biçimde, asgari olarak daişçi ve emekçileri başarı ile temsil edebilmiş olmanınonuru ile başı dik çıkmıştır dışarıya.ÇEL-MER işçisi, 11 arkadaşının dışarıda kalmasının

burukluğunu, ama aynı zamanda haksızlığauğramış/uğrayan milyonlarca işçi ve emekçinin haklımücadelesini temsil etmenin onurunu, direnen diğerişçilere moral güç ve olumlu bir örnek olabilmeningururunu taşımaktadır. Bu açıdan ÇEL-MER işçisi içinişgal eylemi bir son değil, aksine yeni bir başlangıçolmuştur. ÇEL-MER işçileri haklarını söke söke almıştır.Sermaye ile hesabımız daha kapanmamıştır. Açıkça ilanediyoruz:Eksik bıraktıklarımız boynumuzun borcu olsun!

Kazanımlarımız işçi sınıfına armağan olsun!Yaşasın ÇEL-MER işgalimiz!İşçilerin birliği sermayeyi yenecek!

ÇEL-MER Direniş-İşgal Komitesi12 Ağustos 2010

“Yaşasın ÇEL-MER işgalimiz!” Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak * 21Sayı: 2010/32 * 13 Ağustos 2010

ÇEL-MER Çelik Fabrikası’nda BirleşikMetal-İş’te örgütlenmeleri üzerine ÇEL-MERpatronunun işten atma saldırısıyla karşı karşıyakalan işçilerin, sendikal hakları için  2 Ağustosgünü gerçekleştirdikleri fabrika işgalidördüncü gününde sona erdi. Kocaeli Valiliği, ÇEL-MER patronu ve

sendika temsilcilerinin 5 Ağustos günügerçekleştirdiği görüşmenin ardından işçilereaçıklama yapan sendikacılar, taleplerin kısmenkabul edildiğini söylediler. Buna göre işten atılan 23 işçiden 12’si işe

geri alınacak ve fabrikada sendikal örgütlülüktanınacak. Taraflar arasında imzalananprotokole göre direnişe geçen işçilerin iştenatılma gerekçesi olarak sunulan iş kanununun25/2. maddesi iptal edilirken, diğer 11 işçinindava açma hakkı saklı tutulacak. Polis-patron işbirliğinde gerçekleştirilen

türlü baskı ve saldırıya rağmen 4 gün boyuncaişgal eylemlerini sürdüren işçiler isesendikacıları fabrikadan çıkararak görüşmeyideğerlendirdi. Direniş komitesi de eylemlerinibitirme kararını  açıkladı. Kararlarını açıklamadan önce konuyu değerlendiren işçilerin tamamı “sonuna kadar kalacağız” dediler.

Ancak işgalin 12 metre yükseklikteki vinçlerin üzerinde sürmesinden kaynaklı işçiler yorgunluğa bağlıolarak “düşerek” can kaybı yaşanması riski ile karşı karşıyaydı. İşgal komitesi, dördüncü gününde kendiiradesi ile işgali bitirmesinde özellikle bu noktanın belirleyici olduğunu ifade etti.İşçiler vinçlerden inerek ailelerinin ve eylem boyunca kendilerini yalnız bırakmayan ilerici ve devrimci

güçlerin yanına geldiler.Daha sonra direnişçi işçiler ve aileler sloganlarla fabrika ana kapısı önüne geldi. Burada pankart

açılarak, işgalden önce direnişin sürdüğü alana yüründü. Canlı ve gür sloganların atıldığı yürüyüşünardından burada bir açıklama gerçekleştirildi. İlk açıklamayı BMİS Genel Sekreteri Selçuk Göktaş yaptı. Açıklamasında ÇEL-MER işgalini selamlayan Göktaş, sendika olarak direnişin kazanımla sonuçlanması

için çok yoğun bir çaba sarfettiklerini belirtti. Ardından direnişi destekleyen herkese teşekkür ettiklerinibelirtti.

Direnişçi işçiler destekçilere teşekkür ettiGöktaş’ın ardından işgale katılan işçilerden Mahmut Koç bir konuşma gerçekleştirdi. Koç, “4 gün

boyunca bizi destekleyen tüm işçi ve emekçilere, sendika yöneticilerine, ailelerimize ve devrimciarkadaşlarımıza teşekkür ediyoruz. ÇEL-MER’de elde ettiğimiz bu kazanımı tüm işçi sınıfına armağanediyoruz” dedi.Yürüyüş ve açıklamanın ardından türküler söylenip halaylar çekildi. 9 Ağustos günü işbaşı yapmak üzere saat 07.30’da servisleriyle fabrikaya giriş yapan ÇEL-MER işçileri

patronun işten atılan 11 işçinin listesini fabrikaya astığını gördü. İşe geri alınmayan 11 işçi fabrikanın dışınagönderildi. 11 işçi geriye dönük haklarını almak için fabrika kapısının önünde beklerken, işçilere direnişçiUPS işçileri, BDSP’nin de aralarında bulunduğu devrimci ve ilerici kurumlar destek verdi. İşçilerinbekleyişi sürerken, Çayırova Emniyeti’ne bağlı çevik kuvvet ekipleri, sivil ve resmi polisler, fabrikanıniçerisinde dolaşarak, işçilere fabrikayı terk etmelerini söyledi. İşçiler ise geriye dönük haklarını almadangitmeyeceklerini belirttiler. Kocaeli Valisi, Çayırova Kaymakamı, Darıca Kaymakamı, DİSK Genel Başkanı Süleyman Çelebi,

Birleşik Metal-İş Genel Başkanı Adnan Serdaroğlu ve BMİS Genel Sekrete ri M. Selçuk Göktaş ve BirleşikMetal-İş Gebze Yönetim Kurulu Üyeleri fabrikaya geldi. Çelebi, fabrika girişinde işe geri alınmayanişçilere bir konuşma yaptı. Çelebi, Kocaeli Valisi’ne övgüler yağdırdığı konuşmasında, işçilerin dört günlükişgal eylemini yok sayan bir tutum sergiledi. Kolluk güçlerinin dahi, “Sorun çıkmayacaksa kalabilirsiniz”demesine rağmen Çelebi, desteğe gelen UPS işçilerinden, devrimci ve ilerici kurumlardan “Arkadaşlar,şimdiye kadarki desteğinizden dolayı teşekkür ediyoruz. Ama şimdi gidin, bir sorun çıkmasın!” sözleriylegitmelerini istedi. UPS işçileri, Çelebi’nin konuşmasına ilişkin ÇEL-MER işçilerine bir açıklama yaparken şunları söyledi:

“Biz size destek vermek için gelmiştik. Ama valiliğin kutlamasıymış. Sendika bizi kovuyor”. TÜMTİSüyesi direnişçi UPS işçileri “Yaşasın sınıf dayanışması!” sloganlarıyla fabrika önünden ayrıldı. İşçiler adına konuşma yapan Mahmut Koç ise Çelebi’den işçilere verilen sözlerin yerine getirilmesini

istedi.Kızıl Bayrak / Gebze

ÇEL-MER’de işgal kısmi kazanımla sona erdi!

“Kazanımı tüm işçi sınıfına armağan ediyoruz”

Page 22: Sİ Kızıl Bayrak 10-32

Daha fazla ÇEL-MER!22 * Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2010/32 * 13 Ağustos 2010

ÇEL-MER fabrika işgali Sinter, Tezcan, Gürsaşfabrika işgallerinin bir devamı olarak gerçekleşti.Kapitalist krizin birinci evresi diyetanımlayabileceğimiz süreçte işçi sınıfı işgal, direnişve grev şiarını hayata geçirdi. Sinter, Tezcan veGürsaş’ta gelişen fabrika işgalleri de bu döneminözgünlüğüne uygun biçimlendi. Ağırlıktakendiliğindenci, uzun soluklu olmayan, tabanörgütlenmeleri üzerinde şekillenmemiş eylemlerolarak dikkat çektiler. Ama yine de sınıfın öfke vekininin yansımalarının ifadesi oldular. Her şeydenönce fabrika işgal eylemi, uzun zamandan beri sınıfmücadelesinde unutulmuş bir eylem tarzının tekrargün yüzüne çıkmasını işaretliyordu. İşgaller birmodel eylem olarak öne çıkarken, yine krizin bu ilkevresinde bir dizi direnişe damgasını vuran modelkimlikler doğdu. İşçi sınıfı, sınıfsal antagonizmanınkeskinliği içinde kendi zenginliğini dışa vuruyordu. Önce Dubai’de, sonra Yunanistan’da yaşanan

gelişmeler, kapitalist krizin ikinci evresini işaretledi.Yunanistan mali krizi ve bu krizin senkronizasyonetkisi yeni bir döneme geçişi simgeledi. Bir yandanAB’nin yeniden dizaynını içeren süreç, diğer yandanAB’nin emperyalist çekirdeğinin dışında kalancoğrafyaların hızla Asyalaştığını gösterdi. Asyalaşmasüreci aslında Çin çalışma rejiminin bu coğrafyalardahayata geçirilmesinden başka anlam taşımadı. Birkarşı devrim süreci olan bu gelişmelere Avrupa işçisınıfının tavrı da net oldu. Yunanistan işçi sınıfı biröncü güç olarak gerçekleştirdiği grev ve genelgrevlerle sürece damgasını vurdu. Benzer gelişmelerbaşka İtalya, Fransa, İspanya ve Portekiz’deyaşanmaya başladı. Bu ülkelerdeki işçi sınıfısermayenin açık saldırısına karşı genel grevler,grevler, direnişler ve geniş protesto gösterilerigerçekleştirdi. Krizin ilk evresinde Avrupa işçi sınıfıağırlıkta sektör bazında yer yer ülke düzeyindeeylemlerle tepkisini göstermişti. Bu süreçte uzunyılların yarattığı ataletten sıyrılan Avrupa işçi sınıfı,Fransa’da olduğu gibi “manager”ları rehin aldı.Fabrikalara yangın bombaları yerleştirerek haklarınıkorudu. İngiltere’de korsan ve illegal grevlerle

sermayenin saldırılarına karşı kolektif duruşlarsergiledi. Kapitalist krizin derinleşmesi ve özelliklemali krizlerin yayılma riski ve sınıfa yöneliksermayenin açık saldırısı başta Akdeniz havzasınıdalgasal bir şekilde harekete geçirdi. Bu evreye genişkitle gösterileri, yaygın sektörel grevler ve genelgrevler damgasını vurdu ve vurmaya devam ediyor. Türkiye kapitalizmi cari açık, dış borç ve sıcak

para sarmalı içinde her an Yunanistan’a benzer birsürecin içine girebilir. Dış borcu 271 milyar Dolar’aulaşan, cari açığı 17 milyar Dolar’ı bulan veekonomisi 100 milyar Dolar’lık sıcak parayla dönenTürkiye Cumhuriyeti son derece kaygan bir zemindehareket etmektedir. Başlı başına Yunanistan’daki malikrizin Avrupa’da da yayılması bile, Türkiyekapitalizmini yıkıcı etkilerle karşı karşıya bırakabilir.Uluslararası sermayenin ihtiyaçlarına uygun olarakbir restorasyon sürecine giren Türkiye Cumhuriyetibir yandan, Ortadoğu’da aktif taşeronluğa veemperyalizmin lejyonerliğine sıvanırken, öte yandanbu adımların bir yansıması olarak bölgesel güç olmaatakları yapıyor. Bu gelişmeler ülke içinde egemenklikler arasında politik bir iç savaşın yaşanmasına yolaçıyor. Ayrıca emeğin boyunduruk altına alınmasıiçin hızla Çin çalışma rejiminin inşası yönündedüzenlemeler yapılıyor. Sınıfın kolektif gücününparçalanması, tarihsel kazanımlarının gasp edilmesihedefleniyor. Sistematik esnekleştirme vegüvencesizleştirme politikaları derinleştiriliyor.Kapitalist krizin bütün yükü işçi sınıfı üzerindençıkartılmaya çalışılıyor. İşçi sınıfı kronik işsizliğe,açlığa, yoksulluğa ve geleceksizliğe mahkumedilmeye çalışılıyor. İşçi sınıfı kapitalist krizin bu yeni evresine ve

kendine yönelik topyekun saldırıya karşı farklıdireniş ve eylem biçimleriyle yanıt üretiyor. TEKEL direnişi bir yanıyla krizin ilk evresinde

ortaya çıkan pratiklerin bir konsantrasyonu oldu,diğer yanıyla krizin yeni evresinin ilk pratiği olarakdikkat çekti. Aynı zamanda sınıf mücadelesinin yenibir momentini simgeledi. İşçi hareketi TEKEL direnişinin sona ermesiyle

ağırlıkta lokal düzeyde eylemler ve direnişlergerçekleştirdi. Özellikle Esenyurt, Marmaray, KentA.Ş., İski gibi direnişler öne çıktı. Bu birikimler sınıfmücadelesinin “sıcak yaz”ına hazırlık oldu. Ardındanİzmir’de taşeron işçilerinin örgütlenme çabaları,İstanbul Belediye-İş üyesi işçilerin toplusözleşmesürecinde 5 bin kişilik fiili yürüyüşü, KadıköyBelediyesinde yaşanan kısa grev ve taşeronlara karşıfiili eylemleri gündeme geldi. Bu pratikler sınıfa yenibirikimler sağladı ve deneyimler kazandırdı. Kısacalokal düzeydeki eylemlerde bir yaygınlaşma dikkatçekti. Her ne kadar aralarında (yer yer destekleyiciilişkiler kurulmuş olsa da) belirli bir koordinasyonolmamasına rağmen işçi hareketi krizin yıkıcıetkilerine karşı yeni örgütlenme arayışlarına girdi,işten atılmalara, toplu tensikatlara karşı direnişlergerçekleştirdi. Ve bu direnişler yaygınlaşmayabaşladı. Bu arada özellikle UPS direnişi hem mahiyeti,

hem kapsamı, hem de etki gücü açısından öne çıktı.UPS uluslararası bir şirket ve Türkiye’nin özelliklemetropollerinde geniş kargo ve taşımacılık ağınasahip. 4000’in üzerinde çalışanı bulunuyor.TÜMTİS’in sendikal örgütlenme çalışmalarınabaşlaması, işveren saldırısıyla yanıt buldu. Sendikalörgütlenmenin dağıtılması yönünde bir taraftanişveren sistematik baskı yaparken, diğer taarftan polisde direnişçi işçilere yönelik ablukasını sürdürüyor.TÜMTİS başından itibaren tutarlı bir tavır gösterdi veişten atılan işçilerle birlikte direnişi örgütledi.Kararlılıkla sürdürülen direniş, taşıdığı potansiyelitibariyle sınıf mücadelesinde bir odaklanmayıyaratabilecek içeriğe sahip. Bugün kargo vetaşımacılık sektörü kilit bir sektör olarak dikkatçekiyor. Kapitalist sistemin işleyişini sekteyeuğratabilecek ve artı değerin realize olmasınıengelleyebilecek bir içeriğe sahip. Bu sektördegerçekleştirilecek yaygın bir eylem mal transferiniengellediği gibi, ham maddenin fabrikaya ulaşmasınıda engelleyebiliyor. Bunun somut örneği ABD’de1997’de gerçekleşen UPS greviyle yaşandı. Grevboyunca hayat felç oldu, özellikle değerin transferi

Sınıfın yakıcı silahı: Fabrika işgalleri...

“İki… Üç… Daha fazla ÇEL-MER!”Volkan Yaraşır

Page 23: Sİ Kızıl Bayrak 10-32

noktasında sarsıcı blokajlar yaşandı. Kargo tırlarıylaotoyollar kapatıldı, kargo uçakları kalkmadı. UPS’nin ülke çapındaki yaygınlığı ve sektörün

yukarıda belirttiğimiz özellikleri direnişin öneminiarttırmaktadır. TÜMTİS de bu durumun farkındaolarak UPS örgütlenmesini kendisi için yaşamsal birörgütlenme olarak deklare etmiştir. UPS direnişi buözellikleriyle bugün lokal düzeyde gerçekleşeneylemleri kendi yörüngesinde toplayabilecek birçekim gücüne sahiptir. Bu aşamaya gelme direnişinve örgütlenmenin yaygınlaşmasına bağlıdır. UPSdirenişi bu nitelikleriyle ele alınıp,değerlendirilmelidir. UPS direnişi yeterli destek veyaygın örgütlenmeyle TEKEL’in yarattığı atmosferiyaratabilir. Hatta global bir marka olması uluslararasıboyutta sarsıcı etkiler ve bir dizi enternasyonalsonuçlar doğurabilir. 

Sinter’den ÇEL-MER’e ve yeni ÇEL-MER’lere

ÇEL-MER işgali daha önceki Sinter, Gürsaş veTezcan işgallerinin bir devamı ve ileri bir adımıolarak gerçekleşti. Krizin yeni evresinin yarattığısınıf pratiği olarak dikkat çekti. ÇEL-MER işgaliküresel krizin başladığı dönemdeki fabrika işgaleylemlerinden bir dizi farklı özellikler gösterdi. İşgal,taban örgütlenmelerinin bir yansıması olarakgerçekleşti. Eylemin direniş aşamasında çalışanişçilerle, direnişçi işçiler arasında bağlar kopmadı.Çalışan işçiler aktif bir şekilde, (işten atılma dahil)birçok riski göze alarak, fabrika önünde direnişçiarkadaşlarına destek verdi. Bu ilişki işgalingerçekleşmesine de zemin yarattı. Hem atılan işçiler,hem de çalışan işçiler kolektif bir şekilde ve tabanörgütlenmesinin yönlendirmesiyle işgal eyleminebaşladı. Böylesi bir şekillenme doğal olarak eyleminuzun soluklu ve kararlı bir biçimde hayatageçirilmesine yol açtı. İşgalciler, haklarını vetaleplerini son derece net ve uzlaşmaz bir şekildeifade ettiler. İşgalci işçilerin bu tavrı sendikalbürokrasinin blokajlarını kırdı, hatta hareketegeçmelerine yol açtı. Polisin engellemeleri boşaçıkartıldı. İşgal süresinde valilikle sendikayöneticileri arasında görüşmeler yapıldı. “80 kişilik”bir metal fabrikasının etkisi bütün bölgeyi sardı vesarstı. Eylemin iç örgütlenmesinin yanında, işgalin

dışarıdan desteklenmesinde de önemli adımlar atıldı.Eylemci işçilerin aileleri ve demokratik güçlerişgalcileri aktif bir şekilde, hatta çadırlar kurarakdestekledi. Bu yön bugün yetersiz ve güçsüzolmasına rağmen son derece önemlidir. Gelecekteişgal ve direnişlerde ailelerin, devrimci, demokratikkurumların yanında, havzadaki işçiler ve bölge halkıtarafından aktif bir şekilde desteklenmesinin önüaçılmıştır. En azından böylesi pratiklerin zeminlerioluşturuldu. 1968-1969 fabrika işgal eylemlerinin ençarpıcı yanlarından biri havzadaki işçilerden, bölgehalkından ve ailelerden yoğun destek almalarıdır. Budestek bazen polis ve askeri birliklerle açık çatışmayadönüşebilmiştir. ÇEL-MER işgali bu yönleriyle yeni dönem

fabrika işgallerinin prototipidir. Bu işgal eylemlerininyaygınlaşması ve derinleşmesi sınıf hareketinde sonderece muazzam kazanımları beraberindegetirecektir. Böylesine işgaller bir havzadaki,kapitalist krizinde yarattığı, patlamaya hazır sınıfsalöfke ve kini ateşleyebilir. Havzanın hareketegeçmesinde katalizör rolü oynayabilir. Yine birhavzada ÇEL-MER benzeri birkaç işgalingerçekleşmesi sınıfın tüm dikkatini bu alanaodaklayacaktır. Benzer bir durum bazı kentlerde,(örneğin Manisa gibi) bütün kenti hareketegeçirebilecek sarsıcı sonuçlar doğurabilir. GüneyKore işçi hareketinin en önemli pratiklerinden biri

spontane gerçekleşen işyeri grevleridir. Bu grevlerson derece yıkıcı niteliktedir ve militan karakterdedir.Ve Güney Kore işçi hareketinin dalgasal yükselişininmayalanmasını sağlamıştır. ÇEL-MER benzerigelişmeler de sınıf hareketinin hızla şekillenmesininönünü açabilir. Bugün bir yandan ÇEL-MER benzeri fabrika işgal

eylemlerini yaygınlaştırmak gerekirken, diğer yandanbu işgallerin bir adım daha ötesine geçmenin projelerioluşturulmalıdır. Kapitalist kriz, devletlerin mali krize girmesiyle

birlikte yeni bir aşamaya geçti. Kriz giderekderinleşiyor. Bir katastrof niteliğine bürünerek, dahayıkıcı ve daha sarsıcı yeni bir finans krizinin doğmaolasılığı artıyor. Bu sürecin Türkiye’ye yansımasınında son derece sarsıcı olacağı ortadadır. Yunanistan’abenzer bir mali krizin işçi sınıfı için anlamı topyekunsaldırıdır. İşçi sınıfı kendi ontolojisine yönelikböylesine bir saldırıya yanıtı net olmalıdır. BugünÇEL-MER işgali aslında sınıfsal antagonizmanın sonderece sert geçeceği dönemlere ışık tutmaktadır. 2001Arjantin krizinde yaşandığı gibi, işçi sınıfı salt işgaleylemleriyle yetinmemeli IMPA, Zenon, Chivilartgibi, işgalden özyönetim pratiklerine geçebilmelidir.Zaten Türkiye işçi sınıfının tarihinde 1968-1969fabrika işgal eylemlerinin yarattığı muazzam birikimkendini Alpagut ve Günterm özyönetim pratikleriyledışa vurmuştu. Şimdi yine aynı yoldan yürümekgerekiyor. İşgal eylemleri üretime el koyma veözyönetim pratikleriyle taçlandırılmalıdır. Çünküfabrika işgalleri işçi sınıfına hedefin neresi olduğunu(yani kapitalizmi ve onun ruhu olan özel mülkü)gösterirken, özyönetim pratikleri ise nasıl bir dünyaistediğini ortaya koymaktadır. Fabrikayı işgal etme kültürü anti-kapitalist

bilincin hızla şekillenmesini yaratacaktır. Bir taraftanfabrika işgal eylemleri yaygınlaştırılmayaçalışılırken, diğer taraftan bu eylemlerin üretime elkoyma ve özyönetim pratikleriyle derinleştirilmesininpropagandası yapılmalıdır. Özellikle krizin yıkıcıetkilerinin açığa çıktığı dönemlerde (toplu tensikat,işyeri kapatma, makineleri kaçırma) sınıf, elindeki enönemli yıkıcı silah olan fabrika işgal eylemininyanında üretime el koyma pratiğini de gündeminealabilmelidir. Bugünden bu perspektifle hareketederek, üretime el koyma pratiklerini tartışmalı vesınıfa hedef olarak göstermeliyiz. ÇEL-MER işgaliaslında böylesine bir adıma son derece yaklaşmıştır.İşçiler sendikal örgütlülük haklarını kazanarak,eylemi başarıyla bitirmişlerdir. Ama önümüzdekigünler sistematik güvencesizleştirme veesnekleştirme politikasının bir yansıması olarak

yoğun işten atılmalara, işyeri kapatmalarına, toplutensikatlara ve her türlü örgütlenme çabasınınşiddetle bastırılmasına gebe günlerdir. İşçi sınıfıÇEL-MER pratiğinde olduğu gibi, işsizliğe,geleceksizliğe, güvencesizleştirmeye karşı yanıtıfabrika işgal eylemleri ve yaygın direnişler olmalıdır. ÇEL-MER işgali kapitalist krizle birlikte doğan

model eylem pratiğinin en konsantre halidir. 1968-1969 fabrika işgal eylemleri* öne çıkan işyerleriyle(Derby işgali 1968, Singer işgali 1969, Demirdökümişgali 1969, Sungurlar işgali 1970 gibi) anıldı. Buişyerleri “tarih yazan işyerleri” olarak iz bıraktı.ÇEL-MER bu anlamda da bundan sonraki süreçteyaşanacak fabrika işgal eylemlerine hem örnekoluşturmakta, hem de izlenecek yolu göstermektedir.Artık ÇEL-MER gibi direnişler yeni Derby’ler,Demirdöküm’ler olarak anılacaktır. Adlarıyla bireylem tarzını ve karakterini işaretleyeceklerdir. UPS direnişi ve ÇEL-MER işgali bugün sınıf

hareketinde yaşanan yaygın lokal direnişleri kendiyörüngesinde toparlayacak ve şekillendirecekeylemlerdir. Yaşanan eylemlerin lokalizasyon sınırınıkırarak kolektif bir aşamaya gelmesi, yeni işçiörgütlenmelerinin yaratılmasıyla olanaklıdır. Bugünyetersiz ve palyatif de olsa Direnişçi İşçiler Platformugibi örgütlenmeler önem taşımaktadır. Sorun sınıfınyaratıcı ve yıkıcı gücünün bu örgütlenmeleretaşınması ve bu örgütlenmelerin direnişlerden güç vedirenç almasıdır. UPS direnişi ve ÇEL-MER işgali buanlamda da lokal düzeydeki direnişlerinşekillenmesine yol açabilir. Önümüzdeki dönemdeİstanbul Büyükşehir Belediyesi işçileri, Samka, İSKİ,İzmir taşeron işçileri gibi işyeri temelli, lokalkarakterli eylemler yaygınlık göstermesi olasıdır.Sorun bu direnişlerin ortak bir mecrada toplanması vesınıfın kolektif gücünün açığa çıkartılmasıdır. Bualanlardan gelecek birikimler, deneyimler ve sarsıcıpratikler 2011 yılında gerçekleşecek kamudaki toplusözleşme sürecine yön gösterecektir. Bugündenanlaşıldığı kadarıyla bu toplu sözleşme sürecinin sertgeçmesi olasıdır. Yüz binlerce kamu işçisinin dikkatiUPS’de ve ÇEL-MER gibi pratiklerde olacaktır. Buişçilerin sendikalı olmasından kaynaklanan ortakhareket etme zeminleri de oldukça fazladır. UPSdirenişi ve ÇEL-MER fabrika işgali gibi eylemlerolası grev ve direnişlerin yol göstericisidir. İşçi sınıfımuktedir olduğunu hissettiği an harekete geçtiğiandır. Bu anlamda krize karşı sınıfın eylem şiarınıbütün havzalara, işyerlerine, atölyelere taşımak sonderece önemlidir. Yaşasın işgal, direniş, grev!* Bu konuda daha geniş bilgi için bakınız Volkan

Yaraşır, İşgal Direniş Grev, Mephisto Kitabevi, 2006

Daha fazla ÇEL-MER! Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak * 23Sayı: 2010/32 * 13 Ağustos 2010

Page 24: Sİ Kızıl Bayrak 10-32

BMİS Bursa Şube Başkanı Ayhan Ekinci ile konuştuk...24 * Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2010/32 * 13 Ağustos 2010

- Krizden sonra şubenize bağlı iş yerlerinde ne gibigelişmeler yaşandı?2008 krizinde işyerlerinde büyük bir durgunluk

yaşandı, bundan biz de sendika ve çalışan üyelerimizolarak nasibimizi aldık. Şubemize bağlı işyerlerindekısa çalışma uygulandı. Kısa çalışmadan faydalanan işyerlerimiz oldu. Biliyorsunuz krizle birlikte biz ikifabrikada birden greve çıktık. O grevlerden bir tanesibitti ama bir tanesi devam ediyor. Biri Asil Çelikfabrikası, diğeri ise Asemat fabrikası. Asematfabrikasında grev devam ediyor. Gerek kabloüretiminde gerek otomobil yan sanayide örgütlü olansendikamız, metal iş kolunda ve özellikle çeliksektöründeki krizle birlikte büyük bir sıkıntı yaşadı.Tabii bu sıkıntı sadece Birleşik Metal-İş olarak bizlerideğil, tüm metal işkolunu ve diğer iş kollarını daetkiedi. Bunun sıkıntılarını çalışanlar ve işçi sınıfıolarak birlikte ödedik. Şubelerimizde üyelerimizi krizlebirlikte bir korku kapladı. Bugün ‘işimi kaybedersemyarın ne yapabilirimin’ sıkıntısı vardı. Bunu 2009yılının son çeyreğinde ve 2010 yılı içerisinde yavaşyavaş atlatmaya çalışıyoruz. Açıklanan bilânçolar daişverenlerin bu krizle birlikte 2009 ve 2010 yılıiçerisinde büyük kârlar topladıklarını gösteriyor.Maalesef işçiler açısından durum aynı değil. Neden aynıdeğil? İşçiler kriz döneminde kazanılmış haklarınayönelik baskıları bu dönemde metal iş kolundayaşayabilirler.Kriz sürecinde esneklik uygulamaları diğer

uygulamalar nedeniyle işverenler krizi atlattılar.Bugünkü ortamda işten atmaların yanısıra hükümettarafından çeşitli baskılar devreye sokuluyor. Kıdemtazminatının kaldırılması, esneklik, ikramiyelerinkaldırılması, fazla mesailerin kaldırılması gibiuygulamalar işverenler tarafından hayata geçirilmeyeçalışılıyor.Bizim artık bugünden sonra kaybedecek bir

şeyimizin olmadığını en azından metal işçileri görüyor.Çünkü Türkiye’nin en büyük ve kurumsal işyerlerininbulunduğu bölgemizde işçilerin açlık sınırının çokaltında ayda 600–700 TL’ye çalıştığı gözlemleniyor. Bu12-14-16 saat çalışmaya vücutlar dayanmıyor. İşyerlerinde bu krizle birlikte yüksek ücretli işçilerin iştenatılması ve yeni işçilerin işe başlaması ön plana çıktı.Bu durum da metal iş kolunda bu dönem imzalanacaksözleşmenin yaşamsal bir toplu sözleşme olacağınıgösteriyor. Çünkü sendikaların artık çalışanlarınasöyleyebileceği bir şey kalmadı. Çünkü çalışanlar 8 saatçalışmanın 10 saate, 12 saate çıktığını, fazla mesaileringittiğini, sosyal haklarının eridiğini ve yaşamstandartlarının her geçen gün kötüye gittiğinigörüyorlar.

- 2010–2012 MESS Grup toplu sözleşmelerindenbeklentileriniz nelerdir?BMİS olarak Mart ayından bu yana tüm bölgelerde

iki üç toplantı yaptık. Bu toplantıları ilk etaptaşubemizde MESS üyesi işyerlerinde çalışan işçilerleeğitim çalışmaları ve toplantılar biçiminde yaptık.Taleplerimizi ve birlikte nasıl hareket edeceğimizibelirledik. Daha sonra bölgemizdeki MESS üyesi işyerleriyle ayrı ayrı toplanarak işçilerin beklentilerininne olduğu konusunda bir toplantı yapıldı. Son olarakmerkez TİS komisyonunu toplayıp tüm bölgelerde

yapılan toplantıların özeti çıkarılarak merkez TİSkomisyonu üyelerine bölgelerdeki değerlendirmeleraktarıldı. Bu değerlendirmelerin en can alıcı noktası, yeni işe

giren arkadaşlarımızın öncelikle yaşam standardınınaçlık sınırının altında kalmayacak bir zamyakalandıktan sonra onun üzerinde bir toplu sözleşmeyapmaktır.İkinci olarak gözlemlediğimiz ise bölgelerdeki

kuralsız çalışmaya karşı çalışanların büyük birtepkisinin olduğuydu. Bu toplantılarda, kuralsız çalışmakonusunda işçilerin, patronun istediği zaman işe getiripistediği zaman göndermesini tasvip etmediklerini, fazlamesailerin gasp edilmesine göz yummayacaklarını,kıdem tazminatıyla ilgili değişikliklerde hemişverenlere hem hükümete karşı büyük bir tepkininoluştuğu izlenimi aldık. Bunun haricinde çalışanlar 4kişilik bir ailenin geçim düzeyini yakalamak istiyor.Onun üzerinden sözleşme yapmak istiyorlar.Kazanılmış hakları konusunda herhangi bir kayıpvermeden bu toplu sözleşmeyi bitirmek istiyorlar. Bukoşullar altında metal işçileri payına hangi taleple nasılbir mücadele yürüteceğimizi merkez TİSkomisyonumuzda dile getirdik. Geçtiğimiz dönemlerde yaptığımız cuma eylemleri,

fazla mesai etkinliklerinin haricinde bu dönem belki debölgesel eylemlilikler (sadece Birleşik Metal üyeleriyledeğil tüm metal işçilerini kapsayan) yapabiliriz. Buçalışmalar tabii ki metal işçilerini doğru yoldayönlendirmek anlamında olacak. 2010–2012 toplusözleşmesi içerisinde hükümetin ve işverenlerin metalişçilerine neler dayattığını ve bunların metal işçilerineneler getirdiğini gösterip mücadeleyi bu şekilde örmekistiyoruz. Bu mücadeleyi bölgemizdeki diğersendikalarla ve sendikacılarla yani bu işin başında olan,

hakikaten bu mücadele sonucunda temsil ettiğikitlelerin kazanımlarını görebilecek sendikacılarla, şubeyönetimleriyle, temsilcileriyle, fabrikadaki öncüişçilerle birlikte yapacağımıza bizler inanıyoruz. Budoğrultuda çalışanlarla birlikte önce komitelerimizikurduk. Öncelikle iç örgütlülüğümüzü güçlendirip diğermetal işçileriyle nasıl buluşabileceğimizi ortayakoyduktan sonra bu konuda üzerimize düşen görevlerihem bölgemizde hem de diğer bölgelerdeki metalişçilerine anlatıp bu toplu sözleşmeyi iyi bir şekildebitirmeyi hedefliyoruz. 

- Türk Metal’in bu süreçteki rolü sizce nasıl olur?Türk Metal’i sendika olarak değil de artık

kanıtlanmış bir mafya, bir çete örgütü olarakgörüyorum. Bursa bölgesi bunların en yoğun örgütlüolduğu bir bölgedir. 30 yıldan bu yana yapılansözleşmelerde hep ortaya çıkıp en iyi sözleşmeyi bizyaptık diyenlerin aslında arkalarına dönüp işçi sınıfınıne hale soktuklarını metal işçilerinin ve sınıfmücadelesinin nereye getirdiklerini görmeleri lazım.Bugün işçi sınıfının önünde en büyük engel bencesermayeden önce bu çeteler geliyor. Bu çetelerin işçilertarafından yok edileceği gün yakındır.Bu toplu sözleşme döneminde yalpaladıkları

takdirde ‘98 yılını aşan bir tepkiyle karışılacaklardır. Buörgütün yöneticileri bunu görüyorlar. Onun içindir kikendilerine Ergenekon’dan yargılanan başkanlarıharicinde daha değişik bir hava vermeye çalışıyorlar. Oçamuru kendi üstlerinden temizleyemiyorlar. İşçileribölen, parçalayan ve kanını emip kendi hayatlarınıidame ettirenler bugün aslında bir panik içerisindeler.Dün işverenlerin etrafında dolanıp onlar tarafındankorunurlarken bugün artık o da yetmiyor. Çünkü işçilerartık onları çiğneyip geçmek üzere yola çıktı. Bu toplusözleşmede kıdem tazminatlarının 15 güne düşürülmesiisteniyor. Bunun politikasını da Türk Metal’eyaptırıyorlar. Aslıda 30 günlük kıdem tazminatını da 15güne düşürme konusunda hükümetle Türk Metal’inmutabakata vardığı duyumları kulağımıza geliyor.Bunları üyelerine anlatmakta sıkıntı duyuyorlar.Önümüzdeki toplu sözleşme konusunda biz metalişçilerine geçmiş dönemlerden büyük olmayacağınıkendi üyelerimize söylüyoruz. Kendi tabanımızaanlatıyoruz ama yeterli midir? Değildir ve bu diğermetal işçilerine anlatılmalıdır. Geçen dönemki kıdemtazminatı ve esnek üretimi önümüze getirip sonra geriçekip belirli rakamlarla imzalayanlar bugün artık kıdemtazminatını önümüze getirip kaldıramayacaklarını çokiyi biliyorlar. Onun için kıdem tazminatıyla kazanılmışhaklarla oynandığı taktirde şimdi buna bir kılıfarıyorlar. Bu kılıfı da uydurabilmiş değiller, işçinintepkisinin çok sert olacağını biliyorlar. Metal iş kolundaTürk Metal’in hükümeti ve işvereni arkasına alarakgünü kurtaramayacağını çok net görüyoruz. Metalişçilerinin bundan sonraki sözcüsünün BMİS olduğunubiliyoruz. Bu dönem değişimden bahsetseler de bu sarısendikacıların bunun altında kalacaklarınıdüşünüyorum. Önümüzdeki günlerde işverenlerintalepleri ve hükümetin iş yasasındaki yapmış olduğudeğişikliklerle çalışanlar yani işçi sınıfı karşı karşıyageldiği zaman bu tür sarı sendikacıları çiğneyipgeçeceklerine inanıyorum.

Kızıl Bayrak / Bursa

Birleşik Metal-İş Bursa Şube Başkanı Ayhan Ekinci ile Metal TİS süreci üzerine konuştuk...

İşçi sınıfı sarı sendikaları çiğneyip geçecektir!

Page 25: Sİ Kızıl Bayrak 10-32

- Fabrika ve çalışma koşullarınız hakkında bilgiverir misiniz?

- Çimsetaş işyeri temsilcisi: Çimsetaş kendialanında döğme, döküm ve üretim olarak üç birimin aynıfabrikada olması açısından Türkiye’de bu alandaki tekfabrika olma özelliği taşıyor. Üretiminin büyük birbölümü ihracata yönelik çalışan bir fabrika. Çalışmakoşullarımız çok ağır ve zamanla yarışıyoruz. Sürekliüretimi arttırma baskısı var. 

- Çimsetaş işçisi: Ben döğme bölümündeçalışıyorum. 7,5 saatten sonra çalışma ağır geliyor. İşüretimi o kadar yükseldi ki önceden örneğin 100üretiliyorsa şimdi 200’e çıktı. Aşırı derecede arttı.Önceden 4 vardiya vardı. Şimdi 3 oldu ama çalışmasistemimiz aynı, üretim kapasitesi yükseldi. 

- TİS dönemiyle ilgili ne düşünüyorsunuz?- Çimsetaş işyeri temsilcisi:MESS’in esnek

çalışma, fiili çalışmaya göre sosyal hak ödeme gibidayatmalarına imza atmamız kesinlikle mümkün değil.Kesinlikle grev deriz. Türk Metal Sendikası’nın bunlarıkabul edeceğini düşünerek bu yönde Türk Metal’intabanını bilinçlendirmek asli görevimizdir.

- TİS ile ilgili talepleriniz nelerdir?- Çimsetaş işyeri temsilcisi: Kendi taleplerimiz

arasında düşük ücretli işçilerin menfaatine dayalı birsözleşme istiyoruz. Sosyal haklarımızın düşük olduğunudüşünüyoruz. İzin parası, yakacak, çocuk, eğitim,evlenme, izin vb. haklarımızın yükselmesini istiyoruz.Bu yeni dönemde emeklilik yaşının yükseltilmesisebebiyle ücretlerde kayıp çalışma saatinin düşürülmesitalebimiz de olacaktır.

- Çimsetaş işçisi: TİS taleplerimizden biri defabrikada performans belirlenirken sendikadan da biryetkili olmasını isteyeceğiz. Keyfiliği kaldırmakistiyoruz.  

- Bu sürece ilişkin şimdiye kadar yaptığınız hazırlıkçalışmalarınız nelerdir?

- Çimsetaş işyeri temsilcisi: Şimdiye kadar iki defaTİS toplantısı yapıldı. TİS komisyonumuz var. Bütünişyerlerinde var. Genel merkezde TİS komisyonutoplantısı yapıldı. Şu anda taslağımız hazırlanmadı. Sonhalini almak üzere.

- Bu süreçte MESS’in dayatmaları karşısında nasılbir hazırlık içindesiniz?

- Çimsetaş işyeri temsilcisi: Mutlaka eylemselsüreçler olur. Geçen sözleşme döneminde olduğu gibiCuma eylemleri, sakal eylemi, kokart eylemi gibieylemler yapılacaktır. 

- Yayınımız aracılığıyla metal işçilerine birmesajınız var mı?

- Çimsetaş işyeri temsilcisi: Bütün işçilerinsendikalı olarak çalışmasını isterim. Üyelerinsendikalarını sorgulamalarını, kendi çıkarlarıdoğrultusunda sendikaları zorlamalarını istiyorum. Metalişçiliği gerçekten zor bir iş. Şu an metal işçileriemeklerinin karşılığını alamıyorlar. Emeklerininkarşılığını alabilmeleri için bütün metal işçileri bir arayagelmek zorundadır. Bütün metal işçilerinin BirleşikMetal-İş’te birleşmelerini istiyoruz. Çünkü şu andaişçilerin hakkını savunan tek sendika Birleşik Metal-İş’tir. - Çimsetaş işçisi:Metal işçisi arkadaşların birlik

beraberlik içinde  olmalarını, haklarını aramalarınıistiyorum. Ona yapılmış, buna yapılmış dememeliler.Örneğin Türk Metal üyelerinin haklarını yedirmemeleri,sahip çıkmaları, sendikalarının ne yaptığını bilmelerini

istiyoruz. Çoğu kişi TİS dönemini bilmiyor. Birliktengüç doğar. Birimiz hepimiz, hepimiz birimiz için!

Kızıl Bayrak / Mersin

Kahrolsun ücretli kölelik düzeni! Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak * 25Sayı: 2010/32 * 13 Ağustos 2010

Birleşik Metal-İş üyesi Çimsetaş işçileriyle Metal TİS süreci üzerine konuştuk...

“Birimiz hepimiz, hepimiz birimiz için!”

Burjuvazi ile proletarya arasındaki savaştaproletaryanın örgütlü olduğu dönemlerde kazandığıher hak, örgütlü gücünün zayıflamasıyla burjuvazininsaldırısına maruz kalmıştır. Bu eşyanın tabiatı gereğiböyledir. Bu iki sınıf var olduğu sürece bu böyleolmaya devam edecektir. İşçi sınıfı hak arama mücadelesi için kitlesel olarak

alanlara döküldüğü dönemlerde ödediği bedellerinsayesinde iş kanununa az da olsa işçi sınıfı lehinemaddeler yazdırabilmişti burjuvaziye. 1475 sayılı işkanunu kısmen buna örnek verilebilir. Ancak Türkiyesınıf hareketi 2000 yılından sonra tarihinin en örgütsüzen dağınık ve güçsüz dönemini yaşamaktadır.Sermaye de bunu fırsat bilerek yürütücüsü olandönemin AKP hükümetine iş kanunu değiştirtmiştir.4857 sayılı iş kanunu getirilmiş, işçi sınıfının kâğıtüzerindeki hakları dahi ortadan kaldırılmış, işçi lehineçok az sayıda madde bırakılmıştır. Örgütsüzlüğümüzden ve dağınıklığımızdan

kaynaklı patronların gasp etmek için saldırdığıhaklarımızdan biri de yılbaşı ve 6. ay zamlarıdır.Yılbaşında asgari ücrete zam geldiğinden, 5-10 TLbile olsa zam olması çok meşru ve vazgeçilmez birhak gibi kabul edilmektedir. Sermaye bu nedenle buhakka dokunmamakta ama saldırıyı bir başka boyutataşımayı da ihmal etmemektedir. Bu da “bölgeselasgari ücret”tir. Patronların şimdiye kadar bu konudaen başarılı oldukları iş 6. ay zamlarının gaspıdır. İzmir,büyük şehirler içerisinde işçi sayısının çok fazlaolduğu ancak asgari ücretin neredeyse 20-30 TLfazlasıyla çalıştırıldığı bir şehirdir. Bu haliyle debizler, büyük şehrin ekonomisi küçük işçiler ordusunuoluşturuyoruz. İşin daha da kötü yanı bu durumun bizişçiler tarafından kanıksanmış olmasıdır. Asgariücretin insanca yaşama seviyesinden çok uzak olmasıher 6 ayda bir aldığımız zamları bizim için daha daönemli yapmaktadır. Ancak bu hak bugün içinfazlasıyla gaspedilmiştir ve işçi hafızasındançıkarılmaya çalışılmaktadır. Bu nedenle İzmir metalişçileri için Metal İşçileri Birliği’nin, metal grup topluiş sözleşmelerindeki taleplerinden biri olan “İnsancayaşamaya yeten ücret” talebi fazlasıyla önemli veanlamlıdır. İzmir’de Torbalı, Gaziemir Bölge, Çiğli OSB,

Kemalpaşa OSB, Pınarbaşı, ve Bakırçay havzası temelsanayi havzalarıdır, işçi yataklarıdır. Gaziemir serbestsömürü bölgesinde işverenler vergi yükünden kısmenkurtuldukları için bu farkı da işçilere verdiğinden,buradaki işçilerin maaşları asgari ücretten fazlaolmaktadır. Bakırçay havzasındaki demir-çelikfabrikalarında da asgari ücretten 30-40 TL daha fazlaalınabiliyor. Çiğli ve Kemalpaşa OSB’de ise asgariücret uygulanıyor. Torbalı’da köyden gelen işçi üfusubiraz daha fazla olduğundan burada asgari ücretinaltında maaş alan işçilerin oranı oldukça fazladır.Pınarbaşı’ndaki eski büyük fabrikalarında asgariücretten biraz fazla ödenmektedir.Ama İzmir’de işçisınıfı ezici bir çoğunlukla asgari ücreteçalıştırılmaktadır. Senede bir kez zam almakla 2 kez

zam almak arasında az da olsa fark vardır. Bu zam her6 ayda alınırsa işçiler uzun vadede ekonomik olarakbiraz daha rahatlayacaklardır. Aynı zamanda işçiler buhaklarını patronlara yedirmemiş olacaklardır. Tabii buzammın en önemli özelliklerinden biri de insancayaşama koşullarını kolaylaştıracak bir miktardaolmasıdır.   Benim çalıştığım sanayi bölgesinde de 6. ay

zamları unutturulmak istenmektedir. Yılbaşı zammıtek geçerli zam olarak gösterilmeye çalışılmaktadır. Oda asgari ücret düzeyindedir. Özellikle kriz dönemindeişçi sınıfı karşısında örgütsel ve psikolojiküstünlüklerini de kullanarak bu hakkın üstüne yattılar.Fabrikalardan buna yönelik tek bir ses çıkmadıneredeyse. Öyle ki ikramiyelerimizi ödemediler, 6. ayzammımızı vermediler ve niyetleri yılbaşında da zamvermemekti. Ancak krizi bahane edenlerin kârına kârkatışı, giden mal yüklü tırlardan gözlemleniyordu.Bütün bunlar işçilerin bireysel ve örgütsüzhomurtularına maruz kalınca herkese göstermelik 30TL zam yaptıklarını açıkladılar. Aradan geçen 6 ayboyunca yine kendiliğinden iş bırakma eylemi oluncafabrikanın tarihinde şimdiye kadar yapılmamış olan enyüksek zam yapıldı.  Bir hakkı koruyabilmek onu kazanmaktan daha

zordur. Çünkü bu hakkı kazanırken düşmanımızlakarşılaşır ve o an kozlarınızı paylaşırsınız. Amadüşmanınız yaşadığı sürece o hakkınızı korumak içinuyanık ve hazır olmak zorundasınızdır. Maalesefkaybedilmiş birçok hakkımız gösteriyor ki biz işçileryeterince uyanık ve hazır olmamışız. 6. ay zamlarınakarşı uzun zamandır bir saldırı var. Ancak buhakkımız yasal olarak ve fiiliyatta henüz tamamengasp edilmiş değil. Dertleri her ne kadar bu olsa da. Onedenle sahip çıkmak için geç kalmış sayılmayız. Buhak halen bizim. Ama bu hakkımızı da güvenceyealmamız gerekiyor. Bu da işçilerin birliğiylesağlanabilir. Mesela her 6. ayda bir zammın olduğusözleşmenin geçerli olduğu bir fabrikada çalışırsak,tabanın gücünü örgütlersek bu hakkımızı gaspettirmeyiz.Bugün patronlar yaşamımızı o kadar çok

cehenneme çevirmişler ki her zamankinden daha fazlainsan olmaya ihtiyacımız vardır. Patronlan bizi hemekonomik yönden çökertmekte ve bu sayede dekendine daha fazla bağlayarak düşkünleştirmektedir.Aynı zamanda daha fazla köleleştirmekte, bilincimizibenliğimizi yok etmekte, dumura uğratmaktadır.Ancak biz işçiyiz, biz insanız. Bugün herzamankinden daha fazla insan olmaya ve onurumuzukorumaya ihtiyacımız var. 6. ay zamlarımıza sahipçıkalım. Değil 6. ay zamları, patronlar bizden bir kibritçöpü bile isteseler onlara vermeyelim. Bütünhaksızlıkların karşısına dikilelim. İşimiz, onurumuz,geleceğimiz için insanca yaşam ve çalışma koşullarıiçin örgütlenelim ve hak arama mücadelesinibüyütelim.

İzmir’den bir metal işçisi

Ücretli kölelik kaderimiz değildir!

Page 26: Sİ Kızıl Bayrak 10-32

Pek çok ülkede sıcaklık mevsim normallerininüzerinde seyrederken, Hindistan, Çin, Pakistan gibiAsya ülkeleri ile bazı Avrupa ülkelerinde muazzamyıkımlara yol açan seller oldu. Özellikle Asyaülkelerinde binlerce kişinin ölümüne, milyonlarcainsanın yardıma muhtaç duruma düşmesine neden olansellerden zarar görenlerin sayısı ise, on milyonlarcakişiye ulaştı. Son olarak Pakistan’da etkili olan seller,ülkenin yoksul emekçileri için ağır bir yıkıma yol açtı.   Yüzlerce köyün sular altında kaldığı son 80 yılın en

şiddetli sellerinde, 1600’ü aşkın kişi hayatını kaybetti.Pakistan’ın hem güneyi hem de kuzeyinde etkili olansellerden etkilenenlerin toplam sayısı 14 milyonuaşarken, 4 milyon kişi de yiyecek yardımına muhtaçduruma düştü Her ülkede olduğu gibi, Pakistan’da da sellerde en

ağır bedeli ödeyen yoksul emekçiler oldu. Ülkedekikokuşmuş Amerikancı rejim, olası seller için herhangibir önlem almadığı gibi, feci bir durumda hayattakalma mücadelesi veren halka da gerekli yardımıulaştırmakta son derece ağır davranıyor. Bu akıl almazihmallerden dolayı halkta gerici rejime karşı büyük biröfkenin biriktiği bildiriliyor.  Ülke büyük bir “felaket”le boğuşurken,

Cumhurbaşkanı Asıf Ali Zerdari, Avrupa ziyaretinierteleme gereği bile duymamıştır. Milyonlarca insanınölüm/kalım savaşı vermesiyle ilgilenmeyen devletbaşkanı, emperyalist efendileriyle yapacağıgörüşmelere öncelik tanıdı. Ülkemizde olduğu gibi Pakistan’da, Çin’de,

Hindistan’da, Avrupa’da, ABD’de ve diğer ülkelerde,“doğal afetler” öncelikle emekçileri vuruyor.  Kapitalist sistemin baskı ve sömürüsüne maruz

kalan emekçiler, çoğu durumda istenirse önlenebilecek“doğal afetler”in de bedelini ödüyorlar.  Kapitalist/emperyalist sistemin efendileri, büyük

yıkımlar gerçekleştikten sonra sahneye çıkıp “yardım”ediyorlar. Dünyayı yağmalarken “doğal afetler”e dedavetiye çıkartan bu güçler, sembolik yardımlarlakendilerini temize çıkarma hesabı yapıyorlar. “Doğal afetler”in hem sıklığı hem de şiddetinde

görülen dramatik artış, “aşırı üretim/aşırı tüketim”döngüsünü esas alan kapitalist sistemin “anarşik”

yapısıyla dolaysız bağ içindedir. Azaltılmak bir yanagiderek arttırılan karbondioksit salınımının küreselısınmayı tetikleyip ekolojik dengeyi bozması, yenifelaketlere kapı aralamaktadır.Sömürü ve kölelik esasına dayalı olan kapitalist

sistem, sadece milyarlarca insanı işsizlik, yoksulluk vesefalete mahkum etmekle kalmıyor, çatışma vesavaşları da körükleyerek muazzam yıkım vekatliamlar da yaratıyor. Bunların yanı sıra doğalzenginlikleri de pervasızca yağmalayan bir sistem olankapitalizm, ekonomik/sosyal alanlarda olduğu kadar,ekolojik alanda da insan soyunu barbarlık içindeçöküşe doğru hızla sürüklüyor. Kapitalist/emperyalist sitemin egemenliği devam

ettikçe, ekonomik/sosyal sorunlara çözüm üretmekmümkün olmayacaktır. Tersine kapitalizmin küreselkrizi, milyarlarca insanı etkileyen bu sorunlarıngiderek derinleştiğini gözler önüne sermiştir. Gelinenyerde ekolojik dengenin bozulması açısından da aynıdurum geçerlidir. 

Enerji tüketimini kısıp atmosfere karbondioksitsalınımını azaltmak, küresel ısınmadaki artışıdurdurmak, ekolojik dengede olası altüst oluşlarıönlemek için, insan soyunun yaşam biçiminde köklüdeğişiklilerin şart olduğu konusunda kayda değer birtartışma kalmamıştır. Buna karşı, olası “felaketler”idurdurmak veya etkisini azaltmak için gerekli olanköklü önlemleri sermayenin vahşi egemenliği altındaalmak da mümkün değildir. Bu gidişata durdenemediği sürece, Pakistanlı emekçilerin maruzkaldığı yıkımların daha da ağırının dünyanın dört biryanında görülmesinin önüne geçmek söz konusu bileolmayacaktır.  Kapitalist/emperyalist sistem, insan soyunu birçok

açıdan barbarlık içinde çöküşe doğru hızla sürüklüyor.Yerküre üzerindeki yaşam alanlarının savunulup, insansoyunun barbarlık içinde çöküşten kurtulabilmesinintek yolu var; o da tüm kurumlarıyla birliktesermayenin vahşi egemenliğine bir an önce sonvermektir. 

Kapitalizm öldürür!26 * Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2010/32 * 13 Ağustos 2010

Faşist saldırılar Berlin’de protesto edildi

Almanya’nın başkenti Berlin’de, İnegöl ve Dörtyol’da Kürt halkına yönelik gerçekleştirilen linç girişimleriprotesto edildi. 7 Ağustos günü Berlin Demokratik Halk Meclisi tarafından örgütlenen yürüyüş Türkiyelilerin yoğun

olarak oturduğu Kreuzberg Oranien Platz’da başladı. Yaklaşık iki saat süren yürüyüşün sonunda miting alanıHermanplatz’a gelindi. Burada yapılan konuşmalarda ise Kürt halkına karşı büyük bir linç kampanyasınındevlet eliyle başlatıldığı, bu kampanyanın ise AKP ve MHP olmak üzere ülkücü-faşist çeteler aracılığıylahayata geçirildiği vurgulandı. Kürt halkına, açılım adı altında linçin reva görüldüğü belirtildi. Konuşmalarda ayrıca altı çizilen bir diğer konu ise, Türk ordusunun yıllardır savaşmasına rağmen gerilla

mücadelesini yenilgiye uğratamadığını, bu durumun neticesinde ise şiddetin ülkücü-faşist çeteler aracılığıylayapılan linç girişimleriyle sivil halka yönlendirildiği oldu. Devletin bu tutumu karşısında halkların kardeşliğinisavunmanın önemi vurgulandı. Tüm devrimci, ilerici güçlerin Kürt halkına karşı gerçekleştirilen linç girişimleri karşısında daha duyarlı ve

aktif bir tutum ve destek içerisinde olmaları gerektiği vurgulanarak eylem bitirildi. Yaklaşık 250 kişinin katıldığı yürüyüşe BİR-KAR da destek verirken “Kürt halkına dönük faşist

saldırganlığa karşı... İşçilerin birliği halkların kardeşliği şiarını yükseltelim!” başlıklı BİR-KAR bildirisinindağıtımı yapıldı. 

BİR-KAR / Berlin

Hindistan, Çin, Pakistan ve Avrupa’da “sel felaketleri…”

“Doğal afetler”in yıkıcı etkisinisınırlamanın yolu sistemi yıkmaktır!

Page 27: Sİ Kızıl Bayrak 10-32

Rize belediye başkanı Halil Bakırcı’nın Kürtkuma alınması önerisinin, her fırsatta kadınlara 3çocuk doğurmalarını tavsiye eden başbakan RecepTayyip Erdoğan’ın kadın örgütleriyle yapılan son“açılım” toplantısında kadın ile erkeğin eşitolmadığını söylemesinin tepki toplamasının ardındanşimdi de başbakan danışmanlarından Ali Yüksel’in 3eşli olduğu ortaya çıktı. Ali Yüksel’in kadrosu ‘başbakanlık danışmanı’

olarak gözüküyor ve fiilen Devlet Bakanı FarukÇelik’in diyanet işleri konusunda danışmanlığınıyapıyor. Eski Avrupa Milli Görüş Teşkilatı GenelBaşkanı Ali Yüksel aynı zamanda AKP GrupBaşkanvekili Suat Kılıç’ın da kayınpederi. Yani AKPiçinde “sağlam” bir yere sahip.Ali Yüksel’in “çok eşli” olduğunun ortaya çıkması

yeni değil. Gazeteci Fehmi Çalmuk’un 2004’teyazdığı ve çok eşliliğin konu edildiği ‘Merak edilenkızlar’ kitabında Ali Yüksel de geçiyor. Kitapta eskiAvrupa Milli Görüş Teşkilatı Genel Başkanı olan veAlmanya’da ‘şeyhülislam’ seçilen Ali Yüksel veüçüncü eşi Dilber Yüksel’le yapılan röportaj da yeralıyor. Eşini “beyaz atlı prens” olarak tanımlayanDilber Yüksel çok eşli yaşamın kurallarını dabenimsemiş gözüküyor. Öyle ki yapılan röportajdaeşinin adil olduğunu, her gün birine gittiğini, sıraatlamadığını vb. anlatıyor. Dilber Yüksel, çok eşliliğikabul etmesine rağmen Ali Yüksel’in dördüncüevliliğini nasıl karşılayacağı sorusuna ise“Evlenmesin dersem haksızlık yapmış olurum. Onunhakkıdır. Ama hanım olarak, onu seven biri olarakistemem. Çok kırılırım” yanıtını vermekten de geridurmuyor. Röportajda çok eşliliği “sünnet bir ibadet”olarak tanımlayan Ali Yüksel ise niyetinin dördekadar gitmek olduğunu ama onu da “Allah’ınbileceğini” belirtiyor.Ali Yüksel bu yıl, CHP Konya Milletvekili Atilla

Kart’ın soru önergesiyle yine gündeme geldi veBaşbakanlık’ta danışman olduğu ortaya çıktı. Oysa‘çok eşlilik’ 1929’dan beri Türkiye’de suç. Türk CezaKanunu’nun 230. maddesine göre, evli olmasınarağmen, başkasıyla evlenme işlemi yaptıran kişi altıaydan iki yıla kadar hapisle cezalandırılmasıgerekiyor. Ancak aleni bir suç var iken, Ali Yükselhakkında ne cezai bir işlem başlatılıyor ne deBaşbakanlık Danışmanı olarak geçen Yüksel’ingörevden alınması gündeme geliyor. 

Ali Yüksel bu gücü nereden alıyor?

AKP’nin hükümeti döneminde dinsel gericilikönemli bir güç haline geldi. Devletin kurumlarınınbüyük çoğunluğuna yerleşen bu gerici güçler,ekonomide olduğu kadar toplumsal hayatta da önemlimevziler kazandılar. Böylelikle toplumun dokusundada önemli değişiklikler yapma olanağı elde ettiklerikadar, kendi çizgilerini büyük bir pervasızlıkla ifadeetme ve hayata geçirme gücü bulabildiler. Ali Yüksel’in çokeşliliğinin bilinmesi ve halen de

Başbakanlık’ta görevini sürdürüyor olması bu açıdanşaşırtıcı değil. Zira bu devletin meclisinde de iki eşlioldukları bilinen AKP’li milletvekilleri, çok eşliliğisavunabilen ve halen partisinde ve belediyede yerinikoruyabilen bir belediye başkanı var. Dahası kadın veerkeğin eşit olmadığını alenen söyleyen bir Başbakanvar.  

Kendi yasalarını bile fiilen çiğneyenlerin, kadınıdeğersiz görenlerin, eşitsizliği meşru gösterenlerinkarşısında “toplumsal hayatın her alanında kadın ve

erkeğin eşitliğini” her zamankinden daha fazlasavunmak gerekmektedir. 

Toplumsal hayatın her alanında kadın-erkek eşitliğii! Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak * 27Sayı: 2010/32 * 13 Ağustos 2010

Sakine Aştiyani ölümü beklemeye devamediyor!

İran’da recm cezasına çarptırılan SakineAştiyani bir süredir uluslararası kamuoyunungündeminde. Aştiyani, eşinin ölümünün ardındaniki kez evlilik dışı ilişki yaşadığı iddiasıyla öncekırbaç cezasına çarptırıldı ve bu cezası infazedildi. Sonrasında, bu iki erkekten birininkocasının ölümüyle alakalı olduğu başka birmahkeme tarafından iddia edildi. ArdındanAştiyani hem cinayet, hem de zina suçlamasıylaölüm cezasına çarptırıldı. Önce recm (taşlayaraköldürme) cezası verilmesine rağmen kamuoyununtepkisi sonucu cezası asılma biçimindeki idamaçevrildi. Geçtiğimiz günlerde gizlice İngiliz The

Guardian gazetesine açıklamada bulunanAştiyani, İran hükümetinin kamuoyunuoyalayarak kendisini gizlice idam etmeyiplanladığını söyledi.  İdama mahkum edilme süreci ile ilgili de şu açıklamalarda bulundu: “Zina davasında suçlu bulundum,

cinayet davasından beraat ettim. Kocamı öldüren adamsa, teşhis edildikten sonra hapse mahkum edildi amaidam cezasına çarptırılmadı.(…)

Çünkü ben bir kadınım. Çünkü bu ülkede kadınlara her şeyi yapabileceklerini düşünüyorlar. Onlara görezina, cinayetten çok daha büyük bir suç. Tabii her zina suç sayılmıyor; zina yapan bir adam hapse bileatılmayabilir ancak bir kadın için bu suç, dünyanın sonu demektir. Çünkü ben, kadınların kocalarındanboşanma hakkının olmadığı, kadınların temel haklarından yoksun olduğu bir ülkede yaşıyorum.”Aştiyani’nin recm cezası, ailesi ve avukatlarının çabaları sonucu uluslararası kamuoyunun gündemine

girdi. Kuşkusuz kimi batılı güçler ve medya organları, Aştiyani’nin durumunu nükleer kriz yaşanan İran’ı veyönetimini bir kez daha teşhir edebilmek için ve bu nükleer çatışmanın bir aracı olarak kullanıyorlar. Ancak ilerici kesimlerin, insan hakları örgütlerinin bu çıkar çatışmalarının dışında çok temel bir talebi var.

Sakine Aştiyani şahsında kadınların eşitliği ve özgürlüğü! 

Eğitim Sen “kız-erkek ayrı okusun” önerisinideğerlendirdi

Milli Eğitim Şurası Bölge Ege Çalıştayı’na İzmir İl Milli Eğitim Müdürlüğü tarafından sunulan “kız-erkekokullarının ayrılması” önerisi üzerine Eğitim Sen bir açıklama gerçekleştirdi. Bu önerinin eğitimde muhafazakârlaşmanın yeni bir adımı olduğunu söyleyen Eğitim Sen, söz konusu

önerinin eğitim sisteminin geleceğine ilişkin önemli kararların alınacağı 18. Milli Eğitim Şurası kapsamındagerçekleştirilen Ege Bölge Çalıştayı’nda gündeme getirildiğini hatırlattı. İzmir İl Milli Eğitim Müdürlüğü’nünçalıştaya sunduğu raporda, ortaöğretime erişim ve devamın sağlanmasında bölgesel, kültürel ve gelenekselnedenlerden dolayı sıkıntı yaşandığını belirterek bu sıkıntının ortadan kaldırılması için kız ve erkekokullarının belirli bölgelerde ayrı ayrı kurulması önerisini sunduğu ifade edildi. “Kız ve erkek okullarının ayrılması konusu, zaman zaman okullarda artan cinsel istismar olaylarına karşı

önlem olarak dile getirilmektedir. Gerek İzmir İl Milli Eğitim Müdürlüğü’nün dile getirdiği ‘kente göçlegelenlerin kültürlerinden kaynaklı engeller’ gerekçesi gerekse de okullarda artan şiddet ile cinsel istismarolaylarının azaltılması gerekçesi, kız ve erkek okullarının ayrılması önerisin haklı çıkarmaya yetmemektedir.”denilen açıklamada her şeyden önce “kültürel nedenlerden dolayı kız çocuklarının karma okullaragönderilmediği” iddiasının, somut verilerle desteklenmediği sürece kente göçle gelenlerinötekileştirilmesinden ve damgalanmalarına hizmet etmekten başka anlam taşımayacağı belirtildi. Mevcut iktidar döneminde milli eğitim bürokrasindeki kadrolaşmanın ve bu kadrolaşmaya hâkim olan

dünya görüşünün bu önerinin getirilmesinde etkili olduğu ifade edilirken 18. Milli Eğitim Şurası için çağrılankatılımcıların arasında Eğitim Sen temsilcisinin bulunmamasının bir tesadüf olmadığı ifade edildi. 

Halil Bakırcı’dan sonra bir AKP klasiği daha…

Başbakan’a üç eşli danışman!

Page 28: Sİ Kızıl Bayrak 10-32

Bazı arkadaşlar, Kürdistan’da siyasetle ilgili birçokçevre ve kişi, AKP’nin Meclis’ten geçirip referandumasunduğu Anayasa değişiklikleri paketinin Kürtlerinlehine olduğunu, bu nedenle Kürtlerin oylarını “evet”yönünde kullanmaları gerektiğini yazmakta vesöylemektedirler. Kuşkusuz, yapılan değişliklerin, var olan Anayasa

maddelerine göre belli “ileri” yönler taşıdıklarısöylenebilir. Ancak bununla birlikte burada üzerindedurulması gereken bazı noktalar var. 

Birincisi şu: Bu paketin özündeki temel neden,demokratikleşme, 12 Eylül ile hesaplaşma ve baştaKürtler olmak üzere bu düzen tarafından ezilen“kesimleri” belli ölçülerde “rahatlatma” düşüncesi veamacı değildir; bu, çok açıktır. Bir hafta önceki yazıdavurguladığımız gibi, AKP “iktidar yürüyüşünde” önünüve yolunu düzlemek, önündeki engelleri “temizlemek”istiyor. Bu, onun temel hareket noktasıdır!

İkincisi; bunu yaparken Kürtlerin varlığını tanıyan,belli ölçülerde haklarını teslim eden politik birprograma sahip mi? Sahipse ne kadar? Bunun somutişaretleri nelerdir? “Açılım” laflarının havada uçuştuğu dönemde,

iktidar kavgasını, belli bir “politik programla” birliktegötürüyor izlenimini veriyordu. Ancak “HaburVakası”ndan sonra bu izleniminin altının boş olduğuortaya çıktı. Özel savaştan, inkâr ve imha programındanbaşka bir programının olmadığı da öyle... Bir kez dahaşunu gördüler ki, iktidar savaşında “açılım”, “yeni birulus tanımı” gibi yaklaşımlar, son derece “tehlikeli”silahlardır, sahibinin elinde patlamaya hazır birerbomba niteliğindedir. Dolayısıyla hızla özel savaşsöylem ve silahlarını yeniden kuşandılar ve bu konudahiç kimseden geri olmadıklarını kanıtladırlar. “Açılım”edebiyatını sürdürmeleri durumunda iktidar savaşınıyürütmek bir yana, tam bir çözülmeyiyaşayabileceklerinin işaretlerini aldılar. Hem de kendiiçlerinde. Bilindiği gibi AKP, önemli bir MHP kökenlikadro ve tabana dayanmaktadır. Bir bu, bir de tüm ırkçı,şoven ve özel savaşçı güçlerin topyekûn saldırılarıaltında kalabilirdi. Daha da önemlisi ve belirleyici olanıise, AKP’nin TC’yi “reforme etme” programına veniyetine gerçekten sahip olmamasıdır!Eğer öyle olsaydı bir referandumu göze alacak kadar

önem verdiği Anayasa paketi içinde Kürtler açısındankimi kırıntılara yer verir ve BDP’nin desteğini almakiçin belli bir çaba içinde olurdu. Ama bunların hiçbiriolmadı. Bu, rastlantı değil, çok bilinçli ve hesaplı biryaklaşımdı. Özellikle Kürt sorunu konusunda hiçbirkırıntıya yer vermediler. Bunun oluşan politik vepsikolojik ortamda kendisine puan kaybettireceğini,iktidar savaşında “karşı cephenin” elinigüçlendireceğini düşünüyorlardı. Kürdistan sorunukonusunda bu kadar samimiyetsiz ve özel savaşçılıkkonusunda “diğerleri” ile yarışan bir parti ve hükümetiniktidar oyunlarında Kürtlerin payanda olmasını istemek,bunun da kendilerinin lehine olacağını söylemek, enyumuşak ifadeyle, ayrıntılara takılıp esası görmemekdemektir! Bu Anayasa değişikliklerinin hangi maddesi

Kürtlerin, emekçilerin yararınadır? Değişiklik öncesimaddeler de kuşkusuz Kürtlerin ve emekçilerin lehinedeğildiler. Ancak burada veba ile kanser arasında tercihyapmak zorunda mıyız? Kaldı ki, bu tercih zemini“bize” ait değil, “atlar ile fillerin tepiştiği” bir zemin… “Evet” demezsen, “statükodan yana” bir tavır

takınmış olursun ya da “ergenekon yanlısı” bir tutum

almış olursun gibi ucuz yakıştırmalar da yapılıyor.Hemen vurgulamalıyız ki, bu tür damgalayıcıtanımlamalar, her şeyden önce “demokratik” değildir.Özgür tartışma zeminini ortadan kaldıranyaklaşımlardır. Tekçi, despotik ve kendi“doğrularından” başka doğru tanımayan susturucu vedemagojik yaklaşımlardır. Öncelikle despotik politikave politik kültürden çok çekmiş ve çekmeye devan edenKürtlerin, Kürt aydın ve siyasetçilerin bu türyaklaşımlardan son derece uzak durması, hatta bunakarşı etkin bir tutum geliştirmesi gerekmektedir.Yeniden referanduma sunulan Anayasa değişiklikleri

paketine dönecek olursak, şunları eklememiz gerekir.Bu paket 12 Eylül ile bir hesaplaşma paketi değildir.Anayasanın geçici 15. maddesi kaldırılıyor; evet amabunun gerçekte pratik bir anlamı var mı? Elbette bumaddenin kaldırılmış olması çok iyidir ama pratik vehukuksal sonuçlar doğurmaktan uzaktır. Bu, hukuksalbir yargılama sürecini açmayacaktır. “Zaman aşımı”kuralı geçerli olduğu için böyle bir yargılanma süreciolmayacaktır. AKP, gerçekte samimi olsaydı, CHP’ninsunduğu 12 Eylül süreci için zaman aşımı kuralınıişlemez kılabilir, tek bir cümlelik ekle bunusağlayabilirdi. Ancak AKP bunu reddetti, 12 Eylül’ünsorumlularından hukuksal olarak hesap sormaolasılığının önüne geçti. Pratik ve hukuksal hesaplaşmaolanağı olmamakla birlikte bu maddenin kalkmışolmasının psikolojik ve politik anlamları vardır.Türkiye’de de darbecilerin yargılanabileceğidüşüncesinin gelişmesi önemlidir, olası darbecilerüzerinde psikolojik ve politik baskı yapabilecek biranlama sahiptir!12 Eylül ile hesaplaşmak, kuşkusuz, 12 Eylül’ün

politik ve hukuksal zemininin dışında ve karşısında birkonumda olmakla mümkündür! Bu hükümet ve düzenpartileri, 12 Eylül Anayasası, onun yarattığı kurumlar,temel yasalar üzerinde varlık buluyor ve o zeminüzerinde siyaset yapıyorlar. Neden partiler ve seçimyasalarına dokunma gereğini duymuyorlar? Nedenhemen hemen her çevre tarafından yüksek bulunanseçim barajı indirilmiyor veya tümden ortadan

kaldırılmıyor? Bu sorunun iki temel nedeni var: Bir: Kürtlerin politik bir güç olarak meclislerinde

temsil edilme şansını işin başından önlemeyiamaçlıyorlar.

İki:Yüksek seçim barajı, en yüksek oyu alan partiyealdığı oyların çok üzerinde milletvekili seçilmesiniolanaklı hale getiriyor. Örneğin, üçte birlik bir oy oranıile üçte iki oranında sandalye sahibi olmak olanaklı halegeliyor. Bugün AKP bu kadar sandalye sahibi ise bundayüksek seçim barajının etkisi çok büyüktür. Dolayısıyla bu tür konularda 12 Eylül ile

hesaplaşma gereğini duymuyorlar. Peki, bu paketiniçinde bunun gibi temel konularda neden tek bir imadadahi bulunulmuyor?Nedense karşılaştırma yapılırken hep en geri nokta

ve ölçüler esas alınıyor; olması gereken nokta ve ölçülerdeğil. Anılan pakete yaklaşım da böyle… Daha daönemlisi işin özü, paketin arkasındaki temel dürtülergözlerden kaçırtılıyor. Öyle olunca “şu şu maddedeğişikliği kötü mü” gibi sorular soruluyor ve “biz”ikna edilmeye çalışılıyoruz. Bugün meydanlarda ve medyada sergilenen bayağı

burjuva ve bu düzen siyasetçiliğini, hiçbir ahlakiölçüyle bağdaşmayan samimiyetsizlikleri teşhiretmeden, gerçekleri bütün çıplaklığı ile açıklamadantutarlı bir konumda kalmak, devrimci yurtsever biryürüyüşün sahibi olmak mümkün mü?Biz, üzerimizde süren egemenlik savaşının

payandası olmayı reddediyoruz. Biz, onun veya bunundeğil, kendi zeminimizde ve kendi bağımsızduruşumuzla politika yapmak durumundayız. Gelecekve özgürlük ancak bu yaklaşımla kazanılabilir. Bugünekadar kaybedişimizin en temel nedeni, “kendimize” aitstratejik bir “duruşumuzun” olmamasıdır! Yüksekpolitika yaptığını iddia edenlerin  en yüksek hedef olarak“Demokratik Özerklik” koymaları, bu stratejik duruşyoksunluğunun en somut göstergesi değilse nedir?Referandum ve “Demokratik Özerklik” konusunu

bir sonraki yazımızda değerlendirmeye çalışacağız… 

10 Ağustos 2010

Referandum ve Kürtler...28 * Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2010/32 * 13 Ağustos 2010

Referandum ve KürtlerM. Can Yüce

Page 29: Sİ Kızıl Bayrak 10-32

Mamak 7. Kültür Sanat Festivali 6-7-8 Ağustostarihlerinde gerçekleştirildi. 

1. gün: 3 bin emekçi yan yana geldiSermaye devleti festivali, bu yıl da engellemeye

çalıştı. Ancak her türlü baskıya ve engelleme çabasınarağmen Mamaklı emekçiler “gündüzlerindesömürülmeyen gecelerinde aç yatılmayan bir dünya”mücadelesinin etrafında halaylarla, türkülerle yan yanageldi. Mamak Belediyesi, park alanındaki elektriği

keserek festivalin yapılmasına engel olmaya çalıştı.Farklı yerlerden alınan elektrik ise, ses düzeninin veelektrik tesisatını ihtiyacını karşılamadı. Jeneratördeyaşanılan teknik sorunlar ve etkinliğin ilk saatlerindebaşlayan sağanak yağmurdan kaynaklı açılış etkinliği1,5 saat gecikmeyle başladı. Açılış konuşmanın ardından sahneye Gökhan Kılıç

çıktı. Programın gecikmeli başlamasından kaynaklıMustafa Özarslan etkinlikte yer alamadı. Mamak İşçi Kültür Evi adına yapılan konuşmada

geleceksizliğe ve güvencesizliğe karşı örgütlenme vemücadele çağrısı yapılırken Mamak İşçi Kültün Evi’nisahiplenmenin önemi vurgulandı. Konuşmanın ardından oynanan Ve Sanat Tiyatro

Atölyesi’nin oyunu ilgi ile izlendi. Ardından UmutYurdusar ve Yeter Sarıateş türküler, devrimci marşlarve halaylarla sahneye çıktı.

BDSP’den boykot çağrısı

Festivalde BDSP adına sermaye düzenininreferandum oyununa karşı devrimci sınıf mücadelesiniyükseltme çağrısının yapıldığı bir konuşmagerçekleştirildi. İşçi ve emekçilerin karşısına çıkartılan“evet”in de “hayır”ın da aynı safta yer aldığının ifadeedildiği konuşmada, sermaye devletinin anayasareferandumu aldatmacasına karşı devrimci sınıfmücadelesinin yükseltilmesi gerektiği vurgulandı. BDSP konuşmasını Sincan İşçi Derneği Müzik

Atölyesi’nin çalışmaları izledi. Mamak İşçi Kültür EviMüzik Topluluğu’nun devrimci ezgileri ile söylenentürküler ve çekilen halaylardan oluşan programı da ilgiile dinlendi. 

2. gün: Referandum oyunutartışıldıFestivalin 2. gün programı çocuklarla yapılan

resim atölyesi ile başladı. Ve Sanat topluluğununyönlendirilmesi ile çalışmaya 20 çocuk katıldı. 

Devrimci Liseliler Birliği “Gençlik geleceğinitartışıyor” şiarlı bir söyleşi gerçekleştirdi. Söyleşidegençliğe dayatılan geleceksizlik, meslek liselerindestaj sömürüsü, okullardaki polis baskısı ve paralıeğitim uygulamaları tartışıldı.Etkinliğin devamında Mamak İşçi Kültür Evi’nin

çocuklardan oluşan bağlama grubunun dinletisi, VeSanat Tiyatro Topluluğu’nun sergilediği oyun, ErsinPerçin Şelpe deyişleri yer alırken müzisyen Taylan daMamak İşçi Kültür Evi Müzik Topluluğu ile birliktesahneye çıktı.

Mamak İşçi Kültür Evi adına yapılankonuşmalarda aile hekimliği uygulaması üzerindensağlık hakkının gaspı ve ticarileştirilmesi ele alınırkensermaye iktidarın, işçi sınıfı ve emekçilerinörgütlenmesine karşı arttırdığı baskı ve zordanbahsedildi. Ağır çalışma koşullarından meslek hastalığına

yakalan Bu-Se Metal işçisiYunus Dönmez’inkonuşması alanda büyük bir etki yarattı. BDSP konuşmasında ise kapitalist sömürünün

işçilerin yaşamını tehdit edecek boyutlara ulaşmasınınYunus Dönmez örneğinden daha iyi anlaşıldığıvurgulanarak, işçi sınıfının ve emekçilerinörgütsüzlüğünün sonucunda sorunlarımızın daha daarttığı belirtildi. BDSP’nin referandum oyununa kaşıboykot tutumunu anlatan konuşma “Yaşasın devrim vesosyalizm!” sloganıyla son buldu. Referandum oyununa karşı boykot tutumu

festivalde en çok konuşulan ve emekçilerle tartışılangündem oldu. Oldukça sert ancak anlamlı tartışmalarladüzenin işçi ve emekçilerin bilincinde yarattığıyanılsama ve tahribatı kırma hedefiyle hareket edildi. 

3.gün etkinliği 3. gün etkinliği sabah yapılan kahvaltı ile başladı.Kahvaltı bittikten sonra festival alanı ve standlar

düzenlenmeye başlandı. Festival çocuklarla birlikteyapılan resimlerle birlikte başladı. Barış Çetin’intürküleriyle etkinlik programı devam etti. BarışÇetin’in Türkçe ve Kürtçe türküleri eşliğinde çekilenhalayların ardından Ve Sanat Tiyatro Atölyesi’ninhazırladığı oyunlar emekçiler tarafından ilgiyleizlendi. Program Mamak İşçi Kültür Evi ŞiirTopluluğu’nun şiir dinletisi, Deniz Arslanbaş’ıntürküleri, Mamak İşçi Kültür Evi HalkoyunuAtölyesi, Mamak İşçi Kültür Evi Müzik Topluluğudevrim şehitleri anması ile devam etti. Festival programına gündemlerinin yoğunluğundan

kaynaklı gelemeyen ÇEL-MER işçileri ve Tersaneİşçileri Birliği Derneği’nin yolladığı mesajlaremekçilerle paylaşıldı. Mesajlar emekçiler tarafındandikkatle dinlenirken güçlü bir alkışla karşılandı.İzmir’den Çiğli İşçi Kültür Sanat Evi çalışanlarının vePartizan’ın mesajları da program içerisinde okundu. 

BDSP adına yapılan konuşmada ÇEL-MERdirenişi selamlanırken, referandum gündemi de elealındı. Referandum gündemi festivalin son günündede, gün boyu işçi ve emekçilerle sıklıkla tartışıldı. Festivalin 1. gününde 3 bin emekçi etkinliklere

katılırken 2. gün ve 3. günlerinde yaklaşık biner kişilikbir katılım oldu. Devrimci Proletarya ve Partizan festivalin son

gününde stant açarken, festival boyunca BDSP’nin“Düzen içi dalaşmayı boykot ediyoruz!” şiarlıreferandum bildirisi ve Kızıl Bayrak gazetesiemekçilere ulaştırıldı. 

Baskılara rağmen...

Sonuç olarak Ankara Valiliği tarafından yasaklananve sermaye devleti tarafından baskı ve zorlaengellenmeye çalışılan Mamak Kültür Sanat Festivali,Mamaklı emekçilerden aldığı güçle başarıylagerçekleşmiş oldu. Bu başarı kendini, Mamak İşçiKültür Evi’nin 1 yıl boyunca karşı karşıya kaldığısaldırılara karşı Mamaklı emekçilerin güçlü bir şekildeİşçi Kültür Evi’ne sahip çıkmaları ile gösterdi. .

Kızıl Bayrak / Ankara

Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak * 29Sayı: 2010/32 * 13 Ağustos 2010

Mamak 7. Kültür Sanat Festivali gerçekleştirildi...

“Geleceksizliğe ve güvencesizliğe karşıörgütlü mücadeleye!”

Mamak 7. Kültür Sanat Festivali gerçekleştirildi...

Mamak'ta aile hekimliğine karşı eylem

Aile hekimliği uygulamasını protesto etmek için 9 Ağustos günü Mamak İşçi Kültür Evi bir basınaçıklaması gerçekleştirdi. Veli Gündüz Şahin Sağlık Ocağı önünde gerçekleştirilen eylemde “Aile hekimliğiuygulamasına son, herkese parasız sağlık hakkı” ozaliti açıldı. Kolluk kuvvetlerinin ablukası altındagerçekleştirilen basın açıklamasında aile hekimliği uygulamasının sağlıktaki ticari dönüşümün sonadımlarından biri olduğu vurgulandı. “Birinci basamak sağlık hizmetleri toplum sağlığını koruma amacından uzaklaşarak bireye yönelik ve

tedavi edici sağlık hizmetine dönüştürülmektedir. Çocuklarımız hasta olmadan, hastalıkları sağlık ocağındanyardım alarak önleyebilmekteydik. Artık çocuğumuz ,annemiz hastalanmadan ‘hekimimize’ gidemeyeceğiz…Koruyucu sağlık hizmeti böylece tamamen ortadan kaldırılmış oluyor.” denilen açıklamada, sağlık hakkınıngaspedilmesinin ve ticaretin konusu yapılmasının ölüm demek olduğu söylendi. Sağlık ve sosyal haklar için mücadele edilmesinin gerektiğinin altı çizilirken herkese parasız, eşit, nitelikli,

ulaşılabilir sağlık hizmeti çağrısıyla basın açıklaması son buldu. Kızıl Bayrak/ Ankara

Page 30: Sİ Kızıl Bayrak 10-32

Bir kuşun kanatlarında özlüyor insan özgürlüğü.Fabrikanın kapıları kapanıyor bir cehennem sıcağınadaha...Bazen düşen terimi hesaplamaya çalışıyorum. Bir

masurun üstüne, bazen bir bobinin, bazense bir fitilinüstüne düşüyor. Gün geçtikçe damlalıktan çıkıyor ter.Bozuk bir musluğun sürekli akışı ve

aralıksızlığıyla değiyor. Elimi değdirdiğim, ürettiğimher şeyin üzerinde buharlaşıyor zaman.Gün geçtikçe artan sömürü ve benim, bizlerin

sessizliğinden doğan güçleriyle. Üç kişinin işiniyaptığım günden beri bir makinenin ayarlı herhangibir yeri gibiyim. Üretimin durmaması için uygulanansistem vücudumuzun dengesini değiştiriyor.Benden istenen daha fazla iş üretmem ve söylenen

sayıyı yerine getirmem. Bedenime uyguladığım sıkıyönetimli terbiye

sadece ve sadece artı değerin çoğalmasını sağlıyor.Tuvalete gidemiyor, su içemiyorum. Zaten 20 dakikaolandan 5-10 dakika feda ediliyor. İnsanlık dışı biruygulamanın yaşandığı, insan olmayı unutmuş boğaztokluğuna çalışan, çoğunluğunu kadın işçilerinoluşturduğu, sömürünün gün geçtikçe katmerleştirdiğibir iplik fabrikası.Elbette ki bu sömürü düzeni devam ettikçe hiçbir

zaman ürettiğimizin karşılığını tam olarakalamayacağız. Pamuğun ham halinin ipliğe dönüşmesi gibi,

çalışanlar üzerinde de büyük bir değişikliğin sebebinioluşturuyor. Çalışma koşulları vücudunu artık birmakinanın parçası gibi hareket etttiriyor. Bel, boyunfıtığı, yürüyüş bozukluğu ve varis de beraberindegeliyor. Tozun fazla olmasından kaynaklı faranjit,astım; sıcaklığın fazla olması nedeni ile de nefesdaralması, pişik ve alerji…Bir diğeri de psikolojik baskıdır. Rekabet

duygusunun farkında olmadan içimizde yeşermesi,içsel olarak iliklerimizde bunun acısını hissetmemiz,yapılan işte verimin devamlı daha fazlasının istenmesive iş yükünün her gün arttırılmaya çalışılmasıyüzünden, kişinin kendini işe yaramayan biri, yetersizve yeteneksiz hissetmesine neden olur.İşçiye işçi arkadaşlarını açıktan satmalarını

emretmeleri, işçinin karşısında uzunca bir süregözlerini ayırmadan dikilerek taciz etmeleri, kadınolmaktan kaynaklı cinsel ve alt kimliğinden dolayıhakaret ve aşağılanmalar... Bir hiçlik kuyusuna terketmek kadar rezil ve korkunçtur.Fakat bu sömürü karşısında ücretler hiçbir zaman

artmaz. Yemek 20 dakika fazla olmaz. Kimse sana“Yoruldun mu?” diye sormaz.Daha fazla! İşte kapitalizm tüm gerçekliğiyle

karşımızda duruyor.İplik fabrikalarına 12, 13, 14 yaşlarında

başlayanlarımız vardır. Kesintisiz, tatilsiz, yıllarcagece gündüz çalışırız. Pamuğun ekilmesi, toplanmasıve fabrikaya getirilmesi, fabrikanın karamakinalarında insanlar eliyle işlenişi durmayançarkları kimi zaman parmağımızı, kolumuzu,saçlarımızı götürür.İlk önce bir pamuk, sonra kalın bir şerit, bir diğeri

orta, biri daha ince iplik... Artık gönderebilirizdokumaya…Diyorum ki iplik bir baş, daha buradan başlıyor.

Parmaklarımda ince ince nasırlar ellerimde veayaklarımızda...Çoğu zaman 8 saat, çoğu zaman 16 saat, 8 saat ara

ile yine iş başı yapılır. Vücut yorgun, eller ayaklarşişmiş ve gözler fazla ışık görmekten sarımtıraktır. Enesmeri gelse güneşsizlikten bembeyaz. Umudumuz açkalmamaktır. Ona buna boyun eğmemek, el amandememektir. İşçiliğimizi unutmuş, yabancılaşmışinsanlardan, aileden, sevdiklerden soyutlanmış bir işmasalı. Helal olması çok çok önemli ne de olsa...Helalinden çalışmış didinmiş patron, bir iş yeri açmış,emeğine saygı duymak gerekir.Sabahın 5-6’sında işyerini denetlemeye gelir. İşine

gelmediğinde söver söver… Kimimiz ağlar içten birferyatla.. Evli kadınlarımız “Ah ah mecburkalmasam.” bekarlarımız “Evlenip de kurtulsak” deriz.Her haliyle bir cehennemdir yaşadığımız. Kimimiz

arkalarında ağlayan çocuklarının göz yaşları ilegelirler. Mecburiyetin kara bir masal oluşu işte buyüzdendir.Fabrikanın tüm bölümleri de kolektif bir ürünün

doğuşuna işaret eder. Tarak cere, cer fitile, fitil ringering bobine bağlıdır. En ufak bir arızanın, makinadandoğan bir arızanın bile işçinin sırtına yüklenmesiişçinin aylığından kesilmesi olasıdır. İşin ehli insanlar,makinalar zarar görmesin diye korumasız çalışarakkalemlere, iğlere, bobinlere canlarını verir.Her bölümün bir şefi ve genelin bir amiri

mevcuttur. Şefin azarı kesin katmerli olan amirinazarını da getirir. Cevap vermen bir ihtar sebebi,susmansa sömürünün dallanıp budaklanıp kaya gibiüstüne düşmesidir.Sıcaktan bayılanlar olsa da bu onların suçudur.

Yüzüne bir iki bardak su, burnuna kolanya, sigaradumanı, yanağına iki tokat 10 dk mola yeter. İşbaşı!İzin almadan işe gel(e)memek üç günlük yorucu iş

gününün parasını unutmak demektir. Telefonla ya dabaşka bir bildirimle haber vermek yasaktır. Senelikizinler üretime bağlıdır. Çünkü sen de bir makinesindirve senede üç dört sefer makinaların randımanı artsındiye makinalar kapatılır ve bakımı yapılır. Eksiğigediği düzeltilir. Gayet nazik ve meşakkatli bir iştir.Ama bir işçi makinanın ötesinde bir makinayabüründüğü için yıllarca izin kullanmasa da olur.Gerçek olan ise her zaman işçinin birden fazla yedeğivardır. Bir makineci makinenin her şeyindensorumludur. Kolunu kaptırır ama üretim sayısındanödün vermez.

Fabrikamızın bir bölümünde dokuma makinalarıbulunmaktadır. Dokumadan çıkan genelde çarşaf veperdedir. Boyanıp kullanışlı hale geldikten sonraişçinin alamayacağı bir fiyattan satılır.Yemeğe her bölüm ayrı ayrı çıkar ve yanındaki işçi

arkadaşı makinasına bakmak zorundadır. Yani yemekmi bizi yer biz mi yemeği bihaberizdir. Düşününyemek molamız 20 dk. ve çoğu zaman bunu bilekullanamıyoruz. Varsayalım kulandık, el yüz yıkamak,ihtiyaç gidermek 10 dk. yani biz çoğu zaman değil herzaman aç biaç çalışıyoruz ve yemek saati ayrı bir stresgetiriyor. Çünkü o zaman 6 kişinin işini birdenyapıyoruz. Işık yanmamalı, ipler kopmamalı, kovası,bobini dolu olmalı bir insanın tam iyilik hali gibidüşünebiliriz. Erkeklerin küçük bir kısmı vardiyada çalışır, geneli

tek vardiyada çalışır. Fakat kadınlar üç vardiyanıntozunu yutar durur. Mesai sirkülasyonu da elbette dahaçoktur. Erkekle aynı işi yapan kadın genelde daha azücrete tabi tutulur.Genelde işçiler makişnalaştığı için politik yanları

ve bilinçleri gelişemez. Hiçbir toplumsal olayınfarkında olmadan kısır bir kısır döngü yaşarlar.İşçilerin birlikteliği kolay olmadığı gibi işçiler arasıdayanışma da çoğunlukla gerçekleşemez. Artık işçilerde birbirlerine bir makinenin ötesindebakamamaktadır. Rekabet ise bunun temelinioluşturmaktadır. Alt kimliğin hemen devreye girmesinisağlar. Yörelere, şehirlere, Alevi, Sünni, Türk, Kürtdiye gruplaşmalar canlanmaya başlar. Kapitalistsistemin yarattığı yoz kültür fabrikaları da elegeçirmiş, kadın erkek cinsinin ve yine erkekegemenliğinin bir dışa vurumu olmuştur.Birçok işyerinde eminim ki iyi ya da kötü bu

koşullar dayatılıyordur. Önümüzde korkunç bir tablovar. Evet, bir çırpıda sular durulmaz. Fakat taşı delensuyun sertliği değil, sürekliliğidir. Bizler ezilen sınıfınüyeleriyiz. İnsan olarak daha anlamlı, daha sağlıklıyaşayabilmek bizlerin nasırlı ellerindedir. Daha fazlabilinçlenip sınıf kinimizi bileyerek bu gidişe durdemeli ve varlığımızı ortaya koymalıyız. Biz biliyoruzki, biz üretenler olmazsak kapitalistler bir hiçtir. Amaonlar olmadan bizler yaşayabiliriz. Daha güzelgünlerin ufkunda sömürüsüz bir yaşam dileği ile...  

Buca’dan bir tekstil işçisi

Sömürüsüz bir yaşam için...30 * Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2010/32 * 13 Ağustos 2010

Sömürüsüz bir yaşam için...

Page 31: Sİ Kızıl Bayrak 10-32

Av. Taylan Tanayyargılanıyor19 Aralık 2000 Cezaevi Katliamı’nın sorumlularını

bir bir aklayan sermaye devleti, katliamın aktörleriningerçek yüzlerini teşhir edenleri ve eleştirenleri iseyargılıyor. 19 Aralık Katliamı sırasında Ceza ve Tevkifevleri

Genel Müdürü olan ve operasyon sonrasında kendisine“başarıları” nedeniyle devlet üstün hizmet madalyasıverilen Ali Suat Ertosun’un şikayetiyle ÇağdaşHukukçular Derneği (ÇHD) İstanbul Şube BaşkanıTaylan Tanay ve bianet sitesi koordinatörü ErtuğrulKürkçü hakkında tazminat davası açıldı. Ankara 25. Asliye Hukuk Mahkemesi, Hakimler ve

Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) üyesi ve eski Ceza veTevkif evleri Genel Müdürü Ertosun’un şikayetiyle Av.Taylan Tanay’ın 31 Temmuz 2009 tarihinde bianet’teçıkan “Ali Suat Ertosun’un Yeri HSYK Koltuğu DeğilSanık Sandalyesidir” başlıklı yazısı nedeniyle Tanay veKürkçü’yü 15 bin TL tazminat istemiyle yargılayacak. Kişilik haklarına saldırıda bulunulduğunu iddia eden

ve tazminat talebinde bulunan Ertosun’un şikayetiyleaçılan davanın ilk duruşması 2 Kasım 2010 tarihindegörülecek. Daha önce Ali Suat Ertosun tarafından açılan davada

ÇHD Genel Başkanı Selçuk Kozağaçlı, manevitazminat ve hakaret ile yargılanmıştı. Kozağaçlıhakkında 19 Aralık Katliamı’yla ilgili ÇHD adınayaptığı bir basın açıklamasından dolayı dava açılmıştı.

CMYK

MücadelePostası

EKSEN Yayıncılık Büroları

İşçi-köylü gazetesine 1 ay kapatmaİşçi-Köylü gazetesi, gazetenin 6-19 Ağustos 2010 tarihli 71. sayısında yer alan haberlerde “terör örgütü

propagandası” yapıldığı gerekçesiyle 1 ay süreyle kapatıldı. Bununla beraber gazetenin söz konususayısına el konularak Türkiye genelinde satışı ve dağıtımının yasaklanmasına da karar verildi. İşçi-Köylü gazetesi kapatma kararına ilişkin olarak yaptığı açıklamada, bir taraftan demokratikleşme

söylemleri altında 12 Eylül anayasasının makyajlanarak tekrar sunulduğunu diğer taraftan emekçilere,ezilenlere yönelik saldırıların son hız devam ettiğini ifade etti. “Sisteme karşı çıkarılan en küçük muhalifses yasaklamalarla, kapatmalarla boğulmaya, halkın gerçeklere ulaşması engellenmeye çalışılıyor. Ancakne sansürler, ne kapatmalar, ne yasaklamalar halka ulaşmamızı dün olduğu gibi bugünengelleyemeyecektir.” diyen İşçi-Köylü gazetesi sosyalist basının susturulamayacağını dile getirdi.

Mersin’de nükleer mitingiMersin Akkuyu’da Rusya tarafından kurularak işletilecek nükleer santrale ilişkin anlaşmanın

Cumhurbaşkanı tarafından onaylanarak Resmi Gazete’de yayımlanmasının ardından, Nükleer KarşıtıPlatform (NKP) nükleer santrallere karşı 8 Ağustos günü miting düzenledi. Sendikaların, meslek örgütlerinin, ilerici ve devrimci kurumların yer aldığı miting Mersin Akkuyu’da

yapıldı. Mersin Nükleer Karşıtı Plaftorm sözcüsü Sebahat Arslan mitingde yaptığı konuşmada, Japonya’nın

Hiroşima kentine atılan atom bombası sonucu hayatını kaybedenleri anmak ve Akkuyu’ya nükleer santralkurulmasını istemediklerini belirtmek için toplandıklarını dile getirdi. Hiroşima ve Nagazaki’ye atılan atom bombalarının üzeriden 65 yıl geçtiğini hatırlatan Arslan, bu

felaket sonrasında 350 bin insanın hayatını kaybettiğini, 1 milyon insanın da yaralandığını, bu insanlıkayıbının izlerinin bugün de halen devam ettiğini söyledi. 6 Nisan 1986 tarihinde yaşanan Çernobil faciasının tarihte görülmüş en büyük facialardan biri olduğunu

da vurgulayan Arslan şunları söyledi: “Çernobil kazası sonucunda dünyada yaklaşık 169 bin kilometrekaretoprak kirlenmiştir. Bu topraklarda yüzlerce yıl tarım yapılamayacaktır. Ayrıca kanser oranlarında artışlarolmuş, sakat bebek doğum oranları artmış, orada yaşayan insanların genetik yapılarının bozulduğu tespitedilmiş, yaklaşık 9 milyon insan etkilenmiştir. Çernobil kazası Ukrayna’ya 352 milyar dolara mal olmuştur.Çernobil kazası yüzünden doğu Karadeniz bölgemizde her evde en az bir iki kanser vakasınarastlanmaktadır. Nükleer santral kazaları tüm ölümlere rağmen engellenememektedir. Kazaların çoğu damedyadan ve halktan gizlenmektedir. Dünyada en son teknolojiyi kullanan Japonya bile nükleer santralkazalarını engelleyememektedir. Nükleer santrallerde kaza olmasa bile çevreye sürekli radyasyonyaymaktadır”Arslan, Akkuyu’ya nükleer santralın kurulması halinde Rusya’nın kendi ülkesinde imha edemediği ve

güvenli olarak saklayamadığı tonlarca nükleer atığı da Akkuyu’ya gömeceğini sözlerine ekledi.Akkuyu’dan elde edilecek elektriğin çok pahalıya alınacağını belirten Arslan “Burada elde edilen elektrikenerjisi dünya fiyatının iki katı olan 12,35 centten ve 15 yıl alım garantili olacaktır. 15 yıl süresince bizimcebimizden Rusya’ya 71 milyar dolar ödenecektir. Bu paranın Rusya’ya ödenmesi ile biz ülke olarak dahaçok yoksullaşacağız” dedi. Miting İlkay Akkaya’nın şarkılarıyla son buldu.

İMO Ankara Şubesi YenimahalleBelediyesi’ni uyardı!İnşaat Mühendisleri Odası Ankara Şubesi, Ankara Yenimahalle Belediyesi’nin gerçekleştirdiği yıkım

saldırısına ilişkin bir açıklama yaptı. Açıklamada, kent topraklarının rant uğruna ve insanların yaşamları pahasına pazarlanması olarak

uygulanan kentsel dönüşüm projelerinin Ankara’da tüm hızıyla devam ettiği hatırlatıldı. Bunun son örneğiolarak Yenimahalle Belediyesi’nin hayata geçirilen uygulamalar gösterildi.

“Mehmet Akif Ersoy Mahallesi’nde AKP’li Belediye Yönetimi tarafından uygulanmaya başlanan vemahalleli için büyük mağduriyetler yaratan rant projesi, aynı şekliyle CHP’li Belediye tarafından damahalle halkını hiçe sayarak uygulanmak isteniyor.” denilen açıklamada mahallelilerin tüm itirazlarına veçözüm arayışlarına kulak tıkayan belediyenin son müdahalesinin durumu sosyal faciaya dönüştüreceknitelik olduğu söylendi. Daha önce “içinde insan olan evleri yıkmayacakları” sözünü veren belediyeyönetiminin, 5 Ağustos sabahı Mehmet Akif Ersoy Mahallesi’ne yıkım ekipleri ve çevik kuvvetten oluşanbir “saldırı birliği” gönderdiğine dikkat çekildi. Açıklamada şu ifadelere yer verildi: “Halkın barınma hakkını hiçe sayan, kamu yararı içermeyen,

adaletsiz sözleşmeler üzerine kurulan, hakkaniyet gözetmeyen, dayatmacı, hukuken sorunlu olan,demokratik katılımcı bir sürece dayanmayan, hiçbir meşru temeli olmayan ve doğrudan şirket mantığıylaoluşturulan böylesi bir projede ısrarcı olmak, yoksul hayatların rant uğruna peşkeş çekilmesine razı olmakdemektir”İMO Ankara Şubesi’nin Mehmet Akif Ersoy Mahallesi’nde yaşanan hukuksuzluğa karşı barınma

hakkını sonuna kadar savunacağının vurgulandığı açıklama, belediye yönetimine sağduyu çağrısı yapılarakson buldu. 

Sönmez İş Sarayı Kat: 3 No: 220 Heykel/BURSATel: 0 (224) 220 84 92

Cemal Gürsel Cd. Shell Karşısı Vakıf İşhanı Kat: 3 No: 306 ADANA Tel: 0 (322) 363 19 94 

Kemalpaşa Mh. Otel Asya yanı Vural Apt. No:2 D:3İzmit / KOCAELİ

Page 32: Sİ Kızıl Bayrak 10-32