Kızıl Bayrak 2014-31

32
s.16 Devrimci Gençlik Birliği üzerine... / 2 Lenin’in kaleminden Friedrich Engels: “Engels’in adı ve yaşamı her işçi tarafından bilinmelidir!” Kızıl Bayrak ISSN 1300-3585 Haſtalık Sosyalist Siyasal Gazete www.kizilbayrak.net Sayı: 2014 / 31 • 1 Ağustos 2014 • 1 TL Satışa geçit yok, taslak çöpe! Siyasal İslam’ın Filistin riyakarlığı Cumhurbaşkanlığı seçimleri, sol ve devrimci tutum 20 yıla sığacak günler bizi bekliyor Renault işçisi: Fabrikada büyük hoşnutsuzluk var! s.13 Türk Metal bayram arifesinde saş taslağını açıkladı... Türk Metal yönemi her zaman yapğı gibi bir bayram arifesinde metal işçisinin sırna ihanet hançerini sapladı. Fabrikaların büyük ölçüde tale çıkacağı bir günün akşamında 2014-16 MESS Grup Toplu İş Sözleşmesi ile ilgili taslağını açıkladı. “Dünyada ilk kez işçilere sorularak hazırlandı” diye sunulan taslak, metal işçilerinin çalışma koşulları düşünüldüğünde sefil taleplerden oluşuyor. Metal işçisinin beklenlerini kıyısından köşesinden bile karşılamak bir yana bunun bir teklif olduğu düşünülürse imzalanacak sözleşmenin şimdiden bir saş sözleşmesi olacağını gösteriyor. s.13 Bu anlayış metal işçilerinin beklentisini karşılayacak bir taslak hazırlayabilir mi? Birleşik Meta-İş’e egemen sendikal anlayış geri ve uzlaşmacı çizgisiyle Türk Metal çetesininin işini kolaylaşrıyor. Onun ekmeğine yağ sürüyor. s.12 * DGB polik bir örgütlenmedir. Bu açıdan gençlik kitlelerinin polik duyarlılıklarına, ortaya koyacağı polik tepkilere yanıt vermek zorundadır. DGB’nin asıl karakteri onun polik kimliği ve tutumu olmalı, tüm toplumsal ve tarihsel sorunlara da bu polik kimliği üzerinden yanıtlar üretebilmelidir. * DGB gençlik içerisinde son dönemde giderek belirginleşen mücadele dinamizmini ve potansiyelini kucaklamak zorundadır. Haziran Direnişi ve gençlik hareke cephesinde yaşanan eylemli süreçler üzerinden tanımladığımız, toplumun o en diri, en atak kesiminin mücadele dinamizmini polik olduğu kadar örgütsel olarak da kucaklamasını bilmelidir s.19 s.2 Siyasal İslamcılar, ‘90’lı yıllarda Hamas’ı güçlendirme refleksiyle Filisn’e ‘ilgi’ göstermeye başladılar. Bu ilginin bir yönü, sadece Hamas’ı desteklemekten, diğer yönü ise, Filisn halkının acılarını siyasi rant kaynağı olarak kullanma çabasından kaynaklandı. Ne burjuva cumhuriyen gerici adayları, ne bu cumhuriye demokrakleşreceklerini iddia edenlerin demokrak cumhuriye; tek yol devrim, kurtuluş sosyalist işçi-emekçi cumhuriyendedir. En yakınlarımızdan başlayarak çevremizdeki tüm emekçilerin gazetemizin potansiyel okuru olduğunu unutmamalı, burjuva gazetelerine inat, işçi ve emekçilerin ayakta tuuğu bir gazeteyi, tarihte Bolşevik yayınların yanına yazmalıyız. s.24 s.22

description

Kızıl Bayrak 2014-31 / 1 Ağustos 2014

Transcript of Kızıl Bayrak 2014-31

Page 1: Kızıl Bayrak 2014-31

s.16

Devrimci Gençlik Birliği üzerine... / 2

Lenin’in kaleminden Friedrich Engels: “Engels’in adı ve yaşamı her işçi tarafından bilinmelidir!”

Kızıl BayrakISSN

130

0-35

85

Haftalık Sosyalist Siyasal Gazete www.kizilbayrak.net Sayı: 2014 / 31 • 1 Ağustos 2014 • 1 TL

Satışa geçit yok,taslak çöpe!

Siyasal İslam’ınFilistin riyakarlığı

Cumhurbaşkanlığıseçimleri, sol vedevrimci tutum

20 yıla sığacak günler bizi bekliyor

Renault işçisi: Fabrikadabüyük hoşnutsuzluk var! s.13

Türk Metal bayram arifesinde satış taslağını açıkladı...

Türk Metal yönetimi her zaman yaptığı gibi bir bayram arifesinde metal işçisinin sırtına ihanet hançerini sapladı. Fabrikaların büyük ölçüde tatile çıkacağı bir günün akşamında 2014-16 MESS Grup Toplu İş Sözleşmesi ile ilgili taslağını açıkladı. “Dünyada ilk kez işçilere sorularak hazırlandı” diye sunulan taslak, metal işçilerinin çalışma koşulları düşünüldüğünde sefil taleplerden oluşuyor. Metal işçisinin beklentilerini kıyısından köşesinden bile karşılamak bir yana bunun bir teklif olduğu düşünülürse imzalanacak sözleşmenin şimdiden bir satış sözleşmesi olacağını gösteriyor. s.13

Bu anlayışmetal işçilerininbeklentisinikarşılayacakbir taslakhazırlayabilir mi?

Birleşik Meta-İş’e egemen sendikal

anlayış geri ve uzlaşmacı çizgisiyle

Türk Metal çetesininin işini

kolaylaştırıyor. Onun ekmeğine

yağ sürüyor. s.12

* DGB politik bir örgütlenmedir. Bu açıdan gençlik kitlelerinin politik duyarlılıklarına, ortaya koyacağı politik tepkilere yanıt vermek zorundadır. DGB’nin asıl karakteri onun politik kimliği ve tutumu olmalı, tüm toplumsal ve tarihsel sorunlara da bu politik kimliği üzerinden yanıtlar üretebilmelidir.

* DGB gençlik içerisinde son dönemde giderek belirginleşen mücadele dinamizmini ve potansiyelini kucaklamak zorundadır. Haziran Direnişi ve gençlik hareketi cephesinde yaşanan eylemli süreçler üzerinden tanımladığımız, toplumun o en diri, en atak kesiminin mücadele dinamizmini politik olduğu kadar örgütsel olarak da kucaklamasını bilmelidir s.19

s.2

Siyasal İslamcılar, ‘90’lı yıllarda Hamas’ı güçlendirme refleksiyle Filistin’e ‘ilgi’ göstermeye başladılar. Bu ilginin bir yönü, sadece Hamas’ı desteklemekten, diğer yönü ise, Filistin halkının acılarını siyasi rant kaynağı olarak kullanma çabasından kaynaklandı.

Ne burjuva cumhuriyetin gerici adayları, ne bu cumhuriyeti demokratikleştireceklerini iddia edenlerin demokratik cumhuriyeti; tek yol devrim, kurtuluş sosyalist işçi-emekçi cumhuriyetindedir.

En yakınlarımızdan başlayarak çevremizdeki tüm emekçilerin gazetemizin potansiyel okuru olduğunu unutmamalı, burjuva gazetelerine inat, işçi ve emekçilerin ayakta tuttuğu bir gazeteyi, tarihte Bolşevik yayınların yanına yazmalıyız. s.24s.22

Page 2: Kızıl Bayrak 2014-31

7 Temmuz’da Filistin halkına karşı başlayan vahşiİsrail saldırısı, Gazze’de yıkım ve ölüm saçmaya devamediyor. İlk günlerde saldırıya tepki göstermektenkaçınan AKP iktidarının şefleri, son günlerde yenidendemagojik vaazlara başladılar. Ancak riyakarlık abidesibu vaazlar ne kadar keskinse, bir o kadar da icraattanuzaktır.

AKP iktidarı ve onun uzantılarının bu kabariyakarlığı bir rastlantı değil, sınıfsal bir tutumunyansımasıdır. Örneğin AKP şeflerinin devamcısıolmakla iftihar ettikleri Adnan Menderes’in DemokratParti (DP) hükümeti de, daha 1950’li yıllarda Siyonistİsrail’le işbirliği yapıyordu. Genelde Ortadoğu’nunözelde Türkiye’nin siyasal İslamcı gerici akımları ise,uzun yıllar Filistin sorununa ya ilgisiz kaldılar ya daSiyonizm’in safında yer aldılar.

Burjuva gericiliği devrimci direnişe karşı...

Filistin direnişinin boy verdiği 1960’lı yıllarda ulusalkurtuluş hareketleri, Avrupa’da faşizmi ezerek zafereulaşan Sovyetler Birliği’nin etkisi altındaydı. Dünyanınfarklı bölgelerindeki ulusal kurtuluş hareketlerininçoğu Marksizm’e yakın çizgideydi. Filistin’de deSiyonist işgale karşı direnişi başlatanlar, sol/sosyalisthareketlerdir.

Filistin direnişi, 1970’li yıllarda dünya ilerici-devrimci güçlerinin ilham kaynağı olmuş ve dünyanındört bir yanından devrimciyi Filistin’e çekmiştir.Türkiye’de 1971 devrimci çıkışını gerçekleştiren ‘68kuşağının devrimci kadrolarının çoğu, Filistin halkıylaenternasyonal dayanışma içine girerek, siyonist işgalekarşı savaşmıştır. ‘80’li yıllarda da devam eden budayanışmanın sonucu olarak, Türkiye’den binlercedevrimci Filistin direnişine katılmış, onlarcası busavaşta hayatını kaybetmiştir.

O dönemde 6. Filo’yu kıble belleyen ve“Komünizmle Mücadele Dernekleri”nde yuvalanansiyasal İslamcılar, anti-emperyalist/anti-siyonistmücadeleyi yükselten devrimcileri, ‘teröristler’ diyelanetlediler. Kendileri Filistin’in adını anmaktan bilekaçınırken, Siyonist işgale karşı Filistin halkınınözgürlüğü için savaşan devrimcileri ise düşmanbellediler.

Burjuva akımların, diğer bir ifadeyle emperyalizminişbirlikçilerinin en gerici en riyakâr temsilcileri olansiyasal İslamcılar için Filistin, uzun yıllar boyunca ‘yok’hükmündeydi. Bu gerici zihniyet, Filistin direnişindeİslamcılar’ın adının bile anılmadığı o görkemli dönemi,yok sayma çabasından da hiçbir zaman vazgeçmedi.

Filistin direnişine değilİslamcı Hamas’a destek

Ancak Birinci İntifada sürecinde direnişhareketlerine katılan Hamas, İsrail’in göz yummasıylakurulmuş, Müslüman Kardeşler’in (İhvan) Filistin koluolarak tarih sahnesine çıkmıştı. Uzun yıllar direniştenuzak duran Hamas, tabandan gelen basıncın daetkisiyle, ‘90’lı yılların başında direnişe yöneldi.

Hamas’ın siyasal sahneye bir güç olarak çıkması,siyasal İslamcılar’ın Filistin konusundaki tutumlarındadeğişikliğe yol açtı. Ancak bu değişim, genelde Filistinhalkını veya Filistin direnişini desteklemek anlamınagelmiyordu.

Siyasal İslamcılar, ‘90’lı yıllarda mazlum Filistinhalkının acılarına değil, fakat Hamas’ı güçlendirmerefleksiyle Filistin’e ‘ilgi’ göstermeye başladılar. Builginin bir yönü, Filistin direnişini değil, sadece İslamcıHamas’ı desteklemekten, diğer yönü ise, Filistinhalkının acılarını siyasi rant kaynağı olarak kullanmaçabasından kaynaklandı.

Burjuva bir akım olarak devrimci direnişe düşmanolan siyasal İslamcılar’ın, Filistin sorunu konusundakitutumlarında da bir süreklilik var; uzun yıllar Filistindavasından yüz çevirdiler. İlgi gösterdiklerinde ise,Filistin direnişine değil, sadece aynı çizgide olduklarıHamas’a destek verdiler.

AKP için Filistin,siyasi rant sağladığı sürece önemlidir

Türkiye’nin gerici siyasal İslamcı akımlarınınkoalisyonu olan AKP iktidarı, mazlum Filistin halkınınacılarını fütursuzca kullanmıştır. Özellikle AKP şefiTayyip Erdoğan’ın “Ortadoğu’nun sultanı olmahayalleri” depreştiğinde, Filistin davasının“savunucusu” havalarına girdiği hatırlardadır.

“One munite” şovu ile Filistin halkını etkilemeyeçalışan AKP şefi, Gazze kuşatmasıyla ilgili çıkışlarıyla,bu ikiyüzlü rolünü daha da pekiştirdi. Öyle ki, birdönem Filistin sokaklarında, Siyonist örgütlerden“Cesaret madalyası” alan AKP şefinin fotoğraflarıgörülmeye başladı. Dünya devletlerinin sırt döndüğüFilistin halkı, AKP şefinin ikiyüzlü mizansenlerindenetkilendi, bir kesimi ona umut bile bağladı.

Ancak dendiği gibi, “yalancının mumu yatsıya kadarsürer.” Emperyalist/siyonist güçler ve Körfezşeyhleriyle birlikte Suriye’de yönetim değişikliği yapmahisterisine giren AKP şefleri, Filistin’i unutuverdiler.Suriye’de İhvancı bir yönetimi işbaşına getirebileceğineiman eden dinci-gericiliğin şefleri, Şam’daki EmeviCamisi’nde kılacakları namazın hayalini kurarken,Filistin, bu denklemlerin dışına itilmişti.

İslamcı terör çetelerini eğiten, silahlandıran, sınırıaçan AKP iktidarının şefleri, himaye ettikleri cihatçıteröristler Şam’daki El Yermuk Kampı’nı bastıklarında,

kıllarını bile kıpırdatmadılar. Yermuk’u savaş alanınaçeviren cihatçı çeteler, burada yaşayan yüz binlerceFilistinliyi ikinci göçe zorladığı zaman da, AKPiktidarının çetelere verdiği destek tam takır devametti. Filistin halkını yerinden yurdundan eden, katledencihatçı tetikçilerin arkasındaki en büyük destekçi, birkez daha siyasal İslamcı AKP iktidarıydı.

Emperyalist/Siyonist güçlerin planlarına hizmeteden cihatçı tetikçilerle suç ortaklığı yapan Ankara’dakidinci-gerici iktidarın kirli hedefleri, Filistin halkıtarafından da görüldü ve AKP şefinin prestiji, bu halknezdinde beş paralık oldu. Bundan dolayı AKP şefiTayyip Erdoğan’ın son günlerdeki keskin vaazlarınaitibar eden yok. Filistin halkı, bu gerici siyasal İslamcışefin, kendi sefil siyasi ve ekonomik çıkarları içinçalıştığını fark etti. Artık Filistin ve Arap dünyasında,siyasal İslamcılar dışında AKP şefine beş paralık değerveren kimse kalmadı.

Anti-emperyalist olmayananti-Siyonist de olamaz!

66 yıldan beri işgal altında bulunan Filistin’in yarımasrı aşan tarihi, siyasal İslamcılar’ın, kelimenin gerçekanlamında anti-siyonist olamayacaklarını defalarcakanıtlamıştır. Hem devrimci direnişe sırtçevirdiklerinde hem Filistin’in siyasal İslamcısıHamas’la işbirliği yaptıklarında, anti-Siyonist olmaktanuzaktılar.

Emperyalistlerle işbirliği yapan siyasal İslamcı akım,kapitalist emperyalizmin organik bir parçasıdır. Bundandolayı kelimenin gerçek anlamında anti-Siyonist birpolitika izleme gücü ve ufkundan yoksundur. Ne dinireferanslı vaazlar ne kimi zaman anti-semitizme varanboş efelenmeler bu gerçeği değiştirir. Bu bir olgudur.Siyasal islam kapitalist/emperyalizmin bir parçası,siyonist İsrail de bu sistemin Ortadoğu’daki eli kanlıtaşeronudur. Bu durum, siyasal İslamcıların objektifolarak ırkçı-Siyonist İsrail rejimiyle aynı saftaolduklarını anlatıyor. Nitekim tarihleri ve pratiktutumları da, bunun böyle olduğunu döne dönekanıtlamaktadır.

Tutarlı anti-Siyonist olmak, tutarlı anti-emperyalistolmakla mümkündür. Filistin halkının güçlü direnişi de,er ya da geç, gerçek anti-emperyalist/anti-Siyonistgüçlerin enternasyonal dayanışmasıyla zafereulaşacaktır.

Siyasal İslam’ın Filistin riyakarlığı

Page 3: Kızıl Bayrak 2014-31

Emperyalistler siyonist İsrail’ifinanse ediyor

Üç haftadır Filistin halkının başına bomba yağdıranSiyonist İsrail devleti, hacmine göre dev bir militaristaygıta sahip. İngiliz emperyalizminin düzlediği alandakurulan İsrail’in harcı, paramiliter terör örgütleritarafından karılmıştır. Genlerine kadar militarist olanbu devlet, 66 yıldan beri, savaş aygıtını tahkim ediyor.

İsrail’de “herkes asker”

Filistin halkının gasp edilmiş toprakları üzerinde,dini temelde kurulan İsrail’de hem erkekler hemkadınlar için askerlik zorunludur. Erkeklerin 36 ay,kadınların 21 ay askerlik yaptığı İsrail’de, askerliksüresini tamamlayanların çoğunluğu “yedek asker”sayılıyor. Siyonist rejim, tüm gerici savaşlarında yedekaskerleri de göreve çağırır.

Yayılmacı/saldırgan bir devlet olan İsrail, bu politikaile toplumun çoğunluğunu ırkçı rejimin suç ortağıkonumuna getiriyor. Bu politika, toplumu “güvenlikparanoyası” ile sersemletme işlevi de görüyor.

Savaş aygıtına büyük kaynak

1948’de emperyalistler eliyle kurulan İsrail’innüfusu 5,5 milyon civarındadır. Hacmine göre büyükbir militarist aygıta dayanan İsrail, yıllık 275 milyardolar olan milli gelirinin yüzde 6’sını silahlanma vesavaş mühimmatına harcamaktadır.

Bir ‘ordu devlet’ niteliğinde olan İsrail, kalabalık birordu beslemekte, sık sık gerici savaşlar icra etmekte veyedek askerleri göreve çağırmaktadır. Bu saldırganpolitika, İsrail’in savaş ve militarizme yaptığıharcamaları devasa boyutlara ulaştırmaktadır.

Emperyalistler ticari partner

Küçük bir devletin militarizm ve savaşa devasakaynaklar ayırabilmesi için, bu harcamalarıkarşılayabilecek gelirlere sahip olması gerekir. İsrail,ekonomik yönüyle emperyalistlerin ayrıcalıklı ortağıdır.Bu ortaklık, Siyonist rejimin militarist politikalarınıhayata geçmesini, büyük ölçüde kolaylaştırıyor.

Ticaretinin yüzde 30’unu ABD ile yapan İsrail,yanısıra İngiltere, Almanya, Belçika, Çin, İsviçre, HongKong gibi ülkelerle de yoğun ticari ilişkiler içinde.

Emperyalistlerin açtığı alanda at koşturan Siyonistrejim, bu ticari ilişkilerden de aldığı güçle militarizm ve

savaş harcamalarını karşılayabiliyor. Yaniemperyalistlerin İsrail’le kurdukları yoğun ticari ve maliilişkiler, Siyonist ordunun Filistin halkını hedef alanvahşi saldırılarının finansmanına büyük katkılarsunuyor.

Büyük tekeller de finansör

Emperyalist rejimlerin yanısıra, Yahudi lobilerindeetkili olan Musevi burjuvazisi başta olmak üzere,büyük tekeller de, siyonist rejimin finansmanınakatkıda bulunuyorlar.

İsrail’de yabancı sermaye yatırımı 86 milyar dolaraulaşırken, ileri teknoloji üretimi yapması için gereklialtyapı ve teknik donanım da büyük tekellerin sunduğuolanaklarla sağlanmıştır. İsrail’in nükleer başlıklısilahlar ürettiği nükleer tesisleri de, Fransızemperyalizmi tarafından kurulmuştur.

Öte yandan eski ABD başkanı ve neo-faşist çeteninşefi George Bush’un da mensubu olduğu, kökten dinci

avenjelik Hristiyanlar tarikatına mensup büyükburjuvalar da, Siyonist rejimi destekleyenler arasında.

Bölgedeki en büyük ortak Türkiye

Gerici Arap rejimlerinin bir kısmı İsrail’le ticariilişkilere girse de, bu ilişkiler her zaman sınırlı kalmış;dolayısıyla siyonistler hiçbir zaman Ortadoğu’da ‘tecrit’durumundan kurtulamamıştır. Bu tecrit durumundaİsrail’e soluk borusu oluşturan tek ülke Türkiye’dir.İsrail’i ilk tanıyan ‘Müslüman’ ülke de olan Türkiye’ninSiyonist rejimle ilişkileri, 90’lı yıllarda hızla gelişmiş,siyasal İslamcı AKP iktidarı döneminde ise doruğaçıkmıştır.

İsrail’le bazı gerilimler yaşamasına rağmen gericiAKP iktidarı, siyonistlerle mali/ticari ilişkilerigeliştirmeye devam ediyor. Filistin halkının tepesinemisket bombaları yağdıran İsrail uçaklarının yakıtını dagönderen AKP iktidarı, bu yılın Ocak-Haziran aylarındaSiyonistlerle ticareti yüzde 24,9 oranında arttırmıştır.İsrail’le yıllık ticaret hacmini 3 milyar dolara ulaştıranAKP iktidarının şefleri, sıra nutuk atmaya geldiğinde,Siyonistlere etmedik laf bırakmıyorlar. Oysa icraat tamtersi yöndedir. İsrail militarizminin finanse edilmesinehizmet eden ticari ilişkiler, AKP eliyle süreklibüyütülüyor.

Tablo gösteriyor ki, İsrail’in saldırgan politikalarınaher zaman onay veren, destekleyen emperyalistler, busaldırganlığın finansörleridir aynı zamanda. AKP dahil,İsrail’le mali/ticari ilişkiler geliştiren tüm iktidarlar,Filistin halkına karşı işlenen ağır suçlara ortakolmaktadır.

Filistin için timsah gözyaşları döken sermayehükümeti AKP’nin ikiyüzlülüğü, Türkiye İstatistikKurumu’nun açıkladığı verilerle bir kez daha günyüzüne çıktı.

İsrail’in 2009 yılında Gazze’de yaptığı katliamlarakarşı “İsrail’i lanetleyin ama boykot etmeyin” diyenAKP, aradan geçen yıllar içerisinde İsrail’le olan

ekonomik ilişkilerinde rekor seviyesine geldi. İsrail’e ihracat 2014 yılının Ocak ve Haziran

aylarında yüzde 24,9 ile büyük artış gösterdi.Türkiye, Haziran ayına kadar geçen bir yıl itibariyle

12 milyar 923 milyon dolarlık ihracatgerçekleştirirken, bunun 264 milyon 984 bin dolarıİsrail ile gerçekleşti.

İsrail’e ihracat rekor kırdı

Page 4: Kızıl Bayrak 2014-31

AKP iktidarının cemaate yönelik operasyon sonucuonlarca polis gözaltına alınarak tutukladı. Düzenin buiki gerici gücünün karşılıklı olarak ortaya çıkardıklarıgerçekler düzenin kirli çarkına da ışık tuttu. Bir yandanAKP-cemaat ikilisinin çatışması derinleşirken, öteyandan çatışmanın öznelerinin mağduriyete dayalıkendilerini kitleler nezdinde aklama manevraları dasürüyor. Oysa her iki tarafın da birbirlerinden zerrecefarkı bulunmuyor.

Yıllarca birlikte hareket etmişlerdi

AKP-cemaat savaşının özneleri yıllarca birliktehareket etmiş, siyasal-ekonomik-sosyal-kültürelyaşama damgalarını vurmalarını engelleyen tümgüçlere karşı ortak hareket etmişlerdi. Çatışmanıntarafları dokuz yıl boyunca tam bir anlayış birliği içindehareket ettiler. Bu birliktelik sayesinde AKP üç genelseçimi, iki yerel seçimi ve bir referandumu kazandı.“Kazan, kazan” durumu yıllarca sürdü ve karşılıklıolarak şükranlar sunuldu.

Ordu merkezli düzen kliğinin geriletilmesi veetkisizleştirilmesi operasyonlarında da AKP-cemaatbirlikte hareket etmişlerdi. Ergenekon, Balyoz vebenzeri operasyonlarda yargıda ve emniyettekadrolaşması desteklenmiş olan cemaat ana rolüüstlenmişti. AKP de cemaatin arkasında durmuştu.Cemaat operasyon dalgasına Kürt hareketini deeklemeyi unutmadı. KCK’yi hedefe çaktı.Operasyonlarda binlerce kişi gözaltına alınıp, yüzlercekişi tutuklanırken de, AKP iktidarı desteğini cemaattenesirgemedi. AKP iktidarının elde ettiği her mevzi veelde ettiği her zafer Gülen Cemaati’nin hanesine deyazılıyordu. Bu gelişmelerin doğal sonucu olarak GülenCemaati’nin ayrıcalıkları ve iktisadi-sosyal gücübüyüdükçe büyüdü.

2007 yılı genel seçimlerinin ardından AKP gücünüperçinledi. Ordu merkezli düzen kliği ağır bir yenilgiylekarşı karşıya kaldı. Cumhurbaşkanlığı seçimi AKPiktidarının istediği doğrultuda bitirildi. Abdullah Gülcumhurbaşkanı seçildi. Böylece ordu merkezli düzenkliği bir mevzi daha kaybetti. Cemaatin aktif rol aldığıpolis operasyonları ve davalar yoluyla ulusalcı klik iyiceyıpratıldı.

Ordu merkezli kliğe yönelik tüm operasyonlarda veyargılama süreçlerinde Gülen Cemaati, AKP iktidarınatam destek verdi. Gülen Cemaati elinde bulundurduğumedya gücünü de AKP iktidarına tepe tepe kullandırdı.Tüm bu süreçlerde AKP-cemaat bir elmanın iki yarısıgibi hareket ettiler. Ordu merkezli kliğin geriletilmesiönemli bir eşikti. Elbirliği ile bu eşiği aştılar.

Eşiğin aşılması AKP iktidarının gücüne güç kattı.AKP iktidar olma yolunda güçlendi. 12 Eylül 2010referandumundan da AKP kazançlı çıktı. Hakimler veSavcılar Yüksek Kurulu ve Anayasa Mahkemesi’ninyapısı AKP iktidarının istediği şekilde değişime uğradı.AKP iktidarı ve müttefiki olan cemaat artık çok dahabüyük, devasa mali kaynakları kontrol etmeyebaşladılar.

Birlik sona erdi, çıkar çatışması başladı

AKP-cemaat ikilisi kazanmıştı. Artık iktisadi, siyasive sosyal güçleri daha da büyümüştü. Dinci partininliderinde bir özgüven patlaması yaşanıyordu. TayyipErdoğan cumhuriyetin 100. yılında iktidar olmayısürdürmekten ve hedefi 2071’e kadar uzatmaktanbahsediyordu. Her seçimde yaşanan oy artışı dinciparti liderinin özgüven patlamasında önemli biretkendi. Bu aşırı özgüveni Gülen Cemaati’nin dahafazla rahatsız olmasına yol açtı.

Gülen Cemaati elindeki kozları bu defa da AKPiktidarına karşı kullanmaya başladı. Gülen Cemaatipolis bürokrasisi ve yargıdaki silahlarını AKP iktidarınakarşı harekete geçirdi. Adımlardan biri de MİTMüsteşarı Hakan Fidan’ın PKK’ye yardım ve yataklıkgerekçesiyle savcılık tarafından ifadeye çağrılmasıydı.Bu girişimle asıl mesaj verilmek istenen TayyipErdoğan’dı.

AKP iktidarı ile Gülen Cemaati arasındaki savaş,iktidarı paylaşım savaşıydı. Her iktidar mücadelesisonuçta bir egemen sınıf mücadelesiydi ve bumücadelenin altında eninde sonunda sermayebirikimi, yani ekonomik temel yatıyordu. AKP-cemaatkavgası da son tahlilde burjuvazinin çıkarlarıylailgiliydi.

Cemaat yaşanan süreçten duyduğu rahatsızlığındatetiklediği bir öfkeyle ABD’nin paralelinde durmayadaha fazla özen gösterdi. Zira özgüven patlamasıyaşayan AKP iktidarı ABD emperyalizminde derahatsızlık yaratıyordu. Bu rahatsızlık AKP iktidarınınMısır’da Mursi’ye destek vermesi ve Irak’ta daha fazlaboy göstermesi nedeniyle daha da büyüdü. Suriye,Irak, Mısır cemaat-AKP çatışmasının alanlarından birioldu. ABD’nin paralelinde duran cemaat tüm bunlarıdeğerlendirmek için harekete geçti.

Gülen Cemaati rüşvet ve yolsuzluğu ayyuka çıkarıpyakın çevresine devasa kaynaklar yaratan AKPiktidarına vuracağı her darbede ABD desteğini

alacağını da umuyordu. 17 Aralık operasyonu tam dabu zeminde gerçekleşti. AKP-cemaat tüm kirlisilahlarını kullanmaya başladılar.

Son yerel seçimler cemaat için hayal kırıklığı olarakkayıtlara geçti. AKP iktidarı oy kaybetmesine rağmenseçimde asgari bir başarı elde etti. Cumhurbaşkanıolma yolunda dinci parti liderinin özgüveni pekişti.Tam da bu zeminde cemaatin yargı içindeki birikimineyönelik müdahaleler gerçekleşti. Geçtiğimiz günlerdede cemaatin polis bürokrasisi içindeki gücüne yönelikolarak casusluk iddiasıyla operasyonlar için düğmeyebasıldı. Birçok polis şefi tutuklandı.

Yolsuzluğun, kirliliğin, bataklığın kaynağı kapitalizm ve devletidir!

Kirli ilişkiler, çıkar çatışmaları, yolsuzluklarınkaynağı kapitalizmdir. Her gün işçi sınıfının artı-emeğini gasp eden kapitalizmdir. İşçi sınıfı kan-teriçinde kölece koşullarda çalışarak kapitalistlerinsermaye birikimini büyütmelerini sağlar. Asalakkapitalizm hem emek hırsızı, hem de sermayesinibüyütme yolunda her tür hırsızlığı ve yolsuzluğu yapanbir düzen koşullarında varlığını sürdürür. Kapitalizminegemen olduğu düzende kazanma yolunda atılan tümadımlar, kurulan tüm ittifaklar, bozulan tüm birliklermeşrudur. Zira burjuvazinin egemen olduğu düzendeesas olan ne pahasına olursa olsun kazanmaktır.

Yolsuzluk, hırsızlık, entrika, çıkar temelinde oluşanve bozulan birlikler kapitalizmin doğasında vardır.Ülkemizde biatin toplumsallaşması temelindecemaatler kullanıldı. Tam da bu zeminde cemaatlerdevasa mali kaynakların sahibi oldular. Bugün güncelplanda yaşanan çatışmalar daha fazla kazanmak veiktisadi ve siyasi olarak daha fazla güçlenmeyeyöneliktir. Bu yanıyla işçi ve emekçiler AKP-cemaatçatışmasının kaynağı olan kapitalizme karşı mücadeleyibüyüttükleri ölçüde yolsuzluk ve hırsızlık çarkınıkırmaları kolaylaşır.

AKP-cemaat çatışması üzerine...

Page 5: Kızıl Bayrak 2014-31

Celal Fırat Kobanê gözlemlerini anlattı...

- 10 gün önce Alevi önderleri olarak IŞİD çetesininkatliamlarına tepki olarak Şanlıurfa’ya Kobanêsınırına gittiniz. Nasıl ve kimden çıktı bu fikir?

- Suriye’de ve özellikle Rojava’da süren çatışmalarıve Rojava halkının militan direnişini yakından takipediyoruz. Bizler IŞİD çetesinin vahşice saldırılarına karşıbu onurlu direnişin yanında olduğumuzu göstermekistedik. Bu bizim görevimizdir. Çünkü önderlerimizdenPir Sultan Abdal’ın dediği gibi nerede olursa olsun herzaman zalimin karşısında, mazlumun yanındaolmalıyız. Hz. Ali, “haksızlığa karşı sesiniziçıkarmazsanız hakkınızla beraber şerefinizi dekaybedersiniz” demiştir. Orada savaş varken bunasessiz kalmak bu öğretiyle yetişmiş Alevilereyakışmazdı. Böyle bir çağrı yapmak da pirler vededelerin görevi olmalıydı. Dedelerin/pirlerin görevisadece cem ve ibadet değil, taliplerine mücadeleetmeyi de öğretmek ve öncülük etmek olmalıdır. Ben,birkaç önderimizle beraber bu görevi üstlendim.Federasyonlar düzeyinde de, Alevi Kültür DernekleriFederasyonu, Alevi Bektaşi Federasyonu ve Pir SultanAbdal Dernekleri de bu çağrıyı samimi bir şekildesahiplendiler ve “Kırklar aşkına Pirler ve dedelerKobanê sınırına yürüyor” diyerek, çeşitli illerdentemsili olarak kırk kişilik pir, dede; bize katılan, aydın,yazar ve sanatçılarla birlikte yola çıktık.

- Bölgedeki gözlemlerinizden biraz bahsedermisiniz?

- Öncelikle bölge halkı çok huzursuz ve tedirgin.Suruç bölgesine girdikten sonra bunu fazlaca gördük.Ama buna karşılık, dağlarda insanlar var nöbette.Sınırda çadırlar kurulmuş vaziyette. İnsanlar canlıkalkan olmak üzere oraya gelmişler. Hemen karşıdasınırın diğer tarafında ise IŞİD bayrakları ve militanlarıvar. Birçok Alevi köyünü ele geçirmişler. Ayrıca sınırbölgesini de sürekli taciz ediyorlar. İki gün önce oradatank imha edilmiş. Düşünün, IŞİD çetesinin tankları var.Bölge halkı mevcut iktidarın IŞİD’e doğrudan maddidestek verdiğini söylüyor ve Türk devletine karşı büyüköfke duyuyorlar. Hatta gece saldırıp, gündüz Türkiyetarafındaki mülteci kamplarında kaldıkları söyleniyor.Bu savaşta çetelerin en büyük yandaşı, İsrail, ABD,Mısır, Katar ve Türkiye diyorlar. O atmosferi ordagörmek uzaktan takip etmekten çok farklı. Tankın imhaedildiği gün IŞİD misilleme olarak büyük bir katliamadaha imza atmış. Şu an sınırda olan bir kadının biridokuz biri altı yaşındaki iki oğlunun da kafasınıkesmişler annesinin gözünün önünde. IŞİD Ortaçağ’ınbarbarlıklarını tekrar döneme taşıyor. Hem de dinadına. Sürekli saldırı tehdidi altında yaşanıyor sınırbölgesinde. Sınırın diğer tarafındaki akrabalarınınhayatından sürekli endişe duyuyorlar. Halkın psikolojisioldukça yıpranmış. Bizler bile hala etkisindeyizgözlemlerimizin. Dayanışmayı bu yüzden önemlibuluyoruz. Oraya gidişimizi, dosta düşmana karşıtutumuzu göstermek için orada geniş katılımlı birkardeşlik cemi gerçekleştirdik. Burada bu vesileyle

birlik ve beraberlik duygusunu pekiştirdiğimizidüşünüyoruz.

- Peki, direniş ne boyutta, siz neler gördünüz ?- Biz orada halkın müthiş bir direnişiyle karşılaştık.

Halk silahlanmış, bölgesini korumaya çalışıyor.Kadınlar, genci yaşlısı, gece gündüz demeden ellerindesilahlarla direniş sürdürüyorlar. Evlerinden bölgeyeyemek ve su taşıyorlar. Müthiş bir kenetlenme varbölgede. Bölge halkının dışında Türkiye’nin dört biryanından mücadeleye desteğe gelenler var. Sınırbölgesinde park etmiş uzun araç konvoyları gördüm.“Bu araçlar kimlerin” diye sordum. Türkiye tarafındaninsanların arabalarıyla gelip sınıra park ettiğinisöylediler.

- Rojava’da direniş sürerken İsrail Filistin’ibombardıman altına aldı. Filistin halkının da destansıdirenişlerine tanık oluyoruz. Bu konudakidüşünceleriniz neler ?

- Rojava’da IŞİD, Filistin’de İsrail. Hiçbir fark yok.Burada dikkat çeken asıl konu hükümetin bu olayasessiz kalması. Birkaç sesten başka hükümet tarafındahiçbir tepki yok. Manavgat sularını İsrail’e verdiler. Bukadar su sıkıntısına rağmen... Hala onlarca ticarianlaşma var aralarında devam eden. İsrail’in füzerampaları Türkiye’de iken söylemden öteyapabilecekleri çok şey var halbuki. Füze kalkanlarıorada dururken, timsah gözyaşları dökmek artıkkimseyi inandırmaz.

- Tekrar ülke gündemine dönersek, bir yandansilahlı olmasa da Türkiye’de de Alevilere saldırılardevam ediyor. Geçtiğimiz hafta hükümet cephesindebir iftar yemeği verildi Alevi örgütlerine. Davetekatılan kurumlar oldu. Siz bu konuda nedüşünüyorsunuz?

- Biz davete katılmadık. Birçok katılımcı kurum,

aslında hükümetin ve Fethullah Gülen’in kurduğuparavan Alevi örgütleri. Ama bizim kurumlarımızdanda katılan oldu. Katılanlara neden katıldıklarınısorduğumuzda verdikleri cevap “taleplerimizigötürdük” oldu. Hükümete talepler iletilebilir, bazıkonularda çözüm için oturulup müzakere de edilebilirfakat Alevilerin bu ülkedeki mevcut konumları vesorunlarını konuşmanın yeri asla iftar sofraları değildir.Bu bile bize yapılmış bir hakarettir başlı başına.Katılımcı kurumlardan halk bunun hesabını sormalıdırve soracaktır. Sünni kardeşlerimizin tuttuğu orucasaygımız var, fakat bizim orucumuza ibadetimize,mabetlerimize saygısı olmayan bir başbakanın kurduğusofraları samimi bulmuyoruz. Mısır’daki küçük kızareklam olsun diye gözyaşı döken başbakan Gezisürecinde kaybettiğimiz şehitler için, Rojava’dakikatliamlar için bir kere başsağlığı dilemedi. Onlar hemmuhalif hem Aleviydi çünkü.

- Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı ?- Tüm halkın Türk, Kürt, Alevi Sünni demeden

birleşip, hem ülkedeki haksızlıklara, anti demokratikuygulamalara artık dur demesi gerekiyor. ÖzellikleAleviler bu konuda daha önde olmalı. Hepimiz artık,eşit, laik, demokratik bir ülke için mücadele etmeliyiz.Hem içerideki hem dışarıdaki katliamlara tepkivermeliyiz. Örneğin ülkede savaştan kaçıp gelenSuriyelilere linç kampanyası var. Burada Suriyelikardeşlerimize değil, onları bu hale düşüren bu savaşıçıkaranlara ve açık destekçisi AKP hükümetine tepkivermeliyiz. Birleşik mücadeleden başka yolumuz yok.

Kızıl Bayrak / Küçükçekmece

Celal Fırat, gazetemizin 20. yılı vesilesi ile de bir

mesaj verdi. Fırat, Kızıl Bayrak’a verdiği mesajında

şunları söyledi:“Kızıl Bayrak gazetesini elimden geldiğince takip

ediyorum. Emek en yüce değerdir bizim için. Ama

Türkiye’de bugün basit ve değersiz görülen şey yine

emek. Bugün bu şartlarda Kızıl Bayrak onurlu bir

dava yürütüyor. Bu Kızıl Bayrak’ı ancak emeğin

değerini bilen mücadelesini sürdürebilecek insanlar

taşıyabilir. Bu onuru taşıdıkları için teşekkür

ediyorum. Emeklerine saygı duyuyorum.”

Page 6: Kızıl Bayrak 2014-31

Haziran Direnişi sırasında polis kurşunuylaöldürülen Ethem Sarısülük’ün annesi Sayfı SarısülükMustafa, Cem ve İkrar Sarısülük hakkında sanıkAhmet Şahbaz’a ve mahkeme heyetine yönelikeylemleri nedeniyle “kasten yaralama ve hakaret”suçundan dava açıldı.

İddianamede davaya bakan Ankara 6. Ağır CezaMahkemesi heyeti de “mağdur” sıfatıyla yer aldı.İddianamede, olay günü duruşmada şüphelilerin,sanık polis Ahmet Şahbaz’ın duruşma salonunagözlüklü ve peruklu olarak getirilmesine tepkigösterdikleri anlatılarak, şöyle denildi: “Şüphelilermahkeme heyetinden duruşma salonunda bulunanpolis memurlarını çıkarılmasını, Ahmet Ş’nin perukve gözlüğünün çıkartılmasını talep etmişlerdir.Mahkeme heyetince taleplerinin kabullenmemesiüzerine şüphelilerin mahkeme heyetine hitaben‘hakim davayı kaça sattın, satılmış köpeklerşerefsizler’ şeklinde alenen hakaret ettikleri vemüşteki Ahmet Ş’nin üzerine yürüyerek kendisiniyumruk ve tekme ile vurmak suretiyle darpetmişlerdir.”

....“Şüpheli İkrar Sarısülük’ün ise ayrıca AhmetŞ’yi hakaret ettiği olay nedeniyle müştekininşüpheliler hakkında şikayetçi olduğu, uzlaşmakistemediği, müştekinin aldırılan doktor raporundabasit tıbbi müdahale ile giderebilecek şekildeyaralandığı belirtilmiştir.”

Duruşma Ekim’de

Hazırlanan iddianameyi kabul eden Ankara 5.Asliye Ceza Mahkemesi, duruşma tarihi olarak da 17Ekim tarihini belirledi. Ailenin avukatı KazımBayraktar yaptığı yazılı açıklamada şunları söyledi:“Sarısülük ailesi, mahkeme heyeti ile Çevik Kuvvetmüdür ve amirlerinin, katilin ve avukatlarınınortaklaşa işledikleri bir suçu ve usulsüzlüğü ortayaçıkarmışlar, davadaki haklarının suç işlenerekçiğnenmesine karşı meşru savunma haklarınıkullanmışlardır. Katil sanığı, maskesi düşürülerekyargılama usulüne uygun hale getirilmiştir. Hakaretve yaralama söz konusu olmuşsa bunun sorumlularıo provokasyon ortamını hazırlayanlardır.”

Sarısülük ailesinedava açıldı

Alaattin Karadağ’ın katili içinaileden tazminat isteniyor!

19 Kasım 2009’da katledilen Alaattin Karadağ’ınailesine, İçişleri Bakanlığı adına tazminat talebiyleaçılan davanın tebligatı ulaştı. Hatay Asliye HukukMahkemesi’ne sunulan dava tebligatında AlaattinKaradağ’ın birinci derece tüm akrabaları yargılamakapsamındalar. Dava başvurusunda “fazlaya dairhakları saklı kalmak kaydıyla” idare zararının23.12.2013 tarihinden itibaren faiz işletilerek Karadağailesinden tazminat alınması isteniyor.

Katil polise tazminat aileden isteniyor!

Türkiye Komünist İşçi Partisi (TKİP)militanı Alaattin KaradağEsenyurt’ta polisle girdiğiçatışmada şehit düşmüştü.Karadağ’la ilk çatışmayagiren ve katledilmesinderolü olan polislerdenOğuzhan Vural, çatışmadavurulmuştu. Katil polisOğuzhan Vural, geçtiğimiz yıl30 Kasım günü Şırnak DevletHastanesi’nden yaralandığınailişkin rapor alarak tazminat içinbaşvurdu.

Nakdi Tazminat Komisyonu,Vural’a bunun

üzerine sadece iki ay sonra yaralandığı için 3.647,55 TL‘tazminat’ ödemesi yaptı. Katil polise ödenen para,katledilen Karadağ’ın ailesinden şimdi geri isteniyor.

Katil aklandı, üstüne para aldı!

Geçtiğimiz yıl 28 Mayıs’taki son duruşmada katilpolis Oğuzhan Vural beraat etmişti. 3 yıllık davasürecinde çelişkili/yanlış ve yalan delillerin Karadağailesi avukatları tarafından çürütülmesine karşın, sanıkpolisin hem kasten adam öldürme suçundan, hemgörevini kötüye kullanma suçundan hem de usulsüztasarruf suçundan beraatine karar verilmişti. Böylece

yargısız infazda yer alan katil polislerden tek sanıkOğuzhan Vural ve dava kapsamına dahi alınmayan

tüm polisler aklanmıştı.Polisi savunan tanık Ertuğrul Bal’ın

ifadesinin dahi ortada bir müdafaa olmadığınınkanıtı olduğu yargılama sürecinde Karadağ’ıkatleden 45 cm’den son atışa dair bilgiler deörtbas edilmişti.

Otopsinin Karadağ’ın akrabaları ve hekimiyer almadan hızla yapılması, üst giysilerin

uzun süre kayıp olması, MOBESE ve güvenlikkamerası kayıtlarının sadece Terörle MücadeleŞubesi’ne verilmesi ve silinmesi, keşif kararı

alınması ve kararın uygulanmadan iptaledilmesi ile dava açık bir aklama

operasyonu olmuştu.Son belgeyle, katil

polislerden Vural’ıncezasız kaldığı gibibir de üzerine“tazminat” adıaltında paraödülü aldığıortaya çıktı.

Abdocan’ın davası da kaçırıldı!

Antakya’da Akrep tipi zırhlı araçtan sıkılan gazbombası fişeğiyle yaşamını yitiren AbdullahCömert’in dava dosyası “güvenlik” gerekçesiylenakledildi.

Yargıtay, Cömert’in katledildiği günden beriAntakya’da çalışmaya devam eden katil polisinbaşvurusunu kabul etti. Katil polis Ahmet Kuş’unavukatının dilekçesi yeterli bulunarak davanakledildi.

Page 7: Kızıl Bayrak 2014-31

Türkiye’de iç siyasal gündemin cumhurbaşkanlığıseçimlerine odaklandığı bir sırada polislere yönelikolarak “cemaat operasyonları” gerçekleşti. İçindeTEM’de görevli polislerin de olduğu bu gözaltılarsonrası gerici kanattan bir taraf bunu“demokratikleşme”, diğer tarafsa “insan hakları” ihlaliolarak göstermeye çalışıyor. Her iki taraf iseicraatlarıyla ve söyledikleriyle devrimcilere, Kürtlere veAlevilere düşmanlıkta birleşiyor. Sömürü düzeninin butoplumsal kesimleri ezelden beri düşman olarakgörmesi elbette tesadüf değil.

Sonuçta icraatlarını bu düzenin bekası için yapanher iki gerici kanat da yaptıklarının “vatan için”olduğunu söylemektedirler. Bu topraklarda işleneninsanlık suçlarının bu gerekçeyle gizlenmeyeçalışılması yeni değildir. Kolluk güçlerinden hukuksistemine kadar düzen bu ülkedeki hak ihlallerinindoğrudan sorumlusudur. Sadece son iki haftadırmedyaya yansıyan haberler bile yeterince fikirvermektedir. Düzen içi dalaşmalarda oldukça hızlıdavranan yargı mekanizması hak ihlallerinde oldukçayavaş davranmaktadır.

Bu haberler kısaca hatırlanacak olursa... * Uğur Kurt soruşturmasından her yansıyan bilgi

katil polisin aklanması için çalışıldığını ortaya çıkarıyor.MOBESE kayıtlarının olmadığı iddiasının ardındanşimdi de zırhlı araç kamerasının sadece ateş anınıkapsayan kısmının bozuk olduğu iddia edildi. (25Temmuz)

* Sivas Katliamı davasına ilişkin 7 sanık için verilenzamanaşımı kararı Yargıtay tarafından da onaylandı.(25 Temmuz)

* Haziran Direnişi’nde polis tarafından katledilenAbdullah Cömert’in davası da kaçırılarak Balıkesir’ealındı. (24 Temmuz)

* Okmeydanı’nda Uğur Kurt’un katledilmesineilişkin polis tutanaklarında diğer polislerin “Sıkma!”uyarısı ve Uğur Kurt’un yaşamını yitirmesi bilgisi yeralmadı. Bu tutanağı imzalayan polislerden birinin deUğur’u öldüren polisin, yine polis olan babası olduğuortaya çıktı. (24 Temmuz)

* Okmeydanı’nda Uğur Kurt’u katleden polis içinsoruşturma süreci sürerken savcının baştan cezasızlıkiçin dosyayı hazırladığı ortaya çıktı. (23 Temmuz)

* 2012 yılında Diyarbakır’da “dur ihtarınauymayan” Özgür Arda’yı ateş ederek öldüren polisMehmet Fatih Korkmaz’a sadece 1 yıl 4 ay 20 günhapis cezası verildi. Gerekçesi ise “Kasıt olmaksızınöngörü eksikliği ile istenmeyen neticenin meydanagelmesine sebep olmuştur” idi. (21 Temmuz)

* Geçen yıl Van’da askerin açtığı ateşle öldürülenİranlı kaçakçı için mahkemeye çıkıp, “Akrabasıyım, onuasker öldürmedi” diyen İranlının yalancı tanıklık yaptığıve kendisinin de bir cinayetten zanlı olduğu ortayaçıktı. (19 Temmuz)

* 2010 yılında Kuşadası’nda elleri arkadan kelepçelihaldeyken 5 polis tarafından karakolda darp edilenFuat Şengül’e 8 bin lira, ona işkence yapan 2 polise ise3 bin lira para cezası verildi. (19 Temmuz)

* Erdoğan’a “Hırsız var” diyenlere, Adana’da 2008yılında 14 yaşındaki çocuğu silahla felç eden polisinaldığı cezadan 300 lira fazla ceza verildi. (16 Temmuz)

* Beşiktaş’ta oruç tutmuyorlar diye turistlere veiçki içenlere döner bıçağıyla saldıran gericiler serbestbırakıldı. (16 Temmuz)

* Bandırma 6. Ana Jet Üssü’ndeki ‘hoşgeldindayağı’nda tanık olan askerin de darp edildiği ortayaçıktı. (16 Temmuz)

* Afgan sığınmacı çocuk Lütfullah Tacik’in VanYabancılar Şubesi’nde darp sonucu ölümüyle ilgilisoruşturmada skandallar bitmiyor. Olayla ilgilidosyanın henüz ifadesi alınmayan şüpheli poliseverildiği, kamera görüntülerinin de karartılmakistendiği ortaya çıktı. (16 Temmuz)

* Adana’da Ahmet Yıldırım’ı tabancayla vurarak felçolmasına neden olan polis 7 bin 500 lira para cezasınaçarptırıldı. (15 Temmuz)

* Mahkeme önünde atılan ve tutanak altına alınandayağa “şüpheli” askerin ifadesi gerekçe gösterilerektakipsizlik verildi. (15 Temmuz)

* Devlet Denetleme Kurulu’nun Sivas Katliamıraporunda devletin kusurlu olduğu kabul edildi. (15Temmuz)

* BDP’li Lice Belediye Başkanı 25 yaşındaki RezanZuğurli’ye, bir eylemcinin “kaşı kaşına, gözü gözünebenziyor” diye 4 yıl 2 ay hapis cezası verildi. (14Temmuz)

* Nevşehir’in Derinkuyu İlçesi’nde, kamyona cezakesilmesi ardından çıkan tartışma üzerine İlçe EmniyetMüdürlüğü’ne götürülen 35 yaşındaki Şaban Tunca ilekardeşi 28 yaşındaki Fikret Tunca polisler tarafındandövüldü. Ambulansla hastaneye kaldırılankardeşlerden Şaban Tunca beyin kanaması teşhisiyleameliyata alındı. (12 Temmuz)

* ‘90’lı yıllarda gerçekleşen kontrgerillacinayetlerinin görüldüğü davada tutuklu sanık kalmadı.Ayhan Çarkın da serbest bırakıldı. Tetikçiler de,planlayıcıları da dışarda! (11 Temmuz)

Düzenin yargısıişine geleni görüyor

Okmeydanı’nda da katilingörüntüsü karartıldı!

Okmeydanı’nda katledilen Uğur Kurtsoruşturmasında son olarak Shortland isimli zırhlıaraçtaki kamera kayıtları basına yansıdı. Kamerakayıtları Uğur Kurt’un vurulmasının ardından polislerinarasındaki diyalogları yansıtırken, asıl önemli olan veateş açılan anı gösteren 50 dakikalık bölümün bozukolduğu ileri sürüldü.

Görüntülerden yansıyan bir diğer ayrıntıysa katilpolis S.K.’nin tartıştığı bir polisin kameraya yansıması.Katil polisin tartıştığı ikinci polisin babası olduğuortaya çıktı. Baba E.K. Uğur Kurt’un katledilmesininardından S.K. ile tartışıyor. Muhtemel yapılacaklarıyönlendiren baba Olay Tutanağı’nda imzası bulunanpolisler arasında da yer alıyor.

Savcılığın, soruşturma kapsamında polis babanıngörev yaptığı Kağıthane Emniyet Müdürlüğü’ndenyanan Akrep’in arkasındaki 80-43 kodlu Shortland’a veolay yerindeki TOMA ve diğer araçlara aitkameralardan çekilen görüntüleri istemesiyle delillerinkarartıldığı ortaya çıktı. Toplam 22 ayrı video kaydıgönderilirken bunlar arasında en önemli delilioluşturacak kayıtların karartıldığı ortaya çıktı.

Shortland kamerasında ‘bozulan’ 50 dakikalıkbölümde ateş açılma anı bulunmakta. Açı itibariylekatil polisin hedef alarak cemevine yönelik atışyaptığını kanıtlayabilecek en net görüntülerin bukamerada olduğu düşünülüyor.

Avukatlar savcılığa başvurarak “Söz konusugörüntünün bozulmasının asla iyi niyetli olarakdüşünülemeyeceği açıktır. Bu nedenle ve ivedilikleKağıthane’de shortlandın görüntülerinin kaydedildiğicihazlara el konulmasını ve bilirkişi incelemesiyaptırılarak bozulan görüntülerin kurtarılmasınıdiliyoruz” dedi.

Filistin ve Rojavaeyleminde provokasyonKüçükçekmece BDSP, 25 Temmuz günü

gerçekleştirdiği eylemle direnen Filistin ve Rojava’yladayanışma, emperyalizm ve Siyonizm’den hesapsorma çağrısı yükseltti. Eylem sırasında toplananfaşistler ise eyleme dönük provokasyon girişimindebulundu.

İşçilerin Birliği Derneği önünde toplanan BDSP’liler,sloganlar eşliğinde Sefaköy metrobüs çıkışına yürüyüşgerçekleştirdiler.

Sefaköy metrobüs çıkışında BDSP adına yapılanaçıklamada, Filistin’de, Rojava’da yaşanan katliamlarınhesabını sormak için mücadeleyi yükseltme çağrısıyapıldı. Hesap sorulmasının yolununsa ancak işçilerinbirliği, halkların kardeşliği şiarını kuşanmaktan geçtiğivurgulandı.

Açıklamanın ardından eylemlerine devam edenBDSP’liler, Gümüşçüler Çarşısı’nda konuşmagerçekleştirdiği sırada çevrede toplanan faşistler, “Türkbayrağınız nerede?” vb. söylemlerle eylemi provokeetmeye çalıştı. Provakasyon çabası sınıf devrimcilerininkararlı duruşlarıyla boşa düşürüldü. Çevreden pek çokemekçi faşistlerin bu saldırganlığını eyleme destekvererek protesto etti.

Kızıl Bayrak / Küçükçekmece

Page 8: Kızıl Bayrak 2014-31

Ağıtlar ayrı dillerden olsa daacılar ortak

Türkiye’de ikinci madenci mezarlığı olan Soma’dakiMaden Şehitliği, madenci yakınlarının acılarını yenidenkanattı.

Katliamda yaşamını yitiren madencilerindefnedildiği mezarlıkta, madenci yakınlarının yaşadığıduygulu anlar haberlere konu oldu. Madenci eşi UğurÇolak’ın mezarına iki çocuğuyla gelen Duygu Çolak, 3aylık Ulaş Bereket ve 2 yaşındaki İsmail Ayaz’ın babasızbayram geçirdiklerini söyleyerek şunları ifade etti:“Eşim, her bayram özenerek, onlar için bayramlıkkıyafet alırdı. Bu bayram, alışverişi tek başıma yapmakzorunda kaldım. Bu benim için çok zor oldu. Bir eksiklikhissettim, benim için farklı bir duygu oldu. Onu çoközlüyoruz, bizim için buruk bir bayram oluyor” dedi.

Bir başka madenci Ali Çiftçi’nin mezarına giden eşiSibel Çiftçi ve kızı 5 yaşındaki Ecrin Nur Çiftçi’ninduyguları da farklı değildi. Babasını çok özlediğinisöyleyen Ecrin Nur, “Her bayram benim için bayramlıkkıyafetler alır, benimle oyunlar oynardı. Bu bayrambunların hiçbirini yapamayacağım” dedi.

Bayramlarda emekçilerin yakınlarının yattığımezarlara yaptıkları ziyaretler inançlarının bir gereğiolduğu kadar kültürel bir gerçekliktir. İş cinayetlerindekatledilen işçilerin mezarlarına yapılan böylesineziyaretler ise daha acıdır. Zira kabullenilmesi mümkünolmayan bir ölüm şeklidir bu. Hatıralar son anlaradairdir. Vardiya bitiminde, paydos zili çaldığında evedönmesi gereken bedenler ya göçük altındadır ya da

Soma’da olduğu gibi ölüm tünellerinde yaşamınıyitirmişlerdir. Fabrika kazanlarında, pres makinalarınındişlileri arasında yahut bir inşaatın tepesinde... Ölümkabul edilebilir değildir, zira bu bir cinayettir.

Bu ülkede sömürü düzeninin sebep olduğu işcinayetlerinde hayatını kaybeden işçilerin yattığımezarlar dışında bir de, faşist katliamlarda hayatınıkaybedenlerin, devrimcilerin yattığı mezarlar vardır. Birsabah çıktıkları eve bir daha dönmemişlerdir. Ya birköşe başında vurulmuşlardır, yahut ta gözaltınaalındıklarında işkencehanelerde, tutuklandıklarındaysahapishanelerde katledilmişlerdir. Ayrıca Sivas gibikatliamlarda, Roboski’de, Reyhanlı’da, HaziranDirenişi’nde katledilenlerin yattığı mezarlarbulunmaktadır. Bir de hiç mezarı olmayan kayıplarımızvardır. Silik fotoğraflar, taze anılar kalmıştır onlardangeriye.

Bugün ‘bayram’; önce mezarlar ziyaret ediliyor.Soma’dan, Zonguldak’a, Roboski’ye, Reyhanlı’ya,İstanbul’a, İzmir’e, Antakya’ya, Diyarbakır’a, Şırnak’a,Dersim’e, Yüksekova’ya, bu toprakların tümünde...Ağıtlar yakılıyor Türkçe, Kürtçe, Arapça... Ayrı dillerdenaynı acılar yükseliyor. Ancak öfkelerin buluştuğu adresaynı.

Bu mezarlarda yatanları sevdiklerinden ayıran,sermaye devletinden ve eşitsizlik üzerine kurulu olanbu düzeni korumak için görevlendirilenlerden başkasıdeğildir.

Kızıltepe’de medya desteklilinç kampanyası

23 Temmuz gecesi, Suriyeli sığınmacılar ileKızıltepe’de ikamet eden iki grup arasında çıkan kavga,sığınmacılara yönelik linç histerisine dönüştü. Kavgayıduyan kalabalık gruplar, Özgürlük Parkı civarındatoplanarak “Suriyelileri burada istemiyoruz”sloganlarıyla yürüyüş düzenledi. Kalabalık güruh çarşımerkezinde, parklarda ve sokaklarda Suriyeli aramayakoyuldu. Yaklaşık 1 saat boyunca Suriyeli arayan grupyakaladığı sığınmacıları linç etmek istedi. Geçiminiseyyar satıcılık ile sağlayan Suriyeliler, linççi grubugörünce çarşı merkezinden ayrılarak canlarını zorkurtardılar.

Linççi güruh eylem bitiminde tehditlerini sürdürdü.“Tekrar toparlanacacağız” diyerek, saldırıların devamedeceğini işaret eden grup “Suriyelileri Kızıltepe’deistemediklerini” kaydetti. Linç girişimi haber ajanslarıve yerel medya tarafından da adeta ‘selamlandı’.Konuyu haberleştiren yayın organları, açıkçaSuriyelileri hedef gösterdi. Linççi güruhta yer alanşahısların görüşlerine yer verdi.

Mardin’in yerel basınıdan Mardin Arena isimliinternet sitesi ise “Suriyeliler Kızıltepe’de olay çıkardı”başlığıyla duyurduğu haberinde, açıkça linçsaldırılarının sözcülüğünü yaptı. Kürdistan halkınınTürkiye’nin batısında karşılaştığı ırkçı hakaretler,Mardin Arena’da Suriyeli sığınmacılara karşı şu şekildekullanıldı:

“Yurttaşlar Suriyelilerin şehir merkezinde süreklirahatsız edici hareketlerde bulunduklarını belirterekSuriyeli mülteciler çarşıda sürekli olay çıkarıyor,hırsızlık desen var kızlarımıza laf atma desen var.Annelerimiz ve bacılarımız dışarıya çıkamaz oldu,bayrama az bir zaman kaldı insanlarımız alış verişyapamıyoruz, kapkaç olaylarından tutunda her türlüpisliği yapmaya başladılar. Memleketimizde bunlaryüzünden can güvenliğimiz kalmadı, işte görüyorsunuzburada halkı galeyana getirdiler herkes bunlardanbıktı. Esnaf rahat bir şekilde çalışamıyor, her günesnafa gelen müşterileri rahatsız ediyorlar.Yetkililerden bir an önce bu soruna bir çözümbulamalarını istiyoruz. Yoksa gün geçtikçe daha kötüolaylar yaşanacak bu memlekette”

TKMP’den hak ihlalleriraporu

Tecrite Karşı Mücadele Platformu (TKMP),Galatasaray Lisesi önünde gerçekleştirdiği basınaçıklamasında, hapishanelerdeki hak ihlallerine ilişkinTemmuz ayı raporunu okudu ve 1996 Ölüm Orucu veSüresiz Açlık Grevi’nde şehit düşen devrimcileri andı.

Basın açıklamasını okuyan Semiha Köz, 18 yıl önce“En sonunda bunları hücrelere tıktık, artık teslimalabiliriz” diyen egemenlerin, tutsakların direnişduvarına çarptığını dile getirdi.

Temmuz ayı hak ihlallerini okuyan Köz, Gebze KadınHapishanesi’nde tutulan Meryem Soylu’nun ameliyatlıolmasına rağmen mahkum koğuşunda kelepçeli haldetutulduğunu, Diyarbakır Hapishanesi’nde 60 yaşındakiEkrem Çiçek’in ise beyin kanaması geçirmesinerağmen tedavisinin yarım kesildiğini dile getirdi.

Kızıl Bayrak / İstanbul

“Devletin Alevisi olmayacağız”Tokat Erbaa Keçeci Köyü Devrimci Gençlik, köylerine cami yapılmak istenmesi ve Alevilere yönelik

asimilasyon politikalarını protesto etti. Sarıgazi Demokrasi Caddesi, Yıldırımlar Düğün Salonu önünde toplanankitle, sloganlarla Sarıgazi Merkez’e gelerek basın açıklaması gerçekleştirdi.

Basın açıklamasında şunlar söylendi: “Bir cami neden Alevi köyüne yapılır? Köyde sağlık, eğitim, ulaşım gibisorunlar varken cami köydeki bu sorunları çözebilecek midir? Bizler camiler üzerinden devletin yeni katliamlaragiriştiğini, eli palalı insanlar yetiştirdiğini çok iyi biliyoruz. Köyümüzde camii istemiyoruz. Biz Alevileri katledendevletten derhal elini köyümüzden çekmesini istiyoruz.”

Eyleme BDSP, Mücadele Birliği ve AKA-DER destek verdi. Kızıl Bayrak / Ümraniye

Page 9: Kızıl Bayrak 2014-31

Türkiye işçi sınıfı, sermayenin saldırıları karşısındaher geçen gün daha fazla ağır sömürü koşullarına,güvencesizliğe ve yoksulluğa doğru itilmektedir.Sermaye sınıfının doymak bilmez kâr hırsı bu sonuçlarıyaratmaktadır. Ancak sermaye ve devleti, işçi sınıfınınörgütsüz olmasından aldığı güçle daha pervasızcasaldırmaktadır. Bu yüzden onlara göre en iyi işçiörgütsüz işçidir!

Türkiye’de son açıklanan Çalışma Bakanlığıverilerine göre 10 işçiden 9’unun sendikasız olduğubelirtilmektedir. 2014 Temmuz ayı istatistiklerine göre,20 işkolunda 12 milyon 287 bin 238 işçiden, 1 milyon189 bin 481’inin sendikaya üyeliği bulunuyor. Tabii kikayıt dışı çalışan işçi sayısı bu resmi istatistiklerde yeralmadığı için aslında toplam işçi sayısı daha fazladır. Budurumda sendikalı işçi sayısı da daha düşük orandadır.

Türkiye sendikal hak ihlalleri ve uluslararasısözleşmelere uymama konusunda dünyanın en kötü25 ülkesi arasında yer almaktadır. Sendikal hak veözgürlükler konusunda Malezya, Zimbabwe, Nijerya,Kongo, Burma gibi ülkelerle aynı kategoride yer alanTürkiye, “sendikal faaliyet yüzünden işçi atmada” iseAvrupa birincisidir.

İşçi sınıfının emeklerini korumak adına geçmiştebüyük bedellerle kazandığı sendika hakkı bugün çok azişçi tarafından kullanılmaktadır. Kapitalistler, işçilerinemeklerini koruyacak önlemler, daha iyi çalışmaşartları gibi taleplerini sendikalı olduklarında birliktenve üretimden gelen güçleriyle elde ettiklerini tarihseldeneyimlerden biliyorlar. Bu nedenle işi baştan sıkıtutmak için işçilerin örgütlenmesinin önüne geçecekher türlü zorbalığı göze alabiliyorlar.

Her ne kadar sendikalı olmak anayasal bir hak olsada fabrikalarda sendikalı olmak için büyük bir gizlilikiçinde örgütlenmek zorunda kalınıyor. Daha genelplanda ise meclislerinden işçi sınıfının örgütlenmehakkını kısıtlayan pek çok yasa çıkartıyorlar. Bunedenle hiçbir patron, mevcut tabloda sendikalarbürokrasi tarafından işlevinden uzaklaştırmış olsa dahi,sendikalı işçi istemiyorlar. Zira patronlar da biliyor kien kötü sendika sendikasızlıktan iyidir.

İşçi sınıfının örgütlenmesinin önünde pek çok engelbulunmaktadır. Başta çalışma koşulları işçilerinkendilerine ve sorunlarına zaman ayırarak çözümbulmaya fırsat vermemektedir. Uzun zorunlu mesailer,ağır çalışma şartları işçileri adeta robotlaştırmakta,düzenin yozlaştırıcı pek çok saldırısına açık halegetirmektedir. Ancak kapitalistler yine tarihseldeneyimlerden biliyorlar ki tam da böylesi koşullarsendikaların doğuş nedenleri arasındadır. Bu nedenleişçi sınıfının örgütlenmesini çeşitli yollarlaengelleyerek, işi “şansa” bırakmıyorlar.

İşçilerin sendikal anlamda örgütlenmesininönündeki en önemli engellerden biri yasalar yoluylaçıkarılan engellerdir. Örneğin bugün de hala yürürlükteolan 12 Eylül ürünü işçi düşmanı yasalar gibi. 12 Eylülaskeri faşist darbesi ile işçilerin örgütlenme haklarınıgasp eden, birçok yasal engel getiren ve grevleriyasaklayan yasalar patronların “yüzünü

güldürmüştü”(*) Bugün de son çıkan yasalarlasendikalar yasasında değişiklik yapılmış, ancaksendikal örgütlülüğün önüne yeni zorluklar gelmiştir.Yapılan yeni yasayla işkolu barajı kâğıt üstündeindirilmiş ama işkolları birleştirilerek sayısının 20’yedüşürülmesi nedeniyle sendikaların yetkileridüşürülmüş, TİS hakları gasp edilmiştir.

Esnek üretim uygulamalarından Özel İstihdamBüroları’na, taşeronlaştırmadan kapıda bekleyen dahapek çok yeni saldırı yasalarıyla işçilerin örgütlenmezeminleri ve hakları ellerinden alınıyor, alınmakisteniyor.

AKP böylesi saldırı yasalarıyla sermaye sınıfınabüyük hizmetler gerçekleştirmiş olsa da patronlar yinetarihsel deneyimlerden biliyorlar ki işçi sınıfıörgütlenme bilinciyle yasal engelleri fiili-meşru yollarlaaşıyor, haklarını koruyup yeni haklar elde edebiliyor.

Bu yüzden işi daha sıkı tutmak için “içeriden”saldırmanın, işçileri denetim altında tutmanın en kolayyol olduğunu biliyorlar. Sendikaların işçi örgütleri gibideğil de patronların örgütü gibi çalışması için Türk-İş’inkuruluşunda olduğu gibi kendi güdümlerinde sendikakurmayı ihmal etmemeleri de bundandır. Ya da Hak-işörneğinde olduğu gibi.

Yılların deneyimleri, işçi haklarının geldiği durumve genel çalışma koşulları göstermektedir ki bu yollasermaye fazlasıyla kazançlı çıkmıştır. Zira işçilerinsokağa, eyleme, greve çıkma iradesi gösterdiği “kritik”anlarda sendika ağaları eliyle yoldan döndürüldükleri,“ikna” edildikleri pek çok örnek mevcuttur.

Bu sendikaların başına işçi sınıfına yabancılaşmışağalar çöreklenmiş, yıllardan beri işçi hareketi içindesermayenin “ajanı” gibi çalışmaktadırlar. Görevleriniişçilerin haklarını, emeklerini korumak olarak değil de,işçileri denetim altında tutmak ve işçi hareketiningelişmesinin önüne geçmek olarak kodlamışlardır.Bugün işçilerin hakları, gelecekleri ve örgütlülüklerigasp edilirken birşey yapmayan bu ağalar işçi sınıfınaihanet içindedirler.

Bu nedenle işçiler yukarıda bahsedilen engelleriaşıp sendikalı olma aşamasına geldiğinde patronların

tercihi böylesi sendikalar oluyor, işçilere bunlarıdayatıyorlar. Türk Metal Sendikası’nın en fazla üyeyesahip olan sendika olması sermayeye verdiği böylesihizmetlerden dolayıdır. Ne yazık ki böylesi örneklerçoktur.

Bir başka engelse geri kalan sendikalara hâkim olan“çağdaş” sendikacılık anlayışıdır. Bu anlayış dauzlaşmacı-bürokratiktir ve tabanın iradesine dayalı fiiliyolları değil de yasal cendereye sıkışmış bir mücadelehattı izlemektedirler. Yukarıda bahsedildiği gibi zatenyasalar işçi aleyhinedir. Bu yasal-icazetçi anlayış dahabaştan mücadeleyi çıkmaza sokmaktadır.

Tabii ki böylesi örnekler sendikal mücadeleyikötürümleştirmektedir. Patronların sendikalörgütlenme ya da hak arama eylemlerinde işten atmagibi saldırılarında, fiili-meşru mücadeleyle tok yanıtlarverilmeyip, mahkeme koridorlarında “hak” aramaklayetinilmektedir. Sonuçta sendikal mevziler böylemahkeme sürecinde zamana yayılarak yetki kaybınedeniyle yitirilmektedir. Bunun pek çok örneği vardır.Böylesi örnekler işçiler için güvensizlik nedeni olarakgörüldüğü için yeni örgütlenmelerin önüne degeçebilmektedir.

Yapılması gereken bellidir. İşçilerin sendikalaşmahakkının devletin ya da patronun iznine/çıkarına tabiolmaksızın kullanılması için, tabanın iradesiyle, söz-yetki-karar süreçlerinin işçilerde olduğu, fiili-meşrumücadele yolunun izlenmesi gereklidir.

İşçilerin bilinçlenerek, sınıflarının ve üretimdengelen güçlerinin farkına varmalarıyla, tabanörgütlenmeleri sayesinde “sınıfa karşı sınıf” bilinciylehareket etmeleriyle, yani sendikalara sınıf sendikacılığıanlayışının hâkim kılınmasıyla ne gerici yasalara sessizkalınır, ne işçi aidatlarıyla semiren sendika ağalarınaboyun eğilir. Böylesi bir mücadele yeniörgütlenmelerin önünü açar, bu mücadele süreçleriişçilerin siyasal sınıf bilinci kazanması yolunda eğitir,işçi sınıfının politik bir güce dönüşmesinin önü açar.

* 12 Eylül darbesinden sonra TİSK başkanı HalitNarin şöyle demişti: “Bugüne kadar işçiler güldü, artıkgülme sırası bizde.”

Köle değil işçiyiz, örgütlüysek güçlüyüz!

Page 10: Kızıl Bayrak 2014-31

Sermayenin saldırıları yoğunlaştıkça, işçi sınıfınıneylemli tepkisi de artış gösteriyor. Henüz belli sınırlarıaşamamış olsa da geçmiş yıllardaki işçi direnişlerindenve eylemliliklerinden bu son örnekleri farklılaştırannispeten daha bağımsız bir yan taşıyor olmaları.Kuşkusuz bu durum şu anki haliyle ancak bir başlangıçolarak algılanmalı.

Çözümün anahtarı “İşgal, grev, direniş!”

Bilindiği üzere gelişen işçi hareketi karşısındamevcut sendikal anlayış en az sermaye sınıfınınörgütlü gücü, yargısı, kolluk güçleri, ayrıştırıcı vekamplaştırıcı düzen siyaseti kadar tehlikeli bir roloynamaktadır. Greif işçilerinin başlattığı direniştehayat bulan “İşgal, grev, direniş!” şiarı ise meseleninçözücü halkasını göstermişti. Greif işçilerinin yolunbaşında haykırdıkları “Bu daha başlangıç” sloganınınhayat bulduğu Haziran Direnişi, bundan sonrayaşanacak kitle hareketlerinin alışılagelmiş engelleretakılmayacağını işaretlemişti. 60 gün boyunca sürenfabrika işgali ve sonrasında devam eden direnişle,Greif işçilerinin bu cüreti de bu toplumsal gerçeklikti.Haziran Direnişi’nde varlığını hissettiremeyen işçi sınıfısonraki süreçlerde bu direnişten etkilendiğinigösterecekti.

Gebze Feniş, Kütahya Seyitömer, Muğla Yatağan,Soma, Şişecam, SÜTAŞ, Gebze Kent Gıda, Kocaeli YıldızEntegre, Ankara Çayırhan maden işçileri ve Afşin-Elbistan Şubesi Çöllolar Kömür İşletmesi’nde çalışanişçilerin mücadelesi çıkış arayan işçilerinmücadelesidir. Bu işçi direnişleri aynı zamanda sınıfıniçine sokulduğu karanlık tünelde, tek umut olarakkendisinin izlenmesi gerektiğini işçilere dayatansendikal bürokrasi ile sınırlı da olsa bir hesaplaşmayıgöstermektedir. Nihayetinde işçi sınıfı kendilerineçizilen sınırları zorlamakta ve kendisine bir çıkışyaratmaya çalışmaktadır. Bu işçi sınıfı tarafındantünelin ucundaki ışığın görülmüş olduğunu ve çıkışadoğru adım atıldığını göstermektedir.

İşçilerin önünü ilikleyerek girdiklerisendika binaları

İşgali ancak zor yoluyla kırılabilen Greif işçilerinin

direnişlerine DİSK Genel Merkezi’nde devam etmeleri,diğer sınıf bölüklerine de bir statükoyla hesaplaşmalarıiçin de umut aşılamıştır. Feniş işçilerinin direniş süreci,Yatağan enerji ve maden işçilerinin eylem kararıçıkartmak için Türk-İş işgali, bu adımın somutörneklerindendir. Soma Katliamı’nın ardından dünekadar uysalca AKP mitinglerine götürülen işçiler,katliamdaki sorumluluğu nedeniyle ‘despot’ Erdoğan’ıSoma’ya geldiğine pişman etmişlerdi. Ancak Somalımaden işçilerinin öfkesinden bir diğer nasibini alan iseörgütlü oldukları Türkiye Maden-İş Sendikası idi.Sendikanın Ege Bölge Yönetimi istifa etmek zorundakalırken, işçilerin bir kısmı başka bir sendika arayışınagirdi.

Tek geçerli karar sınıfın kendi aldığıkararlardır

Grevi Bakanlar Kurulu Kararı ile kırılan camişçilerinin, özellikle Bursa ve Mersin gibi illerdegösterdikleri tepki mevcut sendika bürokratlarınızorlasa da, işçilerin bu çıkışı fiili bir grevin sürdürücüsüolmalarına yetmedi. Son olarak sermaye sınıfı,Bakanlar Kurulu Kararı ile cam grevinden sonra birgrevi daha kırmaya yeltendi. Fakat Çayırhan madenişçileri yaptıkları grev oylaması ile bir kez daha sınıflarmücadelesinde sınıfın üretimden gelen gücünün,kendi örgütlülükleri sayesinde aldıkları kararların tümkararların üzerinde olduğunu gösterdi. Çayırhanmaden işçileri “greve devam” dediler. Çayırhan’daörgütlü olan Maden-İş Sendikası’nın Afşin-ElbistanŞubesi’nin Çöllolar Kömür İşletmesi’nde de grevesendikanın isteksiz olmasına rağmen gidilmişti.

Keza geçtiğimiz günlerde pazarlık masasındatalepleri önemli ölçüde geri çekilen Kent Gıda işçileride greve ilk talepleriyle devam kararı alarak sınıfıntalepler için direnme eğiliminin güçlendiğini bir kezdaha gösterdi.

Tüm bu örnekler, dün işçi sınıfının ekonomikmücadelelerinde önemli bir engel teşkil eden sendikabürokrasisi ve yasal mevzuatların, bugün sınıftarafından zorlandığını göstermektedir. Bu barikatlarıaşacak olan ise siyasallaşmış bir sınıf hareketi olacaktır.O da ancak böylesine mücadele deneyimlerininçoğalmasıyla mümkündür.

“Sendikaları ağalardantemizleyeceğiz!”

Çelik-İş Sendikası Gebze Şube Başkanı ŞerafettinKoç ve sendika yöneticilerinin Feniş direnişininbittiğine yönelik söylentiler yayması ve fabrikadabekleyişlerine devam eden işçileri “bir grup marjinal”olarak nitelendirmesi üzerine Feniş işçileri 24Temmuz’da eyleme geçerek direnişlerinin son durumuhakkında bilgi verdiler ve sendikanın ihanetini teşhirettiler.

Kocamustafapaşa Camii önünde toplanan işçilerburada Gebzelilere seslenerek neden yürüyüşyaptıklarını anlattılar. Ardından ise “Kahrolsunsermaye diktatörlülüğü!”, “Kahrolsun sendika ağaları!”,“Yaşasın onurlu mücadelemiz!” sloganlarını atarakyürüyüşe başladılar.

Yürüyüşün en önünde “Kahrolsun sendika ağaları!Yaşasın onurlu mücadelemiz!/Direnen FenişAlüminyum İşçileri” pankartı taşındı. İşçiler yürüyüşeHükümet Caddesi üzerinden devam ederek Çelik-İşGebze Şubesi binasının önünde bitirdiler. Yürüyüşesnasında ise sendika ağaları teşhir edilerek direnişindevam ettiği anlatıldı. Ayrıca İsrail’in Filistin halkınasaldırıları da lanetlenerek “Katil İsrail Ortadoğu’dandefol!” sloganı atıldı.

Şube önünde ise Feniş işçileri adına basınaçıklamasını 2. Temsilci Mehmet Doğan okudu. Basınaçıklamasında Çelik-İş Sendikası’nın direnişi yalnızbıraktığı, mücadelenin önünde engel olduğu vedirenişle bir ilişkisinin olmadığı söylenerek sendikaavukatı Jan Aras Aslan’ın mahkeme masraflarını önesürerek haciz tehdidinde bulunduğu da ifade edildi.

Açıklamada Şerafettin Koç uyarılarak sendikaağaları sendikalardan temizlenene ve direnişkazanılıncaya kadar mücadeleye devam edileceğivurgulandı.

Eylemde sık sık “Kahrolsun sendika ağaları!”, “İşgal,grev direniş!” sloganları atıldı. Basın açıklamasıbittikten sonra bir kez daha siyonist İsrail saldırılarınadeğinen Feniş işçileri, bu saldırıların Filistin halkınındirenişiyle püskürtüleceğini söyledi ve “Katil İsrailFilistin’den defol!’” sloganını haykırdı.

Sendika binası önünde polisin yığınak oluşturmasıve kapıların kilitlenmesi ise muhtemel bir işgaleyleminden duyulan korkuyu gösteriyordu.

Kızıl Bayrak / Gebze

İşçi sınıfının gelişeneylemleri üzerine...

Page 11: Kızıl Bayrak 2014-31

- Hakan Plastik direnişindeki son durumu anlatırmısınız?

Yasin Esmez: Hakan Plastik’te işçilere ne değer nede hakları veriliyor. Bundan dolayı sendikalaşmasürecine girdik. Sendikalaşma sürecinde bir sürüolumsuzluklar yaşanıyor. İşverenler bunu engellemekiçin bizi işten attı. Biz de yasal olarak haklarımızımahkemede aramaya başladık. Direnişe geçtik.Çadırlarımızı kurduk, fabrika önünde eylemlerimiziyaptık. Sonuçta bir başarıya ulaşıldı. Ama bu direnişbitmiş değil, içerdeki işçiler bunu sürdürüyor.

Gürsoy Gazioğlu: Biz bu mücadeleye en baştaniçerde başladık. En sonunda bizi tespit ederek dışarıyaattı işveren. Sonucunda biz de kapı önünde direnerek,mücadele ederek başarıya ulaştık. Dışardaki diğerfabrikalara da iyi örnek olduk. Bunundeğerlendirmesini yapacağız, diğer fabrikalaradirenerek mücadele ederek başarıya ulaşılabileceğinigöstermiş olduk. Diğer fabrikaların da bunu örnek alıpişçi arkadaşların bir araya gelerek, böyle mücadelelervererek birşeylerin olabileceğini akıllarına kazmalılar.Ve kendi açılarından bu mücadeleye başlamaları dahaiyi olur. Hem daha iyi yaşam koşullarına sahip olmakiçin, hem de iş yaşamımızdaki haklarımız için çokfaydalı olacaktır.

Gökhan Gül: Artık patron sendikayı tanıyorsözleşme imzalandı. Önümüzdeki günlerde fabrikaönünde kutlama yapacağız.

- İşten atılan öncü işçilerle ilgili durum nedir?Gökhan Gül: Aslında atılan işçiler işe geri girecekti,

sendikanın kırmızı çizgileriydi, fakat patron atılanişçileri asla geri almam demiş. Bundan dolayımahkeme sürecini bekliyoruz, mahkeme sürecindensonra ne olur bilemiyoruz artık.

- Sendika Toplu İş Sözleşmesi’ni nasıl hazırladı?İşçilerle mi yoksa sendika kendi kendine mi hazırladı?

Gökhan Gül: Direniş süreci uzun ve yorucu birsüreçti gerek içerde çalışan işçi arkadaşlar olarak gerekdışarıda direnen bizler için öyleydi. Bir an önceneticenin olmasını istedik. Bize bir taslak getirildi vebunu sunacaklarını söylediler. Sendikanın orayagirmesi işçi için olsun, toplum için olsun, çok iyi oldufakat tabii ki yine de işten atılanlar olarak burukluğuyaşıyoruz. Bizim de içeride olmamız daha iyi olurdu,daha canlı olurdu içerisi, ama olmadı. Yine demutluyuz, sonuçta arkadaşlarımız için mücadele ettikoradaki olumsuz koşulların değişmesini istedik bu birkazanımdır.

- Direnişçi bir işçi olarak sendikanıntutumunu/öncülüğünü nasıl değerlendiriyorsunuz?

Gökhan Gül: Süreç tam bizim istediğimiz gibiolmadı. Yetki belgesini kısa bir süreçte alamadık. Yetkibelgesini aldıktan sonra patron da zaten sendikayıistemiyordu. Fakat bizim dışarıda direnişteolmamızdan kaynaklı süreç daha uzadı. Daha fazla

baskı yapabilirdik. Sendika patronun söylemlerinegüvendi; söz veriyordu fakat sözünde asla durmadı.Örneğin “Erkek sözü veriyorum işçi atmayacağım!”demişti ve işçi atmıştı. Ondan sonra “Tamamhallediyoruz, sendikayı kabul edeceğiz! Birtakımyerlerden bilgi alacağım, sözleşme nasıl yapılır” falanama bunlar oyalama taktiğiydi. Tüm bu olumsuzsürece rağmen sendikanın fabrikaya girmesi iyi oldu,yılmadan, mücadele ederek oldu bu kuşkusuz. Bumücadelenin onurlu bir mücadele olduğununfarkındaydık zaten. Yıllarca bizi bir işçi değil de, insandeğil de bir eşya olarak gördüler buna karşı mücadeleverdik ve kazandık.

Yasin Esmez: Dünya çıkar dünyası, patronun dasendikanın da çıkarda buluştuğunu düşünüyorum.Sonuç olarak sözleşmenin olması içerdeki işçiler içiniyi. En azından sendikalı oldular artık, sendikalı birfabrikada çalışıyorlar. Patron da yetkilerinden birinisendikaya devretmiş bulunuyor bu sözleşmeyle.Mücadele bitmedi. Mücadele ateşini biz yaktık, artıkiçerdeki işçiler sürdürecek. İşçilerin üretimden gelengücünü her zaman kullanması lazım. Eğer ortada birsömürü varsa buna karşı direnmesi lazım. Hakkınısonuna kadar araması lazım.

Gürsoy Gazioğlu: Sendikamızda pasiflik vardı.Direnişte bizleri dinleseydi daha erken sonuçlanırdı.Sendika daha çok patron yanlısı oldu. Uyarmamızarağmen patronun sözüne kanarak onu beklediler.Bizim önerimiz; mücadeleyi daha sıkı tutarak patronuyıldırma politikasına girebilirdik. Mesela sendikaörgütlü olduğu diğer fabrikalardan işçileri burayagetirerek fabrika önünde patrona karşı daha güçlüolduğunu gösterebilirdi. İş durdurabilirdik; yinesendikanın pasifliğinden kaynaklı olmadı. Sendikaeğitim çalışması yapmadı, kendi aramızda yaptık. Siviltoplum örgütleri yardımcı oldu. Özellikle Umut-Senbize bilgi açısından çok yararlı ve yardımcı oldu. Neleryapabileceğimizi gösterdiler bize, onlar sayesinde bilgiedindik biz de. Bilmediğimiz şeyleri öğrendik.Sendikanın da faydası vardı ama Umut-Sen kadaryardımcı olmadı bize.

- Bu direniş süreci bir işçi olarak size ne öğrettibundan sonra hayata nasıl bakıyorsunuz?

Gökhan Gül: Dostluğu öğretti, işçi bilincini öğretti,haksızlıklara karşı direnmeyi, mücadeleyi öğretti

bunlar güzel şeyler. Demek ki mücadele ederek ancakkazanılıyor, sadece isteyerek kazanılmıyor. Sendikanınfabrikaya girmesi daha da güzel oldu, mutluyuz.

Yasin Esmez: Bize çok şey kattı bu direniş, ilkdeneyimimizdi. Haksızlık karşısında neler yapacağımızı,nasıl bir tutum sergileyeceğimizi, hangi haklara sahibizbunları öğrendik.

Gürsoy Gazioğlu: Direnişi bitirdik şimdi HakanPlastik patronu bizi istemiyor. Ama şimdi bizimsayemizde içerdeki arkadaşlarımız sendikalı olduğuiçin çok sevinçliyiz. Bundan sonra artık sendikayı oradayürütmek, gerekeni yaptırabilmek içerdeki işçilerekalıyor. Mücadele bitmedi, bundan sonra içerdekiişçiler mücadele verecek. Biz artık atılan işçiler olarakbaşka fabrikada olduğumuz için orada mücadeleveriyoruz. Zaten sendikalı bir işyerine girdik oradamücadele edeceğiz. İşçi arkadaşlarıma da tavsiyemsendikasız bir yerde çalışmasınlar.

Çok ama çok fark var. Bundan önceki yıllarda hiçbirşeyden haberimiz yoktu. Sendikanın ismini biliyordukfakat ne yaptığını, ne işe yaradığını bilmiyorduk. Ve budirenişe başladıktan sonra sendikanın faydalarının neolduğunu, neler yapabileceğini öğrendik. Bu konudaçok bilinçlendik. Sendikalı bir yerde çalışanla,sendikasız bir yerde çalışmanın arasında çok fark var.Sendikasız yerdekilerle konuştuğumda bizim deönceleri korktuğumuz gibi işten çıkartılırız, işbulamayız gibi. Bizler işten çıksak da sağlam birmücadele vererek kazanabileceğimizi gördük.

- Şu an Sütaş, Kent grevi, Feniş direnişi var.Direnişteki işçilere bir mesajınız var mı?

Gökhan Gül: İnşallah direnişlerinin sonucu bizimkigibi olumlu olur. Olumlu olarak bitmesi hem bizim içinhem de onlar için, başka işçi arkadaşlar için umut olur.Direnerek kazanılacaktır. Direnişteki arkadaşlarımızadestek vermeliyiz, kendilerine sabır diliyorum.

Yasin Esmez: Kapitalizmin olduğu yerde sömürüher zaman oluyor. Sömürüye mutlaka dur demeklazım. Sonuna kadar emeklerini savunsunlar, haklarınıarasınlar.

Gürsoy Gazioğlu: Mücadele verirlerse sonucundakazanacaklarına emin olabilirler. Mücadeleninsonucunda bir yerlere mutlaka geleceklerdir.Mücadele sonucunda sevinen taraf onlar olacaktır.

Kızıl Bayrak / Trakya

“Haklarımızı ancak mücadeleylekazanabiliriz!”

Page 12: Kızıl Bayrak 2014-31

Bazı arkadaşlar patron işbirlikçisi bir şebekeolan Türk Metal’e karşı mücadele ederkenBirleşik Metal-İş Sendikası’nın yönetimineyönelik eleştiri yapmamızı anlamıyorlar. Bununihanet şebekesine karşı mücadeleyizayıflatacağını iddia ediyorlar. Oysa bututumumuz mücadeleyi zayıflatmaz tersinegüçlendirir.

Çünkü Birleşik Meta-İş’e egemen sendikalanlayış geri ve uzlaşmacı çizgisiyle Türk Metalçetesininin işini kolaylaştırıyor. Onun ekmeğineyağ sürüyor. Çünkü kağıt üzerinde iddiaları neolursa olsun bu anlayışın ufku kurulu düzeniaşamıyor. Net bir sınıfsal ufka sahip değil. Bununsonucu ise Türk Metal’in “kazandıracağız,kazanacağız” anlayışının inceltilmiş bir türevioluyor. “Gerçekçilik” adına toplu sözleşmesürecinde de haklı ve meşru olanı değil,patronların ne kadar verebileceğini baz alan ortayolcu bir sendikacılığa varıyor. Kabul etmese de,“sınıfa karşı sınıf” duruşu yerine “endüstriyelilişkiler” adı altında sosyal diyalogculuk tümdüşünce ve davranış çizgisine damgasını vuruyor.

Bazıları, “olabilir ama sonuçta demokrasiuygulanıyor, kararları işçiler alıyor” diyor. Biz ise bunakarşılık diyoruz ki, iyi güzel ama kararların alınmasındabelirleyici olan yöneticiler oluyor, politik ve moralsınırları onlar çiziyor, ufku onlar belirliyor. Bunun içintabanın fikirlerinin alındığı iddia edilen kurullaryönetimin kararlarının onaylandığı göstermelikorganlara dönüşüyor. Metal İşçileri Birliği, bunun içinbu organların yönetim kurullarından bağımsız olması,bağımsız çalışması ve karar alması gerektiğine inanıyor.

Bu olmadığından yöneticiler ayrıcalıklarındanvazgeçmedikleri, tabandaki kontrolsüz enerjiden deçekindikleri için bu organlar göstermelik hale geliyor.Dahası yönetimlerin geriliklerini, önderliksorumluğunu işçiye yüklüyor. Yapılmayan işler, geritutumlar işçilerin gerilikleriyle açıklanır hale geliyor.Öyle ki işbirlikçi Türk Metal bile bunu anladığı içinşimdi aynı türden organları topluyor. Kendi satıştaslaklarını temsilci ve yöneticilerin katılımıylaorganize edilmiş toplantılar üzerinden ilan ediyorlar.

Ekte yayınladığımız küpür, burada tartıştığımızsendikal anlayışın iyi bir özetidir. Bu küpür BirleşikMetal Sendikası’nın aylık gazetesinin giriş yazısındanalındı.

Küpürde MESS Grup toplu sözleşme sürecindenbahseden sendika yönetimi, beklentilerinyüksekliğinden bahsettikten sonra konuyu ekonomikkırılganlığa getiriyor. Yani aslında metal işçisininbeklentilerini kırmaya çalışıyor. Hemen ardından isetoplu sözleşme taslağının tabandan kurullar yoluylahazırlandığını iddia ediyor. İşte eleştirdiğimiz tutum vedavranış çizgisi böyle ifade buluyor.

İşte anlayış ve ufuk bu olduktan sonra metal işçisidaha iyisini isteyebilir mi, metal işçisinin beklentilerineuygun bir taslağın ortaya çıkması mümkün olabilir mi?Ekonomik kırılganlıktan bahseden bu sendika yayınınıokuyanlar korkar, tedirgin olur ve azla yetinmeyekendisini hazırlar. Ama zaten yaratılmak istenen de budeğil midir?

Peki/ bu anlayışın karşısında MİB’in savunduğu sınıfsendikacılığı ne diyor:“Taleplerimizi belirlerken, MESS’in ne vereceğini değilhaklı ve meşru olanı ölçü almalıyız. Bundan sonra isemücadelenin güç ve olanakları ile emek ile sermayearasındaki mücadelenin mevcut dengelerini dikkatealmalıyız. Bunu yaparken geri olana değil, ileridedurana bakmalıyız. Mevcut sınırlara sıkışmamalı,sınırları aşmanın yollarına bakmalıyız.” (MİB TİSbroşüründen...)

İşte Metal İşçileri Birliği böyle bir anlayışı temsilediyor ve bu anlayışın sendikalara egemen olması içintüm gücüyle çalışıyor. İleri ve öncü işçileri bu anlayışdoğrultusunda birleşmeye, ortaklaşmaya ve birliktemücadele etmeye çağırıyor.

Metal İşçileri Birliği

Bu anlayış metal işçisinin beklentilerini karşılayacak bir taslak hazırlayabilir mi?

150 bin işçiyi kapsayan MESS Grup TİS sürecindesendikalar taslaklarını hazırlama aşamasındaykenMetal İşçileri Birliği de çalışmalarını sürdürüyor.Metal İşçileri Birliği (MİB), Türk Metal’in satıştaslağını çöpe atma çağrısını yükseltiyor. TürkMetal’in açıkladığı satış taslağını teşhir eden veişçileri mücadeleye çağıran MİB, konuyla ilgilihazırlanan afişleri kullanıyor.

Bursa’da 26 Temmuz’da yapılan çalışmalarkapsamında hazırlanan afişler kent merkezi baştaolmak üzere servis güzergahları ve semtlerdekullanıldı.

MİB çalışanları ayrıca toplu sözleşme süreciyleilgili hazırladıkları broşürün dağıtımını dasürdürüyorlar. Broşürler Emek semtinde işçiservislerine ulaştırıldı.

Mercedes’te broşür dağıtımı

MİB çalışanları TİS üzerine çıkarılan ve işçileritaslakların hazırlanması sürecinde seyirci kalmamayaçağıran broşürleri 26 Temmuz’da Hadımköy yoluüzerinde kurulu bulunan ve Türk Metal sendikasınınyetkili olduğu Mercedes fabrikasında çalışan işçilereulaştırdı.

Öğlen saatlerinde fabrikanın karşısında bulunanHoşdere’deki cami önünde Cuma namazı çıkışındabroşür dağıtımı yapıldı. Ajitasyon konuşmalarıeşliğinde yapılan dağıtımda 200’e yakın broşürişçilere ulaştırıldı.

Kızıl Bayrak / Bursa-Esenyurt

MİB’den satış sözleşmesini yırtma çağrısı

Page 13: Kızıl Bayrak 2014-31

Mücadelede sıfır çekiyor!Çalışma Bakanlığı sendikaların üye sayılarına ilişkin son istatistikleri açıkladı. Resmi Gazete’de yayınlanan

istatistiklere göre Türk Metal sadece metal işkolunun değil aynı zamanda bütün işkollarının en çok üyeye sahipsendikası.

Kayıtlara göre Türk Metal’in tam 169 bin 569 üyesi var. Türk Metal bu rakamlarla övünüyor, işkolundaki diğersendikalara göre en az 100 bin daha fazla üyeye sahip olduğunu ilan ediyor.

Fakat bu tablo aslında Türk Metal için utanç verici olmalı. Çünkü Türk Metal bunca üyeye rağmenmücadelede ve üyesi olan işçilerin haklarını kazanmada sıfır çekiyor. Birçok fabrikada Türk Metal üyeleri kanağlıyor, ağır sömürü şartlarında çalışıyor.

Buna rağmen, Türk Metal geçtiğimiz günlerde 130 bin işçi adına açıkladığı toplu sözleşme taslağında sadeceyüzde 14 zam talebinde bulunuyor.

Yani bunca üyeyle ancak dileniyor. Böyle oluyor çünkü, Türk Metal bunca üyeyi kendi bileğiyle kazanmıyor. Patronlar diğer sendikalar gelmesin

diye kendi elleriyle işçileri Türk Metal üyesi yapıyorlar.

Türk Metal yönetimi her zaman yaptığı gibi birbayram arifesinde metal işçisinin sırtına ihanethançerini sapladı. Fabrikaların büyük ölçüde tatileçıkacağı bir günün akşamında 2014-16 MESS GrupToplu İş Sözleşmesi ile ilgili taslağını açıkladı. “Dünyadailk kez işçilere sorularak hazırlandı” diye sunulantaslak, metal işçilerinin çalışma koşullarıdüşünüldüğünde sefil taleplerden oluşuyor. Metalişçisinin beklentilerini kıyısından köşesinden bilekarşılamak bir yana bunun bir teklif olduğudüşünülürse imzalanacak sözleşmenin şimdiden birsatış sözleşmesi olacağını gösteriyor.

Öyle ki Türk Metal taslağında birinci altı ayücretlere sadece yüzde 14, ikinci altı ayda enflasyonoranında, üçüncü altı ayda enflasyon artı yüzde 2,dördüncü altı ayda ise yine enflasyon oranında zamistiyor.

Ücretlerin enflasyon oranında eridiği, sadece sonbir yıllık enflasyonun yüzde 10’u bulduğu bir durumdamasaya bu taleple oturmak satışın habercisidir.Masaya sadece yüzde 14’le oturan dilene dilene üçkuruşluk zam alır ancak.

Türk Metal’in taslağındaki diğer maddeler debundan farksız. Sosyal haklara yüzde 20, asgari ücretinaltında ücret alan işçinin saat ücretine 40 kuruş gibi...Tüm bu maddeler hep “dilenci” bir anlayışla ve MESS’i

rahatsız etmeyecek bir tarzda hazırlanmış.Öte yandan açıklanan taslakta skandal denebilecek

maddeler de var. Önceki dönemde olduğu gibi budönemde de bireysel emeklilik gibi özel emeklilikşirketlerinin işine yarayacak bir uygulama taslağakonmuş. Ama bunun yanında öyle bir madde var kiTürk Metal’in nasıl da patron kafalı MESS uşaklarıncayönetildiğini gösteriyor. Öyle ki Türk Metal taslağa“Kazasızlık ödülü” adıyla bir madde koymuş. Bumaddeye göre “iş kazası geçirilmeyen günlereistinaden” işçiye ödül (100 güne 100 TL, 200 güne 150TL, 360 güne 200 TL) verilmesi isteniyor. Bu sürelerin,“iş kazası” olması durumunda sıfırlanmasıöngörülüyor.

Bu anlayış iş cinayetlerini “kaza” sınıfına sokmak vesorumluluğunu da işçiye atmak demektir. Türk Metalbir de böylelikle işçi sınıfına ihanet etmiş oldu.

İşte tüm bunlardan dolayı Türk Metal’in bu taslağıbir satış ve ihanet taslağıdır. Metal işçisinin iradesinihiçe sayan, onun haklarını daha baştan MESS’e peşkeşçeken bu taslak yırtılıp çöpe atılmalıdır.

Metal İşçileri Birliği metal işçilerini bu taslağa karşıtepkilerini yükseltmeye, onu çöpe atmaya, Türk Metalşebekesinden hesap sormaya çağırıyor.

Metal İşçileri Birliği25 Temmuz 2014

Satışa geçit yok,taslak çöpe!

Türk Metal’in satış sözleşmesini açıklamasınınardından fabrikadaki işçilerin tepkisine dair biryazı kaleme alan Oyak Renault işçisi “Bayramıfırsat bildiler ama fabrikada büyük hoşnutsuzlukvar” dedi...

Bayram iznine çıkmamıza bir gün kala gelip çaybölümünde, taslağı yarım yamalak, biraz da üstükapalı anlattılar. Geçiştirelim de bir an önce olsunbitsin tarzında... Yüzde 14 zam, 29 Ekim CumhuriyetBayramı’nda bir ata altını... Onun haricinde bizimlehiç alakası olmayan bir madde getirmişler. İşte bir yıliçerisinde iş kazası yapmayan bir işçiye 450 TLcivarında bir para verilecek ki, işçi arkadaşlar bunahiç olumlu bakmıyorlar. Özellikle bu son maddeninbizimle hiç alakası olmadığını düşünüyorlar. Özelliklepatronun çıkarına olan bir madde olduğunudüşünüyorlar. Uluslararası anlaşmalar, çalışmakoşullarıyla ilgili yasalarda bu tarz büyük işletmelereciddi cezalar kesildiğinden dolayı böyle birmaddenin konulduğunu düşünüyorlar.

Biz işçiler olarak zaten sendikanın samimiyetinegüvenmiyoruz. Geçmişteki pratiklerinden degördük, bunlar yüzde 14 ile masaya otururlarsayüzde 5-6 ile kalkarlar. Eminiz ki Türk Metalgeçmişte olduğu gibi yine ihanet edecek. Bu patronsendikası bize defalarca ihanet etti, o yüzden işçilerde birşey beklemiyor.

İçeride de ciddi bir huzursuzluk var. Ama bayramarifesi olduğu için insanlar pek tepki göstermediler.Ama bu tepkiler bayramdan sonra şekillenecektir.İnsanlar şu an tatile yoğunlaşmışlar, “tatile nasılgideriz”, “sevdiklerimizle nasıl bir bayram geçiririz”bunu düşünüyorlar. Bundan kaynaklı tepkiler birazcılız kaldı.

Bunların amacı da zaten bayram arifesindetaslağı açıklayarak her şeyi geçiştirmekti.

Bakalım, bayramdan sonra herşey netleşecekama içeride ciddi bir huzursuzluk, sendikaya veaçıklanan rakama karşı ciddi bir hoşnutsuzluk var.

Sendikaya, işverene ve taslağa karşıörgütlenmeliyiz, elimizden geleni yapmalıyız.

Bir Oyak Renault işçisi

Renault işçisi fabrikadakidurumu anlattı...

Page 14: Kızıl Bayrak 2014-31

Kent işçisininkazanması için…

Üçüncü haftasını geride bırakan Kent Şeker grevidevam ediyor. Ücretlerin arttırılması talebiyle greveçıkan Kent işçileri grevlerini kararlılıkla sürdürüyor.Kent Şeker’de göze çarpan gerçek şu ki, işçiler“hakkımızı alana kadar devam edeceğiz” kararlılığınıgösterse de sendika bürokratları işçileri patronunverdiğine razı etmek için ikna etme çabalarınısürdürüyor.

Kent işçisi ne istiyor?

Kent işçilerinin şartları 2000’li yıllara kadar kısmendaha iyiydi. Fabrikada 2000’li yıllarla birlikteücretlerde azalma yaşandı. 10 yıllık işçiler asgari ücretile çalışıyor. 26 yıllık işçinin ücreti 1600 TL’yi aşmıyor.Çalışan işçi sayısı azaltılırken, işçi başına düşen iş yüküise artmış durumda.

Yaşam koşulları her geçen gün pahalılaşırken,temel tüketim ürünlerine zam üstüne zam gelirkendüşük ücretlerle çalışan Kent işçileri geçim şartlarınıniyileştirilmesini istiyor. Ücretlerin yükseltilmesi (500 TLve üzeri zam) ve sosyal hakların iyileştirilmesisözleşmede yer alan talepler.

Tek Gıda-İş yine uğursuz rolüyle iş başında

Kent Şeker’de TEKEL sürecinden çok yakındantanıdığımız Tek Gıda-İş Sendikası var. Kent grevininbaşladığı günlerden beri Tek Gıda-İş bürokratlarıuğursuz rollerini oynamaya çalışıyor. “İşçilerinkararının arkasındayız” söylemine karşın grevin bir anönce bitirilmesi yönünde bir çaba içine girmişbulunuyorlar.

Kent grevi başladığında yansıyan tablo şöyleydi;grevin başlama tarihi işçilere önden açıklanmadığı için

işçiler yoğun mesaiye bırakılmış ve depodaki mallardışarı çıkartılmıştır. Greve çıkıldıktan sonra ise patronlayapılan görüşmenin ardından grevin bitirilmesi içinçeşitli hamleler gerçekleştirildi. Anlaşılan o ki yeterliüretim yapıldıktan sonra sendika bir süreliğine greveçıkarak işçilerde biriken öfkeyi boşaltacağınıumuyordu. Patronla yapılan görüşmenin ardındanişçiler greve devam dedi ancak sendika bürokratlarıreferandumu dayattılar. Muhtemeldir ki sandığagidildiğinde işçilerin birbirine sırtlarını döneceklerinive dolayısıyla bölüneceklerini hesaplıyorlardı. Ancakyapılan grev oylaması sonucu 659 işçi greve devamdedi.

Sendikacılar grevi bitirmek ve patronun dayattığızammı kabul ettirmek için işçileri ikna çabalarınadevam ediyorlar. Yeni bir referandum dayatmasındabulunuyorlar. Grev oylaması ile açığa çıkan işçininiradesini yok saymaya çalışıyorlar. Oysaki işçilergerçekleşen grev oylaması ile iradelerini ortayakoydular zaten. Bu durumda sendikacıların yapmasıgereken şey, bu iradeye sahip çıkarak grevin kazanmasıiçin seferber olmaktır, yoksa bu iradeyi boşa çıkarmakdeğildir.

Taban iradesi ve iç örgütlülük güçlendirilmeli

Kent işçisi kazanana kadar grevi sürdürme iradesinikoruyor. Ancak henüz bu açıdan zayıf bir konumdadır.Kent işçisi kararlılığını ve kendi iç birliğinigüçlendirmelidir. Söz, karar ve yetkinin kendilerindeolduğu bir süreci işletmelidirler. Kent işçilerininiradesini yansıtmayan bir sözleşme kabuledilmemelidir. Sendika bürokratlarının grevi bitirmeyönündeki tüm girişimlerine karşı da tetikteolunmalıdır.

Kent Şeker’debayramlaşma

Kent Şeker’de grevci işçiler bayramın ikinci günübiraradaydılar. Saat 10.00’da toplanmaya başlayanişçiler, sohbetler ettiler. Saat 10.30’da fabrika önünetoplanıldı ve sendika yöneticileri konuşmalargerçekleştirdi. “Birlik, mücadele, zafer” sloganlarıylatoplanan işçiler, konuşmaları dinledikten sonrabayramlaştılar.

İlk olarak yapılan konuşma ile işçiler selamlandı vebayramda grev alanında olmanın önemine değinildi.Sonra Tek Gıda-İş Sendikası Genel Sekreteri MustafaAkyürek konuşma gerçekleştirdi. Akyürek, konuşmasıboyunca referandum ile verilen kararın yenidendeğerlendirilmesi gerektiğini, sendikanın patron ilegörüşmesinin önünün açılması gerektiğini söyledi.Konuşmasında referandum zamanı kararın çokdüşünülmeden verilmiş olabileceğini ifade edenAkyürek, bir daha referandum yapılırsa 700 sayısınınsandıktan çıkması gerektiğini söyledi. Üstü kapalışekilde işçileri ikna etmeye çalışan Akyürek, işçilerdevam etme kararı alırsa “bugüne kadar olduğu gibiyanlarında olacaklarını” da öne sürdü. Akyürek,konuşmasının bir bölümünde özel olarak ziyaretegelenlerin sözlerini çok dikkate almamak gerektiğinivurguladı.

Akyürek’in konuşmasının ardından bayramlaşmagerçekleşti. Bayramlaşmanın ardından davul-zurnaeşliğinde halaylar çekildi. Yaklaşık iki saat sürenprogram boyunca sendika yöneticileri işçilerlegörüşmeler gerçekleştirdiler.

Gebze Bağımsız Devrimci Sınıf Platformu da grevciişçilerin yanındaydı. Grev alanında işçilerle sürece dairsohbetler gerçekleştirildi. Kızıl Bayrak gazetesi ve yerelişçi gazetesi GREV’in direnişler özel sayısı işçilereulaştırıldı.

Kızıl Bayrak / Gebze

BDSP’den Kent Gıdaişçilerine ziyaret

Gebze Bağımsız Devrimci Sınıf Platformu, bayramınbirinci gününde grevdeki Kent Şeker işçilerininyanındaydı.

Şifa Mahallesi E-5 Durağı’nda buluşarak sloganlarlagrev alanına yürüyen BDSP’liler işçiler tarafından alkışve sloganlarla karşılandılar.

Bayramlaşmanın ardından grevi selamlayan BDSPtemsilcisi, işçi sınıfı için bayramların ancak sömürünün,hak gaspının olmadığı, eşit ve özgür bir dünyadageleceğini vurguladı. Bu bayrama birçok işçinin grev vedireniş alanlarında girdiğini belirtti ve kazanana kadargeri adım atmamak gerektiğini ifade etti. Seçimgündemi ile yaratılmaya çalışılan sahte demokrasiyalanlarına inanmamak gerektiğini belirterek, seçimsandıklarında değil grev alanlarında mücadeleyibüyütme çağrısı yaptı.

BDSP temsilcisinin konuşmasının ardından KentŞeker işçileri adına yapılan konuşmada, Kent’te vebirçok direnişte sürekli olarak işçilerin yanındagördükleri BDSP’ye teşekkür edildi.

Konuşmaların ardından işçilerle oturuldu vesohbetler edildi. Grev alanındaki işçilere yerel işçigazetesi GREV’in direnişler özel sayısı dağıtıldı.

Kızıl Bayrak / Gebze

Page 15: Kızıl Bayrak 2014-31

15 Temmuz’da bu yana grevde olan Tek Gıda-İşüyesi yaklaşık 800 Kent Gıda işçisi, “Gasp edilenhaklarımızı aldıktan sonra bayram yapacağız” diyerekbayramı grev meydanında karşıladılar. Kent Gıdaişçileri yaptıkları referandumla “Greve devam!”demişlerdi. Kent işçileri ürettikleri bayram şekerlerinikendileriyle dayanışmak için gelen ziyaretçilerevererek bayramlaştılar. Bu bayramda Kent işçileriningrev önlükleri en güzel bayramlıkları oldu.

Kocaeli’de Yıldız Entegre işçilerinin başlattıklarıeylem sürüyor. 11 Temmuz’da Hak-İş’e bağlı Ağaç-İşSendikası üyesi 400 işçi kendilerinden habersiz TİSimzalanması üzerine direnişe geçmişlerdi.

En uzun direnişlerden birine imza atan Feniş işçilerihakları için yaptıkları eylemi, aynı zamanda sendikabürokratlarından hesap sorma iradesiylesürdürüyorlar.

Bursa’da üretim yapan SÜTAŞ fabrikasındasendikalaşmak isteyen işçilerin işten atılması üzerinebaşlayan direniş yüz günü aştı. Bugüne kadarAksaray’dan 27, Karacabey’den 14 olmak üzere toplam41 işçi işten atıldı. Tüm baskılara rağmen Sütaş işçileridirenişlerini sürdürüyorlar.

Birleşik Metal-İş’e üye oldukları için işten atılan vegeçtiğimiz Mayıs ayından beri Gebze ve Düzce’dekifabrikaların önünde direnen M&T Reklam işçileri debu bayramı eylemle karşıladılar.

Bakaç Reklam işçileri bu bayrama hırsız patronSerdar Çengeloğlu tarafından maaşları ve kıdemtazminatları gasp edilmiş olarak girdiler. Bakaç Reklamişçileri eylemlerini sürdürüyorlar.

Gaziosmanpaşa-Arnavutköy yolu üzerinde bulunanve 400 işçinin çalıştığı Şantuk Tekstil’de işçilerinbayram hediyesi işten çıkarılmak oldu. İlk olarak 3işçiyle başlayan işten çıkarma ve sendikadan istifa

ettirme baskısının sürdüğü belirtiliyor.Ümraniye Carrefoursa işçileri, kıdem ve ihbar

tazminatları ödenmeden işten çıkarıldı. İşçiler bununüzerine eylem yaptılar. 32 işçiyi işten çıkaranCarrefoursa yönetimi, işten çıkardığını dahi işçileretebliğ etmedi.

26 Haziran’dan bu yana Kimberly-Clarkfabrikasında grevde olan işçiler, fabrika yönetiminingrevi kırma girişimlerine rağmen kararlılıklamücadeleye devam ediyorlar. Tümka-İş Sendikası üyesiişçiler bayramı da direnişle geçirdi.

Grev meydanlarını bayram yerine çeviren grevciişçilerin yaptığı bu eylemlerin dışında, grevleriyasaklanan cam ve maden işçileri bu bayrama burukgirdiler. Asıl bayramlarını gasp edilen haklarını aldıklarızaman kutlayacaklar. Şişecam işçilerinin grevininertelenmesinin ardından maden işçilerinin grevi deyasaklanmıştı. Bakanlar Kurulu, Çöllolar Kömür Sahasıişyeri ile Çayırhan Kömür İşletmesi’nde 1250 işçiningrevinin, “genel sağlığı ve milli güvenliği bozucunitelikte olduğu” bahanesiyle 60 gün süreyleertelenmesini kararlaştırmıştı.

Ve elbette Soma! Bu bayram da Soma’ya tarifiimkansız bir duygu çöktü. Yüzlerce maden işçisiyle,çocukları, anneleri, babaları, kardeşleri, sevdiklerimezarlarında bayramlaştı. Çocukları, maden işçisi olanbabalarının ellerini öpemedi. Kuralsız sömürü düzeniyüzünden aramızda olmayan maden işçileri deannelerinin ve babalarının ellerini öpemedi,sevdiklerine sarılamadı, bayramlaşamadılar. Bubayramda Soma’da yüzlerce el eksik sıkıldı.

Soma’ya asıl bayram ise bir daha iş cinayetlerindeişçilerin ölmediği, üretilen tüm zenginliklerin birliktepaylaşıldığı, madencilerin yazgısının çıkardıklarıkömürün karası gibi olmadığı zamanlarda gelecek.

Onların bayramlıklarıgrev önlükleri!

Petkim’de 3. uyarı eylemi23 Temmuz’da 1 saat, 24 Temmuz’da ise 1,5 saat

geç iş başı yapan Petrol-İş üyesi Petkim işçileri, 25Temmuz’da da 2 saatlik geç iş başı yapma eylemigerçekleştirdi.

Eylemde konuşan Petrol-İş Aliağa Şube BaşkanıAhmet Oktay, kendilerini hala dikkate almayan Petkimyönetimine, madenden sonraki en tehlikeli iş kolundaçalıştıklarını, bakım duruşunu fabrikaya yabancıtaşeron işçiler tarafından yapılmasının sadece Petkimişçilerini değil, bölge halkını riske soktuğunu yineledi.Soma’da tasarrufu işçi üzerinden yapmaya çalışanlarınbir facia yarattığını ve aynı hataya Petkim yönetimininde düştüğünü söyledi.

Sürekli kurumsallıktan bahseden şirketyetkililerinin atılan imzaların arkasında durmayarakkendileri ile çeliştiklerini söyleyen Oktay, sendikaolarak şimdiye kadar meseleyi Petkim içinde çözmeniyetinde olduklarını, fakat bu umursamaztutumlarının devam etmesi durumunda basın vekamuoyu ile paylaşabilecekleri çok şey olduğunubelirtti.

Durumda bir değişme olmazsa eylemlerinbayramdan sonra da artarak devam edeceğiaçıklanarak 2 saat gecikmeli olarak iş başı yapıldı.

Yıldız Entegre işçilerimücadeleye devam ediyor

Eylemlerine ara vermeden devam eden YıldızEntegre işçileri sendika ağalarına ve sermayeye karşıeylemlerine devam ediyorlar.

Yıldız Entegre işçileri 25 Temmuz’da fabrika önündeCuma namazı kılarak patronlarla aynı mescidegirmediler. Fabrikanın girişinde, turnikelerin önündebiraraya gelen sabah ve akşam vardiyası işçileri Cumanamazı kılarak eyleme geçtiler. Cuma namazı çıkışındaise namazdan geç çıkan fabrikanın genel müdürüAhmet Akpınar ve fabrikanın sahibi Fehmi Yıldız’ıyuhaladılar.

Fabrika içinde ve dışında işçiler karşılıklı sloganlaratarak, ıslıklarla ve alkışlarla eylemi devam ettirdiler.“Yılgınlık yok direniş var!”, “Satılık sendikaistemiyoruz!” sloganlarını sıkça atan işçiler her zamanolduğu gibi büyük bir enerjiyle eylemlerini bitirdiler.

Eylem sonunda ise Ağaç-İş Sendikası Kocaeli ŞubeBaşkanı Şener Furuncu genel merkezin işçilerin endüşük maaşının 1200 lira olduğu iddialarının yalanolduğunu ve işçilerin bordrolarına bakmalarının yeterliolduğunu söyledi. Ayrıca işçiler bordrolarını basınagöstererek zam almadıklarını söylediler.

Eylem bitmeden önce ise sınıf devrimcileri 50 taneKızıl Bayrak gazetesini işçilere ulaştırarak Yıldız Entegreişçilerinin sesinin Kızıl Bayrak aracılığıyla daha gürçıkacağını ifade ettiler.

Kızıl Bayrak / Kocaeli

Page 16: Kızıl Bayrak 2014-31

Proletaryanın büyük öğretmeni ve militan savaşçısıFriedrich Engels’i ölümünün 119. yılında saygıylaanıyoruz. Ölüm yıldönümü vesilesiyle, Lenin’in Engelsüzerine kaleme aldığı makaleyi okurlarımızasunuyoruz...

“Nasıl bir zekâ meşalesi söndü.Nasıl bir yürek durdu!”

Nikolay Nekrakov5 Ağustos 1895’te Friedrich Engels Londra’da öldü.

Dostu (1883’te ölen) Karl Marx’tan sonra, Engels,bütün uygar dünyanın modern proletaryasının enyetkin bilim adamı ve öğretmeniydi. Kaderin Karl Marxve Friedrich Engels’i bir araya getirdiği andan bu yana,iki arkadaş yaşamları boyunca çalışmalarını ortak birdavaya adadılar. Ve bu yüzden Friedrich Engels’inproletarya uğruna neler yapmış olduğunu anlamakiçin, çağdaş işçi sınıfı hareketinin gelişiminde Marx’ınöğretisi ve çalışmasının önemi konusunda açık bir fikresahip olmak gerekir. Marx ve Engels, işçi sınıfı ve onuntaleplerinin, burjuvazi ile birlikte kaçınılmaz olarakproletaryayı yaratan ve örgütleyen mevcut iktisadisistemin zorunlu bir sonucu olduğunu ilkgösterenlerdir. Onlar, insanlığı, onu halen ezmekteolan kötülüklerden kurtaracak olanın, yüce duygulubireylerin iyi niyetli girişimleri değil de, örgütlenmişproletaryanın sınıf savaşımı olduğunu gösterdiler.

Marx ve Engels, bilimsel çalışmalarıyla, sosyalizmin,hayalcilerin bir buluşu olmadığının, ama moderntoplumdaki üretici güçlerin gelişmesinin nihai amacıve zorunlu bir sonucu olduğunun ilk açıklamasınıyapanlardır. Günümüze kadar olan yazılı tarih, sınıfsavaşımlarının belirli toplumsal sınıfların ötekilerüzerindeki birbirini izleyen egemenlik ve zaferlerinintarihi olmuştur. Ve, sınıf savaşımı ve sınıfegemenliğinin temelleri -özel mülkiyet ve anarşiktoplumsal üretim- kayboluncaya dek bu sürecektir.Proletaryanın çıkarı, bu temellerin yıkılmasınıgerektirir ve bu nedenle, örgütlenmiş işçilerin bilinçlisınıf savaşımı bunlara karşı yöneltilmelidir. Ve her sınıfsavaşımı, politik bir savaşımdır.

Marx ve Engels’in bu görüşleri, şimdi kurtuluşlarıiçin kavga veren bütün proleterler tarafındanbenimsenmiştir. Ama kırklarda, iki arkadaşzamanlarının sosyalist yazınına ve toplumsalhareketlerine katıldıklarında, tamamen yeniydiler.Siyasal özgürlük savaşımına kralların, polis ve dinadamlarının despotizmine karşı savaşıma katılan,yetenekli ve yeteneksiz, dürüst ve dürüst olmayanbirçok kimse vardı, bunlar, burjuvazinin çıkarları ileproletaryanın çıkarları arasında uzlaşmaz karşıtlıkolduğunu göremiyorlardı. Bu kimseler, işçilerinbağımsız bir toplumsal güç olarak hareket etmelerigerektiği düşüncesini kabul edemiyorlardı. Öte

yandan, yalnızca yöneticileri ve egemen sınıflarıçağdaş toplumsal düzenin adaletsizliklerine iknaetmenin yeterli olacağına ve o zaman yeryüzündebarışın ve evrensel refahın kolayca kurulacağınainanan, kimi de deha sahibi, birçok hayalci vardı.Savaşımsız bir sosyalizm düşünü görüyorlardı. Ensonu,o zamanın sosyalistlerinin hemen hepsi ve genelolarak işçi sınıfının dostları, ancak, sanayinin gelişmesiölçüsünde büyüdüğünü korkuyla izledikleriproletaryayı bir çıban olarak görüyorlardı. Bu yüzdende, tümü, sanayinin ve proletaryanın gelişmesinidurduracak, “tarih tekerleğini” durduracak araçlararıyorlardı. Marx ve Engels, proletaryanın gelişmesikonusundaki genel korkuyu paylaşmıyorlardı; tamtersine, bütün umutlarını proletaryanın süreklibüyümesine bağlıyorlardı. Proleterler ne denliçoğalırsa, devrimci sınıf olarak güçleri o denli büyük,sosyalizm o kadar yakın ve o kadar olanaklı olacaktır.Marx ve Engels’in işçi sınıfına yapmış olduklarıhizmetler, birkaç sözcük içinde şöyle ifade edilebilir:Onlar, işçi sınıfına kendini bilmeyi, kendi bilincineulaşmayı öğrettiler, ve boş hayallerin yerine bilimikoydular.

İşte bunun içindir ki, Engels’in adı ve yaşamı herişçi tarafından bilinmelidir. İşte bunun içindir ki, bütünyayınlarımızda olduğu gibi, Rus işçi sınıfının bilinciniuyandırmayı amaçlayan bu makaleler derlemesindede, modern proletaryanın iki büyük öğretmenindenbiri olan Friedrich Engels’in yaşamını ve çalışmasınıözetlemek zorundayız.

Engels, 1820 yılında, Prusya Krallığı’nın Reneyaletindeki Barmen’de doğdu. Babası bir imalâtçıydı.1838’de Engels, aile koşullarının zorlamasıyla, liseöğrenimini yarıda bırakarak, Bremen’deki birticarethaneye kâtip olarak girmek zorunda kaldı. Ticariişler, Engels’in, siyasal ve bilimsel eğitiminisürdürmesini engellemedi. Daha lisedeyken otokrasive bürokratların zorbalığına karşı kin beslemeyebaşlamıştı. Felsefe çalışmaları onu daha da ilerigötürdü. Bu sırada Hegel’in öğretisi, Alman felsefesineegemendi. Engels, onun izleyicisi oldu. Her ne kadarHegel’in kendisi Berlin Üniversitesi’nde bir profesörolarak hizmetinde bulunduğu mutlakıyetçi Prusyadevletinin bir hayranı idiyse de, Hegel’in öğretisidevrimciydi. Hegel’in insan aklına ve onundoğruluğuna olan inancı, ve Hegel felsefesinin evreninsürekli değişen ve gelişen bir süreç içinde olduğuyolundaki felsefesinin temel tezi, Berlinli filozofun bazıizleyicilerini -mevcut durumu kabul etmeyireddedenleri- bu duruma karşı savaşımın da, mevcutyanlışa ve hüküm süren kötülüklere karşı savaşımın daevrensel öncesiz ve sonrasız gelişmenin yasası içindekök saldığı düşüncesine götürdü. Eğer her şey gelişiyor,eğer kimi kurumların yerini başkaları alıyorsa, neden

Prusya kralının mutlakıyeti ya da Rus çarınınmutlakıyeti, geniş bir çoğunluğun zararına küçük birazınlığın zenginleşmesi, ya da burjuvazinin halküzerindeki egemenliği sonsuzluğa dek devam etsindi?Hegel’in felsefesi aklın ve düşüncelerin gelişmesindensöz ediyordu; idealistti. Doğanın, insanın, ve insanilişkilerinin, toplumsal ilişkilerin gelişmesi aklıngelişmesinden türetiliyordu. Marx ve Engels, Hegel’inöncesiz ve sonrasız gelişme süreci düşüncesinisavunup sahiplenirken, önyargılı idealist görüşlerinireddettiler; yaşama bakarken gördüler ki doğanıngelişmesini açıklayan şey zihnin gelişmesi değildir,tersine, zihnin açıklanması, doğadan, maddedençıkarılmalıdır… Hegel ve öteki hegelcilerden farklıolarak Marx ve Engels, materyalisttiler. Dünyaya veinsanlığa materyalist açıdan bakarak, tıpkı bütün doğalolayların temelinde maddi nedenlerin yatmasındaolduğu gibi, insan toplumunun gelişmesinin de maddigüçlerin, üretici güçlerin gelişmesiylekoşullandırıldığını gördüler. Gereksinimleriningiderilmesi için gerekli olan şeylerin üretimindeinsanların birbiriyle olan ilişkileri, üretici güçleringelişme düzeyine bağlıdır. Ve toplumsal yaşamın bütüngörüngülerini, insanın özlemlerini, fikirlerini veyasalarını açıklayan da bu ilişkilerdir. Üretici güçleringelişmesi, özel mülkiyet temeline dayanan toplumsalilişkileri yaratmaktadır, ama şimdi görüyoruz ki, üreticigüçlerin bu aynı gelişmesi, çoğunluğu mülkiyettenyoksun bırakıyor ve onu küçük bir azınlığın elindebiriktiriyor. Modern toplumsal düzenin temeli olanmülkiyeti ortadan kaldırıyor, bizzat o, sosyalistlerinönlerine koydukları hedefin ta kendisine doğruçabalıyor. Sosyalistlerin yapması gereken tek şey,modern toplumdaki durumuna bağlı olarak, hangitoplumsal gücün sosyalizmin gerçekleştirilmesindeçıkarı olduğunu kavramak ve bu güce çıkarlarının vetarihsel görevinin bilincini vermektir. Bu güç,proletaryadır. Engels, proletaryayı, İngiltere’de,babasının ortağı bulunduğu ticarethanede çalışmakiçin 1842 yılında geldiği, İngiliz sanayinin merkezi olanManchester’de tanıdı. Engels, burada, fabrikanınbürosunda oturmakla yetinmedi, işçilerin başlarınısoktukları sefil mahalleleri gezdi, onların yoksulluk vesefaletini kendi gözleriyle gördü. Ama kendini kişiselgözlemleriyle sınırlamakla da kalmadı. İngiliz işçisınıfının durumu hakkında kendinden önce yazılanlarıntümünü okudu, ele geçirebildiği bütün resmi belgeleribüyük bir dikkatle inceledi. Bu çalışma ve gözlemlerinürünü, 1845’te yayınlanan bir kitap oldu: İngiltere’deEmekçi Sınıfın Durumu. Engels’in İngiltere’de EmekçiSınıfın Durumu’nu yazmakla, yaptığı hizmetinbüyüklüğünü yukarda belirtmiştik. Engels’ten önce de,birçok kimse, proletaryanın acılarını yazmış ve onayardımın gerekli olduğunu belirtmiştir. Proletaryanın

“Engels’in adı ve yaşamı her

Page 17: Kızıl Bayrak 2014-31

yalnızca acı çeken bir sınıf olmadığını; aslındaproletaryayı dayanılmaz bir biçimde ileri iten ve nihaikurtuluşu için savaşmaya zorlayan şeyin içindebulunduğu utanç verici ekonomik durum olduğunusöyleyen ilk kişi Engels’tir. Ve savaşan proletaryakendine yardım edecektir. İşçi sınıfının politik hareketi,kaçınılmaz olarak, işçileri tek kurtuluşlarınınsosyalizmde olduğunu kavramaya götürecektir. Öteyandan sosyalizm, ancak, işçi sınıfının siyasalsavaşımının amacı olduğu zaman, bir güç olacaktır.Engels’in, İngiltere’de işçi sınıfının durumu üzerineyazmış olduğu kitabının temel fikirleri, şimdi düşünenve savaşım veren proletaryanın tümütarafından benimsenen, ama o zaman, tümüyleyeni olan fikirlerdir. Bu fikirler, İngilizproletaryasının sefaletinin gerçeğe en yakın veen çarpıcı görüntüleriyle dolu ve çekici birüslupla yazılmış bir kitaba yerleştirilmişlerdi.Kitap, kapitalizmin ve burjuvazininmüthiş bir suçlamasıydı ve derin biretki yarattı. Engels’in kitabı,modern proletaryanın durumunu en iyibiçimde sergileyen bir belge olarak, heryerde anılmaya başlandı. Ve, gerçektende, ne 1845’ten önce, ne de dahasonra, işçi sınıfının sefaletininöylesine çarpıcı ve öylesinegerçek bir betimlemesi çıkmıştır.

Engels’in sosyalist oluşu, İngiltere’yegelmesinden sonradır. Manchester’deo zamanın İngiliz işçi hareketindeetkin olan kişilerle ilişki kurdu veİngiliz sosyalist yayınları içinyazmaya başladı. 1844’teAlmanya’ya dönerken, Paris’te,daha önceden mektuplaştığı Marx iletanıştı. Paris’te, Fransız sosyalistleri veFransız yaşamının etkisiyle Marx dasosyalist olmuştu. Burada, ikidost, Kutsal Aile ya da EleştirelEleştirinin Eleştirisi adı altındaortaklaşa bir kitap yazdılar.İngiltere’de Emekçi SınıfınDurumu’ndan bir yıl önceyayınlanan ve büyük bölümü Marxtarafından yazılan bu kitap, temeldüşüncelerini yukarıda anlatmışolduğumuz, devrimci materyalistsosyalizmin temelleriniiçermektedir. “Kutsal Aile”,filozof olan Bauer kardeşler veonların izleyicilerine verilen mizahiaddır. Bu beyler, bütün gerçeklerinüstünde, partiler ve siyasetin üstünde

duran, bütün pratik eylemlerireddeden ve yalnızca çevredekidünyayı ve orada meydana gelenolayları “eleştirel” bir biçimdeseyreden bir eleştiriöğütlüyorlardı. Bu beyler,Bauer’ler, proletaryayıeleştirel olmayan bir kitleolarak hor görüyorlardı.Marx ve Engels, busaçma ve zararlı eğilimeşiddetle karşı çıktılar.

işçi tarafından bilinmelidir!”V. I. Lenin

Page 18: Kızıl Bayrak 2014-31

Hayali değil gerçek, insan olan bir kişi -egemen sınıflarve devlet tarafından horlanan işçi- adına, kenardanseyreden bir tutum değil de, daha iyi bir toplumdüzeni uğruna savaşım istiyorlardı. Onlar, kuşku yokki, proletaryayı, bu savaşımı yürütebilecek olan vebundan yararlanacak olan güç olarak görüyorlardı.Daha Kutsal Aile’den önce, Engels, Marx ve Ruge’unDeutshe-Französische Jahrbücher’inde, özel mülkiyetkuralının zorunlu sonuçları olarak değerlendirdiği,çağdaş iktisadi düzenin başlıca görüngülerini, sosyalistbir açıdan incelediği “Bir Ekonomi Politik EleştirisiDenemesi”ni yayınladı. Marx’ın, ekonomi politikbilimini, çalışmalarının gerçek bir devrim yarattığı bubilimi, incelemeye karar vermesinde, Engels’letemasının bir etken olduğunda kuşku yoktur.

1845’ten 1847’ye kadar Engels, Brüksel ve Paris’tebilimsel incelemeler ile Brüksel ve Paris’teki Almanişçileri arasındaki pratik çalışmaları birleştirerekyaşadı. Burada, Marx ve Engels, gizli Alman KomünistBirliği ile ilişkiler kurdular, birlik, onları, kurmuşbulundukları sosyalizmin temel ilkelerinin açıklanmasıile görevlendirdi. Marx ve Engels’in ünlü KomünistPartisi Manifestosu böyle doğdu, 1848’de yayınlandı.Bu küçük kitapçık ciltler değerindedir: bugüne kadaronun ruhu uygar dünyanın örgütlenmiş ve mücadelevermekte olan tüm proletaryasına güç vermiştir veona yol göstermiştir.

Önce Fransa’da patlayan ve sonra da öteki BatıAvrupa ülkelerine yayılan 1848 Devrimi, Marx veEngels’i gerisingeri, doğdukları ülkeye götürdü.Burada, Ren Prusyası’nda, Köln’de yayınlanandemokratik Neue Rheinische Zeitung’un yönetiminialdılar. İki arkadaş Ren Prusyası’ndaki tüm devrimci-demokratik hareketin kalbi ve ruhu oldular. Gericigüçlere karşı, halkın özgürlüğünü ve çıkarlarınısavunmada sonuna kadar mücadele ettiler. Bildiğimizgibi, gericiler üstün geldiler. Neue Rheinische Zeitungyasaklandı. Sürgün olduğu sırada Prusya yurttaşlıkhakkını yitirmiş olan Marx, sınır dışı edildi; Engelssilahlı halk ayaklanmasında yerini aldı, üçmuharebede, özgürlük için dövüştü ve isyancılarınyenilgisinden sonra, İsviçre yoluyla Londra’ya kaçtı.

Marx da Londra’ya yerleşti. Engels, kırklardaçalışmış olduğu Manchester ticari firmasında, kısazaman sonra yeniden kâtip oldu, daha sonra da, orayaortak oldu. 1870’e kadar, Marx Londra’da, o daManchester’de yaşadı, ama bu, onların en canlı birfikir alışverişini sürdürmelerini engellemedi: Hemenher gün mektuplaştılar. Bu mektuplaşmalarda, ikiarkadaş, karşılıklı görüşlerini ve buluşlarını birbirlerineilettiler ve bilimsel sosyalizmin hazırlanmasındaişbirliğini sürdürdüler. 1870’te Engels, Londra’ya geçtive en etkin nitelikteki ortak entelektüel yaşantıları,1883’te Marx’ın ölümüne kadar sürdü. Buçalışmaların meyvesi, Marx yönünden, çağımızınekonomi politiğinin en büyük yapıtı olan Kapital,Engels yönünden de irili ufaklı bir dizi yapıt oldu.Marx, kapitalist iktisadın karmaşık olgularının tahliliüzerinde çalıştı. Engels, yalın bir dille yazılmış, çoğupolemik niteliğinde, tarihin materyalist anlayışı veMarx’ın iktisadi teorisinin ışığında, daha genelbilimsel sorunları ve geçmişin ve bugünün değişikolgularını kapsayan yapıtlar yazdı. Engels’in yapıtlarıarasında şunları sayabiliriz: Dühring’e karşı (felsefe,doğa bilimleri ve toplumsal bilimlerin çok önemlisorunlarını tahlil ettiği) polemik yapıt. Ailenin, ÖzelMülkiyetin ve Devletin Kökeni (Rusçaya çevrilmiş ve 3.basım St. Petersburg’da 1895’te yayınlanmıştır),Ludwig Feuerbach (Rusça çevirisi ve notları G.Plehanov tarafından yapılmıştır, Cenevre 1892), Rus

hükümetinin dış politikası üzerine bir makale(Rusçaya çevrilmiş ve Cenevre’de Sotsial Demokrat, n°1 ve 2’de yayınlanmıştır), konut sorunu üzerine parlakmakaleler, ve ensonu, Rusya’nın ekonomik gelişimikonusunda, iki küçük ama çok değerli makale (RusyaKonusunda Friedrich Engels, Zasuliç tarafından1894’te Cenevre’de Rusçaya çevrilmiştir). Marx,sermaye üzerine yapmış olduğu engin çalışmasınınson düzeltmelerini yapamadan öldü. Ne var ki,müsveddeler tamamlanmıştı, arkadaşının ölümündensonra, Engels, Kapital’in ikinci ve üçüncü ciltlerininhazırlanması ve yayınlanması gibi ağır bir göreviyüklendi. İkinci Cildi 1885’te, Üçüncü Cildi de 1894’teyayınladı (ölümü dördüncü cildin hazırlanmasınıönledi). Bu iki cilt son derece büyük bir emekgerektirmişti. Avusturyalı sosyal-demokrat Adler, haklıolarak, Kapital’in ikinci ve üçüncü cildini yayınlamaklaEngels’in, dostu olan bir dehaya yüce bir anıt,farkında olmadan, üzerine silinmez bir biçimde kendiadını kazıdığı bir anıt diktiğini belirtmiştir. Gerçektende Kapital’in bu iki cildi, iki insanın yapıtıdır: Marx veEngels’in. Eski hikayeler, dostluğun çeşitli dokunaklıörnekleriyle doludur. Avrupa proletaryası diyebilir ki,onun bilimi, aralarında, insan dostluğu konusunda endokunaklı eski hikayelerin de ötesine geçen bir ilişkibulunan iki bilim adamı ve savaşçı tarafındanyaratılmıştır. Engels, her zaman -ve, genel olarak, çokhaklı olarak- kendisini Marx’tan sonraya koymuştur.Eski bir arkadaşına “Marx hayattayken, ben ikincikeman oldum” diye yazmaktadır. Yaşayan Marx’a olansevgisi ve ölen Marx’ın anısına saygısı sınırsızdı. Buboyun eğmez savaşçı ve bu sert düşünür, derin birsevgiyle dolu bir ruh taşıyordu.

1848-49 hareketinden sonra, Marx ve Engelssürgünde kendilerini yalnızca bilimsel araştırmalarlasınırlamadılar. 1864’te Marx, Uluslararası İşçi Birliği’nikurdu ve bu kuruluşa bir on yıl boyunca önderlik etti.Engels de bu çalışmalarda aktif bir görev aldı. Marx’ınfikirlerine uygun olarak, bütün ülkelerin proletaryasınıbirleştiren Uluslararası Birliğin çalışması, işçi sınıfıhareketinin gelişmesi içinde son derece önemli bir yertutmaktadır. Ama, Uluslararası Birliğin yetmişlerdekapatılması bile, Marx ve Engels’in birleştirici rolleriniaksatmadı. Tersine, denilebilir ki, işçi sınıfının maneviönderleri olarak, önemleri, hareketin kendisinin dekesintisiz büyümesi nedeniyle, sürekli olarak arttı.Marx’ın ölümünden sonra Engels, Avrupasosyalistlerinin danışmanı ve önderi olmayı tek başınasürdürdü. Onun öğüt ve direktifleri, aynı ölçüde,hükümetin zulmüne karşın, hem güçleri hızla vedurmadan büyüyen Alman sosyalistleri tarafından,hem de ilk adımlarını iyi düşünmek ve tartmakzorunda olan İspanyol, Romen ve Ruslar gibi geri

kalmış ülkelerin temsilcileri tarafından tutuluyordu.Bunların hepsi, yaşlı döneminde, Engels’in zengin bilgive deneyim hazinesinden yararlanıyorlardı.

Rusça bilen ve Rusça kitaplar okuyan Marx veEngels, bu ülkeye canlı bir ilgi duymuşlardı, Rusdevrimci hareketini sempatiyle izlemişler ve Rusdevrimcileri ile ilişkiyi sürdürmüşlerdi. Her ikisi dedemokrat olduktan sonra sosyalist olmuşlardı vedemokrat olarak siyasal despotluğa karşı duyduklarıkin son derece güçlüydü. Siyasal despotluklaekonomik baskı arasındaki bağın derin bir teorikkavranışı ile bu dolaysız siyasal duygunun birleşmesive ayrıca da zengin yaşam deneyimleri, Marx veEngels’e, müstesna bir siyasal duyarlılık kazandırmıştı.İşte bunun içindir ki, bir avuç Rus devrimcisinin zorluçar yönetimine karşı kahramanca savaşımı, bu ikigüngörmüş devrimcinin kalbinde en sempatikyankısını bulmuştu. Öte yandan, aldatmaca ekonomikyararlar uğruna, Rus sosyalistlerinin en acil ve enönemli görevinden, yani siyasal özgürlüğünkazanılması görevinden yüz çevirme eğilimi, doğalolarak onlarca kuşkuyla karşılandı, hatta bu,toplumsal devrimin büyük davasına doğrudan birihanet olarak değerlendirildi. “İşçilerin kurtuluşu, işçisınıfının kendi eseri olmalıdır”- Marx ve Engels durupdinlenmeden bunu öğrettiler. Ama iktisadi kurtuluşuğruna dövüşmek için proletarya, belli siyasal haklarkazanmak zorundadır. Ayrıca Marx ve Engels,Rusya’daki bir siyasal devrimin, aynı zamanda BatıAvrupa işçi sınıfı için de çok büyük önemi olacağınıaçıklıkla görmüşlerdi. Mutlakıyetçi Rusya, her zaman,genel olarak Avrupa gericiliğinin bir kalesi olmuştur.Almanya ve Fransa arasında uzun bir süre içinanlaşmazlık tohumları eken 1870 savaşının bir sonucuolarak, Rusya’nın yararlandığı olağanüstüelverişlilikteki uluslararası durum, kuşku yok ki,yalnızca gerici bir güç olarak mutlakiyetçi Rusya’nınönemini arttırmış oldu. Ancak özgür bir Rusya, nePolonyalıları, Finlileri, Almanları, Ermenileri ya daöteki küçük uluslardan birini ezme, ne de durmadanFransa ve Almanya’yı birbirlerine düşürme gereğiniduymayan bir Rusya, modern Avrupa’nın savaşyükünden kurtulmasını, özgürce nefes almasınısağlayacak, Avrupa’daki bütün gerici unsurlarızayıflatacak ve Avrupa işçi sınıfını güçlendirecektir.İşte bu yüzden Engels, Rusya’da siyasal özgürlüklerinyerleşmesini, Batıda da işçi sınıfı hareketlerininilerlemesi için, gönülden istemişti. Onun kişiliğindeRus devrimcileri en iyi dostlarını yitirmiş oldu.

Her zaman, Friedrich Engels’in, proletaryanınbüyük savaşçısının ve öğretmeninin anısını analım!

1895 Sonbaharı

Page 19: Kızıl Bayrak 2014-31

(Ekim Gençliği 2. Yaz Kampı’nda Devrimci GençliğiBirliği üzerine yapılan sunumun kayıtlarındanoluşmaktadır...)

Yeni tarihsel dönem ve gençlik hareketi

Son yıllarda yeni bir dönemin içinden geçmekteolduğumuzu, krizler, bunalımlar, savaşlar ve devrimlerdönemine girdiğimizi sık sık vurguluyoruz. Dahasıyaşanan gelişmeler ve ortaya çıkan olgular bizlerin buyaklaşımını her geçen gün doğruluyor. İştekapitalizmin küresel krizi her geçen gün derinleşiyor,emperyalistler arası hegemonya krizi Ortadoğu’da veKafkasya’da yeni savaş ve egemenlik kavgalarınıtetikliyor. Elbette tüm bunlarla birlikte dünyada yenikitle hareketleri halk isyanları gündeme geliyor.

İşte bu topraklarda tam bir yıl önce yaşananHaziran Direnişi bu sürecin Türkiye halkasınıoluşturuyor. Tabi bu büyük direnişin öncesi var.Direnişin mayalandığı bir tarihsel arka plan var.Haziran Direnişi ile gündeme gelen sorunların biriktiğigericilik yılları, işte diyalektik olarak Haziranlar’ınmayalandığı yıllar oldu bu coğrafyada. İnsanlarınüzerinde, özellikle gençliğin üzerinde biriken bir dizisorunun, o kapsamlı neoliberal saldırılardankaynaklanan bir dizi ağırlığın, her geçen güntırmandırılan baskı ve zorbalığın yarattığı öfke birikimiişte Haziran günlerinde büyük bir patlamaya dönüştü.

Gençlik hareketi açısından Haziran Direnişi’ninöncesi var derken şunu ifade etmek istiyorum; gençlik2000’li yılların son dönemlerinde ve 2010 sonrasındaçeşitli gündemler üzerinden eylemli bir çıkış arayışıiçerisinde idi. Yıllardır üzerine çöreklenmiş gericikuşatmanın ağırlığından kurtulmak için eylemlitepkiler ortaya koymaya başladı bu yıllarda. İşteDolmabahçe ve Başkaldırıyoruz eylemleri, HaziranDirenişi öncesinde ODTÜ’de başlayan ve hızla ülkenindört bir yanına yayılan direniş, yine aynı dönemiçerisinde artan faşist saldırılara karşı Eskişehir’denİstanbul’a kadar bir dizi kentte gerçekleştirilen kitleseleylemler gençlik hareketinde yaşanan kıpırdanmanınve biriken mücadele eğiliminin göstergeleri oldu. Budönem içerisinde AKP iktidarının gerici baskıcıuygulamaları ve Ortadoğu’da emperyalistlerinçıkarları doğrultusunda devreye soktuğu savaşpolitikaları gençlik cephesinden hep tepki ilekarşılandı. ODTÜ bu açıdan bir patlama idi aynızamanda.

Bu gelişmeler şahsında gençlik hareketi içerisindeönemli bir dinamizmin şekillendiğinin daha otarihlerde altını çiziyorduk sınıf devrimcileri olarak.Gelinen yerde ise Haziran Direnişi’nin gençliğinbirikmiş öfkesini kitlesel ve militan bir şekilde ortayakoyduğu bir zemine dönüştüğünü görmüş olduk. Ziraher ne kadar farklı toplumsal katmandan insanın yeraldığı heterojen bir halk hareketi olarak kendisiniortaya koysa da, Haziran Direnişi toplumun gençunsurlarının etkin bir şekilde yer aldığı bir kitlehareketiydi. İşte hareketin bileşenlerine baktığımızda,

sınıfsal ve toplumsal bir ayrışma üzerindensöylemiyorum bunu, bir toplumsal kategori olarakgençlik üzerinden söylüyorum, meydanlarda barikatbaşlarına kitlesel biçimde alt sınıflara mensup gençgüçleri görüyoruz. Ve tam da direnişin o en bilindikşiarı üzerinden vurgulandığı gibi bu daha bir başlangıçidi, yeni tarihsel dönem açısından.

Evet, bizler bir dönemin içerisindeyiz, yıllara dayalıbirikmiş olan bir takım sorunlar var, bu sorunlarınmayaladığı mücadele dinamikleri var ve bu temeldegelişecek olan yeni Haziranlar bizlerin yaşadığıHaziran Direnişi’ni de aşacaktır. Çok daha güçlü, çokdaha kapsamlı ve çok daha büyük sonuçlar yaratacaksınıf ve kitle hareketleri kapıdadır. Bunun kendisitarihsel gelişimin dolaysız bir sonucudur ve dünyaölçeğinde böyledir. Bu alana çok girmeyeceğimkonuyu dağıtmamak açısından.

Bakıldığında Haziran Direnişi ile kendisine geniş biralan bulan bu dönemin gençlik hareketi de tıpkıöncelleri gibi politik esaslara dayalı olarak gelişmiştir.Gezi böylesi bir harekettir. Ufku düzeni aşmasa datamamen sermaye devletinin politik temsilcilerinihedef alan bir harekettir. Gençlik bugün AKP şahsındagerici politikalara, baskı ve zorbalığa, geleceksizliğekarşı sokaklara dökülmüştür. Dolayısıyla Gezi hareketive onun en önemli bileşeni olan gençlik hareketipolitik bir karaktere sahiptir.

Devrimci Gençlik Birliği

DGB üzerinden benim ilk söyleyeceğim şey şuolacak; gençlik hareketine yönelik devrimci müdahalekapsamında gündemimize giren DGB konusunda tambir açıklığa sahip olabilmeliyiz. Bu platform, yanikampın kendisi bu açıdan fazlasıyla önemli. Zirakampın kendisi bu politikanın tartışılması ve açıklıklaryaratılmasına dayalı olarak örgütlenmiş oldu.

İşte kamp öncesinde ve kampın geride kalangünlerinde gerçekleştirdiğimiz çalışmaları bu eksendeele aldık ve hayata geçirdik. Dikkatlerimizi DGBpolitikasını kavramaya yönelttik. Bunu sadece

sunumlar üzerinden ifade etmiyorum. Kamp öncesiyapılan toplantılarda, ara görüşmelerde, merkezietkinliklerde hep DGB politikasını tartıştık, bu konudaaçıklıklar yaratmaya çalıştık. Zira bir politikauygulayıcıları tarafından kavranmazsa, bir politikayeterince bilince çıkarılamazsa o politikayıuygulamakta zorlanırız. Politikanın hayata geçirilmesisürecinde hep bir şeyler eksik kalır. Dolayısıyla DGBtartışmasını sunumun ardından birlikte ve çok dahacanlı bir şekilde gerçekleştirmemiz büyük önemtaşıyor.

Ben burada DGB’ye dair belli başlıkların altınıçizeceğim. Bir yıl boyunca sürdürdüğümüztartışmaları belli yönleri ile açacağım temel esaslarıüzerinden.

İlk olarak yukarıda gerçekleştirilen tarihsel anlatımüzerinden şunu dolaysız olarak ifade edebilirim; DGBpolitik bir örgütlenmedir. Bu açıdan gençlikkitlelerinin politik duyarlılıklarına, ortaya koyacağıpolitik tepkilere yanıt vermek zorundadır. Bununkendisi elbette gençliğin akademik, demokratik,kültürel ya da ekonomik sorunlarını atlamak anlamınagelmiyor. Tersine bu sorunları gençliğin politikmücadelesini güçlendirmek açısından etkili bir şekildedeğerlendirebilmelidir DGB. Fakat DGB’nin asılkarakteri onun politik kimliği ve tutumu olmalı, tümtoplumsal ve tarihsel sorunlara da bu politik kimliğiüzerinden yanıtlar üretebilmelidir.

İkinci olarak; DGB gençlik içerisinde son dönemdegiderek belirginleşen mücadele dinamizmini vepotansiyelini kucaklamak zorundadır. HaziranDirenişi ve gençlik hareketi cephesinde yaşananeylemli süreçler üzerinden tanımladığımız, toplumuno en diri, en atak kesiminin mücadele dinamizminipolitik olduğu kadar örgütsel olarak da kucaklamasınıbilmelidir DGB. Yani DGB, bir, gençliğin taleplerine veözlemlerine politik planda yanıtlar verebilmelidir. İki,bu talepler doğrultusunda harekete geçen gençlikkitlelerinin ihtiyaç duyduğu örgütsel zeminleriyaratmasını bilmelidir.

DGB üzerinden ifade edilmesi gereken üçüncü ve

Devrimci Gençlik Birliği üzerine... / 2

Page 20: Kızıl Bayrak 2014-31

en kritik olan noktaya gelmek istiyorum. Bugününgençlik hareketi içerisinde bir dizi politik gençlikörgütü var. Sadece sol adına değil gericilik ya dadüzen güçleri adına hareket eden politik gençlikörgütlenmeleri söz konusu. Örneğin ÜGD (ÜlkücüGençlik Dernekleri) gibi. Yahut Anadolu GençlikFederasyonu gibi. Bu türden gerici örgütlenmeler‘70’li, ‘80’li yıllarda ciddi bir güç olabildiler gençlikiçerisinde. Yeri geldi bir mahalleyi, semti ve bölgeyikontrol altına alabildiler. Bakıyorsunuz gericiliktemelinde hareket eden bu türden gençlik örgütleriyine politik bir karakter taşıyor. Bugün bir kurumaÜlkü Ocakları’ndan gelip “bu kadar insanı nasıl biraraya getirebiliyorsunuz?” diye sorması tesadüfi değilanlayacağınız. Onların böylesi bir geleneği var.

Bunu şu nedenle örnekliyorum; bugün de gençlikhareketi içerisinde bu türden politik örgütlerbulunuyor. İşte biz, gençliğin o dinamik özünü,devrimci bir eksende kucaklayamaz isek, bu dinamizmyer yer gerici örgütlerde, yer yer reformizmin farklıkesimleri üzerinden kendisini ifade edecektir. Bupotansiyel, önden hazırlıklı olan bu kanallaraakacaktır demek istiyorum.

Bugünün Türkiye’sine baktığınızda cumhuriyetinulusal kimliğini ve değerlerini sahiplenen politikgençlik örgütlenmeleri var, TGB gibi. Burjuvacumhuriyetin demokratikleştirilmesini savunan liberaldemokrat gençlik örgütlenmeleri var. Yine reformistsol söylemleri olan politik gençlik örgütleri varKolektifler gibi, Gençlik Muhalefeti gibi. Bakıyorsunuzezilen ulusun kendi talepleri ve yaklaşımlarıekseninde hareket eden gençlik örgütleri var DÖDEF,YDG-H vb. Kürt gençlik hareketi üzerinden ifadeettiğim noktayı kısaca açmak istiyorum. Zira Kürtgerilla hareketine baktığınızda esasen bir gençlikhareketi görürsünüz. Çıkışı itibariyle geldiği noktaitibariyle. Bugün etkin bir güç haline gelmiş bulunanKürt hareketinin öncüllerine bakınız, bunun böyleolduğunu rahatlıkla görebilirsiniz. İşte böylesi birgençlik dinamizmi de var bu coğrafyada ulusaldemokratik talepler üzerinden kendisini var eden.

Bu toplam üzerinden baktığımızdagençlik hareketi içerisinde ciddi birdevrimci gençlik örgütlenmesininolmadığını görüyoruz. Bu alanda önemlibir boşluk söz konusu. Bu tanımlamadevrimci bir partinin gençlik örgütü varmı yok mu tartışması değil bu. Siyasipartilerin ya da örgütlerin bir gençlikörgütlenmesi, gençlik kolları olabilir.Bunun kendisi gençlik hareketiiçerisinde politik-kitlesel ve devrimci birgençlik örgütlenmesinin var olduğuanlamına gelmez. Bu kendisini gençlikhareketinin yerine koyan küçük-burjuvadar grupçu çevrelerin yaklaşımıdıresasta.

Tekrar altını çizmek istiyorum;ulusalcısından burjuva demokratına,reformistinden liberaline gençlikhareketi içerisinde etkin bir güç halinegelebilen politik-kitlesel örgütlenmelererastlayabiliyoruz bu dönemde. Fakat gençlikhareketini kucaklama iddiasına sahip, devrimci birkimlikle hareket eden bir politik gençlik örgütü yok bualanda.

İşte DGB’nin devrimci kimliği tam da bu açıdankritik bir yerde durmaktadır ve tartışmasızdır. BizDGB’nin bu en belirgin niteliğini, devrimci kimliğinitartışma konusu edemeyiz. Bunun altını neden

çiziyorum? “Böylesi bir tartışma var mı ki” denebilir.Daha önceki oturumlarımızda, kamp öncesi yapılantoplantılarda bu türden tartışmalar gündemegetirilmişti. Kimi genç arkadaşlarımız bu toplantılarda“devrimci tanımı bizi daraltmaz mı?”, “DGB’nindevrimci kimliği ya da tanımlaması gençlik kitlelerinibizlerden uzaklaştırmaz mı?” gibi sorularla DGB’nindevrimci niteliğini tartışma konusu etmekistemişlerdi. Böyle bir şey olamaz yoldaşlar. Bugünbakınız Abdullah Cömert ulusal anlayışın etkisiyleşekillenmiş bir gençtir, günlerce Haziranbarikatlarında dövüşmüştür ve yaşamını vermiştir.Tüm bunları devrimcilik, devrim adına yapmıştır.Dolayısıyla devrim, bu topluma bu gençliğe o kadaruzak bir kavram değil. Hatta nispeten esnek birkavram. Çünkü bakıyorsunuz çok farklı eğilimleritemsil eden siyasal anlayışlar kendisini devrimci

olarak tanımlıyor vetoplumun karşısına bubiçimde çıkıyor. İşteradikal dinci akımlardantutun da CHP’nin“devrimci” Kemal’inekadar...

Tüm bu nedenlerleDGB’nin devrimci niteliğibizim için bir tartışmakonusu olamaz,olmamalı. İşte DGBüzerinden altı çizilmesigereken bir başka noktabu idi. Yani politik veörgütsel açıdan gençlikhareketine yanıtverecek, onun odinamizminikucaklayacak ama bunudevrimci esaslara,

devrimci ilkelere dayalı olarak gerçekleştirecek.Bunun kendisi DGB açısından bir esneklik alanı daaynı zamanda. Zira siz böylesi bir gençlikörgütlenmesini dünya görüşünüz üzerindentanımlasaydınız onu belli bir oranda daraltmışolurdunuz. Yani esneme olanaklarını azaltırdınız.Mesela sosyalist gençlik birliği derseniz o gençlikörgütlenmesi ideolojik bir birliği de ifade eder.

İşleyişinden örgütlenmesine, sosyalist dünyagörüşünün esaslarına göre şekillenir vb. Böylesi birörgütlenme gençlik hareketi içerisinde yer alan vemücadele eden farklı eğilimlere sahip gençlikgüçlerini kapsamaz örneğin. Fakat devrimci politika vekimlik, düzene karşı öfkesi olan herkesi kucaklayabilir.Tam da bu nedenle DGB’nin temel şiarı da “Düzenekarşı devrim!” olmalıdır.

1950’lerde, Türkiye’de modern sınıf ilişkilerinedayalı kapitalist gelişimin hız kazandığınıvurgulamıştım. Gelinen yerde Türkiye toplumu,tamamen modern sınıf çelişkileri ve kapitalist üretimilişkileri üzerinden şekillenmiş bir toplumdur.Bugünün gençliği bu temel olguyu bu belirleyicitarihsel arka planı atlayarak bir mücadele içerisinegiremez. Yani bu toplum içerisindeki temel sınıflar veonlara dayalı çelişkiler gözardı edilerek devrimci birgençlik hareketi inşa edilemez. Dolayısıyla DGB,gençliğin yaşadığı tüm sorunların arka planını butarihsel ve toplumsal zemin üzerinden görebilmeli venet bir şekilde “gençliğin yeri işçi sınıfının yanıdır”diyebilmelidir. Bu tutumu gençliğin en genişkesimlerine anlatabilmeli ve mal edebilmelidir. ÖzetleDGB, gençlik içerisinde işçi sınıfının devrimcibayrağını güçlü bir şekilde dalgalandırabilmelidir.

Bakıyorsunuz reformist bir dizi çevre kapitalisttoplum gerçekliğini, sınıflar mücadelesi gerçekliğiniperdeliyor. Gençliğin ve bütün bir toplumun yaşadığısorunların arka planında kapitalist düzen gerçeğininolduğunu bilinçli bir şekilde silikleştiriyor. Dolayısıylaçözüm yolları olarak da yine düzen içi kanallara işaretediyor.

DGB savaşçı bir gençlik örgütlenmesiolabilmelidir. DEV-GENÇ böylesi bir örgütlenme idi.Adı geçen savaşçılık dar anlamda bir maceracılık değilelbette. Burada savaşçılıktan kast edilen şey; gençliğinmilitan kitlesel direnme gücünü örgütlemektir. TıpkıHaziran’da olduğu gibi. Haziran Direnişi sürecindebizler bulunduğumuz yerlerde bu eylem çizgisinihayata geçirmeye çalıştık. En önde yürüdük vedövüştük. Fakat gençlik kitleleri bu militan eylemçizgisini en doğal biçimde ve hiç de yadırgamadansahiplendi ve barikat barikat savaştı. İşte DGBgençliğin kitlesel, militan direniş pratiğini geliştirmelive bir eylem çizgisi olarak kabul etmelidir.

11 Temmuz 2014

Ulusalcısından burjuvademokratına, reformistindenliberaline gençlik hareketiiçerisinde etkin bir güç halinegelebilen politik-kitleselörgütlenmelererastlayabiliyoruz budönemde. Fakat gençlikhareketini kucaklamaiddiasına sahip, devrimci birkimlikle hareket eden birpolitik gençlik örgütü yok bualanda.

Page 21: Kızıl Bayrak 2014-31

Paylaşımı yaşadık! - Ekim Gençliği II. Yaz Kampı’na gelme sebebimizin

mücadelemize ara vermek olmadığının bilincindeydik.Söyleşilerimizle, sloganlarımızla, tartışmalarımızlagençliğin devrim ateşinin sönmeyeceğini gösterdik.Biz liseliler aile-okul-dershane arasında sıkışmayıp herdönem bir dinamik barındırıyoruz içimizde. Gençkomünistler olarak ekmeğimizi, suyumuzu, yatağımızıpaylaştık dostlarımızla.

Küçükçekmece’den bir DLB’li

Yeni döneme hazırlandık- Bir hafta boyunca yıllardır hayalini kurduğumuz

ve yaşamak istediğimiz komün hayatın bir provasınıyaşadık. Gün boyunca kolektif bir şekilde günümüzüdopdolu etkinliklerle, sunumlarla, söyleşilerlegeçirerek bir haftamızı deneyimlerimizi diğer liseliarkadaşlarımızla paylaşarak kendimizi geliştirerek yenibir lise dönemine hazırlandık.

İzmir’den bir DLB’li

Yeni sorumluluklar üstleneceğiz!- Düşlediğimiz, özlediğimiz dostça, yoldaşça,

özgürce dans edebildiğimiz bir dünyanın bir haftalıkkesitini, bir minyatürünü yaşamış olduk. Gereksunumlar ve söyleşiler, DGB tartışmaları, gereksefarklı bölgelerden deneyim aktarımlarıyla dolu dolugeçen bir kampın ardından yeni sorumluluklarınsahibi de olmuş bulunuyoruz. “Gençliğin DevrimciBirliği için ileri” şiarlı, kampımızın ardındanyerellerimize döndüğümüzde biz genç komünistleri;bulunduğumuz her alanda, anısı ve gençlik ateşininönünde saygıyla eğildiğimiz Ümit yoldaşın temelsöylemi; “Sınıfı partiye, partiyi sınıfa kazandırmak!”şiarını temel alarak kitlelere ulaşmak, gençliğindevrimci birliği olan DGB’yi kurmak ve yükseltmeksorumlulukları beklemektedir bizi. Kampımızınardından hepimiz hazırız, Ümit yoldaştan kalangençlik azmi, dinamizm, gençlik çalışması konusundabıraktığı geleneklerle birlikte, gençliğin devrimcibirliğini kurmak, bizlere Habip yoldaştan kalan yılmazçalışma azmi, Hatice yoldaşın ölüm karşısındadavasına inancı ve kararlılığıyla, yaşamı boyunca işçisınıfı mücadelesinin yılmaz bir neferi olmuş Alaattinyoldaşın şehit düştüğü yerde bize devrettiği KızılBayrak’ımızı yükseltmek için ileri yoldaşlar!

Küçükçekmece’den bir DLB’li

Dayanışma ruhu hakimdi- İlk günden son güne kadar herkeste bir

dayanışma ruhu vardı. Ekim Gençliği’nin özelliklekültür-sanat alanında başarılı işlere imza atacağınıdüşünmekteyim. Atölyelerin hepsinde, gözlemlediğimkadarıyla doğal uyum ilişkisi vardı. Öncedenbulunduğum kamplardan farkı ise tatil şeklinde değiltamamen politik bir kamp olmasıydı. Tartışmalarınhepsine yüzde yüz katılım sağlanması beni ayrıcasevindirdi. Yalnız kampta herşeyin tartışılıp Kürt

sorununun tartışılmaması bir eksiklikti. Kürtmücadelesinin bugün geldiği aşama 40 yılın zorlu biraksiyonuna dayanmaktadır. Bu aksiyon hala devametmektedir. Gençlik hareketini sınıf hareketinden nekadar ayrı düşünmezsek, Kürt devrimcidinamizminden de ayrı düşünemeyiz. Yaşasın devrimve sosyalizm!

İzmir’den bir katılımcı

Yoldaşlık ilişkileri güçlüydü- Bu kampa ikinci katılışım. İşçi bir yoldaşınız

olarak aranızdayım. Geçen sene buraya çok çekimserkatılmıştım. Bu sene işyerinden kavga ederek izinhakkımı aldım ve kampa denk getirdim. Aranızdabulunmanın gururunu yaşıyorum. Tartışmalarıntüketilemediği sunumlar olsa da kamp kolektif yaşamve yoldaşlık ilişkileri açısından oldukça verimliydi.

Manisa’dan bir katılımcı

Güzel insanlar, güzel deneyimler...- Sadece kampa değil, böyle bir oluşum içerisine

ilk defa dahil oldum. Ben diğer yoldaşlar gibi müthişdeneyimlere ve birikimlere sahip değilim. Ama bu birbaşlangıçsa ve başlayacağım noktada bu kampa kararvermek, belki de değil kesinlikle en doğrusuydu.Hayata dokunmak ve var olan gerçekliği kavramak içinverdiğim en büyük karar bu kampa gelmemdir.Olumlu bir huzursuzluk ve varoluşsal sıkıntıların suyüzüne çıkması... Özne olamamak ve zorunlu

nedenselliğin bu kadar yakınında olup daha öncedenne kadar dışında olduğunun farkına varmak. Güzelinsanlar, güzel deneyimler, ufkun açılması...

Özne olmamız mutluluk verici- Kampa gelebilmek için öğrenci olduğumdan

kaynaklı günlük işlerde çalıştım. İşçi sınıfının sesiniüniversitelere, liselere götürmenin yanı sıra sınıfıniçindeki gerçekleri somutunda yaşadım ve bir kezdaha sınıfın gücünü, kararlılığını gördüm. Her nekadar kuşatılmış olsa da. Hep birlikte kampın öznesiolmamız bize mutluluk verdi. İnanıyorum ki DevrimciGençlik Birliği’ni kuracak cüreti göstereceğiz. Devrimeve sosyalizme daha çok bağlanacağız. Özleminiduyduğumuz dünyaya bir adım daha yaklaşacağız.

Geldiğime fazlasıyla değdi- Komünal yaşamın provasını yaptığımız kampın

bana çok şey kattığını düşünüyorum. O kadar yolugeldiğime kat kat fazlasıyla değdi. Hiçbir çıkargözetmeden ve gönüllülük esasına dayananyoldaşlığın belki de aileye duyulan bağdan daha güçlüolabileceği ihtimali daha da güçlendi kafamda. Ailekavramıyla ilgili yapılan sunum ekonomik ilişkilerbağlamında ele alınabilirdi. Fakat kadın sorunuçerçevesinde ele alındı. Seneye bir kez daha programadahil edilebilir diye düşünüyorum.

Daha inisiyatifli davranacağız- Kampımız geçen senekine oranla hem nitelik

hem de nicelik açısından çok daha ilerideydi. Benimen önemli gördüğüm kısım ise yoldaşların, dostlarınkorkularını aşarak atölyelerde yer alabilmesiydi. Buhem özgüveni arttırdı hem de kitleler karşısında dahacesaretli olabilmelerini sağladı. Bu kazandığımızözgüvenle yerellerde daha inisiyatifli davranacağımızaeminim. “Ne Yapmalı”da geçen “Yapamam deme,yapmam de” sözünü nasıl ki Habip yoldaş ete-kemiğebüründürdüyse teori-pratik bütünlüğünü kavrayan bizgenç komünistlerin de önümüzdeki dönem gençlikhareketine damgamızı vuracağımız kesindir.

DGB’yi kurmak için...- DGB tartışmalarının ufkumuzu açtığını ve sindiril-

diğini gördüm. DGB leninist bir politikadır. Bizim bupolitikayı hayata geçirmek için iki kat çaba harcayaca-ğımızı ve özveriyle bu birliği oluşturacağımızı düşünü-yorum. Bir an önce yerellerimize dönüp DGB’yikurmak için elimizden geleni yapmak istiyoruz.

Adana’dan bir katılımcı

Kampta DGB’nin temeli atıldı- Kamp amacına ulaştı. Kolektif yaşamı, gençliğin

dünü, bugünü, yarınını ve asıl amaç olarak DGB’yianlatıp, tartışıp, konuşup bu eksen etrafında birleştik.Gerek sunumlarda gerekse tartışmalarda DGB’ningençlik kitleleri açısından önemi vurgulandı. Bugün bukampta DGB’nin temeli atıldı.

Yaz kampına ve DGB’ye dair görüşler…DGB politik bir çizgiye ve sağlam

bir zemine sahip olmalı- Gençliğin devrimci birliğini oluşturmak içinatılan ve kampın ana gündemini oluşturan DGBpolitikasından, gençliği kucaklayacak ve yön verecekolmasından dolayı heyecanlıyım.Yapılan DGB sunumlarının verimli geçtiğinidüşünmekte, oluşan kafa karışıklığının birçoksebepten olabileceğini fakat en büyük unsurunideolojik donanım eksikliği olduğunu

düşünmekteyim. Böyle düşünmeme sebep olan şeyise Ekim Gençliği ve DGB arasında yapılan ayrımtartışmaları (benim için bir ayrım değil, birbütünlüğü ifade ediyor.)“DGB’nin esnekliği bizi reformizme götürmezmi?” sorusu açısından bu esnekliğin politik ilkeleredair olmadığını düşünüyorum. DGB politik birçizgiye ve sağlam bir zemine sahip olmalı. Çünkübunun kitleleri devrimci çizgiye kazanmakta önemlibir rolünün olduğunu düşünmekteyim. “Esneklik”,bir kırılma veya çizgi kayması olarak değil birbasamak olarak görülmeli. Bunun, DGB’ye katılmatalebi olan bireyin kişisel ezilmişiliğini devrimci birmüdahale ile kırmak ve bu sorunun sistemdenkaynaklandığı gerçeğini ona aşılamak olduğunudüşünüyorum. DGB’nin de, Ekim Gençliği’nin de,komsomolun da, devrim ve sosyalizme yürünenyolda farklı ihtiyaçların ürünü ve yapı taşlarıolduğunu düşünüyorum.

Kartal’dan genç bir işçi

Page 22: Kızıl Bayrak 2014-31

Seçim oyununda üç aktör

Cumhurbaşkanlığı seçimlerine sayılı günler kaldı.Sınırları sıkı biçimde çizilmiş bir oyundan ibaret olanseçimlerde halkın önüne üç aday konuldu. İlki AKP’ninadayı Tayyip Erdoğan, ikincisi CHP-MHP’nin ortak adayıEkmeleddin İhsanoğlu, üçüncüsü ise HDP’nin adayıSelahattin Demirtaş. Bütün tartışmalar bu üç adayetrafında dönüyor. Fakat gerçekte adaylar yer yercumhuriyetin niteliğinin ne olacağına dair tutumu daiçeren bir politik çıkar mücadelesinin temsilcileridurumundadır. Meselenin adaylarla ilgili olan kısmıtümüyle bu mücadelede taraf olan güçlerin konumları,kimlikleri ile seçim stratejileriyle ilgilidir.

Tayyip Erdoğan şefi olduğu AKP’nin hedefi açık.Haziran Direnişi ve ardından yakın zamana kadarortağı olan Cemaat’in ipliğini pazara çıkarması ileyaşadığı sarsıntıların ardından gerici-faşist iktidarınısağlama almak, yerel seçimlerde kazandığı moralüstünlüğü, Tayyip Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığıylasürdürmek istiyor. Böylelikle Tayyip Erdoğan’ın“başkanlık” yetkileriyle güçlendirilmişcumhurbaşkanlığı makamına oturmasıyla, gerici-faşistrejim de tahkim edilmiş olacaktır.

AKP’nin karşısına çareyi Tayyiplerle aynı kumaştanbir ortak aday göstermekte bulan CHP ve MHP deböylelikle temel çatışmanın gerici bir iktidarmücadelesi olduğunu teyit etmiş oldular.Emperyalizme ve tekelci burjuvaziye hizmette AKP ileortaklaşanlar, “Mustafa Kemal’in kurduğucumhuriyet”in başına Tayyipler’in eski bir çalışmaarkadaşını getirmekte beis görmediler. Çünkü bugüçler için sorun nasıl olursa olsun AKP’yi durdurmak,bunun için de seçimi kazanmaya yetecek en uygunkişiyi Tayyip Erdoğan’ın karşısına çıkarmaktır. Bu haliylede bazı küçük-burjuva reformist çevrelerinyakınmalarına ve serzenişlerine uğrasalar da,gösterdikleri aday bakımından bu partiler, gericiburjuva sınıf çıkarlarının gereğini yaparak son derecetutarlı davranıyorlar. Çünkü kurulu cumhuriyetinkapitalist üretim ilişkileri ve sınıf egemenliği sistemikonusunda hem birbirleriyle hem de AKP ile aynı yerdeduruyorlar, ama bu cumhuriyete kimin iktidar olacağıve kimin ona rengini vereceği ile bir kavganın içindeler.

Selahattin Demirtaş’ı aday gösteren HDP’nin deyine bu cumhuriyetin temellerini oluşturan burjuvasınıf ilişkileri ve egemenliği ile bir sorunu bulunmuyor.Ancak bu temeller üzerinde kalmak üzere onu, baştaKürt sorunu olmak üzere dizi açıdan reformdangeçirmek ve demokratikleştirmek istiyor. Bunun içindirki HDP ve adayı Demirtaş’ın programı özünde bir“demokratik cumhuriyet” programıdır. Her bakımdanreformizmle damgalanmaktadır. İçerik olarak kuruludüzenin temellerine dokunmadan demokratik hak veözgürlükler vaat etmekte, bunları da “demokratikdeğişim” yoluyla yani seçimler ve müzakareler yoluylabaşaracağını iddia etmektedir. Tüm bu bakımlardan,kurulu düzen, onun bir kurumu olarakcumhurbaşkanlığı, parlamento ve barışçıl geçiş gibiaçılardan ölçüsüz hayaller yayan bir reformist

platformdur. Ama aynı zamanda CHP’nin MHP ileyakınlaştığı bir tabloda kendi içerisinde tutarlı birsosyal-demokrat platformdur. CHP’nin bıraktığıboşluğa oturmaktadır. Ancak Kürt hareketi ve HDP,siyasal hedeflerini AKP’nin geleceğine ve onunlayapılan müzakerelere bağladığı ölçüde bu program birseçim kampanyasının bir parçası olmanın ötesine degeçmez. Sonuçta HDP’ye yön veren Kürt hareketi siyasigeleceğini AKP’nin geleceğine endekslerken,cumhurbaşkanlığı seçimlerinde de hesabını “çözümsüreci”nde elini güçlendirecek ve AKP ile gerektiğindeikinci tur öncesinde pazarlık yapabileceği bir oy oranıelde etmek üzere yapıyor.

Solda tutumlar

Peki gerici burjuva odakların iktidar kavgası ile Kürthareketinin pragmatik hesaplarıyla damgalanmışreformist platformumun seçenek olarak sunulduğu buseçim oyununda sol ne yapıyor? Solda farklılaşantutumları belli başlıklar altında toplayalım.

İlk olarak “ulusal cumhuriyet-milli hükümet”söylemini bayraklaştıran İP’ten söz edebiliriz. İP buplatformuyla belli bir tarihsel evrimden geçerek artıkömrünü tamamlayan, çürüyen ve dökülen burjuvacumhuriyetini kuruluş dönemindeki siyasalçerçevesine geri döndürmeyi hedefliyor. Ama “ortakaday” teklifinde bulunduğu CHP ve MHP’ninTayyiplerle aynı kumaştan birini aday göstermesiyleboşlukta kaldı. Bu aşamadan sonra kendisiniseçimlerden sonra başlayacağını iddia ettiği iktidarkavgasına hazırlamaya adamış görünüyor. İhsanoğlu’na

kazanma ihtimali olmadığından dolayı açık destektenkaçınırken boykota da karşı geliyor, ama boş oykullanmayı da bir seçenek olarak sunmuyor. Yani buhaliyle kerhen Ekmeleddin İhsanoğlu’na destek vermişoluyor. Öte yandan ise Tayyip Erdoğan ve Demirtaş’ıbirinci ve ikinci hedef olarak tanımlıyor.

İkinci olarak siyasal stratejilerini AKP’nin gitmesiüzerine kuran, ama öte yandan da bunu başarabilecekbir iradeye, bağımsız bir ideolojik-politik bakışa, iktidarufkuna sahip olmayan, olamadıkları için tüm siyasalhesaplarını CHP’ye göre yapan ÖDP, Halkevleri ve TKP(ayrışmadan sonra ortaya çıkan iki parçasıyla) gibireformist siyasetlerin tutumudur. Bunlar yerelseçimlerde olduğu gibi talep, çağrı ve eleştirilerinerağmen CHP’nin tutup “sağcı” bir adayı faşist birpartiyle birlikte aday göstermesiyle bir kez dahaboşluğa düştüler. Yani bunların sorunu CHP’ninideolojik-siyasal-sınıfsal platformu değil adayıyladır.Yerel seçimlerdeki tutumları hafızalardadır. CHP’ninAnkara adayını faşist bulup bağımsız adaygöstermişlerdi, sonra da bağımsız adayı da ortadabırakmış, dahası seçimlerin ardından CHP’nin faşistadayının peşine düşmüşlerdi. Şu an bu siyasetlerdenilki CHP’ye veryansın ettikten sonra ancak ilk turdautangaç biçimde Demirtaş’a oy verilebileceğiniaçıklarken, ikinci turda AKP’yi geriletmek adınaEkmeleddin İhsanoğlu’nu destekleyebileceğininişaretlerini veriyor. İkincisi sokağı gösteriyor üçüncüsüise boykot diyor. Zorunluluktan düştükleri bukonumdan AKP karşıtlığı yapıyorlar.

Üçüncü olarak ise Demirtaş’ın adaylığında birleşençok sayıda özneden oluşan bir sol gruplar tablosundan

Cumhurbaşkanlığı seçimleri, sol ve devrimci tutum

M. Yılmaz

Page 23: Kızıl Bayrak 2014-31

söz edilebilir. Bunlardan çoğu HDP bünyesinde tümsiyasal geleceklerini Kürt hareketine endekslemişdurumdadır. Geri kalan kısmı içerisinde ise kimisi diğeriki adaya göre Demirtaş’ın demokratlığına bağlayarakdesteğini açıklamaktadır. Kimisi ise tutumlarını Kürthareketini desteklemek göreviyleilişkilendirmektedirler. Ancak iddiaları ve söylemleri neolursa olsun sonuçta HDP ve adayları Demirtaş’ın dörtdörtlük sosyal-demokrat reform programına,“demokratik cumhuriyet” programına, AKP ilemüzakerelerin ilerletilmesi hedefine endekslenmişpragmatik bir hesaba dolgu olmaktadırlar. Bu haliyleartık ellerinde avuçlarında “devrimcilik” adına nekaldıysa onu da yitirmekte reformizm batağına boyluboyunca uzanmaktadırlar.

Örneğin bu çevrelerden ESP’ye yakınlığıyla bilinenAtılım gazetesi sorunu şöyle koyabilmektedir:“Seçimde, bir burjuva karşı devrim cephesi, bir deözgürlük ve demokrasi cephesi var. Politik özgürlüğün,adaletin, halklara eşitliğin, demokratik barışın, kadınözgürleşmesinin, ekolojik mücadelenin adayınıdestekliyor musun, desteklemiyor musun? Sol iddialıakımlar için esas mesele budur. Ne söylenirsesöylensin, gerisi laf-ı güzaftır.”

Dördüncü olarak bunlardan bağımsız olarak boykotçağrısı yapan başta Halk Cephesi ve Partizan (boykotkararını cumhurbaşkanlığı makamının etkisizliğine vebu makamda demokratik mücadelenin üretilmekoşulunun olmamasına bağlıyor) olmak üzere bir dizisiyasal grup var. Gerekçelendirme ve boykot çağrısınınsiyasal içeriğini devrimci bir tarzda doldurmakta ciddiyetersizlikleri olsa da sonuçta her şeye rağmendiğerlerinden niteliksel bir farklılık olarak ilerici-devrimci duyarlılığı ifade etmektedirler. Ancak buyetersizlikler fazlasıyla da önemlidir. Çünkü gericiburjuva odaklar ile birlikte HDP’nin “demokratikcumhuriyet” programını cepheden karşılayacak birsiyasal program ile birlikte ele alınmadığında bututumları tutarsız ve zorlama kalmaktadır. Net biriktidar hedefi ve alternatif devrimci bir programsunamamaktadırlar.

Tüm bunlardan sonra solda çeşitli öznelerüzerinden gösterilen tutumların arkasında şu yapısalnedenlerin yattığını söyleyebiliriz.

HDP’nin kuyruğuna takılanlar için küçük-burjuvaideolojik ve sınıfsal kaypaklık, pragmatizm,kuyrukçuluk ve reformizm bir kimliğe dönüşmüştür.Devrimcilik adına her şey hemen hemen yitirilmiştir,bağımsız bir tutum alma gücü ve iddialarınıyitirmişlerdir. “Demokratik değişim”i vaaz eden sosyal-demokrat bir platformun peşine takılmışlardır. Boykotdiyenler ise (şöyle ya da böyle devrimci bir konumdabulunanları kastediyoruz) söylemde ne kadar devrimcigörünürlerse görünsünler, kurulu düzeni aşacakdevrimci bir program ortaya koyabilecek iktidarufkundan yoksunlardır. Bunun için albenili boykotsöylemi kurulu düzenin temelleriyle hesaplaşan vereformizmden cepheden farklı devrimci bir programlabirleşmediğinde, devrim ve sosyalizm çağrısıylatamamlanmadığında bu tutumları boş bir tını halinegelmektedir. ÖDP, Halkevleri, KP gibi çevreler açısındanise zaten CHP gibi partilerin alabildiğine sağa dümenikırmalarından dolayı zorunlu bir solculuktan başka biranlam taşımamaktadır. Demokratizmi veparlamentarizmi kimlik haline getirmiş olanlarınsınırları bu kadardır.

Devrimci tutum

Genel olarak seçimler ve parlamento söz konusu

olduğunda komünistlerin taktik politikasınıbiçimlendiren temel kıstaslar bellidir. Bu kıstaslarıgündemdeki cumhurbaşkanlığı seçimlerineuyarlayarak anlatmaya çalışalım.

Öncelikle belirtelim ki, komünistler parlamento,gerici burjuva kurumlarda çalışır, en anti-demokratikseçimlere de katılabilirler. Bu tutumlarındaki temelkıstas, bu kurumların tarihsel olarak işlevini yitiripyitirmedikleri ve ne kadar yetkili-etkili oldukları değil,siyasal işlevlerinin olup olmadığıdır. Başka bir deyişle,Lenin’in ifadesiyle eğer bu gerici kurumları dağıtmayagücünüz yetmiyorsa onun içerisinde çalışmalısınız.

Bu bakışla cumhurbaşkanlığı seçimlerineyaklaştığımızda, yetkileri ne olursa olsun makamolarak cumhurbaşkanlığı kurulu burjuva cumhuriyetinien ileriden temsil eden kurumdur. Elbette burjuvacumhuriyet tarihsel olarak çürümüş ve yıkılmayıbeklemektedir. Ama bu kurumu henüz yıkacak güçtedeğilsek, o halde içerisinde çalışabiliriz. Fakathalihazırda içerisinde çalışmak katı biçimdeengellendiği için bunu yapmanın koşulları yoktur.

Ancak içinde çalışmanın burjuvazi tarafından kabayöntemlerle engellenmesine rağmen bu kadarıseçimleri boykot etmemiz için yeterli değildir. Çünküboykot taktiği esas olarak, ne seçim yapılan makamınne de seçimlerin niteliğiyle ilgilidir. Burada esas ölçü“gücünüz dağıtmaya yetmediği sürece”dir. Bu daboykot taktiğini özel bazı durumlar dışında esas olarakdevrimci bir durumun, kitle ayaklanmalarınıngündemde olduğu bir dönemin taktiği yapar. Aksihalde oy atmanın geniş yığınlar nazarında siyasal birişlev taşıdığı bir durumda, boykot taktiğinebaşvuranlar edilgenliği olağanlaştırır, ona boyun eğer.

Bu durumda bir kurum olarak içerisinde çalışıpçalışılmayacağı bakımından cumhurbaşkanlığımakamına değil, seçimlerin kendisi dikkate alınmalıdır.Milyonların büyük ölçüde oy sandığı dışında eylemlibir tutum almaktan uzak durduğu koşullarda, esas olansandığa gideceklerin önüne bir seçenek ortayakoyabilmektir. Eğer bu bir aday değilse bir yöntemdir.Tarihsel deneyimler bu yöntemin “boş-geçersiz oy”olduğunu gösteriyor. Devrimci öncünün kitlelereçağrısı bunun için, “madem sandığa gidiyorsun o halde

tüm burjuva ve küçük-burjuva adayların üzerini çiz,devrimden yana tercihini göster” olmalıdır.

Öte yandan seçimler söz konusu olduğunda hangiadayın destekleneceğinden, kiminle yan yanagelineceğine ve yapılacak çağrıya kadar tümpolitikanın devrimci niteliğini belirleyecek olan şeyonun içeriğidir. Yani esas olan adayların ne olduğu venasıl oy verileceği değil, hangi programa ve politikayaoy verileceğidir. Devrimciler adaylarla değilprogramlarla, seçim platformlarının ideolojik-siyasalsınıf özüyle ilgilidirler.

Bu noktada ise devrimci politikanın ayırt edicitemel kriterlerinden biri de, sandık ve seçim yapılanmakam konusunda en küçük hayal yaymamak, aksinetüm seçim çalışmasını seçimlere, sandığa ve sözkonusu olan burjuva kurumlara karşı beslenenhayalleri yıkmaya odaklanmalıdır. Komünistler bunuyapmayan hiçbir seçim platformuyla en küçük biryakınlık kurmazlar. Mevcut reformist seçim bloğunabakıldığında ise cumhurbaşkanlığı makamının neolduğu, bu makamın temsil ettiği cumhuriyetinburjuva niteliğine ilişkin gerçeklere şurasındanburasıdan zerrece dokunmak bir yana Demirtaş’ınadaylığı üzerinden yayılan hayallerde ölçütanınmamaktadır.

Komünistler bu seçim döneminde bu hayalleriyıkmak için mücadele ederler, ama aynı zamandaseçimleri kurulu burjuva cumhuriyetine karşı devrimcipropagandanın imkanı olarak değerlendirirler. Bupropagandanın içeriği ise kurulu burjuvacumhuriyetine karşı sosyalist işçi-emekçi cumhuriyetiniçıkarmak ve elbette kurtuluşa ulaşmanın tek yolununkurulu cumhuriyetin cumhurbaşkanlığı makamının daiçerisinde olduğu burjuva iktidarını yerle bir edecek birdevrimde olduğunu anlatmaktır.

Sorunu böyle koyduğumuzda mesele adaylarolmaktan çıkarılıp şöyle tanımlanır: Ne burjuvacumhuriyetin gerici adayları, ne bu cumhuriyetiaşırılıklarından arındırıp demokratikleştirecekleriniiddia edenlerin demokratik cumhuriyeti, tek yoldevrim kurtuluş sosyalist bir işçi-emekçicumhuriyetindedir. Gerisi, demokratizm ve burjuvayasalcılığı içinde kaybolmaktır.

Page 24: Kızıl Bayrak 2014-31

Bir süredir Kızıl Bayrak gazetesinin 20. yılıvesilesiyle çeşitli yazılar yayınlanıyor. 20. yıla dairyazıların en önemlilerini çeşitli tarihlerde gerçekleşenişçi direnişlerinin parçası olmuş işçi yoldaşlardan gelenmektuplar oluşturmakta. Ayrıca bir dizi seminer ve içtoplantı vasıtasıyla yürütülen tartışmalar, gazete vegünlük site yoluyla işçi ve emekçilerle paylaşıldı.Bunda amaçlanan yeniden bir farkındalık yaratmakolmakla birlikte, bilenenlerin hayata geçirilmesi dahafazla önem taşıyor. Zira 20 yılın ardından, bugün sorunyeniden ve daha güçlü, altı daha kalın çizgilerle ifadeedilmesi gereken kolektif bir amaçla çıkan gazetemizin,kolektif bir sahiplenişe konu olup olmadığıdır.

Kızıl Bayrak gazetesinin 10. yılı vesilesiyle kalemealınan yazının, “Daha güçlü, başarılı ve işlevsel biryayın faaliyetine doğru” üst başlıklı ikinci bölümündeşöyle ifade ediliyor: “...Kızıl Bayrak’ın ideolojiden,programdan, politik çizgiden ve bunlardan ayrıdüşünülemeyecek olan devrimci sosyalist değerlerbütününden yana bir sorunu yoktur. Tam tersine, bufaktörler onun açık üstünlük alanlarını oluşturmaktadırve bu üstünlük, devrimci bir yayın organının başarılı veetkili olabilmesi için en öncelikli koşuldur. Fakat yine detüm üstünlükler, başarılı bir yayın pratiğinikendiliğinden belirlemez ve Kızıl Bayrak’ın bu alanda,geçmişe göre epeyce sorunu geride bırakılmış olsabile, bugün hala da önemli sorunları vardır.”

İlgili yazının devamında yayın cephesinin yetersizlikalanlarına vurgu yapılıyor. Bugün de güncelliğinikoruyan bu belirlemeler, önümüzde aşılması gerekenbir eşik olarak duruyor. Devrim mücadelesindeki tümdiğer araçlarda olduğu gibi, Kızıl Bayrak’ın da asılmisyonunu oynayabilmesi, doğrudan hedef kitlesine,işçi ve emekçilere seslenebilmesi ve ulaştırılmasıylamümkündür.

Bir işçi gazetesinin en iyi örneği Pravda!

Sınıflar arası savaşımda sahne iki ezeli sınıfakaldığından beri, tarih işçi sınıfına yol gösteren çeşitliyaşanmışlıklar bırakmıştır. Yeni Ekimler’in temsilcisiolan komünistler, bu nedenle Ekim Devrimi’ni yaratanBolşevikler’in deneyimlerini rehber edinmişlerdir.Devrimci yayın faaliyeti için de dönüp bakılmasıgereken örneklerin başında Bolşevikler’in deneyimigelmektedir. Haftalık olarak çıkan gazetemizin vesürekliliği olan günlük sitemizin sınıflar mücadelesindeoynayacağı rol için, Bolşevikler tarafından çıkarılanyayınlara ve bu yayınlara atfedilen öneme vurguyapılmasının gerisinde bu vardır.

Elbette o dönem Rusyası’ndaki sınıf çatışmalarınınseyri şu anla aynı değildir. Ancak yine de budeneyimler önemli fikirler vermekte, ön açıcıolmaktadır. 22 Nisan 1912’de ilk sayısı çıkarılanBolşevik günlük gazete Pravda (Gerçek) örneği buaçıdan oldukça önemlidir. (Yeni takvime göre 5 Mayısve bu tarih SSCB’de ‘’İşçi Basını Günü’’ olarak dakutlanmıştır) İşçilere maaş aldıkları gün “işçi gazetesi

için bir Kapik” bağış yapması çağrısında bulunanLenin’e göre bir işçi gazetesi “yalnızca kolektif birpropagandacı ve ajitatör değil, aynı zamanda dakolektif bir örgütçüdür de.” Pravda’nın ilk sayısında,işçileri muhabirliğe çağıran ve yazı yazmalarını isteyen,“Cesaretle işe atılın yeter” diyen bir yazının yer almasıbu nedenle tesadüf değildir.

Geniş sınıf bölüklerinin Bolşevizm’e kazanılmasındaPravda’nın yeri tartışılmazdır. Çarlık rejiminin tümbaskılarına rağmen yayınlarını sürdürebilmesi,Pravda’ya sahip çıkan işçiler sayesindedir. İşçiler,Pravda’nın doğrudan dağıtımcısı olmalarının yanı sıraaynı zamanda onu finanse de etmişlerdir. O dönemdeçıkarılan Menşevikler’in yayınlarına Menşevik dostuaydınların, liberal burjuvaların sınırsız katkısı olurken,Bolşevik yayınlar doğudan işçi ve emekçilerinkatkılarıyla ayakta kalmıştır. Pravda’yı işçilerin bukadar sahiplenmesinin gerisinde doğrudan sınıftanhaberler veriyor olması, sınıf bilincini geliştirecekyazılar yayınlamasıdır. Pravda’nın her sayısında,işçilerin nasıl yaşadığını, onların kapitalistlertarafından, onların emrindeki fabrika yöneticileri veustabaşılar tarafından nasıl amansızcasömürüldüğünü, çeşitli baskı yöntemleriyle nasılezildiğini ve nasıl aşağılandığını anlatan çok sayıda işçimektubu yayınlanmıştır. Kapitalistler böyleceyaptıklarıyla suç üstü yakalanmışlardır. Yoksulluğunyarattığı çıkışsızlıkla intihar eden bir Rus işçisi, Pravdayoluyla düzenin teşhirine dönüştürülmüştür.Pravda’nın sayfaları, çeşitli fabrikalarda ve sanayikollarında çalışan işçilerin sıkıntılarını ve taleplerini, bu

talepler için nasıl mücadele edilmesi gerektiğini yazanhaberlerle doludur. Grev haberlerine ve işçileri bugrevlerle dayanışmaya çağıran yazılara öncelikverilmiştir. Bu çağrılara kulak veren işçiler, çok az ücretalmalarına rağmen dayanışma fonlarına önemlibağışlarda bulunmuşlardır. Böylece işçilerde sınıfbilinci de gelişmiştir.

Pravda’nın ilgi alanı

Ancak yine de Pravda’nın yayın çizgisinde sadeceişçi sınıfının yaşadığı sorunlar yoktur. Dönemin birdiğer önemli sosyal katmanı olan yoksul köylüler dePravda’da kendilerine yer bulabilmiştir. Pravda’daköylü yaşamı, köylülüğün çektiği açlık, çiftlik sahipleri,feodal beyler tarafından nasıl sömürüldükleri deişlenmiştir. Bir takım reformlar yoluyla köylülerin en iyitopraklarının nasıl çiftlik sahibi kulaklar tarafındantalan edildiği anlatılmıştır. Pravda, işçi sınıfına enönemli müttefikinin yoksul Rus köylüsü olduğunusöylemiştir.

Pravda, devrimde ısrarın gerçeği

İşçi sınıfını devrim yolundan saptırmaya çalışanMenşevikler’in gerçek amacı Pravda ile teşhiredilmiştir. İşçi sınıfının ve yoksul köylülerin öfkesiniyaşadıkları sefaletin sorumlusu olanlara çevirmelerineengel olmaya çalışan Menşevikler’in, ‘kısmidemokratik haklar için mücadele etmekle yetinin’,

20 yıla sığacak günler bizi bekliyor!H. Eylül

Page 25: Kızıl Bayrak 2014-31

‘Çarlık hükümetine dilekçe sunun’ diyen çağrıların neanlama geldiği Pravda yoluyla büyük bir ısrarlaanlatılmıştır. Bolşevikler, işçileri, tüm bu çağrılarınburjuvazinin yararına olduğu konusunda uyarmıştır.İşçilerin köylüleri kendi safına çektiğinde çarlığınmutlaka yenileceği, bu nedenle Menşeviklere kulakverilmemesi gerektiği söylenmiştir. O dönemlerdeBolşevikler’e ‘Pravdacılar’ denilerek hitap edilmesiningerisinde bu bütünleşme bulunmaktadır. Ayrıcadöneme dair değerlendirmelerde Ekim Devrimi’nigerçekleştiren işçi kuşağının Pravda tarafındanyetiştirildiği söylenmektedir.

Gölgesinde geçmişle avunma, elinde dalgalandır!

Her yanıyla çürüyen ve çürüten bu düzen, işçi veemekçileri yoksulluğa, gençleri geleceksizliğe, kadınlarıher bakımdan sömürüye ve köleliğe mahkum ederken,ezilen ulusların haklı taleplerini inkar etmekte veonlara zulmün her türlüsünü reva görmektedir. Servetve sefalet arasındaki uçurumu büyütenler, işçi veemekçilerin sırtından saltanat sürenler, bununkarşılığında insanlığı kapitalist sistemin tüm yıkıcısonuçlarıyla baş başa bırakmaktadır. Kapitalist-emperyalist sistem, mazlum halkları yalnızca haksızsavaşlarda, işgallerde katletmemekte, aynı zamandainsanlığı açlıktan öldürmektedir. Doğanın talanı iletabiat yok edilmekte, dünya çevresel felaketleresürüklenmektedir.

Tüm bu gerçekler yaşamımızın bir parçası olmuşkensistem, “bir damla temiz su için” bile devrim vesosyalizmin şart olduğunu söyleyen sınıf devrimcilerini“kışkırtıcılıkla” suçlayabilmekte, bu nedenle yoketmeye çalışmaktadır. Düzen tüm kurumlarıyla bugerçeği gözlerden saklamaya, sebebi olduğu sınıfsaleşitsizlikleri gözlerden saklamaya çalışmaktadır. İşçi veemekçilere “düzen içi” çözümler sunanlar da bilerek yada bilmeyerek buna ortak olmaktadırlar.

Tam da bu noktada Kızıl Bayrak, işçi ve emekçileri,tüm eşitsizliklerin kaynağı olan bu düzene karşı“kışkırtmayı” kendine görev edinmiştir. İnsanlık, yahalihazırda Filistin’de tanık olduğumuz gibi saat başıçocuk öldürülmesine alışacaktır ya da yaşananlarkarşısında öfke duyacaktır. Kızıl Bayrak “sınıfa karşısınıf” diyerek bu ve benzeri öfkeleri doğru sınıfsalzeminde örgütlemeye çalışmaktadır.

20. yıl vesilesiyle yapılan hatırlatma görevlerimize,sorumluluklarımıza işaret etmek içindir. Gazetemizinişçi ve emekçilere ulaştırılma görevi, belirli gün vesaatlerde yapılacak gazete satışlarıyla sınırlı değildir.Yanı sıra gazetemizin her yönüyle beslenebilmesi,düzenli yazı katkılarının sunulması da bu görevlerarasındadır. Tüm bunlardan ötürü gazetemize dahafazla sahip çıkmamız gerekmektedir. Gazetemizinsayfaları ve günlük sitemiz işçilerden, emekçilerdengelecek yazıları, haberleri beklemektedir. Emekçikadınların, ezilen ulusların haklı istemlerini, doğanıntalanını, devrimci sanatın ışığını gazetemizinsayfalarına daha fazla kalemden taşımalıyız.

Bununla birlikte en yakınlarımızdan başlayarakçevremizdeki tüm emekçilerin gazetemizin potansiyelokuru olduğunu unutmamalı, medya patronlarının kâramaçlı yatırım yaptığı burjuva gazetelerine inat, işçi veemekçilerin ayakta tuttuğu bir gazeteyi, tarihteBolşevik yayınların yanına yazmalıyız.

Geride bıraktığımız yıllarda, gazetemiz her zorlugünün 20 yıl gibi uzun geçtiği zamanları yazdı.Önümüzde ise 20 yıla sığacak günler bizibeklemektedir.

Suriye’ye yönelik emperyalist saldırının faturasınıSuriye halkları öderken, savaşın en büyük bedelinikadınlar ödüyor. Türkiye’ye sığınan Suriyeli kadınlarkuma hayatına mahkum edildiler. Mardin ve Urfa’dakuma olan Suriyeli kadınların sayısında artış yaşanıyor.Al Jazeera’ya konuşan sosyolog Emine Konak,“Savaştan kaçıp buraya sığındılar ama yeni bir savaşveriyorlar” diyor.

Kürdistan’ın özellikle sınır kentlerine sığınan veTürklerle “ikinci eş” olarak evlendirilen Suriyeli kadınsığınmacı sayısında artış yaşanıyor. Özellikle Mardin veUrfa illerinde, savaş sonrası gelen Suriyeli kumalardikkat çekiyor. Kumalar aynı eve ikinci eş olarakgetirildiği gibi, tek başına tutuldukları ayrı evlere deyerleştirilebiliyor.

Kızıltepe’de mağdur kadınlarla ilgili çalışmalaryürüten NUDA Kadın Merkezi’nin sosyoloğu EmineKonak’a göre, merkeze son bir yılda 25 kadın kumaolarak başvurdu. Ancak gerçek sayının çok daha fazlaolduğunu söylüyor. Konak, sadece bu bölgede savaşsonrası 200’e yakın Suriyeli kadının kuma olduğunusöyleyerek şunları ifade etti:

“Savaştan kaçıyorlar. Hayat beklentileri daha farklı.Ama buraya geldiklerinde başka bir hayatlakarşılaşıyorlar. Fuhuş, uyuşturucu, kumalık gibiseçenekler de bekliyor. Savaştan kaçıp burayasığındılar ama yeni bir savaş veriyorlar. Evliliklerikurtuluş olarak görüyorlar. Kumalar daha çok Haseke,Kamışlı, Amude’den gelenlerden oluyor. Kumasayısında savaş sonrası çok artış yaşandı.

Kadınlar severek, anlaşarak ikinci eşliği kabuletmiyor. Bir nevi parayla satılıyorlar. 5- 10 bin lirakarşılığında aileleri tarafından veriliyorlar.”

Para karşılığı satılıyorlar

Mevcut yasaların ikinci evliliği kabul etmemesindenkaynaklı Konak, evliliklerin resmi değil, imamlartarafından kıyılan nikahlarla yapıldığını hatırlatarak,“İmamlar bu nikahları kıyarak suç işliyor. Bunu bile bileyapıyorlar. Para karşılığı nikah kıyanlar var. Önünegeçilebilir. Diyanet, imamların bilinçlendirilmesi içinaçıklama yapmalı” diyor.

Konak’ın çalışmalarında tespit ettiği bir diğer konu,kumalığın aynı zamanda aileleri parçaladığı. Kumalığınözellikle çocukları çok mağdur ettiğine dikkat çekenKonak, “Ekonomik durumu iyi olan, eğitimli kadınlarkumayla yaşamayı istemiyor, boşanma davası açıyor.Ama durumu iyi olmayan kadınlar mecbur katlanmakzorunda kalıyor” diyor.

Kumalık sorunu Mardin’in Nusaybin İlçesi’nde isebu boyutta yaşanmıyor. İlçede kadın mağdurla ilgiliçalışmalar yürüten Gül Şilav Kadın Merkezi’ninsosyologu Sadiye Aksoy’a göre, savaş sonrası kuma,fuhuş, dilencilik gibi sorunlar sınır kentlerinde olduğugibi Nusaybin’de de arttı. Ama kumalık diğer bölgelereoranla daha az yaşanıyor. Sosyolog Aksoy, “Eğitimdüzeyi, politik, sosyo-kültürel yapısı ve akrabalık

bağlarından dolayı diğer bölgelere oranla Nusaybin’dekumalık olgusuna daha az rastlanmaktadır” diyor.

Urfa merkezde bir yılda 80 kuma

Gerek Suriye’deki savaş öncesi, gerek sonrasıkumalığın yoğun yaşandığı kentlerden biri de Urfa.Kumalık sorunu bu kentte yıllardır kadınların en fazlamağdur olduğu konulardan biri. Hatta sadece iki eşlilikdeğil, üç, dört eşli olanlara rastlamak bile mümkün.Şanlıurfa Barosu Kadın Hakları Danışma Merkezisorumlusu Birgül Yılan’a göre, sadece Urfa merkezde2013’te 80’e yakın Suriyeli sığınmacı kadın kuma oldu.“Artış yaşandı hem de çok ciddi oranlarda” diyenBirgül Yılan, Urfa’da Suriyeli sığınmacıların kumasayısıyla ilgili olarak şöyle konuşuyor:

“Savaştan önce ekonomik durumlarının iyiolmamasından dolayı da Suriyeli kadınlar geliyordu,evlilikler vardı. 3 bin ila 15 bin lira arasında değişenfiyatlarla kadınlar getiriliyordu. Ama savaş olduktansonra buraya yapılan göçlerle birlikte sayıda vahim birartış oldu. Kendi ailemin içinde yaşayan kadınlar bilevar. 2013 yılında bize mağdur kadınların yaptığıbaşvuru sayısı 970’ti. Bunlardan 488’i kadınboşanmasıydı. Bu rakamın 80’e yakını kumalıktandolayı boşanma davası açmak için başvurdu. Bu yıl isesadece 5 kadın başvurdu. Bu beş boşanmanın dasebebi yine Suriyeli kadındı.”

Şanlıurfa KAMER Başkanı Gülseren Kaplan ise,“Bunlar genelde dini nikahla evlenen kişiler. Genelbaşvurulardan o şekilde anlıyoruz. Daha önce ciddibaşlık paraları veriliyordu, şimdi kolay evleniyorlar”diyor.

“Kumalığı zorla kabul ediyorlar”

Kadın Daire Başkanlığı’nı meclisten geçirerekresmileştiren ve Kadına Şiddetle Mücadele Müdürlüğükurmayı amaçlan Mardin Büyükşehir BelediyesiEşbaşkanı Februniye Akyol ise kumalık sorunu ile ilgilişunları ifade ediyor:

“Yanı başımızda bir savaş ve vahşet var. İnsanlarsavaştan kaçıyor, can derdine düşüyor. Burayageldikleri zaman da çok da iyi bir ortama sahipolmuyorlar. Can havliyle kendilerini attıkları yerde biranda açlıkla karşı karşıyla kalıyorlar. Barınacakları yeryok. Yeterince imkan yok. Ya fuhuşa düşecekler yakuma olacaklar. Genelleme yapmıyorum amakumalığın yanı sıra bir fuhuş da söz konusu. Çocukistismarı, çocuk gelinler yine aynı şekilde. Bunlarıntamamı birbiriyle bağlantılıdır. Kumalık da bir fuhuştur.Adama bakıyorsunuz evi var, çocukları var. ailesi var.Geçindiremiyor, yokluktan yakınıyor. Ama ikinci eşialıyor.”

Akyol, kadınların isteyerek kumalığı kabuletmediğini hatırlatarak, “Zorla kabul ediyorlar ya dayozlaşmışlardır. Başka çıkış noktası yok. Aç kalacaklar,sürüklenecekler” diyor.

Suriyeli kadınlarakumalık dayatılıyor

Page 26: Kızıl Bayrak 2014-31

Wuppertal’da 28 Temmuz’da Filistin ve Rojava iledayanışma eylemi yapıldı. Siyonist barbarlığın Gazze’yeve gerici IŞİD çetesinin Rojava’ya dönük saldırılarınıprotesto etmek amacıyla gerçekleştirilen eyleminçağrısını, MLPD, BİR-KAR, ATİK ve ADHK yaptı. Filistinlikurumlar, Özgürlük ve Dayanışma ile KARAVAN daeyleme katılıp destek sundular.

BİR-KAR, ATİK, ADHK eyleme flamaları ile katıldı.BİR-KAR eylemde ayrıca, üzerine “Yaşasın Filistin veRojava direnişi” yazılı bir pankart da açtı.

Eylem saat 18.00’de yine kentin en kalabalık alanıolan City Arkadien’in önünde gerçekleştirildi. Öncedevrim ve kurtuluş mücadelesinde ölümsüzleşenleriçin saygı duruşu yapıldı. Ardından, sırasıyla MLPD,Filistin ve BİR-KAR temsilcileri birer konuşma yaptılar.Konuşmalarda, bir kez daha, Siyonist barbarlığın ölümkusan saldırıları teşhir edildi. Aynı anda IŞİD aracılığı ilede Rojava’ya saldırıldığı, bunun ise son derce manidarolduğu vurgulandı. Her iki saldırının da emperyalist vegerici amaçlarla gerçekleştirildiği ve arkasında başta

ABD olmak üzere, Almanya/Fransa gibi emperyalistgüçlerin olduğu belirtildi. Her geçen gün daha büyükbir duyarlılıkla sokaklara çıkmanın ve eylemlidayanışma içinde olmanın önemine işaret edildi.

Bu haftaki eylemde, bu kez, Avrupa, ama özellikleAlman basının bir zehirli gaz gibi ortaya attığı, hemenher gün sayfalarına taşıdığı, ne yazık ki Alman solundada yankısını bulan, “Sokak eylemleri (yani Filistin iledayanışma eylemleri) anti-semitist eğilimleri tetikliyor,sağı güçlendiriyor... İlk saldıran Hamas’tır.. İsrailkendisini savunuyor...” şeklindeki aşağılık propagandaüzerinde duruldu. Bu propagandanın yalana dayalıniteliği dile getirildi, halihazırdaki savaşın haksız, gericive emperyalist karakterini gizlemek amaçlı olduğubelirtildi. Filistin halkının kardeş Yahudi halkı ile hiçbirsorunu olmadığının altı çizildi.

Konuşmalar sırasında sık sık “Yaşasınenternasyonal dayanışma!” sloganı haykırıldı.

Kızıl Bayrak / Wuppertal

Wuppertal’da Filistin veRojava ile dayanışma eylemi

Paris’te Filistin’e destek içineylem yasağı yine delindi!

Fransa’nın başkenti Paris’te valiliğinin yasakkararına rağmen İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırıları 26Temmuz’da bir kez daha protesto edildi. Öğlensaatlerinde toplanan eylemciler RepubliqueMeydanı’nda eylem başlattı.

Meydana Filistin bayraklarıyla gelen eylemciler,“Katil İsrail!”, “Hepimiz Filistinliyiz!”, “Hollande suçortağısın!” sloganlarını attı. Eylemde iki İsrail bayrağıyakıldı. İçişleri Bakanı Bernard Cazeneuve, yeni biraçıklama yaparak, tehdit savurarak hapis cezasıylakitleleri korkutmaya çalıştı. Valiliğin yasak kararınıngün içinde Danıştay tarafından onaylandığı söylendi.

Geçen haftaki yasak kararının ardından yoğunlaşantepkiler ve yasağa rağmen “izinsiz gösteri”de militantutumla eylemin gerçekleştirilmesi üzerine, 25Temmuz Çarşamba günü düzenlenen ikinci eyleme izinverilmişti. 26 Temmuz’da da tehditler savrulmasınakarşın eylem yapan kitle sadece uzaktan izlendi. Yasakkararı bir kez daha delindi.

Yahudiler’denGazze için eylem

Bazı İsrailli gruplar, Facebook’ta “Savaş her ikitarafta da çok fazla ölü ve yaralıya neden oluyor.Bomba ve roketler korku ve yıkıma neden oluyor. Bunakarşı bir duruş sergiliyor ve talepte bulunuyoruz; savaşıhemen şimdi durdurun” mesajı paylaşarak 27 Temmuziçin eylem çağrısı yapmışlardı.

İsrail devleti ise önce gösterileri yasakladığınıaçıklamış ancak geçici ateşkesin uzayacağı haberlerininardından grupların toplanmasına izin vermişti.

Tel Aviv’de Rabin Meydanı’nda toplanan yaklaşık 5bin kişi, meydanda attıkları sloganlarla, İsrail güçlerininGazze’ye yönelik “operasyona” son vermesini,Hamas’ın da roket saldırılarını durdurmasını istedi.

Gösteri başladıktan sonra İsrail güçleriprotestoculardan, Gazze’den yeniden roket atılmayabaşladığı gerekçesiyle hemen dağılmalarını istedi.Ancak polisin çağrılarına aldırmayan kalabalıkgösterilerini gece yarısına doğru sonlandırdı.

İsrail devlet yetkilileri, “çevre yolları kapattıkları veşiddet yanlısı harekette bulundukları” iddiası ile 4kişinin gözaltına alındığını açıkladılar.

Kudüs’te, İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırılarınısoykırım olarak niteleyen Soykırım Karşıtı Yahudilergrubu, oyuncak bebek yakarak Gazzeli çocuklarınöldürülmesini protesto etti.

Soykırım Karşıtı Yahudiler adına konuşan NaoAbend, “Bugün bir katliam için ihtiyaç duyulan tek şey,bir ekran ve bir düğme. İşte yüksek teknolojinin bizehediyesi” dedi.

Batı Kudüs’teki Anayasa Mahkemesi önündetoplanan eylemciler, “İsraillin işlediği savaş suçlarınıonaylayan mahkemenin de bu suça ortak olduğunu”belirttiler.

Bielefeld’de Filistin ve Rojava eylemiFilistin’de, Rojava’da yaşanan katliamların hesabını sormak için mücadeleyi yükseltme çağrısı yapan İşçilerin

Birliği Halkların Kardeşliği Platformu (BİR-KAR) ile Özgürlük ve Dayanışma Almanya örgütleri BielefeldJahnplatz’da 25 Temmuz’da bir eylem gerçekleştirdi.

Eylemde katliam ve saldırıların resimleri yer alırken, Almanca olarak “Yaşasın Filistin, Rojava direnişi!”pankartı açıldı, Almanca ve Türkçe sloganlar atıldı. Eylem BİR-KAR adına yapılan konuşma ile sürdü.

Konuşmada, Emperyalist/Siyonist barbar güçler ile bölgedeki işbirlikçi-sömürgeci devletlerin, halkları etnik,dinsel, mezhepsel temelde parçalayarak, Filistin ve Rojava halklarının direnişini kırmak, onlara kendi koşullarınıdayatıp, kayıtsız şartsız teslim almak istediği vurgulandı. Şu sözlerle konuşma sonlandı: “İşçilerin Birliği HalklarınKardeşliği Platformu olarak, ‘İşçilerin birliği halkların kardeşliği!’ şiarı ile Avrupa’da yaşayan yerli ve göçmen tümuluslardan işçi ve emekçileri, ilerici-devrimci güçleri Filistin ve Rojava halklarıyla eylemli dayanışmaya, direnişibüyütmeye çağırıyoruz.”

Ardından Özgürlük ve Dayanışma Almanya’nın hazırladığı bildiri okundu. Bildiride, Washington, Londra, Paris,Berlin ve Ankara’nın katliamın ortağı olduğu belirtilerek, tüm operasyonların durdurulması istendi. Eylem, Filistinhalkıyla dayanışma sloganları yeniden atılarak sonlandırıldı.

Kızıl Bayrak / Bielefeld

Page 27: Kızıl Bayrak 2014-31

Almanya dünyada mülteci çocukların en çoksığındıkları ülkelerin başında geliyor. Bu çocuklar ençok Somali, Eritre, Afganistan, Güney Kürdistanı gibiülkelerden gelen çocuklardır.

Savaş, yoksulluk, etnik ve dinsel ayrımcılık, doğalfelaketler, iç savaş ve işgal kaçış sebeplerinin başındagelmektedir.

Ben bir süredir Almanya’da mülteci çocuklarla (18yaş altı) ilgilenen sosyal bir kurumda çalışıyorum.

Bir yandan onlarla çalışmak ve onlara yardımetmek beni mutlu ediyor, diğer yandan ise riyakarcabuluyorum işimi. Yüzlerine bakarken, yaralarınısararken, yemeklerini yaparken, sohbet ederken içimituhaf bir utanç kaplıyor. Utanılması gereken buikiyüzlü ve çıkarcı, bu iyi niyet gösterisi, duygudünyamda bir çelişki yaratıyor.

Ve ben biliyorum ki, bu çocukların bizden başkakimseleri yok. Birçoğu bir daha asla anne-babalarınıveya ülkelerini göremeyecekler. Bazılarının ise annebabası zaten ya savaşta, ya açlıktan veya bir cinayettenyaşama şansını kaybetmiş durumda.

Afganistan, Somali, Irak, Eritre, Filistin veya 3.dünyanın herhangi başka bir yerinden geliyorlar. Adınısanını, haritadaki yerini bile bilmedikleri uzak diyarlarasavruluyorlar.

Türlü tehlikeleri atlatarak ve hayatta kalma şansınıkoruyarak Almanya’ya gelenler kurtuluyor musanıyorsunuz? Bence değil. Evet belki aç değiller artık,barındıkları bir yerleri var belki, hatta ara sıradondurma da yiyebilecekler. Ama bu soğuk ve asıksuratlı ülke, bu yaralı çocuklar için bir anne kucağı, biryurt sıcaklığı olamaz gene de.

Geldikleri uzun ve zorlu yolculuklarda her biri ayrıayrı şiddete maruz kalıyorlar. Ayaklarında terliklerle,dişleri dökülmüş ve haftalardır karınları aç bir şekildeonları karakollardan alıp kaldıkları kampagetirdiğimizde söyle düşünüyorum: “Su koskocamandünyada, bir size mi yer yok?”

Bu çocukların durumu, bir kurbanın katilinesığınmasından farksızdır aslında. Çünkü bunlarıülkelerini terk etmeye ve kaçmaya sebep olan savaş,açlık ve yoksulluk veya baskının baş mimarlarındanbiridir Almanya.

Gerçekte Alman devletinin bu çocuklar için yaptığıbir iyilik de yok aslında. Bu çocuklar sözüm ona bu“sosyal kurumlar” için bir kazanç ve rant kapısıdır aynızamanda. Onlara, yeni “sosyal projeler” yapıp, yeniihaleler kapacakları bir kâr malzemesi olarakbakıyorlar. Kaldı ki, bu sosyal kurumlar, bu çocuklar içinayrılmış fonların çok az kısmını harcıyorlar. “Tasarruf”adı altında çoğu zaman keyfi büyük kısıtlamalaragidiyorlar.

Çocuklarla doğrudan muhatap olan ve onlarınihtiyaçlarını karşılamakla görevli olan bizler, buçocuklar için gerçekte ne kadar para harcandığınıbilmiyoruz. Bizim bildiğimiz tek şey verilen paranınasgari ihtiyaçlarını bile karşılayamadığıdır. Meselakıyafet için çocuk başına yılda sadece 300 Euroverilmektedir. Ayağında terliğiyle gelen bir çocuk içinçok az bir paradır bu.

Ve ben bu koşullar altında bu çocukların hallerinigörünce başta bu insanlık dışı sistem olmak üzerekendimi de suçlamadan edemiyorum. İşte ben deparamı böyle kazanıyorum. Ve utanıyorum ki, sizdendaha çok param var, bir evim var.

Bir başkasının yangınıyla ısınmak bizimkisi. Her biri anne babalarını kaybetmiş. Ölümü ve

ayrılığı tatmışlar. Şiddeti ve talanı görmüşler. Gencecikruhları ve bedenlerinin tahammül ettiklerine, elimikalbime koyduğumda katlanabileceğimi sanmıyorum.İçlerinden biri geceleri uykusuzluk ve baş ağrısıçekiyor. Bir gün bana dedi ki: “Unutmak istiyorumyaşadıklarımı, ailemi düşünmemeye zorluyorumkendimi!” Unutmak ve umut etmek onları yaşamabağlayan tek yol.

Baş ağrılarının ve uykusuzluklarının sebepleriçoğunlukla psikolojik. Derin post-travmatik davranışbiçimleri gösteriyorlar çoğu zaman. Agresyon,depresyonun farklı biçimleri. Border-Line ve benzeribirçok ruhsal rahatsızlıkları var. Bir psikoterapistingözüyle “hasta” olan bu yetim çocuklar gerçektenhasta mı?

O kısacık ömürlerine bir yetişkinin sığdıramadığıöyle acılar sığdırmışlar ki. Kaçımız haftalarca açlığadayanabiliriz? Onlar dayanmışlar! İnsanlar günlükkıyafet değiştirirken, onlar bir tişörtü aylarcagiyebiliyorlar.

Şimdi şöyle diyebilirsiniz belki: “Ya onlar yoksullukçekiyorsa, biz de çocuğumuzun ihtiyaçlarınıgidermeyelim mi?“ Haklısınız elbette. İyi bakınçocuğunuza. Ama unutmayın ki, bu çocuklar da en azsizin çocuklarınız kadar değerli.

Her gün soruyorlar bu çocuklar bana ve diğer işarkadaşlarıma: “Bize 18 yaşından sonra ne olacak?”Verecek hiçbir cevabım yok. Yüzüm kızararak diyorumki: “Bilmiyorum!” Ama bildiğim bir şey var: “Eğerkalırsanız hep öteki olarak kalacaksınız bu ülkede. Artıksadece rüyalarınızda, şiddetin ve yoksulluğun yazıldığıbelleğinizdeki anı defterinizde göreceksinizmemleketinizi.

Simdi size kucak açan bu devlet, eğer kalırsanızyine sizi öteki olarak görmeye, entegrasyon adı altındayok saymaya, dışlamaya devam edecek. Irkçılığın,işsizliğin ve yoksulluğun yeni malzemesine eklemeyedevam edecek…

Almanya’dan bir Kızıl Bayrak okuru

Bütün dünya çocuklardanözür dilemelidir!

Petrol tekeli Eni’de30 bin işçi grevde29 Temmuz günü, İtalya’nın uluslararası petrol

tekeli ENİ’de çalışan 30 bin petrol işçisi grevebaşladı. ENİ, Sicilya’nın Gela liman kentindekirafineriyi kapatacağını ve bu rafineride çalışan vetoplam çalışanların yüzde 10’undan fazlasına denkgelen 3 bin 500 işçinin iş anlaşmasınınfeshedileceğini açıklamıştı. Eni’nin bu saldırısınaişçiler bir uyarı greviyle cevap vermişlerdi. Kapitalisttekel saldırısını sürdürünce işçiler bütünişletmelerde grev başlattılar.

Ülkenin birçok yerinde değişik eylem ve toplantıetkinlikleri yapan grevci işçiler İtalya Parlamentosuönünde de bir oturma eylemi gerçekleştirdiler.Sendika lideri Susanna Camusso işten atmasaldırılarına karşı şu açıklamayı yaptı: “Siz ilk etaptayeni işyerleri yaratmak zorundasınız ve biz mevcutişyerlerini korumak için bütün gücümüzle mücadeleedeceğiz.”

Yüzde 30’u devlete ait olan Eni’nin yıllık cirosu100 milyar doları buluyor ve kuzey Afrika petrolyataklarının işletilmesinde ilk sıralarda yer alıyor.Libya’nın yağmalanmasında yer alan İtalya’nınDışişleri Bakanı Franco Frattini’nin ‘’Eni tekeli birnumara olmaya devam edecek’’ sayıklaması Eni’ninİtalyan sermaye devleti için taşıdığı önemigösteriyordu.

ThyssenKrupp’ta grevÇelik sanayiinin büyük tekellerinden

ThyssenKrupp’a ait İtalya’nın Terni kentindeki ASTişletmesi işçileri 28 Temmuz günü grev başlattılar.

Hitler faşizmine verdiği destekle belleklerde yereden, kanlı bir geçmişe sahip Alman kapitalist tekeliThyssenKrupp yılda 100 milyon avro daha fazlakazanmak için 550 işçiyi işten atmayı planlıyor. Dahafazla kazanmak için Hitler faşizminin kamplarınınsağladığı bedava işçilikten alçakça yararlananThyssenKrupp şimdi de AST işletmesinde çalışan herbeş işçiden birini sokağa, yoksulluğun pençesineatmayı amaçlıyor. İşçiler, bu kanlı tekelin saldırıplanına grevle cevap verdiler.

Şili’de grev varŞili’nin kuzeyindeki Collahuasi bakır madeni

ocağı madencileri 26 Temmuz günü 24 saat süreylegreve gittiler. Bir madencinin menenjit hastalığısonunda yaşamını yitirmesinden dolayı, sendika 24saat süreyle iş bırakma çağrısı yaptı. Ocaklaragirmeyerek grev yapan madenciler, ölenarkadaşlarını anarak çalışma koşullarına ve işçisağlığına dikkat çektiler.

4440 metre yükseklikte olan dünyanın en büyükbakır maden yatakları ABD’nin iki uluslararasıkapitalist tekeli Glencore ve Anglo Amerikan’a aitler.

Gana’da grev;alışveriş merkezleri açılmadı!26 Temmuz’da Gana’nın başkenti Accra’da

alışveriş merkezlerinde çalışan işçiler süresiz grevbaşlattılar. Başkent Accra’nın alışveriş caddesinikapatan grevciler ticareti kilitlediler. Ücretlerindeyüzde on artış sağlanacağı anlaşmasına karşın, 14aydır anlaşmanın gereklerini yerine getirmeyenasalak tüccarların bu alçakça ve aç gözlü saldırılarınıprotesto etmek için süresiz grev başlattılar. Süresizgrevden dolayı alışveriş merkezleri açılamadı.

Page 28: Kızıl Bayrak 2014-31

2 Temmuz günü İzmir’deki polis baskınınınardından tutuklanan komünistlerden Onur Kara’nıngazetemize gönderdiği mektubu paylaşıyoruz…

Marx, Komünist Manifesto’da “Toplumlar tarihisınıflar mücadelesi tarihidir” der. Bu mücadelede hersınıf, kendi dünya görüşü ve ideolojisine uygun birmücadele anlayışı ve taktiği geliştirir. Ancak tarihinakışı boyunca iktidara gelen her sınıf zamanla gericikonuma düştüğü için mücadele yol ve yöntemleribakımından aynılaşır; benzer gerici çizgide buluşurlar.Sınıflı toplumların egemenleri, muhaliflerine vekarşıtlarına karşı “komplolar” kurmak, alçakçaoyunlara başvurmak gibi yöntemleri öncekiiktidarlardan devralır, geliştirerek sürdürürler. Aslındabu durum engellemeye güçlerinin yetmediği tarihselzorunluluğun karşısındaki acizliklerinden ileri gelir. Buaçıdan sadece proletarya devrimi ve iktidarı kendisi ilebirlikte tüm sınıfları ortadan kaldırmayı hedefleyen birprograma sahip olması ve sömürülen, ezilenmilyonların bir avuç sömürücü azınlık üzerindetahakküm sağlaması bakımından bu “geleneği”bozacaktır.

Kuruluşundan bu yana 90 yıllık tarihi boyuncasermaye devletinin de bu konudaki sicili bir haylikabarıktır. Mustafa Suphiler’in katledilmesinden,“Takrir-i Sukün” kanunlarından, her 1 Mayıs öncesigerçekleştirilen “komünist tutuklamaları”ndangünümüze gelene değin sayısız örnekler mevcuttur.

Ancak bu kadar eskilere gitmeye gerek yok. Türkburjuvazisinin yaratmış olduğu en gerici siyasalakımlardan biri olan AKP’nin son on iki yıllık pratiğineşöyle bir göz attığımızda bile, sermaye düzenininiçinde bulunduğu çürümeyi, etrafa saçtıkları pisliklerisayısız örnekleri ile birlikte rahatlıkla görebiliriz. KCKoperasyonlarından devrimci sosyalist basına yönelikgerçekleştirilen baskılara-operasyonlara, demokratikkitle örgütlerinden sendikalara, ÇHD’li avukatlarakurulan komplolara kadar birçok örnek, “burjuvahukuku”nun sınırlarını ve gerçekte ne anlam ifadeettiğini oldukça yalın bir şekilde orta koymuştur.Bunlara eklenebilecek son örnek, Adana polisinin TTByöneticisinin telefon kayıtları üzerinden yapmış olduğusoruşturmadır.

Peki, sadece devrimcilere ve muhaliflere karşı mıizleniyor bu yöntem? Sermaye düzeninin gerici iktidarmücadelelerinde bile nasıl “kumpasların”kurulduğunu, delillerin nasıl “üretildiğini” görmedikmi? Değişen güç dengeleri ve ittifaklara göre aynıyöntemlere bundan sonra da başvurulacağına, yüksekperdeden ilan edildiğine tanık olmadık mı? Aslındatüm bu tanıklıklar demokrasi, hukuk, adalet vb.kavramların tamamen sınıfsal bir öze/muhtevaya sahipolduğunu ve her sınıfın bu kavramların içeriğini kendiçıkarları doğrultusunda doldurduğunun çarpıcıörnekleri olmuştur. Bu açıdan “komploculuk”,“namertlik”, “riyakarlık”, “korkaklık” namına ne varsaçürüyen, asalaklaşan kapitalizmin ve onun yönetimaygıtı olan sermaye iktidarının genlerindebulunduğunu belirtmek gerekiyor.

Örgütlü komünistler olarak bizler de, bildiğimiz bu

gerçekliği bir kez daha yaşayarak görmüşolduk. İzmir polisi kendi burjuvahukuklarını bile çiğneyerek sabahın beşbuçuğunda ‘koçbaşı’ denen aletlerlekapıyı kırmak suretiyle ve özelharekatçılarından bomba arama ekibinekadar alakalı alakasız otuz kırk kişilik bir sürüyle“ev baskını” yaparak bizleri gözaltına almıştır. Elbettehem bu hukuksuz/keyfi tutumu protesto etmek hemde kendilerini ve bekçiliğine soyundukları sömürüdüzenini tanımadığımızı göstermek maksadıylasloganlarımızla ilk tepkimizi vermiş olduk. Gözaltısüresince ne ifade verdik, ne de her hangi bir belgeyeimza attık. Açlık grevine giderken ayakkabı bağcığı,kemer çıkarma işlemlerini kendilerine yaptırdık.

Gerçekleştirdikleri “baskın” ve halet-i ruhiyelerikomünistlerden, devrimcilerden ne kadarkorktuklarının somut bir kanıtı olmuştur. Sözde“operasyonları” ise tam bir fiyaskoyla sonuçlanmıştır.Tablo, yaşadıkları aczin özeti olmuştur.

İşte bu andan itibaren en iyi bildikleri şeye,“komploculuğa” soyunarak zevahiri kurtarmakistemişlerdir. “Suç” sayabilecekleri hiçbir şeyeulaşamamanın yaratmış olduğu yenilgi ruh halinden,“bombalı eylem yapacaklardı, önledik” yalanlarıylakendilerini sıyırmaya çalıştılar.

Milliyet gazetesinin Ege ekinde “yakalanmasalardıpatlatacaklardı” başlığıyla tamamen polis kaynaklıolduğu belli olan asılsız haberde, iki ayrı bombalıeylem yapacağımız iddia edilmiş. Böylelikle sermayedevletinin işçi ve emekçilerin kafasında devrimcilere vekomünistlere yönelik “terörist” imajı ve algısıyaratarak, kendi yaptıkları “hukuksuzluğun”, “devletterörünün” üstü örtülmek, meşrulaştırılmak isteniyor.Yani tam bir ‘kara propaganda’ operasyonuyürütülüyor. Hem de en alçakça en adiceyöntemlerle…

Peki, “iki bombalı eylem” yapacağımıza dairkanıtları neymiş? Evden çıkan kargaburun, havya,lehim vb. günlük tamirat için herkesin evindebulundurabileceği türde aletler. Zaten haberindevamında “örgütsel dökümanlar” diye muğlakifadelerin yanına “dijital verilerin incelendiği,eylemlerin nerede yapılacağının bu araştırmalarsonucunda anlaşılacağı” gibi kanıtsız, delilsiz manipüleedici ifadeler eklenmiş. Ne şahane! Bombalı eylemyapacağımızı biliyorlar ama nereye yapacağımızıbilmiyorlarmış. Bir zahmet onu da öğrenseydiniz bari.Sahte düzmece iddianameler ancak böylehazırlanabilir herhalde. İki kişi alındığımız için de kişibaşı birer eylem paylaştırmışlar. Eğer üç veya dört kişiolsaydık sayımızla doğru orantılı bir şekilde eylemsayımızı da arttıracaklardı herhalde!

İsmi cismi belli olmayan bir “kişinin” sıcakhavalarda montla gezdiğime dair “ihbarı” ise, ancak“polis zekasına” uygun bir senaryo olabilir.“Anderson’dan masallar” misali bu polis iddialarısavcıya komik gelmiş, yeterli bulmamış olacak ki, buiddia nedeniyle ne savcılık ne de mahkeme yüzügördük. Bunu da İzmir polisinin “başarı hanesine”

(beceriksizliğive amatörlüğüne)yazmak gerekir.

Komünistler görüşlerini ve amaçlarınısaklamazlar. Yeri gelmişken belirtelim; evet biz bukapitalist düzenin ve onun cisimleşmiş hali olansermaye iktidarının işçi ve emekçilerin şiddete dayalıdevrimiyle yıkılacağına inanır ve bunun için mücadeleederiz. Şiddet, politikanın yoğunlaşmış halidir veşiddet olgusu bizim dışımızda, sınıfların tarihsahnesine çıkışı ve kendi aralarındaki mücadelelerininbaşlangıcı kadar eski ve nesnel bir gerçekliktir. O haldeher sınıf kendi sınıfsal çıkarlarını savunmak için, sınıfmücadelelerinin seyrine bağlı olarak politikanın buaraçlarına, yani şiddete ve onun çeşitli yöntemlerinebaşvurur. İşçi ve emekçilerin örgütlü öncü güçleri olankomünistlerin görevi de, kitlelerin bu eylemselliğiniörgütlemek ve açığa çıkarmaktır.

Peki, şiddet olgusu günlük yaşamımızda nasıl hayatbuluyor? Sermaye sınıfının siyasal iktidarı olanbugünkü devletiniz işçi ve emekçileri artı-değersömürüsü ve ücretli köleliğe mahkum etmek, yinebaşta Kürt halkı olmak üzere toplumun tümezilenlerini baskılamak amacıyla örgütlenmiş bir şiddetaracı değilse, nedir?

Özelleştirmeye karşı mücadele eden Yatağanişçileri, taşeron köleliğine ve sendikal bürokrasiye karşıkızıl bayrak yükselten Greif işçileri, grevleri yasaklananŞişecam işçileri, önce işsizliğe ve açlığa terk ettiğinizsonrasında ise yüzlercesini canlı canlı mezaragömdüğünüz maden işçileri yakınları ve Soma halkı, 1Mayıslar’da söz, gösteri ve yürüyüş hakkını kullanmakisteyen işçi ve emekçiler karşılarında nasıl ve kimlerinşiddetini buldu acaba?

Haziran Direnişi ile sokaklara dökülen milyonlar netürden bir şiddete maruz kaldı? Berkinler’i, Ethemler’i,Ali İsmailler ve yedi canımızı yaşamdan koparıp alan,kafası kırılmak gözü çıkartılmak suretiyle onlarcamızınsakatlanmasına yol açan nasıl bir “terör” eylemiydiacaba? Ulusal hakları ve özgürlükleri için on yıllardırmücadele eden Kürt halkının yedisinden yetmişinekadar devlet teröründen nasiplenmeyeni mi kaldı?

Yalanlar ve komplolarlaçürüyen düzeninizi kurtaramazsınız!

Page 29: Kızıl Bayrak 2014-31

Ceylanlar, Uğur Kaymazlar, Pozantı Hapishanesi’ndekiçocuklar ve daha niceleri kimlerin şiddetine maruzkaldılar? Adana’da gaz fişeğiyle katledilen İbrahimAras, düzeninizin vahşi şiddetine maruz kalan kaçıncıçocuktur? Burada durup sormak gerekmez mi;Siyonist İsrail mi? Yoksa dümenine AKP’nin geçtiğisermaye iktidarı mı “ öldürmeyi daha iyi biliyor”?Roboski Katliamı’nın sorumluları nerededir? Kol kolagirdiğiniz uyuşturucu çeteleriyle Hasan Ferit Gedik vedaha nice devrimcilerin kanını dökenler sizler değilmisiniz?

Dökmüş olduğunuz kanı anlatmaya ne mürekkepne de sayfalar yeterli olabilir. Buna rağmen hakları veçıkarları için mücadele eden, sizlerin terörüne karşımeşru devrimci şiddeti kullananları “teröristlikle”,“terör suçu işlemekle” yargılamaya kalkıyorsunuz.Sizden önceki egemen sınıflar nasıl ki iktidarlarınıkorumak adına bu alçakça yalanlara sarıldıysa, şimdisizler de aynısını yapıyorsunuz. İki komünisti“yakalanmasalardı patlatacaklardı” diye “terör”demagojisiyle “suçlu” ilan ederek onları vesavundukları siyasal düşünceyi toplum nezdindekaralayabileceğinizi düşünüyorsanız, çokyanılıyorsunuz!

Asıl işçi ve emekçiler, toplumun tüm ezilenkesimleri henüz sizleri alaşağı edemedikleri içinişlediğiniz cinayetlere ve katliamlara yenileriniekliyorsunuz. Gözleriniz bomba arıyorsa “senaryolar”kuracağınıza IŞİD, El Kaide, El Nusra ve benzeriemperyalistlerin maşası olan Ortaçağ kalıntısı dinciçetelere gönderdiğiniz “yüzlerce TIR’a” bakın! Haniinsani yardım diye yutturmaya çalıştığınız… Ya da“sorun değil dört tane füze yollatırım” diyen ve seskayıtları ortalığa saçılan MİT’inizin şefini arayın!Reyhanlı’ya bakın. Aradığınız bombaları buralarda vedaha nice komplo ve katliamlarınızda bulacaksınız.

Ama unutmayın ki, dünyada ve Türkiye’de yeni birdöneme giriliyor. Komünistlerin krizler, bunalımlar,savaşlar ve devrimler çağı olarak tanımladığı budönem sizlerin de sonunun geldiğine işaret ediyor.Emperyalist-kapitalist sistemin ölüm çanları çalıyor.Dünya genelinde proleter kitle eylemleri ve halkisyanları yaygınlaşıyor. Elbette ki, göbekten bağlıolduğunuz emperyalist kapitalist sistemin buna cevabıdinsel, mezhepsel, gerici savaşlar ve yeni paylaşımsavaşları olmaktadır, olacaktır. Ancak tarihin akışınıdurdurmaya gücünüz yetmeyecek ve yenileceksiniz.

Özellikle Haziran Direnişi ve sonrasında fabrikaişgali eylemleri ile birlikte işçi ve emekçiler haklarınıalmak için daha fazla sokağa çıkmakta, daha militaneylemlilikler gerçekleştirmektedirler. Bunu bastırmayayönelik her türlü terörünüze karşı kitleler de meşrudirenme hakkını kullanacak ve devrimci şiddetleriniaçığa çıkarmaktan çekinmeyeceklerdir. Bunun yol veyöntemleri hareketin düzeyi ve seyrine göredeğişiklikler arz edebilir. Yeri gelecek fabrika işgalleri,patron sendika bürokratlarının cezalandırılmasıolacaktır. Yeri gelecek taşları, sapanları, molotofları vesilahlı güçleri ile devlet terörüne karşı kendilerinisavunmak şeklinde olacaktır. Ta ki, nihai hedefeulaşana kadar…

İşçi ve emekçilerin örgütlü, en ileri temsilcileriolarak biz komünistler ise, bu mücadelede her zaman“vardık, varız, var olacağız!”

20 Temmuz 2014TKİP dava tutsağı Onur Kara

Kırıklar 1 No’lu F Tipi Hapishanesi / B-38Kırıklar-Buca / İzmir

Sevgili yoldaşlar, Sizleri Şakran Kadın Kapalı Hapishanesi’nden

mücadelenin kızıştığı sıcak günlerin tam ortasındadevrimci duygularımla selamlıyorum. Bildiğiniz gibi 2Temmuz sabaha karşı İzmir’de sermayenin kollukkuvvetlerinin gerçekleştirdiği operasyonla iki sınıfdevrimcisi olarak gözaltına alınarak tutuklandık.

Burjuva hukuk kurallarına dahi uymayanoperasyonlarına kılıf bulmak için her zamanki gibi “terördemagojisine” sarılıp düzmece bir senaryoyu hızlakaleme alarak polis basını gibi çalışan burjuva medyayaservis ettiler. “İzmir’i kana bulayacaklardı!”,“Yakalanmasalardı patlatacaklardı!” vb. gibi manşetlerleyaptıkları yalan haberlerle devrimci sınıf faaliyetini hedefgöstererek pervasız saldırılarını meşrulaştırmayıamaçladıkları ortadadır. Hiçbir somut delile dayanmayanbu suçlamalar açık bir polis komplosu ile yüzyüzeolduğumuzu gösteriyor. Ve aynı zamanda sermayeiktidarının devrimci faaliyete karşı tahammülsüzlüğünükanıtlıyor. Operasyonlarının bu şekilde reklamını yapıpbüyük yaygara kopardıkları baskınlarının bir dayanağıolduğu izlenimini yaratmaya çalışıyorlar. Böylecekendilerini aklamaya çalışıyorlar.

Haziran Direnişi’nden sonra toplumsal muhalefeteyönelik fiziki ve ideolojik saldırılarını derinleştirenlerinhareketin öncü güçleri olan devrimci özneleri ezerek yoketmek istedikleri açık bir gerçek. Bu sayede polis devletiuygulamaları dizginlerinden boşaltılıyor, ‘90’lı yıllarıaratmayan sınırsız baskı ve zor devreye sokuluyor. İşçisınıfının grev hakkına saldıran, sınıfın anayasal hakkı olansendikal hak ve örgütlenmeye fiilen engel olan sermayedüzeni azgın emek sömürüsünün önündeki tümengelleri temizlemek için dikensiz gül bahçesi yaratmayaçalışıyor. Bunalımların ve savaşların derinleştiği birsüreçte hakları için sokağa çıkan işçiler, emekçiler,gençler, kadınlar, Kürt halkı, Alevi emekçiler hedeftahtasına çakılarak susturulmaya çalışılıyor. Öte yandançözüm aldatmacası ile Kürt halkının oylarını avlamayaçalışırken IŞİD çetelerini Rojava’nın üzerine salıp eşitlikve özgürlük mücadelesini zorla bastırma çizgisinikararlılıkla sürdürmeye devam ediyorlar. İsrail ile stratejikortaklıklarını sürdürüp Filistin’e yönelik katliam içintimsah gözyaşları dökmekten ise geri durmuyorlar.Demokratik hak ve özgürlüklere yönelik bu bitmektükenmek bilmeyen müdahale politikasının gerisindesosyal mücadelenin büyüyerek devrimci sınıf hareketininpatlamasından/gelişmesinden duyulan korku yatıyor. Buçerçevede sol hareketin tasfiyecilik rüzgarı karşısındasavrulduğu bir süreçte Marksist-Leninist dünya görüşünedayanan devrimci sınıf çizgisi sermaye cephesince büyükbir tehlikeyi ifade etmiş oluyor. Kapımızın henüz havanınaydınlanmadığı saatlerde şafak baskını ile zorbaca koçbaşı ile kırılmasının gerisindeki asıl neden budur.

Sorgusuz sualsiz, sinsice, biz uykudayken evi basıpgümbürtü nedeniyle yataktan kalkar kalkmaz üzerimizegece görüşlü silahları ile çullanıp “yere yat” haykırışlarınadirenince ise bizi zorla yere yatırıp arkadankelepçelediler. Benim kollarımı biri plastik biri demir ikikelepçe ile bağladılar. Evden çıkana kadar çift kelepçe iletuttular. Defalarca kez neden bu baskınıgerçekleştirdiklerini sormamın ardından yakalamamolduğunu söylediler. Eve kameralar, olay yeri incelemeekipleri, TEM polisleri ile kalabalık bir şekilde geldiklerigibi evin etrafını abluka altına alıp mahalleyi terörizeettiler. Sonrasında Onur yoldaşın İnterpol tarafındanarandığı, benim üyelikten 6 yıl 3 ay kesinleşmiş cezamolduğu üzerinden burjuva basına yaydıkları durumukrimanilize etmeye dönük bilgiler de, bize yönelik

düzmece ihbar olduğuna dönük evraklar da, polisfezlekesine ev araması sırasında basit ev aletleri arasındabulunan küçücük kargaburnunu ‘bomba yapımındakullanılacak bir malzeme’ olarak yazmaları da düzeniniçinde bulunduğu aczi gösteriyor. Eski davalarımızolmasa bizi tutuklayacakları ya da gözaltı yapacaklarıhukuki gerekçeleri olmadıkları ve sırf bu nedenle sessizsedasız zorla ev baskını yapmayacakları haldedüğmesine bastıkları operasyon ilerici-devrimci güçlere,devrimci sınıf faaliyetine yönelik tahammülsüzlüğügösteriyor. Evi didik didik aramaya devam ederken biziçıkarıp ayrı ayrı Ford minibüslere koydular. Evdençıkarken ve sonrasında, Konak Emniyeti’ne parmak izineve mahkemeye götürülürken “İnsanlık onuru işkenceyiyenecek!”, “Yaşasın devrim ve sosyalizm!” sloganları ilekeyfi ve hukuksuz polis operasyonunu teşhir ettik.Ağızlarımızı kapatmaya ya da yerine göre bizi çekiştirerekslogan atmamıza engel olmaya çalıştılar. Emniyettedevrimci tutum olarak hiçbir ifade vermedik, hiçbir şeyeimza atmadık. Kronik astım bronşit olduğumu bildiklerihalde, kabul etmememe rağmen zorla asetonlaellerimden swap aldılar. Bu nedenle kriz geçirmemeneden oldular. Savcılığa dahi çıkarılmadan ben infazbürosuna, Onur yoldaş hakkında açılan eski davası içinmahkemeye götürüldük. Hangi hukuki gerekçeyedayandığı belli olmayan bir şekilde muhtemelenhukuksuz bir şekilde DNA için kanımızı aldılar. Akşamsaatlerinde hapishaneye götürdüler. Gözaltındatuttukları saatler dışında yaklaşık 7-8 saat boyuncaarkadan kelepçeli bir şekilde bekletildik. Tüm bunlarpolis devleti uygulamasının boyutlarını gözler önüneseriyor.

Ben Mamak İşçi Kültür Evi, Mamak Kültür SanatFestivali, Kızıl Bayrak, Eksen Yayıncılık ve BDSP şahsındaAnkara’da devrimci sınıf faaliyetini engellemeye dönükgerçekleştirilen (2009-2010 yıllarında) operasyon vedavaların sonucunda TKİP’ye üyelikten hakkımda verilenhüküm nedeniyle Şakran Kadın Kapalı Hapishanesi’ndetutsak edilmiş durumdayım. 2009-2010 yıllarında pekçok sınıf devrimcisinin gözaltına alınmasına,tutuklanmasına ve ceza almasına neden olan budavalardan bir başkasından da yargılanmaya devamediyorum. Sermaye düzeninin süreklileşen bir tarzizleyerek komünist ve devrimci güçleri tarafından dişediş mücadele ile kazanılan devrimci mevziler olansosyalist basın ve devrimci kitle örgütlerinin siyasalyaşamda bir odak olarak güçlenmesine engel olmayaçalışılıyor. TMY’ye dayanarak açtıkları sayısız davalar,tutuklamalar ve sayısız baskı aracı ile devrimci mevzilerikrimanilize ederek işçi ve emekçi kitlelerden tecritetmeyi hesaplıyorlar. Çünkü sınıfın hak ve özgürlüklermücadelesinin militanlaşarak devrimcileşmesinin SomaKatliamı ile tüm çıplaklığı ile ifşa olan vahşi kölelikdüzeninin sonu demek olduğunu gayet iyi biliyorlar. Yasalve yasa dışı baskı ve engellemelerin sonunun gelmemesibu yüzdendir. Sınıf devrimcilerine ve tüm devrimcigüçlere yönelik açılan davalara verilen cezalar bu tabloyutamamlamaktadır. Demokratik eylem ve örgütlenmehakkı sınırlarını yasal çerçevede dahi aşamayansuçlamalarla örgüt üyeliği ya da propaganda cezalarıvererek hukuksal değil siyasi kararlar veriyorlar. İzmir’dede bu davaları bahane ederek bizi derdest edenlerinçelişik ve mesnetsiz suçlamaları da aynı zihniyetinyansımasıdır. Asıl hedefi işçi ve emekçiler olan bu siyasalsaldırıları ancak geçmişteki gibi DGM’leri kapattıran sınıfhareketi püskürtebilir. Gerçek özgürlük ve adalet için,sınırsız söz, basın, örgütlenme hakkı için mücadeleye!

Evrim Erdoğdu22 Temmuz 2014

Şakran Kadın Kapalı Hapishanesi

Evrim Erdoğdu’dan mektup...

Page 30: Kızıl Bayrak 2014-31

Hiroşima 1945’ten yükselen seslerK. Ehram

Wataşi wa Şinda-no Ano HiroşimadeAno Hiroşimade Natsu no Asa ni

Ano-toki mo Nanatsu İma-de-mo NanatsuŞinda Ko wa Keşşite Ookiku Naranai no

Nobuyuki Nakamoto*

Hiroşima’da bir sokak köpeği:İşte bugün de özgür bugün de aylak

dolanmaktayım Hiroşima sokaklarında. Hava çok sıcak,kavrulan bir günü geride bıraktım. MatayasuKöprüsü’nden buraya kadar yürürken pek çok şeydüşündüm. Bu akşam üstü içimde bir sıkıntı var. Amane kadar da olsa Yoko’yu ve her gün başımı okşayan busakin insanları bir daha göremeyecekmişim gibi bir hisdeğil. Hele hele bundan üç gün sonra kemiklerimkalmamacasına ve adım hatırlanmamacasına yok olupgidecekmişim gibi bir his hiç mi hiç değil. Fazladüşünmeden yoluma devam edeyim, bugün karnımıdoyurmak için Yoko’nun evinin önüne gideceğim.Akşam yemeğinden sonra mutlaka benim için birşeyler koyar kapıya. Çok tatlı bir kız. Henüz altı yaşındafakat çok akıllı. Haru ve Natsuko da öyle. Bu insanlarbenim en yakın arkadaşlarım oldular. Ama bugünonlarla nasıl oynarım bilmiyorum. Bu akşam üstüiçimde bir sıkıntı var. “Acayipleşti havalar, bir güneş,bir yağmur, bir kar. Atom bombası denemelerindendiyorlar. Stronsium 90 yağıyormuş ota, süte, ete,umuda, hürriyete, kapısını çaldığımız büyük hasrete.“[1] Stronsium 90 düşüyor aklıma, yürüyorum. Kavrulanbir günü geride bırakmışken gerçekten kavrulacağımızbir güne yaklaştığımızı nereden bilebilirim. Ben birsokak köpeğiyim, özgür ve aylak dolaşırım Hiroşimasokaklarında. Her gün başımı okşayan bu insanlarıkurtarmak benim elimde değil, onları uyarmak da…Ben Yoko’yu karşıma çekip konuşamam, anlatamamona içimdeki bu kötü hisleri. Topla bavulunu küçük kız,gidelim bu kentten. Ninene ve herkese haber ver,çekin kapıları üzülmeden kalan eşyalarınıza. Arkanızabakmadan gidin bu şehirden. Arkamıza bakmadangidelim bu şehirden. Vakit daralıyor Yoko, sen herşeyden habersiz bugün de yemek koyacaksın kapınınönüne benim için. Yok istemem, vakit harcama, benbugün de yarın da yemek yemeyiveririm düşelim yola.Ama diyemem ki bunları ona…

-3 gün önce-Hiroşima’da bir insan: Adım yoktur benim. Hem kadınım hem erkeğim.

Gencim ben, damarlarımda bir nehir gibi oluk olukakan kanımla. Yaşlıyım, seksen yıllık hafızam vetorunlarım en büyük mal varlığım. Bir çocuğum. Kısapantolonlu, kısa kırpık saçlı bir erkek çocuğu. Saçları ikiyana toplanmış, kırmızı tokalı bir kızcağızım. Yumukyumuk gözlerimle sevimli mi sevimli bir Asyalı bebek.Bu sabah ölmek için uyanmamıştım ben. Herkes gibiöleceğini bilerek ama ne zaman öleceğini bilmedenyaşıyordum işte. Kimse bir savaşta yanarak canvereceğini hayal etmez. Ben de etmedim. Talihebıraktım yaşamı ve ölümü. Cephelerden kent

merkezlerine taşınacak kadar barbarlaşacağınıgöremedim savaşın. Kulaklarımda bir çınlama var, yokhayır bir uğultu. Hayır ama işte çığlık seslerini deduyuyorum. Her yer sarı, sapsarı… Kıyamet günübugün olsa gerek. Demek tüm dünya yok oluyor bugünöyle mi… Demek güneş sonunda yere indi, yıldız mıyağıyor gökten? İnandığım Tanrı’m yanına bizi böyle mialıyor? Hayır herşey böyle bitemez, bitmemeli! Ettenolduğum yanmaya müsait olduğumu bilirdim yabilmesine insan yine de bir kağıt gibi tutuşabileceğinihayal edemiyor. Bir yerde durur alevler diyorum kendikendime, tamamen yanacak değilim ya. Amadurmuyor alevler ve ben yanımda benim gibibinlercesiyle yanıyorum şu an. Bir anneyim, çocuğumukurtarmaya yetmiyor gücüm, yanıyorum. Bir kızçocuğuyum, babam elimden tutmuştu ama haninerede elleri şimdi yanmış tutuşmuş, yanıyorum. Birbebeğim, kundağımdayım, annemi bana doğrukoşarken gördüm, bir alev topu gibiydi, yanıyorum. BirHibakhushayım**, sırtımda yanık izleri, ciğerlerimdekanser, unutmadım, unutmadım o gün ölenkardeşlerimi. Bana barıştan söz ederken iki keredüşünün, onlar öldü, ben hala yanıyorum! Ben birinsanım, ben 80 bin insanım aynı anda, yanıyorum.Ben o olaydan sonra bile katlanarak ölmeye devameden 300 bin insanım, yanıyorum. Sakat bebekler olupkanserli hücrelerimde her gün yeniden ölüyorum.Nesiller boyudur alevsiz yanıyorum. Ve Çernobil’de veFukuşima’da yanmaya devam ediyorum. Okyanusunortasında diri diri yanıyorum. Yetsin artık, söndürün buateşi! Bir bardak su olsun ezilenlere de…

-O anda-Hiroşima’ya düşen atom bombası:Nükleer saldırı emrini Truman vermişti. 6 Ağustos

1945’te yerel saatle 08.15’te düştüm adını bilmediğimbir kentin ortasına. Ben bir bombayım ne de olsa,öldürmektir amacım. Duygularım yoktur benim,acımam yoktur. Ben dünyanın saldırı amaçlı kullanılanilk bombasıyım. Adım “Little Boy“. Anlamı Küçük

Oğlan. Kendim gibi küçük kız ve oğlanları öldürmeküzere fırlatıldım. 13 bin ton TNT gücündeyim. 70binden fazla insanın ölümü patlamasından saniyelersonra gerçekleşti. Sadece ses değil, ısı, alev, rüzgar veradyasyon yayarım. Yani düştüğüm yerden yıllarsonrasına ve kilometrelerce ötesine ölüm saçarım.Düşmanını boğarken zehrini kendi içine akıtan birengerek yılanı gibi düştüğüm an yok oldum ben de. Birkatil arı gibi saldırdığım an kendi sonum oldu. Ama nede olsa bir bombayım ben, öldürmektir amacım.Amacımı yerine getirdim. Bunun için tasarlandım.Dünyanın en iyi fizikçileri, bilim insanları çalıştıüzerimde. Manhattan Projesi’nde atıldı tohumlarım,200 bin insan çalışıyordu bu projede. İlk denememdegözleri kör eden o kavurucu patlamanın olduğu andamucidim Oppenheimer, kutsal Hindu destanıBhagavad-Gita’dan şu bölümü mırıldandı:

Bin güneşin ışığıDoldursaydı bir anda bütün göğü,O Görkemli’nin ihtişamına benzerdi tıpkı…Dünyaları yıkanAzrail’im artık ben.[2]

Ama son dakikada insanları vuran bendim. Yanikatil benim. Acaba tek suçlu ben miyim? Bilmiyorum.Ne de olsa bir bombayım ben, insan eliyle yapılıp yineinsanların üzerine fırlatılan.

- Bir dakika sonra-Hiroşima-ken: Batı Japonya’nın Çugoku bölgesinde bulunan küçük

ve sessiz bir şehirdim ben. Ne Tokyo kadar ünlü neKyoto kadar gelişkin. Sade insanların yaşadığı sıradanbir şehirdim işte Pasifik’in ortasında. Shinkansen’denMiyajima Adası’na uzanan körfezlerim boyu dipdir veyaşam dolu olduğumu hissederdim. Ağaçlarımla,kuşlarımla, balıklarımla, etrafımı sarıp sarmalayanokyanusun nefesiyle bezeliydim. Başka da birşeyistemezdim. Bir şehir içinde yaşayan canlılarla güzeldirne de olsa. “Kentler birçok şeyin bir araya gelmesidir.Anıların, arzuların, bir dilin işaretlerinin. Kentler takas

Page 31: Kızıl Bayrak 2014-31

yerleridir tıpkı ekonomi tarihi kitaplarında anlatıldığıgibi, ama bu değiş-tokuşlar yalnızca ticari takaslar değilkelime ve anı değiş-tokuşlarıdır.“ [3] Bir de insanlarımvardı işte. Beni canlı kılan, beni yaşanır kılan.İnsanlarım çalışkan, insanlarım üretkendi. İşçimahalleleri kuruldu üzerimde. Ben bu emektarinsanları çok sevdim. Sarı ay çiçeğine benzeyenbebekleri[4] oldu bu insanların yıllar boyu, ikincianneleriymişim gibi sarıp sarmaladım onları. Kışlarımıçok soğuk tutmadım, üşümesinler diye. Yazlarımı kurakkılmadım, yanmasınlar diye. Fırtınalara direndim evlerizarar görmesin diye. Sonra bir gün bir şey oldu. Birsabah vaktiydi. Bir uçak girdi, dolaşmaya başladı göğüskafesimde, saat tam 07:00’dı. “Straight Flush”yazıyordu üzerinde. Sonra o saati hiç unutmuyorum,08:09’da üzerinde “Enola Gay” yazılı o ikinci uçağıgördüm. Bir uçak izinsiz giriverdi kuşlarımın kanatçırptığı yere. İki kanadına birer yıldız iliştirilmiş, çok dabüyük olmayan bir uçaktı; tedirginlik ve endişe deuçuyordu sanki beraberinde. Nereden bilirdim ölümtaşıdığını… Sokaklarım insan doluydu ama hiç kimseonu görmüyordu. Bağırmak istedim, fırtınalarkoparmak. Ama bütün kentler gibi dilsiz kaldım, hiçbirşey yapamadım. Saat sekizi çeyrek geçe, yani tam08:15’te, yani insanlarımın hepsi artık evlerinden tekerteker çıkmış işlerine giderken, hem de insanlarımın enyoğun, en kalabalık olduğu yerde bu uçaktan çıkan birşey düşmeye başladı üzerime. 43 saniye boyuncasükut ve korku içinde izledim bu düşüşü. Bu neydi?Benim üzerimde ne işi vardı? Şimdi ne olacaktı? O şeydüşmeye devam etti… Topraklarımın 600 metreyukarısında patladı. Dev bir ışık, kulakları sağır edenbir ses. Bir bulut sardı üzerimi. Göz gözü görmeyen birölüm bulutu. O gün insanlarımı buharlaşırken gördüm.Pamuk gibi yumuşak ellerin kömürleştiğini. Okşanansaçların, üzerine yatılan omuzların, dudakların, bastımı yere ses çıkaran o kadar somur o kadar elle tutulan

ayakların sanki bir gaz bulutuymuşçasına sanki hiçdokunulamazmış gibi eriyip gittiğini, evet bunlarıgördüm. O gün herşey değişti ve ben o günü hiçunutmadım. Küçük çocuklarım ve onların anaları veevlerinde kalan nineleri ve kahvaltı yapan dedeleri veişlerine giden babaları, hep birlikte yanıp kül oldulargözlerimin önünde. Evlerim yıkıldı. Ağaçlarım yandı.İnsanlarımın izleri çıktı kaldırımlarımın orta yerine, akpak insanların siyah kara izleri. O gün buharlaşırkengördüğüm çocuklarımın gözlerini işledim göğümünorta yerine, o göklerde uçan turnalara ve suyumdayüzen her balığa tek tek. Çiçeklerimi bile koklasanız sizde duyarsınız, kül kokusunu sarmaladım, bırakmadım.O karanlık günün çığlıkları hala semalarımda. Nükleersaldırıya maruz kalan ilk şehir olarak dünya tarihinegeçtiğimden bu yana çok ünlüyüm, adım her ülkedebilinir benim. Her yıl ziyaretime pek çok insan gelir,gezerler sokaklarımı. Adımlarının seslerinden kimizaman başımı ağrıtan kalabalık grupların

fotoğraflarında kendimi görürüm bazen. İnanamam buben miyim diye. Yıllar sonrada aynada kendisine bakanyaşlı bir kadın gibiyim, yalnız biraz fazla süslü.Kırışıklıklarımı ve yaralarımı saklamaya yetmemişmakyaj. Ben Hiroşima-ken, o günden beri Nagazaki ileFelluce ile Bağdat ile Küba ile Vietnam ile Gazze ilekardeşim ben. Barışçı bir şehir olarak anılmakistemem, bilesiniz. Bilesiniz ki bizler kavganınşehirleriyiz, ey insanlar! Fakat tüm kentler gibi elsiziz,dilsiziz. Ancak duvarlarımızı siper edebiliriz sizlere,sokaklarımızı sonuna kadar açarız işçi ordularınınneferlerine. Sokaklarımızdan dökülen kanın hesabınısorun, bizi teslim etmeyin yağmacı ellere! Ölümüngölgesi düşmüş bir kere yüzüme, gizleyemem. Nekadar istesem de gülümseyemem bu insanlara ben.Ben Hiroşima-ken. Belki sizlerden binlerce kilometreuzaktayım. Ama dikkatli dinlerseniz duyarsınız ta1945’ten bugüne uzanan çığlığımı. Irak’ta,Afganistan’da, Afrika’da ve size en yakın yerdeduyarsınız. Benim çocuklarım yakıldılar, onlar gerigelmezler, tekrar koşamazlar sokaklarımda. Amabilesiniz ki iki elim yakanızdadır; ta Asya’dan ulaşırrüzgarlarım, geceleyin soğuk bir nefes gibi ürpertirimsizleri uykunuzda, sakın ha kardeş şehirlerimdekiçocuklar öldürülürken sessiz kalmayın.

-69 yıl sonra-* Shinda Onna-no-ko (Kız Çocuğu): Nazım

Hikmet’in şiirinden Japonca’ya çevrilen şiirden bir kıta.Türkçesi:

Ben öldüm, O Hiroşima’daO Hiroşima’da yaz sabahındaO zamanda da 7 yaşındaydım, şimdi de 7

yaşındayımÖlen kız katiyen büyümez ya** Hibakusha: Atom bombaları patladığı anda

Hiroşima ve Nagazaki’de bulunup hayatta kalaninsanlara denir.

Kaynaklar:1- Nazım Hikmet, Stronsium 90 adlı şiirinden. 2- Erdal Kaplansever, Cehennem Silahının Doğuşu,

Ntvmsnbchttp://arsiv.ntvmsnbc.com/news/106899.asp3- Italo Calvino. Görünmez Kentler, Çev. Işıl

Saatçioğlu, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2009, sf.134- Nazım Hikmet, Bir Kız Vardı Japonya’da adlı

şiirinden.http://www.siir.gen.tr/siir/n/nazim_hikmet/bir_kiz

_vardi_japonyada.htm

Kızıl BayrakHaftalık Sosyalist Siyasal Gazete

Yönetim Adresi:Eksen Yayıncılık Millet Cd. Selçuk

Sultan Cami Sk. No 2 / 9 Fatih / İstanbulTlf. No: (0212) 621 74 52 - 0536 285 73 25

e-mail: [email protected]: @kizilbayraknet

http://www.kizilbayrak.net

Baskı: ESMAT MatbaacılıkM. Nezih Özmen Mah. Yüksel Sk. No: 19

Güngören / İstanbul

Sayı: 2014/31 * 1 Ağustos 2014Fiyatı: 1 TL

Sahibi ve Y. İşl. Md.: Tayfun AltıntaşEKSEN Basım Yayın Ltd. Şti.

Yayın türü: Süreli Yaygın

“Tekmeye çevirelimadımlarımızı…”

Son zamanlar epey kulağımıza geliyor, fabrikalardagrevlerin başladığına dair haberler. Bir yanda insanlarhaklarını biliyorlar ve savunuyorlar diye seviniyoruz.Diğer yandan bu düzen onlara grevden, iş bırakmaktanbaşka çare bırakmayacak şekilde emeklerinisömürdüğü için üzülüyoruz.

Bu, hem gurur hem de buruk bir hüznü içindebarındıran karmakarışık duyguları bir kenara bırakıppratiğe geçtik. Ve Kartal DLB olarak 23 Temmuz günüKavakpınar’da kurulu bulunan Kimberly ClarkFabrikası’nda grev yapan emekçilerimizin ziyaretinegittik. Gittiğimizde ilk karşımıza çıkan sıcaktan mayışmışve gölgede oturan grev sözcüsü abimizdi. Selamımızıverip yolumuza devam ettik. İşçilerin çadır kurduklarıyere ulaştık. Sloganlarla gittiğimiz için sebebiziyaretimiz anlaşıldı. Alkışlarla karşılandık.

Orada olduğumuz süre içerisinde ilk o an anladıkdoğru bir şey yapıyor oluşumuzu. Teker teker görüştük.Nerden, kim olarak geldiğimiz açıkladıktan sonra sözüemekçilerimize verdik. Ve süreci dinlemeye başladık.Aslında hiç duymadığımız şeyler değildi anlatılanlar;neler olduğunu, neler olabileceğini tahminedebiliyorduk. Ama onlar bir ses olmuştu ve bizim enbüyük desteğimiz kulak vermekti. Önce çoğunluğuneylemde olduğunu ve burada şimdilik az kişi olduklarıiçin kusura bakmamamızı rica ettiler. Ne haddimizeydikusura bakmak...

Sonrasında muhabbet derinleşti. Konuların dışınada çıkıldı zaman zaman. Hatta bize bu süreci anlatanabimiz eşiyle birlikte grevde olduğunu, bu fabrikadatanışıp evlendiklerinden bahsederken başka bir emekçiabimiz başka bir arkadaşla cumhurbaşkanlığıseçimlerini konuşuyordu. Daha sonra eylemde olandiğer işçiler geldiler. Onlar da bizimle teker tekergörüştüler. Herkes yerini almış muhabbet ederkengözüm etrafa takıldı. Bir şaşalın içinde biriktirilmiş birsürü mavi kapak gördüm.

Öyle güzel bir şeydi ki haklarını arayan insanlarınkampanya bitmesine rağmen bu duyarlılığı gösteriyorolmaları. Bu yoğun hayat temposu içerisindekampanyanın bitmiş olduğunu bilip bilmemeleri hiçgöze batmıyor. Ki zaten dikkat çeken tek şey o güzelyüreklerinin marifetleriydi. Laf arasında bir abi okuyupokumadığımızı sordu. Öğrenci olduğumuzu öğrenince“okuyun, okumak güzeldir. Bu patronlar da okumuşama görüyorsunuz işte. Siz bunlar gibi olmayın”demişti. Bu söz üzerine bir tebessüm edip geçsemiydik? Yoksa bu can sıkıcı gerçeklerin esprilerimizdebile yer aldığını fark edip iyice hırslansa mıydık busisteme?

Lafın kısası bu düzenin ağababaları körelmişvicdanlarıyla sistemin sefasını sürerken, böyle güzelyürekli insanların sistemin cefasını çekiyor olması yineçivi gibi mıhlandı aklımıza. Mıhlansın ki kimolduğumuzu bilerek adım atalım bu düzene. Budayanışma örneğinde olduğu gibi birbirimize sıkıcasarılıp tekmeye çevirelim adımlarımızı. Bu düzeneatılmış birer tekmeye!

Kartal’dan bir DLB’li

Page 32: Kızıl Bayrak 2014-31