TÜRKİYEDE KENTSEL DÖNÜŞÜM

7
TÜRKİYEDE KENTSEL DÖNÜŞÜM MARC PİERİNİ Çeviri: Nihal Geyran Koldaş On yılı aşkın bir süredir Türkiye, bir çok açıdan Avrupa’ya özgü benzersiz bir büyüme yaşadı. Karşılığında, ülkenin ekonomik altyapısı, sosyal hizmetleri kayda değer bir biçimde gelişti ve özellikle AB ile bağlantılı olmak üzere iş dünyasında büyük çaplı gelişmeler yaşandı. Ancak Türk Hükümeti kentsel dönüşümü, olması gerekenin aksine çevre koruma ve yurttaş katılımı unsurlarını bir kenara iterek, ani ve yukarıdan aşağıya kararlarla uygulamaya koyuyor. Süreç içinde, kentli nüfusun eğilimleri büyük ölçüde görmezden geliniyor ve böylece ekonomik gelişmenin ilerleme hızı ve doğasına da bağlı olarak sivil bir uzlaşmaya varmak olanaksız bir hale geliyor. Ek olarak kentsel dönüşüm uygulamaları, ve suistimallerini izleyen hiçbir sistematik denetim mekanizması yok. Bu konuya az sayıda ulusal ve uluslararası sivil toplum kuruluşu zaman ayırıyor ve suistimaller ile ilgili çoğu kanıt, akademik ya da tarafsız kaynaklardan değil, süreç içinde yeralan paydaşlar ve yorumculardan gelmekte. Dahası, bölgedeki komşu ülkeleri de etkileyebilecek olan nükleer santral ve Kanal İstanbul gibi projeler de bu düzlemde tartışılmalı. Mayıs ayının sonlarına doğru, Hükümetin yeraltı tünelleri ve içinde bir alışveriş merkezinin de yeralması düşünülen eski bir topçu kışlasının replikasının inşaasını da içeren alan düzenlemelerine karşı İstanbul’un Taksim Meydanında sivil protestolar başgösterdi. Başlangıçta dar kapsamlı, ılımlı bir protesto eylemi olarak başlayan direniş, şu anda geldiği boyutla Türkiye’nin başını ağrıtacak gibi görünüyor. Taksim’i yenileme projesinin ötesine geçen eleştirilerin odağında, kentsel dönüşüm ve yeni kamusal altyapının oluşumu sırasında demokratik katılımcılığın dışlanması yeralıyor. Türk hükümetinden, eylemlerinin çevresel ve sosyo ekonomik sonuçlarının hesabını vermesi, ve yerel planda alınan kararlarda halkına daha fazla söz hakkı vermesi isteniyor. BÜYÜK ALTYAPI VE KENTSEL DÖNÜŞÜM- TARTIŞMA KONUSU Türkiye’nin 2002 seçimlerini kazandıktan sonra AKP, büyük bir ekonomik kriz sonrası kendisinden önce gelen iktidar tarafından başlatılan ekonomik önlemleri sürdürdü. Bu uygulamalar, AB ile 15 yıldır süren gümrük birliği ve 2005 ‘de AB ile yeniden başlayan görüşmeler sayesinde, Türkiye’ye Avrupadan önemli ölçüde sermaye girişi başladı. Türkiye, böylece Avrupadaki imalat sanayinin entegre bir üretim sahası haline geldi.

description

Başlangıçta dar kapsamlı, ılımlı bir protesto eylemi olarak başlayan direniş, şu anda geldiği boyutla Türkiye’nin başını ağrıtacak gibi görünüyor. Taksim’i yenileme projesinin ötesine geçen eleştirilerin odağında, kentsel dönüşüm ve yeni kamusal altyapının oluşumu sırasında demokratik katılımcılığın dışlanması yeralıyor. Türk hükümetinden, eylemlerinin çevresel ve sosyo ekonomik sonuçlarının hesabını vermesi, ve yerel planda alınan kararlarda halkına daha fazla söz hakkı vermesi isteniyor.

Transcript of TÜRKİYEDE KENTSEL DÖNÜŞÜM

Page 1: TÜRKİYEDE KENTSEL DÖNÜŞÜM

TÜRKİYEDE KENTSEL DÖNÜŞÜM

MARC PİERİNİ

Çeviri: Nihal Geyran Koldaş

On yılı aşkın bir süredir Türkiye, bir çok açıdan Avrupa’ya özgü benzersiz bir büyüme yaşadı. Karşılığında, ülkenin ekonomik altyapısı, sosyal hizmetleri kayda değer bir biçimde gelişti ve özellikle AB ile bağlantılı olmak üzere iş dünyasında büyük çaplı gelişmeler yaşandı.

Ancak Türk Hükümeti kentsel dönüşümü, olması gerekenin aksine çevre koruma ve yurttaş katılımı unsurlarını bir kenara iterek, ani ve yukarıdan aşağıya kararlarla uygulamaya koyuyor. Süreç içinde, kentli nüfusun eğilimleri büyük ölçüde görmezden geliniyor ve böylece ekonomik gelişmenin ilerleme hızı ve doğasına da bağlı olarak sivil bir uzlaşmaya varmak olanaksız bir hale geliyor.

Ek olarak kentsel dönüşüm uygulamaları, ve suistimallerini izleyen hiçbir sistematik denetim mekanizması yok. Bu konuya az sayıda ulusal ve uluslararası sivil toplum kuruluşu zaman ayırıyor ve suistimaller ile ilgili çoğu kanıt, akademik ya da tarafsız kaynaklardan değil, süreç içinde yeralan paydaşlar ve yorumculardan gelmekte. Dahası, bölgedeki komşu ülkeleri de etkileyebilecek olan nükleer santral ve Kanal İstanbul gibi projeler de bu düzlemde tartışılmalı.

Mayıs ayının sonlarına doğru, Hükümetin yeraltı tünelleri ve içinde bir alışveriş merkezinin de yeralması düşünülen eski bir topçu kışlasının replikasının inşaasını da içeren alan düzenlemelerine karşı İstanbul’un Taksim Meydanında sivil protestolar başgösterdi.

Başlangıçta dar kapsamlı, ılımlı bir protesto eylemi olarak başlayan direniş, şu anda geldiği boyutla Türkiye’nin başını ağrıtacak gibi görünüyor. Taksim’i yenileme projesinin ötesine geçen eleştirilerin odağında, kentsel dönüşüm ve yeni kamusal altyapının oluşumu sırasında demokratik katılımcılığın dışlanması yeralıyor. Türk hükümetinden, eylemlerinin çevresel ve sosyo ekonomik sonuçlarının hesabını vermesi, ve yerel planda alınan kararlarda halkına daha fazla söz hakkı vermesi isteniyor.

BÜYÜK ALTYAPI VE KENTSEL DÖNÜŞÜM-

TARTIŞMA KONUSU

Türkiye’nin 2002 seçimlerini kazandıktan sonra AKP, büyük bir ekonomik kriz sonrası kendisinden önce gelen iktidar tarafından başlatılan ekonomik önlemleri sürdürdü. Bu uygulamalar, AB ile 15 yıldır süren gümrük birliği ve 2005 ‘de AB ile yeniden başlayan görüşmeler sayesinde, Türkiye’ye Avrupadan önemli ölçüde sermaye girişi başladı. Türkiye, böylece Avrupadaki imalat sanayinin entegre bir üretim sahası haline geldi.

Page 2: TÜRKİYEDE KENTSEL DÖNÜŞÜM

Bu büyüme dönemi Türkiye’deki kamu hizmetleri alanında ve ekonomik altyapıda havaalanları, yollar, otoyollar, hızlı tren yolları, hastaneler, üniversiteler ve müzeleri de içeren önemli gelişmelere yolaçtı. Paralel olarak, Türkiye’deki çoğu kentte büyük ölçüde kentsel dönüşüm ve yenilenme hamlesi başlatıldı. Bu girişimler zaman zaman, İstanbul ‘un 2010 Avrupa Başkenti olmasına bağlı olarak yapılan yapılan ve restorasyonlar gibi yerel koşullar ve olaylar nedeniyle hızlandırıldı.

Ekonomik başarısı ve rakipsiz siyasi hakimiyeti nedeniyle rüzgarı arkasına alan AKP hükümeti, İstanbul’un 2020 Olimpiyat adaylığı gibi bir dizi girişim başlattı. En dikkat çekici ve simgesel projeler Istanbul ve çevresi için öngörüldü. Bu kent ve çevresinin Türkiye’nin toplam nüfusunun yaklaşık %25 ini kapsadığı düşünülürse hiç de şaşırtıcı değil.

Bazı projeler Türkiye’nin ekonomik gelişmesinin zorunlu sonucu olarak sunuldu. Gelişen yollar ve hava trafiği, Boğaz üzerinde üçüncü bir köprü ve yeni bir havaalanı kararını beraberinde getirdi (Yeni havaalanı ihalesi yap- işlet- devret sistemi le son dakikada yapılan bir kaç değişikle 3 Mayıs’ta 22.1 milyar euro-29.6 milyar dolar’a sonuçlandı)

Türk yetkililer bu mega projelere girişirken, Istanbul ve çevresinin ekosistemi ile ilgili çok büyük sorumluluk altına giriyorlar. Sürdürülebilir gelişme uzun süredir önemli bir mesele, çünkü bu projeler özellikle İstanbul’un ormanlarla kaplı kuzey bölgeleri için ciddi çevresel etkilere neden olacak. 7,659 hektarlık havaalanı doğrudan veya dolaylı olarak 2.5 milyon ağacı etkileyecek.

Benzer biçimde, ‘Kanal İstanbul’ projesi, Karadeniz ile Marmara’yı birleştirecek Boğaz’a paralel olarak açılması düşünülen yeni bir kanal. İlk hali ile kentin ortasından akan ve giderek artan deniz taşımacılığının yarattığı hidrokarbon içeren çevre kirliliği ve kaza tehlikelerini bertaraf etmek için ortaya atılmıştı. Ancak bu projenin Türkiye ve çevre ülkelerinin ekosistemi üzerinde ciddi etkileri olacak. Kanal Istanbul projesi gerçekleştiğinde Karadeniz ‘e ve Akdeniz’e kıyısı olan Bulgaristan, Romanya, Ukrayna, Rusya, Gürcistan, ve Yunanistan gibi bazı ülkelerin ekosistemlerinde potansiyal olarak önemli değişiklikler beklenebilir. Örneğin, Tuna ve Dinyeper akarsularındaki yoğun kirlilik Marmara Ege ve Akdeniz’e akabilir. Öte yandan proje deniz akıntılarına ve denizlerde ısı değişimlerine neden olabilir.

Ek olarak, Türk hükümeti kaçınılmaz olarak, Boğaz üzerindeki deniz taşımacılığı ve askeri deniz trafiği ile ilgili olarak Montrö anlaşmasından doğan bazı yasal kaygılara yanıt vermek gereğini duyacak. Kanal’ın yapımı o yüzden Türkiye’nin tek başına alabileceği bir karar değildir. Böyle bir kanalın yaygın olarak etkilerinin neler olabileceği uluslararası bir düzlemde ele alınıp değerlendirilmelidir.

Benzer bir konuda, AB ve Türkiye’nin de içinde olduğu bir kaç komşu ülke 2011 Haziranında, nükleer risk planı ile ilgili olarak gönüllü işbirliği üzerinde görüş birliğine vardı. Bu anlaşma dahilinde, Karadeniz ve Akdeniz kıyılarında yapılması planlanan iki yeni nükleer güç santralı, Çernobil faciasından sonra oluşturulan AB politikaları doğrultusunda geliştirilen nükleer ‘stress test’lerine tabi oldu. Yapılan testlerin sonuçları Mart 2013’de Avrupa Nükleer Güvenlik

Page 3: TÜRKİYEDE KENTSEL DÖNÜŞÜM

Düzenleme Kuruluna rapor edildi ve bu işbirliği halen sürmekte.

Öbür projeler daha çok Istanbul’un kentsel dönüşümü ile ilintili: Galata Port, Haydarpaşa Garının otele dönüştürülmesi, Taksim Meydanının yenilenmesi, Süleymaniye ve Tarlabaşı bölgelerinin yenilenmesi. Bu projelerin her biri, kentin yenilenmesini bütünüyle ekonomik, hatta spekülatif bir bakış açısı ile ele aldığı iddiası ile şiddetle eleştirilmekte.

Bu tür bir kentsel dönüşüm ile ticari ve toplumsal çıkarlar doğal olarak çatışmakta. Ticaret ve sanayinin kentin banliyölerine taşındığı İstanbul gibi bir şehirde, kent merkezinde inşaat için elverişli geniş inşaat alanları ortaya çıktı. Doğal olarak bu alanlar büyük rant merkezlerinin iştahını kabarttı. Bu sorun Türkiye’ye özgü değil. Avrupa ve Amerika’daki çoğu sanayi kenti de, daha önce bu sorunlarla kaşılaştı ve bu meseleleri halletmek için teknikler ve yöntemler geliştirildi.

Türkiye’ye özgü olan ise, bu değişimlerin hızı ve merkezi yönetimin bu değişim sürecindeki baskın rolü. Ülkedeki kentsel dönüşüm iki ana nedenden dolayı eleştiriliyor:

Karar mekanizmalarındaki aşırı merkeziyetçilik ve projelere yeşil ışık yakmadan önce yurttaşların görüşünün alınmaması.

DÖNÜŞÜMÜ HIZLANDIRMAK İÇİN YASALARI DEĞİŞTİRMEK.

Çoğu ülke gibi Türkiye’de de bir kenti dönüştürmek, yeni binalar inşa etmek, ya da eskilerini yıkmak, doğal alanları geliştirmek gibi projeler ulusal ve yerel yasalara bağlı. Ek olarak, bu süreçlere profesyonel uzmanlar da dahil ediliyor.

Ancak Prof. Cengiz Aktar’a göre, Türk Hükümeti yeni projeleri için yasal, düzenleyici, ve idari çerçeveleri temelden değiştirmekte. Yasalar değiştirilmiş, denetimler azalmış ve danışmanlık müessesi bir kenara atılmış durumda. Amaç, hükümetin siyasi hedefleri ile uyumlu bir kentsel dönüşüm sürecini hızlandırmak.

Türkiye’de yakın zamanda kentsel dönüşümü etkileyen bir dizi yasal düzenleme yapıldı. Örneğin ‘doğal afet riski taşıyan bölgelerin dönüşümü’ ile ilgili bir yasa çıkarıldı. Türkiye’nin çoğu bölgesinin deprem riski ile karşıkarşıya olması nedeniyle savunabilir bir gerekçeye sahip olmasına karşın, bu yasa, şu anda yürürlükte olan yasal düzenlemelere ve danışma kurullarının karşı çıkışlarına rağmen, hükümetin çok büyük arazilerde yıkım ve kalkınma kararları almasına olanak tanıyor .

Bu yasa ayrıca acil prosedürler getiriyor ve her türlü yıkım ve inşaat kararını ve uygulamalarını hükümetin insiyatifine bırakıyor; bu taahütler için seçilen bir kaç özel inşaat firmasına yeni gözlemcilik ve denetmenlik görevleri de veriyor.

Page 4: TÜRKİYEDE KENTSEL DÖNÜŞÜM

Bir başka yeni yasa; ‘ Biyolojik çeşitlilik ve doğanın korunması ‘ ile ilgili yasa henüz mecliste oylanmadı. Bu yasa korunması gereken alanların tanımı ile ilgili hızlı ve zorlayıcı değişiklikler getiriyor. Aynı zamanda Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na da sivil toplum örgütlerinin rolünü kısıtlamak için daha fazla yetki veriyor.

Hazine arazilerinin satışını öngören yeni 2B Yasası’ , daha fazla hazine arazisinin özel kişilere satılmasına olanak verecek. Sonuç olarak, muazzam ölçekte arazi, kamu mülkiyetinden, özel mülkiyete geçecek. Yalnızca Istanbul bölgesinde el değiştirecek arazi miktarının 86,487 hektar olduğu tahmin ediliyor.

Çevresel Etkileri Değerlendirme yönetmeliği 2011 de daha fazla muafiyet içeren maddelerle değiştirildi. Bu değişimler özellikle Boğaz üzerindeki 3 köprü, güç santralleri , İzmir İstanbul Otoyolu, barajlar gibi daha büyük projeleri etkiliyor.

Kamu alım prosedürleri, projelerin finansal temellerini anahatları ile belirleyen 2002 yasasına sık sık eklenen istisnai hükümler ile temelden değiştirildi Bu değişiklikler daha fazla ve dolaysız satın almaya izin verdi, ve kamu alımları Bürosunun özerkliğini kısıtladı.

Ek olarak, yerel yönetimlerin idari rolü yeniden tanımlandı, ve esas karar verme gücü anakent belediyelerine devredildi. Türkiye’de metropol sayısı ise son düzenlemelerle 16 dan 25’e çıktı. Bu değişiklik, kilit meselelerde kararların daha küçük bir kitle tarafından verilmesine yol açtı.

TARTIŞMANIN ORTASINDA DEMOKRASİ

Geleneksel olarak Türkiye Devleti, kamuya ait projeler ile ilgili kararlarda merkezi rolü yüklenir. Kentsel dönüşüm projelerinde, devlet hakimiyeti, yalnızca hissedilmekle kalmıyor; aynı zamanda son zamanlarda baskısı daha artmış bulunuyor.

Seçim sandığı, herhangi bir demokratik sistemin merkezinde yeralır. Ama seçilmiş parlementerler ve onlardan yetki alan yöneticiler, yalnızca merkezi hükümetin sahip olduğu çoğunluğun gücüne dayanarak yurttaşların gündelik hayatları ile ilgili her meselede, onlar adına karar alamazlar. Yerel ya da gölgesel kaygılar dikkate alınmalıdır. Demokratik bir yönetim karşı görüşlerin dile getirilmesine izin vermeli; yurttaşların görüşlerine başvurmalı, ve yurttaşlar arasında bir uyum, anlaşma için çaba göstermelidir.

Ancak Türkiye’nin ekonomik alt yapısında ve kentlerinde yapılan değişiklikler sürecinde, halkın sesi büyük ölçüde duyulmadı.

Yetkililer genel olarak kentsel dönüşüm projeleri sürecinde sivil toplumun yerel danışma mekanizmalarını devreye sokma çabalarını engellediler.Bu tür danışmanlıklar ya hiç yapılmadı, ya da gerçek anlamda yapılamadı.

Page 5: TÜRKİYEDE KENTSEL DÖNÜŞÜM

Merkezi yönetimin kentsel dönüşümü yerel ölçekte katılıma kapalı bir biçimde sürdürme tarzına karşı duyulan öfke, başta İstanbul olmak üzere Ankara, izmir ve öbür büyük kentlere de yayılan genel bir sivil isyana dönüştü.

Taksim Meydanı yenileme projesine karşı yapılan sivil protesto eylemi öyle sert bir biçimde bastırıldı, ve diyalog çağrısı öyle kesin bir dille reddedildi ki, bu protesto eylemi şu anda hükümete karşı tepkinin odak noktası haline geldi.

SOSYAL DOKUYU RAHATSIZ ETMEK

Kentsel dönüşümün son dalgası da devasa kültürel ve sosyo ekonomik etkiler yarattı. Bunun bir sonucu, Türkiye nüfusunun %1 inden azını oluşturan bir etnik grup olan Istanbul’un Roman nüfusunun marjinalleştirilmesiydi. Örneğin geleneksel olarak Romanların yaşamakta olduğu olduğu İstanbul’daki Sulukule mahallesi, tahliyelere karşı uluslararası bir kampanya yürütülmesine karşın yenileşme projesine yol açmak için yıkıldı.

Açık Toplum tarafından2012 de yayınlanan bir rapor şu sonuca varmıştı:

• Mahkeme kararı ile tahliye mülkiyetten öte bir şeydir; Bütün hayatı, eğitimi, iş olanaklarını, ve bir ailenin gelişimini, olasılıkla onarılmaz bir biçimde kesintiye uğratır ve Romanların etnik bir grup olarak çöküşünü hızlandırır. Bu tahliye işlemlerine bu bilginin ışığında bakılmalı ve değerlendirilmelidir.

Kentsel modernleşmenin bir başka önemli etkisi de dönüşüme paralel olarak meydana gelen yeni refah ve yoksulluk biçimlerinin gelişmesidir. Türkiye Üzerine Yeni Perspektifler dergisinde yayınlanan bir araştırmaya göre, yeni ‘kapılı’yerleşim birimleri(güvenlikli siteler) yeni yaşam ve yönetim biçimleri, sosyal ve siyasi ilişkiler ve ilişkisizlikler bütünü ortaya çıkardı. İçgöçle kente yeni gelenlerin yerleştiği geleneksel geçici konutlar (gecekondu)ın yerini kalıcı marjinal konutlar aldı. Seçkinleştirme ve marjinalleştirme Türkiye’de yanyana gelişen iki kavram. Kentsel dönüşüm, özellikle istanbul’da farklı grupların bir biçimde sosyal ve mekansal olarak ayrıştılmasına, birbirlerinden bir anlamda tecrit edilmesine de yol açtı. Burada da katılımcılık ve danışmanlık müesseseleri minimumda tutuldu.

Ek olarak, kentsel dönüşüm bazı açılardan İstanbul’un bazı bölgelerinde UNESCO nun Dünya Mirası statüsüne tabi. Örneği tarihi yarımada, eski kentin merkezi gibi. Ancak bazı durumlarda, dönüşüm projeleri tarihsel koruma kurallarını hiçe saydı. Bazı kentsel dünüşüm projeleri dava konusu oldu.

Telaşla yapılan inşaatlar sürekli olarak eleştirildi. Today’s Zaman editörü Suat Kınıkoğlu, bu yeni süreci ‘Türk kentlerinin betonlaşması ve toprağın her bir santimetre karesinin insafsızca sömürüsü ‘olarak değerlendirdi.

Page 6: TÜRKİYEDE KENTSEL DÖNÜŞÜM

TEKNİK İYİLEŞTİRMELER YAPILABİLİR Mİ?

Teknik düzlemde, kentsel dönüşüm projelerinde demokratik karar mekanizmalarını geliştirmek için bazı adımlar atılabilir.

Öncelikle çevresel kaygılar karar verme mekanizması ile ciddi olarak birleştirilmelidir. Güçlü bir büyüme sürecini yaşayan her ülkede, kaçınılmaz olarak çevresel koruma ve gelecek kuşakların çıkarlarını öne alan sonuçları uzun vadede alınacak kaygılar yerine, sonuçları hemen görünür olan, kısa vadeli çıkarlara hizmet eden girişimleri öne çıkarma eğilimleri olacaktır.

Demokratik hükümetler bu tür eğilimlere karşı direnmelidir.

İkinci olarak, çevre mühendisleri, mimarlar, kent planlamacıları, yurttaş dernekleri, ve yerel camialar gibi tarafsız uzmanları da içeren tüm paydaşlar arasında bir danışma, iştiare mekanizması oluşturulmalıdır. Bu, yıkıma karşı yeniden yapım ya da doğayı korumaya karşı ekonomik gelişme gibi zor meselelerde hükümet kararlarına karşı bir ağırlık noktası sağlayacaktır.

Son olarak, dışardan, başka deneyimlerden yararlanmak karar mekanizmalarını geliştirmeyi mümkün kılabilir. AB politikaları ve uygulamaları , özellikle Türkiye AB ye girme konusunda görüşmelerde bulunurken ve AB nin uygulamalarını ve politikalarını benimseme süreci içinde iken, bu konuda AB politikaları ve uygulamalarını örnek almak uygun bir yaklaşım olacaktır

Nihai olarak, başka ülkelerin yaptıkları hatalardan ve sabırla politik uygulamalarını iyileştirme deneyimlerinden yararlanması, Türkiye ve yurttaşlarının çıkarınadır. AB kentsel dönüşüm politikaları ve bölgesel gelişme alanında, hemen kullanıma sokulabilecek çok geniş bir dizi politik deneyime sahiptir.

Hernekadar Türk yetkililer, ülkenin ekonomik ve fiziksel dönüşümünün yönetimi konusunda özgüven sahibi olsalar da, uluslararası alanda Türkiye, bölgesel çevre ve ve uluslararası anlaşmalar açısından etkileri olabilecek projelere girişirken, uluslararası sorumluluklar yüklenmek durumundadır. Nükleer santrallar ve Kanal İstanbul projeleri böylesi girişimlerdir.

SONUÇTA HER ŞEY SİYASİDİR

Kentsel dönüşüm meselesi Türkiye’de ulusal bir soruna dönüşmüştür. Şu anda tartışmalı demokratik yönetiminin simgesi halindedir.

Türk Hükümeti, neoliberal ekonomi, yukardan aşağı verilen kararları, ve hızlandırılmış programının karışımından oluşan politikaları ile, bakış açısını bir dizi inşaat ve dönüşüm projeleri ile ortaya koymuş, ve yerel ölçekli projeleri Ankara’dan yürütmek noktasına gelmiştir. Bu bakış açısı

Page 7: TÜRKİYEDE KENTSEL DÖNÜŞÜM

ile- meseleler birbiri ile ilgisiz görünse bile- şu anda tartışma kentsel dönüşümün de ötesine taşınmıştır.

Aslında, Taksim yenileme projesi, hem maddi varlığı ile, hem de uslup olarak, AKP nin güçlü biçimde savunduğu çoğunlukçu demokrasi kavramının simgesine dönüştü. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan 7 haziran’da yaptığı konuşmada;

‘Biz Atatürk Kültür Merkezi’ni yıkacağımızı söyledik. Oraya büyük bir opera binası yapacağız. Bu vandalizme katılanlar hemen karşı çıktı. ‘Onu yıkmanıza izin vermeyeceğiz. ‘ ‘Kusura bakmayın ama, seçimlerden önce biz kararımızı verdik. Ve halkın büyük bir çoğunluğu bize oy verdi. Halk bu projeleri desteklediği için bize oy verdi.’ diye konuştu.

Küçük bir yönetimsel mesele – yerel bir girişim olan Taksim Platform’u ile görüşmeyi reddetmesi-uzun süren ve sonuçları ilerde de tartışılacak olan siyasi bir fırtınanın merkez üssü haline geldi. Bağlantılı olarak, protestoların aşırı sert bir biçimde bastırılmaya çalışılması, büyük bir öfke patlamasına ve hükümetin hem ulusal hem de uluslararası düzlemde imaj yitirmesine yolaçtı.

Buradaki sorun- 2002, 2007 ve 2011de % 50 lik bir oy oranı ile demokratik bir seçimle iktidara gelen Türk hükümetinin meşrutiyeti değil; nüfusun diğer yarısının inançlarının, yaşam biçimlerinin, baskı altına alınmasa bile gözardı edilmesi.

Bu durum,’ileri demokrasi’ sözü veren iktidardaki partinin demokrasi anlayışı ile ilgili temel sorular uyandırıyor. Ve Türkiye’yi hedefi olan güvenlikli, sağlıklı refah toplumuna ulaşma sürecinde iki güçlü müttefiği olan AB ve ABD’ den uzaklaştırıyor.