Tık Tık Kitabı

43
1 TIK TIK : ALLAH`IN RIZASINI ALMAK CENNETİN KAPISINI ÇALMAK

description

İç dünyalarımızı yeniden şekillendirmek ve gerçek sahibimizi ruhlarımızda daha yakın hissedebilmek için yazılmış, 43 sayfalık bir kitaptır. Hayata ve yaşama ve güncel olaylara farklı bir pencereden bakmaya amaçlamaktadır. Kitabı sonuna kadar okuduktan sonra, şu an hangi ruh halinizde olursanız olun, size iyi gelebileceğine inandığım için, bu kitabı yazmaya çalıştım ve inşallah tüm insanlara faydalı olur...

Transcript of Tık Tık Kitabı

1

TIK – TIK :

ALLAH`IN

RIZASINI

ALMAK

CENNETİN

KAPISINI

ÇALMAK

2

İÇİNDEKİLER BÖLÜMÜ

BAŞLARKEN…

1) HZ İDRİS VE HZ AZRAİL KISSASI VE KİŞİSEL YORUMUM

2) 3 ALTIN ANAHTARIMIZ

a) Kıssamız aklımıza gelerek, niye - niçin - nasıl - ne olacak gibi sorularla ruhumuzu

boğmamalıyız

b) Vazifemizi yapalım, karşı taraf ne düşünür, nasıl hareket eder, senin sorumluluğun

da değil ve elinde de değildir

c) Olayları büyütmemeliyiz: ne çok sevineceğiz ne çok üzüleceğiz - bizler, çölde

birer kum tanesi gibiyiz

3) SEVGİ TÜRLERİ

a) Eğer türü

b) Çünkü türü

c) Rağmen türü

d) Allahcc için sevgi türü

3

4) GÜNCEL YAŞAMDAN 4 FARKLI OLAY VE 4 FARKLI BAKIŞ AÇISI

a) Futbol maçı izleme olayı ve kavgaların engellenmesi için çare

b) Taksim 1 Mayıs 2013 olayları ve Boston Maraton karşılaştırması

c) Gezi parkı olayları ve Central park karşılaştırması

d) Meşhur bir dizi ve Damardan şarkı sözleri

5) BEŞ FARKLI AÇIDAN HAYATI YORUMLAMAK

a) Sinema Filmi – Senaryo Yazmamalı

b) Futbol Maçı – Galip Gelinmeli

c) İstanbul - Edirne Otobanı – Gişelere Ulaşılmalı

d) Üniversiteye Giriş Sınavı – Kabul Alınmalı

e) Askerlik Görevi – Tezkere Alınmalı

6) CENNETLE MÜJDELENEN SAHABE HADİSESİ

7) ÜMRE İZLENİMLERİM

BİTİRİRKEN…

SEÇME GÜZEL SÖZLER: Kadere İman Eden Kederden Uzak Olur

4

BAŞLARKEN… Bismillahirrahmanirrahim…

Benim kim olduğumun veya ne iş yaptığımın hiç önemi yoktur sevgili okurlarım. Ben,

kendimden de, ne iş yaptığımdan da bu kitapta bahsetmeyeceğim. Kitabın yazarı olarakta,

isim belirtmeyeceğim. Mühim olan benim şahsım yada kim olduğum veya ne iş yaptığım

değildir. Ben, bu geçici dünyada bugün varım, yarın olmayacağım. Ancak; yazdıklarım ve bu

eser, bir ömürlük olarak hem şimdiki neslimiz hemde gelecekte ki nesillerimiz için de güzel

bir kaynak olur inşallah.

İşte bu kitabı sizler okurken; benim neler yaşadığımı yazmaktan ziyade, 1 kıssa dinleyerek, o

kıssa üzerine iç dünyamı nasıl daha Rabbimize yaklaştırmışım ve bunun sonucunda da,

hayatın nasıl çok daha zevkli ve güzel geçebildiğini, siz okurlarım göreceksiniz inşallah.

Diğer bir ifadeyle; tecrübelerim, benim en büyük hazinelerimdir ve bu tecrübelerimden ders

çıkartarak, kıssayı yorumladıktan sonra hayata başka bir bakış açısıyla, farklı 1 pencereden

bakabilmeyi göreceksiniz. İnşallah kitabı sonuna kadar okuduğunuz zaman, sizlerde şu anki

durumunuzdan çok daha iyi olacağınıza, kalben inanıyorum.

Bu kitabı yazarken, bu kitap çok satılsın yada meşhur olayım diye de bir niyetle yazmadım

kesinlikle. Zaten, ben ne yazarım ne de hoca. Hayatında kaç kitap yazdın diye sorsalar,

cevap sıfır olur. Ayrıca, hayatında kaç ayet biliyorsun yada vaaz verdin mi diye sorsanız, onda

da hiç iddialı değilim.

Benim gerçek niyetim, bu kitabın insanlara ücretsiz ulaştırılmasıdır ve bu tiraj yada herhangi

bir maddi açıdan hiçbir beklentiye girmeden bu kitabı yazıyorum. Beklentim; sadece

Rabbimizdendir ve onun rızasını alabilmek için yazıyorum ve bu kitabı bitiren okuyucularım;

okuduktan sonra, kendileri de Rabbimize daha da yaklaşabiliyorsa ve dualarında da, bu

kitabın yazarını unutmuyorlarsa ve hayatları daha da güzelleşiyorsa, işte benim gerçek

servetim ve kazancım bu olacaktır.

Bu yazdıklarım da bazı imla yada dil bilgisi hataları yada düşük cümleler olursa da, şimdiden

bütün okuyucularımdan özür dilerim. Dediğim gibi, kitabı bitirdiğiniz zaman genel mantık

olarak, hayatı Rabbimize daha da yakınlaşmış bir şekilde yaşamaya gayret ediniz inşallah.

Kitabın bölümlerini içindekiler kısmında görmüşsünüzdür. Kısaca değinmek gerekirse; 1

kıssa ile başlayacağım kitaba ve bu kıssa üzerine, kendi iç dünyamı yeniden dizayn ederek,

hayatı ve güncel olayları yeniden yorumlayacağım.

Güncel olaylar derken; futbol maçlarını farklı şekilde izlemenin ne şekilde olabileceğini

anlatmaya çalışacağım. Ayrıca, sinema, üniversite sınavı ile kıyaslamalı, hayatımızı ve ne için

bu dünyada bulunduğumuzu, dilimin döndüğünce anlatmaya çalışacağım inşallah.

Bu kitabın içerisinde, bazen farklı terimler de okuyacaksınız. Örneğin; Tık-Tık, Otoban,

Zulam, Best buddyim gibi. Bu tür kelimeler, herhangi bir yerden alınmamış ve

kopyalanmamıştır. Tamamen kendi iç dünyamla, hayatı yorumlamam arasında, ortaya çıkan

değişik ve farklı terimlerdir. Terimlerin ne anlama geldiklerini ilerde ki bölümlerde

okuyacaksınız. Terimlerden ziyade bu kitabın genel mantığını anladık mı, işte o zaman

gerçek mesaj okuyucuma ulaşmış demektir.

5

Aslında, bu kitabı yazmadan önce uygulamalı olarak kendi hayatıma ve çevremde ki aileme,

arkadaşlarıma, tanıdıklarıma bu düşüncelerimi ve bu mantığı anlattım ve hala anlatıyorum.

Herkesten de olumlu geri dönüş aldım ve bana Allahcc razı olsun demeleri yeterli oldu.

İşte siz sevgili okurlarımdan da, eğer bu kitap ülke geneline yayılırsa ve insanların ruhlarına

faydalı olur ve hayatlarını Rabbimize daha da yakınlaştırarak ve insanlara faydalı şekilde

geçirirlerse ve bu fakire de bir Allahcc razı olsun dediler mi, inanın benden daha mutlu insan

olmayacaktır.

Ben, kitabın basılıp basılmayacağını da bilmiyorum ama hiç dert etmiyorum. Bu kitabın

kimlere ulaşıp, ulaşmayacağı da Rabbimiz tarafından yazılmıştır. Benim yapmam gereken,

bu kitabı yazmamdı ve yazdığım içinde son derece mutlu ve huzurluyum. Rabbimiz bana

ahirette onun karşısına geçtiğim zaman, benim rızamı almak için ne yaptın? Diye sorarsa ki

mutlaka her bir kuluna soracağı gibi bana da soracaktır. Bende, senin rızanı almak için bu

kitabı yazdım diyeceğim inşallah. Bir nevi; bu kitap, bu geçici dünyada, Rabbimizi farklı bir

bakış açısıyla anlatmaya çalıştığım referansımdır.

Bu kitap basılırsa yada ne kadar çok insana ulaşırsa, ben inanıyorum ki sadece bu kitabı yazan

değil, arada ki aracılar da aynı şekilde Rabbimizin rızasını alacaktır. Çünkü; nice

bilmediğimiz hikâyeler var her bir insanımızın iç dünyalarında ve nice problemlerimiz var

ruhlarımızda. Eğer, bu kitap onlara ulaşırsa ve okuyabilirlerse, onlar daha iyi olursa, onların

Allah razı olsun demeleri, sevap zinciri gibi, onlara ulaştıranlara da yazılacaktır diye

inanıyorum ve Rabbimize de bu şekilde dua ediyorum.

Bu kitapta yazılanlar yada düşüncelerim kesinlikle herhangi bir isim yada kitle yada birilerini

hedef almamaktadır. Zaten, bu kitabı yazmamızda gerçek niyetimizi söylediğimiz gibi;

Allahcc rızasını kazanmak ve gerçek sahibimizi ruhlarımızda daha yakın hissetmek ve

insanlara faydalı bir eser ortaya koymaktır.

Bu kitabı okuyan kesim olarakta her kesime hitap etmektedir. Yani; gençler, orta yaş sınıfı,

yaşlılar, hastanede olanlar, hapishanede olanlar, huzur evlerinde olanlar, bekârlar, evliler,

kadın, erkek her türlü kesim ve ortamda bulunanlar içindir.

Ben çevreme her zaman şunu söylemekteyim: Bana probleminizi yada sıkıntınızı

anlatmayınız. Ben psikolog da değilim. Ancak, benim anlattığım ve yazdığım örneklerle,

kendi iç dünyanızda ve ruhlarınız da uygulama yapabilirseniz, işte o zaman şu an hangi

durumda olursanız olun, çok daha rahat ve huzurlu olacağınıza inanıyorum.

Burada en önemli husus ise; kitabı bitirdikten sonra, okuyucularımın, bu örnekleri ve farklı

bakış açılarını, kendi iç dünyalarında ve kendi örnekleriyle tatbik etmesi ve uygulamasıdır.

Her insanın yaşadığı ve yaşayacağı örnekler farklıdır. Herkes, farklı şekillerde imtihan

olmaktadır.

Tabi ki de bizler robot değiliz ve belli bir kalıpta hareket edemeyiz. Ancak, siz zor bir

durumda veya olayda yada olay daha sonuçlanmadan, iç dünyanızı kontrol altına alabiliyor ve

boşluğa düşmüyorsanız, işte o zaman çok çabuk bir şekilde toparlayabiliyorsunuz ve ailenize,

çevrenize ve topluma karşı faydalı bir birey oluyor ve ibadetlerimizi de daha güzel yaparak,

Rabbimizin rızasını almış bir kul oluyorsunuz ve bu şekilde son nefesimize kadar da yaşarsak,

Rabbimizin de rızasını alacağımız için, ahirette cennetin kapısını çaldığımız zaman, inşallah

geri çevrilmeyeceğiz diye de ümit ediyorum.

6

Netice de; günün sonunda ne kadar çok uygulama, o kadar çok rahat etme diye de

özetleyebiliriz. Örnek vereyim aklıma gelmişken. Üniversite de öğretim görevlisi olan bir

arkadaşıma anlatmıştım bu Tık-Tık olayını. Kendisi de, beni bir hafta sonra aramıştı ve

demişti ki; valla, Allah razı olsun senden. Günde en az 10 kere aklıma geliyor bu Tık-Tık ve

uyguladıkça rahat ediyorum. Tık-Tık zaten kitabında adı ve niye kitaba bu ismi verdim ve

Tık-Tık’ın ne olduğunu kitabı bitirdiğiniz zaman daha iyi anlayacaksınız inşallah.

Umarım, bu kitabı okuyan okuyucularım, kitabı bitirdikleri zaman iç dünyalarında ve

yaşamlarında, güzel bir değişiklik olur ve Rabbimize daha da yaklaşırlar ve bizleri de

dualarında unutmazlar.

Şunu da unutmamak gerekir ki; ben ne kadar yazarsam yazayım yada siz ne kadar kitap

okursanız okuyun; kalpleri açacak olan ve gönülleri ferahlatacak olan, bizim gerçek sahibimiz

Rabbimizdir ve biz kulları da iradelerimizle ve dualarımızla ve isteklerimizle, kalplerimizin

ve ruhlarımızın gerçek sahibimize yaklaşması için uygulama yapmalıyız. Kalpler ancak

Rabbimizi anmakla ve zikretmekle huzur bulacaktır.

Özel Teşekkür

Bu kitabı yazmamda, bana ilham kaynağı olan en iyi dost, sırdaş, arkadaş anlamına gelen best

buddyime sonsuz teşekkür ve şükranlarımı sunuyorum. Kendisi bana kıssayı paylaşan kişidir

ve bu kıssa olmasaydı, yorumlamaları yapamaz ve bu kitabı yazamazdım. Allahcc ondan da

binlerce kez razı olsun diyorum. Dualarınızda benimle beraber, onu da unutmayınız

inşallah…

1) HZ İDRİS VE HZ AZRAİL KISSASI ve KİŞİSEL YORUMUM

Sevgili okuyucularım, kitaba başlarken de bahsettiğim gibi, kitabımızın temel mantığı,

dinlediğim bir kıssa üzerine şekilleniyor aslında. Gerçi, bizler hayatımız boyunca bir sürü

sohbet yada vaaz yada kıssalar dinliyoruz. Ancak, bu dinlediklerimizi, hayatlarımıza tatbik

etmek ve uygulamak mesele sanırım. İşte bende 1 kıssa dinleyip, üzerine bu kıssa da aldığım

yada yorumladığım mesajı yaşamıma tatbik etmeye çalışıyorum ve çalıştıkça çok rahat ediyor

ve huzur buluyorum.

Bu kıssayı da 3 kere dinleyip, 3. dinleyişimde bambaşka bir yorum çıkartıyorum hayatım ve

yaşamla ilgili ve başlıyorum uygulama kısmına. İşte o yüzden, ben öncelikle kitabıma bu

kıssa ile başlamak istedim ve daha sonra ki aşamalarda neler olmuş ve bu kıssayı hayata nasıl

yorumlamışım, onu göreceksiniz.

Kıssayı olduğu gibi yazmayacağım ve kendi aklımda kaldığı şekilde anlatmaya çalışacağım.

Bir eksiklik yada kusur olduysa, kusura bakmayınız. Burda mühim olan zaten kıssadan

çıkardığım derstir.

7

Hz. İdris ve Hz. Azrail Kıssası:

Hz. İdris peygamberimiz terzilerin piridir ve dünya da onun kadar Allahcc ibadet eden başka

bir kul yoktur. İbadetleri o kadar içten ve güzeldir ki, ona meleklerde hayrandır. Hz. İdris as,

Hz. Azrail as ile tanışmak istemektedir. Hz. Azrail de, İdris peygambere hayrandır ve

Rabbimizden, kendisini görmek için izin ister. İzin isterken de, insan kılığında Hz. İdris as ile

tanışmak istediğini söyler. Rabbimizde izin verir ve Hz. Azrail as dünyaya insan kılığında

iner.

Hz. Azrail as, İdris peygamberi gördüğü zaman der ki; ben seninle Allah için dost

olabilirmiyim ve seninle beraber 2-3 gün geçirebilirmiyim diye sorar. İdris as der ki; ey Allah

dostu, ben hayatımda ki 7 günün 4 gününü ibadetle geçiririm, 3 gününü de dünyalık işlerimle.

Sen bana ayak uyduramazsın der. Azrail de der ki; yahu, sen beni Allah için kabul et ve ben

sana ayak uydururum. İdris as da kabul eder ve başlarlar beraberce vakit geçirmeye ve ibadet

yapmaya.

Hem ibadet yaparlar hemde dünyalık işlerini halletmeye çalışırlar. Oruçludurlar ve Azrail,

İdris as der ki; şurda 1 peynir dükkânı var. Burada peynir alalım, akşam nerde duracağımız ve

ne yiyeceğimiz belli değil der. İdris as der ki; bana böyle şeyler söyleme. Çünkü bizim akşam

ne yiyeceğimiz de bellidir ve Rabbimizden rızkımız gelir der ve peyniri almazlar.

Akşam olur ve Rabbimizden, peygamberine ikramlar gelir ve İdris peygamber de insan

kılığında ki Azrail e der ki; hadi buyur yiyelim der. Yok, ben tokum ve yemiyeceğim der

Azrail. Zaten melekler ne yerler ne içerler ne de uyurlar. Hz. İdris as kendi kendine der ki; o

zaman sabahleyin peynir için bana teklifte bulunmasında, beni imtihan ediyordu diye düşünür

ama bir şey demez Azrail e.

Geceleri yine ibadetle geçirirler ama Azrail as uyumaz ve devamlı ibadet yapar ve Hz. İdris as

da insan olduğu için arada yorgun düşer ve dinlenir ve uyur. Ancak, o Allah dostunu

gördükçe, şaşkınlığı daha da artar ve kendi kendine der ki; yahu, ben bu dünya da en çok

ibadet yapan kulların başında geliyordum ama bu mübarek beni de geçti. Maşallah, ne yiyor

ne içiyor ne de dinleniyor der.

Ertesi gün olur ve bir üzüm bahçesinden geçerken, Azrail as yine der ki; buradan biraz üzüm

mü alsak akşam için diye sorar. İdris as yine der ki; ya bak bana böyle şeyler sorma der ve

akşam ne yiyeceğimiz de bellidir deyip, teklifini kabul etmez. Akşam olup, ikram geldiği

zaman, İdris as yine yemek için teklif eder Allah dostuna ve yine ben yemeyeceğim, karnım

aç değil dediği zaman Azrail as, bu sefer İdris as şunu der;

2 günden beri sen ne yiyorsun ne içiyorsun ne de uyuyorsun. Vallahi sen insan olamazsın ve

bana Allah için kimsin ve hangi tür varlıksın diye söyle der. Tabi, Allah için dediği için ve

melekler yalan da söylemediği için. Ben, Azrailim der ve seninle tanışmak istiyordum ve bu

şekilde tanışmış olduk der.

İdris peygamber, Azraili karşısında görünce sevinir ve bende zaten seni görmek istiyordum

der. Bu cevap karşısında, Hz. Azrail der ki; peki sen niye beni görmek istiyordun?

İdris as der ki; ben senden 3 şey isteyecektim. Azrail as, söyle bakalım elimden gelirse tabiki

de yardımcı olurum der. İdris as devam eder.

8

Birinci isteğim; benim ölüm vaktim gelmemiş. Çünkü gelseydi sen zaten çoktan alırdın. Ama

vaktim gelmese bile, benim bu dünya da canımı alsan ve sonra da geri versen ve ben bu ölüm

anını bir tatsam diye talepte bulunur. Azrail as şaşırır ve sen niye bunu istiyorsun ki diye

sorar. Peygamber de der ki; ben ölüm anının nasıl olduğunu tatmak istiyorum ve bu ölüm

anını görüp ve yaşayıp, daha çok Rabbime ibadet yaparım der.

Azrail as, benim buna yetkim yoktur ve Rabbimize sormam lazımdır diye söyler ve

Rabbimizden izin çıkar. İdris peygamberin daha vakti gelmeden canı alınır ve daha sonra

tekrar geri verilir. Azrail as daha sonra şunu sorar. Nasıl dı ölüm anı? İdris as der ki; vallahi

yıllardır bu kadar çok ibadet ediyorum, ölüm anının bu kadar zor olduğunu bilmiyordum.

Nasıl ki, canlı bir hayvanın derilerini çıkartırsınız, işte o kadar zordu der. Azrail as üzülür ve

der ki ama sen istedin. İdris as der ki, tabi ki de ben istedim ve hiç şikayetim yoktur ve sende

rahat ol.

İkinci isteğim ise; bana bir de cehennemi gösterirmisin diye sorar. Azrail as der ki; yahu sen

Allah’ın mübarek peygamberisin, ne işin var cehennem de diye sorar. Olsun, ben orayı da bir

görmek isterim ve böylece Rabbimize daha çok ibadet ederim der İdris as. Azrail yine benim

yetkim yoktur ve Rabbimize sorayım der ve izin çıkar ve cehennemin kapısına gelirler.

Cehennem bekçisine Azrail der ki; Rabbimiz tarafından buraya getirildik ve cehennemi

görmek isteriz. Cehennemin kapısından iğne deliği kadar bir yerden bakar mübarek

peygamber, öyle bir kötü koku ve öyle bir şiddetli gürültü vardır ki, İdris as düşüp bayılır.

Ayıldığı zaman, Azrail as der ki; Ey Allah’ın peygamberi, sen kendini ne hallere soktun niye

böyle yapıyorsun. İdris as der ki; olsun, zaten ben istedim ve şikâyetim de yoktur. Ee peki

nasıldı cehennem diye sorar?

Der ki peygamber; vallahi bu kadar yıldır ibadet yapıyorum. Böyle şiddetli bir gürültü ve

böyle bir koku hiç duymadım ve koklamadım.

Üçüncü ve son isteğim de; bir de Rabbimizin bizlere sundugu cennetimizi bir görmek

isterim diye talepte bulunur. Buna da yetkim yoktur ve Rabbime sorayım der Azrail ve izin

çıkar ve tabiri caizse soluğu cennet kapısında Rıdvan bekçinin yanında bulurlar. Azrail as,

Rıdvan’a der ki; biz Allah emriyle geldik ve kapıyı aç ve içerisini görmek isteriz der ve

cennet kapısı açılır.

İdris as der ki; yahu buralara kadar gelmişken, birazda içerden bişeyler yiyelim ve içelim der.

Rabbimize sorarlar ve izin çıktıktan sonra cennetin içerisine girerler. Yeme- içme kısmı

bittikten sonra, Azrail der ki; Ey Allah’ın peygamberi, haydi senin dünya ya dönme vaktin

gelmiştir ve bütün diğer peygamberler ve insanlar gibi, kıyamet koptuktan sonra buraya

tekrardan geleceksin der. Tam cennetten çıkarlarken, İdris as bir ağaç dalına tutunur ve der ki;

Vallahi ben buradan çıkmam ve çıkartmak için ısrar ederseniz, seninle ve bekçiyle

mücadeleye girmeye hazırım der. Bu cevap karşısında tabiri caizse ne yapacağını bilemeyen

Azrail as, benim buna yetkim yoktur der ve Rabbimize durumu anlatır.

Ey Rabbimiz senin peygamberin cennete girdi ve çıkmayacağını ve çıkartmaya çalışırsak,

bizle mücadeleye gireceğini söylüyor. Ne yapalım diye sorar. Rabbimiz de der ki; peki ne

delilleri varmış peygamberimin ki çıkmak istemiyor. Mücadeleye girin diye emreder. Azrail

as, İdris peygambere der ki; sen neden çıkmak istemiyorsun, bize hangi delilleri sunacaksın

diye sorar.

9

İdris as bunun üzerine der ki; delillerim, Rabbimizin ayetlerinden gelmektedir. Rabbimiz der

ki; her canlı ölümü bir kere tadacaktır diye. Ben ölümü tattım mı? diye sorar Azraile. Azrail

de evet der. Ben senin canını almıştım. Devam eder İdris as. Rabbimiz yine buyururlar; her

insanoğlu, peygamberlerimde dahil, Sırat köprüsünden geçecek ve cehennemi göreceklerdir.

Ancak, peygamberlerim geçerken, ateş sönecektir. Ben de, cehennemi gördüm mü? diye sorar

Azraile. Azrail tekrardan evet der. Son olarak, Rabbimiz der ki; ben kulumu cennetime

soktuğum zaman, bir daha oradan çıkarmayacağım ve orada kalacaktır der. Ben, şu anda

cennetteyim ve niye çıkayım diye sorar?

Azrail as bu 3 cevap karşısında, yine Rabbimize danışır. İste Rabbimizin Azrail as söylediği

sözler, benim hayatımı da yeniden yorumlamama tabiri caizse vesile olur.

Rabbimiz, kullarının canını almak için görevlendirdiği Azrail meleğine der ki;

Ey Azrail, bugün sen, İdris peygamberime mağlup olmuşsundur. Onun söyledikleri benim

sözlerimdir. Zaten sen ne zaman onun canını aldın, ben kendisinin tekrardan canının

alınmayacağını ezelde kaderinde yazmıştım der. Sen ne zaman ki, onu cehenneme götürdün.

Bir daha cehennemi görmeyeceği de yazılmıştı der ve son olarak; sen ne zaman ki, İdris

peygamberimi cennete soktun, onun oradan bir daha çıkmayacağını da kaderinde yazmıştım

der ve bırak İdris peygamberimi cennetimde ve kıyamate kadar o, meleklerime elbiseler

diksin der ve İdris as, Rabbimizin cennetinde hala kalmaktadır.

Kıssamız burada biter ve bundan sonra benim kişisel yorumum gelir:

Kıssadan Çıkardığım Kişisel Yorumum:

Ben, bu kıssayı dinlemeden önce hayatımda derin boşluklar vardı. Kitaba başlarken,

söylediğim gibi, kendimden ve yaşadıklarımdan bahsetmeyeceğim. Netice de bu dünya

imtihan dünyasıdır ve bizler mutlaka birşeyler yada kişiler yada olaylarla imtihan olmaktayız.

Ben, kendi adıma belli bir müddet iç dünyama ve ruhuma şu soru tiplerini çok sormuştum:

niye, neden, niçin, nasıl, ne olacak gibi soru başlıklarıyla gelen cümleler çok fazlaydı ve bu

soruları ruhuma sordukça, daha da derin boşluklara düşüyordum.

Boşluklar derken, çok şükür namaz kılıyordum ama kılmak için kılıyordum, çok şükür kuran

okuyordum ama okumak için okuyordum. Bu dünyada yaşıyordum ama yaşamak için

yaşıyordum ancak YARADILIŞ gayemizi tam kavrayamamıştım.

İşte, bu kıssayı 3. kez dinlediğim zaman ve Rabbimizin, Azrail e söylediği son cümle de ben

ezelde kaderinde yazmıştım cümlesini duyunca, aaa dedim, ben boşu boşuna ve çok fazla

niye, niçin, neden, ne olacak sorularını sormuşum kendi iç dünyama dedim ve yazılmış deyip,

hızlı bir şekilde olayları ruhumda tabiri caizse pansuman yapınca, çok çabuk toparladığımı

ve hayatı çok daha rahat yorumlayabildiğimi ve yaşadığımı gördüm ve hissettim.

10

İşin özeti şuydu:

İnsanoğlu, yaşadığı bir olayda olay bittikten sonra ve kendisinin yapacağı başka birşey

kalmadığı zaman; yazılmış deyip, Rabbimizin onun için verdiği karara, pazarlıksız ve

koşulsuz teslim olmaktı ve niye böyle oldu yada niçin sonuç bu oldu yada neden bu şekilde

bitti gibi, iç dünyamızı karartan soruları sormamız yerine, benim için takdir bu şekilde tecelli

olmuş dememiz gerekir. Bir başka deyişle; koşulsuz ve pazarlıksız tevekkül etmemiz

lazımdır ve olay bittikten sonra keşkelere düşmememiz gereklidir ve bu kıssa bana bu

keşkelere düşme konusunda frenleme yapıyor.

Hakeza, gelecekle ilgili bir olay daha sonuçlanmadan, o olayla ilgili ne olacak, nasıl olacak

diye çok defa iç dünyamıza soruyoruz ve bu bizleri daha da strese sokmakta ve bazen bu

stresin sonucu istemediğimiz hareket ve davranışlar yapmaktayız. Burda da yapmamız

gereken aslında şudur: olay daha sonuçlanmadan, elimizden geldiğince ve yapabildiğimiz

çerçeve de çabamızı göstermek ve Rabbimizin bizim için verecegi yada vermiş olduğu

karara pazarlıksız ve koşulsuz teslim olmaktır.

Örneğin; Bir iş yada bir olayda, elimizden geldiğince çabamızı gösterdikten sonra, hayırlısı

olsun deriz ve olayın sonucunu beklemeye başlarız hepimiz. Olay bittikten sonra, hele ki

bizim istediğimiz gibi sonuçlanmadı mı, tabiri caizse, başlarız Rabbimizle pazarlık yapmaya.

Mesela deriz ki; Rabbim hayırlısı olsun dedim ama, niçin, neden böyle oldu ile başlayan

cümleler çok olur iç dünyamızda.

Tabi bu yazdıklarımızın pazarlıksız ve koşulsuz teslim olmamız için, İmanın 6 şartından biri

olan Kaza ve Kadere İman şartını iç dünyamızda uygulamamız lazımdır. O zaman, bu kitabın

ve yazdıklarımız daha faydalı olabilmesi için İmanin 6 şartını da yazalım inşallah.

İMANIN 6 ŞARTI:

1) Allahcc iman

2) Meleklere iman

3) Kitaplara iman

4) Peygamberlere iman

5) Ahiret gününe iman

6) Kaza ve kadere iman - hayır ve şerrin Rabbimizden geldiğine inanmak

Bazı okuyucularım şöyle de düşünebilirler: Ee o zaman, biz hiçbir şey yapmayalım ve

herşeye yazılmış mı diyelim yada bazıları da şöyle diyebilirler. Bir başka ayette, Rabbimiz

de diyor ki; ben herkesin kaderini, kendi çabalarına bağladım diyor. Bunlara ne diyeceksiniz?

Evet, yukarıda ki ayet doğrudur ama kıssamız da zaten hiçbir şey yapmadan, Hz. İdris as

haydi bana cenneti ver Rabbim demiyor ki yada Hz. İdris peygamber şunu demiyor ki;

Rabbim beni cennetine al ve bu yazılmıştır demiyor.

11

Ne diyor yada ne yapıyor peki Hz. İdris Peygamber?

Öncelikle, Azrail meleği istiyor. Azrail as ile tanışınca, ondan 3 şey istiyor ve bu 3 şeyin

sonucunda, kendisini cennetin içerisinde bulununca, Azrail as ile tabiri caizse mücadeleye

giriyor ve bu mücadele içinde Rabbimizin 3 ayetini söylüyor ( bu 3 ayeti söylemesi içinde

dersine dünyadayken çok iyi çalıştığını gösteriyor) ve Azrail as birşey yapamayınca,

Rabbimiz de ben, Hz. İdris peygamberin cennetten bir daha çıkmayacağını yazmıştım diyor.

Aslında burdan şu ders çıkıyor:

Bizler bu dünyada dersimize iyi çalışırsak, elimizden geldiğince çabalarsak ve bitmiş bir

olaya yada sonuca belli olmayan bir olaya, koşulsuz teslim olursak, boşluga düşmeyiz. Çok

fazla olaylara yada insanlara takılmazsak, şeytan ve nefislerimizden gelen düşünceleri çabuk

atlatırsak, bu sefer Rabbimizin istediği şekilde boşlukta oluruz ve şeytan ve nefislerimizden

gelen düşünceleri de engellediğimiz için, kendimizi Rabbimize daha yakın hissederiz ve

bunun sonucunda, Rabbimizi zikrederiz, ibadet ederiz, namazlarımızı daha bir rahat kılarız ve

huzur buluruz. Böylece, kaderimizin ne olduğunu yada ne olacağını düşünmemize gerek

kalmaz. Çünkü; Bütün kainatı yaradan ve 7 milyar üzerinde insanı farklı karakterde ve ahlakta

yaradan Rabbimiz için, her bir insanın kaderini daha sonradan değiştirmekte tabiri caizse,

Rabbimiz için çocuk oyuncağıdır.

İşte yazdıklarımızı, güncel hayatımızda ki olaylarla uygulamalı olarak görebilmekteyiz ve

bende bu kitapta, güncel olayları, bu çerçevede yorumlamaya çalışacağım. Ben hayatımda

bunları tatbik ederken, 1 terim ortaya çıkarmıştım ve bunu kitabımda da yazacağımı

söylemiştim. Bu terim; TIK-TIK dediğim, aslında Rabbimizle bağlantıya geçebildiğimiz

kendi iç dünyamızda ki bir sistem diye tanımlayabiliriz ve bu yazılarımda, Tık-Tık larımızı

çalıştıramadığımız zaman yada Tık-Tık larımızı çalıştırdığımız zaman diye 2 farklı ifade

göreceksiniz.

Bir başka ifadeyle;

Tık-Tık larımızı çalıştıramadığımız zaman; Rabbimizle bağlantıya geçmeden yani ortaya

Rabbimizi koymadan, olayları ve sonuçlarını nasıl yorumluyoruz.

Tık-Tık larımızı çalıştırdığımız zaman ise; Rabbimizi ortaya koyduğumuzda, olayları ve

sonuçlarını nasıl yorumluyoruz bunu göreceksiniz.

2) 3 ALTIN ANAHTARIMIZ

Kitabımız, kıssa üzerine şekillendiği için, bu kıssadan çıkardığım yorumlar ile kendi hayatımı

çok daha farklı ve başka yorumlamaya başladım. Olaylara ve gelişmelere, bu sefer Tık-Tık

ımı çalıştırarak bakmaya ve yorumlamaya başlayınca, hayatın çok daha kolay ve yaşanabilir

olduğunu gördüm ve hala öyle düşünüyorum.

İşte, kıssa üzerine kendi iç dünyamda 3 tane altın anahtarımız diyebileceğim ve

toplumumuzda çok sıklıkla görebileceğimiz, şu gerçekler ortaya çıktı.

12

1. Anahtarımız: Kıssamız aklımıza gelerek, niye - niçin - nasıl - ne olacak gibi sorularla

ruhumuzu boğmamalıyız:

Bu anahtar çok önemlidir. Bizler olaylara, bazen o kadar çok derinlemesine iniyoruz ki ve

derine indikçe, çıkmamız zorlaşıyor aslında. Bakın, bu anahtarın nasıl uygulandığını

geçmişten örneklerle vermeye çalışalım.

Öncelikle, mübarek peygamberimiz Muhammed Mustafa Sav den başlayalım.

O mübarek ki, kainat onun vesilesiyle yaratılmış, Allahcc en sevdiği kulunun Mekke ve

Medine döneminde ne zorluklarla yaşadığı hayatı, farklı kitaplardan ve hocalardan okuyup

yada dinleyip, öğrenebilirsiniz.

Ancak, benim adıma almam gereken ders şuydu:

Peygamberimiz sav in başına işkembe koydukları zaman bile, hiçbir zaman Allah’ım niye

bunu bana uygun gördün diye sormamış iç dünyasına. Aslında, kendisi de tabiri caizse Tık-

Tık ını yani Rabbimizle bağlantıyı mükemmel uygulamış; soru sorup, ruhunu boğmak yerine,

vazifesini yapmış, yani insanlara Rabbimizi anlatmaya devam etmiş.

Tabiki de bizler birer peygamber değiliz ve onun kadar sabır ve şükür yapamayız. Ancak, çok

fazla sorularla boğuşursak, gerçegi bir nevi görmeyi erteliyoruz yada engelliyoruz iç

dünyamızda aslında. Tabiki de gerektiğinde gerekli sorular mutlaka sorulmalı ve gerekli

tepkiler verilmelidir. Rabbimizde bizden bunu istemektedir. Müslümanlar olarak, uyanık

olunmalı ve Rabbimizin biz insanoğluna, hayvanlardan ve diğer canlılardan üstün tutarak

bahşettiği irademizi kullanmalıyız. Ancak, bazen biz insanoğlu olay bittikten sonra, iç

dünyalarımıza o kadar çok gereksiz sorular soruyoruz ki, daha sonra hızlı şekilde

toparlayamıyoruz, çözüm bulamıyoruz ve daha derin boşluklara düşüyoruz.

Başka bir örnekte, İstanbulumuzun fatihi, Fatih Sultan Mehmed Han dan verelim inşallah.

Sultanlar sultanı Fatihin de İstanbulumuzu feth edeceği, yıllar önce mübarek peygamberimiz

sav tarafından müjdelenmiş ve isim vermese de o komutan ne güzel komutandır demişti.

Hakeza, Fatihimizin babası Murat Han ile hocası Hacı Bayram Veli Hazretleri arasında ki

diyaloğu bilmeyenimiz yoktur. Mübarek Hacı Bayram Veli hazretleri aslında müjdeyi

vermişti Murat Han a. Ne demişti: İstanbul’un fethi senin şu beşikte yatan oğlun Fatih ile

bizim köse Akşemseddine nasip olacak.

Bizim kıssamıza göre yorumlarsak; bu 2 sine İstanbulumuz fethi yazılmış demiş Hacı Bayram

Veli Hazretleri. Peki, Fatih Sultan Mehmed Hanımız ne yapmış? Rabbim, İstanbul’un bana

fethini sen ezelde yazdın hadi ver mi demiştir? Hayır. Birçok stratejiler geliştirmiş, geceleri

çoğu zaman uyumamış ve İstanbul ya sen beni alacak ya ben seni diye zorluklarla mücadeleye

girişmiş, kısacası görevini yapmıştır. Ama bu görevi yaparken, tabiri caizse, Tık-Tık ını son

derece güzel ve Rabbimizin istediği çerçevede çalıştırmıştır.

Bunun sonucunda, gemileri karadan yürütmek gibi inanılmaz bir hissiyat ve fikir gelmiş ve

İstanbulumuz feth olunmuştur. Zaten bizler iç dünyamızda, Tık-Tık larımızı, Rabbimizin

istediği şekilde çalıştırdığımız zaman, bu hissiyat ve fikirleri veren ve yollayan da gerçek

sahibimiz olan, Rabbimizdir.

13

Başka bir örnekte, Kurtuluş Savaşımız, Çanakkale destanımız da bu mantıkla ve Rabbimizin

yardımıyla kazanılmıştır. Çanakkale destanının simgelerinden, Seyid Onbaşı, 250 kiloluk

mermiyi, taşıması gerekirken, nasıl taşınır bu kadar ağırlık dememiş. Son çare olunca,

Rabbimizin yardımıyla taşımıştır. Örnekleri coğaltabiliriz.

Buraya bir not düşelim; Bu kitapta, günümüzde ki güncel insanların yada kurumların veya

futbol takımlarının isimleri söylenmeyecek olup, şuan da günümüzde yaşamayan kişiler,

örnek vermek amacıyla ve akılda daha iyi kalması açısından verilmektedir.

Aslında bu anahtarımızda ki mantık şudur;

Günümüzde ki insanoğlu olarak yapmamız gereken; vazifemizi yapmak ve sonuca koşulsuz,

pazarlıksız razı ve teslim olmaktır. Çünkü; Rabbimizin belli bir sistemi vardır ve bu sistemde

bizim asıl vazifemiz; ruhumuzda gerçek sahibimize daha da yaklaşarak, kulluk vazifesini

yapmak ve rızasını almaktır. Bunun içinde ruhumuzda yada iç dünyamızda; bizi boğacak,

yüreğimizi tıkayacak yada boşluğa düşürecek sorulardan mümkün olduğunca uzak

durmalıyız.

2. Anahtarımız: Vazifemizi yapalım, karşı taraf ne düşünür, nasıl hareket eder, senin

sorumluluğun da değil ve elinde de değildir:

Bu anahtarımızı da, şahsım adına uyguladıkça çok rahat etmekteyim. Bu anahtarımızın

mantığında, başkası için yaşamak yerine Allah için yaşamak tercih edilmelidir. Yani; Elalem

ne der yerine Rabbimiz ne der diyebiliyorsak, o zaman çok daha rahat oluruz. Bu

anahtarımızı da gündelik hayatımızda, Anne – Baba – Eş – Çocuk – Akraba – Komşu gibi her

kesime uygulayabiliriz.

Aslında, bu anahtardan şöyle mükemmel bir söz doğmuştu. Bu sözü de bana sağlayan best

buddyime tekrardan teşekkür ederim. Kendisi demişti ki; Beklentiler ilişkilerin katilidir.

Çok muhteşem bir sözdü bu. Daha sonra bu sözün üzerine düşünmeye başladım ve 2.

anahtarımızı oluşturdum.

Gerçekten de, bu söz, bütün ilişkiler de geçerliydi. O zaman benim yapmam gereken;

Beklentimi sadece Rabbimizden beklersem, işte o zaman hayat bana kolaydı.

Örnekler vererek açıklayalım inşallah.

Bir Anne - Baba düşünelim. Çocuklarını, Rabbimizin emaneti olarak görseler ve ortaya

Rabbimizi koysalar ve beklentilerini sadece Rabbimizden bekleseler ve şöyle deseler

birbirlerine:

Ey hanım ve Ey bey; Bu çocuk, Rabbimizin emanetidir, bizim vazifemiz onu İslam ahlakıyla

yetiştirmek ve buluğ çağına gelene kadar bakmaktır. Biz, beklentimizi çocuğumuzdan değil

de Rabbimizden yapalım deseler ve o çocukta böyle bir İslam ahlakıyla yetiştirilse, bu çocuk

büyüdüğü zaman, nasıl bir ahlak yapısına sahip olacaktır? Geleceği bilemeyiz ama çocuğu

yetiştirirlerken, anne ve baba, Tık-Tık larını Rabbimizin istediği şekilde çalıştırdıkları için ve

ortaya Rabbimizi koydukları için, çocuğu da Rabbimizin emaneti olarak gördükleri için, o

çocukta gerçek İslam ahlakıyla yetiştirildiği için, büyük ihtimalle kötü alışkanlıklardan uzak

duracaktır.

14

Ancak, bu devirde maalesef bazı anne ve babalar, çocuktan çok fazla beklentiye giriyorlar ve

çocuk büyüyünce, o beklentiler karşılanmayınca, başlıyorlar hayal kırıklıklarına ve isyana.

Vay efendim, biz çocuğa şunu yaptık, bunu yaptık, bak çocuğumuz bizi aramıyor, sormuyor

yada huzur evine koymak istiyor deyip, daha da çok üzülüyor ve boşluğa düşüyorlar.

Hakeza çocukta, Anne ve babasını severken, ortaya Rabbimizi koysa ve dese ki; Ey Rabbim,

sen benim gerçek sahibimsin ve anne - babamı aracı kıldın ve dönüşüm tekrardan sana

olacaktır. Ancak, bu dönüşüme kadar, anne ve babamın üzerimde emekleri çoktur ve mübarek

peygamberimiz sav den öğrendiğimiz üzere, sen; anne ve babaya çok önem veriyorsun.

Cennet, annelerin ayakları altında diyorsun. Ben de, anne ve babamın rızasını alayım diye bu

istikamette gitse, anne ve babasından çok fazla beklentiye girmese, işte o zaman;

bakamayacaksanız niye beni doğurdunuz, Allahım neden ben bu aile de dünyaya gelmişim

yada keşke beni doğurmasaydınız gibi sözler ve sorular aklına gelmez hatta anne ve babasını

huzur evlerine götürme teklifi bile aklının ucundan geçmez.

Son olarak, bu sözü evli çiftler için de uygulayabiliriz. Eşlerde ortaya Rabbimizi koyarak

birbirlerini sevseler ve deseler ki; Ey Rabbimiz, sen ne güzel 1 eş nasip ettin bana. Ahlakım

onla uyuşuyor, ben ondan razıyım, sende razı ol. Eşim senin emanetin ve birbirlerinden razı

olan eşlerden, sende razısın ve bu geçici dünyada iyi geçinen eşleri de cennetinde

ayırmayacaksın deseler. Bu şekilde iyi geçinen eşlerin, çocuklarına da aynı şekilde sevgilerini

aşılasalar ve beklentilerini sadece Rabbimizden yapsalar, işte o zaman bence özlem duyulan

aile yapısı ve modeli ortaya çıkar sevgili okuyucularım.

Hani bazen, televizyonlarda yada üniversitelerde paneller veya seminerler verilmektedir.

Mutlu aile yapısı nasıl olmalıdır diye. İşte cevabı çok basittir. 2. anahtarımızı kullanırsak ve

ortaya da Rabbimizi koyarsak, Allah`ın yardımı ve izniyle bütün zorluklar aile içinde

halledilebilir diye düşünüyorum.

Bir de bu anahtarımızın en önemli özelliği; önce can, sonra cananlar gelmelidir. Yani, önce

ben kendim mutlu olmalıyım. Zaten ben mutlu olursam; annem, babam, eşim, çocuğum

dostlarım da mutlu olacaktır. Yine kitabıma, tevafuk eseri okuduğum bir sözü de paylaşmak

isterim okuyucularımla. Bu sözde beni çok etkilemiştir ve aklımın bir ucunda her zaman

durmaktadır. Kendini bilen Rabbini bilir, kendini bilen bilmeyenin kusuruna bakmaz

demişti bu sözü paylaşan kalbi temiz din kardeşim ve ne de güzel söylemiş, yüreğine sağlık

diyorum ve teşekkür ediyorum bu güzel söz için.

Bu anahtarımızı da özetlersek;

Bizler ister baba, ister anne, ister eş, ister çocuk, ister işveren, ister çalışan olarak;

görevlerimizi en iyi şekilde yaparsak ve karşı taraf ne düşünür yada ne yapacak diye çok fazla

sorulara boğulmazsak, ki boğulsakta değişen birşey olmamaktadır. Çünkü karşı tarafın nasıl

hareket edeceği ne sorumluluğumuzdadır ne de elimizdedir. Beklentimizi de sadece

Rabbimizden beklersek, bu sayede kendimizi bileceğimiz için, Rabbimizi de bileceğiz ve

başkalarının kusurlarıyla uğraşmayacağız. İşte o zaman çok daha rahat ve huzurlu olacağız

inşallah.

15

3. Anahtarımız: Olayları büyütmemeliyiz: ne çok sevineceğiz ne çok üzüleceğiz - bizler,

çölde kum tanesi gibiyiz:

Bu son anahtarımızda, aklımızın bir kenarında daima durmalıdır. İnsanın başına bu geçici

dünyada farklı imtihanlarla çok farklı olaylar gelebilmektedir dedik. Ancak, bu olayları

ruhumuzda yada iç dünyamızda çok fazla büyütmezsek, çok daha rahat kabulleniriz. Esas

mesele zaten, kabullenmek ve özümsemekte yatmaktadır. Ancak, bir olayı çok fazla

abartırsak iç dünyamızda, kabullenmemiz gecikmekte ve ruhumuz daha da yıpranmaktadır.

Her zaman şunu düşünmeliyiz: Üzücü bir olay olsa bile, Tık-Tık larımız çalışmalı ve bu

olayın sebepler vesile kılınarak, gerçek sahibimizden geldiğinin bilincine varılmalıdır.

Ayrıca, bu üzüntümüzü daha da hafifletmek için, bizden daha kötü durumda olanları aklımıza

getirmeliyiz. Hakeza, mutlu bir anımızda da, bu mutluluğumuzu çok fazla abartmamalı ve bu

dünya da bizden daha mutlu olanların da olduğunu hatırlamalıyız.

Toparlayacak olursak; bizler bu geçici dünya da yada koskoca çölde diyelim, basit birer

kum tanesi gibiyiz ve daha fazlası değiliz aslında ve bu yaklaşımla hareket edersek, her türlü

olayı çok daha rahat iç dünyamıza ve ruhumuza kabul ettireceğimize inaniyorum. Olaylar

herkesin başına geliyor ve gelmektedir. Mühim olan; bizim onlara bakış açımızdır. Biz

olayları ne kadar ciddiye alır büyütürsek, o kadar etkisinde kalırız. Ne kadar sıradan görür ve

kabullenirsek o kadar rahat ederiz.

3) SEVGİ TÜRLERİ

Bu bölümde, 3 farklı sevgi türü ile ilgili Japon bir yazarın çok güzel yazısını okumuştum, onu

paylaşacağım. İnternette, uzunca ve mutlaka okunması gereken yazısını bulabilirsiniz. Ben

burda yazıyı aynı şekilde kopyalamayacağım. Kısaca, o japon yazarın bu sevgi türlerini

anlatacağım ve daha sonra yine Tık-Tık ımı çalıştırarak geliştirdiğim Allah için sevgi türünü

açıklamaya çalışacağım.

Japon yazarımız der ki; dünyada 3 türlü sevgi türü vardır. Bu sevgi türlerinde illa eşler

arasında değil, anne - baba - çocuk – dost - arkadaş içinde uygulayabiliriz.

Birincisi; EĞER türü;

Bu sevgi türü, dünya da en fazla görülen ve uygulaması en fazla olan sevgi türüdür. Bu sevgi

türü, şarta bağlı bir sevgi türüdür. Bunlara da örnekler veriyor yazar. Bende günümüzde ki

ilişkilere göre ve bizim toplumumuza göre örnekler vereyim. Ben seni seviyorum sevgilim,

eğer kiralık evden, kendi evimize çıkarsak. Ben sizi seviyorum anne - baba, eğer araba yada

telefon alırsanız. Ben seni seviyorum oğlum - kızım eğer ders notların iyi gelirse gibi, bu

örnekleri çoğaltabiliriz. Yazar der ki, bu sevgi türü çok fazla beklenti doğurmaktadır ve

gerçekleşmeyince de, hayal kırıklıkları da artmaktadır ve ayrılıklar en fazla bu sevgi türünde

olur.

Buraya bir not düşelim: Bir önce ki bölümde, beklentiler ilişkilerin katilidir sözümüz, aslında

bu sevgi türünde ne kadar da doğru bir söz olduğunu daha iyi görebiliyoruz.

16

İkincisi; ÇÜNKÜ türü;

Bu sevgi türü de, eğer kadar yaygın olmasa da, yine de çok fazla karşımıza çıkmaktadır. Bu

sevgi türü de aslında temel olarak, sevgimizi şarta bağlamaktadır. Yine örnekler verelim: Ben

seni seviyorum, çünkü yakışıklı yada güzelsin. Ben seni seviyorum çünkü paran, malın,

mülkün var. Ben seni seviyorum çünkü kariyerin var gibi örnekleri çoğaltabiliriz. Bu sevgi

türü de problemlidir ve ayrılıklara sebep olmaktadır diyor yazar.

Peki, olması gereken ve insanların muhtaç olduğu sevgi türü nedir diye sorduğu zaman,

cevabını da kendisi vermektedir.

Üçüncüsü; RAĞMEN türü;

İşte bu sevgi türünde, karşılıksız ve beklentisiz sevgi türüdür. Ben seni seviyorum, hasta,

çirkin olmana rağmen. Ben seni seviyorum, araban, evin olmamasına rağmen diyebiliyorsak,

işte özlenen sevgi türü budur diyor yazar.

Tabi ki de, bu son sevgi türünde eşler, yada ilişkide olduklarımız diğer kişilerle, her iki

tarafında birbirlerini rağmen türü ile sevmesi gerektiğini söylüyor. Yoksa, bir taraf eğer yada

çünkü türü seviyor ve diğer taraf rağmen seviyorsa da, sonucun yine ayrılık olması

kaçınılmazdır diyor.

Son olarak, yazarımız, rağmen sevgi türü için şunu diyor; Yüreklerin en çok susadığı sevgi

türü budur diyor ve bitiriyor yazısını.

Ben, bu yazıyı okuduktan sonra, yazının etkisinde kalmıştım ve gerçekten de cok

beğenmiştim yazdıklarını. Ancak, Japon yazarımız, müslüman değildi ama söyledikleri biz

müslümanların başta yapması gerekenlerdi. Fakat japon yazarın kaçırdığı bir nokta vardı.

Sevgi türlerinde Rabbimizi ortaya koymamıştı. Rabbimiz olmadığı zaman, hiçbir şeyin ve

sevginin anlamı da yoktu.

İşte bende dördüncü sevgi türünü Rabbimizi ortaya koyarak, Allah için sevgi türü demeyi

tercih ettim.

Peki, bu sevgi türü nasıl bir sevgi türüydü. Aslında, bir önceki bölümde, 2. anahtarımızı

yazarken ipuçlarını vermiştik.

Dördüncüsü; ALLAHcc için;

Bu sevgi türümüz; rağmen sevgi türünü de kapsayan, beklentisiz ve karşılıksız ve ortaya

gerçek sahibimizi koyduğumuz zaman oluşan ve bence esas ruhların gerçek manada

susadığı sevgi türü buydu.

Şöyle bir düşünelim: Bizler, ister eşimizi, ister annemizi, ister babamızı, ister arkadaşlarımızı,

ister doğayı, ister doğada yaşayan hayvanları, beklentilerimizi sadece gerçek sahibimizden

yani Rabbimizden bekleyerek, Allah için seversek, Rabbimizde bundan razı olacağı için,

problemlerin çoğu daha başlamadan bitmiş olmaktadır.

17

Örneklerle daha iyi anlaşılacaktır inşallah.

Mesela; eşler birbirlerini, bizler birbirimize Rabbimizin hediyeleriyiz ve emanetleriyiz, gerçek

aşkımız Rabbimizdir deseler, ortaya Rablerini koysalar, ben senden razıyım, Rabbimizde

senden razı olsun deseler ve aşklarının adı; öncelikle seccadeleri olsa, o evde nasıl bir huzur

olur dersiniz?

En güzel örnek her zaman olduğu gibi, mübarek peygamberimiz Muhammed Mustafa sav dir.

Hz. Hatice annemizi çok sevmiş ama ben sana aşığım, sensiz yapamam, sen olmasan halim

nice olur tarzıyla sevmemiş. Hz. Hatice annemizde aynı şekilde ortaya Rabbimizi koyarak

sevmiş. Onlar, önce Rabbimize aşığız demişler ve sende bana onun emanetisin demişler ve

Rabbimizde, her insanoğluna sevgi hissiyatları verdiği gibi, peygamberimiz sav ve Hz. Hatice

annemize de sevgi hissiyatları vermiş ve birbirlerini Allahcc için sevmişler.

Hakeza peygamberimiz Muhammed Mustafa sav, Hz. Aişe annemizi de ilk günkü gibi,

kördüğüm gibi sevmesinde, her zaman gerçek sahibimiz olan Rabbimiz ortalarında varmış.

Bu yazdıklarımdan şu mantık çıkmamalıdır: ee biz sevmeyelim mi, aşkı yaşamayalım mı?

Benim demek istediğim böyle birşey değil ki, tam tersi; insanları da, eşimizi, annemizi,

babamızı, arkadaşlarımızı da çok ama çok sevelim ancak ortaya Rabbimizi koyarak ve sadece

Rabbimizden beklentili sevelim. O zaman bu sevgimizden, Rabbimizde razı olacağı için,

sevgimiz çok daha anlamlı ve özel olacaktır inşallah.

Bir başka örnek verelim.

Ağaçları ve doğayı ve hayvanları da Allah için sevgi türüyle sevebiliriz. Bu nasıl oluyor

dersek?

Ağaçları 2 türlü bakış açısıyla sevebiliriz. Allah için sevmezsek, aman ne olacak, yeşil bitki

örtüsü yada ağaç işte, odun parçası gibi düşünebiliriz.

Ama ortaya Rabbimizi de koyduk mu şöyle sevmek daha güzel değil midir?

Maşallah, Rabbimiz ne de güzel yaratmış bu yeşil bitki örtüsünü. Onlar sayesinde yağmurlar

daha fazla yağmakta, oksijenlerimiz daha çok olmaktadır. Rabbimize şükür ki, bizlere bu

yeşillikleri görmeyi ve faydalanmayı nasip etmiş desek.

Hakeza, doğada ki tüm canlıları da bu şekilde sevsek;

Hangisi daha güzel ve huzur verici olmaktadır?

Sonuç olarak; ister insan ilişkilerinde ister çevreyle ilişkilerimizde ister diğer hayvan ve

canlılarla olan ilişkilerimizde; karşıdakini Allahcc için seversek yada başka bir deyişle

Yaratılanı severim, Yaratandan ötürü dersek, işte o zaman gerçek anlamda ve Rabbimizin

razı olduğu şekilde sevmiş oluruz ve şeytan veya nefislerimizden gelebilecek her türlü

düşünce ve hissiyatların da hiçbir zaman kurbanı olmayız inşallah.

18

4) GÜNCEL YAŞAMDAN 4 FARKLI OLAY VE 4 FARKLI BAKIŞ AÇISI

Evet, sevgili okuyucularım. Gelelim, kıssa ve 3 altın anahtarlarımız ve Allah için sevme

türünü de açıkladıktan sonra, bunları gündelik hayatta ki olaylara nasıl uyguladığımızı

gösterelim.

a) Futbol maçı izleme olayı ve kavgaların engellenmesi için çare:

Öncelikle ülkemizde ki en popüler spor dalı olan futbol maçları ile başlamak istedim.

Ülkemiz maalesef, özellikle futbol maçlarında ki aşırı stres ve küfür sonucunda, bazen hiç

istenmeyen şiddet, yakıp, yıkmalar ve hatta ölümler olmaktadır.

Bu ölümlerin en güncel olanı ise, 2012-2013 sezonunda, şampiyon takım açıklandıktan sonra,

o gece oldu ve ailelerin evlerine tabiri caizse ateş düştü.

İşte, bu kıssamızı şöyle uygularsak, futbol maçlarında acaba şiddet diye bir olay kalır mı ona

bakalım.

Kitabın başında da bahsettiğim gibi, burada yazılanlar belli bir kitleyi yada kişileri hedef

almamaktadır. O yüzden, kulüb ismi yerine A kulübü ve B kulübü diyeceğim. Taraftar

isimleri olarakta yine hedef olmasın diye X ve Y kişileri diyeceğim.

Farzedelim ki X abimiz, A kulübü takımını tutuyor ve koyu bir fanatiktir. Hakeza Y abimiz

de, B kulübü takımını tutuyor ve o da koyu bir fanatiktir. Bu abilerimiz, derbi maçı

münasebetiyle, kahveye yada evlerine misafirliğe gittiklerini düşünelim.

Maça başlamadan önce, X ve Y abilerimiz, kıssayı akıllarına getirerek, Tık-Tık larını

Rabbimizin istediği şekilde çalıştırsalar ve şu diyalog geçse aralarında:

X abimiz: Y kardeşim, 2013-2014 sezonunda şampiyon kim olacak?

Y abimiz: Ne bileyim kardeş, zaten kimin olacağı Rabbimiz tarafından yazılmıştır.

X abimiz: ee peki biz ne yapacağız, seyretmeyelim mi maçları, bütün sezon boyunca

kardeşim?

Y abimiz: Yoo seyredelim kardeşim ama birbirimize küfür etmeden, birşeyleri kırmadan,

sandalyeleri fırlatmadan, şiddet uygulamadan seyredelim.

Y abimiz devam eder: Böyle seyredersek, yine takımlarımızı destekleyelim ama bu sefer

ortaya Rabbimizi koyduğumuz için, bu sefer sinirlerimizi kontrol altına almış olacağız ve

güzelce çay ve kahvemizi yudumlayacağız ve hem maçımızı seyredeceğiz hemde güzel vakit

geçireceğiz ve muhabbet edeceğiz ve bizim bu güzel geçinmemizden Rabbimizde razı olacağı

için, maç bittigi zaman, takımlarımız yenilse bile, evlerimize döndüğümüz zaman, ailemize,

çocuklarımıza çok daha pozitif döneceğiz ve biz mutlu olduğumuz için ailelerimiz de mutlu

olacaktır.

19

X abimiz: Valla çok doğru söylüyorsun. Zaten, bizler sohbetlerimizde ve konuşmalarımızda,

her zaman demiyormuyuz, bu Avrupalılar maçları ne güzel seyrediyorlar ve maç bitince sanki

birşey yokmuş gibi evlerine gidiyorlar. İşte, adamlar müslüman olmasa bile, Tık-Tık larını

Rabbimizin istediği şekilde çalıştırdıkları için ve Rabbimiz onların bu davranışlarından razı

olduğu için, bu geçici dünyada onlara mutluluk ve huzur ve keyifli maç seyretme fırsatı

veriyor.

Sonuç: X ve Y abilerimiz son derece keyifli bir maç seyredeler ve hem hayatlarından zevk

alırlar hemde ne bir küfür ne de bir şiddet olur. Şimdi bu diyalogdan hareketle, bir genelleme

yapalım ve tüm kardeşlerime, abilerime kendi iç dünyalarında aşağıda ki diyaloğu

yapmalarını tavsiye ediyorum.

Eyy benim şeytan ve nefsim; ben maçları seyrederken öyle bir stres yaparak, bu maçın sonucu

ne olacak, ne olacak diye kendimi ve özellikle ruhumu, bir sezonda 34 hafta boyunca yiyip,

bitiriyorum ve arkadaş, dost, aileme ve çocuklarıma kötü örnek oluyorum. Ama ben futbolu

da maç seyretmeyi de çok seviyorum. Bundan sonra, yine maçlarımı bambaşka bir bakış

açısıyla ve zevk alarak seyredebilmek ve sizden gelen düşünce ve davranışlarımda da kontrol

mekanizması olarak, Tık-Tık ımı çalıştırıp, ortaya Rabbimi koyacağım ve bundan sonra hayat;

hem bana güzel hem arkadaş ve dostlarıma hemde sevdiklerime inşallah diyeceğim.

b) Taksim 1 Mayıs 2013 olayları ve Boston Maraton karşılaştırması

Bu 2 farklı olayları karşılaştırmamda, hiçbir zaman bir kesimi yada grubu hedef

almamaktayım. Bu karşılaştırmayı yazmamda ki amaçta, herhangi bir siyasi mesaj verme

yada başka bir nedenim yoktur ve bunu en iyi Rabbim bilmektedir ve şimdiye kadar siyasete

de hiç girmedim ve girmeye de niyetim yoktur. Ancak, ben hayatı ve olayları farklı bir

pencereden yorumladığıma inandığım için, kitabın başında yazdığım kıssa ve Allah için sevgi

türünü de güncel olaylarda görerek, kendi iç dünyamı sürekli beslemekteyim.

1 Mayıs 2013 te, yetkililer bir karar aldılar ve Taksim de yayalaştırma çalışmaları ve inşaatlar

devam ettiği için, meydanı kutlamalara kapattılar. Bunun yerine, bu senelik kutlamaları, Asya

tarafında, Kadıköy de; Avrupa yakasında da Zeytinburnu Kazlıçesme de yapabilirsiniz ve

seneye tekrardan Taksim de kutlanabilir dediler.

Bu duyurudan sonra, artık olay bitmiş ve karar alınmıştı. Kararı alırken yetkililer, Tık-Tık

larını doğru çalıştırmış ve ortaya Rabbimizi koymuş ve olaylar olursa, Rabbimizin emaneti

insanlarımıza, inşaat çalışmalarından dolayı kötü şeyler yada başlarına birşeyler gelebilir yada

olabilir dediler ve böyle bir karar aldılar diye düşünelim.

Ancak, Tık-Tık larını ortaya Rabbimizi koyarak çalıştıramayanlar, bu sene Taksim de

kutlama yazılmamış diyemediler ve farklı hissiyatlarla, niye kutlanmıyormuş ki, nasıl

kutlanmaz, kesin kutlayacağız diye direndiler ve bir sürü olaylar, polise taşlar sopalar atıldı,

işyerleri zarar gördü ve gözaltılar oldu. Tabiki de, bu olaylarda en büyük zararı hem ülkemiz

hem çevre işyerleri hemde gözaltında olan insanların aileleri gördü.

NOT: Ülkemiz, büyük çoğunluğu müslüman olan bir ülkedir.

20

Gelelim ABD de, Boston şehrinde her sene yapılan ve bu sene de, 15 Nisan 2013 te yapılan

Boston Marathona.

15 Nisan gününde, İslamiyetle hiç alakası olmayan, bombalı bir eylem gerçekleştirildi ve

suçlu olarak 2 çeçen genç aramaya başladılar. Boston da ki yetkililer, halka dedi ki, 2 gün

boyunca, can güvenliğiniz için hiç kimse dışarıya çıkmayacak ve biz bu gençleri bulacağız

dediler.

Bütün polisler seferber oldu ve inanılır gibi değil. Halktan kimse de 2 gün boyunca dışarı

çıkmadılar. Boston şehri hayalet şehre dönmüştü. Büyük çoğunluğu müslüman olmayan halk,

Tık-Tık larını doğru şekilde çalıştırarak, yetkililer, böyle bir karar almış, niye çıkmıyoruz ki,

neden çıkmayacakmışız, yasaklar delinmek içindir gibi tabirler, iç dünyalarına söylemediler.

2 gün boyunca dışarı çıkmak yazılmamış dediler de diyebiliriz aslında.

Sonunda; o 2 genç yakalanınca da, bütün halk dışarı çıkarak, polislerini alkışlarla uğurladılar

ve yetkilileri tebrik ettiler.

NOT: Bu ülke de, büyük çoğunluğu müslüman olmayan bir ülkedir.

c) Gezi parkı olayları ve Central park karşılaştırması

Yetkililer, Taksim gezi parkında ki ağaçları, bu sefer Tık-Tık larını farklı çalıştırarak,

sökeceğiz dediler. Oysa o ağaçlar Rabbimizin emanetleriydi. Ortaya Rabbimizi koysalardı ve

bir önceki bölümde, Allah için sevgi türünde yazdığımız gibi 2 farklı şekilde ağaca bakabiliriz

dediğimiz zaman, bu ağaçlar sayesinde, insanlar daha fazla oksijen alıyorlar ve Rabbimiz de

razı değildir demediler ve sökeceğiz dediler ve ilk müdahaleyi yapan yetkililerde çok sert bir

müdahale yaptılar.

Bunu duyan, halktan bir sürü iyi niyetli insanımız da gezi parkına akın ettiler ve aslında

masumca başlayan bir protesto gösterisi, bu sefer 1 Mayısta istediklerini alamayan veya Tık-

Tık larını ortaya Rabbimizi koyarak çalıştırmayanlar ve ülkemizin kalkınmasını

istemeyenlerin, olaylara dahil olmasıyla beraber, maalesef güzel memleketimiz de 3 hafta

boyunca, istenmeyen görüntüler ortaya çıkmıştır. Başta, ekonomimiz olmak üzere, turizm

sektörü de dahil, güzel ülkemiz zarar görmüştür.

Buraya da bir not düşelim: ben burada, yetkililerin avm yada müze yapacak şeylerine

girmiyorum. Çünkü bu gibi sebepler ve açıklamalar insanları boşluğa düşüren konuşmalardır

ve siyasete de girmediğim için, tabiri caizse teknik detaylara girmiyorum. Zaten, yetkililerin

de gerçek niyetini de Rabbimiz bileceği için, çok detaya inmez isem, olayı dışardan çok daha

rahat ve farklı bir pencereden bakabiliyorum aslında.

Ancak, ben Rabbimin verdigi iradeyi, Tık-Tık ımı, Rabbimizi ortaya koyarak çalıştırdığım

zaman, şöyle bir yorum ortaya çıkmaktadır.

Yetkililer, ister ağaç sökme olayında, ister masum insanlara sert müdahale yaparken, Tık-Tık

larını Rabbimizin istediği şekilde çalıştırsalardı ve gezi parkında ki ağaçlara dokunmaktan

Rabbimiz razı olmayacak deyip, bu ağaçları buradan sökmek yazılmamış deselerdi iç

dünyalarına, belki de bu kadar olaylar çıkmazdı ve 3 hafta boyunca devam etmezdi.

21

Aynı şekilde, ABD de, New York şehrinin tam göbeğinde, yaklaşık 10 km. uzunluğunda,

dünyaca ünlü Central Park ta, bir sürü ağaç vardır ve şehrin tam ortasında olmasına rağmen,

New York yetkilileri bu parka hiç dokunmamaktadırlar ve Tık-Tık larını şöyle

çalıştırmışlardır: Bu parkı ve ağaçları diktik ve bir sürü insanımız, burada spor yapıyorlar,

temiz hava alıyorlar ve hayatlarını daha da güzel geçiriyorlar ve hiçte problem olmuyor

halkımızla.

Bu 2 olaydan çıkarılacak sonuç;

Bizim ülkemiz ve diğer İslam ülkelerinde de maalesef, müslüman olmamıza rağmen, Tık-Tık

larımızı çalıştırırken, olaylarda bazen Rabbimizi ortaya koyamadığımız için, bu tür olaylar

olmaktadir. Bu 2 olayda suçlu aramak yerine geleceğe yönelik şöyle bir çözüm bulunabilir:

Her kim olursak olalım yada ne iş yapıyorsak yapalım, ister halk tarafında olalım, ister

yetkililer tarafında; her bir insanımız, iç dünyasına bir eylemi yada hareketi yapıyorken şunu

sormalıdır: Acaba Rabbimiz bu hareketimden razımıdır? Bu sorunun cevabını da, yine o

kişinin kendi içinde vermesi ve Rabbimize ve müslümanlığa uygun hareket etmesi gereklidir.

Amerika yada diğer gelişmiş ülkeler ise, müslüman olmasalar bile, yetkililer; Tık-Tık larını

çalıştırırken, yukarıda ki 2 örnekte görüleceği üzere, insanlarını ve doğayı korumak adına

Rabbimizin de razı olduğu şekilde davrandıkları içinde, mükafatlarını bu geçici dünya da

almaktadırlar.

Aynı şekilde; bu Amerika ve diğer gelişmiş ülkeler de ki halkta, yine müslüman olmasalar

bile, Tık-Tık larını çalıştırken; Rabbimizin de razı olduğu şekilde, yetkililerin dediklerine

uyarak ve devletiyle bütünlük içinde yaşamaktadırlar ve mükâfatlarını bu geçici dünyada da

almaktadırlar.

Biz müslümanlar ise, olmamız gereken yerden çok uzak bulunmamızın ve geçmiste ki

ecdadımız gibi olamayışımızın en temel sebeplerinin başında, yukarıda ki 2 farklı olayda ve

bir önceki örnekte ki futbol maçlarını nasıl izlememiz gerektiği örneğinde yatmaktadır

aslında diye düşünüyorum.

Neticede; hayat ve yaşam, müslümanlara kolay olması gerekirken, ne enteresandır ki; iç

dünyalarımızda ki Tık-Tık larımızı çalıştırmada ki hatalardan dolayı, hayatı ve yaşamı

zorlaştıran yine biz müslümanlar olmaktayız.

d) Meşhur bir dizi ve Damardan şarkı sözleri

Bunu da özellikle bu bölümde yazmak istedim sevgili okuyucularım. Bu kitapta, isim yada

hedef gösterme olmadığı için, bu meşhur dizimizin adını da yazmayacağım ama konusu

itibariyle, günümüz tabiriyle, reyting rekorları kıran ve ulusal bir kanalda her hafta oynayan

bir dizidir ve sezon finali vermiştir ve gelecek sezon devam edecektir.

Ben, bu diziyi çok seyretmemekle beraber bir bölümünde, çok enteresan bir sahne gördüm ve

ondan sonra sosyal medya da, gençlerimizin yazdıklarını okuyunca, kitabıma eklemek

istedim.

22

Bu meşhur dizinin bir sahnesinde, birbirlerini deli gibi seven 2 insan, senaryo gereği; erkeğin

gizlediği gerçeği duyan kızımız, sevdiğinden ayrılır ama erkeği bir türlü unutamaz ve aşkın

büyüsüne kapılır ve geceleri uyuyamaz ve acısı daha da katlanarak artarken, kızımızın erkek

kardeşinin söylediği 1 söz hem kızımızı hemde sosyal medya da ki binlerce gönülden birbirini

sevmiş ve ayrılmış olan çiftleri daha da üzecektir.

Erkek kardeşi kızımıza, teselli verirken şunu demişti: Aşk acısı unutulmaz, alışman gerek.

Bunu duyan kızımız o bölümde tabiri caizse yıkılır. Bu şu demekti aslında, birini çok

sevdiysen ve ayrılık kaderimizde yazılmış olsa bile, ben ruhumu ve iç dünyamı ısrarla daha

fazla yaralamaya ve niye, niçin, neden böyle oldu tarzı sorularla tahrip etmeye devam

edeceğim.

Peki, bu durumda seven erkeğimiz soluğu nerde almıştı?

Tabiki de aşk varsa ve ortada Rabbimiz yoksa Rabbimizin olmadığı yerde de şeytan ve

nefislerimiz varsa, soluğun alınacağı adres; içkiler olmaktaydı ve seven erkeğimiz de, kafayı

dağıtmak için, kendisini içkiye vermişti. Çünkü içki onun beynini uyuşturuyordu ve

düşüncelere boğulmuyordu belli bir süre.

İşte bu 2 sahne, o gecenin en çok konuşulan konularının başında geliyordu sosyal medya da.

Bunları böyle yazıyorum sevgili okuyucularım. Aslında, şunu demek istiyorum:

Tabiki de duygularımız var, sevmelerimiz var, aşklarımız da olacak. Ancak, gerçek aşkımızı

Rabbimize verirsek ve diğer insanları da Rabbimize olan sevgimizden dolayı seversek,

ayrılığında kaderimizde yazılmış olabileceğini kabullenirsek, ruhlarımızı bu kadar üzmeye ve

çok fazla boşluklara düşmeye gerek kalmayacaktır demek istiyorum.

Hakeza, damar şarkı sözlerinde de durum aynıydı. İsim vermiyoruz ama şu anda piyasa da

bir sürü içli ve damar şarkılar ve sözleri var ve kendisini fazla kaptıran gençlerimiz, bu

şarkıları da duyunca ve bunun üzerine tabiri caizse, kafayı da içkiyle bulunca, maalesef

intiharlar yada cinayetler olmaktadır. Geçmişte ama çokta uzun bir süre önce de değil, yine

ünlü bir şarkının parçasını dinleyen bir gencimiz, canına kıymıştır.

Bir büyüğüm demişti ki; insanın hayal gücüne, hiçbir teknolojik hız yetişemez. Bir bakarsın

kendini, ilkokul sıralarında bulursun; bir bakarsın Fatih Cami imamının arkasında namaz

kılarken bulursun demişti. İşin aslı gerçekten de öyleydi.

İster bayan olalım ister erkek; bir ilişki yaşamışsak ve o ilişki bittiyse üzerinden ne kadar

zaman geçse bile bir damar şarkı duyduk mu, hayal gücümüz hoppp bizi eskilere götürüyor.

Eee ne yapalım arkadaş damar şarkılar da mı dinlemeyelim? Ben onu da demiyorum.

Ne diyorum? Eğer dinlediğiniz şarkı, sizin iç dünyanıza zarar vermeye başlıyorsa ve

boşluklara doğru gidiyorsanız, hemen kıssamız aklınıza gelsin ve iç dünyanızda bir kontrol ve

frenleme sistemi oluşturun ve kaderimde ayrılık yazılmış demeliyiz. Israrla, sevdiğim erkek

veya bayan, benim kaderimdi, neden ayrıldık, biz ayrılamayız, onsuz ben nasıl yaşayacağım,

onla olmadıktan sonra hayatın bir anlamı yok tarzı cümleler, iç dünyamızda kurmayalım

inşallah.

23

Sonuçta; sevelim, sevilelim ama ne olursunuz, sizden ricam ve tavsiyem şudur:

Ruhlarımız ve iç dünyalarımız çok fazla boşluğa düşüyorsa ve toparlama süremiz daha da çok

uzun sürüyorsa; kitabımızın başında ki kıssamız aklımıza gelsin ve olan ile ölene çare yoktur

diyelim yada ayrılığımız kaderimizde yazılmıştır diyebilelim ve iç dünyamızı hızlı bir şekilde

toparlarsak, işte o zaman gerçek sahibimiz ve bizim yaratıcımız Rabbimize daha da

yakınlaşabiliriz ve ibadetlerimizi ve kulluk vazifemizi çok daha güzel ve keyifle yapabiliriz.

5) BEŞ FARKLI AÇIDAN HAYATI YORUMLAMAK

Kitabımızın bu bölümünde, hayatımızı, nihai hedefimiz olan Rabbimize kavuşmamızı ve

onun cennetine girebilmemiz için, yapmamız gerekenlerin neler olduğunu, gündelik olaylarla

ve farklı bir bakış açısıyla yorumlamaya çalışacağım inşallah.

Bu yorumlamalarımı, herhangi bir yerden almadım yada kopyalamadım. Ancak, şeytan ve

nefsimden gelen düşünceler, hissiyatlar aklıma geldiğinde, bende devreye hemen kıssamızı

aklıma getirip, Tık-Tık ımı çalıştırarak, tabiri caizse Rabbimle bağlantıya geçtiğim zaman ve

ortaya da Rabbimi koyduğum zaman, o düşünceler ve hissiyatlar belli müddet sonra geçmekte

ve beni de çok boşluğa düşürmeden, toparlanmamı sağlayabildiğim zaman, bu sefer bambaşka

yorumlar ve hissiyatlar ve düşüncelerle, aşağıda ki yazılar ortaya çıkmıştır.

a) Sinema Filmi – Senaryo Yazmamalı:

Bir gün sinema filmine gittim ve film bittikten sonra, aklıma şöyle fikirler ve yorumlar geldi:

Bizler bir filmi seyrederken, aslında o filmi seyretmesek bile konusunu biliyoruz ve filmin

sonu da nasıl bittiği bellidir. Filmin senaristi, izleyici daha filmi izlemeden, senaryoyu

önceden yazmıştır ve bizler de, filmin konusunu ve hatta sonunu bile arkadaşlarımızdan

öğrensek bile, seyretmeye gideriz çoğu zaman. Ayrıca, filmler de yönetmen ve iyi ve kötü

roller de olan oyuncular da vardır.

İşte, bende dedim ki kendi kendime ve iç dünyama:

İnsan ömrü ortalama 70-75 yıl deseler bile, film aklıma gelerek, filmler de genelde 90 dakika

olduğu için, 90 yıl olduğunu kabul edelim. Tabiki her bir insanın ne kadar yaşayacağını,

Rabbimiz bilir ve ben genel olarak bu ortalamayı aldım.

Rabbimiz de, bu dünya da geçirdiğimiz zaman için, her bir kulunun kaderini önceden

yazdığına, tabiri caizse, her bir kulu için ayrı ayrı senaryolarını yazdığına inanıyoruz.

Ancak Rabbimiz, biz insanları, diğer canlılardan üstün tutmuş ve irade vermiştir. Bu demek

oluyor ki, Rabbimiz, bizim hayatımızın çekildiği 90 yıllık filmimizde, biz insanlara

yönetmenlik vazifesi de vermiş ve bu yönetmenliğin yanında, oyunculuk rolünü de

vermiştir. Çünkü biz insanoğlu hayatımızı irademizle yönetiyoruz ve uygulamalarla,

davranışlarla ve hissiyatlarla da hayatımıza şekil veriyor ve yaşıyor ve kendi filmimizi hem

çekiyor hem oynuyoruz.

24

İşte, Rabbimiz biz kullarına aslında şunu demek istemiştir:

Ey kullarım, sizlere bu 90 yıllık kısa filminizde, yönetmelik yapabilirsiniz diye irade verdim.

Ancak, şunu unutmayın ki, sizin için yazdığım senaryonuz yani kaderiniz ile oynamayın yada

değiştirmeye kalkmayın. Ben ezelden hepinizin kaderini yazdım ve ne zaman istersem ancak

ben değiştiririm. Siz kullarımın vazifesi, değiştirmek değildir.

Siz kullarıma, yönetmelik vazifesi de verdiğim için, hayatınızı iyi şekilde ve benim istediğim

çerceve de yaşarsanız, çok fazla niye, niçin, neden, ne olacak sorularıyla iç dünyalarınızı

yıpratmazsanız ve vazifenizi elinizden geldiğince yapıp, sizin için yazdığım senaryonuza

koşulsuz ve pazarlıksız teslim olur ve şükrederseniz, başka bir ifade ile iyi oyuncu olarak

rollerinize devam ederseniz, sonunuz yani ölümünüz de güzel olur ve siz kullarıma

mükâfatımı, ahirette cennetim de vereceğim demek istiyordur.

Ancak sizler, benim size verdiğim iradenizi yani yönetmenlik vazifenizi, benim razı

olmadığım çerceve de devam ettiriyor ve çok fazla niye, niçin, neden, ne olacak sorularıyla iç

dünyanızı mahvediyorsanız ve benden uzaklaşıyorsanız ve sizin için yazdığım senaryoya razı

olmuyor ve senaryonuzla çok uğraşmaya çalışıyorsanız, başka bir ifade ile kötü oyuncu

olarak rollerinize devam ederseniz, sonunuz yani ölümünüz de kötü olur ve siz kullarıma da

cezamı, ahirette cehennemim ile vereceğim demek istiyordur.

Ee peki bazı insanların hayatları 90 değilde, 20 - 30 - 40 - 50 dakikalık olmaktadır diye

düşünebiliriz.

Böyle düşünceler, yine boşluğa düşürür ve ben, âcizane Rabbimizin basit bir kuluyum ve

daha arkamdan bana el işaretiyle bu kaç denilse, yüzümü dönmeden o sayıyı bilemeyecek

kadar acizken, her insanın kaç dakikalık film çektiğini bilemem. Ancak, genel mantık ister

kısa metrajlı filminiz olsun ister uzun metrajlı filminiz olsun.

Burda mühim olan şudur sevgili okuyucularım:

Rabbimizin bizlere bahşettiği irademizi, onun istediği şekilde kullanmalıyız ki, bu kısa ve

geçici ömrümüzde, iyi rollerde kendimizi bulalım ve filmimizin ne zaman sona ereceğini yada

ölümün ne zaman geleceğini bilemediğimiz için ve sinemalar da 10 dakikalık ara vereceğiz

dedikleri halde, hayatımızın çekildiği filmimizde ara verme şansımız olmadığı için;

ibadetlerimizi, namazlarımızı, yaşantımızı, çok geç olmadan yada filmimiz sona ermeden

tekrardan gözden geçirerek, kendimizi toparlayalım ve iyi birer oyuncu olarak, filmimizi

çekelim ve inşallah Rabbimizin karşısına öyle çıkalım.

25

b) Futbol Maçı – Galip Gelinmeli:

Evet, yine güncel bir olayı daha yorumlamaya çalışalım. Aynı şekilde, 1 gün bir derbi maçını

seyrettikten sonra, başladım tefekküre( düşünmeye) ve yorumlamaya.

Futbol maçı oynanırken, iki devre halinde oynanır. İlk yarısı 45 dakika ve ikinci yarısı da 45

dakika olmak üzere, 90 dakikadır. 2 takım vardır ve her bir takım 11 kişiden oluşur. Amaç ise,

sahadan galip ayrılmaktır. Birde bu maçı yöneten ve kurallar koyan ve gerektiğinde sarı yada

kırmızı kart veren, hakem vardır.

Şimdi gelelim, bu bilgiler ışığında, şöyle bir yorum yapmaya:

Biz insanoğlu da, hayatımızı yine 90 dakikadan yola çıkarak, 90 yıl alsak ve hayatla

mücadelemizi de maç gibi düşünsek.

Nihai amacımız Rabbimizin cennetini kazanmak desek ve bu da eşittir, hayatla yaptığımız

mücadele ki, bunun anlamı da maçtan galip gelmek demektir.

Yani; cennet = maçtan galip gelmek olsun.

Maçlar başlamadan önce, ilk 11 i sayalım derler. Bizde hayatla mücadelemizde, karşı

rakibimizi tanıyalım diyelim.

Karşı tarafta genel olarak, kimin nerde oynadığı çok önemli değildir ama çok güçlü bir rakiple

karşılaşmaktayız.

Karşı rakibin ilk 11 i genel olarak şöyle oluşturalım: Bu ilk 11 herkeste farklı olabilir ve

genelleme yapıyorum.

1) Şeytan

2) Nefis

3) Gurur

4) Kibir

5) Para

6) İsyan

7) Nankörlük

8) Haram

9) Küfür

10) Bencillik

11)Cimrilik

Buraya da not düşelim: Dediğim gibi, bu sıralama yada bu kadro, herkes için farklı olabilir

ama mutlaka bunlardan ortak noktalarımız vardir. Mesela; herkes nefis taşımakta ve şeytanla

mücadele etmektedir.

Bu ilk 11 den şu çıkmaktadir. Karşı rakibimiz, çok kuvvetlidir ve maçı kazanmamız için,

bizim de ilk 11 imizin çok sağlam olması gerekmektedir.

Peki bizim ilk 11 imizde neler olabilir?

26

Yine bunları sayalım ve herkesin farklı bir 11 i vardır diyelim ve ortak noktalarımızda vardır.

1) İman

2) Namaz

3) Zekât

4) Oruç

5) Sadaka

6) Güzel ahlak

7) Anne, baba, kardeş ve akrabalarımız

8) Hayırlı bir eş

9) Çocuklarımız

10)Dostlarımız

11)Arkadaş çevremiz

Bizim 11 imizi de belirledikten sonra, maça yani hayat mücadelemize başlayalım.

İşte, bu maçta galip gelebilmenin 1. şartı, sağlam bir kadroya sahip olmak gereklidir.

İlk 11 imizde, özellikle kalemizde, iyi bir kaleci yoksa, örneğin imanımız yada sağlam

savunma hattımız da yoksa, mesela; namaz, oruç, güzel ahlak diyebiliriz. Karşı taraf zaten çok

kuvvetli olduğu için gol yada goller yiyebiliriz.

Hayatımızı da, 1. yarı ve 2. yarı şeklinde ikiye ayırsak;

Yani; yaş olarak: maçın ilk yarısını, hayatımızın ilk 45 yılı diye ele alsak ve maçın ikinci

yarısını da hayatımızın diğer 45 yılı diye ele alalım.

Genel olarak, futbol maçlarında, ilk 45 dakika da daha fazla gol pozisyonu ve goller

olmaktadır. Çünkü karşı taraf, rakibini özellikle ilk 10 - 15 dakika sonrasında tanıdıktan sonra

karşı atağa daha fazla geçmektedir ve hücumunu arttırıp, gol yada goller atmaktadır.

İşte insan ömründe de, ilk 45 dakika yani, ilk 45 yılımız çok önemlidir. Karşı rakibimiz,

doğumdan itibaren ilk 10 - 15 yıl boyunca, bizi tanımaktadır ve üzerimize çok gelmemektedir.

Ancak, hele ki 15. yıldan sonra ve özellikle 15 - 45 yılları arasında, rakibimiz üzerimize daha

fazla gelmektedir.

Bizler, eğer sağlam bir kadro oluşturmayıp, takım olamazsak ve dediğim gibi, ilk 11 imizi iyi

belirleyemezsek, daha maçın ilk 45 dakikasında, gol atamadan, 4 yada 5 sıfır geriye düşeriz

ve maalesef, ikinci yarı da yani 45 yaşımızdan sonra, bu farklı skoru geri getirmemiz ve maçı

galip tamamlamamız daha da zorlaşacaktır ve bazı insanlarımız da, zaten battı balık yan gider

hesabı, tarihi farklı sonuçlarla, maçı kaybedebilmektedirler.

Ancak, ilk 45 dakika da tabiri caizse kale gibi defans ve kalecimizle mücadele edersek, karşı

taraf yorulacaktır ve daha sonra bizde karşı atağa geçebileceğiz ve gol pozisyonlari üretip, gol

yada goller atabileceğiz. Zaten, ilk yarı da çok gol pozisyonuna girip, goller bulursak, 2.

yarıda yani, 45 yaşımızdan sonra, karşı rakibimiz de beyaz bayrağı bizlere sallayacak ve çok

daha farklı maçı kazanabileceğiz.

27

Bu arada, şuna da dikkat etmek gerekir. Bu maç içerisinde, sarı kart görebiliriz. Yani,

Rabbimiz tarafından uyarı cezaları gelebilir. Ancak, dikkat etmemiz gereken kırmızı kart

görmememiz gereklidir( mesela; intihara kalkışmak). Çünkü böyle bir sonuçta, direk oyundan

atılacağımız için, cennete girme şansımız yani, maçı tamamlama şansımız bitmiş olacaktır.

İşte bende öncelikle nefsime ve sevgili okuyucularıma şunu tavsiye ediyorum:

Cenneti kazanmak için çıktığımız bu 90 dakikalık hayatla mücadelemizde, öncelikle ne

olursunuz, ilk 11 inizi çok iyi seçiniz ve özellikle maçın ilk 45 dakikasını çok iyi savunma

yaparak ve mücadele ederek geçiriniz. Bu çok iyi savunmamız ve kadromuz sayesinde, ilk

yarıda gol ve goller de bulacağımıza kalben inanıyorum ve böylece maçın 2. yarısı çok daha

rahat ve gol atarak geçecektir ve böylece, Azrail as da, tabiri caizse, maçın son düdüğünü

çaldığı zaman, yani, ölüm vaktimiz geldiği zaman, maçın sonucu bizler icin çok güzel olacak

ve bu hayatla yaptığımız maçta da galip gelen taraf bizler olacağız inşallah.

Son olarak, bu maçta galip gelebilmemiz için; daima maça hazır ve kondisyonu iyi ve

antremanlı olmamız gereklidir. Bir başka deyişle; hayatla yapacağımız mücadelemizde, Tık-

Tık larımızı, Rabbimizin istediği şekilde çalıştırırsak, her zaman antremanlı ve maça hazır bir

vaziyette oluruz.

c) İstanbul – Edirne Otobanı – Gişelere Ulaşılmalı:

Lüleburgaz da akrabalarımı ziyarete giderken, genelde İstanbul - Edirne otobanını kullanırım.

Cumartesi günüydü ve arabayla, Lüleburgaza doğru yola çıktım. Yoldayken yine tefekküre

başladım.

İstanbul gişeler baya kalabalıktı ve arabalar yavaş gidiyordu.

Ben, o zamana kadar hep sürat yapmayı severdim. Ancak, trafik olduğu için, mecburen yavaş

gidiyordum ve arabada da hız göstergesine gözüm takıldı ve şöyle 1 yorum geliştirdim.

Hayatımızın, İstanbul gişelerinden - Edirne gişelerine kadar olduğunu farz edelim.

İstanbul - Edirne arası ortalama 200 km alalım.

Bu geçici hayatta ki amacımız; çalışıp, çabalayıp, Rabbimizin cennetine ulaşmaktır aslında.

Ee o zaman, benim de amacım, İstanbul gişelerinden çıkıp, kazasız, belasız Edirne gişelerine

ulaşmaktır.

Yani; Edirne gişeleri = Rabbimizin cenneti olsun.

İnsan hayatını da, bu sefer 80 sene ortalama yaşama ömrü diye düşünelim.

28

İnsan hayatını 4 ana evre olarak ele alalım.

0 - 20 yaş arası

20 - 40 yaş arası

40 - 60 yaş arası

60 - 80 yaş arası

İstanbul - Edirne arasını da 4 ana durağa bölelim.

İstanbul - Silivri arası - ortalama 50 km

Silivri - Çorlu arası - ortalama 50 km

Çorlu - Lüleburgaz - ortalama 50 km

Lüleburgaz - Edirne - ortalama 50 km

Her 1 yaş grubunu da bu duraklara yerleştirdik mi, şöyle 1 tablo ortaya çıkmaktadır.

0 - 20 yaş arası - İstanbul - Silivri - 1. durak

20 - 40 yaş arası - Silivri - Çorlu - 2. durak

40 - 60 yaş arası - Çorlu - Lüleburgaz - 3. durak

60 - 80 yaş arası - Lüleburgaz - Edirne - 4. durak

İşte esas yorumlama burdan sonra başlamaktadır.

1. durakta ilerlerken, gişelerden sonra hakkaten de çok yavaş ilerliyoruz ve yol, 2 şeritli

devam ediyor ve yavaş gidiyoruz. Yani; kaza yapma riskimiz azdır. İşte, insan hayatında da

0 - 20 yaş arasında çok fazla hızlı gidememektedir ve 120 hız sınırını aşamamaktadır.

Gelelim 2. durağımıza, bu durakta Silivri den sonra yol, 3 şeride çıkmaktadır ve fazla arabalar

da yoktur ve hız sınırı 120 olmasına rağmen 160 - 180 giden arabalar çok oluyor.

Yani; insanoğlu 20 - 40 yaş arasında 120 yi geçmeye çok eğimlidir ve Radar a yakalanıp

ceza alması çok olur. Bunun bir diğer anlatımı; Otobanda, 120 yi geçtiğimiz için, yoldan

çıkma yada kaza yapma riskimizi arttırma ihtimalimiz çok olduğu durak, bu duraktır. Bu 2.

durakta; kaza yapma, küçük cezalar alma, Edirne gişelerine gecikme yada hiç gidememe

ihtimali çoktur. Hem yol müsaittir hemde arabamız. Ama bizler özelllikle 120 yi aşmaz isek,

hem ceza ihtimali daha azalır hem kaza yapma riski hemde Edirne gişelerine daha kolay

varırız.

29

Buraya da bir not düşelim: 120 yi aşmadığım için, sağa sola yani çevreme de bakıyordum.

Yani; Rabbimin yarattığı ağaçları, denizi çok daha güzel görüyordum. Eskiden, sürat yapınca,

çevreme hiç bakmıyordum. Demek ki, hayatta da 120 yi aşmazsam, hem dünyevi olarak güzel

yaşarız hemde uhrevi olarak güzel yaşarız ve hem yolculuğumuz çok keyifli geçer hemde

Edirne gişelerine çok daha rahat ulaşabiliriz.

3. durağımızda da yol, 3 şeritli olsa bile, artık insanoğlu yorulmaktadır ve 40 - 60 yaşlarında

daha temkinli gitmektedir.

4. ve son durağımızda, zaten insanoğlu istese de 120 yi geçmeyi bırakın, oralara

gelememekte, 30 - 40 hız ile gitmektedir.

Sonuç olarak;

Bu İstanbul - Edirne güzergâhında, yayan gitmek ve yavaş yavaş gitmek en güzelidir ve

kazasız, belasız Edirne`ye ulaşabiliriz ve peygamberler genelde böyle yapmışlardır diye

düşünebiliriz. Ancak, bu devirde yayan gitmek pek mümkün olmamaktadır ve Rabbimiz

kullarına imkânları da genişletmiş ve bollaştırmıştır.

Rabbimiz; Zenginlere, son model arabalar,

Ne zengin ne fakirlere, orta model arabalar,

Çok fakir olmayanlara, düşük model arabalar,

Araba alamayacak kadar fakirlere de, otobüs bileti vermiştir.

İşte, insanoğlu bu geçici dünya da, kendisine verilen irade ile yada direksiyon ile kendi

seçimini kendi yapmaktadır. Hangi tür araçla gidersek git diyor Rabbimiz, 120 yi aşma,

aşarsan sana Radar a girdiğin için cezalar yada musibetler veririm diyor.

Gel ey kulum diyor Rabbimiz;

Bu araçlardan istediğini kullan ama 120 yi aşma ve benim OTOBANIMDA kal. Başka

yollarda yada tali yollarda hayatını tüketme. Eğer, benim otobanımda kalırsan, yani; benim

razı olduğum şekilde hayatını yaşamaya devam edersen ve 120 yi aşmazsan; bak o zaman

hem benim yarattığım nimetleri görecek, farkına varacak ve hem dünyevi hemde uhrevi çok

güzel yaşayacaksın ve ulaşmak isteğin nihai hedefe cennetime yani Edirne gişelerine benim

de yardımımla çok daha rahat ve güzel ulaşacaksın diyor aslında gerçek sahibimiz.

d) Üniversiteye Giriş Sınavı – Kabul Alınmalı:

Bu sene gençlerimizin çoğu her sene olduğu gibi, iyi bir üniversite kazanabilmek için, 1 sene

boyunca çalıştılar ve sınavlara girdiler. Ben, bu sınavları televizyonlardan takip ettikten sonra,

aklıma bu üniversite sınavını, hayatla mücadelemiz için de uygulayabilirmiyiz diye

düşünmeye ve tefekküre başladım ve çok enteresan, iç dünyamız içinde çok gerekli bir

formül yada sistem ortaya çıktı ve siz okuyucularımla da, bu sistemi paylaşmak istedim.

30

Farz edelim ki, hayatımızı 100 puanlık bir soru üzerine kurmuş olalım. Nasıl ki üniversiteye

girmek için sorular soruyorlar bizlere. Rabbimiz de, cennetine girebilmemiz içinde, 100

puanlık sorular sorsun biz kullarına.

Bu 100 puanlık cenneti kazanma sınavımızda, üniversite sınavında ki gibi, 4 yanlış 1 doğruyu

götürsün ve soruları boş bırakma şansımız yok olsun. Yani, sorulara mutlaka cevap vermek

zorundayız. Çünkü Rabbimiz, bizlere irade vermiş ve her olayda bir karar veriyoruz.

Tabiri caizse, cennetten kabul alabilmemiz için de; en az 50.1 taban puana ihtiyacımız olsun.

Ancak, 4 yanlış 1 doğruyu götürdüğü için, bu puanı alamayız ve cenneti kazanmak için 51.25

puana ihtiyacımız olduğunu kabul edelim. Bu puanı da şu şekilde elde ediyoruz:

Ömrümüz boyunca, bizlere sorularan sorulara 60 doğru, 40 yanlış yaparsak, 4 yanlış 1

doğruyu götürdüğü için, toplam puanımız 50 olacaktır ama bu cenneti kazanmak için yeterli

mi, onu bilemiyoruz. Onun için, biz garanti olsun diye 61 doğru, 39 yanlış yaparsak, 51.25

net puan almış olacağız ve Rabbimizin cennetine girmiş olacağız. 59 doğru, 41 yanlış

yaparsakta, net puanımız; 48.75 puan olacak ve Rabbim, beni ve tüm müslüman

kardeşlerimizi korusun ama 50 puanın altında olduğumuz için cehenneme gideceğiz diye farz

edelim.

Nasıl ki, cennetin makamları vardır. İşte, bizde 51.25 taban puan dersek, 60 - 70 - 80 - 90 -

100 puanlarda, cennetin makamları olsun. Örneğin; peygamberimiz sav ve diğer

peygamberler 100 doğru, 0 yanlışla, 100 net puanla, tabiri caizse en iyi üniversitelere yani,

Rabbimizin cennetin de en güzel yerlere girmeye hak kazandılar.

Bizler, peygamber değiliz ve hedefimiz 100 doğru, 0 yanlışta olsa, buna ulaşmamız çok

zordur. Çünkü bizler günahkar kullarız ve peygamber olmadığımız için, hatalar ve günahlar

da yapmaktayız.

Ancak, iç dünyamıza şöyle 1 şey söylersek;

Peki, ben 100 net çıkartamam ama en az 51.25 net çıkartabilirim ve bunun içinde, en az 61

doğru ve 39 yanlış yapmam gereklidir. Bir başka ifadeyle, bu ömrüm boyunca, kaç sene

yaşayacaksam, hedefim; en az 61 güzel iş yada sevap işlemek ve 39 kötü iş yada günah

işlemek olması gereklidir ki, Rabbimin cennetine girebilmeye hak kazanayım.

Ayrıca, nasıl ki cennetin makamları var. Cehennemin de makamları vardır. Cehennemde de

taban puan; 48.75 ti. Ancak, 40-30-20-10-0, hatta eksi 10, eksi 20 gibi net puanlar da olabilir.

Örneğin; insanoğlu yaptığı iyilikler yada sevaplardan çok, günahları ve zulümleri ve

adaletsizlikleri ile, eksi puana bile geçmiş olabilecektir.

Peki bu kadar yazdık ve hemen aklımıza şu soru gelebilir?

Rabbimiz, bizlere bu hayatımızda 100 puanlık sorular soruyor. Her 1 sorunun değeri 1 puan

mıdır?

Lütfen burdan sonrasını biraz daha dikkatli okuyunuz. Çünkü mantık olarak iç dünyamızın

şekillenmesi ve kontrol altına alınmasi için çok güzel 1 formül dür diye düşünüyorum ve

bende uygulamaya çalışıyorum.

31

Tabiki, de Rabbimizin puanlama sistemini, Rabbimin âcizane bir kulu olarak bilmem

mümkün değildir.

Ancak, benim derdim puanlama sistemi değil ki. Onu zaten Rabbim bilir ama ben Rabbimin

verdiği iradeyle, şu yorumu iç dünyama söyleyebilirim:

Ben, puanlama sistemini bilemem ve Rabbim, bazı sevaplara artı 5, bazı sevaplara artı 10

bazılarına artı 20, bazılarına artı 50 puan verebilir. Mesela, zor durumda olana yardım etmek,

yalan söylememek, ibadetlerimizi yapmak vb. Hakeza, aynı şekilde bazı günahlara da

örneğin; zina yapmak, cinayet işlemek, intihar etmek, iftira atmak gibi eksi 10, eksi 20, eksi

30, eksi 50 puan yada daha fazla eksi puanlar verebilir.

Ancak, benim hedefim şuydu; en az 61 doğru yapmak ve 39 yanlış yapmaktı. Demek ki; zina

yapmazsam, eksi kaç puan olursa olsun, o günahı işlemediğim için, bu - olan puanım +

olarak haneme yazılacaktır.

Yani; yalan söylemezsek, dedikodu yapmazsak, zina yapmazsak, - olan puanlarım, + haneme

yazılacak ve giriş kısmında bahsettiğim ZULAM, gerçek sözlük anlamının aksine güzel

şeylerin ve sevapların saklandığı havuzum olacak ve SEVAP HAVUZUM dolacaktır

inşallah. Ayrıca, bunun üzerine namazlarımı kılarsam, oruçlarımı tutursam, yani; ibadetlerimi

yaparsam, zulam daha da çok dolacak ve belki de en az 61 doğrum 70 veya 80 veya 90

doğrum olacaktır.

İşte, bizler de şeytan ve nefislerimize ve ruhlarımıza, bu sistemi uygulatırsak, o zaman

zulalarımızı doldurmuş olacak ve Rabbimizin cennetini kazanmış olacağız inşallah.

Tabiki de, her zaman dediğimiz gibi, bizler robot değiliz ve her insanoğlu gibi günah

işliyoruz. Günah işledik ve diyelim Rabbimiz - 1 puan yazdı. İşlemeseydim, + 1 olacaktı.

Hadi bunu yaptım ve tövbe ettim. Ancak, her günahı işlediğimde, eksi puan haneme

yazılacağı için ve benimde zulamda da kaç doğrum olduğunu bilemediğim için, bile bile

niye yanlış yapayım demeliyiz.

Bizler, gerçek üniversite sınavlarında, yanlış olduğu kesin bildiğimiz 1 soruyu, bile bile o

şıkkı işaretlermiyiz?

Hayır, işaretlemeyiz, çünkü bu yanlış, benim doğrularımı etkilemekte ve doğru cevaplarımın

sayısını düşürmektedir.

İşte sevgili okuyucularım; Müslümanlığa yakışmayan ve Rabbimizin razı olmadığı her türlü

davranış ve düşünce, bizim zulalarımızı etkilemektedir ve puanlarımızı düşürmektedir.

Örneğin; yalan söylemek, dedikodu yapmak, iftira atmak, zina yapmak vb. bunları

çoğaltabiliriz. Yukarıda ki davranışları da yapmaktan kaçınırsak, puanlarımız düşmeyeceği

için, zulalarımızda ki puanlarımızda etkilenmeyecektir. Bir de üstüne, Rabbimizin razı olduğu

ve emrettiği şeyleri de yaparsak; örneğin; namazlarımızı kılarsak, oruçlarımızı tutursak,

zekâtlarımızı verirsek, fakirlere yardım edersek vb, zulalarımızda ki puanlarımız, bu sefer

daha da artmaktadır.

32

Böyle bir sistemi, kendi iç dünyamızda kurarsak, işte o zaman ne tecavüz olaylarını, ne

cinayet olaylarını, ne fitne ve fesatları ne de dedikodu yada hırsızlıkları çok fazla duyarız

yada yaşarız.

Bu kadar anlatıyorsun, iyi güzel söylüyorsun arkadaş da, bu devir ahır zaman devri yada

eskisi gibi değil ki. Ahır zaman kullarını Rabbimiz affedecektir gibi şeytan ve nefislerimizden

gelen düşünceler olursa, şöyle bir açıklama yapalım o zaman.

Valla, ben kendi nefsime diyorum ki; Rabbimiz var, onun kelamı kuran-ı kerimimiz var ve

mübarek peygamberimiz sav var olduğu sürece, sıkıntılar yok diyorum. Şimdi, Kuran-ı

Kerimin mealini açtığımız zaman, 2013 yılı yada 2000 li yıllar ahır zaman diye bir tabir hiç

okumadım.

Bu gibi boşluk sorularla uğraşacağıma şöyle desem iç dünyama;

Hadi diyelim, ahır zaman ve çok bolluk vermiş Rabbimiz bu devirde. İnternet, teknoloji,

sosyal medya, twitter, facebook gibi. Ben bunları tabi ki de kullanayım, ne diyoruz müslüman

uyanık olmalı. Ama bunları kullanırken ortaya Rabbimi koymalıyım ki, zulam da ki

puanlarım çok düşmesin. Facebook yada Twitter gibi sosyal paylaşım sitelerinde gezinirken,

şeytan ve nefsim beni çok boşluklarda gezdirmesin. Yani, bir fotoğraf yada bilgi

paylaşacaksam, fotoyu ve bilgiyi dikkatli seçmeliyim ve insanlara, arkadaşlarıma, çevreme

faydalı olmalıyım diyebilmeliyiz.

Bu ahır zamanda, bizler bu kadar rahatlığın içinde, iç dünyamızı kontrol altına alıp,

günahlardan ve Rabbimizin razı olmadığı davranışlardan kaçındığımız zaman, belki de + 1

olarak hanemize yazılacak puanımız, + 3 yada + 5 olarakta yazılabilir. Yani, bu ahır zamanı

kendi lehimize çevirmekte, bizlerin elindedir aslında.

Son olarakta; Tabiki de Rabbimizin, merhameti sonsuzdur ve tövbe eden kullarını da

affetmektedir. Ancak; Rabbimizin affetme sistemini de bizler bilemeyeceğimize göre ve

Rabbimiz biz kullarını bu ahır zamanda affedecektir diye kendi kendimizi avutacağımıza, ya

benim zulamda ki puanım 61 doğru dan çok uzaksa veya yanlışlarım almış başını gitmişse

ve ahirette Rabbimiz bizlere derse ki; senin bazı günahlarını affettim ama sen kendini

durdurmadın ve günah işlemeye devam ettin ve 61 doğru dan çok uzaktasın derse, halimiz

nice olur sevgili okuyucularım? Onun için biz garantili iş yapalım ve kendimize bir an önce

iç dünyamızda çeki düzen vermeye çalışalım ve Rabbimizin razı olmayacağı her türlü

davranıştan ve olaydan mümkün olduğunca uzak durmaya çalışalım ve zulalarımızda ki +

puanları düşürmemeye gayret edelim inşallah.

Sonuç Olarak;

Bizler, 100 puanlık soruların sorulduğu ömrümüzde, sınavımız bittiği zaman, yani ölüm bize

geldiği zaman ahirette, Rabbimizin karşısına çıktığımız zaman, zulamızda en az 61 doğru

olsun ki cennetten tabiri caizse kabul almaya hak kazanalım. Ancak, sınavımız esnasında,

yani, hayatımız boyunca, kaç doğru ve kaç yanlış yaptığımızı bilemediğimiz için ama yanlış

yaparsam, doğrularım düşer, yanlış yapmazsam, doğrularım artar diyebildiğimiz için, iç

dünyamıza, şeytanımıza ve nefislerimize mutlaka bu sistemi uygulamalı olarak kabul

ettirmeliyiz.

33

Biliyorum, bu öyle yazmakla yada anlatmakla kolay değildir diyebiliriz. Ama şunu da

unutmayalım ki: Rabbimizin cennetini de kazanmak öyle kolay değildir. Hele ki, cennete

girecek olan ve ne işkenceler ve zulümler gören başta mübarek peygamberimiz sav ve diğer

sahabeleri düşünürsek, Rabbimizin cennetine girebilmemiz için, bugünden itibaren, bu sistemi

iç dünyamıza kabul ettirmemiz ve gündelik hayatta da uygulama yapmamız, başta kendi

nefsime ve bu kitabı okuyan okuyucularıma en büyük tavsiyemdir.

İşte, bende bu kitabı yazmamda ki amacı; kitabın başında söylediğim gibi kullarını, Rabbime

daha da yakınlaştırmayı başardıysam ve iç dünyalarında bir değişiklik ve düzelme olacaksa ve

hayata daha farklı bakarak, çok fazla boşluklara düşmezlerse ve dualarında da bu âcizane

Rabbimizin kulunu da unutmazsanız, işte benim manevi anlamda zulamın dolacağına kalben

inaniyorum ve inşallah bütün müslüman kardeşlerimin de yaptıkları iyiliklerle ve Rabbimin

istediği şekilde davranışlarla, zulalarının dolmasını can-ı gönülden Rabbimden diliyorum.

Niye can-ı gönülden dilemeyelim ki sevgili okuyucularım? Rabbimizin cenneti çok geniştir.

Biz müslüman kardeşlerimiz, en az 61 doğru yapıp, 51.25 net yaparak, Rabbimizin cennetinde

olsak ve 1 ömür orada sonsuza kadar mutlu yaşasak ne de güzel olur ve inşallah bu

yazdıklarımız da DUA niyetine geçsin ve bu kitabı okuyan kardeşlerimizi, bacılarımızı,

abilerimizi, ablalarımızı da Rabbimiz cennetine alsın inşallah.

6) CENNETLE MÜJDELENEN SAHABE HADİSESİ

Kitabın 6. bölümünde; rahmetli dedemin eskimeyen ahiretlik dostundan öğrendiğim ve beni

de çok etkileyen bu hadiseyi, sizlere aktarmak istedim.

Mübarek peygamberimiz sav, bir gün ashabıyle beraber mescitte otururken, demiş ki; kapıdan

girene dikkat edin, gelecek kişi cennetliktir. Herkes, tabiri caizse pür dikkat kapıya bakmışlar

ve mescide giren kişinin üstü başı çokta iyi olmayan, fakir olan bir sahabeyi görmüşler.

Ertesi gün, peygamberimiz sav yine mescitte ve ashabıyla otururken, yine demiş ki; kapıdan

girene dikkat edin, gelecek kişi cennetliktir. Herkes, yine tabiri caizse pür dikkat kapıya

bakmışlar ve giren kişi yine dünkü gördükleri aynı sahabeymiş.

Bir sonra ki gün, peygamberimiz sav yine mescitte ashabıyla otururken, yine demiş ki;

kapıdan girene dikkat edin, gelecek kişi cennetliktir. Herkes, tekrardan kapıya bakmışlar ve

giren kişi yine aynı sahabe olunca, herkes çok şaşırmış ve özellikle diğer sahabelerin

içlerinden birisi kendi kendine şunu demiş;

Yahu, bu mübarek zat 3 gün üst üste, peygamberimiz sav in müjdesine mazhar oldu. Ben,

bunun evine Allah’ın misafiri olarak gideyim ve gece onun evinde konaklayayım. Bakalım,

geceleri hangi ibadetleri yapıyor. Bende ona göre, ibadetlerlerimi arttırayım der ve o fakir

sahabenin evinin yolunu tutar.

O sahabeye der ki; beni Allah için misafir edermisin bu akşam. Tabiki de der, o mübarek

sahabe ve o gece onun evinde kalırlar. Fakir sahabenin evi küçük ve 2 yer yatağı vardır. Evin

sahibi sahabemiz uyurken, misafir sahabe uyumaz ve göz ucuyla, diğer sahabeyi takip eder.

Beklemeye başlar, acaba ne zaman gece namazı için kalkacak yada ibadetler yapacak diye.

34

Ancak, sabah namazına kalkana kadar, evin sahibi sahabemiz hiç uykusunu bozmaz ve

beraber camiye giderler.

Misafir sahabe içinden der ki; sanırım, ben misafir olduğum için ve uykumun bozulmaması

için ve bana ayıp olmasın diye kalkmamıştır der ve 1 gece daha kalabilirmiyim diye sorar.

Tabi cevabını aldıktan sonra, 2. gece de aynı evde misafır olarak kalır. Ancak, yine tüm gece

boyunca kimse gece namazı ve ibadeti için kalkmaz.

Saşırır misafir sahabe ve son 1 gece daha kalayım der. 3. gece de, yine ev sahibi sahabe

uyanmaz ve sabah namazına beraberce kalkarlar. İşte o zaman misafir sahabe dayanamaz ve

sorar;

Geçen gün mescitte, peygamberimiz sav seni, cennetle 3 kere müjdeledi ama bende 3 geceden

beri kalıyorum ve sende geceleri ibadete kalkmıyorsun. Allah için söyle, peygamberimizin

sav bu müjdesini almak için ne yapıyorsun der?

Evin sahibi sahabemiz, bu habere çok sevinir ve der ki; Valla, ben basit ve garip bir işçiyim

ve işime gider, gelirim ve 5 vakit namazımı kılarım.

Bunun yanında Rabbime duamda da derim ki;

Ey Rabbim, bana kim kötü sözler söylediyse, gıybetimi kim yaptıysa ve kötülük yaptıysa, senin

için hepsini affediyorum ve hakkımı helal ediyorum. Bu da benim sadakam olsun diye dua

ederim.

Kişisel Yorumum:

İşte sevgili okuyucularım, Rabbimizin karşısına geçtiğimiz zaman, kendisi bizlerden öncelikle

temiz kalp, temiz göz, temiz kulak, temiz dil istiyor. Tabiki de namazlarımızı, ibadetlerimizi

yapacağız. Bunların yanında, kalplerimizde, kin, nefret, öfke, küskünlük istemiyor. Netice de,

Rabbimiz; cennete girdiğimiz zaman, temizlenmiş organlarımızla, kendisini ve

peygamberlerini ve sahabelerini görmemizi istiyor.

Çokta şey istemiyor aslında gerçek sahibimiz. Maalesef, ülkemizde nice kan davaları, yıllar

yılı süren küskünlükler ve kavgalarla ömürlerimiz geçiyor. İnşallah, öncelikle kendi nefsime,

iç dünyama ve ruhuma ve sonra siz sevgili okuyucularıma, cennetlik sahabemiz gibi

olabilmeyi yada onun gibi dua edebilmeyi, Rabbimiz hepimize nasip etsin. Amin.

7) ÜMRE İZLENİMLERİM

Kitabımızın bu son bölümünde, Rabbimize binlerce şükür ve hamd ediyoruz ki, bizlere o

kutsal toprakları ve yerleri görme imkanını Haziran 2013 te nasip etti ve inşallah tüm

müslüman kardeşlerime va bacılarıma da, ümre yada hac yapmayı nasip eder.

Peki neden ümre vazifemi bu kitaba yazmak istedim? Çünkü ümreye giderken Tık-Tık ımı

çalıştırarak gittim ve Mayıs 2013 ayında bir hissiyat geldi ve bu sene gitmeliyim dedim ve

Rabbimiz de nasip etti.

35

Bu ilk ümrem oldu ve iyiki de bu zamanda olmuş diyorum. Öncelikle Medine’ye gittim ve

mübarek peygamberimiz sav in kabrini ziyaret ettim ve diğer mübarek mekanları da gezme

fırsatım oldu. Medine’deyken, Miraç gününde, tevafuk eseri, 1 kardeşimizden,

peygamberimiz sav in ümmetine, cennete girmemiz için yapmamız gereken 5 şeyi anlattı ve

bende bunlari not almıştım ve demek ki, kitabıma da bu 5 maddeyi yazma fikri bende

oluşacakmış.

İşte, sevgili okuyucularım, peygamberimiz sav, ümmetine verdiği 5 tavsiye ile çok rahat

cennete girebileceğimizi söylüyor:

1- Tanıdık- Tanımadık kim olursa olsun, Allahcc ın selamını verin ve yayın. Selamın aleyküm

diyelim.

2- Fakirlere, komşularımıza, dostlarımıza ve arkadaşlarımıza ikram ve yemek verelim.

3- Beş vakit namazımız ve kuranımız ve gece namazlarımız(teheccüd).

4- Akraba ve komşularımızın hal ve hatırlarını soralım ve ziyaret edelim.

5- Allahcc dan son nefesimize kadar cennetini ve peygamberimizin şefaatini isteyeceğiz.

Ümitli olacagiz.

Bir not düşelim: Cennete girmek için daha birçok şeyler ve nasiyatlar vardır. Hocalarımız ve

alimlerimiz bunları daha iyi bilirler. Ancak, benim o gün, tevafuk eseri ve Miraç gününde,

Medine de bulunan kardeşimden öğrendiğim ve namazlarımda ve iç dünyamda her zaman

yapmaya gayret ettiğim bu 5 tavsiyeyi, mümkün olduğu kadar uygulamaya çalışıyorum.

O mübarek kardeşimiz ayrıca demişti ki; Rabbimize asla ortak koşmayacağız. Teslimiyetle

bağlanacağız ve mübarek peygamberimizde sav, kendi şefaatlerini ahirette ümmetine

kullanmak için, Rabbimizden dünya da istememiş ve ahiret için saklı tutmuş ve o yüzden de

onun şefaatini her zaman isteyeceğiz demişti.

Medine den sonra ki durağımız, Mekke olmuştu.

Medine de, mübarekler mübareği peygamberimizin sav kabri şerifleri vardı. Mekke de,

Rabbimizin evi Kabemiz vardı.

O ne muhteşem 1 manzaraydı ki, ilk kabeyi gördüğümüz zamanı ve hissiyatlarımızı, burada

yazarak anlatamayız. Ben ne kadar yazarsam yazayım, yaşamadan yazdıklarımı tam

anlamayabilirsiniz. Televizyonlarda da görüyoruz aslında. Kâbe den canlı yayın yapıyorlar.

Ancak, Allah için tavafa yani, kabenin etrafında dönmeye başladığımız zaman yada tabiri

caizse, insan selinin olduğu çembere girdiğimiz zaman, her türlü ve dünyanın her yerinden

insanlarla aynı anda yürüdüğümüz zaman işte orada Rabbimizin Nur’u sarıyor etrafımızı.

Her 1 tavafta, 7 kere dönüyoruz ama o dönüşlerde, resmen Rabbimiz ile konuşuyoruz,

dertleşiyoruz, günahlarımızın affolması için yalvarıyoruz ve gözyaşları sel oluyor. Anlam

veremediğimiz ve vermek içinde hiç uğraşmadığımız müthiş bir duygu ve tefekkür ve dua

başlıyor o nurlu çemberde. Her tavaf bittikten sonra, 1 tane daha yapmak istiyor ruhunuz.

Sizin yapmanız gereken, zemzem suyuyla abdest almak ve o çembere dahil olmak aslında.

Allah için, onun evinde dönmeye başladığımız zaman, ister istemez, ruhumuz Rabbimizle

konuşmaya, dertleşmeye başlıyor yada Tık-Tık ımız hemen devreye giriyor.

36

İşte bende, Tavaf ederken, şöyle bir yorum yaptım kendi kendime ve iç dünyama:

O kadar samimi ve güzel bir atmosferde, gözyaşlarının sular-seller gibi aktığı ve tövbelerin ve

yalvarmaların çok fazla olduğu, yüce Rabbimizin evinde aslında gerçek sahibimiz

günahlarımızı bağışlıyor ve siliyordu. Mühim olan, biz insanoğlunun ümre ve hac

vazifelerinden sonra, memleketlerimize döndüğümüz zaman, neler yaptığımıza bakıyordu. Yani, eski tas eski hamam hayatımıza devam mı edeceğiz yada temizlenmiş bir şekilde,

günahlardan uzak mı duracağız, Rabbimiz buna bakıyordu.

Bir başka bakış açısıyla düşünürsek; Rabbimizin puanlama sistemini bilmesekte, ümre ve hac

vazifelerinde, Rabbimiz biz kullarına 61 doğruyu alabileceğimiz şekilde bir sevap yazsa ve

bu 61 doğru bizim cennete girmemiz için yeterliydi ama tam sınırdaydı. Yani, 60 doğru olsa

olmazdı. Bu puanlama sistemini, üniversiteye giriş sınavı kısmında anlatmıştık.

Peki, gidemeyenler ne yapacak diye bir soru akla gelebilir?

Onlara da şöyle 1 çözüm önersek; kutsal topraklara gidemeyen kardeşlerimiz için de

Rabbimiz, 11 ayın sultanı Ramazan- Şerifi vermiş bizlere. Bu mübarek ayda, gelin diyor,

tövbe edin ve bende affedeyim diyor. Bir başka açıdan; 61 doğruyu vereyim diyor. Ancak,

Rabbimiz tövbeleri kabul ettikten sonra, diğer 11 ayda neler yaptığımıza da bakıyor ve 61

doğrumuzu her an düşürebilir diye de iç dünyamıza söylemek lazımdır.

İşte başta kendi nefsim olmak üzere, müslüman kardeşlerimiz iç dünyalarına ve nefislerine

şunu uygulatabilirse nasıl olurdu?

Ümre veya hacca gittik veya gidemeyenler içinde mübarek Ramazan ayı boyunca 61 puanı

aldık diye iç dünyamıza söylesek, kutsal topraklardan memleketimize dönünce yada Ramazan

ayı bitince bu 61 doğrumun düşmemesi içinde, Medine de öğrendiğimiz ve mübarek

peygamberimiz sav in 5 tavsiyesini de son nefesimizi verinceye kadar uygularsak ve

cennetle müjdelenen sahabe gibi de dua edebilirsek; cennete girmemiz için çok daha ümitli

ve umutlu olabiliriz inşallah.

BİTİRİRKEN… Esselamu Aleyküm…

Hayatı farklı yorumlamaya başladıktan sonra, seçme güzel sözleri de, siz okuyucularımla

paylaşmak istedim ve kitabımı da bu sözlerle bitiriyorum inşallah.

Seçme sözlere geçmeden önce; o kadar yazdın, yahu sen baya uçmuşsun diye de

düşünmeyelim sevgili okuyucularım. Ben, hem dünyevi hemde uhrevi yaşamaya çalışan,

başka bir ifadeyle; hem maçları seyreden, müzik dinleyen, sosyal medyayı takip eden,

sinemaya giden; ancak bunların yanında hemde camiye giden, ilahi dinleyen, Kuran-ı

Kerimimizi okuyup anlamaya çalışan, mübarek peygamberimiz sav in hadislerini okuyan,

aileme ve çevreme faydalı olabilmek ve Rabbimin de rızasını alabilmek için bu kitabı

kendimce yazmaya çalışan, Rabbimin basit bir kuluyum. Bu kitabın temel mantığı; güncel

olaylara farklı bir bakış açısıyla ve Tık-Tık larımızı çalıştırarak bakmaktı.

37

Güncel olaylar derken; bakınız maçlar yine oynanmaya 2013-2014 yılında başlandı ve diğer

senelerde de oynanacak, 1 Mayıslar 2014 ve diğer senelerde de kutlanacak, gezi parkı olayları

gibi başka olaylarda, bu sefer ismi değiştirilerek olabilir. Aşklarımız, televizyon dizilerimiz,

şarkı sözlerimiz de şimdi olduğu gibi ilerde de olacaktır.

Ancak, bizler iç dünyalarımızda öncelikle kendimizi tanımalıyız ki, kendimizi tanıdık mı,

Rabbimizi de tanımış olacağız ve böylece başkalarının kusurlarıyla uğraşmak yerine, kendi

kusurlarımızı düzelteceğiz.

İşte her bir insanimiz; abilerimiz, ablalarımız, erkek ve kız kardeşlerimiz, bu kitabı bitirdikten

sonra, iç dünyalarında bir değişiklik olmasını Rabbimden dilerim. Kitabın başında da

dediğimiz gibi, kalpleri açacak olan Rabbimizdir. İnşallah, bu kitap insanlarımız içinde güzel

bir referans olsun ve ne zaman ki yürekleri tıkanmaya başlayacaktır ve boşluklarda

gezinmeleri uzayacaktır, açsınlar bu kitabı ve örneklere bakarak, kendi yaşadığı örneklere

uygulama yapsınlar.

Bu kitapta, sevgi türlerinde Nasıl Bir Aile Modeli olunması gerektiğini anlatmaya çalıştık.

Hayatla mücadele de, en önemli ve öncelikli işimiz; iyi ve hayırlı bir evlat yetiştirmektir. İşte,

bunun için anne ve babalar lütfen birbirlerini Allahcc için sevsinler ve beklentileri sadece

Rabbimizden olsun. Böyle bir aile de yetişen çocuklarımız, gençlerimiz de kendilerini

bilecekler ve kendilerini bildikleri zaman, Rabbimizi de tanıyacaklar ve böylece

güneydoğumuzda, doğumuzda yada başka bölgelerimizde 30 yıldan beri çözülemeyen bütün

sorunlar, Rabbimizin de yardımıyla çözülecektir diye düşünüyor ve umut ediyorum.

Rabbimiz, biz Müslümanlar olarak iç dünyalarımızı değiştirmeden yardımını

geçiktirmektedir. Bakınız, şuan ki bütün müslüman ülkelere, bazıları çok zor durumdadır,

bazıları darbelerle uğraşmaktadır. Bazıları ise, zenginlik içerisinde yüzmektedir ve tabiri

caizse suya sabuna dokunmamakta ve zulümlere sessiz kalmaktadır.

Bu ülkelerde de, müslümanların bu kadar sıkıntı da olmasının en önemli sebebi; iç

dünyalarında ki problemlerden kaynaklanıyor. Sessiz kalıp, tepki vermeyenler;

zannediyorlar ki, bu dünya onlara kalacak. Aslında, bu dünya kimseye kalmıyor. Vakti

saatimiz geldiğinde ölümümüzü ne erteleyebiliyoruz ne de engelleyebiliyoruz.

Bu kitapta isim vermiyoruz ama twitter ve facebook uygulamalarının kullanıldığı, meşhur bir

akıllı telefon markasının sahibi amerikalı amcamızda, ne kadar parası olmasına rağmen,

dünya genelinde ne kadar tanınmış olmasına rağmen ve yaşamını konu alan film çekilip,

ülkemizde de gösterime girmiş olmasına rağmen, ölümünü engelleyemedi ve bu geçici

dünyadan ayrıldı ve bir daha geri dönmemek üzere gitti.

Kitabımın başında, bu kitap ülke geneline yayılır diye temenni etmiştim. İnşallah, bu kitap

farklı ülkelerde ki müslüman kardeşlerimize de yayılır ve okuyabilirler. İngilizce, Arapça ve

daha birçok dile çevrilir. Hedefi yükselttik ama tabiri caizse, gaza gelmek icin değil sevgili

okuyucularım.

İnşallah, bu kitabı öncelikle ülkemizin her bir şehrinde, ilçesinde, köyünde okurlar ve daha

sonra da dünyada ki diğer müslümanlar okuyabilirler. Gençlerimiz, akademisyenlerimiz,

siyasetçilerimiz, hakimlerimiz, savcılarımız, avukatlarımız, polislerimiz, askerlerimiz,

esnaflarımız, futbolcularımız, teknik direktörlerimiz, kahvelerde ki abilerimiz, evlerinde ki

ablalarımız, lise ve üniversiteler de ki kardeşlerimiz daha yazamadıklarım.

38

Nice bilinmeyen hikâyeler var içimizde sakladığımız ve paylaşamadığımız ve bizleri yiyip,

bitiren olaylar ve farklı imtihanlar var.

Biraz uzatıyorum ancak yukarıda askerlerimiz yazdıktan sonra, hayatı yorumlamayla ilgili

askerlik yapmış bir kardeşiniz olarak, bu satırları yazarken, şöyle bir yorum aklıma geldi.

Bunu daha önce planlamadım. O yüzden, yazdıklarımda kopma olmasın diye de, 5. bölüme

bu yorumumu eklemedim ve burada paylaşıyorum.

Farklı açıdan hayatı yorumlamayı yaparken, 4 farklı açıdan yorumlamamızı daha önce

yapmıştık. 5. si de askerlik görevi ile hayatı yorumlamaya çalışalım inşallah.

e) Askerlik Görevi – Tezkere Alınmalı:

Askerliği bütün erkek kardeşlerim ve abilerim bilmektedir ve bayanlarda, bir şekilde kendi

akrabalarından ve çevrelerinden bilmektedir. Askerlik ile ilgili çok detaya girmeyeceğim ama

hayati yorumlamayı özellikle güncel olaylarda nasıl uyguluyorum, onu görmeniz için

yazıyorum ve sizde biraz düşünür ve tefekkür ederseniz, daha nice örnekler çıkacaktır diye

inanıyorum. Bu örneğimizde, daha önce belirttiğimiz gibi kişi yada kurumlara herhangi bir

mesajımız yoktur.

Ülkemizde askerlik görevi için temel tanımı; 18 yaşını doldurmuş gençlerimizin, büyük

çoğunluğunun 15 ayda yerine getirdiği ve bulunduğu birlikten dışarı çok çıkamadığı, askerlik

görevlerinin neler olduğunun kanunda belirtildiği kutsal vatani görevimizdir.

Askerliğimiz de esas amacımız; 15 ay boyunca, emir ve yasaklara uyarak, tezkeremizi

zamanında ve başarılı bir şekilde almaktır. Her birimde, bağlı bulunduğumuz üst

rütbelilerimiz vardır ve onları da selamlarız.

Askerlikte, emir – komuta zinciri vardır ve rütbelilerimiz de en üst makama bağlıdır. Bu üst

makam da, bakanlığımıza bağlı ve bakanlığımızda devletimize bağlıdır.

Buraya kadar ki kısımları bilmeyenimiz yoktur. Şimdi bizler bu bilgiler ışığında,

hayatı Tık-Tık ımızı çalıştırarak yorumlamaya çalışalım inşallah.

Biz müslümanların da esas amacı; Rabbimizin cennetini kazanmak ve orada bir ömür boyu

huzurlu ve mutlu yaşamaktır.

O zaman bu geçici dünyada, tabiri caizse; bayan veya erkek bir nevi askerlik görevi

yapmaktayız ve amacımız, son nefesimizi verene kadar, Rabbimizin razı olduğu şekilde

yaşamak ve cennet tezkeremizi almaktır diyelim.

Yani; bu dünyada tezkere almak = Rabbimizin cennetini kazanmak olsun.

Buraya bir not düşelim: 15 aylık askerlikte, 3 aylık acemilik dönemi ve 12 aylık ustalık

dönemi vardır.

İnsan ömrü olarak yine 90 yıl olarak kabul edelim.

O zaman; insan ömrünün ilk 18 yılını, 3 aylık acemilik dönemi diyelim.

Diğer geriye kalan 72 yılımızı da, 12 aylık ustalık dönemi diye kabul edelim.

39

İşte; bu 18 yıllık acemilik dönemimiz de; bizler bu geçici dünyada ki, hayatla

mücadelemizde, yani bir nevi askerliğimizde neler yaptığımızı ve nasıl hareket etmemiz

gerektiğini çok iyi öğrenirsek ve yaşantımıza da uygularsak, ustalık dönemimiz çok daha

rahat geçecektir. Bir başka ifadeyle; ilk 18 yılımızda; karakterimiz, ahlakımız, iç dünyamız

daha fazla şekillenmektedir ve davranışlarımız ve hareketlerimiz ona göre belirlenmektedir.

Geriye kalan 72 yıllık ustalık dönemimiz de; acemilik dönemimizde çok iyi eğitim aldığımız

için, hayatımızın geri kalanı çok daha huzurlu ve rahat geçebilecektir.

Peki, şu soru aklımıza gelebilir?

Acaba hayatın içerisinde acemilik dönemimizde ki askerliğimizde görevlerimiz ve yapmamız

gerekenler nelerdir?

Cevabı da çok basittir.

Rabbimizin bizlere bu geçici dünya hayatı ve yaşamla mücadelemizi zorunlu kıldığı ve

hayatta nasıl geçinmemiz gerektiğini ve hangi tür hareket ve davranışlarda bulunmamız

gerektiğini, kendi kelami Kuran-ı Keriminde belirtmiştir.

Ayrıca, tabiri caizse; Rabbimiz, üst rütbeliler olarakta, bu geçici dünyada peygamberlerini

göndermiştir kullarına ve bizlere de en son ve en üst makamda ki rütbelimiz olarakta;

mübarek peygamberimiz Muhammed Mustafa sav i göndermiştir. Bizde, salâvatlar getirerek,

bir nevi mübarekler mübareği güzel peygamberimizi selamlıyoruz aslında.

Bu üst makamda ki rütbeli peygamberler de; Rabbimizin Cebrail as meleği aracılığıyla emir

ve yasakları almışlar ve insanoğluna anlatmaya çalışmışlardır.

Sonuç olarak;

İşte, bizde Kuran-ı Kerimimizi çok iyi bir şekilde okuyup, anlamaya çalışırsak ve mübarek

peygamberimiz sav in bizlere tavsiye ettiği hareket ve davranışları, yaşamımıza tatbik

edersek, bu geçici dünyada, tabiri caizse cennet tezkeremizi almak çok daha kolay olacaktır

diye inanıyorum.

Askerlikte meşhur bir de söz vardır: Şafak Kaç diye. Bizler, şafaklarımızın kaç olduğunu yani

ölümün ne zaman geleceğini bilemiyoruz. Ancak, görev ve sorumluluklarımızı, müslümanlığa

uygun şekilde yerine getirdiğimiz zaman, şafağımızın karanlık mı, aydınlık mı olduğunu,

Rabbimizin bizlere verdigi irade ile tahmin etme imkânımız vardır.

Son olarakta; Nasıl ki askerlikte; birliğine bağlı olduğumuz yerden dışarı çıkarsak yada

kaçarsak, cezalar gelip tezkeremizi almak uzayabileceği gibi ve bir daha birliğimize geri

dönmezsek, kaçak duruma düşeceğimiz için tezkere alamayacağımız gibi; işte biz insanoğlu

da; bu geçici dünya da, Rabbimizin emir ve yasaklarına uymayı geçiktirirsek yada başka

birliklerde dolaşırsak, birliğimize geri dönmezsek, Allahcc korusun kaçak duruma düşebiliriz

ve cennet tezkeremizi alamayabiliriz.

40

Bu 5 farklı hayatı yorumlamamdaki amacımız şuydu sevgili okuyucularım:

Bu farklı güncel olaylar, sadece bu yaşadığımız zamanda olmayacak. 20 – 30 – 50 – 100 yıl

sonra da olacak. Yani; şu anda ve gelecek nesillerde de; sinemalarda filmleri seyredeceğiz,

futbol maçlarını takip edeceğiz, otobanlarda arabalar kullanacağız, üniversite sınavlarımız

olacak, askerlik yapacağız.

İnşallah, bu anlattığım güncel olaylar ve hayata farklı baktığım yorumlarım aklımızın ve

özellikle ruhumuzun bir kenarında durur ve güncel oldukları için, aklımıza çabuk gelecektir

diye inanıyorum. Bu yüzden bu kitap, gelecek nesillerimize de inşallah güzel bir kılavuzluk

yapsın ve ne zaman ki boşluklara düşecekler yada boşluktan kurtulmaları uzun sürüyor,

buradaki örnekler akıllarımıza gelsin ve kendimizi hızlı bir şekilde toparlarız inşallah.

Bizim gerçek sahibimiz ve yine ona döneceğimiz, Rabbimizi çok ama çok sevelim ve

severken de uygulamalı sevelim inşallah. Bir işveren yada işyeri sahibi iseniz,

çalışanlarınızdan emek ve verim beklersiniz. Maaşlarını vermeden önce, çalışanlarınızın

performansına bakarsınız ve ona göre maaşlarına zam yaparsınız. Çalışanlarımızda; ay sonu

maaş almak için, bütün gün boyunca çalışıp, çabalarız ve evlerimizi, ailelerimizi

geçindirmeye çalışırız. Buraya kadar zaten olması gereken şekilde devam eden bir sistemdir

bu yazdıklarım.

Peki, bu dünyamızın, kâinatın, yer ve göklerin ve bizlerin gerçek sahibi Rabbimiz; bizlere

eller, ayaklar, burun, gözler, dil, vücut ve en önemlisi irade vermiş ve bu verdiklerini

karşılıksız ve beklentisiz vermiş. Ne kadar cömert ve ne kadar merhametli ve ne kadar çok

seviyor kullarını Rabbimiz aslında.

Peki, biz kullarından bundan sonrası için neler istiyor Rabbimiz? Günde 1 saat zamanımızı

alan, 5 vakit onun huzuruna varmamızı, yalan söylememizi, kötü alışkanlıklardan uzak

durmamızı, birbirimize yardım etmemizi, kin - nefret taşımamamız gerektiğini,

küskünlüklerin son bulmasını, doğru ve dürüst birer kul olmamızı istiyor. Örnekleri

çoğaltabiliriz. Kısacası; müslümanlığa uygun bir şekilde yaşamamızı söylüyor ve bunları

yaparken de her yaptığımız çalışmalar içinde, cennetinde mükâfatlar vereceğini de

söylüyor.

İnşallah, bizler Tık-Tık larımızı, Rabbimizin istediği şekilde, son nefesimize kadar

çalıştırabiliriz ve bu mantıkla yaşarsak, hangi yaşta olursak olalım, hangi ortamda olursak

olalım, hayat bizlere kolay olacaktır. Bizleri yaşatan ve canlı tutan yaşımız değil ki.

Ee peki nedir?

İç dünyamız, ruhumuz ve bu sistemi ayakta tutan ve bağlantıları sağlayan İMANIMIZ dır.

İşte sizde imanınızı tazelemek ve güncellemek için, inşallah Tık-Tık larınızı mümkün olduğu

kadar, Rabbimizin istediği gibi çalıştırırsanız, çok daha rahat ve huzurlu olacağınıza kalben

inanıyorum.

İnşallah bu kitap, yayılabildiği kadar yayılır ve insanlarımız okurlar. Ancak, ben bu kitabın

kimlere ulaşacağını bilmiyorum. Zaten, Rabbimiz bu kitabın kimlere ulaşıp, ulaşmayacağını

da yazmıştır. Eğer, bu kitabın bu bölümüne kadar gelmişseniz, sizde lütfen bu kitabı

ailenizle, arkadaş ve çevrenizle paylaşınız ve sevap zinciri ne ortak olunuz.

41

Bu kitabı okuyorsanız, benim vasıtamla değil, Rabbimiz de sizin okumanızı sebepler

çercevesinde istemiştir diye okuyorsunuzdur. Eğer, kitap basan abilerimiz, yayınevleri

sahipleri de bu kitabı okuduysalar, Allah için ve maddi açıdan beklentiye girmeden, bu

kitabın basımında yardımcı olurlar inşallah. Ben elimden geldiğince; akrabalarıma, dostlarıma

ve çevreme bu kitabı, email yoluyla yollamaya çalışacağım. Ondan sonrası Rabbimize aittir

ve Rabbimiz, bu kitabın nerelere ulaşacağını ve kimlere ulaşacağını daha iyi bilmektedir.

Son bir NOT düşelim:

Ben özellikle bu kitabın başında, isim yazmayacağım demiştim ve bitirirken de aynı

temenniyi tekrarlıyorum. Kitapta yazılanları, ben öncelikle kendi şeytan ve nefsime yazdım ve

ne olursunuz, sizden ricam bu kitabı başkalarına da yollarken, yada kitap basılacaksa da isim

belirtmeyiniz. Dediğim gibi, isimler gelip geçicidir ve benim nefsim ve şeytanım da vay şu

kitabı yazdın, sen neymişsin be abi tarzı düşüncelere girmemesi için, benim ismimi

yazmıyorum. Dua istemiştim sizlerden, o zaman Rabbimize dua ederken, de bu kitabın yazarı

ve bu kitabın basımında ve ulaştırmasında yardım edenleri diye dua ederseniz, herkes

Rabbimizden nasibini alacaktır ve zulalarımızı dolduracağız inşallah.

Toparlayacak olursak;

Ruhumuza ne kadar çok zarar veriyorsak, Tık-Tık larımız o kadar geç çalışmakta ve

Rabbimizle bağlantımız da geçikmektedir. Yürekler tıkalı olduğu zaman da gerçekle

yüzleşmemiz ertelenmektedir.

Tek bir gerçek vardır ve o gerçekten bizi alıkoyan binlerce sebep vardır. O GERÇEK Kİ;

ne kadar zengin olursak olalım, ne kadar evlerimiz, arabalarımız olursa olsun, bir gün hepimiz

öleceğiz ve gerçek sahibimizin karşısında, TEK BAŞIMIZA hesap vereceğiz.

Ben her zaman şunu demek istedim bu kitabı yazarken: boşluklarda dolaşmak yerine, huzur

bulmak istiyorsanız, öncelikle her bir birey, ister özel sektörde ister devlette olsun ve hangi

pozisyonda olursa olsun, yaptığımız ve yapacağımız hal ve hareketlerde, iç dünyalarına şu

soruyu mutlaka sormalarını tavsiye ediyorum: Acaba Rabbimiz bu hareketimden razımıdır?

Böyle bir iç dünya ve ruhunuzu oluşturduktan sonra; İster Leyla olunuz, İster Mecnun,

ister A futbol takımını, ister B takımını tutabilirsiniz yada ister A cemaatine yada hocaya, ister

B cemaatine yada hocaya gidebilirsiniz veya ister X derneğine, ister Y derneğine başkan

olabilirsiniz veyahut ister X partisine, ister Y partisine üye olabilirsiniz.

Aşklar, sevgiler, futbol takımları, cemaatler, hocalar, dernekler, siyasi partiler, hayatlarımızda

yeri vardır ve o ilerde de olacaktır. Ancak en önemli husus; bizlerin kendi iç dünyalarımızla

olan sistemimiz ve Rabbimizle olan bağlantımız ve beklentilerimizi Rabbimizden

istememizdir.

42

Bu kitabı farklı kılan en önemli özellik ise; siz sevgili okuyucularıma; bu kadar fazla namaz

kılın, şu kadar gün oruç tutun yada şu miktarda zekat verin veyahut şu hocaya gidin gibi

nasihatlar vermek yerine; öncelikle iç dünyanızı yeniden dizayn etmeniz için ve Rabbimize

nasıl daha yaklaşabilmeniz için tavsiyelerde bulunmaktı.

Bundan sonrasını ise kendi ruhunuzla Rabbimiz arasında, sizin hür iradenizle karar

vermeniz ve burdaki güncel olayları, kendi iç dünyanıza ve kendi örneklerinizle tatbik

etmenizdir ve mühim olanın; olayları, imtihanları yaşarken, gerçek sahibimizi iç dünyamızda

kaçıncı sıraya koyduğumuzdur. İnşallah her zaman, Rabbimiz 1. sırada olur ve Tık-Tık

larımızı, onun istediği şekilde ve rızasını alarak çalıştırırız.

Seçme sözlere geçmeden, son olarak şunu tavsiye ediyorum başta kendi nefsime ve bu

kitabı okuyan tüm okuyucularıma:

Gelin bu kitabı okuduktan sonra, aşağıda yazdığım 3 maddeyi mümkün olduğu kadar çok

yapmaya ve uygulamaya iç dünyamızda çalışalım inşallah:

1- TIK-TIK larımızı Rabbimizi ortaya koyacak şekilde çalıştıralım.

Vazifemizi ve gayretlerimizi yapalım ve sonucunu koşulsuz ve pazarlıksız kabul edip, teslim

olalım ve bize yazılan senaryomuzla oynamayalım ve 90 dakikalık maçın sonunda galip olan

taraf biz olalım inşallah.

2 - Rabbimizin OTOBANIN da kalalım.

Hem dünyevi hem de uhrevi şekilde güzelce yaşayalım. Gezelim, eğlenelim, Rabbimizin

verdiği nimetlerden yararlanalım ama 120 yi geçmeyelim inşallah.

3- ZULALARIMIZI mümkün olduğunca dolduralım.

Hayatlarımızı yaşarken, son nefesimizi vermeden, güzel işler yaparak en az 61 doğruyu

alarak, tabiri caizse cennet tezkeremizi Rabbimizden alalım inşallah.

Ben kalben inanıyorum ki; bizler bu 3 şeyi yaparsak, Allahcc izniyle, onun rızasını almış

olacağız ve ahirette, onun cennetinin kapısını çaldık mı, Rabbimiz bizleri boş

çevirmeyecektir ve cennetinde bir ömür boyu bizleri misafir edecektir inşallah.

Bir kusur ettiysek affola diyerek; yazdıklarımın akılda kalması ve dikkat çekmesi için bazen

küçük bazen BÜYÜK harfler ve farklı renklerde yazmak istedim ve kitabımı sabırla

okuduğunuz için hepinize sonsuz teşekkür ediyor ve inşallah Rabbimizin cennetinde

görüşmek üzere diyorum.

Dualarınızda unutmayınız ve emanet edilmesi gereken en güzele emanet olunuz, çünkü

Rabbimiz emanetleri zayi etmez…

43

SEÇME GÜZEL SÖZLER

(Kadere İman Eden Kederden Uzak Olur)

- Aşkımızın adı; Rabbimiz ve Seccadelerimizdir

- Beklentiler, ilişkilerin katilidir

- Mutluyken SÖZ, üzgünken CEVAP, öfkeliyken KARAR vermeyin

- Kendini bilen Rabbini bilir, kendini bilen, bilmeyenin kusuruna bakmaz

- Her türlü olayda ortaya Rabbimizi koymalıyız

- 1 SEN, 1 seni YARADAN, 1 de seni SEVEN

- İmanın İKTİDAR olamadığı bir kalpte, Şeytan İHTİLAL yapar

- Nefsini sen meşgul etmezsen, o seni meşgul eder

- Unutma! Derdini alıp İÇMEYE giden değil, derdini alıp SECDEYE giden iyileşir

- Bize 3 şey lazımdır: EĞİTİCİ bir dil, DİKKATLİ bir kulak, İMANLI bir kalp

- Ruhunu beslemeyen insan; elektriği olmayan müthiş bir avizeye benzer, ne kadar

güzel olursa olsun fayda vermez

- PARA var huzur vardan ziyade, İMAN var huzur var daha güzeldir

- İMAN en büyük İMKAN ve İKRAM dır

- Hayatın bizlere kolay olması için 3 şeye ihtiyacımız vardır: Sabır, Şükür, Tefekkür

- İMAN, insanı insan eder. Belki insanı sultan eder. Hakiki imanı elde etmiş birisi

kainata meydan okuyabilir

- Allah`ım dünyada İMAN, ahirette MEKAN nasip eyle

- Müslümanım demek bir iddiadır, bunu ispat etmek gerekir

- Namaz ile sonuçlanmamış İMAN; vefasızlığa uğramış AŞK gibidir

- Rabbimiz neyler, neylerse güzel eyler

- TIK-TIK çalışmalı, OTOBANDA kalınmalı ve ZULAMIZ dolmalıdır

- Rabbimiz VAR, onun kelamı VAR, peygamberimiz sav VAR, sıkıntılar YOK inşallah