Sultanhamam kitabı
description
Transcript of Sultanhamam kitabı
SULTANHAMAM
2
Proje YöneticisiMithat BEREKET
Giriş Bölümünü Kaleme AlanNihan ÖZYILDIRIM
KoordinasyonAyşen KUMLALI
AraştırmaPusula TV EkibiÖzer BEREKETNihan ÖZYILDIRIM
DüzeltiNihan ÖZYILDIRIMHaşim BÜYÜKBALCI
YapımeviAristo İletişim Danışmanlığı Adres: İDTM A3 Blok Kat:15 No: 448 Yeşilköy/İstanbulTel: 0212 465 37 [email protected]
Tasarım UygulamaSuat YÜKSEK
BaskıÖzgün OfsetAdres: Yeşilce Mah. Oto Sanayi Sitesi, Aytekin Sk No:21, Seyrantepe/İstanbulTelefon: (0212) 280 00 09
3
ÖZER BEREKET
SULTANHAMAM
TETSİAD Yayınları - 1
4
5
Kaynakça
Ek; TETSİAD Genel Çalışma İlkeleri ve Meslek Etik Kuralları
SONSÖZ; Haşim Büyükbalcı
Tekstil Ülkesi Türkiye9. Bölüm:
8. Bölüm: TETSİAD kuruluyor
1980’ler...Değişim Başlıyor 7. Bölüm:
6. Bölüm: Sultanhamam’da Ticaretin Yazılmamış Kuralları
5. Bölüm: Sultanhamam ‘Üniversitesi’
Sultanhamam Tüccarı4. Bölüm:
3. Bölüm: Sultanhamam’da Satılan Kumaşlar
Sultanhamam’da Alışveriş2. Bölüm:
1. Bölüm: Türk Tekstilinin Merkezi Sultanhamam
Giriş; Tarih Boyunca Sultanhamam ve Civarı
Önsöz; Özer Bereket
Sunuş; Yaşar Küçükçalık
İÇİNDEKİLER
6
7
SUNUŞDeğerli okurlar, saygıdeğer meslektaşlarım.
Bugüne kadar çeşitli defalar, farklı kişilerin dilinden, farklı şekillerde Sultanhamamı
duymuşsunuzdur.
Kimi Sultanhamam’ı “Ticaretin Beşiği”, “Türkiye’de Tekstilin var olduğu yer”, “Türk
tekstilinin dinamiklerinin oluştuğu bir bölge”, kimi de “Hayatın Üniversitesi” olarak
tanımlamış olabilir.
Bunların hepsi doğrudur. Çünkü insanlar hayatları boyunca aynı yere baktıklarında
farklı şeyler görebilir ve farklı dersler çıkartabilir.. Bakılan aynıdır. Ama görülen ve
çıkartılan ayrıdır… Bu nedenle; bakmak ve görmek aynı şey değildir.
Sultanhamam herkese görebildiği kadar faydalı olmuştur. Çünkü yukarıda da belirttiğim
gibi; kimilerine göre bir malın alınıp satıldığı yer, kimine göre bir üniversite olmuştur.
Bu üniversitede herkes kapasitesi kadar ders almıştır.
Osmanlıdan bu yana, yüzyılladır ticaretin beşiği olmuş, farklı kültürlere ev sahipliği
yapmış tarihi yarımada da yer alan bölge, Cumhuriyet döneminin başlangıcından bu
yana, yavaş yavaş gelişerek Türk Tekstil tarihine yön vermiştir. 1960’larda toplam nüfusu
30-35 milyon olan Türkiye’nin, bütün tekstilin (Çorabından - çamaşırına, giyiminden
- Ev tekstiline kadar) dinamiklerinin belirlendiği, pazarının oluştuğu ve ticaretinin
uygulandığı bir yer olmuştur.
Kısaca söyleyecek olursak bu aktivite, kişilerin yetenekleri, bilgileri, ahlak ve görgüleri
ile mütenasip olarak, farklılıklar göstermiştir. Yüzlerce yıldır orada yaşayan bu mümtaz
kişiler, toplumumuzun değer yargılarına paralel olarak, Sultanhamam’ın kurallarını
oluşturmuştur. Bu kurallar ne kadar Sultanhamam kuralı olarak isimlendirilse de,
günümüz çoğunluğunun kabul ettiği ve etmesi gereken evrensel kurallardır. Çünkü bu
kurallar, dünyanın her yerinde geçerlidir.
Bunun adı; tek kelimeyle ifade edilecek olursa dürüstlüktür. Tabii dürüstlük tek başına
bir işe yaramaz. Kişinin, kabiliyetleri, iş bilgisi, vizyonu ve çalışkanlığı ile bütünleştiği
zaman bir değer ifade eder. Çünkü dürüstlük bir insan için meziyet değil, olması
8
gerekendir.
Yukarıda bahsetmiş olduğumuz kuralları; önce ailemizden başlayarak, sonra eğitim
ve daha sonra da iş hayatından edindiğimiz tecrübe ve birikimlerle bütünleştirir ve
benimseriz.
Sultanhamam, sabah dükkânın nasıl açıldığını, müşteriye saygıyı, işin nasıl yönetileceğini
ve daha pek çok şeyi, bakmayı değil görmeyi bilene, görebildiği kadar öğreten bir
üniversitedir.
Sultanhamam; sosyal sorumluluk bilincini bizlere veren, çevremizde yaşayanlarla bir
bütün olmamızı öğreten, ticaretin etik kurallar çerçevesinde yapıldığı zaman bir değer
ifade ettiğini bize öğreten, dayanışmanın bir insanlık vasfı olduğunu uygulayarak
bizlere örnek olan, bilge tüccarların yaşamış olduğu yerdir.
Bu kitabın yazılmasındaki temel amaç, bizden sonra gelecek nesillere geçmiş dönem
Türkiye’si ile ilgili belge bırakabilmektir.
Bu belgesel ve kitabın oluşmasında emekleri geçen, başta tüm meslektaşlarımız
olmak üzere; Sayın Mithat Bereket, Sayın Özer Bereket ve tüm ekibine, tüm TETSİAD
Yönetim Kurulu ve çalışanlarına en içten teşekkürlerimi sunarım.
Bu belgesel ve kitabı, geçmişte ya da yakın zamanda bizlerle aynı ortamı paylaşmış
ve “Sultanhamam kuralları” dediğimiz ticaretin yazılı olmayan kurallarının oluşmasında
katkısı olan, kendinden sonraki jenerasyonlara örnek olmuş, yaşayan ve ahirete intikal
etmiş tüm meslektaşlarımıza ithaf ediyoruz.
Saygılarımla,
TÜRKİYE EV TEKSTİLİSANAYİCİLERİ VE İŞADAMLARI
DERNEĞİ
Yaşar KÜÇÜKÇALIKBaşkan
9
ÖNSÖZHer şey, esnaflığın kurallarının yazıldığı yer olan Sultanhamam hakkında bir belgesel
film yapmaya karar vermekle başladı. Sultanhamam, hem ticaret yaşamının altın
kuralarının belirlendiği hem de Türk tekstilinin (özellike ev teksitlinin) temellerinin
atıldığı yer olarak, bu film çalışmasının başrolünde olacaktı. 2013’ün ilk aylarında, tüm
Pusula TV ekibi, TETSİAD’ın sponsorluğunda çalışmaya başladık. İstanbul, Kayseri,
Bursa, Denizli, Buldan’da çekimler yaptık. Hayatının büyük bölümünü Sultanhamam’da
tüccarlık yaparak geçirmiş ya da Sultanhamam’la yoğun ticari faaliyetler içinde
olmuş, yirmi sekiz duayenle görüşmeler yaptık. Sultanhamam’a vefa, projenin asıl fikir
babaları TETSİAD Başkanı Yaşar Küçükçalık ve TETSİAD Genel Koordinatörü Haşim
Büyükbalcı’nın işin en başında bana verdikleri en önemli anahtardı. Bu anahtar, tüm
araştırma boyunca kime gitsem, hangi kuruma başvursam tüm kapıları açtı. Meğer
Sultanhamam’la ilgili söylenecek ne kadar çok şey varmış ve bugüne kadar ne kadar
azı söylenmiş. Yaklaşık yedi aylık bir çalışma sonucunda, toplamda elli saate yakın
görüşme kaydı tuttuk. Ayrıca, arşiv niteliğinde fotoğraflar ve belgeler topladık. Sözlü
tarih kayıtlarının sadece altmış dakikalık kısmını kullanarak Sultanhamam Belgeseli’ni
hazırladık. Bu film DVD olarak çoğaltıldı ve dağıtıldı. Geriye kalan kırk dokuz saatlik
konuşma kaydının arşiv raflarına mahkûm edilmemesi için de işte bu kitabı hazırlamaya
karar verdik. Çünkü bu konuşmalarda, Türkiye’nin bir tekstil ülkesi olma yolunda
geçirdiği evreler hakkında ve bu toprakların barındırdığı engin ticari değerlerle ilgili,
bugüne kadar hiç anlatılmamış anılar ve paylaşılmamış bilgiler vardı. Bu kitabın bence
en önemli görevi, Sultanhamam tarihini ve bu tarihin içinde ticaretin yazılmamış altın
kurallarını, en iyi bilenlerin ve bizzat yaşamış olanların anlatımlarıyla geleceğe taşımak
olacak. Bu kitabın hazırlanmasında, yardımlarından dolayı; tüm Pusula TV ekibine,
verdiği çok önemli fikirler için TETSİAD Genel Koordinatörü Haşim Büyükbalcı’ya; her
şeyden değerli manevi destekleri için eşim Müge ve kızlarım Yağmur’la Deniz’e çok
teşekkür ederim. Temel felsefesi dürüstlük ve doğruluk olan bu kitabı yazarken aklımın
bir köşesinde hep hayatımda tanıdığım ‘ilk’ dürüst adam, kaybettiğim babam, Faik
Bereket vardı. Özer BEREKET04 Mayıs 2014, İstanbul
10
GIRIS
11
TARIH BOYUNCA SULTANHAMAM VE CIVARI
12
Tarih Boyunca Sultanhamam ve Civarı
Dünyanın en eski şehirlerinden biri olan İstanbul, kurulduğu günden bu yana hem
tarihin akışında hem de insanların tasavvurunda özel bir yer işgal etti. İstanbul’un
Doğu Akdeniz’e hâkim konumu ve güvenli limanı şehre hem askeri hem ticari açıdan
önemli bir üstünlük kazandırıyordu. Aslında İstanbul’un, tarihi boyunca bu kadar fazla
kuşatma yaşamış olması biraz da bu cazibesi yüzünden, bu kuşatmaların neredeyse
hepsini atlatabilmiş olması da yine bu konumu ve güçlü surları dolayısıyladır.
Haliç’in sakin, rüzgârdan ve dalgadan uzak güvenli suları, tarihin her döneminde ticaret
gemileri için tercih edilen bir liman bölgesi oldu. Burası Akdeniz ticaretinin önemli bir
merkezi ve birçok deniz ticaret yolunun son bulduğu yerdi. Ticaret de doğal olarak
Haliç limanlarına yakın yerlerde gelişti. Yakın dönemlere kadar ticaretin büyük oranda
deniz ulaşımı üzerinden sağlandığı hatırlanacak olursa bunun önemi daha iyi anlaşılır.
Üstelik İstanbul’da neredeyse her dönem nüfusun yüksek olması tüketim ihtiyacını
artırmış, bu da ticaret hacmini ve ticari hareketliliği yükselten önemli bir faktör
olmuştu. İstanbul, Osmanlı döneminde de cumhuriyette de tarihsel, siyasal, coğrafi
ve demografik sebeplerden dış, toptan ve perakende ticarette en önde gelen merkez
oldu. Bu ticaretin kalbi çok uzun süre Eminönü, Kapalıçarşı, Süleymaniye arasında
kalan bölgede attı.
Bugünkü idari bölünmeyle Sururi, Mercan, Taya Hatun ve Hobyar mahalleleri arasında
kalan Sultanhamam dediğimiz bölgeyi, kabaca Mısır Çarşısı - Büyük Postane hizası, bir
yandan Uzunçarşı Caddesi, diğer tarafta Mahmut Paşa Camii, öte yandan da İstanbul
Erkek Lisesi’yle Ankara Caddesi hizasıyla sınırlandırırsak, bölgenin, bugün suriçi olarak
tanımlayabileceğimiz eski İstanbul içinde ne kadar önemli bir konuma sahip olduğu
anlaşılabilir. Şehrin topoğrafyasında, dolayısıyla yerleşiminde ve yapılaşmasında
belirleyici olan meşhur “yedi tepe”den ikincisinin yani bugün Nuruosmaniye Camii’nin
bulunduğu tepenin kuzey yamacından Mahmutpaşa Yokuşu iner; üçüncü tepenin yani
Bayezid Camii’nden Süleymaniye’ye uzanan alanın doğu-kuzeydoğu yamacındaysa
Mercan ve onun daha aşağısında da Tahtakale yer alır. Dolayısıyla Sultanhamam
bölgesi bu iki tepeyle yakın ilişki içindedir; diğer yandan ticaret hayatına can veren ve
13
Tarih Boyunca Sultanhamam ve Civarı
şehrin dünyayla bağlantısını sağlayan limanların bulunduğu Haliç kıyı şeridiyle Bizans
döneminde de Osmanlı döneminde de şehrin idari, resmi ve törensel yapılarının ve
alanlarının bulunduğu Mese yani Divanyolu arasında konumlanmıştır. Kısacası İstanbul
coğrafyası içinde, her dönem için son derece merkezi bir noktadadır.
Bizans döneminde Konstantinopolis’in idari merkezi, ikinci ve üçüncü tepelerle,
Ayasofya, saray ve hipodromun üzerinde bulunduğu birinci tepenin arasında kalan
bölgeydi. Dolayısıyla Sultanhamam ve civarı Bizans döneminde de törensel ve
resmi alanlarla liman arasındaki konumuyla itibarlı bir yer işgal ediyordu. Bugün
Mahmutpaşa olarak adlandırdığımız yerde ve Bahçekapı’ya doğru giden yamaçlarda
Konstantinopolis’in seçkin insanlarının evleri bulunuyordu, yani bölgenin bir kısmı
mesken alanıydı. İmparatorun saray muhafızının makamı olan Vigla’nın da bu civarda
olduğu tahmin ediliyor.
Limanların yukarıda sözünü ettiğimiz özelliklerinden dolayı Bizans döneminde ticaret
ve imalat Haliç kıyılarında yoğunlaşmıştı. Zaten Haliç’in konumu, şehrin ticaret alanının
yüzyıllar boyunca aynı bölgede kalmasını gerektirmişti. İmparatorluk başkentinin
ihtiyacını karşılamak için buraya çok çeşitli mallar gelir giderdi. Aynen Osmanlı
döneminde olduğu gibi, Bizans’ta da Eminönü kıyıları boyunca büyük iskeleler, bu
iskelelerin karşısında da Neorion (Bahçekapı), Drungari (Odun Kapısı), Perama
(Balıkpazarı Kapısı) gibi kapılar bulunuyordu. Ticari malların şehre giriş çıkışı için gerekli
olan bu düzenleme Osmanlı döneminde de devam etti. Eminönü civarında bir baharat
pazarı da mevcuttu, hatta daha sonra, Osmanlı döneminde inşa edilen Mısır Çarşısı da
bu geleneğin bir devamı olarak görülebilir. İşte Sultanhamam ve civarı, dünyaya açılan
böyle son derece hareketli bir ticaret limanının hemen arkasında yer alıyordu.
II. Theodosius zamanında, 425 yılı civarında Latince olarak kaleme alınmış bir tür şehir
kılavuzu olan Notitia Urbis Constantinopolitanae, o dönemdeki Konstantinopolis’i on
dört bölgeye ayırır. Bu sınıflandırmaya göre bugünkü Sultanhamam bölgesi, Neorion
BİZANS DÖNEMİ
14
Tarih Boyunca Sultanhamam ve Civarı
Limanı (Bahçekapı) ile St. Jean de Cornibus Kapısı (Zindankapı) arasındaki sahil
şeridinden, Mese’nin ikinci tepenin üzerindeki kısmına kadar ulaşan V. ve VI. bölgelerin
arasında bulunuyordu. Notitia’ya göre o dönemde bu bölgede konutlar, özel ve halka
açık hamamlar, fırınlar, değirmenler, perakende satış yapılan galeriler ve et pazarı vardı.
Neorion Limanı yakınlarındaysa yağ ve hububat ambarları yer alıyordu.
Sultanhamam bölgesinin Vasıf Çınar Caddesi (Rıza Paşa Yokuşu) üzerinden bağlandığı
Uzunçarşı Caddesi, Bizans İstanbulu’nda Makros Embolos adını taşıyordu ve şehrin
ana aksı olan Mese’yi Haliç limanına bağlamak gibi hayati bir işleve sahipti. Bu yol
üzerinde ticarethaneler bulunuyordu. Şehrin bu temel yapılanması değişmediği için
aynı yol, Osmanlı döneminde de hem ticari hayattaki hem de limanla şehrin idari
merkezini bağlamaktaki rolünü sürdürdü. Aynen bunun gibi, Mese’yi Haliç limanlarına
bağlayan başka embolos’lar yani sütun dizileriyle taşınan revaklı yollar da vardı. Bu
yollar aynı zamanda çarşı işlevi de gören alışveriş mekânlarıydı. Şehrin yeniden inşası
için büyük bir çaba harcayan İmparator Konstantinus (salt. 324-337), bu çalışmalar
sırasında hem Mese’yi uzatmış hem de Mese’den dik olarak Haliç’e doğru inen yeni
sokaklar düzenletmişti. Dolayısıyla bugünkü Sultanhamam-Mahmutpaşa bölgesi
4. yüzyıldan itibaren bir ölçüde ticaret alanıydı. Özellikle İustinianos (salt. 527-565)
zamanında İstanbul, doğuyla batı arasındaki ticaretin bağlantı noktası haline gelmişti.
5. ve 6. yüzyıllarda ipek ticareti önemli bir yer tutuyordu. 13. yüzyıldaysa artık,
Robert Mantran’ın ifadesiyle “Hindistan, İran ve Uzakdoğu’nun baharatı, Kırım’ın ve Doğu
Avrupa’nın buğdayı, Rusya’nın derisi ve kürkü, Yunanistan’ın ve takımadaların şarabı,
Batı Anadolu’nun şapı, Küçük Asya’nın yünleri, İran’ın ipekleri, Ermenistan’ın ve
Doğu’nun değerli kumaşları bu kente akıyordu.”
Uzun süre Akdeniz ticaretine hakim olan Venediklilerin Konstantinopolis’teki üsleri
de buradaydı. Haliç kıyıları boyunca, bugünkü Eminönü-Unkapanı arasında yerleşmiş
çok sayıda Venedikli tüccar vardı, hatta Venedik balyosunun konutu Tahtakale’deydi.
Ancak Bizans döneminde Konstantinopolis’le ticaret yapanlar sadece onlar değildi;
Ruslar, Cenevizliler, Amalfililer, Pisalılar, Raguzalılar, İspanyollar, Floransalılar,
15
Tarih Boyunca Sultanhamam ve Civarı
Provanslılar, Ankonalılar ve Almanlar da, liman ve bugünkü Eminönü bölgesinde
aynı işle meşguldüler. Mesela 12. yüzyılda Pisalıların ticaret yerleşimlerinin bugünkü
Sultanhamam bölgesinde bulunduğu, bir yandan Âşir Efendi Caddesi’nin bir kısmından
Şeyhülislam Hayri Efendi Caddesi’ne, diğer yandan da Sabuncu Hanı Sokağı’yla Vasıf Çınar
Caddesi’nin kesiştiği yere uzandığı, sahil tarafında da Mısır Çarşısı’na ulaştığı sanılmaktadır.
Buondelmonti’ye göre Konstantinopolis,1420 civarı.
16
Tarih Boyunca Sultanhamam ve Civarı
İdari ve dini yapılardaki görkemli, anıtsal yaklaşım, ticaret yapıları söz konusu
olduğunda yerini daha basit ve işlevsel bir mimari anlayışa bırakıyordu. Biraz da bu
yüzden Bizans döneminden günümüze ulaşan ticaret yapısı pek yoktur. Ancak Kevork
Pamukciyan, manifaturacı Aleksiyan Topalyan’ın 1893 yılı civarında Sultanhamam’da
yaptırdığı Topalyan Han’ın temeli kazılırken Bizans zamanından kalma bir binanın
kalıntılarıyla çok kıymetli antika eşyaların çıktığını aktarır. Mahmutpaşa bölgesinde,
bugün hâlâ ayakta olan tek Bizans dönemi yapısı, Büyük Valide Han’ın içindeki
Eirene Kulesi’dir. Bu kule, Evliya Çelebi’nin Seyahatname’sinde “cihannüma kulesi”
olarak geçer. Eni ve boyu 12’şer metre olan orta Bizans dönemine ait kulenin şu andaki
yüksekliği 27 metredir, ancak orijinalinde daha uzun olduğu, zaman içerisinde bir
kısmının yıkıldığı düşünülüyor. Bu kulenin gerçek işlevi konusunda kesin bir bilgi yok,
ihtimallerden biri eski bir kalenin parçası olduğu yönünde.
18. yüzyıl tarihçisi İnciciyan’ın aktardığı bir rivayete göre, daha fetihten önce,
Bizans zamanında Türklerin ilk yerleştiği yer de Sultanhamam yakınlarındadır. Yıldırım
Bayezid İstanbul’u kuşattığında imparatoru şehri teslim etmeye davet eder, ama
imparator yıllık bin altın vergi, İstanbul’da Müslümanlara ait bir mahalle kurmak,
bir cami yaptırmak, bir kadı tayin etmek ve Yıldırım Bayezid adına sikke bastırmak
taahhüdüyle padişahı ikna eder. İşte rivayete göre bu anlaşmayla İstanbul’a getirilen
Türkler, bugün Valide Han’ın bulunduğu bölge civarına yerleşip Kaşıkçılar mahallesini
kurarlar. Ancak Sultan Bayezid 1402’de Timur’a esir düşünce imparator Müslümanları
İstanbul’dan çıkarır, camiyi de yıktırır.
İstanbul 1453’te II. Mehmed tarafından fethedildiğinde şehir eski görkemini büyük
oranda kaybetmiş, zengin ve güçlü dönemlerini geride bırakmıştı. II. Mehmed fetihten
hemen sonra şehre yeniden canlılık kazandırmak için bazı iskân ve inşa faaliyetlerine
başladı. Bu kapsamda hastaneler, tımarhaneler, hamamlar yapıldı. Bunların yanında
çarşılar, pazarlar, ticarethanelerin inşasıyla ticari hayat özellikle teşvik edildi.
OSMANLI DÖNEMİ
17
Tarih Boyunca Sultanhamam ve Civarı
Fetihten çok kısa bir süre sonra, 1455’te II. Mehmed bir bedesten yapılmasını iste-
di. Daha sonra etrafında gelişen yapılarla birlikte bugün Kapalıçarşı olarak bildiğimiz
bedesten, merkezi bir rol üstlenerek ticari faaliyetlerin mekânsal gelişiminde belirle-
yici oldu. Bir ucuyla bu bedestene bağlanan Bizans döneminin Makros Embolos’u
Uzunçarşı üzerinden Tahtakale’ye, oradan da Haliç limanına açılan bölge, Bizans’ın
bu konudaki mirasını da devralarak şehrin ticaret bölgesi haline geldi. Uzunçarşı
Caddesi’nin her iki tarafında sıra sıra dükkânlar bulunuyordu. Dolayısıyla fethin ardın-
dan bu ticaret bölgesi aynı yapılanmayı ve işlevi korudu.
II. Mehmed’in sadrazamlarından, İstanbul’un fethine bizzat katılmış olan Mahmud
Paşa’nın (ö. 1474) yaptırdığı külliye, Osmanlı dönemi İstanbulu’nun ilk büyük külliyele-
rindendi ve şehrin yeniden inşa faaliyetlerinin de ilk adımlarından biriydi. Yapımı 1462
yılında tamamlandı. Limanla Divanyolu arasındaki bölgenin bir bölümünü kaplayan
semte adını veren Mahmud Paşa Külliyesi’nin inşasının ardından bölgedeki nüfus ve
yerleşim artış gösterdi. Yine bu külliye kapsamında inşa edilen Kürkçü Hanı (Kurşunlu
Han), cami ve hamama gelir getirmesi için yapılmış yüz odalı büyük bir kervansaray-
dı. Caminin biraz daha aşağısında bulunan Mahmud Paşa Hamamı’ysa yakın bir dö-
nemde, bölgenin ana faaliyet alanı olan ticarete dahil olarak çarşı olarak kullanılmaya
başlandı.
II. Mehmed tüccarlara hizmet vermesi için Mahmutpaşa çarşısı civarında, içinde dük-
kânların da bulunduğu bir kervansaray yaptırmıştı ama bu yapı günümüze ulaşmadı.
Tüccarlara yönelik kervansaray ihtiyacı, fetihten hemen sonrasında da uzak yerlerden,
başka şehirlerden gelip burada mal alıp satan ve dolayısıyla geçici bir süre konaklama
yerine ihtiyaç duyan bir ticaret erbabının hiç de az olmadığını düşündürmektedir.
18
Tarih Boyunca Sultanhamam ve Civarı
15. yüzyılın sonlarında İstanbul.
16. Yüzyılın ortalarında Hürrem Sultan, vakıflarına gelir sağlamak amacıyla, bugün Yeni
Cami’nin arka tarafında, Mısır Çarşısı’nın güney girişinin bulunduğu yerin karşısında bir
çifte hamam yaptırmıştı. Mimar Sinan’ın eseri olan bu hamam, daha sonra o bölgeye
Yeni Cami’nin inşa edilmesiyle bu külliyenin içinde kaldı. İşte semte de adını veren,
“Sultan Hamamı” olarak bilinen bu Haseki Hürrem Sultan Hamamı’ydı. Yazık ki hamam,
1930 yılı civarında Vakıflar İdaresi tarafından yıktırıldı, daha sonra da yerine yeni bir
işhanı yapıldı. Bu yüzden günümüze ulaşamayan hamam artık yalnızca semtin adında
yaşıyor.
Osmanlı İmparatorluğu’nun yükseliş döneminde, Akdeniz’e hâkim olabilmek gitgide
daha önemli hale gelmişti. Ancak bunun için yalnızca askeri anlamda deniz gücü ye-
terli değildi, deniz ticaretini kontrol edebilmek de gerekiyordu. Bu yüzden bu dö-
nemde Haliç kıyılarındaki rıhtım, liman ve kapanların sayısı arttı. Hatta, belki de şehrin
19
Tarih Boyunca Sultanhamam ve Civarı
en hareketli yeri olduğu için, diğer bütün kapıların kapanmasına rağmen Bahçekapı
geceleri de açık tutulur, şehre geç kalanlar bu kapıdan içeri alınırdı. Şehrin ilk zamanla-
rından beri olduğu gibi, çok çeşitli mallar Unkapanı’ndan Sarayburnu’na kadar art arda
dizilmiş olan iskelelere indiriliyordu. Mesela Eremya Çelebi’ye göre 17. yüzyılda buraya
uzak diyarlardan değerli kumaşlar gelirdi. Zaten Karadeniz’den, Mısır’dan, Suriye’den,
Halep’ten, Venedik’ten, Fransa’dan her türlü mal; ipek, kadife ve kumaş İstanbul li-
manlarına akıyordu. İmparatorluğun bütün bölgelerinde üretilen malların bir bölümü
muhakkak İstanbul’a gelirdi, imparatorluğun sınırları genişledikçe bu üretim ve ticaret
hacmi de arttı. Şehrin ihtiyacı olan bütün malların toplanıp daha sonra başka yerlere
gönderildiği, binlerce denizci ve tüccara hizmet veren liman bölgesi ve bunun iç tarafı,
ciddi bir insan trafiğini de ağırlıyordu ve bu haliyle gerçek bir iş merkeziydi.
Bu yoğun ticari faaliyete rağmen, özellikle erken dönemlerde, limanların arka tarafında
kalan bazı bölgeler konut alanı olarak da kullanılıyordu. Tahtakale ile Topkapı arasında-
ki yamaçlarda aristokrasiye ait birkaç katlı, büyük avlulu, çok sayıda odası olan konak-
lar ve saraylar bulunuyordu. Ancak 17. yüzyıldan itibaren, bir yandan ticaret hayatının
hızlanmasıyla birlikte buradaki hanlar, ardiyeler ve dükkânların sayısının hızla artmaya
başlaması; diğer yandan da bazen günlerce sürebilen ve çok ağır tahribata sebep
olan yangınlar, bu civardaki mesken sayısının azalması ve bölgenin bütün bütün ticari
bir veçhe kazanması sonucunu doğurdu. Bu yok olan konakların yerine de hanlar ve
dükkânlar yapıldı, işyerleri çoğaldı. 17. Yüzyılın ikinci yarısında Eminönü ile Kapalıçarşı
arasında kalan bölge artık çok az ikamet alanının bulunduğu, hanların, toptancıların,
ambarların, dükkânların, zanaatkârların yoğun olduğu tam bir ticaret bölgesiydi. As-
lında şehrin toplam yüzölçümü düşünüldüğünde, ticari bölgelerin dar alanlara sıkışmış
olduğu söylenebilir. Fakat bu durum, hem esnafın kendi içindeki alışverişini hem de
esnaf denetimini kolaylaştırması açısından tercih ediliyor, ticaretin çok çeşitli bölgele-
re yayılması pek teşvik edilmiyordu. Aynı malın ticaretinde uzmanlaşmış esnaf ve top-
tancılar genellikle aynı sokakta faaliyet gösteriyordu. Kimisi günümüzde de var olan
kimisiyse unutulmuş ya da değişmiş sokak adları aslında bunun en açık göstergesidir;
20
Tarih Boyunca Sultanhamam ve Civarı
yağcılar, yemişçiler, sandıkçı-
lar, çakmakçılar, marpuççular,
tarakçılar...
17. Yüzyılda Eminönü civa-
rını hem fiziksel hem sosyal
anlamda değiştiren olay-
lardan biri, Hatice Turhan
Sultan’ın (ö. 1683) Yeni Cami
Külliyesi’ni ve bu kapsamda
Mısır Çarşısı’nı inşa ettirme-
si oldu. Büyük külliyeler ve
çarşılar o tarihe kadar şeh-
rin hep tepe bölgelerindey-
ken Yeni Cami’yle birlikte ilk
defa bu boyutlarda bir dini
ve bir de ticari yapı denize ve
limana yaklaşmıştı. 1664’te
tamamlanan Yeni Cami
Külliyesi’nin inşası başlama-
dan önce, cami ve çarşının
bulunduğu alan, Bizans döne-
minden itibaren Yahudi ma-
hallesiydi. Bu inşa faaliyetleri
dolayısıyla burada bulunan
Yahudiler Hasköy’e yerleşti-
rildi.
Haliç limanlarından Divanyolu’na uzanan ticaret bölgesi.
21
Tarih Boyunca Sultanhamam ve Civarı
21
Bu yeni çarşı, zaten bir süredir Mahmutpaşa-Sultanhamam bölgesinde sa-
yıları artmakta olan hanların yarattığı ticari hareketliliği biraz daha artırdı.
19. Yüzyıla gelindiğindeyse artık hem bütün İstanbul’un hem bütün Osmanlı’nın ticari
merkezi, deniz gümrüğü ve gümrük eminliğinin de bulunduğu, Marmara’nın ve Akdeniz’in
çeşitli yerlerinden gemilerin gelip gittiği Eminönü liman bölgesi ve bunun arkasından
tepelere doğru uzanan yamaçlardı. Perakendecilerin yanında, bütün Anadolu’nun ihti-
yacını karşılamak üzere ülkenin çeşitli yerlerine mal gönderen toptancılar da buradaydı.
Ancak 19. yüzyıl daha derin değişimler de getirdi. Yeni üretim teknikleri ve sanayi-
leşme Osmanlı İmparatorluğu’nda da kendini göstermeye başladı. Bütün bunlar ya-
vaş yavaş şehrin çehresini değiştirdi. Haliç ve Eminönü civarında fabrikalar kuruldu,
bu bölge bir sanayi alanı görünümü kazandı. Bu fabrikalar 1960’lara kadar bölgede
faaliyetlerini sürdürdü. Bölge tarihi bakımından bu dönemdeki bir başka önemli ge-
lişme, 1836’da II. Mahmud zamanında, “Hayratiye Köprüsü” olarak bilinen Unkapanı
Köprüsü’nün ve onun ardından da 1845’te, Sultan Abdülmecid zamanında,
“Cisr-i Cedid” denen ilk Galata Köprüsü’nün yapılması ve böylelikle Haliç’in iki yaka-
sının birleşmiş olmasıydı. Bu şekilde batıdaki ve doğudaki ticaret bölgeleri birbirine
bağlandı. Daha geleneksel ticaret anlayışını temsil eden Eminönü ile Batılı kapitalist
özellikleri daha güçlü olan Galata’nın ilişkileri yoğunlaştı. Bununla eşzamanlı olarak
köprü civarından deniz yoluyla ulaşım imkânları arttı; daha sonra, 1890 yılındaysa
Sirkeci Garı hizmete açıldı ve demiryoluyla ulaşım da sağlandı. Bütün bunların bir so-
nucu olarak, 19. yüzyıl ortalarında, bir yandan sanayiin bu civarda, Eminönü-Unkapanı
arasında gelişmesiyle, bir yandan da Galata Köprüsü, demiryolu ve deniz yoluyla ula-
şım imkânlarının artmasıyla, Sirkeci ve Sultanhamam civarında daha yenilikçi bir anla-
yışla hizmet veren perakende mağazaları da hızla çoğaldı. Bu bölgenin bir iş merkezi
olarak hareketliliği arttı.
19. Yüzyılın ortalarında şehirleşmede daha modern bir anlayış gelişmeye başlamıştı.
22
Eminönü civarı pazar yeri
Bir yandan 1848 Ebniye Nizamnamesi ile, diğer yandan da Hocapaşa yangınının ar-
dından Bâbıâlî ve civarının yeniden düzenlenmesini üstlenen ve bürokratlardan oluşan
Islahat-ı Turuk Komisyonu’nun kurulmasıyla binalar ve yollar için yeni standartlar be-
lirlendi. Mercan ve Fincancılar Yokuşu’nun, Sultanhamam ile Bahçekapı arasında kalan
bölgenin düzenlenmesi bu komisyonun projeleri arasındaydı.
Tarih Boyunca Sultanhamam ve Civarı
23
Osmanlı’da Esnaf Birlikleri ve Bölge Esnafı
Osmanlı İmparatorluğu’nda esnaf birliklerinin oldukça gelişmiş ve düzenli bir teşkilat
yapıları vardı. Bu birlikler doğal olarak ticaret bölgesinde bulunuyordu. Uzunçarşı’nın
devamındaki Tahtakale’ye sokak sokak loncalar yerleşmişti. Ticaret erbabı da bazı
imar faaliyetlerinde bulunuyordu, zaten tüccar banilerin yaptırdıkları ilk camiler de
Tahtakale civarındaydı.
Bunca hanın, dükkânın, yoğun mal trafiğinin ve belirli oranda imalatın bulunduğu
Sultanhamam-Mahmutpaşa bölgesinde, Osmanlı dönemi boyunca çok çeşitli iş kolla-
rından esnaf ve tüccarların faaliyet gösterdiği biliniyor. Ahkâm defterlerinde ve kadı
hükümlerinde Mahmutpaşa, Sultanhamam, Dâye Hatun, Valide Hanı esnafına dair
sorunlardan, anlaşmazlıklardan, bunların çözümlerinden söz edilir. Bölgede canlı bir
ticaret hayatı olduğu bu gibi kayıtlardan da kolayca anlaşılabilir. Ankara’dan
Âsitâne’ye sof ve şal getirip Mahmutpaşa yakınlarındaki Tahtahan’da misafiren kalan
tüccarın uyması gereken gümrük nizamları ve sofçu esnafının bu nizamlara müda-
halesinin önlenmesinden, Dâye Hatun civarındaki al boyacıların dükkan açma, dük-
kan adedi, ustalık, kalfalık, çıraklık nizamnamelerine bu kayıtlar, kendi dönemlerinin
esnaf dünyasının renkli bir panoramasını sunar. Esnaf yapılanması özellikle 18. yüzyılla
beraber daha da karmaşık bir hal almıştır.
Tarih Boyunca Sultanhamam ve Civarı
Tarih Boyunca Sultanhamam ve Civarı
24
Osmanlı döneminde çuvalcılar.
Bu esnaf çeşitliliği içinde,
kumaş, bez, dokuma, tekstil
alanlarında faaliyet göste-
renlerin sayısı hiç az değildi
ve bu işkollarının her birinin
kendine ait özel bir birliği
vardı. Osmanlı döneminde
kumaşçılıkla ilgili esnaf bir-
likleri arasında şunlar sayı-
labilir: Abacı esnafı, alacacı
esnafı, basmacı esnafı, mü-
cessem basmacı esnafı, bez-
zaz esnafı, bürüncük bükücü
hırfeti, ibrişim bükücü esnafı,
kenar ipeği bükücü esnafı,
dibacı esnafı, dülbend yeme-
nici esnafı, dülbendci esnafı,
iplikçi hırfeti, kadifeci esnafı,
kebeci esnafı, kemhacı esnafı,
kettancı esnafı, peştemalcı
esnafı, sofcı esnafı, şalcı
esnafı.
25
Tarih Boyunca Sultanhamam ve Civarı
Ancak söylediğimiz gibi, Haliç limanlarından Kapalıçarşı’ya uzanan ticaret bölgesi
içinde geniş bir yelpaze söz konusuydu. Sultanhamam civarında saraçların yani koşum
ve eyer takımı yapanların, kehribarcıların, tespihçilerin olduğu da biliniyor. Balıkhane
Nazırı Ali Rıza Bey’in (1842-1928) Eski Zamanlarda İstanbul Hayatı adlı kitabında
verdiği bazı bilgiler, bölgedeki esnaf hayatının renkliliğine dair ayrıntılar içerir. Mesela
her esnaf birliğinin, çeşitli ihtiyaçlar halinde kullanmak, fakir ve hasta esnafa gereğinde
yardım etmek üzere, loncanın nezaretinde bir orta sandığı bulunurdu. Balıkhane
nazırının aktardığına göre, 1861 yılında Mahmutpaşa’da bulunan on kadar kürkçü,
sandıklarına gelir getiren vakıf binalarından birini, sandık kurallarına riayet etmeyerek
satmaya kalkarlar. Bunun üzerine diğer kürkçü esnafı onları Bâbıâlî’ye şikâyet ederek
buna engel olur. Zaten hem esnaf örgütlenmelerinin otokontrolüyle hem de devletin
ilgili birimleri, özellikle de 19. yüzyılla birlikte şehremaneti kanalıyla bölgede esnafın sıkı
bir denetim altında olduğu anlaşılıyor. 1858-1859 ve 1861-1868 yılları arasında iki kere
şehremini olan Hüseyin Bey’in sık sık denetim maksadıyla kola çıktığı biliniyor. Balıkhane
nazırı Mahmutpaşa ve civarındaki denetimleri şöyle aktarır: “Hüseyin Bey kola çıkmış,
Mahmutpaşa başından doğru geliyormuş’ sözü şayi olmasıyla beraber, yokuşun alt
başında ne kadar küfeci, işportacı misilli gezginci esnaf varsa cümlesi çil yavrusu gibi
dağılır, her biri bir tarafa doğru ihtifa eder; hele dükkâncıları tir tir titretirdi.”
26
1839’da Mahmutpaşa
yakınlarında, Sultan Odaları
karşısında dükkânı olan berber Aci
Aleksan’a, kan almak, diş
çıkarmak konusunda ser-etibbâ-
yı şehriyârî tarafından izinname
verildiğini; yine bu bölgede,
“şerbethane” adıyla anılan
meyhanelerin bulunduğunu; 16.
yüzyıldaysa Yusuf Sinan Rahiki
adında birinin Mahmutpaşa
civarında dükkân açarak berş
adı verilen ve keten yaprağından
elde edilen bir tür keyif verici
madde imal edip sattığını yine
Ali Rıza Bey’den öğreniyoruz.
Sultanhamam ve civarının
ana faaliyet alanı imalat ve
mamul mal ticaretiydi ama
Osmanlı döneminde bu bölgenin
kitap ve matbuat dünyasıyla da
hep yakın ilişkileri oldu. 1567’de ilk
Ermeni matbaası Valide Han’ın 20. yüzyıl başlarında bir kumaş tüccarı.
olduğu yerde kuruldu; 1741’de Âşir Efendi Kütüphanesi burada açıldı; Büyük Valide
Han’ın içinde çeşitli matbaalar faaliyet gösterdi; bölge hanlarında sayıları az da olsa
kitapçı dükkânları da vardı; Türk yayıncılık camiasının 19. yüzyıldaki önemli
isimlerinden Ebuzziya Mehmed Tevfik’in (1849-1913) Tasvir-i Efkar’ı çıkardığı matbaası
Beyoğlu’na taşınmadan önce bir süre için Sultanhamam’daydı.
Tarih Boyunca Sultanhamam ve Civarı
27
Adını verdiği Âşir Efendi
Caddesi ile Sultanhamam
Caddesi’nin köşesinde bu-
lunan ve bugün dükkân ola-
rak kullanılan bu kütüphane,
Reîsülküttâb Mustafa Efendi
ile oğlu Şeyhülislam Mustafa
Âşir Efendi tarafından, kurul-
muştur. Mustafa Efendi, 1741 ve
1747 yıllarında, aralarında kıy-
metli ve nadir kitapların da bu-
lunduğu kendine ait 1237 kitabını
vakfetmiş fakat henüz kütüp-
hane binasını yaptıramadan
1749’da ölmüştür. Bunun üzerine
oğlu Şeyhülislam Mustafa Âşir
Efendi kütüphane binasını
yaptırıp 1800 yılında açmış-
tır. Âşir Efendi’nin oğlu Rumeli
Kazaskeri Hafîd Efendi,
Kasidecizade Süleyman Sırrı
Âşir Efendi Kütüphanesi
Âşir Efendi Kütüphanesi’nin bugünkü yeri...
Efendi ve Mehmed Bahaeddin Efendi de daha sonra kütüphaneye kitap bağışlayarak
zenginleşmesine katkıda bulunmuşlardır. Kütüphane, tatil günleri olan salı ve cuma ha-
riç haftada beş gün hizmet veriyordu. Kütüphanenin kitapları 1914’te Sultanselim’de-
ki Medresetü’l-Mütehassisin’e, 1918’de de Süleymaniye Kütüphanesi’ne nakledildi.
Taş ve tuğladan yapılmış iki katlı kütüphanede okuma salonu, depo, koridor ve hol
Tarih Boyunca Sultanhamam ve Civarı
28
Osmanlı İmparatorluğu döneminde ticari faaliyetin yoğun olduğu bölgelerde hanların
hep kilit bir rolü olmuştur. Birçok işlevi üzerinde toplayan ve anıtsal mimari yapılar
olmanın çok ötesinde bir yaşama alanı olan hanlar, toplumsal ve ticari hayatın şekil-
lendiği mekânlardı. Hanlar çoğu zaman, cami ya da hayır kurumlarının vakfiyesi olarak,
bu kurumlara gelir getirmek üzere inşa edilirdi. Şehre geçici süreyle gelenler için ba-
rınma, bekârlar için bekâr odası, üreticiler için imalat alanı, tüccarlar için hem mağaza
hem yazıhane, toptancılar için depo, müşteriler için pazar ve alışveriş mekânı işlevini
üstlenmişlerdi. Bu yönleriyle de çok çeşitli coğrafyalardan ve kültürlerden insanların
kesiştikleri noktalardı.
Osmanlı İstanbulu’nda hanların yoğun olduğu üç bölge vardı; Eminönü-Unkapanı böl-
gesi, Beyazıt-Sultanhamam bölgesi ve Beyazıt-Aksaray bölgesi. Aslında bu veri bile,
han mimarisinin ticari hayatta ne kadar önemli olduğunu ve yoğun ticaretin olduğu
bölgelerin bir tür hanlar bölgesine dönüştüğünü gösteriyor.
Sultanhamam-Mahmutpaşa civarındaki en eski han, Mahmud Paşa Külliyesi kapsamın-
da inşa edilen, Mahmutpaşa Yokuşu üzerindeki Kürkçü Han’dır. Bu han aynı zamanda
döneminin tek taş hanıydı. Ama asıl, Kösem Mahpeyker Valide Sultan’ın IV. Murad
döneminde (1632-1640) Çakmakçılar Yokuşu’nda Büyük Valide Han’ı yaptırmasıyla
bölge daha da fazla ticari bir görünüm kazanmış, bunu izleyen yıllarda yapılan diğer
hanlarla birlikte, bu civarda bulunan, aristokratlara ait meskenler yavaş yavaş ortadan
kalkmıştır. Büyük Yeni Han da bu aynı yokuş üzerine inşa edilince Çakmakçılar’daki
hareketlilik iyice artmış ve bu civar tamamen bir hanlar bölgesine dönüşmüştü. Zaten
bir yandan ticari faaliyetlerin artışı yeni hanların yapılması ihtiyacını doğuruyor, diğer
Hanlar
bulunmaktaydı. Âşir Efendi ve ailesin mezarları kütüphanenin arkasındaki haziredeydi;
kütüphanenin taşınmasıyla bu mezarlar da Molla Gürani Camii haziresine nakledildi.
Kitapların taşınmasından sonra burası dükkân olarak kiraya verildi. Bugün de bu bina-
nın alt katı ticari amaçla kullanılmaktadır.
Tarih Boyunca Sultanhamam ve Civarı
29
yandan da yapılan yeni hanlar yeni bir hareketlilik getiriyordu.
Her ne kadar hanlar temel olarak iktisadi-ticari hayatın bir parçası olsalar da, bulun-
dukları bölgenin kültürel hayatı içinde de küçümsenemeyecek bir yer işgal ediyorlar-
dı. Mesela, Kırımlı Artin adında bir Ermeni, Kilise ve Sivil Kanunlar Kitabı’nı, 1772-1778
arasında Büyük Yeni Han’da istinsah etmişti. 1800 yılı nisan ayında, Ermeni Gregoryen
cemaati ileri gelenleri yeni bir başpatriğin seçimi için Büyük Yeni Han’da toplanmışlar-
dı. Büyük Çorapçı Han’ın ilk katında bir sinagog bulunuyordu. Matbaa-i Amire müdürü
Boğos Arapyan’ın matbaası 19. yüzyıl başlarında Kürkçü Han’da faaliyet göstermişti.
Valide Han’ın içinde kendilerine yaşama alanı bulmuş olan İranlıların burada kendileri-
ne ait matbaaları vardı.
19. yüzyılda yaşamış olduğu sanılan halk şairi Segahi’nin, Bahçekapı’dan yola çıkarak
Mahmutpaşa, Mercan ve nihayet Kapalıçarşı’yı anlattığı uzun Çarşı Destanı, bu hanlar
bölgesindeki çarşı-pazar hayatını çok güzel anlatır:
“Sakaçeşmesi’nden çıktım yukarı
Seyreyledim anda ulu hanları
Gördüm poliçeci sarraf tüccarı
Yollarda yüklerden geçilmez asla
Dolaşarak geçtim Mahmutpaşa’dan
Gözüme ilişti mahbûb u yâran
Telci tenekeci çarhî bezirgân
Fener kandil satar, bazısı boya”
Tarih Boyunca Sultanhamam ve Civarı
30
Osmanlı’nın son dönemlerine gelindiğinde, mimari açıdan han anlayışı değişmişti ama
bu yoğun ticaret bölgesi yine hanlar bölgesi olmaya devam etti. 19. yüzyılın sonlarıyla
20. yüzyılın başlarında, özellikle Sultanhamam, Bahçekapı, Sirkeci bölgesinde, bu kez
yeni ve Batılı bir anlayışla çok katlı hanlar inşa edilmeye başlandı. Bu inşa faaliyetle-
rini bir yandan İstanbul’da bulunan Avrupalı mimarlar, bir yandan da I. Milli Mimarlık
Akımı’nı temsil eden Türk mimarlar sürdürdü. Alman mimar Jachmund’un Deutsche
Orient Bank için inşa ettiği Germanya Han ve Mimar Kemalettin Bey’in (1870-1927)
yaptığı 1. Vakıf Han bunların örnekleri arasında sayılabilir.
Bölgeye karakterini veren ve ticari hayatın vazgeçilmezlerinden olan hanların bazı-
ları şunlardır: Büyük Valide Han, Kürkçü Hanı (Mahmud Paşa Hanı, Kurşunlu Hanı),
Büyük Yeni Han, Küçük Yeni Han, Sultan Odaları, Çorbacı Han, Hacopulo Han, Kefeli
Han, Çuhacı Han, Büyük Çorapçı Han, Amir Han, Kalcı Han, Leblebici Han, Âşir Efendi
Hanı, Baltacı Hanı, Bezci Hanı, Cafer Ağa Hanı, Emir Hanı, Esad Efendi Hanı, Fincancı
Han, Halıcı Hanı, Kamondo Hanı, Kaşıkçı Hanı, Kilid Hanı, Kumru Hanı, Nasıf Ağa Hanı,
Pambukçuoğlu Hanı, Partal Paşa Hanı, Rıza Paşa Hanı, Sümbüllü Han, Tahda Han,
Büyük Ticaret Hanı, Yarım Taş Hanı, Büyük ve Küçük Yıldız Han, Yusufyan Hanı,
Topalyan Han, Aslan Fresco Hanı.
19. yüzyılın sonu, 20. yüzyılın başında Çuhacı Han’da gayrimüslim mücevheratçılar
ağırlıktaydı; Kaşıkçı Han’da içinde terzilerin de bulunduğu, çoğu gayrimüslim muhtelif
tüccarlar vardı; Küçük Yeni Han’da sarraflar, tülbentçiler, çuhacıların da dahil olduğu
çeşitli işkolları bulunuyordu; 1910 yılında, dönemin zenginlerinden Fresco Bey’in yap-
tırmış olduğu Aslan Fresco Hanı’nda tekstil esnafının işyerleri vardı. Bir anlamda böl-
geye karakterini veren bu hanlardan birkaçını daha ayrıntılı olarak ele almakta fayda
var:
BÜYÜK VALİDE HAN: İstanbul’un bütün hanları içinde Büyük Valide Han’ın muhak-
kak ki çok müstesna bir yeri vardır. Zira aynı hanın kendisi gibi, hanı yaptıran Kösem
Mahpeyker Valide Sultan (ö. 1651) da Osmanlı’nın hanım sultanları içinde müstesna
bir yere sahiptir. IV. Murad (salt. 1632-1640) ve Sultan İbrahim’in (salt. 1640-1648)
Tarih Boyunca Sultanhamam ve Civarı
31
annesi ve IV. Mehmed’in (salt. 1648-1687) büyükannesi olarak uzun süre valide sultan
sıfatını üzerinde taşımış ve devlet yönetiminde etkili olmuştur. Rivayete göre Kösem
Sultan, kendi kişisel servetinin bir kısmını bu hanın içindeki bazı gizli köşelere saklamıştı.
Tarihçi Naima, Valide Sultan’ın katlinden sonra, handa ona ait yirmi sandık florin altını
bulunduğunu söyler.
Sultanhamam’dan Beyazıt’a doğru çıkarken Çamakçılar Yokuşu’nda sağ tarafta ka-
lan bu han, yine Kösem Sultan tarafından Üsküdar’da yaptırılmış olan Çinili Cami’nin
vakfiyesi olarak, yani camiye gelir getirmesi için IV. Murad’ın saltanatı döneminde inşa
edildi. Üç avlulu, iki yüz on odalı, iki katlı devasa bir yapı olan hanın bulunduğu yerde
zamanında, eski sadrazamlardan Cerrah Mehmed Paşa’nın (ö. 1604) zaman içinde
yıkılmış olan konağı vardı.
Büyük Valide Han
Tarih Boyunca Sultanhamam ve Civarı
32
Hanın, büyük avluyu çevreleyen bölümüne “han-ı kebir” yani büyük han, küçük av-
luyu çevreleyen kısmına da “han-ı sagir” yani küçük han denir. Bunun dışında hanın,
Çakmakçılar Yokuşu tarafında, topografyaya uygun olarak düzenlenmiş küçük bir üç-
gen avlusu daha vardır. Daha önce söz ettiğimiz gibi, bölgede Bizans döneminden
kalan tek yapı olan Eirene Kulesi de han-ı sagirin kuzeydoğu köşesinde bulunmakta-
dır. Hanın büyük avlusunun içinde yine Kösem Sultan’ın yaptırmış olduğu, Mescid-i
Îrâniyân da denen bir de mescit vardır.
Büyük Valide Han’ın kapalı ve açık alanları yapıldığı günden bugüne çok çeşitli mak-
satlarla; mesken, geçici konaklama alanı, işyeri, mağaza, depo, imalat atölyesi, ahır
olarak kullanılmıştır. 17. Yüzyılda ulemadan Larî Mehmed Efendi’nin, 18. yüzyılda Yeğen
Mehmed Paşa’nın hayatlarının bir döneminde burada yaşadıkları biliniyor.
Han, tarihi boyunca İranlıların ağırlıklı olarak yerleştikleri, ticari faaliyetlerini sürdür-
dükleri bir yerdi. Bir kısmı Azeri olan bu İranlılar için han aynı zamanda dini bir mer-
kezdi de; Şiiler yılda bir kere, muharrem ayında burada toplanarak Kerbelâ faciasını
anmak için matem ayini yaparlardı. Hanın içinde İranlılara ait bir matbaa da bulunu-
yordu. Osmanlı İmparatorluğu’nda matbaa kullanılmaya başlandıktan sonra çok uzun
süre Kurân’ın basılması için fetva çıkmamıştı, Kurân yine eskisi gibi elyazması olarak
çoğaltılıyordu. Ancak 19. yüzyılda, İranlıların Valide Han’ın içindeki bu matbaada giz-
lice Kurân bastıkları biliniyor. Büyük Valide Han’ın matbuat tarihimizdeki yeri bundan
ibaret de değil. Zamanla handa birkaç tane daha matbaa kuruldu ve İranlılar bura-
da, yazarlarından izin alıp telif ödemeksizin, tabir caizse dönemin “korsan” kitaplarını
bastılar. Fakat İranlı matbaacıların bu cesaretleri, hükümetçe zararlı bulunan kitapları
da hiç çekinmeden bastıkları için basın özgürlüğü konusunda önemli bir rol oyna-
mıştı. Han’ın Çakmakçılar Yokuşu tarafındaki birkaç Ermeni kitapçı Batıdan, özellikle
Fransa’dan getirilen kitapları satıyorlardı ve bunlardan bazıları, 1950’li yıllara kadar
burada kaldı.
Şark Ticaret Yıllıklarına göre 19. yüzyıl sonu 20. yüzyıl başında Valide Han’da, içinde
kumaşçıların, manifaturacıların da olduğu, hem Müslüman hem gayrimüslim muhtelif
Tarih Boyunca Sultanhamam ve Civarı
33
tüccarlar bulunuyordu.
Sagir Han’da 1906’da ve 1926’da
bakımsızlıktan dolayı yıkılma
oldu. 1930’lu yıllarda hanın mes-
ken olarak kullanılması yasak-
landı ve tamamen ticari amaçla
kullanılır hale geldi. 1982’de tarihi
miras olarak kabul edilen handa
günümüzde daha çok tekstil ve
metal üzerine çalışanlar bulun-
maktadır. Eski geleneğin devamı
olarak odabaşılık kurumu ve bir
kolbaşının yönetiminde çalışan
hamal kolu bugün de devam et-
mektedir.
BÜYÜK YENİ HAN:İstanbul’un en büyük hanların-
dan bir diğeri olan Büyük Yeni
Han, Çakmakçılar Yokuşu’dan
yukarı çıkarken sol tarafta,
Büyük Valide Han’ın karşısın-
dadır, uzun yan cepheleriyse 19. Yüzyılın sonlarında Büyük Yeni Han
Sandalyeciler Sokağı ile Çarkçılar Sokağı’na bakar. III. Mustafa (salt. 1757-1774) tarafın-
dan 18. yüzyıl ortalarında yaptırılmış olan han, alışılandan farklı olarak üç katlıdır. Bu
yüzden Büyük Valide Han’dan daha fazla, iki yüz otuz üç odaya sahiptir.
Tarih Boyunca Sultanhamam ve Civarı
34
Büyük Yeni Han’ın, aynen diğer hanlarda olduğu gibi birçok esnaf faaliyetine ev sa-
hipliği yapmasının yanında şehrin iktisadi hayatı üzerinde başka bir önemli etkisi daha
vardı. 1760’larda odaların yarısında sarraf dükkânları bulunuyordu, hatta sarraf kethü-
dası da bu handaydı. Bunun dışında kuyumcular, gümüşçüler, çuhacılar, yorgancılar,
kemhacılar da vardı. 1785 yılı civarında, Fransız sefaret başkâtibi Louis-Grégoire Le
Hoc, 18. yüzyılın sonlarındaysa İngiliz ressam Thomas Hope Büyük Yeni Han’da kalmış-
lardı. 18. Yüzyılda handa birçok zengin Ermeninin ticarethanesi vardı. Emniyet Sandığı
da 1868’de ilk kurulduğu tarihten 1927’ye kadar bu hanın üst katındaki bazı odalarda
faaliyet göstermişti. 19. yüzyıl sonu, 20. yüzyıl başlarında handa, içinde manifaturacı-
ların da bulunduğu muhtelif tüccarların işyerleri yer alıyordu ve gayrimüslimler daha
ağırlıktaydı. Bu handa da bir kitapçı bulunuyordu. 1940’lı yıllardaysa bez ve perde-
lik kumaş dokuma tezgâhlarının bulunduğu imalathaneler, terziler ve ithalat-ihracatla
uğraşanların yazıhaneleri ağırlıktaydı.
Günümüze büyük oranda orijinal haliyle ulaşmış olan bu taş hanı bölgenin diğer
hanlarından ayıran bir başka özellik, duvar resimleri ve süslemeleridir. Hanın zengin
tüccar ve sarrafları işyerlerini Batılı motif ve temaların olduğu resimlerle, edirnekârî ve
malakârî tezyinatla donatmışlardır.
BÜYÜK ÇORAPÇI HAN:Mahmutpaşa Yokuşu üzerindeki bu hanın, Kanuni Sultan Süleyman (salt. 1520-
1566) zamanında, Kaptan-ı Derya Piyale Paşa (ö. 1578) tarafından 16. yüzyılın ikinci
yarısında yaptırıldığı sanılıyor. Handa büyük ihtimalle alt katlarda mal depolanıyordu, üst
katları ise tüccarlar işyeri olarak kullanıyorlardı. Burada 19. yüzyılın sonlarından itibaren,
çoğunluğu gayrimüslim olan manifaturacılar ve tuhafiyeciler bulunmaktadır.
Tarih Boyunca Sultanhamam ve Civarı
35
Büyük Çorapçı Han
Tarih Boyunca Sultanhamam ve Civarı
36
KÜRKÇÜ HANI: Mahmutpaşa Yokuşu üzerindeki bu iki katlı, iki avlulu han, Mahmud
Paşa Külliyesi’nin bir parçası olarak Mimar Atik Sinan tarafından 15. yüzyılın ikinci ya-
rısında inşa edilmiştir, dolayısıyla ilk büyük ticaret hanlarından biridir ve o dönemden
günümüze ulaşan tek handır. İçindeki mescidiyse daha sonra Hacı Küçük Ahmed Ağa
yaptırmıştır. İki katlı bu hanın orijinalinin yüz yirmi yedi odalı olduğu sanılmaktadır.
18. Yüzyılda bu hanın dükkânların bir kısmı, Avrupa ve Mısır ürünleri satan Yahudiler
tarafından işleti-liyordu. 1821 esnaf kayıtlarına göre, handa adına uygun olarak büyük
oranda kürkçü esnafı bulunmaktaydı.
20. Yüzyıl Başlarında Kürkçü Hanı.
Tarih Boyunca Sultanhamam ve Civarı
37
Sultanhamam ve civarı fetihten
sonra hızla yerleşilen ve ticari
hareketlilik dolayısıyla özellik-
le gündüzleri çok kalabalık bir
bölge olduğundan, 15. yüzyıl-
dan itibaren burada camiler inşa
edilmiştir. Bölgenin en büyük
camileri, daha önce sözünü et-
tiğimiz Mahmud Paşa Camii ile
Yeni Cami’dir. Semtin sokakla-
rında daha küçük boyutlu birçok
cami de vardır.
Tarakçılar Caddesi’ndeki
Dâye Hatun Camii, Fatih
Sultan Mehmed’in sütannesi
(dâyesi) Ümmü Gülsün
Hatun tarafından 1485’te yaptı-
rıldı. Uzun süre harap durumda
kalmış olan cami 1971’de yeni-
den inşa edildi. Ümmü Gülsün
Hatun’un türbesi de bu ca-
minin avlusundadır. Yine 15.
yüzyılın ikinci yarısına ait olan
Camiler ve Mescitler
Daye Hatun Camii
Tarih Boyunca Sultanhamam ve Civarı
38
Hacı Küçük Camii Sokağı’nda bulunan Hacı Küçük Camii, Fatih Sultan Mehmed’in
silahtarlarından Küçük Ahmed Ağa tarafından yaptırıldı. 19. Yüzyılda bir yangında
zarar gören cami, Sultan Abdülaziz’in başmuhasibi Servet Ağa tarafından 1872’de
ilk yapısından çok farklı bir şekilde yeniden inşa ettirildi. Hatta minaresinin şerefe-
si, cami mimarisinde az rastlanan neo-gotik tarzın bir örneğidir. Bu caminin kapısı-
nın üstündeki hat, meşhur hattatlardan Abdullah Hamdi Bey’e aittir. Tarakçı Cafer
Sokağı’ndaki Sururi Dâye Hatun Camii, Kanuni Sultan Süleyman’ın sütannesi ta-
rafından 1530 yılında yaptırıldı, cami 1907’de tamir gördü. Büyük Postane’nin ar-
kasında, Âşir Efendi Caddesi üzerinde bulunan Hobyar (ya da Hubyar) Camii, ilk
olarak Mîr Hoca Hubyar tarafından 1473-1474’te yaptırıldı. Daha sonra yok olan
caminin yerine 1905-1909 yılları arasında, Mimar Vedat Tek tarafından Büyük
Postane ile birlikte tasarlanan bugünkü cami inşa edildi. Çakmakçılar Yokuşu üzerinde
III. Sultan Mustafa’nın inşa ettirmiş olduğu Küçük Yeni Han’ın içinde, yine aynı pa-
dişahın 1760 yılı civarında yaptırdığı, Saka Çeşmesi Camii adıyla da bilinen Sultan
III. Mustafa Camii vardır. Han kapısının içinden girilip ikinci kata çıkılarak bu camiye ulaşılır.
Hacı Küçük CamiHobyar Camii
Tarih Boyunca Sultanhamam ve Civarı
39
Tarihi boyunca yangınlar ve depremler İstanbul’un yakasını bırakmayan felaketler ol-
muştur. Bunların çok büyük bir çoğunluğu Sultanhamam ve civarını da etkilemiş, böl-
gede ciddi hasarlar yaratmıştı.
1766 büyük İstanbul depreminde; Ermeni halk şairi Ceranyan’a bakılırsa, İstanbul’da
kâgir han kalmamış, birçok ticarethaneler yıkılmış, çarşı ve pazarlar viraneye dön-
müştü. İtalyanca bir rapora göreyse Valide Han bu depremden etkilenmemiş nadir
taş yapılardan biriydi. Bütün İstanbul çapında büyük hasara sebep olan 10 Temmuz
1894 depremindeyse en çok Kapalıçarşı zarar gördü, Mercan civarı ve Uzunçarşı’dan
Tahtakale’ye kadar Sultanhamam’ı da içine alan bölge neredeyse tamamen yıkıldı,
Büyük Valide Han hasar gördü, Sultanhamam civarındaki sultan çeşmesi yıkıldı,
Mercan Sokağı’ndan kükürtlü su fışkırdı.
Depremler gibi doğal bir afet olmayıp çoğunlukla insan hatasından çıkan yangınlar
İstanbul’da sık sık yaşanıyordu. İstanbul, tarihi boyunca, kimileri günlerce söndürü-
lememesiyle efsane haline gelmiş büyüklü küçüklü birçok yangına sahne olmuştu.
Yapı malzemesi olarak ahşabın yaygın olarak kullanılması hasarın artmasına sebep
oluyordu. Aslında hanların taştan yapılmasının bir sebebi de buydu. 1714 yılına kadar
tulumbacılık müessesesinin olmayışı da bu tarihe kadarki yangınların söndürülmesini
zorlaştırmıştı.
1652’deki yangın, Yeni Bedesten’in karşısında başlayıp Eremya Çelebi’nin aktardığına
göre rüzgârın etkisiyle Mahmutpaşa’daki Kürkçüler’e ulaşmıştı.
1660 Yılında kırk iki saat devam eden ve İstanbul’un çok büyük bir bölümünü tahrip
eden büyük İstanbul yangını yine Eremya Çelebi’nin aktardığına göre, temmuz ayında
Ayazmakapı’da, surdışında bulunan bir sandıkçı dükkânında çıkmış, rüzgârın da yar-
dımıyla hızla ilerlemiş, Süleymaniye’den Hocapaşa çarşısına kadar her yeri yakıp kül
etmiştir. Buradan da Valide Han’a, oradan Uzunçarşı’ya kadar ulaşmış yani bugünkü
Sultanhamam-Mahmutpaşa civarını büyük oranda tahrip etmişti.
Yangınlar ve Depremler
Tarih Boyunca Sultanhamam ve Civarı
40
Hatta Kapalıçarşı’ya kadar da-
yanmıştı. Ertesi gün de yayılarak
devam eden yangında, Büyük
Valide Han’daki “çok kıymetli ha-
zineler ve eşyalar” pencereden
giren kıvılcımlarla yanmıştı.
Aralık 1754’te bir gece vakti
Mahmutpaşa-Sultanhamam ci-
varında çıkan ve on sekiz saat
boyunca süren bir başka yan-
gın bölgede büyük tahribat ya-
ratmıştı. Bundan bir sonraki yıl,
Eylül 1755’te Hocapaşa’da
çıkan ve kırk saat süren yangında
Ayasofya, Bahçekapı ve
Mahmutpaşa semtleri enkaz
haline gelmişti.
1865’teki Hocapaşa yangının-
daysa, Sirkeci-Marmara arasın-
da üç binden fazla yapı yanmış-
tı. Bu zararın ardından, yukarıda
da sözünü ettiğimiz yeni bir yol
ve yapı yönetmeliği çıkarıldı ve 1894 depreminin ardından Sultanhamam’daki sıbyan mektebi ve çeşme.
sokaklar yeniden düzenlendi.
Mercan ve Fincancılar Yokuşu da bu kapsamda yeniden düzenlenmişti.
Tarih Boyunca Sultanhamam ve Civarı
41
Cumhuriyetin kurulması ve hemen öncesinde Ankara’nın başkent olması idari olarak
İstanbul tarihinde çok önemli bir dönüm noktasıydı ama ticari ve sosyal hareketlilik
anlamında İstanbul’un liderliği devam etti. Haliç kıyıları, Eminönü ve buradan Beyazıt’a
kadar ulaşan bölge ticari hayat içindeki aynı işlevini sürdürdü. Zaman içinde Haliç’teki
ticaret limanları kaldırıldı, Eminönü’nün sahil kısmında yeni düzenlemeler yapıldı, yeni
yollar açıldı ama bunun hemen arkasındaki hareketlilik yoğunluğundan bir şey kaybet-
medi.
Erken Cumhuriyet döneminde Sultanhamam ve civarındaki dar, yokuşlu sokaklar, gün-
düz saatlerinde şehrin en kalabalık, hareketli, canlı bölgeleriydi. Osmanlı döneminden
devralınan miras ve eski ticaret anlayışı devam ediyordu ama bir yandan da dünya-
nın iktisadi dinamiklerinin değişmesi ve teknolojinin ilerlemesiyle yavaş yavaş ticaretin
işleyiş şekli farklılaşıyordu. Bu geçiş süreci içinde Batılı tarzda, modern ve kapitalist
ticari yaklaşımla geleneksel ticaret alışkanlıkları bir arada var oldu.
Osmanlı döneminde Sultanhamam-Mahmutpaşa civarında çok çeşitli iş kolları faa-
liyet gösterirken cum-huriyet döneminde özellikle manifaturacılar, kumaş toptan-
cıları ve perakendecileri bu bölgede yoğun-laştı. 1950’lerde İstanbul tüccarları
tarafından Bursa’daki dokumacılardan alınan kumaşlar Sultanha-mam’a getirilir, bu-
rada Anadolu tüccarına satılır, dolayısıyla buradan Anadolu’ya yayılırdı. Sultanhamam
Türkiye’deki kumaş imalatının ürünlerinin önce toplandığı, daha sonra
yine buradan bütün Türkiye’ye dağıtıldığı bir merkez durumundaydı.
İstanbul tarihiyle ilgili birçok makalesi bulunan araştırmacı Kevork Pamukciyan, kendi
amcası Garabed Pamukciyan’ın (1875-1959) Sultanhamam’da tanınmış bir manifatura
tüccarı olduğunu, babasının da 1942 yılında kapanana kadar amcasının manifatura ti-
carethanesinde kâtiplik yaptığını aktarır. Osmanlı dönemi boyunca matbuat hayatıyla
da yakın ilişkileri olan bölgede, 1960’larda hâlâ Ermenice kitaplar satan dükkânların
olduğu biliniyor.
CUMHURİYET DÖNEMİ
Tarih Boyunca Sultanhamam ve Civarı
42
Osmanlı İmparatorluğu zamanında dönem dönem İstanbul’u kasıp kavuran yangınla-
rın bir benzeri yazık ki cumhuriyet döneminde de tekrarlandı. 1976 yılının ilk günlerin-
deki büyük Sultanhamam yangını bölgede çok ciddi bir zarara sebep oldu. Üç bine
yakın işyeri zarar görmüş, çok sayıda iş sahibi yersiz, neredeyse yirmi bin kişi de işsiz
kalmıştı. Bunun üzerine bölgede kiralar ve hava parası hızla yükseldi. Mağazaları kul-
lanılmaz hale gelen manifaturacı esnafının başka bölgelere taşınması fikri gündeme
geldiyse de, esnaf bu işin başka yerde yapılmayacağını, müşterinin buraya ayağının
alışmış olduğunu ve Sultanhamam’dan başka yere gitmeyeceğini söyleyerek buna ya-
naşmadı.
Değişimin gittikçe artan hızına rağmen Sultanhamam bugün de bütün o daracık yo-
kuşları, her köşebaşından bir anda çıkıveren hamalları, geçmişle bugünü bir arada
yaşatan hanları, camileri, çeşmeleri, mağazalardaki rengârenk kumaşları, bütün ara
sokakları dolduran müşterileri ve eski ticaret ahlakını bunca değişime rağmen yaşat-
maya çalışan kendine özgü esnafıyla İstanbul’un vazgeçilmez ve eşine pek rastlanmaz
bir bölgesi hâlâ...
Tarih Boyunca Sultanhamam ve Civarı
43
SULTANHAMAM’IN BAZI CADDELERİ VE SOKAKLARI
ÂŞİR EFENDİ CADDESİ:Sultanhamam Meydanı’ndan Ankara Caddesi’ne uzayan bu cadde, adını üzerinde
bulunan ve bugün asli işlevini yitirerek işyeri olarak kullanılmakta olan Âşir Efendi
Kütüphanesi’nden alır. Âşir Efendi’nin konağı da zamanında bu cadde üzerindeymiş.
Cadde Büyük Postane’nin arka cephesinden geçer. Hobyar Camii de yine bu caddede,
postanenin hemen köşesindedir. Bu cadde boyunca çoğunluğu 20. yüzyılın başların-
da inşa edilmiş hanlar yer alır; Basiret Hanı, Fesçibaşı Elkatip Han, Katırcıoğlı Hanı,
Yusufidis Hanı, Küçük Ticaret Hanı, Hobyar Hanı bunlardan bazılarıdır. Caddenin en
eski hanıysa kütüphaneyle birlikte yapılan Âşir Efendi Hanı’dır. Burası da semtin ruhu-
na uygun olarak, muhtelif ticarethanelerin yanında manifaturacıların ağırlıkta olduğu
bir cadde olmuştur.
Aşir Efendi Caddesi
Tarih Boyunca Sultanhamam ve Civarı
44
ÇAKMAKÇILAR YOKUŞU:Sultanhamam’dan Mercan’a doğru uzanan, bölgenin en yoğun ve hareketli sokakların-
dan biridir. Bu yol üzerinde zamanında tüfek ve tabanca çakmağı imal edilen dükkân-
lar bulunduğu için bu adı taşır. Osmanlı döneminde tüfekçi ustaları buradan çakmak
alırlardı. Bu dik yokuş aynı zamanda bir hanlar sokağıdır. Büyük Valide Han, Büyük
Yeni Han, Sümbüllü Han, Muradyan Hanı, Çakmakçılar Hanı, Nâsır Hanı hep bu yokuş
üzerindedir.
Çakmakçılar Yokuşu
Tarih Boyunca Sultanhamam ve Civarı
45
VASIF ÇINAR CADDESİ (RIZA PAŞA YOKUŞU – FİNCANCILAR YOKUŞU):Sultanhamam Meydanı’yla Uzançarşı’yı birleştiren bu yokuş bölgenin ana yollarından
biridir. Yüzyıllarca Fincancılar Yokuşu olarak bilinen caddenin adı iki kere değiştiril-
miştir. Önce Abdülhamid dönemi seraskerlerinden Rıza Paşa’nın bu cadde üzerinde
yaptırdığı hana atfen caddeye paşanın adı verilmiş, daha sonra da İzmir’in kurtuluşu
için mücadele etmiş, milletvekilliği, bakanlık ve büyükelçilik yapmış Vasıf Çınar’ın adı
buraya uygun görülmüştür. Bu yokuş her zaman bir ticaret merkeziydi, çarşılar, mağa-
zalar ve hanlarla doluydu. Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren manifatura ve mefruşat
mağazaları burada ağırlıktaydı. 1960’larda, İngilizce-Türkçe sözlük yayınlarıyla tanınan
Redhouse Kitabevi de buradaydı.
Vasıf Çınar Caddesi
Tarih Boyunca Sultanhamam ve Civarı
46
1.BÖLÜM
47
TÜRK TEKSTILININ EN ÖNEMLI TICARI MERKEZI‘SULTANHAMAM’
48
Türk Tekstilinin En Önemli Ticari Merkezi ‘Sultanhamam’
Sultanhamam’ın, İstanbul ve Türkiye için asıl öneminin ne olduğu konusunda gö-rüştüğüm pek çok kişi sözlerine başlarken neredeyse hep aynı kelimeleri kullandı. Sultanhamam ticaretin kalbiydi; Sultanhamam tekstilin merkeziydi; Sultanhamam manifaturacılığın merkeziydi. Bunların hepsi doğru. Hepsinin de gerekçeleri, ka-nıtları, yaşanmış hikayeleri var. Yaklaşık bir yıl süren bu çalışmanın sonunda ben de hepsine katılıyorum ve ekiyorum, Sultanhamam ‘gerçek’ tüccarlığın, ‘gerçek’ esnaflığın merkezi olmuş. Türkiye’de ticaretin üniversitelerde okutulmayan ama yaşanan kuralları burada ticaretin genlerine yazılmış.
Sultanhamam
49
Türk Tekstilinin En Önemli Ticari Merkezi ‘Sultanhamam’
Büyük Valide Han
Mustafa Erdebil: “Sultanhamam, tekstil sektörünün merkezi olmuş. Oradaki hanlarda
Osmanlı zamanında, at arabalarıyla gelinip hanın avlusuna atların arabaların konuldu-
ğu, üst katlardaki, bizim dükkan diye kullandığımız yerlerin de birer otel odası olarak
kullanıldığı dönemler yaşanmış. Yani, o zamanlarda da bu bölge ticaret merkeziymiş.
Sonra o dönem bitip de trenler kamyonlar otobüsler gelmeye başlayınca artık o at
arabaları çekilmiş. Otel odalarının o hali de bitmiş. Hepsi ticarethane olmuş. Ve bugün
o gördüğümüz antika hanlar, hepsi bundan yirmi-otuz sene önce çok büyük işyer-
leriydi. Bu işyerleri de 1930’lar, 1940’lar ve 1950’lerde Anadolu’dan gelen esnafların
tüccarların akınına uğradı.”
50
Türk Tekstilinin En Önemli Ticari Merkezi ‘Sultanhamam’
Mustafa Erdebil 1938 yılında doğmuş. Sultanhamam’ı o kadar iyi tanıyor kionunla konuştuğumuz her an Sultanhamam’la ilgili bir anıyla konuşmasınıtatlandırıyor. 1942’de Buldan’dan kalkıp İstanbul’a gelmişler. Sultanhamam’da ba-bası bir dükkan açmış. Mustafa Erdebil’de yıllar boyu Sultahamam’da manifaturacılıkyapmış. Hâlâ da dükkanında, Hacıpulo Han’da günlerini geçirmeye devam ediyor.Sultanhamam’ın tarihine tanıklık etmeye devam eden az sayıdaki duayenSultanhamam tüccarlarından biri...
Mustafa ERDEBİL
Mustafa Erdebil: “O zaman yaptığımız iş, genelde bütün esnafın, tüccarın yapmış
olduğu iş zaten, yerli malı alım satımı. Osmanlı’dan müdevver bir yerli sanayi var
Türkiye’de. Gaziantep’te, Denizli’nin merkezinde ve kazalarında, Bursa çevresinde,
İstanbul’da da bir miktar olmak üzere yerli sanayi şeklinde yerli malları üretiliyor.
Bunlar o güne göre ihtiyaçları gideriyor ama yani bugün onlardan yarım metre alsanız
ayakkabıları silersiniz. Öyle bir kalite falan yok, hiçbir şekilde yok. O mallar Denizli’den,
Buldan’dan, amcamdan bize gelir, İstanbul’da da, bizim mağazamızda bütün bu yerli
51
Türk Tekstilinin En Önemli Ticari Merkezi ‘Sultanhamam’
malları satılır. Çünkü o zaman Türkiye altmış yedi vilayet. Altmış yedi vilayetin tamamı,
büyük kazalar, büyük nahiyeler ve büyük köyler bütün hepsi bir mal almak istiyorsa,
hangi mal olursa olsun İstanbul’a gelir. Manifatura almak istiyorsa da Sultanhamam’a
gelir.”
Kürkçü Hanı
Haçik Taşçı: “İstanbul’un üç tane ticari kültür yeri vardı. Biri Sultanhamam, ikin-
cisi Perşembe pazarı, üçüncüsü Zahire Pazarı. Bu üç yer Türkiye’nin ticari kalbiydi.
Sultanhamam’da hanlar vardı ve bunlar iş kollarına göre bölünmüştü. Kürkçü Han’dan
başlayalım. Kürkçü Han İstanbul’daki kürk yapan insanların ilk işe başladığı yer. Yaşım
geçmişine yetmez ama, ilgim ve o güne bakarak bunu söylüyorum. Leblebici han ne?
Leblebici han işte ecza levazımatı, kolonya gibi, o güne göre bir takım malzemeler gibi
şeylerin satıldığı han. Sabuncu Han, mutfak eşyalarının satıldığı han. Dönüp geldiği-
miz zaman Âşir Efendi Han kumaş ve manifaturanın satıldığı, o sektördeki insanların
yoğunlukta olduğu han.
52
Türk Tekstilinin En Önemli Ticari Merkezi ‘Sultanhamam’
Aşir Efendi Han
Mahmutpaşa’ya çıkarsak Yıldız Han konfeksiyon yapanların yoğunlukta olduğu han.
Dönüp, Gürün Han’a Katırcıoğlu’na gelirsek genel manifatura ve metreyle kumaş
satılan han. Sonra Gürün Han’ın üst katları konfeksiyon da yapmaya başladı.
Dönüp Marputçular’a gelirsek orada da bütün hanlarda gene gömlek gibi, Türkiye’nin
ilk konfeksiyonu da aşağı yukarı gömlek, gömlek yapılan, çamaşır yapılan, satılan hanlar
vardı ve o hanların içinde de oradaki hanlarda da işte iğne, iplik, düğme gibi şeyler
satılırdı. Mesela bir Çakmakçılar Yokuşu vardı demin atladım. Çakmakçılar Yokuşunda
kumaş, manifatura çokça, astar satılırdı. İşte her handa her meslek olurdu. Mesela
bir Marputçular’da mefruşatçı yok. Bir Âşir Efendi’de mefruşatçı yoktu. Mefruşatçı,
Vasıf Çınar Caddesi’ndeydi. Rızapaşa Caddesi de denirdi. Mesela yukarıda Şark Han’da
camcısı, sanatsal işlerin satıldığı hanlar vardı.”
53
Türk Tekstilinin En Önemli Ticari Merkezi ‘Sultanhamam’
Haçik Taşçı bir başka Sultanhamam aşığı... Malatya Darende’de 1940 senesinde doğmuş. On dört yaşında İstanbul’a gelmiş. On beş yaşında bir mefruşat mağaza-sına çırak olarak girmiş.
Haçik TAŞÇI
Haçik Taşçı: “O mağazada kendimi biraz yetiştirdim. Çocukluk heyecanıyla başka bir
dükkana tezgahtar olarak gittim. Oradan da askere gittim, geldim. O dönemin en
büyük firmalarından Model Mefruşat firmasında müdür sıfatıyla işe başladım. Evin
içinde giyilen çamaşırın dışındaki bütün çaputları satıyorduk. Oradan sonra, 1969
yılında mefruşatçı bir firmaya ortak oldum. Ümit Mefruşat firmasını kurdum. Bugüne
kadar devam ediyor.”
54
Türk Tekstilinin En Önemli Ticari Merkezi ‘Sultanhamam’
Bahariye
9 Eylül 1932 tarihinde Mardin, Cizre’de doğan Eyüp Ensari, 1946’da geldiği İstanbul’da baba mesleğini devam ettirmiş. Babasının Diyarbakır’daki ‘İstanbul Pazarı’ adlı bonmarşesini geride bırakıp İstanbul’un gerçek pazarına, Sultanhamam’a gelmişler.
Eyüp Ensari: “Sultanhamam bir ekoldü, Türkiye’nin ticaret kalbi orada atıyordu.
Sultanhamam’da çok büyük işyerleri vardı. Günlük alışveriş için halk o zamanlar
Kapalıçarşı’ya, Mahmutpaşa’ya, Mısır Çarşısı’na gelirdi. Tuhafiye diye tabir ettiğimiz iç
çamaşırı, çorap gibi şeyler perakende olarak satılırdı.
İstanbul’da bu yerlerden başka yoğun olarak halkın
alışveriş yaptığı merkezler pek yoktu. Manifaturada da
durum aynıydı. Toptan kumaş satışını ben ve benim
gibi Sultanhamam’daki toptancı esnafı yapardık.
Bu yüzden hem İstanbul’dan hem de Anadolu’dan
gelen tüccarlara kumaşı toptan olarak satıyorduk, top
olarak satıyorduk. Bunları da biz, Bahariye Mensucat
fabrikası, Aksu fabrikası, Karamürsel fabrikası gibi az
sayıdaki fabrikadan satın alabiliyorduk. Bu fabrikalar
ürettikleri belli miktardaki malı öyle her gelene satmazlardı. Sultanhamam’daki
dağıtıcılarına, toptancılarına satarlardı. Hatta şöyle söyleyeyim size, fabrikalara da
fikir veren Sultanhamam tüccarlarıydı. Onlar da Sultanhamam tüccarlarının talepleri
doğrultusunda üretim yapıyorlardı ve ürettikleri malları da Sultanhamam tüccarları
çok rahatlıkla satıyordu. İşte ben de bunlardan biriydim.”
55
Türk Tekstilinin En Önemli Ticari Merkezi ‘Sultanhamam’
Eyüp Ensari: “İstanbul Pazarı’nda her şey vardı,
plak bile vardı, ayakkabı vardı, manifatura, tuhafiye,
kırtasiye bunların hepsi mevcuttu; bugün bir büyük
bir alışveriş merkezini düşünün, onun ilk hali gibiydi.
Ben, Sultanhamam’a geldiğimde on bir yaşındaydım.
Dilberzadeler diye büyük bir müessese vardı,
Sultanhamam’daydı. Orayla çok çalışıyordu babam ve
kendini sevdirmişti oradaki insanlara. Onlar Selanikliydiler.
Bizim İstanbul’da tutunmamızda katkıları büyüktür.”
Eyüp Ensari: “Babam, özellikle Kayserili
esnafı toplayarak şöyle bir plan yaptı,
onlara şöyle dedi: ‘Siz, hiç korkmayın,
bizden istediğiniz kadar malınızı alın
götürün. Satarsanız parasını verin. Ama
bir şartla, masraflarınız, dükkan kirası
çıktıktan sonra kalan net kârınızın %50’sini
bana vereceksiniz’ dedi. Kabul edildik
ve neticede çok mal satıldı. Babam
müteşebbis bir insandı, dürüst bir insandı
ve bu plan yolunda gitti. Esnaf rahatça
mal aldı. Satamam, parasını da zamanında
ödeyemem diye korkmadan malı sattı,
kârını bizimle paylaştı.
Eyüp Ensari
Tüccarlar 1953
Eyüp Ensari’nin babası, Sultanhamam’da özellikle girişimci yaklaşımıyla, geliştirdiği satış stratejileriyle tanındı. Anadolu’dan mal almaya gelen müşteriyle olan münasebetleri hayranlık uyandırıyordu.
56
Türk Tekstilinin En Önemli Ticari Merkezi ‘Sultanhamam’
Ahmet Nazif Zorlu: “Sultanhamam tüm Türkiye’ye mal satıyordu. Başka bir yer yoktu
ki. İzmir’in toptancısı olurdu, gelip buradan Sultanhamam’dan mal alırdı. Adana’da
mal üretilip buraya gelirdi. Buradan Adana’ya mal giderdi. Kayseri’de mal üretilip
buraya gelirdi, buradan Kayseri’ye geri giderdi. Bursa eskiden beri dokumacılıkta çok
öndedir, ayrı mal satardı. Ama aynı zamanda Bursalı buraya mal satardı. Buradan da
yine Anadolu’ya mal satılırdı. Yani şöyle bir şey söyleyeyim, zaten bir Sultanhamam’a
baktığınızda, bugün Anadolu kaplanları diyoruz ya, %90’ı Anadolu’dan gelmiştir. Âşir
Efendi’ye bak, Fincancılar’a bak, Mahmutpaşa’ya bak, oradaki tüccarların çoğu da,
%90’ı Anadolu’dan gelme. Anadolu kaplanları da buradan gördüklerini Anadolu’da,
kendi yöresinde uygulayanlar oldu.”
Ahmet Nazif Zorlu, Denizli Babadağ’da hep dokumanın içinde büyümüş. Buraya gelen tüccarlardan, babasından, daha sonra da istanbul’a gidip gelmeye başladıktan sonra Sultanhamamı öğrenmiş, daha yakından tanımış. 1970 yılında Sultanhamam’da dükkan açmışlar.
Ahmet Nazif Zorlu
57
Türk Tekstilinin En Önemli Ticari Merkezi ‘Sultanhamam’
Manifatura Dükkanı
Ahmet Nazif Zorlu: “Üç sene dükkan
tutmak için yer aradım. Mesela, Katırcıoğlu
Han’a baktık. Orada bir dükkanın hava
parası, o gün için 300 bin lira, 400 bin
lira. O hana girsen kaybolursun. Her taraf
dükkan ama bölge Türkiye’nin tekstil
merkeziydi ve dükkan bulamıyorduk.
Türkiye, tekstilde Sultanhamam’daki işte
bu küçük pahalı dükkanlardan büyük
yerlere geldi. Bu da yine Sultanhamam
sayesinde oldu. Sultanhamam’da biz
de görüp öğrenip gördüklerimizi tatbik etmeye başladık ve fabrikalar kurduk. Çok
güzel paralar kazanıldı. Satışınızın %10’undan kâr etseniz bile hacmi düşündüğünüzde
büyük paralar eder. Batan yok muydu, batan vardı o da işini bilmeyenlerdi, ama
Sultanhamam’da çok kişiler mal, mülk, servet sahibi olmuştur. İşini bilen kişilerin hemen
hepsini Sultanhamam zengin etmiştir.”
İsmail Hakkı Bağcı: “Bir tekstil ürünü
yaptığın zaman Sultanhamam dışına
gidemezsin, nereye götüreceksin?
Beyoğlu’nda satsan satamazsın. O alacak
üç metre, beş metre perakende satış
yapmak için... Ağırlık Sultanhamam’daydı,
bütün toptancılar oradaydı. Onun için
onlarla muhatap oluyorduk. O bakımdan
merkez Sultanhamamdır. Biz Bursa’da
imalat yapıyorduk. 50’li senelerde kadın kumaşları yapardık. Çok güzel kadın kumaşları
yapardık, İtalya’dan özel jakar makinaları getirdik. Yeni camiden yukarı çıkarken stok
İsmail Hakkı Bağcı
58
Türk Tekstilinin En Önemli Ticari Merkezi ‘Sultanhamam’
mağazası vardı. Rahmetli Rahmi Demirtürk, Salih Taşçı’nın mağazası, bizim bütün
bu kumaşlarımızı onlar alırdı. Her hafta gider tahsilatımızı yapardık. Bütün fabrikanın
çıkan imalatını onlar alırdı.
60’lı senelerden sonrada döşemelik kumaş imalatına giriştik, müşterimiz yine
Sultanhamam’dı. Bursa’dan döşemelik kumaş toplarını alıp İstanbul’a götürmek
biraz zordu. Bu yüzden Sultanhamam tüccarları bize gelirlerdi. Fabrikanıza gelirler
yaptıklarınızı görürler, onun dışında da kendi ihtiyaçları ya da piyasadan beğendikleri
varsa, numunesini getirir bize sipariş verirlerdi. Biz de bu siparişi Türkiye’de yalnız
ona yapardık. Bizim yaptığımız bazı desenleri de bağlayanlar olurdu. O desen onlara
bağlanırdı. O kaliteyi de bağlarlardı. Sanayicinin sözü orada da geçerliydi. Kalkıp başka
biri size geldi, ben daha fazla vereyim bana ver dese de vermez. Söz sözdür.”
Dodanlı Kumaşlar
59
Türk Tekstilinin En Önemli Ticari Merkezi ‘Sultanhamam’
Babasının Ankara’daki mağazası için İstanbul’a gelerek satacağı tekstil ürünlerini teker teker seçen Hilmi Babacan, o dönem Ankara’da Çıkrıkçılar Yokuşu’nda satılan hemen tüm ürünlerin Sultanhamam’dan geldiğini anlatıyor:
Hilmi Babacan: “Benim doğum tarihim 1937.
Babam 1918’de ticarete başlamış. Köyden
kazaya geliyor, Şereflikoçhisar’a. Orada küçük
bir dükkan açıyor. Beni de yanına götürüyor.
Ben o zaman dört yaşımdaydım. Babamla
beraber her gün işe gidip geliyorum. 1953’te
ortaokulu bitirdim kazada. Beni okutmaya çok
meraklıydı babam. Fakat lise yoktu o zaman
kazada. Lise olmayınca işini Ankara’ya nakletti.
Ankara’ya geldik. Burada hem liseye gittim
hem çalıştım. Sonra da bazen babamla, bazen
de yalnız olarak, her ay dört gün İstanbul’a, iki gün de Bursa’ya giderdim. Bizim satışını
yaptığımız her şeyin hem kalite hem fiyat bakımından uygun olanlarını tespit ederdim.
Onları getirir, Ankara’da satardım. Bizim alışveriş yaptığımız, bizim ihtiyacımız olan
malları Sultanhamam ve civarı satardı. Orada bir sürü hanlar var; ben o hanlara teker,
teker, ta çatıdan başlarım, bodruma kadar teker teker hanlara inerim. Bakarım kim ne
satıyor, kaça satıyor, hanları incelerdim.”
Çıkrıkçılar
Hilmi BABACAN
60
Türk Tekstilinin En Önemli Ticari Merkezi ‘Sultanhamam’
Hilmi Babacan’ın karış karış gezdiği bu hanlar, çok işlek mağazalar ve ticarethanelermiş. Eskiden atlı arabaların dolaştığı bu yerler zaman içinde birer ticarethaneye dönüşmüş. Artık, o at arabaları çekilmiş. Oteller kapanmış. 1930’ladan itibaren bu ticarethaneler, Anadolu’dan İstanbul’a gelen esnaf-tüccar akınıyla dolmuş. Talebin gün be gün arttığı, Sultanhamam’daki hanların en ufak odasının bile bir dükkana çevrildiği, dükkanlara sığmayan kumaşların koridorlara taştığı bu hanlarda boş bir yer bulmak çok ama çok zormuş. Eski hanların hemen hepsi o tarihlerden itibaren, bundan yirmi-otuz sene öncesine kadar çok işlek dükkanlarmış.
Mustafa Nevzat Özhamurkar: “Buranın
en gözde olduğu senelerde, 1940’lardan
1980’lerin sonuna kadar da Sultanhamam
beni hep şaşırttı. Özellikle şu dükkanlara
ödenen kiralar, hava paraları ya da satın
alırken ödenen astronomik rakamlar
konusu... Bizim, Kayseri’nin en kral
yerinde 200 metre dükkan, 300 metre
dükkan o zaman diyelim ki 50.000 lira
100.000 lira. Sultanhamam’da Fincancılar
Yokuşun’da bir bakıyorsun, 5 milyon lira, 7
milyon lira. Yahu nasıl oluyor, bunlar altın
mı kazanıyor da bu kiraları ödeyebiliyor, bu dükkanları satın alabiliyor, sorusu bende
şahsen uyanmıştır. Ne alacaksın ne satacaksın ki 5 milyon liraya dükkan alacaksın!
Sonra da bu yatırdığın parayı çıkartacaksın.”
Büyük Çorapçı Han İçi
Mustafa Nevzat Özhamurkar
61
Türk Tekstilinin En Önemli Ticari Merkezi ‘Sultanhamam’
Haçik Taşcı: “1980’den önceki zamanlarda
bir dükkan tutmak istediğin zaman, o
gün parasıyla veya bugünkü bin lira
konuşursak, 300-500 bin lira gibi bir
hava parası vermek gerekirdi makul bir
dükkana. Yani 50 metrekare bir dükkana.
Sorma ver. Hava parası, havaya veriyorsun
yani. Anahtarı almak için. Âşir Efendi
dendiği zaman, Âşir Efendi’de sekiz-on
sene içinde bir dükkan bulabilirdin. Sonra
bir Rıza Paşa Caddesi, Vasıf Çınar Caddesi
dediğin zaman beş-altı senede bir dükkan
bulabilirdin. Fincancılar dediğin zaman beş-altı senede dükkan bulabilirdin.”
Recep Tanrıverdi: “Sultanhamam’da bir tane
mağaza ele geçmezdi eskiden. Hava parasıyla da
alamazdınız, yoktu ki! El değiştiremezdi, satılmazdı.
Hava parasıyla, o gün büyük paraların da olsa
mağaza bulamazdın Sultanhamam’da. Âşir Efendi
Caddesi’nde, Fincancılar’da, Gürün Han’da, Hacı
Küçük Camii’nde, buralarda mağaza bulunmazdı.
Caddelerde, hanlarda mağaza bulunmazdı
Sultanhamam’da, mağaza ele geçmezdi. Eğer
yıllar sonra bir yer yakaladıysanız kendinizi çok
şanslı kabul etmeniz gerekirdi. Sultanhamam’dan çok uzaklarda bulurdunuz, ondan
sonra buralara yaklaşmaya başlarsınız, yani Sultanhamam budur.”
62
Türk Tekstilinin En Önemli Ticari Merkezi ‘Sultanhamam’
Recep Tanrıverdi, 1947 yılında Samsun’un Çarşamba ilçesinde dünyaya gelmiş. Her iki dedesi de manifaturacıymış. Hatta dedelerinin babası bile manifaturacılık yapmış. Doğma büyüme tekstilci bir ailenin çocuğu olmuş. Bu işlere de çok küçük yaşta, Samsun’da babasının mağazasında başlamış.
Samsun
63
Türk Tekstilinin En Önemli Ticari Merkezi ‘Sultanhamam’
Recep Tanrıverdi: “O tarihlerde kefen satardık. Hem doğana kundaklık satıyorduk,
hem ölene kefenlik satıyorduk. Yani hepsine, çünkü doğan insan da tekstille doğuyor.
Ölen insan da tekstille gidiyor. Yıllarca tekstilin içinde doğduk. Tekstilin içinde
büyüdük. Gerçek büyümeyi Samsun’dan çıkıp İstanbul’a gelince yaptık. 1965 yılında,
babam beni buraya getirdi. Burada çok yakın dostlarına beni emanet etti. Eski adıyla
manifaturanın yani kumaşın eğitimini ben yirmi ay boyunca burada İstanbul’da aldım,
Gürün Han’da. Hem tezgâhtarlık yaptım, hem işimin hamallığını yaptım. Dededen
gelen manifaturacıyız, bu işin her şeyini bilen bir aileden geliyoruz ama İstanbul
piyasasında yirmi ay kadar çalıştıktan sonra ancak bu piyasayı öğrendim. Ve çok genç
yaşta İstanbul’da vergi mükellefi oldum. Tanrıverdi olarak firmamı kurdum.”
Sultanhamam’da dükkanların bu kadar pahalı olması hiç de şaşırtıcı değildi. Türkiye’de ticaretin tek merkezinin İstanbul, İstanbul’un da en büyük alışveriş merkezinin tarihi yarımada olduğu yıllar… Vapurlar, trenler Sirkeci’ye geliyordu ve Anadolu’nun her yerinden tüccarları da buraya taşıyordu. Bu gelenler çoğunlukla Sultanahamam’a yakın yerlerde konaklamak isterdi. Sabah erkenden kalkıp dükkanları tek tek dolaşır, gün boyu hanlarda alışveriş yapar, sonra da siparişlerini verip memleketlerine dönerlerdi.
Sirkeci Garı
64
Türk Tekstilinin En Önemli Ticari Merkezi ‘Sultanhamam’
Recep Tanrıverdi: “Sultanhamam’ın otelleri Sirkeci’deydi. Bize gelen müşteri gidip
de Beyoğlu’nda kalmazdı. Burada yatıp kalkardı, bakın bu çok önemli. Sirkeci’de
yüz tane otel vardı. Esnafın Beyoğlu’na gitmeye ödü kopardı, soyarlar bizi, kötü işler
başımıza gelir diye esnaf burada yemeğini yer, otelinde kalırdı. Camiler burada, oteller
burada, herkes burada. Hatta biz hangi gün, hangi tüccarın geleceğini iyi bilirdik.
Hangi ay, Maraş’tan ne gün tüccar gelecek, Erzurum’dan ne gün gelecek, Samsun’daki
tüccarların günü, Trabzon’daki, Kayseri’deki tüccarların günü belliydi. İnanın her
bölgenin tüccarının geleceği günleri bilirdik, ona göre hazırlık yapar beklerdik.”
İpek Palas
65
Türk Tekstilinin En Önemli Ticari Merkezi ‘Sultanhamam’
Mustafa Erdebil
Mustafa Erdebil: “Akşamdan yola çıkarlar, geldikleri yere göre tabi… sabahın 6’sı,
7’si gibi İstanbul’da olacak gibi kendilerini ayarlarlar. Eğer pek uzak değilse yerleri,
günübirlik, akşama geç saatte dönerler. Uzaksa birkaç gün bir otelde kalırlar. O zaman
Sirkeci’de oteller doluydu. En lüks otel İpek Palas oteliydi. Anadolu’nun eşrafı orda
kalır, diğerleri daha mütevazı otellerde kalırlardı. 6.30 gibi bizim dükkana gelirlerdi.
Bir gün yine bir müşterimiz Haydarpaşa’da trenden inmiş gelmiş, bizim dükkan kapalı.
Çuvalları kapının önüne atmış. Biz de saat 7:30’da, 8’de ancak geliyoruz. Dükkanı
açtık, müşteri geldi, müşteri babama dedi ki ‘Abdullah Bey maşallah senin çocuklara.
Sabahleyin geldim senin dükkan kapalıydı.’ Sonra da babam da bize kızdı, ‘utanmıyor
musunuz adam Erzincan’dan geldi, siz Aksaray’dan gelemediniz.’ ‘Baba sor bakayım,
senede kaç defa geliyor? Sabahleyin kaçta gelmiş? Adam 6.30’da gelmiş.’”
66
Türk Tekstilinin En Önemli Ticari Merkezi ‘Sultanhamam’
Bu kitabın hazırlanması sırasında görüştüğümüz Selim Şimon 1960’larda Sultanhamam piyasasına giren, daha sonra da özellikle çocuklarının iş hayatına atılmasıyla tekstil sanayinde büyüyen bir duayendi. Ne yazık ki bu kitabı basıldığını göremeden kendisini kaybettik. Selim Şimon, ilerki sayfalarda bahsedeceğimiz, ‘Sultanhamam ekolü’ne yürekten inanmış bir Sultanhamamlıydı. Şimon, genç kuşaklardan çok memnundu ve hem kendi çocuklarının hem de kendinden sonra yetişen tekstilcilerin çok daha yetenekli olduğunu üstüne basarak anlatmıştı.
Selim Şimon
67
Türk Tekstilinin En Önemli Ticari Merkezi ‘Sultanhamam’
Selim Şimon: “Anadolu’dan, Türkiye’nin
her tarafından, yani o zaman altmış yedi
vilayet olduğunu kabul edelim, altmış
yedi vilayetten buraya alışverişe gelirlerdi.
Hatta bu vilayetlere bağlı kazalardan.
Bazıları büyük kazalardan ve hatta bu
kazaların bazı büyük köylerinden bile
bizimle alışveriş yapmaya gelenler olurdu.
Hangi mal olursa olsun. Manifatura dışında
da olabilir. Her türlü malın satıldığı alındığı
yer İstanbul’dur ve İstanbul piyasasında
bu alışveriş böyle devam eder gider.”
Ali Yazıcıoğlu: “Sultanhamam’a Anadolu’dan
müşteriler grup grup gelirlerdi. Biz prensip olarak
gelen müşteriyi kendi ailemizden gibi hissederdik.
Değişik ihtiyaçları olduğu zaman, hastalıkta veya
herhangi bir iş için, biz yardımcı olmaya bakardık.
Çok dostane ilişkiler içerisindeydik. Şimdi yine öyle
müşterilerimiz var. Bize babadan kalma müşteriler
var. Dededen kalma müşteriler var. Ancak, zaten o
şekilde hareket etmezsen ticaret uzun ömürlü olamaz. Uzun zaman, o ilişki içinde
bulunmazsan, müşteriye o yakınlığı göstermezsen, belli bir zaman için ticaret yaparsın.
Ondan sonra ararsın müşteriyi. Gelecek mi diye. Onun için Sultanhamam’da Müslümanı,
gayrimüslimi, Ermenisi, Yahudisi herkes aile gibiydi. Satıcısından alıcısına kadar işi
dostluk içinde yürütürdük. Anadolu esnafı da hatırnazdır. İnandığı zaman sana bağlı
olur. Zaten ticaretin kaidesi de o. Yani müşteriyi bir seferlik düşünmemek lazım.”
Selim Şimon
Ali Yazıcıoğlu
68
Türk Tekstilinin En Önemli Ticari Merkezi ‘Sultanhamam’
1947’de ortaokuldan sonra Buldan’da çerçilik yaparak, iplik, ayna, tarak satarak ticarete atılmış Ali Yazıcıoğlu. Askerden sonra Sultanhamam’a gelmiş, burada mefruşatla tanışmış. Tüccar Mithat Süren, erkek kumaşı üreten Akın Tekstil’in bayisiymiş. Ali Yazıcıoğlu onun yanında işi öğrenmiş, zamanla da kâr ortağı olarak aynı mağazada çalışmaya devam etmiş. Ticareti orada öğrenmiş. Aradan kırk üç sene geçmiş. Hâlâ İstanbul’da, Sultanhamam’da eski dükkanında mefruşatçılık yapan az sayıda duayenden biri. İşleri oğluna devretse de dükkanından hiç kopmamış.
Buldan’da El Dokuması Tezgahı
69
Türk Tekstilinin En Önemli Ticari Merkezi ‘Sultanhamam’
Sultanhamam’dan alışveriş yapanlar da genelde geldikleri illerdeki, kasaba ve köylerdeki ileri gelen tüccarlar olurlardı. Bunlar da engin bir ticari gelenekten gelen onurlu, dürüst, prensip sahibi kişilerdi.
Ali Yazıcıoğlu: “Şimdi, Fincancılar Caddesi
burası. Burada benden yaşlısı yok şimdi,
ama ben gene geliyorum, dostlardan gelen
giden oluyor Anadolu’dan, çocuklarından
gelen oluyor, babalarını hatırlamış
oluyorum, dedelerini hatırlamış oluyorum.
Bizim için bir gıda oluyor bu, moral oluyor,
onun için yarım asırdır alışmışız da buraya,
buranın havasını almadan olmaz. Bizim
düşündüğümüz; evimiz, çocuklarımız,
işimiz. Ama sosyal hayatta da lazım gelen
şeyleri yapmak lazım, dışarı yemeğe de
gideriz, dış seyahate de gideriz ama ölçü
dahilinde hepsi, hepsi de ölçü dahilinde, zaten hayat bütünüyle ölçü dahilinde, herkes
için bu, yalnız bu iş için değil, her iş için...”
Ali Yazıcıoğlu
İlyas Hürdana: “Edirne’den Van’a kadar müşteri
vardı. Herkes de beyefendiydi yani Anadolu müşterisi
dediğimiz zaman, hakikaten de Anadolu efendisi idi.
Belinden kuşağı çıkarır, paraları koyar, o şekilde de
borçlarını öderdi ve harmandan harmana gelirlerdi.”
İlyas Hurdana
70
Türk Tekstilinin En Önemli Ticari Merkezi ‘Sultanhamam’
İbrahim Kaprol: “Sabah erkenden gelip alışveriş
yaparlar, para bırakırlar, sen bunları gönderirsin
derler, çok da oyalanmadan memleketlerine
dönerlerdi. Anadolu insanı da çok temizdi tabi. Çok
iyi arkadaşlardı.”
Bugün elli sekiz yaşındaki Erdoğan Baydemir, 1971’den beri İstanbul piyasasında iş yapıyor. On üç yaşındayken gelmiş Sultanhamam’a. Babadan kalma manifatura mesleğini Ankara’dan Sultanhamam’a taşımış. Burada taze bir başlangıç yapmış ve o günden beri daha da büyüyerek ilerlemiş. Bugün, özellikle ev tekstili sektöründe, Türkiye’nin büyük üreticilerinden biri olmuş. Erdoğan Baydemir, kendisinin de gençliğinin geçtiği Sultanhamam’da bulunanların heyecanını ve o güzel atmosferi özlüyor.
İbrahim Kaprol
71
Türk Tekstilinin En Önemli Ticari Merkezi ‘Sultanhamam’
Erdoğan Baydemir: “1970’lerden başlayarak bundan
on sene öncesine kadar, biz mağazamızı sabah
yedide açardık. Saat sekizde en az yirmi-yirmi beş
tane müşterimiz gelmiş olurdu. Hep beraber kahvaltı
yapardık. Mal almaya gelen esnafla, tüccarla o kadar
güzel bir diyaloğumuz olurdu ki, eskiden bizim için
satmak, onlar için de almak gerçekten bir zevkti.
Sultanhamam’a geldiklerinde bir heyecan duyarlardı.
Bir top mal almak isteyen yüz top alır giderdi. Çünkü burada çok güzel bir hava olurdu,
herkes de bundan etkilenirdi.”
Erdoğan Baydemir
Erdoğan Baydemir
72
Türk Tekstilinin En Önemli Ticari Merkezi ‘Sultanhamam’
Ahmet Nazif Zorlu: “Ben özlüyorum Sultanhamam’ı. Anadolu’dan esnaf gelmiştir,
sabahleyin erkenden dükkanını açmışsın. O para getirir alır, sen parayı koyarsın kasana,
siftah yaparsın. Şimdi onları görmüyorsun yani öyle bir şey yapmıyorsun, şimdi artık
iş genişlediği için muhasebesi ayrı, kasası ayrı. Ama o günlerin tadı başkaydı. Şimdi
toplantılar, toplantılar... O zaman bir iş yapıyordun, yaptığını anlıyordun. Şimdi sabahtan
akşama toplantılara girip çıkıyorsun ama bir iş yapmadım diyorsun.”
Mustafa Erdebil: “O paraya kimse dokunmaz. Kendisi gelir zarfını açar. Parasını
bitirinceye kadar kullanır. Artarsa parası zarfıyla kalır. Bir daha geldiğimde kullanayım
der. Şimdi öyle parayı birine bıraksanız, çok az insan dışında o parayı bankaya
verir. Nemasını alır veya kullanır günlük işinde, nasılsa geldiği vakit vereceğim der.
O zaman insanlar orada bir hak gözetirlerdi. Paranın sahibine sormadan o parayı
kullanmayacağına inanırlardı.”
Recep Tanrıverdi: “Yozgat’tan müşterimiz gelirdi, bize parasını getirip verirdi, kasamıza
koyardık. Bankaya koymazlardı eskiden tüccarlar, bizim esnafın getirir kasasına
koyardı; Sultanhamam diyorsun, işte Sultanhamam bu! Sultanhamam’da hırsızlık
olmazdı, Sultanhamam’da soygun olmazdı, biz esnafın parasını kasamızda zarfların
içinde saklardık.”
73
Türk Tekstilinin En Önemli Ticari Merkezi ‘Sultanhamam’
Ahmet Nazif Zorlu
74
2.BÖLÜM
75
SULTANHAMAM’DA ALISVERIS
76
Sultanhamam’da Alışveriş
Sultanhamam’da satılan malların miktarını, buradaki dükkanların çokluğunu ve alışverişe gelenlerin de fazlalığını düşününce, daracık hanlarda, sokaklarda bu malların nasıl toplanıp da gönderildiğini insan merak ediyor. Sultanhamam’da ticaretin yazılı olmayan kurallarının olduğunu hep duyduk, mal gönderme sürecinin de yazılı olmayan ama herkesin bilip uyguladığı ve tıkır tıkır işleyen bir sistemi olduğu bilinir. 1932 yılında Rize’de doğan, 1955’te askerliğini bitirir bitirmez Sultanhamam’a gelip birkaç yıl ücretli çalıştıktan sonra kendi işini kuran ve hâlâ da aynı istek ve aynı azimle dükkanında çalışmaya devam eden İsmet Birsel bu sistemi anlatıyor:
İsmet Bilsel’in Dükkanı
77
Sultanhamam’da Alışveriş
İsmet Bilsel: “O zaman balya yapılırdı.
Anadolu’dan gelirken yanlarında, balya
yapacak bezi de getirirlerdi, hatta
balya çekilen kuşağı da yanlarında
getirirlerdi. Bunları dükkana bırakır,
dükkanları hanları dolaşıp alışverişlerini
tamamlarlardı. Kim güvenilirdi? İşte
Ahmet, Mehmet; aldıklarını onların
dükkanında toplarlar, gün sonunda
balya yapıp ambara verirlerdi.”
İsmet Bilsel
Balyalar
78
Sultanhamam’da Alışveriş
Recep Tanrıverdi: “O balyalar tel çemberlerle yapılırdı. Onu yapmak beceri isterdi.
Sanattı o balyaları yapmak. O tellerin makineleri vardı, böyle gererlerdi onu. Herkes
balya yapamazdı, apartman yapar gibi balya yapılırdı, yani o balyayı yapmak mümkün
değildi, bu sanat işiydi. Şimdi balya dediğiniz zaman Sultanhamam’da son yirmi beş
senedir kimse bilmez. Sonra çuvalcılarımız vardı. Bir çuvala kaç top girecek; böyle
o kadar güzel çuval doldururlardı ki onu herkes yapamazdı. Eskiden manifatura
sandıkları vardı. Fincancılar Caddesi’nin hemen yanında sandıkçılar yokuşu vardı.
Orada sandıkçılar vardı. Sipariş verirdik, şu eninde olsun, şu boyda olsun diye, sandık
yaptırırdık. Çünkü kadife alan müşterimiz olurdu. Kadifeler sandıkta giderdi ezilmesin
diye, kadifeyi çuvalda gönderemezdik.”
Günümüz Balyalar
79
Sultanhamam’da Alışveriş
Günümüzde Ambara Gitmeyi Bekleyen Balyalar
Mustafa Erdebil: “Tabi o çuvallanma işi böyle yeni çuvallarla olmaz. Vatandaş bir çuval
alır. Üç liradır. O çuvalını sekiz-on sefer, on beş sefer tamir ederek, yamayarak kullanır.
Gittiği vakit malını boşalttığında onları hemen paketler sarar, tekrar gelişinde İstanbul’a
getirir.”
80
Sultanhamam’da Alışveriş
Ali Yazıcıoğlu: “Biz malı göndereceğimiz zaman burada bölükler vardı. Nakliye işi
yaparlar, bunlara bölük denir. Elli kişiden yüz kişiye kadar, Sultanhamam’da belli
bölgelerden sorumlu ayrı ayrı bölüklerdir bunlar. Kamyonlar gelirdi, bölük yüklemeyi
yapardı. Kamyonlar da ambarlara giderdi. Nakliye ambarları daha evvel Sirkeci’deydi.
Sonra, Topkapı’ya taşındı. Ambarlarda da mallar birleşir, İstanbul’dan Anadolu’ya
giden kamyonlara, trene bölüştürülürdü. Biz de bu hizmet için bölüğe para öderdik.
Balyanın, çuvalın fiyat tarifesi vardı. Mağazanın içine gelen malları da onlar getirirler,
çıkanları da onlar götürürler. Bütün Sultanhamam’da nakliye işi bu şekilde çözülürdü.
Hâlâ da hamallar, bölük sistemini devam ettirmekteler.”
Hamal Heykeli
81
Sultanhamam’da Alışveriş
Sultanhamam’daki hanlardan, iş merkezlerinin dar merdivenlerinden, araçların girmeyeceği ara sokaklardan mal çıkartmak, buraya mal teslim etmek, buradaki alışverişin yoğunluğu göz önüne alındığında önemli bir organizasyon gerektiriyordu. Mimari yapının bugün de korunduğu Sultanhamam bölgesi genelde araç trafiğine kapalı ama yayaların bile zaman zaman yürümekte zorlandığı kalabalık saatlerde mal taşıma yine eski zamanlardaki yöntemle, Ali Yazıcıoğlu’nun anlattığı bölük sistemiyle yapılıyor. Sultanhamam hamalları burada çok eski bir geleneğin parçası olarak hala varlıklarını devam ettiriyorlar. Bunlardan biri de Yeşil Bölge bölüğünün hamalbaşısı Yusuf Aslan. Onun bölüğü Sultanhamam Meydanı’ndan Yeşildirek’e kadar olan bölgeden sorumlu.
Yusuf Aslan
82
Sultanhamam’da Alışveriş
Yusuf Aslan: “Bizim bölüğümüzden başka, mesela, meydanlık bölüğü, Fincancılar
bölüğü, asmaaltı bölüğü, çarşı bölüğü, gazcılar bölüğü gibi isimler var. Herkesin bölgesi
belli, belediyede projelenmiş, herkesin mıntıkası belli, kimse kimsenin mıntıkasına
geçemez. Sultanhamam dedin mi en önemli iş hamallık işi. Bu hamallık burada olmasa
bu sistem Sultanhamam’da yürümez. Senelerden beri, Atatürk zamanından beri devam
ediyor sistemimiz. Babalarımız, atalarımızdan beri bu şekilde devam ediyor. Bağlı her
bölgenin bir başı var. Buna kâhya diyoruz. Hepimiz de Yükçüler Derneği’ne bağlıyız.”
Mustafa Erdebil: “Büyük nakliye kamyonları sabahleyin
saat 4:30-5:00 gibi İstanbul Sultanhamam’a malları
indirirler. Meydanın belli yerlerinde kendilerine ayrılmış
kaldırım kenarları vardır. Balyaları oraya yığarlar ve saat
7:00-7:30-8:00 arasında da bölüğümüz vasıtasıyla,
Allah razı olsun o Malatyalı çocuklardan, herkesin malı
dükkanın önüne konur. Biz geldiğimizde kepengin
önünde sekiz-on tane Bursa’dan, fabrikadan aldığımız
mallardan gelmiş malları buluruz.”
Normal şartlarda gün içinde taşıma tarifesine göre toplanan hasılat akşam bölüşülür. Yüz altmış yedi kişinin çalıştığı Yusuf Aslan’ın bölüğünde o gün işe gelen kaç kişi varsa günlük hasılat onlar arasında pay edilir. Bölük genelde babadan oğula geçiyor. Bölüklerde çalışan hamalların sayısı artmıyor. Çalışmak istemeyen, yaşlanan ya da ayrılmak isteyen bir hamal yerini, para karşılığında başka bir hamala devrediyor. Ama hamal sayısı değişmiyor, hep aynı kalıyor. Bölüklerde çalışanlar genelde Malatya Darendeli ve Adıyamanlı. Hemşerileri dışında da pek kimse bu sisteme girip çalışamıyor.
Hamal
Recep Tanrıverdi: “O günkü semerler yüzbinlerce liraya satılırdı. Yani semer değil para
eden, onun yeri. Hava parası. Öyle küçük para değildi, bir mağaza fiyatlarına yakındı.”
83
Sultanhamam’da Alışveriş
Yusuf Aslan: “Eskiden İstanbul’un göbeği burası olduğu için esnafın hepsi buradaydı, o
zaman iş oluyordu, tırlar kamyonlar hepsi burada, indir bindir oluyordu yetiştiremiyorduk.
Şimdi hepsi dağıldı, kimi Osmanbey’e kimi Merter’e gitti, Beylikdüzü’ne gitti, Tekstilkent’e
giden var. Onun için dağıldı burası, iş sahası gittikçe daralıyor. Belediye de burayı
trafiğe kapattı zaten, esnaf da buraya fazla bir kumaş falan getirmiyor, sadece vitrin.”
Görüştüğümüz bazı duayenler, hamalların bu işi yaparken ufak tefek sıkıntılara da yol açtıklarını anlattılar. Bazı tüccarlar, maliyetlerini artırdığı için hamallara yük taşıtmak yerine kendiler götürmeyi tercih edermiş. Bu da hamallarla aralarında tartışmalara yol açarmış.
Yusuf Aslan: “Eskiden ufak tefek anlaşmazlıklar olurdu. Niye oluyordu, şimdi bu esnaf
yapıyor bir çuval, senin sırtına veriyor diyor ki Mercan’a götür. Sen onu Mercan’a götür,
ambara götür, piyasaya götür derken o arada araba yanaşıyor, bunu da kendim atayım
diyor. Ondan dolayı sıkıntı oluyor. Yakın mesafeyi kendi indiriyor, uzağı sana veriyor,
ondan dolayı sıkıntılar olmuş. Yük yüzünden belki sıkıntı olur, yani yük ağır gelir. Biz
esnafa deriz ki bunu biraz daha hafif yapsan götürsek, ondan dolayı sıkıntı olur. Yani
esnaf yapar öyle bir çuval, 150 kilo-200 kilo gelir. E biz de insanız, o da gücümüzün
dışına çıkar, onun için diyoruz ki bunu iki çuval yapsan, yani gücümüze göre götürsek;
ondan belki sıkıntı çıkar, fiyat konusunda belki sıkıntı çıkar. Yoksa başka hiçbir sıkıntı
yok, esnafla ilişkilerimiz çok güzeldir. Ufak tefek sıkıntı da olsa anlaşıyoruz, yani aracı
oluyoruz anlaşıyoruz.”
Hamal Semeri
84
Sultanhamam’da Alışveriş
Recep Tanrıverdi: “O balyaları kaldırmak her babayiğidin harcı değil.
Dört-beş kişi kaldırırdı, altına bir tane hamal girerdi. Bazen çok ağır olduğu zaman
eline de bir tane de tahta verirlerdi ki sallanmasın diye kamyona getirirken. O denliydi
yani, hakikaten yerinden kalkmazdı balyalar, o eski insanlar, hamallar da öyle güçlü
kuvvetli hamallardı.Mallarımızın tamamını onlar taşırdı, onlar da evlerini geçindirirlerdi,
çok düzgün insanlardı. O hamallar sevdiği insanlar için can verirdi, bizim mallarımıza
sahip çıkardı, biz de onları severdik birbirimizle yardımlaşırdık.”
Hamal
85
Sultanhamam’da Alışveriş
Aşirefendi Cadddesi’ndeki Hamal Heykeli
Yusuf Aslan: “Sultanhamam’daki tüccarların çoğu artık yok. Onların yerini perakende
ağırlıklı iş yapanlar aldı. Ama yine de toptan satış azalsa da devam ediyor. Biz de
buna bağlı olarak işimizi sürdürüyoruz. Zaten biz olmazsak bu işin burada devam
etme imkânı da pek olmaz. Buradaki esnafın hepsi Tekstilkent’e giderse biz de oraya
gideceğiz. Orada devam ederiz, zaten var şimdi adamlarım orada, yirmi tane adamım
orada çalışıyor. Tekstil neredeyse hamala orada ihtiyaç var. Yani esnaf da biliyor hamal
olmazsa sistem yürümez. Adam gelen kamyonu, tırı nasıl boşaltacak, piyasaya nasıl
malını sevk edecek; mecburen hamal olacak yoksa sistem yürümez.”
86
3.BÖLÜM
87
SULTANHAMAM’DA SATILAN KUMASLAR
Sultanhamam’da Satılan Kumaşlar
88
Genelde bütün tüccarlar, küçük de olsa Osmanlı’dan kalan ve bunlara ek olarak cumhuriyetin ilk yıllarındaki sanayi atılımları sonucunda kurulan dokuma sanayinin üretimlerini pazarlıyordu. Bu sanayinin bir kısmı İstanbul’daydı. Bir kısmı da Anadolu’nun farklı illerinde kurulmuştu. Dolasıyla kumaş alışverişinin bir kısmı Anadolu’da yapılıyordu. 1950’lerin başına kadar Türkiye’nin belli birkaç ilinde kurulmuş kumaş fabrikalarından malları almak için buralara gidenler yine Sultanhamam tüccarlarıydı. Fabrikaların üretimlerini ‘bağlayan’ tüccarlar, ardından İstanbul’a döner aldıkları kumaşları Sultanhamam piyasasında satarlardı.
Sultanhamam’da Satılan Kumaşlar
89
Ali Yazıcıoğlu: “Mefruşata başladığımız
zaman Adana’dan, Bursa’dan mal alırdık.
On beş günde, yirmi günde bir Adana’ya
gider, haftada iki sefer Bursa’ya gider,
fabrikalardan, imalattan mal alır, burada
satardık. Biz giderdik, fabrika o zaman
Anadolu’ya ulaşamazdı. Anadolu’ya
mal satamazdı. Öyle bir şey yoktu.
Sultanhamam piyasasından anlaştığı bazı
tüccarlara üretim kapasitelerini dağıtırlardı.
Bugünkü bayilik sistemi de diyebilirsiniz
buna ama bayilerin hepsi İstanbul’daydı.”
İsmet Bilsel: “İşte bütün Kayseri, Adana, Samsun, İstanbul’a gelir alır. Onlar da kendi
bölgelerine dağıtırlar, yani Adana’da mal dokunurdu ama İstanbul’a gelirdi, buradan
tekrar giderdi. Adana’da fabrikadan satılmazdı yani toptancıya gelirdi toptancı
dağıtırdı.”
Sümerbank Merinos Fabrikası
90
Sultanhamam’da Satılan Kumaşlar
Bu sanayinin yanında, Gaziantep’te, Denizli’de ve Denizli’nin bazı kazalarında, Bursa çevresinde ve İstanbul’da bulunan el tezgahlarının üretimi vardı. Zamanla bu el tezgahları makineleşti ama yine üretim kapasitesi olarak Türkiye’nin tekstilde büyük hacimlere ulaşması için 1960’ları beklemek gerekecekti.
Bursa Pazarı 1890 Bursa Çarşısında Esnaf
Mustafa Erdebil: “Şimdi Bursa, bu işe Osmanlı’dan bu yana yatkın bir şehir. Bursa ipek
şehri, dokuma şehri, havlu şehri. Bir defa Osmanlı’nın ilk başşehri. Yani bir başşehir
olmak kolay değil. Bir kültür gerektiriyor. Zaman içinde, bu muhacirlerden cumhuriyetle
beraber yapılan becayiş nüfusunda, Bursa’ya böyle sanatkâr olan insanlar gelmiş.
Dolayısıyla orada böyle tekstilde, sanata girecek, çalışacak işçi bulmak daha bir kolay
ve daha düzgün.”
91
Sultanhamam’da Satılan Kumaşlar
Bursa’nın üreticileri için de Sultanhamam önemli bir merkezdi. Buraya gelip ürünlerini satarlardı. Hüseyin Özdilek de sık sık Bursa-İstanbul arası yolları arşınlayan üreticilerden biriydi.
Hüseyin Özdilek
Hüseyin Özdilek: “Bursa’dan sabaha karşı 4-5 gibi yola çıkar Yalova’ya giderdim. O
zaman yol da bu kadar düzgün değildi. 1-1,5 saatte giderdik. Yalova- Fenerbahçe- Sirkeci
vapurları vardı. Onların saatleri belliydi. Saat yanılmıyorsam 7’de
kalkardı. Sirkeci’de inerdim. Hemen Sultanhamam’a geçer oraları
dolaşır, Taksim’e geçerdim. Burada da bir iki tane müşterim vardı.
Taksim’e de elimde çantalarla yürüyerek giderdim, köprüden
geçerek.
Akşam yanılmıyorsam 5’te vapur vardı. Buna yetişirdim. Vapur,
adalara da uğruyordu. Bilhassa yaz akşamları çok güzeldi. Üst
tarafta terası püfür püfür eserdi. Benim gibi tahsilatını yapmış
Bursa’dan arkadaşlar, işinden dönenler, hepsiyle sohbetler ederdik. Çaylar kahveler
içiliyor, biralar içiliyor. O şekilde güzel bir günü tamamlamış olarak Bursa’ya dönerdim.”
Denizli’nin Babadağ ilçesi de Türkiye’nin Bursa kadar önemli bir başka dokumacılık merkeziydi. 1948’ de babasın aldığı elektirkli bir dokuma makinasını Babadağ’da henüz elektirik olmadığı için Denizli’ye götüren ve sadece geceleri verilen elektirikle üretime başlayan, Türkiye’nin tekstil sektörünün duayenleri arasına girmeyi başarmış Besalet Küçüker, Babadağ’da hangi koşullarda üretim yapıldığını anlattı:
92
Sultanhamam’da Satılan Kumaşlar
Besalet Küçüker: “Babadağ’da el tezgâhları
vardır. Bu el tezgâhları da her evin içindeki
müsait alan ve evin nüfusunda çalışabilecek
insanlarla orantılıdır. Evin içi müsaitse bir
tane el tezgâhı, daha iyi güzelse iki tane
koyarlar. Bütün fertler çalışır, ne zaman ki
erkek evlat evlenir, o zaman yeni bir gelin
gelir ve evin içinde yer müsaitse bir tezgâh
da onun için açılır. O tarihlerde Türkiye’de
iplik üreten hiçbir fabrika yok. Sümerbanklar
yavaş yavaş gelişiyor. Sadece Sümerbank
fabrikaları kendi dokuyacağı bezler için
iplik üretiyor. Fakat bizim yörede olduğu gibi,
Denizli, Babadağ, Kızılcabölük ve civardaki
kasabalara iplik ihtiyacı dışarıdan ithal olarak
geliyor, ki o zamanlarda büyük oranlarda hep
Mısır’dan iplik gelirdi. Hatta Japonya’dan iplik
geldiğini işitirdim. O dönemde alım satım da
serbest değil ki. İplik büyük oranda tahsis
suretiyle hükümet tarafından veriliyordu.
Hükümet, üretim yapılan bölgelerde, evdeki
tezgâh durumuna göre kapasiteyi tayin
ediyordu. Ama bu sistem belirli zamanlarda
kaçakçılıklara vesile oluyordu. Bu kaçakçılıklar nasıl oluyor, işte diyelim ki Afyon’da
veya Kastamonu’da bir dokumacılık var ama çok fazla değil. Oraya tahsis edilen iplik
orada kullanılmıyor, oradan Babadağ’a getiriliyor burada üretim yapılıyordu. Kaçakçılık
dediğim de bu.”
Besalet Küçüker
Buldan El Tezgahı
93
Sultanhamam’da Satılan Kumaşlar
Atilla Özdemir: “Bu ürettikleri malı salı günü Babadağ’da kurulan pazarda satardık.
Bütün tüccarlar da buraya gelirlerdi. Pazarlık edilir ve tüccara satılır. Satılan mal teslim
edildikten sonra parasıyla iplik tüccarından iplik satın alır, tekrar dokumacılık devam
ederdi. Tüccar da o malı salı günü akşam, çarşamba günü öğlen sonuna kadar balya
yaparak Sultanhamam’a ve Türkiye’nin başka yerlerine sevk ederdi ve bu işlem tekrar
salıya kadar devam ederdi. Sultanhamam’da Mehmet Saka diye iplik tüccarı vardı, en
çok alışverişi onunla yapardık Mehmet Saka’yla. Açarız telefonla, ‘hacı amca bize bu
hafta şu iplikten beş kamyon gönder’ deriz. Buradaki satışa göre ondan iplik alırız,
ne ile, bir telefondan başka şey yok. Yazı çizi yok. Söz verdiğin alışveriş ne günü
ödenecekse o gün ödenir. Hatta bir gün iki gün önce ödense, ‘yok’ der Mehmet Saka,
alışverişte ‘illa ki gününde ödeyeceksin’. Sen de ona göre hazırlanacaksın, o gün fazla
vadeler de yok, en son otuz bir vade, yani bir aylık bir vade. O bir ay içinde sen bu
iplikleri dokuyacaksın, kumaşını satacaksın, paraya çevireceksin, yerine göndereceksin,
yeniden iplik alacaksın.”
Atilla Özdemir altmış yıldır tekstilin içinde bir duayen. Onun Sultanhamam’la ilişkisi Babadağ’da dokuduğu ürünleri buraya satmak, buradan da hammadde satın alıp üretime devam etmek şeklinde olmuş. 1953 yılında firmalaşıp fabrikalar kurmaya başlamış, Türkiye’nin tekstil endüstrisinin ilkleri arasına adını yazdırmış.
Atilla Özdemir
94
Sultanhamam’da Satılan Kumaşlar
Atilla Özdemir: “Bazen özel siparişleri olurdu mesela, numune verir bu numuneyi
bana yapacaksın getireceksin derlerdi. Bazı mallar belli bölgelerde çok satılır. Bazı
tüccarlar özellikle o ürünlerin yapılmasını isterler. Tabi, Sultanhamam tüccarı da bu
işin yıllarca kompetanı olduğu için o malın kaç paraya dokunabileceğini ve maliyetinin
ne olabileceğini en az bizim kadar bilirdi. Tabi yıllarca müşteri ilişkileri olduğu için sen
ona afaki bir rakam söyleyemezsin. Ama o da maliyetini bildiği için çok düşük bir fiyat
söyleyemez. Onun için anlaşmak çok kolay olurdu. Bu tür özel imalatlar yapılırdı.”
Zafer Katrancı aslen Babadağlı, bugün Denizli’de büyük miktarda üretim yapan ünlü bir tekstilci. Dünyanın her köşesine üretim yapıyor. Babadağ’da el tezgâhında üretimini yaptığı malları 1960’ların başında Sultanhamam’a satmaya başlamış.
Zafer Katrancı: “Ürünümüzün tamamını
hemen hemen Sultanhamam’da satardık.
Siparişi alırız, misal olarak söyleyeyim, iki
çuval mal, içerisinde yüz adet çarşaf var,
beş liradan ne yapar, bin lira, bin liraya
anlaşırdık. Malı gönderdikten sonra, üç hafta
veya bir ay sonra İstanbul’a Sultanhamam’a
geldiğimizde tahsilatını yapardık. Bir
kısmı para olur bir kısmı senet olurdu, çek
kavramı henüz yoktu. Hızla yeni siparişleri
alırız, kendi ihtiyacımızın siparişlerini veririz,
akşam da hemen dönmeye gayret ederdik.
Tekrar çalışmaya başlardık. Çünkü bizim el tezgâhı döneminde iş gücü önemliydi, yani
bizzat ben kendim girip el tezgâhında çalışmam gerekiyordu.”
Zafer Katrancı
95
Sultanhamam’da Satılan Kumaşlar
Babadağ Cumhuriyet Bayramı Kutlaması
El Dokuma Atilla Özdemir Arşivi
Atilla Özdemir: “1958 senelerinde bu sistem biraz motorize olmaya doğru kaydı.
Babadağ’da esnaf arkadaşlar Merzifon’dan, Bursa’dan çalışmayan tezgâhlar buldular,
onları getirdiler, üretim arttı. Nihayet bu tezgâh sayısı çok yükseldi. Tezgâh neyle
çalışıyor, cereyanla. Cereyan üreten, belediyenin iki tane 135’er beygirlik dizel motoru
vardı. Bu dizellerin yakıtı fazla gittiği için
maliyet artmaya başladı. Çözüm baraj
cereyanından istifade etmekti. En kısa
sürede ağaç direklerle Sarayköy’deki
trafodan Babadağ’a cereyanı getirttik.
1964 yılında cumhuriyet bayramında
cereyanımız geldi. Bir anda Babadağ’ın
merkezinde iki bin küsur motorlu tezgâh
96
Sultanhamam’da Satılan Kumaşlar
Babadağ Cumhuriyet Bayramı Kutlaması
üretime geçti. Etraf köyler de cereyana
kavuştu, oralarda da motorlu tezgâh
artınca sayı üç binleri buldu. Mal da daha
kaliteli çıkmaya başladığı için İstanbul’da
birçok fabrikalardan mal alan bezciler,
patiska üretimi alan tüccarlar bizim mallara
yöneldiler ve Babadağ’da büyük bir talep
patlaması yaşandı.”
Mustafa Erdebil: “İstanbul’da bu malları
pazarlamak için biz de bazı girişimlerde
bulunurduk. Buldan’dan getirdiğimiz
ham bezleri silindirden geçirerek, üzerine
kendimize göre yaldızlı bir ‘taç markası’
diye bir marka koyarak, ütüyle onu kumaşın
son katına çıkararak, böyle patiskalar
yaptık, boyattırarak. Özel boyahanelerde.
Tabi mallar kötü ama Türk halkının
görmediği bir şey. Onlardan satıyoruz biz de. Hiç unutmam, bir gün bir müşteri geldi
doğulu, ‘ya Abdullah Bey’ dedi, ‘bunlar soldu ya’ dedi. Babam, ‘oğlum sen bunu vitrine
mi koydun’ dedi. ‘Evet.’ ‘Güneş mi gösterdin?’ ‘Evet.’ ‘E yağmur da mı gördü?’ ‘Evet.’ ‘E
tabi solacak oğlum’ dedi. Öyle güneşe gösterirsen, yağmura koyarsan mal durur mu?”
Mustafa Erdebil
97
Sultanhamam’da Satılan Kumaşlar
1939 yılında İstanbul’da doğan İlyas Hürdana, on beş yaşında Sultanhamama’da çalışmaya başlamış. Çanakkale adlı mağazada tezgâhtar olmuş. Askerden sonra da Güney Sanayii’nin imalat müdürü Eliyakim Kandiyoti’nin yanında çalışmış. Burada geçirdiği iki sene onun bu meslekte gerekli atılımı yapmasını sağlamış. İlyas Hürdana, Bursa’da ürettirdiği kumaşları Sultanhamam’da nasıl sattığını anlatıyor:
İlyas Hürdana da, Haçik Taşçı da kendi belirledikleri modelleri, desenleri yaptırıp ürettirip satmışlar. Hatta Taşçı, daha farklı desenler bulmak için yurtdışındaki fuarlara dahi gitmiş.
İlyas Hürdana: “Ağabeyimle birlikte ipliklerini alır dokumasını yaptırırdık. Gömleklik
kumaş, şemsiyelik kumaş, ipekli kumaşların imalatını Bursa’da fason olarak yaptırırdık.
Bunların üzerine basılacak desenleri çizer, boyahanede boyatır ve desenleri bastırırdık.
Sonra da toptan olarak getirip Sultanhamam’da satardık. Buradaki tüccar da
perakendecilere dağıtırdı. Benim ürettiğim kumaş kim bilir Türkiye’nin neresine giderdi.
Ama ben kendi desenlerimi hiç unutmazdım. Hatta bir gün, size bir anımı anlatayım.
Eşimle beraber Beyoğlu’ndan geçiyorum, biliyorsunuz eskiden Rekor mağazası,
Dekor mağazası, Kocabaş mağazası falan var, biz oradan geçiyoruz. İki tane Anadolu
efendisi, böyle şapkalı, durdular vitrine bakıyorlardı. Birbirleriyle konuşuyorlardı. Biri
diğerine dedi ki: ‘ya şu desenin güzelliğine bak ne güzel renkler verilmiş.’ O bahsettiği
benim malımdı. Bu konuşmalardan çok etkilendim ve gözümden iki damla yaş geldi.
Bu benim için çok önemli bir şeydi. Demek ki ben bir şeyler yapmışım, yapabilmişim
ve satabilmişim.”
Pera Eski Mağaza Vitrin
98
Sultanhamam’da Satılan Kumaşlar
Haçik Taşçı: “Heim Tekstil Fuarı dünyanın en
büyük ev tekstili fuarı. Heim Tekstil Fuarı’na
Varujan Abi’yle biz, Türkiye’den giden ilk
on kişinin içinden iki insanız. Fuara gidip
takip ederdik. Ben oradan bir numune bulur
getirirdim, burada da onu yaptırırdım, fason
olarak. Toptan satmaya çalışırdım. O tarzda
çalıştım. Hep butik çalıştım. Belki üç-dört
taneyi geçmeyen mal yaptım ama bana ait
mallardı.”
Hacik Taşcı Dükkan Önü
Sultanhamam piyasası, 1950’ye kadar Sümerbank’ın fabrikalarından ve özellikle Adana’daki Bossa, Paktaş, Çukurova ve daha ufak tefek fabrikalardan ürün alırdı. Özellikle 1950 seçimlerinden sonra Menderes hükümetiyle başlayan daha serbest ekonomik yapı içinde, özel girişimciler, daha fazla yeni tekstil fabrikaları kurdular. Adana, İstanbul, İzmir, Denizli gibi illerde kurulan bu fabrikalarda daha önce Türkiye’de olmayan mallar da üretilmeye başlandı. Ulaşımın ve iletişimin zor olduğu bu yıllarda, Türkiye’nin farklı yörelerine dağılmış bu üreticilerle perakendecileri, bir diğer ifadeyle tüketicileri buluşturanlarsa yine Sultanhamam’daki toptancılardı.
Sümerbank Merinos Makinaları
99
Sultanhamam’da Satılan Kumaşlar
Mustafa Erdebil: “1950’den sonra Demokrat Parti’yle beraber Türkiye’de birdenbire
bir perde, hani gözünüzde katarakt vardır, görmüyorsunuzdur, katarağı aldırırsınız,
‘aa görüyorum’ dersiniz ya, birdenbire görmeğe başlarsınız. Yani, 14 Mayıs seçimleri
yapıldı, iki-üç ay içinde Türk halkı görmeye başladı. Dünyayı görmeye başladı, komşuyu
görmeye başladı. İstanbul’u tanımaya başladı. Türkiye halkı katarakt ameliyatı oldu,
demokratik olarak, sosyolojik olarak, ekonomik olarak pek çok şey değişti. Böyle evinin
dışına çıkamayan insanlar İstanbul’da, biz altı ay sonra Boğaz’ı gezmeye geldik. 1951
senesinde özel otomobil aldık. Yani onu biz 1949 senesinde düşünemezdik. Paramız
olmadığı için değil, böyle bir şey düşünülmez. Adam bir araba niye alacak? Nereye
gideceksin ki sen? Aksaray’dan Sultanhamam’a. Haşa. Tramvaya binersiniz, gidersiniz
gelirsiniz. Ben ilkokulu bitirene kadar,
Aksaray’ın dışında herhangi bir yere
gidemezdim. Başka bir semt çocuğu
da Aksaray’a gelemezdi. Fındıkzade
denen yer Aksaray’ın hemen yakını.
Ama bir Fındıkzade’ye, bir Fatih’e hatta
Aksaray’ın sahili olan Yenikapı’ya bir
Aksaray çocuğu çıkamazdı. Yenikapı
ayrı bir kurtarılmış bölgeydi. Oranın efe
tabir edilen gençleri, delikanlıları kendi
mahallelerini savunan fahri bekçiler gibi, güvenlik görevlisi gibi, bir başka muhitten
birisi geldiğinde, o zaten hemen böyle papatya gibi ortaya çıkar. ‘Nereye gidiyorsun
kardeşim? Kime gidiyorsun? Ne arıyorsun burada?’ İki defa gittiğinde döverler. Bu
her şeyiyle beraber seçimden sonra değişti. Ondan sonra işte abimler, benden tabi
büyük onlar, sekiz yaş biri, on bir yaş biri büyük, ‘baba bir araba alalım.’ Amerika
bize 300 milyon dolar Marshall Yardımı’ndan para verdi, seçimden sonra ve o parayla
bizim kanımıza girdi. Otomobiller gönderdi. Çamaşır makineleri gönderdi. Babam
da bunları severdi. İlk çamaşır makinasını alanlardan olduk. Anacığıma hizmet etsin
Mustafa Erdebil ve Haşim Büyükbalcı
100
Sultanhamam’da Satılan Kumaşlar
diye. Evde beş çocuk var. Kardeşim var benden sonra. İşte bir de otomobil alındı
böylece. Ama o otomobille biz dükkana gidip gelmediğimiz için sadece pazar günleri
kır gezisi yapıyoruz. Babam dedi ki ‘ya böyle şey olur mu? Bir arabayı mahkûm ettiniz.
Bunu dama’ o zaman taksilere dama vurulurdu, eski filmlerden hatırlarsınız, ‘bunu
taksiye çıkaralım, bir aile bundan geçinsin.’ Şoför geldi, onu verdik. Peki bu bizim
sektörümüzü nasıl etkiledi? Menderes’le beraber enflasyon denen canavar içimize
girmiş de biz yaşadığımızın farkında değilmişiz. Buradan şimdi döneyim ekonomiye.
Bu canavar Ankara’dakiler tarafından biliniyor, herhalde göz yumuluyor. Çünkü Türkiye
ancak onunla kalkınabilecek. Sermaye yok. Bankalarda faizler düşük hâlâ. Vade farkı
diye bir şey yok ama enflasyon başlamış. Dünün iki katına çıkmış fiyatlar. Şimdi bunu
bilmeyenler bizim gibi yaşamışlar. Bilenler, bu Sabancıların babaları Ömer Ağa, Allah
rahmet eylesin, Güney Sanayii’nin Adana’daki o büyük fabrikalarının ilk kurucuları gibi,
onlar Ankara’ya gitmişler, bunu öğrenmişler ve bankaların o günkü %10-12 faizli yıllık
kredilerini almışlar. Fabrikaları kurmuşlar. Enflasyon %25’lerde gezdiği için zaten %100
kârlılar. Ayrıca Türkiye’de olmayan malları ürettiklerinden de sanayide tek tüfekler.
Bursa mallarıyla, artık Buldan malları falan bitti. Kaldırıldı o yerli mallar. Kimse ne
satıyor, ne alıyor, ne de kullanıyor.”
101
Sultanhamam’da Satılan Kumaşlar
Atilla Özdemir’in anlattığı gibi, 1960’lara gelinirken daha da fazla üretilen farklı farklı kumaşlar toptancılara yollanıyor, perakende alanında da tüketiciler her geçen gün daha yeni modelleri, desenleri, daha farklı kumaşları talep ediyordu. Türk insanı daha fazla sayıda gömlek, elbise, palto giymek, daha farklı renklerde perde, yatak örtüsü, döşemelik kumaş almak istiyordu. Haçik Taşçı bu durumu katıldığı bir toplantıdan hatırladığı ilginç bir diyalogla aktarıyor:
Atilla Özdemir: “Fabrikalaşma başlayınca, bizim mallar da şekil değiştirdi. Eskiden
dokuduğumuz mallar, bir evin perdesinden tutun da yatak çarşafı, yatağın mitili,
evin içindeki sedirlerin örtüsü, hep Babadağ dokumasıydı. Hatta Afyonkarahisar gibi
birçok Anadolu şehirlerinde bazı hanımların üstlerine örttükleri şeyler, peştamal gibi
sarındıkları şeyler de hep Babadağ malı olarak dokunurdu. Mesela Antakya’ya biz çok
çarşaf gönderirdik, yatak çarşafı. Oradaki hanımlar onu 5-6 liraya alır, birini eteğine
birini başının üzerine dolar, işini görürdü. Ama fabrikalaşmayla çok şey değişti. Aynı
zamanda insanların yaşamı, giyim kuşamı değişti, moda hayatımıza girmeye başladı.
O mallar artık demode oldu ve devreden çıktı. Tekstil fabrikalarında dokunan mallara
muadil mallar üretilmeye başlandı.”
Boyama, Atilla Özdemir Arşivi
102
Sultanhamam’da Satılan Kumaşlar
Haçik Taşcı: “Mal kıymetliydi,
azdı. Malı da alıp satabilecek
adamlar bilinirdi. Herkes gidip
her fabrikadan mal alamazdı.
Malı fabrika doğru adama,
o işte geçmişi olan adama
vermeyi tercih ederdi. İşte bu
yıllarda Şevket Sabancı’yla
bir toplantıdayız, bürolarında.
Teksa kadifeyi yapıyorlar.
Senede kaç metre kadife
satılır? Ben dedim ki atıyorum,
işte 5000 metre. Eyüp Ensari
Bey dedi ki 7000 metre.
Öbürü dedi ki 3000 metre.
Öbürü dedi ki 8000 metre. Anı
olarak kafamda kaldığı için anlatıyorum. Şevket Sabancı kalktı dedi ki ‘beyler siz ne
diyorsunuz? En az 40-50.000 metre kadife satılır’ dedi, ‘siz Türkiye’yi konuşurken
nereyle kıyaslıyorsunuz? Bizde daha toprağın altında toprağın üstüne çıkacak bir yığın
insan var. Toprağın altından toprağın üstüne bu çıkan insanların hepsinin ayakkabıya,
kadifeye, cekete, pantolona gömleğe ihtiyacı var. Bir Almanya’da bu sene 1000 metre
kadife satılmışsa seneye 1100 metre satılır. Bu sene 50 tane ayakkabı satılmışsa, seneye
55 tane satılır. Ama Türkiye’de öyle değil. Bu sene 1000 metre satılır. Seneye 22.000
metre satılır.’ Bu bir anı olarak kafama yazıldı ve oturdum düşündüm, sonsuz doğru.
Hâlâ memleketimizde öyle.”
İplik Eğirme
103
Sultanhamam’da Satılan Kumaşlar
1952’de okulu bitirdiği sene, bir yaz tatilinde Sultanhamam’la tanışan M. Nevzat Özhamurkar, Kayseri’nin ünlü tekstilcilerinden biri… Babası ve amcasıyla genç yaşta ticaret hayatına başladıktan sonra, senenin üçte birini İstanbul’da Sultanhamam’da, Mercan Yokuşu’nda, Âşir Efendi’de geçirmeye başlamış. Aşağı yukarı 2000’lerin başına kadar da bu hareketliliği devam etmiş. Özhamurkar, Türkiye’de, Menderes hükümeti sonrası açılan yeni fabrikalar sayesinde üretimin arttığını ama yine de bunların talebi karşılamaktan çok uzak kaldığını anlatıyor.
Mustafa Nevzat Özhamurkar: “30’lardan
1960’lara kadar Türkiye’de malı temin
etmek zordu. O yüzden tüccar ne mal
alırsa satardı. Satış problemi yok. Çünkü
kumaş az. Bizim dönemimizde de,
mesela 1965’li, 75’li, 80’li yıllarda üretim
yavaş yavaş artmaya başladı ama talep
daha fazla canlandı. Bu açıdan malı
temin ettikten sonra bu yıllarda tekstili
satmak diye bir problem yoktu. Ta ki
1980’lerde üretim talebin üstüne çıkmaya başlayıncaya kadar; üretim çoğaldı, çeşit
çoğaldı, moda, desen işin içine girdi, sadece almak değil satmak da problem olmaya
başladı.”
Mustafa Nevzat Özhamurkar
Pek çok Sultanhamamlı gibi, babasının yanında ticarete atılan, Yaşar Büyükçalık, buraya geldiğinde sekiz yaşındaymış. Hem ticareti, hem tekstili hem de kendini tanımaya Sultanhamam’daki dükkanda başlamış, adeta bu işin okulunu orada okumuş. Manifaturacı bir aileden geliyor. Manifaturanın, tekstilin alfabesi olduğuna inanmış. Kumaşı çok iyi biliyor. Bunu da küçük yaştan itibaren babasından ve amcalarından öğrenmiş.
104
Sultanhamam’da Satılan Kumaşlar
Yaşar Küçükçalık: “1970’de Vakko’dan
almış olduğunuz bir gömleği, bugünün
işportasına koysanız satamazsınız.
1970’lerin Türkiyesi’nde bizim Kayseri
Birlik’ten iplik ihracatı yapıyorlar, on
tane kamyonu üst üste bulamıyorlar.
Yani her bir kamyon on ton alsa deseniz,
Kayseri’den İstanbul limanına gelecek on
tane peş peşe kamyonu bulamıyorlar.
Üretim bu kadar az. 1970’lerden
bahsediyorum. Bu iplikler fabrikaya girer, dokunur sonra da hemen satılırdı. Pazar
derdi yok. Bunları bugünün gençliğine anlatsanız bize herhalde köyde mi yaşıyordunuz
derler. Çünkü bugün artık konteyner diye bir şey var. Konteynerler geliyor. İstersen beş
bin konteyner iplik iste. Aynı anda geliyor.”
Yaşar Küçükçalık
Recep Tanrıverdi: “Petrol krizi olduğu zamanlarda, 1970’lerin sonlarına doğru, biz
Adana’ya gittiğimiz zaman Bossa’dan, Güney Sanayii’den mal alıyorduk, bunları
İstanbul’a getirecek kamyon
bulamıyorduk. Yakıt yok, kamyon
yok. Ben de bir gün fabrikadan malı
aldım. Kamyon kamyon mal gelecek,
müşteriler burada mal bekliyor,
kimsenin elinde mal yok. Bir karpuz
kamyonu buldum. Karpuzlarını satın
aldım. Kamyonunu boşalttım, ondan
sonra o kamyonu doldurdum. Adana’daki fabrikacılar şaşırdılar, ben o kamyonları
nasıl buldum diye. Milletin malının bir ay gelmediği oluyordu, eski dönemde kamyon
bulunmuyordu. Yakıt yoktu ki. Ben bu tarihlerde Bossa’da, Güney Sanayii’de bunları
Petrol Kuyruğu
105
Sultanhamam’da Satılan Kumaşlar
Güney Sanayi
çok yaptım. Kimse de anlayamadı, ben bu malı bulup bulup nerden getiriyorum.
Millet gece yatmaya, eğlenmeye gittiği zaman, yemeğe gittiği zaman, ben karpuz
kamyonlarına gidiyordum. Biz bugünlere geldiysek, işte bu şekilde geldik.”
106
Sultanhamam’da Satılan Kumaşlar
Ahmet Nazif Zorlu: 1970’lerde kumaş üretimi vardı Türkiye’de, artık çok sayıda fabrika
da açılmıştı ama volüm yoktu, yani üretim miktarı azdı. 1974’lü yıllarda emprime
çarşafı yaptığım vakitler benim ürünümü beğenmişler, kimdir bunun imalatçısı
diye yabancı bir müşteriyi bize getirdiler. Halbuki ben kumaşını Akfil Fabrikası’nda,
baskısını da Bursa’da yaptırıyorum. Geldiler, bizden bir yıl içinde 15 milyon metre mal
almak istediler. 15 milyon metre… arada tercüman var, ben diyorum ‘kardeşim 15 bin
metre olmasın, bak iyi tercüme et!’, ‘15 milyon metre istiyorlar eminim’ diyor. Ben de
‘fabrikamla görüşeyim bakayım kapasitemiz nedir’ dedim ‘sizinle yarın buluşalım.’ Ben
sevine sevine gittim fabrikaya. Metrede 50 kuruş kazansam 7,5 milyon
lira kâr. Çok büyük para. Akfil Fabrikası’nın ticaret müdürü Mehmet
Gömeçli, Allah rahmet eylesin, telefonla randevu aldım gittim. Bana
dedim çok kumaş lazım. ‘Veririz, veririz, veriyoruz zaten’ dedi. Dedim
ki ‘çok, çok lazım.’ ‘Ne kadar?’ Dedim ki, ‘bak’ dedim ‘ben inanmadım,
şimdi sen de inanmayacaksın ama bu gerçek, 15 milyon metre’ dedim. ‘2,20’lik kumaş
istiyorum’ dedim. Şöyle bir baktı, dedi ki, ‘benim beş senelik kapasitem bu.’ 3 milyon
metre senede yapıyorlarmış. O gülmeye başladı, ben gülmeye başladım. Ertesi gün
buluştuk tabi veremedik. Biz bugün Çorlu fabrikamızda günde 1 milyon metrekare
kumaş üretiyoruz.”
Akfil Kumaş Reklamı
Erdoğan Baydemir: “Türkiye’de 70’li yıllarda en büyük sıkıntı gerçekten çeşidin
olmamasıydı. Mesela o zaman orlon perdeler vardı, herkesin evinde aynı perde vardı,
böyle bir şey düşünebilir misiniz? Kahverengi, bordo, yeşil renklerde orlon perdeler.
Baktığınız zaman dışarıdan camlara bu renkleri görüyordunuz.”
107
Sultanhamam’da Satılan Kumaşlar
Atilla Mefruşat Depo Atilla Mefruşat Depo
Recep Tanrıverdi: “Farklı kumaş bulmak, satmak inan ki maceraydı. Biz bulurduk ama
binbir güçlükle bulurduk. Fabrikalarla özel bağlantılar kurardık. Eskiden bizde olmayan
çeşit yoktu, ben o kadar çok çalışıyordum ki bu malları bulmak için. Bursa’da günlerce
yatıyordum. Mesela benim jorjetlerim vardı. Jorjet bayan kumaşıdır, çok güzel kıvırcıklı
jorjet ipliğinden, lükstü, jorjetten emprimeler bulunurdu. Beatris astarlıklar satardım.
Özellikle konfeksiyonculara satardım onları… Yanar döner, renkli şanjanlar, bugün
kimse giymiyor, onlara yanar döner şanjan derdik ve bunları mantoculara, paltoculara,
gelinlikçilere satıyordum. Yorganlık satenler, muhtelif emprimelerim, brokarlarım vardı.
Bende bu kadar çeşit olmasa iş yapamazdım.
Brod İngiliz Kumaşları Reklamı
108
Sultanhamam’da Satılan Kumaşlar
Koruma duvarları altında bir ülkede, önemli miktarda bir kumaş ithalatı olmasa da İtalya, İngiltere Almanya başta olmak üzere genelde Avrupa’dan ithal edilen kumaşların satış merkezi yine Sultanhamam’dı. 1928’de doğan ve 1946 yılında henüz lisede öğrenciyken Sultanhamam’dan mal alıp babasının dükkanında satmaya başlayan Yaşar Dodanlı, 1952’de dükkan açmış. Dükkanında ithal kumaşlar da satıyormuş.
Kartvizit Dodanlı İthal Kumaş
Yaşar Dodanlı: “Burada bazı yabancı
fabrikaların temsilcileri bulunurdu. Mesela
İtalya’daki x fabrikasının temsilcisi Leon
Bey’e gidiyorsunuz, 5000 metre neyse o
günkü şartlara göre pazarlık ediyorsunuz.
Gümrük masraflarını hesaplıyorsunuz,
mal İstanbul’a geliyor, gümrüğünü
yatırıyorsunuz. Malı çekiyorsunuz.
Piyasaya dağıtıyorsunuz. Sistem bu
şekildeydi.Yaşar Dodanlı
109
Sultanhamam’da Satılan Kumaşlar
Mustafa Erdebil: “İngiltere’den çok güzel poplinler gelirdi. İtalya’dan divitin ithal edi-
lirdi, bunların yanında geliyor. Şimdi Güney Sanayi’nin yaptığı mallar falan ikinci kalite
kalıyor, hatta üçüncü kalite kalıyor. Divitini açıyorsunuz, içine bir mezura yerleştirmiş-
ler malın. Malı ambalajlarken malla beraber mezura koymuşlar. Açıyorsunuz 40 metre
var. 40 metreden sonra da bir 30-40 santim fazlalık var. O zaman Anadolu’dan gelen
müşteriler hemen hepsi top almazlardı. 15 metre, 20 metre çeşitlerden kestirirler. Bu
malları ölçmeye lüzum yok. Açıyorsunuz 20’yi bulduğunuz yerde kesiyorsunuz. Yani
düşünebiliyor musunuz bizim sanayiye başladığımız dönemde İtalya böyle bir tekno-
lojiye gelmiş. Bugün internetle iş yapmak gibi falan gibi bir şey o gün için bu.”
Dodanlı Arşivi
110
4.BÖLÜM
111
SULTANHAMAM TÜCCARI
Tarih Boyunca Sultanhamam ve Civarı
112
Aslında pek farkında olmasak da kumaşın, dokumanın hayatımızda çok büyük ve vazgeçilmez bir yeri var. İnsanoğlunun gıdaya, suya, başını sokacak bir eve gereksinimi olduğu kadar üstüne örteceği, giyeceği, evinin camına asacağı kumaşa da ihtiyacı var. İşte, Türkiye’nin kumaş merkezi Sultanhamam’da bu işi üstelenenler, manifaturacılardı. Onlar aslında tüm ülkeyi giydiren, evlere örtü, çarşaf, perde sağlayan tüccarlardı.
Merinos Fabrikasından İplikler İplik Sarma Makinası
Ahmet Nazif Zorlu: “Tekstil biterse bilin ki insanlık da ölmüş demektir. Bugün giysisiz
bir yere çıkabiliyor musunuz, çıkamıyorsunuz. Dışarı çıkarken hemen bakıyorsun cep
telefonumu aldım mı diye, yani bunsuz dışarı çıkabilirsin ama elbisesiz çıkamazsın,
gömleksiz çıkamazsın.”
Tarih Boyunca Sultanhamam ve Civarı
113
Yaşar Dodanlı
Yaşar Dodanlı: “Şimdi bazı yerlerde,
kumaş gıdadan önce gelir. Örtüneyim de
aç kalsam da olur derler. Demek ki çıplak
kalmamak daha önemli kabul ediliyor.
İşte bu son derece önemli işi yapanlar
tabi ki kumaşı üretenlerdi ama en az
onlar kadar değerli olanlar, bu üretilen
kumaşları tüm Türkiye’den toplayıp yine
tüm Türkiye’ye dağıtan Sultanhamam
manifaturacısı, Sultanhamam tüccarıydı.
Şimdi, tüccar vasfı derken tüccarın ayrı bir tarifi var. Tüccar ayrı şey, esnaf ayrı şey. Bir
şehre düştüğünüz zaman, tüccar diye sorduğunuzda size bir manifaturacı gösterilir.
Neden? Manifaturacılık temiz ve kaliteli bir meslektir. Eskiden beri, dünyanın her
tarafında tercih edilmiş bir sanat. Tüccar, özüne sözüne güvenilen kimseye denir.
Menfaat ikinci plandadır.”
Mustafa Nevzat Özhamurkar: “Babam bir gün beni çekti kenara dedi ki; ‘oğlum, ben
sana tüccarı tarif edeyim’ dedi. Hani yani, güya biz de ticaret lisesi okuduk, yüksek ticaret
okuduk falan. ‘Baba biz biliyoruz’ dedim. ‘Oğlum senin mektepte bildiğin başka, benim
dediğimi bir dinle’ dedi. ‘Tüccar kâr için aldığından, zarar için sattığından dönmeyen,
yalan söylemeyen, şerefli namusu, izzetinefis sahibi adama denir. Bunu kafana koy.
Yani malı sattın, fiyat yükseldi, müşteriye vermiyorum demeyeceksin, dönmeyeceksin.
Aldın, fiyat düştü, aldığın yere fiyat düştü, ben almıyorum demeyeceksin. Söz tüccarın
ağzından çıkar, sözünü yerine getireceksin. Şerefli, namuslu, izzetinefis sahibi olacaksın.’
‘Peki baba’ dediğimde ‘dur bir şey daha söyleyeceğim’ dedi. ‘Oğlum bunu da kulağına
küpe et; ok gibi doğru olursan hedefe varırsın. Yay gibi olursan elde kalırsın’ dedi.”
114
Sultanhamam Tüccarı
Sultanhamam’la 1948 yılında tanışan, o dönemin büyük manifaturacılarının yanında yetişen, onlarla sohbet edip bu işin inceliklerini öğrenen Kayserili bir başka duayen, Ali İhsan Erbil’e göre Sultanhamam o dönemin ‘Paris’iydi.
Zafer Katrancı: “Tüccar sözcüğü çok ağır
bir sözcüktür. Çok kaliteli bir sözcüktür.
Bu kalite hem davranışta kendini gösterir,
hem giyimde kuşamda. Kravatsız, fötr
şapkasız, takım elbisesiz manifaturacı
görmezdik. Temiz pak kıyafetleriyle,
örnek insanlardır manifaturacılar...”
Zafer Katrancı
Ali İhsan Erbil: “Ben, Abdullah Kiğılı’nın dedesi Fahri Avni Kiğılı’nın yanında bulundum.
Onun konuşmalarını dinledim. Ondan bir şeyler kapmaya çalıştım. Onun gibi gerçek
manifaturacıların, köklü tüccarların
yanında kaldım. Bunlar dört dörtlük
adamdır. Diyorum ya, manifaturacı dedin
miydi sözüne sahip, her şeyine sahip,
diline, eteğine sağlam güvenilir adamdır.
Sultanhamam öyleydi. Güvenilir adam
olduğu için, misal Kayseri’den İstanbul’a
gideriz, paramız cebimizde durur.
Götürür bir manifaturacıya bırakırdık. O
senin için saklardı.”Ali İhsan Erbil
115
Sultanhamam Tüccarı
Mustafa Nevzat Özhamurkar: “Eski tabirle kelli felli adamlar denir ya, işte eski
adamlar öyle adamlardı. Bizler şimdi bilmiyorum yani öyle miyiz, değil miyiz ama
hakikaten sözü sohbeti dinlenir insanlardı. Bir gün Baldöktü Hacı Baba’nın orda
oturuyoruz, Manisa’dan bir adam geldi, ben tanımıyorum, manifaturacı ama, adamın
üzüm bahçeleri falan da varmış. Geldi, Hacı Baba oturuyor. Dedi ki ‘Hacı Baba bir
akıl danışacağım sana.’ ‘Ne oğlum?’, dedi ki ‘benim 100 ton üzümüm var. Fiyat on
beş gün öncesine kadar 3,75 kuruş - 4 lira arasında idi. Şu anda 6 lira üzümün fiyatı.
Piyasada konuşulan, önümüzdeki günlerde üzüm 8 liraya 10 liraya çıkar diyorlar. Bir
kısmı da gördüğü fiyata geri gelir, yine bu 3,5 liraya düşer diyorlar. Ne yapayım, bana
bir akıl ver?’ Hacı Baba dedi ki, ‘oğlum yarısını sat’ dedi, ‘eğer 8 liraya çıkarsa, hele ki
yarısını sattım dersin, sevinirsin, 3,5 liraya düşerse, hele ki yarısını sattıydım dersin, yine
sevinirsin.’ Yani, oturup onları dinlemek bile ufkunuzu açardı. Hayat dersi verirdi size.
Sohbetini dinlediğimiz yerlerin ya Mensucat Santral’le işi var, ya Kartaltepe’yle işi var,
ya da Bossa’yla işi var. Onların ticaretlerini, pazarlıklarını takip etmek veya Adana’ya
geldiğinde Sultanhamam erbabının Adana’daki üreticilerle olan münasebetleri senin
ufkunda bir yer açar.”
Babdağlı Tüccarlar,Babadağ Sanayi ve İş Adamları Derneği
116
Sultanhamam Tüccarı
1948 yılında, altı yaşındayken babasının Mahmutpaşa’ya yakın yerde kurduğu küçük imalathanede çalışmaya başlayan İbrahim Kaprol, daha sonra yine babasıyla beraber Sultanhamam’da açtıkları dükkanda yetişmiş. Bugün yetmiş iki yaşındaki Kaprol, hâlâ aktif olarak tekstil sektöründe çalışıyor ve günümüz ticaret adabıyla, geçmişin Sultanhamam tüccarlarının bir kıyaslamasını yapıyor.
Hüseyin Özdilek: “Ahmet Ağa, Hasan
Ağa denirdi o zaman tüccarlara hitab
ederken o zaman. O geçiyor dendiği
zaman o izlenir geçtiği yerlerden. Hal
ve hareketleri, çünkü iyi bir örnektir o,
timsaldir. Onun yanlış yaptığı şeyler
de ya buna yakıştıramadık derler.
Bu uygun bir hal sergilemiyor derler.
Dolayısıyla bu iyi örnekleri aldıkları için
o da hal ve hareketlerine dikkat etmek
mecburiyetindedir. Meyhaneye dahi gitse, düzenli, görünmeyecek yerde gider. Yani
her yerde uluorta olmaz. Sarhoş bile olsa, uygun bir şekilde sarhoş olmasını bilmek
mecburiyetindedir.”
Hüseyin Özdilek
İbrahim Kaprol: “Bugünün gösteriş meraklıları gibi, hani ben böyle yiyorum, ben böyle arabaya biniyorum, tatile buraya gidiyorum şeklinde çok abartan havalarla değil, böyle mütevazı yaşayan ve kimsenin ona özenmemesine dikkat eden, yediğine dikkat eden, içtiğine dikkat eden insanlardı. Yani gösterişi sevmiyorlardı. Ben böyle şu andaki gibi ikonları görmedim. Onlar aslında o zamanın ikonlarıydı ama oturup herkes gibi yaşıyorlardı. Tabi istisna çıkabilir, ama onlar da kaideyi bozmazdı.”
İbrahim Kaprol
117
Sultanhamam Tüccarı
Ahmet Nazif Zorlu: “Şimdi insanlar daha
çok zengin olalım, daha çabuk zengin
olalım, daha lüks yaşayalım peşinde değil
mi?
Sultanhamam’da öyle yoktur. Yani mesela
bir bakıyorsunuz öyle herkeste araba
yoktu. 70’li yıllarda Sultanhamam’da o yüz
elli kişiden belki on kişinin arabası vardı.
Paraları vardı, araba satın alabilirlerdi
ama lüks yaşamak gibi bir özenme yoktu.
Bunun yerine, işlerine yatırım yaparlardı. Ben mesela şahsen öyle yaptım. 1974’te ilk
kez bir araba aldım. Her şeyim varken 74’te araba aldım, niye, rahatlıkla bir araba
alabilirdim. Ama benim diyordum ki sermaye lazım bana. İnsanlarda bu düşünce vardı.
Önce yağlanıp yağlanacaksın, butlanacaksın, irileşeceksin. Ondan sonra da çıkarsın
oynarsın meydanda. Ama yağsız butsuz yani güçsüz, kassız oynayamazsın doğru mu,
yığılır düşersin.”
Ahmet Nazif Zorlu Arşivinden
118
5.BÖLÜM
119
SULTANHAMAM ‘ÜNIVERSITESI’
120
Sultanhamam tüccarı olmak kolay değildi. Her şeyden önce bu piyasada uzun yıllar bulunmuş olmak gerekiyordu. Burası bir okul gibiydi, başarılı olmak için de uzun yıllar bu okuldaki dersleri bir bir görmek ve geçmek gerekliydi. Geçer notu Sultanhamam’ın usta tüccarları verirdi. Kendisini tam yirmi beş yıl aralıksız futbol oynamış bir mefruşatçı olarak tanıtım Varujan Arslanyan, 1950 yılında Rızapaşa Yokuşu 62 numarada bulunan Doğruluk Mefruşat’ta işe başlamış. Çarşamba ve cuma sabahları özel izinleriyle sabah antreman yapar 10’da dükkana gelirmiş. 1959 yılında, Doğruluk Mefruşat’ta mesleği öğrendikten sonra Akasya Han’ın birinci katında bir oda kiralamış. Bugün Akasya Mefruşat hâlâ ayakta. Varujan Arslanyan, yetmiş yıla yaklaşan meslek hayatında ne öğrendiyse hepsini Sultanhamam’a borçlu olduğunu düşünen bir duayen.
Mahmutpaşa Caddesi Kürkçü Han İçi
Sultanhamam ‘Üniversitesi’
121
Zafer Katrancı: “Sultanhamam’da bize ticareti
öğrettiler, kişiliği öğrettiler, insanlığı öğrettiler,
dürüstlüğü öğrettiler, dürüst tüccar olmayı
öğrettiler ki orada bu sözcüğün içerisinde
yaşayan insanlar vardır.”
Varujan Arslanyan: “Sultanhamam
piyasası tekstil mevzuunda, mefruşat
ve kumaş mevzuunda çalışanların
üniversitesi olmuştur, biz böyle bir
üniversitede yetiştik, biz ticarette
doğru şeyleri öğrenerek yaşadık ve bu
güzellikleri gördük.”
Varujan Arslanyan
Eyüp Ensari: “Ben, İstanbul Ticaret Lisesi’ni
bitirdim, yüksek ticarete gitmedim, çünkü
bir an evvel hayata atılmak istedim. Fakat
sonradan anladım ki gidenler hiç kitap açmadan
yüksek ticareti bitirmişler. Ben o üç senede
Sultanhamam’da mastırımı ve doktoramı yaptım
ve 1962 yılında babam bana dükkanı bıraktı gitti.”
Eyüp Ensari
Zafer Katrancı Arşiv
Sultanhamam ‘Üniversitesi’
122
Sultanhamam ‘Üniversitesi’
Sultanhamam piyasasında çıraklıktan başlayan eğitimi tezgâhtarlıkla devam ettirenler, ustalarının olurunu aldıktan sonra genelde kendi dükkanlarını açarlar ve Sultanhamam geleneğini, ticaret adabını burada devam ettirirlerdi. 1939 yılında iki kuşaktır tekstille uğraşan bir ailenin ferdi olarak dünyaya gelen Halil Bezmen, Sultanhamam’da olmasa da benzer bir eğitimi aile içinde, ailesinin işlettiği fabrikada almış. Galatasaray Lisesi’nden sonra gittiği İsviçre’den makina mühendisi olarak dönen Bezmen, Mensucat Santral fabrikasına makina mühendisi olarak girmiş. Burada önce tamir ustası, sonra tamir ustabaşısı, sonra tamir mühendisi, ardından bakım şefi olmuş. Ondan sonra basma şefliğine geçip iplikçilik, dokumacılık, boyacılık öğrenmiş. Kendi deyimiyle; ‘ancak on sene bunları yaptıktan sonra’ tekstili öğrenmiş ve Mensucat Santral’e genel müdür olmuş.
Ahmet Nazif Zorlu: “Benim altyapım kendi memleketim olan Babadağ’dır. Sonra da
Trabzon’a gidip orada ticareti öğrendim. Ama asıl İstanbul’a geldiğiniz vakit, neyi nerde
nasıl yapacağınızı çok daha iyi görüyordunuz, çünkü orada büyük tüccarlar vardı ve
büyük mağazalar vardı. Ve bakın ben altını çizerek söylüyorum, on tane üniversiteyi
bitireceğine bir Sultanhamam’da on sene kalmalısın. Çünkü dürüst ve çalışkan olarak
on sene kaldın mı pişersin orada, ama bu olmazsa istersen orada elli-altmış sene kal bir
şey olmaz. Yani Sultanhamam bana çok şeyler öğretti. Orada gördüklerimi uyguladım.”
123
Sultanhamam ‘Üniversitesi’
Halil Bezmen: “Ekol dedikleri, ustadan kalfa öğrenir kalfa da çömezine öğretir. Bunların
arasında tabi nasıl parlayacaksın, yetenek çıkıyor ortaya. Yetenekliler diğerlerinin
arasından süzülerek çıktı, yani dolayısıyla oradan çıkan ekol dedikleri, oradan çıkan
bu üstün insanlar oldu. İşte bu süzülenler de, aslında o günkü Sultanhamam’da,
hepsi birer küçük dâhiydi. Çünkü o noktaya gelebilmek için sıra dışı olma şartı vardı,
süzülüyor çünkü, yüz kişi gidiyor biri dükkan sahibi olacak. Doksan dokuz tanesi ya
hamal kalacak ya çömez kalacak.”
Halil Bezmen
İsmet Bilsel: “Bugün Türkiye’de asıl
sorun usta çırak ilişkisinin olmaması.
Eğitim ayrı şeydir öğrenmek ayrı şeydir.
Bugün insanlar öğrenmek istemiyor.
Eskiden ‘çorbacı’ denirdi, ‘çorbacı’ patron
demek, ekmek veren demek. Bugün ne
çalışan o şekilde bakıyor ne de patronlar
böyle yaklaşıyor. İnsanlar bu şekilde
eğitilmiyor.”İsmet Bilsel
124
Sultanhamam ‘Üniversitesi’
İsmail Hakkı Bağcı: “Okul deyince
Cavit Çağlar, ‘ben üniversite tahsilimi
Sultanhamam’da yaptım, benim
üniversitem orası’ der. Hakikaten orası
tüccarlık, ticaret nedir, iş yapmak nedir,
işadamlığı nedir, orası bir eğitim yeriydi.
Bir noktada da orada öğretirlerdi,
öğrenirsin, mecbur olarak öğrenirsin ya
bu işi yapacaksın yahut da bu işi terk
edeceksin, ama orada öğrenirsin.”İsmail Hakkı Bağcı
İsmet Bilsel: “Bir insanın meziyetinin olması lazım, yani duruşunu, mesela elini
koyacağı yeri bilmeli. Müşteriye nasıl davranılır, Çinlilerin bir atasözü var ‘eğer yüzünüz
gülmüyorsa dükkan açmayın’ diye. Bu işte esnaf olmanın birinci şartı güleryüzlü
olmak, anlayışlı olmak, sabırlı olmak. Hoş müşteri nasıl karşılanır, hangisi alacak hangisi
almayacak onu bilebilmek de ayrı bir şey tabi, ayrı bir yetenek. Ama alırken gülüp
tahsilata geldiklerinde somurtursanız bu iş olmaz, alırken güldüğünüz gibi tahsilatta
da güleceksiniz, o aslında bütün mesleklerin kuralı. Doktorsanız bile esnaf olacaksınız,
yani hastanızı konuşarak da tedavi etmesini bileceksiniz, bilemezseniz o hastayı siz
ilaçla tedavi edemezsiniz. Herkes sanatçı olamaz esnaflık da bir sanattır. Ben esnaf
olmayı burada öğrendim.”
1949’da Bursa’da temsilciliğe başlayan, burada kurduğu dokuma fabrikalarında ürettiği kumaşları Sultanhamam’daki toptancılara satan İsmail Hakkı Bağcı, pek çok Bursalı tekstilcinin de bu işi Sultanhamam’da öğrendiğini düşünüyor. İsmail Hakkı Bağcı görüşmemiz sırasında, bir dönem bakanlık da yapan Cavit Çağlar’ın sözlerini nakletti:
125
Sultanhamam ‘Üniversitesi’
Hüseyin Özdilek Arşivi
Yaşar Küçükçalık: “Eğer kapıdan içeriye müşteri giriyor da mal satamıyorsak, hatayı
kendimizde arayacağız. Ya müşteriyi karşılamayı bilmemişiz. Ona gerektiği gibi
davranmamış olabiliriz. Ya malımız düzgün değil. Ya güncel değiliz. Ya fiyatımız
düzgün değil. Biz bunları öğrendik Sultanhamam’da.”
Recep Tanrıverdi: “Ben şu anda bile müşterilerimin adlarını, soyadlarını, kırk sene, elli
sene evvelki müşterilerimin adlarını soyadlarını inanın ki biliyorum. Erzurum’da kaç
numarada kim oturuyordu. Kahramanmaraş’ta Trabzon Caddesi’nde kimin mağazası
var, isimleriyle ben sana sayayım. Bunların kapı numaralarına kadar ben ezbere bilirdim.
Beynim bunlarla dolu, hep böyle bunla yatardım.”
Recep Tanrıverdi: “Ben şu anda bile müşterilerimin adlarını, soyadlarını, kırk sene, elli
sene evvelki müşterilerimin adlarını soyadlarını inanın ki biliyorum. Erzurum’da kaç
numarada kim oturuyordu. Kahramanmaraş’ta Trabzon Caddesi’nde kimin mağazası
var, isimleriyle ben sana sayayım. Bunların kapı numaralarına kadar ben ezbere bilirdim.
Beynim bunlarla dolu, hep böyle bunla yatardım.”
126
Sultanhamam ‘Üniversitesi’
Hüseyin Özdilek: “Talebin bol olduğu zaman
müşteri gelir, ama arzın bol olduğu zaman ne
yapacaksınız? Malınız çok olduğu zaman, eğer
müşteri o arzın içinde sizi tercih etmezse siz dükkanı
kapatmak zorundasınız. Kapatmamak için de sizin
diğer satıcılardan farklı olduğunuzu hissettirmeniz
lazım. Diğer satıcılardan farklı olduğunuzu
hissettirebilmek için de tutarlı ve sürdürülebilir
hizmet anlayışını sergilemeniz, dürüstlüğü
sergilemeniz gerek. Müşteriye daha iyi hizmeti
nasıl verebilirimin araştırması yapılır ve uygulanırdı
Sultanhamam’da. İşte boşuna burası için ticaretin,
Türkiye’nin üniversitesidir dememişler. Buraya
gelip alışveriş yapan, bu kültürü gören Anadolu
esnafı, Sultanhamam’daki o disiplini gittiği şehirde
kendisi de uygulamaya çalışırdı. Yani bu ekol bu sayede yayılırdı.”
Hüseyin Özdilek Arşivi
127
Sultanhamam ‘Üniversitesi’
Sultanhamam’da tüccarlar, bir başka deyişle ‘ustalar’, yanlarına küçük yaşlarda aldıkları çırakları sadece mesleki anlamda yetiştirmekle kalmaz, onların gelecekleriyle de ilgilenirlerdi. ‘İleride rakibim olur bunun önünü keseyim’ diye bakmaz, aksine onların daha iyi yetişebilmeleri için bildiklerini öğretir, önlerini açar hatta onlara ellerinden geldiğince yardımcı olurlardı. İşte Basri Özbakır da bunlardan biriydi.
İbrahim Kaprol: “Bakın ben size Sultanhamam ‘üniversitesi’ni bir başka deyişle
anlatayım. Mahmutpaşa’ya çıkarken hanın hemen önünde sürekli akan bir çeşme vardır..
O su içilirdi ama acı bir sudur. Hâlâ da akar o çeşme. Şimdi derlerdi ki ‘o çeşmenin
acı suyundan içen artık okulu bitirmiş profesör olmuş demektir’ yani akan çeşmenin
suyundan içmek lazım, acı bir su ama, güzel bir su.”
128
Sultanhamam ‘Üniversitesi’
Basri Özbakır: “78 yılında Sultanhamam’a,
Küçükçalık tekstil firmasına pazarlamacı olarak
girdim. Nuh Mehmet Küçükçalık, nur içinde
yatsın ‘oğlum Basri senin evin yok. Sen akıllı
adamsın, benden bir-iki milyon lira al git kendine
istediğin yerden bir ev al’ dedi. Yani bu çok
büyük bir şey. Bu nasıl elde edildi! Hem kendini
hem yanındakini düşünmekle elde edildi. Anlayış
buydu. Nur içinde yatsın beni ev sahibi yapmak
için uğraştı. Ve orada çok yükseldim. 80 yılında kendi firmamı kurdum. Öğrendiklerimle
birlikte öyle bir çalışma temposuna girdim ki, öyle bir büyümeye başladım ki, bir yıl
içinde ben kendim yaptığım cirolara şaşırdım.”
Basri Özbakır Cavit Caglar’la
Hüseyin Özdilek: “ ‘Ya göründüğün gibi ol ya olduğun gibi görün.’ O günlerde bu sözler
geçerliydi. Yani, riyayla davranış yerine içten
gelen duygularla davranmak. Karşısındakine
büyüğüne karşı saygılı olur, önünü kapatır,
onu ciddiyetle dinler, onun yapıcı tenkitlerini
de alır ve uygulamaya çalışırdı. Orada çalışan
insanlarda bir usta-çırak ilişkisi vardı. Gerçekten
de usta, elinden gelen gayretle orada çalışan
insana da en iyi imkânları sağlamak için çaba
sarf ederdi. Çünkü o insan evini ocağını rahatça
geçindirebilirse daha verimli olacak, çünkü ona da o gözle bakmak lazımdı. Yani ailenin
artı dördüncü ferdi, beşinci ferdi olarak bakmak mecburiyetindeydi.”
Hüseyin Özdilek Arşivi
129
Sultanhamam ‘Üniversitesi’
Ali Yazıcıoğlu: “1957’de Mithat Süren ile çalışmaya başladım. 1971’in sonu gelmeden,
üç-dört ay evvel müsaade istedim. Amca derdik. ‘Amca bana müsaade et, ben artık
kendim çalışmak istiyorum, yalnız iş yapmak
istiyorum’ dedim. O önce ayrılmamı pek arzu
etmedi ama ben kararlıydım. Ayrılınca aynı katta
bir mağaza tuttum ben, ama aynı iş yapmak
doğru olmayacağı kanaatiyle mefruşat işine
girdim, sonuçta ona olan saygımdan onun
satmadığı malları satan bir iş kurdum. Ayrı bir iş
kurdum. Ustamıza, patronumuza büyük saygımız
vardı. Örneğin biz patronun önünde oturup kahve içemezdik. Bir defa sabahleyin
erken açtım dükkanı, benim masam ayrı bir yerdeydi dükkandan girince. Oturdum, bir
kahve söyledim. Kahve içiyorum, baktım patron geldi, kapının önünden geçiyor, ben
gördüm onu, benim de kahve içtiğimi gördü. Keyfimi bozmamak için doğru yürüdü,
dükkana girmedi, doğru yürüdü. Ben kahvemi içtim bitirdim. Sonra girdi.”
Ali Yazıcıoğlu
Recep Tanrıverdi: “Yanımızda yetiştirdiğimiz
arkadaşları biz mağaza sahibi yapıyoruz,
sanayici yapıyoruz, işte budur, bölüşmesini
bileceğiz, yani böyle bir kişiyle, iki kişiyle, beş
kişiyle Sultanhamamcılık olmaz, bölüşürsen
sen Sultanhamamcısın. İnanın ki bölüşmezsen
ne ailene faydan olur ne etrafına faydan olur,
ne ülkene faydan olur. Kimse cenazene kimse
gelmez. Sultanhamam apayrı bir kültür, gerçekten apayrı kültür, bugün üniversitelerde
böyle bir ders verilmiyor. Sultanhamam’daki ders üniversitelerde yok.
Recep Tanrıverdi
130
Sultanhamam ‘Üniversitesi’
Mustafa Nevzat Özhamurkar: “Üniversiteler senede bir kere açılır, bir kere de kapanır.
Açılırken de merasim yapılır kapanırken de merasim yapılır. Ama ticarette her gün
akşam kapını çektin mi bir üniversite kapanır, sabahleyin kepengini kaldırdın mı bir
üniversite açılır. Sultanhamam’ın en büyük etkisi bu. Bunu okulda vermezler. Bu ancak
hayat mektebinde, babanın yanında, amcanın yanında, dayının yanında, dedenin
yanında neyse, böyle göre göre, bunlar ancak öyle gelişir.”
Sultanhamam’ın tüccarları bazı gizli kalmış yetenekleri de keşfederlerdi. Bazılarının hayatını değiştiren kararlar almalarına vesile olurlardı. Bunlardan biri de Hilmi Babacan’dı. Mühendis olmak isteyen Babacan’ın kaderi lise çağında babasıyla birlikte gediği Sultanhamam’da, bir dükkandaki sohbette değişmişti.
Büyük Yeni Han İçiMeydan
Sultanhamam
131
Sultanhamam ‘Üniversitesi’
Hilmi Babacan: “Babamla birlikte mal
alırken çok karışırdım, şunu alalım,
bunu almayalım diye. Tabi bu durum
bir tüccarın dikkatini çekiyor. Sordu, ‘bu
kim?’ dedi babama. ‘Oğlum’ dedi, ‘peki
ne yapıyor bu?’ işte ‘kazada ortaokulu
bitirdi, Ankara’ya geldik bunu okutmak
için. Liseye kaydettirdim’ dedi. ‘Hangi
liseye?’ ‘Gazi Lisesi’ne’. Bana döndü, ‘sen’
dedi, ‘ne olmak istiyorsun?’ Ben ‘mimar,
mühendis olacağım’ dedim. Çünkü benim kabiliyetim ona daha yatkın. Ondan sonra
dedi ki o arkadaş, ‘bunu normal liseden alacaksın, ticaret lisesine götüreceksin. Ticaret
lisesi okuyacak, ondan sonra yükseğini okuyacak. Hem okuyacak, hem çalışacak.
Sonunda da başarılı olacak’. Babam da aynısını yaptı. Beni Gazi Lisesi’nden aldı, ticaret
lisesine yazdırdı. Hayatımın akışı, bu dükkandaki sohbette değişti. İyi ki de değişmiş.”
Hilmi Babacan
132
6.BÖLÜM
133
SULTANHAMAM’DA TICARETIN YAZILMAMISKURALLARI
134
Türk tekstilinin doğduğu yer olarak kabul gören, Cumhuriyet’ten önce de yüzyıllar boyunca bir ticaret merkezi olarak canlılığını koruyan Sultanhamam’ın hikayesini, yıllarını burada geçirmiş, ya Sultanhamam’da mal satmış ya da buraya ürettiği kumaşları pazarlamış Türk tekstilinin duayenlerinden dinledik. Anlattıkları yüzlerce hikayeden, yaşanmışlıklardan seçkileri kitabın ilk sayfalarında okudunuz. ‘Sultanhamam Yasaları’ adını verdiğimiz bu bölüm ise, bundan önceki sayfalarda anlatılardan süzülerek ortaya çıkarıldı. Bunlar, Sultanhamam’da yazılı olmayan fakat herkesin bildiği ve pek tabi evrensel olarak da kabul görebilecek etik, her daim geçerliliğini koruyan, dürüst ve doğru ticaretin ilkeleridir. Duayen Sultanhamam’lıların, ticaretin 9 altın kuralı konusundaki anıları ve saptamaları çok çarpıcı ve hepsi birer ders niteliğinde.
135
Sultanhamam’da Ticaretin Yazılmamış Kuralları
KURAL 1:DÜRÜST OLACAKSIN!
136
Sultanhamam’da Ticaretin Yazılmamış Kuralları
Hilmi Babacan: “Dosdoğru olacaksın,
doğru değil dosdoğru. Karşı taraf
güvenecek. Güven olmadı mı o iş olmaz.
Ben hayatımda on binlerce, bakın bin
demiyorum, on binlerce çek yazdım. Hiçbir
tane çekimi anlaşmamdan bir gün ileriye
yazmadım. Onun için sonsuz bir itibarımız
var. İstediğimiz malı istediğimiz kadar
alabiliriz. Yani karşılığında bize mal satan
firma Babacan’ın çekini aldı mı tamam
o gün tahsil edilir der. Kısaca bu işin izahı, dosdoğru olacaksın. Aldatmayacaksınız,
aldanmayacaksınız. Aldanmamak için onu iyi öğrenmek lazım. Aldanmadan alınan
malın üzerine aldatmadan cüzi bir kâr konulursa, müşteri aldatılmaz. Aldatılmadığı
müddetçe müşteri devamlı müşteridir.”
Hilmi Babacan
Halil Bezmen
Halil Bezmen: “Herkes birbirini tanırdı,
dolayısıyla pek kolay yalan söylenmezdi,
sahtekârlık kolay kolay yapılmazdı.
Yapılırdı ama yakalanırdı ve cezası olurdu.
Yani aldatmak o zaman da bugünkü
kadar kolaydı. Fakat böyle birşey yapan
bilinir ve ondan sonra onun ticari hayatı
çok daha zor bir şekil alırdı.”
137
Sultanhamam’da Ticaretin Yazılmamış Kuralları
Yaşar Küçükçalık: “Sultanhamam’da öğrendik, ailemizin de bizi yetiştirdiği iş
ortamından da öğrendiğimiz en önemli şeylerden biridir dürüst ticaret yapmak. Bir
insanın yüzünün güldüğünden kalbinin haberi olacak. Yoksa karşı taraf bunu anlar.
Bilmem anlatabiliyor muyum? Yüzünün güldüğünden kalbinin haberi olacak ve dürüst
olacak.”
Küçükçalık, Hacı Pulo Han İçinde Dükkan
138
Sultanhamam’da Ticaretin Yazılmamış Kuralları
1960’ların başında, Nasır Han 3.kat 304 numaradaki ofisinde özellikle Sümerbank’tan aldığı kumaşları Sultanhamam piyasasına satan Esat Sivri, daha sonra, Denizli’de yaptığı tekstil yatırımlarıyla Türk tekstil tarihine adını yazdırmış bir üretici. Kendisiyle Denizli’deki evinde konuştuğumuzda biraz buruktu. Ama Sultanhamam deyince adeta gözleri parladı, elli yıl önceki heyecanla bize anılarını aktardı.
Esat Sivri ‘nin Deba Fabrikası İnşaası ve Açılışı
139
Sultanhamam’da Ticaretin Yazılmamış Kuralları
Esat Sivri: “O zamanlar böyle büyük fabrikalar yoktu, en belirli müessese Sümerbank’tı.
Sümerbank’tan alacaksınız, siz ne fiyata alıyorsanız ben de aynı fiyata alacağım, sizin
benden bir önceliğiniz yok, benim de sizden bir önceliğim yok. Ama fabrika zaman
zaman zam yapabiliyordu. Benim malı satmak için söz verdiğim fiyatın üzerine çıktığı
da oluyordu. Ama bu koşullarda bile ben söz verdiğim fiyatımı tutmak zorundaydım.
Yani söz öncelik taşırdı. Bugün söz öncelik taşımıyor. Bu beni çok rahatsız ediyor.
Bir Sultanhamam piyasası, bir Fincancılar piyasası, bir Mahmutpaşa piyasası, oradaki
piyasadaki insanların hepsi de saygı duyulan insanlardı, ben bugün o kadar saygı
duyulan insan tanımıyorum hayatımda. Orada söz alınır söz satılırdı, sattın ya da aldın
bunun dönüşü olmazdı. Çoğu kişi; ‘ben pantolon giyiyorum nasıl döneyim’ derdi.
Ticaret alıştır-veriştir ama saygı duyduğunuz müddetçe, ben size kısaca bunları madde
madde sayayım: 1. Sözünüzü yerine getireceksiniz, 2. Söz namus olacak, 3. Sattığınız
malda gözünüz olmayacak, 4. Yalan söylemeyeceksin, 5. Eksik mal vermeyeceksin, 6.
Borcunu zamanında ödeyeceksin, borcunu ödeyemeyeceğin zaman bilgi vereceksin.”
İbrahim Kaprol: “‘Sultan ekolü’ dürüstlüğün, dürüst ticaretin ve paylaşmanın bence
sembolüdür. Kazanç ikinci etapta gelen bir şey, zaten geliyor.”
Ahmet Nazif Zorlu: “Karşındakini kandırarak iş yapmaya kalktığın zaman muvaffak
olman mümkün değil. Ama dürüst, çalışkan oldun muydu o zaman başarı gelir. Aynı
zamanda işi de bileceksin. Tembel olursan istediğin kadar dürüst adam ol, bir şey
çıkmaz.”
140
Sultanhamam’da Ticaretin Yazılmamış Kuralları
Atilla Özdemir: “Bir halkanın zincirleri gibi herkes
sözünü yerine getirirse başarı orada, kazanç da
orada, tekrar ucuza almak da orada. Şimdi alışverişi
telefonda yapıyorsun. On kamyon iplik istiyorsun.
Bugünkü parayla bile kaç yüz bin lira para, ama bu
parayı bulup çıkarır diye sana güveniyor ki adam,
seni tercih ediyor, sana malı gönderiyor. Sen de
üretimini yapıp, sattığım yere aynı düşüncelerle
malımı vermeliyim diyorsun. Zincirin halkası olmak
budur. Çünkü ben de onları toplayacağım, gününde
kendi borcumu da ödeyebileceğim. Alışveriş böyle
yapılır. Bu, alışverişin birinci kaidesidir. Sözünü
yerine getireceksin, tüccarlığın birinci şartı bu.
Sizin paranızı zamanında, gününde hatta saatinde
vermeniz önemlidir. Siz buna riayet ederseniz iplik
satacak adam sana ertesi hafta bir yerine iki de gönderebilir, neden, sözünü yerine
getiriyor diye. Ama siz o sözü yerine getirmez, aksatırsanız, çünkü o adamın da
kendine göre ödeyeceği var, borcu var, o da aksayacaktır. Saatler dahi çok önemlidir.
Onun için bunlar sözünü yerine getiriyor, havaleyi erken çıkarıyor diye tercih hakkını
sizden yana kullanacak, ipliği size satacak. Mesela üç tane tüccardan sipariş veren
olmuşsa, seni birinci sıraya koyacak. Sen sözünü yerine getirmiyorsan, seni daha alt
sıralara koyacak.”
Atilla Özdemir
141
Sultanhamam’da Ticaretin Yazılmamış Kuralları
KURAL 2:SÖZÜN SENETTEN ÇEKTEN DEGERLI OLACAK!
142
Sultanhamam’da Ticaretin Yazılmamış Kuralları
Hüseyin Özdilek: “Hiç senet-sepet
yoktu. Sözlü akitlerle mal alınır, irsaliyesi
gönderilir, faturası gönderilir. Deftere
işlenir, her hafta kaç para ödediyse
o defterden düşülür. Bir dahaki hafta
gittiğimizde ne tahsilat makbuzu vardır,
ne bir şey vardır. Karşılıklı iki sözle bu
ilişkiler yürürdü. Yıllarca böyleydi. Hiçbir
zaman bir tane sultanhamam esnafında
paramız batmadı. Çoğunlukla gününde
aldık, gününde alamasak bile, birkaç gün, en fazla on beş gün tehirli almışızdır ama
almışızdır paramızı. En büyük sermayenin itimat olduğunu, güven olduğunu o esnafların
hepsi bilirdi. Biz de ona göre hareket ederdik. Zaten güven olmayan toplumların
gelişmesi de zor. Birbirine güveni olan toplumlar, ortaklıklarını da arttıran toplumlar
daha hızlı gelişir.”
Not Defteri
İsmail Hakkı Bağcı: “Bu zamanlarda yapılan
alışverişlerde bazen şahit oluyorum; sanayici
adamın karşısında, müşterinin karşısında, varlık
durumun nasıl, hangi bankalarla çalışırsın, bana ne
gibi bir kefalet verirsin, ipotek mi verirsin banka
teminat mektubu mu verirsin diye soruyorlar. Bizim
zamanımızda böyle bir şey konuştuk mu müşteriyle,
soluğu dışarıda alırsın, kovarlar seni. Ne yapıyorsun,
delirdin mi sen böyle bir şey olur mu? İtibar edeceksin,
itimat etmiyorsan verme. Böyleydi söz, sözdü önemli
olan.”
İsmail Hakkı Bağcı Oğlu Nezih Bağcıve Hasım Büyükbalcı
143
Sultanhamam’da Ticaretin Yazılmamış Kuralları
Ali İhsan Erbil: “O zaman tüccarın sözü
senet. 1982’ye kadar, rahmetli Özal’ın
faizleri yükselene kadar müşteri gelir, üç
top ondan, beş top ondan mal alır giderdi,
ona ne zaman ödeyeceksin demezdik, o
da zaten çok satan çok kazanır hesabı,
hemen satıp ödemeye çalışır ki yeni mal
alsın. Eline geçen paranın bir kısmını
hemen gönderir böylece yeni malı
kolaylıkla alır.” Ali İhsan Erbil
Yaşar Küçükçalık: “Eskiden
Sultanhamam’da açık hesap diye bir şey
vardı. Açık hesap neydi biliyor musunuz?
Sultanhamam’da, Mısır Çarşısı’nda ve
Vasıf Çınar Caddesi’nde perakendeciler
vardı. Onlara mal satardınız. Faturalı.
Onlardan gidip haftalık tahsilat
yapardınız. Haftalık. Onların alacağı mal
on lira olur, diyelim sekiz lira olur. Her
hafta gider bir lirayı alırdınız. Müşteriyi
takip ediyordunuz. Müşteriye güveniyordunuz. Evrakını almıyordunuz. Ama takip
edebilecek bir süre tanıyordunuz. O süre neydi? Sekiz haftada tahsilat yapıyordunuz.”
Yaşar Küçükçalık
144
Sultanhamam’da Ticaretin Yazılmamış Kuralları
Muammer Kirazoğlu 1948 yılında İstanbul’a gelmiş ve Sultanhamam’da işe koyulmuş. II. Dünya Savaşı’nın bitmesiyle birlikte, pazarın daha bollaştığı, ürünlerin ve satışın arttığı dönemde o da ticaret hayatına atılmış. Bugün, hâlâ Sultanhamam’da küçük bir bürosu var. Eskiyi anlatırken bir ara gözleri doldu ve ticaret adabı, yazılmamış Sultanhamam kuralları hakkında güzel bir anısını anlattı.
Muammer Kirazoğlu Ailesiyle.M.Kirazoğlu arşivinden
Muammer Kirazoğlu: “Hep açık hesap satardık
biz. Bizim açık hesap satmış olduğumuz esnaf
bu civardaki esnaftı. Bir de Marmara Bölgesi ve
Trakya’daki esnaflar vardı. Öyle müşteriler vardı
ki burada bir gün ya kalır ya kalmaz, Sirkeci’de
otelde kalır veya akşam trenle dönerdi. Haftasında
bakarsın, beş yüz liralık mal almıştır iki yüz elli
lirasını göndermiştir, bir hafta sonra kalanı da
göndermiştir. Bizim o vakit meşgul olduğumuz
piyasada senetli satışlar çok azdı.”
Muammer Kirazoğlu’nun defterterindeneski tüccarların ve müşterilerin isimleri
145
Sultanhamam’da Ticaretin Yazılmamış Kuralları
Muammer Kirazoğlu: “Sultanhamam’da
otuz-kırk balya mal satarsınız, sonra
tahsilata çıkarsınız. Tahsilata çıktığımız
vakit herkes imkânı nispetinde bin lira,
iki bin lira, üç bin lira borcuna göre verir.
Bir defterim olurdu, aldığımı buraya
not ederdim. Bir gün tahsilatı bitirdim,
ofise döndüm. Baktım ki para fazla çıktı.
Aradım, taradım bulamadım. Düşündüm
taşındım, kim fazla vermiş olabilir diye?
İlk müşterim hemen yakında, Veysi Toral adlı bir tüccardı. Gittim ‘Veysi Amca, sana
bir şey soracağım, kasanı kontrol etsene, sen kaç para vermiştin?’ dedim. Hiddetlendi,
‘ben ne kontrol edeceğim, ben sana borcumu tam ödedim, benim kasam tamam’ dedi.
Zannetti ki ben eksik verdi diye geri döndüm. ‘Veysi Amca ben senin fazla verdiğini
tahmin ediyorum al paranı’ dedim çıktım.”
Muammer Kirazoğlu
Besalet Küçüker: “Ben, mendil
imal ediyordum ve onu satıyordum
İstanbul’daki toptancılara. Hiçbir
firmamda tahsilat zorluğu görmedim
ama sıkıntısı olanlar yok değildi. Ama
vicdanları temiz, yani bir başkasının
hakkını hukukunu yiyeyim, çalayım diyen
zihniyet o zaman azdı. Ben her ayın
yani, dört haftanın sonunda, salı sabahı
İstanbul’a giderdim.İstanbul’a indiğimde
kaç tane müşterim varsa, sırasıyla en zor para alınacak olandan başlardım yavaş yavaş.
Gittiğim zaman evvela rafına bakardım, benim malım var mı, yok mu. Yoksa iyi, demek
ki satış yapmış, ben bundan para alırım derdim. Parası yoksa ısrar edemezdim.”
Besalet Küçüker
146
Sultanhamam’da Ticaretin Yazılmamış Kuralları
Mustafa Erdebil: “1953’lere kadar senet yoktu. Bilinmezdi, kullanılmazdı senet. Şimdi
Kapalıçarşı’da kuyumcular hâlâ senet
yapmazlar. Mesela bir kuyumcu, altın
satan esnafın önünden geçerken eliyle
iki, iki kilo altın aldım der ve gider. Akşam
iki kilo altını alır götürür veya almaktan
vazgeçer. Fiyat düşmüşse zararını öder,
kâr etmişse karşılığında anlaşma halinde
kârını alır. Aynı böyleydi Sultanhamam
esnafı. Sultanhamam esnafı sattım derse
malını satardı. Gönderirdi. Parası ne
zaman gelir? ‘Valla Abdullah Bey ben üç ay sonra falan dönerim. Üç ay sonra gelmeye
çalışayım. Eğer gelemezsem banka hesap numaranı ver bankadan göndereyim.’
Adam gider. İki buçuk-üç ay sonra gelir. Parayı da getirir veya gelememişse bankadan
gider paranızı alırsınız. Göndermiştir. Bakın size bir anımı anlatayım; abimler, babama
diyorlar ki, ‘baba artık senet diye bir şey çıktı. Müşteriden senet alınıyor. Bu senetleri biz
de Adana’dan fabrikadan aldığımız mallara ciro ediyoruz. Müşterilerden senet alalım.’
Babam da diyor ki ‘vallahi ben müşterilerime senet verin diyemem. Ben nasıl derim
müşterime sen bu malı aldın, bana senet ver. Niye? Ben sana artık güvenmiyorum. Bu
o demektir.’ ‘Baba öyle olur mu?’ ‘Oğlum bu o demektir.’ Adamdan senet istiyorsan,
senin para göndereceğine ben güvenmiyorum, sen senedi ver, bankaya öde demek
istiyorsun. Sultanhamam’ın o tozu yemiş, o eğitimi almış, o kuşaktan gelmiş insanlarının
bunu anlaması kolay değil.”
Mustafa Erdebil
Ahmet Nazif Zorlu: “Ben 95’li yıllara kadar sözle iş yaptım. Bayilik veriyordum. Söz
ile bayilik veriyordum. Başkası gelir, ‘bana bayilik ver, sana daha fazla ödeme yaparım’
derdi, ‘bir söz verdik dönmeyiz’ derdik. Oysa o daha önce bayilik verdiğimiz arkadaşla
aramızda anlaşma bile yok. Verdim sana bayilik, şu kadar da ay boyunca da mal veririm.
Her şey sözle. O almayabilir, ben de vermeyebilirim. Ama söz ile iş yapıyorduk.”
147
Sultanhamam’da Ticaretin Yazılmamış Kuralları
KURAL 3:MÜSTERILERINI IYI TANIYACAKSIN, SAGLAM
MÜSTERIN OLACAK!
148
Sultanhamam’da Ticaretin Yazılmamış Kuralları
Hilmi Babacan: “En iyi, en güvenli yer
neresidir sizin için? Mesela evdeki bir kasa.
Veya işyerinin kasası. Bankaya yatırılmış
para. Şimdi bunların hepsi de risklidir.
En güvenli para, sağlam müşterideki
alacaktır. Onda hiçbir şey olmaz. O senin
paranı yastığının altında muhafaza eder.
Günü gelince borcunu öder.”
İsmail Hakkı Bağcı: “Ticaret hayatında benim edindiğim kanaat, şaşmayan kanaat
düzgünlük, doğruluktur. Düzgün olan, doğru olan, haram katmayan, kul hakkına
girmeyen bir insana, Cenab-ı Allah her zaman yardımcı oluyor. Bundan sapanlar bir
anda parlıyor ama bir bakıyorsunuz kısa bir zaman sonra iş tepe taklak gitmiş. İşte
bizim bu tür müşterilerimiz olmazdı. Anlardık, bilirdik. Bunlarla iş yapılmazdı. Sayıca
da az adamlardı bunlar.”
Mustafa Nevzat Özhamurkar: “Müşterinin güvenini kazanan firmalar ayakta kalır.
Müşteriyi huylandırdın mı kimse kapına zor gelir. Kayseri’de bir tabir var, derler ki
elinden tutan ekmek yesin. Yani müşteriye malı sattın, adam ondan para kazanacak
ki sana bir daha gelsin. Kurt bile uğur gördüğü yeri senede bir kere dolanırmış ki
yine bir kısmet çıkar mı diye. Ama devamlı sana mal satayım, hep ben kazanayım
sen zarar et dersen bir daha senin kapına kimse gelmez. Bizim paramızın takıldığı
nadirdi. Ama bir defasında tahsilat yapamadığımız bir müşteriyi çok iyi hatırlarım.
Demek ki iyi tanımamışız. Diyarbakır’da bir müşterimizdi ve ne yaptıysak ödememizi
Eyüp Ensari: “Müşterilerimiz hep sağlam adamlardı. Bunu bilirdik ve güvenirdik. Ama
bir laf vardır, kemiksiz et olmaz derler. Doğru bir söz ama bizi hiçbir zaman sarsacak
bir durum olmadı. Zaman içinde onlar zaten o niyette insanlar, hepsi silinip giderler
dürüst olan insanlar ayakta kalır.
Sultanhamam’da bir Mefruşat Dükkanı
149
Sultanhamam’da Ticaretin Yazılmamış Kuralları
yapmadı. İş hayatında da ya ikinci senem ya üçüncü senem. Kara kara düşünüyorum,
nasıl tahsil ederim, ne yaparım. Adama da ulaşamıyoruz. Babam bir gün dedi ki, ‘nedir
oğlum, kafanda bir sıkıntı mı var?’ dedi. ‘Baba böyle böyle, Diyarbakır’da paramız
takıldı.’ ‘Senetlerin hepsi döndü mü?’ ‘Döndü.’ ‘Getir bakalım.’ Getirdim, zarfın içine
koydu. Bir isim söyledi. Dedi ki ‘oğlum atla git Diyarbakır’da otelci Hasan’ı bul, benden
selam söyle bu senetleri ona ver’ dedi. Gittim buldum oteli. Adam bana dedi ki,
hiç unutmuyorum, ‘yeğen akşam beşte bana gel’. Ben de akşama kadar dolandım,
takıldım, akşam beşte vardım. Bir kesekağıdının içinde, senetlerin bedeli kadar para
var. ‘Al yeğen, babana selam söyle’ dedi. Ben de dedim ki ‘ya amca nereden nasıl aldın
bunu?’ ‘Oğlum, baban bir selam göndermiş, tamam. Benim kesemden bir şey çıkmadı.
Ben parayı alacağım merak etme’ dedi. Adam, borcu üstlenmiş ödemeyi yapmıştı hem
de bir selam karşılığında...”
Atilla Özdemir: “Sultanhamam’da bazı ekonomik kriz yıllarında, bugünlerde de
söyleniyor, o tür krizlerde batak verdiğimiz oldu. Yani yıllarca çalıştığın halde
yanıldığın müşteriler oluyor. Ticarette batak vermeden her şeyi düzgün tahsil etmek
de mümkün değil, müşterinin her halini görüyorsun, biliyorsun ama bankalar gibi
senin bilançonu ben de inceleyeyim deme olanağın yok. Onun için sezgilerinle, ona
ait düşüncelerinle, piyasada dolaşan söylentilere göre hareket etmek zorundasın.
Başımızdan Türkiye’nin her tarafında bataklar geçmiştir. Ben de çocuklarıma,
torunlarıma öğütlüyorum, diyorum ki verirken düşünün bu para gelir mi gelmez mi?
Riskli olup olmadığını başından düşün. Tabi konu sadece senin aldanman da değil.
Sen de müşterini aldatıyor olabilirsin. Yani bir de işin öbür yüzü var. Müşteriyi bir defa
aldatırsın ama ikincisinde aldatamazsın. O yüzden, devamlı alışveriş seyrini takip
edebilmek için müşteriyle olan ilişkini üst düzeyde tutman gerekir. Bunlara riayet
edersen işin gelişir, işin çoğalır, kazancın çoğalır. Tekstil öyle bir meslektir ki yıllar gelir
150
Sultanhamam’da Ticaretin Yazılmamış Kuralları
çok kazanç sağlayabilirsin ama her yıl o kazancı sağlayamazsın. Hani, meşhur laftır
bizde, kırk yıl taban eti bir yıl av eti. Yani, kırk yılda bir gün iyi bir av gelir, iyi avlarsın
her şeye yetişirsin, onun için, bu işlerde sürekliliği kazanabilmek için kaliteden ödün
vermeyeceksin, dürüstlükten ödün vermeyeceksin, taahhüdünü de gününde yerine
getireceksin.”
Yaşar Küçükçalık: “Türkiye’de çek kanunu değişti. Artık devlet diyor ki, sen para
kazanacaksın diye ben çeke kefil olmam diyor. Yani sana çekini ödemeyeni alıp içeri
atmam diyor. Bu ne demektir. Sen mal verdiğin adama dikkat edeceksin demektir.
Ürettiğin mala, sattığın mala dikkat edeceksin demektir. Devlet artık, ben kefil
olmayacağım diyor. Bence doğru. Çünkü eğer siz kurumsal, düzgün bir yere mal
veriyorsanız, kasasında bile bekleyip tahsilatı oradan bile yaparsınız. Yeter ki müşteriniz
düzgün, doğru müşteri olsun.”
TETSİAD Başkanı Yaşar Küçükçalık ve Ahmet Nazif Zorlu
151
Sultanhamam’da Ticaretin Yazılmamış Kuralları
KURAL 4:YAPTIGIN ISI BILECEKSIN!
152
Sultanhamam’da Ticaretin Yazılmamış Kuralları
Haçik Taşçı: “Ne yaptığını bilirsen, yaptığın
malı kime satacağını bilirsen ticarette
satılmaz, olmaz diye bir şey yok. İş yok diye
bir şey de yok. İş az olur, çok olur. Ama iş yok
olmaz. İş yoksa sen, ticari nizamda, kuralda,
ürettiğin malda hata yapıyorsun demektir.
Dolayısıyla satamıyorsun.”
Haçik Taşçı
Atilla Özdemir: “Ticarete ilk başladığımız zaman büyük abilerimiz
amcalarımız bize nasihatte bulunurdu: ‘Tüccarsan paranı, üçe
ayıracaksın. Biri müşteride, biri elinde, biri de kasanda olacak,
ki herhangi bir aksiliğe karşı kasandakiyle hemen borcunu
ödeyeceksin.’ diye öğütlerlerdi. İşini bilmek böyle bir şey.
Eskilerden öğreneceksin. Tabi ondan sonra yıllar geçtikçe sen de
deneyim sahibi oluyorsun. İşini iyice öğreniyorsun ve daha önce
öğrendiklerinle birlikte hareket ediyorsun. Sonuçta yaptığın işi
biliyorsun.”Atilla Özdemir
Hüseyin Özdilek, Emel Sayın’la birlikte(Hüseyin Özdilek Arşivi)
Hüseyin Özdilek: “Bu işi bilmek demek, önce
esnaf olmayı bilmek demektir. Bana göre
toptancılık da bir esnaflıktır, perakendecilik
de bir esnaflıktır; esnaf meziyetlerinin içinde
çalışırsın ve böylece işini genişletirsin.
Nedir esnaf olmak? İçten ve güler yüzlü
davranmak, net olmak, müşteriye hep en iyi
malı satmak. Eğer ayıplı mal satıyorsan da
ayıbını göstermeden satmamak.”
153
Sultanhamam’da Ticaretin Yazılmamış Kuralları
KURAL 5:ÇOK ÇALISACAKSIN!
154
Sultanhamam’da Ticaretin Yazılmamış Kuralları
İlyas Hürdana: “Gecelere kadar çalışılırdı. Bazı gece onlara kadar çalışılırdı. Sabahleyin
de yedi buçukta herkes dükkanını açardı.”
İsmet Bilsel Dükkanı
Yaşar Küçükçalık: “Mağazanızı öyle canınızın istediği saatte açamazsınız. O mağaza
sizin olabilir, ama bir etraf var, komşu var, bunu bileceksiniz. Sultanhamam’da yedi
buçuktan sonra açamazsınız. Sekize çeyrek kala oldu mu işinizin başında olursunuz.
Çünkü sekizde müşteri geleceği zaman ona karşı hazır olmanız lazım. Saat dokuzda
mağaza ampulü değişmez. Gelene saygısızlık olur. O ampulü değiştireceksen sabahın
yedi buçuğunda gel, değiştir kimse gelmeden.”
Mustafa Erdebil: “Öyle lokantalar falan yok her yerde. Eminönü’nde üç tane büyük
lokanta vardı. Lokantaya gitmek gelmek için vakit bulamazsınız. Herkes evinden
yemeğini getirir, dükkanında yer.”
155
Sultanhamam’da Ticaretin Yazılmamış Kuralları
Nazilli Basması Reklamı
Selim Şimon: “Kimileri, mesela Küçükçalık
rahmetli, kendileri karavana yaparlardı. Hep
beraber otururlardı. Beş dakikada yemek yenir
biterdi. Biz karşıdaki köfteciden bir şey alırdık.
Herkesin iş vaziyetine, kişilere göre ama öyle
bir paydos falan yok.”
Selim Şimon
Mustafa Nevzat Özhamurkar: “Babam derdi ki ‘oğlum,
ibadetin kazası olur, ticaretin kazası olmaz! İşini sıkı
kovalayacaksın!’ Bakınız biz 1971-76 arası fasonculuk yaptık.
Fasonculuk ne demek; buradaki manifatura mağazasının
dışında o zaman zaten neresi var. Adana’da Bossa, Güney,
Berdan, Çukurova, Paktaş, sonradan İstanbul’da Mensucat
Santral. İzmir’de İzmir Pamuk Mensucat. Yani malı temin
edeceğin yerler bu. Oralardan belli miktarlarda kendine
has desenlerle mal yaptırırsın. Onları da arabana koyarsın. Kartelalarını alırsın. Altmış
yedi vilayeti, o günün vilayetlerini gezersin. Mesela Kayseri’den çıkarım, öyle şimdiki
gibi şofördür, cepte telefondur falan yok. Yollar bu yollar değil, arabalar bu arabalar
değil. Kayseri’den çıkarız, Ankara, Ankara’dan tekrar Kırıkkale, Çorum, Samsun, Ordu,
Giresun, Trabzon, Gümüşhane, Bayburt, Erzurum, Erzincan, Elazığ, Tunceli, Diyarbakır,
Urfa, Antep, ya İskenderun üzerinden yahut İskenderun’a girmeden Adana’ya gelirsin.
Oradan Kayseri’ye gelirsin. Üç gün, dört gün durursun. Hesabı toparladıktan sonra
bu sefer Konya, Konya’dan nadiren Antalya üzerinden Isparta, Denizli, Aydın, İzmir,
Çanakkale, Edirne üzerinden, İstanbul’a veya İzmir’den Balıkesir, Bursa üzerinden
İstanbul’a gelirsin. Yedi sene inanın aralıksız bu işi takip ettik. Direksiyonun başında,
kışı var, yazı var.”
156
Sultanhamam’da Ticaretin Yazılmamış Kuralları
Esat Sivri: “Adana, Mersin, Tarsus,
İskenderun, Gaziantep, daha sayayım mı,
Kayseri de var bunun içerisinde, Karabük
de var, Karabük Demir Çelik Fabrikaları.
Ben devamlı bu yollardaydım, benim
haftam altı gün çalışmakla geçiyordu,
yedinci gün karım dul değildi.”
Esat Sivri ve Eşi
Recep Tanrıverdi: “Biz buraya yıllarımızı
verdik. 1957 yılında ben daha çocuğum,
Samsun’da manifatura mağazasının
vitrinini yapmışım. Eskiden böyle gezme,
tozma yoktu. Yaz olduğu zaman herkes
bir yerde çalışacaktı. Babasının yanında
tezgâhtarlık yapacaktı veya hatta
komşuda tezgâhtarlık yapacaktı. Her
çocuk bir yerde tezgâhtarlık yapacaktı.
Deniz tatili de yoktu. Bodrum’du
Marmaris’ti yoktu. Bizim Samsun’da önümüz hemen denizdi, biz denize bile gitmezdik.
Ne olacak denize gitmekle? Şimdi herkes tatillerin peşinde, biz doğru dürüst tatil
görmedik. Ne tatiliymiş? Onun için bizim para yememiz gerçekten çok zordur. Öyle
bir lüksümüz yok, alışmadık biz. Öz Sultanhamamlı para yiyemez. Çünkü santimlerle
geldi, böyle tırnaklarıyla gelen bir adam, gerçekten para yiyemez.”
Recep Tanrıverdi
157
Sultanhamam’da Ticaretin Yazılmamış Kuralları
KURAL 6:FIYATIN MAKUL OLACAK!
158
Dededen tekstilci bir ailenin ferdi Atilla Özmen’in, Ankara’daki mefruşat mağazası çok ünlüdür. O da dedesi ve babası gibi çerçilikle başlamış bu mesleğe... Çerçi, eşeğin üstünde köylerde manifatura satanlara denirmiş. Beş yaşında babasının yanında, eşeğin üstündeki kumaş dolu sepetlerin üzerine yatar, babasıyla birlikte köy köy, kapı kapı dolaşırmış. Atilla Özmen, yıllar sonra Ankara’da mağazasını açmış, alışveriş yapmaya Sultanhamam’a gidermiş. Sonra üretime de geçmiş. Sultanhamam’a kumaş satmış. Özmen, Sultahamam’ın kendine has bir ekonomik yapısı olduğuna inanıyor.
Hilmi Babacan: “Bir malın gerçek değeri 100 lira. Eğer siz onu 100 liranın üzerinde
alırsanız, 110’a, 120’ye alırsanız, bir de kârınızı ekleyeceksiniz. Ondan sonra karşı tarafa
pahalı satmış olacaksınız. Aldanmadan mal alınırsa cüzi de bir kâr konulursa o mal da
aldatmadan satılmış olur. Her şeyin en başı doğruluk. Dosdoğruluk.”
Eyüp Ensari: “Fiyatlarımız tekti öyle Ahmet’e Mehmet’e ayrı fiyattan yok. Bir fiyat
üzerinden çalışıyorduk ve o bakımdan herkesin güvenini kazanmıştık. Zaten ticarette
güven şarttır.”
Atilla Mefruşat Ankara Fabrika Mağazası
Sultanhamam’da Ticaretin Yazılmamış Kuralları
159
Atilla Özmen: “Sultanhamam tasarrufçu,
ekonomik. Ekonomiyi en iyi bilen piyasa
Sultanhamam’dı. Yani öyle abartılı kârlara,
şunlara bunlara bakmaz. Sürüme bakar.
O, otuz metrekarede oturan adam hiç
ummadığı bir ciro yapıyor. Niye? Kârı
az tutuyor. Dolayısıyla sanki bir kanunu
varmış gibi kendiliğinden piyasa oluşur.
Fiyat oluşur. O mağazaya sorarsın, oraya
sorarsın, buraya sorarsın, fiyatlarda çok
cüzi fark olur. Hepsinde benzer fiyatlar bulursun. Sonra rahatlıkla alışverişini yaparsın.
Yani ticari ahlak var Sultanhamam piyasasının satıcısında. Evvela o çok önemli.”
Atilla Özmen
Recep Tanrıverdi: “Ben bir mal
satacağım ve bu fiyata zam gelecekmiş,
mal bulunmayacakmış, bundan şu kadar
daha istifade edecekmişim gibi hesaplar
söz konusu olamaz. Yani biz o sözü
verdiysek dünyanın neresinde olursa
olsun, o müşteriye o mal gidecek ve söz
verilen fiyattan gidecek. Başka izah tarzı
yok. Tersi bir satışı, bu satıştan yapılacak
bir kârı da akıllılık kabul etmiyoruz.” Atilla Mefruşat Fabrika Mağazası
Sultanhamam’da Ticaretin Yazılmamış Kuralları
160
Sultanhamam’da Ticaretin Yazılmamış Kuralları
Esat Sivri: “Gözlü mal satılmaz! Gözlü mal ne demek? Keşke ben şunu filancaya
satmasaydım bak piyasa üç kuruş daha arttı. Böyle diyen bir adamın malının
meymenetsiz olduğu ifade edilirdi. Meymenetsiz demek kötü mal demek. Yani, ilk
önce ismen kötülüyorsun. Benim dostlarımın yani benim müşterilerimin hiçbiri bu
sıfata laik değildi. Onlar sattığım maldan güzel para kazandılar.”
Esat Sivri, Fabrikasının Temel Atma Töreninde
161
Sultanhamam’da Ticaretin Yazılmamış Kuralları
Atilla Özdemir: “Tekstilin genelinde eskiden de
çok büyük kârlar yoktu, bugün de hâlâ büyük
kârlar yok. Ancak hesaplı gidersen sen de kendi
üretimini daha ucuza nasıl maledebilirim diye
düşünürsen, tabi kaliteden ödün vermeden, hatta
kaliteyi arttırarak, o zaman uygun fiyatla satma
olanağın doğar.” Atilla Özdemir ve Tüccarlar
Ahmet Nazif Zorlu: “Çok güzel para kazanılıyordu, bir Sultanhamam Türkiye’ye mal
satıyor. %10 kâr etsen ciron o kadar yüksek ki, masrafın da bugünkü gibi değil, çok
az. Sana kalan kâr büyük olurdu. Batan yok muydu, vardı, o da işini bilmeyenlerdi.
Yani bugün Sultanhamam’da çok kişiler mal, mülk, servet sahibi olmuştur. İşini bilen
kişilerin, %95’i, %90’ı servet sahibi olmuşlardır.”
Recep Tanrıverdi: “Sultanhamamcının şansı açıktır. Gönlü de açıktır. Çok bereketli bir
meslektir pırtıcılık. Bizim yaptığımız manifaturacılığın eski adı pırtıcılıktır.”
162
Sultanhamam’da Ticaretin Yazılmamış Kuralları
Mustafa Erdebil: “Kârlar Sultanhamam’da
düşük tutulur doğrudur. Ama bir bereketli
para var. Kimsenin hiç bir şeye ihtiyacı
yok. Yani düzenler döner, niye döner?
Çünkü bugünkü gibi bir düzen yok. Düzen
içinde insanların çok ekonomik yaşamları,
mütevazı ev kirası var. Harcamalar düzenli.
Yarış yok. Harcama kompleksi yok.
Dolayısıyla senede yaptığınız 100-200
bin lira kâr, iyi bir kâr. Yersiniz, içersiniz
artırırsınız da. Tabi özellikle 1980’lere doğru enflasyonun çok azgınlaşmasıyla düzenler
de bozuldu. Kârlar enflasyon karşısında erimeye başladı. Belki tek sorumlusu bu değil
ama Sultanhamam’daki o az kârla çok satış yapma düzeni enflasyonla sekteye uğradı.
Enflasyonun hayatımıza girmesi ne yazık ki ahlak bozucu bir unsur oldu.”
Mustafa Erdebil, Cumhurbaşkanı Kenan Evren’le
Mustafa Nevzat Özhamurkar: “Hiç unutmam, bir günde aynı malı üç değişik fiyatla
satın aldık. Önce kırk balya aldık. Sonra akşama kadar oraya buraya koşturduk iyi fiyat
aradık. Bulamadık, yine ilk baktığımız yerdeki fiyat en iyisi dedik. Döndük almak için.
Dediler ki 25 kuruş fiyat zamlandı. ‘Ya etme işte iki saat önce aldık’ dedik. ‘Valla o
saatte öyleydi, şimdi böyle.’”
163
Sultanhamam’da Ticaretin Yazılmamış Kuralları
KURAL 7:ANLASMAZLIKLAR BURADA ÇÖZÜMLENIR!
164
Sultanhamam’da Ticaretin Yazılmamış Kuralları
Halil Bezmen: “Kocaman bir piyasa kendi hukukunun içinde dönerdi. Mahkemelere
intikal etmezdi. Bu nasıl olurdu? Kendi aralarında toplanırlardı, kendi aralarında
kavga ederlerdi. Tabi aralarında daha itibarlı olan, daha yaşlı olan, daha güvenilir
olan, daha tarafsız olduğuna inanılan kişilikler vardı. Mesela benim dedelerim gerek
Halil Ali Bezmen, gerek onun küçük kardeşi Nazım Ali Bezmen bu kişilerdendi. Bir
sorun olduğunda dedelerimin yanına gelirlerdi. Bunlar o zaman bir nevi hakem olarak
tarafları dinler, kimin haklı, kimin haksız olduğunu söylerlerdi. Sonra gereken yapılır ve
konu mahkemeye, avukata gitmeden kapanır biterdi.”
Tüccarlar (MUAMMER Kirazoğlu arşvinden)
165
Sultanhamam’da Ticaretin Yazılmamış Kuralları
İlyas Hürdana: “O hakemlerin verdiği karara da itiraz olmazdı, güzel olan şey de buydu.
‘Canım olur mu?’ kelimesi yoktu.”
İbrahim Kaprol: “Karar bir taraf için yanlış da gelse, evet derlerdi ve gerekeni yaparlardı.
Dolayısıyla bence Sultanhamam’da, ahlak ve ticaret anlamında kendine ait bir ruh
sistemi vardı.”
Tüccarlar (Yaşar Dodanlı arşivi)
166
Yaşar Küçükçalık: “Sultanhamam’da bizim avukatlık işimiz çok olmaz. Neden çok
olmaz. Çünkü meselenin detayına ineriz. Eğer karşı taraf gerçekten iyi niyetliyse
onunla avukatlık işimiz olmaz. Ona yardımcı olmaya çalışırız. Hatta dört tane komşu
bir araya gelir, o insanı nasıl o dertten kurtarabiliriz ona bakar. O dertten kurtuldu mu
zaten bizimle olan sorun da kendiliğinden biter gider.”
Ahmet Nazif Zorlu: “Benim Sultanhamam’da avukatım diye bir şeyim yoktu. Fabrikaları
kurduk, Sultanhamam’dan çıktık ondan sonra avukatımız oldu, mali müşavirimiz oldu.
1939 yılına ait dükkan kirası makbuzu (Dodanlı Arşivi)
Sultanhamam’da Ticaretin Yazılmamış Kuralları
167
KURAL 8:ÖZEL YASAMINDA ASIRIYA KAÇMAYACAKSIN!
ÇEVRENE SAYGIN OLACAK.
Sultanhamam’da Ticaretin Yazılmamış Kuralları
168
Sultanhamam’da Ticaretin Yazılmamış Kuralları
Ali Yazıcıoğlu: “Kendinden çok varlıklı
kimselerle dostluk ahbaplık kurup onların
yaşantısına özenmemek lazım, Allah’ın
verdiğine şükretmek lazım. Daha iyisini
yakalamak için çalışmak, çocuklarına
daha iyi bir hayat bırakmak için çabalamak
doğru. Ama onları da yetiştirirken tüm
bu kaideleri bilerek yetiştirmelisin.
Özenmesinler, kendini bilmek önemlidir.
Aşırıya kaçmasınlar.”Ali Yazıcıoğlu
Recep Tanrıverdi: “Sultanhamam’da kıskançlığın,
hasetliğin, kibirliliğin kimseye fayda getirmediği bir
piyasa vardı. Sadece dükkan içinde değil, dükkandan
çıktığımızda da davranışlarımıza dikkat ederdik. Aşırıya
kaçmazdık. Bir de büyüklerimize, ustalarımıza karşı
sonsuz bir saygımız vardı. Utanırdık. Örneğin bir sinemaya,
bir tiyatroya, bir maça gitsek, bizim Sultanhamam’dan
bir büyüğümüzü görsek onlardan uzak durmaya gayret
gösteriyorduk. Onlar bizi aman oralarda görmesin diye
kendimize çeki düzen veriyorduk, utanıyorduk yani...”Recep Tanrıverdi
169
Sultanhamam’da Ticaretin Yazılmamış Kuralları
Haçik Taşçı: “Sultanhamam’da gayrimüslim üst düzey işadamına çorbacı denirdi.
Müslümanın üst düzey işadamına tüccar denirdi. Bunlar o sıfata layık olan
insanlardı. Parası çok olduğu için değil, onlar sabah işe gelirken sokaktaki hamalını,
hamalbaşısını, çaycısını, komşusunu selamlar, reverans yapardı. Onlar da karşılığında
sevgi gösterirlerdi. Geçerken, ‘Ahmet çay ver çocuklara’ derdi. İşte böyle bir sevgi
paylaşılırdı. Sultanhamam buydu.”
Hüseyin Özdilek: “Herkes birbirinin düğününü bilir, derneğini bilir, acı gününü bilir,
tatlı gününü bilirdi. Ona göre de bütünleşirlerdi.”
Hüseyin Özdilek
170
Sultanhamam’da Ticaretin Yazılmamış Kuralları
Yaşar Küçükçalık: “Biz orada büyüğümüzü, küçüğümüzü bilirdik. Kılığımıza kıyafetimize
dikkat ederdik. Çünkü sadece kılığına kıyafetine dikkat etmek kendine değil, dükkana
gelen insana da saygılı olmak demekti. Ekmek yediğin dükkanına saygı demekti. Bunlar
önemli şeyler. Ama bunların, bugünün Türkiyesi’nde, bugünün dünyasında ne kadar yeri
var bilmiyorum. Gerek yurtdışında, gerek yurtiçinde, baktığım zaman düzgün ailelerde,
düzgün toplumlarda bu kriterleri, bu değer yargılarını hâlâ gözlemleyebiliyorum.”
Yaşar Küçükçalık
171
Sultanhamam’da Ticaretin Yazılmamış Kuralları
KURAL 9:YARDIMSEVER OLACAKSIN!
172
Sultanhamam’da Ticaretin Yazılmamış Kuralları
Yaşar Dodanlı: “Bir meslektaşım, böyle
elini koymuş yüzüne düşünüyor. ‘Hayırdır
ne var sende?’ dedim, ‘hiç, yok bir
şey’ dedi ‘var’ dedim ‘doğruyu söyle.’
‘Valla Güney Sanayi’ye bir borcum var
ödeyemedim daha... Mala da ihtiyacım
var, para da yok.’ ‘Ne kadar lazım’ dedim.
İşte o günkü rakamı söyledi, şu kadar.
‘Peki dedim, ben sana veriyorum ama
bizim hesapla alakalı değil. Bunu sana,
kişisel olarak ben veriyorum, emanet borç. Sakın bizim aramızdaki ticarete mahsup
ediyorum zannetme. Ne zaman oldu, o zaman verirsin.’ ‘Allah senden razı olsun’ dedi.
Yani anlayış bu, yardımlaşma bu. Birbirinin derdine derman derler ya, birbirimizin
derdine derman olmaya çalışırdık. Ama samimi. Eski Sultanhamam’da bunlar vardı.”
Yaşar Dodanlı Arşivinden
Yaşar Küçükçalık: “Sultanhamam’da bir
tüccarın bir tüccara verdiği kredinin onda birini
bir banka o kişiye vermez. Tahmin ediyorum
1970’lerin başıydı, çok beyefendi bir amcamız,
toprağı bol olsun, Allah gani gani rahmet
etsin, trafik kazası geçiriyor. Henüz hastanede
yatarken ondan alacağı olanların katıldığı bir
toplantı düzenleniyor. Bunu yapan da bu beyin
Musevi arkadaşları, başka tüccarlar. Biz de
katılıyoruz çünkü bize de borcu var. Biz o zaman çok ortaklıydık. Küçükçalık’ı temsilen
amcam katılıyor. Oradaki Musevi cemaat, eğer ölecek olursa, çünkü durumu çok ağır,
biz bu paranızı öderiz diyor. Amcam da eğer ölecek olursa, biz bu parayı sileriz, diyor.
Sultanhamam’daki görgü bunu gerektirirdi.”
Sultanhamam Meydanı, Manifaturacı Heykeli
173
Sultanhamam’da Ticaretin Yazılmamış Kuralları
Recep Tanrıverdi: “Komşumuz vardı, hastalandı. Yerine kızları bakıyordu. Biz onun
çocuklarını sahiplendik, onun mağazasına gidip gönüllü olarak çalıştık. Hatta o
mağaza batmasın, iş yapsın diye ben müşteriyi kendi elimle getiriyordum. Bizde
mal olsun olmasın, daha kaliteli bir mal varsa kendi müşterimizi getirip komşuma
sattırtıyorum. Kıskançlık, hasetlik yakışmazdı bize. Biz bunları bölüşerek bu hallere
geldik, bugünlere geldik. Sultanhamam’daki sıkıntı, herkesin sıkıntısı birdir, o sıkıntıları
biz birlikte bölüşürüz. Sultanhamam’da eskiden işini kaybeden insan duyulmazdı,
insanlar onu ayyuka çıkarmazdı. O komşumuzun, o arkadaşımızın, o büyüğümüzün
ihtiyacını Sultanhamam’daki esnaflar, büyüklerimiz, abilerimiz giderirdi. Şu anda da
aynen, düzgün adamın sıkıntılarını Sultanhamam halleder, Sultanhamam’daki insanlar
gerçekten yardımlaşmayı, bölüşmeyi, paylaşmayı seven arkadaşlarımızdır.”
Esat Sivri: “Sultanhamam’da derlermiş
ki, ben siftah ettim ama karşı taraftaki
dükkan etmedi, hadi oradan mal al. Ama
bunlar yok şimdi, illa ki ben var, biz yok.
‘Biz’ unutuldu, ama ben hâlâ biz olmayı
tercih ediyorum.”
Esat Sivri fabrikada çalışanlarıyla
İbrahim Kaprol: “Unutamadığım bir anım var. Bir makina ısmarlamıştım, bedeli de iki
yüz yirmi bin dolardı. Elli bin doları ödemiştim, yüz yetmiş bin dolara ihtiyacım vardı.
Kıvranıyordum. Ondan sonra arkadaşlardan biri önayak olmuş, bana geldiler, ‘senin
malını biz satarız, senin yüz yetmiş bin dolara ihtiyacın varmış’ diye getirip parayı bana
verdiler. Ne bir çek, ne senet, böyle bir şey yok. O parayla makinenin borcunu ödedim,
üretime başladım. Kazandım, parayı geri verdim. Bir anım daha var. 1980’de bel fıtığı
174
Sultanhamam’da Ticaretin Yazılmamış Kuralları
İbrahim Kaprol’ün de başından geçen yangınlar, Sultanhamam’ın ne yazık ki acı simgelerinden biri olmuş. Sultanhamam’da çok yangın çıkmış. Kumaşların çok kolay tutuşması, dar sokaklarda, hanlarda itfaiyenin yeterli müdahaleleri yapamaması sonucu yangınlarda pek çok işyeri büyük zararlar görmüş. Esnaf, yangınlarda birbirine olan bağlılığını, dayanışmayı hep ama hep göstermiş. Bu yangınlar arasında, 1975’te Gürün Han’da çıkan yangın hafızalarda büyük yer etmiş. Bu büyük faciada bin beş yüze yakın esnaf zarar görmüş. Malları ve dükkanları kül olmuş.
oldum, kalkamadım, ardından da yangın geçirdim. Yine, başını Atilla Özmen’in çektiği
bir grup arkadaş geldiler. Benden on milyar, senden yirmi milyar diyerek tekrar işimi
kurmam için bana para verdiler. Bunları ben nasıl unuturum? Benim unutamadığım,
hâlâ da duygulandığım anılar bunlar. Bugün öyle bir şey yok, kimse kimseye bir lira bile
vermez ama eskiden öyleydi, büyük rakamlar dahi verilirdi.”
Ali Yazıcıoğlu: “O büyük yangında Gürün Han, Katırcıoğlu Han’la beraber yandı. Bir
de Nasır Han’da çıkan yangını hiç unutamam. Ama Gürün Han’daki yangın tam bir
felaketti. Dükkanım oradaydı. Her şeyi kaybettik. Yangın çıktığında Allahtan ihtiyatlı
davrandım, alacak-borç defterini aldım, cebime koydum öyle çıktım. Çünkü her şey
yanana kadar içeri giremedik. O sene içinde bir tane de aşağıdan depo tutmuştuk,
iki kat aşağıda. Söndürme işlemi bittiğinde dediler ki depoda bazı mallar sağlam
kalmış, yanmamış duruyormuş. Birer lastik çizme aldık, suyun içine girdik. İtfaiye tabi
su sıktığı için her taraf göle dönmüş. Manzara korkunçtu. Mallar polyester yani petrol
bazlı mallar. Hemen yanmış, hiçbir şey kalmamış. O kadar sene geçti hâlâ dün gibi
aklımda, unutmak mümkün değil. Hamdolsun ama çalıştık sonra, oğlum eksik olmasın
daha ortaokul talebesiyken haftada iki-üç gün gelirdi işe, büyük destekçim oldu.
Dostluklarımız çok iyiydi alacağımızın %80’ini, on beş günde topladık. Biraz belimizi
doğrulttuk. Dostlar yardımcı oldu. Hemen bir dükkan bulduk. Orada faaliyete geçtik.
Boş dükkan, hiçbir şey yok ama müşteriler geliyor seni arıyor, mal siparişi veriyordu.
Yani yangının ertesi günü biz yine işimizin başına geçtik.”
175
Sultanhamam’da Ticaretin Yazılmamış Kuralları
İbrahim Kaprol: “Bir zincirin halkası gibi düşünün. Yani o yangını geçiren kişi piyasadan
çekilirse bir sürü şey aksayacak. Anadolu’dan müşterileri var, gelecek bulamayacak. İş
bağlantıları olanlar var. O yüzden biz de hemen kendimize yeni bir yer açmalı, adres
bildirmeliydik ki iş devam etsin. Bu yüzden de fırının kapanmaması gerek. Hemen,
ikinci bir fırın açması lazım.”
Hüseyin Özdilek: “Acı gününde herkes birbiriyle bütünleşir. Yangın sırasında zarar
görmüş esnafa yardım için herkes birlikte destek olurdu. Kimi bila ücret yardım
verir, kimi de, ne zaman feraha çıkarsan
o zaman ödersin diyerek, süresiz
vade açardı. Bu sıkıntıya düşen bir
meslektaşımız olduğu zaman, her zaman
destek oluyoruz. Tabi meslektaşın
da kötü yola düşmemesi lazım. Yani
kaynaklarını iyi, heba etmeden, düzenli
şekilde kullanması lazım. Meslektaşın
para kaybetmesinin mücbir bir sebebe
dayanması lazım. Yoksa kendi başına,
göz göre göre aklı yerindeyken parasını çarçur ederse bilmem, ona da acıyoruz, ona
da destek oluyoruz ama ona bir defa oluyorsun, iki defa oluyorsun üçüncüde kendi
düşen ağlamaz diyorsun. Ama mücbir bir sebebe dayandığı zaman, elimizden gelen
bütün gayreti gösteriyoruz.”
Hüseyin Özdilek
176
Sultanhamam’da Ticaretin Yazılmamış Kuralları
7.BÖLÜM
177
Sultanhamam’da Ticaretin Yazılmamış Kuralları
1980’LER... DEGISIM BASLIYOR
178
Sultanhamam’da Ticaretin Yazılmamış Kuralları
Türk tekstilinin merkezi, tekstil piyasasının doğduğu yer olan Sultanhamam, Cumhuriyet Türkiyesi’nde 1980’lere kadar çok büyük bir toptancılar merkezi, her daim kalabalık ve hareketli bir manifatura pazarı olarak çok büyük hacimli ticarete ev sahipliği yaptı. Buradaki hareket, Türkiye’nin tekstil devlerinin doğmasının, ülkenin dört bir yanında bu alanda büyük sanayi yatırımlarının yapılmasının önünü açtı.Sultahamam’ın bu denli güçlü ve vazgeçilemez ticari yapısı, aslında onu oluşturan bu piyasa içinde doğup büyümüş Sultanhamam tüccarlarının emeğiyle oldu. Ancak, Türkiye’nin, aslında tüm dünyada gözlemlenmeye başlayan büyük bir değişim ve dönüşüm evresi içine girmesi, Sultanhamam’ı da kaçınılmaz olarak etkiledi. Sultanhamam, 1980’lerin ortalarından itibaren, giderek globalleşen, iki kutupluluğun yerini çok merkezli güçlerin ve ekonomik anlayışın almaya başladığı ‘yeni’ dünya şartlarında, ‘yeni’ Türkiye’nin tekstil piyasasının merkezi olamayacak kadar küçük kaldı. Bu küçüklük elbette sadece kapladığı alanla ilgili değildi. Türk halkının artan tüketim taleplerine daha fazla üretimle cevap vermeye çalışan, büyük bir rekabetin içinde açılan her tekstil fabrikası, çalışanıyla, üretimi ve pazarlamasıyla kendileri birer Sultanhamam olmak istediler. Bu yüzden de yavaş yavaş Sultanhamam’dan çekildiler. Sultanhamam’ın simgesel özelliği hiç bitmedi belki, ama kabuk değiştirerek, 1980’den önceki yapısından ve işleyişinden çok şey kaybederek bugünlere geldi. Sultanhamamlılar arasında bu müthiş değişime ayak uyduranlar ve şartlara göre yeniden yapılananlar da var, biraz buruk, biraz mutsuz ama hâlâ Sultanhamam hevesiyle yanıp tutuşanlar da...
Kumaşlar Ve Sultanhamam Meydanı
179
Sultanhamam’da Ticaretin Yazılmamış Kuralları
Ali İhsan Erbil: “Şimdi soruyorum, gittiğim
yok ama, oğlum diyor ki, ‘baba gidip de
orada bir çay kahve iç.’ Dedim ki, ‘oğlum
gideyim de hani orda kim var tanıdık?’
Çay içecek kimse yok. Zaten oralarda
manifatura kalmamış, manifatura bitmiş.
Sadece orada değil bak burada da benim
mağazamda hep tüle döndük. Tül satılıyor,
beş on kuruş kazanılıyor, eskiden satılan
divitinmiş, pazenmiş hepsini toplasan
dükkanımda beş yüz bin liralık mal çıkmaz, manifatura bir kere bitti.”
Ali İhsan Erbil’in Kayser’deki Mağazası
Ali Yazıcıoğlu: “Geçen gün akşam çıkarken Gürün Han’ı bir gezeyim dedim. Konuştum
oradakilerle. İkinci katta esnaf var, aşağıda da yok, daha altta da yok, üstte de yok
dediler. Şimdi eski hareketlilik yok. Han
içleri eskiden çok doluydu, cıvıl cıvıl
olurdu. Anadolu’dan gelen esnaf için
otel bulunmazdı Sirkeci’de, biz yardımcı
olurduk, telefon ederdik, nerede boş yer
var nerede yatabilir diye. Şimdi öyle değil.
Bu Fincancılar bütün toptancıydı, şimdi
herkes perakendeci burada, bizden başka
burada perakende satmayan yok, yalnız biz
perakende satmıyoruz, toptan satıyoruz. Herkes perakendeci. Şekil değişti, eskiden
tekstilde branş ayrılması da yoktu, manifatura, mefruşat beraber satılırdı, sonradan
branşlaşıldı. Mefruşat ayrı bir branş oldu ve manifaturanın içinden ayrıldı. Manifatura
da zaten bitti. Çünkü manifatura da konfeksiyona dönüştü. Hem erkek giyiminde hem
hanım giyiminde konfeksiyon gelişti, ön safhaya çıktı.”
Büyük Yeni Han Üst Kapı
180
Sultanhamam’da Ticaretin Yazılmamış Kuralları
Selim Simon: “1980’lerden sonra, Sultanhamam’ın
Anadolu’ya taşınması söz konusu oldu. Üreticiler
pazarlamacılığa girişince Sultanhamam
toptancılığını kaybeder gibi olmuştur. Yani artık
Anadolu müşterisi İstanbul’a gelmiyor yahut
çok az geliyor fakat fabrikaların pazarlamacıları
Anadolu’ya giderek mal satıyor. Sistem bu
şekilde değişti. 1980’lerden sonra da pek çok
Sultanhamam tüccarı sanayiye başladı. Yani, şu
anda Sultanhamam’da benim tanıdığım, maalesef
vefat etmiş birçok arkadaşımın, dostumun
çocukları yine manifaturacı belki fakat sanayici
olarak devam ediyorlar. Sultanhamam öyle bir
nesil yetiştirdi ki, öyle insanlar yetiştirdi ki, 1980’den
sonra, şu anda hepsi sanayicidir. Ama bunların hemen hepsi ya eski Sultanhamam
firmalarının yetiştirmiş olduğu elemanlardır veya onların çocukları, torunlarıdır.”
Büyük Yeni Han
Haçik Taşçı: “Eskiden toptancı dediğin yalnız İstanbul’daydı. Ne İzmir’de ne Ankara’da
öyle bir şey yoktu. Şimdi toptancı bizim Darende’de bile vardır herhâlde. Yani Malatya
demiyorum yanlış anlaşılmasın. Darende diyorum, Malatya’nın kazası... Çünkü toptancı
yok artık. Spot alım yapıp satan var. Sultanhamam’da hemen tüm toptancılar buradan
gitti. Kalanlar daha çok perakendeci olanlardır.
181
Sultanhamam’da Ticaretin Yazılmamış Kuralları
İsmet Bilsel: “Sultanhamam’dan çıkanlar toptancı olarak
Osmanbey’e, Tekstilkent’e gittiler. Zeytinburnu, Merter gibi yeni
Sultanhamamlar oluştu. Osmanbey konfeksiyon ağırlıklı, biraz
daha farklı bir piyasa oldu. Böylece gerçek Sultanhamam ikinci
planda kaldı. Aslında değişen bir şey yok. Aslında Sultanhamam
sistemi temelde duruyor. Anlayış ve temel değerler değişmiş
ya da artık unutulmuş olabilir, bu bizi üzer, ama çalışma sistemi
aynen devam ediyor. Yine bu saydığım semtlerde alışveriş
yapılıyor.”
Basri Özbakır: “Bence eskiden de bugün de Sultanhamam Sultanhamam’dır ve
dünyada Sultanhamam gibi bir yer de yoktur. Tamam, toptancılık bitti ama her gün
Sultanhamam’a hâlâ iki-iki buçuk milyon kişi geliyor. Bunlar eskisi gibi Anadolu
esnafı ya da tüccarı değil. Halk geliyor.
Uygun fiyata konfeksiyon, ev tekstili
almak isteyenler hâlâ Sultanhamam’a
doluşuyor. Çünkü vatandaşın perakende
olarak aradığı her şey, ucuza ve kaliteli
olarak burada var. Çocuk sünnet
olacak, aile getiriyor sünnet olacak
çocuğu Mahmutpaşa’dan giydiriyor.
Evlenecek mi, gelinlik için damatlık için
Sultanhamam’da hanlara girip çıkıyorlar.
Çeyiz mi lazım, evine örtü perde mi gerekiyor, yine buraya bakıyorlar, buradan alıyorlar.
O yüzden Sultanhamam bu açıdan merkez olma özelliğini koruyor ve hâlâ eski kültürü
yaşatmaya çalışan gerçek esnaflar burada dükkanlarına sahip çıkıyorlar.”
İsmet Bilsel
Basri Özbakır, Süleyman Demirel’den Plaket Alırken
182
Sultanhamam’da Ticaretin Yazılmamış Kuralları
Hüseyin Özdilek: “Bir de Sultanhamam’ın
içinden Laleli çıkmıştır. Laleli de
Sultanhamam’ın özellikle ev tekstilindeki
merkezi konumunu devralmıştır.
SSCB’nin yıkılmasından sonra buradan
çuval çuval mallar gitmiştir ve gitmeye
de devam etmektedir. Ve fevkalade
güzel iş yapmaktadırlar. Sultanhamam’ın
toptancılar merkezi olması mümkün
değil artık. Çünkü Sultanhamam gibi
organize üretim ve pazarlama yerleri çoğaldı. Değişmeyen tek şey değişim. Değişime
ayak uyduramayan firmalar işyerlerini kapatmak mecburiyetinde. Çünkü değişimi
yakalayacaksınız. Çünkü ihtiyaçlar değişiyor. Zaman planlaması değişiyor. İnsanlar
artık internetten dahi alışveriş yapmaya başladılar. Ve giriyor, saatini Avustralya’daki bir
marketten, bir mağazadan satın alabiliyor. Dolayısıyla böyle bir ortamda toptancılığın
tekrar Sultanhamam’da yaşatılması bahis konusu değil diye düşünüyorum. Bu marketler
ve alışveriş merkezleri daha organize olduğu için, her çeşit malı bir merkezde topladığı
için, bunlar da toptancıdan almadıkları, üreticiden aldıkları için toptancı devre dışı
kalıyor tabi. Dolayısıyla toptancı işlevini yitirdi kanaatindeyim. Ama bunun yanı sıra,
çok özel bayilik alan yani bir fabrikanın distribütörlüğünü yapan toptancılar ayakta
kalabilir tabi.”
Mahmutpaşa Caddesi
Erdoğan Baydemir: “Sultanhamam yavaş yavaş eski önemini kaybetti. Çünkü,
Sultanhamam şu anda turizm bölgesi oldu. Buraya giriş çıkışlar da sıkıntı oldu, yerler
büyümedi, Sultanhamam dar kaldı, ufak kaldı. Türkiye’nin bu kadar büyümesine
gelişmesine Sultanhamam kâfi gelmedi. Türkiye’de yılda 700-800 bin adet konut
yapılırken sadece Sultanhamam’la ev tekstili yapılacak durum kalmadı. Sultanhamam
183
Sultanhamam’da Ticaretin Yazılmamış Kuralları
Büyük Valide Han
hepsine yetişemezdi. Türkiye’de şu anda tüm şehirlerimizde çok büyük toptancılar
Türkiye’deki ev tekstili hizmetini görmekte.”
Ali Yazıcıoğlu: “Teknoloji de çok gelişti. Telefon yazdırırdık. Acele, yıldırım beklerdik.
Şimdi cep telefonu aç, e-postayla desen gönder; katalogdan, karteladan desen
numarası seçsin müşteri, sen de malını gönder; sistem bu. Biz hâlâ buradayız. Şükür
Allah’a, bizim eski olmamız dolayısıyla Türkiye’nin her tarafından da müşterimiz var,
devam ediyor.”
Hilmi Babacan: “Bizim mesela dört günde her tarafını dolaştığımız Sultanhamam öyle
bir dağıldı ki, şimdi git de dolaş desen İstanbul’da kaybolursun. Mümkün değil. Çünkü
bir yere ancak üç-dört saatte gidilip geliniyor. Onun için şimdi ticaretin şekli tamamen
değişti. İmalatçı bizim ayağımıza geliyor şimdi. Mal numunelerini getiriyor. Biz burada
beğenip alıyoruz.”
184
Sultanhamam’da Ticaretin Yazılmamış Kuralları
Atilla Özdemir: “Tabi o toptancılar müşterinin ayağına getiriyor malı, kendisi gözü
göre göre alıyor. Sadece iç pazar da
değil. Dışarıya da mal satılıyor. Bu da
1980’lerin başından itibaren oldu. Turgut
Özal’ın ihracata büyük desteği, sanayi
yatırımlarını iyice artırdı. Hem dışarıya
satılan mal hem de iç piyasaya sürülen
mal arttı. Sultanhamam’ın merkezi olma
özelliği azaldı, oraya gidenler de yavaş
yavaş azalmaya başladı.”
Hüseyin Özdilek: “Dünyada
sadece ismiyle tanınan Türk
havlusu, 80’den sonra, 24 Ocak
1980 kararlarıyla, teşviklerle,
cismiyle tanınır hale geldi.
Türkiye, dünyaya yılda 40 bin,
50 bin ton havlu satar hale
geldi. Türkiye’nin serbest piyasa
ekonomisini geliştirme tedbirleri
sayesinde tekstil çok büyüdü.
Üretim arttı. 24 Ocak 1980
kararları olmasaydı ülke bu kadar
gelişmezdi.”
Büyük Yeni Han
Türk havlusu
185
Sultanhamam’da Ticaretin Yazılmamış Kuralları
Ahmet Nazif Zorlu: “İhracat teşvikleri
başladı, rahmetli Özal’la. Bakın bugün
Türkiye’ye, Atatürk’ten sonra Menderes
bir şeyler yapmıştır ama Özal da çok
önemli şeyler yapmıştır. Bu memleket bu
günlere geldiyse, Özal’ın büyük katkısı
vardır. Ben ihracata 1981’de başladım, o
da Libya ve Irak’a. Ama sonradan gelişti,
Almanya‘ya mal satmaya başladım.
Şimdi düşünüyorum da, Sultanhamam
önemli bir yerdi, kendi çabasıyla, kendi etiyle, yağıyla kendi suyuyla kavrulan bir yerdi.
Ve biz, yurtdışına iki senede bir çıkabiliyorduk, döviz yoktu. İşte Sultanhamam’ın tabi
ki o dönem için yüklendiği görev çok büyük ve önemliydi ama 80’den sonra o görevi
devretti ve Türkiye çok büyük değişimler geçirdi.”
Ahmet Nazif Zorlu
Selim Simon: “Ben Sultanhamam’da
toptancı kaldığını kabul etmiyorum.
O manada toptancı kaldığını. Yani
Sultanhamam ikinci toptancıya
dönüşmüş. Mesela adam gelirdi, bizden
10.000 metre bir manifatura alırdı. 3000
metre bundan, 5000 metre bundan.
Şimdi o rakamlar %1’e inmiş vaziyette.
Ama unutmayın zaman değişti. O yüzden
bugünkü Sultanhamam, dünkü Sultanhamam, bir kıyaslama yapılacaksa bence o
günkü şartlara bakıp yapmak gerek. Dünkü Sultanhamam o günkü şartlar içerisinde
kıymetli bir yerdir. O imkânlarla neler yaptığı mühimdir.”
Selim Simon
186
Sultanhamam’da Ticaretin Yazılmamış Kuralları
İlyas Hürdana: “O günkü hacimle bugünkü hacmin arasında çok büyük farklar var. Yani,
o zaman diyelim ki on milyon liralık iş yapılırken bugün yüz milyon liralık iş yapılıyor.
Bunları göz önüne aldığınız zaman tabi ki o değişimler olacaktır. Sonra, yeni nesil yeni
düşünceyle geldi piyasaya. Ve onlar da güzel şeyler yapmaktalar. Türkiye’de mefruşat
çok ilerledi, eskiden bir tül arardık tül bulamazdık. Şimdi neler yok ki. Bunlar Türkiye’de
üretiliyor. Biz bile üretirken şaşırıyoruz, bak bunu da yapmışız, aaa bak bu da çok çok
güzel diyebiliyoruz.”
1980’lerde çok sert esmeye başlayan değişim rüzgarları Sultanhamam’a ulaştığında bunun önünde durmak imkânsızdı. Türkiye’de 1990’lara gelinirken açılan yepyeni, büyük fabrikalarda üretim artıyor, toplumun beklentisi ve talepleri değişiyor, büyüyor, pazarlama olanakları ve yöntemleri farklılaşıyordu. Bunların karşısında, klasik pazarlama ve satış yöntemleri ve sistemiyle Sultanhamam’ın aynı kalması mümkün değildi. Çünkü, değişimin temelde etkilediği unsur insandı. Belki kimi bunun farkına varıyordu kimisi fark etmeden bu rüzgara kapılıyordu ama bazı Sultanhamamlı duayenlere göre, asıl insanlardaki bu değişim, yeni bir Sultanhamam’ı gerekli kılmıştı.
Deba Fabrikası Kataloğundan dokuma detay fotoğrafı
187
Sultanhamam’da Ticaretin Yazılmamış Kuralları
İsmet Bilsel: “Sultanhamam değişmez, Sultanhamam’da binalar aynı, sokaklar aynı
ama insan yapısı değişiyor. İnsan yapısı değiştiği için Sultanhamam değişiyor. Siz bana
sorardınız Ahmet’e mal vereyim mi diye, ben ver dersem verirdiniz, yani başka bir kaynak
aramazdınız. Bu karşılıklı güvenle olan bir şey tabi, öyle basit bir şey değil, yani mal
canın yongası. Şimdi bugün bunlar kalmadı, bugün insanlar önce kendi menfaatlerini
düşünüyorlar, bu tabi biraz ihtiyaçların artmasından kaynaklanıyor. Dolasıyla insan
yapısı değişti derken sadece burayı da kastetmiyoruz. Bakın stadyumda da değişti. Ben
maça giderim, Mithat Paşa Stadı’nda üç takım taraftarı aynı tribünde maç seyrederdi.
Ortada Fenerbahçeliler solda Galatasaraylılar sağda Beşiktaşlılar. Bugün böyle bir şey
yok, mahallede dolaşamıyorsunuz, bırakın stadyumu... O yüzden Sultanhamam’daki
insan yapısının değişmesine de şaşırmamak gerek. Şimdi, Sultanhamam’ın turizm
bölgesi ilan edilmesi konuşuluyor. Buraya oteller yapılacakmış. Bence buranın
kaldırmasına gerek yok. Tamam doğrudur, şimdi artık plazalarda da Sultanhamam’ın
yaptığı işler yapılabilir. Ama buranın en azından sembolik olarak kalması lazım.”
Sultanhamam’da Hamal Heykeli
188
Sultanhamam’da Ticaretin Yazılmamış Kuralları
Haçik Taşçı: “Bugün caddelerdeki dükkanların değeri düşüp, boş duruyorsa,
Anadolu’dan adam gelmediği için. Âşir Efendi’de en az yirmi beş tane kiralık dükkan
var bugün. Rıza Paşa Caddesi oraya göre biraz daha aktif, en az dört-beş tane dükkan
var. Oradaki bir dükkancıya gidip, dükkanını bana devreder misin, kaç para istiyorsun
dediğin zaman, on dükkanın sekiz tanesi kesin verir. Bir de birbiriyle mantıksız, ölçüsüz,
dengesiz rekabetler yaparak ticari düzeni, adabı bozuyorlar. Acı ama gerçek, söz
her şeyin üstündeydi 1980 senesine kadar. 1980 senesinden sonra imza mecburiyet
ve önem kazandı. Söz artık bitti. Bunlar bittiği gibi de beraberinde çok şey bitti.
Adab, nizam, ticari kurallar, sözler nitelik taşır ve bunların değeri olurdu. Üzgünüm,
80 senesinden sonra kişilerin, cebindeki parasına göre değeri oldu. Mesleki bilgisini,
mesleki düzenini, tabi ki o değeri bilenler takdir etti ama artık o anlayış kalmadı.”
Haçik Taşçı
189
Sultanhamam’da Ticaretin Yazılmamış Kuralları
İbrahim Kaprol: “1980’den sonra bir açıldık biz; iyi veya kötü, biraz Amerika’ya benzedik,
o arada bazı değerleri de kaybettiğimize inanıyorum. İletişim artınca, dünyaya kapılar
da açılınca başka yaşantılara özendi yeni kuşaklar. 1980’e kadarki ekol, bizim ekolde,
her işyeri sahibinin bir evi vardı. Demek para yetiyordu, gelen parayla harcamalarımızı
karşılıyorduk. Biz çocuklarımızı yetiştirirken de dikkat ederdik. Aşırılığa özenmesinler
isterdik. Ama tamamen değişti dünya. Ne oldu, artık güçlü olmak ya da öyle görünmek
zorundasınız. Yani çok iyi bir arabanız olmazsa, krediniz yok. Halbuki bence öyle değil,
ben hayatım boyunca bu tür lükse değil de gelişmeye para harcamışımdır. İşime
harcadım, ailemin gelişmesine harcadım. Hiç acımam, aileyle alakalı, çocuklarımın
gelişimiyle alakalı hiçbir şeyde limit yoktur. Hani şöyle tabir edilir, ceketimi satarım da
yaparım, aynen öyle yaparım. Ama benim gibi düşünen kaç kişi kaldı? Oysa değerler
değişmez ki... mekânlar, insanlar değişir ama temel değerler hep aynı kalır değil mi?”
Yaşar Küçükçalık: “Kayseri’nin Vatan Caddesi’yle, bırakın Sultanhamam’ı, Amerika’nın
Wall Street’i arasında bu manada bir fark yok. Biz bugün mal satmaya gideriz. Orada
büyük müşterilerimiz var. Orada bizi
karşılayan tüccar, benim biraz evvel
size tarif ettiğim tüccardır. Oturmasıyla,
kalkmasıyla, giyimiyle, kuşamıyla, saçıyla
başıyla düzgündür, aynıdır. Kurallar
değişmez. Yerler değişebilir. Ama bugün
ne ticaretin kuralı değişir, ne insanlığın
kuralı değişir, bunlar sabittir. Tahmin
ediyorum bunlar binlerce sene evvel de
aynıydı. Bunlar sabittir.”TETSİAD Başkanı Yaşar Küçükçalık
190
8.BÖLÜM
191
TETSIAD KURULUYOR
192
Tetsiad Kuruluyor
193
Tetsiad Kuruluyor
1980’lerin o son derece hareketli ve heyecan dolu geçen yıllarının ardından, Sultanhamam’da da büyük bir hareketlilik başlamıştı. Ne yazık ki bu hareket, sabah erken saatlerden başlayıp akşama kadar devam eden, öğlen paydosuna dahi vakit bırakmayan alışverişlerden, küçük dükkanlar arasında gidip gelmelerden, hamalların malı indirip yenilerini getirmelerinden ötürü değildi. Yetmiş yıla yakın bir süre her geçen gün artan ticari hacmifyle Sultanhamam, en küçük odacığın dahi bir ticarethaneye dönüştürüldüğü günleri geride bırakmıştı. Bazı ünlü toptancılar, artık Türkiye’nin ünlü girişimcileri olmuş, çoktan fabrikalarına yerleşmişlerdi. Kalanlar da gitmeye hazırlanıyordu. Ancak gidenlerin yerini, İstanbul’un farklı semtlerinden ama özellikle de Anadolu’nun dört bir köşesinden gelen yeni ‘perakendeciler’ almıştı. Türkiye’de artan konfeksiyon üretimi, ev tekstili ürünleri, geniş ve kalın raflarda sergilenen top top kumaşların yerini almış, daha önce pek de vitrini olmayan Sultanhamam dükkanları artık türlü tekstil ürünleriyle süslenmeye başlamıştı. İşte bu ortamda, 1991 yılında bir grup Sultanhamamlı girişimci bir araya gelerek bir dernek kurmaya karar verdi. Ev tekstili üreten ve satan girişimciler arasında Haçik Taşçı da vardı. Ev Tekstili Sanayici ve İşadamları Derneği, kısaca EVSİAD adını verdikleri dernekle, sektörün problemlerine çözüm yolları aramayı ama asıl önemlisi gittikçe zayıflayan meslek içi bağları kuvvetlendirip dayanışma sağlamayı amaçlamışlardı.
194
Tetsiad Kuruluyor
Haçik Taşçı: “Ben Türkiye’deki yüz mefruşatçının doksan beşini tanırdım. Bütün
Türkiye’de, İstanbul’u konuşmuyorum. Ama öyle bir dönem geldi ki Sultanhamam’dakini
tanıyamaz hale geldim. Ben ve benim gibi herkes. Niye? Çünkü çok göç aldı İstanbul,
o aldığı göçle de her sektörde çoğalmalar oldu. O çoğalmalar da insan ilişkisini bozdu.
Mal bollaşınca insanların düzenini bozdu. Eskiden adam çekini ödemek, verdiği sözünü
ödemek mecburiyetindeydi ki gidip mal alabilsin. Mal bollaşınca, mal alma problemi
kalmayınca ahlak durumuna göre, ödeme mecburiyeti de ortadan kalkmış oldu. Ahmet
vermezse Mehmet’te de var. Gidip alıyordu. Eskiden öyle değildi. O malı Ahmet’ten
alabiliyordu. O malı Haçik’ten alabiliyordu. O malı Ali’den alabiliyordu. Mal bollaşınca
işin şekli değişti. 1990’a geldiğimizde sektör birbirini tanımaz hale geldi. Bizim sektörde
on tane perdeci vardı. Ticaret Odası’nın meslek komitesinde bizi temsil eden üç kişi
vardı. Bizim haklarımızı koruyordu. İşte 1980’den sonra Sultanhamam’da elli tane
perdeci oldu. Ticaret Odası’nda bizi temsil eden kimse kalmadı. İşte bu sebeplerden
dolayı da dernek kurmaya karar verdik. Hem bu sayede sayısı gittikçe artan perdeciler
de birbirimizi tanımış olacaktık. Biri Kayserili, biri Sivaslı, biri Malatyalı, biri Karslı, biri
Ardahanlı, biri Edirneli. Birbirini tanımaz duruma gelmiştik. Ayrıca beni, meslek erbabı
olarak Ticaret Odası’nda temsil edilememek rahatsız eder hale gelmişti.”
Selim Simon: “1990’ların sonuna doğru Ev Tekstil Sanayicileri Derneği kuruldu. Sonra
da Evsiad ile birleşti. Şu anda Tetsiad olan derneği kurdular. Türkiye ev tekstilinde birinci
ligde yarışırken bu iki dernek birleşti. Ve bunların, yalnız Sultanhamam değil, Türkiye
piyasasına çok büyük hizmeti oldu. Fuar organizasyonları düzenlediler. Sektörün dış
memleketlere açılması bakımından bu derneklerin büyük hizmetleri oldu.”
195
Tetsiad Kuruluyor
2013 EVTEKS Fuarı Trend Alanı
Türkiye Ev Tekstili Sanayicileri ve İşadamları Derneği, TETSİAD; Türkiye’de ev tekstilini ilgilendiren konuların hep merkezinde duruyor. Sektörü iç ve dış pazarlara tanıtıyor, uluslararsı fuarlar düzenliyor, yayınlar yapıyor. Bu kitap gibi, köklerinin saklı durduğu Sultanhamam’la ilgili çalışmalara da destek vererek aslında kendi tarihine, benliğine sahip çıkıyor.
Erdoğan Baydemir: “Ev tekstili alanında yurtdışına giden ürün hacmimiz çok büyük.
Türkiye’nin coğrafi konumu itibariyle Ortadoğu olsun, tüm Arap ülkeleri olsun
Avrupa’ya, ABD’ye, Afrika’ya ürün satılıyor. Bu yelpaze çok büyüdü, Türkiye’de tekstil
sektörü gerçekten çok büyük bir ivme kazandı. Şu anda dünyanın en büyük ev tekstili
üreticisi Türkiye’dir. Bu başarı da Sultanhamam’nın başarısıdır. Tetsiad’ın bu başarıdaki
payı büyüktür.
196
9.BÖLÜM
197
TEKSTIL ÜLKESI TÜRKIYE
198
Sultanhamam’da Ticaretin Yazılmamış Kuralları
Sultanhamam’dan dünyanın en büyük tekstil üreticileri çıktı. Son yirmi beş-otuz yıl içinde Türkiye, tekstilde çok büyük üretim yatırımlarına sahne oldu. Tekstil sektörü, sadece ihracatla ülkeye getirdiği büyük miktarda dövizle değil, emek yoğun bir sektör olduğu için barındırdığı işgücünün büyüklüğü nedeniyle de Türk ekonomisine büyük katkı sağlıyor. Sultanhamam ekolü, bu başarının temeli kabul ediliyor ama artık gelinen nokta, geleceğe yönelik çok daha farklı planlar yapmayı, tekstilde kazanılan büyük tecrübeye yeni değerler eklemeyi gerektiriyor.
Sultanhamam
Mustafa Erdebil: “Avrupa’da, 1650’lerde, 1700’lerde sanayi devrimiyle gelişme başladı.
Onların dört yüz sene, beş yüz senede geliştirdiğini, biz 1950 yılında başlayarak,
1980’den sonra ihracata dönüştürerek, bugün mefruşat gibi bir sektörde dünyanın
ilk üçünden biri olmak durumuna gelmişiz. Bundan on sene, on beş sene, yirmi sene
önce Fransız tergallerini, İtalyan türleri hepsini aşmışız. Oraya mal satıyoruz. Bunun
tarihi elli-altmış sene. Çok büyük başarı. Özal geldiğinde bizim ihracatımız 2.9 milyar
dolardı. Bugün 500 milyar dolar. O zamanlar Özal söylerdi, ihracat 30 milyar olacak, 40
milyar olacak… Şaşardım, neyle olacak, bizim neyimiz var ki derdim. Biz neyi satacağız
da bunu yapacağız derdim. Şimdi 500 milyar dolar diyorlar inanıyorum. Çünkü biz
olmayan şeyleri olur hale getirdik. Genişlettik. Hakikaten bu kapasiteye ulaştık.”
199
Sultanhamam’da Ticaretin Yazılmamış Kuralları
Hüseyin Özdilek: “Tabi kolay olmadı
buralara gelmek. Kotalarla çok uğraştık
Avrupa Birliği’nde. Halit Narin’le gittik.
1900 tonluk kota vardı, 5000 tona
çıkarmak için büyük mücadeleler ettik.
Şimdi yılda 10.000 ton sadece Özdilek
üretiyor. Gelinen noktaya bakın.
Bu gelinen noktada Sultanhamam
nerededir? Bence Sultanhamam bize
vereceğini vermiştir. Gayet güzel
bilgiler vermiştir. Malımızı satmıştır ve
Sultanhamam’a, çok olmasa da yakın
ülkelerden yabancılar da gelmiştir.
Onlar da ülkelerine o malları alıp
götürmüşlerdir. Sultanhamam benim için dünyaya açılmaya örnek olacak çalışmalara
katkıda bulunmuştur.
Hüseyin Özdilek ve Cumhurbaşkanı Turgut Özal
Türk havlusu
200
Sultanhamam’da Ticaretin Yazılmamış Kuralları
Atilla Özdemir: “Yıllar sonra, kendini biraz daha geliştirdikten sonra ne yapacaksın, bu
sefer sanayiye kayacaksın, biz de 1988 senesinde on dönümlük bir yere, sekiz tezgâh
aldık. İki oğlan, bir baba; gelir oturur başına, biz bu tezgâhtaki malları nasıl satacağız
diye düşünürken, bugün yılların neler getirdiğini görüyorsunuz. On dönüm daha aldık,
sonra bir on dönüm daha aldık. Sonra Ahmet Zorlu’dan bir on dönüm daha aldık.
Kırk bir buçuk dönüm oldu hâlâ yetmedi. Bu sefer de yeni yirmi dönüm bir yer daha
aldı oğlum. Yer yetmiyor çünkü hem mamulü hem hammaddesi hem de tezgâhlar
çok yer istiyor. Binaları çift katlı yaptık gene yetmiyor, hâlâ gene sıkıntı. Tabi bu neyle
oluyor, dışa satışın artmasıyla, sermayenin biraz büyümesiyle, sermaye büyüyünce
bankalardan desteğin çoğalmasıyla oluyor.”
Zafer Katrancı: “Türk tekstilinin buralara
gelmesinde, bizlerin markalaşmamızda temelde
%70- 80 Sultanhamam’ın ağırlığı vardır. Türkiye
tekstilde, üretimde belli hacimleri çoktan geçti.
Biz artık dünya deviyiz. Şimdi markalaşmayı
konuşuyoruz. Aynı Sultanhamam gibi, tüm
dünyanın tanıdığı Türk tekstil markaları olmaya
gayret ediyoruz. Babadağlı arkadaşlarımızdan
en büyük örneğimiz Ahmet Nazif Zorlu’nun Taç
markasıdır. O zaman için liderdi hâlâ liderlik
konumunu şu an koruyor. Taç’ın arkasından beş
altı tane, on tane firma kendi markasıyla geliyor. Biz de bunların arasındayız. Bizler
de aynı sahada top oynamaya başladık. Uzun yıllara dayanan sabırlı bir çalışmanın
ürünüdür yani markalaşma.”
Zafer Katrancı
201
Sultanhamam’da Ticaretin Yazılmamış Kuralları
Atilla Özdemir: “Yıllar sonra, kendini biraz daha geliştirdikten sonra ne yapacaksın, bu
sefer sanayiye kayacaksın, biz de 1988 senesinde on dönümlük bir yere, sekiz tezgâh
aldık. İki oğlan, bir baba; gelir oturur başına, biz bu tezgâhtaki malları nasıl satacağız
diye düşünürken, bugün yılların neler getirdiğini görüyorsunuz. On dönüm daha aldık,
sonra bir on dönüm daha aldık. Sonra Ahmet Zorlu’dan bir on dönüm daha aldık.
Kırk bir buçuk dönüm oldu hâlâ yetmedi. Bu sefer de yeni yirmi dönüm bir yer daha
aldı oğlum. Yer yetmiyor çünkü hem mamulü hem hammaddesi hem de tezgâhlar
çok yer istiyor. Binaları çift katlı yaptık gene yetmiyor, hâlâ gene sıkıntı. Tabi bu neyle
oluyor, dışa satışın artmasıyla, sermayenin biraz büyümesiyle, sermaye büyüyünce
bankalardan desteğin çoğalmasıyla oluyor.”
Ahmet Nazif Zorlu: “Bütün ülkelerin
geçmişlerine bakın, hep tekstille
kalkınmışlar. İngiltere tekstille, Almanya
tekstille, İtalya tekstille, Güney Kore
hep böyle, sanayileşmeye tekstille
başlamışlar. Altını çizerek söylüyorum.
Daha bizim çok yapacak işimiz var
Türkiye’de... Ama, bugün Pakistan,
Hindistan, onlar da geliyorlar gümbür
gümbür. Geliyorlar ama daha bir on beş sene daha var. Ondan sonra biz bir on-on
beş sene daha gideriz, sonra biraz İtalya’nın yaptığını yapmaya başlarız. Markalaşma
yaparsak yine devam eder gider, yani bugün Türkiye’nin daha tekstilde çok gideceği
yol var.”
Zafer Katrancı ve Ahmet N. Zorlu
202
Sultanhamam’da Ticaretin Yazılmamış Kuralları
Erdoğan Baydemir: “Biz, yurtdışına Fransız güpürü satıyorduk, ben Baydemir markası
adıyla malları gönderdim. Malımın tamamı bana iade geldi. O akşam oturduk tüm
ekiple, dedik ki biz nerede yanlış yaptık? Hemen bir marka çalışması yaptık. Fransızcada
pırlanta ve değerli eşya anlamına gelen Brillant markasını kullanmaya karar verdik. Üç
gün içinde kuşaklarını yaptırdık, müşterilerimize iade kumaşların, güpürlerin hepsini
tekrar gönderdik. On top yolladığım müşteri ertesi gün bana yüz top sipariş verdi.
O gün anladım ki markalaşma olmadan gerçekten hiçbir ürettiğiniz malın bir anlamı
yok.”
Hüseyin Özdilek: “Türkiye’nin toplam havlu üretimi 60.000 ton. Ama bakıyorsunuz
Çin’de 60.000 ton üreten havlu fabrikaları yapıldı. Hindistan’da 30.000 ton üreten havlu
fabrikaları yapıldı. Tabi dünya değişiyor. Dünya değişirken de mukayeseli üstünlükler
teorisine göre ülkenizin üstünlüğünü tespit edeceksiniz ona göre üretim yapacaksınız.
Türkiye dünyanın ilk on tekstil üreticisinden birisidir. Daha iyi noktaya gelmemesi için
hiçbir neden yoktur. Katma değeri daha fazla artırmalıyız. Bunu şu anda İtalya yapıyor.
İtalya, bir birime ürettiğini beş birime satıyor. Biz bir birime ürettiğimizi, iki birime
zor satıyoruz. Dolayısıyla bunun katma değerinin artabilmesi tasarımın gelişmesi,
markaların çıkması, markaların dünya çapında yaygınlaşması ve oralarda mağazalar
açmasıyla mümkün.”
Erdoğan Baydemir: Çin’de her geçen gün kalite yukarı çıkıyor. Fiyatlar, girdi maliyetleri bizden daha düşük onların çünkü. Tüm hammaddeyi Çin kendisi üretiyor. İthalatı sıfır ihracatı dünyada şu an bir numara, dünyanın en büyük ihracatçısı. Çin hükümeti sektörü koruyarak sübvanse ediyor. Bu zaten bizim rekabet gücümüzü azaltıyor. Bu yüzden Türkiye’de tekstil sektörüne bizim hükümetlerin biraz daha farklı gözle bakması lazım; elektrik, doğalgaz, SGK gibi girdi maliyetlerini düşürecek bir takım çalışmalar yapması lazım, eğer bunları yapamazsak Türkiye’de tekstil sektörü uzun zaman içinde kan kaybedebilir, çünkü her geçen gün bizim maliyetlerimiz, artıyor ihracat şansımız
203
Sultanhamam’da Ticaretin Yazılmamış Kuralları
İbrahim Kaprol: “Şu anda Türkiye tam olarak tekstil tüketemiyor, tüketebilse
üretimde yeni rekorlar kırılır. Türkiye, kendine yetebilecek ekonomik durumunu aşarsa
bugünkü yurtiçindeki tekstil üretimi nüfusumuza yetmez. Hem ev tekstilinde hem de
konfeksiyonda durum böyle. Biz olması gerektiğinden çok daha az tüketiyoruz. Keşke
o günleri görsek çok daha iyi olacak.”
her gün azalıyor. Tekstil sektörü işgücü yoğun sektör, işgücü yoğun sektörde mesela bizde bir brode makinesinde on beş tane personel çalışıyor. Bizim sektörümüz işgücüne dayalı, gerçekten emek sektörü, bizdeki çalışan sayısının beş bin olmasının sebebi zaten bu. Düşündüğünüz zaman, bir grupta beş bin kişi çalışıyorsa; Türkiye’de irili ufaklı bize benzer en az üç dört bin tane sektör firması var. Buna sadece perde olarak bakmamak lazım; perdesi, döşemeliği, havlusu, ev tekstili, çeyizi… çok büyük bir işgücü var. Ev tekstil sektörü en çok işgücü barındıran sektörlerden biri. Biz şu anda knowhow’umuzu kullanarak ihracat yapıyoruz, Çin’in yapamadığı ürünleri yapıyoruz. Zaten böyle bir şey yapmasaydık şu anda gerçekten Çin’in maliyetleri bizden %40 daha aşağıda olduğu için geri duruma düşerdik. Türkiye’de bazı hammaddeleri bulamıyoruz, ülkemizde bu tip yatırımlar yapılsa o zaman Türkiye’den alırız, biz de rekabetçi oluruz.”
Türk tekstil ürünleri
204
Mustafa Erdebil: “Bugün gördüğümüz tekstil fabrikatörleri büyük çoğunlukla Sultanhamam okulunda yetişmişlerdir. Sultanhamam bir üniversitedir. Üniversitedir ama üniversitenin hocaları vardır. Her üniversitenin rektörü var, hocaları var, dekanları var. O zaman da Sultanhamam’da tüccarlar var. Tüccarlık mühendislik gibi, hâkimlik gibi, avukatlık gibi, doktorluk gibi bir meslektir. Tıp okur doktor olur, hendese okur mühendis olur. Esnaf da tüccar olmak için Sultanhamam’da ticaret okur. Nasıl okur? Babam yaşındaki veya emsal tüccarların yanında çalışır, eğitim alır. Orada müşteriye nasıl hitap edildiğini görür. Nasıl mal servis edildiğini görür ve müşteriye birinci kalite malın iyi olduğunu, ikinci kalite malın fiyatının ucuz olduğunu ama içinde şu tür sakatlıkların çıkabileceğini söyler. Yani Sultanhamam gerçekten bir ekoldür. Bugün her ne kadar eski halini kaybetmişse de artık tarihsel bir konu olarak işte böyle röportajlara konu olmaktadır.”
205
SON SÖZSultanhamam, Sirkeci ile Mahmutpaşa arasındaki bir bölgenin adı.Sokaklarında binlerce yıllık tarihi barındıran, Rumları, Ermenileri, Yahudileri, Anadolu esnafını, üreticiyi, tüccarı, müşteriyi uyumla bir araya getiren, çevresinde Kapalıçarşı ve Mahmutpaşa’nın da varlığıyla sadece İstanbul’un değil, Türk ekonomisinin kültür ve ticaretin çok önemli ve değerli bölgesi. Türk tekstilinin doğduğu yer. Türk tekstilinin temellerinin atıldığı, harcının karıldığı, tuğlasının örüldüğü çıkış noktası. Çok uzun yıllar Türkiye’nin tekstil merkezi olarak ün yapmış, adına bir belgesel ve kitap hazırlanmamızın şart olduğu fikrini bizde uyandıran, tekstil tarihimizin odak noktası.Türk ev tekstiline yön vermiş ve şimdilerde de bu özelliği taşıyan pek çok sanayici, buranın tozunu yutmuş, rahle – i tedrisinden geçmiş. Ömür boyu eğitim veren bu üniversitenin öğrencisi olmuşlar. Tedrisatı çok yaygın, hocaları pek çok konuda eğitim veriyor, almayı bilenlere… Ama öncelikle hayat dersinden başlanırmış eğitime. Şimdinin ünlü pek çok sanayicisi, gençliklerinin geçtiği Sultanhamam’ı, orada yaşananları ve o güzel atmosferi özlüyorlar. “Sultanhamam’da görüp, öğrendiklerimizi tatbik ederek fabrikalar kurduk” diyorlar övünçle.“Sultanhamam”’ın tarihsel geçmişi, bu kitabın giriş bölümünde, kronolojik bir sıralamayla ve geniş bir anlatımla sizlere aktarılmaya çalışıldı. Değişik dönemlerde bölgenin gelişimi, önemi, hanları, sokakları bilgi dağarcığımızda bulunsun istedik. Bu coğrafyada, daha önceki dönemlerde nerelerde, kimler yaşamış, neler yapmış, kısaca yer verdik.Ancak; Sultanhamam kitabının ve belgeselinin yapılmasının temel nedeni bu değildi. Tabii ki bu bilgiler, kitabımızı ve bilgi dağarcığımızı zenginleştirecek unsurlar. Böyle bir yapıt da da bulunması gerekli olan önemli bir bölüm.Ama bizim yola çıkış amacımız çok daha farklı. Bir dönemin ticaret kültürünü, etik anlayışını, gelecek kuşaklara aktarabilmek.Her metrekaresinde, geçmişten günümüze biriken, milyonlarca insanın ayak izleri bulunan Sultanhamam’ın, sadece kumaş değil, tarih kokan sokaklarında gezinip, yazılı olmayan tarihi yazılı hale getirmek. Kısaca, geçmişin değerlerini geleceğe taşımak istedik.İş yaşamına atılacaklar için bir okul niteliği taşıyordu. Her gelen çırağı (işe yeni başlayan kişi isterse bir patron çocuğu olsun) eğitimine alan Sultanhamam hocaları, bölgedeki tüm insanları kendi çalışanı olarak düşünür, insana yapılan yatırımın geleceğe yapılan yatırım olduğunu bilirlerdi.. Bu günün deyişiyle Sultanhamam, gençlere, pazarlama yöntemlerini, müşteri ve insan ilişkilerini öğretirmiş. Doğru bir nesil kazanmak, kendilerine ve insanlığa yararlı kaynak hazırlamak için. “ İleride rakibim olur bunun önünü keseyim” diye bakılmaz, aksine onların daha iyi yetişebilmeleri için bildiklerini öğretirlermiş. Önlerini açar, yeterince iş öğrendiklerine inandıklarında, onlara ellerinden geldiğince yardımcı olur, iş kurarlarmış.Türkiye’nin her yerinden gelen tekstil tüccarı ve müşteriyi ağırlayan bölge esnafı “insan sarrafı” olarak da bilinirdi. Bu gün müşteri memnuniyeti dediğimiz kavram, o zamanlar en üst noktada karşılığını bulmuş.
206
Müşteri önemsenir, gereken saygı sonuna kadar gösterilirmiş. Müşteri muhakkak ceketin önü iliklenerek kapıda karşılanır, uğurlanırken de kapıya kadar yolcu edilirmiş. Tabii, aynı sevgi ve saygı, müşteriden de görülürmüş.Müşterinin de aynı şekilde sözü sözmüş. Evrak yok, söz varmış. Söz ağızdan nasıl çıkmışsa, aynen uygulanırmış. Malın fiyatı indi, çıktı, hiçbir şekilde söz değişmezmiş. Şayet mal satıldıktan birkaç gün içinde malın fiyatı düşmüşse müşteriye söylenir ve yararlandırılırmış.Dürüstlük ve doğruluk o dönemin olmazsa olmazı. Dürüst olmayan tüccarın o piyasada yaşama şansı yok. Sistem hemen eliyormuş. Zaten Sultanhamam’ın tozunu yutan bir kişinin, başka türlü davranması da pek mümkün değil. Müşteri aldatılmaz, malda hata varsa açıkça söylenirmiş.Müşteri ile satıcının ilişkileri dürüstlük – doğruluk temeline dayandığı içinde, uzun süreli olurmuş. Orada söz alınır söz satılırmış, evrak yok, söz varmış. Ağızdan çıkan sözün dönüşü olmazmış.İş yeri sabah erkenden açılır, akşamda iş bitmeden kapatılmazdı. Çok çalışılırdı. Müşteri geldiğinde, babasının romatizmasından, çocukların okul durumuna kadar sohbet edilir, bir müşteri gibi değil, dost gibi ilgi gösterilirdi. Hal hatır sorulur, karnı açsa muhakkak yemek yedirilirdi.O yıllar yokluk yılları idi, Her şeyde tasarruf yapılırdı. Paranın tasarrufla kazanılacağı bilinci en önemli öğrenimleriydi.Borca sadakat, pratik ticari zeka, kaliteli ürün satma gibi özellikler Sultanhamam esnafı ile bütünleşmiş değerler.Tüccarlığı meslekten öte, kişiliğe yapışmış bir sıfat olarak benimsendiği yıllarmış, o yıllar. Hal elbisesi olarak vücuda giyilen bu sıfatın, pek çok niteliği kendinde barındırdığı kabul edilirmiş.Tüccar biraz hakim, biraz kadı ve hatta o zamanlar birazda imam olmalıydı. Çünkü Anadolu’dan gelen müşteri, dini, hukuki her konuda onlarla konuşur, danışırmış.Sultanhamam esnafı arasında sorun olduğunda, hiçbir zaman mahkemeye gidilmezmiş. Hemen büyüklerden oluşan bir hakem heyeti kurulur, taraflar anlaşmazlığa konu olan sorunu anlatırlarmış. Hakem heyeti kararını verir ve alınan kararın yaptırımı neyse, hemen uygulanırmış. Hiçbir şekilde itiraz olmazmış.Müşterileri Sultanhamam tüccarına öyle güvenirmiş ki, İstanbul’a geldiğinde parasını taşımaz, onların kasalarına emanet edermiş. Para orada uzun süreli kalır, gerektiğinde oradan alınıp harcanırmış. Sultanhamam esnafı dayanışmanın sembolüydü.. Zor durumdaki bir müşterisi ondan yardım istemişse devreye girer, borçlularını bir araya getirir, borç taksitlendirilir, gerekirse mal takviyesi yapılırmış. Dürüst olan hiçbir müşteri yalnız bırakılmazmış.Sıkıntıda olan biri için birleşilir, sorun çözülür ama bunu hiç kimse duymazmış, Yardımlaşma alanı mağdur, vereni mağrur etmeden yapılırmış. O dönemlerde menfaat ikinci plandaymış. Tüccar, özüne sözüne güvenilen kimseye denirmiş.
207
O dönemin tüccar tanımı, içinde kaliteyi barındırırmış. Davranışta, giyimde, özünde ve sözünde kalite. Takım elbisesiz manifaturacı olmazmış. ( Bakınız manifaturacı heykeli ) ılların kazandırdığı deneyimle daha da ustalaşan büyükler, sözü sohbeti dinlenir insanlarmış. Ağzını açtığında, yılların birikimi ile kalıbına yakışan, zevkle dinlenen sohbetleri olurmuş. Ustalaştıkça bilgeleşir, küçüğüne sevgisini, büyüğüne saygısını eksik etmezmiş. Tıpkı buğday başağı gibi, olgunlaştıkça başını eğmeleri ve tevazu sahibi olmaları, hayranlıkla anlatılır. Yaşı 70’in üzerindeki Sultanhamamlılar, “Ticareti onlardan öğrendik. Onlar bizim rehberimiz, öğretmenimizdi” diyerek gayrimüslim esnafı yad ederler. Sultanhamam’da Müslümanı, gayrimüslimi, Ermenisi, Yahudisi herkes bir aile gibiymiş. Din, dil farkı gözetilmezmiş. Sultanhamam esnafı geleneklere bağlıymış. Her kes birbirinin bayramını bilir, kutlarmış. Düğünlerde, acı, tatlı günde, tam bir dayanışma ile bütünleşilirmiş. Küçüğün büyüğe saygısı, büyüğün küçüğe sevgi ve koruması varmış. Komşu hastalandığında bilinir, yalnız bırakılmazmış. Sultanhamamı, Türkiye Ev Tekstili Sanayici ve İşadamları Derneği ( TETSİAD’ın ) girişimiyle belgesel yapıldı ve kitaplaştırıldı. Türkiye’de ‘manifaturacı tüccar kültürünün’ doğduğu yer olarak kabul edilen Sultanhamamı, gelecek kuşaklara bir belge olarak bırakılmayı amaçladık.
Sultanhamam Belgesel ve kitabı, pek çok duayenin anlatımları ve titiz bir araştırma sonucunda hayat buldu.Bizler bu belgesel ve kitapta, bir bölgeyi değil; yüzyıllar boyunca biriktirilen yaşanmışlığın harmanlanmasıyla oluşturulmuş; bir ticari kültürü, etik değerleri, insanların bir birine saygısını ve güvenini, dayanışmayı anlatmak istedik. Paraya değil söze dayanan ilişkiler yumağını, kısaca Sultanhamam esnaflığını anlatmak istedik. İstedik ki bize bu günleri hazırlayan büyüklerimizin izleri geleceğe taşınsın. Onların yarattığı değerler hiç kaybolmasın. Gelecek kuşakların ticaret yaşamı, bu bilgiyle bezensin. Tek ve öncelikli amacın para kazanmak olmadığını bilsinler. Önce insan, gönül ve güven kazanarak alınan yolun, en güvenli ticari yol olduğunu bilinçlerine yerleştirsinler istedik.En önemlisi ‘gerçek bir ticaret erbabı’ ve ‘gerçek bir insan’ olmanın kurallarını verebilmek istedik. Tekstilci olsun olmasın; Sultanhamamı’nda çalışmış olsun olmasın, 7’den 77’ye herkes bu iki güzel eser de kendinden bir şey bulsun, ama daha da önemlisi her dakikasında ya da çevrilen her sayfasında yeni bir şey öğrenebilsin istedik.Gelecekte de, ticarette tek amacın para kazanmak olmadığı, bu amacın yanında, daha pek çok değer olduğu ve onlar korunarak da ticaret yapılabileceğini, hatta etik değerlerin para kazanmanın da önüne geçebileceğini anlatabilmek istedik.
208
Sultanhamam’da ticaretin kuralları kağıt üzerine değil, akıllara, vicdanlara yazılıydı. Bizde;akıllarda, vicdanlarda iz bırakmak istedik.İstedik ki gelecek kuşaklar, geçmişte yaşanmışlıkları ve bu kitapta anlatılan etik değerleri özümsesinler. 1991 yılında bir toptancı dostumuzun hastalanması ve onun tedavisine ön ayak olmak amacıyla bir araya gelen 11 tüccarın oluşturduğu bir grup Sultanhamamlı girişimci bir dernek kurmaya karar verdiler. Ev tekstili üreten ve satan girişimcilerin kurduğu Toptan Mefruşatçılar Derneği, sonra isim değiştirerek, Ev Tekstili Sanayici ve İşadamları Derneği, kısaca EVSİAD adını aldı. Ne yazık ki o değerli dostumuzu kurtaramadık, nur içinde yatsın. Ama o birliktelikten, bu gün bin üyeden oluşan, Türkiye Ev Tekstili Sanayicileri ve İşadamları derneği ( TETSİAD ) adında, çok güçlü bir çatı örgütüne ulaştık. Türkiye Ev Tekstili Sanayicileri ve İşadamları Derneği, TETSİAD; Türkiye’de ev tekstilini ilgilendiren konuların hep merkezinde duruyor. Sektörü iç ve dış pazarlara tanıtıyor, uluslararası fuarlar düzenliyor, yayınlar yapıyor. Kısaca Sektörün problemlerine çözüm yolları üretmeye çalışıyor. Ama asıl önemli olan, pek çok sektörde, gittikçe zayıflayan meslek içi bağları kuvvetlendirip, sektörel dayanışma sağlamayı amaçlıyor.Bu kitap gibi, köklerinin saklı durduğu Sultanhamam’la ilgili çalışmalara da destek vererek aslında kendi tarihine, benliğine sahip çıkıyor. Bu kitapta sizlerle paylaşılan yaşanmışlıklar, derneğimize çok önemli bir görev daha yükledi. Böylesine bir geçmiş, yılların birikimlerinden süzülerek oluşmuş kurallara sahip olan bir iş kolu, o yaşanmışlıkları unutmamalı. Her ne kadar, bu günün gerçekleri dünden daha farklı olsa da, güzel geçmişimizi bilerek, geleceğe taşıyabileceğimiz pek çok davranış modeli olabileceğini düşündük. Bu gün ve gelecek kuşaklar için, önce geçmişi anlatmalıyız diye düşündük. Belki aklımızın bir tarafında yer eder düşüncesiyle! O yasaları da göz önünde bulundurup, bu günün gerçekleri ile bütünleştirelim ve dernek üyelerimizin uymakla yükümlü oldukları kurallar bütününü oluşturalım istedik.Böylece, pek çok sektörde olmayan, çok önem verdiğimiz bir iş gerçekleşti.Genel Çalışma ilkeleri ve meslek etik kurallarıArtık sektör mensuplarımızın uyması gereken etik kurallar var. Biz, Ev Tekstili ailesi, bütünlüğümüzü korumak, geleceğe daha güçlü yürümek istiyorsak, farklı olmalıyız. Kurallarımız olmalı. Meslek etiğinin önceliklerine değer vermeliyiz.Bir gün, geçmişimizin övündüğümüz tüm özelliklerini ve güzelliklerini, torunlarımızdagörebilmek umuduyla.
Haşim BÜYÜKBALCITETSİAD Genel Koordinatörü
209
EKTürkiye Ev Tekstili Sanayicileri ve İşadamları Derneği Üyelerinin
Uymakla Yükümlü OlduklarıGenel Çalışma İlkeleri ve Meslek Etik Kuralları
GİRİŞ
Türkiye Ev Tekstili Sanayici ve İşadamları Derneği ( TETSİAD ) Ev Tekstili sektöründe faaliyet gösteren, Ev Tekstili Sanayici ve İşadamlarının; kazanç paylaşımı dışında ve mevzuat çerçevesinde; ortak ekonomik, sosyal hak ve menfaatlerin korumak, geliştirmek, üyeler arasında karşılıklı yardımlaşmanın temini ile üyelerin verimli ve organize çalışmaları amacıyla, girişimde bulunur. Sektörel dayanışmayı en üst düzeye çıkartmak, ulusal ve uluslararası hukuk sisteminin temel ilkeleri doğrultusunda, Türkiye’nin genel ekonomik ve sosyal kalkınmasına katkıda bulunarak, Ev Tekstili Sektörünün gelişimini, rekabet gücünü uluslararası platformda arttırmak amacı ile faaliyetlerini sürdürmeyi amaçlar.TETSİAD ülkemizdeki ve yurt dışındaki; tüm özel / kamu kurum, kuruluşları ve sivil toplum örgütleri, mesleki kuruluşlar ile işbirliği imkânlarını sürdürmek için her türlü resmi girişimlerde bulunmayı hedefler.TETSİAD’ın temel misyonu, Türkiye’de Ev Tekstili sektörünün gelişimini ve etkinliğini sağlamak, uluslar arası piyasalarda gücünü ve bilinirliliğini arttırmak, imajını güçlendirmektir. Derneğimiz; tüm sektörü çatısı altında toplayan, önder ve örnek bir kuruluş olarak çalışmalarını sürdürmek, birliğimizi güçlendirmek amacıyla kurulmuştur. Bu temel yaklaşım içinde TETSİAD ve üyeleri, çalışmalarında günümüz iş dünyasında benimsenmiş bulunan, serbest rekabet düzeninin işletilmesi bakımından yol gösterici nitelikte olan kişisel ve kurumsal davranış, kural ve standartlarını ortaya koymak, uymak ve uygulamak zorundadır.Derneğimizin tüm üyeleri ve bundan böyle üye olacak kurum ve kişiler, sağlıklı bir sektörel iş ilişkisi oluşturmak ve en iyi uygulamaları mümkün kılmak için, aşağıdaki genel çalışma ilkelerine ve meslek etik kurallarına uymayı kabul ve taahhüt ederler. Bu temel belge; gücünü, gönüllü katılım taahhüdünden alır. Derneğimiz tüm üyeleri, sektörümüzün her geçen gün daha iyiye gitmesi için, attıkları her doğru adımın değerini çok iyi bilir ve daha verimli bir iş ortamında çalışabilmek için maksimum çabayı gösterirler. Üyelerimiz sektörlerine ve derneklerine gönülden bağlıdır. Bu anlayış çerçevesinde, bu belgede yer alan ilke ve kuralların kabulü ve gönüllü uygulanması, her türlü denetim ve yaptırımın üzerindedir.TETSİAD üyeleri, yurt içi ve yurt dışında iş yaptığı kişi ve kuruluşlara, içinde bulunduğu topluma, müşterilerine, tedarikçilerine, ortaklarına ve çalışanlarına karşı tüm eylem ve işlemlerinde, aşağıda belirlenen Genel Çalışma İlkelerine ve Meslek Etik Kurallarına uygun tutum ve davranış içinde olurlar. Bu ilkelerin yaygınlaşarak benimsenmesinde gönüllü görev üstlenirler. Böylece örnek bireyler ve kurumlar olmaya özen gösterirler.Bu gönüllü benimseyişe uyum gösteremeyen ve kuralları bozarak, sektörel bütünlüğümüze
210
zarar veren kişi ve kurumlar, önce dernek yönetim kurulumuzca uyarılırlar. Uyarıya rağmen, olumlu yönde gelişmeler gözlenmemesi durumunda, dernek tüzüğümüzün ve yasaların, kurumumuza tanıdığı tüm haklar kullanılarak, gerekli işlemler başlatılır. Serbest rekabetin işlemesini sağlayan ve evrensel kabul gören kurallara uyumlu olduğu düşünülen; Genel Çalışma ilkeleri ve Meslek Etik Kurallarını aşağıdaki gibi tanımlanmıştır.TEMEL AMAÇLAR1) TETSİAD üyeleri ve üye kuruluşlar, tutum ve davranışlarında kişisel bütünlüğün ve tutarlılığın standartlarını belirleyici rol oynayarak, örnek olurlar.2) Sektörün ilişki kurduğu ve hizmet aldığı tüm kurum ve kişiler karşısında, sektörel güvenirliliğimizin ve saygının arttırılmasına katkıda bulunurlar.3) TETSİAD üyeleri ve üye kuruluşlar, mesleklerini icra ederken, aldıkları kişisel kararlar ve tüm faaliyetlerinde, sektörel sorumluluğun bilincinde hareket ederler. Mesleğin güvenirliliğini ve değerini arttırıcı etkinliklere öncülük ederler. Yasalara ve etik değerlere uygun hareket eder, meslek etiğinin oluşumunu ve gelişimini desteklerler. 4) İş yaşamında karşılıklı güven ilkesinin yerleşip gelişmesine katkıda bulunurlar.5) İş ahlakına uymayan tutum ve davranışları önlerler. 6) Ev Tekstil sektöründe, sektörel iş ahlakını savunarak, genel çalışma ilkeleri çerçevesinde, zaman içinde oluşturmuş ve çoğunluk tarafından kabul görmüş sektörel davranış modeline uyumlu davranarak, yerleşmesine ve iyileşmesine çaba gösterirler. 7) İş ahlakına uymanın, ülkemiz ve sektör kaynaklarının etkin ve verimli bir şekilde kullanılmasına katkı sağlayacağı bilincini yayar ve yaygınlaştırırlar.8) TETSİAD Üyeleri ve üye kuruluşlar, kanunlara ve Meslek Etik kurallarına uymayan meslektaşlarıyla, bilerek herhangi bir iş sorumluluğunu paylaşmazlar.9) TETSİAD üyeleri ve üye kuruluşlar; kalite ve çevre bilinci ile hareket ederler. Etik bilincinin ve kalite anlayışının, toplumun tüm katmanlarında yaygınlaşması için gayret gösterirler.10) TETSİAD Üyeleri ve üye kuruluşları, adildir ve mesleki sorumluluklarını yerine getirirken, diğer meslektaşlarının, iş ortaklarının ve toplumun tüm kesimlerinin haklarına saygı duyarlar.11) TETSİAD üyeleri ve üye kuruluşlar; TETSİAD’ın olumlu gelişimine ve her platformda prestijinin arttırılmasına katkıda bulunur. GENEL İLKELER A. DÜRÜSTLÜK TETSİAD üyeleri ve üye kuruluşlar, iş yaşamında onurlu ve dürüst davranış kurallarına bağlı kalırlar. Bu anlamda:1) Ticari faaliyetleri, sundukları hizmet ve ürünleri ile başkalarına ve sektöre bilerek zarar
211
vermezler. TETSİAD üyeleri, mesleğine, etik dışı davranışları sokmaz, çıkarları için bu yola başvurmaz.2) Saklı tutulması gereken hiçbir bilgiyi çıkarları için kullanmazlar. 3) Şirketleri, yan kuruluşları, iştirakleri ve / veya yönetiminde bulundukları şirket veya kuruluşlarının faaliyetleri ile ilgili olarak, başka kişi ve kuruluşlara, bağımsız karar verme yeteneğini etkileyebilecek çıkarlar sağlamazlar. 4) Kendilerinin, başkalarının ticari ve mali durumu hakkında yanıltıcı açıklama ve tanıtım yaparak aldatıcı davranışlarda bulunmazlar. 5) TETSİAD üyeleri ve üye kuruluşlar, hizmet ya da ürünlerini adil ve doğru bir şekilde sunar. Kötü niyetle hareket ederek meslektaşlarına müşterilerine ya da sektördeki diğer paydaşlarına sorun yaratmazlar. Maddi ve/ veya manevi zarara uğratmazlar.6) Ev Tekstili sektöründe ürettikleri ürün ve hizmetlerin sorumluluğunu taşırlar, bu ürün ve hizmetlerinde kusurları varsa; üretilmesinden, satılmasından, kullanılmasından kaynaklanan zararların giderilmesi için gereğini yapmaktan kaçınmazlar.7) Yaptıkları üretim ve / veya sattıkları ürünlerle, diğer meslektaşlarının haklarına zarar vermeyecekleri gibi, meslektaşlarının yasa ve meslek etik kuralları ile belirlenmiş haklarını üçüncü kişilere karşıda korurlar, zarar verilmesine engel olurlar. Diğer üye ve paydaşların, fikri mülkiyet haklarına saygı gösterirler. Sektörün en önemli temel değerlerinden olan yaratıcı tasarım hakkına, zarar verici davranışlardan kaçınırlar. 8) Diğer üye ve kuruluşlarda çalışmakta olan personel ile kendi kurumuna çıkar sağlayacak şekilde, hiçbir ilişki içinde bulunmazlar. Başka iş yerinde çalışan personeli ayartıcı etik dışı davranış sergileyemez.9) TETSİAD üyeleri ve üye kuruluşlar, sektörün diğer paydaşları ile olan tüm ilişkilerinde doğru, şeffaf olur, hüsnüniyet kaidelerine riayet eder, basiretli bir tüccar gibi davranırlar10) Verdikleri sözleri tutar ve tüm taahhütlerini yerine getirirler.11) Sektöre ve mesleğe ait olumlu düşüncelerini; sözlerine ve davranışlarına yansıtırlar.12) Baskılar karşısında ve zorda bile olsalar; kişisel bütünlülüklerini ve tutarlılıklarını korurlar.B. HUKUK DÜZENİNE SAYGI TETSİAD üyeleri ve kuruluşları, tüm faaliyetlerinde ulusal ve evrensel hukuk normlarına saygılı olmak zorundadırlar. Bu kapsamda:1) Yasaların öngördüğü yönetimsel ve denetimsel tüm yükümlülüklerini yerine getirirler. 2) Doğru olmayan, sahte ya da yanlış kayıt tutmaz, yetkili mercilere yanıltıcı bilgi vermezler. 3) Yasa dışı suç oluşturacak faaliyetlere girmezler. İş yaşamında iş ve toplum ahlakının onaylamayacağı yol ve yöntemlere başvurmazlar.4) TETSİAD üyeleri ve kuruluşları; meslektaşlarının yetenek, performans ya da mesleki yetileri
212
hakkında yanıltıcı yorumlar yapmaz, bilgi yaymaz ve kötü niyetle hareket etmez.5) Başka bir üyenin Meslek Etik Kurallarına uygunluğu sağlayamadığını bilen ya da durumun böyle olduğuna inanmak için makul gerekçeleri olan bir üye söz konusu bilgileri Dernek yönetimiyle paylaşmak zorundadır. 6) Yasaları ve uluslararası benimsenmiş dürüstlük ilkelerini saptırarak haksız rekabet doğuracak çalışmaların içine girmezler. Özellikle Fikri ve Sınai Hakların korunması, Endüstriyel Tasarımların korunması ve daha pek çok yasa ile teminat altına alınmış alanlarda hassasiyet gösterirler. Ürün ve desen taklidi başta olmak üzere, hiçbir yasa dışı uygulamaya tenezzül etmeyecekleri gibi, bu tip etik dışı davranış sergileyen kişi ve kuruluşları, bu hatadan dönmeleri için uyarırlar. Başkalarının emek ve bilgisine saygı gösterir, onların haklarını, en az kendi çıkarları kadar korurlar. Yasalar çerçevesinde bedelini ödemedikleri ya da üretmedikleri hiç bir bilgiyi kullanmazlar. Hiç bir kişi ve kuruluşun haklarına bilerek tecavüz etmezler, böyle bir hatayı bilmeden yapmışlar ise derhal bu yanlıştan dönerek, zarara uğrayan tarafın kaybını tazmin ederler. C. SEKTÖREL ÇALIŞMA ORTAMI VE ÇALIŞANLAR 1) Çalışanları ile olan ilişkilerinde, dürüstlük, eşitlik, güvenli ve sağlıklı bir çalışma ortamı sağlama, kişiliklerine saygı duyma, yasalara aykırı işlem yapmaya zorlamama, kişisel gelişimlerine katkıda bulunma temel ilkelerine uyarlar, 2) Üye kişi ve kuruluşlar, çalışanların hakları ile ilgili olarak ırk, renk, din, siyasi düşünce, felsefi inanç, mezhep, yaş ve bedensel engeller ve cinsiyete dayanan bir ayrıcalık yapmazlar, fırsat eşitliği sağlayan tüm yasa ve yasal düzenlemelere bağlı kalırlar. 3) Üyelerimizin her biri, diğer üyelerle; sağlıklı bir iletişim kurmak için gayret sarf eder, mesleki sır olmayan bilgileri paylaşarak sektörü geliştirmek adına dayanışma içinde hareket ederler.4) Çalışanlar ile ilgili bütün kişisel bilgilerin güvenlik içinde korunmasını ve gizli kalmasını sağlarlar. 5) Çalışanları, mesleki gelişmelerine katkı sağlayacak bilgi ve becerileri edinmeleri için teşvik ederler. 6) Yasaların ve rekabetin getirdiği kısıtlamalara uymak kaydı ile şirketin geleceğine ilişkin karar ve bilgileri paylaşırlar. 7) Çalışanların tavsiye, görüş ve şikâyetlerinin dinlendiği ve değerlendirildiği kurumsal çalışmalar yaparlar. 8) Meslek geleneklerinin gelişmesine, uygulanmasına ve yaygınlaşmasına katkıda bulunurlar. Yazılı olmayan geleneksel iş ve ahlak kurallarının da yurt genelinde yayılması ve anlaşılması için yardımcı olurlar.
213
D. EKONOMİK VE TİCARİ YAPILANMA, BİLGİ EDİNME, KULLANMA, SAKLAMA TETSİAD üyeleri ve kuruluşları iş ilişkileri ve görevleri çerçevesinde bilgiyi elde tutma, kullanma ve saklama konusunda şeffaflık ve dürüstlük ilkelerine özen gösterirler. Bu çerçevede yasalara ve rekabet güçlerine tehlikeye sokmama koşuluna uygun olarak; 1) TETSİAD üyesi kişi ve kuruluşlar, üyesi oldukları diğer kurum ve örgütler hakkında, TETSİAD’a tam ve doğru bilgi verirler. 2) Müşteri veya iş ortaklarının iznini ve onayını almadıkça ya da yasal bir zorunluluk bulunmadıkça, saklı tutulması gereken bilgileri korumak zorundadırlar. Bu tür bilgilerin amaç dışı ve haksız kullanılmasından sorumludurlar. 3) İş ve toplum ahlakının onaylamayacağı yol ve yöntemlere başvurarak iş ile ilgili sır ya da gizli bilgi elde etmeye yeltenmezler. 4) TETSİAD üyesi olarak; kanun ve hukuk çerçevesinde, Türk çalışma hayatının Genel temayülleri ve uygulamalarına uymakla yükümlüdürler. Bu çerçevede üyelerimiz kayıtlı ekonomik faaliyetler içinde bulunmak zorundadırlar. Ayrıca kuruluşunun, kanuni ve yasal her türlü zorunlulukları yerine getirme yükümlülüğünü taşımaktadırlar. Bu bağlamda; vergi, SSK borcu, kaçak işçi çalıştırmama, belirlenmiş sektörel kalite ve çevre standartları içinde üretim yapmak ilkeleri çerçevesinde faaliyet gösterirler. E. ÇEVRE TETSİAD üyesi kişi ve kuruluşlar, faaliyetleri nedeniyle; doğanın, kültürel ve tarihi dokunun zarar görmemesine özen gösterirler. İnsan ve hayvan haklarına özen gösterirler. Çalışmalarında, doğaya, insana, çevreye zarar veren madde kullanamazlar ve bu tip üretim yapamazlar. İnsan sağlığı ve Çevreyle ilgili bütün yasal düzenlemelere uyarlar.UYGULAMABu kurallar dizisinin yürürlüğe girmesiyle, Derneğimizin kayıtlı tüm üyeleri ve bundan böyle üye olacak kurum ve kişiler, Yönetim Kurulunca saptanmış olan ve yukarıda belirtilen Genel Çalışma İlkeleri ve Meslek Etik Kuralları’na uymayı taahhüt ederler. Bu ilke ve kurallara aykırı davranan üyeler hakkında, doğrudan Yönetim Kurulu takdiri veya üyelerimizden herhangi birinin başvurusu ile soruşturma açılır. Yönetim Kurulu; yaptığı inceleme sonucunda, oluşan suçun niteliğine göre, dernekler kanunu ve dernek tüzüğümüzün tanıdığı yetkiler doğrultusunda, üyelikten çıkartma ve derneğimizin organizasyonunu yaptığı tüm etkinliklerden yararlandırmamayı da kapsayan, uygun olan cezayı verir ve uygular.
214
KAYNAKÇADünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbulİstanbul Ansiklopedisiİstanbul Kültür ve Sanat Ansiklopedisi, Tercüman Yayınları, İstanbul 1982TDV İslam Ansiklopedisi, c. 4, 6, 16, 18, 23, 27, 28, 33Bakır, Prof. Abdülhalik, Ortaçağ İslam Dünyasında Tekstil Sanayii Giyim-Kuşam Ve Moda, Bizim Büro Basımevi, 2005Balıkhane Nazırı Ali Rıza Bey, Eski Zamanlarda İstanbul Hayatı, Haz: Ali Şükrü Çoruk, Kitabevi, İstanbul 2011Belge, Murat, İstanbul Gezi Rehberi, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul 1995Çalık, Sıddık (Haz.), 1894 Yılında İstanbul’da Meydana Gelen Büyük Depreme Ait Anonim Bir Günlük, Üsküdar Belediye Başkanlığı Yay.Çandırcı, Prof. Musa, Tanzimat Döneminde Anadolu Kentlerinin Sosyal Ve Ekonomik Yapıları, Türk Tarih Kurumu Basımevi, 1991Dölen, Prof. Emre, Tekstil Tarihi, Marmara Üni. Teknik Eğitim Fakültesi Yayınları, 1992Drakoulis, Dimitris P., “The Functional Organization of Early Byzantine Constantinople, Accordong to the Notitia Urbis Constantinopolitanae”, Openness- Studies in Honor of Vasiliki Papoulai, Vanias Publishing House, Selanik, 2012Fidan, Mehmet Sadettin, Geçmişten Günümüze İstanbul Hanları, İTO Yay., İstanbul 2009Genç, Mehmet-Mazak, Mehmet, İstanbul Depremleri, Fotoğraf ve Belgelerde 1894 Depremi, İGDAŞ Yay., İstanbul 2001Hürel, Haldun, İstanbul’u Geziyorum Gözlerim Açık, Dharma Yay., İstanbul 2005Işın, Ekrem, İstanbul’da Gündelik Hayat, YKY, İstanbul 2001İnalcık, Halil, Osmanlı İmparatorluğu Toplum Ve Ekonomi, Eren Yayınevi, 2009__________, Osmanlı İmparatorluğunun Ekonomik Ve Sosyal Tarihi Cilt 1-2, Eren Yayınevi, 2000İnciciyan, P.Ğ., 18. Asırda İstanbul, çev: Hrand D. Andreasyan, İstanbul Fetih Cemiyeti Yayınları, İstanbul 1976Kömürciyan, Eremya Çelebi, İstanbul Tarihi – 17. Asırda İstanbul, çev: Hrand D. Andreasyan, Haz: Kevork Pamukciyan, Eren Yayıncılık, İstanbul 1988Kuban, Doğan, İstanbul, Bir Kent Tarihi, İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul 2011Leemans, W.F., Foreign Trade In The Old Babylonian Period, Leiden 1960Mansel, Philip, Konstantiniyye, Dünyanın Arzuladığı Şehir 1453-1924, Everest Yay., İstanbul 2011
215
Mantran, Robert, İstanbul Tarihi, İletişim Yay., İstanbul 2002_____________, 17. Yüzyılın İkinci Yarısında İstanbul c. 1-2, çev: Mehmet Ali Kılıçbay-Enver Özcan, TTK, Ankara 1990 Mazlum, Deniz, 1766 İstanbul Depremi Belgeler Işığında Yapı Onarımları, İAE Yay., İstanbul 2011Müller-Wiener, Wolfgang, İstanbul’un Tarihsel Topografyası, çev: Ülker Sayın, YKY, İstanbul 2002Pamuk, Prof. Şevket, Osmanlı – Türkiye İktisadi Tarihi 1500 – 1914, Gerçek Yayınevi, 1993Pamukciyan, Kevork, İstanbul Yazıları, Aras Yay., İstanbul 2002 Pinon-Demirçivi, Mathilde, “Un Exemple de Peintures Murales Dans Le Büyük Yeni Han A İstanbul”, İstanbul Araştırmaları Yıllığı, no.:1, İstanbul Araştırmaları Enstitüsü, İstanbul 2012Polanyi, Karl- Arensberg, Conrad M- Pearson, Harry W., Trade & Market In The Early Empires, GeatawaySchreiner, Prof. Dr. Peter, “12. Yy’da Eminönü’ndeki Batılı Esnafın Yerleşim Yerleri Üzerinde Yeni Bulgular”, 1. Uluslararası Eminönü Sempozyumu Tebliğler Kitabı, Eminönü Belediyesi, 2006Sektör Araştırmaları Serisi No:2 Tekstil Sektörü (Pamuklu), İmkb, 1995Sektör Araştırmaları Serisi No:8 Tekstil Sektörü (Sunni -Sentetik), İmkb, 1996Son Dönem Osmanlı Kumaşları, YKY, 1996Şenyapılı, Önder, İsim İsim İstanbul, Boyut Yay., İstanbul 2008Tabakoğlu, Ahmet, İstanbul Esnaf Tarihi 1, İBB Kültür İşleri Daire Başkanlığı Yayınları, İstanbul 1997_______________, İstanbul Esnaf Tarihi 2, İBB Kültür İşleri Daire Başkanlığı Yayınları, İstanbul 1998Yalçın, Prof. Aydın, Türkiye İktisat Tarihi, Ayyıldız Matbaası, Ankara 1979Yatman, Nurettin, Türk Kumaşları, Ankara Halkevi Neşriyatı, 1969Yerasimos, Stefanos, İmparatorluklar Başkenti İstanbul, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul 2010http://buyukvalidehan.yildiz.edu.tr/http://www.cumhuriyetarsivi.com/katalog/192/sayfa/1976/1/20/5.xhtmlhttp://www.ibb.gov.tr/sites/itfaiye/workarea/Pages/istanbul_yanginlari.aspx