Sİ Kızıl Bayrak 12-39

32

description

Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak 2012-39/28 Eylül

Transcript of Sİ Kızıl Bayrak 12-39

Page 1: Sİ Kızıl Bayrak 12-39
Page 2: Sİ Kızıl Bayrak 12-39

2 * Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak

İÇİNDEKİLER

Kızıl BayrakHaftalık Sosyalist Siyasal Gazete

Yönetim Adresi:Eksen Yayıncılık Molla Şeref Mahallesi,

Simsar Sokak, No: 5, D: 3 Fatih / İstanbulTlf. No: (0212) 621 74 52

e-mail: [email protected]: http://www.kizilbayrak.org

http://www.kizilbayrak.net

Baskı: SM MatbaacılıkÇobançeşme Mh. Sanayi Cd. Altay Sk. No 10 A Blok

Yenibosna / Bahçelievler / İSTANBUL / Tel: 0 (212) 654 94 18

Sayı: 2012/06 (39) * 28 Eylül 2012Fiyatı: 1 TL

Sahibi ve Y. İşl. Md.: Tayfun AltıntaşEKSEN Basım Yayın Ltd. Şti.

Yayın türü: Süreli Yaygın

CMYK

Kızıl Bayrak’tan...Kızıl Bayrak’tan...

Kızıl Bayrak’tan... Sayı: 2012/06 (39) * 28 Eylül 2012

Alevi emekçiler baskı ve asimilasyona karşıeşitlik ve özgürlük taleplerini yükseltmek için 7Ekim'de Ankara'ya buluşmaya hazırlanıyor. Özellikleson dönemde kışkırtılan ırkçı-şoven saldırganlığa vedinci-gerici kuşatmaya karşı mücadeleyi büyütmekaçısından Alevi örgütlerinin 7 Ekim'de düzenleyeceğimerkezi Ankara mitingi önemli bir yerde duruyor.Gazetemizin bu sayısında konuyla ilgili olarakmitingin örgütleyicilerinden PSAKD’nin yöneticileriile yapılan röportajlara geniş bir yer ayırıyoruz.

Bununla birlikte sınıfa dönük saldırıların, Kürthalkını hedef alan inkar ve imha politikalarının veemperyalist savaş tehdidinin gündemde olduğu birsüreçte gerçekleşiyor olması, 7 Ekim Ankaramitingine ayrı bir önem katıyor. Sınıf devrimcileri,daha en başından itibaren bu kapsamda ele aldığı 7Ekim Ankara mitingine yönelik hazırlıklarınıhızlandırmalı, geri kalan zaman dilimini en verimlişekilde değerlendirmelidir. Süreç, emekçilerdegericiliğe ve hak gasplarına karşı biriken öfkeyiörgütleme bakışıyla örülebilmelidir.

***

9 Haziran 2009 tarihinde Haramidere'de bulunanSabra Tekstil’e bildiri dağıtımına giden devrimciişçilere özel güvenlik önce fiziki saldırıda bulunmuşardından patronun tetikçiliğini yapan Zeki Tekinsilahla iki devrimci işçiyi çeşitli yerlerindenyaralamıştı. Bunun üzerine saldırıyı protesto etmekiçin fabrikanın önüne gelen sınıf devrimcilerine bukez polis saldırmış, bu saldırı sonucunda gözaltınaalınan 4 sınıf devrimcisi tutuklanarak cezaevinekonulmuş, işçileri silahla yaralayan Zeki Tekin iseserbest bırakılmıştı. Daha o günden itibaren işlemeyebaşlayan sermaye-polis-yargı işbirliği, aradan geçen 3yılın ardından yeni bir boyut kazanmış bulunuyor.Savcılık tarafından hazırlanan iddianamede silahlısaldırıyı gerçekleştiren patron tetikçisi Zeki Tekin ilebirlikte saldırıya uğrayan devrimci işçiler de sanıksandalyesine oturtulmuş bulunuyor. Sermaye-polis-

yargı işbirliğinin çıplak bir örneği olan Sabra davasıhazırlanan iddianame ile birlikte 22 Ocak 2013’tegörülmeye başlanacak. Başta sınıf devrimcileri olmaküzere tüm devrimci ve ilerici kamuoyu buhukuksuzluğun peşini bırakmamalı ve Sabradavasının işçi sınıfı adına takipçisi olmalıdır.

***

Sınıf devrimcileri Komünist Hareket’in 25. yılıvesilesiyle gerçekleştireceği kitle etkinliklerinideklare etmiş bulunuyorlar. Belli başlı kentlerdeyapılacak olan etkinliklerin ön hazırlığını tam birseferberliğe konu edeceğini duyuran sınıfdevrimcileri, yaptıkları açıklamalarda etkinlikçalışmasını güncel politik süreçlere müdahale zeminiolarak ele alıdıklarını ifade ettiler. Bütün okurlarımızı25. yıl gündemi üzerinden başlatılan etkinlikçalışmalarına katılmaya çağırıyor, şimdiden başarılardiliyoruz.

Sosyalizm İçin

Birleşik-militan mücadeleyi büyütmek için

7 Ekim’de alanlara! . . . . . . . . . . . . . . . . 3

Bir yanda kirli savaş, bir yanda Oslo ve

“Barış” tartışmaları . . . . . . . . . . . . . . . 4-5

3 yılda hazırlanan iddianame, 3 satırdan

ibaret gerekçelendirme...... . . . . . . . . . 6-7

“Sömürücü asalakları yargılayacağımız

günler gelecek!” . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 8

AKP iktidarı iğneden ipliğe her şeye zam

yaptı . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 9

Sermaye ve uşakları, sendikal hakların

gaspında “mutabakat”a vardı… . . . . . . 10

“Kararlı bir mücadele vermeliyiz!” . . . 11

“Zalimin zulmüne direniyoruz”

kampanyası ya da DİSK’in “dostlar

alışverişte görsün” eylemleri üzerine.....12

İnsanca yaşam mücadelesini

büyütelim! . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 13

Termo Teknik örgütlenme deneyimi

ışığında… . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 14-15

PSAKD Genel Başkanı Kemal Bülbül ile

7 Ekim mitingi üzerine... . . . . . . . 16-17

Ulucanlar direnişi 13. yılında eylem ve

anmalarla selamlandı! . . . . . . . . . . . 18-19

BDSP’den etkinlik duyuruları . . . . . . . 20

Komünist hareket 25. yılını kutluyor! . 21

Zombi bankacılık salgını

Volkan Yaraşır . . . . . . . . . . . . . . . . . 22-23

Almanya’da yerel seçimler ve devrimci

politika . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 24

Yunanistan’da mültecilere yönelik

saldırılar tırmanıyor . . . . . . . . . . . . . . . 25

Dünya emekçilerinden mücadele... . . . 26

Çeyrek asrın zaman süzgecinden

payımıza düşenler…. . . . . . . . . . . . . . . 27

Dün başaramadınız,

bugün de başaramayacaksınız!. . . . . . . 28

“Parasız eğitim” zamlara kadarmış . . . 29

Tutsak sınıf devrimcisi Nihadioğlu’ ndan

HEY Tekstil işçilerine... . . . . . . . . . . . . 30

Mücadele postası . . . . . . . . . . . . . . . . . 31

KKiittaappççıı llaarrddaa.. .. ..

Page 3: Sİ Kızıl Bayrak 12-39

Kapak Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak * 3Sayı: 2012/06 (39) * 28 Eylül 2012

Eylül ayıyla birlikte Türkiye’de sosyalhareketliliğin canlandığı bir döneme daha girmişbulunuyoruz. 1 Eylül Dünya Barış Günü eylemleriylebaşlayan dönem, 4+4+4 saldırısına karşı yapılan 15Eylül gösterileriyle devam etti. Sırada Alevilereyönelik asimilasyoncu baskı politikalarına vesaldırılara karşı örgütlenecek 7 Ekim mitingi var.Temel eğitim alanındaki gerici politika veuygulamalar, doğrudan devamı olmasa bile 7 Ekim’i15 Eylül’e bağlayan asli bir gündem olarak öneçıkıyor. Yine de bu eylemleri birbirine bağlayan esassorun, işçi sınıfından kamu emekçilerine, Kürthalkından Alevilere, gençlikten emekçi kadınlara dektüm kesimleri hedefleyen çok yönlü saldırılar ve bunaeşlik eden faşist baskı ve terördür.

Sınıf ve kitle hareketi payınakayıplarla geçen bir dönem...

Dinci-gerici iktidarın halihazırda icraatlarındaciddi bir engelle karşılaşmadığı halde bu denlisaldırganlaşması esasta gelecek kaygısındanbesleniyor. Bilindiği gibi 2012 yazında düzencephesinde siyasal atmosferin hararetini yükseltengelişmelere karşın, Kürt hareketini dışta tutarsak,sosyal hareketlilik planında kayda değer bir gelişmeyaşanmadı. AKP sınırları alabildiğine zorlamasınarağmen, sınıf ve emekçi kitle hareketindeki zayıflıkolduğu gibi sürdü. Dinsel gerici koalisyonun hedefleriçerçevesinde temel eğitim alanında gündeme getirilengerici hamleler dahi uzun bir dönem cılız tepkilerlekarşılandı. Bir süreklilik taşısa da parçalı-tekil mevzidirenişler biçiminde süregiden sınıf hareketi isehalihazırda sermaye cephesini zorlayacak bir düzeydedeğil.

Bu tablonun sonuçları savaş ve saldırganlığıngündemi belirlediği bir dönemde örgütlenen 1 EylülDünya Barış Günü eylemlerine de kaçınılmaz olarakyansıdı. 4+4+4 saldırısına karşı nihayet örgütlenebilen15 Eylül gösterileri bu tabloyu esası yönündendeğiştirmiş olmasa da başlangıç açısından anlamlı birtepki olarak ele alınabilir. Fakat bu kadarının dinci-gerici iktidarı durdurmaya yetmeyeceği açıktır. Suriyeve bölge halklarına yönelik pervasız saldırganlık, Kürthalkına yönelik baskı, terör ve tutuklamalarıtamamlayan şoven histeri dalgası, Alevi emekçilerihedef alan mezhepsel baskı ve saldırılar hız kesmedensürmekte, sınıf ve emekçi kitlelere dayatılan karanlıkfatura sürekli kabarmaktadır.

Dinci-gericiliğin dümenine tam olarak yerleştiğisermaye cephesinin başka bir gelecek planı veyaalternatifi de yoktur. Geçtiğimiz aylar boyuncayaşanan gelişmeler, düne kadar AKP’ninyanılsamasına kapılanlarda bile bu konudaki her türlünaif beklentiyi ortadan kaldırmış bulunuyor. Önceliklesermaye devletinin bölge politikası tam bir iflasyaşadı. Yeni Osmanlıcı öykünmenin Suriye’ye yöneliksaldırganlıkla hayat bulan manevraları, hüsrandanoluşan bir tablo yaratmaktan öteye geçemedi. Aynıdönemde Kürt sorunu ekseninde yaşanan gelişmelerlebirlikte AKP, 10 yıllık hükümet döneminin en ağırsıkışmasıyla karşı karşıya kaldı.

Dış politikadaki iflas ile Kürt sorununda derinleşenaçmaz, geri dönülmez süreçler olarak işlemeye, dinci-gerici iktidarı giderek artan oranda zorlamaya devamediyor. Göründüğü kadarıyla her iki alanda da farklıbir manevra seçeneği ya da şiddetten başka bir politikyönelimi de yok. Daha doğru bir deyimle aslındafarklı bir seçenek şansı da yok. Tarihin geleneğineuygun olarak tüm zorbalar gibi zorlandıkça daha fazlasaldırganlaşıyor. Sona yaklaştıkça çareyi faşist baskıve terörde, şiddet ve zulmün dozunu arttırmaktagörüyor.

Alevi düşmanlığı AKP’nin genlerinde var...

AKP gibi Alevi düşmanı ideolojiden beslenen birakım, haliyle Alevi kitlesine yönelik baskı vesaldırılarda da geçmişe rahmet okutacak birperformans sergiliyor. Reha Çamuroğlu, İzzettinDoğan gibi Alevi burjuvalar üzerinden yaratılmayaçalışılan yanılsamalara karşın seçim propagandalarınınen şaşmaz ögesi hep Alevilik karalaması oldu. Gerek2010 referandumunda yargı üzerinden, gerek songenel seçimlerde Kılıçdaroğlu-Tekin ikilisi üzerindenyığınlardaki ilkel düşmanlıklara oynamakta bir beisgörmedi. Nerede bir “kötülük” varsa, Alevilikle de biryanından ilişkilendirilmeye çalışıldı. Öyle ki Suriye’yeyönelik saldırganlığa toplumsal destek için dahi yineAlevi düşmanlığından medet umuldu. Yığınlarınbilincinde mezhep düşmanlığını körüklemeninMalatya-Sürgü’deki gibi olaylara dönüşmesi ise bütünbunların mantıki bir uzantısıydı. Gelinen yerdeAleviler tarafından fiili mücadelelerle kazanılmışmevziler ve haklar da parça parça gasp edilmeyeçalışılıyor. Bunlar bir yana, toplumsal yaşamı sünniinancı temelinde şekillendirme gayreti zaten başlıbaşına inançsal bir zulüm uygulaması olaraksüregeliyor.

Sermaye düzeninin mayası “tek devlet, tek bayrak, tek dil, tek din”le karılmıştır...

Fakat bütün bunların hiç de AKP ile başlamadığıunutulmamalıdır. Sorunun kaynağı tek devlet, tek dil,tek bayrak, tek din anlayışı üzerine kurulmuş sermayedüzenidir. Alevi emekçiler dönem dönem gevşemelerolsa da her dönem baskıya, horlanmaya, asimilasyonatabi tutuldular. Çorum, Maraş, Sivas gibi vahşikıyımlar sermaye düzeninin çıkarları gereği, bizzat

sermaye devletinin açıktan koruma ve kollamasıaltındaki karanlık aygıtlarınca gerçekleştirildi. Kaldı kizamanında yeşil kuşak projesi uyarınca dinci-gericiliğin önünü alabildiğine açanlar, din dersinizorunlu hale getirenler, Alevi köylerine zoraki camiyapanlar tekelci Türk burjuvazisinin çıkarlarıdoğrultusunda 12 Eylül darbesini yapanlardanbaşkaları değil. Kendi elleriyle büyütüp gerçek iktidarolmasını sağladıkları dinci akımın şimdilerdegenerallere “balyoz” gibi şoklar yaşatması, bugerçekleri ortadan kaldırmıyor.

Dolayısıyla sınıf ve emekçi kitleleri, Kürt halkını,gençliği, emekçi kadınları, Aleviler de dahil farklıinanç sahiplerini hedef alan faşist baskı ve terörünbugünkü yürütücüsü AKP karşıtı mücadele, temeldetekelci sermaye düzeniyle devrimci bir hesaplaşmayabağlanmak durumundadır. Zira sömürü ve kölelikdüzeni yerinde durdukça ne padişahlar biter ne deHızır Paşalar. İnanç ve vicdan özgürlüğünden,mezhepsel baskı ve ayrıcalıkların son bulmasındanyana olan alevi emekçiler, burjuva öğelerinmanüplasyonlarına ve tepkileri düzen sınırlarındatutma gayretlerine bu gerçeğin ışığındayaklaşmalıdırlar.

Topyekün saldırılar karşısındabirleşik mücadele bir zorunluluktur...

Kuşkusuz gelinen yerde düzenin sivri dişi olarakparlamak dinci akımın tekeline geçmiş bulunuyor.AKP elde ettiği devlet gücüne ve toplum bünyesindeyarattığı kurumlaşmalara yaslanarak iktidarınıpekiştirirken özel bir ayrım yapmıyor. Karşısındatehdit olarak gördüğü her kesime şiddet ve baskıylayönelmesi ise ister istemez toplumsal mücadeledinamikleri arasında köprüler yaratmaktadır. Devrimcitemelde değerlendirilebildiği koşullarda sosyalmücadele açısından önemli bir olanaktır bu. Bu açıdan7 Ekim, başta işçi sınıfı ve emekçiler olmak üzeredinci gericiliğin hedefindeki kitlelerin üzerlerindekiölü toprağını silkelemeleri ve saldırılar karşısındabirleşik mücadeleyi büyütmelerinin anlamlı birvesilesidir. 7 Ekim’in kendinden ibaret kalmaması,saldırılara karşı güçlü bir mücadele halkasınadönüşmesi, ezilen Alevi kitleler kadar işçi sınıfı veemekçilerin de sorumluklarına sahip çıkması ve sözkonusu olanakları değerlendirmesiyle mümkünolabilir.

Birleşik-militan mücadeleyi büyütmek için7 Ekim’de alanlara!

Page 4: Sİ Kızıl Bayrak 12-39

Güncel4 * Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2012/06 (39) * 28 Eylül 2012

Kürt sorunundaki gelişmeler, geçmiş deneyimleritekrarlamayı sürdürüyor. Gerillanın hakimiyetini vemoral üstünlüğünü koruduğu görülürken hükümetcephesi medyanın da desteğiyle hayali seferlerdüzenleyerek kendince psikolojik bir savaş yürütmeyeçalışıyor. Bir yanıyla da linç girişimleri ve “KCK” adıaltında operasyonlarla kirli savaşı tırmandırıyor. Kürthareketi ise bu saldırılara karşı “misliyle karşılıkverme” çağrıları yaparak kendi cephesini koruyor.

Ancak haftanın öne çıkan temel gündemi tüm busavaş atmosferinin ortasında Oslo görüşmeleri oldu.CHP’nin gündeme getirdiği Oslo sürecine dair AKPcephesinden hayli olumlu açıklamalar gelmesi,akıllara yeni bir sürecin mi başlatılacağı sorularınıgetirdi. Öyle ki Öcalan’la dahi görüşülebileceği çeşitliağızlardan açıklıkla ifade edildi. Son olarak KCKYürütme Konseyi üyesi Zübeyir Aydar’ın açıklamalarıda Oslo sürecini aydınlatır nitelikteydi.

Gerilla hakimiyeti sürüyor

HPG’nin Kürdistan’da askeri ve bağlantılı olarakda moral üstünlüğünü bir süredir koruduğu artık devletyetkililerince dahi kabul ediliyor. Öyle ki her söz alanTSK’nın ne yapması gerektiği ve bu çıkmazdan nasılkurtulacağı yönünde fikir yürütüyor. Üstelik “artıkkarakollardan çıkacağız” benzeri itiraflarla yenilgi veacz de kabul ediliyor.

HPG özellikle Hakkari, Şırnak, Van veDiyarbakır’da bu hafta da bir dizi eylemgerçekleştirdi. Eylemlerin ağırlıklı kesimini yolkontrollerinin oluşturduğu görüldü. Yol kontrolleri,manevi bir otoritenin tahsis edilmesi için bugünPKK’nin tercih ettiği temel eylem biçimlerinden biri.Üstelik bu eylem, burjuva basının kirlipropagandasından da en az etkilenen eylemlerden, zirademagoji malzemesi yapmak için “teröristler yolkesti”den öte bir şey söylenemiyor. Yol kesme vekontrollerin kimi noktalarda 24 saati bulması isebölgedeki gerilla hakimiyetinin bir başka göstergesi.

PKK çeşitli karakollara ve askeri noktalara yönelikde eylemlerini sürdürüyor. Eylemlerde kimi zamankarakollara malzeme taşıyan araçlar da hedef alınarakTSK’nın daha da çaresiz kalmasına sebep olunuyor.Özellikle karakol baskınlarında çok sayıda askerinöldüğü HPG’nin duyurduğu bilgiler arasında yeralıyor.

Bununla birlikte PKK, Ovacık savcısı MuratUzun’u vurarak eylem biçimini çeşitlendirdi. Eyleminardından açıklama yapan HPG, Uzun’u “Kürt halkınakarşı düşmanlığı ve faşist uygulamalarıyla tanınan,devletin hukuk terörü olan soykırım operasyonlarındahalkımıza karşı aktif rol alan” biçiminde tanımladı.

Burjuva medyanın Kürdistan seferi!

PKK’nin eylemleri karşısında açmaza girendevletin, operasyon yapmaktan daha iyi bildiği bir şeyvarsa o da kuşkusuz ki kara propagandadır. Bugün desermaye devleti medya eliyle bunu fazlasıyla yapıyor.“Terörle mücadelede yeni strateji”, “PKK’ya büyük

darbe geliyor!”, “PKK’ya tam saha pres başlıyor!”,“Mutlak hakimiyet, tam pres!” manşetleri tabloyuanlatmaya yeterli. Gazetelerin süslü cümlelerleanlattıkları ise akıllara OHAL uygulamalarınıgetiriyor.

TSK’nın açıklamalarına göre “PKK’nin üs olarakseçtiği” bölgeler başta olmak üzere asker, alanhakimiyeti sağlama amacıyla bölgesel operasyonlaryapacak. Öncelikli olarak Hakkari ve Şırnak’tabaşlatılan operasyon ilerde genişletilecek. Yineaçıklamalardan tüm bölgelerin çembere alınacağı vegerillanın hareketsiz kılınmaya çalışılacağıanlaşılıyor.

Ancak tüm bu şatafatlı cümlelerle sunulanoperasyon hazırlıklarına rağmen TSK’nınKürdistan’da ciddi bir etkinlik gösteremediği de açık.Son haftalarda yapılan operasyonlar ağırlıklı olarakhava bombardımanından oluşuyor. HPG verilerinegöre gerilla kaybı hayli az.

Ancak saldırgan tutumundan da vazgeçmeyensermaye devleti, Güney Kürdistan’a askeri operasyonyapmak için kullandığı tezkerenin uzatılması için deçalışmalara başladı. Bakanlar Kurulu’nun onayladığıtasarı, 1 Ekim’de açılan meclisin ilk gündemi olacak.

Kentlerde linç ve hukuk terörü

Askeri anlamda basiretsiz kalan devlet, mesafeyiözel harp yöntemleriyle kapatmaya çalışıyor.Bingöl’de yüzlerce kişiden oluşan dinci-gerici güruhtaş, sopa ve sandalyelerle Barış ve Demokrasi Partisi(BDP) Bingöl İl Başkanlığı’na saldırırken, BDP’lilerlinç edilmek istendi. Sonradan, AKP’li BelediyeBaşkanı Serdar Atalay’ın önceki akşamdan itibarenanons ve mesajlarla, saldırıya zemin hazırladığı ortayaçıktı. Üstelik saldırıyı protesto etmek için iki günsonra yapılmak istenen miting bu kez devlet terörününhedefi oldu.

Yine BDP Çerkezköy İlçe Örgütü binasınıngirişine, “Türk’e kefen giydirmek hangi yiğidinharcıdır” yazısı yazıldı. BDP Ataşehir İlçe binasına dasaldırı düzenlendi. Camlar ve kapı kırıldı, içeridekiafişler parçalandı.

Kürt halkına yönelik saldırının temel bir ayağınıise yine KCK operasyonu adı altında yürütülen hukukterörü oluşturuyor. Son gerçekleştirilen operasyonda70’e yakın kişi KCK üyesi oldukları iddiasıylagözaltına alındı. BDP, KESK, İHD ve kadınörgütlerine yönelen operasyonda alınanlar arasındaBDP Mersin il eş başkanları, DİHA muhabiri, İHDMersin Şube Başkanı ve sendikacılar da yer alıyor.

Devlet terörü, açlık grevini sürdüren Kürt tutsaklarıda hedef aldı. Silivri Cezaevi’ndeki Kürt tutsaklaraönce “Açlık grevi yapamazsınız. Yaparsanız, hücreyekonulacaksınız” dayatmasında bulunuldu. 25 Eylülgecesi ise operasyon yapan jandarma sürüsü, tekme vecoplarla mahkumları darp ettikten sonra 10 tutukluyuhücreye kapattı. Tutsakların hücrelerde her türimkandan yoksun biçimde tutulduğu biliniyor.Tutuklularsa açlık grevini sürdüreceklerini ifade

Bir yanda kirli savaş, bir yanda Oslo ve “Barış” tartışmaları

21 Eylül 2012 / Bingöl

Page 5: Sİ Kızıl Bayrak 12-39

Güncel Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak * 5Sayı: 2012/06 (39) * 28 Eylül 2012

ediyorlar.

Devletlilerin savaş ve “barış”ı

Tüm bu kirli savaş atmosferinde CHP’ninyayınladığı Oslo belgeleri, yeni bir tartışmaya dasebep oldu. Belgelerin açıklanmasının ardından CHPGenel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu Oslo sürecini belliyönleriyle destekleyen bir açıklama yaptı.Kılıçdaroğlu, “Eğer silah bırakılacaksa elbette PKKile görüşmeler başlayabilir” diyerek bir platformortaya koydu. Ancak CHP içerisinde açıklamaya tepkigösteren bir kesim de ortaya çıktı. Tartışmanın özündeise Oslo olumlanırken sürecin yürütülüşüeleştiriliyordu.

Oslo tartışmalarına pek çok cepheden açıklamageldi ancak en ilgi çekici olanı Başbakan TayyipErdoğan’ın “Oslo görüşmelerini ben başlattım” yönlüaçıklaması oldu. “Srilanka’yı yerle bir edip terörüçözdüklerini söylüyorlar. Biz ise hukuk çerçevesindeolayı çözmek istiyoruz” diyen Erdoğan Oslo sürecinintıkanmasının sebebinin Kürt hareketi olduğunu vebilgileri PKK’nin sızdırdığını iddia etti.

Erdoğan’ın aynı konuşmasındaki “İmralı ilegörüşmeler yine olabilir” sözleriyle birlikte AdaletBakanı Ergin, “Öcalan da sürece dahil olabilir. Bunuyapmamaları bir eksikliktir” şeklinde konuştu.Kuşkusuz ki bu konuşmaların başına-sonuna Kürthareketine yönelik hakaretler eklenmişti ancak verilenmesaj da bir o kadar netti.

Kürt hareketinin savaş ve “barış”ı

Kürt hareketi cephesinden yansıyan açıklamalar,ağırlıklı olarak sermaye devletinin faşizanpolitikalarına ve saldırılarına karşı mücadele çağrısınıöne çıkarmakta. Özellikle Bingöl’de yaşanan linçgirişiminin ardından Kürdistan Halk İnisiyatifi“Saldırılar devam ettiği taktirde bizde Kürdistan’dayaşayan ve görev yapan devlete bağlı tüm kesimlerihedef alacağız” diyerek Kürt halkına net bir çağrıdabulundu. BDP Bingöl Milletvekili İdris Baluken iseşunları kaydetti: “BDP’ye yapılan saldırı meşrusavunmayı, meşru müdafaa hakkını doğurmuştur. (...)Bingöl halkı bir sürece yayılacak şekilde saldırıyakatılanlardan hesap soracaktır. Halkın kararlılığınettir.”

Sebahat Tuncel de “sokaklar kiminse iktidaronundur” açıklamasıyla önümüzdeki döneme dair birvurgu yaptı. Bu sözlerin bir yanı ajitatif olmaklabirlikte Kürt hareketinin dönemsel yaklaşımıgözönüne alındığında somut bir eylem hattına da işaretettiğini görmek zor değil.

Bununla birlikte Kürt hareketi cephesinden Oslotartışmalarına dair de açıklamalar gelmekte gecikmedi.KCK Yürütme Konseyi üyesi Zübeyir Aydar, BBCTürkçe’ye Oslo süreci ve Kürt sorununa dairaçıklamalarda bulundu. Aydar, 2009’da Oslogörüşmeleri sırasında KCK tutuklamalarınınbaşladığını, Habur’dan giriş yapanlarıntutuklanmaması için “devlet sözü” verilmiş olmasınarağmen sözün tutulmadığını ve 2011’deoperasyonların başlatıldığın söyleyerek görüşmelerindevlet tarafından zora sokulduğunu belirtti.

Görüşmelerin sızdırılmasına da değinen Aydar,sorumlunun Kürt sorununun çözülmesini istemeyenlerya da Gülen Cemaati olabileceğini söyledi. PKK’ninise kesinlikle görüşmeleri zora sokacak bir tutumtakınmadığını belirtti. Bununla birlikte Aydar,görüşmelerin yeniden başlamasını istediklerini vemasaya şartsız oturacaklarını söyledi.

Yeni Özgür Politika’ya yazan KCK YürütmeKonseyi üyesi Cemil Bayık ise “AKP hükümeti hersıkıştığında, kendisine eleştiri geldiğinde kendisinedemokratik imajı vermeyi ve Kürt sorununda bazı

adımlar atacağı beklentisi yaratmayı bir taktik tarzhaline getirmiştir” sözleriyle AKP’nin açıklamalarınatemkinli bir üslupla yaklaştı. “Kürtler artık özgür vedemokratik yaşamlarını Türk devletinin insafınabırakmıyor” diyen Bayık “Artık oyalama, aldatma,zaman kazanma zamanı değil, köklü çözüm yaratmazamanıdır” sözleriyle çözüm talebini somutladı.

Sermaye devleti çözümsüzlük içindedebeleniyor

Gelişmeler ele alındığında bir yandan operasyonlarve kirli savaş varken diğer yandan dillendirilen Oslove Öcalan’la görüşme tartışmaları ilk bakışta tezat veçelişkili görülebilir. Ancak ulusal talepler eksenindeyürütülen demokratik bir mücadele çerçevesindegelişmeler değerlendirildiğinde tablo daha net biçimdegörülmekte. Dün asıp-kesmek dışında bir şeysöylemeyen sermaye devletine inkar ve imha dışındasöz söyleten, Öcalan ile görüşmeyi gündeme alıp

Oslo’yu sahiplenmeye iten kuşkusuz ki Kürthareketinin devlet üzerinde kurduğu baskıdır.

PKK de zaten özellikle son dönem programınıbuna göre kurmuş ve fiili meşru mücadeleyiyükselterek, devleti askeri ve siyasal alanda köşeyesıkıştırarak masaya oturtmayı önüne koymuştur.Bugün bu aşamada olunduğunu söylemek mümkünolmaz ancak yaratılan basıncın masa tartışmalarınıgündeme getirmesi, hareketin kendi sınırlarında başarısağladığı anlamına gelmektedir.

Fakat sermaye devleti, Bayık’ın da doğru biçimdedeğerlendirdiği gibi ne zaman sıkışsa ortaya böyleprojeler atarak günü kurtarmayı adet edinmiştir. Birazhakimiyeti eline geçirdiği ve otoritesini kurduğundaise baskı ve zoru tırmandırarak yumuşama ortamınıters yüz etmekte ustadır. Bu aslında sadece Türksermaye devletinin değil, bütün olarak kapitalistsistemin özelliğidir ve tüm demokratik kazanımlar içinde bir biçimde geçerlidir. Bu açıdan Kürt sorunununçözüleceği yönlü ham hayallere kapılmamak gerekir.

Anayasa Mahkemesi’nebireysel başvuru üzerine

Anayasa Mahkemesi’ne bireyselbaşvuru hakkının tanınması ilkeselolarak doğru bir uygulama olmaklabirlikte öncelikle getirilme amacıbakımından değerlendirmek gerekir. Buyolun açılmasının temel nedeni ve amacı,yani bunu getirenlerin asıl niyeti Avrupaİnsan Hakları Mahkemesi’ne yapılan çoksayıdaki başvuruyu ve mahkûmiyetiazaltmaktır. Türkiye hep AİHM’ne ençok başvuru yapılan ve en çokmahkûmiyet alan ülkelerin başındagelmiştir. Amaç bu kötü sicilgörüntüsünü düzeltmektir. Yani hareket noktası hak ihlallerini önlemek değil, uluslararası mahkûmiyetleri veeleştiriyi azaltmaktır. Niyet böyle olunca pratiğinin de insanlarımızın haklarını alabilmeleri yolunda bir adımolacağını düşünmek temelsiz bir iyimserlik olur.

Kısa dönemde AİHM’ne başvurma imkânı bir süre ortadan kalkmıştır. Kişiler önce AnayasaMahkemesi’ne başvurup bir karar aldıktan sonra “hak ihlali giderilmemiş ise” ancak o zaman AİHM’nebaşvurabilecektir. Anayasa Mahkemesi’ne başvurmadıklarında iç hukuk yolları tüketilmediği gerekçesiylebaşvuruları reddedilecektir. Böylece önümüzdeki birkaç yıl içinde iktidar sahipleri “bakın AİHM’nebaşvuruları çok azalttık, ihlal kararları da çıkmıyor, uluslararası itibarımızı artırdık” diye övünecek ve primtoplamaya çalışacaklardır.

Büyük olasılıkla bu sürenin sonunda çoğunlukla anlamlı bir sonuç çıkmadığı için AİHM başvurularıyeniden yükselecektir. Çünkü sadece mahkeme kurmakla ve kararları yargıç sıfatıyla görevlendirilen kişilerinvermesi ile “hukuk güvenliği”nin sağlanamayacağını biliyoruz/yaşıyoruz. Önemli olan verilen kararların veuygulamanın kendisidir. Bunun en güncel örneği cezaevleri için kurulan “infaz yargıçlığı” kurumudur. Teorikolarak çoğunlukla olumlu bir gelişme gibi değerlendirilen bu kurumlar mahpus haklarında bir ilerlemeye yolaçmadı. Tersine idarenin onay ve meşrulaştırma makamı olarak getirildiği geçen pratiklerinde görüldü.Mahpusların neredeyse hiçbir itirazını kabul etmeyen bu hâkimliklerin idareyi hukuk kurallarına göre hareketediyormuş gibi göstermekten başka sonucu olmamıştır.

Diğer yandan Anayasa Mahkemesi başvurusu gibi imkânların tanındığı diğer ülkelerin çoğunda hukuksisteminin yani genel mahkemelerin ve idarenin hak ihlallerini çok büyük oranda engellediğini görüyoruz. Bunedenle buralarda başvuru sayısı az olduğu halde Anayasa Mahkemeleri bireysel başvurular ile tıkanmayaşamıştır. Kısa sürede bizde de tıkanma yaşanması kaçınılmazdır.

Türkiye’de gerçekten görece de olsa bağımsız bir yargı pratiği olmadığı, asıl temel hak ve ihlallerin debundan doğduğu düşünülürse umutlanmak için bir sebep olmadığını da görürüz. İdarenin ve yargınınzihniyeti, hukuk ve adalet algısı değişmedikçe gerçek bir ilerleme de beklenemez. Gazetecileri, mahkemelerihüküm vermeden önce terörist olarak ilan eden başbakanı, kitapları ve resimleri bomba olarak gören içişleribakanları, her gün halkın değişik kesimlerine şerefsizler, alçaklar diye hakaret eden bir iktidarıolan/içselleştiren ülkede hem de onların belirlediği/atadığı ve yargıç payesi verdiği bürokratlarının hak veözgürlükleri genişleteceğini ve geliştireceğini düşünmek saflıktan da öte olur. Sadece AnayasaMahkemesi’nin temel haklar konusunda bugüne kadar verdiği kararları incelediğimizde bile iyimser olmakiçin küçük bir ışık bile göremiyoruz. Özgürlükçü olmayı bırakalım neredeyse mevcut hakları koruyankararları bile yoktur.

Öyleyse bireysel başvuru hakkı temel hakları sürekli olarak ihlal edilen ezilen kesimlerin önünde ancakyeni bir mücadele engeli /alanı olarak işleyecektir.

Av. İbrahim Ergün

Page 6: Sİ Kızıl Bayrak 12-39

Sabra’da neler yaşanmıştı?

Sabra Tekstil’de işyerinin önünde bildiri dağıtmakisteyen 2 işçinin silahla yaralandığı saldırınınüzerinden 3 yıldan fazla zaman geçti. Patronların,sınıfın örgütlü mücadelesinden duydukları korkununve korkuyla bulaşık tahammülsüzlüğünün göstergesiolan Sabra Tekstil olayında yeni gelişmeler yaşanıyor.Ancak bu gelişmelerin değerlendirmesine geçmedenönce, Sabra Tekstil’de yaşananları hatırlamak, hafızatazelemek gerekiyor.

8 Haziran 2009 günü, Haramidere’de kurulubulunan Sabra Tekstil fabrikası önünde, Esenyurtbölgesinde toplanacak Tekstil İşçileri Kurultayı’nınçağrı bildirisini dağıtmak isteyen iki işçi önce fizikisaldırıya uğramış, ardından da işyerinin özel güvenliğiZeki Tekin tarafından silahla yaralanmışlardı. Busaldırının ardından Mehmet Ergül ve Tahsin Alıcı uzunbir süre tedavi gördü. Tahsin Alıcı’ın vücudunda ikikurşun ve yanı sıra bacağında kırıklar olduğu tespitedildi. Mehmet Ergül’e isabet eden kurşunun isevücudunun üst bölgesine saplandığı, kısacası bu işçininölümden şans eseri kurtulduğu görüldü. Tedavisiaylarca sürdü.

Bu saldırının hemen akabinde, Haramidere’de,fabrikanın kurulu bulunduğu alanın önünde bir basınaçıklaması düzenlendi. Ancak – daha sonra adınıAlaattin Karadağ cinayeti ile de duyuran ve işkence,yargısız infaz olaylarında İstanbul’da öne çıkankarakollardan biri olan– Esenyurt Polis Merkezi’nebağlı güçler, basın açıklaması başlamadan önce kitleyeazgınca saldırdı. Rastgele ateş açılarak dağıtılmayaçalışılan kitle, dağılmadı, basın açıklamasınıgerçekleştirdi ancak polisin ilk müdahalesinde 4 kişigözaltına alındı.

Emine Burcu Eker, Sergül Tarhan, Melek Can veDeniz Edemir, gözaltı işlemlerinin görülmesi için otarihlerde yeni kurulan ancak suç listesi hızla kabaranEsenyurt Polis Karakolu’na götürüldüler. Eker, Tarhan,Can ve Edemir, karakolda açıkça işkenceye maruzkaldılar. Dahası karakola gelen avukatları da polisinaynı saldırgan tavrı ile karşılaştı ve darp edildiler. Budarp olayının üzerine İstanbul Barosu ilgili karakolaAvukat Hakları Merkezi temsilcisi atayarakyaşananların tutanakla da tespit edilmesini sağladı.

Ertesi gün Büyükçekmece Savcılığı’nca ifadesialınan bu dört devrimci, nöbetçi savcı tarafından,demokratik bir basın açıklamasına katılmalarına ve birgün önce iki işçi arkadaşlarının sokak ortasındavurulmuş olmasını protesto etmelerine rağmenmahkemeye sevk edildiler. Bu dört devrimciye yöneliksaldırgan tavırlar, adliye aşamasında da sürdü. Polislertarafından saatlerce kelepçelerle tutulmak istendiler, suiçmek, yemek yemek gibi hakları gasp edilmek istendi.Avukatların müdahalesi ile bu sorunlar çözülmüş olsada, Savcılığın buradaki tavrı, başlangıçtan itibarenedilgendi. Kolluğun amiri konumundaki savcı;avukatların çabası olmasa idi, bu hukuksuz ve işkencekapsamına giren uygulamaları görmezden gelmeeğilimindeydi.

Savcılıkça dosyanın sevk edildiği BüyükçekmeceNöbetçi Sulh Ceza Mahkemesi ise dosyayı

incelemeksizin ve CMK’nın tutuklu yargılama ile ilgilihükümlerini dikkate almaksızın dördünü de tutukladı.İşin ilginci aynı nöbetçi mahkeme, bir gün önce silahlaiki işçiyi yaralamasına, suçunu itiraf etmesine rağmen,Zeki Tekin’in tutuksuz yargılanmasına karar vermişti!

Basın açıklamasına katılan 4 kişinin tutukluyargılanmaları ile ilgili verilen karar özel bir önemtaşımaktaydı. Bu karar, hukuk mekanizmasının tarafınıaçıkça belli etmekten çekinmediğinin bir göstergesiydi.Zeki Tekin serbest kalırken, O’nun şehir eşkiyalığını,sınıf düşmanlığını protesto edenlerin, önce polis terörüile karşılaşmaları ve ardından tutuklu yargılanmaları,hukuk mekanizmasının iç işleyişinin ve adaletten neanladığının özeti olarak hafızalara kazındı.

Tutuklanan devrimciler, 15 Temmuz’daçıkartıldıkları ilk duruşmada serbest bırakıldılar.Aleyhlerinde “polise mukavemet”, “2911 sayılı yasayamuhalefet” suçlarından dava açıldı. Ancak onların ilkduruşmasının görüldüğü bu tarihte, silahlı yaralamaşüphelisi / hatta ikrarcısı Zeki Tekin hakkında haladava açılmamıştı.

İki işçinin yaralanmasını protesto ettiği içinyargılanan bu 4 devrimcinin davasında nihayet 2012yılının Mart ayında karar çıktı ve dördü de beraat etti.Ancak ne ilginçtir ki, bu tarihte de Zeki Tekinhakkında açılmış bir dava bulunmamaktaydı.

En nihayetinde 12.06.2012 tarihinde, yani olaydantam 3 sene sonra Zeki Tekin hakkında bir iddianamehazırlandı yani yıllar sonra Savcılık makamı, suçunuitiraf etmiş sanığın yargılanması sürecini başlatmışoldu.

3 yılda hazırlanan 3 satırlık iddianame

Zeki Tekin hakkında iddianamenin hazırlanmasının3 yıl sürmesinin hiçbir açıklaması bulunmamaktadır.Zira ortada açık bir suç üstü hali vardır. Olayınyaşandığı tarihin üzerinden 1 hafta geçmesi ile birlikteesas delillerin tamamı toplanmıştır. Yaralanan işçilerinhastane raporları ve ifadeleri dosyadadır, tanıklarınbeyanları yine daha o tarihte dosyadadır, sanığınbeyanı dosyadadır, yaralama eyleminde kullanılan suçaleti / silah adli emanettedir. Savcılığın bu dosyayı 3yıl boyunca elinde tutmasının ve iddianameyi sürekliötelemesinin hiçbir akıl alır gerekçesibulunmamaktadır.

3 yıl sonunda hazırlanan iddianamenin hukukiniteliğine bakıldığında 3 yıl boyunca zaten hiçbir iş /ek soruşturma yapılmadığı da görülmektedir. 3 yılınsonunda 3 satırlık bir iddianame hazırlanmıştır. Ancakiddianamenin 3 yıl boyunca hazırlanmasının asılnedeninin, Zeki Tekin’in cezasının indirilebilmesi içinuygun bir senaryo yaratmak olduğu da iddianamemetni ile anlaşılmıştır. Zira bu iddianamede, yaralananişçiler, Tahsin ve Mehmet de “sanık” olarakyargılanmaktadır. Zira iddianameye göre bu işçiler,bildiri dağıtırken Zeki Tekin’e sopalarla, bıçaklarlasaldırmıştır! İddianame devamını getirmese de, bucümlenin ardından, “Zeki Tekin de, mecbur kendisinisavunmuştur.” ifadesinin geleceği açıktır.

İşte 3 yılda hazırlanan iddianame metni; “Suç tarihinde müşteki şüpheliler Mehmet Ergül ve

Tahsin Alıcı’nın bildiri dağıtmak üzere şüpheli müştekiZeki Tekin’in güvenlik müdürü olduğu işyerine girmekistemeleri nedeniyle tartıştıkları sırada, şüphelilerMehmet ve Tahsin’in, Zeki’nin üzerine bıçak vesopalarla yürüyerek yaralamaya teşebbüs etmesiüzerine, şüpheli Zeki’nin Adli Emanet’in ....../........sırasında kayıtlı ruhsatlı tabancasını çıkararak ateşetmek suretiyle, Tahsin’i kemik kırığı oluşturacakşekilde, Mehmet’i ise basit tıbbi müdahale ileiyileşmeyecek şekilde kasten yaraladığı, dinlenen tarafve tanık ve adli rapor ile anlaşıldığından (...)”

İddianame bütünüyle yukarıdaki alıntıdan ibarettir.3 yılda salt tek sayfalık bir iddianame hazırlanmış,bunca geçen süre zarfında deliller değerlendirilmemiş,sanık Z. Tekin’in suçunu örtbas etmek adına ortayaattığı tek taraflı iddiaları doğrulayan tek bir somut delilolmamasına rağmen Tahsin ve Mehmet de sanıksandalyesine oturtulmuştur.

Elbette Tahsin ve Mehmet’in sanık sandalyesineoturtulmaları Z. Tekin’in bu basitlikteki bir iddianameiçeriği ile dahi tartışmasız açığa çıkan suçundancezalandırılmasını engellemeyecektir. Zira silahortadadır, Mehmet ve Tahsin hakkındaki sağlıkraporları ortadadır. Ancak bu yeterli değildir. ZekiTekin’in işlediği suçun kasten adam yaralama olaraknitelendirilmesi, özellikle yaralanan işçilerden MehmetErgül’ün durumu düşünüldüğü yerde kabul edilemezbir nitelemedir. Aksine burada adam öldürmeyeteşebbüs suçunun bütün koşulları bulunmaktadır.Halihazırda dava Asliye Ceza Mahkemesi’ndeaçılmıştır ancak suç vasfının değiştirilmesi ve davanıngörevsizlikle Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesi’negönderilmesi gerekmektedir.

Bütün bunların yanı sıra Z. Tekin’in her koşulda

Gündem6 * Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2012/06 (39) * 28 Eylül 2012

Sabra Tekstil’de işçileri silahla yaralayan güvenliğe 3 yıl sonra dava açıldı!

3 yılda hazırlanan iddianame,3 satırdan ibaret gerekçelendirme...

Page 7: Sİ Kızıl Bayrak 12-39

Gündem Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak * 7Sayı: 2012/06 (39) * 28 Eylül 2012

ceza alacak olması, Tahsin ve Mehmet’in böylebir olay sonucunda sanık sandalyesineoturtulmalarının hukuksuzluğunu ortadankaldırmaz. Tahsin ve Mehmet olay yerindeyaralanmıştır. Ve oradan hastaneyekaldırılmışlardır. Öyleyse, sopalar, bıçaklarnerededir? Mehmet basit tıbbi müdahale ilegiderilemeyecek şekilde yaralanmışken, hayatitehlike içerisindeyken, Tahsin bacağından ikikurşunla vurulmuşken, kurşun kemiklerini kırmışve yürüyemez durumdayken, “suç delillerini mikarartmışlardır!?”, “bıçakları, sopaları mıgizlemişlerdir?”. Yoksa bu sopalar, bıçaklar, Z.Tekin’in hayal ürünü müdür?

Z. Tekin, kendini biraz olsun kurtarabilmekiçin böyle bir senaryo uydurabilir, ancak 3 yıldıro savcıdan bu savcıya gezinen dosyayı inceleyenhukukçular bu senaryoyu destekleyen delillerolmaksızın olayın mağdurlarını nasıl sanıksandalyesine oturtabilir?

İşte iddianame bu sorulara yanıt vermeyen biriddianamedir. Duruşmada da Z. Tekin’incezalandırılması kadar, bu sorulara yanıt aranmasıönem taşımaktadır. Yargı mekanizması sözkonusu işçiler, emekçiler, devrimciler, toplumunher nev’i muhalif kesimleri olduğunda, delilsiziddianame hazırlamaktan kaçınmazken, tüm suçdelillerinin ortada olduğu durumlarda 3 yıliddianame hazırlamamanın açıklamasını yapmakzorundadır.

Tüm sürecin özeti: Bildiri her türlüsuç aletinden keskindir!

Tahsin’in, Mehmet’in elinde sopa, bıçak ya dabaşka bir yaralamaya müsait araç yoktur, onlarınelinde sadece bildiri vardır. Sabra Tekstil olayıgöstermiştir ki bildiri her türlü suç aletindenkeskindir. Çünkü bu iki işçinin ellerindeki bildiri,cehennem koşullarında, güvencesiz, düşükücretlerle uzun saatler boyunca çalışan tekstilişçilerine birlik olma çağrısını taşımaktadır.Çünkü bu iki işçinin ellerindeki bildiri,sömürünün kader olmadığını haykırmaktadır.Çünkü bu iki işçinin elindeki bildiri, bugünekadar alışılmış gidişata bir dur demek,fabrikalarda, üretim alanlarında süren kuralsızlığaket vurmak bilinci ve iddiası taşımaktadır. Buyüzden bildiri bütün suç aletlerinden keskindir,bu yüzden üç satırlık bildiri dahi patronlartarafından kurşunlarla karşılanmaktadır. Buyüzden o bildiriyi taşıyanların yaralanmasınıprotesto edenlere polis saldırmaktadır. O bildiriyitaşıyanlar hiç bir delil yokken, sudan gerekçelerlesanık sandalyesine oturtulmaktadır. Çünkü bubildiri sadece Sabra Tekstil’deki düzenibozmamaktadır.

Sabra Tekstil davasının ilk duruşması 22 Ocak2013 günü, yani olaydan tam üç buçuk yıl sonraBüyükçekmece 2. Asliye Ceza Mahkemesi’ndegörülecektir. Sabra Tekstil’deki saldırınınyalnızca Mehmet ve Tahsin’i hedef almadığı,bütün bir işçi sınıfı mücadelesine yöneldiğidüşünüldüğü yerde, bu davanın takibi özel birönem taşımaktadır. Zira özellikle Sabra Tekstilsürecine ilişkin hatırlatmalar dikkate alınırsa,2009 senesinde yaşananlar patron, polis veyargının kolkola hareket ettiği bir tabloya işaretetmektedir. Bu kolkola girmiş tabloya rağmensuçlular cezalandırılabilir, ancak bu sonuç açık kihukuksal mücadele ile toplumsal mücadelenin dekolkola girmesi, sıkı sıkıya kenetlenmesi ilemümkün olabilecektir!

Av. Şerife Ceren Uysal

Dün; işçilerin üzerine ateş açtığını kabul eden Zeki Tekin’i serbest bırakan mahkeme, saldırıyıprotesto eden işçileri tutuklamıştı...

Bugün; yaralanan işçiler, saldırgan Zeki Tekin ile birlikte aynı suçtan yargılanıyor... İşte Sabra davası, işte burjuva hukukunun adaleti!

9 Haziran 2009’da, Esenyurt’ta bulunan Sabra Tekstil’e bildiri dağıtmaya giden devrimcilerinüzerine patronun adamları önce sopalarla saldırmış, ardından ateş açarak iki devrimci işçiyiyaralamıştı. Aynı gün saldırıyı protesto etmek için biraraya gelen ve “Haramidere’nin haramisi işçisınıfına hesap verecek!” şiarıyla fabrikaya yürüyen devrimcilerin önüne ise bu kez polis barikatıçıkmış ve önce havaya ateş açan polis ardından kitleye saldırarak 4 kişiyi gözaltına almıştı. Patron,polis işbirliği mahkemede de sürmüş ve 4 devrimci tutuklanmış, bu sırada işçilerin üzerine ateşettiğini kabul eden Zeki Tekin ise serbest bırakılmıştı.

3 yıl önce yaşanan bu olay, o gün sınıf devrimcileri tarafından çok yönlü bir kampanyayadönüştürülmüş, düzenin gerçek yüzünü, patron-polis-yargı işbirliğini teşhir eden bir örnek olarakişlenmişti. 3 yılın ardından Zeki Tekin ile ilgili hazırlanan iddianame ise bu çürümüş düzeni bir kezdaha tüm çarpıcılığıyla karşımıza çıkardı, zira bu kez Zeki Tekin haydutu ile birlikte saldırıdayaralanan işçiler de “sanık” sıfatıyla yargılanmaktaydı.

Hazırlanan iddianame, burjuva hukukunun gerçek anlamını tüm açıklığıyla ortaya koymaktadır.Kağıt üzerinde ne yazarsa yazsın, işçi sınıfı ve burjuvazinin çıkarları karşı karşıya geldiğinde adıüzerinde burjuva hukuku her dem patronlar sınıfının safında yer almaktadır. Nasıl ki polisler Sabrafabrikasının önünde gövdelerini siper ettilerse düzenin savcıları-hakimleri de aynı şekilde Sabra’nıneli silahlı haramilerini savunmak için seferber olmuşlardır.

Bildiri dağıtmanın, pankart açmanın, basın açıklamasına katılmanın onlarca yıl hapis cezasınasebep olabildiği, taş atan çocukların yaşları büyütülüp onlarca yıl zindana kapatıldığı bu coğrafyadadevrimci işçilere kurşun sıkmanın cezası yoktur. Bu çıplak gerçek, burjuva hukukundan medetummanın kofluğunu da göstermektedir. Bugün asalak patronlar ve onların tetikçilerinden hesabıne savcılar, ne de hakimler sorabilir. Bunu yapabilecek olan yalnızca işçi ve emekçilerin fiili-meşrumücadelesidir. Buradan yola çıkarak 22 Ocak 2013’te görülmeye başlanacak olan Sabra davasınıntakipçisi olmak ve her aşamasında kirli düzeni ve mahkemelerini teşhir etmek tüm ilerici vedevrimci güçlerin görevidir.

Bağımsız Devrimci Sınıf Platformu (BDSP)26 Eylül 2012

Patron kurşunladı, polis terör estirdi, mahkemetutukladı...

Hukuk terörü sürüyor!..

Page 8: Sİ Kızıl Bayrak 12-39

Röportaj8 * Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2012/06 (39) * 28 Eylül 2012

Sabra Tekstil’de devrimci işçilere yönelik patron-polis-yargı terörünün ardından açılan davada polissaldırısına uğrayan devrimci işçiler de eli kanlıkatillerle birlikte yargılanıyor.

Sabra’da polis-yargı terörünün ardındantutuklanan E. Burcu Eker ve Melek Can ile Sabrasüreci ve dava üzerine konuştuk.

-Patron-polis terörünün yaşandığı Sabra’daneler yaşandı? Siz bu saldırıdannasıl etkilendiniz?

E. Burcu Eker: Esenyurt Tekstil İşçileriKurultayı bildirilerini bu fabrika önünde işçilereulaştırmak isteyen devrimci işçilere patron veadamları silahlarla vahşice saldırmışlardı. Saldırısırasında iki devrimci işçi bacağından ve omzundanyaralandı ve tedavileri aylarca sürdü.

Saldırının ardından Esenyurt İşçi Platformu veBDSP bu saldırıyı protesto etmek için basınaçıklaması yapacaktı ve biz de o basın açıklamasınakatılmak için fabrikanın olduğu sokağın başındatoplandık. Fabrikaya doğru yürüyüşe geçtiğimizsırada ise bu kez fabrikayı, özünde sömürü düzeninikorumakla görevli sivil polisler barikat kurmuşönümüzü açmıyorlardı. Bu sırada ateş açılmayabaşlandı. Polisler hemen önümüzdeydi ve pervasızcaardarda havaya ateş ediyorlardı. Bu silah sesleriniduymamızın hemen ardından kolluk güçleri DenizEdemir’i sürüklemeye başladı. O sırada beni desaçımdan sürükleyerek çevik kuvvet aracınabindirdiler. Kitleye de gaz ve coplarla saldırıyorlardı.Bu sırada farkettim ki, fabrika bahçesinin içerisinde20’ye yakın eli sopalı adam bekliyor. Yani polisengel olamazsa diye patronun fedaileri saldırmakiçin ağızları köpük içinde hazırda bekletiliyorlardı.

Ardından gözaltı ve mahkeme süreci başladı.Avukatlara dahi hakaret ve şiddetin olduğu EsenyurtKarakolu’nda bizlere uygulanan şiddetten bahsetmekyersiz. Keza üst arama uygulaması zorla ve vahşicegerçekleştirildi. Bu sırada sağ bileğimde oluşançatlak, adli doktorlar tarafından kayda geçilmediğigibi, hapishane doktoru tarafından da görmezdengelindi ve tutukluluk süresince bilek kemiğim yanlışkaynamış oldu.

Tutuklama kararına o an şaşırmıştım ama buşaşkınlığın son anda hakimin önüne konulan notugöremediğimden ve bu kadarını tahminedemediğimden kaynaklanıyordu. Karar aslındaçoktan verilmişti...

Yargılama süresince dışarıdan yürütülenkampanyanın da etkisiyle ilk duruşmada tutuksuzyargılanmak üzere serbest bırakıldık.

Bizler tutuklu yargılandık ancak, platformçalışanlarına kurşunlar yağdıran bekçi köpekleriserbest dolaşmaktaydı. Patron patronluğuna devametmekteydi. Ve fabrikada aynı sömürü koşullarısürmekteydi. Burjuva hukukunun ve yasalarının nekadar “demokratik, eşitlikçi” olduğu gibi “ne kadar“burjuva çıkarları” için yazıldığı da ortadaydı. Ve

devrimci basın dışında tüm bu süreci yansıtanyoktu. Yani burjuva medya da “burjuva” çıkarlarıiçin kör-sağır-dilsizdi.

Melek Can: Bütün fabrikalarda kuralsız,güvencesiz çalışma koşulları hüküm sürüyor.Sınıf devrimcileri bu gidişata dur demek içinçalışmalar yapıyor. İşçilerin birliğini sağlamakiçin mücadele ediyorlar. Sabra Tekstil desömürünün had safhada yaşandığı bir fabrika.Patronlar, işçilerin insanca yaşam ve çalışmatalepleri ile karşılarına dikilmesini engellemekiçin fabrika önlerinde dağıtım yapan işçileriistemiyor. Bunun için ya silahlı güvenlikbulunduruyorlar ya da içerde kendi tetikçileriolarak besledikleri azılı katilleri buluyor. SabraTekstil’de de azılı katil sürüsü bulunuyormuş.

Haberi okuduğumda ve basın açıklamasıyapılacağını öğrendiğimde basın açıklamasınınyapılacağı yere gittim. Polis önümüze dikilip basınaçıklaması yapmamızı engellemeye çalıştı. Bunuhavaya ateş edip sonra da silahı üzerimize doğrultupateş edeceğiz tehdidi ile yaptı. Daha ileri gidipinsanları öldürmesi an meselesi idi. İlkin bir gençarkadaş gözaltına alınmış. Polisin elinden almayaçalışan diğer arkadaş da onun peşine gözaltına alındı.Bu zincirleme ile dört kişi gözaltına alındı, biri debendim. Bizi ilkin çevik minibüsüne bindirmeyeçalıştılar. Polisin bizi yakaladığı yerden çevikminibüsüne gidene kadar bir polis kolumuza girdi,diğer polis ise bir yandan küfür edip bir yandan dacopladı. Tekmeleyip yere düşürdüler. Ben o arakaburgama cop darbesi aldım. Koluma indirilen copdarbeleri sonucu kolum kapkara oldu. Çevikminibüsünde de sözlü sataşma küfürler eksik olmadı.Genç arkadaşı ezmeye, geriye kalan üçümüzü desindirmeye çalıştılar. Çevik minibüsündeyeken SabraTekstil’in içinde ellerinde sopalar ile bekleyen birgüruh olduğunu gördüm. Belli ki Sabra’nın patronupolis işe yaramazsa kendi tetikçilerini sürecektimeydana. Emniyet Müdürlüğü’ne götürüldüğümüzdeo iğrenç “ince arama” denilen şeyi yapmayaçalıştılar. İnce aramaya karşı direndiğimiz için aramaodasına erkek polis sokacakları tehdidi ve küfürlerdevam etti. Sonra nezarete atıldık. Ertesi günsavcılığa çıkmak için bizi nezaretten çıkardıklarındaters kelepçe takmaya çalıştılar. Direnince de öndekiarkadaşın kollarını arkadan tuttular sonra iri kıyımbir polis tarafından suratına avcunun içi ile vurdu.Bizi Adliye’ye götürdüler, savcılığa ifade verdik.Yalnız üç sivil polis biz savcının yanına girerkençıkıyorlardı. Savcı bizi mahkemeye sevk etti.Hakimin odasından da üç sivil polis çıktı. Aynıpolisler bizim tutuklanmamız için gerekli tertibatıhazırladılar. Nöbetçi mahkeme tarafındantutuklandık.

Patron terörüne iş yerlerinde devamlı maruzkalıyorum. Polisleri eylemlerden biliyordum. Bir desokak ortasında öldürdüğü insanlardan...

“Demokrasinin” bu coğrafyada “ne güzel”uygulandığının ilk pratiğini yaşadım Sabra’da.Aslında kimin hangi tarafta olduğu açıktı. Bireksikle, yargının bu kadar işin içinde olduğunubilmiyordum. Bunu da yaşadığım bu süreç ilegörmüş oldum. Ama bu süreçte safımı da belirlemişoldum. Bu sistemin bize ait olmadığını ve kendidemokrasimiz gelene kadar mücadele etmemizgerektiğini öğrendim.

- Sabra Tekstil’de yaşanan polis terörü vetutuklama saldırısının ardından dava açıldı ancaksaldırıya uğrayan sınıf devrimcileri de sanık olarakyargılanıyor. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Melek Can: Bu sistemde patron terörünün yasalolduğunu, polisin her istediğini yapabilecek gücesahip olduğunu, koruyanların da devlet olduğunugördükten sonra saldırıya uğrayan sınıf bilinçli işçiarkadaşlarımızın sanık olması çok da tuhaf gelmediaçıkçası.

E. Burcu Eker: Sınıf devrimcisi olarak, varolankurulu kapitalist düzende, işçi ve emekçilerinçıkarlarını savunan biriyim.

Bugün işçiler patronları tarafından şiddete vetacize mahkum bırakılıyorsa; binlercesi inşaatlardapres makinelerinde, tersanelerde, ellerini, kollarını,yetmedi hayatlarını yitiriyorsa; milyonlarcası günün12 saati, patronun araba modelini yükseltmesi içinçalıştırılıyorsa ne Sabralar bitecek ne bizlerSabralar’ın karşısına çıkmaktan vazgeçeceğiz.

Burjuvaziyi ortadan kaldıracak ve sınıflarınolmadığı bir dünya yaratacak olan proletarya, dünolduğu gibi yarın da tarih sahnesine çıkacak vesömürü düzenini yerle bir edecektir. Ve bizlerin debu sömürücü asalakları yargılayacakları günler çokuzak değildir.

Teşekkür ederim.

Sabra sürecinde tutuklanan iki sınıf devrimcisi ile konuştuk...

“Sömürücü asalakları yargılayacağımızgünler gelecek!”

10 Haziran 2009 / Büyükçekmece Adliyesi

Page 9: Sİ Kızıl Bayrak 12-39

Güncel Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak * 9Sayı: 2012/06 (39) * 28 Eylül 2012

AKP iktidarı ekonomide her şeyin yolundagittiğini döne döne ifade ediyor. Bir yandan rekorkıran büyüme rakamlarıyla övünüyor. Öte yandankrizin teğet geçtiği Türkiye söylemine dört ellesarılıyor. Cari açığın da rayına gireceği masalınıokuyor. Cari açığın bedelini emekçilere ödetmeyeceğikonusunda sözler veriyor. Son yapılan zamlarla tümbu söylemlerin koca bir yalan olduğu açıkça ortayaçıkmış bulunuyor.

İğneden, ipliğe zam sağanağı…

8,5 milyar bütçe açığı olduğu gerçeğini MaliyeBakanlığı itiraf etti. Bütçe açığının kapatılması içinharekete geçen Maliye Bakanlığı, her zaman olduğugibi faturayı işçi ve emekçilere çıkarttı. İğnedenipliğe her şeye zam geldi. Maliye Bakanı bir yandanda yapılanın zam olmadığını, fiyatları güncellediklerisöylemiyle zamlara yönelik olarak işçi ve emekçitepkisini frenlemeye çalıştı. Özel Tüketici Vergisi veKDV oranlarında önemli artışlar yapıldı.

Zam paketi ile iğneden ipliğe her şey zamlandı.Otomobil, akaryakıt, içki ve topu harcına yüklü zamyapıldı. Yapılan zamlarla yıllık bütçeye 9,5 milyardolar katkı sağlanması hedefleniyor. Benzinde ÖTVartışı yüzde 35,4’e ulaştı. Otomobilde ÖTV artışıyüzde 3 zamla, yüzde 40’a çıktı. Bu artışla birlikteörneğin 40 bin liradan satılan bir otomobiliniçerisindeki vergi 15 bin 257 liradan 16 bin 132 lirayayükseldi.

Hükümet, bu zam paketini 2012 bütçesindekiaçığın bir bölümünü karşılamak için hazırladı. Zamlarhafta başında yürürlüğe girdi. Yeni yılla birlikte yenibir zam sağanağı daha yaşanacak. MTV’den birçokÖTV ve harçlara kadar iğneden ipliğe tüm ürünlerinvergisi yılbaşından itibaren yeniden zamlanacak.

AKP iktidarının zam gerekçeleri vegerçekler!

AKP iktidarı sözcüleri zamları meşrulaştırmakiçin ağız birliği içinde açıklamalar yaptılar. RecepTayip Erdoğan,”Kardeşim sigara içmezsin olur biter.Alkolü biraz daha az tüketirsin olur biter (…)” dedi.Maliye Bakanı Mehmet Şimşek ise, tüm buyapılanların “zam değil güncelleme” olduğunusöyledi. Bir TV kanalındaki programa katılan BülentArınç ise yapılan zamlarda mutlaka bir hikmetaranması gerektiğini ifade etti. Yani zamların halkınsağlığını korumak için yapıldığı yalanına sarıldı.Maliye Bakanı kışın doğalgaz fiyatlarında yeniartışlar olabileceğini söylemeyi de unutmadı.

AKP iktidarı zamların gerekçesi olarak iki nedeniöne çıkardı. AKP iktidarının zam gerekçelerdenbirincisi, her zaman olduğu gibi personelharcamalarıydı. İkincisi ise sosyal güvenlikharcamalarıydı. Bu gerekçelerin bahaneden ibaretolduğu çok geçmeden ortaya çıktı. Yalın gerçeklerinortaya çıkmasında Maliye Bakanlığı MuhasebatGenel Müdürlüğü verileri önemli rol oynadı.

Maliye Bakanlığı Muhasebat Genel Müdürlüğüverilerine göre bütçe açıklarının artışında rol oynayanetmenlerden birini kirli savaş politikalarıçerçevesinde devasa oranda artan silah alımlarıoluşturuyor. Zira son iki ay içinde kirli savaş içinkullanılan silah, araç ve gereçlerin alımı için harcananpara, önceki 6 ayı çoktan aştı.

Temmuz ve Ağustos aylarında bütçeden kirlisavaşta kullanılan silahların alımı için yapılanharcamalar ilk altı ayda yapılan harcamaları katladı.Kirli savaşın finansı çerçevesinde örtülü ödenektenaktarılan kirli savaş kaynağında da devasa artışlaryaşandı. Ocak-Haziran döneminde kirli savaş içinayrılan örtülü ödenek 431 milyon lirayken, son ikiayda ayrılan örtülü ödenek miktarı yaklaşık 157milyon liraya çıktı.

Zamların kaynağı kapitalizmedur demek için…

12 Eylül karşı devriminden bu yana Türkiyekapitalizminin güçlenmesi, bu güçlenmeninfaturasının işçi ve emekçilere ödettirilmesi için“yüksek faiz, düşük kur” para politikası kesintisizolarak uygulandı. Türkiye sıcak para cennetinedönüştü. Zira uluslararası sermaye için Türkiyegüvenli bir limandı. Bir yandan da iç ve dış ticaretdengesi bozuldukça, bozuldu. Özellikle de son on yıliçinde dinci partinin hükümet olduğu yıllarda cariaçık ayyuka çıktı.

Genelde sermeye hükümetleri, özelde AKPhükümeti cari açığı azaltmak için her seferindefaturayı işçi ve emekçilere çıkardı. Bu faturanıniçinde zamlar önemli bir kalem olarak yer aldı. Bunedenle vergiler ve tüm alanlarda zam artışlarıhızlandı. İşçi ve emekçilerden alınan vergiler devasaoranda arttı.

Kapitalist sistemde her şeyin seyrini belirleyensınıf mücadelesidir. Zamlardan elde edilen

gelirlerden, toplanan vergilerden hangi sınıfın nekadar pay alacağını belirleyecek olan temel ögesınıflar mücadelesidir. AKP iktidarının zamlarkonusundaki pervasızlığının kaynağı işçi veemekçilerin zamların kaynağı olan kapitalizme karşımücadele noktasında yeterli bir örgütlülük ve güçyaratamamış olmasıdır. Bu nedenle ekonomik krizinfaturası her seferinde emekçilere ödetilebiliyor. Bunedenle toplanan vergilerin aslan payı emekçilerdenalınıyor.

İşçi ve emekçilerin birleştiği ve örgütlü bir güçolarak hareket ettiği koşullarda AKP iktidarı zamlarkonusunda pervasız davranmaktan kaçınmayamahkum olacaktır. Yaşanan tarihsel süreç, dünyada veTürkiye’de sermaye iktidarlarının, işçi sınıfınınörgütlü gücü karşısında sosyal harcamaları arttırmak,bütçeden eğitime, sağlığa, ulaşıma vb. daha fazla payayırmak zorunda kaldığını göstermektedir.

Sınıf hareketi zayıflamaya başlayınca sermayedevleti kaşıkla verdiğini kepçeyle almaktagecikmemektedir. Nitekim burjuvazi devrimkorkusuyla uyguladığı “sosyal devlet” politikasınıdevrim korkusu ortadan kalkınca hızla değiştirmiş,uyguladığı neo-liberal politikalarla işçi sınıfınınsosyal ve ekonomik haklarına saldırmış, ekonomik vesosyal yıkımda önemli bir araç olan zamlarda sınırtanımamıştır.

Burjuvazi hem işçi sınıfının ürettiği artı-değere elkoyarak onu sömürmekte, hem de zamlar ve vergileryoluyla açlığı ve sefaleti derinleştirmektedir. Gerçekçözüm, tüm sorunların ve dolayısıyla zamların dakaynağı olan kapitalizme karşı mücadeleyibüyütmektir. Ancak o zaman emekçiler zamlarınyıkıcı sonuçlarından kurtulabilirler. Elde edilen tümkaynaklar savaş için değil emekçilerin parasız eğitim,sağlık, konut, ulaşım gibi ihtiyaçlarının karşılanmasıiçin kullanılabilir. Sermayenin zam yağmuruna karşıişçi sınıfı ve emekçilerin örgütlenmek ve mücadeleyibüyütmekten başka çaresi yoktur.

AKP iktidarı iğneden ipliğe her şeye zam yaptı

Zamların kaynağı kapitalizme karşımücadeleye!

Türkiye ekonomisi “sisli ve virajlı bir yol”AKP iktidarı son zam furyasıyla birlikte bir taraftan bütçede verilen açığın, silahlanmaya, militarizme ve kirli

savaşa harcanan paraların faturasını işçi ve emekçilerin sırtına yüklerken, öte taraftan “istikrardan” veTürkiye’nin “büyüyen” ekonomisinden dem vurmaya devam ediyor.

3. İstanbul Finans Zirvesi’ne konuşmacı olarak katılan Başbakan Yardımcısı Ali Babacan “Türkiye herfırtınaya karşı korundu. Finans kurumları ayakta kaldı. Kamu maliyesinin güçlü oluşu, borçları ve bütçe açığınıngerilerde olması ülkeyi korudu. Dışarıda fırtına koparken, yer yerinden oynarken Türkiye’de büyüme veistihdam var. Finans kurumları gayet iyi durumda.” sözleriyle, bir kez daha ezber tazeledi. Sermaye açısındançizilen bu iyimser tablonun gerisinde ise yoğun emek sömürüsünün yanı sıra emekçilerin sırıtına yüklenmişvergi yükü ve ardı arkası kesilmeyen zamlar yer alıyor. Bütçe planlaması doğrultusunda gündeme gelen sonzam dalgası dahi Babacan’ın çizdiği pembe tablonun kimin açısından olduğunu gözler önüne seriyor.

Sürekli “büyüme” ve “istikrar” dan bahseden AKP şefleri gerçekte küresel çapta yaşanan iktisadi krizinbasıncını gün be gün ensesinde hissediyor.

Bugüne kadar işçi sınıfının yoğun sömürüsü ve arkası gelmeyen zamlar üzerinden krizi “yöneten” sermayeiktidarının zam yağmurları da hız kesmiyor. Son olarak akaryakıt, otomotiv, tapu harcı ve alkollü içkilereyapılan zamların ardından önümüzdeki aydan itibaren sigara, elektrik ve doğal gaza da zam yapılmasıbekleniyor. Zamlar ve vergi yükü üzerinden “Sisli ve virajlı” yolda ekonomiyi ayakta tutmaya çalışan burjuvazi,işçi sınıfı ve emekçilerin yaşamlarını her geçen gün daha da çekilmez hale getiriyor.

Page 10: Sİ Kızıl Bayrak 12-39

Yüzbinlerce işçinin toplu sözleşme hakkını fiilengaspeden sermaye ve uşakları (Hükümet, TOBB, TİSKile Türk-İş ve Hak-İş yöneticileri), geçtiğimiz günlerdebiraraya gelerek güya bir anlaşmaya vardılar.Anlaşmayla birlikte gaspa vesile edilen işkolu barajlarınailişkin yasal düzenlemeler, kararlaştırıldığı biçimiyle,önümüzdeki günlerde meclisten geçirilecek.“Mutabakat”a göre işkolu barajı yüzde 3’e çekilirken,kademeli bir geçiş süreci öngörülüyor. Yani işkolu barajıilk 4 yıl için yüzde 1, daha sonraki iki yıl için ise yüzde 2olacak. Bu geçiş evresinin ardından ise baraj belirlenenorana çekilecek.

Sermaye ve uşak takımı arasında yapılan buanlaşmanın işçi sınıfı payına zerrece bir olumlu tarafıbulunmuyor. Çünkü yüzde 10 barajı kağıt üzerindeoldukça düşürülmüş görünse de, gerçekte sendikalı işçioranları bundan böyle SGK verileri üzerindenhesaplanacağı ve yeni sendikalar yasasına göre bazıişkolları birleştirileceği için yine çok sayıda sendikabarajın altında kalacak. Şu haliyle DİSK’in verdiğibilgiye göre baraj yüzde 1 olduğunda, Türk-İş’ten 4,DİSK’ten 3 ve Hak-İş’ten 1 sendika barajın altındakalıyor. İşkollarının birleştirilmesi halinde ise tablo dahada ağırlaşmakta. Bu durumda kimi işkolları için barajbugüne göre gerçekte yüzde 24 civarına çıkarken toplam18 işkolunun 6’sında hiçbir sendika barajı aşamıyor. Budurumda da yine yüzbinlerce işçinin toplu sözleşmehakkı gaspedilmiş olacak.

İşte sermaye ve hükümeti ile Türk-İş ve Hak-İşbürokratlarının “mutabakat”ı toplu sözleşme hakkınıngaspının onaylanmasından başka bir anlam taşımıyor.Ancak Türk-İş yöneticileri böylelikle büyük ölçüdeamaçlarına ulaşmış oluyorlar. Çünkü en başındanitibaren bu ağa takımı barajın düşmemesini, ya da dahadoğrusu dinamik ve mücadeleci sendikaların yolunukapatacak oranlarda tutulmasını istiyorlardı. SGKverileri üzerinden yapılacak hesaplamayla birlikte kendiüyeleri olan sendikaların bazılarının yetkisinin düşmeside umurlarında değildi. Keza onların derdi, sendikal hakve özgürlüklerin önündeki engeller değil koltuklarıydı.Koltukları da bu engellerin varlığına bağlıydı. Öyle kiTürk-İş’in ağa takımı için bu barajın yüksekliği herşeyden önce de Türk-İş içerisindeki muhalif sendikaların(özelde SGBP’de ortaklaşmış sendikaların) bastırılmasıanlamını taşıyordu. İşte hesaplar böyle yapılınca Türk-İş’in ağa takımının tutumu da, kapitalistler ve hükümetkadar, hatta bazı durumlarda onlardan çok daha fazlagasptan yana oldu. Bu nedenle başından sonuna kadartüm süreci kapalı pazarlıklara endeksledi ve işçisınıfından bir tepki görmeden bu tutumunu da sonunakadar sürdürdü.

İşçi sınıfı karşısında yapılan suç ortaklığı bununlasınırlı kalamazdı. Zira sermaye ve hükümet de hesaplarıuğruna kıvranan, hemen hiçbir pazarlık gücü olmayanağa takımının bu durumundan yararlanmaya baktı. Bu daher şeyden önce kıdem tazminatı başta olmak üzeresınıfa yönelik yeni saldırı tasarıları için bu ağatakımından güvence almak oldu. Hükümetin toplusözleşme yasası ile birlikte kıdem tazminatı konusunda

“taraflar anlaşsın biz yerine getirelim” tutumu da,oynanan bir oyundan başka bir şey değildir. Pazarlıkmasasının bir ucunda ağa takımının istediği türden birtoplu sözleşme yasası varken, diğer ucunda sermaye vehükümetin ağzının sulandığı tarihsel haklar konulmuştur.Şu haliyle toplu sözleşme konusunda bir anlaşmayavarıldığı söylendiğine göre işçi sınıfının “grev nedeni”saydığı hakların gaspı için gün sayıldığına da kuşkuduyulamaz.

İşçi sınıfı bir yandan grev ve toplu sözleşmehakkından diğer yandan ise tarihsel önemdekazanımlarından olmak üzeredir. Ama işte, tarihinin buen ağır saldırı hamlesi karşısında, saldırının şiddetidüşünüldüğünde neredeyse kılını kıpırdatmamaktadır.Kuşkusuz ki bu durumdan dolayı öncelikle sorgulanmasıgereken güçler, ağa takımıyla da sorunu olan, aynızamanda mücadeleden ve sendikal demokrasiden yanaolduğu iddiasındaki sendikal güçlerin (somutta DİSK veSGBP yönetimleri) pratiği olmalıdır. Unutmamak gerekirki bulundukları sendikaların barajların altında ezilecekolması da bu güçlerin sorumluluğunu arttırmaktadır.Ama onlar dikkate alınmayacak basın açıklamaları vebazı eylemler dışında bugüne kadar hemen hiçbir şeyyapmadılar. Bugün ise artık saldırı yasalarınınolgunlaştığı bir evrede mücadele etme niyetlerini bazıeylem kararlarıyla birleştiriyorlar. DİSK BaşkanlarKurulu’nun aldığı kararlar uyarınca ilk olarakönümüzdeki günlerde Çalışma Bakanlığı önünde biroturma eylemi gerçekleştirecek. Aylar sonra nihayettoplanan SGBP Başkanlar Kurulu ise Türk-İş yönetiminisert bir şekilde eleştirdiği sonuç bildirgesinde bölgetoplantılarına yeniden başlayacağını duyurdu.

Bugüne kadar tutumları itibariyle, SGBP’ninsuskunluğu ve DİSK’in etkisiz mücadele pratiğiningerisinde, -kuşkusuz ki farklı düzeylerde- gözlerininhükümet, sermaye ve ağa takımı arasındaki pazarlıklaradikilmiş olması bulunmaktadır. Özellikle SGBPcephesinden durum böyledir. Türk-İş yönetimi barajınyüksek tutulması konusunda açık bir tutum sahibiykenSGBP yönetimi suskun kalmış ve mücadeleyi ortakzeminde sürdürme iddiasını orta yerde bırakmıştır. Oysayapılması gereken bir yandan işbirlikçi ve ihanetçisendikal çizgiye karşı kıyasıya mücadele etmek, diğeryandan ise mücadele iddiasının gereğini yapmak, ortayabir mücadele programı koymak ve uygulamaktır. Bunuyapma gücü ve iradesi gösteremeyenler, Türk-İşağalarının da ekmeğine yağ sürmüşlerdir.

SGBP’nin bu tutarsız ve beklemeci tutumunungerisinde, aynı zamanda, önemli bazı bileşenlerininkonum ve anlayış bakımından Türk-İş ağalarındanfarksız olmaları yatmaktadır. Bu da Türk-İş yönetiminerağmen harekete geçme iradesinden yoksunluk demektir.Mücadeleci kimlikleriyle bilinen diğerleri ise, bu kaypakgüçleri sürükleme ve onlarsız hareket etme gücügösteremedikleri ölçüde SGBP hareketsizliğe mahkumkalmaktadır. Bu gerçek SGBP’nin son toplantısınınkararlarıyla da teyit edilmektedir. Zira mücadelegörevlerinin bu denli net ve acil olduğu bir durumda,SGBP Türk-İş yönetimini eleştirirken mücadele adınayeniden bölge toplantıları yapmaktan başka bir işkoyamamıştır.

SGBP ve DİSK yönetimlerinden beklenen, ilk olaraksermaye ve ağa takımı arasındaki her türlü pazarlığı ve“mutabakat”ı kesin olarak reddetmek, ikinci olaraksendikal hak ve özgürlüklerin önündeki tüm engellerinkaldırılması için mücadelenin ihtiyacına uygun tokluktave kararlılıkta bir eylem programı açıklamak, üçüncüolaraksa bu programı uygulamak üzere tabanın enerjisiniaçığa çıkaracak bir sorumlulukla davranmaktır. Tabanınenerjisini açığa çıkarmaktan kastımız, mücadelenintabandan, her düzeyde tüm sendikalı ve sendikasızişçilerin katıldığı platformlar yoluyla örgütlenmesidir. Buise söz ve karar hakkının tabana bırakılması, yerellerdeve daha temelde fabrikalarda işçilerin mücadele veeylemleri birleşik bir tarza örgütlemesi demektir. İlgilisendika yönetimleri bu yönde teşvik edici, yol açıcı vekolaylaştırıcı olduklarında sorumluluklarını büyükölçüde yerine getirmiş olacaklardır.

Fakat ne olursa olsun çözücü halka ilerici ve öncüsınıf güçleridir. Hesap soracak, ara kademe sendikayönetimlerini sürükleyecek, mücadelenin doğru birçizgide ve kararlı bir yoldan ilerlemesini güvenceleyecekonlardır. Bunun için buradan tüm ileri ve öncü işçileri,sendikal hak ve özgürlüklerin önündeki engellerinkaldırılması (barajların kalkması, örgütlenme ve grevyasaklarına son verilmesi, lokavtın yasaklanmasıtalepleriyle) hedefiyle mücadeleyi büyütmeyeçağırıyoruz.

Son olarak belirtelim, grev ve toplu sözleşmehakkının önündeki yasal engelleri kaldırmanın en önemligereklerinden biri de, sermaye ve uşakları tarafındankonulan bu gayri-meşru yasaları tanımamak, beraberindeise fiili ve meşru mücadele yolundan yürümektir. Böyledavrandığında işçi sınıfını hiçbir gerici kuvvet tutamaz.

Güncel10 * Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2012/06 (39) * 28 Eylül 2012

Sermaye ve uşakları, sendikal hakların gaspında “mutabakat”a vardı…

Hak ve özgürlükleri savunmanın tek yolufiili-meşru mücadeledir!

Page 11: Sİ Kızıl Bayrak 12-39

Güncel Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak * 11Sayı: 2012/06 (39) * 28 Eylül 2012

- Eylül ayı itibariyle 2012-2014 Grup TopluSözleşme süreci başlamış oldu. Ancak bu sözleşmesüreci bir dizi sorunla birlikte başladı. Süreci kısacaözetler misiniz?

Şubat ayından beri yetkiler verilmiyor. Yani sadeceDİSK’e bağlı sendikaların değil bütün sendikalarınyetkisi verilmiyor. Bugün Türk Metal’in internetsitesinde Türk Metal başkanının açıklamalarınıokudum. Yumuşak bir geçiş olsun diyor. Başbakandanrandevu istedik diyor. İşlerinin çok olduğunu biliyoruzama bizimde sabrımız bir yere kadar diyor. Çağrımahiyetinde randevu istiyor. Biz Türk Metalbaşkanının tutumunu biliyoruz.

Birleşik Metal olarak TİS sürecinin bu dönem çokzorlu geçeceğini biliyorduk. Yani yetki sorunu olmasabile böyleydi. Buna bir de yetki sorunu eklenince dahazor şartlarda sürece başladık. Bu şartlarda daha farklıbir mücadeleye bürünmek lazım. MESS’e üye olanişyerlerinde komisyon toplantılarını yapıyoruz. Bizimşubede sadece SİO MESS’E üye.

Geçen dönem Birleşik Metal olarak eleştiriler dealdık. Ne yani grevi uygulayacak mısınız? diye.Nitekim uyguladık da. Biz bu süreçte şunu gördük;nasıl bazı zamanlarda işçiler bizim dediklerimiziyapmıyorsa bazı patronların da MESS’in dedikleriniyapmadığını gördük. Bu süreçte bize gelip amananlaşalım dediler. Bu süreçte işçiler daha çokekonomik temelde bakıyorlar. Özellikle bu süreçtetemsilcilerin işçilerin komisyonlarda Türk Metal’inkuyrukçuluğunu bırakmamız lazım diyerek kararlılıkgöstermesi süreci belirledi. İşçilerin bu çıkışlarınıgeçen sözleşmede biz yakaladık. Biz geçen dönemTürk Metal’in imzaladığı sözleşmeden gelirlerdüzeyinde daha iyi bir sözleşme imzaladık. Bizcebaşarılı bir süreç oldu.

Tabi bu olumlu bir süreç başlattı. Bu dönemdehazırlıklarımız çok ciddi sürüyor. Yaklaşık 2,5-3 ayöncesinden MESS’e bağlı işyerlerinde çalışmalarımızsürüyor. Komisyonlar oluşturduk. Toplantılarımızsürüyor. Biz de Trakya Şube olarak MESS’e üye olanbir işyerimizde komite olarak toplandık. Önümüzdekisüreçte geniş bir işçi toplantısı yapacağız.

Bir de şöyle bir şey var. Pevrul Kavlak bu süreçteçok atıyor. Biz işçinin hakkını şöyle alacağız, böylealacağız biçiminde abartmaları, Türk Metal’in örgütlüolduğu işyerlerinde işçilerde çok büyük bir beklentiyaratmış durumda. İşçilerde müthiş bir sessizlik vebeklenti var. Bu sene önceki gibi olmayacak. Neolacak bunu da konuşmak lazım. Yıllardan beriMESS’in dediğiyle hareket eden sermayeye kafakaldıramayan, siyasi iradeye karşı koyamayan sendikabugün çok farklı bir durumda. Türk Metal patronlarınkarşısına BOSCH’taki süreci tekrar yaşamakistemiyorsak, bizimle iyi bir sözleşme imzalayındiyerek çıkacaktır. Pevrul Kavlak gidip MESSbaşkanının elini öpüp ne olursunuz bize istediğimizzammı verin diye aman mı dileyecek! Eskisi gibiolmayacak diyorlar. Türk Metal bu söylemlerin altındakalabilir.

Bir de sektörde çok kriz yok gibi gözükse de kimiişyerleri iflasın eşiğinde. Özellikle Avrupa’da ciddi birkriz yaşanıyor. Ekonomik durumda MESS

patronlarının buna yanaşma ihtimalini azaltıyor.Yetki sorunundan kaynaklı MESS Türk Metal’e

dedi ki biz görüşmüyoruz. Ne yapacaklar? BirleşikMetal olarak gerekirse eylemli bir süreç başlatacağız.

Sarı sendika yalanla iş yapıyor. İnternet sitelerineyazmışlar. Mahle Mopisanda sıfıra sözleşmeimzalanmış. Yalan! Üstelik sen değil misin yıllardırişçilere sıfır zammı dayatan, sözleşmede olmadığıhalde fabrikalarda esnek çalışmayı uygulatan. Bir kereişçi hakları için meydanlara çıkmayan, asıl ucuzsendikacılık yapan sensin demektir.

İşçiler sendikacılara çok fazla güven duymuyor.Bunda sarı sendikaların çok büyük payı var. Biz dürüstsendikacılık yapmaya çalışıyoruz. Ancak çokzorlanıyoruz. Bu süreçte işçilerin mücadelelerine sahipçıkmalıyız. Aksi takdirde işçiler bize de inanmayacak.Biz sınıfsal temellere dayanan, işçilerin ekonomikhaklarını veren kararlı bir mücadele vermeliyiz.

Şubemiz Termo Teknik’te bir süreç yaşadı. Çelik-İşsendikası bizden bir işçi bile alamadı. İşçilerin sınıfsalbilinçten uzak olduğunu, işçilerin içinin boşaltıldığınıgördük. Bizden işçileri genel müdür aldı. İşçiler kendigerçek çıkarlarını göremedi, patron temsilcilerindenkorktu ve işini kaybetmek istemedi böyle oldu. Budurumda sarı sendikaların da önemli bir payı var. Busendikaların işçilerin bilinçlerini bulunduran ve onlarıyozlaştıran bir görev görüyor. Sendika işçi aidatlarınarant olarak bakıyor. Bunu da işçilerin içindesöylemekten geri durmuyor.

İşçilerin önünde bu sözleşme sürecinde iki seçenekvar. Ya Türk Metal’in kurduğu düzene karşı ayağakalkacaklar. Ya da daha da içe kapanıp sömürünün

artışını izleyip daha fazla ezilecekler. Biz sendika olarak Bosch sürecinde Türk Metal

üyesi işçilere gerekli mesajı verdik. Bosch üyeliksürecindeki kararlılığı ben yaşadım. Öyle bir geldilerki grup grup. Sonrasında bazı sıkıntılar oldu. Bunubiliyorsunuz. Ancak biz Bosch’ta yetkili sendikayız. Erya da geç sözleşme imzalayacağız.

Birleşik Metal olarak yetkiye takılmadanmücadeleyi başlattık. Önümüzdeki süreçte de bunauygun adımlar atmaya devam edeceğiz.

Kızıl Bayrak / Trakya

2012-2014 MESS Grup TİS süreci üzerine Birleşik Metal-İş Trakya Şube Başkanı FedaiDuvan ile konuştuk…

“Kararlı bir mücadele vermeliyiz!”

Güven Elektrik’te bekleyiş sürüyor...

Gasp edilen hakları için Cankurtaran Holding önünde direnişlerini sürdüren Güven Elektrik işçileri ile sınıfdayanışması büyüyor.

İşçiler İş-Kur’a yürüdüGasp edilen haklarını almak için Cankurtaran Holding önünde direnişlerini sürdüren Güven Elektrik işçileri

25 Eylül günü, Şişli’de bulunan İşkur’a toplu şikayet dilekçesi verdiler. Direnişçi işçiler holding binası önünden Şişli’de bulunan İşkur’a yürüyüş gerçekleştirdiler. En önde bulunan

bando takımının ritimlerinın yanı sıra düdük ve alkışlarla coşkulu bir şekilde süren yürüyüşe çevreden pek çokkişi de alkışlarla destek verdi.

Toplu bir şekilde İşkur’a giren Güven Elektrik işçileri burada şikayet dilekçelerini bıraktılar. Ardından direnişalanına geri dönüldü. Eyleme MİB üyeleri de destek verdi.

MİB’den sınıf dayanışmasıMetal İşçileri Birliği (MİB), kıdem tazminatlarının gasp edilmesine karşı direnen Güven Elektrik işçilerine

direnişin 16. gününde ziyaret gerçekleştirdi. 25 Eylül günü, Cankurtaran Holding önündeki direniş alanınayürüyen MİB üyeleri direnişçi işçiler tarafından coşkuyla karşılandılar. Burada Birleşik Metal-İş Sendikası 2No’lu Şube Başkanı Yılmaz Bayram bir konuşma yaptı.

Metal İşçileri Birliği adına yapılan konuşmada, direnişlerin, sadece metal işçilerine değil tüm işçibölüklerine umut taşıdığı ifade edildi. İşçi sınıfına yönelik kapsamlı saldırıların hazırlandığı bir süreçte HEYTekstil, Kiğılı, Roseteks ve İzmir Senkromeç’te direnen işçilerin olduğu, bunu güçlendirmek gerektiği ifadeedildi.

MİB’in tüm direnen işçilerin yanında olduğu söylenerek direnişlerin ortaklaştırılmasının ve direnişlerdedaha farklı eylemlerin hayata geçirilmesinin önemi vurgulandı.

Kızıl Bayrak / İstanbul

Page 12: Sİ Kızıl Bayrak 12-39

Sınıf hareketi12 * Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2012/06 (39) * 28 Eylül 2012

Sermaye hükümeti AKP’nin sınıfa dönüksaldırılarını arttırdığı bir dönemde Devrimci İşçiSendikaları Konfederasyonu (DİSK) da “ZaliminZulmüne Direneceğiz” başlığı altında bir kampanyabaşlatmıştı. Kampanyanın Eylül ayına ilişkin eylemprogramının açıklandığı basın toplantısında DİSKGenel Sekreteri Adnan Serdaroğlu, yaz dönemiboyunca yürüyüşler, imza kampanyaları, basınaçıklamaları ve iş yeri toplantıları gerçekleştirdiklerinibelirtirken Eylül ayı boyunca da yine bir dizi broşürdağıtımı ve Çalışma Bakanlığı önünde oturmaeyleminin yapılacağına dair açıklamalarda bulundu.Ekim ayında meclisin açılışı ile ülke genelinde“toplantılara ve yürüyüşlere” devam edileceğinibelirtti.

Sermaye iktidarının iktisadi ve siyasalsaldırılarında gemi azıya aldığı bir dönemde DİSK’inaçıklamış olduğu “mücadele programının” busaldırıları durdurabilecek ya da ona karşı ciddi birmuhalefeti oluşturabilecek bir hatta sahip olmadığıaşikârdır. Sınıfın tarihsel kazanımlarının gaspedilmesinde bugüne kadar gelmiş geçmiş tümhükümetleri geride bırakan ve bu bakımdansermayenin gözdesi konumunda olan AKP’nin“zulmüne” böylesi bir eylemsel hatla direnileceğiiddiası ham bir hayalin bir sonucu değil ise zevahirikurtarma çabasının ürünü olabilir ancak.

Zira emperyalizmin istekleri doğrultusundabölgesel tetikçilik rolüne soyunulduğu ve bu çerçevedeiçeride de siyasal gericiliğin ayyuka çıkarıldığı,ekonomide ise kapitalist krizin etkilerinin daha daşiddetli bir şekilde görüleceği bir dönemdengeçmekteyiz. Bu yüzden de “güvencesizliğin,taşeronlaştırmanın, esnek üretiminyaygınlaştırılmasına, torba yasasına, kıdemtazminatının gasp edilmeye çalışılmasına, sendikalyasaklara” karşı direnmenin ve mücadele etmeniniçeriği, yolu, yöntemi sadece basın açıklamalarıyla,bildiri dağıtımlarıyla sınırlandırılamaz.

Sınıfın üretimden gelen gücünün kullanılmasınadönük planlamadan yoksun her türlü “mücadeleprogramının” ne bir inandırıcılığı olacaktır ne degerçekten direnme ve çözüm iradesini açığaçıkaracaktır. Bu koşullarda yapılan eylemlerin tekişlevi genel kurullara dolgu malzemesi olmaktan öteyegeçmeyecektir. Nitekim DİSK’in 21 Eylül’dedüzenlendiği Bölge Temsilciler Kurulu’ndan yansıyantablo da bu durumu doğrulamıştır. DİSK GenelBaşkanı Erol Ekici, kampanyaya ilişkin özeleştiriverirken; başta kendisi olmak üzere tüm şube ve üyelerdüzeyinde gevşek davranıldığını, dağıtılması planlananbirçok broşürün hala genel merkezde alınmayıbeklediğini belirtmiştir.

Elbette böylesi bir mücadele hattı ne DİSKüyelerini ne de saldırının esas muhatabı sınıf kitleleriniharekete geçirmeye yetecektir. Mücadele hattınınüretim alanlarından giderek toplumun en genişçevresine doğru örgütlemek yerine kent merkezlerindebildiri ve broşür dağıtımına daraltıldığı bir noktada buişin örgütleyici ve uygulayıcısı öznelerde bile işin

ciddiye alınmaması sonucunun doğması anlaşılırdır.DİSK yönetimi, saldırıların boyutuna ve buna karşıverilecek mücadelenin önemine ilişkin başta kendiüyelerinde bir ciddiyet ve inandırıcılık sorunuyaşıyorsa bunun nedenlerini her şeyden önce kendimücadele ve önderlik anlayışında aramalıdır.

Bugün kapsamlı saldırılarla karşı karşıyakalınmakla birlikte sınıf hareketinde mücadeleye dairönemli bir potansiyel ve dinamik de mevcuttur. Hergün yeni bir direniş, örgütlenme ve hak aramaeylemlerine dair haberler, sermayenin saldırılarıkarşısında sınıf bölüklerinin hiç de susup kalmadığını,verili bilinçleri çevresinde mücadele ettiklerinigöstermektedir. Sermaye sınıfının topyekünsaldırılarına karşı birleşik, militan bir mücadeleörgütleme sorumluluğu ise sınıfın ileri örgütlükesimlerinin omuzlarındadır. Sınıfın en genişkesimlerini harekete geçirmeye dönük böylesi birmücadelenin başarısı ise sınıf kitlelerine kendi gücünügösterecek eylemsel bir hattın örülmesini ve budoğrultuda güven verici bir pratiği gerektiriyor. Buyüzden de mücadelenin filizleneceği esas alanlarüretim alanları ve sanayi havzaları olabilmelidir.Sistemin can damarı olan kar mekanizmasını vurmayıhedeflemeyen hiçbir eylemsel hattın ne bu saldırılarıpüskürtme imkânı olacaktır ne de kitleleri budoğrultuda mücadeleye teşvik edecektir. Ancak bueksende kurgulanacak bir eylemsel hatta“yürüyüşlerin, basın açıklamalarının ve broşürdağıtımının” bir anlamı olabilir ve mücadeleyekatkıları olabilir.

Sorun DİSK’in mevcut gücüyle bunu ne orandabaşarabileceğiyle değil, bu yönde bir bakış vemücadele pratiği içerisinde olup olmadığıyla alakalıdır.Zira sınıf hareketinde yaşanan gerilemenin ve sınıfınonlarca yıldır yaşadığı kayıpların gerisinde sendikalarahâkim olan uzlaşmacı-reformist anlayış yatmaktadır.Sınıf kitlelerine güven verecek, onları militan birmücadeleye sevk edecek devrimci bir mücadeleanlayışının önemi sadece genel kurul salonlarındaseçimlere dönük söylevlerde anılıyor, hatırlanılıyor.DİSK’in yeni yönetimi de tıpkı kendisinden öncekilergibi bu iddialarla yönetime talip olmuşken verili pratikileri sürülen iddialarla tam bir tezat oluşturmaktadır.

AKP’nin tam bir özgüven içerisinde grev yasaklarınıhayata geçirdiği, Toplu İş İlişkileri Yasa Tasarısı’nısendikaların üzerinde adeta demoklesin kılıcı gibisalladığı bir dönemde “zalimin zulmüne direneceğiz”kampanyası çerçevesinde somutlanan “mücadeleprogramı” ne sınıfın ihtiyaç duyduğu mücadeleanlayışına denk düşüyor ne de önceki yönetimlerinötesinde bir pratiğe.

DİSK’in böylesi bir dönemde sınıf kitlelerine umutveren bir mücadele pratiğiyle ortaya çıkmasının baştaTürk-İş’e üye olan sınıfın ileri örgütlü kesimlerinde deyankı yaratması hiç de yabana atılacak bir ihtimaldeğildir. Henüz 15-16 Haziran’ları yaratan sosyalmücadelenin keskinleştiği sürçeler içerisinde değilizama başta Avrupa’da olmak üzere sınıftan yana esensert rüzgârların bu topraklarda da uğuldayacağısüreçlerin öngünlerindeyiz. Bu yüzden de DİSK’e“devrimci” kimliğini yeniden kazandıracaklarını iddiaedenlerin, mevcut saldırılara karşı bir mücadeleprogramını oluştururken sadece kendi güçleriüzerinden değil harekete geçirebileceği sınıfın diğerbölükleri üzerinden de hesap yapması gerekir. Sorunbunu karşılayacak bir önderlik pratiği içerisindeolunup olunmayacağı noktasında düğümleniyor. Budüğümü çözecek olan başta sınıf devrimcileri olmaküzere DİSK’in içerisinde yer alan sınıf bilinçli ileri,öncü işçiler olacaktır.

D.Çağlar

“Zalimin zulmüne direniyoruz”kampanyası ya da DİSK’in “dostlar

alışverişte görsün” eylemleri üzerine...

Yasaklara, barajlara karşı yürüyüş

DİSK’e bağlı sendikaların İzmir yerelindeki şubeleri 19 Eylül günü gerçekleştirdikleri yürüyüşle ‘SendikalarYasası’nı protesto etti. Eylem için Basmane Meydanı’nda toplanılıp AKP il binasına yüründü.

AKP il binası önüne gelindiğinde basın açıklamasını DİSK Genel Başkanı Erol Ekici okudu. 12 Eylül’ün devam ettiğini söyleyen Ekici, bu sorunlara sessiz kalmayacaklarını ifade etti. DİSK’in

düzenlemiş olduğu kampanyalardan söz etti. DİSK olarak bu baskılara teslim olmayacaklarını, meşru direnmehaklarını sonuna kadar kullanacaklarını ifade etti.

Eyleme BDSP, Senkromeç direnişçisi Muharrem Subaşı, KESK’e bağlı sendikaların şube başkanları dadestek verdi.

Eylemde Metal İşçileri Birliği’nin çıkarmış olduğu broşürler dağıtıldı. Kızıl Bayrak / İzmir

Page 13: Sİ Kızıl Bayrak 12-39

Sınıf hareketi Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak * 13Sayı: 2012/06 (39) * 28 Eylül 2012

TBMM Uzlaşma Komisyonu bünyesindeoluşturulan alt komisyonunun 21 Eylül günkütoplantısında, asgari ücretten vergi kesintisiyapılmayacağı kararı alındı. BDP’ nin önerisiylegündeme gelen ve düzen partileri CHP, MHP, AKP’ninde onay verdiği bu karara göre yeni Anayasa’nınsosyal güvenlik ve adil ücret maddesine “asgariücretten vergi alınamaz” maddesi konuldu.

Komisyonda, “Herkes çalışma, dinlenme, insanonur ve haysiyetine uygun yaşam sürdürmesinisağlayacak düzeyde bir adil ücret hakkına sahiptir.Hiçkimse yaşına ve gücüne aykırı işte çalıştırılamaz.Devlet, çalışanların yaptıkları işe uygun adil bir ücretelde etmek, sosyal yardımlardan yararlanmak, yaşamdüzeyini yükseltmek ve çalışanları ve işsizlerikorumak, işsizliği önlemeye elverişli bir ekonomikortam yaratmak, iş güvenliğini korumak için gereklitedbirleri alır. Asgari ücretin tespitinde çalışanlarıngeçim şartları ile ekonomik durumu gözönündebulundurulur. Asgari ücretten vergi alınamaz” fıkralarıüzerinde mutabakat sağlandı.

Maliye Bakanlığı verilerine göre Türkiye’de asgariücretli sayısı 5 milyona yakın bulunmaktadır. Bunedenle bu konu aileleriyle birlikte yaklaşık 20 milyonkişiyi doğrudan etkilemektedir. Bu nedenle meclisteki4 partinin uzlaşarak yeni anayasada asgari ücrettenkesilen vergiyi kaldırma kararı, milyonlarca asgariücretli işçide bir beklenti yarattı. Kuşkusuz asgariücretin vergiden muaf tutulması işçi sınıfınınsavunduğu taleplerden biridir. Görünürde bu yönlü biradım atılmış görünmektedir, ancak sermaye sınıfı buadımı kendi çıkarına göre kullanma niyetindedir.

Şöyle ki, şimdiki brüt asgari ücret 940.50 lira, neti739.79 liradır. Asgari ücrette 200.71 liralık kesintiyapılıyor. Kaldırılacak vergi tutarı ise 125 liraya denkgeliyor. Her ne kadar bu uygulama “asgari ücretliyemüjde” başlıklarıyla medyada yer alsa da akıbetinin buyönlü olacağı kuşkuludur. Zira sermaye çevrelerinin bukonudaki yaptığı açıklamalardan patronların buna gözdiktiği şimdiden anlaşılmıştır.

Konuya ilişkin açıklama yapan Türkiye İşverenSendikaları Konfederasyonu (TİSK) Genel SekreteriBülent Pirler, bu verginin işverene kalması gerektiğiniifade etmektedir. “Kararı memnuniyetle karşılıyoruz”diyen bu kapitalist, “Bu hep temenni ettiğimiz ve çokönemsediğimiz bir gelişme. Devamında ne olacak, bumiktar kime kalacak, oturup bakmak lazım. Bu konudaüçlü bir uzlaşı komisyonu kurulabilir. Ancak bizimburadaki öngörümüz bu miktarın işverene kalmasışeklindedir.” dedi.

Ayrıca TİSK yaptığı yazılı açıklamada, asgari ücrettartışmaları üzerinden, işçi sınıfı zararına olan kirlihesaplarını da açığa vurmuş oldu. TİSK, toplu işsözleşmesi uygulamayan işyerleri açısından asgariücretle çalışan bir işçinin işletmeye aylık maliyetinin924 TL’yi, toplu iş sözleşmesi uygulayan iş yerlerindeasgari ücretle çalışıyor görünen bir işçinin aylıkmaliyetinin, toplu görüşmeler gereğince yapılan yanödemelerin eklenmesiyle yaklaşık ortalama bin 600TL’yi bulduğundan yakınmaktadır.

Bu durumun toplu iş sözleşmesi uygulayan ve

uygulamayan işyerleri arasında ciddi haksız rekabetyarattığına değinerek, “Toplu iş sözleşmesi uygulayanve uygulamayan işyerleri için farklı düzeyde asgariücret belirlenmeli” önerisinde bulundu.

Ayrıca asgari ücrete zam döneminde de neyapılması gerektiğine dair direktiflerini de verdi. Yenidönemde uygulanacak asgari ücretin “enflasyonuyükseltici rol oynamaması, işsizliği artırmaması, işçive işvereni kayıtdışına itmemesi, uluslararası alandasanayicinin gücünü zayıflatmaması ve toplu işsözleşmesi uygulayan iş yerlerindeki ücret dengelerinialt üst etmemesi gerektiği” savunuldu. Tüm busorunlar kapitalist sömürü politikalarının doğrudansonucu olduğu halde bu sömürücü asalak, faturayısefalet ücretine mahkum işçilere kesmekten geridurmamaktadır.

Patronların bu pervasızlığı şaşırtıcı değildir.Biliyoruz ki, patronlar fırsatını bulduklarında işçisınıfının elindeki haklara göz dikiyorlar. Ulusalİstihdam Stratejisi kapsamında yeni saldırı planlarınıngündemde olduğu bir süreçte asalak kapitalistler dahafazla sömürü ve kölelik istiyor. Bu doğrultuda, işçisınıfının elinde bulunan kırıntı haklar dahi sermayeniniştahını kabartıyor.

Sermaye sınıfı, asgari ücretin vergiden muaftutulmasından umduğu kirli hesapların yanında ayrıcabölgesel asgari ücret uygulamasını da istiyor. Uzuncabir süredir sermaye örgütleri ve hükümetingündeminde bulunan bölgesel asgari ücretuygulamasıyla sömürü ve kölelik daha daderinleştirilmiş olacaktır. Sendikalar tarafından yapılanaçıklamalara göre bu uygulamayla asgari ücretin en az

% 20-30 daha azalacağı ifade edilmektedir. Görüldüğügibi önümüzdeki süreçte sermaye ve devleti, işçi sınıfıiçin daha fazla sömürü, daha fazla yoksulluk demekolan saldırılara hazırlanmaktadır.

Tüm bu saldırılara karşı yapılması gereken işçisınıfının fabrikalardan doğru yükselteceği örgütlümücadeledir. Ancak bu mücadele sayesinde sömürü vekölelik politikalarına karşı çıkılabilir, insanca çalışmave yaşam koşulları elde edilebilir.

İnsanca yaşam mücadelesini büyütelim!

Türk-İş yöneticisi devrimcilere saldırdı!

Karayollarının özelleştirilmesine karşı Yol-işsendikası ülke genelinde eylemler yapacağınıduyurmuştu. Adana’da da bu eylemlerkapsamında ve özel olarak “bazı büyükşehirbelediyelerinin sınırlarının değiştirilmesi ile 13 ildebüyükşehir belediyesi kurulması ve bazıkanunlarda değişiklik yapılması hakkında kanuntasarısı taslağı” ile ilgili AKP il binası önünde 17.30’da bir eylem gerçekleştirildi.

Eyleme destek olmaya gelen sınıf devrimcileriise bu kez sendika bürokratlarının saldırısınauğradı. Yol-İş’in eylemine destek veren, ayrıcaAdana İşçi Bülteni’nin Eylül sayısını işçilere dağıtanSanayi İşçileri Derneği (SİDER) üyeleri dağıtımsonrasında sendikal bürokratlarının saldırısınahedef oldu.

Bülten dağıtımı sonrası Güvenlik Şube polisininbültenin toplatması olup olmadığına bakmak istemesi sonucu bekletilen SİDER çalışanlarının yanına gelenTürk-İş 4. Bölge Temsilcisi Edip Gülnar kendisinin izni olmadan niçin dağıtım yapıldığını sordu.

Devrimci faaliyet için kimseden icazet almayacaklarını belirten devrimcilerin karşısında sendika ağası veyanındaki yalakaları saldırganlaşarak fiziksel saldırıda bulundu. SİDER çalışanları saldırıyı, bürokrasininteşhirini yaparak karşıladılar. Polis ise sendikacıları kollayarak kirli bir işbirliği sergiledi.

Kızıl Bayrak / Adana

Türk-İş 4. Bvlge Temsilcisi Edip Gülnar

Page 14: Sİ Kızıl Bayrak 12-39

Sınıf hareketi14 * Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2012/06 (39) * 28 Eylül 2012

Termo Teknik’te 90’lı yılların başında Otomobil-İş Sendikası’nda örgütlenme süreci başladığında,patronun baskısı ile Termo Teknik işçileri “mademsendika istiyorsunuz, alın size sendika!” denilerekHak-İş Konfederasyonu’na bağlı Çelik-İşSendikası’na üye yapıldı. İşçiler o günden bu yanafabrikada ağır ve güvencesiz koşullurda, düşükücretlerle çalışmak zorunda bırakıldılar. TermoTeknik işçileri bunların yanı sıra sendikalı olduklarıhalde hiçbir söz hakkına sahip olamayarak sendikanınanti demokratik ve işbirlikçi uygulamalarına maruzkaldılar.

Fabrikada Çelik-İş Sendikası’nın yaklaşık 20yıllık bir saltanatı bulunuyor. Patron tarafındangetirilen bir sendika olmasından kaynaklı, her aykesilen sendika aidatları dışında işçiler nezdindevarlığı yokluğu belli değil. Bütün bu tablo ve Çelik-İşSendikası’nın patrona hizmette kusur etmeyenyapısından dolayı işçilerin yıllara dayanan birikmiştepkileri vardı.

2012’ye kadar süreç bu şekilde sürdü. 2012’deartık yeter diyen Termo Teknik işçileri, fabrikada sözsahibi olmak istiyoruz, haklarımızı istiyoruz talebiylesarı sendika Çelik-İş’ten ayrılarak Birleşik Metal-İşSendikası’na üye olmak için örgütlenmeye başladı.Birleşik Metal-İş Trakya Şubesi’nin yönlendirmesiyleöncü işçilerden oluşturulan komiteyle başlayansüreçte; düzenli toplantılar, eğitim çalışmaları,bilgilendirme toplantıları, birebir işçi örgütlenmeleriyapıldı.

Ancak ne yazık ki yaklaşık bir yıldır iletişimhalinde olunan ve 4 ay düzenli komite çalışmasınadayanan Termo Teknik örgütlenme süreciolumsuzlukla sonuçlandı. İşçilerin yasal olarakBirleşik Metal-İş üyesi olmalarına 2 gün kala devreyegiren patron vekilinin özel uğraşları sonucu, işçilerBirleşik Metal-İş’ten istifa ederek yeniden Çelik-İş’egeçtiler.

Üyelik aşaması ve birkaç hatırlatma!

Sendikal örgütlenme süreçlerinde, kendiyapısından kaynaklı patronu masaya çekme isteğianlaşılır bir durumdur. Ancak masaya nasıl gelindiğibu noktada çok önemlidir. Birleşik Metal-İş’inböylesi süreçlerde müzakereye öncelik verme,buradan doğru beklemeci davranma yaklaşımlarınınçok da iyi sonuçlar doğurmadığını Termo Teknikdeneyimi üzerinden bir kez daha görmüş olduk.

Birleşik Metal-İş Trakya Şubesi Termo Teknikörgütlenme sürecinin en başında olumlu bir pratiksergiledi. Dört ay boyunca 30-35 kişiden oluşankomite ile düzenli toplantılar yapıldı. Bu toplantılardasüreç işçilerle birebir örgütlendi. İşçilere BirleşikMetal-İş’in sendikal yapısı ve anlayışı üzerindenbilgilendirmelerde bulunuldu. Haftalık yapılandüzenli toplantılarda üyelik aşamasının ayrıntılarınakadar komiteyle birlikte konuşuldu, tartışıldı ve

planlandı. Bu özverili ve yoğun çalışma sonuç verdive işçilerin yaklaşık %70’i Birleşik Metal-İş’e üyeyapıldı.

Üyelik aşamasından yaklaşık 1 ay önce Çelik-İşSendikası temsilcileri ve yöneticileri içerdekiçalışmadan bilgileri olmalarına rağmen sürece kaydadeğer müdahalede bulunamadılar. Çelik-İş Sendikasıbu süreçte 3-5 kişiyi dışta tutarsak hiçbir işçiyi yanınaçekememiştir.

Birleşik Metal-İş’in üyeliklere geçilmesi ilebirlikte patron temsilcileri ile yapılan görüşmedepatronun tarafsız kalacağına dair söylemleri, işçilerinde (başta komitenin) bu söylemlere sıkı sıkıya tabikalmasıyla 15-20 gün kaybedildi. Böylelikle çoğuişçide bir rehavet havası oluştu. Bunun oluşmasınıntemel nedeni ise Birleşik Metal-İş’e hakim olanpasifist mücadele anlayışı ve şu ana kadaroluşturduğu kültürdür. Oysa ki o 15-20 gün boyuncakomitenin önüne olmazsa olmaz olarak eylemli birsüreç konulabilir, bu süreç işçilerin lehineçevrilebilirdi. Termo Teknik örgütlenmedeneyiminden çıkarılacak en önemli sonuçlardan biribudur.

Bir benzerini Bosch sürecinde de yaşadık. BirleşikMetal-İş’in tüm şubelerinden “Bosch’unAlmanya’dan doğru kıskaca alındığı, Almanlarınsendika değiştirmede tarafsız kalacağı vb.” söylemleriöne çıkmıştı. Bu durum işçiler arasında da yayılmıştı.Ancak MESS’in sürece müdahalesi ile ilk andaoluşan “güçlü tablo” dağılmış, azımsanmayacaksayıda işçi Türk Metal’e geri geçmek zorundakalmıştır.

Birleşik Metal-İş’in genel mücadele çizgisiüzerinden bunları söyleyebiliriz. Bunlar belirleyicinedenler olmakla birlikte, sürecin olumsuzsonuçlarını bunlarla açıklamak yeterli olmayacaktır.Kaldı ki Birleşik Metal-İş’in bir dizi “başarılı

örgütlenmesi” bu anlayışla oluşmaktadır.

Örgütlenme sürecindekomite niteliğinin önemi

Bu sürecin olumsuz tablosunun temelsorumlularından biri olarak da komiteyi göstermekyanlış olmaz. Sürecin en başından beri örgütleyici veyönlendirici komitedir, işçi inisiyatifidir. Zorlu birsürece rağmen olumlu işleyen gidişatın songünlerinde komite patrona karşı net bir tutumalamamış, sendikanın tüm müdahalelerini bu yanıylaboşa düşürmüştür. Son iki günde daha da ileri giderekişi ihanete dahi vardırmıştır. Burada kimi komitebileşenlerinin işçilik ve insanlık onurunu ayaklaraltına alan tutumları son derece belirleyici olmuştur.

Patronun oyalayıcı tutumu işe yaramış, son ikigünde de darbeyi vurmuştur. Patron komitedeki kimiunsurlara üç-beş kuruş verip satın alarak, diğerlerinide işten atmakla tehdit ederek ve Birleşik Metal-İş’iteröristlikle itham ederek bütün kirli yüzünügöstermiş oldu. İşçilerde yeni yeni oluşmaya başlayansınıf bilincinin kolonlarına saldırarak süreci rahat birşekilde tersine çevirmiştir. İşçileri en başındansendika değiştirmek için ikna etmeye çalışan komiteüyelerinin bu onursuz duruşu ile işçilerin bilincibulandırılarak, işçiler arasında bozgun havasıyaratılarak, gelebilecek örgütlü tepkinin önü patrontarafından kesilmiş oldu.

Denebilir ki bu durum çok önden kestirilemezdi?Bu komite doğal seçimle oluşmuş ve öncülükyeteneği taşıyan işçilerden oluşan bir komiteydi.Talepleri salt ekonomik temellerde olmayan daha daileri söylemlerde bulunan son derece net birkomiteydi.

Önden böyle bir tablo çizen komitenin özellikle

Termo Teknik örgütlenme deneyimi ışığında…

Günü değil, geleceğimizi kurtarmabilinciyle mücadeleye!

Page 15: Sİ Kızıl Bayrak 12-39

Sınıf hareketiSayı: 2012/06 (39) * 28 Eylül 2012.

Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak * 15

temel unsurlarında bulunan olumsuzlukların boyutunuönden kestirip ona göre hareket edilmesini beklemekhaksızlık olur. Fakat bunu daha da netleştirmek,güçlendirmek adına mücadele yöntemleriniçeşitlendirmenin daha akıllıca olacağını düşünüyoruz.Örneğin özellikle de komite bileşenleri başta olmaküzere ev çalışmalarına yönelinmesi daha dagüçlendirici ve işlevsel olacaktı. Bu şekliyle patronunveya sarı sendikanın işçilerin ailelerini arayarakyürüttüğü karalama kampanyası boşa düşürülebilirdi.

Sınıf bilinci almamış işçinin hem patrondan, hemaileden gelecek baskıya yenik düşmesi çok dahakolaydır. Ağırlıklı olarak böyle bir bilinçte olankomitenin belirleyiciliği mücadele dinamizmini dedirekt olarak etkiler. Burada Birleşik Metal-İşSendikası eylemli süreci çok daha öncesinden ortayakoysaydı komitenin söylemden çıkarak fiili olaraksomut tablosunu görmüş olacaktı. Sonuçtan doğrubaktığımızda eylem yapılmasına en fazla karşı çıkanişçilerin onursuzluğun en fazla içinde olan işçilerolduğunu görmekteyiz. Eylemli bir süreç safların dahaerken netleşmesini sağlayabilirdi. Süreci bir programabağlı olan eylem hattıyla örmenin olmazsa olmazolduğunu Termo Teknik örneğinde de görmüş olduk.

Yanı sıra komitelerde önceliği sınıf adına politikkaygıları olanlara vermek, en azından bu potansiyelitaşıyan işçilerden oluşturmaya çalışmak mücadeleningeleceği için son derece önemlidir. Yine komiteye busüreçlerde asgari düzeyde de olsa bir sınıf eğitimivermek işçilere onur ve emeğin değerini anlatmakadına çok önemli bir yerde duruyor. Toplumsalkonumunun bilincine varan işçi ancak onun gerekleriniyerine getirebilir. Aksi durumda böylesi yalpalamalarve ihanetlerle karşılaşmak an meselesidir. Patronun hertürlü saldırısına karşı işçileri sınıf bilinciyle ayıktutmak gerekiyor.

Sınıf mücadelesinde öyle anlar vardır ki o andakesinlikle müdahale etmen gerekir. İşte patronunkomitedeki işçilere para yedirdiği an da bunlardanbiridir. Sınıf bilincinden uzak, sadece ekonomikkaygılarla hareket eden işçilerin bu onursuzluğa ortakolmaları anlaşılır. Ancak bu anda bir tane bile olsakomite üyesinin çıkıp bu onursuzluğa karşı işçilerisilkeleyememesi de önemli bir eksikliktir. Kararsızlıkanları mücadelelerde özellikle dönemeç noktalarındabelirleyici olmasından kaynaklı çok hassas vetehlikelidir. Böylesi bir durum karşısında, bu olumsuztabloyu tersine çevirmek için yapılacak şey güçlü birajitasyon ya da eylemle durumu tekrar leyheçevirmeye çalışmaktır. Sinter’de fabrika işgali,Çelmer’de işçilerin direnişi bitirelim kararsızlığıyaşadığı sırada gündeme gelen işgal o kritik anlardayapılan müdahalenin sonucu olmuştur.

İşçilerin özelliklede komite bileşenlerinin eylemiçerisinde güç kazandığını bir an olsun bileunutmamalıyız. Attığımız her adım, söylediğimiz tümsözler işçilerin örgütlü tutumu olan eylemi açığaçıkarmak ve onu güçlendirme kaygılarına hizmetedebilmelidir. İşçilere eylem yaptıramıyoruzdenilerek girişilen örgütlenmelerin sonucu hep hüsranolmuştur. Burada belirleyici güç öncü olmalıdır.Termo Teknik’te inisiyatifin büyük bölümünü işçilerevermek kuşkusuz anlamlıdır. Fakat bu örnekteki gibiişçilerin geri bilinçlerinin belirleyici olduğu birmücadele ile sonuç alınamayacağı da açıktır.

En kötü sendika sendikasızlıktan iyi midir?

Kimilerinin politik programa dönüştürdüğü icazetdolu bu söylem bir kez daha Termo Teknik sürecindemahkûm oldu. Düşünün ki Çelik-İş Sendikası 20yıllık sendikal sürecinde bir gün bu fabrikada eylemyapmamış. Bırakın işçi çıkarlarını, patronla birliktekol kola girip işçilerin elinden onurlarını almayıbaşarmış. Bu durumda patron kadar sendikanın datemel önemde bir etkisi var kuşkusuz. Patron veÇelik-İş Sendikası’nın oldukça senkronize bir şekildehareket ettiğini ve bu yanıyla başarılı olduğunusöylemek yerinde olur.

Son gün bir işçi sendikada şube başkanına şunusöyleyebiliyor “Başkan sen de patronla-müdürleyemeğe çıksaydın iyi olurdu!” İşte en kötüsendikanın yarattığı işçi modeli budur. “İşçi sınıfınınkurtuluşu kendi eseri olacaktır” söylemine fersahfersah uzak, bir o kadar yabancı bir işçi modeliyaratılmış burada.

İşçilerin ekonomik çıkarları ile sınıfsal çıkarlarınıbirbirinden mekanik bir şekilde ayırarak söylenen veprogram haline getirilen sendikal anlayışların işçilerekimliksel olarak bir şey kazandırmadığı gibiekonomik olarak da bir şey kazandırmadığını buörnekten de bir kez daha görmüş olduk.

Sonuç olarak; Birleşik Metal-İş’in genelörgütlenme anlayışının sorgulanması gerektiğiniyeniden ortaya koyan bir süreç geçirmiş olduk.Termo Teknik’te sınıf bilinçli işçilerin eksikliği,işçilerin yaşadığı kimliksel dejenarasyon, sendikanınsüreci daha öncesinden eylemli bir hatta yürütmemesiyer yer işçinin bu yönlü geri yanlarına tabi kalınmasısonucu süreç kaybedilmiştir. Şimdi yapılmasıgereken ise bu hata ve eksiklerden ders çıkararakyolda daha sağlam ve net yürümektir. Günü değil,geleceğimizi kurtarma bilinciyle mücadeleye devametmektir.

Trakya BDSP

Goldaş işçileri haklarıiçin nöbette!

7 aydır maaşlarını alamayan Goldaş işçileri gaspedilen ücret alacaklarını almak için direnişe başladılar.24 Eylül’den beri Yalınkaya Holding önündebekleyişlerini sürdüren işçiler, son iki senedir doğrudüzgün üretimin olmadığını, maaşlarını düzensizaldıklarını ve bu yüzden patronla sorun yaşadıklarınıbelirtiyorlar. İşçiler, yaşanan sorunlara rağmenpatronun büyümeye devam ettiğini söylüyorlar.Direnişleri üzerine Goldaş işçisi Yüksel Karabulutoğluile konuştuk.

- Direnişe geçme sebebinizi anlatabilir misiniz? Yüksel Karabulutoğlu: 7 aydır maaşlarımızı

alamıyoruz. 5 senedir de zam almıyoruz. Patron biziiki haftalık ücretli izne çıkardı. Ama o iki haftalaruzadı. İşbaşı yapmamız dört aydır erteleniyor.Çalışmıyoruz, maaşlarımızı alamıyoruz amasigortalarımız yatıyor. Sigortaları da devletle başıağrımasın diye yatırıyor. Çünkü sigortalarımızıyatırmazsa bizi işten çıkartması gerek. Bizi de iştençıkartmıyor. En yeni çalışan benim, benim de 6-7 seneoldu. En düşük tazminat benimki, o da 7-8 bin TL. Yanitazminatlarımızı da maaşlarımızı alamıyoruz.

Sorunlarımız son iki senedir başladı. Maaşlarımızönce gecikmeli, sonra da yarım yatırılmaya başladı.Sonra da hiç alamamaya başladık. Bayramda dahimaaşlarımızı vermediler. Ben 7 senedir buradayım. İkikere zam aldım, 850 TL maaşım var. Benimemekliliğim geldi. Ama muhatap bulup sürecibaşlatamıyorum.

- Holding önüne gelmeye nasıl karar verdiniz?Yüksel Karabulutoğlu: Bize söz verildi. 20 Eylül’e

kadar iki aylık maaş yatırılacak dendi. Bu sözgerçekleşmeyince biz de buraya geldik. Aslında geçenaylarda da buraya gelmiştik. Bize sözler verdiler, amahiçbir söz yerine getirilmedi. Muhatap bulamıyoruz.En son, müdürle görüştük. Ekim ayının sonuna kadarher şey normale dönecek dendi. Ama bize de dahaönce 1 Ekim’de işbaşı yapılacak denmişti.

- Bundan sonrası için planlarınızdan bahsedermisiniz?

Yüksel Karabulutoğlu: Maaşlarımız verilmezseeylemimize devam edeceğiz. Patronun evinin önüne,onu rahatsız edecek başka başka yerlere gidebiliriz.

Ayrıca arkadaşlarla konuşup dava açma kararınıvereceğiz. Toplu olarak dava açmamız daha avantajlı.Ama daha önce mahkemeye verip kazanmışarkadaşlarımız var. Onlar da daha alacaklarınıalamadılar.

Kızıl Bayrak / Küçükçekmece

Goldaş’ta işçiler maaşlarını istiyor

İstanbul Merter’de bulunan Goldaş Kuyumculuk’ta 6aydır ücretlerini alamayan yaklaşık 100 işçi maaşlarınıalabilmek için Yalınkaya Holding önünde eylem başlattı.

6 ay önce patronun kendilerini ücretli izne çıkarttığınıancak 6 aydır maaşlarını alamadıklarını belirten işçilerpatronun ne kendilerini kovduğunu ne de maaşlarınıverdiğini belirtiyorlar. Goldaş patronunun pek çokdolandırıcılığı olduğunu söyleyen işçiler şimdi de işçileridolandırmaya çalıştığını belirtiyorlar. Patronun kendilerinisürekli oyaladığını, bunun üzerine Yalınkaya Holdingönünde beklemeye başladıklarını belirten Goldaş işçilerimaaşlarını istiyorlar.

25 Eylül günü de direnişteki Texim işçileri ve TeksifSendikası Goldaş işçilerine destek ziyareti gerçekleştirdi.Akşamüzeri de Küçükçekmece BDSP Goldaş işçilerini ziyaretederek süreçleri ile ilgili bilgi aldı.

Kızıl Bayrak / Küçükçekmece

Page 16: Sİ Kızıl Bayrak 12-39

CMYK

“Biz haklarımızı demokratik mücad 16 * Kızıl Bayrak * Sayı: 2012/06 (39) * 28 Eylül 2012

CMYK

- 7 Ekim’de gerçekleştirilecek mitingin taleplerinelerdir?

- 7 Ekim’de gerçekleştireceğimiz mitinginöncelikli talebi yapılacak yeni anayasada eşityurttaşlık talebimizin kabul edilmesi, anayasadakiinkarcılığın, ırkçılığın, Türk-İslamcı anlayışınkaldırılması, Türkiye’nin etnik ve inançsal anlamdaçoğulculuğunu kabul eden ve bunu ifade eden,çoğulcu-demokratik bir anayasanın olması, dahasonra Diyanet İşleri Başkanlığı’nın kaldırılması.Laik-demokratik bir ülkede böyle bir kurumunolmayacağını herkes biliyor ama yaklaşık 90 yıldırbu ülkede, sosyal, kültürel inançsal yaşamınüzerinde vesayeti olan bir Diyanet İşleri Başkanlığıvar. Bu kurumun kaldırılmasını istiyoruz.Cemevlerimizin yasal güvenceye kavuşmasınıistiyoruz. Alevi köylerine cami yapılmasıuygulamasına son verilmesini ve 1925’te çıkarılanbir kanunla kapatılan tekke ve dergahlarımızın bizegeri verilmesini istiyoruz. Madımak Katliamı’nıunutmadık, unutturmayacağız diyoruz ve MadımakOteli’nin utanç müzesi olmasını istiyoruz. Şu andaAKP hükümeti orada bir anı ya da bilim kültür evidiye uygulama yapmış, biz bunu kabul etmiyoruz.O otelin utanç müzesi olmasını istiyoruz.Türkiye’de şiddet ortamının kalkması, toplumsalbarışın sağlanmasını talep ediyoruz. Bununlabirlikte kendi demokratik taleplerimizin yanındaemek dünyasına dair taleplerimiz var.Sendikasızlaştırmaya son verilmesi, eşit işe eşitücret talebinin kabul edilmesi vb. bu ana başlıklardasıralayabiliriz taleplerimizi.

-Son dönemde başta Malatya Sürgü olmaküzere bir dizi bölgede Alevilerin evleri işaretlendi.Alevi kurumlarına yönelik saldırılar gerçekleşti.Bu saldırılar çoğu zaman hükümet ve yerelyöneticiler tarafından “münferit” ya da “duyarlıvatandaş” tepkileriyle karşılandı. Sizce busaldırıların arka planı nedir?

-Saldırıların arka planı geleneksel devletanlayışıdır. Bu anlayış Türk-İslamcılık üzerindenetnik ve inançsar kimlikleri yok edip tek tip toplumyaratma çabası içerisindedir. Nitekim bunuBaşbakan bir konuşmasında “tek din” diye ifadeetti. Sonra birileri dil sürçmesi olduğunu iddia ettive düzeltmeye çalıştı. Bu bir devlet politikası, AKPde bu politikanın yürütücüsüdür. Ayrıca sondönemde AKP hükümeti, Başbakan’ın Madımakhakkında verilen zamanaşımı kararına “hayırlıolsun” demesinden tutalım, cemevlerimize ucubedemesine kadar, yerli yersiz bu konuyu dile getiriphakaret etmesinden, bir milletvekilinin talebiüzerine Diyanet fetvalarına dayanarak TBMMiçerisinde cemevi olamayacağını söylemesine kadarpek çok örnekle tutumunu sürdürüyor. Diyanet’in

her zamanki tavrından, yargıtayın cemevleriyleilgili vermiş olduğu “Cemevleri diye ibadethaneleryoktur” kararından esinlenen, bunu talimat bilensokaktaki ırkçı-faşistler Alevi toplumuna saldırıyıgörev biliyorlar. Dolayısıyla bizim de buna karşı birşeyler yapmamız gerekiyor. Bu tesadüfen oluşmuşbir tablo değil. Kimileri AKP için liberal-demokrat-statükoya karşı gibi tanımlamalar yaptılar. BizAKP’nin Osmanlı’dan bu yana gelen Türk-İslamcıbir gelenek olduğunu, AKP’nin ne Türkiye’yidemokratikleştirmek, ne Alevi ne de Kürt sorununuçözmek gibi niyetinin ve birikiminin olmadığınıdüşünüyoruz. Açılımların ilki Alevi açılımıydıhatırlarsınız. Alevi açılımında gelinen nokta ortada,bir ilerleme sağlanmadı. Aksine daha ağır baskıcı,inkarcı bir politika geliştirilmiştir. Bu çerçevedemevcut politikalar hem devletin gelenekselpolitikalarıdır hem de hükümetin devlet adınauyguladığı politikalardır.

-Irkçı saldırıların ardından dava süreçleri debenzer tabloları ortaya çıkardı. Saldırıyauğrayanlar suçlu ilan edildi. Madımak gibi açıkbir katliam dahi aklanma yoluna gidildi. Davasüreçleri biraz önce ifade ettiğiniz politikalaraçısından nasıl bir yerde duruyor?

-Komedi bunlar. Sürgü’de mesela saldırganlarıntamamına takipsizlik kararı verilirken saldırıyauğrayan aile hakkında ceza istendi. Bu hukuk değilfaşizmdir. Bugüne kadar yaklaşık 2-3 yıllık süreiçerisinde geceleri kapı işaretleyenlerden bir tek kişiyakalanmış değil. İstanbul’da PSAKD PendikŞubesi’ne iki kişi saldırdı bunlar yakalandı, birtanesi resmi polis, o da savcılıktan serbest bırakıldı.Dolayısıyla bu tesadüf değil. AKP’nin yargıyaverdiği talimatın bir konsepti. Bu çerçevede bizbunu hukuki bir süreç değil AKP’nin Türk-İslamcıpolitikalarının uygulama süreci olarak görüyoruz.

-Biraz önce de değindiğiniz gibi AKP hükümetibir Alevi açılımı ortaya koydu ve bu projeye ilişkinsiz de görüş belirtiniz. Bu konuda bazı Aleviyapılanmaları da hükümete destek verdi. Açılımplanlarını nasıl değerlendiriyorsunuz? Sizce busüreç neden başarılı olamadı?

- Bir kere açılım sözcüğü bile kapalılık olduğunuifade ediyor. Bugüne kadar gördükleri yerdedağıtmak, bastırmak, engellemek gibi birpolitikaları vardı. Bunun yanında da meselaOsmanlı tarihi, Selçuklu tarihi, Cumhuriyet tarihi.Üçüne de baktığımız zaman Alevilere dönük toplukatliamlar görürüz. Bu toplu katliamlar sadeceinsanları hedef almıyor. İnsanı insan yapan kültürelve inançsal değerler de hedef alınıyor. İnsanlabirlikte kültürel ve inançsal değerlerin hedefalındığı katliamlara uluslararası hukuk soykırımdiyor. Alevi toplumuna dönük bir soykırımpolitikası uygulanmıştır ve bu politikaCumhuriyet’e Selçuklu’dan ve Osmanlı’dan miraskalmıştır. Dersim bir soykırım politikasıdır. Maraşkatliamı ve daha sonrasında benzeri yerlerdegerçekleşen katliamlar da soykırım politikasıdır.Dolayısıyla Madımak da bir soykırımdır. ÇünküMadımak’ta bizim semahımız, sazımız, sözümüz,kültürel inançsal değerlerimiz hedef alınmıştır.Bunların olduğu yerde, tarihle yüzleşmeden,Madımak utanç müzesi yapılmadan açılımyapıyoruz diye yola çıkmanın hiç bir ciddiyetiyoktur. Nitekim Alevi açılımında gelinen nokta,Sivas katliamı sanıklarına zamanaşımı kararıvermek, cemevlerine “ucube” demek ve bizesaldıranlara takipsizlik kararı vermek biçiminedönüşmüştür. Alevi açılımı diye bir şey yok. Nihaiasimilasyon projesidir. Alevi açılımını güyasürdürdüklerini söylüyorlar. 4+4+4 dediklerisaçmalık bu projenin bir parçasıdır. Bütün okullar

PSAKD Genel Başkanı Kemal Bülbül ile 7 Ekim mitingi üzerine...

“Haklarımızı demokratik müc alacağımızı düşünüyoru

PSAKD Çanakkale Şube Başkanı Metin Mutlu:

“Ödün vermeden devam etmeliyiz”

Metin Mutlu: Özellikle bu tür etkinliklerin çeşitli platformlarda, değişik zamanlarda, değişik illerde–özellikle İzmir, İstanbul, Ankara gibi büyük illerde- tertip edilmesi lazım. Katılımın oldukça yüksektutulması lazım. Alevilerin bu tür barışçıl yaklaşımlarına mevcut hükümetin karşılık vermesi lazım.Anayasanın hazırlanmakta olduğu bu dönemde mutlaka ve mutlaka Alevilerin eşit yurttaşlık haklarıyönünden tatmin edici bir biçimde yeni anayasada yer alması lazım. Özellikle cemevlerinin yasal statüyekavuşması, yok sayılan Alevilerin artık inanç nezdinde var sayılması, dolayısıyla bu tür insan haklarıihlallerinin artık bu ülkede olmaması açısından bu çağrılara mevcut hükümetin olumlu bir şekilde cevapvermesi lazım. Gerçi biz böyle bir şey beklemiyoruz bu hükümetten. Ama beklemesek de biz asla ve aslabu konularda ödün vermemeliyiz. Ödün vermeden devam etmeliyiz. Yılmadan bu tür etkinliklere,sesimizi duyurmak açısından, devam etmeliyiz diye düşünüyorum.

Kızıl Bayrak / Çanakkale

Page 17: Sİ Kızıl Bayrak 12-39

imam hatip, bütün dersler din dersi olmuştur.Böylesi bir yerde hangi açılımdan söz edilebilir ki?

- Miting sonrasında önünüzde nasıl birmücadele hattı olacak?

- Mitingin sonrasına dair başlangıçta dasöyledim temel olarak Anayasa üzerinden birtartışma ve talepler yürütüyoruz biz. Biz birmitingle her şeyin çözüleceğini düşünmüyoruz tabi.Amacımız kamuoyu yaratmak, bu konudaki algıyıaçık tutmak, onun akabinde de yerellerde benzerieylem, etkinliklerimiz, söyleşilerimiz,mitinglerimiz, yürüyüşlerimiz olacak. Mitingle ilgilitaleplerimizin gerçekleşip gerçekleşmeyeceğini“bekleyip de görelim” diye bir politikamız yok.Mevcut AKP hükümetinin neyi ne kadar yapacağıve ne kadar samimi olduğu ortada. Biz haklarımızıdemokratik mücadele ile alacağımızı düşünüyoruz.Dolayısıyla miting için canlarımızı Türkiyegenelinden Ankara’ya çağırdık. Mitingin sonrasındabiz Ankara dışına dağılıp, yerellerde eylem veetkinliklerimizi yapacağız.

- Son olarak söylemek istediğiniz bir şey varmı?

- Çok teşekkür ediyorum. 7 Ekim 2012 laik,demokratik Türkiye için, eşit yurttaşlık mitingimizeetnik ve dinsel kökeni ne olursa olsun, demokrasiye,eşitliğe, adalete, özgürlüğe inanan ve bu konudamücadele yürüten tüm insanlarımızı, dostlarımızı,canlarımızı bekliyoruz.

Kızıl Bayrak / Ankara

-Aleviler olarak 7 Ekim günü Ankara’da mitingdüzenleyeceksiniz. Bu mitingin amacından bahsedermisiniz?

7 Ekim Ankara mitingi ismi üzerinde olduğu gibilaik, demokratik Türkiye için eşit yurttaşlık mitinigi.Bu miting demokrasi, laiklik, eşit yurttaşlık hakkıiçindir. Bu miting AİHM ve Danıştay kararlarınınuygulanması, zorunlu din derslerinin kaldırılması,Diyanet’in lav edilmesi, cemevlerinin resmi statüyekavuşturulması ve asimilasyon politikalarının sonbulması içindir. Özellikle son süreçte Alevilerüzerindeki ötekileştirme politikalarını önlemek içindir.Bunun yanında özelleştirme, sendikasızlaştırma,örgütsüzleştirme saldırısına karşı gelmek içindir. Anti-emperyalist mücadeleye destek içindir. Onun yanında4+4+4 yasasına karşı, parasız eğitim, parasız sağlıksistemine destek amaçlı bir mitingdir. Türkiye’de kidevrimci-demokrat kamuoyunun Alevilerlebütünleşmesini amaçlayan bir mitingdir.

-Miting için ön hazırlık sürecinde neler yaptınızbilgi veririmisiniz?

Miting Alevi Bektaşi Federasyonu (ABF) ve AleviDernekleri Federasyonu’nun (ADF) ortaklaşadüzenlediği bir mitingdir. Bizim derneğimiz olan PirSultan Abdal Kültür Derneği (PSAKD) Çiğli Şubeside ABF’nin bileşenlerinden bir tanesidir. Türkiyegenelinde ABF bileşenlerinden PSAKD GenelMerkezi ve Alevi Kültür Dernekleri Genel Merkezi(AKD) ABF’nin büyük bileşenlerindendir. Bubileşenler merkezi anlamda 7 Ekim çalışmasınıyürütümektedir. Ve diğer bağımsız dernekler ise ABFile eşgüdüm içerisinde çalışmaktadır. İzmir’de ise ABFİzmir bileşenleri olarak 33 şube bulunmaktadır. Buşubeler eşgüdüm içerisinde 7 Ekim çalışmasınıdevrimci ve demokrat kurumlarla sürdürmektedir. Busüreçte merkezi olarak sendika, parti ve kitleörgütleriyle toplantılar düzenlendi. Broşürler ve afişlertasarlandı ve tüm şubeler ve kurumlara dağıtımıyapıldı. Ankara’ya gidiş-geliş içinde araçların teminiiçin gerekli mercilerle görüşüldü. Mitinge kitlesel birkatılım sağlamak hedefimizdir. Merkezi anlamdaulusal basında 7 Ekim’in dillendirilmesi içinçalışmalarımız devam ediyor. Yerel anlamda radyolarson bir hafta mitingin anonsunu yapacaklar.

-Bu miting ile Alevilerin yaşadıkları sorunlarınçözüleceğine inanıyor musunuz?

Bu miting Alevilerin demokratik haklarınındillendirildiği ve dillendirilmesi gerektiği bir eylemdir.Taleplerimiz daha önce Ankara, İstanbul ve İzmir’deki mitinglerde vurgulanmış ama yerine getirilmesişöyle dursun, mevcut iktidarın asimilasyoncu ve

inkarcı politikaları daha da şiddetlenmiştir. Bugösteriyor ki taleplerin yerine getirilmesi bir yanaAleviler üzerine politikalar daha da artmıştır. Banagöre çözüm eylemlilikleri sonuç alınabilecek birkapasiteye getire bilmektir. Örneğin en ufak talebimizolan zorunlu din dersinin kaldırılması konusunda hersene Eylül ayında basın açıklaması ve mitingyapılmasına rağmen somut bir kazanım eldeedilmemiştir. Daha önce din dersini boykot kararıalınmıştı ama bu kararın arkasında durulmadı.Alevilerin taleplerinin hayat bulması için alınankararların arkasında sonuna kadar durulması gerekir.Eylemliliklerin sürekli ve sonuç alınabilecek durumagetirilmesi gerekir. Bu miting önemlidir ama tekmiting ile de Alevilerin sorunları çözülecek değildir.Bu sorun sadece Alevilerin değil, Kürtlerin, Türklerinyani her kesimin sorunudur. Doğal olarak sistemsorunudur.

-Bu mitingden sonraki programınız,yapacaklarınız nelerdir?

Bu miting özellikle son dönemde 4+4+4 yasası,Yargıtay’ın zaman aşımı kararı, cemevlerinin resmistatü kararı, Malatya’da ki olaylar, Adıyaman, Çiğli,Didim, Kartal, Pendik’te Aleviler üzerinde yapılanolaylar bizi bu miting sürecine getirdi. Bu mitingdemevcut taleplerimizi ve olayları protesto hakkımızıkullanmak ve Aleviler’in bir bütün içerisinde hareketetmesini sağlamaya çalışıyoruz. Bu mitingdekihaykırdığımız taleplerin gerçekleşmesi içinçalışmalarımız sürecek. Ayrıca ülkenin gündemi olanemperyalist savaşa, 4+4+4 yasasına, işçilere yönelikhak gasplarına karşı mücadelelerimizi devamettireceğiz. Biz PSAKD olarak, demokratik Aleviörgütlenmesinin önünü açan taleplerin mücadelesindeolduğu gibi, devrimci ve demokrat kurumlarımızlahem anti-emperyalist mücadelede hem de farklıalanlarda ortaklaşacağımızı düşünüyoruz.

Kızıl Bayrak / İzmir

CMYK

dele ile alacağımızı düşünüyoruz!” Sayı: 2012/06 (39) * 28 Eylül 2012 * Kızıl Bayrak * 17

CMYK

cadele ile uz!”

PSAKD Çiğli Şube Başkanı Zeynel Mertoğlu:

“Aleviler’in bir bütün içerisinde hareketetmesini sağlamaya çalışıyoruz!”

PSAKD Ataşehir Şube Başkanı Metin Arslan: Alevilerin evlerinin işaretlendiği, baskı ve asimilasyon politikalarının hız kazandığı bir süreçte Alevi

örgütleri olarak 7 Ekim’de Ankara’da kitlesel bir miting gerçekleştirmeyi hedefliyoruz. Ancak,mitingimizin talepleri arasında 4+4+4 gerici eğitim sisteminin kaldırılması, kadına yönelik şiddetin sonbulması, Suriye’ye yönelik emperyalist müdahale planlarının durdurulması, Kürt sorununda inkar ve baskıpolitikalarına son verilmesi gibi bir dizi talep de bulunuyor.

Mitinge yönelik çalışmalarımız devam ediyor. AKP’nin kongresi nedeniyle 7 Ekim’e ertelediğimizmiting bizim için önemli bir adım fakat yeterli değil. 4+4+4’e karşı Ankara’da gerçekleştirilen mitingin deistenen sonuçları yaratmadığını yakın zamanda gördük. Yerellerde yürütülecek kampanyalar ve güçlü birhazırlıkla gaz alıcı eylem biçimlerini değiştirebiliriz.

Kızıl Bayrak / İstanbul

Page 18: Sİ Kızıl Bayrak 12-39

Sol hareket18 * Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2012/06 (39) * 28 Eylül 2012

26 Eylül 1999’da Ankara Merkez KapalıHapishanesi’nde gerçekleşen katliam ve devrimcitutsakların gösterdiği direniş 13. yılında ülkenin birçoknoktasında yapılan anmalarla selamlanırken, şehitdüşen 10 yiğit devrimcinin unutturulmayacağıvurgulandı. Katil devletten hesap sorma kararlılığıeylemlerde öne çıkarken şehitlerden devralınanmücadele bayrağını yükseltme çağrısı yapıldı.

İstanbulBağımsız Devrimci Sınıf Platformu (BDSP), 13.

yılında Ulucanlar direnişini selamladı. Ulucanlarşehidi ve Türkiye Komünist İşçi Partisi (TKİP) MerkezKomite Üyesi Ümit Altıntaş’ın mezarı başında yapılananmada katliam lanetlenirken, Ulucanlar’dadalgalanan devrim bayrağını yükseltme sözü verildi.

23 Eylül günü Karacahmet Mezarlığı Eski Camiönünde toplanan BDSP’liler, kızıl bayraklar veUlucanlar şehitlerinin resimleri ile Ümit Altıntaş’ınmezarına yürüdü. Yürüyüşte “Yaşasın Ulucanlardirenişimiz! Devrimciler ölmez devrim davasıyenilmezdir!/BDSP” pankartı taşındı.

Yürüyüşte Ulucanlar şehitleri sloganlarlaselamlanırken sermaye devletinden hesap sormakararlılığı haykırıldı.

Ümit Altıntaş’ın mezarı başındaki anma programıUlucanlar’da ölümsüzleşenler şahsında tüm devrim vesosyalizm şehitleri için yapılan saygı duruşu ilebaşladı.

Saygı duruşunun ardından ilk sözü Ümit Altıntaş’ınannesi Songül Ana aldı. Songül Ana, konuşmasındaUlucanlar’da devrimcilerin top tüfek karşısındadavalarına olan inançlarıyla durduklarını belirterek,şehit devrimcilerin kararlılıklarının ve cesaretlerininaltını çizdi. Mezar başlarında, ölen devrimcilerinyoldaşları olarak hep birlikte olunduğunu ifade etti.“Sizleri sımsıcak ana yüreğiyle selamlıyor ve sizlereinanıyorum” diyen Songül Ana, kızıl bayraklarınyükseltileceği meydanlarda buluşmak çağrısı ilekonuşmasını sonlandırdı.

Songül Ana’nın konuşması “Anaların öfkesikatilleri boğacak!” sloganıyla karşılandı.

Ardından Bağımsız Devrimci Sınıf Platformu adınaUlucanlar direnişi üzerine bir konuşma gerçekleştirildi.BDSP temsilcisi, devrim şehitlerinin anmalarındakonuşmanın zor olduğunu, Habip ve Ümit hakkındakonuşmanın partiyi anlatmak anlamına geldiğini ifadeetti. “Onlar partinin özü ve özetidir” diyerek, bunuyaşamları ve ölümleriyle gösteren devrimcilerolduklarını ifade etti. Habip Gül ve Ümit Altıntaş’ınyaşamlarından kesitler sunarak ‘düşünen nefer savaşanönderler’ oldukları vurgulandı.

BDSP temsilcisi, Ulucanlar katliamının ülke vedünya için önemli bir dönemde gerçekleştirildiğinibelirterek sözlerine devam etti. Sermaye devletininsosyal yıkım saldırıları dayattığı bir süreçte zindandirenişinin merkezi olan Ulucanlar Cezaevi’nin özelolarak hedef alındığını ifade etti.

BDSP temsilcisi, Habip ve Ümit’in değerleriniyükseltmek gerektiğine ve onların ‘özü ve özetioldukları’ komünist hareketin 25. yılına vurgu yaptı.‘87 yılında halkçı hareketlerden devrimci kopuşun

gerçekleştirildiğini ve ‘yeni bir kimlik’ iddiasının buyiğit devirmcilerde şekillendiğini belirterek komünisthareketin 25. yılında devrim ve sosyalizmmücadelesini büyütme çağrısı yaptı. 25. yılın devrimehazırlanmak anlamına geldiğinin altını çizerek tümsınıf devrimcilerini bu çağrıya cevap vermeye çağırdı.

Konuşma “Partiyi kazandık, partiyle kazanacağız!”sloganıyla karşılandı.

BDSP temsilcisinin ardından Esenyurt İşçi KültürEvi tarafından şiir ve müzik dinletisi sunuldu.Dinletide devrim şehitleri şiirlerle selamlanırkenHabip ve Ümit’in sevdiği türküler seslendirildi. İlkolarak Drama Köprüsü söylendi, ardından da Altın Çağtürküsü seslendirildi. Müzik dinletisi Avusturya İşçiMarşı’nın sıkılı yumruklarla hep birlikte söylenmesiylebitirildi.

Anma programının sonunda tek bir kişi kalıncayadek devrim şehitlerini anmaya devam edileceği,Ulucanlar direnişinin sesinin taşınmasınınsürdürüleceği ifade edilerek anma tamamlandı.

Anma programı baştan sona devrim şehitlerininmücadelesini yükseltme ve devrime bağlılıkkararlılığıyla gerçekleştirildi.

Ankara Ulucanlar direnişi Ankara’da yapılan çeşitli eylem

ve etkinliklerle selamlandı. 22 Eylül günü Mamak İşçiKültür Evi’nde düzenlenen etkinlik Ulucanlar’da şehitdüşen devrimcilerin ve ON’ları anmak için yapılananma etkinliklerinin görüntülerinden oluşan slayt ilebaşladı. Devrim ve sosyalizm şehitleri adına saygıduruşunda bulunuldu.

BDSP adına yapılan konuşmada UlucanlarKatliamı sürecine değinilerek katliamın arka planıanlatıldı. Devrimcilerin F tiplerine karşı direnişine devurgu yapılan konuşmada, katliamın bir diğerhedefinin de Komünist Hareket olduğu belirtilerekHabip ve Ümit şahsında devrimci kimlik anlatıldı.

Devrimci kimlik Habip ve Ümit’in sözleriyle deaçıklanırken genel olarak devrimcilerin anılmasınındevrimci direniş çizgisinin onlardan öğrenmek veonları aşmayı hedefleyerek gerçekleştirilebileceğivurgulandı.

Ardından devrim şehitleri üzerine şiir dinletisigerçekleştirildi. Şiir dinletisi ve devrim şehitlerinianlatan müzik dinletisi ile anma etkinliği sonlandırıldı.

Komünistler Tuzluçayır Mahallesi’nin sokaklarındayaptıkları eylemle de katliamı lanetledi, direnişiselamladı. Sık sık ajitasyon konuşmaları yapılaneylem, katliamın hesabının sorulacağı belirtilereksonlandırıldı.

Ulucanlar önünde eylem23 Eylül günü de Hamamönü’nde buluşan devrimci

kurumlar (BDSP, DHF, Halk Cephesi ve Alınteri),buradan Ulucanlar Merkez Kapalı Cezaevi’ne öfkelibir yürüyüş gerçekleştirdiler. Katillerin utanmazcamüze haline getirdikleri cezaevinin önünde bir kezdaha devrim ve sosyalizm şiarları haykırıldı.

Eylem, Ulucanlar şehitleri şahsında devrim vesosyalizm mücadelesinde yitirilenler anısına saygıduruşuyla başlatıldı. Ardından basın açıklaması

Ulucanlar direnişi 13. yılındaeylem ve anmalarla selamlandı!

26 Eylül 2012 / Ankara

Page 19: Sİ Kızıl Bayrak 12-39

gerçekleştirildi. Dönemin sosyal-siyasal tablosuylabirlikte ele alınan katliamın yüzyıllar geçse deunutulmayacağı ve hesabının er ya da geç sorulacağıvurgulandı. Açıklama, ON’ların anısına sahip çıkmavurgusuyla sona erdi.

Basın açıklamasının ardından Ulucanlardirenişçileri Fatime Akalın ve Başak Otlu birerkonuşma yaptılar.

Tüm konuşmaların ardından eylem “Bize ÖlümYok” marşıyla sonlandırıldı.

Cezaevi önündeki eylemin ardından otobüslerleKarşıyaka Mezarlığı’na geçildi ve burada ÖnderGençaslan, Mahir Emsalsiz ve İsmet Kavaklıoğlu’nunmezarları başında anma gerçekleştirildi.

Eyleme Kaldıraç ve Devrimci Proletarya da destekverdi.

Yüksel Caddesi’nde yürüyüş26 Eylül günü ise Yüksel Caddesi’nden Sakarya

Caddesi’ne meşaleli bir yürüyüş gerçekleştirildi.Gecenin karanlığının meşalelerle aydınlatıldığıeylemde öfkeli ve gür sloganlarla Ulucanlar’dagerçekleştirilen katliam lanetlendi.

Anma, Ulucanlar şehitleri anısına yapılan saygıduruşuyla başladı. Saygı duruşunun ardından eylemiörgütleyen kurumlar adına (Alınteri, BDSP, DHF, HalkCephesi) ortak basın açıklaması okundu. Basınaçıklamasıyla Ulucanlar’da yaratılan devrimci direnişgeleneği ve siper yoldaşlığı selamlanırken güncelgelişmelerle birlikte mücadeleyi yükseltme veörgütlenme çağrısı yapıldı.

Eylemin ardından ÇHD Ankara Şubesi de biraçıklama yaptı. ÇHD’nin açıklamasında şu sözler yeraldı. “Dönemin Başbakanı, İçişleri Bakanı, JandarmaGenel Komutanı, Emniyet Genel Müdürü, savcıları,infaz müdürleri birer ‘hiç’ olarak tarihten silindiler. Birkısmı biyolojik ömürlerini, bir kısmı da siyasal vebürokratik devirlerini tamamlayıp ortadan kayboldular.Çünkü tarih maşaların ve hizmetlilerin değil sadeceonurları için direnerek katledilenlerin, işkencegörenlerin ve bedel ödeyenlerin kayıtlarını tutar.”

Açıklama tüm hapishane katliamlarınınlanetlenmesiyle sonlandırıldı.

Konuşmaların ardından Ulucanlar’a ithafen yazılanbir şiir okundu. Eylem “Bize ölüm yok” marşınınokunmasıyla bitirildi.

AdanaAdana’da Ulucanlar Katliamı ve bu vahşi katliama

karşı gösterilen direnişe dair 23 Eylül Pazar günü birsöyleşi gerçekleştirildi.

Kısa bir sinevizyon gösterimi ile başlayan söyleşidesermaye devletinin gerçekleştirdiği UlucanlarKatliamı’nın gerisindeki tarihsel süreç anlatıldı.Katliamın bu topraklarda geçmişten bugüne devralınandevimci mirasa uygun olarak karşılandığı vurgulandı.Devletin F tipi politikasıyla amaçladıklarının teşhiredildiği söyleşide, devrimde ve devrimci örgütteısrarın önemine dikkat çekilerek devrimci mücadeleningerekliliğine vurgu yapıldı.

26 Eylül günü de BDSP tarafından İnönü Parkı’ndayapılan eylemle katliam lanetlendi.

Ulucanlarda ölümsüzleşen devrim şehitleri anısınayapılan saygı duruşuyla başlayan eylemde, UlucanlarKatliamı’nın arka planındaki tarihsel süreç anlatılarak,bugün de hapishanelerde sessiz ölümün kol gezdiği,hasta tutsakların tedavisi yapılmayarak ölüme terkedildiği vurgulandı. Pozantı Çocuk Hapishanesi’ndeçocuk tutsakların insanlık dışı işkencelere, tecavüzleremaruz kaldığı hatırlatıldı.

Eyleme İHD, DHF, Devrimci Proletarya veMücadele Birliği Platformu destek verdi.

Bursa26 Eylül günü Fomara Meydanı’nda yapılan anma

etkinliği saygı duruşuyla başladı. Saygı duruşu“Devrim şehitleri ölümsüzdür!” sloganıyla noktalandı.

Etkinlikte yapılan basın açıklamasında sermayedevletinin Ulucanlar Katliamı’nı gerçekleştirereksosyal ve siyasal bir yıkım programının önünü açmakistediği vurgulandı. Ecevit’in Amerika yolundakullandığı sözlerle bu gerçeği itiraf ettiği hatırlatılarak,bu vahşi katliam karşısında sergilenen görkemlidevrimci direniş anlatıldı. Ulucanlar’da kan ve canbedeli bir direnişle tarih yazan devrimci tutsaklarınunutulmayacağı vurgulandı.

Basın açıklaması “Devrimciler ölmez, devrimdavası yenilmez!” sloganıyla sona erdi.

Anma etkinliğini BDSP, Partizan, DHF, SDP/Dev-Lis, ESP ve SODAP birlikte örgütledi. Halk Cepheside eyleme destek verdi.

Kızıl Bayrak / İstanbul-Ankara-Adana-Bursa

Sol hareket Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak * 19Sayı: 2012/06 (39) * 28 Eylül 2012

Ulucanlar direnişinin yıldönümünde, direniştebüyük bir payı olan Habip yoldaşı ayrıca anmanıngerekliliği var. Çünkü devrime ve sosyalizmeyürüyebilmek için, bugün, her zamankinden çokHabip olmanın zorunluluğu var. Bu yüzden yoldaşı,ilk tanıdığım yıldan itibaren anlatmaya çalışacağım.

Sorunlardan kaçmayıp, sorunlarla

mücadele eden bir yoldaş

Habip yoldaşın, hapishaneye ilk girişi, tam datasfiyecilerin, hareketi tasfiye etmeye çalıştıklarıdöneme rastlar. Habip yoldaş bu dönemde birikimlideğildir. Teorik olarak ele alırsak, ben o günyoldaşa göre çok daha birikimliydim. Ne var kiyaşanan sorunlar karşısında, o günküdüşüncelerimle devrim davasında daha kararlıgördüğüm harekete geçtim. Bunu devrimcikaygılarla yapıyordum. Ama özü itibarıyla yaptığımsorunlardan kaçmaktı. Bu kaçış komünist bir bireyolmamı engelleyerek, zaaflarımı pekiştirdi. OysaHabip yoldaşın tasfiyecilere karşı net bir tutumuoldu. Sorunlardan kaçmadı. Sorunlarla mücadeleetti. Bu mücadelesini, tahliyesine çok kısa birzaman kalmasına karşın, hapishaneden firar ederekdışarıda daha aktif olarak sürdürdü.

Habip yoldaşın çok hızlı bir gelişmegöstermesinde, sorunlardan kaçmayarak sorunlarlamücadele etme kararlılığının payı büyük. Kişisorunlarla mücadele ederken yetersiz bile kalsa,kendine olan özgüveni gelişiyor. Sorunlardankaçıldığında ise var olan özgüven bile zamanlatükeniyor. Habip yoldaş sorundan kaçmayıpmücadele ederken başarılı oldu da.

Yoldaş sıcaklığıyla sarılarak

devrime kazanan bir yoldaş

Habip yoldaşı yıllar sonra Ulucanlarhapishanesinde gördüm. Teorik olarak ben onunilerisindeyken, şimdi Habip yoldaş benden çokilerideydi. Sorundan kaçanla, kaçmayanın farkınıçok iyi gösteren bir durumdu. Yalnız bu mu? Habipyoldaşın gözlerinde gürül gürül devrim ateşiyanarken, benimkindekiler sönecek kadarcılızlaşmıştı. Böyle bir durumdayken Habip yoldaşbana sıkı sıkı sarıldı. Gözlerimde ve yüreğimdekisönmek üzere olan devrim ateşini, sıkıca sarılarak

harladı. Sıfırdan devrim ateşini yakmak, sönmeküzere olan devrim ateşini harlamaktan çok dahakolaydır. Çıkarsız bir sarılma değildi. Devrimçıkarına bir sarılmaydı. Ama ikirciksiz, yürekten vesıkı sıkıya bir sarılmaydı. Ölümsüzleştikten sonrabile beni bırakmayan bir sarılmaydı. Ölümorucunda her an yüreğimde hissettiğim birsarılmaydı.

Bu sarılmayı ifade etmede güçlük çekiyorum,ama, en uygun ifade olarak tuttuğunu koparan birsarılmaydı diyebilirim. Yani Habip yoldaş,örgütçülük konusunda tuttuğunu koparan biryoldaştı. Bunu özel bir yetenekle değil, devrimeolan bağlılığı ve samimiyetiyle yapıyordu.

Söz ve eylem birlikteliği olan bir yoldaş

Habip yoldaşın devrime olan bağlılığını, sözüyleeyleminin birlikteliğinden anlıyordum. Habipyoldaş bir şey söyledimi, onu yapmaya çalışır veçoklukla yapardı da. An için, söylenmesi gerekenideğil, yapabileceklerini söylerdi. O an yapılmasıgerekse bile, yapılamayacak hiç bir şeyi, yaparımdemezdi. Çıtayı düşürmez, gerçekçi olarakyükseltirdi. Misal, o an broşür çıkarılması gerektiğihalde, ancak bildiri çıkarma koşulu varsa, broşürçıkarma işini iptal etmeden, bildiri çıkaralım der veçıkarırdı. Broşür çıkaralım diyerek hiç bir şeyçıkaramama gafletine düşmezdi. Broşür çıkarmayıhiç bir zaman silmez ve bu hedefe ulaşırdı da.

Habip yoldaşı birebir tanıyan herkes bilir, söz veeylem birlikteliği onun kişiliğinin temeliydi. Firaretmek gerekir dediğinde, bunun uğraşı içindemutlaka olur. Koşullarını oluşturduğunda,tahliyesine çok kısa bir süre kalsa bile firar ederdi.O bir şey söylediğinde, mutlaka, en azından yapmaçabasına girerdi.

Ulucanlar katliamından bir kaç gün önce, saldırıolasılığı karşısında, rahatlıkla, gelsinler, diyordu.Yaşama sevdalıydı, ölüm orucu şehidi M. HayriDurmuş’un dediği gibi, uğrunda ölecek kadarsevdalıydı. Ümit gibi, uğrunda tereddütsüzceöleceği davayı kazanmıştı da. Onun rahatlığıiçindeydi. Kendisi ölümü kucaklasa bile davasıbüyüyecekti. Sözüyle eylemi bir olan Habip yoldaşıyaşatmak için, bizim de sözümüz, eylemimiz birolmalı. Yoldaşların uğruna tereddüt etmedenölümü kucakladıkları dava büyümeli.

M. Kurşun

26 Eylül 2012 / Adana

Ulucanlar direnişinin 13. yılındaHabip yoldaş yaşıyor

Page 20: Sİ Kızıl Bayrak 12-39

Bağımsız Devrimci Sınıf Platformu, 23 Eylülgünü İstanbul Kadıköy’deki Eminönü-Karaköyİskelesi önünde gerçekleştirdiği basın açıklaması ile18 Kasım’da düzenleyeceği “İşçilerin BirliğiHalkların Kardeşliği” etkinliğinin duyurusunu yaptı.Eylemde, “Devrime hazırlanıyoruz” denildi.

Kızıl flamaların taşınan eylemde “18 Kasım’daİşçilerin Birliği Halkların Kardeşliği etkinliğindebuluşalım! / Bağımsız Devrimci Sınıf Platformu”pankartı açıldı.

Kapitalist sömürüye, hak gasplarına vebaskıya karşı buluşuyoruz!

BDSP temsilcisinin okuduğu açıklama, şusözlerle başladı: “Emperyalist işgal ve savaşlarındizginlerinden boşaldığı, yeryüzünün tümzenginlikleri bir avuç asalağın elinde toplanırkenmilyarlarca insanın açlık ve sefalete mahkumedildiği, doğal zenginliklerin ve kaynaklarınburjuvazinin kar hırsı ile barbarca yağmalandığı,doğanın acımasızca tahrip edildiği bir dünyadayaşıyoruz. Kapitalist sömürü düzeninin yarattığı butablonun tüm ağır bedelleri ise yıllardır döne dönebiz işçilere, emekçilere ve ezilen halklara ödetiliyor.Zira emperyalist savaşlarda kanı akıtılan, sömürüçarkları içerisinde emeği yağmalanan, kriz vebunalımların faturalarını omuzlayan, bir dilimekmeğe, bir bardak temiz suya ve başını sokacak birkonuta dahi muhtaç kalan bizleriz.”

Açıklamada, krizin yarattığı sosyal ve iktisadiyıkımın daha da derinleştiği, dünya ölçüsündeemperyalist paylaşım kavgalarının savaş halinedönüştüğü, buna bağlı olarak ülke içinde polisdevleti uygulamalarının, burjuva gericiliğininhayatın her alanına uygulandığı vurgulandı.Gericiliğin karşısında işçi ve emekçilerin, ezilenhalkların dünya ölçüsünde sessiz kalmadığına dikkatçekilen açıklamada, birçok kıtada halk isyanları,grevler yaşandığı, bunun da sosyal mücadelelerin,sınıf ve kitle eylemlerinin örnekleri olduğunun altıçizildi.

18 Kasım’da “İşçilerin Birliği HalklarınKardeşliği” etkinliğinde buluşalım!

Yaşanan bu tablo karşısında mücadeleyibüyütmenin önemine işaret edilen ve etkinliğekatılım çağrısında bulunulan açıklamada şu ifadeleryer aldı: “Bütün bu tablo ‘İşçilerin Birliği, HalklarınKardeşliği’ ekseninde atılması gereken adımlarınönemini ve yakıcılığını ortaya koymaktadır. Bununbilincine olan sınıf devrimcileri olarak, işçileri,emekçileri ve gençleri baskıya, sömürüye, zorbalığa,emperyalist savaş ve saldırganlığa karşı mücadeleyiyükseltmek için 18 Kasım’da Kadıköy CaferağaSpor Salonu’nda yapacağımız ‘İşçilerin BirliğiHalkların Kardeşliği’ etkinliğinde buluşmayaçağırıyoruz.”

Yaşanan toplumsal sorunların kaynağınınkapitalist sistem olduğuna dikkat çekilen açıklamadakurtuluş için devrime hazırlanma çağrısı yapıldı.

Kızıl Bayrak / İstanbul

Sol hareket Sayı: 2012/06 (39) * 28 Eylül 201220 * Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak

Komünist hareketin 25. yılında Ankara BDSPtarafından 11 Kasım’da gerçekleştirilecek olan“İşçilerin Birliği Halkların Kardeşliği” etkinliğininhazırlık toplantısı 23 Eylül Pazar günü yapıldı.Etkinliğin politik içeriğinin deklare edildiğitoplantıda ayrıca pratik planlamalar da yapıldı.

Bunalımlar, savaşlar ve devrimler dönemitespitinin yinelendiği konuşmalarda İşçilerin birliği,halkların kardeşliği” şiarının önemi üzerindeduruldu. Avrupa’dan, Ortadoğu’ya kadar dünyanınkaynayan bir kazan olduğu ve kapitalizmin krizleriçerisinde debelendiği söylenerek buhareketlenmenin Türkiye’yi etkilememesininmümkün olmadığı vurgulandı. Böylesi bir dönemde25. yılını karşılayan komünist hareketin “Devrimehazırlanıyoruz” şiarını bayrak edindiği vegerçekleştirilecek olan etkinliklerle devrimingüncelliğinin çağrısının tekrarlanacağı söylendi.

Etkinliğin içeriği üzerine yapılan tartışmalarınardından çalışma tarzına dair geliştirici konuşmalarlabirlikte etkinlik programı özetlendi. Festivallerinyılları bulan deneyimine yaslanarak Ankara’nınmerkezi bir biçimde kuşatılması ve etkinliğinşiarlarının kentin dört bir yanına taşınması gerektiğibelirtildi. Bunun yanında “İşçilerin birliği halklarınkardeşliği” şiarının nasıl ete kemiğe büründürüleceğive etkinliğe gelen kitlenin bu şiarın politik anlamınıkavraması ve sahiplenmesinin nasıl sağlanabileceğitartışıldı.

Etkinliğin bir konser biçiminin dışında tarihsel

anlam ve önemine uygun yapılabilmesi için alınacakönlemler noktasında kafalarda bilinç açıklığıyaratıldı. Tüm bunların ardından etkinliğin önhazırlığına dair planlamalar yapıldı. Ankara’nın heryerine ulaşma hedefiyle hareket edileceğinin altıçizilerek tüm bu çalışmayı göğüsleyecek komiteleroluşturuldu. Etkinliğin çağrısını Ankara’nın ilerici-devrimci kamuoyuna taşıyacak bir komitenin yanısıra bir de basın-yayın komitesi, bunların yanı sıraayrıca Teknik, Sahne-kürsü, Salon, Kitle çalışması veStant komiteleri oluşturuldu.

Politik içeriği güçlü ve tok, aynı zamanda kitleselbir etkinlik gerçekleştirme kaygısıyla etkinliğin herayrıntısını planlayan tartışmaların yapıldığı toplantıiş bölümüyle sonlandırıldı.

Etkinlik Programı:Tarih: 11 Kasım PazarYer: Çankaya Belediyesi Vedat Dalokay Kokteyl

Salonu (Kurtuluş Parkı İçi)Saat: 13.00

*Efkan Şeşen*Abdal (Haluk Tolga İlhan)*Grup Günyüzü*MİKE Müzik Topluluğu*Ve Sanat Tiyatro Topluluğu*Sinevizyon Gösterimi

Kızıl Bayrak / Ankara

BDSP’den 18 Kasım duyurusu

Ankara BDSP 11 Kasım’a hazırlanıyor

İzmir’de imza standlarıEmperyalist savaşa ve kapitalist sömürüye karşı “Yaşasın

işçilerin birliği, halkların kardeşliği!” kampanyası çerçevesindeyürütülen imza kampanyası açılan standlarla sürdü. Buca’da,Çiğli’de ve İzmir’in merkezi bölgelerinde standlar açılaraketkinliğin çağrısı yapılıyor.

Buca Şirinyer’de 21 Eylül günü stand açılarak imza toplandı.Faaliyet sırasında bir polisin provokasyon çabası da boşa düşürüldü.Aynı gün Çiğli Belediyesi önünde de stand açıldı. Sabah işe gidenişçilere kampanyanın duyurusu yapılırken akşam mesai bitimindeyine aynı noktada işçi emekçilere seslenildi. 18.00-20.00 saatleriarasında açılan imza standında işçi ve emekçiler Suriye’yeemperyalist müdahaleye karşı “işçilerin birliği halkların kardeşliği” mücadelesini büyütmeye çağrıldı. Stanttamegafonla sesli ajitasyon yapılırken, BDSP bildirileri de işçilere ulaştırıldı.

Sınıf devrimcileri 23 Eylül Pazar günü bir kez daha Şirinyer Tansaş önündeydiler. İşçi ve emekçilerinpazar alışveriş saatleri sırasında başlayan faaliyet ilgiyle karşılandı. Demokrasi havariliği yapan sermayedevleti ve onun sözcüsü AKP iktidarının el attığı temel hak ve özgürlükler tek tek dile getirilerek mücadeleçağrısı yapıldı.

Sınıf devrimcileri 25 Eylül Salı sabahı ise işçilere fabrikalarının kapısında seslendi. Buca BEGOS’ta,emperyalist savaşlara ve kapitalist sömürüye karşı mücadele çağrısı yapan bildiriler ajitasyon konuşmalarıeşliğinde işçilere ulaştırıldı. Aynı günün öğle saatlerinde ise BEGOS’ta imza standı açan sınıf devrimcileritekrar BEGOS işçisinin karşısındaydı. Begos’ta açılan masa patronları da rahatsız etti. Ercan Nakış patronufabrikasının yakınına imza masası açılmasından şikayetçi oldu.

26 Eylül Çarşamba günü ise “işçilerin birliği halkarın kardeşliği” şiarı Konak ve Karşıyaka’ya taşındı.Kızıl Bayrak / İzmir

Page 21: Sİ Kızıl Bayrak 12-39

Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak * 21DünyaSayı: 2012/06 (39) * 28 Eylül 2012

Yurtdışında partimizin kuruluş yıldönümüvesilesiyle her yıl merkezi bir gece yaptığımızbilinmektedir. Bu yıl da bu geleneği sürdürecek, 24Kasım 2012 tarihinde yeni bir merkezi gecegerçekleştireceğiz.

Bu yılki merkezi gecemiz komünist hareketimizin25. yılına tekabül etmektedir. Ve haliyle bir 25. yıletkinliği olarak gerçekleştirilecektir. Bunun kendisimerkezi gecemizi daha bir anlamlı ve önemlikılmaktadır.

Bu yılki etkinliğimizi “Devrime hazırlanıyoruz!”şiarı ile düzenlemiş bulunuyoruz. Demek oluyor ki,bugünden başlayarak etkinlik gününe dek ve etkinliksırasında yoğun biçimde komünist hareketimizi, onunsahip olduğu temel nitelikleri, sahip olduğuüstünlükleri, geçtiğimiz sınavları ve büyükyalnızlıklara rağmen gerçek bir devrimci emekleyaratılan paha biçilmez birikimimizi anlatacağız. Dönedöne çizgimizden, bu çizginin eseri olan “düşünen vesavaşan kadrolar”ından, oluşturduğumuz gelenek veyeni kültürden söz edeceğiz.

Elbetteki hedef kitlemiz öncelikli olarak işçi veemekçilerdir. Çokyönlü bir politik ve pratik faaliyetolarak hayata geçireceğimiz gece çalışmamız dahaliyle işçi ve emekçilere dönük olacaktır. Öncelikleonlara sesleneceğiz. Çıkardığımız her materyalöncelikle onlara ulaştırılacaktır. Özellikle emekçievlerini ziyaret edecek, komünist hareketimizin 25yıllık emekle ördüğü yoğun devrimci sürecini onlaraanlatacağız. Tok biçimde gecemize katılmalarınıisteyeceğiz. Çünkü buna hakkımızın olduğunainanıyoruz.

Etkinlik için binlerce afiş ve el ilanı hazırlamışbulunuyoruz. Bunların tümünü tüketeceğiz. Baştaetkinliğimizin yapılacağı kent ve yakın bölge (NRW)olmak üzere uzak yakın demeden çalışmayürüttüğümüz tüm kentleri afişlerimizle donatacak,döne döne el ilanlarımızı dağıtacağız. Kısacası,çalışmamızın olmadığı yerleri de kapsayacak,gerçekten yoğun ve yaygın bir seslenme faaliyetiyürüteceğiz. Bu sayede gecemizi herkese duyuracağız.Bu arada, gece duyurusu için yaratıcı başka yol veyöntemlere başvurmayı da ihmal etmeyeceğiz. Her yılyaptığımız gibi, toplantılar, gece türü politiketkinlikler, emekçi düğünleri, ilerici basın ve tv gibiimkanlardan da yararlanacağız

Yurtdışındaki devrimci politik faaliyetin en altdüzeye indiğine, deyim uygunsa dibe vurduğunabakmayacağız. Yığınların gerilediğine, yaygınapolitizme, politik toplantı ve etkinliklere mesafeli vesoğuk duruşlara, sol hareketin emekçiler içindeyarattığı güven bunalımına ve nihayet geceprogramımızda popüler piyasa sanatçılarınınolmayışına aldırmayacağız. Şüphesiz ki bunların hepside ciddi güçlüklerdir. Fakat güçlükler de aşılmakiçindir.

Biz her zamanki gibi bu kez de zoru seçtik ve zorubaşarmaya karar verdik. Bilinir ki hareketimiz biryenilgi ve yıkılışın ortasında doğdu. Yani komünisthareketimiz zor dönemin hareketidir. Biz de zordönemin devrimcileriyiz. Yani zora ve zorluğa

dayanıklıyız. Yine bilinir ki, inandık, inat ettik, sabırlıolduk, soluğumuzu tuttuk, gerçek devrimci bir emekharcayarak bugünlere geldik. Çok emek harcadık vesonuçta başardık. Yine başarabiliriz.

Başarabiliriz, zira, bunun için imkanlarımız var.Devrimci bir geçmişimiz var,ondan güç alıyoruz. Buna 25 yıliçinde eklediğimiz pahabiçilmez devrimci birbirikimimiz var. İdeolojik,politik, örgütsel ve moral herkonuda açıklıklara sahibiz.Toplumun en devrimci sınıfınayaslanıyoruz. Bu nedenle degüçlüyüz. İşçi sınıfına veemekçilere güveniyoruz.Kendimize güveniyoruz.Bunlardan aldığımız güç vecesaretle, çalışma boyuncatok bir biçimde onlaraseslenecek, her şeyi onlarlapaylaşacak ve etkinliğimizekatılmalarını sağlayacağız.

Başarı için örgütlü, planlıve hedefli bir çalışmanın şartolduğunu yılların tecrübesiyle biliyoruz. Yineöyle yapacağız. En küçük bir enerjiden yararlanacağız.Tüm güçlerimizi, çevremizi ve dostlarımızı örgütlü,planlı ve hedefli bir biçimde konumlandırmak veharekete geçirmek yine temel hedefimiz olacaktır.

Çalışmamızın seyrini sık sık denetlemek, yeniplanlamalar yapmak, yeni hedefler belirlemek, yaratıcıyol ve yöntemleri devreye sokarak çalışmadan en çokverimi almak bir diğer kaygımız olacaktır. Bireylerinkoşuşturmasını ve bunun ifadesi çalışma tarzını kesinolarak terkedeceğiz. Tam tersine ortak masalarkuracağız, kollektif aklı devreye sokacağız ve ekiplerhalinde hareket edeceğiz.

Her zaman harekete geçirdiğimiz güçlerleyetinmeyeceğiz. Artık bir gençlik gücümüz var,

çalışmaya olumlu yönde çok şey katacak kadınyoldaşlarımız var. Bu kez genç yoldaşlarımızı veemekçi kadın yoldaşlarımızı da harekete geçirecek,onlara seferberliği büyütme çağrısı yapacağız

Her bakımdan başarılı ve doyurucu bir 25. yıletkinliği gerçekleştirmek istiyoruz.Bu nedenledir ki sadece geceyehazırlık çalışmasını değil, gecegününün küçük büyük tüm işlerini,özellikle de programını amatör birruhla, ama profesyonelcegerçekleştirmeyi bu kez mutlakabaşarmalıyız. Bunun için her şeyiayrıntılı biçimde planlayacağız.Başarıyı en rasyonel bir iş bölümüylegüvenceye alacağız.

Zamanın ruhu artık bizden yanadır.Zaman adım adım devrime doğruakmaktadır. Devrim bizim içingünceldir ve bu nedenledir ki, devrimehazırlanıyoruz. Gecemizin şiarının“Devrime Hazırlanıyoruz!” olarakbelirlenmesi hiç ama hiç tesadüfî değil,tam tersine bilinçli bir tercihinifadesidir.

Tüm yoldaşlarımız, komünisthareketimizin bugünlere gelmesinde küçük büyükemeği geçmiş tüm sempatizan ve taraftarlarımız, vakitgeçirmeksizin, çalışmalarına başlamış bulunduğumuz25. yıl etkinliği için derhal seferber olmalıdırlar.Yurtdışına ve yurtdışı çevrelerine özgü ölçüleri kabuletmiyoruz. Her yoldaşımızdan, her taraftar vesempatizanımızdan gerçek bir fedakârlık ve gerçektendevrimci bir çaba talep ediyoruz. Hep beraber ataleti,konformizmi ve bahaneciliği bir yana bırakmalı,kararlı biçimde başarıya kilitlenmeliyiz. Her yerdeyoldaşça bir yarış içinde olup, ekip ruhu ile hareketedebilirsek eğer başarı kendiliğinden gelecektir. Ohalde ileri!

Türkiye Komünist İşçi Partisi - Yurtdışı Örgütü

Hareketimizin 25. Ekim Devrimi’nin 96. yılında;

Devrime hazırlanıyoruz!

“Tarihin ve bilimin ışığında biliyoruz ki, ne kapitalizm kendiliğinden yıkılır, ne de devrimler her halükarda

zafere ulaşır. Kapitalizmi yıkmak ve devrimlerin zaferini güvence altına almak bir devrimci hazırlık işidir.

Kapitalizmi yıkmak kapasitesine sahip biricik sınıf olan işçi sınıfı devrimcileşmeden, devrimci bir partinin

önderliği altında kenetlenmeden, tam da bu sayede tüm öteki emekçi katmanları kendi birleştirici ekseninde

birleşik bir kuvvet haline getirmeden, ne kapitalizm yıkılır ne de proletarya devriminin zaferine ulaşılabilir.

Yine Lenin’in öğretisinden ve Ekim Devrimi’nin tüm deneyiminden biliyoruz ki, hazırlık demek öncelikle

devrimci bir teoriye dayanmak, bundan devrimci bir program ve stratejik çizgi süzmek demektir. Hazırlık

demek, devrimci teorinin ve programın taşıyıcısı olacak ihtilalci temellere dayalı bir örgüt demektir. Hazırlık

demek, devrimci teori ile silahlanmış devrimci örgütün devrimci sınıfı, işçi sınıfını sarıp sarmalaması demek.

Bunlar, devrimci teori, devrimci örgüt ve devrimci sınıf bir araya geldi mi, bu birlik devrimci bir işçi sınıfı

partisinde somutlandı mı, koşulları olgunlaşan devrimin zaferinin önünde hiçbir güç duramaz.

Bugüne kadar Türkiye’de, devrimci teorik tutarlılığı devrimci örgütte kararlılıkla birleştiren ve bunu da

büyük bir inatla işçi sınıfı ile devrimci birleşmeyle taçlandırmaya yönelen bir devrimci siyasal akım olmadı.

Bunu ilk kez olarak komünist hareket başarmıştır.”

Gece Tertip Komitesi bildirisinden

Komünist hareket 25. yılını kutluyor!

“25. yıl: Devrime hazırlanıyoruz!”gecesine çağrı!

Page 22: Sİ Kızıl Bayrak 12-39

22 * Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2012/06 (39) * 28 Eylül 2012

Kapitalizm çürümüş ve asalak bir sistemdir. SistemChris Harman’ın adlandırmasıyla tam anlamıylazombi bir karaktere sahiptir.

Canlı emekten “beslenen”, canlı emeği “emerek”onu ölü emeğe dönüştüren ve canlı emek üzerindekurduğu tahakkümle “varlığını” sürdüren kapitalizm,ontolojisini zombilik üzerinden kurar.

“Yaşayan” ya da yürüyen bir ölüdür kapitalizm.Bütün irrasyonalitesiyle kendini var eden, “varlığını”,“ölümün” üstünden kuran bir sistemdir.

Marx kapitalizmin doğasını vampir örneğiüzerinden açıklamıştı. Zombi metaforu günümüzkapitalizmini en iyi açıklayan tanımlamalardan biridir.

Zombi, ölümden gelen yaratık

Zombi Haiti ve Batı Afrika’da yaygın bir inanışolan voodoo’dan türetilmiş bir tanımlamadır. Buinanışa göre Voodoo rahipleri yaptıkları büyülerleölüleri yeniden hayata döndürebilmektedir.

Modern ve popüler zombi imgesi ise mistik birkurgu ya da öge değil, bilimkurgunun bir korkuüretimi ve korku imgesidir. Doğu toplumlarındazombi, gulyabani diye de bilinir.

Modern zombi imgesi, yürüyen ya da yaşayanölüler üzerinden kurgulanır. Zombi bir anlamda neölüdür, ne de diridir. Bir yaşanmışlık formunda,ölümün varlığıdır zombi. “Diriliğini” ölümden alır,ölüm hali onu “hayata” döndürendir. Büyü, gücünüburada bulur.

Zombi ölümden gelen yaratıktır. Bu korku imgesiölüm korkusunu tetikleyerek, ölüm korkusunu salgınhaline getirerek güç ya da etki kazanır.

Zombilik bulaşıcıdır. Zombi tarafından yaralanancanlılar, enfeksiyon kaparak zombiye dönüşürler.

Enfeksiyon ve mutasyon zombiliğin temelözelliğidir. Zombi salgını, enfeksiyonla yayılır.Zombilik aynı zamanda enfekte olma halidir. Vampirinkanla beslenmesi gibi “modern” zombi de insan eti yada insan beyniyle beslenir.

1990’ların ortalarında Japonya’da yaşananekonomik kriz bankacılık sisteminin çökmesine yolaçtı. Bankacılık krizi devletin müdahalesiyle kontroledildi. Japonya’da yaşanan bankacılık krizinitanımlamak için zombi bankacılık kavramıkullanılmaya başlandı. 2008 sonrası ABD ve AB’desenkronize bir şekilde yaşanan banka iflasları bukavramı yeniden güncelleştirdi.

Zombi bankacılık

Kapitalizmin yapısal krizi derinleşiyor. AB’dekamu borç krizi ve bankacılık krizi bir iç senkronyaratarak yayılıyor. AB, hızla yapısal krizin odakcoğrafyası haline geldi.

Kamu borç krizi özellikle kıtanın AkdenizHavzası’nı şiddetle sarstı. Bu sarsıntı, merkez ülkelerietkileyecek boyuta yükseldi. Bu sürecin bir başkayansıması, bankacılık krizinin yaygınlaşması oldu.Borç krizi ve bankacılık krizi birbirini tetikleyen,etkileyen ve birbirini şiddetlendiren bir boyut kazandı.

Borç krizi genişlerken, zombi bankacılık krizi deşiddetleniyor.

AB’de bankacılık krizi kritik bir eşiğe ulaştı.Zombi bankacılık krizi enfeksiyonel bir özelliğe sahip.Yaşanan kriz, AB’deki bankacılık sistemini bütünüyleenfekte edecek potansiyel taşıyor. Hatta kriz küreselfinans sistemini de sarsabilir. Salgın tehlikesinin hızlaABD’yi sarması da yüksek bir ihtimaldir. ABDMerkez Bankası (FED), bu tehlikenin üzerinde durdu.AB’deki bankacılık krizinin yıkıcı sonuçlardoğurabileceğini vurguladı. Sürecin kontroledilememesi sadece AB’de değil, ABD’yi de saracakyeni ve yıkıcı bir finans krizinin önünü açabilir.

Bu risk karşısında FED ve Avrupa Merkez Bankası(ECB) bugüne kadar bir dizi önlem aldı ve almayadevam ediyor.

2008’de yaşanan finansal kriz, yapısal krizin yenibir evresine, depresyon aşamasına geçişi simgeledi.Yıkıcı bir bankacılık krizi şeklinde kendini dışa vurdu.ABD ve AB’de küresel dev tekellerin (Ford, Chrysler,General Motor gibi) çöküşü yaşandı. Bu dev tekellerancak devlet müdahalesiyle kurtarıldı. Ayrıca bir dizibüyük banka ve sigorta şirketi iflas etti. Kapitalistdevlet, ontolojisine uygun şekilde kamu bütçesini bubankaları kurtarmak için devreye soktu. Böylecedevletin kapitalist işleyişi sağlayan ve bu işleyişin entemel güvencesi olan bir aparat olduğu alenileşti. Kriziönleme yönündeki bu operasyonlar, bırakın kriziengellemeyi yeni bir kriz dalgasını, kamu borç krizinitetikledi. Özellikle krize yüksek kamu borçlarıylagiren ülkelerde durum daha vahim yaşandı.

Küresel düzeyde AB ve özellikle kıtanın AkdenizHavzası kamu borç krizi odağına dönüştü.Yunanistan’da başlayan ülke iflasları, Portekiz veİrlanda’yı sardı. Kamu borç krizi senkronu İspanya,İtalya hatta Fransa’yı etkileyecek boyuta ulaştı.

Bankalara yapılan olağanüstü likiditeenjeksiyonuna rağmen bankacılık krizi engellenemedi.Kriz bulaşıcı bir şekilde kolayca yayılma alanıbulabiliyor. Hatta bankalar narkotik bir bağımlılık

içine girdi. Spekülatif sermayenin ve bankacılıksisteminin temel özelliği, toksik maddelere bağımlılığıve toksik maddeler üretmesidir. Kapitalist devlettarafından bankalara yapılan büyük likidite transferleribir nevi kara delik yaşanmasıyla “işlevsiz” kalıyor.Büyük spekülasyon hareketleri aynı zamandaolağanüstü, çekim gücü yüksek karadelikler olduğuunutulmamalıdır.

Her kurtarma ve likidite operasyonu bankalara birdönem soluk aldırsa da, bir dönem sonra krizinnüksedişi, daha ağır ve yoğun oluyor. Bu adımlarkamu borç yükünü hızla artırırken, borç kriziniderinleştiriyor. Öte yandan bir iç sarmal oluşturarakbankacılık krizini tetikleyici işlev görüyor. Bugünözellikle AB’de yaşanan ve son derece kritik biraşamaya gelen krizin mahiyeti bu boyuttadır.

ABD’de ise doların rezerv para olması, ABD’ninküresel ekonomi içindeki etkisi ve rolü, ayrıca FED’inmuazzam likidite hamleleriyle kriz ötelenebilmekte,büyük kamu borcu yıkıcı sonuçlara yol açmamaktadır.Yine de bu konjonktür değişebilir, ABD bulaşıcı birbankacılık krizi içine girebilir. Bu risk hızla artıyor.Özellikle AB’yi saracak sert bir bankacılık krizinin,ABD’ye bulaşma kapasitesi yüksek olacaktır.

Bankaların narkotik bağımlılığı

2008’de yaşanan finans krizinin yarattığı tahribatıengellemek için kapitalist devletler olağanüstülikiditeyi devreye soktu. 2008 yılında ABD, AvroBölgesi, Japonya ve İngiltere piyasalara 11 trilyondolar enjekte etti. Bu olağanüstü likidite enjeksiyonubankacılık sisteminin “rahatlamasına” yol açmadı.Dört yıllık bir zaman içinde büyük likidite transferleridevam etti. Bankalar stres testleri karşısında iyi sınavveremedi.

ABD’de banka iflasları kapitalist devletin acilmüdahaleleriyle engellendi. Yapılan likiditeenjeksiyonu 2009’da 1.25 trilyon doları buldu.2010’da 600 milyar dolara ulaştı. 2011’de ise 400

AB ve ABD’de bankacılık krizi

Zombi bankacılık salgınıVolkan Yaraşır

Dünya

Page 23: Sİ Kızıl Bayrak 12-39

Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak * 23Sayı: 2012/06 (39) * 28 Eylül 2012 Dünya

milyar dolar transfer edildi. 2012’nin ilk 6 aylıkdöneminde 267 milyar dolar para enjeksiyonu yapıldı.En son olarak FED geçen hafta aldığı kararla 1 trilyondolarlık parasal genişleme politikası izleyeceğiniaçıkladı.

ABD bir taraftan büyük parasal genişlemepolitikası izlerken diğer taraftan likiditeenjeksiyonlarıyla bankacılık krizini engellemeyeçalıştı. Parasal enjeksiyonların yapıldığı koşullardaborsalar göreceli yükseliş yaşadı. Transferlerden sonraborsalarda hızlı düşüşler görüldü. FED’in yaptığıoperasyonlara benzer hamleleri ECB gerçekleştirdi.

AB, kriz sürecini iki boyutta “yönetmeye” çalıştı.ECB batık bankaların kurtarılması için paraenjeksiyonlarını gerçekleştirdi. Avrupa Finansalİstikrar Fonu (EFSF) ve Avrupa İstikrar Mekanizması(ESM) ise Yunanistan, Portekiz, İrlanda veİspanya’nın kamu borç krizinin kontrol edilmesineyönelik faaliyetleri gerçekleştiriyor.

ECB 2010 yılında 1 trilyon dolar parasalenjeksiyon gerçekleştirdi. Bunu 2011 yılında 300milyar doları geçen yeni bir enjeksiyon izledi. 2012yılının ilk 6 ayında ise 125 milyar dolarlık bir başkalikidite sağlandı. Bütün bu adımlar AB’deki durumudüzeltici hiçbir etki yaratmadı. Örneğin Yunanistan veİspanya bankalarının “kurtarılma” maliyetleriolağanüstü rakamlara ulaştı. Sadece İspanyabankalarının kurtarılması için 300 milyar dolaraihtiyaç var. Bu rakama kamu borç krizi dahil değildir.

Avrupa’da kamu borç krizi ve bankacılıksisteminde yaşanan krizin birbirini büyüttüğühesaplanırsa, kıta düzeyinde likiditeye duyulanihtiyacın olağanüstü boyutu ortaya çıkar.

Son dört yılda hem ABD hem AB, İngiltere veJaponya’nın krize müdahaleleri küresel finanssisteminde gözle görülebilir hiçbir iyileşme sağlamadı.Parasal genişleme politikaları ve parasal enjeksiyonlar“iyileşmeden” öte bir bağımlılık yarattı. Hatta bubağımlılık, “narkotik” bir bağımlılık biçimi kazandı.

Borsalar sisteme enjeksiyon yapıldıkça normaledöndü, yükselişe geçti. Enjeksiyonlar durdukçaborsalar hızla düşüş sürecine girdi.

Her müdahale yeni ve büyük spekülasyondalgalarına yol açtı. FED, parasal genişlemehamleleriyle birlikte büyük likidite operasyonlarıgerçekleştirdi ve dört yıldan beri birkaç trilyona dolaraulaşan bu operasyonlardan 0 veya 0.5 oranında sonderece düşük faiz talep etti. Kapitalist devletin buhamleleri hiçbir sorunu çözmedi. Spekülatif anafor,yapılan müdahaleleri işlevsizleştirdi. Hatta yeni büyükspekülatif pratikler arttı. Toksik fonlar ve yönelimlergenişledi. Reel ekonominin stabilizasyonu yönündehemen hemen hiçbir iyileşme görülmedi.

“Yeni” spekülatif dalga

Bugün özellikle Avrupa’da bankacılık sistemininişleyişi kilitlenme ve tıkanma noktasına geldi. Enbaşta bankalar ayakta kalmak için kapitalist devletlereyakıcı bir ihtiyaç duyuyor. Zombi bankacılığın entemel özelliklerinden biri olan bu durum içine girilensüreçte bankalar arası borç sisteminin işlemez halegelmesi ya da fonksiyonelliğini kaybetmesiyle daha davahimleşiyor. Bankalar büyük yatırımcılara,spekülatörlere para aktarırken, kıta düzeyinde küçükve orta büyüklükteki şirketler kredi almaktazorlanıyor.

Özellikle spekülatif pratiklerin hız kesmedendevamı, kredi sisteminde reel ekonomininihtiyaçlarına cevap verecek problemlerin aşılamamasıve bankalar arası borç sisteminde yaşanan sorunlar,bugünden şiddeti ve etkisi yoğunlaşan bankacılıkkrizinin önemli semptomlarıdır. Ve sistemdeki yapısalve yıkıcı sorunları işaretlemektedir.

Bankacılık sisteminde yaşanan problemleri salterteleyici, geçiştirici palyatif çözümler krizin enerjisini

yükseltici mahiyettedir. Avrupa’yı bulaşıcı bir şekildesaran bankacılık krizinin ABD bankacılık sisteminienfekte etmesi yüksek bir olasılıktır. Bu gelişme aynızamanda yeni ve yıkıcı küresel bir finans krizininhabercisi olacaktır.

Bugün Avrupa borç krizi ve bankacılık krizineyönelik alınan “tasarruf” tedbirleri, aynı şekildeABD’nin 2012 yılında totalde 4 trilyon doları, 2013yılında 2 trilyonu bulan “tasarruf” planları, özündesosyal yıkım ve enkazlaştırma içermektedir.

Önümüzdeki günler zombi bankacılık salgınınagebe günlerdir. Bu arada başta Çin ve BRICSülkelerinde yaşanacak sert ekonomik düşüşler, salgınınşiddetinin yükselmesine neden olacak faktörlerdir.

Bankalar olası gelişmelerin farkında olarak

kapitalist devletleri parasal genişleme ve paraenjeksiyonlarına teşvik ediyor. Nakit biriktirerekayrıca olası çöküşlere karşı hazırlanıyor. Fakatsorunun büyüklüğü ve alt üst ediciliği 2013 yılınıkritik bir yıl haline getiriyor.

2013 yılı zombi bankacılık krizleri ve küreselfinans çöküşlerine sahne olabilir. Bu sürecin küreseldüzeyde bir başka yansıması ise sosyal saldırı veyıkımlardır. İşsizliğin olağanüstü artması,yoksullaşma, mülksüzleşme bu sürecin parçasıolacaktır. Özellikle Ortadoğu’daki savaş büyük birkatastrofun önünü açabilir. Kısaca önümüzdeki yıllarsınıfsal antagonizmanın olağanüstü şiddetlendiği yıllarolacaktır.

Katalonya ve İspanyaHer yıl 11 Eylül’de Katalonya, 1714 yılında

kendi kendini yönetme hakkını kaybedişini andığıUlusal Günü düzenler. Bu yılki etkinlik bilhassaözeldi. Tüm Katalonya’dan yüz binlerce insansokakları doldurdu, bir Katalan bayrağı denizialtında bağımsızlık talep etti. Bazıları bir ila birbuçuk milyon kişi arasında bir sayı verdi. Kesinolarak bildiğimiz ise yedi milyondan biraz fazlasakine sahip bu ülkede böylesine büyük birkalabalık daha önce toplanmamıştı. Çağrı,“Katalonya Ulusal Meclisi” adlı bir sivil gruptangelmişti ve siyasi partilerle hiçbir doğrudan bağıyoktu. Tıpkı “los indignados” (öfkeliler) 15M sivilplatformu gibi bu, siyasi partilerin hayaledebileceğinden bile daha öteye gitti. Birçokyorumcu ve analist, bu güç gösterisininKatalonya’nın siyasi dayanak noktasını geridöndürülemez şekilde değiştirdiğine inanıyor. Geleneksel iktidar sistemi, Katalonya’nın kendi kendiniyönetme yeteneğini kabul etme eğilimindeyken her zaman tam bağımsızlık fikri ile arasına mesafe koymuştur.Son yıllarda İspanya’da bağımsızlık fikri ivme kazanıyor ve bu 11 Eylül ülkedeki siyasi çoğunluğun artıkegemenlikten yana olduğunun şüphe götürmez kanıtıydı.

Tüm bunlar özellikle İspanya’yı derinden etkileyen bir krizin ortasında meydana geliyor. Ve Katalonya dasıkıntı yaşıyor. İşsizliğin %20’nin üstüne çıktığı, gençlerin %50’den fazlasının işsiz olduğu ve milli gelirin%20’sini aşan kamu finansman açığıyla Katalonya’nın İspanyol yeniden dağıtım politikalarına orantısız katkıyaptığı gizli duygusu, sürdürülemez bir aşamaya geldi. Katalonya, İspanya’da zenginlik yaratan bölgelerinbaşında geliyor, fakat bölgeler arasındaki vergi sistemindeki değişikliklerden sonra Katalonya’nın konumudeğişti ve şimdilerde bölgeler arası dayanışmaya aldığından daha çok katkı yapıyor. Bu, bağımsızlık içinbasıncı artıran önceden var olan kültürel ve siyasi etmenlere eklendi. Bu etmenler arasındaki en önemlileri,Katalonya’nın bir ülke olarak tanınmaması, resmi bir dil olarak Katalanca’ya saldırılar ve statükonunneredeyse federal bir okuması anlamına gelen Katalonya Özerklik Statüsü’nün yeni ifadesinin 2010 yılındareddedilmesidir.

Kriz, kamu fonlarına baskı yaptığından dolayı, bağımsızlık ile özdeşleşme – sadece duygusal ve siyasiözdeşleşme değil aynı zamanda şimdi maddi ve ekonomik bir özdeşleşme - bağımsızlık taraftarı vatandaşlarınsayısını kayda değer ölçüde artırdı. Son aylarda İspanya’nın kurumsal siyasetinin gözden düşüşü çarpıcıdır.Demokratik kurumlar için egemenlik kaybı emsalsizdir. Dahası Halk Partisi (Partido Popular – PP), bu durumudevleti merkeze çekmek için kullanıyor, eski başkan Aznar ve Fundación FAES’in (Halk Partisi’nin thinktank’i) bir tezine başvuruyor. Bu dönem zarfında Katalan hükümetindeki CiU liderleri (Katalan milliyetçisimerkez sağ partilerin bir koalisyonu) egemenliği ima eden beyanatlarıyla geleneksel muğlaklıklarını – Madridve Katalonya’da Halk Partisi ile sürekli anlaşmalar – incelttiler. Tüm bunların neticesi, daha önceleri muğlak“siyasi Katalancılık” terimi etrafında bir araya gelen geniş siyasi ve sivil çoğunluk bugün daha net biregemenliğe doğru sürükleniyor.

Şayet cevap bağımsızlık ise soru nedir? Kimsenin onu nerede bulacağını bilmediği bir zamanda egemenliktalep etmek akla mantığa uygun mudur? Yeni ve zorlu bir safhaya giriyoruz. Diğer ülkelerin daha uzak görüşlüve hassasiyetle yaklaştığı bir safhadır bu. Örneğin Quebec’te iki referanduma karşın konu ortaya atıldığındakimse hiddetlenmiyor. İskoçya’da Britanyalı ve İskoç parlamenterlerden oluşan komiteler İskoçya’nın olasıayrılığı hakkında bir referandum düzenleme sorununu tartışıyorlar. Katalan bağımsızlığı fikrinin oturduğuAvrupa çerçevesi nettir. Kimse kargaşa yaratmak istemiyor, fakat geriye birçok soru kalıyor.

Açıktır ki, 11 Eylül’de yürüyüş yapan binlerce protestocu için bağımsızlık, sonu gelmez bir son derecedeğişken soru ve problemler listesine bir çözüm olarak görülüyor. Bu anlamda halen her şey tartışılacak vehalen netleştirilecek. 11 Eylül’ün reddedilemez başarısından kim siyasi sermaye yapacak? Madrid ile Brükselarasında kurumsal diyalog nasıl başlayacak? Bağımsızlık kesiti, iş, eğitim, sağlık ve barınma gibi ideoloji vedeğerler ikilemleri ile nasıl birleştirilecek? Ne tür bir ulusal model ortaya çıkacak? Tüm bunda kazananlar vekaybedenler kim olacak? Söz konusu olmayan tek şey ise Katalonya ve İspanya’da yeni bir siyasal dönemyoldadır.

(Joan Subirats, Barselona Özerk Üniversitesi’nde siyasi bilimler profesörü.)OpenDemocracy sitesinden kizilbayrak.net tarafından çevrilmiştir.

Page 24: Sİ Kızıl Bayrak 12-39

Avrupa24 * Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2012/06 (39) * 28 Eylül 2012

Almanya’da yerel seçimler vedevrimci politika

Stuttgart’ta Ekim’de yerel seçimler yapılacak.Muhafazakar gerici CDU’dan Schuster son 15 yıldırbelediye başkanlığı koltuğunda oturuyor. Schuster buseçimlerde aday olmuyor. Onun yerine CDU, bukez kapitalist işletme sahibi Sebastian Turner’lebağımsız olarak seçimlere giriyor.

Geçen eyalet seçimlerinde, Fukişima felaketininrüzgarını ve Stuttgart 21 karşıtlarının protestoeylemlerini arkasına alarak, CDU’nun yarım asırdanuzun bir süreye dayanan iktidarını devirerek eyalethükümetini elinden alan Yeşiller, bu yerel seçimlereFritz Kuhn’la giriyor. Seçimlerde ciddi bir iddiasıolmayan SPD ise kadın aday Betina Wilhelm’i adaygöstermiş bulunuyor.

Yeşillerin ihanetine uğrayan, aradığını bulamayarakhayal kırıklığı yaşayan, ağırlıklı olarak anti-faşist veküçük burjuva sol reformist kesimin ağırlığınıoluşturduğu, değişik inisiyatifler ve MLPD’nin deiçerisinde olduğu, sol ve devrimci partiler ise HansenRokenbauch’la bağımsız aday olarak seçimleregiriyorlar.

Seçimlerin önceden galibini söylemek oldukça zorolsa da, asıl çekişme iki gerici partinin, CDU ileYeşillerin adayları arasında geçecek gibi gözüküyor.Belediye başkanlığını CDU’ya bırakmayalımgerekçesiyle, Yeşillerin adayına yüklenme olmazsa,Yeşiller eyalet hükümeti oldukları süre zarfında ortayakoydukları pratiklerinin cezasını çekecekler. Bu durumise CDU’nun adayının seçilme şansını artıracaktır.

Seçmenlerin partilere göre dağılımı

600 bin nüfusa sahip Stuttgart, metal ve otomotivendüstrisinin yoğunluk kazandığı bir kenttir. Bosch,Porsche ve Mercedes gibi Alman sanayisinin belkemiğini oluşturan kapitalist işletmelerin merkezi bukenttedir. Almanya’da göreceli olarak iyi ücret veçalışma koşullarına metal sektörü sahiptir. Bu sektördeçalışanların sahip olduğu kazanılmış haklar, son yirmiyıl içerisinde reel olarak geri gitse de, genel kötüleşmetablosu içerisinde yine de bir “ayrıcalığa” sahiptirler.

Metal sektöründe de giderek daha çok kiralık (taşeron)firmalar boy göstermeye başladı. Sadece Mercedes‘inSindelfingen işletmelerinde 30 civarında değişikkiralık firma işçisi çalışmaktadır. Aynı makine vebantta çalışan işçiler otuz değişik ‘firma’nın işçileriolarak çalışıyorlar. Ücretler arasındaki fark ise yüzde35’lere kadar varmaktadır. Kapitalist işletmelerindoymak bilmez saldırılarının işçi ücretlerinde veçalışma koşullarında yol açtığı yıkım, şehir nüfusununda yoksullaşmasını beraberinde getirmektedir.

Kapitalist işletmelerin, farklı ücret politikasıyla,satın aldıkları işçi aristokrasisi bu kentte, asıl olarak dayerli Alman nüfus içerisinde önemli bir yertutmaktadır. Bunların önemli bölümü SPD’nin seçmenkitlesini oluşturuyor. Serbest meslek sahibi, büroçalışanları, küçük-burjuva yaşam koşullarına sahipkitle ise Yeşillerin seçmen potansiyelini oluşturuyor.

Seçimler ve göçmenler

Burjuva medyaya ve milliyetçi önyargılara veburjuva söylemlere teslim olmuş Alman kamuoyunagöre seçimler demokratik olarak yapılmaktadır. Bu veönceki seçimlerin parlamenter burjuva ölçülerde dahidemokratik olduğunu söylemek tam bir sahtekarlıktır.Almanya’da yaşayan ve genel nüfusun yüzdeyirmisinden fazla bir orana sahip göçmen kitlelerinin,hala yerel ve genel seçimlerde seçme ve seçilmehakları yoktur. Yani her beş kişiden biri, daha seçimlerbaşlamadan yok sayılmaktadır. Stuttgart kentininnüfusunun da beşte birinden fazlası göçmenlerdenoluşuyor. Bunların bu yerel seçimlerde de seçme veseçilme hakları olmayacaktır. Her beş kişiden birininseçme ve seçilme hakkının elinden alındığı bir seçimoyununun, burjuva anlamda da olsa ‘demokratik’olduğunu ve seçimlerin sonuçlarının seçmenleriniradesiyle belirlendiğini iddia etmek sahtekarlık değilde nedir?

Almanya’da faaliyet yürüten göçmen parti veörgütler, hiç değilse seçim dönemlerinde eşit sosyal vesiyasal haklar talebinde bulunurlar. Zaman zaman bu

konuda zayıf da olsa kampanyalar yürütürler. Ne varki, bir türlü kayda değer bir çalışma kapasitesi deortaya koymazlar, koyamazlar. Bu yönlü ciddi birmücadele yürütmezler, yürütemezler.

Bu sadece bir niyet sorunu değil şüphesiz. Güçsıkışması ya da zayıflıktan da kaynaklanmıyor budurum. Bir kez daha, sözkonusu olan soruna ya dasomut olarak bu isteme yaklaşım, onu ele alıştadüğümlenmektedir. İstisnasız hepsi de, bu sorunudevrimci bir perspektifle ve temel sorunlara, aynıanlama gelmek üzere sınıf mücadelesinin tabanınabağlı olarak ele almamaktadırlar. Bu nedenle dedevrimci bir konumda olamamaktadırlar. Tam tersinebu ve benzeri talepleri kendi içinde, kendi kendineyeterli şeyler gibi, tecrit edilmiş bir biçimde ve kendiiçinde amaçlaştırarak ele almaktadırlar. Onlardan özelbir program, bir reform programı oluşturmaktadırlar.Bu durumun en çok ve çarpıcı biçimde sergilendiğialan ise, her zaman olduğu gibi seçimlerdir. Buakımlar seçimleri özel bir işlem olarak görmektedirler.Böyle gördükleri için de ilke sorunlarını bir yanaitmekte ve büyük bir rahatlıkla reformist bloklarda yeralabilmekte, bu blok adaylarını desteklemektedirler.

Almanya’da da benzer bir pratik sergilediklerinisöylemek durumundayız. Özellikle hareketin reformistkanadı uzun yıllar bir sosyal yıkım ve savaş partisiolan Yeşilleri desteklemiştir. Şimdilerde ise, reformistive devrimcilik iddiasında olanları, omuz omuza AlmanSol Partisi-Die Linke’yi destekler hale gelmiştir.Yerlisi ve göçmeni ile ML olduğu iddiasında olanlarıda dahil, eşit siyasal haklar talebini seçim bildirgesindeyer veren bu partiyi çok kolayındandestekleyebilmektedir. Koydukları kayıtlar tıpkıTürkiye’deki seçimler sırasında tekrarlanan kayıtlarınbenzeridir ve sadece zevahiri kurtarmak amaçlıdır.

Seçimler: Solcu eskilerini sistemebağlamanın etkili bir aracı

Almanya’da gerek yerel ve gerekse genel seçimler,her zaman için, özellikle solcu eskilerini sisteme

Page 25: Sİ Kızıl Bayrak 12-39

bağlanmanın, Alman devletinin ve AB’nin gönüllümisyonerlerinin yetiştirildiği bir bataklık olagelmiştir.Alman burjuvazisi bu alanı o kadar başarılı biçimdekullanmıştır ki, sonuçta kendisine hizmet edecek hatırısayılır düzeyde bir tabaka oluşturmuştur. Bu konudaher türlü imkanı devreye sokmaktan da kaçınmamıştır.O kadar ki, amaç hasıl olsun diye, kimi vakıfların buamaçla para musluklarını sonuna dek açmaktankaçınmamıştır. Bunu, Alman sermaye partilerinin butabakaya kucak açması tamamlamıştır. Alman YeşillerPartisi her dönem solcu eskilerine kucak açmakonusunda başı çekmiştir. Deyim uygunsa modernanti-komünizmin militanlığını yapan ve giderek biremperyalist savaş partisine dönüşen bu parti,Almanya’nın ilerici devrimci potansiyelini olduğukadar, göçmen devrimci potansiyelini çürütmeninodağı olmuştur. Bu tabaka, devrimcilik yıllarındaedindikleri tüm birikim ve yeteneklerini sınırsızcaburjuva demokrasisi ve AB’nin hizmetindekullanmaktadır. Parlamenter alanda olmayanlar ise,mutlaka fabrika ve işyerlerinde temsilcidirler ya dasendikaların alt kademelerinde görevlidirler. Benzerçabalarını buralarda da sürdürmektedirler.

Bu tabaka her geçen gün daha bir büyümekte ve solpotansiyel üzerinde daha çok etkili hale gelmektedir.Doğal olarak ilerici değil, gerici bir rol oynamaktadır.Göçmen örgütler bugüne dek, bu gerici cereyana karşıgüçlü bir politik karşı duruşu örgütleme yeteneğinigösteremediler. En kötüsü de, epey bir süredirdevrimcilik iddiasındaki dünün şaşalı kimi parti veörgütleri de, parlamentarizm denen hastalığa kapılmışbulunuyor. Çeşitli partilerin ama en çok da tastamambir sosyal-demokrat parti olan Alman Sol Partisi-DieLinke listelerinden seçimlere katılmaktadırlar. Kimileriseçimleri kazanmakta ve parlamentoya kapağıatmaktadır. Parlamenter sayısı artıkça da, diğerlerininiştahı kabarmakta, parlamentarizm kervanına onlar datakılmaktadırlar

Stuttgart yerel seçimleri ve tutumumuz

Genel yaklaşımımız şudur; temsili kurumlardan veseçimlerden elbette ki yararlanacağız. Bu çerçevede,varsa, düzene karşı devrim ve sosyalizm alternatifiniileri süren partileri ve adaylarını destekleyebiliriz. Herdurumda programımızdan ve ilkelerimizden asla tavizvermeyiz. Burjuva temsili kurumları yığınlara umutolarak göstermez, bu konuda en küçük bir hayale dahivesile olmayız. Tam tersine bu temsili kurumlarıngerçek işlevini yığınlar önünde teşhir ederiz. Endemokratik gösterilenin dahi emekçi yığınları düzenebağlamanın aracı olduğunu asla unutmayız. Veseçimleri işçi ve emekçi sınıfları devrim vesosyalizme, örgütlemenin ve bu uğurda mücadele içinseferber etmenin uygun bir fırsatı olarak kazanımadeğerlendiririz.

Somut olarak Stuttgart seçimlerine de buperspektifle yaklaşacağız. İlke ve programımızda ısrarediyoruz. Faydacılıktan özenle uzak duracağız.Seçimler döneminde buna daha bir dikkat edeceğiz.Gerici partilerin adayları kazanacak kaygısındanhareketle, sosyal demokrat ya da reformist solçevrelerin adaylarını desteklemeyeceğiz.

Hali hazırda Stuttgart’ta desteklenebilir bu nitelikteadaylar yoktur. Bu durumda bu dönemi bir kez dahakapitalist sistemini, burjuva demokrasisi denen ortaoyununun, burjuvazinin temsili kurumların etkinteşhiri için değerlendireceğiz. Yığınların temel vegüncel-acil talep ve özlemlerini dile getirecek, onlarasermaye partileri ve adaylarına oy vermeme çağrısıyapacağız. Ve nihayet liberal şarlatanların inadına,onlara bir kez daha, devrim ve sosyalizm hedefinigöstereceğiz.

Enternasyonal-Info

Avrupa Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak * 25Sayı: 2012/06 (39) * 28 Eylül 2012..

Yunanistan’da mültecilereyönelik saldırılar tırmanıyor

Emperyalizm; Afganistan işgali ileyeniden başlattığı emperyalist savaşlarserisi ile insanlığın üzerine ölüm ve yıkımkusmaya devam ediyor. Yeraltı ve yerüstüzenginlikleri yağmalanan açlık veyoksulluğa mahkum edilen, ülkeleri yıkımauğratılan, her gün üzerlerine bombayağdırılan onbinlerce savaş mağduru,insanca yaşam hayali ile ülkeleriniterketmek zorunda bırakılıyor.

Göçe zorlanan bu insanlar, ölümü gözealarak çıktıkları yolculukta, sınırlardayakalanıp geri çevrilmemişlerse eğer,Avrupa’nın kapılarına dikilen surları aşmakiçin bindikleri teknelerde batırılmamış,şişmiş vücutları bir sahile vurmamışsa veyatırların vagonlarında havasızlıktanölmemişse, mayın tarlalarına sürülüp,parçalanan bedenleri organ mafyasınapeşkeş çekilmemişse, kurşunlara maruzkalan ölü bedenleri nehrin soğuk sularının dibinde yatmıyorsa, birlikte çıktıkları bu yolda eşini, çocuğunu,ailesini kaybetmemişse, tecavüze uğramamışsa, bu kez de gittikleri yerlerde hayatta kalabilmek için açlık vesefaletle boğuşmak, sokaklarda parklarda yatmak, çöplerden beslenmek, hırsızlık yaparak yaşamınısürdürmek zorunda kalacaktır. Tüm bunları, mülteci kamplarındaki insanlık dışı koşullar, yıllarca süren ilticadavaları, polis şiddeti ve ırkçı faşist grupların sokak ortasında pervasızca gerçekleştirdikleri linç girişimleritamamlamaktadır.

Avrupa’nın en önemli geçiş kapısı olan Yunanistan sınırlarında ve Yunanistan’da sayıları bir milyonubulan mültecinin yaşadığı dram, bu durumun somut örneğini oluşturmaktadır.

Yunanistan’da mültecilere karşı operasyonlar

Ekonomik krizle birlikte ırkçı politikaların arttığı Yunanistan’da 17 Haziran seçimlerinde iktidara gelenhükümet, geçerli kağıtları olmadan ülkede yaşayan ve sayıları 350 bini bulan mültecileri öncelikli olarakülkeden çıkarmaya karar verdi. Sivil Savunma Bakanı Dendias, göçmen sorununun mali sorundan dahabüyük olduğunu; Muhafazakar başbakan Antonis Samaras, şehirlerin göçmen barakalarından temizleneceğini,göçmen akışına karşı sert tedbirler alınacağını ifade ederken; göçmenlere karşı başlatılacak sürek avınınstartını vermişti.

Ardından Avrupa’ya geçiş güzergahı olarak yılda 100 binden fazla göçmenin geçiş yaptığı Yunanistan’dahükümetin yabancı düşmanı ırkçı politikaları ard arda uygulamaya kondu.

Başta başkent Atina olmak üzere büyük kentlerde operasyon başlatan polis, sokaklarda mülteci avına çıktı.Atina’daki operasyona 2 binden fazla polis katılırken, operasyon özellikle kaçak göçmen akışının yoğunolduğu Türkiye sınırındaki Meriç Nehri kıyısında yoğunlaştı ve buraya 1800 sınır koruma görevlisi dahayerleştirildi. Ayrıca Meriç üzerine 26 yüzen bariyer yerleştirileceği, bunların altısının faaliyetlerine başladığıbildirildi. Meriç kıyısında 2500’den fazla polis sürekli devriye geziyor.

Atina’nın merkezinde yürütülen “Xenios Zeus” adlı operasyonda (“Xenios Zeus” ile Yunanmitolojisindeki Zeus tanrısının “yabancıların koruyucusu olma” özelliği vurgulanıyor) polis, 2 Ağustos’tan buyana, 7 bin 754 göçmeni yalnızca ten renginden ve genel görünümünden dolayı gözaltına aldı, bunlardan1000’i gözaltı merkezlerine konuldu.1656’sı Yunanistan’da ikamet etmek için gerekli resmi evraka sahipolmadığı gerekçesiyle tutuklandı. Tutuklanan göçmenler ülkelerine gönderilmek üzere göçmen tutuklumerkezleri denilen hapishanelerde tutuluyor. Tutuklu göçmenler, neredeyse üstüste kaldıkları karanlıkkoğuşlarda, hijyenik olmayan koşullarda; bazen 15-20 dakika çıkarıldıkları havalandırmaya bile çıkarılmıyor,kendilerine en ufak bir bilgi verilmeksizin bekletiliyor, polisin her türlü aşağılama, küfür ve dayağına maruzkalıyor.

Göçmenlerin karşılaştıkları muamele ve göçmenlerin götürüldüğü sözde tutuklu merkezlerindeki koşullardemokratik kurum ve kuruluşlar tarafından da eleştiriliyor. Ama parlamentodaki ikinci büyük parti, RadikalSol Koalisyon (SYRIZA) birkaç protesto sözcüğünden oluşan bir açıklamayı saymazsak, polisin saldırılarınıgörmezden geliyor.

İşçi ve emekçiler burjuvazinin ezberini bozacaktır

Tüm bu gelişmelerin tozu dumanı içinde, Yunanistan işçi sınıfı ve emekçileri son üç yıllık süreçte olduğugibi, bugün de, emperyalistlerin kendilerine dayattıkları köleleştirme ve sömürgeleştirme saldırısınıreddetmekte, döne döne kitlesel ve militan eylemlerle sokağa çıkmakta, deneyimlerini biriktirmeye devametmektedir.

Yunanistanlı işçi ve emekçiler, diğer şeylerin yanısıra, faşizme karşı mücadele bayrağını dayükselteceklerdir. Kapitalist tekellerin faşist partileri sınıf mücadelesine karşı örgütleme ve onları işçisınıfına, devrimcilere ve mültecilere karşı kullanma oyunlarını da bozacaklardır. Yunanistan tarihi bununörnekleri ile doludur.

Page 26: Sİ Kızıl Bayrak 12-39

Dünya26 * Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2012/06 (39) * 28 Eylül 2012

YunanistanEmperyalist merkezlerin dayattığı yıkım

paketlerinin Samaras hükümeti eliyle uygulanmakistendiği Yunanistan’da emekçiler 26 Eylül’de genelgreve gitti. Özellikle başkent Atina’da etkili olan genelgrev nedeniyle hayat durdu.

Yunanistan İşçi Konfederasyonu (GSEE) veYunanistan Kamu Çalışanları Konfederasyonu’nun(ADEDY) çağrısıyla yapılan greve, yerel yönetim vekamu çalışanları, vergi memurları, öğretmenler, sağlıkçalışanları, avukatlar, mühendisler, banka memurlarıve liman işçileri katıldı.

Atina’da 50 bin gösterici parlamento binasınadoğru yürüyüşe geçti. Yürüyüşe engel olmak isteyenpolise taş ve molotof kokteylleri ile karşılık verildi.Grev, Haziran ayındaki genel seçimlerden sonra gelenSamaras hükümeti döneminin ilk genel grevi olmaözelliği taşıyor.

İspanya İspanya’da krizin etkisiyle 2011 yılında ortaya

çıkan, siyasi, ekonomik ve sosyal sisteme tepkigösteren “Öfkeliler” hareketi, başkent Madrid’demeclis binasını kuşattı.

Çoğu işsiz gençlerden oluşan öfkeli kalabalığapolis saldırdı . Polisle yaşanan çatışmada sırasında60’tan fazla kişi yaralandı. Polisin plastik mermikullandığı gösteride, en az 26 kişi de gözaltına alındı.

Eyleme katılan binlerce kişi Başbakan MarianoRajoy’un istifasını istedi. “Az polis, daha fazla eğitim”ve “Eller yukarı, bu bir isyan” gibi sloganların atıldığıgösteride, erken seçime gidilmesi de istendi.

Güney AfrikaMarikana madeninde çalışan işçilerin yaşamları

pahasına sürdürdükleri grev ve elde ettiklerikazanımların ardından Güney Afrika’da hergün dahafazla madenci daha fazla ücret talepleriyle grevegidiyor.

Gold Fields altın madeninde, Anglo AmericanPlatinum (Amplats) platin madenlerindeki grevdensonra, 20 Eylül Perşembe gününden bu yanaKopanang madenlerinde çalışan 5 bin maden işçisi degrevde bulunuyor. Amplats’ta patronun cuma günüişbaşı yapması için verdiği ültimatoma rağmen 26 binmadenci grevlerini sürdürüyor. 15 bin Gold Fieldsişçisi ise iki haftayı aşkın süredir grevde. İşçiler12.500 Rand aylık ücret talep ediyorlar.

BangladeşBangledeş’in Dhaka kentindeki sanayi havzası

Narayanganj’da, 100 bin tekstil işçisinin katıldığı biryürüyüş gerçekleşti. İşçiler yürüyüşte daha kısaçalışma saati, daha iyi iş koşulları ve daha fazla ücrettaleplerini dile getirdiler.

Gösteriye saldıran polis, eylem yapan işçilere karşıplastik mermi ve gözyaşartıcı gaz kullandı.

Gösteri haziranda yüzlerce fabrikanın 1 haftakapalı kalmasından bu yana yaşanan en büyük protestogösterisi oldu. Bangladeş’te milyonlarca tekstil işçisigünde 10 saatin üzerinde çalışıyor. Çalışma saati 16saate kadar çıkıyor. Buna karşın ayda 37 Amerikandoları kazanıyorlar.

KenyaAfrika’nın doğusundaki Kenya’da emekçiler grev

bayrağını dalgalandırıyor. Şimdiye kadar hükümettemsilcileri ve sendikalar arasında yapılangörüşmelerde ilerleme sağlanamadığı gibi; grevdekiemekçilerine yönelik baskılar artıyor. Grevde, yükseköğretimde dahil devlet okullarında çalışan öğretmenlerve sağlık çalışanları yer alıyor.

Öğretmenlerin talepleri, devletin yine eğitimkurumları ve çalışanlar için gerekli olan bütçeyiayırması. Büyük çoğunluğu Kenya ÖğretmenlerUlusal Birliği (Kenya National Union of TeachersKNUT) sendikasına üye 250 bin öğretmen grevekatılıyor.

Öğretmenlerin grevi iki sendika arasındaki çekişmeile şekilleniyor. KNUT sendikası 2 haftanın sonundamücadele yolunu seçerken ve baştan beri yüzde300’lük ücret artışı talebinden taviz vermezken; KenyaUnion of Post-Primary Education Teachers KUPPETsendikası ise yüzde 100’lük ücret artışını kabul ediyor.Sendikalar ayrıca öğretmen aylıklarının diğer kamuemekçilerinin aylıkları ile eşitlenmesini de talepediyorlar.

Sağlık sektöründeki işçi ve emekçiler sadece ücretartışı talapleri için değil, işyerleri için daha iyidonanım talepleri ile eylemdeler. Doktorlar hastaneleredaha fazla ödenek ve yeni sağlık kurumlarınınaçılmasını talep ediyorlar.

Ağustos’tan bu yana süren grev nedeni ile şu anhastanelerde sadece zorunlu tıbbi hizmet veriliyor.Grevdeki sağlık emekçileri kamu harcamalarındayapılan yolsuzluğu da protesto ediyorlar. Sendikalar,doktorların uzmanlık kursları için ayrılan paralarıngarip bir şekilde kaybolduğunu ifade ediyorlar.

HindistanHindistan’da hükümetin geçen hafta açıkladığı

sosyal yıkım paketine karşı ana muhalefet partisi olanBharatiya Janata Partisi (BJP) ve müttefikleriyle,Komünist partilerin çağrısı üzerine başlatılan grevkapsamında, 20 Eylül Perşembe günü birçok kentteokullar ve işyerleri kapalı kaldı, kamu ulaşımı dadurdu.

Hükümetin planlarına karşı çıkan işçiler, UttarPradeş ve Bihar eyaletlerinde demiryollarına barikatkurdular. Doğudaki Kolkata (Kalküta) kentindeişyerlerinin hemen hemen tümü kapandı, kamuulaşımıda aksadı. BJP yönetimi altında olan güneydekiKarnataka eyaletinde de grev çağrısına uyuldu. Okul,otel ve ticari işletmeler kapalı kaldı, ulaşım işlemedi.

IBM ve Microsoft gibi çok uluslu bilişimşirketlerinin yer aldığı eyalet başkenti Bangalore’da dagrev çalışma hayatını tamamen durdurdu.

ÇinDünyanın en büyük elektronik üreticisi olan ve

Apple ürünlerinin üretildiği fabrikalarıyla ünlü olanFoxconn’un Çin’deki üretim merkezinde çalışanbinlerce işçi, kapitalist sömürüye isyan etti.

İşçilerin isyanı nedeniyle fabrikada üretim durdu.Fabrikanın yatakhanesinde başlayan ve iki bin işçininkatıldığı isyanda en az 40 kişi yaralandı.Ayaklanmanın, bir güvenlik görevlisinin bir işçiyefiziki müdahalede bulunması sonucu çıktığı ifadeedildi.

Foxconn şirketi yetkilileri, işçi isyanını “kişiselanlaşmazlık” olarak göstermeye çalışsa da 2 bincivarında işçinin eyleme katıldığı belirtiliyor. 79 binişçinin çalıştığı fabrikada güvenlik görevlisi sayısı ise1500 civarında.

Dünya çapında 1.2 milyon işçi çalıştıran şirketinfabrikalarında zaman zaman intiharlar da yaşanmıştı.Kötü çalışma şartlarının olduğu Foxconn’da 2010yılından bu yana 18 kişi intihar teşebbüsünde bulundu;bunlardan 14’ü hayatını kaybetti.

Dünya emekçilerinden mücadele kararlılığı

Portekizli işçi ve emekçilerin günlerce devameden kitlesel gösterileri hükümete geri adım attırdı.

Hükümet, yapılan gösterilerin ardından, sosyalgüvenlik katkı payını yüzde 11’den yüzde 18’eyükseltme kararını şimdilik geri çekmek zorundakaldı. Hafta sonu yapılan Bakanlar Kurulu toplantısısonunda sosyal güvenlik katkı payınınyükseltilmeyeceğini ve yeni alternatifler bulmak içinsendikalar ve patronlar ile toplantılar yapacağını

duyurdu. Kamu açığını düşürmek adına 78 milyar euroluk

dış yardım alan (bu zamana kadar 40 milyar eurolukyardım aldı) ve kamu sektöründe kesintiler yapanhükümetin, sosyal güvenlik katkı payında yapmakistediği artışın 1 maaşa denk geldiğini söyleyensendikalar, “Yeni kemer sıkma politikası tüm sınırlarıaşıyor” yorumunda bulunmuştu.

Portekiz’de sokağın gücü

Page 27: Sİ Kızıl Bayrak 12-39

Kültür-sanat Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak * 27Sayı: 2012/06 (39) * 28 Eylül 2012

“Zaman duyguların yoğunluğuyla ölçülür!” Çeyrekasrın zaman süzgecinden kendi payına düşenleriduygularının yoğunluğuyla tartarsın. Ne çokyaşanılmıştır, meğer ne az! Ne kadar ağır, meğer nekadar hafif! Ölçtüğünde zamanın takvimiyle, geriyebir uzun yol kalmıştır, meşakkatli! Tarttığında, geriyeağırlığı kalacaktır çeyrek asrın! Bakacaksın, ardında“kardan hafif adımların” belli belirsiz izleri! Belki birsen göreceksin.

Bu bir yol hikâyesi! Dönüşü olmayan bir yolun…Yarım bırakılmaması gereken! Duraklamadan,bekleyip soluklanmadan, ardında bir sığınakbırakmadan koşulan bir maraton… “Kaplumbağa”kadar yavaş gidilse de evin hep sırtındadır, dönecekbaşka bir yurdun yoktur. Ki, dönüp arkana baktığındayıkılmış, terk edilmiş, barınamayacağın viranelergöreceksin.

Yürümüşsündür, bir uzun, bir kısa yol. Yürüdüğünüsanmışsındır, keskin söylevleri başkalarına,tereddütsüzlüğü kendine ayırarak! Gürültülü geçişlerekapatmışsındır kulağını. Sonrasında o aynı uğultuyladönüşlere de gözlerini kapattığın gibi. Yürümüşsündür,sadece yürünmesi gerektiği için. Düşe kalka değilama! Boylu boyunca, yüzükoyun kapaklanıpyuvarlanmamışsındır. Başın önüne düşmemiştir. Ağırağır belki! Belki sendeleye sendeleye. Ancak yüzüngüneşe dönüktür, gözlerin yolunu aydınlatanmeşaleye!

Dövüşebilmek, tarifsiz güzellikler uğruna! Gelecekresmedilirken hayata, oya oya işlenirken gergefte, oanın içinde olmak, anın gururunu ve onurunupaylaşmak istemişsindir. Soluk alıp verdiğin havanıntemizliğinde yüreğin arınır. Bilincin ayıklanır eskizamanların tortusundan. Sen, yeniden ve gerçekten senolursun. Bu, senin borç hanene yazılır, unutamazsın!

Hani sonra bir dost omuzu arayınca başın, kendinibırakabileceğin, üzerine gelecek kurşunları dahiseninle paylaşmayacak olan yoldaşlar tanırsın. Onlarlagidersin sonsuzluğa, onlarla kalırsın, ancak yürüdükçe!

Sonra olur ya bir bakarsın, içinde günbatımınayakalanmışsın, hayat ağacına tutunduğun dal, sankikaymaktadır ellerinden. Sen mi tutunamadın, yoksatutulmadın? Sorular birikir kafanda, kimsesiz miydin?Hep yok muydun? Adımlarınla geçmiştin kuruyanyaprakların üzerinden. Ardında kaybolmuştu sararmışyaprakların hışırtısı. Fırtınalarla çarpışmayagidiyordun, rüzgâr yüzünü yalardı, içine ferahlıkdolardı. Şimdi, rüzgârda sallanan bu solgunluk…Neydi gözlerine gölgesini düşüren? Umudunyoklamasını yapınca yüreğinde, bir boşluk yakalarsın,ürperirsin. Apansız yakalanmışsın, çaresiz kalmışsın,savunmasız! Vebalini taşıdığın suçtan, bunca zamanhabersizsin.

Hatırlarsın, niçin çıkmıştın bu yola. Bir daha geridönmemek vardı, henüz ilk adımda verilen sözde. Eskizamana, kapılarını bir daha açılmamak üzerekapatmıştın. İlk adımlar, o ilk heyecanlar… Bilirdin,“Levski bulvarında yürümeye benzemezdi.”

Hep sorulmuştur oysa neden bu yolculuk, nereyekadar? Yol yorgunları, uzun yolların geçici arkadaşları,kendi hapishanelerinin gardiyanları ve kısa yolların ouzun hikâyecileri… Hep sormuştur. Geride birtebessüm, bir de içlerini ışıtsın diye bir tutam umutbırakarak varılması gereken uzaklara çevirmişsindir

sen yüzünü. Henüz bitmemiştir öyküsü. Seyir defterini tutan

tarih, henüz boş sayfalarla doludur. Ve bilirsin, dönüşyolu daha ıstıraplıdır. Verilen sözler hala tutulmamıştırçünkü. Ne acı ve ne unutulmazdır ki, yeni yeni sözlerverilmektedir sürekli. Avuçlarda taşınan o kor taneleri,o ellerin sıcaklığı, o gözlerin, o bakışların o ölümsüzhatıraları hep seninle birliktedir.

Anılarınızı gömebilirsiniz belki yüreğinizinderinliklerine. Geldiğiniz o çetin yolların izlerinikapatabilirsiniz. Peki ya o bakışları, o dokunuşlarısilebilir misiniz? Tarihin mürekkebi henüzkurumamıştır. O vedasız ayrılıkların hüznü halakaybolmamıştır. Adları anıldığında gözbebeklerinizinbulutlanması bundandır.

Sorulmuştur ve sorma hakkı bulunanlarca yine desorulacaktır elbette, neden? Oysa sebebi bir gizdeğildir. Hayatımız bir eskiz değildir. Yaşanmıştır,yaşanması gerektiği gibi, yaşanılabildiği kadar!

Şaşalı bir geçmiş değilse de ardındaki, sessizcegeçen bir ömrün, kendini akışına bıraktığı sularlabirlikte akmasıdır. Ne o ırmağın akışı şiddetlendiğindekendine liman aramışsındır, ne de sular durulmaya yüztuttuğunda kıyıya vurmuşsundur, ölü balıklar gibi.

Yazıcısı ne kadarını yazabilmiştir, sen ne kadarınıtutabilmişsindir usunda, mesele değil, mühim olaniçindeki huzurdur demiş, avunmaya çalışmışsındır.Ancak yetmez yine de, anlaşılsın istemişsindir.

Her viraj ele verir ya kaçak yolcularını. Her sarsıntıatar ya fazladan yükünü. O vakit dönüp arkanabakarsın, geride bir ömrün en anlamlı, en yaşanasıyılları. Heybene hatıralarını yüklersin ve sımsıkıbağlarsın ucunu. Paylaşmak eksiltir sanırsın. Anılarınıkendine saklarsın.

Meğer ne çok yüklüymüşsün. Birikmiş ağırlıklartaşırsın. Ama atamazsın yaşanmışlıklarını. Gidenleri,gelenleri, gidip gidip gelenleri, hiç gitmeyenleri,tanırsın… Ve sonra kendine bir boşluk bulmayaçabalarsın.

Hakikat dersin, en bilinen ve görünendir. Sımsıkısarılırsın, inadın ve içtenliğin buradan gelir. Vaatedilen çiçekli bahçeler değildir sana, anlarsın ve

geçersin. Lakin kendi yürek bahçene ekersin tümrenklerini çiçeklerin. Yeri gelir gözlerinden sularsın.Tarumar edilmesin, hep yeşil kalsın istersin.

Sadakat dersin, yol açıcı olmaktır. Her kim ve ne kiengeldir uğrunda can verilen hülyaya. Parmaklarınıkanatırcasına bütün ağırlıkları çekersin yoldan.Dikenleri batsa da temizlersin ayrıkotlarını. Böyleöğrenmişsindir ustalarından.

Hep düşünürsün, ne kalmalı geriye. Anlarsın ki hepileriye bir şeyler bırakılmalı. Hiç değilse bir eşik,ardından gelene bir adımlık düz bir yol. Geçilipgidilebilmeli kolayca, yolun sonuna bir adım dahayaklaşılabilmeli.

Ve elbette kir ve pas içinde dönmektedir tarihinsarkacı... Tiksindiren bir salgın kol gezmektedir.Cinayetler seridir. İntiharlar seri. Çürüme bulaşıcı. Herne sebep olursa olsun kolayca kurulmaktadır linçmeydanları. Her şeyin ve herkesin bir etiketi var. Fiyatbiçiliyor her şeye. Her şey marka olmakta… En kutsaldeğerlerin bile pazarları var, bu pazarların bolcamüşterileri. Çabucak çıkılmalı bu irin kokan zamandiliminden.

Kolay yolculuklar yoktu, kolay dönüşleri vardı buyolculukların. Seçmek bilinçli bir tercihti, tercih biradanma. Adanmaksa bir zorunluluktu. Vezorunluluklar, gönüllüğünün bilince çıkarılmış haliydi.Yaşadıklarımızdan ve yaşayacaklarımızdan sadece bizsorumluyduk. Mazeretlerimiz, geride bıraktığımızhayatla olan bağımızdı. Herhalükarda tutucu olurduk,ne mazeretlerden vazgeçilirdi, ne de geçmişinçekiciliğinden. Dönüş yolunu unutamamak, yegâneolan gerçekti.

Bilinir ki, mola vakti yoktu. Soluklanmak, kendinegelmek, tılsımlı sözcükleriydi veda zamanlarının. Neiçin ve nereye olduğu belliydi atılan her adımın.Adımların sözleri değil, sözlerin adımları takip etmesigerektiği andı.

Şimdi kendini adımlarına bırakmanın vaktidir. Yolyürümeye alışkınsa ayaklar, hele de düz yollarınyabancısıysa, yol hep açıktır.

H.Eylül

Çeyrek asrın zaman süzgecinden payımıza düşenler…

Page 28: Sİ Kızıl Bayrak 12-39

Gençlik28 * Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2012/06 (39) * 28 Eylül 2012

Dün başaramadınız, bugün de başaramayacaksınız!

Düzenin has adamlarından Cemil Çiçek, bu kezde yaptığı açıklamalarla ‘68 devrimci gençlikhareketini karalamaya çalıştı. Bildik “sağ-sol”çatışması sığlığıyla ‘68’i değerlendirmeye çalışanÇiçek, bunu yaparken o yıllarda devrimcilere karşıher tür karanlık icraatın içinde olan faşist gruplaradahil olduğunu da itiraf etmiş oldu.

Fatih Üniversitesi’nin açılış töreninde konuşanÇiçek, kendince gençlere sağduyu çağrısı yapmakiçin bir kez daha masaya ‘68 hareketini yatırdı.Çatışma ve sağ-sol kavgası demagojilerinden medetuman açıklamalarda şunlar söylendi:

“68’den itibaren, kalem, çanta yerine, keser sapı,sopayla bir yerlere gitmeye çalıştık. Bu işlerin yanlışolduğunu fazla söyleyen olmadı. Tam tersi, ‘Otaraftan, bu taraftan ol’ diye söyleyenler olurdu. Osopa kafi gelmedi, sonra silahlar konuşmayabaşladı. Ülkenin daha iyi bir noktaya gitmesiniisteyen gençler olarak, birbirimize karşı silahkullanır hale geldik. Artık İstanbul Üniversitesi’ndeBeyazıt Meydanı’nda bir gün sol yumruğu sıkanlar,öbür gün sağ yumruğu sıkanlar... Türkiye böyle birdönem yaşadı”

Bu sözler açık ki ‘68’in ülke ve dünya genelindeyayılan devrimci dalgasının bugün bile nasıl birkorkuyla karşılandığını ve halen daha düzensözcülerinin ‘68’i karalamak için seferber olmaihtiyacı hissettiklerini gösteriyor. Ama tüm bukaralamalara rağmen ‘68 uyanışı, bugün biletoplumun gözünde hakettiği saygıyı görüyor.

Bugün Deniz Gezmişler’in ölüm yıldönümündeburjuva kanalları dahi onun hayatına dair belgeselleryayınlıyor. Mahir Çayanlar’ın Kızıldere’de ortayakoyduğu kararlılık ve siper yoldaşlığı,İbrahim Kaypakkaya’nın direngenliğihalen daha o kuşağı toplumun endeğerli kimlikleri haline getiriyor.Ancak düzen adamları da CemilÇiçek’in yaptığı gibi türlüdemagojilerle devrimcilerikaralamaya ve yıpratmaya,gözden düşürmeyeçalışıyor.

Cemil Çiçek bunuyapmak için elinde kesersapıyla okulagittiğinden bahsederkenaslında doğru söylüyor.Zira kendisi Milli TürkTalebe Birliğibünyesinde yetişmiş birisim. Kanlı Pazar’da 6.Filo’yu protestoetmek isteyendevrimci gençlereellerinde kesersaplarıylasaldıranlardanbirinin de CemilÇiçek olması,bizleri hiç de

şaşırtmaz.Devrimci yükselişe karşı devletin ve

emperyalizmin oluşturduğu faşist çetelerin öncesopalarla ardından da silahlarla giriştiği katliamlararağmen devrimci hareketin kendi öz savunmasını dageliştirerek güçlenmesi ve toplumun önemli birkesimine nüfuz etmesi ise Çiçek’in anlattığı “sağ-sol” kavgasının gerçek yüzü. Ortada bir kavga değil,devrimci mücadele ve buna karşı devlet desteklifaşist saldırılar var.

Çiçek’in ve onun da parçası olduğu sermayedevletinin bugününe baktığımızda ise, Çelik’insöylemlerinin aksine devrimci gençlik için değişenpek de bir şey yoktur. O günlerde faşistlerin kesersaplarıyla yaptıklarına ek olarak bugün bizzat devlether tür baskı ve zoru gençliğin üzerinden eksiketmemektedir. Her gün üniversitelerden gelen ÖGBterörü haberleri, hak arayan herkese yönelik azgınpolis şiddeti, yüzlerce tutuklu öğrenci, keser sapınınhalen daha Çiçek ve onun gibilerin elindeolduğunu ortaya koyan verilerdir. Tekfark bugün artık iktidarda olanlar dününazılı faşistleridir.

Ancak o gün kontra faşist çetelereliyle gençliğin devrimci hareketiezilememiş, aksine daha da militanlaşmışve güçlenmiştir. Bugün de hareketin geritablosuna rağmen devrimci gençlik,saldırılara, baskı ve zora karşıaynı kararlılıkla mücadeleetmekte ve yeniden devrimci birgençlik hareketi yaratmak içinmücadele vermektedir. Dündevrimci gençlik mücadelesi nasılengellenemediyse, bugün degençliğin devrimci enerjisininönüne geçilemeyecektir.

Ekim Gençliği

Eğitimde gericileşmeye veticarileşmeye karşı

7 Ekim’de Ankara’ya!

Sermaye devleti işçilere, emekçilere ve gençliğeyönelik saldırılarını gün be gün arttırıyor. Dinci-gericiAKP eliyle dışarıda emperyalist savaş çığırtkanlığıyaparken içeride de toplumsal muhalefeti ezmeye vebaskı altına almaya çalışıyor. Özgürlüğü için direnenKürt halkından eşitlik talep eden Alevilere, hakları içindirenen işçi ve emekçilerden gelecekleri uğrunamücadele eden gençliğe kadar geniş bir kesimsaldırıların hedef tahtasına çakılıyor. Sermayedevletinin bu dizginsiz saldırganlığının gerisindetoplumsal muhalefeti ezmek, toplumun genelineyönelik çok yönlü saldırıları sorunsuzca hayatageçirebilmek yatıyor. Bu toplam saldırı tablosundan isegençliğin payına eğitimin gericileştirilmesi veticarileştirilmesi düşüyor.

Gerici ve ticari eğitime karşı...

Toplumun genelini etki altına almaya çalışan dinci-gericilik eğitim alanına da saldırıyor. Kampüslere camiyapımı gibi bir dizi uygulamayla üniversitelerde gericirüzgarlar estirmeye çalışan dinci-gericilik, özellikle4+4+4 saldırısı ile eğitimi tümden gericiliğin kollarınaitiyor. 4+4+4 ile “dindar ve kindar bir gençlik” yaratmayolunda önemli bir adım atmış oluyor.

Öte yandan, Bologna süreci ile üniversitelerisermayenin kıskacına atan sermaye devleti yine 4+4+4ile üniversite öncesi eğitiminticarileşmesini/piyasalaşmasını hızlandırıyor.“dershaneleri ve sınavları kaldırma” gibi adımlarlaeğitimdeki ticarileştirme saldırılarını makyajlamayaçalışıyor.

Bu saldırının önemli bir parçası da üniversitelereyansıyor. Bologna süreci eksenli saldırılar ileüniversiteler sermayedarların ve CEO’ların denetim veyönetimindeki ticarethaneler haline getirilmeyeçalışılıyor. Harçların kaldırılması ile yaratılmayaçalışılan parasız eğitim yanılgısının aksine, üniversiteeğitiminin ve kampüs içi yaşamın her adımınıparalılaştırarak öğrencileri müşterileştiriyor.

Sermaye düzeninin ve dinci-gerici AKP iktidarınıntüm bu saldırıları gençlik için koyu bir geleceksizlikdemektir. Bu tabloyu dağıtmak ise sermayeninsaldırılarına karşı gençliğin, işçi ve emekçilerin safındamücadele bayrağını yükseltmesiyle mümkündür.

Alevi kurumlarının çağrıcısı olduğu 7 Ekim mitingi,AKP’nin gerici-piyasacı uygulamalarına karşı tok biryanıt olacaktır. Bu nedenle emperyalist savaş vesaldırganlığa, faşist baskı ve teröre, inkar, baskı veasimilasyona; gerici ve ticari eğitime karşı; özgürlük vegelecek için 7 Ekim’de Ankara’ya!

Ekim Gençliği

Page 29: Sİ Kızıl Bayrak 12-39

Gençlik Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak * 29Sayı: 2012/06 (39) * 28 Eylül 2012

Harçların kaldırılarak eğitimin parasız halegetirildiğine dair ortaya atılan yalanlar, kampüsiçlerindeki piyasacı uygulamalar ile tamamıyladeşifre oldu. Ege Üniversitesi’nde 50 kuruş olan çayparaları 75 kuruşa, 60 kuruş olan simit 1 TL’ye, 2lira 20 kuruş olan yemekhane ücreti 2 lira 50 kuruşaçıktı… Burada yalnızca küçük bir örneği görülenzamların ve zamlar üzerinden yansıyan uygulamanınkampüs içerisindeki diğer alanlara ve ülkedeki tümüniversitelere yayılacağından kuşku duymamakgerekiyor.

Zamlar neyin göstergesi?

Harçlarla ilgili son gelişmeleri izlediğimizde,harçların örgün eğitim alan öğrenciler içinkaldırılması, açık öğretim öğrencileri için çok ufakbir miktarda indirime gidilmesinin eğitimi parasızkılmayacağı herkes tarafından bilinen bir gerçeklikti.Dinci-gerici AKP iktidarı tarafından atanan seçilmişrektörler ve ÖTK’lar dışındaki herkesin farkındaolduğu bu gerçeklik kendisini, ikinci öğretimöğrencileri tarafından gerçekleştirilen eylemliliklerlegösterdi.

Fakat, harç paralarının kaldırılması ile eğitimindaha da piyasacı bir niteliğe kavuşturulmasıkaçınılmaz bir şekilde ortada duruyor. Rektörlüklere,örgün eğitim alan öğrencilerden harç parasıalınmayacağını bildiren YÖK’ün, üniversitelereekstradan fon oluşturmayacağı Bologna Süreciekseninde yürütülen tartışmalardan dolayı bizlertarafından bilinen bir olguydu. Çünkü BolognaSüreci ekseninde tartışılan dönüşümlerden birisi,üniversitelerin ekonomik özerkliği olarak tanımlananve üniversitelerin kendi kaynaklarını kendisininyaratmasını dayatan süreçtir. Bu minvalde, üniversiteyönetimleri -ki Bologna Süreci ile üniversiteyönetimleri rektörlüklerden çıkarak MütevelliHeyetleri’ne dönüşecektir- kampüs içerisindepiyasacı uygulamaları hayata geçirecek, sermaye ileişbirliği yapacak ve üniversiteye fon yaratacaktır.

İzmir Ege Üniversitesi’nde hayata geçirilenmevcut piyasacı uygulamalar, diğer tümüniversiteleri de neyin beklediğini ortayakoymaktadır. Örgün öğretim harçlarınınkaldırılmasının ardından, kendi fonunu yaratmazorunluluğuyla karşı karşıya kalan rektörlük, ilkuygulama olarak, üniversite içerisinde özel şirketlerekiralamış olduğu kantinlerin, aylık kira bedelleriniarttırmıştır. Kira bedelleri artan kantinlerde deöğrencilere satılan tüm ürünlere zam gelmiştir.Üniversite içerisindeki diğer tüm uygulamalara zamyapılması beklenmektedir. Bilindiği üzere sadeceEge Üniversitesi değil, Ankara SBF başta olmaküzere birçok üniversitede de benzer uygulamalararastlanmaktadır.

Parasız eğitim sosyalizmde!

İnsani tüm ihtiyaçları paranın-zenginleşmeninkonusu haline getiren kapitalizmin, eğitimi parasızbir şekilde, kamu hizmeti olarak topluma sunmasıbelirli bir tarihsel kesit içerisinde olası olsa da, genelolarak imkânsızdır. İçtiğimiz suyu dahi parayla satınaldığımız bu sistemde, eğer eğitim parasız olacaksa,bu konuda çok ciddi bir toplumsal hareketin

gelişmesi gerekir. Tıpkı Şili’de olduğu gibi… Fakattoplumsal muhalefetin ileri olduğu bir aşamada eldeedilen parasız eğitim kazanımı, toplumsal muhalefetgerilediği anda kaybedilir… Yani kapitalizmde kalıcıbir parasız eğitim mümkün değildir.

Çünkü kapitalizm, her aşamasında zenginleşmekiçin üretimin yapıldığı bir toplumdur ve insani tümihtiyaçlar, zenginleşmenin konusu haline getirilir;dolayısıyla da eğitim-sağlık gibi temel yaşamsalihtiyaçların paralılaştırılması onun doğasında vardır.Ve bu ülkedeki komünist gençlerin, her parasızeğitim sloganının, sosyalist bir dünya isteğinebürünmesi de bundandır. Çünkü sosyalist üretimilişkileri içerisinde, amaç zenginleşmek içinüretebilmek değildir. Bunun tam aksine, sosyalistüretim tarzı içerisinde üretim, insani tüm ihtiyaçlarınyani kullanım değerlerinin üretilerek toplumunyaşamını devam ettirmesi içindir. Orada özelmülkiyet yoktur dolayısıyla zenginleşme ya dafakirleşme olgusu da olmaz. Dolayısıyla da var olantüm üretim, birilerinin -%1’in- daha fazlazenginleşmesi için değil, toplumdaki tüm insanlarınyaşamak için ihtiyaç duydukları ürünlerin üretilmesiiçindir.

Bugün de üniversiteler ve öğrenci gençlik, ciddibir saldırı ile karşı karşıyadır. Bu saldırıların yarınhangi boyuta varacağına dair kâhinlik yapmak bir

yana öğrenci gençlik, var olan piyasacı, gerici, dincidönüşümlere karşı eşit, parasız, bilimsel ve anadildeeğitimin olduğu, özerk-demokratik bir yönetimesahip olan üniversiteler için sosyalizm bayrağınıyükseltmelidir.

İzmir Ekim Gençliği

“Parasız eğitim” zamlara kadarmış

DLB mücadeleyi yükseltmeye çağırıyor...Yeni öğretim yılının ikinci haftasında DLB, liseli gençliğe ulaşmaya devam etti. İstanbul Sarıgazi’de ve

Adana’da bildiri dağıtımları ile liselilere seslenen DLB, mücadeleyi yükseltme çağrısı yaptı.

İstanbul25 Eylül günü Sarıgazi Demokrasi Caddesi’nde Liselilerin Sesi dergisinin satışını gerçekleştiren

DLB’liler, 26 Eylül Çarşamba günü de Mehmetçik Anadolu Lisesi önünde emperyalist savaşa, ırkçı-faşistsaldırılara ve paralı-gerici eğitim uygulamalarına karşı mücaleye çağıran DLB bildirilerinin dağıtımınıyaptılar.

Bildiri dağıtımı sonrasında liselilerle 4+4+4 eğitim sistemine dair konuşmalar yapıldı. Okullarda paralıeğitim uygulamalarına örnekler veren liseliler, Liselilerin Sesi dergisini de aldılar.

AdanaMerkezde bulunan Adana Merkez Endüstri Meslek Lisesi’nde bildiri dağıtımı gerçekleşti. “Yeni öğretim

yılında mücadeleyi yükseltelim! Geleceğimizin çalınmasına izin vermeyelim!” başlığıyla çıkan DLB imzalıbildiri meslek lisesi öğrencilerine ulaştırıldı. Öğle tatilinde dağıtılan bildiride öğrencilerle kısa sohbetleredildi.

Liselilerin Sesi / İstanbul-Adana

Rektör seçimleri değişiyorYüksek Öğretim Kurumu (YÖK), rektörlük seçimlerini değiştiriyor. Üniversiteler kategorilere ayrılarak,

bu kategorilerdeki üniversitelerin seçimlerinin farklı biçimlerde yapılacağı bir düzenlemeye hazırlanılıyor.Buna göre, “köklü olması” gibi özellikleri gözetilerek A, B ve C gibi üç kategoriye ayrılacak

üniversitelerin rektör seçimleri için de farklı seçenekler tartışılıyor. Tartışmalar arasında üniversite yönetimineCEO’ların yanı sıra o ilin vergi şampiyonunun(!) getirilmesi de bulunuyor. Ayrıca bir öğrenci de yönetimegelebilecek.

Birinci öğretimde harçları kaldırarak parasız eğitim sağladığını söyleyen sermaye devleti bir kez dahagerçek niyetini göstermiş oldu. Üniversiteleri bir bütün olarak sermayenin ihtiyaçları doğrultusundaşekillendirmek için çalışan sermaye hükümeti AKP, bu anlamda üniversiteleri bile gelir getirmesine göresınıflandırmaktadır. Bu da üniversitelerin bilimin değil sermayenin merkezi olduğunu bir kez dahagöstermiştir.

Page 30: Sİ Kızıl Bayrak 12-39

Zindanlardan30 * Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2012/06 (39) * 28 Eylül 2012

M. Zeki Gördeğir isimli sınıf kardeşimin kalemealdığı ve “Direnişteki HEY Teksil işçilerindenselamlar” ile başlayan mektubunuzu aldım.Mektubunuz için teşekkür ederim.

Yaşadığınız zorluklara ve yarı yolda bırakılmışolmanıza rağmen direnişinizi halen sürdürüyor olmanızson derece anlamlı. “Direnmek, hak mücadelesivermek kadar onurlu bir şey olamaz” demişsiniz. Buçok doğru. Onurlu mücadelenizi selamlıyorum.

Yaşadığınız süreci tüm boyutlarıyla Kızıl Bayrakgazetesinden takip edebiliyorum. Direniş sürecindeyaşanan eksiklikler, olumsuzluklar, mektubunuzda dabelirttiğiniz gibi, “tecrübesizlikten” ileri geliyor.

Biz işçiler, tecrübeyi kavga meydanlarında ediniriz.Yaşadığımız bir hayat var ve hepimiz bu hayatın bireröğrencisiyiz. Çalıştığımız fabrikalarda yıllarcasömürülürüz. Sırtımızdan birileri şaşaalı hayatlaryaşarlar. Biz sürekli çalıştığımız, ürettiğimiz haldeçalışma ve yaşam koşullarımız her geçen gün daha dakötüye gider. Bizim fabrikalarda ürettiğimiz değerlerin,kocaman servetin çok büyük bir kısmı patronunkasasına gider. Patron ise bize, sadece sefalet içerisindeyaşayabileceğimiz kadar ücret verir. Bazen sizin deyaşadığınız gibi onu bile vermez.

Sömürüldükçe sınıf farklılıklarımızı algılamayabaşlarız. Başkaldırırız. Bazen o başkaldırışımızoldukça uzun sürer. Kendimize güvenmeyiz,birbirimize güvenmeyiz. Patronların her zaman bizdenmuktedir olduğunu düşünürüz. Gücümüzün farkınavaramayız uzun süre. Oysa her gün hayatı her yerde bizyaratıyoruz ve eğer birleşirsek burjuva sınıfınırahatlıkla yenebiliriz. Çoğumuz “böyle geldi, böylegider” deyip geçiştiriveririz.

İnsanlık tarihine yani yüzyıllar öncesinebaktığımızda, hiç de böyle gelmediğini görürüz.İnsanlık ilkel toplumda avcılık ve toplayıcılıklageçinirdi. Temel gereksinimlerini, ortak bir şekildeürettiklerini, ortak bir şekilde paylaşırdı. Bu birzorunluluktu. Çünkü ddoğa insana egemendi. Doğanınvahşi koşulları ortak üretip ortak paylaşmalarınısağlıyordu. İnsanlık ilerledikçe değişik topluluklarbirbirleri üzerinde egemenlik kurmaya çalıştı. Bazıtoprak parçalarını zor yoluyla parsellediler. Böylelikleözel mülkiyet doğdu. Egemen olanlar bir çok insanıesir alıp çalıştırmaya başladı ve böylelikle kölecitoplum oluştu. Ardından sırasıyla feodal toplum veardından da şu an yaşadığımız kapitalist toplum oluştu.

Kapitalist toplumun diğer tüm toplumsalsistemlerden çok vahşi olduğu bilinir. Ve kapitalisttoplum, daha ilk ortaya çıktığı tarih olan 18. yüzyıldaİngiltere’de işçi sınıfını derin bir yıkıma sürükler.Yıkım öylesine derindir ki fabrikalarda çalışan işçilerkarın tokluğuna çalıştırılır ve insanlık dışı koşullardabarınırlar. Kapitalizm, ortaya çıktığı ilk dönemdengünümüze kadar insanlığa açlık, yoksulluk, acı vegözyaşından başka hiçbir şey vermemiştir. Bu nedenleişçi sınıfı ile kapitalistler arasında sürekli bir çelişki vemücadele vardır. Bu mücadele bugün zayıftır. Amageleceğe dair büyük umutlar vardır. Dünyanın hemenher yerinde işçi sınıfı kapitalizme karşı ayağakalkmaktadır.

Ülkemizde de işçi sınıfı bugün itibarıyla sessizdir.Ama bu sessizlik hiç kuşku yok ki bozulacaktır. Çünküçalışma ve yaşam koşulları gittikçe kötüleşmekte, 18.

yüzyıl çalışma koşullarını andırmaktadır. Bununverileri bugün cılız da olsa, kendi kabuğunu kıramasada ortaya çıkan, sizin de olduğunuz direnişlerdemevcuttur. Sınıf hareketi serpilip gelişecek ve burjuvasınıf egemenliğinin karşısına dikilecektir.

Konuşmak, tartışmak, deneyimleri paylaşmak,birbirimize şimdilik uzak da olsak da son dereceönemli. Söyleyeceklerimin devamını bir başkamektuba bırakarak, sizlerden de direnişlere vedeneyimlerinize ilişkin mektuplarınızı bekliyorum. Bumektubumda son olarak bazı önerilerimi paylaşmakistedim. Önerilerimi size maddeler halinde aşağıdasunuyorum.

- Direnişçi işçiler arasında kurulmuş olan platformbüyük bir önem taşımaktadır. Bu platform tümdirenişçi işçileri kapsamalı ve demokratik işleyişi ilkeedinmelidir. Canlı ve aktif bir eylem takvimioluşturulmalıdır. Ayrıca işçi sınıfı tarihi ve mücadeledeneyimleri üzerinden bilgilendirici etkinliklerdüzenlemelidir.

- Şimdilik seçim gündemi nedeniyle askıya alınmakzorunda kalınan kıdem tazminatı hakkının gaspı baştaolmak üzere Özel İstihdam Büroları, esnek çalışma,taşeronlaştırma, sendikal hakların gaspı gibi sınıfı ortakkesen saldırılar gündemleştirilmeli, iş güvencesi talebi“herkese iş, tüm çalışanlara iş güvencesi” sloganıylaöne çıkarılmalıdır.

- Güney Afrika maden işçilerinin uğradığı vahşetteşhir edilmeli, onlarla sınıf dayanışmasıyükseltilmelidir. İşçilerin uğradığı katliamın ardındantutuklama terörü devreye sokulmuş, işçiler yıldırılmak

istenmiştir.- Başta emperyalizmin gerici çeteler ve bölgedeki

işbirlikçi çeteler aracılığıyla Ortadoğu ve Suriyehalklarına dönük saldırganlığı teşhir edilmelidir. Ayrıcakanlı Esad rejimi de teşhir edilmelidir. Bölgenin işçisınıfı ve emekçi halklarının kendi kaderlerinibelirlemeleri için Esad rejimine, emperyalizme veonların mmaşaları olan gerici güçlere karşı direnişçağrısı sürekli ve ısrarlı bir tarzda vurgulanmalıdır.Ortadoğu halklarıyla enternasyonal dayanışmayükseltilmelidir.

- HEY Tekstil işçileri olarak sürdürdüğünüz direnişSosyal Güvenlik Kurumu’na (SGK) yönelebilir.Bildiğiniz gibi, “İşsizlik Sigortası Fonu” AKPhükümeti tarafından sermayenin yağmasına açılmıştı.Oysa bu fonun işleyişine ilişkin olarak belirlenenyasanın ilgili maddesi şunu der: “Bir işyerinde işçikendisiyle ilgili olmayan bir nedenle işsiz kalmış vealacakları işveren tarafından karşılanmamışsa, tümalacakları İşsizlik Sigortası Fonu tarafından karşılanır.”Bu yasa gerekçe gösterilerek hem hukuksal hem de fiilieylemlerle alacaklar “İşsizlik Sigortası Fonu”ndanistenebilir.

Bu önerilerimin ardından mektubuma sonveriyorum. İnanç, irade, sabır ve kararlılıkladirenişinizin ve tüm direnişlerin kazanımlasonuçlanacağına olan inancımla hepinizi selamlıyor,direnişinizde başarılar diliyorum.

Zeynel NihadioğluF Tipi Cezaevi A-6/17

EDİRNE

Tutsak sınıf devrimcisi Nihadioğlu’ ndan HEY Tekstil işçilerine...

“Onurlu direnişinizi selamlıyorum!”

Tutuklu üniversitelilere ceza yağdıMalatya’da “KCK operasyonları” adı altında yapılan baskınlarda gözaltına alınan ve tutuklu bulunan 11

üniversiteli gence 7 ile 18 yıl arasında hapis cezası verildi.26 Mayıs 2012’de gözaltına alınan Yurtsever Demokratik Gençlik Meclisi (YDGM) üyesi oldukları

iddiasıyla tutuklanan üniversiteliler hakkında açılan dava karara bağlandı. Malatya 3. Ağır Ceza Mahkemesikararı ile Umut Çamlıbel, ‘örgüt yöneticiliği’ suçlamasıyla 18 yıl, Fırat Bulut, İdris Bingöl, Veysi Bahçıvan,Abuzer Kaplan, Mukaddes Çelik ve Ozan Kiram 9 yıl, İlyas İsen, Elif Mutlu, Suat Baş ve Güler Ateş 7 yıl 5ay hapis cezasına çarptırıldı.

Page 31: Sİ Kızıl Bayrak 12-39

CMYK

EKSEN Yayıncılık Büroları

Sönmez İş Sarayı Kat: 3 No: 220 Heykel / BURSA Tel: 0 (224) 220 84 92 İzmir Cad. Halilbey İşhanı D-9/13 Kızılay / ANKARA

Bu inancın ışığındayürüyelim yoldaşlar

yeni ekimleriyaratmaya.

gelecek bizizcenneti de biz

yaratacağız. Uzat elini dokunsun

güneşin sarı saçlarınaparlasın gözlerde

Lenin’in ışığıkanatlansın sevdamızo günün umuduyla...

Bu inançla yürek dostlarımız olan KızılBayrak’ın tüm emekçilerinin 17 Ekim Devrimi’nin95. yıl dönümünü en içten devrimci duygularlakutluyoruz.

Salvegerina 95 Şoreşa 17 Cotmehe hun karkeranu gelle bendest u hemu karkeren cihanera piroz be.

17 Ekim Devrimi’nin, tüm kızıl yürekleriminşahsında devrim ve sosyalizm mücadelesinin tümkızıl güllerini saygıyla anıyoruz. Anıları önündesaygıyla eğiliyoruz. Anıları yolumuza ışık tutacak.Şan olsun ki kızıl güllerimize, yeni ekimlere kadarasla durmayacağız. Yüreğimizin olanca sıcaklığıylaumutla, dirençle o proleter yüreğinizi selamlıyoruz.Sevgi ile umut ve inatla kalın. Serkeftin.

Yaşasın devrimci enternasyonal dayanışma veproletarya kardeşliği!

Şan olsun 17 Ekim Devrimi!Yaşasın devrim ve sosyalizim!

Mehmet YamaçH tipi hapishane C/1 Erzurum

Şan olsun 17 Ekim Devrimi!

Cebeci’de Ekim Gençliği çalışması

İsviçre’de 22 Eylül Cumartesi günü, ülkeninen büyük sendikası olan UNIA öncülüğünde vebir dizi sendikanın da desteğiyle kitlesel bir işçieylemi gerçekleştirildi.

Başkent Bern’de yapılan eylem, esas olarakendüstri alanında yaşanan sorunlarla ilgiliydi veeyleme 5 bini aşkın sanayi işçisi katıldı.Eylemin temel gündemi ise son yıllarda işçilerinüzerine bindirilen ağır yükü ve baskılarıreddetmekti.

İsviçre burjuvazisi son yıllarda Avrupa’dayaşanan ekonomik ve mali krizi, bu ülkedekiişçi ve emekçilerin kazanılmış ekonomik vesosyal haklarını tırpanlamanın ve giderek gaspetmenin fırsatına dönüştürmek istiyor.

Bu saldırılarını son yıllarda ağırlıklı olaraksanayi sektöründe yoğunlaştırıyor. Bu sektördeyüzlerce işçiyi işten çıkarmakla kalmayıp,çalışmakta olan işçileri kölelik koşullarındaçalışmaya mahkum bırakmak için aşağılıkyöntemlere başvuruyor.

Taşeron sistemi teşvik edilerek, taşeronfirmalar yoluyla sınır olan ülkelerde (Fransa,İtalya, Almanya) ucuz emek transferi yapmakistiyorlar. Dahası söz konusu ülkelerden gelipİsviçre’de çalışan işçilere ücretlerini, buülkelerdeki asgari ücreti baz alarak avro olaraködemek istiyorlar. Bunu da hukuki ve yasal birstatüye kavuşturuyorlar. Eğer bu sistem hukukive yasal bir zemine kavuşursa İsviçreburjuvazisi iki yönlü bir avantaj elde edecek.Birincisi komşu ülkelerde ve daha uzaklarda(İspanya, Portekiz vs) yoğun bir ucuz emektransferi elde edecek, ikinci olarak içte bunukendi işçilerine karşı kullanarak katmerli biremek sömürüsü dayatacak.

Bu yeni sistemin özeti şudur: sanayisektöründe, içte kendi yerli işçilerine 3500-4000sfr (3000-3500 Euro) ödeyen patronlar, busistemle, sınır ülkelerden getirecekleri işçilereen fazla 1500 Euro aylık ödeme yapacaklar.Ayrıca İsviçre burjuvazisinin bu sektörde, 40saat olan haftalık çalışma saatini 45’e çıkarmadayatmaları var.

22 Eylül’deki Bern eylemi tüm bu saldırılarıdurdurmak ve kazanılmış olan hakları korumakiçin bir mücadele platformuna dönüştü. İşçi veemekçiler, saldırıyı püskürtmek için mücadeledekararlı görünüyorlar.

Kızıl Bayrak / Lozan

İsviçre’de kitleselişçi eylemi

Mücadele Postası

Genç komünistler Ankara Üniversitesi CebeciKampüsü’nde siyasal faaliyetlerini sürdürüyorlar.

26 Eylül günü Siyasal Bilgiler, İletişim, Hukuk ve EğitimBilimleri Fakülteleri’ne “Emperyalist savaşa ve saldırganlığageçit yok / Ekim Gençliği’’ afişleri asıldı. Ardından standaçılarak Kızıl Bayrak ve Ekim Gençliği öğrenci gençliğeulaştırıldı.

Ders çıkış saatlerinde ise “Harçlar kalktı, soygunsürüyor” bildirilerinin dağıtımı yaygın olarak yapıldı.

Öğle arasında yemekhanelere de ulaştırılan bildirilerindağıtımı sırasında öğrencilerle sohbet edildi, harçlarınkaldırıldığı fakat soygunun devam ettiğine dair vurgular yapıldı. Konuşmalarda esasen eğitimdeki bu soygundüzeninin temelinde Bologna sürecinin durduğu ifade edildi.

Ayrıca üniversitelerde yöneticilik görevi yapmak üzere ilerleyen süreçte CEO’ların görevlendirileceği,bunun ilk etapta Hacettepe ve Ankara Üniversiteleri’nde uygulamaya konulacağı belirtildi. Tüm busaldırılara karşı mücadele çağrısı yapıldı.

Ekim Gençliği / Ankara

Page 32: Sİ Kızıl Bayrak 12-39