Hezeyan Fanzin 3. sayı
-
Upload
tugay-oezdemir -
Category
Documents
-
view
264 -
download
0
description
Transcript of Hezeyan Fanzin 3. sayı
Hezeyan Fanzin 3 1
Sertaç Bıçkın - Berkin .……………………………………………………………………… 2
Kemal Özdemir - Öl ...………………………………………………………………………. 3
Eray Sarıçam - Öğreneceksin …………………...……………………………………………4
Eray Sarıçam – Sekizinci Gün Şiiri ………………………………..………………………... 6
Mücteba Sezen – Saudade ……..……………………………………………………………. 7
Mustafa Ünver – Beni Kimse Okumadı Kendimden Başka………………………………… 8
Tugay Özdemir – Kaside-i Ölüm For-medh-i Melek-i Mevt …………….………………… 9
Birol Öztürk – Şubat Yakınmaları ……...…………………………………………………...11
Tugay Özdemir – Güvercin Odası ………...……………………………………………….. 12
Yusuf Can Tıraş – Divan Edebiyatını Niçin Sev(e)miyoruz? …………………………….. 15
Eray Sarıçam – Cemaat Erlerine Cevap …………………………………………………….17
Tugay Özdemir – Tivitır Mivitır ……………………………………………………………19
Özgür Özdemir – Tökez Taşı ……………………………………………………………….22
Cemil Meriç - Slogan İlkelin İdeolojisi ……………………………………………………..23
Sertaç Bıçkın
Hezeyan Fanzin 3 2
Berkin
Ben yaparım…
Martı gölgeleri altında yürüyorum
Etraf alabildiğine sis ve kin dolu
Çok okuduk çok duyduk bu topraklarda destanları
İmanla yazılmıştı onlar Uzun adamlarca değildi
Bir sözü olurdu bizim ADAMLARIN;
Bilirsiniz hani kadınlara ve çocuklara dokunmayın…
Ben yaparım…
Ekmeği ben alırım anne o hengâmede geçip giderim
Gözler im destanlarda kalır belki uzunca
Kahramanı olamam yazılan destanın
Durağan bir kalabalık var dirençsiz kırmızı
Duran bir soluk duran bir adam
Ve berkin…
Kemal Özdemir
Hezeyan Fanzin 3 3
Öl
Öl bugün bir dakika için
Bir an cansız bulun
Öl az sonra hiçbir şey için
Bir şey için yaşamaktan
Daha fazlasını hissedebilmek için
Öl birazdan hissizlik için
Hiçliğin içinde doğ bir an
Öl yarın öğle sıcağında
Soğuyabilmek adına
Öl az sonra, ne çıkar
Kendini ondan çıkarabilmek için
Öl Sardinya açıklarında az sonra
Açıklanamamak uğruna
Öl talihsiz var oluşuna
Yok oluşun adına
Varlığın tatsızlığına
Nefessiz kal bir an evvel
Öl bir an anadan üryan
Çıplaklığa çırılçıplaklığı karıştırmadan
Bir yudum maya gazete kâğıdına sarılmadan
Öl sırtlan payı gibi kurtlar sofrasında
Öl ümitsizliğine çaresizce
Rezilliğine acizliği de ekle
Çıkar kolundaki kırık kum saatini
Dök kumunu bir denize ve öl
Külün savrulsun orta yere
Çırılçıplaklık işte böyle olur
Dercesine
Öl her yerde bir an evvel
Ayyuka çıksın ömrün
Feryat et tenine dokunulmuşcasına
Sönmüş bir meşale gibi
Kısılmış akissiz bir ses gibi öl
Öl be adam!
Öl işte!
Ölüleri anlayabilmek için öl
Yahut yaşa inadına
Yaşamayan ruhuna
Yol gösterebilmek adına
Eray Sarıçam
Hezeyan Fanzin 3 4
Öğreneceksin Sus ve emir verene kadar komutan Sus ve bekle emirleri uzuuuuuun uzuun Bekleyeni olmayan insanlar gibi beklemeyi öğreneceksin Ölü insanlar gibi beklemeyi Yitik bir toz tanesi gibi sessizce beklemeyi öğreneceksin Öğreneceksin Çekilecek kadınlar Çocuklar çekilecek Adamlar ve caddeler ve sokaklar Koskoca bir ülke çekilecek RAP RAP RAP sesleri ÇIRILÇIPLAK haritalar Öğreneceksin Vatandaş olmayı azar yiyince öğreneceksin devlet dairesinde Evraklar, dosyalar, formaliteler………… Yine de yeri yoktur bu ülkede kimsenin. Beyninde kurşun yiyince oğlun Öğreneceksin -Adalet! Adalet! diye Öğreneceksin işgal edilmesini bir ülkenin Parayla, malla ve kelime-i şehadet Öğreneceksin büyük suları -korktuğum büyük suları- Denizleri mesela gölleri Barajları, akarsuları Gözyaşlarını öğreneceksin bir babanın Ki en büyük sulardan bile daha büyüktür Gözyaşları bir babanın Öğreneceksin nedir merhamet Savaş nedir Tanıdığın binlerce surat Tanımadığın binlercesi En koyu yerinde kesilen sohbet Bir derdi varmış gibi susan ama hep susan adamlar
Eray Sarıçam
Hezeyan Fanzin 3 5
Öğreneceksin neden kemiriyorum dudaklarımı Tırnaklarım kan içinde? Neden demir kokuyor ağzım Nedir bir gece yarısı karabasanlarla basan Yataklarımızdan eden bizi Sıcak sularımızdan ve soğuk sularımızdan Kaşıklarımızdan, çatallarımızdan ve tabaklarımızdan Ve savruk gülüşlerinden eden çocuklarımızın Çocuklarımız ki adı Berkin Çocuklarımız ki adı Burak Çocuklarımız ki adı Ahmet Öğreneceksin Öğren! Nedir can nedir anne nedir feryat!
Eray Sarıçam
Hezeyan Fanzin 3 6
Sekizinci Gün Şiiri
-Evet, sekiz gün olmalıydı bir hafta- Yakın zamanda arabesk dinlemeyi kesmeliyim İndila var mesela geç tanıştım çabuk alıştım onu dinleyebilirim Kulağıma hoş geliyor magazin haberleri izlemem gerek Adriana Lima aldatılmış Cem Yılmaz boşanalı yıl oluyormuş Loncada kavga varmış birbirine girmiş abiler Kim ne demiş okumadım daha okumalıyım Azıcık kendimi dinlemeliyim kulağım kaç zamandır Orta Doğu’da Senden uzağım kaç zamandır ilgilenmeliyim öyle değil mi? Annem mutlu olur mutlu olursan sen İş bulursam sütünü helal eder babaannem Dedem memur olursam sevinir Alnımın terini silmek ister babam Dayı olacağım yakında Akif olacak adı Kulağına Safahat mı okusam ne? Bıktım yalan yok merkezi sistem imamlardan Senden bahsetmeliyim dedim üst dizelerde bir yerde Araya babamgiller girdi yarım kaldı adın, Cem Karaca girdi araya Karacaoğlan girdi “Üryan geldim gene üryan giderim” Araya haramiler girdi Gör bak, bu uğruna savaşmak istediğimiz vatan Topraklarımız işte zerresine milyonca dize döktüğümüz Hayır, siyaset konuşmak yasak bugün sana gözlerinden bahsetmeliyim Belki saygın bir yerim olur camiada Twitter’da takipçilerim artar, kızlar kitaplarımı imzalatırlar, bir düşün o uzun imza kuyruklarını Romantik ve yakışıklı derler belki benim için mutlu olmak şairlerinde hakkı Bir gülüşün ki cancağızım sonsuz dizeler uçurur Karacaoğlan’dan Her şeyden vazgeçebiliriz seninle Bir Müslümanlığımız kalır bir de helal geceler Dostlarımız kalır bir de unutmamak lazım Beni ürkütmüyor azlık dilerim seni de ürkütmesin Ürküyorsan işte ceketim ve karelidir tüm gömleklerim Sana da yer yok Büyük Türk Şiiri’nde korkarım benim gibi Hâlâ kusursuz bir şiir yazamıyorum yaşım yirmi bir Senden bahsedemiyorum hâlâ ortalığı dağıtmadan Beğenirsen bu şiir senin olsun beğenmezsen ne âlâ Özür şiirimi de sana yazmıştım biliyorsun ve daha nicelerini ve daha nicelerini Geçen salı doğum gününmüş Mark Zuckerberg söyledi
Mücteba Sezen
Hezeyan Fanzin 3 7
Saudade
Getirin bana ismet abi'yi getirin,
Kendi sesiyle şöyle bi'
"Yine geldi kış baba" desin
Ki yığılırken üstüme kelime kelime kar,
Bahanemin asilliğiyle övünebileyim;
Dudaklarımı aşan bıyıklarımı hiçe sayarak
Önümü iliklemeden suçu ona atabileyim;
Ata bineyim ve gideyim.
Terkimde terkimi taşırken
Saçlarım a d e t a, sakallarım tırıs gidebilsin...
Loşluğa alışsın gözlerim.
Mustafa Ünver
Hezeyan Fanzin 3 8
Beni Kimse Okumadı Kendimden Başka
hasta ve ateşliyken daha çocukken
babam üflerdi komşumuz Ayşe teyze bir de
esnek göz yaşlarına karışırdı duaların anlamı
biraz huşu ve mistik dalışları gel-git.
sen ben bizim oğlan ya ağırdı bizim oğlana…
sana basit sloganı eksik devrimdi çoğu kez
titresin istiyordun ayaklar bastıkça kaldırıma
kendini arıyordu ben ve Selim’le Olric.
bina okurdu döne döne edebiyat dersleri
öğretmen ilk sessiz gemiyle kaçardı
gazel okurduk şiire yüksek aruzdan…
sofrada seksenlerden acıklı çığlıklar
dokunaklı değilse yaramazdı rakı kokmadan
kim nereye yazsa yaralı aslan.
beni kimse okumadı kendimden başka
baldırı çıplak birkaç sözdü anlaşılan
“hey gidi günler” le başladı
şairin küçümsenme hali
her ne okusak gerideydi ayağımız
yüzler eski
günler yaşlıydı
yazı öksüz...
Tugay Özdemir
Hezeyan Fanzin 3 9
Kasîde-i ölüm for-medh-i melek-i mevt*
Geldi binip bir kuşun kalbine ölüm
Rab verdi izin Azraille geldi ölüm
Allahçün kılar namazın hiç kaçırmaz
Kabul olur mu şeyhim aklında varsa ölüm
Bakar aşağıya der atlarsam acır canım
Bana gelecekse uykuda gelsin ölüm
Okudu bir kitapta gördü adını
Tüm renklerini giydi geldi ölüm
Merak eder alıp başların giderler
Bilmezler olmaz bir ikincisi ölüm
Saydı kalp atışını durdurdu nefesin
Kapadı gözünü bilmedi böyle gelmez ölüm
Koydu bir mezar içine bedenin yaptı yerini
Bundan yirmi yıl sonra geldi ölüm
Yattı kalktı etti dua al canımı Rabbenâ
Bir gece yan odasına kadar girdi ölüm
Her nefis mutlak tadacaktır onu
Kimine acı kimine tatlı gelir ölüm
Bir gün akbabalar fısıldadı kulağına
Derler geçim kaynağımız bizim ölüm
Bir gece cenin çığlık attı anne ağzından
“Doğmadan yetim bırakır insanı ölüm”
Nagehan boynunda hisseder soğuk nefesin
Bakmaz yaşına kişinin gelir ölüm
Çıkıp bir gemi derler onun adına
Alıp götürdüğünü getirmez ölüm
Ecelini beklemez insan alır canın
Çağırır Azrail’i ister getirsin ölüm
Koydular mezara yapıldı taşı yazıldı adı
Hiç bu kadar şatafat gördü mü ölüm
Tüm çevresi anı bırakır çeker gider
Âdemi bir karanlık yalnızlığa götürür ölüm
*Bu şiir doğuyla batı arasında kalan bir gencin ahvalini ve hezeyanını anlatır.
Tugay Özdemir
Hezeyan Fanzin 3 10
Ölürsen dizilir insanlar yer lokman
Nice gariplerin karnını doyurur ölüm
Everybody wants to go to heaven,
But nobody wants to die**
Eya yanmasın gözün soğandan
Gaz-ı biberden gelir ölüm
Yaparlar dedikodun alırlar günahın
Neredeyse yakmaz olur seni ateş-i ölüm
Ölürsem kurtulurum deme yaşar kargalar
Nice sal ü mah gelmez onlara ölüm
Gün geldi konuldun musalla taşına
Senin de adını yazdırdı mezar taşına ölüm
Ebedî ve sonsuz odur Bekâ
Taht-ı padişahta olsan gelir ölüm
Ey Allah’ım rahmet et şu günahkâr kuluna
Günahıyla kabul et onu geldiğinde ölüm
Bıyıkî dünya malında olmasın gözün
Gün gelir toprakla doyurur seni ölüm
** Joe Louis
Birol Öztürk
Hezeyan Fanzin 3 11
Şubat yakınmaları
-talan edilmişlerin şiiri-
‘Ahhh! gülmediği zaman dalına küskünlüğü gibi bir meyvanın
somurtması uzaklardan belli olan
gözlerinedir vurgunluğum güzel kız.’ dedi oğlan
Kız güldü yine umarsızca, haksız da sayılmazdı
‘‘Aşkı, pankart mankart açarak itiraf etme yüzyılı’’ ne de olsa
Okul önlerinde, kalabalık meydanlarda
Dillerinde ‘Aşk sürprizleri sever, şiir de neymiş’ parolası,
Ellerinde cici oyuncaklarıyla bir dünya bayanın
Teselliler işitme mevsimi bu yangın
‘Sevme Engelliler Medeniyeti’nde yazılmış
Bir karabasan şiiri,
Hele, ‘o seni kaybetti oğlum, boş ver! ’ cümleleri yok mu
Şubatın getirdiği paslı bir mengene sanki
Anlamını yitirmiş ‘ Eylülde Gel ’ şarkısı
ve satırlarında kaybettiği şiirinin o gülen kızı
Bir dikenli tel gibi dokunurdu kalbine
Fırtına gibi ansızın kopan feryat idi yanakları
Toprak gibi, ekmek gibi, dualar gibi aziz bellenmiş
Yapma çiçekler, yapma destanlar...
Kurak yaz geceleri bir bardak suyun dostluğu kadar
Elin çaresizce uzalı kaldığı
Onaydı tek çıkar yolu bizim sersem oğlanın
Gözlerineydi sadece, annelere özgü ağlamak
Şimdi gülmek isteyecektir gözlerin amenna!
Sözlerin, teselli harmanı ansızın
Güçlü ve umursamaz görünme uğraşı içinde
‘ben sersem bir adamım’ diyeceksin, her sabah şiirlerini okuduğun aynana
Bir kış gecesi karlı, karanlık, sancılı ve uzak
Ateşlenip, horlanıp da uykunda
Bütün şiirlerini yakmak isteyeceksin, boğazın ışıldaklı götürgecine karşı
Boğazlar da eski boğazlar değil ‘‘Yahya Kemal’i Uyandırma Yüzyılı’’nda
Islak ve soğuk yorganlara sarılı gençliğin, Ahmet Arif bilir
Sen bitik, sigaran bitik, ahhh Irk Bitig!
Tam yakılmalık bir adamsın bu hikâyenin peşi sıra
Şöyle dolunay garipliğinde bir Ahmet Haşim gecesi
Rüzgârların ıslığına karışan ‘Antalya’nın mor üzümü’ türküsü çalarken
Pişmanlıklar komedisi içinde
Kopardığı fırtınanın elinde bir oyuncak o umarsızın
Bir ‘SEN’ kalacak isimsiz
Bir‘SEN’kalacakbozulganve-HİÇ
Tugay Özdemir
Hezeyan Fanzin 3 12
Güvercin Odası
Yavaş yavaş kendime gelmeye başlıyordum. Duyduğum seslerle iyiden iyiye kendime
gelmiştim.
—Deniz kumu mu? Deniz kumu… Başımıza daha sonra dert açılmasın?
—Bir şey olmaz. Yaklaşık yirmi yıldır deprem falan olduğu yok. Hem olsa ne olur? Depreme
karşı sağlamlık raporu alınca sorun çözülür.
—Yapmayalım, etmeyelim bunun vebali büyük olur.
—Vebal mi? Biz evi yapıyoruz. Kimin oturacağını ise kader belirliyor. Biz bir şey bilemeyiz.
O adamın kaderi burada ölmek olur.
…
Bu duyduklarımdan sonra, boş bir şekilde günleri nasıl geçirdiğimi bilmiyorum. Bu
günlerin birinde eve iki çift bakmıştı. Ne kadar süre geçtiğini bilmiyorum. Eve baktıkları
sırada beni yatak odası yapmaya karar vermişlerdi.
—Nasıl olsun, dedi genç eşine.
—Yatak odamız için çok güzel hayallerim var.
—O halde sana bırakıyorum.
Bundan sonra ise onlar gelene kadar evin içinde ummalı bir çalışma olmuştu. Ben de
karar verildiği gibi yatak odası şeklinde hazırlanmıştım. Yatak pencerenin tam karşısına
kurulmuştu. Diğer pencerenin karşısında ise büyük, kahverengi gardırop yer alıyordu. Yine
aynı renkteki komodin yatağın yanında yer alıyordu. Onun üstünde ise sarı renkli bir abajur
yer alıyordu. Yatağın başlığı ise kahverengiydi. Duvarların renkleri fildişi rengiyle
boyanmıştı. Tüller beyaz, onları kapatan perdeler ise koyu sarı renkteydi. Bunların yanında
yatağın üst tarafına uçan kuşlar çizilmişti.
Yatak odasının ve evin hazırlanmasının üstünden bir süre sonra iki çift eve geldiler.
Valizlerini kapının önüne bırakıp kendilerini yatağa attılar. Erkek kadının saçlarını okşadı.
Kadın gülümsedi. “Güvercin odası”, dedi. Erkek anlamayarak bakıyordu. Kadının gözlerine
baktı. Onun gözlerinin yöneldiği yöne doğru gözlerini çevirdi. Duvara çizilmiş kuş resimlerini
gördü.
—Çok güzel olmuş, dedi. Karısına sarıldı. “Bu ince düşünmelerine hep hayrandım.”
Yatak odası olmanın kötü bir yanı vardı: Evin dolu zamanında da, boş zamanında da
yalnız olmak... Burada yalnız yatmadan yatmaya vakit geçiriyorlardı. Bazen gece erken
saatlerde gelirler. Erkek kadına şiirler okur, aşk dolu geceler geçirirlerdi. Bir gün erkek
erkenden kalkıp odadan çıkmıştı. Bir süre sonra elinde bir tepsiyle geldi. Karısına hayranlıkla
bakıyordu. Tereddüt etti. Sonra eşine seslendi.
—Sevgilim, haydi kalk, bak sana ne sürpriz yaptım. Karısı yatakta döndü. Gözleri yarı açık
kocasına baktı. Gözlerini ovuşturdu.
—Şu an çığlık atmamak için kendimi zor tutuyorum, dedi. Erkek:
—Atmana gerek yok, dedi. Karısının saçlarını geri attı, öptü. Hem Cemal Süreya ne demiş
“Kahvaltının mutlulukla bir ilgisi olmalı.”
Bir gece ise erkek karısına şiir okurken bir an durdu. Kadın ne oldu gibi sorar gözlerle
kocasına baktı. Adam iç geçirdi. Kadın hâlâ aynı mavilikte bakıyordu. Adam:
—Kendi görüşünden olmayanları neden aşağılar insanlar? Kendilerini hangi açıdan üstün
görürler? Sonra geçip bir de neden ahlak dersi verirler? İnsanları anlayamıyorum. Düşünce,
fikir, fizik açısından kendilerinin beğenmediklerini sürekli aşağılayan, aşağılık şeyler. Yaratık
diyemiyorum onlara. Ama büyük ihtimal onlarda beni anlamıyor. Dönemimizin büyük
Tugay Özdemir
Hezeyan Fanzin 3 13
rahatsızlığı olan anlaşamama rahatsızlığını yaşıyoruz. Bunu çözecek bir ilaç var mı? Belki var
ama biz ona bakmıyoruz. Belki yıllar yıllar önce o ilacı kaybettik. Yoksa bu önceden de mi
böyleydi? Anlamama, anlaşılmamak sence geçmiş yüzyıllarda da yaşanmış olabilir mi? Tüm
ahlakî öğretiler bunu vurgulamıyor mu? Herkesten ziyâde her şeyi anlayın diyen bir
Peygamber yok mu? “Ölmeden önce ölünüzden” bunu çıkaramaz mıyız? Bu önyargılar
neden? Bu sorulara ne zamandır cevap bulunamıyor.
Kadın şaşkın gözlerle kocasına bakıyordu. Büyük ihtimal aralarında ilk kez böyle bir
konuşma geçmişti. Kadın başını kocasının göğsüne koydu. Sonra ikisi de sessizce uykuya
daldılar.
…
Cicim ayları dedikleri aylar böylece geçip gidiyordu. Bir zaman sonra ne oldu
bilinmez erkek eve geç gelmeye başlamıştı. Kadınla başka bir odada tartışıyorlardı. Bu mutlu
evliliğin bu hale gelmesine ben dâhi üzülüyordum.
Bir gün yine erkek yoktu. Kadın yatağa uzanmış fakat uyumuyordu. Abajuru yakmış,
gözleri dalmış bir şekilde tavana bakıyordu. Etraf garip bir sarılığa bürünmüştü. İçeriden bir
ses geldi. Kadın lambayı kapatıp yatağa gömüldü. Erkek odaya girdi. Sallanarak yatağa
oturdu. Bir süre öylece durdu. Sallanışının nedeni sarhoşluk mu, yoksa başka bir şey mi belli
değildi. Bitkin bir hali var gibiydi. Oda, yani ben, kapkaranlık olmama rağmen bunu gayet iyi
görebiliyordum. Kadın erkek geldi geleli hiç kımıldamamıştı. Bir süre sonra dayanamadı.
Doğruldu elini kocasının omzuna koydu. Yüzündeki merhamet her açıdan belli oluyordu.
—Bir şey mi oldu? diye sordu. Erkek karısına döndü. Gözlerinin içine bir çukurdan mavi bir
göğe bakar gibi baktı. Karısı ürpermişti. Elini omzunda duran karısının elinin üstüne koydu.
Öptü. Sonra sarıldı. Bu manzarayı görmeyeli hayli zaman olmuştu. “Hiç”, dedi. “Hiçbir şey
olmadı.” Kadının gözünden bir damla yaş düştü. Adam yüzük parmağının tersi ile onu sildi.
“Ağlama” dedi. “Bundan sonra hiç ağlama”
…
Odanın içinde olan olaylar bununla sınırlı kalsın istiyordum. Kötü şeyler olmasın
istiyordum. Fakat bu istediklerim olmadı. Kadın bir gün evden çıkmış gezmeye gitmişti.
Evden çıkmadan önce geniş aynanın önünde uzun süre hazırlanmış, süslenmişti. Kaç zaman
sonra ilk defa bu kadar mutlu görünüyordu.
Kadın çıktıktan bir süre sonra adam eve gelmişti. Bu kez o aynanın önüne geçmiş
oturmuştu. Ama o süslenmiyordu. Hızlıca elindeki kâğıda bir şeyler karalıyordu. Biraz sonra
kalktı. Bir sandalye koydu. Avizenin yanında duran küçük demirden bir ip geçirdi. İpin ucunu
boynunu geçirecek şekilde bağladı. Boynunu geçirdi. Bekledi, belki hâlâ içinde yaşamaya dair
bir şey arıyordu. İpi boğazına kadar çekti. Sandalyeyi salladı ve yere devirdi. Odada, içimde,
bir kuşun kanat çırpışı gibi adamın ayaklarının birbirine vuruşunun sesi vardı.
…
Adam uzun bir süre hareketsiz bir biçimde sallandı. Sonra fizik kuralları bu sallantıya
bir son verdi. Şimdi adam sadece yukardan aşağıya kaskatı bir biçimde sarkıyordu.
Kadın elindeki poşete bakarak içeri girdi. Aynalı komodinin önündeki koltuğa oturdu.
Bir şeyler aradı, buldu. Sonra gözü aynadaki yansımaya ilişti. Dönemedi. Gözleri o anda bir
okyanusu barındırıyordu. Bir çığlık attı. Olduğu yerde titremeye başladı. Ani bir hareketle
kalkıp adamın bedenine sarıldı. İçinde mermer bir kolona sarılıyormuş hissi uyanmış gibi geri
çekildi. Tam manasıyla hüngür hüngür ağlıyordu. İçeri gitti. Sonra tekrar geldi. Gözlerinden
Tugay Özdemir
Hezeyan Fanzin 3 14
hâlâ yaşlar akıyordu. Gözü masanın üzerindeki kâğıda ilişti. Eline aldı. Okumakla okumamak
arasında kararsızdı. Kocasına tekrar baktı. Gözünü önce saate sonra tekrar elindeki kâğıda
çevirdi. Katlanmış kâğıdı açtı. Bir yandan ağlarken bir yandan okumaya başladı.
“Sevgilim, merhaba.
Evet merhaba. İlk tanıştığımızda sana merhaba demiştim. Sonra merhabanın
anlamından, benden sana zarar gelmez demek olduğundan bahsetmiştim. Anlamına uygun
davranamadığım için özür dilerim. Her zaman olduğu gibi yine sana zarar veriyorum. Sana
geçen gece sarılıp ağlama demiştim. Büyük ihtimal bu mektubu okurken yine ağlıyorsun.
Yine benim yüzümden ağlıyorsun. Bir kuş kadar göçmek istediğimi kimse bilemezdi. Şimdi
ise bu mektup bir kuş olduğumun kanıtı… Bir insan ölmeden önce neden mektup yazmak
ister? Neden yazar? Kendinden bir hatıra mı bırakmak ister? Dünyanın en acı hatırası. Ben
öldüm bu da imzası demek midir? Ya da “işte öldüm yaşarken ben, biraz olsun anlamadınız,
peki ya şimdi”, demek midir? Yüce Yaratıcı’ya affedilmesi imkânsız bir günahla gitmek
istemezdim. Seni böyle bir başına bırakmak da istemezdim. Yaklaşık beş yıllık evlilik
hayatımızda gün gün kavgalarımız da oldu. Oysa ben seni içten içe nasıl seviyorum. Aklımın
başında olmadığı anlardı sevgilim, affet. Peki, şimdi aklım başımda mı? Hayatımın çoğu
evresinde hem içimde hem dışımda birçok sıkıntı yaşadım. Doğduğum zaman da sıkıntılarım
olmuş. Onları da atlatmışım. Sanırım bu dünyaya sıkıntı yaşamak için gelmişim. Artık
dayanamadığımı sen de anlamışsındır. Bu eve ilk taşındığımızda şu arkamda duran kuşları
göstermiştin. Balayını otelde geçirdiğimiz için daha önce görme imkânım olmamıştı.
Oteldeyken bir telefonla kuşların da eklenmesini istemişsin. Sevgilim şimdi ben de o
kuşlardan biriyim. Çoğu zaman oturup düşünürdüm. Kuşlar neden sürekli uçar?
Sevgilim eğer ağlıyorsan ağlama. Senin gözyaşların en çok beni acıttı. En çok ıstırabı
ben yaşadım. Geçen gece geldiğimde yorganın içine büzülmüş uyuyordun. Bir çocuk gibi…
Ben de çocukken korktuğumda yorganın içine çekilir uyurdum. Sen neden korktun. Benden
mi? Nasıl kâbuslar yaşattım sana? Artık kurtuluyorsun. Tüm o kâbusları da yanımda alıp
götürüyorum. Bu son kâbusun... Uyandığında daha aydınlık bir dünya seni bekliyor olacak.
Kurtuluyorum ya da kurtarıyorum sanırım. Seni seviyorum. Seni ilk gördüğüm andan şu ana
kadar sevdim. Sevgilim.”
devamı gelecek…
Yusuf Can Tıraş
Hezeyan Fanzin 3 15
Divân Edebiyatını Niçin Sev(e)miyoruz?
Sorumuzun cevabını başta vereyim. Beni niçin seviyorsanız ya da sevmiyorsanız o sebepten.
Bir insan bilmediğinin düşmanıdır. Bilse bile beynindeki zincirler, bilgi alımına izin vermiyorsa insan
ne kadar uğraşırsa uğraşsın bir şeyi sevemez ya da öğrenemez. Bu sorunun izahı budur.
Gelelim sorumuzun açıklamasına. Öncelikle, divân edebiyatıyla lise yıllarımızda karşılaşırız.
Karşımıza Fuzûlî, Bâkî, Nedîm, Şeyh Galib gelir. Daha nicesi de vardır. Tabii ki, şiire geçilmeden
önce “Divân Edebiyatının Özellikleri” denilir ve o özellikler alt alta sıralanır. Neler yoktur ki o listede.
Sayalım isterseniz:
Divân şiiri, Farsça ve Arapça kelimelerle yüklüdür.
Geliştikçe dil ağırlaşmaya başlar.
Şairler saraya yakındır, padişahı ve yönetimdekileri överler.
Saraydan maaş alırlar.
Aruz kalıbı kullanılmıştır.
Aşk, tasavvuf ve şarap gibi konuları ele alır.
Der ve sıralama uzar gider. Kısacası; size bir konuyu sevdirmemek adına ne varsa kullanılır.
Ardından metne geçen öğrenci, ön yargılarıyla konuya metne uzak durmaya çalışır. Doğaldır ki şu
endişe herkesce paylaşılır: “Yahu bunları öğrenip de ne yapacağım? Kim bana bunu gerçek hayatta
soracak?” . Haklıdır öğrenci, çaresiz kalırsınız.
Bir sene sonra “Milli Edebiyat”a geçilir. Yine “Milli Edebiyat’ın Özellikleri” diye kırmızı kalemle
başlık yazılır. Ardından sıralanır:
Şiirde ölçü, milli ölçümüz olan hece ölçüsüdür.
Dil sadeleşmiştir. Öztürkçe’ye dönülmüştür.
Güncel ve siyasi konular eserlerde yer bulur.
Şeklinde liste uzanır gider. Siz âniden “Milli Edebiyat” konusunu sevmeye başlarsınız. “Ben
Milliyetçiyim demek ki Nihal Atsız bana göre” der, şiiri ezberlemeye başlarsınız. “Ben eşitlikten
yanayım dersiniz Nazım Hikmet’in şiirlerini ezberlemeye, içselleştirmeye başlarsınız. Demek ki, en
başta verilen “hazırlık bilgileri” nedeniyle biz “Divân Edebiyatı”nı sevemiyoruz. Zaten,
öğretmenlerimizin bir kısmı da divân edebiyatı ile ilgili pek fazla bilgi vermez. Öğrenci de yol
gösterene uyar, o yolda devam eder.
Bir önemli nokta ise insanların “bilme”ye olan “ihtiyacı”dır. Siz zaten bilmek için çaba
harcamıyorsanız, anlatan ne kadar çabalasa da boşuna. Örneğin; bir “sözel” bölümü öğrencisi için
“matematik, fizik, kimya” ne ise, Türk Dili ve Edebiyatı için de “Eski Türk Edebiyatı” odur. İskender
Pala’nın deyişiyle “Fâilâtün Fâilatün Edebiyatı” olarak görülür (Pala 2004). “Not kaygusu” önplanda
olduğundan o beyitler sınav öncesi ezberlenir, ardından unutulur. Tekrar dönülür, siyasi ya da felsefi
olarak kendimizin “özdeşim” kurduğu şaire. Peki, İngiltere’de yaşasanız aynısı olur muydu? Gelin hep
beraber, “Divan Edebiyatı Özellikleri” başlığı altında yazdığımız listeye bir göz atalım bu sorunun
cevabını bulmak için.
Öncelikle, Türkler, İslamiyet’e geçmesiyle bir kimlik bunalımının üstesinden gelebilmek için
“din” adına ne varsa öğrenmeye başladı. Ardından, dönemin aydınları, bunu halka da açıklayalım
düşüncesiyle eserler yazdılar. Eserde doğal olarak ne görürsünüz? Tabii ki, dinî kelimeler,
açıklamalar. 21. Yüzyıl Türkiye’sinde övünmez miyiz “Türkiye %99.9’u Müslüman bir devlettir”
diye. Peki, divân şiirinde dinin kullanılmasını neden yadırgarız? Bu arada, divan şairleri hakkında bir
not vereyim: Bugünün laik aydınları bile “Bağdatlı Ruhî” kadar cesaretli değildir. Açın okuyun terkib-
bendini, anlarsınız. Yunus Emre deriz, Mevlana’nın her sözünü sosyal medyada paylaşırız. Ama
şundan emin olun ne Yunus Emre ne de Mevlana kadar din adamlarını eleştiren bir yapı, bugün
“muhafazakar aydın” çevresinde bile yoktur.
Gelelim aruz meselesine. Hece ölçüsü dururken ne diye “aruz” diye bir illet çıkardılar deriz.
Arkadaşlar “aruz”, müzikte “nota” ne ise, şiirde de odur. Biz övünmez miyiz “Türkler tarih boyunca
soykırım yapmamış, emperyalist olmamış, herkese hoş görülü davranmıştır” diye. Aruza neden
karşıyız? Birkaç denemeden sonra nasıl kolay olduğunu öğrenmeye başlarsınız. Dedim ya iş
Yusuf Can Tıraş
Hezeyan Fanzin 3 16
“beyninizde” bitiyor. Aslında şiirde o dönem “demokratik bir hava” esmektedir. Aruz geldi diye hece
ölçüsü terk edilmedi. Halk şairlerimiz onu devam ettirdi. Bu arada, Halk edebiyatı tanımı da
değişmeli. Yoksa, divan şairleri halktan değil mi? Fuzûlî, sarayı bırakın, İstanbul’u görmemiş bir şair.
Fuzûlî halktan biri değil mi?
En önemli meseledeyiz şu an. “Divan şairleri saraya yakındı, saraydan maaş alıyorlardı,
iktidarı överlerdi.” Kendimizi kandırmayalım arkadaşlar. Şu an bile devam eden bir şey için taaa
13.yüzyılda yaşamış Ahmedî’yi, 16.yüzyılda yaşamış Bâkî’yi, 18.yüzyıldan Nedîm’i taşlamayalım.
İstanbul’da yaşıyorsanız o dönemlerde, kelle koltukta yaşıyorsunuz demektir. İstanbul dışındaysanız
zaten divan da yazsanız halk şiiri de yazsanız azıcık da olsa serbestliğiniz var. Herkes zanneder ki,
divan şairleri odası diye Topkapı Sarayı’nda bir oda var. Padişah gelir, “yaz ulen bir şiir de keyfim
yerine gelsin” der ve dönemin en ünlü şairi bir şiir yazar. Padişah da giderken altın verir, odadan çıkar.
Atın bu saçma fikri beyninizden. Çoğu şair, fakir olduklarından öldü. İstanbul’da yaşayan 15. Yüzyıl
şairi Aşkî, savaştan döndükten sonra, şehit listesinde adının olduğunu duymuş, herkesi zar zor ikna
etmiştir yaşadığına. Bir kulübede yaşamaya başlamış ve bir vefasız sevdiceği yüzünden kör olmuştur.
Bir gün bir grup kendini bilmez “İşte sana sevdiğini getirdik” der ve onu kandırır. Bunu gururuna
yediremeyen Aşkî, bir kaç gün sonra sessiz bir şekilde dünyadan ayrılır. Maalesef, bu gibi olayları
bilmeden şairleri toptan unutulmuşluğa terk ediyoruz. Tezkirelere bakın, daha nicesiyle karşılaşırsınız.
Gerçekten, onların çoğu zor şartlar altında hayatını devam ettirmiştir. Kınamayın şarap içiyor diye.
Yazdıkları kasideyi padişah beğenirse ya bir kese altın verir ya da bir giysi olan hilat. Kendinizden
düşünün biraz. Üniversiteyi bitirdiniz ve devlette iş bulayım diye düşünmeye başladınız. Bu da aynısı.
Çok soyut konular vardır derseniz yine yanılırsınız. Dedim ya hep bu ön yargılar bizi yanlışa
sürüklüyor. Bu konu için sizlere bir sır vereyim: “Osmanlı Tarihinin derin yapısı divan şiiri ve
nesiridir”. Onu anladığınız gün, Osmanlı Tarihi’ni çözmüşsünüz demektir. Ayrıca, Osmanlı
zamanında “ bahname” denilen cinsel bilgiler kitapları, bugüne göre daha serbest yazılmıştır. Aynı
eser, bugün yazılsa toplumumuz yazarını kınar, eserini yasaklarlar.
İngiliz Edebiyatı’nda Shekespeare neyse Fuzûlî de odur. Bir İngilize Shekespeare’yi unutun,
sizlere dünyayı verelim, deseniz İngiliz size ibretlik bir tepki verir. Biz de ise Fuzûlî’yi ismen bilmek
yeterli görülür. Ne okunur, ne çizilir. Çünkü o eskidir. Ama İngiltere’de lise düzeyinde bir genç,
Shekespeare’yi orijinal dilinden, yani 16.yüzyıldaki dilinden okuyamaz ve okuduğunu anlamazsa
okuldan mezun olması imkansızdır. Peki, 16.yüzyıl şairimiz Fuzûlî’yi sadeleştirmeden anlayabiliyor
muyuz? Pek sanmıyorum.
Kültürümüzü öğrenmek, tanıtmak ve sevdirmek başta biz edebiyatçılara düşüyor. O yüzden
“ön yargılar”ı bir kenara koyup, eski-yeni ayırmadan ona sarılmamız gerekiyor. Yunus’u edebiyattan
silerseniz edebiyatınız biter, Kaygusuz Abdal’ı da Bâkî’yi de Nesimî’yi de, Şah İsmail’i de,
Muhibbî’yi de atamazsınız edebiyatınızdan. Necip Fazıl’ı da silemezsiniz, Nazım Hikmet’i de Nihal
Atsız’ı da Attila İlhan’ı da atamazsınız. Birini çıkarırsanız, edebiyatınız domino taşı gibi yuvarlanır
gider, yıkılır. Kitaplarımızda okumadık mı? “Orhun Kitabeleri”nde edebî bir üslûp var, demek ki
bunun öncesi de var, diye. İşte daha öncesinde ne vardı diye didinip duruyoruz. Bir köylünün mezar
taşına bakıyoruz Orta Asya’da. “İşte dedemiz” diyoruz sevinerek, çünkü dili bize benziyor. Nedîm’i
çıkarın Attila İlhan kalmaz bilir misiniz? Şiirlerine bakın anlarsınız. Sizi bir garip Fuzûlî bekliyor, açın
şiirlerine bakın. “Çok ağır dili var” demeyin. Elif Şafak, eserlerini İngilizce yazıyor, onu okumaktan
vazgeçtiniz mi? Alın elinize sözlük, hem kelimelerin hem de şairin dünyasına yolculuk edin. Anlamak
isteyene kapılarını hemen açmaz divan şiiri. Onu sınava tabii tutar. Kolay olanın değeri bilinmez. Siz
hiç uğraşmadan didinmeden hayatta bir işte başarılı oldunuz mu?
Gelelim son sözlerimize...Dilim döndüğünce bir şeyler açıklamaya çabaladım. Faydalı oldu
mu bilemem. Edebiyat ve dil, bir milleti var eden unsurlardandır. Hiçbir şairi ayrımcılığa tabii
tutmayın. Gün gelir, hiç sevmediğiniz bir şairin bir dizesi sizin hâlinize derman olur. Bu satırların
yazarı da bir zamanlar Divan edebiyatından nefret ederdi, sevmezdi. Asıl mesele “ön yargıları”
kırmaktan geçiyormuş. Bir de divan edebiyatını neden öğretemiyoruz meselesi var. O da başka bir
yazının konusu olsun... Sağlıcakla kalın.
Kaynakça:
Prof. Dr. Bilkan, Ali Fuat(2009), Osmanlı Şiiri’ne Modern Yaklaşımlar, Timaş yayınları
Prof. Dr. Pala, İskender (2004), Akademik Divan Şiiri Araştırmaları, Kapı yayınları
Eray Sarıçam
Hezeyan Fanzin 3 17
Cemaat Erlerine Cevap
Hezeyan Fanzin’in birinci sayısında yazdığım “Hizmet Ablalarının Edebi Zevkleri
Üzerine Birkaç Söz” ve “Sağ Cenahta Halk Kavramı Üzerine Birkaç Söz” başlıklı yazılarım
şükür ki istediğim ilgiyi uyandırdı. Aralarında cemaat müntesipleri ile AKP’liler de olmak
üzere birçok kişi bu yazılar dolayısıyla zatıma teşekkürlerini bir borç bildiler. Tabi herkesi
memnun etmek mümkün olmuyor, insanız. Ve bazen de karşımızdakiler, okuyucular, selam
alıp verdiklerimiz… Artık her kimse onlar, normal insanlar gibi davranmayı beceremiyorlar.
Peki, nedir normal insanlar gibi davranmak? Bunun cevabını vermeden önce normal olmayan
insanlar nasıl davranır ona değinmek istiyorum. Normal olmayan insanlar herhangi bir
dergide, fanzinde yayımlanan bir yazıdan sonra, o yazının sahibini alenen tehdit edenlerdir,
“bugünlerde kendine iyi bak!” yollu cümleler kuranlardır, küsenlerdir, trip atanlardır, e-
postadan küfredenlerdir dir dir dir… Liste uzar gider. Öncelikle saydıklarımı ve
sayamadıklarımı yapanların cemaat müntesibi insanlar olduğunu söylemek istiyorum sonra
bilinmelidir ki zatıma edilen her küfre ben de misli ile karşılık veriyorum. Şimdi demeyin ki
“senin onlardan ne farkın kaldı abi.” Çok farkım var benim onlardan. Ben arkama Nisa suresi
148. Ayeti alıyorum. Bu ayete dayanarak Müslümanca sövüyorum sövüyorsam. Yani
nefretim, öfken Müslümancadır. İmanım ile yüreğimde Allah’ın Resul’ünü hissederek
söylüyorum ne söylüyorsam, bu yüzden de kendimi ehl-i küfür karşısında Hz. Ebubekir gibi
hissediyorum. Buna karşın bana sövenlerin yüreğinde bir şeyler titriyor mu bilmiyorum
benimki Müslüman öfkesi yalnızca onu biliyorum. Karşımdakiler hakkında tek bildiğim
onların Müslüman öfkesine sahip olmadıklarıdır. Stv’de Erdoğan’ı eleştirmek için Peres’i
göklere çıkaran bir öfke sanırım bu ya da Filistinli Müslümanlar’a terörist diyen bir öfke.
Hâlbuki benim öfkem hem onlaradır hem Erdoğan’a hemi de İsrail’e. Belki de sadece İsrail’e
desem de yeterli olacaktı?
Bilinmelidir ki Hezeyan Fanzin, Cemaat ve AKP’ye karşı aldığı tavrı ilk sayısından
itibaren bozmamıştır ve bozmayacaktır. Her ikisine de taarruz halindeyiz. AKP’nin Cemaat
karşısında olması bizi ırgalamıyor. Biz Hakk’ın yanındayız ve anı kurtarmak için ikisinden
birine kesinlikle yanaşmıyoruz. Taarruz halimiz Müslümanca öfkemizin son damlasına kadar
sürecektir. Ta ki Allah’ın ve Resulünün adını zalimlerin, ehl- i küfrün ağzından sökene kadar.
Allah’ın vaadiyle yaşıyoruz yaşıyorsak, çünkü biliyoruz Kur’an’ın her bir ayeti Allah’ın bize
vermiş olduğu bir vaattir, çünkü biliyoruz ki Allah’ın ve Resulünün adı bir gün zalimleri
boğacaktır. Ne arkamızda para babaları var ne de kaçacağımız bir kıta. Biz yalnız Hakk’ın
vaadinin gölgesine sığınıyoruz. Bu yüzden diyorum ki gelin gelin neyiniz varsa alın gelin,
küfrünüzle gelin, yalanlarınızla gelin, masallarınızla gelin, sizi Hezeyan Fanzin olarak
bekliyor olacağız!
“Hak geldi batıl zail oldu” ayetine güvenerek yazıyorum bu yazıyı. Bilmem Cemaat
erlerinin bu ayetten haberleri var mıdır? Eğer kafalarını pırlantalardan kaldırıp, Kur’an’a
bakarlarsa görürler sanırım. Tarihin sonsuz seyri içinde görüyoruz ki Allah, gücü bazen
kendinden yana olanlara bazen de ehl-i küfre vermiştir “O günleri biz insanlar arasında
döndürür dururuz (zaferi bazen bir topluma bazen öteki topluma nasip ederiz.) Ayeti bunu
açıkça söyler. Şu geçirdiğimiz zamanlar Allah’ın gücü ehl-i küfre verdiği zamanlardır.
Yaradan muhakkak, mü’minlerin bazı şeylerden ders alması için böyle bir karar almıştır.
Adaletten, emekten, alın terinden dönmeyelim diye, işi hak edene verelim, adam
kayırmayalım diye, onun bunun ayağını makam için öpmeyelim diye… Ve yaşanılan müşkül
zamanlardan biz iman edenler her zamana kurtulmayı bilmişizdir. Bunu Allah’ın gücünün
ötesinde bir güçle yaptık demiyorum, sadece Allah’ın bize verdiği dersi anlamış ve bu dersten
çıkardığımız sonuçların hayatımıza tebarüz etmesini sağlamış olmamızla kurtulmuşuz
diyorum. Geçirdiğimiz karanlık günlerin de bir gün sonu geleceğine dair gayet umutluyum,
zaten bir Müslümanın Allah’tan umudunu kesmesi düşünülemez. Ama Allah’tan umuyorsanız
Eray Sarıçam
Hezeyan Fanzin 3 18
bir şeyleri yoksa okyanus ötesine filan bel bağladıysanız orasını bilemem. Nasıl ki tarih içinde
Allah’ın ayetleri devreye girmiş ve mü’minler hak ettikleri yerlere gelmişlerse yine yakın
zamanlarda aynısı olacaktır. Nasıl ki batıl her seferinde zail olmuşsa hakkın gelmesiyle,
büyük bir takıyye içinde olan cemaatte zail olup tarihin tozlu sayfalarına mü’minler eliyle
karışıp gidecektir. İman ettiysek bunu bilmeliyiz.
Bir daha söylememe gerek var mı ey Cemaat müntesipleri, sizinle savaş içerisindeyiz!
Edebiyatımız da bunun eseridir. İskender Palalar’ın, Mustafa İsenler’in, Hilmi Yavuzlar’ın
muhafazakâr sanatıyla işimiz olmaz bizim, biz Hakk’ın ve halk’ın sanatını yapıyoruz. Sizin
silik edebiyatınız, bıkkın ney sesleriniz size kalsın, biz durmadan durmadan durmadan
imanımız ve öfkemizle Hakk ve halk yolunda savaşıyoruz, şiirimizin bu sebepten sizin sanat
anlayışınıza uygun olmaması ve onu beğenmemeniz çok doğal; çünkü bizim şiirimizin ilhamı
sevgilinin kara kaşı değil halkın sesi ile Hakk’ın emridir. Bu yoldan şaşmayacağız. Bunu
bilmelisiniz. Sadece edebiyatımız da değil elbet, günlük konuşmalarımızda da bu böyle
olacaktır. Selamımız dahi bahsettiğim hayat tarzı dâhilinde olacaktır. Siz ne yapıyorsanız
tersini yapacağız biliyoruz ki yaptıklarınızın tersini yapmak Hakk’ın emridir yaptıklarınız ise
okyanus ötesinin emri! Size bu cümlemle, bana bir kez daha küfretme fırsatını verdim
sevinebilirsiniz.
Biz Cemaat ve AKP dışında üçüncü yolun olduğunu biliyoruz. Bizi gazeteleriniz,
dergileriniz, televizyonlarınız, üniversitelere saldığınız ışık süvarileriniz, Hak yol dışındaki iki
yola da hapsedemeyecektir. Sizi birbirinizle baş başa bırakıyoruz. Nasıl demiş Hayâlî, “Ne
zillet vermeye ragıb ne devlet-hahımız vardır/Ko gayrı gayra yar olsun bizim Allah’ımız
vardır” Biz Hakk’ın ve halkın sesi olan üçüncü bir yol için çabalıyoruz. Bu uğurda sizinle
kavga etmeyi göze aldık. Varsın oy kullanmayalım seçimlerde. Sizin çirkin girdabınıza
kapılmaktansa kendi yolumuzda -ki Hak yoludur- yalnız kalmayı göze alıyoruz!
İnsanların şu’cu bu’cu olması bizi ilgilendiriyor. İnsanların bir fikri olmayınca, sizin gibi
küfür merkezi cemaatlerin cânım ülkemin halkını kandırması işten bile değil, görüyoruz. Ya
da AKP gibi partilerin türemesi kaçınılmaz oluyor. Parazit etkisi yaratıyorsunuz farkında
olmanız lazım. Hezeyan Fanzin olarak biz, Hakk’ın, halkın, adaletin, onurun, namusun, alın
terinin, edebiyatın yanında olan herkesi yanımıza bekliyoruz. Bu taarruzda bizimle olmak için
aramıza yeni arkadaşlarımız da yavaş yavaş katılıyor. Peygamber’in tek başına çıktığı bu
yolda biz de emin adımlarla yürüyoruz.
Şimdi bu kadar laftan sonra normal insana gelelim. Normal insan olmak zıttından daha
basit bir şey. Normal insan, okuduğu fanzinde yazılan bir yazıyı beğenmiyorsa kendi bir
fanzin, dergi çıkarır, karşılık verir. Çıkaramıyorsa başka bir dergide yazar, onu da
yapamıyorsa gelir yazara rahatsızlığını bildirir, ona da cesareti yoksa yazara elektronik
ortamdan ulaşır ve yorumlarını öyle ulaştırır. Ancak bunu yaparken sevgilisiyle kavga eder
gibi trip atmaz. Kaç yaşında adamlarız olm bunları ben mi öğreteyim. Eğer dergi, fanzin
işlerinden anlamıyorsanız ki görünen o ki anlamıyorsunuz bize gelin yardım edelim az çok
çakıyoruz bu işlerden. Vallaha yardımcı oluruz. Hem belki işi iyice kaparsınız da bir zanaat
sahibi neyin olursunuz fena mı? Yok, ben uğraşmak istemiyorum bu işlerle, senin karşına da
çıkmaya edebiyat ve siyaset konuşmaya bilgim ve cesaretim yok diyorsanız o zaman
küfürleşmeye devam edebiliriz, o da olur!
Ey Peygamber’in “tekbir” deyişini Tekbir marka kıyafet sanan eşhas, biz Hezeyan Fanzin
olarak fikirlerimizi ve kalemlerimizi biledik sizi bekliyoruz, yumruklarımız her zamankinden
daha sıkı hadi gelin bekliyoruz, hadi!
Tugay Özdemir
Hezeyan Fanzin 3 19
Tivitır Mivitır
Bilindiği üzere geçtiğimiz mart
ayında Twitter hükümetimizin
mahkemesinin kararıyla bir süre kapalı
kaldı. Nedeni ise Twitter’da bulunan bir
hesabın özel hayata karşı geldiğini ve
Twitter’ın bu kullanıcının bilgilerini
vermemesi olarak gösterildi. İşin ilginç
yanı seçim öncesi sosyal ağ kasetlerle
yıkılırken, başbakanın “Tivitır, mivitır hepsinin kökünü kazıyacağız.”, açıklamasıyla
Twitter’ın kapanmasının zamanının manidar olması. Yine seçimlere iki gün kala, Twitter’ın
ise kapatılmasından yaklaşık bir hafta sonra Youtube adlı video izleme sitesi de kapatıldı.
Yine kasetler paylaşılmaya devam ediyordu, Türkiye’yi hatta Orta Doğu’yu yakından
ilgilendiren konuşmalardı bunlar ama Youtube’un kapatılmasına etken olarak Ata’ya yapılan
saygısızlıklar gösterildi.
Bu siyasî durumları bir yana bırakırsak Twitter’ın ve Youtube’un kapatılması Türk
halkına ne kazandırdı, ne kaybettirdi. Öncelikle halk içinde interneti birçok amaçlı kullanan
kesimler var. Bunların bir kısmı Facebook’a girip oyun oynayanlar ve akrabalarının
paylaşımlarına yorum yapanlar, Instagram’da yemek fotoğrafı paylaşanlar, Twitter’da
gündemi takip ederek dost arasında laf açıldığında sohbete girmek isteyenler, kasetlerin
olduğunu duyanlar fakat yine de Youtube’a yalnız şarkı dinlemek, dizi izlemek vs. için
girenler gibi yalnızca eğlence için kullanan kişiler. Bir kısmı ise Twitter’da her haberi takip
edenler, hükümete muhalefet olan kesimler, hükümeti savunan kesimler, kasetlerin
içeriğinden haberi olan ama kasetleri ısrarla dinlemeyenler, hükümet – cemaat çatışması
arasında Araf’ta kalmış olan kimseler diyerek uzatabiliriz. Gel gelelim bunlar Türk halkında
internet kullanımının çoğunu oluşturan kesimler, yani halkın çoğu zaten Twitter ve Youtube
açık olduğunda da kapalı olduğunda da kasetlerden habersizdi. Zaten bu kesimler Twitter’ın
ve Youtube’un kapatılmasına bir anlam verememişlerdi. Peki, bu kesimler kasetleri
dinlemediyse kim dinledi. Kasetleri dinleyenler azınlıktaydı. Kasetleri bizler dinledik, belki
analiz ettik. Gözleri kaset arayanlar, dizi bekler gibi kaset bekleyenler oldu. Kasetler bittikten
sonra sezon finali yapmayan bir dizinin bitişine üzülenler gibi hüzünlü bir şekilde dolaşanlar
oldu. Yani bu dinleyenlerin kaset ayaklanması bir şekilde halka inemedi. Halk yine Muhteşem
Yüzyılı’yla, Kurtlar Vadisi’yle, kamyonete Peygamber bindiren dizilerle aldatıldı.
Twitter ve Youtube kapatıldıktan sonra ise
telefondan girmek isteyenler Hotspot, VPN programları
kullanarak girmeye devam ettiler. Bilgisayarda ise Tor
Browser programını kullanarak bu yasağı deldiler.
Çünkü artık DNS ayarlarını değiştirmek fayda
sağlamıyordu. Bunun için Twitter yasağıyla birlikte
halkın hiç haberi olmadığı bu kavramlar da sözlüklerine
eklenmiş oldu. Belki hayatlarında hiç girmedikleri
sitelere bu programları indirmek için girenler oldu.
DNS, VPN, 8.8.8.8’ler, 4.4.2.2’ler hayatımıza girmiş
oldu. Bununla beraber yasağı dahi milletimiz komik bir
hale getirerek halka sunmasını bildi.
Farklı bir açıdan bakacak olursak Twitter’ın
kapanması bir bakıma iyi oldu. Twitter kapanmadan önce Twitter hashtag’inde oldukça saçma
konular oluyordu. Takımlar birbiriyle kavga ediyor, takipçi kazanmak isteyenler oldukça
ilginç hashtagler kullanarak göz önünde bulunmak istiyorlardı. Bundan dolayı çoğu siyasî
Tugay Özdemir
Hezeyan Fanzin 3 20
konu havada asılı kalıyordu ve bir süre sonra balon
köpüğü gibi patlayarak etkisini kaybediyordu. Twitter
kapandıktan sonra ise bir millî mesele gibi davranılarak
hashtag’ler baştan aşağıya siyasî bir rol üstlendi. Ki
Twitter siyasî konuşmalarda meclisi bile geçerek
Türkiye’de bir ilke imza attı. Tabi açıldıktan sonra ise
yine eski hashtagler boy göstermeye başladı.
Yine bir başka açıdan
bakacak olursak Twitter ve
Youtube’un kapatılmasında
hükümetle diğer sosyal ağlar
arasında bir bağ olduğunu da
düşünmüyor değilim. Belki uçuk
kaçabilir. Belki yirmi beşinci karelerle
ilgili oldukça fazla video
izlediğimizden olabilir. Artık her şeyin altında bir bit yeniği arıyoruz.
Twitter’ın kapatılmasından sonra çoğunluk Facebook’a akın ederek
paylaşımlarını buradan yapmaya devam ettiler. Youtube kapandıktan
sonra ise en gözde ikinci video sitesi Dailymotion’a akın oldu. Belki
hükümetle bu siteler bir çıkar anlaşması yapmıştır? Belki her şeyin başında siyasetten çok
yine para vardır? Olamaz mı? Adam akıllı seçimlerin yapılmadığı, oy sayımlarının dahi bin
bir şaibeli olayla geçtiği bir ülkede her şey olabilir. Artık şaşırmayız
Twitter kapanmadan önce ve
açıldıktan sonra(temsili)
Twitter kapatıldıktan sonra(gerçek)
Özgür Özdemir
Hezeyan Fanzin 3 21
Tökez Taşı
Gunter Demnig tarafından II.Dünya Savaşı sırasında yaşanan Yahudi Soykırımı
kurbanları anısına kurbanların yaşadıkları yerlerin önlerine yerleştirilmiş anıt taşlar; 10 cmlik,
altı beton, üstü pirinç kaplı bu taşlar 1994 yılında ilk olarak Köln'de izinsiz yerleştirilmeye
başlanmış. Zaman içerisinde Almanya'nın diğer şehirlerinde ve soykırım kurbanlarının
yaşadıkları diğer ülkelerde de anılarını yaşatmak için yerleştirilmiştir.’’
Önce ses gitti, sonra insanlar...
Ruhun bizi duyuyor mu?
Gomidas Vartabed, gerçek adıyla Soğomon Kevork Soğomonyan (Ermenice yazımı
"Սողոմոն Գևորգի Սողոմոնյան" - "Կոմիտաս Վարդապետ") 1869 yılında Kütahya’da
dünyaya geldi. Hangi ayda doğduğuna dair bir bilgi yok. Gomidas bir yaşında annesini 10
yaşında ise babasını kaybeder. Babaannesinin yanında büyümüş Eçmiadzin Klisesi’nde
Ermeni dilini yani anadilini öğrenmiş ve papaz olmuştur. Müzikle çok içli dışlıdır; o yüzden
ona 7. Yüzyılda yaşamış bir Ermeni halk ozanı olan Katolikos Gomidas ismine atfen Gomidas
demişlerdir. Berlin’de müzik ve müzikoloji eğitimi de almıştır. 1899 yılında ülke hasreti ağır
basmış ve yurduna dönmüştür. Anadolu’yu şehir şehir gezerek 3000 kadar Ermeni halk
şarkısını derledi. Derlediği Türkçe, Kürtçe, Ermenice, Farsça eserlerle hak ettiği üne
kavuşmuştur artık Gomidas. Öyle ki; Uluslararası Müzik Cemiyeti’ne Avrupa dışından kabul
edilen ilk müzik adamı olmuş ve Anadolu’da, Mısır’da ve Avrupa’da konuşmalar yapmış,
durmadan üretmiştir.
Ve o gün kendi deyimiyle ‘dönüşsüz trene’ bindiği gün... 24 Nisan 1915’te 235
Ermeni aydınla birlikte tutuklanır ve Çankırı’ya sürgün edilir. Mehmet Emin Yurdakul,
Halide Edip Adıvar ve yabancı diplomatların girişimleri üzerine sekiz arkadaşıyla birlikte
İstanbul’a dönmelerine izin verilir. Gomidas artık akıl sağlığını yitirmiştir. Önce Şişli’de La
Paix Hastanesi’ne oradan da Paris’teki Senatoryum’a yatırılır.
Bazı söylentilere göre Gomidas’ın akıl sağlığını kaybetmesinin nedeni tüm eserlerinin yok
edilmesidir. 20 Ekim 1935’te Paris’te hayata gözlerini yuman Ermeni sanatçı ölümünün
geldiğ güne kadar hiç piyano çalmadı, şarkı söylemedi, beste yapmadı ve hiç konuşmadı...
Gomidas o ‘dönüşsüz tren’e bindiği gün yitirdi tüm belleğini... Bugün Fransa’da tüm
emeğinin birikiminin kaynağı olan Anadolu’dan çok uzakta bir kelime dahi etmediği
topraklarda. Gomidas’a bir 'Tökez Taşı'nı neden çok görüyoruz? Kütahya’da küçük bir anıt
dikilip “Burada Gomidas Vartabed diye bir Ermeni yaşadı. Anadolu’nun tüm halklarına ait
seslere ses oldu.’’ yazılamaz mı? Yoksa nasıl yüzleşilir bu karanlık tarihle? Akıl sağlığını
eserleri yok edildiği için kaybeden bu adam yıllardır bu topraklarda kavga veren halklar için
bir barış umudu değil midir? Sesini ve tanrısını kaybeden bu adam bu topraklarda olmayı hak
ediyor.
Yüzleşmek tüm acılara iyi gelir. Bu topraklar her zaman acıyla yoğrulmadı mı? Bir
kere olsun yüzleşmeye izin vermemiz gerekiyor. Korkmayalım! Korkacaksak eğer
Anadolu’nun her yerinde ‘‘Sesimi duyun.’’ diye gezenden Gomidas’tan korkmalıyız. O ruh
ki; Anadolu’da tüm halkların ezgilerini derlemiş ve ölümsüzleştirmiştir. Bir bakıma Anadolu
olan bu adamın sessiz kalmış ruhundan korkmalıyız ve ona sesini geri vermeliyiz. Sessini
yitirdiğimiz güvercin tedirginliği yaşamış ve bilinmeyen dilde ıslık çalmış tüm sesler için.
Sesimizi duyuyor musun?
Cemil Meriç
Hezeyan Fanzin 3 22
Slogan İlkelin İdeolojisi1
Karanlıkta kavga olmaz. İdeolojiler, uçurumları aydınlatan hırsız fenerleri. İstemesek
de onlara muhtacız. Kaosu kosmos yapan insan zekâsı, tecrübelerini ideolojilerde sergilemiş.
İdeolojiye düşmanlık, tek izm’e teslimiyettir: Obskürantizme. İdeolojiler siyaset dünyasının
haritaları. Haritasız denize açılınır mı? Ama harita tehlikeli bir yolculukta tek kılavuz olamaz.
Pusulaya da ihtiyaç var. Pusula: Şuur. Tarih şuuru, milliyet şuuru, kişilik şuuru. İdeolojilerin
peşine takılanlar pusulasızdırlar. Gemi ya kayalara çarptı, ya batağa saplandı. İdeolojilerin
ışığına göz yumanları sloganlar yönetir. Karanlık kinlerin birbirine saldırttığı çılgın sürülerin
savaş çığlığıdır, slogan. İlkelin, budalanın, papağanın ideolojisidir. Düşünce ile çığlık
1 “Fildişi Kuleden” bölümünden çıkarıp buraya yerleştirdik.
Cemil Meriç
Hezeyan Fanzin 3 23
bağdaşmaz. Şuurun sesi çığlık değildir. Yabani bağırır, medenî insan konuşur. Bu çocuklar
yıllarca konuşturulmadı. Hınçlarını üç - beş kelime ile suratımıza tükürüyorlar. İdeolojileri
yasakladığımız için hışımlarına uğradık. Demokrasinin demopedi olduğunu kimse düşünmedi.
Aczin hürriyetperverliğini yalanların en namussuzu. Bahşedilen hürriyet, ölmek ve öldürmek
hürriyeti.
Toprak sarsılıyor!.. Hep birden esfel-i sâfiline yuvarlanmak istemiyorsak, gözlerimizi
açmalıyız. İnsanlar sloganla güdülmez. Düşünceye hürriyet, sonsuz hürriyet kitaptan değil
kitapsızlıktan korkmalıyız. Bütün ideolojilere kapıları açmak, hepsini tanımak, hepsini
tartışmak ve Türkiye’nin kaderini onların aydınlığında fakat tarihimizin büyük mirasına
dayanarak inşa etmek. İşte, en doğru yol.
Cemil Meriç, Bu Ülke, İletişim Yayınları, 42. Baskı 2013, İstanbul, s.95–96
İletişim
Hezeyan Fanzin 3 24
Tugay Özdemir
twitter.com/tugayozdmr
facebook.com/tugayozdmr
saatleriayarlamaenstitusubaskani.tumblr.com
alimeczuplar.com/tugayozdemir
Eray Sarıçam
twitter.com/erysrcm
facebook.com/eraysrcm
Sertaç Bıçkın
twitter.com/sertacbickin
twitter.com/hezeyanfanzin
facebook.com/hezeyanfanzin
Gönderilen ürünlerin yayımlanıp yayımlanmaması tamamıyla hezeyan fanzin’i ırgalar.