Gencay Dergisi - Sayı 19 - Ağustos 2013

40

description

http://www.gencaydergisi.com Gencay Dergisi - Sayı 19 - Ağustos 2013

Transcript of Gencay Dergisi - Sayı 19 - Ağustos 2013

Page 1: Gencay Dergisi - Sayı 19 - Ağustos 2013
Page 2: Gencay Dergisi - Sayı 19 - Ağustos 2013

www.millidusunce.org

Adres: GMK Bulvarı, Özveren Sokağı Nu: 2/2 Demirtepe Metro Durağı

Kızılay/ANKARA

Telefon: 0 (312) 231 31 94

Belgeç: 0 (312) 231 31 22

Page 3: Gencay Dergisi - Sayı 19 - Ağustos 2013

GENCAY

GENCAY Aylık Fikir - Kültür ve Gençlik Dergisi

Yıl 2 Sayı 19 - Ağustos 2013

Ücretsiz e-dergi

www.gencaydergisi.com

[email protected]

MALTA DAVASI VE ERGENEKON SÜRGÜNLERİ / Veysel Gökberk MANGA

MEDYA OKURYAZARLIĞI VE İŞLEVİ / Halil İbrahim KOÇ

ARAP BAHARINDA ÇIKAR ÇATIŞMALARI / Sertaç EKEMEN

DESTAN ŞAİRİ N. YILDIRIM GENÇOSMANOĞLU VE MALAZGİRT MARŞI ÜZERİNE

NOTLAR / Abdullah KILAVUZ

SORUNLAR VE TEPKİLER / Selim UYSAL

SERVET SOMUNCUOĞLU – TÜRK’ÜN PEŞİNDE BİR KÂŞİF / Emre Sevinç

STRESE VE UYKUSUZLUĞA KARŞI VÜCUT DİRENCİNİ ARTIRMAYA YÖNELİK

TAVSİYELER / Dr. Alperen KIZIKLI

Page 4: Gencay Dergisi - Sayı 19 - Ağustos 2013

GENCAY

1

MALTA DAVASI ve ERGENEKON

SÜRGÜNLERİ Veysel Gökberk MANGA

Osmanlı Cihan Devleti’nin son yüzyılı

birbirinden acayip hâdiselerle dolu. Bu

yüzyılda yaşananlar, bugünkü Türkiye için

olumlu veya olumsuz mânâda misaller

teşkil eder. Sorunlarımızın, belki biraz da

abartılı olarak hepsinin kökünü bu

yüzyılda aramak lâzım gelir. Hattâ

Türkiye’nin yaşadığı buhranların

aynılarını o devirde bulanlar da var. Bâzı

siyâsetçilerimiz bu işi aşırılığa vardırıp

çağdaş meselelerimize, doğru-yanlış ayırt

etmeden tarihin tozlu raflarından

çözümler devşirmek gayretindeler.

Federasyon meselesinde de gördük.

Ben de bizimle çağdaş meseleleri

açıklamaya çalışırken bu yüzyıldan bol bol

misaller getiririm. Bu devre ait

münakaşalara girmek ve misalleri bugüne

teşmil etmekten değişik bir haz duyarım.

İtiraf edeyim, bunları yaparken bu verimli

alanı hoyratça kullandığım da olur. Fakat

genelde bu devrin bize sundukları,

yanılma payını en aza indirir niteliktedir.

Osmanlı’nın son devrinin en acı

vakalarından biri, Malta Sürgünleri

vakasıydı. İngilizler petrolü daha rahat

bölüşebilmek için Türkiye’yi güçten

düşürmek faaliyetlerinde Damat Ferit

Paşa’nın tek başına yetemediğini gördü,

yine Osmanlı’nın son dönem

hükûmetlerine baskı yapıp Millî

Mücadele’ye destek veren veya vermesi

muhtemel kişileri tutuklatarak önce

Bekirağa Bölüğü’ne, oradan Malta’ya

sürdü. Bekirağa’ya uğramadan Malta’ya

gidenler de vardı. Mustafa Kemal de

yakalansa, belki de Malta’ya sürülenlerden

olacaktı.

Millî Mücadele’yi yürütenler Osmanlıların

ta kendileri, Osmanlı’nın son döneminin

yetişmişleri de Harbiye çıkışlı oldukları

için, Malta Sürgünleri arasında önemli

miktarda asker de vardı. Türk ordusunun

yetişmiş subayları, Türk milletinin

yetişmiş fertleri, Türk vicdanının kâmil

numuneleri, bir başka devletin irâde ve

isteğiyle toplanmış, Malta Adası’na

hapsedilmişti. Bu, Türk tarihinde sanırım

bir ilkti. Fakat son olmayacaktı.

***

Cumhuriyet birçok tefekkür faaliyetinin,

birçok inkılâbın neticesi ve bir ihtilâl idi.

Page 5: Gencay Dergisi - Sayı 19 - Ağustos 2013

GENCAY

2

Hattâ bir inkılâplar dizisinin bir halkası

olduğunu söylemek daha doğru olur. Ve bu

inkılâplar, ihtilâl yapılıp cumhuriyet ilân

edildikten sonra da devâm etti. En

önemlilerinden biri, dil inkılâbıydı.

İnkılâp kelimesi, içinde ıslâh mânâsı

barındırır. Bir yerde inkılâp yapılabilmesi

için orada bâzı kısımları bozulmuş, bâzı

kısımları ise sağlam yahut düzeltilebilir,

iyileştirilebilir hâlde bir binânın olması

lâzımdır. İhtilâl kelimesi Türk Dil

Kurumu’na göre kanunlara uymaksızın

cebir ve kuvvet kullanarak sosyal ve

ekonomik yapıyı veya yönetim düzenini

değiştirmektir. İkisi arasında büyük anlam

farkları olduğu açık. Fakat aynı Türk Dil

Kurumu, bu iki kelimenin karşısına Türkçe

“devirmek” kökünden gelen “devrim”

kelimesini koyar, devrim kelimesini bu iki

kelimenin eşanlamlısı olarak sunar.

Birbirini hiçbir zaman karşılamayan,

ancak takip edebilen iki kelimenin aynı

kelimeyle ifâdesi ise, dil dâvâmız ve

inkılâbımızın müfritlerin eline terk

edildiğini gösterir.

Yaptığımız yanlışlar bunlardan ibâret

değil. Darbe kelimesi de milletimizce

yanlış anlaşılan kelimelerden biri. “Vuruş”

mânâsına gelen bu kelime, siyâsî literatüre

menfî bir şekilde girdi. Oysa o da sözlükte,

“baskı kurarak, zor kullanarak veya

demokratik yollarla hükûmeti istifâya

mecbûr etme yahut rejim değiştirme”

olarak tanımlanır. Bu tanıma göre darbe

mutlaka kötü bir şey olacak değil. Yeri

gelir, yöneticilerin veya rejimin millete

faydalı olmadığını, telâfisi mümkün

olmayan zararlar verdiğini düşünen

birileri milletin refahı için sözlükte

bahsedilen işleri yapabilir.

Bu hâlde, Türk tarihinin şimdilik

bildiğimiz ilk darbesi, Mete Han’ın(Börü

Tonga) babası Teoman’a(Tümen) yaptığı

darbe olur. Mete, babasının, karısının kötü

tesirine çok fazla maruz kaldığını düşünüp

Türk ordusunu düzenledi, ilk zaferini

babasına karşı kazandı. Bu, hem de askerî

bir darbeydi. Bunlardan birçoklarını

tarihimizde bulmak mümkün. Bahadırhan

Dinçaslan’ın bir yazısının bana hatırlattığı

üzere, Yavuz Sultan Selim’in babası 2.

Bâyezid’e yaptığı da bir darbe, hem de

askerî bir darbeydi. Tabiî bu, her zaman

oğul tarafından babaya yapılmaz.

Oğuzların Sultan Sancar’ı ellerinde esir

tutarak Büyük Selçuklu’yu hükümdârsız

bırakmaları bir darbeydi, devletin

parçalanmasıyla sonuçlandı. Kırgızların

Köktürklere, Uygurların Kırgızlara

yaptıkları birer darbeydi. Sultan

Abdülaziz’in ölümüyle sonuçlanan suikast

darbeydi. 1908 İhtilâli bir darbeydi. Uzar

gider.

Türkiye Cumhuriyeti’nin darbe kelimesini

yanlış anlamasının sebebi, tek başına

yanlış dil inkılâpçılığı değildi tabiî. Bunun

bir de, siyâsî ve sosyo-ekonomik sebebi

vardı ki, o da şuydu: Türk İnkılâbı ve

İhtilâli’ni halk değil, yöneticiler yaptı.

Halkın böyle bir talebi bile yoktu. Halk en

fazla, biraz daha refah içinde, zengin

yaşamayı isteyebilirdi. Fakat onu da, istese

istese içinden isterdi. “Allah’ın

yeryüzündeki gölgesi” halife hükümdâra

bunu söylemek, ondan şikâyetçi olmak

halk tabakasından hiçbir Osmanlı’nın

aklına gelemezdi. Bu sebeple, Tanzimat’ı

da, dış zorlamayla da olsa Islahat’ı da,

meşrutiyetleri de hazırlayan yöneticilerdi,

seçkinlerdi. Cumhuriyeti halk değil,

seçkinler düşündü. Harf, dil, kılık-kıyafet

Page 6: Gencay Dergisi - Sayı 19 - Ağustos 2013

GENCAY

3

ve daha birçok mevzuda inkılâp yapmak,

halkın değil seçkinlerin aklına geldi ve

zaten halkın değil seçkinlerin harcıydı.

Bütün bu işlerle, bâzen padişahın istek,

destek ve teşviğiyle, bâzen de onun

muhalefetine rağmen uğraşan insanlar,

çabaları sonuç getirdiğinde memleketin

kaderine dâir söz söylemek hakkının

kendilerinde, yalnız kendilerinde olduğu

fikrine kapıldılar. Mustafa Kemal

hâkimiyetin kayıtsız şartsız milletin

olduğunu söylemesine rağmen, devrinin

şartları onu da “halk için, halka rağmen”

siyâsetine itti. İnönü devrinde padişah

bulunmadığı, Mustafa Kemal de Hakk’ın

rahmetine kavuştuğu ve artık İnönü’nün

işlerine müdahil olamayacağı için,

seçkinciler tabir edilen zümre kök saldı,

iyice yerleşti.

İnönü’den sonra, aslında temel

görüşlerinde büyük farklılıklar

olmamasına rağmen, sırf millet İnönü’den

bıktığı için Menderes başa geldi. Menderes

seçkin zümreden olmadığı gibi, seçkinci de

değildi. Onun devrinde “hâkimiyetin

kayıtsız şartsız milletin olduğu” fikri

kuvveden fiile geçmeye başladı. Menderes

yönetim hakkını, halkı da kapsar vaziyette

genişletti. Bu, bir yandan halkı siyâsete

kazandırmak mânâsına gelirken, bir

yandan da siyâsetin ehil olmayan adamlar

eline geçip soysuzlaşması sonucunu

doğurdu. Akıbetini biliyoruz.

Seçkinci zümre, devlet kendi elinde olduğu

için, devletçidir. Devletçi-seçkinci

zümrenin karşısında ise, gelenekçi-liberal

olarak nitelenen zümre bulunur. Bu

tanımlar yüzde yüz doğruluk arz etmez.

Çünkü iki tarafın sınırlarını net olarak

çizebilmek mümkün değildir. Devletçilerin

içinde yönetim hakkının halka verilmesini

savunanlar olduğu gibi, gelenekçi-liberal

kökten geldiği hâlde iktidara sahip olanlar

da vardır. Hele son iktidar döneminde işler

iyice değişti. Ancak temel olarak, çekişme

bu iki zümre arasında yaşanır. Ve bâzıları,

askerî “darbe”lerin, gelenekçilerin iktidarı

ele geçirmesine karşı, devletçilerin

tertipleriyle düzenlendiğini savunurlar.

Bizde darbe kelimesi bu nedenle öcüdür.

Yakın zamanda düzenlenen Ergenekon ve

Balyoz soruşturmaları ve verilen kararlar

Türk vicdanını yaraladı. Bu süreç boyunca

AKP’nin sürekli öne sürdüğü, darbelerin

kötü olduğu, her darbenin ülkeyi yirmi yıl

geriye götürdüğü, askerin millet iradesine

saygılı olmadığıydı. AKP’ye göre bu

askerler ve siviller milletin seçtiği parti

olan kendilerini, meşrû olmayan yollarla

iktidardan indirmek, yerlerine kendileri

gelmek istediler.

İttihat ve Terakkî’nin bir kongresinde

Mustafa Kemal’in askerin siyâsetten

çekilmesi yönünde bir konuşma yaptığı ve

bu yüzden birçok kişinin tepkisini çektiği

malumumuz. Çünkü Atatürk, Balkan

Felâketi’ni gördü, askerin siyâsete dahlinin

memleketin başına neler getirebileceğini

idrâk etti. Nitekim yine askerlerin bizi

Birinci Harp’e sokmaları da, onun bu

fikrini haklı çıkardı.

Page 7: Gencay Dergisi - Sayı 19 - Ağustos 2013

GENCAY

4

Evet, askerin siyâsete müdahale etmemesi,

doğru bir ilkedir. Fakat nereye kadar?

Ümit Özdağ’ın mükemmel yazısından

öğrendiğime göre(Ergenekon Davası ve

Türk Ordusu) bu dâvâda sivil tarafı

tuttuğu iddiasında olanlar, askerin

Türkiye’yi Rusçu-Avrasyacı çizgiye

kaydırmaya uğraştığını iddia ettiler.

Bence, bu iddiayı kuvvetlendirmek için,

değil ülke yönetmeyi, evini yönetmeyi dahî

beceremeyecek bir adam da diğerleri ile

içeri alındı. Oğluna, Rusların, arşivlerini

açtığı da biliniyor. Böylece Rusçuluk

iddialarını da temellendirmiş oldular.

Bu iddiaya rağmen, gerçekte askerlerin

yaptığı, memleketin ABD himâyesine,

yönetimine, kontrolüne girmesini

engellemekten ibâretti. Ben burada, Ümit

Hoca’nın makalesini özetlemekten âcizim.

Böyle bir derginin sayfaları bu özete

müsait değildir. Dileyenler okurlar. Ama

kısaca şu söylenebilir ki, 90lardan itibaren

Sovyetlerin çökmesi ve ortak düşmanın

yok olması Türkiye’yi ABD siyasetinden

uzaklaştırdı; Türk askeri ve stratejisti,

ABD’yi işin içine dâhil etmeden yeni Türk

ve Müslüman Devletleriyle irtibata

geçmenin yollarını aradı. Bunun böyle

olması gerektiğini, Mustafa Kemal de çok

öncelerden işâret etmişti. Yani, Ergenekon

Dâvâsı, en başından itibaren ABD’nin

isteğiyle, Amerika’yla gurur kırıcı

derecede müttefikliğe hayır diyen

subayların tasfiyesi için düzenlendi, AKP

tarafından yürütüldü.

İşin bir de, mide bulandırıcı başka bir

boyutu var: Teğmen Mehmet Ali Çelebi’nin

mahkemeye verdiği son savunmayı

okuyan herkes, bunun ne olduğunu anlar.

Çelebi, insanlara Nutuk okumalarını

tavsiye ettiği, “Memleketin dağına taşına

‘Ne mutlu Türk’üm diyene!’ yazacağım,

yetmiş milyona bunu söyleteceğim.”

dediği, bir dostuna aslında Atatürk

milliyetçiliğinin olmadığını, Atatürk’ün de

bir Türk milliyetçisi olduğunu anlattığı için

tutuklanmış, saydıklarımız aleyhine delil

sayılmış, telefonuna Hizbu’t-Tahrirci bir

adamın rehberi yüklenmiş, sonradan bu

ortaya çıkmış, ölüm listesi hazırladığı iddia

edilmiş, hazırladığı iddia edilen ölüm

listesinin ise Kerkük’te şehit edilen

Türkmenlerin adından ibâret olduğu ve

yazılmakta olan bir kitap için toplandığı

anlaşılmış. Bu bile dâvânın hem dış

kaynaklı, destekli ve güdümlü olduğunu,

hem de haksız ve yanlış usûllerle

yürütüldüğünü gösterir. Çelebi kendisine

yöneltilen her türlü suçlamayı mahkeme

karşısında çürütmüş. Onun kahramanca

savunmasına da internetten ulaşmak

mümkün.

Bütün bunlarla birlikte, artık dâvânın

siyâsi bir dâvâ olduğu ispatlanmış oluyor.

Page 8: Gencay Dergisi - Sayı 19 - Ağustos 2013

GENCAY

5

Tutuklananların birkaç sene sonra

salıverileceğini ve hükûmetin

lütûfkârlığından dem vurulacağını

sanıyorum. Fakat insan, bütün bakışların,

plânların üzerinde var olan şu bakışı, plânı

her zaman unutmak gafletine düşer: Allah!

Allah’ın insanda tecelli etmiş hâli ise

vicdandır ve vicdan hiç şaşmaz, hep

doğruyu söyler.

Bütün vicdanların üstünde bir elinde

kalem, bir elinde defterle mâşerî vicdan

oturur ve iyi ve kötü bütün yapılanları,

daha sonra yaşlı bilge tarihe bildirmek

üzere not eder. Abdülhamid Han vefat

ettiğinde pencerelerden sarkıp ağıt yakan

kadınlar, tarih karşısında padişahı haklı

çıkardı. En büyük hüküm verici, muhtaç

olduğu bütün yardımı milletin yalnızca

kendisinden alan tarihtir. En değişmez

kanun tarihin koyduğudur. Tarih bunları

yaparken milletle ve onun vicdanıyla, yani

millî ve mâşerî vicdanla müthiş bir âhenk

içinde çalışır. Millete rağmen ve haksız

yere hürriyetin boynunu kesmek, haksız

yere bir insan idam etmekten çok daha

vahim bir hatâdır. Birçok kereler siyâsî

iktidar bir şeyi çok istediği ve iktidarı

süresince dayattığı hâlde, tarih onun

istediğini söylememekle maruftur. Bir

zümreye yapılan bir haksızlığın intikamını

başka bir zümreye haksızlık yaparak

almak, ancak en işlemez kafaların, en

dumûra uğramış beyinlerin isteyeceği ve

tasdik ve tasvip edeceği cinsten bir

dangalaklıktır. Adaletsizliğin neden olduğu

huzursuzluğu ortadan kaldırmak ve

adaleti tesis etmek, var olan adaletsizliğin

müsebbibi olduğu "zannedilen" zümreye

adaletsiz davranmakla mümkün olmaz.

Adalet adaletsizlikle sağlanmaz. Benim

“Osmanlı’nın Ergenekonu” olarak

nitelediğim Malta’ya sürgün sürecinin

sonunda, sürülenlerin hepsi, istisnasız

hepsi serbest bırakılmıştır.

Yanlış hesap Allah’tan döner. Allah, âdil

olmayanı bir vakit zulmettiğinin eline

düşürür. O gün geldiğinde zalimin elinden,

eline düştüğü adamın kendisi kadar zalim

olmaması için Allah’a dua etmekten başka

bir şey gelmez.

Page 9: Gencay Dergisi - Sayı 19 - Ağustos 2013

GENCAY

6

MEDYA OKURYAZARLIĞI ve İŞLEVİ:

Özgürlük, Özgünlük, Düşünce Özgürlüğü Halil İbrahim KOÇ

"6. Kuşkulu şeylere inanmaktan

sakınmamıza olanak tanıyarak

aldanmamıza engel olan özgür bir

tutumumuz vardır. (...) 32. Ancak yeterli

ölçüde bilmediğimiz bir şey üzerine karar

verdiğimiz zaman aldanırız." [Rene

Descartes, 'Felsefenin İlkeleri']

İnsanın olay ve olgularla -dolayısıyla

'anlam'la- örüntülü hayatında neredeyse

'medya' gibi önemli ve etkili bir araç yok

denilebilir. Zirâ kitle iletişim araçları,

kitleleri sarıp sarmalamakta (medyanın

ideolojisi!) ve anlamın ikizinin yaratılması

yöntemiyle aslından koparılan ve

görünümün yok oluşunun yaşandığı

bambaşka bir dünyanın (=gösterge

çağının!) kapısını aralamaktadır. [Sözü

edilen durum, -içinde bulunulan çağ

bağlamında adlandırılan- 'sanayi

toplumu'ndan 'bilgi toplumu' denilen bir

üst-evreye geçiş sürecini yaşayan -veyâhut

da yaşamış olan- toplumlar için geçerlidir.

Çünkü postmodern çağda, ekonomi politiği

farklı bir yapıya bürünmüş (=gösterge

ekonomi politiği) ve modern toplumdaki

üretim ve değişim ilişkilerinde nirengi

noktası olan "mal üretimi", post modern

toplumda yerini "tüketici kitle üretimi"ne

bırakmıştır.]

İnsanların (ya da insanî olanın) içinde

yuvarlandıkları bu kara deliğe, hatta

kitlenin bizzat üreticisi olan medyaya

"iletişim ortamı" demek kâbildir. -Üstelik

lügâti (sözlüksel) karşılığı da 'kitle iletişim

araçları'dır. Ancak postmodern dönemde

insanı simgesel bir düzen içerisine

hapseden ve gerçeğin taklidi sarmalıyla

çevreleyen -görünürde iyi niyetli ve

namuslu olan- bu araçların bir kullanım

kılavuzunun bulunması gerekliliği öne

sürülebilir. Nitekim araçların kitleleri

güdümleyebilme gücü ve caydırıcı (ikna)

özelliği, modellerin yaşam tarzımıza anlam

(= yeniden-anlam / anlam üzerine anlam)

vermesinden bellidir. Bu güdümleme ve

caydırıcılığın dozajını azaltma noktasında

kısa ve orta vâdeli bir yöntem ise, ancak -

devletin ideolojik aygıtlarından birisi olan-

eğitim vasıtasıyla oluşturulmaya

çalışılabilir. Nitekim İletişim bilimi camiası

[Türkiye'deki İletişim Fakülteleri,

akademisyenler], bu yüksek dozaj

güdümleme ve ikna sorununa yönelik

çözüm formülünü eğitim kanalıyla yeni

nesillerde oluşturulması gereken "medya

okuryazarlığı" bilinci olarak görmektedir.

Bu sebeple medya okuryazarlığı kavramı,

gerekliliği çerçevesinden irdelenesi bir

kavramsallaştırma olarak görünür.

Tek başına 'okuryazarlık' kavramı, yaşam

boyu öğrenmenin, bilgiyi kullanmanın ve

bu bilginin devamlılığını sağlamanın, etkin

değişimler yaşamak ile yaratmanın gereği

şeklinde tarif edilir. Yani okuryazarlık;

sosyal bir varlık olan insanın, ya da daha

doğru bir ifadeyle, toplumsal varlık

olabilmenin olmazsa olmazlarından

Page 10: Gencay Dergisi - Sayı 19 - Ağustos 2013

GENCAY

7

sayılabilir. Zira insan, toplumsal içinde -

yaşamında- sadece 'etkilenen'

pozisyonunda değil; 'etkileyen'

pozisyonunda da yer alacaktır. İşte

okuryazarlık olgusu, bu toplumsal ilişkiler

belirleniminin itkisi demektir. Bu iki

nosyonu (=medya ve okuryazarlık)

birleştirip irdelediğimizde de ortaya şöyle

bir tanım çıkmaktadır: "Medya

okuryazarlığı, medyayı kullanarak -ya da

yaratarak- düşünce ve duyguları çeşitli

kodlar ile mesaj(lar) hâlinde aktarmak ve

bunun yanında mâruz kalınan medya

mesajlarını -içeriklerini- en doğru biçimde

çözümlemek ve özümsemektir." Daha açık

bir ifâdeyle medya okuryazarlığı, medyayı

doğru kullanmayı amaçlayan bir bilinç

şeklidir, -hatta şuurdur!

İnsanlar üzerinde medya okuryazarlığı

bağlamında yapılacak bir bilimsel

araştırma, -bahsini ettiğimiz- medya

okuryazarlığı tanımının öngördüğü bilinç

şeklinden çok uzak bir gerçeği yüzümüze

vuracaktır. Ülkemizde ve dünyada yaşanan

sosyal olaylar bu önsezinin kanıtı

sayılabilir. Misâlen; bir dizide ölen hayalî

kahramana yas tutulduğu ülkemizde

görülen ve yaşanan, gülünç ama bir o

kadar da acı olaylardandır. Aynı şekilde

dünyadaki birçok savaşın, medyanın

olayları gerçekten çok farklı

yansıtmasından ötürü çıktığı da acı bir

gerçektir. Hatta medya aracılığıyla bir

gösteri mekanizmasına dönüşen

politikanın sebep olduğu savaşlar da

televizyon aracılığıyla gerçeğin

senaryolaştırılıp teatral havada

yansıtılması biçimine sokulmuştur.

Kitleler ise cips eşliğinde bu savaşların

keyfini çıkartmıştır/çıkartacaktır. Bu

olayların yaşanmasına sebebiyet veren asıl

mesele, medya okuryazarlığı bilincinden

uzak olmaktır.

Medyanın okuryazarlık kalkanıyla

korunmayan zihinleri manipüle etmesi ise

daha büyük ve en başta çözülmesi gereken

sorun sarmalıdır. Zirâ zihinsel etkinlikleri

düzeysizleştiren ve düşünceleri

tekdüzeliğe ircâ eden bu sarmal, özgürlüğe

vurulan kelepçeden farksızdır. Sonuç

itibâriyle "Özgürlük, zihinsel bir nitelik ve

hâldir.''[Jiddu Krishnamuri] ...Yasama,

yürütme ve yargıdan sonra dördüncü

kuvvet olan medya, diyemeyeceğim!...

Gösterge çağının biricik nesnesi ve

gerçeğin ikiz-kardeşi medya, bilgiden çok

'enformasyon' pompalamakta (=medya

içerikleri sadece 'enformasyon'

niteliğindedir!) ve zihinsel olan hakikat

yerine kitlelerin 'neyi', 'nasıl'

düşüneceklerini belirleyen bir baskı

modeli olan hipergerçeği (=Aslının yerini

alan ve onu yok ederek onun yerine geçen

gerçek, imge, yanılsama, simülasyon)

yaratmaktadır. Nitekim dergiler ideal bir

yaşam tarzı oluştururken, magazinsel

yayın içerikleri ideal bir beden ölçüsü ve

renk zevki vs. üretir. Üstelik film ve reklam

setlerinde, sahneler için oluşturulmuş

imgelerin gündelik yaşamda da aynı rolde

yer almasını bekleriz.

Geleneksel yaşam tarzının ve özgün

zihinsel evrenin tersine çevrilmesinin

nezdinde kültür endüstrisinin manivelası

olan ve bittabi kullan-at kültürünün de

kaynağı konumundaki medya, türdeş

insan benliğinin üretimi yanında

düşünebilme ve üretebilme cesaretini

köreltmekte ve gitgide insanları

melankoliye sürükleyebilmektedir. Çünkü

medyanın kitlelere enjekte ettiği/dayattığı

Page 11: Gencay Dergisi - Sayı 19 - Ağustos 2013

GENCAY

8

yaşam anlayışı, "özgürce

davranmak/davranabilmek serbestiyeti"

ile "sisteme entegre olmak mecburiyeti"

paradoksunda bir "double mind", yani

aşağı tükürsen sakal, yukarı tükürsen bıyık

durumuna düşürebilmektedir. Böyle bir

hegemonik yapı içerisinde özgürlüğün

niteliği tartışmaya açıktır. Zira: "Aklın

gelişip, olgunlaşması, ancak onun tam bir

bağımsızlık ve özgürlüğe sahip

olabilmesine bağlıdır. Buna ulaşana dek

insanoğlu, içinde bulunduğu gruptakilerin

çoğunluğunun doğru olarak inandıkları ya

da öyle sandıkları şeyleri, doğru olarak

kabul etmek eğiliminde olacaktır. Vereceği

kararlar, sürü ile ilişkilerinde duyduğu

ihtiyaç ve onlardan uzaklaşıp, yalnız

kalmak korkusunca belirlenecektir." [Erich

Fromm]

Medyayı doğru kullanma bilincinden uzak

bir biçimde zihinsel etkinliklerinin

sığlaştırıldığı ve bunun dolaylı sonucu

olarak özgürlüğünün kısıtlandığı

kitlelerde, özgün fikir ve düşünce

zenginliğinden söz edilemeyecektir.

Edilse-edilse, bu sadece ve sadece güncel

(=anlam) zenginliği, kombinatuvar (yapay-

gerçek) model ve bunun sonucu olarak

hipergerçek bolluğu olacaktır. Yani medya

okuryazarlığı ile bu olgunun bir sonucu

olan okuryazarlık bilincinin bireylerde

oluşturulmamış olması, medyanın

muhatabı olan ve mesajların kalıbına giren

kitlelerin düşünme irâdelerini özgür ve

hakiki çerçeve içerisinde kullanmasına

engeldir. Türkiye'de bir anlamda özgün

'düşünce' ve 'fikir' zenginliğinden söz

edilememesinin sebebi de bu durumdur

diyebiliriz. Netice itibariyle vücudumuzun

herhangi bir uzvu ve insanlık düzeyinde

neredeyse onur meselesi hâline

getirebildiğimiz medya, Baudrillard'ın

dediği gibi, kitleler oluşturup, türdeş bir

insan ve zihniyet akışı üretmek işlevi

görebilmektedir.

Tüm bunlar veçhile, özgür irâdenin, özgün

bir benlik bilincinin ve düşünce

zenginliğinin yolunun medya okuryazarlığı

bilincinden geçtiği açıkça ve kolaylıkla

söylenebilir. Çünkü medyanın, kitlelerin

zihnine egemen olduğu/hükmettiği bir

dünyada özgürlüğün itkisi medya

okuryazarlığı bilinci sayılabilir. Bu

noktadan bakıldığında, medya içeriklerini

eleştirel bir perspektifle doğru

çözümlemek ve özümsemek, yani medyayı

doğru kullanmanın biçimi olan medya

okuryazarlığı bilinci şu an için kısa ve orta

vadede tek çözüm yolu olarak

gözükmektedir. Bu sebeple Türk

toplumunda bir 'medya okuryazarlığı'

bilinci oluşturmak, hem Türk insanının

özgürlüğü ve özgünlüğü husûsunda hem

de düşünce ve fikir zenginliğinin var

olması noktasında oldukça önem arzeder.

Not: Bu yazı, Selçuk Üniversitesi İletişim

Fakültesi öğrencilerinin "Medya

Okuryazarlığı" dersi kapsamında uygulama

projesi olarak hazırladığı "Hayatımız

Medya" adlı bültende yayımlanan "Medya

Okuryazarlığı Özgürleştirir!" başlıklı

yazının genişletilmiş hâlidir.

Page 12: Gencay Dergisi - Sayı 19 - Ağustos 2013

GENCAY

9

ARAP BAHARINDA ÇIKAR

ÇATIŞMALARI; MISIR’DAKİ 2. DEVRE Sertaç EKEMEN

Mısır’da Müslüman Kardeşler grubuna

yapılan darbe girişimi, post modern

dünyanın şimdiki ve gelecekteki politik

aktörleri arasından silahlı kuvvetlerin

tasfiye olmadığını bizlere göstermiştir.

Müzmin Hilal içerisindeki kilit ülke olan

Mısır’da, meşru kabul edilen seçimler

sonucunda Müslüman Kardeşlerin iktidara

gelmesi, ardından bir ‘karşı devrim’ ile

iktidardan uzaklaştırılması bu önemli

köprü ülkesinin istikrarsız halini

pekiştirmektedir. Bu istikrarsızlaştırmanın

bir nedeni 1948 yılından başlayarak

günümüze kadar uzanan Arap- İsrail

sorunun; Arap tarafını Mısır Liderlerinin

öncülük etmesidir.

Condelezza Rice’ın manifestosuyla gün

yüzüne çıkan Büyük Ortadoğu Projesinin

pratik ayağı olan Arap Baharı, Mısırda

tecelli ederken yegâne olarak İslami

gruplar ortaya çıkmıştı. Okyanus ötesi bir

proje olan Arap Baharına, Radikal İslamcı

grupların öncülük etmesinin nedeni;

Bölgedeki çok kutuplu siyasal yapıların

çözülerek, bölgenin tek kutuplu bir hale

sürüklenmesini beraberinde getireceği

için; Süper güç olması muhtemel İsrail’in

önüne geçilmek istenmesidir. Mısır, Libya

ve Suriye gibi kilit konumdaki çok kutuplu

güç odakları bölgede iktidarsızlaştırılarak,

Ortadoğu coğrafyasını tek kutuplu bir

süper güç’e devretmek amaçlanmıştır. Bu

Kaos ortamı içerisinde çok kutuplu güç

odaklarından İsrail’in, bölge içerisinde bir

süper güç haline gelmesini istemeyen

Batılı hegemonya dinamikleri Arap

Baharında Radikal İslamcı Fraksiyonları

kullanmışlardır. İsrail’in 20. yy ulus-devlet

döneminde mücadele ettiği Arap

Milliyetçiliğinin ‘Baas’ Arap Baharı ile sona

ermesi, İsrail’in bölgede tek güç odağı

olmasına olanak verecekti. Bunu

istemeyen Avro- Amerikan güçler, 70’lerin

ortalarından itibaren Siyonist ideoloji ile

direkt mücadeleye başlamış olan radikal

İslami hareketleri, Arap Baharı ile iktidara

taşımışlardır. Bu iktidar mücadelesinde

Radikal İslam, Büyük Ortadoğu projesinin

fikirsel zeminini oluşturan Ilımlı İslam ile

çatışma noktasına gelmiştir. Mısır’da insan

haklarının; şerî hukukun gölgesinde

kalması, gerekse Türkiye başbakanının

laiklikten korkmayınız açıklamasından

Îhvan’nın duymuş olduğu rahatsızlık

bürokratik boyutta istenen siyasal

normları karşılamamıştır. Batı Dünyası’nın

Ortadoğu için arzulamış olduğu yönetişim

modeli; sivil toplum alanında İslamcı

Page 13: Gencay Dergisi - Sayı 19 - Ağustos 2013

GENCAY

10

dinamiklerini koruyan maneviyat ile İsrail

karşıtı kitleler, bunun yanında ise seküler

yapısını koruyan bir devlet

mekanizmasıdır. Sisi ve Askeri darbenin

temel amacı, bürokrasi içerisinde İslamcı

hareketleri yumuşatarak milliyetçilikten

uzak bir Ilımlı İslami yapıyı devlet

içerisine yeniden tesis etmek ve kalıcı bir

biçimde oturtmaktır. ‘Sisi iktidara geldiği

günden bu yana Arap Milliyeti vurgusunda

bulunmamıştır’. Protestocular ile Ordunun

bu denli karşı karşıya gelmesi ve Ordu’nun

katliam yapmasının sebebi iktidara gelmiş

olan İslami karakteri yeni oluşturulacak

olan Ilımlı İslam’la barıştırmak ve sert

bürokrasiye başını eğmektir. Mısır’dan

sonra Sünni Radikal İslamcı

yönetimlerden olan Libya’da bir karşı

devrim görünümlü askeri devrim ya da

halk ayaklanması görülebilir. Bunun

dışında Mısır’da kurgulanacak olan askeri

vesayet sonrası koalisyon yönetimi

içerisinde Müslüman kardeşlerinde yer

alacağını da bilmek gerekir.

Her ne konumunda olursa olsun Radikal

İslam doğumundan gelişimine kadar Batı

emperyalizmi tarafından kurgulanmış ve

desteklenmiştir. Arap Baharının

neticesinde bölgede hâkim olan Sünni

radikal İslam’a karşı yapılacak gerçek bir

karşı devrim süreci ulusal perspektif

içerisinde olacaktır.

Page 14: Gencay Dergisi - Sayı 19 - Ağustos 2013

GENCAY

11

DESTAN ŞAİRİ NİYAZİ YILDIRIM

GENÇOSMANOĞLU ve “MALAZGİRT

MARŞI” ÜZERİNE NOTLAR Abdullah KILAVUZ

“ki O, kalemle yazmayı öğretti”

Alâk, 4

Şiir, şair, kalem ve kelâma hürmet ile

yazılmıştır…

Gençosmanoğlu’nun Hayatına ve

Fikriyatına Dair Kısa Notlar

“Tarih, milletlerin hafızası olduğuna göre,

aklın ve mantığın işlemesinde de büyük

rolü vardır. Dünü hatırlayamayan bir

insan, bugünün manasını anlayamaz. Yeni

doğmuş bir çocuk nasılsa, öyledir.

Hâfızasızlık devam ettikçe, çocuklukda

devam eder. Milletler de insanlar gibidir.

Geçmişlerini hatırlamaları, hatta bu

hatıralarını daima canlı tutmaları

gereklidir. Geçmişteki acı olayların tekrar

olmamasını sağlamak; tatlı olaylar

yaratmak, tarih ve tarihteki yerimizi, tarihi

yapan atalarımızı hatırlamakla mümkün

olabilir. Bu konuda san’at en uygun, en

etkili bir vasıtadır. San’atın konusu eski

olmakla san’at eski sayılmaz. Geçmişle

gelecek arasında köprü kuramayan

san’atkâr, görevini kavrayamamış

demektir. Aynı zamanda san’atın manâsını

da anlayamamıştır. Millet, sanatkârlarının

verdikleri eserler ölçüsünde vardır. San’at

eserlerinin aksettirebildiği mana ile

şahsiyet kazanabilir. Öyleyse, geçmişle

günümüz, hatta geleceğimiz arasında

denge kurmak ve “dün”, “bugün”, “yarın”

diyebileceğimiz dayanaklar üzerine

kurulan bir köprüden asıl hedefe yürümek

mümkün olabilecektir. Bu hedef, Türk

düşüncesinin, Türk san’atının dünya

ölçüsünde insanlığı kucaklamasıdır. Bu

görevi Türk milletine Tanrı’nın verdiğini

unutmamalıyız” [1] sözlerinin sahibi, beş

bin senelik milli tarihini, yaşı tarihine denk

olan şiir san’atına sarraf ciddiyeti ve

nakkaş inceliği ile işlemiş olan

edebiyatımızın kalemi kılıcından keskin

şairlerinden Niyazi Yıldırım

Gençosmanoğlu’ndan başkası değildir.

Page 15: Gencay Dergisi - Sayı 19 - Ağustos 2013

GENCAY

12

Türk siyasi tarihinin göreceli olarak en

sancılı dönemi olan Osmanlı’nın yıkılışı,

Cumhuriyet’in ilanı dönemlerinin kesiştiği;

diğer bir bakış açısıyla toplumun henüz

meftâ olan babasına mı üzüleceğini yoksa

yeni peydâ olan bebeğine mi sevineceğini

bilemediği, manevi fetretin tüm ağırlığını

hissettirdiği, nispeten bohem bir

dönemde, bin dokuz yüz yirmi dokuz

senesinde; tozun toprağa değil – insanın

insana karıştığı; her evin duvarında

dededen kalma bir silah, her silahın

altında titreyen bir lamba, her lambanın

altında cevizden peyda olmuş bir rahle ve

her rahlenin başında beyaz takkeli

çocukların yetiştiği; güneşin kimseyi

uykuda yakalayamadığı, Gülüşkür ile

Kömürhan’ın süslediği, Fırat ile Murat’ın

beslediği, Devlet-i Ali Osman döneminden

beri şark illeri içinde kültür ve sanatıyla

yol başçılığı yapmış bir memlekette[2],

Elazığ’da, Ağın ilçesinde dünyaya açar

Gençosmanoğlu gözlerini.

Gençosmanoğlu diğer dönem şairlerinden

farklı olarak yüksek derecede milli

hassasiyete sahip, maneviyatçı,

mukaddesatçı ve kendisinin ağzından

duymasak da, bizlere eserlerinin ve

hayatının da işaret ettiği gibi kuvvetli bir

toplumcu veyahut halkçıdır. Toplumsal

olaylara ilişkin hassasiyetini anlatmak için

ilk şiirini ilkokul dördüncü sınıfta, henüz

on bir yaşındayken meydana gelen

Erzincan Depremi için kaleme aldığını

söylemiş olmamız yeterlidir sanırım.

“Edebiyat, musiki, mimarî, resim, heykel,

tiyatro, sinema, şiir… Geçmişin

derinliklerinden günümüze ve geleceğe

doğru filizlenen san’at dallarıdır. Her dalın

gayesi, beslendiği toprağın, içtiği suyun,

soluduğu havanın, tadını, rengini,

özsuyunu ihtiva eden en olgun ve en güzel

meyveyi verebilmek ve bu meyvelerle

milletinin ruhunu besleyebilmektir.” [3]

sözleri de millet ve milli ruh hususlarına

olan alâkasını ve hassasiyetini ispatlar

niteliktedir.

1947 senesinde Malatya, Akçadağ Köy

Ensitüsü’nden mezun olan Niyazi Beğ’in,

köy okulunda genç bir öğretmen iken

okuduğu Hüseyin Nihal ATSIZ imzalı

“Bozkurtların Ölümü” adlı kitapla başlayan

ruhundaki fırtınalar, ilerleyen dönemlerde

yazacağı şiirlerin de mayasını oluşturur.

İlerleyen zamanlarda Atsız Beğ ile irtibat

haline geçer ve kendisine şiirlerinin

yazılma sürecinde büyük teşvik ve

destekleri olur.

Sonrasında “Destan Şairi” ismiyle ün

yapacak olan Türk Dünya’sının bu büyük

şairi, hakkında az bilgiye sahip olduğumuz

sosyal, askeri ve siyasi açıdan abideleşmiş

olayları; o zamanda yaşamış olan

insanların yaşam tarzlarını, inanışlarını,

hayata ve dünyaya bakış açılarını,

ümitlerini ve korkularını, zengin içerikli ve

masalsı bir şekilde anlatmış; Türk toplumu

ve tarihi hakkında önemli bilgiler içeren

şiirlerini ustaca kâğıda dökerek milli

hassasiyetlerin zedelendiği, milletsiz ve

milliyetsiz nesillerin yetiştirilmesi için

şairlerin, edebiyatçıların, siyasetçilerin ve

derneklerin kol kola girerek mücadele

ettiği bir dönemde, merhum

Gençosmanoğlu’nun ustalıkla kullandığı

kalemi, milli duyguların tazeliğini

korumasında ve bu “hayâsızca akın”a karşı

savunmasız kalan taze filizlenen neslin

savunması noktasında burçları yüksekçe

bir kale olmuştur…

Page 16: Gencay Dergisi - Sayı 19 - Ağustos 2013

GENCAY

13

Töre Dergisi’nde yer alan söyleşisinde,

“Kür Şad İhtilâli Destanı” ve “Bozkurtların

Destanı” adlı eserlerinizle bugünün

insanıma ve Türk milletine vermek

istedikleriniz nelerdir? Sorusuyla

karşılaşan şairin verdiği cevap, sanatının

ve şiirlerinin daha iyi anlaşılması

noktasında göz önünde bulundurulması

gereken bir noktadır:

“Geçmişle, günümüzle ve gelecekle

bağlantı kurmak zorundayız. Millet olarak

var olmamızın, yaşayabilmemizin ve

atalarımızın Tanrı’dan alıp bize miras

bıraktıkları büyük ülkümüzü

gerçekleştirebilmemizin tek şartı budur.

Destan, tek başına bir konu olmakla

beraber, san’atın her dalına konu ve ilham

veren derin, geniş ve gür bir kaynaktır.

Yukarıda adı geçen kitaplarımla bunu

yapmak istedim. Aynı zamanda destan,

millî şuuru dinç tutan, millî î dinamizmi

yoğuran en büyük amillerden biridir. Millî

şuur olmadan, millî hiç bir şey

yapılamayacağına göre, gençlerin

şuurlarına, bilenmiş bir süngü parlaklığı

ve keskinliği kazandırmak istedim.

Destanda ibretler vardır; dünya

görüşümüz vardır; acılarımız,

mutluluklarımız vardır… Bunları

yansıtmaya çalıştım.” [4]

Şimdi merhum Niyazi Yıldırım Beğ’in

san’atına ve şiirine dair, O’nu okumamızı

ve anlamamızı kolaylaştıracak birkaç

nottan sonra, kimilerine göre şiirlerinin en

güzeli –bana göre ise şairliğinin zirvesi-

olan “Malazgirt Marşı” şiirini birlikte

inceleyelim:

Gençosmanoğlu’nun destansı

Şairliğinin Arz-ı Endâmı: Malazgirt

Marşı

“Şiir için seçilen dinleti: Neva Cengi Harbi”

[*]

1.Kıt’a:

“Aylardan ağustos, günlerden cuma

Gün doğmadan evvel iklîm-i Rum’a

Bozkurtlar ordusu geçti hücüma

Yeni bir şevk ile gürledi gökler

Ya Allah… Bismillah… Allahüekber ”

2.Kıt’a:

“Önde yalın kılıç Türkmen başbuğu

Ardında Oğuz’un ellibin tuğu

Andırır Altay’dan kopan bir çığı

Budur, Peygamberin övdügü Türkler

Ya Allah… Bismillah… Allahüekber ”

3.Kıt’a:

“Türk, Ulu Tanrı’nın soylu gözdesi

Malazgirt Bizans’ın Türk’e secdesi

Bu ses insanlığa hakkın müjdesi

Page 17: Gencay Dergisi - Sayı 19 - Ağustos 2013

GENCAY

14

Bu seste birleşir bütün yürekler…

Ya Allah… Bismillah… Allahüekber!..”

4.Kıt’a:

“Nağramızdır bugün gök gürültüsü,

Kanımızdır bugün yerin örtüsü…

Gazi atlarının nal parıltısı

Kılıçlarımızdır çakan şimşekler

Ya Allah… Bismillah… Allahüekber!..”

5.Kıt’a:

“Yiğitler kan döker, bayrak solmaya,

Anadolu başlar, vatan olmaya…

Kızılelma’ya hey… Kızılelma’ya!!!

En güzel marşını vurmadan mehter

Ya Allah…Bismillah… Allahüekber!.”

Gençosmanoğlu’nun Kendi Ağzından

Poetikası ve Malazgirt Marşı’nın

Poetikal İncelenmesi

I) Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu’nun

Malazgirt Marşı adlı şiiri ilk kez kendini

1971 senesinde yayımlanan Malazgirt

Destanı isimli kitapta gösterir. 1929

senesine kıyas edildiğinde şairin orta

yaşlarına denk gelen bir eser olduğunu

söylemek malumun ilanından öteye

geçmeyecektir. [5]

II) Niyazi Yıldırım Beğ’in, yukarıda

değindiğimiz gibi Töre Dergisi’nde yer

alan söyleşisinin bir başka yerinde kendi

şiirlerinde ki dil anlayışını: “Türkiye’de

yayımlanan eserlerin, bütün Türk

dünyasında kolayca okunup anlaşılır bir

nitelikte olmasına taraftarım. Şiirde dil,

ana unsurdur. Kelimeler seçilir; ölçülür,

biçilir… Şiir dili, mensub olduğu dilin

kaymak tabakasıdır diyebilirim.”

Cümleleriyle belirtmiş ve söyleşinin bir

diğer kısımda ise şiirde ki ölçü hususuna

dair görüşlerini: “Şiiri olan milletlerin, aynı

zamanda şiir gelenekleri, şiir kuralları da

var demektir. Şiir, bu kendine mahsus

gelenekler ve kurallar içinde gelişir,

güzelleşir, büyür… “Ölçü” de, şiirin

kuralları cümlesin-dendir. “Ölçü” derken

“aruzu” ve “hece” yi kastediyorsunuz

sanırım, ikisi de bizimdir ve biri birinden

çıkmış kadar yakınlıkları, benzerlikleri

vardır. Başka milletlerin de aruzu

kullanmaları, bu ölçünün bizim “milli şiir

ölçümüz” olmadığına delil teşkil etmez.

Ölçüsüz (serbest) şiirin de kuralları

gelenekleri vardır; başıboş değildir.”

cümleleriyle açıklamıştır. - ve şüphesiz

şairin bu iki görüşü de, Malazgirt Marşı

adlı manzum eseriyle ters düşmez. - Beş

kıt’adan ve her kıt’asının da beşer

mısradan oluştuğunu düşünürsek top

yekûn yirmi beş mısradan mütevellit bu

şiirde on birlik hece ölçüsü kullanılmış ve

tüm mısralar, üzerinden kırkı aşkın sene

geçmiş olmasına rağmen dönemindeki

birçok şiirin aksine kolayca

anlaşılabilmektedir.

III) Bin dokuz yüz altmış – bin dokuz yüz

seksen devrinin “vatanım rûy’i zemin,

milletim nevî beşer” fikriyatınca kaleme

alınan şiirlerinin yanında

Gençosmanoğlu’nun Malazgirt Marşı adlı

eserleri, Türk ve İslam motiflerinin

benzersiz işlemeleriyle de dikkat

çekmekte[ şiirde Bozkurt, Gök, Kılıç, Tuğ

ve Kızılelma gibi Türk destanlarında sıkça

bahsi geçen ve tamamı Türk kültüründe

özel bir yer teşkil eden bu sembol ve

Page 18: Gencay Dergisi - Sayı 19 - Ağustos 2013

GENCAY

15

imgelerin ustalıkla kullanılmış olması şiiri

ve şairi, muadillerinden ayırmakta ve

muharrire haklı bir ün kazandırmaktadır]

ve neşri üzerinden geçen senelere rağmen,

hâlâ muharrinin dünya görüşüyle

bağdaşmayan kitleler tarafından bile

hayranlıkla okunmaktadır.

Şûara Okuması Yerine Son Söz

“Ne kadar yakınınız olursa olsun, bir

başkasının içinden geçenler daima bir

meçhul olarak kalırlar. Bir yastıkta

uyuyanlar bile birbirlerinin rüyalarını

bilmezler” [6]

Ahmet Hamdi Tanpınar’ın bu sözü,

Gençosmanoğlu’nun destanlaştığı

Malazgirt Marşı eserinde ki mânâ derinliği

ve kaleme alınışı noktalarında niyet

okumamızı engellese de,

Gençosmanoğlu’nun mizacını, fikrini, milli

ve manevi değerlere olan samimi

bağlılığını ve azami dikkatini göz önüne

aldığımız takdirde isminin önüne geçen ve

şöhretinin haklı vesikası olan “Destan

Şairi” ününe ne denli lâyık olduğunu ilân

etmemize engel teşkil etmez.

Bir İngiliz şairi “kahramanlık şiiri,

şüphesiz ki, insan ruhunun başarabileceği

en büyük eserdir” der. Bu söz, kaleminden

kahramanlık damlayan ve her satırı kayıp

bir destanın gizli kelimelerini andıran

Gençosmanoğlu’nun Türk şiirindeki

yerinin neden bu denli müstesna ve neden

kaleminin bu denli benzersiz olduğunu

daha iyi idrak edebilmemiz açısından çok

kıymetlidir.

Küçük ve son bir not daha: Niyazi Yıldırım

Gençosmanoğlu, “Aylardan Ağustos,

günlerden Cuma” diyerek başladığı

Malazgirt Marşına nazire yaparcasına,

yirmi bir ağustos, cuma günü, bin dokuz

yüz doksan iki senesinde vefat etmiştir.

Büyük şair Dilaver Cebeci ise, Niyazi

Yıldırım Bey’in vefatının ardından “Ve

Hüve’l Bakî” şiirinde şu mısralarla veda

etmiştir ona:

“Aylardan Ağustos, günlerden Cuma”

Geldi “ircî” emri açıldı semâ

Şair vedâ etti iklîm-i Rum’a,

Döğünsün destanlar, ağlasın şiir

Allah kadîm, Allah bakî, Allah bir… [7]

Kendi eceline mürekkep döken şair;

Alparslan’a, Alp’lere ve Eren’lere komşu

olsun.

Rahmet ve dua ile…

Son notlar:

[1] : Töre Dergisi, Şevket Bülent

Yahnicioğlu, Dokuz Işık’da Sanat, Yıl: 5,

Sayı: 22, Devre: 2, Mart 1973, s: 35,

[2] : Abdullah Kılavuz, Süveyda’ya Notlar

IV, “Doğmak Bir Emirdi, Uyduk” adlı

makalede geçen yazarın Elazığ ve Harput

tasviri

[3] : Töre Dergisi, Şevket Bülent

Yahnicioğlu, Dokuz Işık’da Sanat, Yıl: 5,

Sayı: 22, Devre: 2, Mart 1973, s: 35,

[4] : Töre Dergisi, Şevket Bülent

Yahnicioğlu, Dokuz Işık’da Sanat, Yıl: 5,

Sayı: 22, Devre: 2, Mart 1973, s: 38,

Page 19: Gencay Dergisi - Sayı 19 - Ağustos 2013

GENCAY

16

[5] : Fırat Kargıoğlu, Ukdeler , “Poetika ve

‘Muhafazakâr Biçim’: Tanpınar’ın “Sen ve

Ben” Şiiri Üzerine İki Not, Gençlik Kitabevi

Yayınları, Haziran 2012, s:240 [poetikal

yaklaşım hususunda metadolojik açıdan

yazara fikri kaynak teşkil etmiş olan

makale]

[6] : Ümit Meriç – Selma Ümit Karışman,

Ahmet Hamdi Tanpınar / Ebediyetin

Huzurunda, Etkileşim Yayınları, İstanbul,

Mayıs 2006, s:258

[7] : Dilaver Cebeci, Bütün Şiirleri,Ve Hüve’l

– Bâkî, Bilgeoğuz Yayınları, İstanbul 2009,

s:52

[*] : Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu,

Destanlar Burcu, Türk Edebiyat Vakfı

Yayınları, İstanbul, 2009, 4.Baskı, s:270

Malazgirt zaferinin 900. Yıl dönümünde

Selçuklu Tarih ve Medeniyeti Enstitüsü

tarafından açılan yarışmada birinci seçilen

bu şiir, “Malazgirt Marşı” olarak kabul

edilmiş ve Sayın B. Yüzlüler tarafından

bestelenmiştir.

Page 20: Gencay Dergisi - Sayı 19 - Ağustos 2013

GENCAY

17

SORUNLAR VE TEPKİLER Selim UYSAL

İnsanoğlu gariptir. Sorunlar karşısında

ilginç tepkiler verir. Görmez, görmezden

gelir, gözünde büyütür, önemsemez veya

çözmeye çalışır. Dedik ya insanoğlu

gariptir, herhangi bir sorun karşısında

yapmaması gereken şeyleri yapmaya

eğilimlidir. Yani genellikle, sorunu

çözmeye çalışmak yerine, görmezden

gelmeyi, küçümsemeyi, yok saymayı veya

bunun tam tersi bir şekilde sorunu

gözünde büyütmeyi, karmaşıklaştırmayı

tercih eder. Bunu bazen istemsizce, bazen

de bilerek ve isteyerek yapar.

Sorunları hiç görmeyen insan tipinden

başlayalım. Bir insanın sorunu hiç

görmemesinin birkaç sebebi olabilir. Bu

sebeplerden en önemlisi, sorun olarak

bahsedilen durumun o kişi için bir anlam

ifade etmemesi ya da sorun

yaratmamasıdır. Mesela Türkiye’de

oynanan bir futbol maçında kaybeden

tarafın başkanı, teknik direktörü ve

taraftarları için bu bir sorundur. Ancak

kazanan takım için ortada bir sorun

yoktur. Aynı zamanda futbol ile hiç

ilgilenmeyen bir kişi için de ortada bir

sorun olmayacaktır. Dolayısıyla kaybeden

takım tarafından bir kişi, aynı taraftan bir

başkasıyla bu sorun hakkında

konuşabilecekken, kazanan takım veya

futbolla ilgilenmeyen taraf ile sorun

hakkında konuşmaya çalıştığında “Hangi

sorun?” cevabını alacaktır.

Sorunların görülmemesinin diğer sebebi,

sorun kişiyi ilgilendirse bile kişinin

sorundan haberinin olmamasıdır. Örneğin,

iş yerinde çalışmakta olan bir kişinin

evinin yandığı veya soyulduğundan haberi

olmayacaktır. Dolayısıyla bunu öğrenene

kadar kendisi için bu sorun yoktur. Duyum

yoluyla öğrendiği takdirde ise araştırma

ve teyit etme gayretine girecek yahut

haberi verene duyduğu güvensizlik

nedeniyle inanmamayı da tercih

edebilecektir. Bu kişi için sorun ancak

sorunu görerek veya başka bir yolla teyit

ettirerek tespit ettiğinde başlayacaktır.

Bir diğer davranış biçimi de sorunların

görmezden gelinmesi veya diğer bir

tabirle yok sayılmasıdır. Bu davranış

Page 21: Gencay Dergisi - Sayı 19 - Ağustos 2013

GENCAY

18

biçimine başvuran kişiler aslında

sorunların farkındadırlar. Ancak

sorunların doğrudan veya dolaylı olarak

kendileriyle bir bağlantısı olduğunun

farkındadırlar. Yani soruna doğrudan veya

dolaylı olarak kendi hataları sebep

olmuştur. İşte bunu fark ettikleri zaman ya

sorunu insanlardan tamamen gizleme,

üstünü örtme yolunu ya da mevzu bahis

olan durumun aslında bir sorun

olmadığını söyleme yolunu seçerler. Bir

evdeki misafirin, bir süs eşyasını kırdıktan

sonra ev sahibinin haberi olmadan

toplayıp yok etmesi, doğrudan sebep

olduğu bir sorunu gizlemeye güzel bir

örnektir. Bu kişi ile sorun hakkında

konuşabilmemiz için şahsın öncelikle

sorunu ve sorunun sorumlusu olduğunu

kabul ve itiraf etmesi gerekir. Tabii ki kişi

sorundan sorumlu olmasa bile bir

taraftarlık güdüsü ile savunma

mekanizmasının bir unsuru olarak da

yukarıda bahsedilen davranışı gösterebilir.

Bir akrabasının veya sevdiği insanın

işlediği suçtan sonra bu suçu gizlemeye

çalışmak anlatılmaya çalışılan davranış

biçimine güzel bir örnektir.

Küçümsemek de sorunlara karşı gösterilen

tepkilerden biridir. Üstteki paragrafla da

bağlantılı olarak ele aldığımızda

“küçümsemek, sorunun farkında olduğu

halde sorunun üzerini örtme amacıyla

kullanılan yöntemlerden biridir”

diyebiliriz. Sorunun küçük ve önemsiz

olduğunu öne sürerek gelebilecek tepkileri

azaltmak veya yok etmek için oynanan bir

oyundur sorunu küçümsemek…

Yukarıdaki örnekte misafirin, ev sahibinin

durumu fark etmesi halinde aslında o

eşyanın pek güzel olmadığı, kırılmasının

önemsiz olduğu ya da kırılmasının

tamamen tesadüf olduğu gibi bahaneler

sunması tam da bu tarz bir oyundur.

Ancak bu tavrın tabii ki farklı bir boyutu

da vardır. Küçümseme davranışı insanın

kendisine aşırı güvendiği veya sorunun

niteliği hakkında yeterli bilgiye sahip

olmadığı durumlarda da ortaya çıkar. Bu

konuda da örnek olarak, yıllardır araba

kullanan bir kişinin “Ben bu işin ustasıyım,

emniyet kemeri takmasam da olur”

anlayışını ve kendisini ısıran böceğin

zehirli olduğunu bilmeyen bir şahsın “Bir

böcek ısırığından ne olabilir ki?” demesini

gösterebiliriz.

Elbette görmeyen, yok sayan ve

küçümseyenler olduğu gibi tam tersi bir

biçimde sorunları gözlerinde büyütenler

de vardır. Bu tavrı sergileyenlerin bir

kısmı korkaktırlar ve kendilerine

güvenleri yoktur. Dolayısıyla sorunların

çok büyük olduğunu ve çözülemeyeceğini,

karşı konulamayacağını savunurlar. Bunu

bazen korkaklıklarının doğal neticesi

olarak bazen de korkaklıklarını gizlemek

amacıyla yaparlar. Düşman ile

savaşmaktan korkan bir askerin,

düşmanın çok güçlü olduğunu söyleyerek

teslim olmayı savunması bu durum için en

iyi örnektir. Bu tavrı sergileyenlerin farklı

bir kesimi de yeteri kadar mücadeleci

olmayan, çabuk pes eden insanlardır. Daha

önce benzer sorunları çözmeye çalışmışlar

ancak başarısız oldukları için pes

etmişlerdir. Onlara göre o sorun artık

çözülmesi imkânsız bir sorun haline

gelmiştir ve çözmeye uğraşmak boşuna

zaman kaybetmek ve emek sarf etmek

demektir. Birçok iş görüşmesine giden

ancak işe alınmayan gencin asla bir iş

sahibi olamayacağını düşünmeye

başlamasını bu duruma örnek olarak

Page 22: Gencay Dergisi - Sayı 19 - Ağustos 2013

GENCAY

19

gösterebiliriz. Sorunları abartanlar

arasında dikkat çeken diğer grup ise bunu

olumsuz yönde propaganda amacıyla

kullanmak isteyenlerdir. Mesela hemen

her gün en azından birkaç ekmek ve birkaç

şişe su alabilecek parayı toplayan

dilencinin “3 gündür hiçbir şey yemedim”

demesi böyle bir propagandadır.

Ve son olarak bir de sorunlar karşısında

yapılması gerekeni yaparak, yani

sorunların üzerine gidip onları çözmeye

çalışarak en etkili tavrı gösterenlerden

bahsetmeliyiz. Bu tipteki insanlar

herhangi bir sorunla karşılaştıklarında

onu inceler, önce sebeplerini ardından da

çözüm yollarını araştırırlar. Sonra da

büyük bir inanç ve şevkle sorunu çözmek

için çalışmaya başlarlar. Bu insanlar

sorunların farkında olmayan insanlara

göre uyanık, sorunları yok sayan ve

gizleyenlere göre dürüst, küçümseyenlere

göre akılcı, gözünde büyütenlere ve

korkaklara göre ise cesur insanlardır. İşte

sorunları göğüsleyerek çözüm için çaba

sarf edenler idealist insanlardır. Diğer bir

deyişle bu davranış biçimi idealist

insanlara özeldir. İşte bu tip insanlarla

sorunlar üzerinde konuşabilir, çözüm

yolları arayabilir ve hatta sorunları

çözebilirsiniz.

Ayrıca şunu da belirtmek gerekiyor.

Sorunlara karşı takınılan tavırlar bazen

tek bir sebepten dolayı olsa da bazı

zamanlarda farklı sebeplerin ortak sonucu

olarak ortaya çıkabilmektedir. Bir

cezaevinden azılı bir katilin kaçtığından

haberi olmayan bir kişinin sorun algısı ile

bu haberi ve katilin kendi semtinde

dolaştığını öğrendiğindeki sorun algısı

elbette farklı olacaktır. Katilin kaçmasına

yardım edenin çok sevdiği biri olması

durumunda ise soruna bakış açısı yine

değişebilecektir.

Sonuç olarak, insanlar farklı sebeplerle

farklı tepkiler verebilmektedirler

diyebiliyoruz. Asıl önemli olan ise ferdi ve

toplumsal olarak bizim tepkilerimizin

ideale ne kadar yakın olduğudur.

Page 23: Gencay Dergisi - Sayı 19 - Ağustos 2013

GENCAY

20

Page 24: Gencay Dergisi - Sayı 19 - Ağustos 2013

GENCAY

21

SERVET SOMUNCUOĞLU – TÜRK’ÜN

PEŞİNDE BİR KÂŞİF Emre SEVİNÇ

Güneş’e, Güneş’e yürüdüler…

Sanki bir sırrı çözmek için kucakladılar

Güneş’i.

Uzak yollardan geldiler, kimsenin olmadığı

çağlardı.

Destanlarla konuşulur, kurtlarla halleşilir,

kayalarla dilleşilirdi…

. . .

İnsanoğlu dünden bugüne hep, geçmişi

bilme, yaptıklarını başkalarına gösterme

ve geleceğe bildirme amacı gütmüştür.

Tüm bunları yaparken de resim, yazı, anıt

vb. somut ögeler kullanmıştır. Türk milleti

de bu yolu izlemiş ve yaptıklarını kaya

resimlerine işleyerek bizlere önemli bir

miras bırakmıştır. Bu kaya resimleri

milletimize ait ilk kalıntılar olmakla

beraber Türk tarihini milattan önce ”en

az” 5000′lere götürecek niteliktedir.

Bugün bu kaya resimleri Türk’ün ayak

bastığı her coğrafyada karşımıza

çıkmaktadır. Sibirya’dan Orta Asya’ya,

Orta Asya’dan Kafkasya’ya, oradan

Anadolu’ya, Avrupa’ya ve daha nice

yerlere…

Geniş bir coğrafyada ve geniş bir zaman

dilimi içerisinde birbirine büyük

benzerlikler gösteren onlarca kaya resim

alanı. Hepsi bulundukları bölgelerin en

yüksek yerlerinde. Hepsinin çevresinde

kurganlar var. Hepsi atalara kurban

kesilen yerler. Bütün kaya resim

alanlarında aynı süreklilik var… Kaya

resminden damgaya, damgadan harfe ve

Türk Abece’sine. Türk, güneş kültünü de

unutmamış dağ keçisini de geyiği de. Ne

Saymalıtaş’ta ne Güdül’de. Kaya resimleri

Türk’ün ayak bastığı her yerde.

Birbirini hiç görmemiş, birbirinden haberi

olmayan ancak dil, din, kültür vb. açıdan

birbirinin aynı tek bir milletin bıraktığı bir

büyük miras kaya resimleri. İşte, binlerce

yıldır hiç durmadan sessiz sessiz çığlıklar

atan bu kaya resimlerinin sesini Servet

Somuncuoğlu duydu. Bunlar atalarımızdan

bize birer mektuptu. Hem de binlerce yıl

önce kazılmış mektuplar. Servet

Somuncuoğlu’nun yüreğine bir kor

düşmüştü. Ona çok uzaktan seslenenler

vardı. Atalarımıza doğru gitmeliydi. O da

koşar adım düştü Türk’ün peşine.

Servet Somuncuoğlu Türk tarihini bir

yapboza benzetiyor. Bugün elimizde Türk

tarihine ait bazı yapboz parçaları mevcut.

Ancak çoğu parça ya elimizde değil ya da

Page 25: Gencay Dergisi - Sayı 19 - Ağustos 2013

GENCAY

22

yanlış yerleştirilmiş. İşte Somuncuoğlu bu

kayıp parçaların peşinde. Tamgalısay’dan

Saymalıtaş’a, Saymalıdan Lena’ya,

Lena’dan Güdül’e, Hakkâri’ye,

Gobustan’a(Bakü), Macaristan’a,

Kanada’ya… Bu kayıp parçaları aradı.

Bazılarını buldu da. Servet

Somunculuoğlu’nun çalışmalarında kaya

resimlerinin Orta Asya’nın

derinliklerinden dünyanın birçok

noktasına gezintisini izleyeceğiz.

2004 yılından bu yana canla başla çalışıyor

Somuncuoğlu. Çok ülkeler gördü, çok

dağlar gezdi. Kitaplar yayınladı,

belgeseller çekti. Televizyon

programlarında bilmediğimiz Türk’ü

tanıttı. Tek bir gayesi vardı… Türk’ü

bulmak.

Somuncuoğlu’nun kaya resimleri

üzerinden birçok haklı iddiası var.

Bunlardan bazılarını şöyle sıralayabiliriz:

-Türkler Anadolu’ya(yerleşmek amacıyla)

ilk olarak Malazgirt Savaşı’ndan binlerce

yıl önce gelmiştir.

-Orhun Anıtları Türklerin önsözü değil,

Türklerin Taşlar üzerindeki sonsözüdür.

-Türkler entellektüel milletlerdendir.

-Türkler göçebe değil, göç eden bir

millettir.

-Türkler bir taşı yontup ona tapmayan tek

millet!

. . .

Servet Somuncuoğlu’na hayranlığımın bir

nişanesi olan bu yazı dizisinin devamında

ben, hem onun çalışmalarını hem de bu

haklı iddialarından bazılarını sizlere

aktarmaya ve kendimce -haddimizi de

biraz aşarak- bazı yorumlar yapmaya

çalışacağım…

-------------------------------------------------

Servet hoca göçtü ya

Taşlar öksüz kaldı ya

Yüreğim kor kor yandı ya

Şimdi gözler kan ağlar.

Ah! Servet hocam ah.

Turan dağında taşlar

Dile gelir de ağlar.

Göçtüğünü duyanlar

Yandı beğ’im ardından.

Ah! Servet hocam ah.

Bu yazı dizisinin ilk yazısını okuduktan

sonra çok mutlu olmuş, sizlerin bunu

kaleme alması Nobel almaktan daha

değerli demişti. Merakla takip edeceğini

söylemişti, bu yazıyı çok uzaklardan

okuyacağından habersiz.

Page 26: Gencay Dergisi - Sayı 19 - Ağustos 2013

GENCAY

23

Servet hocayı kaybettik.. Ama o bize büyük

bir miras bıraktı. Bir ufuk açtı, ona bir

görev verilmişti, o da bu görevi başarıyla

tamamladıktan sonra aramızdan ayrıldı.

Türk tarihinin bilinmeyenleri onun

geçtiğimiz 10 yıldaki çalışmalarıyla

aydınlanmıştı, daha da aydınlanacaktı. O

bilinmeyenlerin felsefesini çözmüş,

dünyanın birçok yerinde araştırmalar

yapmıştı. Dünyada yeri doldurulamayacak

insanlar vardır. Servet hoca da onlardan

biriydi. Türk tarihi onu sonsuza dek

anacaktır.

Araştırmacılığının yanında kalbi de

tertemizdi Servet hocanın. Vefatının

ardından ona gösterilen sevgi gösterisi de

bunun en önemli göstergesiydi.

Belgeselleriyle, televizyon programlarıyla

ve sosyal paylaşım sitelerindeki

paylaşımlarıyla her kesimden ‘Türk’

meraklılarına ulaşmayı başarmıştı, en

önemlisi de bu araştırmaları halka

ulaştırmıştı.

Doğa çiçekleri her bahar açtığında,

dağların karı erimeye başlayıp nehir olup

coştuğunda,

Karlı dağlara doğru sırların yürüyüşü

başlardı, destan zamanlarında.

SERÜVEN BAŞLIYOR

Servet Somuncuoğlu 2004 yılı içerisinde

Altın Elbiseli Adam’ın de bulunduğu

Tamgalısay’a Türkiye’den araştırmacılar

tarafından yapılan bir araştırma gezine

fotoğrafçı olarak katıldı. Tamgalısay’da

zaten gönlüne bir sevda düşen

Somuncuoğlu’na burada Zafer Ersöz adlı

bir Türk işadamının Saymalıtaş’tan

bahsetmesi üzerine buraya yolculuk

yapmaya karar verdi. Ve böylece Türk’ün

peşindeki serüveni de başlamış oldu.

Saymalıtaş’a yapılan yolculukların

ardından bir belgesel çekilmesi

kararlaştırıldı. Belgeselin adı ”Karlı

Dağlardaki Sır” idi. Birçok araştırmacının

da içinde bulunduğu bir ekip ile yola

çıkıldı…

Saymalıtaş’tan başlıyordu bu zahmetli ama

aşk ile dolu yolculuk. Saymalıtaş 4000

rakımdaydı ve buraya ulaşmak oldukça

zordu. Ancak Saymalıtaş’ı görmek,

binlerce yıl önce atalarımızca çizilen kaya

resimlerine dokunmak, Türk’ün binlerce

yıllık kokusunu ciğerlere çekmek her şeye

bedeldi.

Page 27: Gencay Dergisi - Sayı 19 - Ağustos 2013

GENCAY

24

Saymalı’da 10.000 kaya üzerinde sayılmış

96.000 kaya resmi mevcut. Somuncuoğlu

belgeselinde hareket noktam dediği

Saymalı’dan hareket ederek-aynen

atalarımız gibi- Asya’nın birçok yerine

uğrayarak bir gezintiye çıkıyor.

Nerelere uğramıyor ki Samuncuoğlu…

Tamyalısay, Kaşkır Say(Kurtlar vadisi),

Cigdeli Say, Gobi Çölü, Gobustan (Bakü),

Çolpan Ata, Kaçkar kaya resim alanları

bunlardan bazıları. Ve en son Anadolu’ya

geliyor. Tıpkı binlerce yıl önce atalarımızın

yaptığı gibi… (1)

ANADOLU’DA TÜRK İZLERİ

Asya’nın derinliklerinde, binlerce yıl önce

kazınmaya başlayan Türk kayaresimleri

günümüzde dünyanın birçok bölgesinde

karşımıza çıkmakta, bazı yerlerde damga

bazı yerlerde harf halini almaktadır.

Bu bölgelerden biri de yurdumuz

Anadolu’dur. Hâlihazırdaki resmi tarih,

Türklerin Anadolu’ya -yerleşmek

amacıyla- ilk olarak 11.yy’da geldiklerini

yazmaktadır. Şüphesiz bu yüzyıl itibariyle

Anadolu’ya büyük bir Müslüman-Türk

göçü gerçekleşmiştir. Ancak bu Türkler

göçü rastgele yapmamışlardı. Onlar

Anadolu’daki akrabalarının yanına gelerek

yerleşmişlerdir. Akrabaları, Anadolu’nun

yerli Türkleri ise binlerce yıldır

buradaydı…

Geçen yazımızda bir yapbozdan

bahsetmiştik. Somuncuoğlu Türk tarihini

bir yapboza benzetiyor ve yapbozun kayıp

parçalarının peşine düşüyordu.

Türk’ün kayıp parçalarından bazıları da

yurdumuz Anadolu’da çıkıyor karşımıza.

Anadolu’nun kuzeyinden güneyine,

doğusundan batısına, her yer kaya

resimleri fışkırıyor. Hakkâri-Gevaruk

Yaylası, Ordu-Mesudiye-Esatlı Köy’ü, , Kars

Kağızman-Yazılıkaya kaya resim alanları,

Erzurum-Karayazı-Cunni Mağarası

Kütahya-Aizanoı Tapınağı duvarlarındaki

yazılar… Hepsi Türk kokuyor, hepsi Türk’e

ait. Ne Hakkâri’deki kaya resimlerinin

Saymalı’dakilerden bir farkı var ne de

Tamgalısay’dakilerin Ordu’dakilerden.

Page 28: Gencay Dergisi - Sayı 19 - Ağustos 2013

GENCAY

25

Anadolu’da ayrıca Türk Abece’si ile

yazılmış yazıtlar da mevcut.

Anadolu’da en çok dikkat çeken kaya

resim alanı ise Güdül’dedir.

GÜDÜL KAYA RESİMLERİ

TRT’de yayınlanan ”Karlı Dağlardaki Sır”

belgeselinden sonra yurdun birçok

yerinden ”bunlardan bizim buralarda da

var” şeklinde haberler gelmişti

Somuncuoğlu’na. Bunlardan en önemlisi

ise Anadolu’nun tam ortasında Ankara-

Güdül-Salihler köyünden Türk tarihinin

kendisine çok şey borçlu olacağını Cemil

Söylemezoğlu’ndan gelen haberdi. Cemil

Söylemezoğlu bu süreci Güdül

Kayaresimleri için hazırlanan ”Damgaların

Göçü” adlı belgeselde şöyle anlatıyor:

”Ben dağlarda çok gezerim. Bu kaya

resimlerini gördüm fakat ne işe yaradığını,

kime ait olduğunu bilmiyordum. Bir gün

köyümüzde televizyon seyrederken Karlı

Dağlardaki Sır programını… Baktım ki bu,

buna benzer resimlerin bizim köydeki

resimlerin aynısı olduğunu -aşağı yukarı-

fark ettim. Daha sonra bu programın

yapımcısı ve yönetmeni Servet

Somuncuoğlu’nu haber verdim.

İrtibatlaştık, köyümüze geldi. Bu resimleri

inceledi. Baktı ki bu resimlerin Orta

Asya’daki resimlerin aynısı olduğunu

söyledi.”

Cemil Söylemezoğlu’nun da bahsettiği

üzere Orta Asya’daki resimlerin aynıları

binlerce kilometre ilerde Anadolu’da

ortaya çıkıyordu. Ankara’nın 80 kilometre

batısında, Güdül’deki buluntular kaya

resimleri ile de bitmiyordu.

Aynı bölgede çeşitli yazıtlar, kurganlar ve

Türk boylarına ait damgalar da mevcuttu…

Yazıtlar tamamen Türk Abece’si ile

yazılmış, bazıları cümle niteliğinde ve 30

civarında. Bu yazıtlar dua ve dilek içeren

küçük cümleler. Orhun Abidelerindeki

kadar sistemli ve belirgin olmasa da o

yazıya temel oluşturan cümlelerdir.

Bölgede birçok Türk boyuna ait damga

var. Bunlardan en dikkat çekici olanı

Osmanlı Devleti’ni de kurmuş olan Kayı

Boy’unun damgası. Ayrıca Avşar, Salur

boylarına ait damgalar da mevcut.

Bölgenin bir dini alan olması nedeniyle

1000 civarında kurgan da var burada.

Kurganlardan en önemlisi çapı 30-35

metre olan ve Kağan Kurganı olarak

adlandırılan, bir kağana ait olduğu

düşünülen kurgandır. Bu kurganda

yapılacak çalışmalardan sonra kayaların

Page 29: Gencay Dergisi - Sayı 19 - Ağustos 2013

GENCAY

26

buradaki yaşları -en az kaç yıllıksa- tespit

edilme ihtimali mevcuttur.

Bugün çeşitli toplumlar ortaya çıkarak ve

yurdumuzun çeşitli yerlerini göstererek

”burası bizimdir”, ”biz sizden önce

buradaydık” gibi sayıklamalarda

bulunmaktadır. Onlara verilecek en iyi

cevap Servet Somuncuoğlu’nun bizlere

sunduğu bu kaya resimleridir. Bu kaya

resimleri Anadolu’nun en az 5000 yıllık

tapularıdır. Atalarımızdan bizlere mirastır.

Mirasa sahip çıkmak dileği ile…

AH! Servet hocam. Şimdi kaya resimleri

öksüz.. Damgalar yetim. Saymalı ıssız,

Güdül harabe..

------------------------------------------------------

Ay’lı gecelerin şavkı vurduğunda dağlara,

yakarırlardı, yalvarırlardı inançları adına.

Onlar Güneş’e yürüyen Gök Tanrı’nın

çocuklarıydı, Ve taşlara kazıdılar

inançlarını.

Orhun Anıtları Türklerin önsözü değil,

Türklerin Taşlar üzerindeki sonsözüdür.

Servet SOMUNCUOĞLU

ORHUN ABİDELERİ TÜRKLERİN İLK

YAZILI KAYNAĞI MIDIR?

Bizlere bugüne kadar devletimizin

okullarında böyle öğretilmişti: ”Orhun

Abideleri, Türkler’in ilk yazılı kaynağıdır.”

Bu açıdan ilk çalışmaları yapan yabancı

araştırmacılar bu şekilde söylemiş ve bu

yanıltma günümüze kadar böyle

bilinegelmişti. Ancak burada gözle

görünür bir hata vardı…

Günümüzde araştırmacılar bir abecenin

oluşabilmesi için en az ”beş bin” yıllık bir

süreç gerektiğini vurguluyorlar. Bu süreç

kaya resimlerinden damgaya, oradan

harflere ve abeceye ulaşan binlerce yıllık,

zahmetli ve yüksek kültür gerektiren bir

süreç. Her bir harfin ardında binlerce,

yüzbinlerce kaya resmi var.

Peki Türk milleti..? Türk milleti bu

süreçten geçmeden tamamen kendisine

has bir abeceyle ve kendisine has

kelimelerle, imlâlı cümlelerle, bu denli

büyük abideleri bozkıra nasıl dikmişti?

Burada bir hata vardı…

Page 30: Gencay Dergisi - Sayı 19 - Ağustos 2013

GENCAY

27

Türk abecesi Türklere gökten inmemişti..

Başka bir milletten de geçmemişti. Peki bu

abece nasıl oluşmuştu?

TÜRK ABECESİ NASIL OLUŞTU?

Servet Somuncuoğlu Türk Abece’sinin

hazırlık dönemini ortaya çıkartarak bu

hatanın çözülmesinde de önemli rol

oynadı. Kaya resimlerinin abeceye doğru

olan yolculuğunu birçok kayaresim

alanında görüntüledi, bizlere sundu.

Araştırmacılar eski uygarlıklarda yazının

ilk olarak inançlar çerçevesinde din

adamlarınca kullanıldığını ve yayıldığını

vurgulamaktadırlar. Durum Türk

Uygarlığında da böyledir. Türkler ilk

ortaya çıktıklarından itibaren tek Tanrı’ya

inanmışlardır. Tanrı’ya yakarışlarını,

şükürlerini, sevdalarını, Tanrı’dan

isteklerini de yılın belli zamanlarında

çıktıkları yüksek dağlardaki alanlarda

kayalara kazımışlardır. Böylece

günümüzde -genel olarak-Servet

Somuncuoğlu tarafından kamuoyuna

sunulan kaya resim alanları ortaya

çıkmıştır.

Sözkonusu kaya resimleri ilk zamanlarda

birebir çizilmiş oldukça somut resimlerdir.

Yani insan normal bir insan boyutunda, bir

dağ keçisi aynı boyutunda çizilmiş. Ancak

bu resimler zamanla soyutlaşmış,

küçülmüş ve stilize olarak damga haline

gelmişlerdir.

Oluşan bu damgalar da zamanla daha

çizgisel bir üsluba doğru yol aldı ve Orhun

Abidelerinin de yazıldığı Runik Alfabe de

denilen özgün Türk Abece’si ortaya çıktı.

Türk Abece’si aynen Türk milleti gibi bir

yolculuk yapmış ve bugün dünyanın

birçok noktasında karşımıza çıkmaktadır.

9-10 satırla burada yazıverdiğimiz bu

süreç aslında zannedildiği kadar kısa bir

sürede olmadı tabi. Atalarımızın

entelektüel zekâsının ürünü bu abece ve

dil, binlerce yıllık çabaların, bir sevdanın,

bir aşkın ürünü…

Abecemize ve Türkçemize sahip

çıkmak dileği ile..

-----------------------------------------------------

Dalga dalga yayıldılar Altay Dağlarından

dünyanın yüzüne,

Doğuya, Batıya, Kuzeye ve Güneye

yürüdüler,

Doldular, taştılar sürekli olarak.

Türkler entelektüel milletlerdendir…

Servet SOMUNCUOĞLU

Page 31: Gencay Dergisi - Sayı 19 - Ağustos 2013

GENCAY

28

Çağının kültürünün, biliminin vb. üzerine

çıkmış, bilgi birikimi fazla, bu bilgi

birikimini unutmamış ve geleceği

şekillendirmede kullanabilecek milletlere

entelektüel diyebiliriz.

Entelektüelliğin anahtarı bilgi birikimi

yani tarih bilgisidir. Tarih bilgisinin

anahtarı da bir abece. Türkler için

entellektüelliğin en önemli yardımcısı da

kaya resim-damga-abece sistemi olmuştur.

Türkler bunlar sayesinde geçmişini bilmiş,

çözmüş ve geleceğe aktarmayı başarmıştır.

Türk Abecesinin oluşması entelektüellik

açısından hem neden hem de sonuç

niteliğindedir. Servet Somuncuoğlu özgün

bir abece oluşturabilmenin en önemli

gereğinin entelektüel bir zekâ olduğunu

vurguluyor. Kayaresimleri sayesinde bilgi

birikimleri üst düzeyde olan Türk milleti

de böylece bir abeceye ulaşmayı

başarmıştır. Bu, Türk kültürünün de

özgünlüğünün göstergesidir.

ALTIN ELBİSELİ ADAM

‘Altın Elbiseli Adam’ da milletimiz

açısından entelektüelliğin önemli

göstergelerindendir. ‘Altın Elbiseli Adam’

1969 yılında gün yüzüne çıkarıldı. Esik

Kurganı’nda bulunan bu prens ve

mezarındaki eşyalar bizlere 2500 yıl

önceden çok önemli bilgiler vermektedir.

2013 yılının Ocak ayında Servet

Somuncuoğlu ‘Altın Elbiseli Adam’a

götürdü bizleri. Türk’ün uğradığı her

yerde karşımıza çıkan ögeler ‘Altın Elbiseli

Adam’ın kurganında da mevcuttu. Saymalı

’da, Güdül’de, Gobustan’da karşımıza çıkan

dağ keçisi, geyik vb. figürler onun

hazinesinde de bulunuyor. Yine birçok

alanda kazılmış Türk Abece’si yazıtlar

onun eşyalarından birine de çizilmişti.

Ve ‘Altın Elbiseli Adam’ın elbisesi.. Bu

elbisenin yapıldığı dönemin şartları

düşünüldüğünde altının bu derece

kusursuz işlenmesi oldukça nadir

görülmektedir. Dönem şartları için

yapılması oldukça güç olan bu işçilik

yüksek kültür ve medeniyet yani

entelektüellik gerektiren bir iştir.

Page 32: Gencay Dergisi - Sayı 19 - Ağustos 2013

GENCAY

29

Onun hazinesinde bir de Türk Abece’si

yazı var demiştik. Kulpu kırılmış bir kepçe

olduğu düşünülen bir nesnenin üzerindeki

bu yazıt Türk tarihi için büyük önem

arzetmektedir. Bu yazıt daha önce

bahsettiğimiz kayaresim alanlarındakilerle

aynı. Yani Türk Abece’si ile yazılmış.

Kazakistan’ın Yedisu bölgesindeki bu

kurganın çapı 60 metredir. Saka-İskit

döneminin bir eseri olduğu düşünülen bu

kurgan -şu an için- Türk kültürünün en

önemli arkeolojik buluntusudur.

12 HAYVANLI TÜRK TAKVİMİ

Zamana hükmetmek de entellektüellik

açısından oldukça önemlidir. Dünya

zamansal olarak bir döngü içerisindedir.

Bu döngüyü kavramak her millete nasip

olmamıştır. Bugün bizlere oldukça kolay

gelen ‘zaman, saat, gün, yıl’ gibi kavramları

çözmek için insanoğlu binlerce yılını

harcamıştır.

12 Hayvanlı Türk Takvimi ile milletimiz bu

işi ilk yapanlardan biri olduğunu

göstermektedir. Genel olarak Asya

milletlerinin çoğunda gördüğümüz bu

takvim, Türk milletine ait birçok öge gibi

bir göç yaşamış ve Anadolu’da dahi

karşımıza çıkmaktadır. 12 Hayvanlı Türk

Takvimi de Türk entelektüel zekâsının bir

ürünüdür.

Bilgi birikimimize sahip çıkmak dileği

ile..

…Dört mevsim süren yolculuğumuzu ve

bunca yıldır Denizli’nin el değmedik

yerlerinde saklanmış, korunmuş bugünlere

gelmiş damgaları sizlere taşımaya çalıştık.

Ama artık değişen bir şeyler vardı, damga

bizim için sadece mezar taşındaki bir iz

olmaktan çıktı bu belgeselde. Damga; Hayri

Dev, Sudan Koyun Atlatma, Ateşte Koyun

Yıkama, Çiçek Dağı’nda Eren Günü ve daha

niceleri oldu.

Servet SOMUNCUOĞLU

Vee Tamgalar Dengizli belgeseli… Yani

Servet hocanın yayımlanan son belgeseli.

Yıllardır kaya resimlerini takip ederek

Türk’ü arayan Servet Somuncuoğlu bu

belgeselinde daha çok sosyal

hayatımızdaki Türk izlerini bizlere

sunuyor…

Dengizli, Türk sosyal hayatının, Türk

bilinçaltının en önemli sahalarından biri.

Burada balballar, kilimlerde işlemeler,

duvarlarda süslemeler, kayalarda

kazımalar.. Hepsi Türk’e ait, Türk kokuyor.

Mezarlıklarında Asya’nın derinliklerinden

taa buralara gelmiş damgalar, Türk

Abecesi ile yazılmış yazıtlar, ağaçtan

yapılmış kurt başlıklı, ay yıldızlı mezar

taşları.

Page 33: Gencay Dergisi - Sayı 19 - Ağustos 2013

GENCAY

30

Ağaç kaşıklarda, kilimlerde, Yatağan

bıçaklarında Türk Abecesine temel olmuş

Türk damgaları.

Birçok Oğuz boyuna ait boyuna ait

damgalar, kalıntılar.

Suya koyun atlatma, sudan koyun geçirme,

iki ateş arasından koyun geçirtip üzerine

su serpme.. Temizliği ve bereketi

anımsatan Türk gelenekleri.

Cami duvarlarında, kapılarında Türk

işlemeleri. Dengizli Akhan’da Türk

kültürünün sürerliliğinin bir göstergesi

olan 12 Hayvanlı Türk Takvimi’nden bir

parça görüyoruz. Akhan’ın kapısında bu

takvime ait izler var.

Deve Güreşleri.. Türk bayraklarıyla, Türk

damgalarıyla, Türk’e ait işlemelerle

süslenmiş develer.

Yatağan’da demir ustaları var, Altay

Dağlarından çok uzakta ama ona kardeş

gibi.

Bir de ses damgası var Dengizli’de.

Kopuzuyla, kasketiyle, Türk’üleriyle Hayri

DEV. Onun ağzındaki ses bize

kilometrelerce öteyi, binlerce yıl geçmişi,

Orta Asya’yı, atalarımızı hatırlatıyor.

Ustalara selam ile…

Page 34: Gencay Dergisi - Sayı 19 - Ağustos 2013

GENCAY

31

Page 35: Gencay Dergisi - Sayı 19 - Ağustos 2013

GENCAY

32

STRESE VE UYKUSUZLUĞA KARŞI

VÜCUT DİRENCİNİ ARTIRMAYA

YÖNELİK TAVSİYELER Dr. Alperen KIZIKLI

Kıymetli Gencay Dergisi okurları!

Günümüz dünyasında sürekli bir yarışma

içerisine sokulan eğer az uyuyup çok

çalışırsa başarılı olacağına düşünen

insanoğlu büyük bir açmazda. Uykusuz

geçirilen gecelerin, özellikle geç saatlere

kadar çalışmaların hem zihinsel hem de

fiziksel açıdan ne kadar yıpratıcı olduğunu

hepimiz yaşayarak öğreniyoruz.

Bu yıpranmayı en aza indirmek için uyku

hijyeninin ve düzenli beslenmenin kişi

tarafından sağlanması çok önemlidir.

Düzensiz beslenme vücut direncini ve

insanın performansını düşürmektedir. Bu

nedenle besinlerimizde karbonhidrat, yağ

ve proteinin hiç birinden vazgeçmeden

dengeyi gözetmemiz şarttır.

Vücut direnci azalmış bir doktorun,

emniyet memurunun, öğretmenin,

öğrencinin ve esnafın her türlü psikiyatrik

ve organa özgü hastalığa yakalanması çok

kolaylaşmaktadır. Bu durumu önlemek

adında dergimizin bu sayısında stres,

uykusuzluk, aşırı fiziki ve zihinsel aktive

neticesinde yıpranan bedenimizin

direncini artırmak için nelere dikkat

etmemiz gerektiğine değineceğim.

Düzenli Su İçmek

Vücuttan su kaybı böbrek, deri, ter, dışkı

ve akciğer yoluyla olur. Tükürük, gözyaşı,

sümük ve üreme yollarıyla, emzirme

döneminde sütle de su kaybedilir. Günlük

su kaybı, yaşa, çevre sıcaklığına,

hastalıklara ve bireyin başka özelliklerine

göre değişir.

Böbreklerle su kaybı, normal durumda en

çok su kaybı böbreklerle olur. İdrarın

yüzde 95 kadarı sudur. Yetişkinlerde,

idrarla günde 40 gr. dolayında artık madde

dışarı atılır. Bu ve benzeri maddelerden

vücudun kurtulması için böbreklerle

zorunlu olarak 500-900 ml. kadar su atılır.

Ancak, normal durumda ısrarla su kaybı

yetişkinlerde günde 1200-1500 ml.

dolayındadır.

Page 36: Gencay Dergisi - Sayı 19 - Ağustos 2013

GENCAY

33

Bağırsaklardan su kaybı, tükürük, mide

özsuyu, safra, pankreas ve incebağırsak

özsuyu ile sindirim kanalına salgılanan sıvı

miktarı günde 5-8 litre kadar tutar. Bunun

büyük bölümü geri emilir. Günde 100-300

ml. Kadarı da dışkıyla dışarı atılır. İshal,

bağırsak yoluyla su kaybını arttır.

Solunum ve deri yoluyla su kaybı;

akciğerlerle ve deriden günlük su kaybı

600-100 ml. arasında değişir. Bunun 300-

400 ml. kadarı soluk verilen hava

içindedir. Kalanı, deriden gözle

görülmeyen buharlaşma şeklinde ve terle

olur. Sıcak, soğuk, fiziksel etkinlik derecesi

bu yolla su kaybını etkiler. Yaz aylarında

çok özellikle öğle saatlerinde görev yapan

emniyet çalışanlarımız terle günde 5-12

litreye varan miktarda su kaybı

yaşayabilirler. Su kaybının yerine konması

acilen gerçekleştirilmelidir ve su

tüketimini yaz aylarında kapalı mekan

dışında görev yapan çalışanların artırması

gerekmektedir.

Kişilerin günde en az 8 bardak suya

ihtiyaçları vardır. Susuz kalan bir vücutta

böbrekler toksinleri atamaz, kişi kendini

yorgun hisseder. İş konsantrasyonu azalır

Her yemek öncesi içilecek olan bir bardak

su, hem tokluk hissi verir hem de midenin

daha rahat çalışmasına yardımcı olur. Sıvı

tüketimi konusunda bitki çaylarından da

faydalanılabilir. 1 fincan rezene ile gaz

sıkıntılarından kurtulmak mümkündür.

Papatya çayının rahatlatıcı, kuşburnunun

soğuk algınlığı ve gripten koruyucu etkisi

vardır.

Yağ Alımı

Vücuda yağ alımı özellikle zeytinyağı ve

sıvı yağlardan karşılanmalıdır. Katı yağlar

damar duvarında birikerek kalp ve damar

hastalıkları başta olmak üzere obezite ve

pek çok kronik hastalığa neden

olmaktadır. Katı yağ tüketimi

sınırlandırılmalıdır.

Vücut direncini artırmak adına kalsiyum

alımı da oldukça önemlidir. Süt ve

yoğurttan zengin gıdalar tüketmek, ileride

yaşanabilecek kemik erimesi riskini

düşürecektir. Kalp hastalarının son ara

öğünlerinde 1 kase yoğurt ve bir orta boy

meyve almaları günlük diyetlerinin

vazgeçilmezi olmalıdır.

Balık, Omega 3 yağları göz ve beyin

sağlının gelişmesi için her yaşta sürekli

önerilen bir besindir. Balık tüketimi

haftada 3 günden fazla olabilir.

Page 37: Gencay Dergisi - Sayı 19 - Ağustos 2013

GENCAY

34

Egzersiz Yapmak

Sağlık için egzersizi günlük hayatıma

almamız gerekmektedir. Özellikle

sonbahar aylarında vücudun bağışıklık

sistemini artırmak için egzersiz yapmak

büyük önem taşıyor.

Haftada en az 3 kez 30-40 dakika egzersiz

yapılması, hastalıklardan etkilenmemek

için faydalı olacaktır. ‘Kış geliyor' diye

egzersiz aksatılmamalıdır. Kışın hareket

yapmamamız, vücudu hastalıklara karşı

dirençsiz hale getirecektir. Hava temizse

açık havada, değilse kapalı mekânlarda

egzersiz muhakkak yapılmalıdır. Yarım

saat bile olsa ev içerisinde ya da dışarda

yapılacak egzersiz hareketleri ile hem

psikolojik hem de fizyolojik bir rahatlama

sağlanabilir.

Protein, Soğan ve Sarımsak

Bir sağlık sorunundan dolayı yasaklama

veya sınırlama yoksa yumurta, kırmızı et,

tavuk, balık, peynir, süt, yoğurt

tüketimimizi arttırmalıyız. Yoğun katkı

maddesi içeren hazır besinleri çok sık

tüketmemeliyiz. Bol sıvı, şekersiz bitki çayı

ve en önemlisi de su tüketimimizi

artırmalıyız.

Sarımsağın, antimikrobiyal özelliğinden

dolayı bağışıklık sistemini

güçlendirmektedir. Ayrıca kanın

akışkanlığını sağlayarak kolesterolü

düşürmektedir. Yemeklere eklenen

sarımsak miktarının arttırılmasının

bağışıklık sistemini güçlendirmektedir.

Soğanın içerdiği allisin ve sülfür ise

bağışıklık sistemini desteklemektedir.

Meyve ve Sebze Tüketimi

Elma, içeriğindeki E ve C gibi antioksidan

vitaminlerle bağışıklık sistemini

güçlendirerek hastalıklara karşı vücut

direncini artırır. Meyvelerin iyice

yıkandıktan sonra kabukları ile

tüketilmesi daha sağlıklıdır. Portakal ve

mandalina gibi turunçgiller, içerdikleri

zengin C vitaminiyle vücudun savunma

mekanizmasını kuvvetlendirir. C

vitamininin yanı sıra, potasyum, kalsiyum,

magnezyum gibi mineralleri de içerir.

Güne bir bardak taze sıkılmış meyve suyu

ile başlamak vücut direncini artırır. Sabah

kahvaltıda protein alınması, taze nane,

Page 38: Gencay Dergisi - Sayı 19 - Ağustos 2013

GENCAY

35

maydanoz, marul gibi yeşil sebzelerin

tüketilmesi gerekmektedir. Gün içinde

elma veya siyah çekirdekli üzüm yenilmesi

de bu anlamda faydalıdır. Kış aylarında

görev yapan çevik kuvvet çalışanlarına

soğuk havalarda tüketecekleri kuru incir,

fındık veya ceviz faydalı gelecektir.

Haftada 2 kez kuru fasulye, kuru nohut

veya barbunya gibi kuru baklagiller

tüketilmesi vücudun protein ihtiyacının

sağlanmasına katkıda bulunmaktadır.

Vücut Direncini Azaltan Yiyecekler

Vücut direncini artıran besinlerin yanı sıra

vücut direncini kıran, hastalıklara neden

olan besinlerde bulunmaktadır. Bu tip

besinler genellikle yüksek enerji içerikli

veya kafein ağırlıklı olmaktadır.

Kızarmış besinler, cipsler, şekerlemeler,

hamurlu ve şerbetli tatlılar, asitli içecekler

(Kola türevi içecekler) böbrekleri negatif

etkiler ve mineral emilimini bozar.

Kafein içeren içeceklerden kahve günde iki

fincandan fazla alınmamalı ve çay demir

emilimini bozduğu için yemeklerden

hemen sonra içilmemelidir. Çok fazla çay

tüketimi kan hücrelerinin sayısının

azalmasına ve kişinin kendini yorgun

hissetmesine neden olmaktadır. Yeşil

çayda bile kafein vardır.

Sadece protein ağırlıklı beslenme ve

protein ağırlıklı, kızarmış ürünler almak

vücut direncini negatif etkiler, kas ve su

kaybına neden olur.

Alkol tüketimi, vücut direnci için özellikle

önemli olan vitamin ve mineral emilimini

azaltır. Konserve ve hazır gıdalardan uzak

durulmalıdır. Derin dondurucudan

çıkarılıp mikrodalgada ısıtılarak tüketilen

besinler sağlığa faydaları tartışmalıdır.

Mümkün olduğunca taze sebzelerden

yapılmış yemekler aynı gün içerisinde

tüketilmelidir.

Düzensiz uyku yemek kişinin

metabolizmasını negatif etkiler özellikle

gece yemekleri metabolizmayı bozar. Gece

görev yapan çalışanların mümkün

olduğunca yemekten kaçınmaları, açlık

hislerini bir iki adet meyve ile gidermeleri

faydalı olacaktır.

Antioksidanlar

Tükettiğimiz tüm besinler, vücutta

enerjiye dönüşmek için oksijen ile

yakılırlar. Bu yanma esnasında vücut için

zararlı olan serbest oksijen radikalleri

oluşur. Serbest radikaller özellikle

vücuttaki hücre ve organlarda hasara

neden olur. Ayrıca çevredeki hava kirliliği,

stres, radyasyon ve sigara serbest radikal

miktarının vücutta artmasına neden olur.

Page 39: Gencay Dergisi - Sayı 19 - Ağustos 2013

GENCAY

36

Vücutta artan serbest radikaller, kanser ve

bazı kalp hastalıklara neden olur.

Antioksidanlar, vücutta serbest radikal

seviyesinin düşmesini sağlar. Özellikle A, C

ve E vitaminleri antioksidan özelliği olan

besin grubudur. Bu vitamin grubunu

içeren, limon, portakal, fındık, badem,

maydanoz, zeytinyağı, ayçiçeği, ceviz gibi

besinlere de mümkün olduğunca günlük

beslenmemizde yer vermeliyiz.

Uykunun Önemi

Modern toplumun bir başka sorunu olan

yetersiz ya da verimsiz uyku da vücut

direncini sağlayan en önemli unsurlardan

biridir. Diyet ve yaşam tarzının yanı sıra

uyku da vücut direncinin temel

taşlarındandır. Bu üç öğenin tamamının

karşılanamaması durumunda kişi kendini

dinç hissedemez.

Çok uyumak mı, kaliteli uyumak mı

önemlidir sorusu sıkça sorulmaktadır.

8 saat boyunca uyumak, kaliteli uykudan

daha az önemlidir. Kaliteli uyku, zihnin

duyularla olan bağlantısını tamamen

kopardığı zaman gerçekleşir. Zihni besler

ve gençleştirir; kısa ve uzun zamanlı

zihinsel gücü geliştirir.

Gün boyu vücut direncini artırmak ve

geceleri kaliteli bir uyku için, kafein, alkol

ve nikotin gibi uyarıcı maddeleri

kullanmamalıyız.

***

Siz değerli okuyucularımıza sağlık ve

mutluluk dolu günler diliyorum.

Esen kalınız.

Page 40: Gencay Dergisi - Sayı 19 - Ağustos 2013

GENCAY

MİLLİ DÜŞÜNCE MERKEZİ’NİN SON KİTABINI

MERKEZİMİZDEN TEMİN EDEBİLİRSİNİZ.