Gencay Dergisi - Sayı 41 - Haziran 2015

38

description

Gencay Dergisi - Sayı 41 - Haziran 2015 http://www.gencaydergisi.com

Transcript of Gencay Dergisi - Sayı 41 - Haziran 2015

Page 1: Gencay Dergisi - Sayı 41 - Haziran 2015
Page 2: Gencay Dergisi - Sayı 41 - Haziran 2015

www.millidusunce.org

Adres: GMK Bulvarı, Özveren Sokağı Nu: 2/2 Demirtepe Metro Durağı

Kızılay/ANKARA

Telefon: 0 (312) 231 31 94

Belgeç: 0 (312) 231 31 22

Page 3: Gencay Dergisi - Sayı 41 - Haziran 2015

GENCAY

GENCAY Aylık Fikir - Kültür ve Gençlik Dergisi

Yıl 4 Sayı 41 - Haziran 2015

Ücretsiz e-dergi

www.gencaydergisi.com

[email protected]

İLAÇ ATIKLARININ ÇEVRE VE İNSAN SAĞLIĞINA ETKİSİ / Ahmet Doğan ERGİN

ENERJİNİN MEZAR TAŞLARI / Fatma Özge ÖZDEMİR

TÜRKİYE’DE İMAR RANDI VE ÇEVRE KATLİAMI/ Mehmet HUN

3. DÜNYA ÜLKELERİNDEN GELİŞMİŞLERE DOĞAL KAYNAK AKIŞI / Canan CAVŞAK

ÖDEMİŞ’İN ALTINI: PATATES / Fatma Özge ÖZDEMİR

TARIMSAL ÜRETİM VE ÇEVRE KİRLİLİĞİ / Yrd. Doç. Dr. Peiman MOLAEİ

KAYBOLAN ÇEVRE DUYARLILIĞIMIZ / Ertuğrul Kaan ÇAM

İNDEPENDENTA TANKER KAZASI / Çağhan SARI

KİTAP TANITIMI: KÜRESEL ENERJİYE YÖN VEREN GÜÇLER / MİLLİ KİTAP

Page 4: Gencay Dergisi - Sayı 41 - Haziran 2015

GENCAY

1

İLAÇ ATIKLARININ ÇEVRE VE İNSAN

SAĞLIĞINA ETKİSİ

Ahmet Doğan ERGİN

Gelişen teknoloji, hayatın birçok alanına

getirdiği büyük kolaylıklarının yanında

bazı zararları da beraberinde

götürmektedir. Özellikle artan nüfus,

kentleşme, hastalıklar, üretim ve tüketim

bizleri ilaç ve kimyasal kullanmaya

zorunlu hale getirmektedir. Kullanılan bu

ilaç ve kimyasallar sonucu meydana gelen

atıklar; çöp döküm alanları, üretim ve

tüketim sonucu doğaya karışan atık sular,

toprağa karışan kimyasallar ile çevre ve

insan sağlığı açısından çok büyük tehdit

oluşturmaktadır.

Amerikan Çevre Koruma Ajansı’nın (EPA-

Environmental Protection Agency) yaptığı

tanıma göre

• Yanıcılık

• Korozivite (pH<2 ve pH>12)

• Reaktivite (su ile reaksiyon verebilen,

şoklara hassas)

• Toksisite

özelliklerden en az birini içeren maddeler

tehlikeli atık olarak adlandırılmaktadır.[1]

Buna göre toksisite ve reaktivite

gösterebilmelerinden dolayı ilaçlar da

tehlikeli atık grubuna dahil olmaktadır.

Tehlikeli atık sayılan ilaç ürünleri akut

olarak toksik olup olmamasına göre P

(akut) ve U sınıflarına ayrılmıştır. Aşağıda

bazı ilaçlar ve yer aldıkları listeler

gösterilmiştir.[2]

P

Listesi

U

Listesi

Arsenik

trioksit

P012 Mitomisin C U010

Epinefrin P042 Klorambusil U035

Nikotin P075 Daunomisin U059

Nitrogliserin P081 Rezorsinol U201

Fizostigmin P204 Kloralhidrat U034

İlaç Atıklarının Ekolojiye Etkileri

İlaçlar genel olarak veteriner ve beşeri

ilaçlar olarak ikiye ayrılır. Veteriner

ilaçları; hayvan hastalıklarında, yemlerde

ve hayvan verimini artırmada; beşeri

ilaçlar ise beşeri hastalıklarda

kullanılmaktadır. Bu ilaçlar kanalizasyon

suyu ve katı atıklar ile akarsu ve toprağa

karışarak ekosisteme verilir. Atılan bu

atıklar sulara karışarak, içme sularımıza

yada toprağa geçerek yediğimiz bitkilere

geçebilerek ciddi hasarlara neden

olabilmektedir. Bu sebeple başta ağrı

kesici-ateş düşürücü ve antibiyotikler

olmak üzere, beta blokörler, kolesterol

ilaçları, sitotoksik kanser ilaçları

ekosisteme karışıp risk oluşturabilecek

başlıca ilaç gruplarındandır.

Kullanılmayan veya raf ömrü dolan ilaçlar

çöp kutusuna ya da tuvaletlere dökülerek;

topikal kullanılan ilaçlar banyo ile sularına

karışarak; oral alınmış ilaçların büyük

kısmının vücutta metabolize olmadan

idrar ve feçesle atılmak suretiyle

Page 5: Gencay Dergisi - Sayı 41 - Haziran 2015

GENCAY

2

kanalizasyon suyuyla ekosisteme

geçmektedir.

Bu ilaçlar daha çok evsel ilaç atıkları adı ile

anılmaktadır. Toplumda bu tür atıklara

klasik çöp muamelesi yapılmaktadır. Genel

olarak Türkiye’de imha ise tuvaletler

aracılığıyla şehir kanalizasyon sisteminde

birikerek ya da çöp kutularına atılarak

insan ve hayvan sağlığı için büyük risk

oluşturmaktadır. İmha bu konuda hizmet

veren eczaneler aracılığıyla ya da

belediyenin bu konuda yaptığı çalışmalarla

gerçekleşmelidir.

Türkiye’de ise atık yönetimi belediyelerin

sorumluluğundadır. Belediyeler, tıbbi atık

yönetimini ‘’Tıbbi Atık Kontrol

Yönetmeliği ’’’ne (1993) göre yapmaktadır.

Bu yönetmelik atıkların toplanması, nakli

ve geri dönüşümünü içermektedir.

Tıbbi ilaçların doğaya karışma ve etkilerinin şematize hali

Yukarıda bahsedilen ilaçların imhasını

standardize etmek için Çevre Koruma

Ajansı (EPA: U.S. Environmental

Protection Agency), HHS (Department of

Health and Human Service) ve Beyaz Saray

Ulusal Uyuşturucu Kontrol Yönetmeliği

(ONDCP: The White House Office of The

National Drug Control Policy) ortak bir

çalışmayla 2007 yılında reçeteye tabi

ilaçların imhası üzerine bir yönetmelik

yayınlamışlardır. Bu yönetmeliğe göre

ilaçların nasıl imha edileceği bir düzene

sokulmuştur. Bu çalışma başta suistimale

açık opioid grubu analjezikler üzerine

yapılmıştır.

Yukarıda sayılan tüm ilaç gruplarının

ekosistemde birikmesi insan ve hayvan

sağlığı için ciddi bir tehlike

oluşturmaktadır. Fakat özellikle

kullanım/etki oranı gün geçtikçe artan

antibiyotikler, üzerinden en çok durulması

gereken ilaç gruplarındandır.

Antibiyotikler, mikroorganizmanın

büyümesini durduran veya onları öldüren

etkili biyoaktif maddelerdendir.

Bu ilaçlar vücutta düşük bir miktarı

değişecek şekilde metabolize olduktan

sonra kalanı idrar veya dışkı ile arıtma

tesislerine ulaşır. Arıtma tesisine ulaşan

ilaçların birçoğu burada giderilemez.

Özellikle suda çözünebilen (polar)

metabolitler bu yöntemle giderilemez.

Çünkü arıtma için kullanılan karbon

adsorbsiyon yöntemi hidrofobik (suda

çözünmeyen) etkileşimden yürür ve suda

çözünen maddelerin arıtımı sağlanamaz.

Sonuç olarak sular ve çevre kirlenir.

Özellikle bazı antibiyotiklerin yarı

ömrünün uzun olması nedeniyle uzun süre

doğada kirlilik kaynağı olarak kalıp, su

kirliliğinden öte suda yaşayan hayvanları

da olumsuz yönde etkilemektedir.

Page 6: Gencay Dergisi - Sayı 41 - Haziran 2015

GENCAY

3

İçme sularımızda ve yediğimiz canlılardaki

antibiyotik kalıntılarının getirdiği en

büyük problemlerden biri ise bakterilerde

gelişen antibiyotik direncidir.

Antibiyotik direnci, belirli bir antibiyotiğe

karşı direnç, söz konusu antibiyotiğin

tedavi dozunda dirençli bakterileri

öldüremediğini veya çoğalmalarına engel

olamadığını ifade etmektedir. Bu ise

dünyayı tehdit eden çok ciddi global bir

sorundur. Dünya Sağlık Örgütü’nün yaptığı

araştırmaya göre dünyanın tüm

ülkelerinde bakterilere de direnç

gelişmekte ve eğer yeni antibiyotikler

bulunmazsa, mevcut antibiyotiklerin etki

etmeyeceği ve basit bir enfeksiyon sonucu

ölümler yaşanabileceği vurgulanıyor. Bu

kapsamda özellikle grip gibi basit

rahatsızlıklarda bile antibiyotik kullanılan

ülkemizde Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz

Kurumu’nun ‘’Akılcı İlaç Uygulamaları’’

kapsamında antibiyotik kullanımının

sınırlandırılması üzerine çalışmalar devam

etmektedir. Fakat antibiyotiklerin

çevredeki zararları konusunda yürütülen

bir çalışma bulunmamaktadır.

Bu kapsamda gönüllü eczacıların kurmuş

olduğu ÇEKOOP (Çevreci Eczacılar

Kooperatifi) önemli görevler

üstlenmektedir. ÇEKOOP, ilaç üzerinde

doğrudan sorumluluğu bulunan

eczacıların 'evsel nitelikli atık ilaçlar'ın

toplatılıp imha ettirilmesi konusunda

örgütlenmesi ile 31.08.2010 tarihinde

İzmir'de kurulan, özellikle halkın elinde

kalarak çöp ve kanalizasyon sistemlerine

karışan ve büyük ölçekli çevre kirliliğine

sebep olan atık ilaçların toplanarak,

lisanslı tesislerde bertarafını sağlamak

amacıyla kurulan, gelinen noktada

eczacılık ve çevre ile ilgili çalışmalarda

bulunan bir meslek örgütüdür.

Evsel atık ilaçları toplamak konusunda

yerel ve ulusal anlamda ilk ve tek

uygulayıcı olan ÇEKOOP, üye / ortak

eczaneler ile çalışan, kar amacı gütmeyen,

eczacılık mesleği ve çevre ile ilgili projeler

üreten bir eczacı kooperatifidir. Ülkemizde

öncü olan bu kurum toplumda bilinç

oluşturmak adına çok önemli bir adımdır.

ÇEKOOP Neler Yapmaktadır?

• Türkiye genelinde ÇEKOOP’ a üye olan

eczanelerin atık ilaçlarının toplanarak

lisanslı imha tesislerinde bertaraf

edilmesini sağlamak,

• Doğada %100 çözünen bio torbaların,

doğal içerikli ve çevreye dost ürünlerin de

eczanelerde daha fazla kullanılmasını

sağlamak amacıyla kooperatifler ve eczacı

odaları aracılığıyla satışını yapmak,

Page 7: Gencay Dergisi - Sayı 41 - Haziran 2015

GENCAY

4

• Atık kâğıt, pil ve elektroniklerin,

gönüllü kurum ve kuruluşlardan, eczacı

odalarından ve yine üye eczanelerden

alınarak geri dönüşüme katkı sağlamaya

çalışmak,

• Görme engellilerin için “Engelsiz İlaç”

projesi

• Yeni oluşturulan “İlaç dedektifleri”

projesi ile 5, 6. ve 7 sınıf öğrencilerine,

akılcı ilaç kullanımı ve atık ilaç konusunda

eğitimler vermek

Doğa, bozkır geleneğinden gelen Türkler

için çok önemlidir. Türkler, geleneklerinde

hayvana, doğaya yapılan kötülüklerin

tanrılar tarafından cezalandırılacağına

inanmış, doğanın canlanışını Nevruz

bayramıyla birleştirmişlerdir. Oysa ki

ataları doğanın canlanışını kutlayan bir

toplum şimdi çevresel bilinçten

yoksundur. Bunun nedenlerine bakacak

olursak en büyük neden Türklerde

toplumsal mülkiyetten çok bireysel

mülkiyet daha önemli olmasıdır.

Bu ise özellikle yerleşik hayata geçen

Türklerde çevre bilincini sekteye uğratmış,

gerek çevre kirliliğinde gerekse

ekosisteme zarar verebilecek

faaliyetlerden geri durulmamıştır. Fakat

elimizde başka dünyamız yok ve biz bu

dünyamıza, evimize sahip çıkmaz, ona

zarar verirsek yaşayabilecek yerimiz

kalmayacaktır. İlişkilerde olduğu gibi

çevre konusunda da unutmamamız

gereken bir söz var: “Açtığın her yaradan,

hesap sorar yaradan”...

Kaynakça

1.http://www.dtsc.ca.gov/HazardousWaste/upload

/HWMP_DefiningHW111.pdf

2.http://water.epa.gov/scitech/wastetech/guide/up

load/unuseddraft.pdf

3.http://www.who.int/mediacentre/factsheets/fs19

4/en/ who

4. Şahan Saygı, Dilek Battal, Nefise Özlen Şahin,

Çevre ve insan sağlığı yönünden ilaç

atıklarının önemi

5. Murat TOPAL, Gülşad USLU, E.Işıl ARSLAN TOPAL,

Erdal ÖBEK; Antibiyotiklerin Kaynakları ve Çevresel

Etkileri

Page 8: Gencay Dergisi - Sayı 41 - Haziran 2015

GENCAY

5

ENERJİNİN MEZAR TAŞLARI Fatma Özge ÖZDEMİR

ABD, atom enerjisinden barışçıl enerji elde etmenin,

artık geleceğin hayali olmaktan çıktığının

farkındadır. Hayata geçirilebilirliği kanıtlanmış olan

bu kabiliyet, bugün ve şimdi buradadır. Dünyadaki

bütün bilim insanlarının ve mühendislerinin elinde,

yeterli miktarda atomlarına parçalanabilir madde

olsa, kim bu kabiliyetin hızlı biçimde evrensel,

verimli ve ekonomik bir kullanıma

dönüştürüleceğinden şüphe edebilir ki…

ABD Başkanı Dwight D. Eisenhower, Barış İçin Atom

Konuşması’ndan (8 Aralık 1953)

Çok değil bundan birkaç yıl öncesine kadar

nükleer enerji bizlere çok uzak bir enerji

kaynağı idi. Korkularımız, endişelerimiz

vardı enerji üretimine dair. Yaşanılan

Three Mile Island ve Çernobil gibi kazalar

nükleer enerji sektöründe gerilemeye

neden olmuşlardı. Fakat bilindiği üzere

enerji vazgeçilemez bir değer günümüzde.

Makineleşen dünyada bu değere olan

ihtiyaç her geçen gün katlanarak

artmaktadır. 19. yüzyılın sanayi devrimi

kahramanı kömür, 20. yüzyılın teknoloji

devrimi kahramanı petrol ve 21. yüzyılın

kahramanı ise nükleer enerji olmaktadır.

II. Dünya Savaşı’ndan sonra bunlara

“bedava” elektrik ümidiyle eklenen

uranyum 1974 petrol şokunun da etkisiyle

yüzlerce santral kurulmasına neden oldu.

Canlılar nasıl enerjiye ihtiyaç duyup almak

istiyorlarsa ülkelerin de enerjiye

ihtiyaçları vardır. Bu yüzden ülkeler

yeraltı ve yer üstü zenginliklerine göre

enerjiyi kendileri üretebildikleri gibi başka

ülkelerden satın da alabilirler. Enerjiyi

üretmenin birçok yolu vardır. Örneğin;

fosil yakıtlardan elde edilen enerji,

hidroelektrik santrallerinden elde edilen

enerji, jeotermal enerji, yenilenebilir enerji

gibi belli başlı enerji üretilen

yöntemlerdir. Bu yöntemler arasından

yenilenebilir enerji kaynakları çevre dostu

olma özelliği taşımaktadır. Bu yüzden

günümüzde nükleer enerji ile

kıyaslanmakta ve tercih edilmesi gereken

yöntem olarak gösterilmektedir.

Yenilenebilir enerji kaynaklarının üretim

kapasitesi

Yenilenebilir enerji kaynakları güneş,

biokütle, rüzgâr, gel-git, dalga enerjisi gibi

kaynaklardır. Fakat bu kaynakların ne

denli yararlı ya da zararlı oldukları henüz

netlik kazanmamıştır. Bu yüzden

avantajları olduğu gibi dezavantajları da

bulunmaktadır. Fosil yakıt kullanımı hava

kirliliğine sebep olurken yenilenebilir

enerji kaynakları istenilen verimi

göstermemektedir. Böyle verimsiz

çalışmaları enerji talebinin çok az

miktarını karşıladığı için makineleşen

dünyada tercih edilmemektedirler. Bütün

bu saydığımız özelliklerin yanında nükleer

enerji bir deva olarak gösterilmekte ve

“verimli temiz enerji” olarak

bilinmektedir. Nükleer enerji “temiz” bir

enerji kaynağı olarak vurgulanmasının

yanında siyaset için cazip ve albenili bir

seçenektir.

Page 9: Gencay Dergisi - Sayı 41 - Haziran 2015

GENCAY

6

Peki nükleer enerji neden temiz enerji

olarak vurgulanmaktadır? Bu enerjinin

olumsuz yanları yok mudur? Nükleer

santraller kömürle çalışan elektrik

santrallerine oranla yüzde 60 daha az katı

atık üretmektedirler. Ve ürettiği katı

atıklar kömür santralleri gibi etrafa cıva,

kadmiyum, kurşun, arsenik vb. maddeleri

yaymamaktadırlar. Çünkü nükleer atıklar

muhafaza alanlarında depolanıp

mühürlenirler. Tehlikeli ve uzun ömürlü

bu atıklar insanlarla temas etmeyecek

şekilde saklanırlar. Prosedür gereği böyle

yapılması gerekir. Fakat yüksek sıcaklığa

sahip uranyum çubuklarının gömülmesi ve

yer altında soğuması çok uzun yıllar

almaktadır. Bu süre zarfında uranyum

çubukları aktivitesinden hiçbir şey

kaybetmeyecektir. Atıklar zehirliliğinin

600 yıl sonra kaybetmektedir. Herhangi

bir temasta radyoaktif madde yayması

kaçınılmazdır. Ülkemizde ve diğer

ülkelerde bu çubukları gömecek alanlar

belirlenip, sıkı denetim altında

tutulabilecek midir ya da tutuluyor mudur

büyük bir merak konusudur.

Kaynakların çıkartmış olduğu karbon dioksit

miktar tablosu

Diğer taraftan kömür santrallerinin külleri

çöp depolama alanlarında korunaksız bir

şekilde muhafaza edilmektedir. Çünkü bu

küller insan sağlığını tehdit edici bir unsur

olarak görülmemektedir. Tehlikeli atık

sınıfında sayılmayan bu küller baraj

inşaatlarında ve kentsel dönüşüm

kapsamında yeniden inşa edilen binalarda

harcın içine karıştırılarak

kullanılmaktadır. Bu yüzden insanoğlunun

yaşadığı evleri ya da içme suyu biriktiren

barajları kanserojen madde saçmaktadır.

Son yıllardaki kanser vakalarının

artmasının sebeplerinde birisi de budur.

Bu yüzden nükleer enerji daha cazip

gelmekte ve prosedüre uygun talimatlarla

yapılacak atık bertarafı ile seçilen yöntem

olmaktadır. Fakat bilindiği gibi kâğıt

üzerinde yapılan bütün planlar gerçek

hayata olduğu gibi aksettirilmemektedir.

Uzmanlar bu verilere dayanarak doğru

atık bertarafının henüz çözüme

kavuşmadığını vurgulamıştır. Nükleer

atıklar nasıl bertaraf edilmeli kesin

sonuçları yoktur. Enerji güvenliğinin

sorgulandığı bu sektörde, insanoğlu çevre

kirliliği ve ulusal güvenlik arasında bir

tercih yapmak zorunda bırakılacaktır.

Nükleer enerji olgusu büyümeye devam

eden ticari bir sektör halini almıştır.

Dünya ölçeğinde ülkeler arasında inceleme

yaptığımızda Fransa ve Litvanya’da

%70’den fazla, Japonya, İsviçre,

Macaristan, Ermenistan gibi ülkelerde ise

%30’dan fazla enerji ihtiyacı nükleer

enerji tarafından karşılanmaktadır.

Uzmanlar nükleer üretimin gelecek

yıllarda az da olsa düşüşe geçeceğini

vurgulasa da dünya bu tahminlere kulak

tıkamakta ve yeni reaktörler inşa

etmektedir. Ve bu reaktörler de henüz

nükleer santrale sahip olmayan Bangladeş,

Mısır, Endonezya ve Türkiye gibi

gelişmekte olan ülkelere kurulmaktadır.

Verilerden elde edildiğine göre yeni

tesisler en çok Asya’da hızlı gelişim

göstermektedir. Batı’da ise bu gelişim

daha yavaş seyretmektedir.

Page 10: Gencay Dergisi - Sayı 41 - Haziran 2015

GENCAY

7

Ülkelerin nükleer reaktör sayısı ve enerji

üretimi tablosu

Peki, ya nükleer santraller için gereken

yakıt nasıl temin edilecektir? Sadece

uranyum cevheri eldeki tahminlere göre

mevcut var olan rezervlere göre 70-80 yıl

arasında yeteceği söylenmektedir. Peki,

daha sonrası ne olacak? Hangi kaynaklar

kullanılacak? Bu konuda gelişen dünyanın

bir planı var mıdır? Yeni yapılan reaktörler

işin içine girdiğinde bu hesaplar değişecek

mi bilinmemektedir. En büyük uranyum

cevheri rezervleri; Avustralya (%23),

Kazakistan (%15), Rusya (%10), Kanada

(%8), Güney Afrika (%8), ABD (%6),

Brezilya (%5)’da bulunmaktadır.

Bilindiği gibi nükleer enerji santrali

inşaatları son derece maliyetli olmaktadır.

Yapımı olduğu kadar tesis ömrünün

dolmasından dolayı sökümü de bir o kadar

maliyetlidir. Kurulumu yıllar alan nükleer

enerji santralleri işletmesinin ve

bakımının düşük maliyetli olması

nedeniyle ve yüksek kapasite ile

çalıştıklarından ilk maliyetine göre

avantajlı kabul edilmektedirler. Fakat bir

nükleer santralin ekonomik anlamda

rekabet edebilmesi için çeşitli faktörler

gereklidir. Bunlar:

1. Enerjiye olan talebe

2. Alternatif yakıtların varlığına ve

maliyetine

3. Ülkenin nükleer enerjiye yatırım

yapabilecek düzeyde bir ekonomiye sahip

olmasına

4. Çevresel kısıtlamalara

5. İşçilik ve malzeme maliyetlerine

6. Devlet desteğine bağlıdır.

Bu saydığımız faktörler arasından en

önemli olanı devlet desteğidir. Nükleer

enerji günümüzde siyasi bir araç olarak

kullanıldığından devlet desteği çok

önemlidir.

Kömür santrallerinin atık miktarı

Uluslararası Enerji Ajansı (IEA) tarafından

özetlenen birkaç çalışmaya göre, yatırım

maliyetleri tesis ömrüne bölündüğünde

nükleer santrallerin ürettiği elektrik, fosil

yakıtlarla çalışan santrallerin ürettiği

elektrikten çok daha az pahalıdır. Ama

iklim değişikliği faktörü bu tabloyu büyük

ölçüde değiştirebilir. Fakat karbon

salınımı planı bu hesapları baştan aşağıya

değiştirir. Çünkü karbon yakalama ve

depolama teknolojisi masraflıdır. Bu da

hesaba eklenirse nükleer enerji daha

ucuza mâl edilmektedir.

Page 11: Gencay Dergisi - Sayı 41 - Haziran 2015

GENCAY

8

Nükleer Enerji Nedir?

Nükleer enerji, bu günlerde kamuoyunu

hayli meşgul eden atomun çekirdeğinden

elde edilen bir enerji türüdür. Nükleer

kelimesi, İngilizce nücleus adının

sıfatlaşmış halidir. Nükleer enerjinin

esasını oluşturan atom eski Yunanca

kökenli olup, parçalanmaz anlamına

gelmektedir. Atom minerallerin en küçük

parçası olup, onun karakterini belirler ve

kendisini oluşturan bir çekirdek ve onu

çevreleyen elektronlardan oluşur.

Kütlenin enerjiye dönüşümünü ifade eden,

Albert Einstein'a ait olan E=mc² formülü

ile ilişkilendirilmiştir. Atom

çekirdeklerinin parçalanması sonucunda

büyük bir enerji açığa çıkmaktadır. Ağır

atom çekirdeklerinin nötronlarla

bombardımanı sonucunda bu

çekirdeklerin parçalanması sağlanabilir;

bu tepkimeye “fisyon” adı verilmektedir.

Her bir parçalanma tepkimesi sonucunda

açığa fisyon ürünleri, enerji ve 2-3 adet de

nötron çıkmaktadır.

Nükleer enerji, üç nükleer reaksiyondan

biri ile oluşur:

• Füzyon: Atomik parçacıkların birleşme

reaksiyonu.

• Fisyon: Atom çekirdeğinin zorlanmış

olarak parçalanması.

• Yarılanma: Çekirdeğin parçalanarak

daha kararlı hale geçmesi. Doğal (yavaş)

fisyon (çekirdek parçalanması) olarak da

tanımlanabilir.

Ağır radyoaktif maddelerin, dışarıdan

nötron bombardımanına tutularak daha

küçük atomlara parçalanması olayına

fisyon, hafif radyoaktif atomların

birleşerek daha ağır atomları meydana

getirdiği nükleer tepkimelere ise füzyon

tepkimesi denir. Füzyon tepkimeleriyle

fisyon tepkimelerinden daha fazla enerji

elde edilir. Güneş patlamaları füzyona,

nükleer santrallerde kullanılan tepkimeler

ve atom bombası teknolojisi gibi

faaliyetler de fisyona örnek olarak

gösterilebilir.

Nükleer enerji, 1896 yılında Fransız fizikçi

Henri Becquerel tarafından kazara,

uranyum maddesinin fotoğraf plakaları ile

yan yana durması ve karanlıkta yayılan

radyoaktif ışınların fark edilmesi ile

keşfedilmiştir. Terim dünyada ilk kez

İkinci Dünya Savaşı sırasında 6 Ağustos

1945 tarihinde Japonya’nın Hiroşima, 9

Ağustos 1945’de Nagazaki kentlerine

atılan bombalarla adını duyurmuştur.

Nükleer enerjinin elde edilmesi sırasında

sıcaklık, uranyum olmayan reaktör

maddeleri, uranyum bileşikleri,

parçalanma ürünleri ve radyasyon gibi

çeşitli maddeler açığa çıkmaktadır.

Nükleer enerjinin gelişimi ekonomik

coğrafya için çok önemlidir. Bu durumun

birçok nedeni vardır. Bunlar;

1. Şimdiye kadar bilinmeyen ve enerji için

kullanılmamış bir kaynaktır.

2. Doğal rezervleri alanına göre çok

yaygındır.

Page 12: Gencay Dergisi - Sayı 41 - Haziran 2015

GENCAY

9

3. Sadece gerçek üretimden ziyade ulaşım,

mekân ısıtması ve diğer ekonomik

faaliyetlerde de kullanılabilir.

4. Çabuk bir şekilde laboratuvar

safhasından diğer safhalara geçebilir.

Enerji üretiminde daha elli yılını

tamamlamamış yeni bir kaynak olan

nükleer enerji, 1970’li yıllardaki petrol

enerji kriziyle birlikte ülkeler tarafından

daha çok tercih edilmiştir. Teknolojik

gelişiminin çok hızlı olması ve pek çok

kullanım alanının mevcut olması nükleer

enerjiyi daha cazip hale getirmiştir.

Nükleer enerji tıpta, endüstride ve silah

sanayiinde önemli ölçüde

kullanılmaktadır. Ayrıca unutulmamalıdır

ki; nükleer silahlar için nükleer santrale

gerek yoktur. Yani nükleer santraller

nükleer silah yapımı için uygun tesisler

değildir. Ayrıca kaza riskinin az ama

sonucunun çok ağır olması bizleri

nükleere karşı bir adım geri durmaktan

alıkoyamamaktadır. Çünkü bu tesisler

radyasyon yaymakta ve radyasyonun

sonucunda ise mutasyonlar meydana

gelmektedir. Şu ana kadar nükleer santral

kazalarında izlenebilen bir mutasyon

oranını saptamak çok zordur. Çünkü

mutasyonlar çok uzun zamanlar sonucu

kendilerini gösterirler. Nükleer enerjide

kullanılan hammadde azdır fakat çıkan

atığı devasa miktarlardadır. Örneğin 1 ton

uranyum elde edilmesinden geriye 20 bin

ton atık madde kalmaktadır. Bu fazla

miktardaki atık potansiyel tehlike

oluşturmaktadır. Bu durum atığın bertaraf

edilmesi için depolama alanlarına

taşınması demektir. Konum olarak pazar

ve soğutma suyuna yakın olarak kurulması

gereken reaktörler için deniz, haliç ve

büyük göl kıyıları tercih edilmektedir.

Çevresinde bulunan suyu soğutma amaçlı

kullanıp daha sonra sıcak olarak deşarj

etmesi oradaki habitatı tahrip edeceği gibi

atık taşınmasında deniz yolunun

kullanılacak olması da çok büyük riskler

içermektedir.

Nükleer santrallerden karbon dioksit,

sülfür dioksit ve nitrojen oksit salınmaz.

Fakat nükleer santraller hayvanların ve

bitkilerin doğal yaşam alanlarını yok

ederler. Toprağa zehirli atık bulaştırıp

bulunduğu bölgenin habitatını tahrip

ederler. Radyoaktif atıkların toprak altında

saklanması, bu alanların yeniden

kullanımını engeller. Ağır metaller ve

tuzlar gibi kirliliğe yol açan maddeler,

santrallerin kullandığı su havzalarında

birikerek ağır çevresel tahribata yol

açarlar. Bu durum çevredeki su kalitesini

olumsuz yönde etkileyerek etrafta

bulunan yerleşkelere zarar vermektedir.

Santralin kapanması durumunda dahi

radyoaktif özelliği korunmuş olacağından

bu çevre tahribatını engelleyemeyecektir.

Sonuç olarak; dünya nükleer santraller

kurmaktan vazgeçmemiştir. Ama kurulan

bu nükleer santrallerin bölgesel gelişimi

akıllarda soru işaretleri uyandırmıştır.

Nükleer santraller için en önemli

konulardan biri olan atık bertarafı konusu

gelişmiş ülkelerin üçüncü sınıf ülkelere

uyguladığı bir çevre felaketinden öteye

gidememiştir. Her ne kadar bu konular

saklanarak kulak ardı edilmeye çalışılsa da

durum bundan ibarettir. Burada akıllara

şu soru gelmektedir: Acaba Türkiye

nükleer santrallerinin atıklarını nereye

gömecektir ya da hangi ülke sınırları içine

nükleer atıklarını gömecektir?

Page 13: Gencay Dergisi - Sayı 41 - Haziran 2015

GENCAY

10

Her ne kadar nükleer santraller için

gereksiz korkular olarak bahsedilmiş olsa

da Çernobil’de yaşanan facianın tekrarını

hiçbir canlı görmek istememektedir.

Nükleer güç insanlık için çok büyük bir

tehlikedir. Dolayısıyla tesis kurulumunda

ve atık konularında deniz trafiğinin tercih

edilecek olması ve herhangi bir kaza

halinde atom, hidrojen ve nötron

patlamalarının yakıcı etkisi insanoğlunu

korkutmaktadır. Yapılacak olan

santrallerin deprem kuşağında olmadığı

bazı kaynaklarda yayınlanmış olsa da

bilindiği gibi ülkemizin %92’si birinci

derecede deprem kuşağı içindedir.

Nükleer enerjinin çevreye verdiği zararlar

teknik olarak minimum değerde

gözüküyor olsa da, nükleer enerji

güvenliğini ellerin insafına bırakmış olmak

ve Sinop’a, Mersin Akkuyu’ya yapılacak

olan santraller konum, binayı yapan şirket

ve deniz kirliliği faktörlerinde risk teşkil

etmektedir.

Kamuoyunun gözünde atom bombaları

nükleer santrallerle eş tutulmaktadır.

Fakat termik santraller ile

karşılaştırıldığında kömürün içeriğinde

bulunan radyasyonun kül olarak etrafa

daha fazla yayıldığı gözlenmektedir. Ve

değişen enerji piyasasıyla birlikte her

geçen gün artan enerji ihtiyacı nükleer

enerjiyi teknik konumdan siyasi bir

konuma taşımaktadır. Böylece nükleer

enerji iki ucu keskin bıçak gibidir. Aslında

isteğimiz enerjide dışa bağımlılığın

azaltılmasıdır. Bu çerçevede tüm yolların

denenmesidir. Siyasi bir rant aracı haline

getirdiğimiz nükleer enerjiye takılı

kalmadan ya da kurulmasına karar verildi

ise bunu kamuoyuna artıları ve eksileriyle

açık açık anlatılmasıdır. Daha merkezi

çözümlerin üretilebileceği enerji piyasası

mümkün değil midir acaba? Mersin

Akkuyu ve Sinop’a kurulacak olan nükleer

santraller ülkemizin medeniyet seviyesini

ne ölçüde yükselteceği hakkında fikir bile

yürütemiyoruz değil mi? Ama

unutulmaması gereken bir şey var ki,

nükleer enerji ölüm saçmaya başlarsa ırk,

dil, din, mezhep, cinsiyet ayrımı

yapmayacaktır. Canlılığa son verecektir.

Her ihtimale karşı en kötüsünü düşünmek

zorundayız…

Kaynakça

( 2011). Bilim-Teknik Dergisi - Haziran sayısı, 45.

Altın, V. (2007). Nükleer Enerjinin Küresel

Gerçekleri. Bilim ve Teknik.

Altın, V. (2011). Şişedeki Cin. NTV Bilim.

Cohen, L. B. (1996). Çok Geç Olmadan. Ankara :

Tübitak.

Doğanay, H. (1998). Enerji Kaynakları. Erzurum:

Şafak Yayınevi.

http://bilimmerkezi.tumblr.com/post/3874752125/

nukleer-enerji-nedir. (tarih yok). 2015 tarihinde

alındı

http://tr.wikipedia.org/wiki/N%C3%BCkleer_enerji.

(tarih yok). Haziran 01, 2015 tarihinde alındı

Montgomery, S. L. (2014). Küresel Enerjiye Yön

Veren Güçler. Tübitak Popüler Bilim Kitapları.

ÖZdemir, F. Ö. (2013). Nükleer Enerji Santralleri ve

Türkiye. Gencay Dergisi.

R.S.Thoman. (1962). The Geography of Economic

Activity. New York: Mc. Graw-Hill Book Company .

Page 14: Gencay Dergisi - Sayı 41 - Haziran 2015

GENCAY

11

TÜRKİYE’DE İMAR RANDI VE ÇEVRE

KATLİAMI Mehmet HUN

Hani derler ya “Para hırsı, insanın gözünü

kör eder” diye. Sadece insanın gözünü kör

etmiyor bu hırs kendisinin ve ailesinin

geleceğini de mahvedebiliyor.

Yaşadığınız şehre hiç kuş bakışı baktınız

mı? Uçakla yolculuk ederken ben baktım!

Şehrimdeki betonla kaplı alan ile yeşille

kaplı alanı kıyasladığımda nefessiz kaldım.

İçim daraldı. Tıpkı ağaçlar olmadan

insanın oksijensiz kalması gibi nefessiz

kaldım.

Peki, şehrimi bu hale getiren neydi?

Betonlaşmasına sebep olanlar nelerdi?

Sorunun cevabı inşaat sektörü içinde

olanlar için basit aslında. Enine

yapılaşmadan ziyade dikine yapılaşmanın

tercih edilmiştir. Nedir peki bu kavramlar

arasındaki fark? Enine yapılaşmada peyzaj

projeleri daha çok ön plana çıkar ve

insanların nefes alabileceği alanlara daha

çok yer verilir. Örneğin Hollywood

filmlerinde gördüğünüz tek veya iki katlı,

geniş bahçeli evler bu yapılaşmaya en

güzel örneklerdir. Peki dezavantajı nedir?

Arsanın üzerine onlarca kat çıkmak varken

tek katla idare etmek zorunda kalırsınız.

Bu da daha az para kazanmak demek!

Ayrıca şehrin altyapısına yüklenmemiş

olursunuz! Böylelikle daha az kâr elde

edersiniz. Ne kadar kötü bir tercih değil

mi?

Peki, dikine yapılaşma nedir? Ben buna

“TOKİ” tarzı yapılaşma diyorum. İnsanları

onlarca katlı binalara tıkıp, toplam inşaat

alanı içinde, yeşil alanı minimuma

indirerek yapılan yapılaşma bence. Aslında

bu anlayış sadece TOKİ’de değil,

Türkiye’de inşaat sektörünün tümünde

hâkim. “Arsadan maksimum yararlanma“

anlayışı denilebilir buna da. Adamlar haklı

sonuçta (!) Yaptığı daireleri bir an önce

satsın ki kâr elde etsin. Peki, yeşil alan

Page 15: Gencay Dergisi - Sayı 41 - Haziran 2015

GENCAY

12

konusu ne olacak? Çocukların özgürce

koşturabileceği çim alanlar ya da günün

stresini atmak için spor yapılacak

mekânlar nereye kurulacak?

Bu bahsettiklerim “arsadan maksimum

yararlanma“ anlayışının çok ilerlediği

durumlarda oluyor. Mesela bir arsanın

bina kat adedi izni üç kat iken birden

belediye meclisinden geçen bir karar ile

mevcut arsaya yapılacak kat adedi sayısı

ona çıkıyor. Bu durumdan anlaşılan

yetkililer de rahatsız olmuşlar ki Aralık

2014’te “ %40 imar rant vergisi ” projesini

ortaya attılar. Amaç bu kat artışlarından

elde edilen kârdan devlet hazinesine para

aktarılması ve bunun çevre

düzenlemelerinde kullanılmasıydı. Ancak

ne yazık ki bu proje “bazı kaygılardan”

dolayı rafa kaldırıldı.

İnsanların nefes alabilmeleri için,

kendilerini mutlu hissedebilmeleri için

binalar projelendirilirken peyzaj

projelerine dikkat edilmelidir. Bu projeler

arsadan daha çok yararlanmak amacı ile

değil, insanların daha çok nefes alabilecek

ortam oluşturma hedefiyle çizilmelidir.

Eğer bunu başarabilirsek şehrimize

kuşbakışı baktığımızda, dikine beton

yapılaşma yerine, enine daha çok yeşili

olan bir yapılaşma görürüz.

Page 16: Gencay Dergisi - Sayı 41 - Haziran 2015

GENCAY

13

3. DÜNYA ÜLKELERİNDEN GELİŞMİŞ

ÜLKELERE KAYNAK AKIŞI VE ÇEVRE

Canan CAVŞAK

İnsanın çevresinde bulunan, ihtiyaçlarının

giderilmesini, toplumsal amaçların

gerçekleştirilmesini sağlayan ve bu

girişimleri kolaylaştıran bütün araçlara

kaynak denir. Doğal varlıkların doğal

kaynağa dönüşümü ise onları

değerlendirip, üretimde ve tüketimde

kullanacak insanın varlığıyla gerçekleşir

(Başol, Durman ve Çelik, 2005).

Doğal kaynaklar olarak ifade edilen

unsurlar, doğada bulunan, yenilenebilir

veya yenilenemez türlere sahip, insanların

kullanımına doğrudan veya dolaylı olarak

açık bulunan yer altı ve yer üstündeki

canlı, cansız tüm doğal varlıklardır. Yer

altındaki maden ve mineraller, petrol ve

doğal gaz yatakları, yer üstündeki

ormanlar, göller ve nehirler, diğer bitki

örtüsü ve hayvan türlerinin çeşitliliği bazı

örnekleridir (Bal, 2011: 87-104).

Doğal kaynakların yeryüzündeki dağılımı

dengesiz olduğu için, bazı ülkeler doğal

kaynak bakımından zengin, bazıları orta,

bazıları ise fakir olarak değerlendirilir.

Doğal kaynaklara zengin olarak sahip

olmanın ekonomik gelişmeyi pozitif yönde

etkilediğine dair örnekler vardır; ancak

iktisadi gelişmeyi otomatik olarak

sağladığını söylemek kolay değildir.

Bununla ilgili olarak Japonya, Güney Kore,

İsviçre, İtalya, Finlandiya, İrlanda gibi

doğal kaynak fakiri ülkelerin; Meksika,

Nijerya, Venezüella, İran, Irak, Şili,

Brezilya, Kolombiya, Gana gibi doğal

kaynak zengini ülkelerden daha gelişmiş

ve daha fazla gelir sahibi olmaları sıklıkla

verilen örneklerdendir (Bal, 2011: 87-

104).

İnsanlar birçok ihtiyacın karşılanmasında

doğal kaynaklara ihtiyaç duymaktadır.

Özellikle gelişmekte olan ülkelerin ve

bölgelerin servetlerinin önemli bir kısmı

genç nüfuslarının yanında doğal

kaynaklarıdır. Gelişmiş ülkelerin dışındaki

ülkelerde, doğal kaynakların elde

edilmesinin daha ucuz olması nedeniyle ve

gelişmiş ülkelerin büyük bir bölümünün

sahip oldukları doğal kaynakların

azalmasını önlemek istedikleri için,

gelişmiş ülkeler dışarıya yönelmişlerdir.

Doğal kaynakların ekonomik ve sosyal

kalkınmadaki önemi, gelişmekte olan

ülkeler tarafından daha iyi anlaşılmıştır.

Sahip oldukları nüfusla beraber, mevcut

doğal kaynaklar bu ülkelerin başlıca

ekonomik servetlerini oluşturmaktadır.

Bazı ülkeler ise, doğal kaynaklar açısından

yetersiz bir durumda olmalarına rağmen,

bu açıklarını ülkenin sahip olduğu kalifiye

işgücü, bilgi, teknik ve girişim

Page 17: Gencay Dergisi - Sayı 41 - Haziran 2015

GENCAY

14

yeteneklerini rasyonel bir şekilde

kullanarak ülke dışından sağladıkları

hammaddeleri işleyerek kapatmaktadırlar

(Başol, Durman ve Çelik, 2005).

Günümüzdeki gelişmiş ülkelerin tümü

bugünkü sanayileşme düzeyine doğal

kaynaklardan yararlanarak erişmişlerdir.

Zanbak bu duruma şöyle bir örnek

veriyor: “Kendi ekonomileri için

topraklarında gerekli doğal kaynağı

bulunmayan ülkeler diğer ülkelerdeki

hammadde kaynaklarını saptamak için

büyük çabalar harcamışlardır. 19. yüzyılda

gelişen jeoloji bilimi ileriye yönelik

stratejik planlama için gereğince

kullanılmıştır. Özellikle günümüzdeki

gelişmiş Avrupa ülkeleri tarafından

harcanan uzak görüşlü bu çabalar 20.

yüzyılın başlarında uluslararası politika

alanında meyvelerini vermiştir. Buna en

açık bir örnek olarak, Arabistan

Yarımadası'ndaki petrol kaynaklarının

varlığından habersiz olan Osmanlı

İmparatorluğu'na yapılan baskılar

sonrasında, Ortadoğu'da günümüz

gelişmiş ülkelerinin ortaya koymuş

oldukları siyasi coğrafya gösterilebilir.

Lozan oturumları sırasında Musul ve

Kerkük'ün Irak'a verilmesi konusunda

Avrupa ülkelerinin büyük ısrarları ve de

küçük bir alan içinde Kuveyt ve Birleşik

Arap Emirlikleri gibi çok sayıda siyasi

bölünmelerin gerçekleştirilmesi bir

tesadüf değildi. Amaç, ileride bir güçlü

ülke olabilecek Türkiye'yi petrol

kaynağından mahrum etmek ve

Ortadoğu'daki zengin stratejik petrol

kaynaklarının daha kolayca

yönetilebileceği zayıf bir politik ortam

yaratmaktı.” (Zanbak, 2000).

Doğal Kaynakların Kalkınmadaki Rolü

Kalkınma, daha çok ekonomik büyüme ve

endüstrileşme anlamında ele alınmaktadır.

Kalkınma büyük oranda, doğal kaynakların

verimli bir biçimde organize edilerek tüm

toplumun faydasını arttıracak şekilde göz

önüne alınarak akılcı bir şekilde

kullanılmasına bağlıdır. Günümüz

dünyasında, ülkelerce, doğal kaynakların

etkin kullanılmasıyla yapılan üretim,

başta, milli gelire olmak üzere, istihdama,

sanayiye, yatırımlara, enerji sektörüne,

ticaret sektörüne, turizme ve dış ticarete

önemli katkılar yapmaktadır. Bu katkılar

dikkate alındığında, ekonomik anlamda

kalkınmanın amaçlandığı bir ülkede, doğal

kaynaklara dayalı yeterli üretim imkânı ve

kullanım fikri sağlanmalıdır. Öte yandan,

gelişmiş ülkeler ile gelişmekte olan ülkeler

arasında doğal kaynakların varlığı

konusunda bilgi eksikliği vardır. Gelişmiş

ülkelerdeki doğal kaynakların nerede ve

ne kadar oldukları hemen hemen

bilinmekte, halen yeni keşifler yapılmakta

ve doğal kaynakların kullanımına yönelik

Page 18: Gencay Dergisi - Sayı 41 - Haziran 2015

GENCAY

15

de yeni alanlar keşfedilmektedir.

Gelişmekte olan ülkelerin birçoğu ise

kendi doğal kaynaklarının potansiyeli

hakkında yeterli bilgiye sahip değildir.

Gelişmekte olan ülkelerin bu eksikliğini

kapatabilmeleri için modern bilim ve

teknolojiye sahip olmaları gerekir (Başol,

Durman ve Çelik, 2005).

Doğal kaynaklar, günümüzde bilim ve

teknolojinin en önemli uygulama

alanlarından biri olduğu için doğal

kaynaklardan yararlanmak da bazı

tekniklerin bilinmesi ve uygulanmasına

bağlıdır. Doğal kaynaklardan yararlanma

imkânları da teknolojik gelişme ile beraber

artmaktadır. Bugünün dünyasında doğal

kaynaklara sahip, gelişmiş ülkeler doğal

kaynaklarını en etkili biçimde kullanmaya

çalışırken, doğal kaynaklara sahip

olmayan veya yetersiz miktarda sahip olan

gelişmiş ülkeler ise doğal kaynak

ihtiyaçlarını, azgelişmiş veya diğer

gelişmiş ülkelerden, kendi bilim ve

teknolojilerini, sermayelerini ve eğitilmiş

insan güçlerini de kullanarak

karşılamaktadırlar. Örneğin Orta Doğu

ülkelerinde çıkartılan petrolle ülkemizde

büyük oranda kaynağına sahip olduğumuz

bor madeni, tüm gelişmiş ülkeleri

ilgilendiren bir gerçektir (Başol, Durman

ve Çelik, 2005).

Doğal kaynaklardan faydalanabilmenin

koşullarından biri bilim ve teknolojidir,

özellikle geri kalmış ülkeler bu yönden

olumsuz şartlara sahip oldukları için sahip

oldukları doğal kaynaklardan yeterince

faydalanamamaktadırlar. Bilim ve

teknolojiden yeterli düzeyde

yararlanmanın en önemli koşulu ise bilim

ve teknolojiyi üretip, transfer edip bu

teknolojiyi kullanacak yeterli seviyede

kalifiye insan gücüne sahip olmaktır. Başol

ve arkadaşlarının çalışmalarında vermiş

oldukları örnek bu durumu anlamak için

faydalıdır: “Örneğin gelişmiş ülkeler,

uranyum yönünden zengin olan bölgeleri

ellerinde tuttukları için uranyumdan

nükleer enerji elde etmede kullanılan

teknolojileri geliştirmişlerdir; fakat, yine

radyoaktif özellik taşıyan, nükleer enerji

elde edilmesinde kullanılabilecek toryum

için teknoloji geliştirilmesine

çalışmamaktadırlar; çünkü, toryum

madeni çoğunlukla gelişmekte olan

ülkelerin sahip olduğu doğal

kaynaklardandır. Eğer dünyada uranyum

tükenirse, işte o zaman dünyanın gelişmiş

ülkeleri açısından toryum önemli bir

maden olacak ve bu konuda teknoloji

geliştirilmesine çalışılacaktır. Doğal olarak,

bu doğal kaynaktan da yine teknolojiyi

üreten gelişmiş ülkeler, daha fazla

yararlanacaktır.” (Başol, Durman ve Çelik,

2005). Bu durum şunu göstermektedir ki

doğal kaynaklara sahip olmak çok

önemlidir; ancak asıl önemli olan şey, bu

doğal kaynaklardan yararlanmayı

sağlayacak bilim ve teknolojiye sahip

olmaktır.

Zengin doğal kaynaklara sahip olan bazı

gelişmemiş ülkeler, bunları işleyip refah

seviyelerini yükseltecek teknik bilgi,

Page 19: Gencay Dergisi - Sayı 41 - Haziran 2015

GENCAY

16

sermaye, kalifiye işgücü ve ekonomik

organizasyonu gerçekleştirecek girişim

gücü bakımından düşük bir seviyede

bulunmaktadırlar. Örneğin Türkiye’de

volfram rezervlerinin % 95’i Uludağ’da

bulunmaktadır; fakat ulaşım imkânlarının

kısıtlı olması bu madenden

yararlanılmasını zorlaştırmaktadır. Aynı

şekilde dünya bor rezervinin yaklaşık %65

i Türkiye’de bulunmaktadır; ancak bor

madenini işleyecek teknoloji ülkemizde

yoktur. Bu yüzden hammadde olarak

dışarıya ihraç edilmekte ve maddi olarak

ülkemize daha az verim sağlamaktadır

(Başol, Durman ve Çelik, 2005).

Doğal Kaynak Akışının Çevreye Etkileri

Gelişmiş ülkeler az gelişmiş ülkelerin

kaynaklarından yararlanırken, orada

birtakım çevre sorunlarının oluşmasına da

neden oluyor. TASAM tarafından

yayınlanan bir yazıda bu konuyla ilgili

olarak şu örnek veriliyor: “Gelişmiş ülkeler

az gelişmiş ülkelerin hammadde ve doğal

kaynaklarından yararlanarak, atıklarını bu

ülkelere atıyorlar. Örneğin; Eski Sovyetler

Birliği döneminde Kazakistan’a 237

milyon ton radyoaktif atık gömüldüğü

belirtiliyor. Ülkede Sovyet döneminde

binlerce nükleer deneme yapıldı. Bu

denemelerde büyük miktarda radyasyon

açığa çıktı.

2. Dünya Savaşı’ndan sonra Hiroşima’ya

atılan atom bombasının açığa çıkardığının

20 bin katı kadar radyasyon olduğu

söyleniyor. Kazak biyologlar genetik

başkalaşımın yaşandığını, hala kanserli,

zihin hastası ve genel bağışıklık sistemi

bozuk olan çocukların doğduğunu

söylemektedirler.”(TASAM, 2006).

Görüldüğü üzere gelişmiş ülkelerdeki

endüstri tesislerinin üretim, iletim ve

tüketim esnasında ortaya çıkan atıkları

Üçüncü Dünya ülkelerinde çevre

bozulmalarına etki etmektedir.

Hammadde çıkartılması ve takip eden

ulaşım hizmetleri süreci de büyük ölçüde

kirlenmelere yol açmaktadır. Teknolojik ve

ekonomik gelişmeler, üretim faktörlerinin

kullanımını ve ürünlerin tüketim alanını;

buna bağlı olarak mal ve hizmetlerin

pazarını tüm dünyaya açmıştır. Bu durum

ulaşım sektörünün global kirlenme

içindeki payının artmasına neden

olmaktadır. Her yıl milyarlarca ton yük ve

milyarlarca insan bir yerden başka bir

yere taşınıp durmaktadır.

Hammadde temini ve ulaştırma

faaliyetlerinde ortaya çıkan atıklarda

olduğu gibi, üretim aşamasında meydana

gelen atıklarda da büyük artışlar olmuştur

(Es, 1998).

Az gelişmiş veya gelişmekte olan ülkeler,

gelişmiş ülkeler tarafından gönderilen

tehlikeli atıklar nedeniyle de çevre

sorunlarıyla mücadele etmek zorunda

kalmaktadır. 22 Mart 1989’da ülkeler

tarafından kabul edilen, 5 Mayıs 1922’de

resmen yürürlüğe giren ve tam adı

‘Tehlikeli Atıkların Sınır Aşırı Taşınması ve

Bertaraf Edilmesinin Kontrolüne İlişkin

Basel Sözleşmesi’nin amacı tehlikeli ve

Page 20: Gencay Dergisi - Sayı 41 - Haziran 2015

GENCAY

17

diğer atıkların sınır aşırı taşınması,

bertaraf edilmesi ve geri dönüşümünden

doğabilecek tehlikeleri ortadan

kaldırmaktı ve özellikle de gelişmekte olan

ülkeleri tehlikeli atık sorunu yaşamaya

başlayan gelişmiş ülkelerin çöplüğü

olmaktan korumayı hedefliyordu (Soysal,

2015).

Gelişmiş ülkeler Basel Sözleşmesinin açık

bıraktığı alanları kullanarak tehlikeli

atıklarını gelişmekte olan ülkelere

yönlendirmek için iki temel yol

benimsediler. İlk yolları kendi ülkelerinde

temiz teknolojilere öncelik verirken;

tehlikeli atık çıkaran kirli teknolojileri

gelişmekte olan ülkelere yönlendirmekti.

Gelişmekte olan ülkelerde çimento sanayi,

kömürlü termik santraller, madencilik gibi

büyük oranda atık ve tehlikeli atık üreten

sanayi dallarının kurulmasını teşvik eden

gelişmiş Avrupa ve Kuzey Amerika

ülkeleri, kendi ülkelerinde ise üretim

esnasında çok az atık çıkaran ileri

teknoloji sanayi tesislerini geliştirdiler. Bu

ürünleri gelişmekte olan ülkelerden düşük

fiyatlarla ithal ederken, ülkelerini de atık

sorunundan korumuş oldular (Soysal,

2015).

İkinci bir yöntem ise gelişmekte olan

ülkelerde geri dönüşüm tesislerinin

kurulması ve teşvik edilmesidir. Bu

tesisler ithal atığa dayalı çalışmaktadır.

Ayrıca kurulu bulundukları ülkelerin atık

kapasitelerinin çok üzerinde kapasiteye

sahip oldukları için yine çevre sorunlarına

yol açmaktadır. Bunun en önemli örnekleri

başta cep telefonları, bilgisayarlar olmak

üzere elektronik malzeme söküm tesisleri

ve ülkemizde Aliağa’da da 21 adet bulunan

gemi söküm tesisleridir (Soysal, 2015).

Sonuç olarak Basel sözleşmesi yasa dışı

ülkeler arası tehlikeli atık ticaretini

önleyemediği gibi; gelişmiş ülkelerin kirli

sanayi kollarını ve geri dönüşüm

tesislerini gelişmekte olan ülkelere

göndererek tehlikeli atık sorununu bu

ülkelere ihraç etmesine neden olmuştur

(Soysal, 2015).

Bir başka örnek ise Gökdayı’nın

makalesinden verilebilir: “Amazonlar`daki

yağmur ormanlarının azalma nedeni;

ormanların gelişmiş ülkelerin hammadde

ihtiyacı olarak kesilmesinden

Page 21: Gencay Dergisi - Sayı 41 - Haziran 2015

GENCAY

18

kaynaklanmaktadır. Yine, Afrika`daki

yoksulluk ve açlığın nedeni; Afrikalılar`ın

beceriksizliğinden değil, Afrika`nın 500

yıldır Avrupalılar tarafından sömürülmesi

ve kaynaklarının Avrupa`ya aktarılmasıdır.

Afrikalı insanlar yüzyıllarca kapitalizmin

işleyişinde köle olarak kullanıldı, doğal

kaynakları ve diğer servetleri aktarıldı.

Tüm bu aktarımlar esnasında yüz binlerce

insan Avrupalılar tarafından öldürüldü. Bu

nedenle Avrupa’daki servet birikimin

temelinde, az gelişmiş ülkelerin doğal ve

insan kaynaklarının sömürge düzen içinde

aktarılmış birikimleri bulunmaktadır.”

(Gökdayı, 1996: 129-150).

KAYNAKÇA

Bal, H. (2011); “İktisadi Gelişme ve Doğal Kaynaklar:

Geçiş Ekonomiler Çerçevesinde Bir İnceleme” iç.

Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi (s. 87-104) Cilt: 20

Sayı:1

Başol, K., Durman, M., Çelik, M.Y. (2005); “Kalkınma

Sürecinin Lokomotifi; Doğal Kaynaklar” iç. Muğla

Üniversitesi SBE Dergisi Sayı: 14

Es, M. (1998); “Teknoloji, Kalkınma ve Çevre” iç.

Sosyal Siyaset Konferansları Dergisi Sayı: 41-42

Gökdayı, İ. (1996); “Doğal Kaynakların ve Çevrenin

Korunmasında Önemli Bir Tehdit Unsuru: Ekolojik

Bunalım ve Sorunun Kapitalizm’den Kaynaklanan

Sonuçlarının Dünyanın Geleceğine Etkileri” iç.

Süleyman Demirel Üniversitesi İktisat ve İdari

Bilimler Fakültesi Dergisi (s. 126-150) Sayı: 1

Soysal, A. (2015); “Basel Sözleşmesi; Gelişmekte Olan

Ülkeleri Tehlikeli Atık Çöplüğü Olmaktan Kurtardı

mı?”

Zanbak, C. (2000) ; “Türkiye Kalkınmasının

Sürdürülebilirliği Açısından

Doğal Kaynaklardan Yararlanma Sorunları”

Page 22: Gencay Dergisi - Sayı 41 - Haziran 2015

GENCAY

19

Page 23: Gencay Dergisi - Sayı 41 - Haziran 2015

GENCAY

20

ÖDEMİŞ’İN ALTINI: PATATES

Fatma Özge ÖZDEMİR

Ödemiş Türkiye’nin batısında Ege

bölgesinde İzmir iline bağlı bir ilçedir.

2014 yılı nüfus verilerine göre toplam

nüfusu 129.407'dir. Ödemiş´in İzmir’e

uzaklığı 113 kilometredir. Denizden

yüksekliği 123 metre olup en yüksek

noktası 2157 metre ile Bozdağlardır.

Yüzölçümü 107.900 hektardır. Büyük bir

kısmı ovalık olan arazinin ortasından

Küçük Menderes nehri akmaktadır. Bölge

Akdeniz ikliminin etkisi altındadır. İlçede

yazlar sıcak ve kurak, kışlar ılık ve

yağmurlu geçer. Bozdağlar ve Aydın

dağlarına kar yağar, nem oranı %64 dür.

Ödemiş bitki örtüsü genelde makidir.

Dağlarda meşe ağacı türleri, kestane ve

menengir kızılçam ağaçları yetişmektedir.

Ovada ise ceviz, incir, kavak, fıstıkçamı,

turunçgiller, zeytin ve meyve ağaçları yer

almaktadır. (1)

Meşhur Ödemiş patatesi

Ödemiş’in ekonomisi tarıma ve

hayvancılığa dayalıdır. Yüz ölçümünün

%40’ı tarım arazisi olmasından dolayı

tarım ilçede daha yaygındır. Başlıca tarım

ürünleri patates, incir, zeytin, karpuz,

susam, kestane, tütün, üzüm, yaş sebzeler

olup, Bademli yöresi meyve fidancılığı ve

kiraz üretimi alanlarında Türkiye

ekonomisinde büyük bir paya sahiptir. İlçe

halkının “kompir” olarak nitelendirdikleri

sarı renkli patates Türkiye’de üretilen en

meşhur tarım ürünlerinden birisidir.

Madenin sağda Gölcük Gölü’ne uzaklığını, solda ise

Bozdağların eteklerinde kapladığı alan görülüyor.

Şimdilerde ise Ödemiş’i bir de madeniyle

ünlü yapmaya çalışıyorlar. Bozdağlar’ın

eteklerinde altın rezervi bulundu iddiaları

çoktandır kulaklara çalındı fakat çok da

önemli bir haber olmadığı varsayılarak

önemsenmedi. Çünkü hiç kimse böyle bir

doğa güzelliğini göz göre göre katledemez

diye düşünüldü. Maden Bozdağlar’ın

eteklerindeki Gölcük, Oğuzlar, Bayırlı,

Çağlayan, Çobanlar, Dolaylar, Mursallı,

Günlüce ve Çamyayla köylerini içine

almakta. Bu adını saydığımız köyler

patates ve zeytin üretiminden başka gelir

kaynağı olmayan tek geçim kaynağı

toprakları olan köylerdir. Maden arama

sahası olarak da ülkemizin doğa

güzellikleriyle ve yaz aylarında yayla

olarak bilinen Gölcük krater gölünün alt

bölgelerin de Bozdağ’ın eteklerinde yer

alıyor. Maden, Ödemiş’e 6 km uzaklıkta

bulunan Birgi ilçesinin ise hemen

yanındaki dört köyün sınırlarını

içermekte. Bilindiği gibi Bozdağlar kış

aylarının kayak ve dağ turizmi merkezi,

yaz aylarının ise serin yayla havası

nedeniyle yöre halkının cazibe merkezidir.

Page 24: Gencay Dergisi - Sayı 41 - Haziran 2015

GENCAY

21

İngiliz, Alman ve Birleşmiş Milletler’e ait

belgelerin yanında Osmanlı arşivini de

inceleyerek ‘maden sahası’ ruhsatı alan

işadamının dosyası valilikten olur aldı.

ÇED sürecini de tamamlarsa Gölcük

Yaylası’nda altın ve gümüş arayacak(2).

İzmir Valiliği’ne başvuru yapan META

Madencilik Araştırma Sanayi ve Ticaret

Limited Şirketi'nin kurucu ortaklarından

olan iş adamı Enerji ve Tabii Kaynaklar

Bakanlığı Maden İşleri Genel

Müdürlüğü’nden aldığı ‘dördüncü’ grup

işletme ruhsatı ile ÇED sürecini başlattı.

Bu sürecin başlaması ise akıllarda

ülkemizde yapılan ÇED raporu sürecinin

nasıl işlediğine dair soru işaretleri bıraktı.

Bölgede altın madeninin yanı sıra

osmiyum, iridyum, rutenyum, renyum

elementlerinin de saptandığı ve bu

elementlerin ekonomik değer açısından

altından daha değerli olduğunu biliniyor.

Bölgede altın madeni açık ocak işletmesi

kurulacağı Çed raporunda yer alıyor. Yani

durum aşağıdaki sağ resimdeki gibiyken,

sol resme dönüştürülmeye çalışılıyor.

Ayrıca bölgeden madeni Bergama’ya

nakliye etmeyi planladıklarını vurgulayan

şirket yöneticileri bu sistemi nasıl

yapacaklarını ve hangi güzergâhları takip

edeceklerini açıklamamış, bu nakliye

sırasında çevreye verecekleri kirliliği nasıl

elimine edeceklerini anlatmamışlardır.

Ödemiş ve Bergama arası 206,7 km’dir.

Yaklaşık olarak 3 saat gibi bir süre yol

tutmaktadır. Bu taşıma işinin firma için

ekonomik çıkarı hesaplanmamış olsa bu

kadar mesafeyi göze alamaz.

Belirlenen maden arama sahası pek çok

yaylanın, tarihi mekânların ve doğa

güzelliklerinin olduğu bir bölgedir. En

başta maden arama sahalarının yakınında

bulunan eski krallık Likya ülkesinin

başkenti ve ilk paranın kullanıldığı antik

kent olan Sardes bulunmaktadır. ÇED

ruhsat alanı 2 bin 706,7 hektarlık olan

altın madeninin şimdilik 11,34 hektarlık

alanında arama yapılması planlanıyor olsa

da bu madenin işlenmesinde kullanılan –

olması gereken – kapalı havuzların içinde

siyanür solüsyonu tüm çevreyi olumsuz

etkileyecektir. İzmir Bergama’daki altın

madeni bu olay hakkındaki en önemli

örnektir. Normalde dünyanın hiçbir

yerinde olmayan açık ve içinde siyanür

bulunan liçing havuzları Bergama’da

kullanılmış ve doğal yaşamla birlikte

bütün tarihi eserleri aşındırarak tahrip

etmiştir. Bu altın işlemede kullanılan

siyanür ilerleyen zamanlarda asit

yağmurlarına da sebep olmakta böylece

aşındırıcı etkisi katlanarak artmaktadır.

Krater Gölü olan Gölcük yandaki şekle

getirilmeye çalışılıyor.

Kayıtlarda işletilebilir görünür rezerv 14

milyon 784 bin ton, ortalama yıllık üretim

miktarı 20 bin ton olarak tespit edilirken

tam 739 yıl çalışma yapılabileceği

öngörülüyor. Başvuru ise 10 yıllık süreç

için yapılırken çalışmalar devam ettikçe

süre uzatımı alınması düşünülüyor (3).

Tabi tüm bunlar olurken kimse halka bir

açıklama yapmıyor. İlk zamanlar açıklama

yapan yetkililer bu doğa güzelliğini

bozdurmayacağını vurgularken sonraları

madenin ne kadar gerekli olduğunu

anlatmaya başladılar. Halka direnin

demelerine rağmen kendileri küresel

Page 25: Gencay Dergisi - Sayı 41 - Haziran 2015

GENCAY

22

dünya nimetlerine kanan yetkililer acaba

akşamları vicdanen rahat uyuyorlar mı?

Ne olursa olsun maden yaptırmayacağını

haykırıyor Ödemişli Hemşehrilerim! Elbet

seslerini duyan bir yetkili çıkar umudunu

taşıyoruz. Birkaç gram altın için birilerine

peşkeş çekilen arazilerini kurtarma

derdinde her biri. Toprağın, havanın,

suyun değerini ülke nüfusunun

%50’sinden daha çok farkındalar. Çünkü

biliyorlar ki başka memleket yok! Başka

Türkiye yok!

KAYNAKLAR

1)http://tr.wikipedia.org/wiki/%C3%96demi%C5%

9F

2)http://www.kucukmenderes.com.tr/altin-sarisi-

mi-kompir-sarisi-mi-04-02-2014

3)http://mobil.egedesonsoz.com/default.asp?page=

haber&haberid=860809

Page 26: Gencay Dergisi - Sayı 41 - Haziran 2015

GENCAY

23

TARIMSAL ÜRETİM VE ÇEVRE

KİRLİLİĞİ

Yrd. Doç. Dr. Peiman MOLAEİ

Özet

Son yüzyılda, bitkisel üretimi artırmak

amacıyla uygulanan gübreleme, sulama,

hastalık ve zararlı mücadelesi için

kullanılan kimyasalların verimde büyük

artışlar sağlamasına karşılık, bu

uygulamaların özellikle bilinçsiz bir

şekilde yapılmasının uzun dönem de

yeryüzündeki ekolojik dengeyi olumsuz

yönde etkilediği ortaya çıkmıştır. Tarımsal

alanlara, orman veya bahçelere uygulanan

pestisitler havaya, su ve toprağa, oradan

da bu ortamlarda yaşayan diğer canlılara

geçmekte ve dönüşüme uğramaktadır.

Bunun sonucunda da gıda, hava, su ve

toprak kirliliği oluşmaktadır. Kimyasal

ilaçların insan sağlığı ve çevre üzerine

olumsuz etkilerini azaltmak için hastalık,

zararlı ve yabancı otlarla ilgili ekonomik

ve ekolojik bir mücadele yapılması

gerekmektedir. Son yıllarda üzerinde

çokça durulan konulardan birisi de

“Ekolojik Tarım”dır. Ekolojik tarım canlı

ekolojik sistemleri ve döngüleri temel

alarak tarım alanlarında yoğun olarak

kullanılan pestisit, gübre ve bitki büyüme

düzenleyicilerinin tarımsal ürünler

üzerinde bıraktıkları kalıntılardan,

toprağa, suya, havaya ve diğer canlılara

olumsuz etkilerinden mümkün olduğunca

uzak kalmak amaçlanmaktadır.

Günümüzde zirai mücadelenin, agro-

ekosistem ve sürdürülebilir tarımsal

üretimin dikkate alınarak yapılması bir

zorunluluk haline gelmiştir.

1. Giriş

Belirli bir alanda karşılıklı ilişki içinde olan

canlı ve cansız faktörlerin tümü ekosistemi

oluşturur. Bir ekosistemde yaşayan

insanlar, hayvanlar, bitkiler, mantarlar ve

mikroorganizmalar o ekosistemin canlı

faktörlerini meydana getirirken; su, hava,

toprak, rüzgâr ve güneş ışığı cansız

faktörleri oluşturur. Canlı ve cansız

varlıklar arasında etkileşimin sağlıklı

olduğu ve gerekli enerji sağlandığı sürece

ekosistem, kendi kendine yeterli bir

sistemdir. Tarımsal ekosistemler, doğal

ekosistemlerin aksine insanların üretimi

artırma çabaları nedeniyle çeşitli

biçimlerde gübre, pestisit gibi birçok ek

enerji katkısı ile bir anlamda

yapaylaştırılmış ekosistemlerdir. Ekolojik

açıdan bakıldığında tarımsal ekosistemler

çoğunlukla tek bir bitki türüyle sınırlanmış

yapıları yüzünden genelde istikrarsız ve

zayıf olarak kabul edilmektedir. İşte böyle

bir ekosistemde ürün kaybına neden olan

zararlı, hastalık ve yabancı otlara karşı

Page 27: Gencay Dergisi - Sayı 41 - Haziran 2015

GENCAY

24

yapılan ilaçlamalarda atılan ilacın %0.015-

%6.0’sı hedef alınan canlı üzerine

ulaşmakta ve yeterli etki alınmakta, geri

kalan % 94-99.9’luk kısım ise

agroekosistemde hedef olmayan

organizmalara ve toprağa ulaşmakta ya da

çevredeki doğal ekosistemlere sürüklenme

ve akıntı nedeniyle kimyasal kirleticiler

olarak karışmaktadır. Bunun sonucu

olarak geçtiğimiz 100 yılda gerçekleşen

dramatik oranda çevre kirliliği ve biyolojik

çeşitliliğin azaltılmasına şahit olmaktayız.

2. Doğal denge

Doğada organizmalar birbirleriyle belirli

bir ilişki içinde yaşarlar. Bu ilişki genelde

bir beslenme ilişkisidir ve çok sayıda

halkadan meydana gelmiş bir zincire

benzetilebilir. Aslında bu beslenme yarışı,

bireylerin varlığını sürdürebilmelerinin

gereği olarak içgüdülerinden kaynaklanır.

Örneğin Elma içkurdu elma meyvesi ile

beslenir ve bu beslenme doğadaki zincirin

sadece bir halkasıdır. Elma içkurdunun

yumurtalarıyla beslenen yumurta

parazitoiti de beslenme yarışı içinde olan

bir diğer organizmadır. Her iki

organizmanın doğadaki işlevleri

varlıklarını sürdürmek açısından

birbirinden farksızdır. Ancak Elma

içkurdu, elme meyvesiyle beslenmesi

sonucu olarak insanın besinine ortak

olması, dolaysıyla beslenme açısından

insanlara rakip olması nedeniyle zararlı

sıfatını alır. Elma içkurdunun yumurta

parazitoidi ise insanlara zararlı olan Elma

içkurdu yumurtaları ile beslenip onun

popülasyonunu azalttığı ve insanlara yarar

sağladığı için yararlı sıfatını alır (Öncüler

ve Durmuşoğlu, 2008). Bu Örnekte de

görüldüğü gibi, doğadaki organizmaların

yararlı ve zararlı sıfatı alışında onların

insanlarla olan ilişkisi rol oynamaktadır.

Buna göre doğada zararlı ve yararlı

organizmalar bir arada ve belirli bir denge

içinde bulunurlar ve doğadaki bu sisteme

doğal denge adı verilir. Doğal denge, bir

kefesinde zararlıların, diğer kefesinde

yararlıların yer aldığı bir teraziye

benzetilebilir. Dışarıdan herhangi bir

müdahale yapılmadığı sürece bu terazi

sürekli dengededir. Dışarıdan bu sisteme

yapılacak müdahaleler dengenin

bozulmasına neden olur.

3. Pestisitler

Kültür bitkilerine zarar veren hastalık

etmenleri, zararlılar ve yabancı otlar gibi

organizmaları öldüren maddelere pestisit

adı verilir. Pestisit deyimi, aslında zirai

mücadele amacıyla kullanılan gerek

bitkisel kökenli maddeler gerekse sentetik

olarak üretilen diğer kimyasal bileşikler

gibi her türlü maddeyi içeren preparatları

ifade etmektedir (Öncüler ve Durmuşoğlu,

2008). Pestisitlerin kullanımı çok eski

tarihlere dayanmaktadır. M.Ö. 1500’lere

ait bir papirüs üzerinde bit, pire ve eşek

arılarına karşı insektisitlerin hazırlanışına

dair kayıtlar bulunmuştur. 19.yy’da

zararlılara karşı inorganik pestisitler

kullanılmış, pestisit sayısı ve kompleksliği

1940 yılları boyunca hızla artmıştır.

İnsektisit olan DDT ve HCH ile hormon

karakterli olan herbisitlerden 2,4-D ve

MCPA 1940 yılların sonunda kullanılmaya

başlamıştır. Dünya pestisit tüketimindeki

artış her ne kadar son yıllarda bir

duraklama trendine girdiyse de

(Anonymous, 2003), 1983-1993

döneminde %3,4, 1993-1994’de ise

%18,5’lik yıllık artış hızına ulaşmıştır

(Lorbeer et al., 2001). Bugüne kadar 6000

kadar sentetik bileşik patent almasına

Page 28: Gencay Dergisi - Sayı 41 - Haziran 2015

GENCAY

25

karşın, bunlardan 600 kadarı ticari

kullanım olanağı bulmuştur. (Yıldız vd.

2005). İkinci dünya savaşı ve sonrasında

sentetik organik kimyasalların

keşfedilmesi zararlılarla mücadelede

başarıların hızla artmasına da sebep

olmuştur. Ancak bu kimyasal maddelerin

yarattığı sorunlar da kısa bir zaman içinde

görülmeye başlamıştır.

3.1. Pestisit kullanımının

beraberinde getirdiği sorunlar

Pestisitlerin çevresel etkileri onların

uygulama şekillerine, formülasyonlarına

ve uygulama zamanlarına bağlı olarak

değişiklik göstermektedir. Pestisitlerin

çevresel etkileriyle ilişkili toplumsal

tepkiler 1960 yılında başlamış, 1962

yılında Rachel Carlson tarafından

yayınlanan Sessiz Bahar isimli kitap bu

konuda bir milad olarak kabul

edilmektedir. Sentetik kimyasalların

beraberinde getirği gelişmeler

gerçektende tarımsal üretimde büyük

verim artışlarına neden olduğunu

bilinmektedir. Ancak bunların beraberinde

getirdiği olumsuz yönleri, insan ve çevre

açısından arz ettikleri tehlikeler de az

değildir. Yoğun ve bilinçsiz pestisit

kullanımının sonucunda gıdalarda, toprak,

su ve havada kullanılan pestisitin kendisi

ya da dönüşüm ürünleri kalabilmektedir.

Hedef olmayan diğer organizmalar ve

insanlar üzerinde olumsuz etkileri

görülmektedir. Pestisit kalıntılarının

önemi ilk kez 1948 ve 1951 yıllarında

insan vücudunda organik klorlu

pestisitlerin kalıntılarının bulunmasıyla

anlaşılmıştır. Pestisitlerin bazıları

toksikolojik açıdan bir zarar

oluşturmazken, bazılarının kanserojen,

sinir sistemini etkileyici ve hatta mutasyon

oluşturucu etkiler saptanmıştır. Pestisit

kalıntılarının en önemli kaynağı gıdalardır.

Bu nedenle 1960 yılında FAO ve WHO

“Pestisit Kalıntıları Kodeks Komitesi”ni

kurmuşlar ve bu komitenin çalışmaları

sonucu konu ile ilgili tanımlamalar

yapılmış, bilimsel araştırma verilerine

dayanılarak gıdalarda bulunmasına izin

verilen maksimum kalıntı değerleri

saptanmıştır. Ülkemizde de tarımsal

ürünlerde kullanılan pestisitlerin

gıdalarda bulunması müsaade edilebilir

maksimum miktarları ürün ve ilaç bazında

belirlenmiştir.

3.1.1. Pestisitlere karşı dayanıklılık

oluşumu

Belirli pestisitlerin çok tekrarlı olarak

kullanılması sonucunda, zararlı

organizmalarda seleksiyon sonucunda

dirençli populasyonların ortaya çıkmasına

neden olmaktadır. Tarımda pestisitlerin

uzun yıllar sürekli uygulanması,

zararlıların bu ilaçlara karşı dirençlerinin

artmasına neden olmakta, dolayısıyla bir

önceki yıla göre sürekli daha fazla pestisit

kullanımı gerçekleşmektedir. Bu da hem

maliyetin artmasına ve ürün veriminde

azalmalara yol açmakta, hem de üründe ve

çevrede kalıntı miktarının ve kirliliğin

artmasına neden olmaktadır.

3.1.2. Pestisitlerin doğa ve canlılar

açısından etkileri

Tarım ilaçlarının büyük çoğunluğu hem

kontrol edilmek istenen canlılara, hem de

insan ve memelilere karşı çok toksiktir.

Bunların büyük bir kısmı uygulandıkları

bitki, toprak ve su ortamında uzun süre

bozulmadan kalabilmekte, canlıların

bünyesinde birikebilmektedir. Tarımsal ve

tarım dışı amaçlar için günümüzde

Page 29: Gencay Dergisi - Sayı 41 - Haziran 2015

GENCAY

26

milyonlarca ton tarım ilacı

kullanılmaktadır. Bunların büyük bir kısmı

uygulandığı yerlerden başka yerlere

taşınmaktadır. Kimyasal maddelerin kalıcı

olduğu göz önüne alındığında toprağın bu

açıdan kirlenmesi büyük önem

kazanmaktadır. Eğer bir tarım ilacı

bakteri, fungus, güneş ışığı ya da kimyasal

yollarla bozulmamışsa zamanla toprakta

birikerek bitkiler tarafından

alınabilmektedir.

Pestisitlerin püskürtülerek uygulanması

sırasında bir kısmı evaporasyon ve

dağılma nedeniyle kaybolurken, diğer

kısmı bitki üzerinde ve toprak yüzeyinde

kalmaktadır. Havaya karışan pestisit

rüzgârlarla taşınabilir; yağmur, sis veya

kar yağışıyla tekrar yeryüzüne dönebilir.

Bu yolla hedef olmayan diğer organizma

ve bitkilere ulaşan pestisit, bunlarda

kalıntı ve toksisiteye neden olabilir.

Pestisitlerin insan ve sıcakkanlı hayvanlar

üzerine yan etkileri: Pestisitlerin

sıcakkanlılar üzerine olan kronik tesirleri

akut etkilerinden daha önemlidir.

Muhtemelen pestisitlerin bir kısmı uzun

yıllar sıcakkanlı hayvan ve insan

bünyesinde birikerek belirli bir süre sonra

olumsuz etkileri ortaya çıkmaktadır.

Pestisitlerin insanlar üzerine kontakt

etkisi cilt, solunum ve mide yoluyla

olmaktadır. Bu şekilde oluşan zehirlenme

vakalarında deri tahriş olur ve akıntı

meydana gelir, sinir sistemi zararlanır,

hormon mekanizması bozulur ve ciğer

ödemleri görülür. Örneğin farelerde

yapılan denemelerde 2,4,5-T’nin ur,

amitrol’ün ödem meydana getirdiği tespit

edilmiştir. Pestisitlerin balıklar ve

balıklarla beslenen hayvanlar üzerine

etkisi direkt ve indirekt olmaktadır. Direkt

etki, pestisitlerin balıklara doğrudan

zehirleyici etkisi olup, bu etki herbisitin

kimyasal yapısına ve dozuna bağlı olarak

değişmektedir. Pestisitlerin balıklar

üzerine indirekt etkisi ise balıkların yem

kaynağı olan bitkilerin ortadan

kaldırılması ve ölen bitkilerin özellikle sığ

sularda parçalanması sonucu oksijen

miktarında azalma şeklinde olmaktadır.

Bu oksijen azalması bir taraftan ölen

bitkileri parçalayan aerobik bakterilerin

oksijeni kullanması, diğer taraftan su içi

bitkilerinin ölmesiyle fotosentezle verilen

oksijen kaynağının ortadan kalkmasından

ileri gelmektedir. Doğal düşmanlara olan

etkisi: Bir agroekosistemde pestisit

uygulandığında, pestisit sadece zararlıları

değil, ekosistemdeki zararlıların

populasyonlarını kısmen baskı altında

tutan faydalıları doğrudan ve dolaylı

etkileyebilmektedir. Böylece doğal denge

bozulmakta, tür çeşitliliği azalmakta ve

daha önceden problem olmayan yeni bazı

zararlılar ortaya çıkabilmektedir. Bu

durumda yeni zararlılara karşı ek

ilaçlamalar yapma zorunluluğu ortaya

çıkmaktadır.

Arılara etkisi: Gerek ülkemizde ve gerekse

dünyada bal arıları pestisitlerden

etkilenen en önemli böcek türlerini

oluşturmakta, pestisitlerin yoğun ve

Page 30: Gencay Dergisi - Sayı 41 - Haziran 2015

GENCAY

27

bilinçsiz kullanımları sonucunda her yıl

binlerce kovan zarara uğramaktadır.

4. Sonuç

Birim alanında elde edilen verimi

yükseltmek için ticari pestisitler son

yıllarda yaygın bir şekilde kullanıma

geçmiştir. Pestisitler, yararlarına rağmen,

çevrede potansiyel bir zarar oluşturan

geniş aralıkta toksik etkiler üreten

bileşikler olarak görülmektedir. Tarımsal

alanlara, orman veya bahçelere uygulanan

pestisitler havaya, su ve toprağa, oradan

da bu ortamlarda yaşayan diğer canlılara

geçmekte ve dönüşüme uğramaktadır.

Bunun sonucu olarak çevre kirliliği

meydana gelmekte ve doğada bulunan

canlılar olumsuz yönde etkilenmektedir.

Pestisitler insan ve sıcakkanlı hayvanlar,

arılar, toprak mikroorganizmaları gibi

birçok canlıyı olumsuz etkileyerek doğal

dengenin bozulmasına neden olduğu

bilinmektedir. Kimyasal ilaçların insan

sağlığı ve çevre üzerine olumsuz etkilerini

azaltmak için hastalık, zararlı ve yabancı

otlarla ilgili ekonomik ve ekolojik bir

mücadele yapılması gerekmektedir. Son

yıllarda üzerinde çokça durulan

konulardan birisi de “Ekolojik Tarım”dır.

Ekolojik tarım canlı ekolojik sistemleri ve

döngüleri temel alarak tarım alanlarında

yoğun olarak kullanılan pestisit, gübre ve

bitki büyüme düzenleyicilerinin tarımsal

ürünler üzerinde bıraktıkları kalıntılardan,

toprağa, suya, havaya ve diğer canlılara

olumsuz etkilerinden mümkün olduğunca

uzak kalmak amaçlanmaktadır. Bu nedenle

kimyasal gübre ve tarımsal ilaçlarının hiç

ya da mümkün olduğu kadar az

kullanılması, bunum yerine aynı görevi

yapan bitkilerin ürettiği organik bileşikleri

(organik gübre ve ilaçlar) kullanmak ta

ekolojik tarımın amaçları arasındadır.

Günümüzde zirai mücadelenin, agro-

ekosistem ve sürdürülebilir tarımsal

üretimin dikkate alınarak yapılması bir

zorunluluk haline gelmiştir. Bu da ancak,

kültürel önlemler başta olmak üzere,

kimyasal mücadeleye alternatif

yöntemlerin öncelikli olması ve gerekirse

birlikte ve uyum içerisinde kullanılması

suretiyle sağlanabilir. Bununla birlikte

Pestisitlerin çevresel etkilerini azaltmak

amacıyla kullanılabilecek birçok pratik

çözüm vardır. Birçok ülkede ilgili

kurumlar pestisit kullanımı, onların

çevresel etkileri ve güvenli kullanımları

için yayınlar yapmaktadırlar. Bu yayınlar

çiftçiler, ticari üreticiler ve diğer ilgililere

pratik bilgiler vermektedir. Bu ülkelerde

pestisit kullanıcılarının eğitimi yasal bir

zorunluluktur. Bu Tip bir eğitim, ilaçlama

aletlerinin doğru ve efektif kullanımı,

güvenlik önlemleri, pestisitlerin hedef dışı

organizmalara ve çevreye olumsuz etkileri

gibi konuları içermektedir. İlaçlamalar

sonrasında ortaya çıkan atıkların, ilaçlama

tanklarının yıkanması, boş kutuların yok

edilmesi konularında mutlaka özel dikkat

gerekmektedir. Kaynaklar

Anonymous, 2003. European agrochem market

declines. Agrow, 416: 9.

Lorbeer, J. W., N. Delen, N. Tosun, 2001. Chemical

control. pp. 199-203, In: Encyclopidia of Plant

Pathology, Vol. 1. Eds: O.C. Maloy and T.D. Murray.

John Wilay and Sous, New York, 598 pp.

Öncüler, C. ve Durmuşoğlu, E. 2008. Tarımsal

zararlılarla savaş yöntemleri ve ilaçları. Adnan

Menderes Üniversitesi Yayınları, No: 28

Yıldız, M., Gürkan, O., Turgut, C., Kaya, Ü., Ünal, G.

Tarımsal savaşımda kullanılan pestisitlerin yol

açtığı çevre sorunları,

http://www.zmo.org.tr/resimler/ekler/dd7a048049

67197_ek.pdf

Page 31: Gencay Dergisi - Sayı 41 - Haziran 2015

GENCAY

28

KAYBOLAN ÇEVRE DUYARLILIĞIMIZ Ertuğrul Kaan ÇAM

“Yaş kesen baş keser” diyen bir ceddin

torunları olarak “betonlaşmayı kutsayan”

bir hal aldık. Galiba hep şikâyetçi

olduğumuz Türk Milleti’ndeki yozlaşmanın

en önemli örneklerinden biri bu halimiz.

Son dönemlerde artık gazete sayfalarının,

haber sitelerinin rutin haberleri haline

geldi çevre katliamları. Ülkemizin doğal

güzelliklerinin “millete hizmet” adı altında

katledilmesine defalarca şahitlik ettik.

Vahşi kapitalizmin gözü dönmüş para

avcıları kimi zaman turizmi, kimi zaman

enerji ihtiyacını koydular önümüze

yaptıkları vahşeti gözden kaçırmak için…

Hatta “yol medeniyettir” diyerek bu işlerin

yolunu yapmaya çalışan devlet

büyüklerimiz dahi çıktı. Kaz dağlarının

altını üstüne getirdik altın için…

Karadeniz’in güzelliklerine HES’lerle

saldırdık. Akdeniz’i da “bacasız sanayi” ile

vurduk. Peki, bunları yaparken neleri

kaybettiğimizi hiç düşündük mü? Kaç tane

endemik bitkinin yok olma tehlikesinde

olduğunu, kaç tane kuşun doğal yaşam

alanından olduğunu hesaba kattık mı? Şırıl

şırıl akan güzelim derelerde kaç balık

türünün kaybolup gittiğini düşündük mü?

Cevap maalesef hayır! Bizim

düşündüğümüz şeyler kaç turist geleceği,

ne kadar ihracat yapılacağı veya ne kadar

enerji elde edileceği oldu. Matematiğin

içinde kaybolup gittik hep. Müteahhidin ne

kadar kazanacağının muhasebesini yaptık

da bitirdiğimiz onca güzelliğin ne

kaybettireceğinin muhasebesini yapmadık.

O ağaçların bizden nasıl bir intikam

alacağını da düşünmedik ama alıyor da...

Her geçen gün artan sellerle, kuraklıklarla,

don vakalarıyla mücadele etmek

durumunda kalıyoruz. İbret aldığımız da

söylenemez.

Düşünenler de çıktı aramızdan fakat

onlara da vurmadığımız etiket kalmadı.

Meşhur “dış mihrakların” piyonu

olmalarından tutun da işi gücü olmayan

tuzu kuru entel takımına kadar

demediğimiz kalmadı.

Gezi parkı olayları hepimizin hatırında...

Gezi parkı deyince arada belirteyim

askerliğimi İstanbul’da yapmayı fırsata

çevirerek daha önce gitmediğim parka

gittim. Küçük bir yer ama İstiklal

caddesinden yukarı çıkıp da meydana

Page 32: Gencay Dergisi - Sayı 41 - Haziran 2015

GENCAY

29

vardığınızda soluklanabileceğiniz,

gürültüden bir nebze olsun uzak,

Taksim’in tek huzur veren yeri. Tek kötü

yanı para getirmiyor işte o ağaçlar!

Olayların sonradan gelişen halini kimse

tasvip etmiyor elbet ancak zaten yeterince

beton yığını haline gelmiş Taksim’in tek

yeşil alanının sökülüp alınmasına izin

vermeyen gençlere neler denildi neler!

Beni siyasetçilerin kullandığı ifadeler

korkutmuyor ancak bu ve buna benzer

çevre direnişlerine halkın önemli bir

kısmının verdiği karşı tepki gerçekten

ürkütücü. Yeşili muhafaza etmek isteyen

insanlara karşı çıkan bloğun da

muhafazakârlığıyla övündüğünü

düşününce insan sormadan edemiyor;

“Yarın kıyametin kopacağını bilseniz bile,

bugün elinizdeki fidanı dikin” diyen şanlı

peygamber kimin peygamberi?

Yukarıda yazdığım yazılardan sermaye

düşmanı, ülkesinin gelişmesini istemeyen

biri olduğumu çıkaranlar olabilir. Tam

aksine teknolojinin her nimetinden Türk

milletinin yararlanması gerektiğini

düşünen bir insanım. Ancak bunu

yaparken yazıma girerken belirttiğim

ceddimizin anlayışını en başa koymamız

gerektiğine inanıyorum. Bizi üç kıta yedi

denize hâkim kılan sadece kılıcımız,

topumuz, tüfeğimiz, devrinde şaşkınlık

yaratan teknolojimiz değildi. Bunların

yanında ve bunlardan daha da önde

“karıncayı bile incitmeyen” inceliğimizdi.

Hem hep dosta düşmana ilan ederiz: Biz

bu vatan toprağından bir çakıl taşını bile

vermeyiz diye... Çakıl taşından bile

vazgeçmeyen bir insan bu vatanın

ağacından, kuşundan, balığından,

çiçeğinden böceğinden nasıl vazgeçer?

Elbette vazgeçmeyeceğiz.

Page 33: Gencay Dergisi - Sayı 41 - Haziran 2015

GENCAY

30

İNDEPENDENTA TANKER KAZASI Çağhan SARI

İstanbul Boğazı’nın jeostratejik önemi

başlı başına emniyet meselesi

tartışmalarını açıyor. Boğazın emniyeti de

sadece askeri ve siyasi önem arz etmiyor.

Çünkü tarihin her evresinde İstanbul

Boğazı, ulaşım için kalp vazifesi

görmektedir. Hal böyle iken bir önceki

seçimlerde iktidara gelen partinin seçim

beyannamesinde olan bir projeden

konumuza geçelim. Söz konusu olan proje,

İstanbul Boğazı gemi trafiğini azaltmak

için şehrin batı yakasında bir kanal açmak,

boğaz trafiğini açılan bu kanala

yönlendirerek, boğazda trafiği

düzenlemeyi içeriyordu.

Proje, 'Montrö Boğazlar Sözleşmesi'ne

uygunluktan şehirciliğe kadar uzanan

tartışmalar arasında vurgulanan en önemli

başlık güvenlik meselesiydi. Boğazın

güvenliğini sorgulatan şey de gemi

kazalarıdır. Boğazdaki gemi kazalarının

sebeplerini sıralayacak kadar bu hususa

vakıf olmasak ta yakın bir tarihe kadar

yabancı bandıralı gemilerin zaruri olan

kılavuz kaptan uygulamasından kaçınma

eğiliminde olduğunu belirtebiliriz. Netice

olarak seçim beyannamesinde kanal

projesine yer veren parti, o seçimleri

kazandı ancak projeye dair somut bir adım

atmadan yasama dönemini kapattı.

Boğazdaki güvenlik ve çevre kirliliği

sorununu yan yana getiren en büyük

kazaya gelelim. Boğazdaki kaza geçmişine

uzandığımızda kuru yük taşıyan şileplerin

boğaz kıyılarına bindirmesinden çok daha

tehlikeli olan bir kaza çeşidi yakıt tankeri

infilakıdır. Peter Zoranic, Shipbrooker

tanker kazaları bunların en bilinenleridir.

Taşıdığı yükü hakikaten Romanya'ya mı

yoksa Türkiye'ye mi getirdiği iddiaları

atıldığı için İndependenta kazası bu

yazının konusu oluyor.

15 Kasım 1979 günü saat 05.30'da

İstanbul çok büyük bir gümbürtüyle

uyandı. Haydarpaşa Limanının 800 metre

açığında boğaza giriş yapmak üzere olan

Rumen bandıralı İndependenta tankeri ile

Karadeniz yönünden gelen Yunan

bandıralı Evriyali adlı kuru yük gemisi

çarpıştılar. İndependenta sabit batarya

halini alarak kılavuz kaptanı beklerken,

Evriyali affedilemeyecek bir hata ile

İndependenta'ya iskeleden vurdu. 94.600

ton ham petrol taşımakta idi. 300 metre

uzunluğunda 150 grostonluk bir tanker

olan İndepentenda çarpışmanın etkisiyle

yanmaya başladı. Alevlerin uzunluğu ile

şehirde kısa süreli panik yaşandı.

İndependenta'nın 54 mürettebatından

sadece 3 kişi kurtulabildi. Yangın bir

haftada anca söndürülebildi. Gemi

enkazındaki ufak çaplı yangınlar 27 günün

Page 34: Gencay Dergisi - Sayı 41 - Haziran 2015

GENCAY

31

sonunda tamamen sona erdi. Bunun en

önemli nedeni, dönemin deniz itfaiyesi

vasıtalarında bu tür yangınlarda kullanılan

köpüklerin olmayışıdır. Köpük yerine

denizden çektiği suyu yanan geminin

üstüne sıkılıyor, deniz suyuna petrol

karıştığı için yangına tesiri istenildiği gibi

olamıyordu.

Gemi yanar bir halde kıyıya 200 metre

kala karaya oturdu. Haydarpaşa limanına

çarpmaması çok daha büyük bir facianın

önüne geçti. İndependenta'nın taşıdığı

30.000 ton civarında petrol yandı. 60.000

ton petrol denize sızdı. Beş kilometre

karelik alana yayılan petrol, denizde siyah

bir tabaka oluşturdu. Marmara’da deniz

canlı ölümü %96 oranında arttı.

İndependenta'nın taşıdığı ham petrolü,

resmi kaynaklara göre Köstence limanına

taşıdığı bilinse de o dönem Türkiye'nin

maruz kaldığı petrol sıkıntısı -ambargo-

nedeniyle Libya'dan yüklenen petrolün bu

yolla yurda sokulacağı iddiaları

atılmaktadır. İndependenta'nın enkazının

7 yıl sonra ancak Tuzla'ya götürülebilmesi

ve Tuzla'da iken de ufak bir yangının

çıkması, onun verdiği hasarın artçılarıdır.

2002 yılında İski'nin Haydarpaşa'da

yaptığı kanal inşaatında, mendireğin

hemen dibinde bir kütle ile karşılaşıldı.

Yapılan incelemeler sonunda parçanın

İndependenta'ya ait olduğu anlaşıldı.

İndependenta, kazadan 23 yıl sonra

böylelikle tekrar manşetlere çıktı Batığın

denizi kirletmesi bir yana, denize karışan

petrolün verdiği zarar, elbette

çevrebilimcilerin yayınlarında ele

alınmıştır. İncelemeler, dökülen petrolün

küçük bir bölümünün sahili etkilediğini

göstermiştir. Boğazın güney sahili ağır bir

petrol tabakası ile kaplanmıştır. Kirlenen

sahilin temizlenmesi ile ilgili bir rapor

yoktur. İmralı ve Marmara adaları en çok

kirlenen alanlardır. Bu alanlar, o tarihlerde

İstanbul’da inşaat kumunun ve mermerin

çıkarıldığı alanlardı.

Yerel balıkçılık faaliyetine verilen zarar

hakkında bir rapor yok ancak boğazlar

balıkların önemli göç yollarından biridir.

Kaza, Marmara Denizinin kuzeyindeki dip

besleyicilerinin % 96’sını öldürmüş ve

yalnızca 9 tür hayatta kalabilmiştir. Petrol

tabakasının kalınlığı yaklaşık 46 gr/m2

dir. Kaza İstanbul’da ve Marmara

Denizinde büyük bir deniz ve petrol

kirliliğine sebep oldu. Yangın süresince,

havadaki toplam partikül miktarı 1000

mg/m3 ulaşmıştır ve bu değer insan

sağlığı için izin verilen değerin dört

katından fazladır. İndependenta kazası,

İstanbul Boğazını tehlikeye atan tanker

kazalarının ne ilki ne de sonuncusu

olmuştur.

Page 35: Gencay Dergisi - Sayı 41 - Haziran 2015

GENCAY

32

KİTAP TANITIMI: KÜRESEL ENERJİYE

YÖN VEREN GÜÇLER (21. YY SONRASI) MİLLİ KİTAP

Enerji, küreselleşen dünyamızın

vazgeçilmez değeri. Ne onunla sağlıklı

yaşamak mümkün, ne de onsuz… Enerji,

her geçen gün şehirlerin biraz daha

büyümesine sebep olurken, ormanların ise

gitgide yok olması gerçeğini önümüze

getiriyor. Modern çağın başlangıcıyla

ayrılmaz bir parçamız olan enerji,

kendisiyle birlikte belli başlı temel

sorunları da getirmiş oldu. Enerji

ilişkilerinde tekelcilik gibi sorunlar ile

enerji hayatımızda oldukça ihtiraslı bir

yere sahip oldu.

Hepimizi birbirimize bağlayan belli

değerlerin olduğu dünyada, bu değerlerin

başını petrol, doğal gaz gibi fosil yakıtlar

çekiyor. Bu kaynaklara olan bağlılık ve bu

kaynakların bir gün yok olma

endişesi ‘’yeşil teknoloji’’ ile her

zamankinden daha fazla ilgilenmemize

sebep oluyor. Bir yanda ilerleyen küresel

medeniyetler ve bu medeniyetler

bağlamında yetişmemiz gereken teknoloji

varken, diğer tarafta ise insanların ve

insan dışı canlıların barınmasına ve

güvenli bir geleceğe sahip olmaları için

korunmasına ihtiyaç duyulan biyosfer var.

Durum böyle olunca oldukça güçlü bir

ikilem yaşanıyor. Tabi bir de işin içine

küresel güçler karışıp, dünya devi

ülkelerin rant savaşları, çıkar çatışmaları

girince durum daha da karmaşık bir hâl

alıyor. Böyle olunca ister istemez

insanlığın geleceğini düşünmeye

başlıyorsunuz.

‘’Enerji bağımsızlığı’’ mümkün mü diye

soramadan küresel şirketler ve dünya devi

firmaların kendi çıkarları doğrultusunda

‘’enerji bağımsızlığı’’nı imkânsız bir hale

soktuklarını görüyoruz. Medeniyet ve

enerji için hep birilerine bağlı kalmak

zorunda bırakılmamız bizi ‘’yeşil enerji’’ye

itse de, şu an için bu teknolojinin ihtiyacı

karşılamaya ne kadar yeterli olduğu

bilinmemekle birlikte, çevreye etkilerinin

de ne derecede olacağı kafalarda soru

işaretleri uyandırıyor.

Page 36: Gencay Dergisi - Sayı 41 - Haziran 2015

GENCAY

33

Bu bahsettiğimiz konuların hepsi TÜBİTAK

Popüler Yayın Kitapları’ndan çıkan, yazarı

Scott L. Montgomery olan ‘’Küresel

Enerjiye Yön Veren Güçler(Yirmi

Birinci Yüzyıl ve Sonrası)’’isimli

kitaptan. Çevirisini Evra Günhan Şenol’un

yapmış olduğu kitap birinci baskısını 2014

yılında çıkarmış olup, içeriğinde enerjiye

dair her şeyi bulabileceğiniz güzel bir

kaynaktır. Yazarın karşısındakiyle

konuşurmuşçasına yazmış olduğu kitapta

‘’petrol gerçeği, geçmişin kralı kömürün

akıbeti, nükleer enerjinin değişen görüşleri,

yenilenebilir enerjinin mümkün olup

olmayacağı, yenilenebilir enerjinin

sınırlarının nasıl belirleneceği, jeopolitik

enerji ve teknolojiyle birlikte iklim

değişikliği’’ gibi konulardan bahsedilmiştir.

Bu kitap çevreye duyarlı okuyucular için

eşsiz bir kaynak. İlk bölümlerinde ağır bir

terminolojinin kullanılmış olması

nedeniyle biraz sıkılacağınız fakat

ilerleyen bölümlerini heyecanla takip

edeceğiniz bir kitap. Kitabın sonuna gelip

küresel enerji ve küresel enerjiye yön

veren güçlerin neler yaptıklarını

gördüğünüzde dünya yönetimi ve milletler

mücadelesi konusunda epey bilgi sahibi

olacaksınız.

Sizlere şimdiden iyi okumalar diliyoruz.

millikitap.com

Page 37: Gencay Dergisi - Sayı 41 - Haziran 2015

GENCAY

34

GENÇLİK SEMİNERLERİNDEN

Page 38: Gencay Dergisi - Sayı 41 - Haziran 2015

GENCAY

millikanal.com