Anadolu‘nun Mânevî Mimarı Hacı Ömer Hüdaî Baba · Yazarın, Hz. Hasan’ın hayatının...

256
ARDA KARANİ Hacı Ömer Hüdaî Baba Anadolu‘nun Mânevî Mimarı

Transcript of Anadolu‘nun Mânevî Mimarı Hacı Ömer Hüdaî Baba · Yazarın, Hz. Hasan’ın hayatının...

ARDA KARANİ

Hacı Ömer Hüdaî BabaAnadolu‘nun Mânevî Mimarı

Arda Karani

1977 yılında Elazıg’da dogdu. Ilk, orta ve lise tahsilini memleketinde tamamladı. 2000 yılında Erciyes Üniversitesi Ilahiyat Fakültesi’nden mezun oldu.

Fırat Üniversitesi Ilahiyat Fakültesi Tasavvuf Ana Bilim Dalı’nda yüksek lisans yaptı.

Marmara Üniversitesi Iletisim Fakültesi’nde dokto-ra, Anadolu Üniversitesi AÖF Felsefe Bölümü’nde lisans ögrencisi.

Aynı zamanda Yeni Mesaj gazetesinde köse yazarı.Ulusal ve yerel birçok gazete, dergi ve seçkilerde siirleri

ve makaleleri yayınlandı. Azerbaycan’da yayınlanan Harput Çelengi ve Ümraniye Belediyesi’nin Mevlana Siirleri Anto-lojisi kitaplarında yer aldı.

11 ve 12. Uluslararası Hazar Siir Aksamları yayın kuru-lunda çalıstı.

16. ve 17. Uluslararası Hazar Siir Aksamları olmak üzere, birçok organizasyonda siir ve tebliglerini sundu.

Yazarın, Hz. Hasan’ın hayatının dünyada ilk defa roman olarak anlatıldıgı ‘Unutulan Halife’ isimli romanı, Vuslata Çeyrek Kala ve Vuslata Bes Kala isimli siir kitapları ve Sufi Mektuplar: Seyyid Ahmed el-Hüseynî adlı arastırma kitabı mevcuttur.

Hüsn-i hat sanatıyla özel olarak ilgilenen yazar, hâlen Istanbul’da ögretmen olarak çalısmaktadır.

KISALTMALAR

a.g.e. : Adı geçen eseragm. : Adı geçen makalea.s. : Aleyhisselamb. : Binc.c. : Celle Celalühüder. : Derleyenhaz. : HazırlayanHz. : Hazretlerik.s. : Kaddesallahu sırrahur.a. : Radiyallahu anhr.aleyh : Rahmetullahi aleyh sad : Sadelestirens. : Sayfas.a.a. : Sallallahü aleyhi ve âlihis.a.v. : Sallallahü aleyhi ve sellemtrc. : Tercümev.b. : Ve benzerleriv.s. : Ve saireyay. : Yayınevi

ÖNSÖZ................................................................................ 7

1. BÖLÜM: TASAVVUFA GENEL BİR BAKIS

Tasavvuf ..............................................................................11Tasavvufun Kaynagı .......................................................... 13Sünnet ................................................................................ 17Ehl-i Beyt ........................................................................... 19Velâyet ................................................................................ 23 Abdülkadir Geylânî ............................................................ 27Kadirilik ............................................................................. 29Kadiriligin Kolları .............................................................. 31Hâlisiyye Kolu ................................................................... 33

2. BÖLÜM: HACI ÖMER HÜDAÎ BABA KÖVENGÎ (M.1821/1905)

Münacaatı ........................................................................... 37Hayatı ................................................................................. 39Mânevî Pasa ....................................................................... 41Dede Osman Avni Baba’ya İntisabı ................................... 45Misyonu ............................................................................. 49 Kerametleri ........................................................................ 51Tasarrufları ......................................................................... 57Silsilesi ............................................................................... 59Ailesi .................................................................................. 63Gönül Dostları .................................................................... 87Halifeleri ............................................................................ 91Semâili ............................................................................... 93Vefatı .................................................................................. 95Türbesi ............................................................................... 97Ah Mine’l-Mevt ................................................................. 99

3. BÖLÜM: ÖMER HÜDAÎ BABA’NIN MÂNEVÎ SİLSİLESİ

Seyh Abdurrahman Halis Talabanî .................................. 105Seyh Dede Osman Avni Baba ...........................................111Seyh Hacı Muhammed Baba Kürkî ..................................117Seyh Hayri Baba Malatyevî ............................................. 125

4. BÖLÜM: MÂNEVÎ GÖREV BÖLÜSÜMÜ

Mânevî Mimarın Görev Taksimatı ................................... 143Türkiye’nin Mânevî Mimarı ............................................ 147Anadolu’nun Mânevî Mimarı .......................................... 149Elazıg’ın Mânevî Mimarı ................................................. 151

5. BÖLÜM: HACI ÖMER HÜDAÎ BABA’NIN

TASAVVUFÎ GÖRÜSLERİ

Tevhid .............................................................................. 157Ask ................................................................................... 159İrsad .................................................................................. 165Velâyet .............................................................................. 167Vesile ................................................................................ 171Zühd ve Takva .................................................................. 175Zikir .................................................................................. 177Tasarruf ............................................................................ 183 Mânevî Terbiye ................................................................ 185

6. BÖLÜM: HACI ÖMER HÜDAÎ BABA’NIN

İLMÎ VE EDEBÎ MİRASI

Hüdaî Divanı’ndan Seçmeler ........................................... 189Vasiyyetname-i Hüdaî ...................................................... 213Risale-i Hüdaîyye ............................................................. 219

7. BÖLÜM: HACI ÖMER HÜDAÎ BABA İLE İLGİLİ

BAZI GÖRSEL VE BELGELER

Hacı Ömer Hüdaî Baba İle İlgili Bazı Görsel ve Belgeler ... 233

Kaynakça .......................................................................... 247

ÖNSÖZ

Kur’ân’ın en genel mânâda ana konuları; iman, ibadet, ahlak ve kıssalardır. Kur’ân-ı Kerim, peygamberlerin ve ve-lilerin hayatlarından örnekler verirken, insanların bunlardan birtakım ibretler alıp dersler çıkarmasını amaçlar. İnsanlar da, Resûl-i Ekrem’in ve Kur’ân’da geçen bu ulu’l-azim in-sanların hayatlarını örnek alıp kendi hayatlarına geçirmeye çalısmıslardır.

İste tasavvuf yolunda olanlar; Allah’a daha layık bir kul olmak, Efendimiz’e ahlaken benzemeye çalısmak için nefis-le mücadelede büyük çaba sarf etmislerdir. Bu manada İlâhi muradı yakalamak için bu mücadelelerinde zirve olmus bir-çok mutasavvıf mevcuttur. Dinini en güzel sekilde yasayan bu insanların destansı hayat hikayeleri, ibadetleri, kulluk an-layısları sürekli merak edilmis ve yasamları incelenmistir.

Biz de bu çalısmamızda ömrünü; zühd ve takva çerçeve-sinde irsad vazifesiyle geçirmis olan Hacı Ömer Hüdaî Ba-ba’nın hayatını, divanını ve tasavvufi anlayısını, nefisle mü-cadelesini, kerametlerini, Kadirilik yolunun zikir ve usulleri-ni anlatmaya çalısarak, maddi ve mânevî alanda egitiminden istifade etmeye çalısacagız.

Genel çerçeveyi belirlemek için öncelikle tasavvufun İs-lam’daki yerini, Kur’ân-ı Kerim’den takva ve zühd ayetleri incelenerek, Resûlullah’ın Ehl-i Beyt’inin ve ashabının ha-yatlarından yola çıkarak bu büyük sûfinin yasayıs biçimini inceleyecegiz. Bunu yaparken evvela tümdengelim metodu-nu kullanarak; tasavvuftan ve Ehl-i Beyt’ten baslayarak Ka-diriligin kollarına inerek inceleyecegiz

Yine bu çalısmada hal ve sözleriyle, usul ve yöntemleriy-le dünya ve ahiret mutlulugunun egitimini veren, yetistirdigi halifeleri ve talebeleriyle de büyük bir rehber ve mürsid olan

Hacı Ömer Hüdaî Baba’nın hayatını, evladını, gönül dostla-rını, ates-i askını, Allah ve Resûlü’ne olan baglılıgını incele-yecegiz. Bu manada da baglı bulundugu Kadiriligin Hâlisiy-ye kolundan hocalarını ve halifelerini kısaca tanıtacagız.

Biz bu çalısmayı hazırlarken klasik tasavvuf kitaplarını inceleyerek bu konuda tasavvuf eserlerinden ve lügatlerin-den istifade ettik. Divan’ından, Risale’sinden ve Vasiyetna-me’sinden çıkan tasavvufî görüslerini inceledik. Divanındaki siirlerinin bir kısmından örnekler verdik. Risale ve Vasiyet-namesi’ni ise tam olarak verdik. Divan’ından kimi siirlerini ve Risale’sini günümüz Türkçesiyle sadelestirdik. Bunu ya-parken hem anlamını, hem de siir formatını bozmadan ifade-ye çalıstık.

Temel anlamda tasavvufî hayatı; irsad yönü, egitim özel-likleri, takvası, zühdü ve tasavvuf görüslerini incelerken; ‘Hacı Ömer Hüdaî kimdir, din ve ibadet hayatı nasıldır? Di-van’ı ve Divan’ındaki tasavvuf anlayısı nedir? Anadolu’ya maddî ve manevî katkıları neler olmustur? Egitim ve irsad yönü nasıldır? İnsan hayatını ve toplumsal hayatı düzenleye-cek insan egitiminde genel ilkeleri nelerdir?’ konularını ele aldık ve inceledik.

Bu konuda özellikle bizlere ısık olan ve birçok kaynaga ulasmamızı saglayan ilim ve fikir dünyamızın mimarı Prof. Dr. Haydar Bas Beyefendi’ye sükranlarımı sunarım.

İstedik ki hem yol olarak, hem de soy olarak Ehl-i Beyt’in evladı olan bu büyük Allah dostunun hayatını inceleyelim. Tasavvuf yasantısındaki ısıltıların günümüze yansımasında vesile olalım. Ve yine istedik ki bu aynadan yansıyanlardan hep beraber istifade etmeye çalısalım.

Bu amaçla kaleme alınan bu eser vesilesi ile, basta Efen-dimiz (s.a.v.) ve Ehl-i Beyt olmak üzere, Hak dostlarının himmet ve sefaatlerine bizleri nail kılsın.

Arda Karani İstanbul/2018

TASAVVUFA GENEL BİR BAKIŞ

F TasavvufF Tasavvufun Kaynağı F Sünnet F Ehl-i BeytF Velâyet F Abdülkadir Geylânî F KadirilikF Kadiriliğin KollarıF Halisiyye Kolu

I. BÖLÜM

11

ARDA KARANİ

F TAVASSUF F

Tasavvuf; dinin daha güzel yasanmasında Allah’a vâsıl olmak için en özel ve güvenli yolu arayarak Allah’a kulluk noktasında zirveyi bulmanın adıdır. İslam’ın sartlarını yerine getirirken; namazı gözyaslarıyla kılmanın, hac emrini yapar-ken ihlası yasamanın, zekât verirken takvanın, oruç tutarken bedenin aç kalması olmadıgının, hülasa bütün ibadetleri Al-lah’ı görüyormusçasına yapmanın hazzını yasamıstır. Bunun için tasavvuf, Kur’ân’ı yasamanın en temel ve tek yolu olan sünneti hayata geçirmenin yoludur.

Mutasavvıflar en temel manada Allah’ın rızasını ve mu-radını yakalamak için Resûl-i Ekrem’in ahlakıyla ahlaklan-maya çalısmıs, bunu hayatına geçiren kâmil insanları reh-ber edinmislerdir. Yine Kur’ân-ı Kerim’den hareketle Ehl-i Beyt’in üstün özelliklerini kavramıs ve ıtretin yolunu esas almıslardır.

Sünneti hayata geçirirken -tıpkı mezhepler gibi- farklı farklı kültür ve cografyaların insanlarını etkileyerek ve onlar-dan etkilenerek farklı mesrepler dogmustur. Bu durum mes-replerin daha genis cografyalara yayılmasını saglamıs, farklı cografya insanlarını aynı sevgi ve amaç içinde yogurmustur. Zaman zaman ard niyetli kisi ve gruplar bu kurumları farklı amaçlar dogrultusunda kullanmak istemisse de tasavvufun yöntem ve teknigi buna engel olmus; bu kisi ve gruplar uzun soluklu olamamıslar veya zaman içerisinde ayıklanmıslardır. Bu yöntem ve tekniklere ileride deginecegiz.

Hacı Bektas Veli, “Makalât” isimli eserinde, “Cenab-ı Hakk’ın zâhiri ve bâtını vardır. Zahiri bu dünya, bâtını öbür dünyadır. Ancak bu dünya sonunda harap olacaktır” diye bahseder.

12

HACI ÖMER HÜDAÎ BABA

Zâhir ve bâtını, “Aglar Baba ve Tasavvufî Anlayısı” ese-rinde Prof. Dr. İhsan Soysaldı söyle ifade eder: “Kur’ân ve Sünnet’e dayanan İslamî ilimler içinde tasavvuf da mevcut-tur. Diger İslamî ilimler zahirî konulara ehemmiyet verip onları ele alırken; tasavvuf, İslam’ın manevî, ruhî, bâtınî ve ahlakî yönü üzerinde durmaktadır.”

“El-Münkiz mine’d-Dalal ve Tasavvufî İncelemeler” adlı kitapta İmam Gazali, “İnsanlıgın ortak mirası olan inanç sis-temleri içerisinde zahir, batın arasındaki ayrımı kuvvetle vur-gulayan tek inanç sistemi, belki de İslam’dır. Bu iki alanın baska bir ifade sekli Seriat ve Hakikat biçimindedir. Seriat herkesin geçebilecegi genel bir giris kapısıdır. Buna karsılık Hakikat ancak seçkin, hayırlı kulların erisebilecegi bir amaç-tır. Bu ayrım engelleyici ve tekelci degildir. Tersine esyanın tabiatı geregi olan, yani varlık âleminde genel geçer prensip-leri göz önünde tutup sonuçlarını onaylayan bir ayrımdır.”

Yine aynı eserde; “Tarikat ile hakikatin her ikisine birden tasavvuf adı verilir. Tasavvuf özel bir mezhep degildir. Çünkü o mutlak hakikattir. Yani tek ve ortaksız olan Allah’ın birligi ve ortaksızlıgını ifade etmeye götürür” görüsüne yer verilir.

13

ARDA KARANİ

F TAVASSUF’UN KAYNAĞI F

Allah-u Teâlâ’nın muradını kavramak ve Kur’ânî haya-tı yasamak için Efendimizin (a.s.) nurundan; Efendimizin nurundan, o sonsuz umman ülkesinden nasiplenmek için de Ehl-i Beyt kapısından -yani evvela velayetin sahı İmamı Ali’den-istifade etmek sarttır. Zira Efendimiz Hz. Ali için “Ben ilmin sehriyim Ali ise onun kapısıdır” 1 buyurur.

Bu kapıyı açmak için de yine onların evlatları olan On iki İmam da bu kapıya adeta anahtar olmuslardır. Onlara varan dostları, yarenleri, müntesibleri, talebeleri, halifeleri de bu yolun tariklerini olusturur.

Giris kısmında da belirttigimiz üzere tasavvuf, dinin daha güzel yasanmasında en özel yolu arayarak Allah’a vâsıl ol-mak için Allah’a kullukta kemâli yakalamanın yoludur. Nasıl namaz dinin emri ise; namazı gözyaslarıyla kılmanın, hac na-sıl Rabbin emri ise haccı yaparken Allah’a yaklasmanın, ih-lâsı yasamanın, hülasa bütün ibadetleri Allah’ı görüyormus-çasına yapmanın hazzını yasamaktır tasavvuf. Bu da sünnet hayata geçirilerek basarılabilir.

Allah’a ulastıran iki yol vardır. Bunların ilki nübüvvet yo-ludur ki; bu yol Hatemü’l-Enbiya Hz. Muhammed Mustafa (s.a.a.) ile son bulmustur. İkinci yol velayettir ki; İmam Ali Murteza (a.s.) velayetiyle kıyamete kadar devam edecektir.

Resûlullah (s.a.v.), “Ben ilmin sehriyim Ali onun kapısı-dır”, 2 “Evlere kapılarından girin”, 3 “O halde kim ilim isti-

1 Tirmizî, el-Cami’us-Sagir 1/415, Sevaiku’l-Muhrika, 73; Tehzibu’t-Tehzib 6/320; Müstedrek-i Hâkim, 3/126.2 El-Cami’us-Sagir 1/415, Sevâiku’l-Muhrika 73; Tehzibu’t-Tehzib 6/320; Müstedrek-i Hâkim 3/126.3 Bakara, 2/185.

14

HACI ÖMER HÜDAÎ BABA

yorsa ona kapısından girsin” 4 buyurmustur.

Hz. Fâtıma, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin ona bu makamda ortaktırlar. Bu kapının açılmasında yine onların evlatları olan On iki İmam da adeta anahtar olmuslardır. Onlardan sonra bu ulvi vazife Abdülkadir Geylânî’ye verilmistir. Bunlara ulas-mayan yol bâtıldır, İslam’ın da, tasavvufun da dısındadır.

Bu konuda Veda Hutbesi’nde, “Size iki sey bırakıyorum; onlara uyarsanız necat bulursunuz; biri Kur’ân, digeri Ehl-i Beyt’imdir” 5 buyuran Peygamberimiz, sünnetini yasamanın kosulunu da Ehl-i Beyt’i sevmek ve onlara sahip çıkmak ola-rak belirlemistir. Yine “Sizden risaletime karsılık herhangi bir ücret istemiyorum, yakınlarıma sevgiden baska” 6 ayet-i kerimesi de Efendimiz’in risaletinin tasdiki, kabulü ve O’na olan borcumuzun delilidir. İmam Safiî’nin ve sair ulemanın icması ile O’nun Ehl-i Beyt’ini sevmek farzdır.

Kur’ân, Sünnet ve Ehl-i Beyt temelinde sekillenen ta-savvufun, bundan baska dogma bilgiler ve kültler ile izahı mümkün degildir. Bunların dısındaki görüsler bâtıl, İslam’ın ruhuna ve mantalitesinin aykırıdır. Kur’an’ı ve Sünnet’in kı-yamete kadar kendilerinde ayrılmayacagını söyleyen Ehl-i Beyt’i referans almayan ekoller, İslam dairesi içerisinde gö-rülmemis ve tarih içerisinde çogunlukla kaybolup gitmisler-dir. Kur’an’ı ve Sünnet’i yasamaya çalısırken Ehl-i Beyt’i dıslayan bir ekol tasavvufî olamaz.

Nitekim Sevgili Peygamberimiz, “Bu ümmet de yetmis üç fırkaya ayrılacak, biri hariç hepsi cehennem girer” 7 buyu-ruyor. Her grup kendini kurtulus adresi olarak göstermekte ve bilhassa bu konuda maalesef tutucu bir tavır ve koyu bir taassup göstermektedirler. Kendisinden olmayanı tetkik et-meden, tanımadan ötekilestirmek kimsenin haddine degildir.

Özellikle Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat gelenegi diye genis

4 Yenabiü’l-Mevedde, s.65.5 Tirmizî, Menâkıb: 31; Müsned, 3:14, 17, 26.6 Sûra, 42/23.7 Ebu Davud, Sünnet, 1; Tirmizî, İman,18; İbn Mace, Fiten, 17; İbn Hanbel, 2/332.

15

ARDA KARANİ

bir paradigma olusmustur. Kendisini böyle tarif etmeyen cemaat, mesrep veya mezhepler sapkın görülmüs; ne dedi-gine bakılmadan dıslanmıstır. Elbette Kur’an’a ve Sünnet’e uyanlar kurtulusa erenlerdir. Buradaki farklılık Kur’an’ı ve Sünnet’i yasarken aldıkları referanslardır. Esasen bu referans yukarıda da belirttigimiz gibi Kur’ân, Sünnet ve Ehl-i Beyt olmalıdır.

Kur’ân-ı Kerim’de Ehl-i Sünnet veya Sünnî diye bir tabir yoktur. Ve yetmis üç fırkanın sadece birisinin necat-kurtulus fırkası oldugu belirtilmis, kurtulus gemisinin Ehl-i Beyt ge-misi oldugu müjdesi verilmistir. Bu net beyanlara ragmen, kendini hak gören bâtıl fırkalar türemistir.

Allah Resûlü, sahabe arasında kardeslik tesis ederken, Hz. Ali’yi kendisine kardes seçerek, “Seni sona bırakmakla kendime kardes yapmak istedim. Senin, Benim yanımdaki konumun, Harun’un Musa’nın yanındaki konumu gibidir, su var ki Benden sonra peygamber gelmeyecektir ve sen Benim vârisimsin” buyurdu. Ali (r.a.), “Ya Resûlallah! Senden miras alacagım sey nedir?” diye sorunca, “Onlar Allah’ın Kitabı ve peygamberlerinin sünneti” diye cevap verdi. 8

Bu hadis rivâyetinden anlasılıyor ki; Ehl-i Beyt ile Sünnet birbirinin vârisleridir. Sünnet’in asıl tasıyıcıları Hz. Ali (r.a.) ve Ehl-i Beyt’idir.

Ancak günümüzde bu muhabbet menbaı, tahripkâr tu-tumlarla zayıflatılmıstır. Tasavvufu mistisizmle, panteizmle, hümanizm ile veya çesitli felsefî akımlarla açıklamaya çalıs-mak veya ruhbanlık ile bagdastırmak; tasavvuftan bin sene sonra dogan Batı felsefesi ve mistik anlayıslarıyla izah etmek mümkün degildir.

Yine tasavvufun Uzakdogu felsefelerinden etkilendigi id-diası da gerçeklikten çok uzaktır. Aksine Uzakdogu felsefele-rinde görülen, hak dinin kırıntılarından baska bir sey degildir. Bunlar, geçmis hak dinlerdeki zühd, takva ve ahlak ögretile-rinin kırıntılarının yansımasıdır.

8 Taberanî, el-Kebîr/Samile, 5/163.

16

HACI ÖMER HÜDAÎ BABA

Aslında bütün mezhepler de, mesrepler de Ehl-i Beyt’e ulasmak için var olmuslardır. Öz itibarıyla tüm mutasavvıf-lar, Ehl-i Beyt’in nurundan, ısıgından istifade ederler. Ta-savvufun yöntemleri sayesinde hem dinî anlayıs, hem zühd ve takva, hem de ahlak korunmustur.

Bu yöntemler belirledigimiz genel çerçevede sunlardır:

1- Seriat: Kur’an ve Sünnet’e baglılık… Tarikat, hakikat ve marifeti içerir. Bunlara uymayan bir yol veya kisi veya tarikat İslam dairesinde dahi görülmez, görülemez.

2- Silsile: Hz. Ali vasıtasıyla Resûlullah’a dayanan ke-sintisiz bir mürsid-mürid egitimi. Rüyadan veya vefat eden birinin kabrinden alınmaz. Kesinlikle yasayan bir mürsid-i kâmilden ders alınmalı ve bu kisinin silsilesi Hz. Peygam-ber’e (s.a.a.) kadar dayanmalıdır.

3- Secere: Soyları Resûl-i Ekrem’e dayanan seyyid ve seriflerin kesintiye ugramadan Resûlullah’a varan soy kütü-gü…

4- İcazet: Mürsidin, kendisinin de icazetli kâmil bir veli-den aldıgı gibi, yetistirdigi talebesine verdigi mezuniyet veya yeterlilik.

5- Velâyet: Velâyetin sahı Hz. Ali’ye kadar uzanan, mür-sidden mürside altın silsileyle olusan yol.

6- Kâmiliyyet: Nefsle yapılan mücadeleleri basarıyla ta-mamlayarak zahirî ve bâtınî ilimlerde kemâle ulasmak.

7- Nasb: Bütün bu özelliklere sahip kâmil bir velinin Al-lah tarafından seçilen kimseyi bilip, bildirmesidir.

Bu anlamda velayet, silsile, secere ve nasb ancak ve an-cak Ehl-i Beyt yoluyla gerçeklesebilir, ıtreti ile hayat bulur. Çünkü Efendimiz Kurtulus gemisini Ehl-i Beyt’i olarak gös-termistir. Farklı isimlerle farklı gruplara, fırkalara ayrılma-nın, helakımızı hazırlamaktan baska neticesi olamaz. Ayrıca burada cemaat, cemiyet mezhep ve mesrep taassubu yoktur. Birey veya grup da yoktur. Tek kurtulus yolu olan Fırka-i Naciye yani Resûl-i Ekrem’in yolu, Ehl-i Beyt’i vardır.

17

ARDA KARANİ

F SÜNNET F

Tasavvuf, Allah’ın rızasına varabilmek için “Allah Re-sûlü’nde sizin için güzel örnekler vardır” 9 ayeti mucibince, Resûl-i Ekrem’in ahlakıyla ahlaklanan rehberlere tâbi olmayı esas alır. Yine Kur’an-ı Kerim’den hareketle, Ehl-i Beyt’in üstün özelliklerini kavramak ve ıtretin yolundan gitmek ana hedeftir.

Kur’ân-ı Kerim tüm zamanlar, mekânlar ve bütün mah-lûkat için bir hidayet ve ısık rehberidir. Ve yine Kur’ân-ı Kerim’den hareketle peygamberlere uymak sart, Hatemü’l-Enbiya Hz. Muhammed Mustafa’yı da (s.a.v.) kabul etmek imanın ön sartıdır. “Peygamber ne verdiyse alın neyden sa-kındırdıysa ondan sakının.” 10

Peygamberimiz bu konuda önemli bir ikazda bulunuyor: “Bana Kur’ân ve bir o kadarı (Sünnet) daha verildi. Yakın-da karnı tok, koltuguna yaslanmıs birisi, ‘Size Kur’ân yeter; onda neyi helal bulursanız onu helal kabul ediniz, onda neyi haram bulursanız, onu da haram biliniz’ diyecek. Sunu iyi bilin ki, Allah Resûlü’nün haram kıldıgı da Allah’ın haram kıldıgı gibidir.” 11

Allah-u Teâlâ Kur’ân-ı Kerim’de söyle buyuruyor: “Re-sûlü’ne itaat eden Allah’a itaat etmis olur.” 12 Allah-u Teâlâ ayrıca Hz. Peygamber’in getirdigini kabul etmeyi emretmis bulunmaktadır. Yine Allah-u Teâlâ, Kur’ân-ı Kerim’de, “Al-lah’a itaat edin Resûlü’ne de” diger bir mealde de “O’na

9 Ahzab, 33/21.10 Hasr, 59/7.11 Ebu Davud, Sünne: 5.12 Nisa, 4/80.

18

HACI ÖMER HÜDAÎ BABA

(Peygambere) itaat ederseniz, hidayete ulasırsınız” 13 buyur-mustur.

“De ki: Allah’ı seviyorsanız, Bana tâbi olun ki, Allah da sizi sevsin.” 14

Peygamberimiz için, “Allah’ın Resûlü’nde sizin için gü-zel bir örnek vardır” 15 buyurulmustur.

Hz Aise’ye (r.anha) O’nun ahlakı soruldugunda o, “O’nun ahlakı Kur’an’dı” 16 der. Bu mânâda Hz. Peygamber’in can-lı Kur’ân olması, Kur’an’ın müsahhas yönünü teskil eder. Güzel ahlâk adı altında toplanan bu güzel vasıfları “örnek insan” olarak en mükemmel sekilde yasayan insan, Peygam-ber Efendimiz’dir. O’nun ahlâkı o kadar yücedir ki, Cenab-ı Hak, O’na hitap ederek söyle buyurur: “Hiç süphesiz Senin için bitmez tükenmez bir mükâfat vardır. Ve hiç süphesiz Sen pek büyük bir ahlâk üzeresin.” 17

Bazen ayetlerin ayetleri, bazı durumlarda da hadislerin ayetleri açıkladıgını, tefsir ettigini görüyoruz. Elbette ki bu mânâda hadisler arastırılmalı ve dogru tetkik edilmelidir. Ancak temel mânâda Sünnet korunmustur. Hülasa, Kur’an’a uyan fakat Allah Resûlü’nün Sünnet’ine tâbi olmayan kimse, Kur’an’a da karsı çıkmıs olur. Çünkü ayetle sabit kılınmıstır ki, O’nun emrine karsı çıkanlar acıklı bir azapla tehdit edil-mistir. “O’nun (Resûl’ün) emrine karsı çıkanlar baslarına bir fitne ve acıklı bir azabın gelmesinden korksunlar.” 18

13 Nur, 24/54.14 Âl-i İmran, 3/31.15 Ahzâb, 33/21.16 Ahzâb, 33/21.17 Kalem, 68/3-4.18 Nur, 24/63.

19

ARDA KARANİ

F EHL-İ BEYT F

Ehl-i Beyt; Efendimiz’in (s.a.v.) abası altında olan bes kisinin, Kur’ân-ı Kerim’de de Allah-u Teâlâ tarafından övül-müs kadronun adıdır. “Yüce Allah ancak ve ancak siz Ey Ehl-i Beyt’ten her türlü (ricsi) çirkinligi def etmek, günahı gidermek ve sizi tertemiz kılmak ister” 19

Bunlar; kâinatın efendisi, âlemlere rahmet Hazreti Mu-hammed Mustafa (s.a.v.); Ümmü Ebiha Hazreti Fâtımatü’z-Zehra; velayetin sahı, Allah’ın arslanı İmam Aliyye’l-Mür-teza; İmam Hasanü’l-Mücteba ve sehid-i Kerbela İmam Hü-seyin’dir.

Sûra sûresi 23. ayette Allah, Resûlü’ne sunu söylemesini emrediyor: “Size teblig ettigim dine karsılık herhangi bir üc-ret istemiyorum, ancak Ehl-i Beyt’imi sevmenizi istiyorum.”

Abdullah b. Abbas, bunların “Ali, Fâtıma, Hasan ve Hü-seyin” oldugunu söyler.

Âl-i İmran sûresi 61. ayet-i kerimedeki “Sana gelen bil-giden sonra kim bu konuda seninle tartısacak olursa de ki: Geliniz, evlatlarımızı ve evlatlarınızı, kadınlarımızı ve ka-dınlarınızı, kendimizi ve kendinizi biraraya çagıralım; sonra karsılıklı lânetleserek Allah’ın lânetinin yalancıların üzerine olmasını dileyelim” emri üzerine Efendimiz, Hıristiyan alim-ler ile lanetlesmek için Ehl-i Beyt’ini yanına almıstır. Dolayı-sıyla kimlerin Ehl-i Beyt’ten oldukları hiçbir süpheye mahal bırakmayacak sekilde bu ayetle de açıkça belirtilmistir. Ehl-i Sünnet müfessirleri konuyla ilgili onlarca ayet belirtirler.

Hz. Aise validemiz diyor ki: “Bir sabah vakti Peygam-ber evden çıktı. Üzerinde keçi kılından dokunmus nakıslı bir

19 Ahzab, 33/33.

20

HACI ÖMER HÜDAÎ BABA

mırtı bulunuyordu. Hasan geldi, onu içine aldı; Hüseyin gel-di, onu da içine aldı; daha sonra Fâtıma geldi, onu da içine aldı; en son Ali geldi, onu da mırtısının içine alarak, ‘Ey Ehl-i Beyt! Allah sizden, (ricsi) sadece günahı gidermek ve sizi tertemiz yapmak ister’ 20 ayetini okudu.”

İmam Tirmizî’nin, Sünen’inde (3130) rivayet ettigi hadis-i serifte Enes b. Malik (r.a.) söyle diyor: “Resûlullah sabah namazına çıkarken altı ay Fâtıma’nın kapısından geçerek on-lara ‘Ey Ehl-i Beyt, namaza!’ diye sesleniyor ayrıca ‘Ey Ehl-i Beyt! Allah sizden, (ricsi) sadece günahı gidermek ve sizi tertemiz yapmak ister’ 21 ayetini okuyordu.

Abdullah b. Abbas’tan rivayet edilen bir hadis-i serifte Efendimiz söyle buyurmustur: “Allah size nimetler verdigi için Allah’ı sevin. Allah’ı sevdiginiz için de Beni sevin. Beni sevdiginiz için de Ehl-i Beyt’imi sevin.” 22

İmam Beyhakî’nin ‘Suabu’l-İman’ adlı eserinde (2/189-1505) geçen bir hadiste Peygamber Efendimiz söyle buyu-rur: “Bir kimse Beni kendi nefsinden, akrabalarımı ve ehlimi de kendi akrabalarından fazla sevmedikçe imanı kemale er-mez.”

Ebu Zerr el-Giffarî diyor ki: “Beni tanıyanlar tanıyor, tanımayanlara diyorum ki: Ben Ebu Zerr’im, Peygamberin söyle söyledigini isittim: Sunu bilin ki! Ehl-i Beyt’imin mi-sali Nuh’un gemisi gibidir. Kim ona binerse kurtulur. Her kim dısında kalırsa bogulur.” 23 Yani onlarla beraber olanlar kurtulur, beraber olamayanlar ise helake gider.

İmam Buharî, Sahih’inde (3712,4036,4241) Hz. Ebu Be-kir’den söyle rivayet edilmistir: “Nefsim kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki, benim için Peygamber’in akraba-larına iyilik etmek, kendi akrabalarıma iyilik etmekten daha sevimlidir.”

20 Ahzab, 33/33.21 Ahzab, 33/33.22 İmam Tirmizî, Sünen-i Tirmizî, 3722.23 el-Hakim en-Neysaburî el-Müstedrek, 3/163-4720.

21

ARDA KARANİ

Yine Hz. Ebu Bekir’den söyle rivayet edilmistir: “Mu-hammed’in (s.a.v.) akrabalarının hakkını gözetin.” 24

Resûlullah (s.a.a) buyurdu ki: “Ben sizin aranızda iki paha biçilmez emanet bırakıyorum; o ikisine sarıldıgınız müddet-çe asla dalalete düsmezsiniz; Allah’ın Kitabı (Kur’an) ve Ehl-i Beyt’im olan ıtretimi. Hiç süphesiz, bu ikisi (Kevser) havuz(u) basında Bana varıncaya dek hiçbir zaman birbirin-den ayrılmazlar. Bakın Benden sonra onlara nasıl davrana-caksınız?” 25

Bu konuda müdellel eserler ortaya koyan Prof. Dr. Haydar Bas Bey’in Ehl-i Beyt Külliyatı’nda Ehl-i Sünnet âlimlerin-den derlenmis yüzlerce ayetin, Sünnî kaynakların ve binlerce sahih hadisin metnine ulasabilirsiniz.

Mezhep imamlarımızın hepsi Ehl-i Beyt taraftarı ve İmam Ali yandasıdır. İmam Ca’fer-i Sâdık mezhep imamlarının ilki ve hocası ve aynı zamanda Ehl-i Beyt İmamlarının altıncısı-dır. İmam Azam Ebu Hanife, Ehl-i Beyt’i sevme ve tarafında olma ugrunda sehit düsmüs, “İmam Ca’fer’e talebe olmasay-dım helak olurdum” demistir.

İmam Safiî, Ehl-i Beyt’i sevmenin ve onlara uymanın farz oldugunu, “De ki; Ben bu yaptıgım peygamberlik görevine karsılık sizden bir ücret istemiyorum, yakınlarıma sevgiden baska” ayetini delil göstererek belirtmis ve kendisinin Rafizî olmadıgını ancak Ehl-i Beyt’i sevmek Rafizîlik ise kasemle Rafizî oldugunu söylemistir.

İmam Malik ve İmam Ahmed b. Hanbel de bu istikamet üzere bulunmuslar, eserler vermisler ve böyle talebeler yetis-tirmislerdir.

Biz Türklerin müslüman olusu Ehl-i Beyt imamlarının sekizincisi olan İmam Rıza’nın Merv sehrine ziyareti ve

24 İmam Buharî, Sahih-i Buharî, 3713, 3751.25 Sahih-i Müslim, c.4, s.1874 Hadis: 36-37; Sünen-i Tirmizî, c.5, s.662, Hadis: 2786-2788; Ayrıca Bz.Müsned-i Ahmed b. Hanbel, c.4, s.30-36-54, c.7, s.84, c.8, s.118-138-154; Sünen-i Darimî, c.2, s.889, Hadis: 3198; Müstedrek’üs-Sahihayn, c.3, s.118; et-Tabakat’ül-Kubra, c.2, s.196; el-Mu’cem’ül-Kebir, c.3, s.65-67; es-Savâik’ul-Muhrika (İbn-i Hacer), s.226.

22

HACI ÖMER HÜDAÎ BABA

Türkleri irsadıyla baslar. Yani Türkler Emevî zulmüne ve kavmiyetçiligine karsı Ehl-i Beyt tarafında bulunmus; Ehl-i Beyt kanalıyla müslüman olmus, İslam’a ve İmam Rıza’ya gönülden baglanmıs ve bu sevgiyle yogrulmustur. Ve yine mesrep imamlarımızın hepsi Ehl-i Beyt taraftarı ve İmam Ali yolundadır. Abdülkadir Geylânî, Hoca Ahmed Yesevî, Ho-rasan erenleri, Hacı Bektas Veli, Hallac-ı Mansur, Mevlana, Yunus Emre, Sarı Saltuk, Abdal Musa, Fuzulî, Nesimî, Niya-zi Mısrî, Alperenler ve daha niceleri bunun ispatıdır. Bütün bir Anadolu bunun ispatıdır. Tarihimiz, 15 asırlık bu askın sa-hididir. Ayrısmalar olsa da Nuh’un gemisi olarak tarif edilen Ehl-i Beyt’in ortak paydamız ve kurtulus adresimiz oldugu gerçegini degistirmez.

23

ARDA KARANİ

F VELÂYET F

Allah (c.c.) Fatiha suresinde “Bizi dogru yola ilet, nimet verdiklerinin yoluna” 26 buyuruyor. Her gün bes vakit na-mazın bütün rekâtlarında her müslümana bunu okumak farz kılınmıstır. Müfessirler; ‘nimet verilen’ bu kulların Nisa sû-resi 69. ayette geçen “sıddıklar, sehitler ve veliler” oldugu-nu beyan etmislerdir. “Onlar Allah’ın hidayet ettigi kullardır onların hidayetine uy” 27 ayetiyle de, bu kullara uymayı em-retmistir. Öyle ise sıddıkların ve velilerin yolundan giderek Allah’a vâsıl olmak sarttır.

Ahmed bin Hanbel’den rivayetle, Peygamberimiz söyle buyurmustur: “Bu ümmet içerisinde kırk kisi İbrahim mes-rebi üzerine, yedi kisi Musa mesrebi üzerine, üç kisi İsa mesrebi üzerine, bir kisi de Benim mesrebim bulunur. Bun-lar makamlarına göre insanların efendileridir.” Hz. Peygam-ber’in hadisin devamında belirttigine göre onlar ile yagmur yagdırılır, Allah onların vasıtasıyla belayı def eder ve onların yüzüsuyu hürmetine insanlar rızıklandırılır.

Ashabın, “Peki bunları nasıl tanıyacagız ya Resûlallah?” sorusu üzerine; Efendimiz, “Onlara baktıgınız zaman Allah’ı hatırlarsınız” 28 buyurmustur.

Allah’ı hatırlatan Allah’ın dostlarını rehber edinmek Kur’anî bir emir ve Peygamberî bir metod olduguna göre; kâmil bir rehber bulmak ve bu sayede “Gir, iyi kullarımın arasına” 29 ayetinde geçen kullardan olabilmek gayret sarf etmek sarttır.

26 Fatiha, 1/6-7.27 En’am, 6/90.28 Müsned, c.5, s.322; Kesfü’l-Hafa, c.1, s.23, h.35.29 Fecr, 89/29.

24

HACI ÖMER HÜDAÎ BABA

Bu temel prensipten hareketle mutasavvıflar, Allah’a vâsıl olma yolunda gayret sarf etmisler ve Allah’ın seçtigi kâmil mürsidlere tâbi olmuslardır.

Ebû Nuaym, Hilye’de; Allah’ın Kitabı’na, Resûlü’nün Sünnet’ine zahiren, bâtınen ittiba edenlerin Kitap ve Sün-net’ten çıkardıkları hükümleri istinbat diye tarif eder ve “On-larla zahiren ve bâtınen amel etmektir. Böyle kimselere Allah bilmediklerini ögretir. Nitekim Hz. Peygamber, ‘Bildikleri ile amel eden kimseye Yüce Allah bilmediklerini ögretir’ bu-yurdu” der.

Hünkâr Hacı Bektas Veli ‘Makalât’ adlı eserinde ilim ve irfanı söyle açıklar: “İlim yıldızlara benzer. Ve yine dünya-da iki deniz var; biri tatlı, biri acı; birbirine karısmaz. Allah Teâlâ, ‘İki denizi birbirine kavusmak üzere salıvermistir’ 30 buyurmustur.

Gözyası acı, gözbebegi yası tatlıdır. Eger gözyası acı ol-masa göz kokardı. Ve eger gözbebegi yası tatlı olmasa göz görmez olurdu. Ve yine dünyada bulut ve yagmur var. Bundan dolayı tasa buluta benzer. Gözyası yagmura benzer. Ve yine gönül kusa benzer. Kus uçarken bazen sasırır. Fakat gönül sa-sırmaz. Zira gönül ile Allah arasında bir engel yoktur. Ve yine cennet içinde ırmaklar vardır. Allah Teâlâ söyle buyurmustur: ‘İçinde ırmaklar vardır.’ 31 Ve yine padisah var, basında tacı, sırtında kaftanı var. Ferman, taht, ülke, halk vardır. Tevhid taçtır, ibadet gerdanlıktır, Müslümanlık kaftandır. Ferman; taht, ülke ve halk İslam’dır. Allah Teâlâ söyle buyurmustur: ‘Allah katında din ancak İslam dinidir.’ 32 Simdi o halde ey can! Halk ve ülke, imanın fermanı, marifetin tahtıdır. Ârifler, o taht üzerinde oturup Cenab-ı Hakk’a dua ederler.”

Kur’ân-ı Kerim Hz. Hızır’ı, ulu’l-azim peygamberlerden biri olan Hz. Musa’ya mürebbi kılar. Peygamber olmayan magara arkadaslarının (Ashab-ı Kehf) hikayesinden, Hz. Hızır’dan, Hz. Zülkarneyn’den, Hz. Lokman’dan, Hz. Mer-

30 Rahman, 55/19.31 Muhammed, 15; Kehf, 18/31.32 Âl-i İmran, 3/19.

25

ARDA KARANİ

yem’den ve birçok Allah dostu sevgili kullarından örnekler verir. Mesela su ayet bunlardan bir tanesidir: “Mûsâ, ona, ‘Sana ögretilen gerçek bilgiden (ilm-i ledün) bana da ögret-men sartıyla sana uyayım mı’ dedi.” 33

Bunlardan anlasılan sudur: Kur’ân’ı iyi anlamak ve Al-lah’ın muradını kavramak için bir dost edinmek Kur’ânî bir metoddur, yani âdetullahtır.

Süphesiz ki peygamberler masumdur yani günahsızdırlar; Allah dostları ise mahfuzdur yani günahtan korunmuslardır. Çünkü Yüce Allah ayette söyle buyurmustur: “Allah dostla-rı için korku yoktur, onlar mahzun da olacak degillerdir.” 34 Yine onları isaretle, “Ey mutmain olmus nefs! Sen Rabb’in-den razı, Rabb’in senden razı, gir iyi kullarımın arasına, gir cennetime” 35 buyurmustur.

Necmeddin Kübra, ‘Tasavvufî Hayat’ adlı eserinde, “Ve-linin Allah tarafından mahfuz olması, onun alametlerinden-dir” der.

33 Kehf, 18/66.34 Yunus, 10/62.35 Fecr, 89/27.

27

ARDA KARANİ

F ABDÜLKADİR GEYLÂNÎ F

Mesreb-i sufiyye, dini yasarken kalbî bir muhabbet elde edebilmek ve Allah’a yakın olabilmek için üstün bir gayret sarf etmislerdir. Bütün bunları birlikte ele alıp kurumlastıran mesrepler, tevhid inancını nefse hakim kılmak için zikir, ra-bıta, tefekkür, nefs terbiyesi gibi metodlarla insanları egitime tâbi tutan kurumlar olagelmislerdir.

Bütün tarikatlar arasında bir ayniyet olmasa da maksat Allah’a vâsıl olmaktır. Genellikle on iki tarikat bilinip yaygın olsa da Haririzade’nin “Tıbyan-u Vesâil-i Hakâyık” eserinde iki yüz kadarının ismi tespit edilmis, İslam Ansiklopedisi’nin tarikat maddesinde de 400 civarında tarikat bulundugu be-lirtilmistir. On ikili tasnif, On İki İmam’a dayandırılmıstır. Çünkü Ehl-i Beyt ve On İki İmam tasavvufun menseidir.

On İki İmam’ın mânevî mirasını, velayet anlayısını sis-tematize eden, hem soy bakımından hem de yol bakımından onların evladı olan Kadiriyye tarikatının kurucusu Pir Abdül-kadir Geylâni (H.470-561) Hazar denizinin güneyinde yer alan Gilan’a baglı Nefy köyünde dogmustur.

Dilaver Gürer, “Abdülkadir Geylânî, Hayatı, Eserleri, Gö-rüsleri” adlı eserinde, “Tam adı Muhiddin Ebu Muhammed Abdülkadir b. Ebu Sâlih Mûsâ ez-Zahit el-Geylâni el-Han-belî’dir. Abdülkadir Geylânî H.470 (M.1077-1078)’te Hazar Denizi’nin güney batısındaki Geylan’da dogmustur. Geylan bugünkü İran sınırları içindeki bir bölgenin adıdır. Abdülka-dir Geylânî bu bölgedeki Neyf kasabasının Bûstir köyünde dünyaya gelmistir” diye açıklamıstır.

Hocazade Ahmed Hilmi, “Hadiketü’l-Evliya Silsile-i Mesâyihi’l-Kadiriyye” kitabında, “Nesebi baba tarafından Hz. Hasan’a; anne tarafından Hz. Hüseyin’e dayanır. 18

28

HACI ÖMER HÜDAÎ BABA

yaslarında ilim tahsil etmek üzere Bagdat’a gelmis ilmini ta-mamlamıstır. Seyh Hammad Debbas ile tasavvuf yoluna gir-mis, Ebu Said el-Mübarek Ali el-Mahzumî’ye intisab etmis, Ebu’l-Vefa ve Ebu Salih gibi zatlarla sohbet etmistir” der.

Hüseyin Vassaf, “Sefine-i Evliya” adlı eserinde, “Hocası Ebu Said Mübârek el-Muharrimî’nin kendisine tahsis ettigi medresede ders vermeye basladı ve onun aracılıgıyla kendi-sine seyhlik hırkası giydirildi. Aynı zamanda vaaz ve irsadla ugrasıyordu. Böylece halkın arasına karısarak irsad hizmeti-ne basladı. Müderris ve vâizligi genis çevrelerce tanınmasını ve kabul görmesini sagladı” diye anlatır.

Muhammed b. Yahyâ et-Tâdifî de, Abdülkadir Geylâ-ni’nin dört hanımla evlilik yaptıgını, rivayetlere göre bu evli-liklerden 22’si kız 27’si erkek olmak üzere toplam 49 çocuk sahibi oldugunu söyler.

Önceleri Safiî mezhebindeyken kendi mesrebine uygun buldugu için Hanbelî mezhebine geçmistir. Ayrıca çok az mensubu olan bu mezhebin kaybolmasını önlemek için bu mezheple amel ettigi de rivayet edilmistir. Tasavvuf aleyh-tarı olan İbn-i Teymiyye dahi Abdülkadir Geylânî, Cüneyd ve Haris Muhasibî gibi kisilerin tevhid ve ser’i hükümlere hassasiyetle baglı bulunduklarını övgü dolu sözlerle itiraf et-mistir.

Abdülkadir Geylânî “El-Fethu’r-Rabbanî ve Feyzu’r-Rahmanî” adlı kendi eserinde, tekkede oturup halktan he-diyeler ummayı tenkit eder. Birtakım kıyafetleri giyerek, aç kalıp zayıflayarak, menkıbe anlatıp sadece tesbih çekerek sûfi olunmayacagını belirterek, kalbi masivadan arındırmayı, Allah’ı samimi olarak aramayı sart kosar. “Bu itibarla masi-vadan arınmak bedenle degil, gönülle olur” diyerek tasavvuf anlayısını izah eder.

Abdülkadir Geylâni uzun ve Hakk’a hizmet dolu bir öm-rün sonunda agır bir hastalıga yakalanır. Birkaç gün sonra da H.561/M.1166 Cumartesi günü ruhunu çok sevdigi Rabbine teslim eder. Cenazesi izdiham yüzünden ancak gece defne-dilir. Kabri Bagdat’ta Babu’l-Ecz’deki medresesi içindedir.

29

ARDA KARANİ

F KÂDİRİLİK F

Abdülkadir Geylânî, Gazali tarafından sistematize edilen tasavvuf anlayısını gelistirip kurumsal kimlige kavusturmus, sistemlestirdigi bu anlayıs adına izafen “Kadiriyye” veya “Geylâniyye” adıyla anılmıstır.

Kâdirî tarikatı gerek Pir’in zamanında, gerekse daha son-raları İslam âleminin farklı bölgelerine yayılmıstır. Öyle ki, toplum içinde birlestirici rol üstlenmistir. Kuzey Afrika, Ye-men, Irak, Anadolu, Hindistan ve daha pek çok yerde Kâdi-riligin etkilerine rastlanmaktadır. Bugün en genis ve yaygın tarikat olarak kabul edilen Kadirilik, Türkler arasında o kadar çok yayılmıstır ki bunun bir ‘Türk tarikatı’ hüviyetine bürün-mesine neden olmustur.

Aslında Kadiriligin Anadolu’ya ve İstanbul’a gelisi ba-yagı geç olmustur. Anadolu’ya gelisi Hacı Bayram Veli’nin damadı olan Pir-i Sani diye anılan Esrefoglu Rumi ile baslar (v. 834/1470). İstanbul’a gelisi de Tophane Kadirhanesi’nin kurucusu İsmail Rumi (v.1041/1631) vasıtasıyladır. Ancak Anadolu’ya gelmeden önce gerek Orta Asya’da, gerek Or-tadogu’da Türkler tarafından en çok benimsenen ve kabul gören ekol olmustur.

Kadiriligin zikir evradı; hamdele, salat ü selam, tevhid ve İsm-i Celal’dir. Silsile itibariyle Sah-ı Velayet Hz. Ali’ye ula-sır. Zikri cehri, tertibi devrandır.

Dilaver Gürer “Abdülkâdir Geylânî, Hayatı, Eserleri, Gö-rüsleri” adlı eserinde sunları yazar: “Tasavvufun müessese-lesmesi sürecinde Kâdirilik ilk sırada gelir. Kâdiriyye günü-müze ulasan en eski tarikattır. Aynı zamanda en yaygın olan tarikatların basında gelir. Bunun en önemli sebebi Abdülka-dir Geylânî’nin sahsiyetidir. O çok genis dinleyici kitlesine

30

HACI ÖMER HÜDAÎ BABA

hitap eden bir vâizdir, ribat sahibi bir sûfîdir, kalabalık bir ailenin reisidir, bir müelliftir, aynı zamanda pir, gavs, kutub gibi mânevî özelliklere sahip bir mürsiddir.”

Hayatında ve eserlerinde Kur’ân’a ve Sünnet’e aykırı olan, farklı yönlere çekilecek davranıs ve yönlere rastlan-maz. O, bu özellikleri sayesinde tasavvuf tenkitçileri tarafın-dan bile övülmüstür. Evlatları ve müridlerinin onun mirasına sahip çıkmaları da tarikatın yayılmasında önemli etkenler-dendir. Abdülkadir Geylâni’den bir asır sonra meydana gelen Mogol istilası ailesinin farklı bölgelere göç etmesine sebep olmustur. Ancak bu durum hem İslam’ın hem de Kâdiriligin daha hızlı yayılmasına vesile olmustur.

31

ARDA KARANİ

F KÂDİRİLİĞİN KOLLARI F

Kâdiriyye en eski tarikat olmasından dolayı birçok böl-geye ayrı ayrı kollar ile yayılmıstır. Ancak temelde ayniyet korunmustur. Dilâver Gürer, bu kolların sayısını kırk bes ola-rak verir.

Bazı kollar farklı tarikat olarak ayrı kabul edilse de silsile-si itibari ile Abdülkadir Geylânî’ye ulasır. Bazı kollar ayniyet bozuldugu anda İslam harici ekollerin etkisine girmislerdir. Kadirligin dayanagı Ehl-i Beyt oldugu için; Kadirilik, korun-musluk ve güvenilirlik adresi olmustur. Pek çok seyhin Ab-dülkadir Geylânî’yi “Sultânu’l-Evliyâ” diye vasıflandırması bu sebeptendir.

Hacı Ömer Hüdaî Baba’nın mensubu oldugu bu temel ayniyeti devam ettiren Hâlisiyye kolu da Kâdiriyye’nin en yaygın ve en bilinen kollarından biridir.

33

ARDA KARANİ

F HÂLİSİYYE KOLU F

Hâlisiyye kolu, Ömer Hüdaî Baba’nın mürsidi olan Dede Osman Avni Baba’nın mürsidi Ziyâeddin Abdurrahman Hâlis Talabanî’ye dayandırılır. (H.1210-1274/M.1797-1859) Hâlis Talabanî seyr-i sülûkü, kelime-i tevhid ve lafza-i celâli kasret-mek sûretiyle bir tarikat içtihâdı yapmasından dolayı bu kol onun ismine istinaden bu isimle anılmıstır. Ayrıca Abdurrah-man Hâlis’in Bagdat’taki Kâdirî dergâhında yönettigi devran-da ilk defa kudüm ve mazhar kullanıldıgı rivayet edilir. 36

Hâlisiyye kolu; Abdurrahman Hâlis Talabanî’nin Kerkük ve civarındaki halifeleri ve Dede Osman Avni Baba vasıta-sıyla Anadolu’ya gelmis ve yayılmıstır.

Bu genel bilgileri verdikten sonra, Ehl-i Beyt’in evladı, Kadiriligin Hâlisiyye kolundan Hacı Ömer Hüdaî Baba’yı, hayatını ve tasavvufî görüslerini, Anadolu’ya ve yasadıgı bölgeye etkilerini; mürsidi Dede Osman Avni Baba’yı; ken-disinden sonra irsad makamını devam ettiren Muhammed Baba Kürkî’yi anlatmaya baslayabiliriz.

Onun duasıyla baslayalım: “Allah muinimiz, Pir destgi-rimiz olsun.”

36 Ünsal, Hatice, Yüksek Lisans Tezi, Abdurrahman Halis Talabanî ve Behcetü’l-Esrar Tercümesi Adlı Eseri, s.15. İst, 2010.

HACI ÖMER HÜDAÎ BABA KÖVENGÎ (M.1821/1905)

F MünacaatıF HayatıF Mânevî PaşaF Dede Osman Avni Baba’ya İntisabıF Misyonu F KerametleriF Tasarrufları F SilsilesiF AilesiF Gönül DostlarıF Halife ve EvlatlarıF ŞemâiliF VefatıF TürbesiF Ah Mine’l-Mevt

II. BÖLÜM

37

ARDA KARANİ

F MÜNACAATI F

“Ey Hüdam iltica ettim sanaEy Kerim-i Zü’l-celal cürmümü affeyleyesinRuz-i Mahser’de çekmeyem asla melalRuz-i seb feryad eder aglarımSon kelamımı tevhid ile ihtam eyleyesin.”

(Ey Rabbim sıgındım SanaEy Celal sahibi Kerim Rabbim günahımı affeyleMahser gününde asla sıkıntı çekmeyeyimGece gündüz feryad eder aglarımSon kelamımı tevhid ile neticelendir diye).

“Pür kusurumuzdur daima cürm ü günahMuterifiz lutfun ile af kıl ey Padisah!Çün Muhammed ümmetiyiz koyma bizi tamuyaEy Hüdaî, Halik’ından et temenni çekme ah!Bu zayıf cismimi azad eyle tuzaktan ya İlahi.”

(Kusurumuz çoktur, günah isleriz daimaEksigiz, lutfun ile bizi bagısla ey PadisahHepimiz Muhammed ümmetiyiz bizi cehenneme koymaEy Hüdaî, Yaradanından ah çekmemeyi temeni etBu zayıf cismimi tuzaktan kurtar ey Rabbim diye). 37

37 Arda, Karani, Erciyes Üniv. lisan tezi, Seyyid Ahmed el-Hüseynî (Çapakçuri)’nin Hayatı, Dini Kisiligi ve İrsad Mektupları, 2000, s.26.

39

ARDA KARANİ

F HAYATI F

Bazı kaynaklarda 1811 (1226) yılında dogdugu kayıtlı olsa da Hacı Ömer Hüdaî Baba, 1821 (1237) yılında Har-put’un Mürü köyünde dogmustur. Aslen Elazıg’ın merkeze baglı eski adı Mürü yeni adı Yünlüce köyünde dogmus, ço-cuklugu ve gençligi bu köyde geçmistir.

Babası Kaymakamzade İbrahim Efendi’dir. Nesilleri Hz. Hüseyin vasıtasıyla Peygamber Efendimiz’e (s.a.a.) ulas-maktadır. Lakapları, Kaymakamzade veya Kaymazzade diye bilinir. Genç yasta gönüllü olarak Erzurum Askerlik Ocagı’na kaydolup kısa zamanda kırk serdarlıga kadar yükselmistir.

Kırk serdar iken kaputunu basına çeker, sabaha kadar Cenab-ı Hakk’a taat ve ibadette bulunur, durmadan aglayıp, zikrullah ile mesgul olarak görevleri yapardı. Askerlerine iyi davranıp, rahat yerlerde yatırır, sabahlara kadar gözlerine uyku girmeden Cenab-ı Hakk’ı zikrederek gecelerini geçi-rirdi. Kendi nefsiyle mücadeleye giristigi için çakıl taslarının üzerinde yatar, sık sık Allah’a (c.c.) söyle dua ederdi: “Ey ulu Rabb’im! Senin merhametin sonsuz deryadır. Su yatan kullarının hüzün ve kederlerini bertaraf eyle. Onları hüzün ve kederlerini ben mücrim kuluna kerem kıl... Ey Âlemle-rin Rabbi olan Allah’ım! Onları ve cümle kullarını cevr ü cefadan uzak eyle. Kullarına her iki dünyanın iyiliklerini ve güzelliklerini lütuf ve ihsan eyle. İki cihanda zevk ü ve sefa içinde yasamalarını nasib eyle.” 38

Bu dua öyle azımsanacak boyutta olmayıp ilk dönem as-habın ve zahidlerin yapmıs oldugu dualar gibidir. Bu dua, Hacı Ömer Hüdaî Baba’nın daha talebelik yıllarındaki ol-gunlugunun ve gönül zenginliginin ispatıdır. İlk gençlik çag-

38 Celal Mısır Hocaefendi’nin notlarından.

40

HACI ÖMER HÜDAÎ BABA

larında Kur’an-ı Kerim’i okuyup hatmettikten sonra salavat-ı serif, zikir ve esma okumaya devam etmistir. Daha sonra kâmil âriflerle görüsüp onlardan istifade etmis ve manevî terbiye ile kemâle ermistir.

41

ARDA KARANİ

F MÂNEVÎ PAŞA F

Hacı Ömer Hüdaî Baba, Erzincan’da askerlik görevini ya-parken Terzi Baba ile tanısır ve onun sohbet ve vaazlarından istifade eder. Bir gece rüya âleminde kendisine, “Bu kadar zamandır pasalık yaptın ey Ömer! Bundan sonra da mânevî pasalık yapsan olmaz mı?” diye hitap edilir. Bunun üzerine henüz delikanlılık çagında bulunan Ömer Hüdaî, rüyayı an-latmak için Terzi Baba’nın (Muhammed Vehbi Hayyat) der-gâhına gider. Terzi Baba da onu irsad ve sülûkunu tamamla-ması için halifesi Arapgirli Ömer Nuranî (Ruhanî) Baba’ya gönderir. Erzincan’da bulundugu sıralarda hep sohbetlerine katıldıgı Terzi Baba, “Evlat memleketine giderken Arapgir’e ugramadan gitme” diye tembihler. Böylece mânevî terbiye-sinin devamı için Arapgirli Ömer Nuranî Baba’ya gitmesini gerektigini belirtir.

Yine bir gece rüyasında üç mânevî kisi görünerek zahir hizmetlerinin sona erdigini, mânevî hizmetlerle görevlendi-rildigini, İlahi lütuflara erecegini ve feyzinin dünyaya yayı-lacagına isaret ederek gözden kaybolurlar. Gençlik dönem-lerinde Ömer Hüdaî Baba için rüya ve mâneviyat âlemi yol gösterici olmustur. Çok defa Ömer Hüdaî’ye ikaz ve irsad vazifeleri rüya âleminde mânevî isaretlerle verilmistir.

Arapgir’e gitmek için askerlik görevinden ayrılır. Ancak anne-baba özlemiyle bir an önce memleketine varmak ister. Böylece Elazıg-Malatya yol ayrımına yaklasınca önce köyü-me ugrayayım sonra Arapgir’e giderim diye düsünür. Bu sı-rada bir kus sürüsü üzerine dogru gelip hal diliyle “Arapgir’e ugramadan gitme” derler. Ancak Ömer Hüdaî kendisine öyle geldigini zanneder, “hiç kuslar konusur mu?” diye düsünerek yoluna devam eder.

Bir müddet gittikten sonra bir kurt sürüsünün kendisine

42

HACI ÖMER HÜDAÎ BABA

dogru geldigini görür. “İnsaallah bu kurtlar beni görmez de giderler” der. Ancak kurtların kendisine daha da yaklastıgını görünce hemen orada bulunan bir agaca çıkar. Kurtlar iyice yaklasarak agacın altında ulumaya baslarlar. Kurtlar da hal diliyle “Arapgir’e ugramadan gitme” diyerek geldikleri yöne dogru dönüp gözden kaybolurlar.

Ömer Hüdaî agaçtan iner, “Demek kus sürüsünden duy-dugum dogruymus” der, köyüne ugramaktan vazgeçerek Arapgir’e dogru yönelir. Arapgir’e dogru giderken hem ask ve feyzin yüksekliginden, hem de yolcugun zorlugundan be-deni iyice güçsüz kalır. “İmdat ya Gavs-ı Azam” diye himmet isteyince, az evvelki sürüden iki kurt tekrar gelerek yüzlerini Ömer Hüdaî’nin ayaklarına sürer ve adeta kendi dillerince saygıda bulunurlar. Yüce bir mânevî makama ulasacagını hal diliyle anlatarak giderler. Böylece Ömer Hüdaî bu zor ve mesakkatli yolculuktan sonra Arapgir’e ulasır. Ömer Nuranî Baba’ya intisab eder ve yıllarca Ömer Nuranî Baba’nın hiz-metinde bulunur.

Ömer Nuranî Baba çok zengin birisi olmasına ragmen ta-savvuf yoluna girip Terzi Baba’nın talebesi sonra da halifesi olmustur. Bu süreçte malının tamamını muhtaçlara dagıtmıs ve maddi durumu iyice zayıflamıstır.

Bir gün Ömer Nuranî’nin hanımı Rukiyye (Okus Hatun) maddi durumlarının kötülügünden dolayı durumlarını sikâ-yet eder. Evde egirecek pamuk olmadıgından dolayı Nuranî Baba’dan pamuk ister. Diger taraftan Ömer Hüdaî de hocası-nın hasretiyle Elazıg’dan yola çıkmıs, sırtına bir batman pa-muk alarak Ömer Nuranî’nin kapısına varmıstır. Bu durum karsısında sevinen Nuranî Baba, “Hızır mıydın, yetistin ya Hacı Ömer” diyerek onu hem hacla müjdeler hem de öyle bir nazar eder ki, Ömer Hüdaî bu nazarın etkisiyle yere yıkılır. O esnada mânen peygamberle görüsür, onlarla pirinç pilavı yer ve İlahi tecellilere mazhar olur. Benzer bir hadiseyi Dede Osman Avni Baba’yla yasadıgı ile ilgili rivayetler de vardır.

Ömer Hüdaî Arapgir’den memleketine dönerken, Ke-ban’a varmadan Saraycık köyü yakınlarında bulunan Elazıg yol ayrımında bir kafile ile karsılasır. Bu kafile Tali Pasa ko-

43

ARDA KARANİ

mutasında görevli askerî bir birliktir. Görevliler yaylı tabir edilen bir arabayla ugrasmaktadırlar. Ömer Hüdaî bu duru-mu bir süre uzaktan seyreder. Tamir ettikleri tekeri bir tür-lü yerine takamazlar. Hüdaî Baba dayanamayarak yanlarına gelir, arabanın altına sokularak, “destur” deyip koca yaylıyı omuzladıktan sonra Pasa’nın yanındaki görevliler ile birlikte tekeri yerine takarlar. Bu olayı seyreden Tali Pasa bu gencin yardımseverligine ve dirayetine binaen “Sofu biz Hicaz’a gidiyoruz, sayet gelmek istersen seni de götürelim” der. Hü-daî Baba, Tali Pasa’nın beklenmeyen bu teklifini kabul eder. Böylece bu kafile ile birlikte hac farizasını da yerine getirir. Hicaz’a giderken hocasının “Hacı Ömer” hitabının sırrına vâkıf olur. Seyhinin kerameti yerine gelmis ve Hacı Ömer Hüdaî olmustur.

Bu süreçte sürekli zikir ve vird ile mesgul olmus, hocasın-dan yolun usul ve adabını ögrenmis, yedi yıla yakın Anado-lu’yu dolasmıs daglarda ot ile beslenmis, münzevî bir hayat sürmüs, Yüce Allah’ın tasarrufuna ulasmıstır.

Hz. Hızır, onu Merv’de Ebu Müslim Teberder ile görüs-türecegine söz vermis, böylece Merv’in yolunu tutarak Ebu Müslim ile görüsme saadetine ermistir. Hz. Hızır (a.s.) (rü-yasında) agzına üflemis, böylece mânevî sırlar (ilm-i ledün) kapıları da açılmıstır.

Bu sekilde yıllarca Arapgir ile Elazıg arasında hocasını ziyarete gidip gelerek hocasından icazetname alır. Seyhinin izniyle zikir ve devran yaptırmaya baslar. Harput’a gelir, ar-dından Perçenç’ten (Akçakiraz) Elazıg’ın 20 km. güneydo-gusundaki Kövenk (Güntası) köyüne yerlesir. Vefat edene kadar burada ikamet eder ve bu köye defnedilir. Hatta ya-kınlarına, ‘Beni buraya defnediniz, buradan denizi seyrede-cegim’ 39 dedigi meshurdur. Çok ilginçtir, vefatından 70 yıl sonra türbenin karsısına Keban barajının suları ulasır.

Bir gün Arapgir’e geldiginde kapıyı seyhi açmaz. Hacı Ömer Hüdaî, seyhinin esigine kapanır, yalvarır, yakarır. Bu hale dayanamayan Arapgirli Ömer Nuranî Baba, “Evlat be-

39 Merhum dostum Sami Demiray’dan sifahen.

44

HACI ÖMER HÜDAÎ BABA

nim sana verecegim artık bu kadar. Seni bezedim, süsledim bir sandukanın içine yerlestirdim. Sandukanın anahtarı Os-man’dadır. Var git Osman’ı ara. Bundan sonra benim sana yapabilecegim bir sey yok. Seni getirebilecegim yere kadar getirdim. Buradan öteye seni ancak Dede Efendi götürür. Var git isine, nasibini ve feyzini Urfa’da ara. Allah dostun, Hızır yoldasın olsun” der. Böylece Ömer Nuranî, Sevgili Peygam-berimiz ve pirimiz Abdülkadir Geylânî Hazretlerinden aldıgı mânevî isaretle onu Urfalı Dede Osman Avni Baba’ya gön-derir.

Dergâh bir tepenin ardında düzlükte oldugu için Ömer Nuranî Baba, “Evlat giderken sakın arkana dönüp bakma” diyerek tembihler. Derin bir üzüntü içinde vedalasıp ayrılır-lar. Ömer Nuranî Baba, Hacı Ömer Hüdaî’yi giderken takip eder ama Ömer Hüdaî tepeyi asarken verilen emir dogrultu-sunda bir kere dahi dönüp arkasına bakmaz. Bunun üzerine Arapgirli Ömer Nuranî Baba, “Bak görüyor musun, bütün feyzi alıp götürdü, geride hiçbir sey bırakmadı” der.

45

ARDA KARANİ

F DEDE OSMAN AVNİ BABA’YA İNTİSABI F

Ömer Hüdaî Baba, Arapgirli Ömer Nuranî Baba’dan ica-zetname almasına, Bekabillah makamına ermesine ve irsad vazifesinde olmasına ragmen “hamdım, pistim, yandım” ma-kamlarının daha üstüne ulasmak gayretiyle aynen Mevlana gibi, Sems’ini bulmak amacıyla yola çıkar. Mânevî tahsilinin geri kalan kısmını tamamlayacagı büyük mürsid mesayıh-ı Kadiriyye’den Dede Osman Avni Baba’yı bulmak için ihvan-ları ile birlikte Urfa’ya gider.

Bir ara farkında olmadan arkadaslarından ayrılır. Urfa so-kaklarında gezerken kendisini cezbeden bir zikir sesi duyun-ca oraya dogru yönelir. Dergâhtan içeri girer girmez kendini zikir devranında bulur. Gözleri âmâ veli bir zat zikri yönet-mektedir. Zikir bittikten sonra, “misafirimiz söyle gelsin” diyerek yanına çagırarak birtakım sualler sorar. Hacı Ömer Hüdaî imtihanda oldugunu hisseder ama sesini çıkarmaz.

Bu yaslı veli, “Senin her seyin tamam ama bir seyin ek-sik” der. Hacı Ömer Hüdaî Baba, “Nedir o eksik olan?” diye sorunca zikri yöneten zat, “Evlat sende ask eksik” der. Ömer Hüdaî “Onu da sen ver o zaman” diyerek hiddetlenir. Zikri yöneten yaslı zat, “Neden celalleniyorsun evlat, seyhin sana ‘seni bezedim, süsledim, sandıga koydum anahtarı Dede Os-man’dadır’ demedi mi? İste o Osman benim” deyince Hacı Ömer Hüdaî çok mahcub olur ve hemen Dede Osman Avni Baba’nın ellerine egilir. Dede Osman Avni Baba, “Simdi sen git arkadasların seni merak ederler. Hacı Ömer, sen feyzini tez alıp gideceksin. Sabah namazında gelirsin” diye müjde-leyerek yolcular.

Ertesi gün erkenden sabah namazına dergâha gelir. Dede Osman Avni Baba ile görüsür. Ve hakikaten kısa zamanda ask ve muhabbetle dolarak feyzini alıp memleketine döner.

46

HACI ÖMER HÜDAÎ BABA

Bu süreçte Hacı Ömer’in Urfa ziyaretleri çok sıklasır. Bir seferinde Hacı Ömer Hüdaî Baba, Kövenk’ten sırtına bir çu-val pamuk alıp, seyhine götürmek için Urfa’ya yola koyulur. Bu arada Dede Osman Avni Baba ile hanımı da pamuk evde meselesini konusuyorlarmıs. Hanımı, “Efendi yatak yapa-cagım bana pamuk lazım, git getir” der. Dede Osman Avni Baba, “Nereden alayım, elde yok” dese de hanımı pamuk ge-tirmesi konusunda ısrar eder. Bu münakasa sırasında sırtında pamuk çuvalı ile sadık müridi Hacı Ömer Hüdaî gelir. Bu durumdan çok memnun olan Dede Osman Avni Baba, müridi Hacı Ömer Hüdaî’ye paha biçilmez nazarını çevirir. Nazara muhatap olan Ömer Hüdaî Baba, “O anda yüz yirmi dört bin peygamberle görüstüm. Hepsi de saçlı idi. İçlerinde sadece İbrahim (a.s.) saçsızdı” demistir. 40

Bir müddet sonra Dede Osman Avni Baba, Ömer Hüdaî Baba’yı tekrar hacca gönderir. Borlu Kuddusi Baba ile birlik-te Halep, Sam ve Hicaz yollarında hocasının duası ve tevec-cühü ile mânevî fetihlere ulasır.

Hac farizası için Arafat’ta bulundugu sırada bir gece rü-yasında Hz. Fâtıma anamızı görür. “Ya Ömer, git ceddin Re-sûlullah’ın kabristanından akan rahmet suyundan iç, ellerini yüzünü yıka” der. O da: “Ey Nebiyy-i Zisan’ın kızı annem, Resûlullah’ın kabristanında rahmet suyu yoktur ki içeyim” cevabını verir. Hacı Ömer Hüdaî Baba’nın ellerinden tutan Hz. Fâtıma (r.anha), onu dogruca babası Fahr-i Kainat Efen-dimizin kabr-i saadetlerine götürür. Hüdaî Baba, türbeye gi-rince hayretler içinde kalır. Çünkü Resûlullah (s.a.a.)’in kab-rinin ayak dibinde insanların gözlerini kamastıran nuranî bir su aktıgını görür. Fâtıma validemiz, egilip avuçladıgı suyu Hacı Ömer Hüdaî Baba’ya içirip ellerini ve yüzünü yıkadık-tan sonra, “Yavrum, nasibini aldın” der. 41

Rüyanın etkisiyle uyanan Ömer Hüdaî Baba, dilinin Allah esmasını zikrettigini, vücudunun titredigini, içinin ferahla-mıs, kalbinin nurlanmıs oldugunu hisseder.

40 Mustafa Hilmi Yıldırım’ın notlarından alınmıstır.41 Celal Mısır Hocaefendinin sifahi sohbetlerinden.

47

ARDA KARANİ

Yine hac ziyaretinde iken bir âlimin Mekke’ye geldigini, Kâbe’de halka vaaz ettigini duyunca, akın akın o tarafa giden halkla birlikte Beytullah’a gider. Gerçekten de çok büyük bir âlimin çok güzel vaaz ettigini, dinleyenlerin kiminin agladı-gını, kiminin baygınlık halinde kendisinden geçtigini görür. Yüzü yesil bir nikabla örtülü olan âlim zat, gittikçe cosar, halkı da o derece costurur. Sohbetin ardından Beytullah’ta bulunan halkın tamamı o zata intisab ederler. Hacı Ömer Hü-daî ise bir köseye çekilmis, hiç sesini çıkarmadan olanları izlemektedir. Onun bu hali sohbet eden zat tarafından anla-sılmıs olacak ki, Hüdaî Baba’ya yaklasıp, “Ey asasına dayan-mıs kisi, seni tek kanatlı bir kus gibi görüyorum. Bana biat edersen seni çift kanatlı yaparım” der.

Ömer Hidaî, “Efendim benim de sizin gibi bir sultanım var. O beni layık bulursa isterse ali eder, isterse zelil eder. Size bir kusur islediysem affedin beni mazur görün. Bana da dua buyurun yeter” der.

Bu sadıkane cevap üzerine Dede Osman Avni Baba, yü-zündeki nikabı kaldırarak ona teveccüh edip nice mânevî makamlara ulastırıp onu tam manasıyla maksadına eristirir. 42

Hüdaî Baba, seyhi Dede Osman Avni Baba için, “Zahiren gözleri görmezdi ama mânen mü’minlerin hallerini sezer, on-ların durumlarını bilirdi. O, devrinin Kutbu idi” buyurmustur.

Hacı Ömer Hüdaî Baba, Dede Osman Avni Baba vefat edene kadar Urfa’ya gidip gelerek hocasını ziyarete devam eder. Böylece on iki tarikat yolundan icazetini alır. Kadirilik üzerine devran, zikir, seyr-i sülûk yaptırması ögütlenir. Hacı Ömer Hüdaî Baba, Kadiri tariki üzerine binlerce insan yetis-tirmistir.

42 Celal Mısır Hocaefendi’nin notlarından alınmıstır.

49

ARDA KARANİ

F MİSYONU F

Dede Efendi, aldıgı mânevî emir üzerine, Hacı Ömer Hü-daî’ye hilafet verip, hırkasını ona giydirmis, On iki İmam hazretlerine nispetle on iki tasavvuf ekolünde irsad makamı-na eristirmistir.

Ömer Hüdaî’nin mânevî görevinin yasadıgı bölge açısın-dan sosyolojik etkilerini de ele almak icab eder.

Onun vazife yaptıgı dönem Harput’tan halkın ovaya yer-lestigi Elazıg’ın o zamanki adıyla “Mamürat’ül-Aziz” kurul-ma yıllarına rastlar. Halk fakr u sefalet içerisine ovaya yani Mamürat’ül-Aziz’e yerlesirken onların terbiye ve irsad va-zifesini üstlenmis adeta yeni imar olunan bu sehrin mânevî mimarı olmustur.

Egitim açısından büyük bir mürebbi ve irsad sahibidir. Hayatı hırsızların, sakilerin, ayyasların, eskıyanın terbiyesiy-le geçmistir. Usul, zikir ve devranıyla, Kadirilik yolu esasla-rıyla taliplerini irsad eden Hacı Ömer Hüdaî; Ahmed Yesevî ve Hacı Bektas Veli gibi Anadolu’nun en büyük mimarların-dan biridir.

İslamî ilimlerdeki büyük derinligi, takvası, zühdü, tesli-miyeti ve Allah askı ile büyük bir mahviyet içindedir. Onun hayatında Rabbine kul olma, Resûlü’ne itaat ve insanları kur-tarma gayretinden baska amaç görülmez.

Erzurum’dan Arapgir’e, Harput’tan Medine’ye Erzin-can’dan Merv’e kadar genis bir cografyada yetistirdigi tespit edebildigimiz 60’dan fazla kâmil veli olmakla birlikte, irsad vazifesi ve halifeligini Kürklü Hacı Muhammed Baba (k.s.) yapmıstır. Yetistirdigi o büyük zâtlardan bazıları sunlardır: Kürklü Hacı Muhammed Baba (k.s.), oglu Ahmed Cemalî (k.s.), Göllü Mustafa Baba (k.s.), Hamza Baba (k.s.), Hüse-

50

HACI ÖMER HÜDAÎ BABA

yin Visalî (k.s.), Sükrü Baba (k.s.), Boranlı Abdullah (k.s.), Tepecikli Mehmet (k.s.), Perçençli Mehmet (k.s.), Tellalzade Resit Baba (k.s.), Palulu Mehmet Baba (k.s.), İzolulu Mu-hammed Emin (k.s.), Abdullah Efendi (k.s.)…

Hacı Ömer Hüdaî Baba; büyük bir gönül ve insan mima-rı, büyük bir cografyanın mimarı yönleriyle tanınır ve kabul görürdü. Harput’tan Medine’ye, Erzurum’dan Arapgir’e, Er-zincan’dan Merve, Mekke’den Elaziz’e yetistirdigi halifeleri tüm Anadolu’yu neredeyse sarmıs ve hatta dısına dahi tas-mıstır.

Hacı Ömer Hüdaî Baba, uzun süre Elazıg’ın Kövenk Köyü’nde halkı irsada devam etmistir. Güzel huyu, takvası, kerametleri ile söhret bulmustur. Herkese sefkatli ve merha-metli davranan, güler yüzlü, mütevazı, çok cömert bir zâttır.

Bütün misafirlerine ve herkese maddi ve mânevî ihsan-da bulunmustur. Mübarek nazarına muhatap olanların onun halinden etkilenmemeleri, onunla sohbet edenlerin onun muhabbetine kapılmamaları mümkün degildir. İlim adamları onunla istisare eder, devlet adamları karısık ve zor meseleleri gelip ona danısırlardı.

Hacı Ömer Hüdaî Baba, ‘İhtiyacı olup da bizden isteme-yenin bir yüzü kara, biz yardıma yetismezsek iki yüzümüz kara olsun. Biz hayatımızda kındaki kılıç gibiyiz, mematı-mızda kından çıkmıs gibiyiz” 43 diyerek tasarrufunun büyük-lügünü açıklamıstır.

43 Celal Mısır Hocaefendi'nin notlarından alınmıstır.

51

ARDA KARANİ

F KERAMETLERİ F

Kur’ân-ı Kerim, hikmet ve hüküm sahibi olan Allah tara-fından Hz. Peygamber'e (s.a.a.) vahyedilmistir. Bu yüzden-dir ki Kur’ân, ne Cebrail'in (a.s.) ne de Hz. Muhammed'in (s.a.v.) kelamıdır. Kur’ân-ı Kerim hakkında çok sözler sarf edilmis, kitaplar yazılmıstır. O, ancak Allah’ın kendi zâtına mahsus olan kelamıdır. 44

Mutasavvıflar da bu konuda eserlerinde görüslerini belirt-mislerdir. Mutasavvıflara yöneltilen ithamlardan birisi ve en önemlisi Kur’ân ve Sünnet’ten uzaklastırdıkları iddiasıdır. Tarihte bu yüzden zındıklık ve kâfirlikle suçlanan pek çok sûfi olmus ama arastırıldıgında bu yargıların hep yanlıs anla-sılmalar sonucunda oldugu gerçegi ortaya çıkmıstır.

İlk dönem sûfilerinden Sehl b. Abdullah et-Tüsterî bu konuyla ilgili sunları dile getirmektedir: “Bizim esaslarımız yedi seydir: Allah’ın Kitabına ittiba etmek, Peygamber'in (s.a.v.) sünnetine uymak, helal yemek, halka eziyet etmemek, günahlardan kaçınmak, tevbe etmek ve hakları yerine getir-mektir.” 45 Bu ifadeler, mutasavvıfların gerçekte ne yapmak istediklerini gösteren en güzel bir örneklerden birisidir. 46

“Keramet tabiatta cari kanuna aykırı olarak vukû bulan İlahi bir fiildir. Ta ki kul, itaatkârlıgın meyvesini tanısın ve dininin hak olduguna dair basiret ve inancı artsın.” 47

44 Zerkanî, Muhammed Abdulazim, Menahilu’l-İrfan-i Ulumi’l-Kur’an, Mısır trs, c.I, s. 49; Sabunî, Muhammed Ali, Tibyan fi Ulumi’l-Kur’an, İst. Trs, s. 62.45 Sülemî, Ebu Abdurrahman, Tabkatu’s-Sufiyye, Kahire, 1986, s. 210.46 Soysaldı, İhsan, Aglar Baba ve Tasavvufi Anlayısı, TBDD yay, İst, 2013 s. 37.47 Nureddin es-Sabunî, el-Bidaye/Maturidiyye Akaidi ç: Dr. Bekir Topaloglu, ys:ts, s 124.

52

HACI ÖMER HÜDAÎ BABA

“Perdeyi kaldır aradan alasın bir zevk-ı lezizBak ne halk etmis Yaradan alasın bir zevk-ı lezizDüsmüsem ask deryasına kesb-i safalâr eyleremGel sen de gir ey zahid, alasın bir zevk-ı leziz.”Hacı Ömer Hüdaî Baba’da çokça keramet görüldügü hal-

de, “Biz kerameti kelplere (köpek) dagıtmısız” diyerek bizle-re kerametin amaç olmadıgını kısa ve öz sekilde anlatmıstır. Bizce asıl kerameti çevresinde bulunan hırsız, eskıya gibi in-sanları güzel ahlakı ve nazarı ile ıslah etmesidir. Ancak bizler onun ahlakının ve halinin üstünlügünü anlayabilmek ve istifa-de edebilmek için bugün halen Elazıg ve civarı illerde dilden dile dolasan yüzlerce hallerinin birkaçından bahsedecegiz.

1- Mânevî Yolculuk:

Hacı Muharrem Sırrî anlatıyor:“Bir ara Harput Müftüsü Beyzade Ali Rıza Efendi’ye Har-

put’taki Sara Hatun Camii’nde müezzinlik yapıyordum. Bu görevim sırasında diger taraftan seyhime hizmet ediyordum. Persembe günü Hacı Ömer Hüdaî Baba’nın yanına gittim. O gece dergâhta kalmamı tembih etti. Sohbete ve devrana katıldıktan sonra o gece orada uyudum.

Sabah namaz ve tesbihattan sonra, ‘Evlat, yemek yiyelim sonra gidersin’ dedi. Yemegi yedim, ancak cuma vaktine iki saat kadar kaldı. Harput ile Kövenk arası yürüyerek 6 saat sü-rüyordu ama görevim oldugunu bilmesine ragmen bana hâlâ git demiyordu. Ben de ‘Gideyim mi’ demekten edep ettim. Bayagı bir vakit geçti. Namaza neredeyse bir saat kala bana, ‘Evlat gitmiyor musun?’ dedi ben de, ‘Baba vakit geçti’ de-dim. ‘Köyden çık, rabıta et ve gözlerini de yum, sakın açma” diye tembih etti. Ben de abdest alıp rabıta ettim. Hacı Ömer Hüdaî Baba geldi, elimden tuttu, beni uçuruyordu. Bir müd-det uçar gibi gittik. Bir ara merak ettim acaba neredeyiz diye ve gözlerimi açtım ve baktım ki Hüseynik’teyim. (Hüseynik Harput’a yürüyerek 20 dakikalık mesafededir). Eger gözleri-mi biraz daha açmasaydım tam caminin önünde olacaktım.” 48

48 Prof. Dr. Haydar Bas Hoca’nın sifahi sohbetlerinden.

53

ARDA KARANİ

2- Koca Oğlanlar:

Mehtaplı bir yaz gecesi Hacı Ömer Hüdaî Baba yanında bulunan yüzlerce müridânı ile beraber Sivrice’den Kövenk’e dönerken, agaçlık bir mevkide karsılarına kocaman iki ayı çı-kar. Hayvanlar korkunç yürüyüsleriyle Ömer Hüdaî Baba’ya dogru yaklasırlar. Bunun üzerine müridlerden birkaçı, “Baba Efendi, bu yabani hayvanların zat-ı âlinize zararları doku-nabilir. Gidip ikisini de öldürelim mi?” derler. Ömer Hüdaî Baba gülümseyerek “Hayır, bir sey yapmayınız, koca oglan-lar gelsinler de biraz zikrullah çekelim” der.

Nihayet hayvanlar gelip, arka ayakları üzerine ayaga kal-karak, biri seyhin sag tarafına, digeri sol tarafına geçerek pençeleriyle Hacı Ömer Hüdaî Baba’nın ellerini tutarlar. Hu ism-i serifini zikretmeye baslayınca orada bulunan müridler de Ömer Hüdaî’nin ve iki ayının etrafında büyükçe bir halka kurarak onlarla zikrullaha istirak ederler. Takriben aradan bir iki saat geçer. Hacı Ömer Hüdaî Baba zikr-i serife son ve-rip ellerini ayıların pençelerinden çekince hayvanlar, baygın bir halde boylu boyunca yere serilirler. Hüdaî Baba ayılara, “Koca oglanlar siz biraz uyuyunuz, sabah olmadan uyanırsı-nız” der ve yollarına müridânıyla beraber devam ederler. 49

“Ask-ı dildaride yanmak dilersen bu fenadan geçTarik-i Hak’ta zakir ol bu söhret ü senadan geçSakın nefse uyup terk eyleme ask yolunuBırak gavgay-i cihanı bu fakr ile ginadan geç.”

3- Âlimler İmtihanda:

Bir gün, üç bes hoca ve âlim kisi, Hacı Ömer Hüdaî Ba-ba’nın ilmini imtihan için ziyaretine gelirler. Hacı Ömer Hü-daî Baba divanda sakin sakin otururken güzel lâtif bir üs-lupla misafirlerine hitaben, “Bizim müridlerden biri ögüttügü unu eve getirirken degirmen yolunun yokusunda merkebinin ayagı kaymıs ve üzerindeki un çuvalı yere devrilmis. Mü-rid, çuvalı merkebe yüklemek için epeyce ugrasmıs, civardan

49 Albayrak, Mehmet, Halisa ve Seçkinleri, s.15.

54

HACI ÖMER HÜDAÎ BABA

da yardım için kimseyi bulamayınca bizi yardıma çagırınca ben de gidip yardım ettim. Beraberce yıkılan çuvalı merkebe yükledik” deyince bu sözleri isiten âlim hocalar sasırarak bir-birlerinin yüzüne bakarlar.

Sonra içlerinden biri bu isin dogru olup olmadıgını anla-mak için tekkeyi terk edip degirmene giderken kendi kendine “bizim için büyük bir fırsat” der. “Simdi ben bu seyhin yala-nını çıkarayım da bir daha böylesi islere burnunu sokmasın” diye düsünür. Bu düsünce ile yoluna devam ederken üzerinde çamurlu çuval bulunan bir merkeple sahibinin karsı köseden geldigini görür ve dervise yaklasıp selâm verir.

“Ahbap yükün devrilmis olsa gerek, çuvalın üzerinde çok çamur var.”

O gelen dervis, “Evet, degirmen yokusunda hayvanın ayagı kaydı, üzerindeki yük oldugu gibi devrildi.”

“Peki, yalnız mı yükledin yükü?”

Dervis, “Bre adam bu kadar agır bir yükü bir kisi nasıl kaldırabilir, yükleyebilir? Baktım etrafta kimseleri görme-yince mecbur oldum, efendim Ömer Hüdaî Baba’yı çagır-dım. Cenab-ı Hak (c.c.) ondan razı olsun, o da yardıma gel-di, çuvalı yükledik” deyince hayreti bir kat daha artan hoca, “Yahu benimle egleniyor musun? Seyh sabahtan beri tekke-den ayrılmadı. Nasıl olur da yardım edebilir?” der.

Dervis mânâlı mânâlı hocanın yüzüne bakar ve “Senin böyle islere aklın ermez, müsaadenle” deyip ve yoluna de-vam eder. Dervisin ardından sasırarak bakan hoca, “Allah Allah, seyh ne büyük bir veli imis fakat bizler anlayamıyor-musuz. Boyumuzdan büyük islere girismisiz” sözlerini mı-rıldana mırıldana söyleyerek Hacı Ömer Hüdaî’nin huzuruna gelir. Yaptıgı isten dolayı pismanlık duydugunu söyler ve in-tisab eder. Bu isi anlayan diger hocalar ve âlimler de intisab ederek Hacı Ömer Hüdaî Hazretlerinden özür dilerler. 50

50 Mustafa Hilmi Yıldırım’ın notlarından alınmıstır.

55

ARDA KARANİ

4- Hızır (a.s.):

Hacı Ömer Hüdaî Baba’nın yanına, sohbetine Hızır (a.s.)’ın geldigi haberi söylenirmis. Bir gün dervisler, “Efen-dim bizi Hızır (a.s.)’la bir görüstür” diye rica da bulunurlar.

Aradan zaman geçer, Hacı Ömer Hüdaî Baba müridle-ri ile sohbet ederken içeriye biri girer, selâm verir. “Yukarı sehirden 51 geliyorum” der. Ömer Hüdaî Baba Hazretlerine hitaben, “Sana filancanın selâmı var, sunu da yesinler, diye gönderdi” diyerek elindeki bohçayı açar ve içinden sıcak ekmek, taze pismis daha buharlanan etli pilavı ikram eder. Gelen kisi, o zatın selamını ve hediyesini verdikten sonra müsaade isteyip ayrılır.

Hacı Ömer Hüdaî Baba müridlerine, “İste bu Hızır idi. Hiçbiriniz düsünüp akıl edemediniz ki, yukarı sehirden yani Harput’tan buraya pismis, daha sogumamıs, buharı üzerinde bir pilav nasıl gelir, bu nasıl olur diye? O, ancak Hızır’ın ma-rifetiyle olur” der. 52

5- Uzayan Dallar:

Hacı Ömer Hüdaî Baba bir gün bir duvarı agaçlarla ka-patmak ister. Agaçları kesip getirirler. Sonra bir bakarlar ki, agaçlar kısa, duvardan duvara yetismiyor. Vakit aksam olmus. Hacı Ömer Hüdaî Hazretlerini müridlerini, “Bırakınız, yarın örteriz” der. Müridleri merak ederler; agaçlar kısa, mesafe uzun... Sabah olur, aynı agaçları döserler. Bakarlar ki, aksam kısa gelen agaçlar, ertesi gün istenilen uzunluktadır ve binayı döserler. Müridler, Hacı Ömer Hüdaî Baba’nın himmeti ile kuru agaçların sanki canlanıp uzamıs oldugunu görürler.

51 Harput yukarıda kurulmus oldugu için o dönemde ‘Yukarı Sehir, Elazıg ovada kuruldugu için “Asagı Sehir” ismiyle anılırdı.52 Celal Mısır Hocaefendi’nin notlarından alınmıstır.

57

ARDA KARANİ

F TASARRUFLARI F

İnsanın kavrayamayacagı bazı haller olusur idi ki gören-ler hayret içinde kalırdı. Bu kerametler bazen istemeden olur ancak insanların irsadına istek ve arzusuna göre gerçeklesir-di. Hacı Ömer Hüdaî, devrin âlimleri, yöneticileri ve zama-nın ârifleri tarafından kısa zamanda çok tanındı ve sevildi. Öyle ki, gayrimüslimler bile ondan istifade etmek isterler-di. Böyle olaganüstü halleri görüldükçe ünü her gün büyük toplulukların ziyaret etmesiyle genisledi. Böylece müridlerin sayısı seksen-doksan bini geçmis ve zikir meclisleri o kadar yayılmıstı ki; nereden geçilse bir zikir sesi duyulur, her ev-den mânevî bir koku koklanırdı.

Hacı Ömer Hüdaî, “Mematımda kabrimi ziyaret edene halk hacı demez ama Cenab-ı Hak (c.c.) insaallah ona bir hac sevabı yazar. Ben hayatta iken kılıfındaki kılıç gibiyim. Mematımda kılıfından çıkmıs kılıç gibiyim. Beni yardıma çagıran müridime mematımda daha çabuk ulasırım. Bir insan hayatta iken ruhu cesetten ayrılıp geliyor fakat vefat edince cesetle alakası kalmayıp cesetten ayrılıp gelmesi gibi bir so-run da kalmıyor. Çagrılan yere daha çabuk geliyor. Ve tasar-rufum bes yüz sene geçerlidir” buyurmuslardır. 53

53 Mustafa Hilmi Yıldırım’ın notlarından alınmıstır.

59

ARDA KARANİ

F SİLSİLESİ F

Birinci Vasıta:

Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v.)İmam Ali (k.v.)(Burada kol iki vasıtadan devam eder)İmam Hüseyin (r.a.)İmam Zeynelâbidîn (r.a.)İmam Muhammed Bâkır (r.a)İmam Ca’fer es-Sâdık (r.a.)İmam Musa Kâzım (r.a.)İmam Aliyyü’r-Rıza (r.a.)(Ma’ruf-u Kerhî’de birlesir) Seyh Ma’ruf-u Kerhî (r.a.)Seyh Seriyyü’s-Sakatî (r.a.)Seyh Cüneyd-i Bagdadî (r.a.)Seyh Ebu Bekir Siblî (r.a.)Seyh Abdülaziz Et-Temimî (r.a.)Seyh Yusuf-u Tarsusî (r.a.)Seyh Aliyyü’l-Hakkarî (r.a.)Seyh Said Mahzumiyyü’l-Bagdadî (r.a.)Seyh Abdülkadir Geylânî (r.a.)(Yine kol iki vasıta halinde devam eder)Seyyid Abdürreazzak (k.s.)Seyyid Osmanü’l-Geylânî (k.s.)Seyh Yahya el-Basrî (k.s.)Seyh Nureddin-i Samî (k.s.)Seyh Abdurrahman’il-Hasenî (k.s.)Seyh Burhaneddin-i Zencerî (k.s.)Seyyid Muhammed Ma’sum’ul-Medenî (k.s.)Seyyid Abdürreazzak’ul-Hamevî (k.s.)Seyyid Hüseyin’il-Ezmiranî (k.s.)Seyh Ahmed-i Hindi’l-Lahorî (k.s.)

60

HACI ÖMER HÜDAÎ BABA

Seyyid Mahmud-u Zengenî (k.s.)Seyyid Ahmed-i et-Talâbanî (k.s.)Seyyid Abdurrahman-ı Halis Talâbanî (k.s.)(Her iki vasıta Dede Efendi’de birlesir)Seyh Dede Osman Avni Baba Urfavî (k.s.)Seyh Hacı Ömer Baba Kövenkî (k.s.)Seyh Hacı Muhammed Baba Kürkî (k.s.)Seyh Hacı Mustafa Hayri Baba (k.s.)

İkinci Vasıta:

Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v.)İmam Ali (k.v.)(Burada kol iki vasıtadan devam eder)Seyh Hasan-ı Basrî (r.a)Seyh Habibü’l-Acemî (r.a.)Seyh Davud-u Taî (r.a.)(Ma’ruf-u Kerhî’de birlesir)Seyh Ma’ruf-u Kerhî (r.a.)Seyh Seriyyü’s-Sakatî (r.a.)Seyh Cüneyd-i Bagdadî (r.a.)Seyh Ebu Bekir Siblî (r.a.)Seyh Abdülaziz Et-Temimî (r.a.)Seyh Yusuf-u Tarsusî (r.a.)Seyh Aliyyü’l-Hakkarî (r.a.)Seyh Said Mahzumiyyü’l-Bagdadî (r.a.)Seyh Abdülkadir Geylânî (r.a)(Yine kol iki vasıta halinde devam eder)Seyyid Ebu Bekir Abdülaziz (k.s.)Seyyid Muhammed Hettak (k.s.)Seyyid Semseddin (k.s.) Seyyid Zeyneddin (k.s.)Seyyid Serafeddin (k.s.)Seyyid Veliyüddin (k.s.)Seyyid Nureddin (k.s.)Seyyid Hüsameddin (k.s.)Seyyid Yahya (k.s.)Seyyid Ebu Bekir Bagdadî (k.s.)

61

ARDA KARANİ

Seyyid Muhammed Dervis (k.s.)Seyyid Zeyneddin (k.s.)Seyyid Mustafa el-Bagdadî (k.s.)Seyyid Süleymanü’l-Bagdadî (k.s.)Seyyid Aliyyü’l-Bagdadî (k.s.)Seyyid Eyyûb Urfavî (k.s.)(Her iki vasıta Dede Efendi’de birlesir)Seyh Dede Osman Avni Baba Urfavî (k.s.)Seyh Hacı Ömer Baba Kövenkî (k.s) Seyh Hacı Muhammed Baba Kürkî (k.s.)Seyh Hacı Mustafa Hayri Baba (k.s.). 54

Dede Osman Avni Baba’nın mübarek cedleri Dede Eyyub Urfevî'nin (k.s.) vefat tarihine bakılırsa çok küçük yasta bu yolu ceddinden ahzettigi ve çocukluk devresinin dahi tasav-vufî atmosferde geçtigi söylenebilir. Dede Eyyub (k.s.) va-sıtası ile Hz. Abdülkadir Geylânî’ye ulasan silsiledeki mür-sidlerin hepsi Hz. Pir’in soyundan gelmekteydiler. Bagdat’ta yasayan bu seyyid ve serif kâmil zatlara Nakibu’l-Esraf’lık verilmistir.

Bu zâtlar Hz. Abdülkadir Geylânî’nin soyundan geliyor-du ve Bagdat’ta Nakibu’l-Esraf olarak yüce cedlerine hizmet ediyorlardı. Dede Efendi bu kolu Eyyub Urfevî’den (k.s.), o da Nakibu’l-Esraf Aliyyü’l-Bagdadî’den ahzetmistir. Hz. Pir’in oglu Ebubekir Abdülaziz Musul’da Hıyal adında bir beldede vefat etmis, oraya defnolunmustur. Bagdat’taki na-kibler onun soyundan gelmektedir. Yukarıda Dede Osman Avni Baba’dan Ebubekir Abdülaziz Hazretlerine uzanan ta-savvuf zinciri verilmistir. “El-Baz’ül-Esheb” adlı eserde ne-sebi hakkında daha genis bilgi edinilebilir.

Hacı Ömer Hûdai Baba, tarikatın ikinci kol piri mesabe-sindedir.

54 Prof. Dr. Haydar Bas Hocefendi bu silsileyi bizzat kendileri vermislerdir.

63

ARDA KARANİ

F HACI ÖMER HÜDAÎ BABA’NIN AİLESİ F

Hacı Ömer Hüdaî’nin hanımı Penbe Hanım’dır, Memnu-ne (Meymene), Saadet, Hafize isminde üç kızı, Ahmed Ce-mal isminde bir oglu dünyaya gelmistir.

“Bu dünya dar-ı gaflettir,Rahatı hep yalandır haBilir misin ahir faniVefasız bir cihandır ha.

Bilir misin duhul eden,Hüdaî cennete kimdir,Tutup emr-i İlahiyiKulagına koyandır ha.”

Oğlu Ahmed Cemal (m. 1874/1894)

Hacı Ömer Hüdaî Baba’nın Ahmed Cemal adında bir er-kek evladı olmus, genç yasta mânevî kemâle ermis ve erken yasta vefat etmistir. Ahmed Cemal genç ama mânen çok ol-gun biridir. Ahmed Cemal’in genç yasta vefatında ve defni sırasında birçok olaganüstü mânevî hâl yasanmıstır.

Ahmed Cemal (Visalî), 1874 yılında dünyaya gelmistir. Hacı Ömer Hüdaî’nin mânevî teveccühlerine mahzar olup onun halifelerinin arasında yer almıs ancak genç yasta bu dünyadan Cenab-ı Hakk’a vuslat etmistir.

Ahmed Cemal evlenmis, bir kızı dünyaya gelmis, çocuk daha kırk günlük olmadan vefat etmis, ardından yirmi gün sonra da hanımı vefat etmistir. Bundan sonra dünyadan elini etegini çekmis, tüm halini ve vaktini Allah’a ibadete ayırmıs; büyük feyz ve cezbeye ulasmıs, muradına ermistir.

64

HACI ÖMER HÜDAÎ BABA

Hacı Ömer Hüdaî Baba, oglunun vefatından sonra üzün-tüsünü asagıdaki mısralarda söyle dile getirmistir:

“Benim baht-i siyahımdan çıragım yanmadı geçtiBu cevr ile sitemden hiç felek utanmadı geçtiAradım bürc-i eflaki tecellimden uyur kevkebMeger taksimde böyle ahterim uyanmadı geçtiEzelden çün kader olmus tegayyür eylemez aslaAnınçün dar-i mihnette beni yar anmadı geçtiYüzüm gülmedi hiçbir gün bu mihnet-hanede eyvahEridi gitti ömrüm hicrane dayanmadı geçti Ya ne dersin bu nefsin hiç hevasına nihayet yokBu kadar cevr ü sitemden hala usanmadı geçtiNice türlü taamlar ekl-ü serbetleri içtiSinnim yetmise yetisti bu zevke kanmadı geçtiHüdayi ragbet etme bu cihanın is-ü nüsuna Nice bin kahramanı gömdü adem sanmadı geçtiTecellimden midir nedir çiragım yanmadı söndüAfitab-ı cihan, hüznüyle simsiyaha büründüKaralar giydi hep esbah ile ervah hakikatteMelekler asümanda efgan ile çarh edip döndüMünevver ahterim cevv-i felekte ser-nigün olduSeb-i zulmet ihata eyledi kapkara göründü Hüdayi eyledi bir ah ki göçtü dünyadan AhmedBu firkat atesiyle cümle ihvan yandı dögündü!”

Ahmed Cemal’in kısa ama ask dolu hayat hikayesine ‘Unutulan Halife-İmam Hasan’ isimli romanımızdan derle-yerek kısaca deginelim.

Cemal-i Aşk/Ahmed Cemal

Sıçrayarak fırladı yerinden, avludaydı Ahmed Cemal. Sıcaktan dolayı burada uyumustu. Hâlâ gözleri nemliydi. Kalkıp namaza durdu. Uzun sükür secdeleriyle tamamladı namazını. Bahçeye çıkıp gece yasadıgı hâli, gördügü rüyayı düsündü.

65

ARDA KARANİ

Ay dolunaydı, bu yüzden her taraf aydınlıktı. Ay ısıgı geceyi kandil gibi aydınlatmıstı. Evleri (köye çok yakındı ama) köyün biraz dısındaydı. Bu yüzden özellikle geceleri çok sakin olur, böceklerin, kusların hatta karıncaların sesleri bile sanki duyulurdu. Etrafta baska bir ısık olmadıgından mı, yoksa buranın tılsımından mı bilinmez yıldızlar dokunulacak kadar yakın ve parlak görünürdü. Kandillerle dolu bir tavan gibiydi gökyüzü. Hele cırcır böceginin musikîsi ise hiç bit-mezdi. Her gece, günün en güzel sarkısını söylerdi. Hep aynı sarkıyı ama… Sanki yeni bir melodiye geçecek gibi bazen es verir fakat yine aynı sarkıya devam ederdi. Evleri tek katlı, çok gözlü ve önü bahçeliydi. Evin duvarıyla bitisik misafir-hanesi ve yanında büyük sohbetlerin yapıldıgı genisçe bir sa-lonu vardı. Avlu; evle bahçe arasında önden ve yandan girisi olan ortasında kuyusu ile yaz gecelerinde sohbet ve zikirlerin yapıldıgı küçük bir ön bahçe gibiydi.

Etrafına yazın sedirler serilir, halka seklinde misafirler oturur, çogu zaman yemekler de burada yenirdi.

Henüz yirmi yasına yeni basmıstı Ahmed Cemal. Geçen sene evlenmis on gün evvel kırk günlük bile olmayan kızı-nı kaybetmisti. Evladını kaybetmenin üzüntüsü ile gözlerine iyice hüzün çökmüstü. Üstelik esi Zeynep de çok hastaydı. Kadıncagız lohusalıgın yanına bir de evlat acısıyla iyice bitap düsmüstü. Ahmed Cemal de kızının vefatından son-ra iyice eve kapanmıstı. Her gününü, sabah ve aksamı iba-detle geçiriyor, etrafındakiler “Ahmed Cemal Rabbine âsık oldu” diyorlardı. Ahmed Cemal, Resûlullah askıyla o kadar doluydu ki O’nun ahlakıyla boyanmıstı. Gerçekten de tam bir Peygamber sevdalısı, yasından beklenmeyecek kadar ruh olgunluguna sahip oldukça yakısıklı, adı gibi cemal yani güzel yüzlü bir gençti. Âdeta güzelligini ceddinden almıstı. Hele bu gece gördügü rüyada Efendimiz’in sevdasıyla iyiden iyiye sarsılmıs, bebegini topraga verdigi günden beri ruz-i mahserde ayrılıga vesile olmasın diye gözyaslarını bile içine akıtmıstı.

Avluda yalnızdı. Esi, Ahmed Cemal’e seslenene dek bu ruh hâli devam etti. Kendisi gibi takva sahibi bir hanım olan

66

HACI ÖMER HÜDAÎ BABA

kadıncagız, evladını henüz kaybetmis yaralı bir anneydi üs-telik. Ahmed Cemal’in ellerinden tutarak, “Cennette hep be-raber oluruz insaallah” dedi.

Sabaha kadar sedirde otururlarken gün ısıdı. Sonra hanımı Zeynep ile basını bagrına dayamıs bir hâlde avluda uyuya-kaldılar ve az sonra “Hu Hu” nidalarıyla uyandılar. En önde babası Ömer Hüdaî Baba, arkada dervisleri ile geliyorlardı.

Harput’tan dervisleriyle beraber gelen Hüdaî Baba; bü-yük bir sûfi, büyük bir mürsid ve zamanının kutbu idi. Arala-rında derin bir muhabbet; bir baba ve evlattan öte bir sevgi ve saygı vardı. Hem yoldas, hem arkadas, hem de iki veliydiler. Hz. Hüseyin’in soyundan geliyorlardı. Bazen geceler boyu birlikte halvete çekilir, ibadet ederlerdi. Sems ile Mevlana gibiydiler. Ancak Ahmed Cemal babasından daha çok sey ögreneceginin de farkındaydı.

Önde yirmiden fazla mazhar çalan ve iki çarpane, onun önünde yirmiden fazla teberdar (baltacı) bulunuyordu. Onla-rın önünde de Hüdaî tarafından kendisine verilen batın teberi adlı namlusu bir buçuk metre uzunlugundaki teberi tasıyan biri vardı. Hepsi aynı taç ve giysiyi giymis olarak düzenli biçimde yürüyorlardı. Ömer Hüdaî Baba arkasında müridle-riyle, “Allah Allah” zikirleriyle dergâha dogru Kövenk so-kaklarında yürür, halk bu devrana katılır, herkesin gönlünde bir muhabbet ve sevgi yumagı olusurdu.

Ata binmis Hacı Ömer Hüdaî Baba’nın sagında ârif ve sa-lih halifesi Muhammed Baba, solunda Hamza Baba, arkada “Hu” esmasını okuyan dervisler, esen hafif meltem rüzgârı-na eslik ediyorlardı. Daha dogrusu rüzgâr onlara eslik ediyor âdeta sarkılar söylüyordu. Onların arkasında da iki bini as-kın mürid, hepsinin basında yesil sarık, tek düze sivri külah, üstlerine de yesil hırka giymis olarak düzenli yürüyüslerle geliyorlardı. Dört yandan kosup gelen ziyaretçiler de onlara katılarak tek hâl ve tek ses oluyorlardı.

Ev, bahçe, avlu Hüdaî Baba’nın gönül evlatları ile dol-mustu. Herkes kendi isini ve görevini bilerek kimi bahçede, kimi ashanede, kimi de avluda çoktan ise koyulmustu.

67

ARDA KARANİ

Hüdaî Baba, avluda sohbet ettigi mütevazı hasır koltugu-na oturmus büyük bir saygıyla eline egilen gelinini ve oglunu yanına almıstı. Gönlü yaralı olan bu genç anne-babaya sef-katle nazar edip onlara sabır ve sükür telkininde bulunduktan sonra serbetlerini Zeynep Hanım’ın elinden içtiler ve baba-ogul birlikte içerideki sohbet hanına geçtiler.

O sırada Hüdaî Baba, besmele çekip salavat okuduktan sonra gözlerini kapayıp Cemal’ini karsısına aldı. “Oglum yü-zügü parmagına tak, gözünü kapa ve teslim ol” dedi.

Ahmed Cemal, babasının “teslim ol evladım” sözüyle âdeta bu dünyadan soyutlandı. Her yer, her sey bir anda gö-zünün önünden kaybolup gitti.

Hiçbir sey demeden teslimdi zaten. Gözleri agırlastı uy-kuda degildi ama uyanık da degildi. O an sanki uçmaya bas-ladı, ruhu bedeninden ayrılıyor sandı. Hem kendisiydi hem de degildi. Sanki ummanın içinde bir katre gibiydi. Büyük dehlizlerin içinde kayboldu, nokta kadar kaldı sonra varlı-gında yok oldu…

Hacı Ömer Hüdaî Baba, ibadet ve takva hayatında o kadar zirveydi ki; geceleri Kur’an-ı Kerim’i okumak için uykusun-dan feragat eder, uyumamak için bir ucu kömür közünde olan alınlıgına basını koyar, uykusu gelince kızgın demire bası de-ger ve böylece uyumaz, ates-i ask ile ibadete devam ederdi.

Hatta son zamanlarda geceleri Rabbine niyaz etmek, ge-celeri biraz daha ibadet etmek, Allah’ı biraz daha zikretmek maksadıyla mübarek gözlerine kırmızıbiber sürdügü için kir-pikleri dahi dökülmüstü.

***

Bu mânevî halden sonra sohbet hanına geldiler. Sabah namazından sonra tesbihat okunmus, çorbalar içilmis müri-dân avluda toplanmıstı. Sevenleri ile her zamanki gibi sohbet ediyordu Ömer Hüdaî Baba... Ashabın hayatından örnekler vererek onları irsad ediyordu.

68

HACI ÖMER HÜDAÎ BABA

“Kardeslerim!” diyerek sıcacık bir ses tonu ve bir baba sefkatiyle basladı anlatmaya:

“Allah’a ulastıran yol nübüvvet yoludur ki, bu yol Ha-temü’l-Enbiya Hz. Muhammed Mustafa (s.a.a.) ile son bul-mustur. Nübüvvet yolu son peygamberle tamam oldugu için Efendimiz, kendisine vasisini ve vekilini de seçmistir. Bu yüzden Allah’ın Resûlü’nün vârisleri İmam Ali Mürteza ve-layetiyle kıyamete kadar devam edecektir. Allah-ü Teâlâ’nın rızasını kazanmak ve Kur’anî hayatı yasamak üzere Efendi-miz’in (s.a.a.) sünnetine ihtiyaç vardır. Efendimiz’in nurun-dan o sonsuz umman ülkesinden nasiplenmek için de Ehl-i Beyt kapısından yani evvela velayetin sahı İmam Ali’nin kapısından geçmek gerekir. Zaten Hatemü’l-Enbiya, ‘Ben ilmin sehriyim Ali de onun kapısıdır’ buyuruyor. Nitekim Yüce Allah, ‘Evlere kapılarından girin. Allah’a karsı gelmek-ten sakının ki kurtulusa ersesiniz’ 55 buyurmamıs mıdır?

Yine Hz. Ali’ye; Hz. Fâtıma, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin bu makamda ortaktırlar. Bu kapıyı açmak için de yine on-ların evlatları olan On İki İmam âdeta anahtar olmuslardır. Onlardan sonra bu ulvi vazife pirimiz Abdülkadir Geylânî’ye verilmistir. O, imamet yolunun velayet yoluyla devam etme-sini saglayan bir yol olmustur. Onlara varan dostları, yâren-leri, müntesibleri, talebeleri, halifeleri de bu yolun tariklerini olusturur.”

İmamet yolunun vekilleri salih velilerdir. Ömer Hüdaî Baba burada imamet ile velayet anlayısını anlatıyordu talebe-lerine. Bunu birlestirmenin yolunu ögretiyordu Hüdaî Baba:

“Evladım, Kur’an’da veya Sünnet’te Sünnî, Ehl-i Sünnet gibi kavramlar yer almaz. Yüce Kitabımızda ‘Ehl-i Beyt’ yer alır. Ehl-i Beyt’i över Kur’an-ı Kerim. ‘Yüce Allah ancak ve ancak siz ey Ehl-i Beyt’ten her türlü çirkinligi defetmek ve sizi tertemiz kılmak ister’ 56 buyurulur Kur’an’da.

Hz. Aise validemiz diyor ki; ‘Bir sabah vakti Peygamber evden çıktı. Üzerinde keçi kılından dokunmus nakıslı bir mırtı

55 Bakara, 2/189.56 Ahzab, 33/33.

69

ARDA KARANİ

bulunuyordu. Hasan geldi, onu içine aldı, Hüseyin geldi, onu da içine aldı, daha sonra Fâtıma geldi, onu da içine aldı, en son Ali geldi, onu da mırtısının içine alarak bu ayeti okudu.’

Evlatlarım, bu konuda Veda Hutbesi’nde Peygamberimiz, ‘Ben sizin aranızda öyle bir sey bıraktım ki, ona sarıldıgı-nız müddetçe asla sapmazsınız: Biri gökten yere sarkan bir ip olan Allah’ın Kitabı, digeri ise Ehl-i Beyt’im, ıtretimdir. Bu ikisi Kıyamette Benimle görüsünceye kadar birbirinden ayrılmazlar. O hâlde Benden sonra bu iki emanetimle ilgili olarak hakkımı nasıl gözeteceginize bakın’ diyerek sünnetini yasamanın kosulunu Ehl-i Beyt’i sevmeye, onlara sahip çık-maya baglamıstır.

Yüce Allah, Kitab-ı Kerim’inde Resûlü’ne sunu söyleme-sini emrediyor: ‘Size teblig ettigim dine karsılık herhangi bir ücret istemiyorum, ancak Ehl-i Beyt’imi sevmenizden bas-ka.’ 57 Abdullah b. Abbas, bu kadronun Ali, Fâtıma, Hasan ve Hüseyin oldugunu söylüyor.”

Hacı Ömer Hüdaî devamla söyle buyurdu:

“Bakın ihvanlarım, Âl-i İmran sûresi 61. ayet-i kerimesi, Ehl-i Beyt’in kadrosunu belirleyen ayettir: ‘Sana gelen bil-giden sonra kim bu konuda seninle tartısacak olursa de ki: Geliniz, evlatlarımızı ve evlatlarınızı, kadınlarımızı ve ka-dınlarınızı, kendimizi ve kendinizi biraraya çagıralım; sonra karsılıklı lânetleserek Allah’ın lânetinin yalancıların üzerine olmasını dileyelim.’ 58 Kimlerin Ehl-i Beyt’ten oldugu hiç-bir süpheye mahal bırakmayacak sekilde bu ayetle açıkça belirtilmistir. Bu ayet nazil olunca Kâinatın Efendisi Hazreti Muhammed Mustafa (s.a.a.) Necranlı Hıristiyanlarla lanet-lesmek üzere yanına Ümmü Ebiha Hazreti Fâtımatü’z-Zeh-ra, velayetin sahı, Allah’ın arslanı İmam Aliyye’l-Mürteza, İmam Hasanü’l-Mücteba ve Sehid-i Kerbela İmam Hüseyin’i almıstır. Bu konuda Ehl-i Sünnet müfessirleri de müttefiktir-ler kardeslerim.

57 Sûra, 42/23.58 Âl-i İmran, 3/61.

70

HACI ÖMER HÜDAÎ BABA

İmam Tirmizî’nin, Sünen’inde Abdullah b. Abbas’tan ri-vayet edilen hadis-i serifte, ‹Allah size nimetler verdigi için Allah’ı sevin. Allah’ı sevdiginiz için de Beni sevin. Beni sev-diginiz için de Ehl-i Beyt’imi sevin’ buyurulmustur.

İmam Beyhakî’nin Su’ab el-İman’dan rivayet ettigi ha-dis-i serifte, ‘Bir kimse Beni kendi nefsinden, akrabalarımı ve ehlimi de kendi akrabalarından fazla sevmedikçe imanı kemale ermez’ buyurulmustur.

Ebu Zerr diyor ki: ‘Beni tanıyanlar tanıyor, tanımayanlara diyorum ki; ben Ebu Zerr’im, Peygamberin söyle söyledigini isittim: Sunu bilin ki! Ehl-i Beyt’imin misali Nuh’un gemisi gibidir. Kim ona binse kurtulur. Her kim dısında kalırsa bo-gulur.’

İmam Buharî, Sahih’inde Hz. Ebu Bekir’den sunu riva-yet ediyor: ‘Nefsim kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki, benim için Peygamber’in akrabalarına iyilik etmek, kendi akrabalarıma iyilik etmekten daha sevimlidir.’

Yine İmam Buharî, Sahihi’nde Hz. Ebu Bekir’den sunu rivayet ediyor: ‘Muhammed’in (s.a.a.) akrabalarının hakkını gözetin.’

İmam Tirmizî’nin, Sünen’inde rivayet ettigi hadis-i serif-te Enes b. Malik (r.a.) söyle diyor: ‘Resûlullah sabah nama-zına çıkarken altı ay Fâtıma’nın kapısından geçerken onlara Ahzab Sûresi’nin 33. ayetiyle söyle seslendi: Ey Ehl-i Beyt, haydi namaza, ey Ehl-i Beyt, Allah sizden murdarlıgı giderip sizi tertemiz kılmak diler.’

Evlatlarım, yine mezhep imamlarımızın hepsi Ehl-i Beyt taraftarı ve İmam Ali yandasıdır. İmam Ca’fer-i Sâdık mez-hep imamlarının ilki ve hocası ve aynı zamanda Ehl-i Beyt imamlarının altıncısıdır. İmam Ebu Hanife, İmam Ca’fer’in ögrencisi olmus, Ehl-i Beyt’i sevme ve tarafında olma ug-runda sehit düsmüs ve ‘İmam Ca’fer’e talebe olmasaydım helak olurdum’ demistir. İmam Safiî, Ehl-i Beyt’i sevmenin ve onlara uymanın farz oldugunu Sûra Sûresi. 23. ayeti delil göstererek belirtmistir. Bunu üzerine kendisine Râfizî oldu diyenlere ve kendisinin Râfizî olmadıgını ancak Ehl-i Beyt’i

71

ARDA KARANİ

sevmek Rafizilik ise yeminle Râfizî oldugunu söylemistir. İmam Mâlik ve İmam Ahmed b. Hanbel hep bu istikamet üzere bulunmuslar, eserler vermisler ve böyle talebeler ye-tistirmislerdir.

Ancak bu kadar ayet, hadis ve koca bir tarihimiz varken bu topluma bin yıllık bu ask nasıl unutturuldu da, Nuh’un ge-misine binip kurtulusa ermekten vazgeçtik? Anlatın insanlara bunları evladım, Resûlullah ve Ehl-i Beyt sevgisinde bir ve beraber olmaya çagırın.

İste aslında tarikatlar, İslam dininin yasanmasında ve Al-lah’a yakınlık kurma çerçevesinde disiplinle hareket eden, madde ve mana yönünü birlikte ele alıp zikir, rabıta, tefek-kür, nefs terbiyesi gibi metodlarla insanları egitime tâbi tutan kurumlardır. Eger bir tarikat bu usul ve yönteme basvurmaz-sa, Ehl-i Beyt’in yolunu tutmazsa o bâtıldır, bâtıldadır.”

“Bakın evladım” diyerek devam etti Ömer Hüdaî Baba: “Velayetin sâhı Hz. Ali’ye varmayan her yol bâtıldır. İmam Ali; öyle bir Sultana vezirdi ki, diger sultanlar O’nun veziriydi. Aslında bütün mezhepler de, mesrepler de Ehl-i Beyt’e ulas-mak içindir. Bugün maalesef müntesibleri bunu unutur hâle gelmislerse de öz itibarıyla tüm mutasavvıflar Ehl-i Beyt’in nurundan beslenirler. Bu nurdan beslenmeyen böyle bir tasav-vuf ekolü var olsa o bâtıldır. Dikkat edin, dikkatli olun.

Oniki İmam’dan sonra bu vazife Abdülkadir Geylânî’den baslayarak nasb yoluyla nesilden nesile, seyyidler yoluyla günümüze kadar devam etmistir. Bunu dememim sebebi su-dur ki; imamet ile velayet anlayısının birlestigi yolda olun evlatlarım. Mehdi (a.s.)’a kadar vekil olarak devam edecek-lerdir bu veliler. İcazet ve nasb metodu vardır tasavvufta... Bu da zühd ve takva iledir. Müsahhas bir kâmil veliden irsad olunması gerektir. Aksi halde, asırlar sonra icazet ya da ma-kam alınmaz, bunlar bühtandır evladım.

‘Allah Resûlü’nde sizin için güzel örnekler vardır’ 59 âyeti geregince, Allah’ın rızasını ve muradını yakalamak için Re-sûl-i Ekrem’in ahlakıyla ahlaklanmaya çalısın. Kur’an-ı Ke-

59 Ahzab, 21/33.

72

HACI ÖMER HÜDAÎ BABA

rim’den hareketle Ehl-i Beyt’in üstün özelliklerini kavramıs ve ıtretin yolunu esas almıs, bunu hayatına geçiren dostları rehber edinin.

Efendimiz kurtulus gemisini Ehl-i Beyt’i olarak adres göstermistir. Farklı isimlerle farklı gruplara, fırkalara ay-rılmanın, helakımızı hazırlamaktan baska neticesi olamaz. Hem burada cemaat, cemiyet, mezhep ve mesrep taassubu yoktur. Fert veya grup yoktur. Tek yol Resûl-i Ekrem’in yolu yani Ehl-i Beyt yoludur. Her ehl-i sünnet, Ehl-i Beyt ile ol-mak zorundadır. Her Ehl-i Beyt zaten ehl-i ünnetin ta kendi-sidir evladım.”

***

O sırada yukarıdan gelen ses ile irkildiler. Ahmed Cemal, karısının çıglık sesine kostu. Zaten lohusa olan kadıncagız kapı pervazına takılıp düsmüstü. Kanlar içindeydi. “Anne-eee!” diye haykırdı Ahmed Cemal. Annesi Penbe Hanım, gelinini alelacele odaya tasıttı. Hemen ebeye haber verdiler. Ömer Hüdaî, ogluna bir baktı. Oglunu çok üzgün ve tedirgin görünce avluya çıkıp kapıda asılı kurt postunu üstüne giydi. Oglu, yaslı babasının bu hâline sasırıp gülümsedi. “Evladım gördün mü? Kurt aslında korkutucu bir hayvandır ama sen arkasında babanın oldugunu bildigin için korkmadın ve gül-dün. İste dünya dertleri de böyledir oglum, bütün dertlerin arkasında Rabbin oldugunu bil ve ona güven.”

Hüdaî Baba’nın halife ve müridlerinin büyük bir çogun-lugu eskıya ve serkes insanlardan olusuyordu. Hatta o devir-de Elazıg ve çevresinde Hamza namıyla meshur ve halkın korktugu bir eskıya vardı ki, Ömer Hüdaî Baba’nın evini soymaya gelmis, o anda yasadıgı harikulade hâllerden son-ra intisab etmis ve onun seçkin halifelerinden olmak serefini kazanmıstı.

Öyle ki, bu kisi günlerden bir gün Hüdaî Baba’nın evi-ni soymaya karar verir. Karanlık bastırınca Hüdaî Baba’nın

73

ARDA KARANİ

bahçesine girip bahçenin ortasına gelince ayakları birdenbi-re tutulur. Ne kadar ugrassa da bir türlü ayaklarını hareket ettiremez. Bunun üstüne bir de bu öyle bir aksırık nöbetine yakalanır ki mani olmak ne mümkün. Hemen ardından da Hüdaî Baba’nın sesini duyar. Kendisini davet eden Ömer Hüdaî Baba, “Ben yakınımdakine sahip olamazsam uzaga nasıl sahip olurum” der ve 4-5 km uzaklıkta bulunan bu es-kıyayı, yol kesen Hamza’yı talebelige alır. Ancak sonra eski arkadasları, “Hamza, bu is sensiz olmaz” derler ve zorla hır-sızlıga götürürler. Tahta kapıyı testereyle kesemeyen Hamza sasırır ve sabah olmadan dönerler. Yeni intisab etmis olan eskıya Hamza pisman olur. Dönüste Kövenk’ten geçerken, “Seyhime ugrayayım.” der. Bakar ki hocası Hüdaî’nin kolu sargılı. Talebeler, “Seyhimizin aksam bir seyi yoktu gece ne oldu anlamadık?” diye imalı bir soru sorarlar. Ömer Baba, “Oglum orasını sormayın, bizim bir eskıyamız var, gece ko-lumu testereyle kesmeye kalktı” diye cevap verince Hamza Baba utanır ve edeple basını öne eger. Öyle bir tevbe eder ve öyle çok ibadet eder, öyle çalısır ki, bir yılda Ömer Hüdaî Baba’nın olgun müridlerinin seviyesine ulasır. Ömer Hüdaî Baba, “Hamza, gel! Biz aldıgımızı vermeyiz. Verdigimizi de almayız” deyince bir daha yanından ayrılmaz. Ömer Hüdaî Baba da onu yanından ayırmaz.

Ahmed Cemal de bu arada asagıdaki sohbet hanına ba-basının yanına gelmisti. O sırada Ömer Hüdaî Baba Ahmed Cemal’e, “Hamza evladımı da çagır biraz tevhid okuyalım oglum” dedi.

Sonra Kelime-i Tevhid okunduktan sonra imameyi öptü Ömer Hüdaî Baba. Seyhi Dede Osman Avni Baba’nın tesbi-hinin imamesinde bulunan tasları her zikre baslarken büyük bir saygıyla öperdi. Hacı Ömer Hüdaî Baba, sohbet için top-lanmıs müridânına nasihatlerde bulunurken oradakiler hay-ranlıkla Ömer Hüdaî Baba’yı izliyordu. Kamil halifesi Mu-hammed Baba onlara, “Haydi, dervisler halaka olun” dedi. Eskıya Hamza’nın degisimine afallamıs bir hâlde birbirine bakan dervisler olanları anlamaya çalısıyorlardı. Muhammed Baba, “Ne sastınız bu kadar? Bir baba vardır insanı dünyaya getirir, bir baba vardır insanı Hakk’a götürür. Allah her biri-

74

HACI ÖMER HÜDAÎ BABA

mizi babamızın sülbünden dünyaya getirdi ve Rabbim böyle bir mânevî babanın yolunda da kendi yanına tasır insaallah” diyerek dervisleri kutladı. Kendilerine gelmeye çalısan müri-dânla beraber hilal seklinde halaka oldular. Kendisi de halaka-nın ortasına geçip yıldız oldu sanki. “Haydi bismillah, efdal-i zikir fâlem ennehu la ilahe illallah” diyerek hep birlikte tek nefes olup basladılar Allah’ı zikretmeye. Herkes ayakta ve kol kola girmis sag ayaklar önde hiçbir asırılık olmadan basladılar tek nefes zikretmeye. Daha sonra gelenlerle birlikte tam daire oldular, daha da kalabalıklasınca iç içe üç tam daire hâlini alıp bir gonca gülün açılması gibi bir açılıp bir kapandılar.

Güzel sesli nur nefesli Muhammed Baba güzel bir ilahi ile istirak etti:

“Âsıkların gözyası lâ ilâhe illallahSadıkların haldası lâ ilâhe illallahCehennemden kurtaran, Cennette safâ süren,Odur Hakka götüren lâ ilâhe illallahAbdülkâdir Geylân’a, yapıs ona, Kur’ân’aEristirir Yezdân’a, Lâ ilâhe illallah! Muhammedü’r-Resû-

lullah.”

O sırada Hüseyin Visalî adlı müridi, Hamza ile halaka-nın basında duran Ömer Hüdaî Baba’nın kulagına egilip bir seyler fısıldadı. Aniden rengi sararan Ömer Hüdaî, “Lailahe illallah el-Melikül Hakk’ul mübin Muhammedün Resûlullah sadikul va’dul emin” diyerek zikri bitirdi.

İçeriye kostu hemen, ardından da oglu Ahmed Cemal. Hüdaî, Penbe Hanım’a baktı, esi aglıyordu. Ömer Hüdaî Baba anladı. Zeynep gelini Hakk’a uçmustu. İnce ruhlu çok sevdigi gelini kısa süre içinde âdeta kızı olmustu... “Ah yav-rum!” dedi. “Dogumdan sonra zaten bir türlü toparlanamadı. Bebeginin vefatının acısıyla daha da zayıf düstü. Bugün de sendeleyip düsünce iyice sarsıldı yavrum. Lohusa kadıncagız sehittir insaallah” diye içinden geçirdi.

Gözü, birden oglu Ahmed Cemal’e takıldı. Oglu, dizüs-tü çökmüs gözleri kan çanagı olmustu. Elini yumruk yapmıs elindeki yüzügü kalbine bastırıyordu. Kalktı ve babasına sa-

75

ARDA KARANİ

rıldı “Agla evladım agla” diyebildi Ömer Hüdaî Baba. Efen-dimiz’in sözünü hatırlatarak, “Kalp hüzünlenir göz yasarır, bu Allah’ın bize verdigi merhametindendir evladım” dedi. Kucaklasıp birlikte aglastılar.

Gece uyumadı, sabaha kadar tesbih çekti, zikretti. Rabbini andı, agladı Ahmed Cemal... Ehl-i Beyt’e tevessül ederek yü-zügü kavradı, gözlerini kapadı, rabıta yaptı. İmam Hasan’dan himmet istedi. Sanki dizleri üstünde havalandı. Gözünü açtı-gında tüm sehir ayaklarının altındaydı. Sehir, gitgide küçül-dü. Öyle ki ısıkları zor görünüyordu. Köyü çıkaramadı bile. Sanki her adımda binlerce metre yol alıyordu. Babası geldi aklına daha fazla gitmeye korktu “destur” dedi ve baktı ki biri elinden tutup kendisine dogru çekiyor “Korkma evladım yürü” dedi o yumusak ses. Döndü, her sey döndü; renkler birbirine girdi, içinden geçti ve gayb âleminden üç kisi geldi. “Bu adı güzel kendi güzel delikanlı, Hacı Ömer Hüdaî Haz-retleri’nin ogludur” dediler. “Babasının mânevî seviyesine yükselmis, masaallah” diyerek de tebrik ettiler. Ahmed Ce-mal, onlara esinin vefatının acısıyla, “Öyleyse ben de Rabbi-me vuslat etmek isterim” dedi. “Hem ailemin yanına gitmek isterim.” Onlar da, aynı seviyede iki veli olmayacagını söy-lediler ve “Bu henüz çok genç” dediler, aralarında bir seyler konustular. “Peki evlat, baban daha olgun bir yasta” deyip ayrıldılar.

Kendisi de tam olarak bir sey anlamamıstı… Sonra tekrar renkler birbiri içine girdi yine içinden geçer gibi oldu ve…

Gözünü açtıgında babası Ömer Hüdaî’yi gördü. “Sen ne yaptın evladım, bu kadar naz niye? Ben yaslandım evladım vazifelerin vardı? Neden evladım neden?” dedi Ömer Hüdaî Baba.

Ahmed Cemal, babasının ne demek istedigini, gayb âle-minden gelenlerin yaptıgı teklifi kastettigini anlamıstı. Baba-sına, “Bir evde, bir post iki veli” diyerek iznini istedi, mah-cubiyetini ifade ederek…

Bundan sonra Ahmed Cemal dünyadan elini etegini iyice çekmis, yasadıgı mânevî üstün hâller de onu çok etkilemis,

76

HACI ÖMER HÜDAÎ BABA

Hz. Hasan’a varmak, onu görmek, onunla olmak hayatının âdeta tüm anlamı olmustu. Tüm hâlini ve vaktini Allah’ın (c.c.) zât tecellilerine açmıs, büyük feyz ve cezbeye ulasmıs, Ehl-i Beyt’in askıyla dolmus, muradına ermisti.

Bu hâlini beyitlerle söyle anlatıyordu Ahmed Cemal:“Ask sarabın içmisem, gülsen-i aska göçmüsemAskınla dolup kalmısam, Ben mest-ü müdam olmusam

Lütfu kereminle ihsan et, ya Rab didarın ayan etGöster Cemalin sadan et, ask-ı didar olmusam

Hubbünde püyan olmusam, askın bahrine dalmısamBen Hakkı canda bulmusam, Dost ile hem-hâl olmusam

Dil perdesini aradan, kaldırdı bu avaradanKanda baksam o Yaradan, bu sırra hayran olmusam

Ahmed Cemalî cananı, kendinde buldu ayanıKesfoldu sırr-ı Subhanı, âleme sultan olmusam…”

Henüz yirmi yasında olan bu genç veli; İlahî tecellilere ulasmıs, velayet makamına varmıstı. Günler geçmis hanımı-nın kırk mevlidini yapmıslardı. Artık bu sürede zikri ve soh-betleri kendisi yaptırıyor bir yandan da gayb âleminden gelen o meçhul üç kisiyi bekliyordu…

Cuma gecesi sohbet gecesiydi. Etraftan, Harput’tan ve çevre köylerden âsıklar, seyyidler, evliyadan dostlar gelirdi. Halktan gelenler de bu sohbetlerden büyük istifade ederlerdi.

Bu gece sohbeti Ahmed Cemal yapıyordu:

“Evet, degerli büyüklerim, sevgili ihvanlarım (kardesle-rim), mutlulugun formülü nedir sizce?” diye söze basladı. Herkes kendince bir seyler düsündü; kimi söz isteyerek dün-ya ve ahiret mutlulugu için güzel seyler söylediler.

“Bunlar degil” dedi ve devam etti konusmaya:

“Rabbimiz Kur’an’da mutlulugun formülünü bize söyle tarif ediyor: ‘Haberiniz olsun ki kalpler ancak Allah’ın zik-

77

ARDA KARANİ

riyle mutmain olur.’ 60 Yani insan ancak Rabbini anmakla hu-zur bulur, mutlu olur.

Peygamberimiz de, ‘Allah’ı zikredenle zikretmeyenin mi-sali ölü ile dirinin misali gibidir’ der ve yine Peygamberimiz, “Cennet bahçelerini gördügünüz zaman onlardan istifade ediniz. Cennet bahçeleri, zikir meclisleridir” buyurur.

Yani dostlarım, zikir mutluluktur, huzurdur, diriliktir, cen-netten bir mekândır, bir bahçesidir cennetin.”

“Peki, Yüce Allah (c.c.) zikri Kur’an-ı Kerim’de nasıl tarif ediyor bilir misiniz?” dedi. Cevabı kendisi vererek su ayeti okudu: “Onlar ki ayakta iken de, otururken de, yanları üzerine yatarken de Allah’ı zikrederler ve göklerin ve yerin yaradılısı hakkında tefekkürde bulunurlar.” 61

“Rabbimiz insanoglunu üç hâl üzere (ayakta olma, oturma ve yatma) yaratmıstır. Bu üç hâle de vurgu yaparak hangi du-rumda olunursa olunsun kendisini zikretmemizi emretmistir.

Yine Kur’an’da, ‘Artık namazı bitirince ayakta iken, otu-rurken ve yanınız üzerine yatarken Allah’ı zikredin’ 62 bu-yuruyor. İbn-i Abbas bu ayetin tefsirinde söyle diyor ihvan-larım: ‘Gece ve gündüzde, kara ve denizde, yolculukta ve evinizde, zenginlik ve fakirlikte, hastalık ve saglıkta, gizli ve açık olarak Allah’ı anın.’

Hz. Aise (r.a.) annemiz de bu konuda, “Bizler namazın bittigini yükselen zikir seslerinden anlardık ve buna göre ha-zırlık yapardık’ demistir.

Kardeslerim, burada dikkat edilecek husus; Allah Resû-lü’nün zikir ibadetini namazdan sonra hususiyetle bizzat uy-gulamıs olmasıdır. Çünkü İslamî ilimler içerisinde tatbikatı olmayan hiçbir cüz yoktur.

Kur’an’da toplam 256 ayette geçen en büyük ibadet zi-kirdir. Namaza, oruca, hac ibadetine vesair tüm ibadetlere

60 Ra’d, 13/28.61 Âl-i İmran: 3/191.62 Nisa, 4/103.

78

HACI ÖMER HÜDAÎ BABA

Cenab-ı Hak kendisini zikretmeyi gizlemistir. Cenab-ı Hak bu büyük ibadeti hususiyetle her Müslümana farz kılmıstır. Allah’ı anmaktan vazgeçenleri de, bundan yüz çevirenleri de cezalandıracagını buyurmustur. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de, ‘Kim Rabbini zikirden yüz çevirirse, Rabbi onu gittikçe ar-tan bir azaba ugratır’ 63 ‘Kim Allah’ı anmaktan yüz çevirirse, Biz ona bir seytan musallat ederiz. Artık o seytan her zaman onunla beraberdir’ 64 buyrulmustur.

İhvanlarım, bir cemaat, oturup Allah’ı zikrederse mutla-ka melekler etrafını sarar, Allah’ın rahmeti iner, Allah onları melekleri yanında anar.

Bakın Efendimiz Resûlullah (s.a.v.) söyle buyuruyor: ‘Allah Teâlâ’nın yollarda dolasıp zikredenleri tesbit eden melekleri vardır. Bunlar Cenâb–ı Hakk’ı zikreden bir toplu-luga rastladıkları zaman birbirlerine, ‘Gelin! Aradıklarınız burada’ diye seslenirler ve o zikredenleri dünya semâsına va-rıncaya kadar kanatlarıyla çevirip kusatırlar. Bunun üzerine Allah Teâlâ, meleklerden daha iyi bildigi halde yine de onla-ra, ‘Kullarım ne diyor?’ diye sorar.

Melekler, ‘Sübhânallah diyerek Seni, uluhiyyetine yakıs-mayan sıfatlardan tenzih ediyorlar, Allahüekber diye tekbir getiriyorlar, Sana hamd ediyorlar ve Senin yüceligini dile ge-tiriyorlar’ derler.

Konusma söyle devam eder:‘Peki onlar Beni gördüler mi ki?’‘Hayır, vallahi Seni görmediler.’‘Beni görselerdi ne yaparlardı?’‘Sayet Seni görselerdi Sana daha çok ibadet ederler, sânı-

nı daha fazla yüceltirler, uluhiyyetine yakısmayan sıfatlardan Seni daha çok tenzih ederlerdi.’

‘Kullarım Benden ne istiyorlar?’

‘Cennetini istiyorlar yâ Rabbi.’

63 Cin, 72/17.64 Zuhruf, 43/36.

79

ARDA KARANİ

‘Cenneti görmüsler mi?’

‘Hayır yâ Rabbi! Vallahi onlar cenneti görmediler.’

‘Ya cenneti görseler ne yaparlardı?’

‘Sayet cenneti görselerdi onu büyük bir istiyakla isterler-di, onu elde etmek için büyük gayret sarfederlerdi.’

‘Bunlar neden sıgınıyorlar?’

‘Cehennemden sıgınıyorlar.’

‘Peki cehennemi gördüler mi?’

‘Hayır, vallahi onlar cehennemi görmediler.’

‘Ya görseler ne yaparlardı?’

‘Sayet cehennemi görselerdi ondan daha çok kaçarlar, on-dan pek fazla korkarlardı.’

Bunun üzerine Allah Teâlâ, meleklerine, ‘Sizi sahit tuta-rak söylüyorum ki, Ben bu zikreden kullarımı bagısladım’ buyurur.

Meleklerden biri, ‘Onların arasında bulunan falan kimse esasen onlardan degildir. O buraya bir is için gelip oturmus-tu’ deyince Allah Teâlâ söyle buyurur: ‘Orada oturanlar öyle iyi kimselerdir ki, onların arasında bulunan kötü olmaz.’

Bu hadis kardeslerim, Buharî, Müslim, Ahmed b. Hanbel ve Tirmizî gibi meshur muhaddislerin kitaplarının hepsinde vardır. 65

Efendimiz yine baska bir hadisinde, ‘Gafiller arasında Al-lah’ı zikreden kimse, cephede arkadasları kaçtıgı hâlde sebat eden kimse gibidir’ buyurur.

Hz. Allah (c.c.) söyle buyuruyor: ‘Muhakkak ki Allah’ı zikretmek en büyük (ibadet)tir.’ 66 Kulun, Rabbini anması-na vesile olan ve Cenab-ı Hakk’ın kulunun duasına cevap verdigi ‘Buyur kulum ne istiyorsun?’ dedigi büyük ihsanın,

65 Buhârî, Daavât 66; Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 251–252, 358–359;Müslim, Zikir 25; Tirmizî, Daavât 129.66 Ankebut, 29/45.

80

HACI ÖMER HÜDAÎ BABA

büyük lutfun adıdır: Allah’ı anmak, hatırlamak, unutmamak veya zikir…

Yine Hz. Allah (c.c.) söyle buyuruyor: ‘Siz Beni zikredin ki, Ben de sizi zikredeyim.’ 67

Kardeslerim, bu hatırlayıs, bu anıs öyle olmalıdır ki; ha-yatın her hâlini kapsamalı, tefekkür ile kıymet bulmalı, ve-him ve süpheye yer bırakılmamalıdır.”

Devam etti siir gibi konusmasına ayetlerle delillendirerek:

“Kurtulusun müjdesidir zikrullah: ‘Allah’ı çok zikrediniz ki kurtulusa erisesiniz.’ 68

Bilimin, ilmin, bilgeligin okulu âdeta ekolü olmustur zikir ehli: ‘Eger bilmiyorsanız zikir ehline sorun.’ 69

‘Öyle erler vardır ki onları ne bir ticaret ne de bir alısveris Allah’ı zikretmekten, namazı hakkıyla kılmaktan, zekâtı ver-mekten alıkoyar. Onlar kalplerle gözlerin dönecegi günden korkarlar.’ 70

Ebu Derda anlatıyor; Peygamberimiz, ‘Amellerinizin en hayırlısını, Allah katında en degerlisini, derecelerinizi en çok yükseltecek olanını, altın ve gümüs vermekten daha hayırlı olanını, hatta düsman karsısında savasıp öldürmekten ve öl-mekten daha hayırlısını size bildireyim mi?’ dedi.

Ashab, ‘Bildir ya Resûlallah’ dedi.

Efendimiz (s.a.a.), ‘Sürekli olarak Allah’ı anmaktır’ bu-yurdu.

Yine Cenab-ı Hak ayette, sabah aksam kendisini anmayı emrediyor ‘Ve Rabbin ismini sabahleyin ve aksamleyin zik-ret’ 71 buyuruyor.

Muaz b. Cebel diyor ki: ‘Cennete girenlerin tek bir hasreti

67 Bakara, 2/152.68 Cuma, 62/10.69 Nahl 16/43; Enbiya, 21/7.70 Nur, 24/ 37.71 İnsan, 76/25.

81

ARDA KARANİ

olur, o da dünyada iken Allah’ı anmaksızın geçen vakitleridir.’

Hz. Peygamber bir gün hanımı Hafsa’ya, ‘Yâ Hafsa, çok sözden sakın. Zira zikrullahsız çok söz kalbi öldürür ve Al-lah’ı çok zikreden söz de kalbi ihya eder’ diye tembih etmistir.

Peki sevgili ihvanlarım zikir nedir? Allah’ı anmak nasıl-dır? Nasıl olmalıdır?

Kardeslerim, bu sorunun cevabı çok açıktır. Çünkü Yüce Allah, bizzat Kur’an’ın kendisini zikir diye tanımlamıstır. Kur’an okumak zikirdir: “O zikri Biz indirdik, Biz koruya-cagız.’ 72 Kur’an, kendini okuyan için sefaatçi olacaktır. Zira Hz. Peygamber (s.a.a.) bu konuda, ‘Kıyamet günü Kur’an, rengi uçuk bir adam gibi gelir, okuyana, seni gece uykusuz, gündüz susuz bırakan benim, der.’

Tevbe etmek bir zikirdir… Kütüb-i Sitte’de geçer, Pey-gamberimizin, ‘Ben günde yüz kere Allah’a istigfar ediyo-rum’ demesi üzerine, Hz. Aise annemiz Efendimize hiç gü-nahının olmadıgını hatırlatmıs, Resûl-i Ekrem ise, ‘Ya Aise, sükreden bir kul olmayayım mı’ buyurmustur. Hiç günahı, kusuru ve hatası dahi olmadıgı hâlde… Yani istigfar etmek ‘estagfirullah’ı vird edinmek zikirdir. Allah Resûlü söyle bu-yurur: ‘Kim amel defterinin kendisini sevindirmesini isterse, istigfarı çok etsin.’

Peygamberimize salât ve selâm bir zikirdir… Salavat hu-susiyetle bir zikirdir kardeslerim, Yüce Allah söyle buyuru-yor: ‘Allah ve melekleri Peygamber’e hep salât ederler. Ey iman edenler! Siz de O’na çokça salât edin ve tam bir içten-likle selâm verin.’ 73

Sükür, zikirdir… Cenab-ı Allah, bir kutsi hadiste söyle buyurur: ‘Beni zikrettikçe sükürdesin, unuttukça küfürdesin yani günahtasın.’

Namaz zikirdir… Kıraatiyle, rükû ve secdesiyle, tekbiriy-le, duasıyla her anı zikirdir namazın…

72 Hicr, 15/9.73 Ahzab, 33/56.

82

HACI ÖMER HÜDAÎ BABA

Hac zikirdir… Tekbiriyle, telbiyeleriyle zikirdir. Hac be-denin ve malın zikridir. Zekât ise malın zikridir.

O hâlde mutlulugun reçetesini Allah emretmis, Efendimiz uygulamıs ve uygulatmıstır. Efendimiz (s.a.a.), Hz. Ali’yi dizleri üzerine oturtarak ‘Lailaheillallah zikrini ona ögret-mistir.

Kardeslerim, o zaman bu ayet ve hadislerin ısıgında her Müslümanın kalbini tevbe-istigfar ile paklaması, salavat ile kokulandırması, tevhid ile yıkaması ve ism-i Celal ile Hakk’ı davet etmesi gerekir.

Bütün ibadetlerin özü zikirdir, özünde zikir vardır ve iba-detin mantıgı öyle olmalıdır. Dostlarım! mutlulugun, huzu-run formülü çok açıktır.”

“Allah’ı zikretmek en büyük ibadettir” 74 ayetini okuyarak bitirdi sohbetini Ahmed Cemal. Aslında o bu sohbetinde ka-vustugu huzuru, mutlulugu dile getiriyordu Kur’an ve sün-net ısıgında…

Kalktı, o çok edebî olan Osmanlıcasıyla yazmıs oldugu su kitabeyi dergâhın kapısına astı:

“Saadetle gelen gelsin bu dergâh-ı refi’ sahane

Maarif sem’ini yaksın, bu lazımdır her insane.”

Gece kalkıp gusül aldı, Kur’an okudu ve kıbleye dönüp düsündü Ahmed Cemal…

Veda kapısında…

“Hasreti vuslatından, hayali kendisinden güzel Harput” dedi mırıldanarak…

“Gidiyorum ey sehir mutlu musun hosçakal

Ömrümün ilkbaharı, ilk gençligim hosçakal

Korkulu gecelerim, olmaz sabahlarım hosça kal

Hira ettigim Harput

74 Ankebut, 29/45.

83

ARDA KARANİ

Ömer Babam, garip anam hosçakal Göllübag, Ankuzu Baba, Mamos Emmi Sizlere de hosçakalHayriye Bibi, Sıdıka Abla sizlere de hosçakalGüle güle 17 yasım, ilk heyecanım Arkadasım, dostum, gardasım hosçakalCam kırıklarım, çakıl taslarım, bilyelerimKarakutum gözyaslarım hosçakalHerkese selam eder muhabbetler dilerim” diyerek veda

kapsından dostlarına seslendi âdeta Ahmed Cemal.Rabbine naz ve niyaz eden Ahmed Cemal’in vuslatı için

karar verilmisti. “Ben hazırım ben hazırım. Ehad olan Rabbim, Vahid olan

Rabbim. Samed olan Rabbim” diyordu. Yüzügü parmagın-dan çıkarıp eliyle kavradı ve kalbine dayadı.

Gaipten gelen üç kisiyi gördü göz aralıgında. Perde açıldı gayb kapısında. Zaman ve mekân üsüt görüldü veda sırasın-da. Kızını kucaklayan karısını gördü o an karsısında. Seha-det ve salavat sürekli dilindeydi. Sonra aslî vatana seslendi: “Geliyorum ey asli vatan! Ey sadık dostlar! Sevgili yavrum ve yoldasım! Geliyorum ey Ehl-i Beyt İmamlarım! Geliyo-rum gardaslarım. Geliyorum ey Murtazam, ey Zehra anam, ey Müctebam, ey Kerbela’m, ey sühedam…”

Son sözleri, “Ya Hay, ya Kayyum, ya Samed” oldu.O sırada avluda Kur’an okuyan Ömer Hüdaî Baba kandil

yere düsünce aniden ayaga fırladı. Cemal’in ates-i askı sön-müstü. “Uçtu Cemalim” diyerek odasına çıktıgında Ahmed Cemal çoktan ruhunu Rahman’a teslim etmisti.

Allah’ın rahmetine kavusan bu genç Allah dostunu gusül için yıkamak istediler. Onu yıkayan İmam Mustafa Efendi edep yerlerini yıkamak isterken bir türlü iç çamasırını çıka-ramadı. Durumu Hacı Ömer Hüdaî Baba’ya haber verdiler. O da gelip mahreme tam dikkat edilmedigini, çevresini sa-

84

HACI ÖMER HÜDAÎ BABA

ran perdelerde açıklıklar oldugunu gördü. Oglunu ser’i seri-fe uygun olmayan bir hâlde yıkadıklarını görünce, “Tabii ki çamasırını vermez, açıkta yıkanır mı hiç?” buyurdu. Hemen etrafını iyice kapatıp uygun hâle getirdiler. Sonra Hacı Ömer Hüdaî Baba genç yasta vefat eden oglunun kulagına dogru egilip sohbet eder gibi, isittiginden emin bir sekilde, “Og-lum, Allah’ın seriatını uygulayacagız, seriata teslim ol” dedi. Bunun üzerine genç veli Ahmed Cemal, babasını duydu ve dedigine teslim oldu… Ellerini izarından (çamasırın kemeri) yavasça çekip bıraktı ve çamasırının çıkmasına müsaade etti. Eli açılınca o anda yere metal bir sey düstü.

Vefatında mânen Pir-i Azam Abdülkadir Geylânî ve sil-sile büyükleri hazır bulunmustu. Cenazesine Harput’tan ve çevre illerden gelen devrin birçok âlim ve ârifi katılmıstır.

“Kibar-ı evliyaullahHem aktab-ı ricaullahKamu merdan-ı ehlullahSerafetle nüzul etti

Tecelli-bagı sultanıPir-i kandil-i nuraniAbdülkadir GeylâniSaadetle nüzul etti

Reh-i vuslat göründü çünGitti dünyadan meh-cebinGaipten geldi mürg-i tin (ruh kusu)Tarihini beyan etti.” 75

Bu nagmeler dilinden döküldü Ömer Hüdaî Baba’nın… Ahmed Cemal gasil esnasında elinden yüzügü düsürünce Ömer Hüdaî Baba’nın gözlerinden yas akmaya basladı, yü-zügü alıp basını göge dogru çevirdi. “Evlat bu gözyası dahi mahserde aramıza girmesin” diyerek gözünün yasının akma-sına müsaade etmeyerek âdeta içine damlattı.

75 Mürg-i tin (ruh kusu) ebced hesabıyla Ahmed Cemal’in vefat tarihidir.

85

ARDA KARANİ

“Benim baht-i siyahımdan çıragım yanmadı geçtiBu cevr ile sitemden hiç felek utanmadı geçti

Aradım bürc-i eflaki tecellimden uyur kevkebMeger taksimde böyle ahterim uyanmadı geçti

Ezelden çün kader olmus tegayyür eylemez aslaAnınçün dar-i mihnette beni yar anmadı geçti

Yüzüm gülmedi hiçbir gün bu mihnet-hanede eyvahEridi gitti ömrüm hicrane dayanmadı geçti

Ya ne dersin bu nefsin hiç hevasına nihayet yokBu kadar cevr-ü sitemden hala usanmadı geçti

Nice türlü taamlar ekl-ü serbetleri içtiSinnim yetmise yetisti bu zevke kanmadı geçti

Hüdayi ragbet etme bu cihanın is-ü nüsuna Nice bin kahramanı gömdü adem sanmadı geçti

Tecellimden midir nedir çiragım yanmadı söndüAfitab-ı cihan , hüznüyle simsiyaha büründü

Karalar giydi hep esbah ile ervah hakikatteMelekler asümanda efgan ile çarh edip döndü

Münevver ahterim cevv-i felekte ser-nigün olduSeb-i zulmet ihata eyledi kapkara göründü

Hüdayi eyledi bir ah ki göçtü dünyadan AhmedBu firkat atesiyle cümle ihvan yandı dögündü.”

Hacı Ömer Hüdaî, hocası Dede Osman Avni Baba’dan kalan ona da hocası Abdurrahman Halis Talabanî’den ondan da silsile yoluyla kendisine emanet edilen tesbihin imame-sindeki tası çıkarıp oglunun gayb âleminden getirdigi yüzüge taktı. Bu velayetin kasıydı. Böylece ikinci parça da takılmıs oldu. Muhammed ismi açık bir sekilde okunuyordu artık.

86

HACI ÖMER HÜDAÎ BABA

Ömer Hüdaî Baba, ayrılıgın atesiyle Allah diye bir sayha atıp yere yıgıldı. 76

“Bir tecelli olsa kalbe ihtiyar elden gider

Sayha vurur âsıkların dilhanesine namus u ar elden gi-der.” (Seyh Hacı Hayri Ögüt).

Ahmed Cemal Efendi’nin kabri, Ömer Hüdaî Baba’nın türbesinin 20 metre yakınındaki açık alanda, aile kabrista-nındadır.

76 Bu bölüm yazarın ‘Unutulan Halife’ romanından derlenmistir.

87

ARDA KARANİ

F GÖNÜL DOSTLARI F

Hacı Ömer Hüdaî Baba ile aynı dönemde yasamıs olan hâl ehli olan kimseler, ittifakla Hacı Ömer Hüdaî Baba’yı kastederek, “Devrinin Gavs’ıdır” demislerdir. Onun büyük-lügünün en büyük delili, yetistirdigi kâmil insanlardır. Onlar-dan bazılarını zikredelim:

Hacı Ömer Hüdaî Baba ilk haccından dönüste Elazıg’ın göl yakınlarından geçerken Göllü Mustafa isimli bir genç, hac kafilesini alıç agacı dibinden seyretmektedir. Aradan bir-kaç gün geçince Göllü Mustafa Efendi köyün imamı ile bir-likte gelip Ömer Hüdaî Baba’nın ellini öperler. Köyün ima-mı, Hüdaî Baba’ya, “Efendim, bizim Mustafa sizden ders al-mak istiyor” der. Hüdaî Baba, Mustafa Efendi’ye bakar, “Biz ona alıç agacının altında dersini verdik” der. Gerçekten Göllü Mustafa Baba, Hacı Ömer Hüdaî Baba’nın ileri gelen mü-ridlerinden ve halifelerinden biri olur. Hüdaî Baba ona hep “gezici çavusum” diye hitap etmistir.

Göllü Mustafa Baba’nın kabri, vasiyeti üzerine Ömer Hü-daî’nin ayak ucundadır. Su an aynı türbenin içerisinde küçük kubbeli bölümde bir diger gönül dostu Sükrü Baba ile yan-yana medfundur.

Hacı Ömer Hüdaî Baba’nın halifelerinden Harputlu Tel-lalzade Aliogullarından Resit Baba Sefkatî 1852 yılında Har-put’ta dünyaya gelmistir. Çocuklugu ve gençlik dönemi ilim ve irfan yuvası Harput’un âlimlerinin terbiyesinde geçmistir. Büyük mutasavvıf Hacı Ömer Hüdaî Baba Hazretleri ile ta-nıstıktan sonra mânevî ilimleri ögrenmis böylece sûfilik yo-lunu tutmustur.

Ömer Hüdaî Baba’nın dergâhına gidip gelerek, ahlaken ve fazileten kendini yetistirmis; zikir, taat ve ibadetle günle-rini geçirmistir.

88

HACI ÖMER HÜDAÎ BABA

Ahlakı, fazileti ve vakarıyla dikkatleri üzerine çektigin-den, zamanın Elazıg pasa valilerinden Hacı Ahmed İzzet Pasa, Resit Baba’ya, “Seni tahsildarlık görevine getirece-gim” der. Resit Baba uygun bir lisan ile ne kadar anlatsa da, “Ben dervislik yoluna girdim. Siz bu görev için bir baskasını layık görseniz” dese de Pasa kabul etmez. Bir türlü Pasa’yı ikna edemez. Pasa kararında çok ciddi oldugunu, itiraz kabul etmeyecegini vurgulayarak, vilayete gelip yeni görevine bas-lamasını emreder.

Resit Baba bu isten kurtulmak için çareyi Harput’tan ay-rılmakta bulur. Gece yarısı hiç kimseye haber vermeden bü-tün malını mülkünü bırakarak atının terkisine aldıgı azıgı ile arkasına bile bakmadan Harput’tan ayrılarak izini kaybettirir.

Batıya dogru atını sürerek Harput’tan 45 km uzaklıkta-ki bugünkü Baskil ilçesinin Sefkat köyüne gelerek yerlesir. Burada Müslime Hanım’la evlenir. Seyhinin yanına buradan gidip gelerek Ömer Hüdaî Baba’nın feyiz ve muhabbetinden, sohbetlerinden istifadeye devam eder. Bir süre sonra seyhi-nin emri ile Baskil’in Sefkat köyünde zikir meclisleri kurarak irsad görevine baslar.

Resit Baba, Baskil’de irsad görevine devam eder. Seyhi-nin vefatından üç yıl sonra bir yaz günü 4 Haziran 1908 Per-sembe günü ebediyete göç eder. Naası Sefkat köyü mezarlı-gına defnedilir. Türbesi daha sonraki yıllarda torunu Mehmet Zeki Özen ve kızı Mutlu Hanım tarafından Hacı Ömer Hüdaî Baba’nın türbesi gibi sekizgen kaide üzerine kubbe seklinde yaptırılmıstır.

Resit Baba’nın Abdulvahhab ve Abdurrahman adında iki oglu olur. Ogullarından Abdulvahhab genç yasta Yemen Sa-vası’na gider ve orada sehit düser. Soyu diger oglu Abdurrah-man tarafından gelmektedir. 77

Hacı Ömer Hüdaî babanın bir diger mânevî evladı Tay-yar Baba’dır. Tayyar Baba’yı daha çocukken kucagına almıs, sevmis ve “Bu yavrucagız benim evladım olacak ona iyi ba-kın” diye nazar etmistir. Tayyar Baba’nın kabri Harput’ta gü-zel bir bahçe içerisinde ve türbe halindedir.

77 Veysel Baki’nin notlarından alınmıstır.

89

ARDA KARANİ

Müridesi Hogulu Hacı Hanım’ın da kadın mürideleri ara-sında özel bir yeri vardır. O, Ömer Hüdaî Baba için çok özel bir elbise dikmistir. Hogulu Hacı Hanım elbiseyi; kıbleye dönüp, her bir igne batırısında besmele çekip üç ihlas okuya-rak büyük bir ask ve teslimiyetle dikmistir. Böylece tam bir yılda giysiyi tamamlayıp seyhine hediye etmistir. Bu güzel hizmetlerinden ötürü feyz ve muhabbet sırrına erip muradına ermistir.

Yine Hacı Ömer Hüdaî’nin Divan’ını kaleme alan Hacı Muharrem Sırrî de gönül dostlarından ve ileri gelen mürid-lerindendir. Ona Sırrî mahlasını veren de kendisidir. Kabri güzel bir türbe içerisinde Elazıg asri mezarlıgındadır. Hacı Ömer Hüdaî Baba Divan-ı Hüdaî adlı eserini Mevlana’nın Mesnevi’sini Hüsamettin Çelebi’ye kaleme aldırdıgı gibi ona kaleme aldırmıstır.

Ömer Hüdaî Baba, Erzurum’dan Arapgir’e, Harput’tan Medine’ye, Erzincan’dan Merv’e kadar yetistirdigi altmıstan fazla kâmil veli yetistirmis olmakla beraber, irsad vazifesini halifesi Kürklü Hacı Muhammed Baba’ya (k.s.) bırakmıstır.

91

ARDA KARANİ

F HALİFELERİ F

Kürklü Hacı Muhammed Baba (k.s.)Oglu Ahmed Cemal Efendi (k.s.)Göllü Mustafa Baba (k.s.)Hamza Baba (k.s.)Hüseyin Visalî (k.s.)Sükrü Baba (k.s.)Tellalzade Resit Baba (k.s.)Palulu Mehmet Baba (k.s.)Tepecikli Mehmet Baba (k.s.)Perçençli Mehmet (k.s.)Boranlı Abdullah (k.s.)İzolulu Muhammed Emin (k.s.)Abdullah Efendi (k.s.).

93

ARDA KARANİ

F ŞEMÂİLİ F

O’nun semâili “Hacı Ömer Hüdayi Kuddise Sırrahul Ali Hazretleri’nin Tercüme-i Hali ile Menakıb-ı Alileri” adlı ri-salede söyle anlatılır:

“Semâil-i serifleri gayet gökçek ve mütenasib idi. Söyle ki; orta boylu olup, cemaat içinde mümtaz ve seçkin görünür-dü. Yüzleri gayet güzel ve sevimliydi. Vücudu dolgun olsa da Zât tecellisinden zayıf düsmüstü. Benzi beyaz olup, biraz bal rengine çalardı. Gözleri siyah ve turuncu olup gayet cazib ve güzeldi. Sakal-ı serifi ak ve uzunca idi. Saçları ak ve üçer örük sag ve sol memelerine kadar sarkardı. Özetle Rabb’i onu gayet sevimli ve ölçülü olarak yaratmıstı. Mübarek bas-larına keçeden bir sivri külah kor, üzerine yesil sarık sarardı. Basına bazen Kadirî tacı takardı.”

Hacı Ömer Hüdaî (k.s.) Kövenk’te insanların irsadı ile mesgul olmus; güzel huyu, takvası, kerametleri ile söhret bulmustur. Hacı Ömer Hüdaî (k.s.) güler yüzlü, mütevazı, çok cömert bir zâttı. Bütün halka, maddî ve mânevî ihsan-larda bulunurdu. Mübarek nazarlarına mazhar olanların onun cezbesine kapılmamaları mümkün degildi. Çok sefkatli ve cömertti.

Seyyid Hacı Ömer Hüdaî Baba, tarikat-i aliyye-i Kadiriy-ye’nin Halisiyye kolunun birinci vasıtadan 34., ikinci vasıta-dan da 32. seyhidir. 78

Hüdaî Baba’nın Hüdaî mahlasıyla ârifane ve âsıkane söy-ledigi siirler meshurdur. Müridlerinden Muharrem Hilmi Sır-rî Efendi, Ömer Hüdaî Baba’nın siirlerini “Divan-ı Hüdaî” ismiyle bir araya toplamıstır.

78 Veysel Baki’nin notlarından alınmıstır.

95

ARDA KARANİ

F VEFATI F

17 Subat 1905 cuma, Kurban Bayramı’nın üçüncü günün-de, Baskil’deki halifesi Resit Baba hutbede iken kendisine bir hal olur. Hutbeden inerken gözlerinden yaslar gelmekte-dir. Namazdan sonra ihvanlar niçin agladıgını sorarlar. “Sey-him Hacı Ömer Hüdaî Baba vefat etti. Onun vasiyeti üzeri-ne gidip seyhimi yıkayacagım, defin islemlerini yapacagım. Atımı, terkisini tez hazırlasınlar yola çıkılacak’’ der. Eve hemen haber salınır. Hazırlıklar tamamlanır tamamlanmaz hemen yola koyulur. Çarçabuk Kövenk köyüne ulasır. Köye geldiginde ihvanların tüm hazırlıkları yapıp, vasiyeti üzerine kendisini beklediklerini görür. Hemen görevini ifa etmeye baslar. Vasiyet üzerine emredildigi gibi cenaze islemlerini ta-mamlar. Mübarek naasları bugün türbesinin bulundugu Kö-venk köyüne defnedilir. 79

Hak asıgı Hacı Ömer Hüdaî Baba, Kurban Bayra-mı’nın üçüncü günü 85 yasında Rabbine kavusmustur (h.1323/m.1905). Allah, tasarruflarından istifade edenlerden, himmet ve sefaatlerine erenlerden eylesin.

79 Veysel Baki’nin notlarından alınmıstır.

97

ARDA KARANİ

F TÜRBESİ F

Hacı Ömer Hüdaî Baba’nın türbesi, Elazıg-Bingöl kara-yolunun 15. km’sinde Kövenk (bugünkü ismiyle Güntası) köyündedir. Bu türbe biri mescid üçü birbirine baglı dört kubbeden olusur. Türbenin etrafında akrabaları, talebeleri, halifeleri ve sevenlerinin de kabirleri vardır.

Türbenin içerisinde ortada Hacı Ömer Hüdaî Baba’nın kabri ve sandukası mevcut olup, sag üst taraftan geçisi bu-lunan kubbede halifesi Hacı Muhammed Baba’nın kabri ve sandukası, sol alt taraftaki kubbede de Sükrü Baba ve Mus-tafa Göllü Baba'nın yanyana kabirleri vardır. Ayrıca türbelere bitisik girisi bagımsız küçük bir mescid de bulunmaktadır.

Bu türbe ve mescid Prof. Dr. Haydar Bas Bey’in öncü-lügünde kurulan Hacı Ömer Hüdaî Baba Dernegi tarafından 1991’de yapılmıs olup son yıllarda aynı dernek, türbenin tam karsısına misafirhane ve Kur’an kursu da yaptırmıstır. Hüdaî Baba’nın gönül dostları burada agırlanır, misafir edilirler.

99

ARDA KARANİ

F AH MİNE’L-MEVT F

Bu manzume Seyh’in vefatından sonra Zeki isimli müridi tarafından vefat tarihi not düsürülerek yazılmıstır:

“Budur kabri müniri ol Cenab-ı Hazreti Seyh’inHakikat ilmine vâkıf sehir Pir Ömer BabaZiyaret kıl hulus eyle dilersen feyizyab olmakOlur maksuduna nail eden bir Fatiha ihdaEdüp rahmetle yad anı ederse kim istidadUlasır himmeti Seyh’in muin olur ana MevlaDiriga halka-i zikrinden ayrılmıs müridanıFirakiyle yanan diller ziyaretle olur itfaDü destim ref edip dedim Zeki tarih vefatınaMukim-i cenneti ulya ola ya Rab Ömer Baba.”

ÖMER HÜDAÎ BABA’NIN MÂNEVÎ SİLSİLESİ

F Şeyh Abdurrahman Halis Talabanî F Şeyh Dede Osman Avni BabaF Şeyh Hacı Muhammed Baba KürkîF Şeyh Hayri Baba Malatyevî

III. BÖLÜM

103

ARDA KARANİ

Bu bölümde Hacı Ömer Hüdaî Baba’yı daha yakından tanımak amacıyla, mânevî silsilesindeki bazı isimleri tanıya-cagız.

Öncelikle mürsidinin hocası Abdurrahman Halis Talabanî ile baslayıp, Abdurrahman Halis’in halifesi Dede Osman Avni Baba’yla devam edecegiz. Sonra da Kadirilik yolunu devam ettiren kâmil halifesi Muhammed Baba Kürkî’yi ve onun yetistirdigi Hacı Mustafa Hayri Ögüt’ü tanıyacagız.

Simdi Hâlisiyye kolunun bası Seyh Abdurrahman Halis Talabanî’yi tanımaya çalısalım.

105

ARDA KARANİ

F ŞEYH ABDURRAHMAN HALİS TALABANÎ (v.1275/1858) F

Abdurrahman Hâlis Talabanî, Kadiriyye tarikatının Hâ-lisiyye kolunun kurucusudur. h.1212/m.1797 tarihinde Ker-kük’te dogmustur. 80 Kerkük’e baglı Taleban köyünde ikame-ti sebebiyle Talabanî künyesiyle tanınmıstır. Asıl adı Abdur-rahman, diger bir künyesi Kerkükî, mahlası Hâlis’tir. Daha sonraki nesli Talabanî’yi soyadı olarak almıstır. 81

Abdurrahman Halis Baba, 1797 yılında dogmus altmıs üç yasında Hakk’a vuslat etmistir. Halifesi Dede Osman Avni Baba’nın dogum tarihinin bundan daha evvel oldugu tahmin edilmektedir.

Hanefî mezhebine mensup olan Halis Talabanî ayrıca Ka-dirî tarikatına mensup Talabanî ailesinin bir ferdi olarak bu unvan ile de tanındı. Ayrıca ‘Zül-cenaheyn’ unvanını aldı.

Babasının samimi dostu bulunan Seyh Maruf Köse bir defa babasına “Ya seyh” dedi. “Allah (c.c.) bizi bu dünya-da evlattan mahrum bıraktıgı halde sizlere on bir tane erkek evlat ihsan buyurmus, zekât ser’an lâzım gelmez mi?” Seyh, Ahmed, bu zatın ne demek istedigini anladı. Oglu Abdur-rahman’ı onun hizmetine verdi. Seyh Maruf Köse, vefatının yaklasması üzerine seyhlik hırkasını Seyh Abdurrahman’a giydirerek postnisinligi kendisine devretti. Bunun üzeri-ne Halis, yeniden babasının yanına döndü. Babasından da hilâfet hırkası giymesi sebebiyle kendisine “Zü’l-cenâheyn” denilmistir Seyh Abdurrahman, babasının vefatından sonra

80 Abdülkerim Muhammed el-Müderris, Ulemâünâ fî Hidmet-i İlm-i ve’d-Dîn, nes. Muhammed Ali el-Kurra Dâinî, Bagdat, I, 1983, s. 271.81 Hüseyin Vassaf, s.130; Bagdatlı İsmail Pasa, Hediyyyetü’l-Ârifîn Esmâü’l-Müellifîn ve Âsâru’l-Musannifîn, Millî Egitim Basımevi, İstanbul 1951, 1,558; Sadık Vicdânî, a.g.e., s.136.

106

HACI ÖMER HÜDAÎ BABA

Kerkük’e yerlesmis, kardeslerini de irsad için farklı bölgele-re göndermistir. 82

Dedesi Molla Mahmud, Zengine asiretinin reisi Yusuf Aga’nın ogludur. (Aga, o yörede seyyid mânâsında kullanılır).

Molla Mahmud h.1130’de (m.1718) Karadag’da dog-mustur. Kakasurî zürriyetindendir. Seyh Mahmud, çocukluk yasından evleninceye kadar ilim tahsil etmistir. Evlendik-ten sonra ögrencilere ders verme ve çevresindeki insanları uyarma ile vaktini geçirmistir. Herhangi bir tasavvuf kuru-muna intisab etmemistir. 83 1195’te (1781) Hindistanlı Seyh Ahmed-i Hindi’l-Lahorî beraberinde iki mürîdi ile Bagdat’a oradan da Tekke köyüne gelerek Molla Mahmud’a misafir olur. Aralarında geçen görüsmelerden sonra Molla Mahmud, Seyh Ahmed’in ilmî seviyesini takdir ederek Kâdirî tarikatı-na girer. Seyh Ahmed’i birkaç ay evinde misafir eder. Seyh Ahmed kendisine on iki tarikatten icâzetnâme verir. 84

Kerkük’ün en büyük seyhi sayılan Abdurrahman Hâlis’in söhreti çok genis topraklara yayılmıstır. Cömertligiyle ünlü olan Seyh, sohbetleriyle de birçok insanı irsad etmistir. Mün-tesibleri arasında her tabakadan insana rastlanır. Tekkesinde her gün fakir, kimsesiz insanları doyurup, barındırmıstır. Aynı zamanda talebeleri arasında valiler, pasalar ve üst düzey insanlar vardı. Sultan Abdülmecid’in haremi Sultâne Hâtun, gördügü rüyalar sebebiyle Seyh Abdurrahman’ın müride-si olmustu. İstanbul müzelerinde saklı bulunan bir Buhârî-i Serîf kitabını mühürleyerek içinde Peygamberimizin (s.a.a.) mübarek sakal-ı serifinin de bulundugu pek çok hediyey-le beraber Kerkük’e göndermis ve irâde-i seniyye (padisah

82 Yunus Ayten, Ziyâüddîn-i Abdurrahmân-ı Hâlis Talabânî, Sahâbeden Günümüze Allah Dostları, Sule Yayınları, İstanbul, 1996, IX, s.129.83 Yunus Ayten, Mahmûde’z-Zengineyi’t-Talebânî, Sahâbeden Günümüze Allah Dostları, Sule Yayınları, İstanbul, 1996, VIII, s.459; İsa Çelik, Kâdiriyye Tarikatı Hâlisiyye Sûbesinin Kurucusu Seyh Abdurrahman Hâlis Kerkûkî, A.Ü. Türkiyât Arastırmalârı Enstitüsü Dergisi, sy.38, Erzurum 2008, s.160.84 İsa Çelik, a.g.m., s.161; Yunus Ayten, Seyh Ahmed et-Talebânî el-Kerkûkî, Sahabeden Günümüze Allah Dostları, Sule Yayınları, İstanbul 1996, IX, 91-92.

107

ARDA KARANİ

emri) ile Seyh’e yüz kurus aylık baglamıstır. 17 Zilkâde 1264 Cemâziye’l-âhir tarihli irâde-i seniyyede belirtildigine göre; Seyh’in postnisîn oldugu Gavsiyye Hânkâhı yolculara ve fa-kirlere açıktı. Her aksam yüzlerce dervis ve yolcu barınır-dı. Bu sebeple Seyh’in istegiyle Seyh Abdülkadir Geylânî vakfından ayda bes yüz kurus emrine tahsis edilmistir. Bu tahsisler Sultan Mecid devrinden itibaren çesitli vesileler-le yapılmıstır. Seyh Abdurrahman tekkeye gelen paraların tamamını yoksullara harcar, kendisi tam bir kanaat içinde yasardı. Seyh’in hosgörüsü, cömertligi, tasavvufun incelik-lerine vukûfiyeti, güzel ahlâkı Hayderî-zâde İbrâhim Efendi tarafından Tasavvuf dergisinde uzun uzadıya anlatılmıstır. 85

Abdurrahman Hâlis Talabanî, Kadirî tarikatının önderli-gini yapmıs büyük bir Hak asıgıydı. O, halkın tekkeye ba-gıslarını memleket yoksulları arasında pay ederdi. Devlet tarafından tahsis edilen parayla da aç ve perisan kimselerin bütün ihtiyaçlarını görmeye çalısırdı. Kendisi tam bir kanaat içinde yasadıgı herkes tarafından bilinmekteydi. Bu sebepten dolayı tekkeye hizmetleri meshurdu.

Abdurrahman Halis Talabanî’nin özelliklerinden biri de meclisine gelen kimselerin hâlini bir nazarda görmesi idi. Onun müntesibleri arasında zengin tüccarlar, fakir kimseler, meczup insanlar, veliler, pasalar gibi her kesimden insanlar bulunurdu. Sultan Abdülmecit’in haremi Sultâne Hatun, gör-dügü rüyaların tesiriyle Seyh Abdurrahman’ın müridesi oldu. Ona karsı sevgi ve hürmeti pek büyüktü. Hatta İstanbul mü-zelerinde saklı bulunan Buharî Serif kitabına kendi mührü-nü bastı. Baska bazı hediyelerle birlikte Kerkük’e gönderdi. Ayrıca irade-i seniye ile büyük Seyh’e yüz kurus da aylık baglattı. Tekkede sabah aksam din farkı gözetilmeden birçok muhtaç kimse bulunurdu. Abdurrahman Halis Talabanî (k.s.) hakkında bilgi veren Türkçe kaynakların hemen hepsinin atıfta bulundugu kaynak, Osmanlı Seyhülislamlarından Hay-darizâde İbrahim Efendi’nin Tasavvuf dergisinde Halis (k.s.) hakkında yazdıgı makaledir. Sefine yazarı Hüseyin Vassaf,

85 Ünsal, Hatice, Yüksek Lisans Tezi, Abdurrahman Halis Talabanî ve Behcetü’l-Esrar Tercümesi Adlı Eseri, s.15, İst, 2010.

108

HACI ÖMER HÜDAÎ BABA

bu makaleden alıntı yaptıktan sonra, Hâlis'in (k.s.) tercüme-i hâlini mükemmel bir sekilde bu makalede bulabilecegimizi ifade eder. 86

İbnu’l-Emin Mahmut Kemal İnal’ın “Son Asır Türk Sa-irleri” adlı eserinde, Hâlis (k.s.) hakkında verdigi bilgilerin tamamına yakın bir bölümü yine aynı makalenin kısmen aktarılmasından ibarettir. “Osmanlı Tarih Deyimleri ve Te-rimleri Sözlügü” adlı eserde, Hâlisiyye maddesinde verilen bilgilerin esas kısmı da, Haydarizade’nin bu makalesinden alınmıstır. “Kerkük Sairleri” adlı eserde aynı makale ana kaynaklar arasında zikredilmektedir.

Bu makalenin yayınlandıgı Tasavvuf dergisi Urfa Mebusu Saffet Efendi tarafından çıkarılmıstır. Adı geçen makale bu derginin 4. sayısının 4-5. sayfalarında yer almaktadır.

“Seyh Hâlis 1242/1846 yılında Kerkük’teki tekke için-deki camiyi yaptırmıs, ibadet ve zikir meclisi olmanın yanı sıra edebiyat ve dinî mûsikî merkezi haline getirmistir. Nite-kim Kerkük’ün tanınmıs makam-sinasları burada dînî hava-lar ve yerli hoyratlar (Güneydogu Anadolu’da ve Kerkük’te çok yaygın olan bir uzun hava türü) terennüm ederler. Usta bir oyuncu olan Molla Veli ve masum hoyratlarıyla tanınan Hame Pîr gibi sanatçılar Seyh’in himayesinde yetismislerdir.”

Seyh Abdurrahman 63 yasında h.1275/m. 1858’de vefat etmistir. Kabri Tekke’de aile mezarlıgındadır. 87 Seyh Ab-durrahman Hâlis’in; Ali, Abdülkadir, Abdülvâhid, Rıza ve Hasan isminde bes erkek; Fatmahan, Esma, Âmine, Hanife, Kibriya ve Halime olmak üzere altı kız evladı olmustur. 88

86 Hüseyin Vassaf, a.g.e., s.131.87 Sadık Vicdânî, a.g.e.,s. 139; Yunus Ayten, Ziyâüddîn-i Abdurrahmân-ı Hâlis Talabanî, Sahâbeden Günümüze Allah Dostları, Sule Yayınları, İstanbul, 1996, IX, s.129; İsa Çelik, a.g.m., s.161.88 Yunus Ayten, a.g.e., s.131.

109

ARDA KARANİ

Hâlisiyye Kolu Silsilesi

Tarikat silsilesi kurucu Pîr Abdülkadir Geylânî’den itiba-ren su sekildedir:

1. Pîr-i Tarîkat Abdülkadir Geylânî (k.s)

2. es-Seyh Seyyîd Abdurrezzâk (k.s)

3. es-Seyh Osman el-Geylânî (k.s)

4. es-Seyh Yahya el-Basrî (k.s)

5. es-Seyh Nûreddin es-Sâmî (k.s)

6. es-Seyh Abdurrahmân el-Hasenî (k.s)

7. es-Seyh Burhaneddin ez-Zencerî (k.s)

8. es-Seyh Seyyid Muhammed Ma’sum el-Medenî (k.s)

9. es-Seyh Seyyid Abdurrezzak el-Hamevî (k.s)

10. es-Seyh Seyyid Muhammed Hüseyni’l-Ezmirânî (k.s)

11. es-Seyh Ahmed el-Hindî el-Lâhorî (k.s)

12. es-Seyh Mahmud ez-Zengenî Talabanî (k.s)

13. es-Seyh Ahmed et-Talabanî el-Kerkûkî (k.s)

14. es-Seyh Ziyaeddin Abdurrahmân et-Talabanî. 89

Seyyid Abdurrahman Hâlis Talabanî’den sonra silsile biri es-Seyh Abdülkadir Kâmil digeri es-Seyh Aliyyü’l-Bagdadî olmak üzere iki koldan es-Seyh Dede Osman Avni Baba’ya gelir ve ondan sonra su sekilde devam eder:

es-Seyyid es-Seyh Dede Osman Avni Baba Urfevî (k.s.)

es-Seyyid es-Seyh Hacı Ömer Hûdâ-î Baba Kövengî

es-Seyyid es-Seyh Hacı Muhammed Baba Kürkî

Es-seyyid es-Seyh Mustafa Hayri Baba Malâtyevî (Ögüt).

Hayri Baba Malatyevî, vefatından önce manevî mirası

89 Vassaf, a.g.e., s.129-130.

110

HACI ÖMER HÜDAÎ BABA

Prof. Dr. Haydar Bas’a bırakmıstır. 90 Kendisini Akçaabat’a defnetmesini vasiyet etmistir.

Seyh Abdurrahmân Hâlis Talabanî Hazretleri, daha genç yasta iken fevkalâde bir ilmî seviyeye yükselmis, devrinde-ki tüm ilimlere vâkıf olmustur. Türkçe, Arapça ve Farsça’ya tüm incelikleriyle hâkim olmus, bu dillerde siirler yazmıstır. Abdülkâdir Geylânî Hazretlerinin hayatını ve menkıbelerini anlatan Arapça olarak kaleme alınmıs olan Behçetü’l-Esrâr adlı eseri, daha 19 yasındayken Türkçe’ye çevirmis olması onun ilmî ve edebî yönünün en güzel kanıtıdır. 91 Rabbim ümmeti ve bizleri sefaat ve himmetlerine erdirsin.

90 Ünsal, Hatice, Yüksek Lisans Tezi, Abdurrahman Halis Talabanî ve Behcetü’l-Esrar Tercümesi Adlı Eseri, s.12. İst, 2010.91 Ünsal, Hatice, Yüksek Lisans Tezi, Abdurrahman Halis Talabanî ve Behcetü’l-Esrar Tercümesi Adlı Eseri, s.12. İst, 2010.

111

ARDA KARANİ

F DEDE OSMAN AVNİ BABA URFEVÎ (v.1300/1883) F

Abdurrahman Hâlis Talabanî’nin yetistirdigi Dede Os-man Avni Baba, Hacı Ömer Hüdaî’nin mürsididir.

Dergâhlardaki Kadirî silsilenamelerinde, Dede Osman Avni Baba’nın Kadiriyye yolunu iki ayrı koldan aldıgı; bi-rinci kolu, Dede Eyyüb vasıtası ile Abdülkadir Geylânî’nin oglu Ebubekir Abdulaziz’e ulastıgı, ikinci kolu ise seyhi Ab-durrahman Halis Baba vasıtası ile Hazreti Pir’in diger oglu Abdurrezzak Hazretlerine ulastıgı belirtilmektedir.

Seyyid Dede Osman Avni Baba, Urfa’da yetisen büyük mütefekkir ve mutasavvıflardandır. Dogum tarihi tam ola-rak bilinmemekle birlikte babasının adı Abdal Muhammed, dedesinin adı Eyyub, büyük dedesinin adı Bekir’dir. Seyyid olup, bütün fertleri mutasavvıf olan bir ailenin çocugu olarak bu dünyayı tesrif etmislerdir. Hayatını Urfa’da Mevlid-i Ha-lil Dergâhı’nda, insanları irsad ile geçirmistir.

Mevlid-i Halil Dergâhı’nda bulunan kabirlerin ikisinin kardeslerine ait oldugu anlasılmaktadır. Bunlardan biri, 1814 yılında vefat eden Eyyub Efendi, ikincisi 1867 yılında vefat eden Sufi Muhammed Efendi’dir. Kendisi de 1883 yılında Hakk’a vuslat etmistir. Dede Osman Avni Baba, cedlerinin de bulundugu, Hz. İbrahim (a.s.) dergâhının avlusundaki kü-çük kabristana defnolunmustur.

Hayatını zühd ve takva ile geçiren Dede Osman Avni’nin hiç çocugu olmamıstır. Mübarek cedlerinin ve hulefası-nın medfun bulundugu bu küçük kabristan, Hz. İbrahim’in (a.s.) dünyayı tesrif buyurdukları magara ile dergâh hücreleri arasında, Mevlid-i Halil Camii avlusunun güneyinde yer al-maktadır. Bu kabristanda sekiz kabir vardır. İki kabirde mü-

112

HACI ÖMER HÜDAÎ BABA

kerrer defin yapılmıstır. 92 Eserin sonunda kabr-i seriflerinin fotografı mevcuttur.

Sahâbeden Günümüze Allah Dostları isimli ansiklopedi-nin Dede Osman Avni Baba Urfevî maddesinde söyle geçer: “Dede Osman Avni Baba Hazretlerinin türbe-i saadetleri Ur-fa’da Halil Camii’nin avlusunda girisin karsısındadır. Öbür-leri de yakınlarına aittir. Urfa Belediyesi, Dede Osman Avni Baba Hazretlerinin kabr-i saadetlerinin bas tarafına ‘Kadiri Hulefalârından Dede Osman Avni Baba Hazretleri’ diye yaz-dırmıstır.”

Dede Osman Avni Baba, Urfalılar tarafından çok sevilip sayılırdı. Onun devr-i saadetlerinde Ermenilerle Müslüman-lar beraber yasarlardı. Dede Osman Avni Baba Hazretleri, Cenab-ı Hakk’a bu ümmet-i Muhammed’in islemis oldugu günahları görüp dayanamadıgından söyle bir duada bulun-mustur:

“Ey merhameti bol Rabb’im! Sen isinin hâkimisin Üm-met-i Muhammed’in günah islemesine, bu dünyanın çirke-fine tahammül edemiyorum. Gözlerimin ısıgını Sen al da onları görmeyeyim.” Bu duayı okuyup tamamladıgı an, göz-lerinin hâli duası gibi oldu. Gözleri mahlûkatı göremez hâle gelmisti. Yalnız basiret gözü ile mü’minleri sezebiliyordu. 93

Yanıbasındaki camide sabah ve yatsı namazından sonra Kadirî duası yapılır. Caminin yanında bir bölümde Dede Os-man Avni Baba Hazretleri’ne ait mübarek Sancak-ı Serifi, Tac-ı Serifi, tespihi ve kullandıgı diger esyalar bulunur.

Hâlisiyye kolu, Anadolu’ya Dede Efendi vasıtası ile gir-mis, Kövenkli Hacı Ömer Hüdaî Baba ile yayılmıstır. Dede Efendi’nin halifesi Hacı Ömer Hüdaî Baba ve onun da önde gelen halifesi, Hâlisiyye kolunun büyük velisi Hacı Muham-med Baba’dır.

Dede Osman Avni Baba, ömrünün büyük bir bölümünü

92 Celal Mısır Hocaefendi’nin notlarından alınmıstır.93 Ayten, Yunus, Dede Osman Avni Baba Urfevî, Sahabeden Günümüze Allah Dostları, Sule Yayınları, İstanbul, 1996, IX,119.

113

ARDA KARANİ

mürsidi Abdurrahman Hâlis Baba ile aynı çagda geçirmistir. Dede Osman Avni Baba mürsidi Abdurrahman Halis Tala-banî’den, yirmi bes yıl sonra (h.1300/m.1883) yılında vefat etmistir.

Bu konuda önemli bir kaynak da Hacı Muharrem Hilmi Efendi’nin “Kadiri Yolu Sâliklerinin Zikir Makamları” adlı eseridir. Bu eserde Muharrem Hilmi Efendi, Kadirî silsilesini söyle vermektedir: “Bu fakir-i pür taksir dahi, usul-i zikir ve tarik-i Kadiriyye’yi, Seyh Hacı Ömer Hüdaî (k.s.)’den, o da Seyyid Dede Osman Ruhanî (k.s.)’den, o da Abdurrahman Halis (k.s.)’den, o da Ahmed Talabanî (k.s.)’den, o da Mah-mud ez-Zengenî (k.s.)’den, o da Ahmed-i Hindî el-Lahorî (k.s.)’den ahz ve telakki etmislerdir.”

Dede Osman Avni Baba’nın cedleri Dede Eyyub Urfevî (k.s.)’nin vefat tarihine bakılırsa çok küçük yasta bu yolu dedesinden ögrendigi ve çocukluk döneminin tasavvufî at-mosferde geçtigi anlasılmaktadır. Dede Eyyub (k.s.) vasıtası ile Hz. Abdülkadir Geylânî’ye ulasan silsiledeki mürsidlerin hepsi seyyiddir ve Nakibu’l-Esraf’tır.

Nakib, lügatte halkın iyisi, kethüda, kefil, müfettis, idare-ci, temsilci gibi anlamlara gelir. Osmanlı’da seyyid ve serif ailelerine bu isim verilmistir.

Osmanlı sultanları, Hz. Abdülkadir Geylânî’nin neslinden gelenlere son derece hürmet ve itibar göstermislerdir. Kanuni Sultan Süleyman, Bagdat’ı (h.941)’de fethettiginde Hz. Pir’in torunlarından büyük Zeyneddin’i nakib tayin etti. Kanuni, Seyyid Zeyneddin’e ordunun önünde tesekkürlerini bildirdi. Sonra bir fermanla Seyyid Zeyneddin’e (k.s.) nakiblik paye-sini verdi. Böylece nakiblik baslamıs oldu. İlk nakib Seyyid Zeyneddin (k.s.) oldu. Bundan sonra gelen nakibler âdet üze-re Geylânî ailesinden gelen halef arasından seçilirdi. 94

İste Dede Osman Avni Baba’dan Ebubekir Abdulaziz’e uzanan tasavvuf zinciri, nakibu’l-esraf olan bu temiz nesil-den gelmektedir.

94 Bagdadî, İbrahim Derubî, el-Bazülesheb, Nasir M.Yulug, Uluçınar Yay. İstanbul 1976, s. 184.

114

HACI ÖMER HÜDAÎ BABA

Kadirî silsilenamesinde, bu kolda bulunan kâmiller söy-ledir:

1- Piri tarikat, Gavsü Rabbülalemiyn, Ebu Muhammed Muhyiddin Abdülkadir Geylâni el-Hasenî, el-Hüseynî

2- Ebubekir Abdülaziz

3- Muhammeden el-Haddak

4- Semseddin

5- Serafeddin

6- Zeyneddin (Büyük Zeyneddin)

7- Veliyeddin

8- Nureddin

9- Hüsameddin

10- Yahya

11- Ebubekir el-Bagdadî

12) Muhammed Dervis

13- Zeyneddin (Küçük Zeyneddin)

14- Mustafa el-Bagdadî

15- Süleyman el-Bagdadî

16- Aliyyu’l-Bagdadî

17- Eyyüb Urfevî

18- Dede Osman Avni Baba Urfevî.

Bu zatlar Hz. Abdülkadir Geylânî’nin soyundan gelirler. Dede Efendi bu kolu Eyyub Urfevî’den (k.s.), o da Nakibu’l-Esraf Aliyyu’l-Bagdadî’den almıstır.

Hz. Pir’in oglu Ebubekir Abdülaziz, Musul’da Hıyal adında bir beldede vefat etmis, oraya defnolunmustur. Bag-dat’taki nakibler onun soyundan gelmektedir.

115

ARDA KARANİ

el-Bazü’l-Esheb adlı eserde konuyla ilgili su bilgiler mev-cuttur: “Nakibu'l-Esraf Semseddin (k.s.) 1498’de vefat etti. Mehmet Serafettin (k.s.) müttaki ve fadıl bir zattı. 1535’te vefat etti. Zeyneddin (k.s.) ilk nakiptir. 1566’da vefat etti. Bütün mallarını Kadirî medresesine vakfetti. Hz. Pir’in tür-besini onarttı. Kabri Hazret-i Geylâni’dedir. Veliyeddin (k.s.) 1612’de vefat etti. Zeyneddin’in ogludur. Hz. Geylâni’de medfundur. Nureddin (k.s.) 1660’ta vefat etti. Veliyeddin’in ogludur. Zahid bir zat idi. Hazreti Pir’in camiinde imamlık yapardı. Hüsameddin (k.s.) 1748’de vefat etti. Nureddin’in ogludur. Zahid bir zat idi. Muhammed Dervis (k.s.) 1760’ta vefat etti. Zeyneddin (k.s.) 1777’de vefat etti. Küçük Zey-neddin diye bilinir. Muhaddis ve fakihti. Mustafa el-Bag-dadî (k.s.) Zeyneddin’in ogludur. 1768’de vefat etmistir. Selman’ül-Bagdadî (k.s.) Mustafa’nın ogludur. Hem Naki-bu’l-Esraf hem de kadiri vakfı mütevellisidir. 1829’da vefat etmistir. Aliyyu’l-Bagdadî Selman’ın ogludur. Nakib ve ve Kadiri vakfı mütevellisidir. H.1289’da vefat etmistir. 95

Seyyid Dede Osman Avni Baba yüce bir makama sahiptir. Sırrı açık, ilmi derin, basireti kuvvetli, duası makbul, zühd ve takvada bir inci idi. Genç yasında Abdurrahman Halis Tala-banî’den icazet almıs büyük bir Allah dostuydu. 96

Hilafet Usulü ve Merasimi

Kırmızı, yesil, beyaz, siyah gibi renkleri olan emame Ka-dirî tacın etrafına sarılırdı. Mürsidin ögrencisine bir taç ve bir hırka giydirmesindeki mânâ, ona güzel ahlakı ve iyi huyları giydirmekti.

Tasavvuf yolunda zikir ve ibadetle ile irsad makamına yükselenlere icazetname denilen mühürlü bir belge verilir, baslarına da törenle taç giydirilirdi.

Kadirilik’te, taç ve hırkanın giydirilmesi töreninde mür-sid Fatiha sûresini okur, Allah-u Teâlâ’dan ve Peygamber

95 a.g.e., s.136-137-135.96 Celal Mısır Hocaefendi’nin notlarından.

116

HACI ÖMER HÜDAÎ BABA

Efendimizden niyabet kastederek kendi eliyle hırkayı ög-rencisine giydirirdi. Daha sonra “Benim mürsidim olan bu zat bana mübarek elleriyle giydirdi. Ona da su zat giydirdi” der, bu sekilde kendisi ile Peygamber Efendimiz arasındaki kâmillerin isimlerini tek tek beyan ettikten sonra, “Ben dahi mürsidimin giydirdigi sekilde sana giydiriyorum” deyip ica-zetnameyi okurdu. 97

Dede Osman Avni Baba (k.s.), Âsık Pasa’nın telif ettigi Garibnâme adlı el yazması tasavvufi bir eseri Mevlid-i Halil Medresesi’ne vakfetmistir. Kitabın vakfiyesinde söyle ya-zılıdır: “Âsık Pasa ismindeki bu kitabı Ceddü’l-Enbiya ma-kamının hizmetçisi, Seyh Dede Osman el-Kadirî er-Ruhavî (k.s), Cenab-ı Hakk’ın rızası için, Mevlid-Halil Medresesi’ne vakfetmistir. Okumak isteyen bundan men edilmemelidir. Ve buradan dısarı ancak kuvvetli bir rehin ve kefil karsılıgından çıkarılabilir.”

Kesif ve kerâmet sahibi olmakla, Allah’ın yanında makbul kul olunmayacagını söylerdi. “Hikmet, hak ile bâtılı en ince noktasına ve en derin teferruatına kadar birbirinden ayıran ilimdir. Onun için hikmeti talep etmek lazımdır” buyururdu. 98

Hacı Mustafa Hayri Baba, Dede Efendi için söyle der-di: “Dede Efendi’nin mânevî elbisesinin her tarafı terfilerle (rütbelerle) doluydu. Hatta almıs oldugu mânevî terfilerden dolayı elbisesi görülmez olurdu.”

Simdi de Hacı Ömer Hüdaî Baba’nın kamil halifesi Mu-hammed Baba’yı tanımaya çalısalım.

97 Mustafa Hilmi Yıldırım’ın notlarından alınmıstır.98 Ayten, Yunus, Dede Osman Avni Baba Urfevî, Sahabeden Günümüze Allah Dostları, Sule Yayınları, İstanbul, 1996, IX,119.

117

ARDA KARANİ

F ŞEYH HACI MUHAMMED BABA KÜRKÎ (k.s.) (1348/1929) F

Hacı Muhammed Baba Elâzıg’ın Hazar Gölü kenarındaki Kürklü köyünden Gafurogulları’ndan Ahmed’in ogludur.

Hacı Muhammed Baba, kendi köyündeki gayrimenkulü satarak mânen oldugu gibi zâhiren de seyhine yakın olmak için Kövenk’e tasınmayı arzu eder. Bu talebi Hacı Ömer Hü-daî Baba tarafından kabul edilir. Kendisine Kövenk’te bir parça arazi satın alınır. Böylece oraya, seyhinin daha yakı-nına yerlesir. 99

Hacı Muhammed Baba (k.s.), Hazar Gölü kenarında bulu-nan Kürk isimli beldede dogmus, bu sebepten Kürkî söhreti ile tanınmıstır. Nesilleri Resûl-i Ekrem Efendimize ulasmak-tadır. Babası, Gafurogulları’ndan Ahmed Aga’dır. Asrının en büyük kutbu Kövenkli Hacı Ömer Hüdaî Baba’dan icazet al-masına ragmen, Hüdaî Baba’nın vefatından sonra mânevî bir isaretle Hicaz’a gitmistir. Medine-i Münevvere’de yedi yıl Hz. Resûlullah’ın (a.s.) yanında, Allah’a kullukta bulunmus, Hicaz’dan döndükten sonra birçok mânevî makama ermistir. Hacı Muhammed Baba; vazifesi bitince tekrar Kövenk’e ge-lip Hacı Ömer Hüdaî’nin irsad makamına geçmistir. Evliya-nın büyüklerinden ve Kadirilik’in önde gelen mürsidlerinden olan Muhammed Baba, insanların irsadı ile mesgul olmuslar-dır. Onun en büyük eseri, kendisinden sonra gelen halifesi ve mânevî evladı Hacı Mustafa Hayri Baba’dır.

99 Ayten, Yunus, “Hacı Muhammed Baba”, Sahabeden Günümüze Allah Dostları, Sule Yayınları, İstanbul, 1996, IX, 9, s.365.

118

HACI ÖMER HÜDAÎ BABA

Mânevî Tasarrufları

Hacı Muhammed Baba Hazretleri müridlerini kastederek halifesi olacak Hayri Baba’ya söyle der: “Oglum Hayri, bun-lar hanımlarını sevdikleri kadar beni sevseler, onları Allah’a vâsıl ederim.”

Yine Hacı Muhammed Baba, “Bir seyh kendisine intisab etmek üzere gelen bir müridin o zamana kadar ne durum-da oldugunu, ondan sonra ne durumda olacagını bilmezse o seyh seyhlik yapamaz” 100 demistir.

Bir gün Hacı Muhammed Baba’nın bir Alevî köyüne yolu düser. Mevsim yaz ve tam harman zamanı oldugu için köy-lüler, “Seyh missin, seyhlerin duası kabul olur bir dua et de yagmur yagsın” diyerek Hacı Muhammed Baba’ya ricacı olurlar.

Hacı Muhammed Baba, yanında bulunan ihvanlara, “Bunlar yagmur istiyor. Hacı Ömer Hüdaî Baba’nın sancagı-nı açın, Allah (c.c.) bunlara yagmur versin” der.

Hacı Ömer Hüdaî Baba’nın sancagı devamlı yanlarında oldugundan ihvanlar salât ü selâm getirerek, tekbir okuyarak sancak-ı serifi açmaya baslarlar, o anda havada bulutlar yı-gılmaya baslar. Arkasından bir gök gürlemesi ve yagmur bas-tırır. Köylüler sasırırlar. Hacı Muhammed Baba’ya hitaben, “Efendim, özür dileriz, bagıslayın, yaz günü evlere girilmez, toprak evler pire ile dolu. Dua buyurun da yagmur kesilsin” diye rica etmeye baslarlar.

Hacı Muhammed Baba, yanındaki ihvanlara, “Hacı Ömer Hüdaî Baba’nın sancagını kapatın, galiba bunlar yagmur is-temiyor” der. İhvanlar sancak-ı serifi kapatırlar, bulutlar da-gılır, yagmur kesilir.

Hacı Muhammed Baba bir yaz mevsimi Kövenk’te inzi-vaya çekilmis, ibadetle mesguldür. Köyün erkekleri de tar-laya, bag bahçeye gitmistir. Köyde erkek bulunmamasından yararlanan köyün üç bes delikanlısı evvelce kararlastırdıkları bir evi basarak o evin kızını kaçırmaya tesebbüs ederler. Ka-

100 Celal Mısır Hocaefendi’nin notlarından alınmıstır.

119

ARDA KARANİ

dınlar “Can kurtaran yok mu, kız kaçırıyorlar” diye bagırıp yardım ister. Bunların böyle acı acı bagırmalarına dayanama-yan Hacı Muhammed Baba inziva yaptıgı yerden çıkar. De-likanlılar bakar ki, kırk tane insan kendilerine dogru geliyor. Korkarlar ve kızı bırakıp kaçarlar.

Hacı Muhammed Baba’ya adamın biri gelir. “Efendim, oglum Amerika’da; yıllardır gelmez, gitmez. Dua, himmet buyurun da gelsin görüselim, çok özledik. Eger gelirse senin tekkene söyle bir iyilikte bulunacagım” der.

Hacı Muhammed Baba da, “İnsaallah” der.

Aradan bir müddet geçer, o adamın oglunun İstanbul’a geldigi haberi duyulur.

Adama, halk, “Haydi verdigin vaadi yerine getir” derler.

Adam, “Nasıl olsa oglum İstanbul’a geldi, oradan buraya gelmek zor degil ya, nasıl olsa buraya da gelir” diyerek, Hacı Muhammed Baha’ya verdigi sözü yerine getirmez.

Aradan bir zaman geçince adamın oglunun, köyüne gel-meden İstanbul’dan tekrar Amerika’ya gittigi haberi duyulur. O zaman adam tekrar Hacı Muhammed Baba’ya gelir, dua ve himmet etmesini ister. Hacı Muhammed Baba, “İste bu olmaz, is isten geçti” der.

Hacı Muhammed Baba Medine-i Münevvere’de iken ora-da bir grup hacı sohbet esnasında söyle derler: “Burada hiçbir ehl-i hâl yok mu? Bizi Resûlullah Efendimizle görüstürse.”

Orada bulunan Hacı Muhammed Baba, “Gelin görüstüre-yim, isteyen varsa gelsin” der.

Hacılar birbirine bakarlar. Bir müddet durup, cesaretini toplayanlar, “Haydi görüstür” derler.

Resûlullah’ın huzuruna varırlar. Hacı Muhammed Baba bir rabıta yapar. Mânevî simsekler çakmaya baslar. Gürültü-ler kopar, Resûlullah’ın ruhunun tesrifinden önce böyle bir hal olur. Bu mânevî havaya alısık olmayan hacılar korku ile Resûlullah’ın huzurundan ayrılırlar.

120

HACI ÖMER HÜDAÎ BABA

Hacı Muhammed Baba bir seyahati esnasında yolu bir sehre ugrar. Bakar ki, çok güzel sesli bir dervis ilahiler oku-yor, arkasından biri tepsi elinde para topluyor. Bu hali uygun bulmayan Hacı Muhammed Baba, bu güzel sesiyle ilahi ve kaside okuyan dervise nazar eder. Dervis odun gibi olur ve bir daha ilahi okuyamaz. Anlarlar ki bu dervis hâl ehli biri-nin nazarına ugramıs. Sehri ararlar, nihayet Hacı Muhammed Baba’yı bulurlar. Derler ki: “Efendim, dervisimizin durumu çok kötü. Lutfedip onu bu halden kurtarın, isin hikmetini de bize haber verin.”

Hacı Muhammed Baba onlara söyle der: “Ümmet-i Mu-hammed içinde öyle asık kimseler var ki, Allah’ın ve Resû-lü’nün askından kendinden geçip o anda her seyini verebilir. Sonunda da çolugu çocugu aç kalır. Perisan olur, geçimi bo-zulur. Ona da sebep olmus olursunuz, bir daha böyle yapma-yın.” Dervise de duada bulunur ve dervisin durumu düzelir. 101

Bir gün Hacı Muhammed Baba, dostları ile yolda gider-ken basından tacı düser. Yere düsen tacı almak için egildi-ginde, taç kendiliginden yukarıya kalkar. Hacı Muhammed Baba tacı alır, yerer vurur ve söyle der: “Ben böyle bir sey istemiyorum, ben egilir alırım.”

Kalabalık huzurunda alenen zuhur eden kerameti kabul-lenmeyip keramete ehemmiyet vermedigini bu sekilde gös-terir.

Bazı sohbetlerinde keramete “kiremit” der, “Eger kiremit-lerim olsa itlere atarım” buyururdu. 102

Halifesi Hacı Hayri Baba’ya talebelik yıllarında söyle buyurmustur: “Hayri, senin hemsehrilerin Malatyalı veli-ler, Medine’de sen askerken o zamanın giyimi olan Enve-riye diye anılan kayık seklindeki sapkayı giyip Medine’ye gelecegin anlasılınca, ‘Koca Vaiz’in torunu olan kisi Alman sapkasını giyip huzur-u Resûlullah’a gelecek bu olmaz” de-diler. Mânen, yolculuk esnasındaki tehlikeleri kesfettikleri için ‘sahip çıkmayalım varsın ölsün, telef olsun’ dediler. Ben

101 Celal Mısır Hocaefendi’nin notlarından alınmıstır.102 Celal Mısır Hocaefendi’nin notlarından alınmıstır.

121

ARDA KARANİ

de ‘olmaz, zaman gelecek o bana mürid olacak, halifem ola-cak ümmet-i Muhammed ondan faydalanacak’ diye bu karara karsı çıktım.”

Böylece o zaman trenin berhava olmasında, Arab’ın elin-deki cembiyenin inmemesinde, elinden silahın düsmesinde, bedevilerin kendilerini öldürmemelerinde ve hava bombar-dımanından kurtulmasında Allah’ın izni ile Hacı Muhammed Baba Hazretlerinin dua ve himmeti oldugu anlasılır.

Bunun üzerine Hayri Baba Hazretleri, Hacı Muhammed Baba Hazretlerine, “Efendim, siz beni nereden tanıyorsu-nuz?” deyince, “Ben seni ana karnına düsmeden tanırım. Bir gün, seyhim Hacı Ömer Hüdaî Hazretleri’nin atının dizginle-rini tutuyordum. Hacı Ömer Hüdaî Baba Hazretlerinden bana öyle bir nazar oldu ki, kesfim açıldı. Bana mürid olacak bü-tün ruhlar gelip biat ettiler, senin ruhun da geldi. ‘Bu da Ko-cavaiz oglu Hayri’nin ruhu’ dediler. İçlerinde hakikate ulasan tek senin ruhun oldu. Fakat bana da çok zahmet verdin” dedi. “Hatta beni de üç gömlek ileri geçtin” buyurdu.” 103

Muhammed Baba, “Hayri, sende seyyidlik var sana him-mette bulunmuslar” derdi.

Yine bu mevzuda söyle bir örnek vardır:

Hayri Baba Hazretleri bir gün rüyasında İmam Ali Efen-dimizi görür. İmam Ali Efendimiz, Hayri Baba’ya Hz., “Se-nin gözün evlad-ı Resûl’ün gözüne benziyor” deyip; kendi gözünün birini çıkarıp Hayri Baba Hazretlerine, Hayri Ba-ba’nın gözünün birini de çıkarıp kendi bos kalan gözüne ta-karak kendisine çok iltifat ve teveccühte bulunmustur. 104

Hacı Muhammed Baba, “Cenab-ı Hakk’la aramızda bu-lunan yetmis bin perdenin hepsini geçtim. Sadece üç perde kaldı, üçüncüyü de araladım” derdi. Malum bu perdeler mâ-nevî perdelerdir. 105

Halifesi Hayri Baba, “Malatya’ya Van tarafından Seyh

103 Celal Mısır Hocaefendi’nin notlarından alınmıstır.104 Mustafa Hilmi Yıldırım’ın notlarından alınmıstır.105 Albayrak, Mehmet, Halisa ve Seçkinleri, s.31.

122

HACI ÖMER HÜDAÎ BABA

Seyyid Enver Efendi isminde bir zât geldi. Herkes bu zâta hizmet edip duasını, himmetini almak istiyordu. Ben de Al-lah rızası için elimden gelen hizmeti yapıyordum. Bir ak-sam zikrullah sonunda, Seyh Enver Efendi Hazretleri beni göstererek, ‘Bu genci çok seviyorum’ dedi ve ilave etti: ‘Siz diyeceksiniz ki; seviyorsan seviyorsun, açıklamanın sebe-bi nedir?’ Bir hadis-i serif okudu. ‘Resûlullah Efendimiz, sevginizi izhar ediniz’ buyurmustur. ‘İste ben de bunun için açıklıyorum’ dedi. Sonra devam etti: ‘Bu sohbete yüz feyiz geliyorsa doksanı bu gence, onu da aranızda paylasılıyor.’

Ben meclisten ayrılınca, ‘Efendim, bu genç çok asil ve çok kabiliyetli fakat seyhi kâmil degil’ diye arkamdan laf et-misler. Bir aksam seyh efendiye yemek götürdüm. Bu görüs-memizde Enver Efendi bana, ‘Senin mürsidin kâmil degil-mis, sen bana intisab et’ diye ima etti. Ben de, ‘Efendim, her seyh her seyhi tanır mı?’ diye sordum. ‘Seyh var tanır, seyh var tanımaz’ dedi, örnek verdi: ‘Meselâ minare kırk merdi-ven olsa, yirminci merdivende olan bir veli serefede olan veliyi tanımaz, kendinden asagıda olan velileri tanır dedi. O zaman ben de, yüzüne; ‘Öyleyse benim seyhim serefede sen nereden tanıyacaksın?’ dedim. Bunu sesli söylemedim ama o anladı. Bir daha da bu hususta bana bir sey söylemedi”. 106

Hayri Baba anlatır:

“Bir gün seyhim Hacı Muhammed Baba Hazretleri beni aldı, Urfa’ya Dede Osman Avni Baba Hazretlerinin kabrine götürdü. Dede Osman Avni Baba Hazretlerine hayran kal-dım. Bana çok iltifat etti ve himmet etti. Allah ondan razı olsun.”

Yine Hayri Baba söyle anlatmıstır:

“Bir sebepten dolayı Hacı Muhammed Baba ile beraber bir yere gidiyorduk. Giderken birden durdu, bir tarlaya girdi. Bir avuç arpa basagı alıp elinde iyice ögüttü. Sonra da ‘Ya Allah’ deyip elindeki ekin kılçıklarını üfledi. Saman parça-ları uçup gözden kayboldular. Kocatepe-Haymana Harbinin devam ettigi zamanlardı. Ertesi günkü gazetelerde, Kocate-

106 Celal Mısır Hocaefendinin notlarından alınmıstır.

123

ARDA KARANİ

pe-Haymana’daki düsman askerlerinin gözlerine ekin kılçık-larının battıgı, düsmanın heder oldugu yazılıydı.”

Bazen Hacı Muhammed Baba’ya sıtmaya müptela olan hastaları getirirler, sifa bulması için Allah’a dua etmesini is-terlerdi. Hacı Muhammed Baba gelen adamlara, saçının da-lından bir kıl koparıp verir, onlar da suya koyup içince sıtma hastalıgından kurtulurlardı.

Hacı Muhammed Baba Kürkî, Tarikat-ı Aliyye-i Kadi-riyye’nin Hâlisiyye kolunun birinci vasıtadan otuz besinci, ikinci vasıtadan ise otuz üçüncü seyhlerindendir.

Hacı Muhammed Baba H.1348/M.1929 yılında Hakk’a vuslat etmistir. Pir Abdûlkâdir Geylânî Hazretleri’nin irfan bahçesinde yetismis, seyhi Hacı Ömer Hüdaî Baba’dan on iki tasavvuf yolundan irsad icazeti almıstır. Kendisinden son-ra halifeligi Hacı Mustafa Hayri Baba Malatyevî’ye bırak-mıstır. Kabirleri Kövenk’te, mürsidinin yanı basındadır.

Kabrinin yanındaki kitabede söyle yazılıdır:

“Saadetle gelen gelsin bu dergâh-ı refi’ sahane

Maarif sem’ ini yaksın, bu lazımdır her insane.”

Mübârek kabri Elazıg’ın Kövenk köyünde Hacı Ömer Hüdaî ile aynı türbededir. Ömer Hüdaî Baba’nın kabri ile yanyana olmasına ragmen, Ömer Hüdaî Baba’nın sanduka-sından müstakil bir kubbesi olan bölme ile ayrıdır. Makamla-rı ziyaret edilen yerlerdendir.

125

ARDA KARANİ

F ŞEYH HACI MUSTAFA HAYRİ BABA (ÖĞÜT) (v.1400/1979) F

Mustafa Hayri Baba’niın dedelerinden olan Koca Vâiz, hem anne hem baba tarafından seyyid olup Abdülkadir Gey-lânî’nin oglu Salih’in soyundan büyük bir velidir. Türbesi eski Malatya’da ve ziyarete açıktır. Ayrıca Koca Vâiz; Es-kisehir’in Seyitgazi ilçesinde türbesi bulunan Seyyid Battal Gazi’nin torunudur. 107

Hacı Mustafa Hayri Baba (Ögüt) Hazretleri 1313/1895 yılında Malatya’da dünyaya geldi. Özellikle dogumu ve ha-yatının ilk yılları, Âlemlerin Eefendisi’nin hayatına benzerli-giyle dikkat çekmektedir.

Babası Yüzbası Mustafa Hayri, Akçadag ilçesinde sehit düstükten üç ay sonra dünyaya geldigi için yeni dogan ço-cuga babasının ismi verildi. Altı yasına kadar annesi Zahi-de Hanım’ın yanında yetisti. Efendimiz gibi annesini de altı yasındayken kaybetti. Ninesi Zeyneb Hanım yetim ve öksüz olan Mustafa Hayri’yi yanına aldı. Daha sonra Adana’da postane müdürü olan amcasının yanında çocukluk yıllarını geçirmistir.

Mustafa Hayri Efendi ilk tahsilini Adana’da tamamladık-tan sonra, enistesi Hafız Nazif Efendi tarafından İstanbul’a getirilerek Fransız Mektebi’ne kaydolunur. Rüstiye’yi böy-lelikle bitirdikten sonra Harbiye’ye devam eder fakat subay olmasına az bir süre kala Cihan Harbi patlak verir. Bu savasta kendisine harita memurlugu görevi verilir. Savasın ilk senesi harple alakalı birtakım evrakın Medine-i Münevvere’ye ulas-tırılması gerekir. Son derece tehlikeli olan bu vazifeyi Resû-lullah’ı ziyaret etme arzusuyla Mustafa Hayri Efendi gönüllü olarak üzerine alır. Bir Arap kabilesinin eline esir düstügü ve iki defa ölüm tehlikesi atlattıgı halde sag salim Medine-

107 Celal Mısır Hocaefendi’nin Notlarından alınmıstır.

126

HACI ÖMER HÜDAÎ BABA

i Münevvere’ye varan Hayri Efendi, burada defaatle Allah Resûlü’nü ziyaret ederek çok güzel hallerle birlikte Fahr-i Kâinat Efendimizden feyz alır. Hayri Efendi, bu ziyaretle-rinde yasamıs oldugu mânevî iklimi Resûlullah Efendimiz için söyledigi su sözleriyle ifade etmislerdir: “Günesin ziyası O’nun yanında çok sönük kalırdı.” 108

Olayı kendisinden dinleyenler söyle anlatırlar:

19-20 yasları sıralarında zuhur eden Birinci Cihan Har-bi’ne istirak etmis, İstanbul’da askerken Medine-i Münevve-re’ye bir harita götürme yani kurye isi çıkınca Sevgili Pey-gamberimizi (s.a.a.) ziyaret maksadıyla Hayri Baba bu göre-ve talip olmus. Bu yolculugun çok tehlikeli oldugu, Bedevi Arapların tren yolunu tahrip ettikleri kendisine söylendiyse de Hayri Baba kararından vazgeçmemis.

Yolculuk sırasında bir mülazım ile arkadas olurlar. Tren-den Maan’da inerler. Orada tanısıklarla görüstüklerinde, onlar Hayri Baba’ya Atik kabilesinin trenin yoluna bomba koyacaklarını söylerler. Gidip oradaki askerî birligin ko-mutanına haber verirler. Onlar da, ihbar aldıklarını fakat bu trene degil, öbür trene yapacaklarını söylerler. Hayri Baba askeriyenin sözüne itimat ederek trene biner. Bir yol kontrol ekibi Hayri Baba’nın bindigi tren yolu istasyona yakın bir yerde kontrol ettikleri esnada bir patlama olur.

Bundan sonrasını Hayri Baba söyle anlatıyor:

“Zannettim ki parçalandım; her parçam bir yana gitti. Tren berhava (dagıldı, parçalandı) oldu. Bagıran çagıran, tam bir felâket... Kendimi bir yokladım bir seyim yok. Trenden indim, birden bire trenden sag çıkanlara bir yaylım atesi açıl-dı. Baktım az ilerde askerî bir kalabalık var. Ölen bir askerin silahını alıp onların yanına vardım. Bir Bedevi Arap elindeki cembiyeyi kaldırıp teslim tesellüm diyor. ‘Ben de askerim, neden silahımı vereyim’ dedim. O benimle arkadaslık eden mülazım yaralanmıs, yattıgı yerden bana, ‘Hayri Bey silahı ver de canını kurtar, is isten geçti’ dedi. Ben silahı vermeye

108 Bostancı, Ali Haydar “Hacı Mustafa Hayri Ögüt”, Sahabeden Günümüze Allah Dostları, Sule Yayınları, İstanbul 1996, X, s.261.

127

ARDA KARANİ

kalmadan, silah elimden düstü. Arap silahı egilip aldı. Eger cembiyeyi karnıma bir vursa bagırsaklarım yere yıgılabilirdi. Cenab-ı Allah (c.c.) orada bizi korudu. Beni alıp o toplulugun yanına götürdü. Meger sag kalanları esir almıslar ve oraya toplamıslar. Trenden topladıkları esyaları sırtımıza yükledi-ler. ‘Haydi yürüyün’ dediler. Bir tepeye dogru bizi zorla yü-rüttüler. Biz de agırdan alıyoruz. Yürümemek için çaba sarf ediyoruz. Eger o tepeyi asıp öbür tarafa varsak (Dehna) çöl; ne asker gelir, ne kimse gelir. Bunu bildigimiz için gitmek istemiyoruz. Onlar da bizi zorla yürütmek istiyorlar. Trenin bombalandıgını bizim askerler duymus. O esnada silah sesle-ri duyulmaya basladı. Makineli tüfekler gırgır çalısıyor. Be-devileri bir telas aldı. Biz de gitmemekte direniyoruz, ‘öbür tarafı asınca zaten öldürürler, ölürsek burada ölelim’ dedik. Bizim askerler yaklastı. Bedeviler bizi bırakıp kaçtılar. Ce-nab-ı Hak bizi burada da korudu. Sonra yolumuza devam ettik. Bir kasabada tren durdu. Orada bir tanıdıgın yanına gittim. O tanıdıgın yanından dönüsümde bu sefer havadan tayyare bombardımanı basladı. Bomba havadan gelirken üzerime düsecek zannediyorum, yere kapanıyorum bir de bakıyorum yanı basıma düsmüs. Cenab-ı Hak orada da bizi korudu. Nihayet Medine’ye vardık. Haritayı ve gerekli ev-rakları ilgililere teslim ettim.” 109

1920 yılında tekrar askere çagrılan Hayri Efendi, 26 Eylül 1920’de basladıgı askerlik vazifesini 22 Agustos 1922 tari-hinde bitirerek Malatya’ya döner.

Mustafa Hayri Efendi ilk evliligini halasının kızı Ümmü-han Hanım’la yaptı. Bu evlilikten Bahaeddin isminde bir oglu oldu. İkinci dogumunda esini kaybeden Hayri Efendi ikinci evliligini Bedriye Hanım’la yaptı. Bu evlilikten Abdülkâdir, Hacı Ömer, Ali Haydar, Hacı Muhammed, Hatice, Fâtımâ ve Emine adında çocukları oldu. 1949 yılında Bedriye Hanım’ı da kaybeden Hayri Efendi, üç yıl sonra Saziye Hanım’la ev-lendi. Bu evlilikten de Zâhide, Ali Rıza ve Mustafa Hayri isminde üç çocugu dünyaya gelmistir. 110

109 Celal Mısır Hocaefendi’nin notlarından alınmıstır.110 Bostancı, Ali Haydar, Hacı Mustafa Hayri Ögüt, Sahabeden Günümüze

128

HACI ÖMER HÜDAÎ BABA

Hacı Muhammed Baba’ya intisabı

Hayri Baba, Kâdirî yoluna geçisini söyle anlatır:

“Bir gece rüyamda kendimi büyük bir dagın üzerinde gör-düm. Bir pasa; omuzunda apoletleri var. Halk basına toplan-mıs, karsısında bir tegmen hazırolda duruyor. Halkın bazısı bu zâtı tasdik ediyor, bazısı da inkar ediyor. Ben silahlı bir askerim ve sükûtta bulunuyorum.

Sabah kalkıp bizim Malatya’da herkesin iyi tanıdıgı bir zâta bu rüyamı anlattım. O zat, ‘Hayri Bey! O zâtın üzerin-deki siyah giyimi çabuk güne isaret. Yüksek pasa rütbesin-de bir evliya gelip sana himmet edecek’ dedi. Aradan tah-minen on bes gün kadar bir zaman geçti. Bizim Malatya’da Sögütlü Camii’nde namaz kılarken, bir de baktım rüyamda gördügüm zât imamın ardında namaz kılıyor. Rüyada gör-dügümden farklı olarak sadece omuzda apoletleri yok fakat onun dısında her sey aynı. Namaz bitince cemaatin hacca gi-denleri o zatın yanına toplandılar. ‘Hacı Muhammed Baba gelmis, hos geldin” diye kendisini hosluyorlar ve hâl-hatır soruyorlar. Ben de yanına yaklastım. Aramızda sanki ezelden tanısıyormusuz gibi mânevî, samimi bir hava var. Kendisine yakınlık duyuyorum. Konusma esnasında bir ara, ‘Efendim, bu aksam çorbasını bizde içebilir miyiz?’ diye bir teklifte bu-lundum. ‘Hayhay, yalnız falanca hacının misafiriyim. Onun müsaadesini al’ dedi. Gidip o hacıyı gördüm. Bana, ‘Hayri Bey, baskası olsa olmaz ama sana peki’ dedi.

Genç yasta ibadet yaptıgım için Malatyalılar beni severdi. Aksam olup Malatya’nın seyhleri, dervisleri, hacıları evimde toplandılar. Çok muazzam bir toplantı ve zikrullah oldu. Soh-bet bitince halk dagıldı. Hacı Muhammed Baba Hazretleri ile yalnız kaldık. Konusma sırasında, sözü döndürüp dolastırıp kendisine intisab etmeme getirince ben de, “Efendim, benim intisabım var; siz dua ve himmet buyurun” dedi. O gene sözü kendisine intisab etmeme getiriyor. Vakit çok ilerledi. Söyle bir gözümü yumup kalbine bakıyorum. Görüyorum ki, bu zâ-tın kalbinden bir yol açılıp uzanıyor, uzanıyor tâ Ravza-i Mu-

Allah Dostları, Sule Yayınları, İstanbul 1996, X, s.261.

129

ARDA KARANİ

tahhara’ya kadar gidiyor. Gözümü açıyorum ki sohbete de-vam ediyoruz. Sonra bana, ‘Kalk gece namazı kılalım’ dedi. Namaza kalktık. Birinci rekâtta bana bir ruhaniyet dokundu; az kalsın yıkılacaktım. Kendimi toparlayıp namaza devam ettim. İkinci rekâtta bir daha dokundular fakat birincisi ka-dar siddetli olmadı. Namaz bitince bana, ‘Geç karsıma sana tesbih tarif edecegim’ dedi. Artık kendimi müdafaadan âciz kaldım ve çaresiz teslim oldum. Bana, ‘On iki tarikattan me-zuniyetim var. Hangisini istersen ondan veririm’ dedi. Ben de, ‘Efendim, çocukluktan beri Abdülkâdir Geylânî Haz-retleri’ne bir saygı ve hayranlıgım var, ezeli bir sevgim var. Onun tarikinden ver’ dedim. ‘Peki’ dedi. Tesbih tarifini ya-pıp bitince, ‘Oglum zaten ben Medine’den Abdülkâdir Gey-lânî’nin emriyle sana Kâdirî tarikatının dersini tarif etmek için geldim” dedi. Ben de ‘Efendim, ben Medine’ye geldim; niçin o zaman kendinizi tanıtmadınız?’ dedim. ‘O zaman va-kit gelmemisti’ dedi ve söyle devam etti: ‘Hayri Efendi, Me-dine’de sen asker oldugunda o zamanın giyimi olan Enveriye diye anılan kayık seklindeki sapkayı giyip Medine’ye gele-cegin duyulunca senin Malatyalı hemserilerin, Koca Vaaz’in torunu olan kisi Alman sapkasını giyip huzur-u Resûlullah’a gelecek, bu olmaz, dediler. Mânen yolculuk esnasında önün-deki tehlikeleri kesfettikleri için, sahip çıkmayalım varsın ölsün, telef olsun, dediler. Ben de, olmaz, zaman gelecek o bana mürid olacak, halifem olacak, ümmet-i Muhammed on-dan faydalanacak, diye bu karara karsı çıktım.’

Bunları duyunca; Medine’de trenin berhava olması es-nasında kurtulusumun, Arab’ın elindeki cembiyenin inme-mesinin, elinden silahın düsmesinin, Bedevilerin ellerinden kurtulmamın ve hava bombardımanından zarar görmememin Allah’ın izniyle Hacı Muhammed Baba’nın dua ve himme-tiyle oldugunu anladım.

Sonra da Medine’ye yaptıgım seferde ölümle burun buru-na geldigim anlarda bana nasıl himmet ettigini bir bir anlattı. Taaccüb ederek, ‘Efendim, siz beni nereden tanıyorsunuz?’ diye sordum. Gülerek, ‘Ben seni anne karnına düsmeden ta-nırım’ demesin mi! Hayretim iyice arttı.

130

HACI ÖMER HÜDAÎ BABA

Sohbetin sonunda Muhammed Baba, bana, ‘Bir gün sey-him Ömer Hüdâi Hazretleri’nin atının dizginleri tutuyordum. Bana öyle bir nazar etti ki kesfim açıldı. Bana mürid olacak bütün ruhlar gelip biat ettiler; senin ruhun da geldi. İçlerin-de hakikate ulasan tek senin ruhun oldu. Hatta beni de üç gömlek ileri geçtin. Fakat bana da çok zahmet verdin’ diye anlattı.” 111

Daha ilk sohbetlerinde Muhammed Baba Hazretleri çok derin konulara temas ederek; tasavvufun ne büyük bir mek-tep oldugunu Hayri Efendi’ye göstermis oluyordu.

Hakikaten de “Yol mu insanı seçer, insan mı yolu seçer?” sorusu tasavvufla mesgul olanların cevap aradıgı zor bir so-rudur. Ve tasavvuf büyükleri bu soruya tereddüt etmeden, “Yol, hakiki erini seçer” cevabını vermislerdir. 112

Hayri Baba’nın yetistirdigi ilim adamı Prof. Dr. Haydar Bas’ın ifadesiyle; “Mürsid-i kâmiller anasından ölmemek üzere dogan insanlardır.”

Muhammed Baba, bu târifin muhatabı büyük bir kâmildi. O uçsuz bucaksız mâneviyat okyanusunda yüzerken; kendi-sini de geçecek halifesine muhabbetle yaklasıyor, büyük bir itinayla onu olgunlastırıyor, sonunda emâneti sahibine teslim edecegi günü bekliyordu.

Seçildigini ögrenmek, hemen boyun egerek Allah’a hamd etmek ve varılması gereken yere gelmek için çile çekmek, sabretmek ve yine teslim edecegi bayragın yeni sahibini ara-yıp bulmak, yetistirmek ancak büyük gönüllerin isi. Çünkü mürsid ile müridin arasındaki muhabbet İlâhi sevgiye daya-nıyordu.

Hayri Baba söyle anlatıyor:

“Hacı Muhammed Baba bana bir takke hediye etmisti. Meger bu takke bana Malatya’nın mânevî valiliginin veril-diginin alametiymis. O günden sonra hem Malatyalılar hem

111 Celal Mısır Hocaefendi’nin notlarından alınmıstır.112 Hacı Mustafa Hayri Ögüt, Sahabeden Günümüze Allah Dostları, Sule Yayınları, İstanbul 1996, X, s.263.

131

ARDA KARANİ

de ihvanlar bana çok sevgi ve saygı göstermeye basladılar.

Bir gün Hacı Muhammed Baba ile sohbet ederken söz arasında, ‘Efendim! Ben seriattan ayrılmam’ ifadesini kul-landım. Edep ehlinin yanında edep gösterisi yapmam onu incitti. Bizim evde bir dolastı; bana verdigi takkeyi de geri alıp gitti. Ondan sonra durumum bozuldu; askım, feyzim kal-madı. Arkadaslarım eskisi gibi bana itibar etmez oldu. Çok bunaldım, altı ay çok sıkıntılı günler yasadım. Nihayet ona bir mektup yazarak hâlimi arz ettikten sonra söyle dedim: ‘Efendim! Ben sizi Muhyiddin Arabî Hazretleri gibi büyük bir veli olarak tanıyorum. Muhyiddin Arabî ölmeden önce idamına hükmeden kadı ile idam sandalyesini çekecek cel-ladı affettigini beyan ederek, ‘Ya Rabbi, onları Sen de affet-mezsen bana cennetin haram olsun’ buyurmustu. Sen de beni affet artık!’ dedim.”

Bu naz karsısında eriyen hocası bir mektup yollayarak gönlünü aldı. Bundan sonra hâli ona iade edildi. Böylelikle Mustafa Hayri hem seçilmis insanların gönlünü kırmanın ve onarmanın neticesini, hem de seçilmis insanların insan gön-lüne verdikleri degeri ögrenmis oldu. 113

Hacı Muhammed Baba Elazıg’da Kövenk’te müridleriy-le beraber bahçede çalısırken, “Hayri’yi çagırın gelsin” der. Onlar da, “Efendim, Hayri Malatya’da nasıl duyar” derler. Onlara, “Duyar duyar çagırın” der. Aradan kısa bir süre geç-meden Hayri Baba Kövenk’e seyhini ziyarete gelir. Bu duru-mu gören Hacı Muhammed Baba ve ihvanları, “Duymus, bak geldi” diye gülüsüp söylesirler.

Hacı Muhammed Baba’nın bahçesinde çalısırken Hay-ri’nin ayagı yaralanır. Hacı Muhammed Baba’nın hanımı, “Hayri’yi bu kadar çalıstırma” der. Hacı Muhammed Baba, “Daha çok çalıssın, hizmet etsin” diyerek onun çok çalısarak erismesi gerektigi makamı ima eder.

Hacı Muhammed Baba’nın genç yasta halifesi yaptıgı Hayri Baba’ya olan sevgisi ve muhabbeti bambaskadır.

113 Hacı Mustafa Hayri Ögüt, Sahabeden Günümüze Allah Dostları, Sule Yayınları, İstanbul 1996, X, s.263.

132

HACI ÖMER HÜDAÎ BABA

Milli Mücadele Yılları

Hayri Baba, mürsidi ile beraber Diyarbakır’a üç kilometre uzakta, daha önce İsa (a.s.)’ın Havarileriyle kaldıgı bir maga-rada inzivaya çekilirler. Ayaklanma dönemini burada atlatır-lar. Hayri Baba bu süre zarfında hem mürsidine hizmet eder, hem de yakınlasıp feyzinden istifade eder. “Magarada kaldı-gımız zaman seyhim Hacı Muhammed Baba Hazretleri’nin büyük teveccühüne ve nazarına mazhar oldum” buyurur. 114

Hacı Muhammed Baba’nın, yası ilerlemis müridleri var-dı. Bir gün, “Hacı Muhammed Baba, bu genç Hayri ile neden bu kadar ilgileniyor?” diyerek sebebini ögrenmek isterler. Bunun sebebini Hacı Muhammed Baba’ya sorarlar. Hacı Muhammed Baba da, “Genç Hayri ile neden bu kadar ilgi-lendigimi gelince yaptıgı duadan ögrenelim” der.

Olayın devamını Hayri Baba söyle anlatıyor:

“Yanlarına gelince Hacı Muhammed Baba bana, ‘Hayri, buraya gelirken yolda ne diye dua ettin?’ diye sordu. Ben de, ‘Yolda gelirken, ‘Ya Rabbi, Senin rızanı kazanmak için sev-gili kulun Muhammed Baba’ya hizmet ediyorum. Bu hizme-tim esnasında ayagıma batan kumların, dikenlerin ve tasların sayısınca ümmet-i Muhammed’i affet’ diye dua ettim dedim. Onlara baktı ve ‘Ben Hayri’yi niçin seviyormusum anladınız mı?’ buyurdu.”

Okurların hatırlayacagı üzere, benzer bir duayı Hacı Ömer Hüdaî Baba da yapmıstı. Gönüller aynı yerden beslenince sözler de, dualar da aynı oluyor. Birbirini zâhiren görmemis gönül erlerinin bu duası; aslında Ehl-i Beyt’in, ümmete olan sevgi ve merhametinin bir tezahürüdür.

Yine bu hadise Hz. Peygamberin, Hz Ali’ye duydugu sev-giyi hatırlatır.

Resûlullah’a, “Ey Allah’ın Resûlü, niçin Ali’yi bu kadar çok seviyorsunuz?” diye sordular. Orada bulunan birine, “Ali’yi buraya çagırın” buyurdu.

114 a.g.e, s.266-267.

133

ARDA KARANİ

O kisi gittiginde oradakilere sordu Efendimiz: “Size birisi kötülük yapsa ne yapardınız?”

“İyilikle karsılık veririz” dediler.

“Peki, yine yapsa?”

Aynı cevabı verdiler. Bir daha sordugunda, “Ya Resûlal-lah, artık ona kötülükle karsılık vermesek de iyilik yapmak-tan vazgeçeriz” dediler.

Amcası Abbas, Resûlullah’ın yanında oturuyordu. O sı-rada Hz. Ali gelip selam verdi. Resûlullah, Hz. Ali’ye de aynı soruyu sordu. Yedi seferde de “İyilikle” cevabını ver-di. Oradakiler anladılar ki Resûlullah kaç sefer de sorsa Ali hep “iyilik” diyecekti. Hz. Peygamber kalkıp onu kucakladı, alnından öptü ve sag tarafına oturttu. Bunun üzerine Hz. Ab-bas, “Ya Resûlallah, onu niçin bu kadar seviyorsunuz simdi daha iyi anladım” dedi.

Milli Mücadele yıllarında isyanların kol gezdigi zaman-da Hacı Muhammed Baba ile Hayri Baba isyanı yatıstırmak, halkı teskin etmek ve irsad etmek için köy köy dolasmıs, o zor dönemde magaralarda yasamak pahasına bu görevlerini hakkıyla yerine getirmislerdir.

Hayri Baba yasadıgı bu imtihanda hayli ter döktü. Öte yandan kâmil insanların esyanın tabiatını ne kadar güzel te-masa ettigini gördü. Her birinin arkasında binlerce hikmet bulunan hadiselere tabii olarak nasıl istirak ettiklerini hayret-le müsahede etmis oldu. 115

Hacı Muhammed Baba bir gün, kendisine seyhi Hacı Ömer Hüdaî Baba tarafından verilmis olan otuz üçlük iri ta-neli bir tesbihi Mustafa Hayri’ye verdi ve “Ne yapayım, ver diyorlar?” dedi.

Böylelikle Muhammed Baba hâlini ve mânevî görevini devretmistir. Hacı Mustafa Hayri Baba, canla basla mürsidi-nin hizmetinde iken ve mürsidi henüz hayatta iken son dört yıl irsad görevinde kendisine ortak olmustur. Hacı Muham-

115 a.g.e, s.266.

134

HACI ÖMER HÜDAÎ BABA

med Baba 1929 yılında Hakk’a vuslat etmistir.

Hacı Mustafa Hayri Baba, mürsidi Muhammed Baba ve-fat edince Elazıg-Kövenk köyüne gelip önce kabrini yaptı daha sonra Malatya’ya dönerek halkı irsada devam etti. Böy-lelikle ilk vazifesini 1930’da Malatya’da yapmaya baslamıs-tır. 1960 yılında emekli olduktan sonra 1962’de Ankara’ya, altı yıl sonra da İstanbul’a yerlesmistir.

Bir gün Hayri Baba’nın kapısı çalınır. Tanımadıkları bir adam, Hayri Baba’ya, “Ben istihare ettim, sen seyhmissin, bana tesbih tarif et” der. Hayri Baba, o gelen adama, “Karde-sim, benim seyhe benzer bir tarafım var mı? Ben bir devlet memuruyum” diyerek geri çevirir. Aradan bir müddet ge-çer, aynı adam tekrar Hayri Baba’nın kapısını çalar. Hayri Baba’ya yine söyle der: “Efendim, ben istihare yapıp seyh arıyorum. Bana seyh olarak seni gösteriyorlar. Sen seyhmis-sin.” Hayri Baba, o gelen adamı ikinci defa geri çevirir. Bir müddet sonra aynı adam üçüncü defa Hayri Baba’nın kapı-sını çalar. Hayri Baba’ya söyle der: “Efendim, ben hocayım, istiharemde yanılmam. Ben istihare ile seyh arıyorum, hep seni gösteriyorlar.” Hayri Baba, hanımı Bedriye’ye, “Bedri-ye, bu adamı geri çevirmeyelim. Sonra Allah ve Resûlü ne der?” diyerek gelen Hoca Osman Efendi’ye tesbih tarifinde bulunur. Osman Efendi bir yakınına, o da bir dostuna, o da bir akrabasına derken Kemaliye, Hayri Baba’ya gönül açar. Hayri Baba Kemaliye’de 11 yıl kalmıs, orada ileri derecede ihvan yetistirmistir. Hayri Baba’nın bilahare tayini Malatya Özel İdaresi Tahsil Memurluguna çıkmıs ve tekrar Malat-ya’ya yerlesmistir. 116

116 a.g.e, s.268.

135

ARDA KARANİ

‘Keramet Kiremittir’

Hayri Baba’nın hassasiyetle üzerinde durdugu meseleler-den birisi de kerâmet meselesidir. Abdülkâdir Geylânî’nin, “Bu yolda bin tane menzil vardır. Daha birincisi kerâmet gös-termektir” sözünü sık sık sohbetlerinde hatırlatırdı.

Hayri Baba söyle anlatıyor: “Seyhim Muhammed Baba, müridanı ile yolda giderken, basından tacı düsmüs, almak için egildiginde, taç kendiliginden yukarı kalkınca Muham-med Baba, ‘Ben böyle bir sey istemiyorum; kendim egilir, alırım’ diye tacı yere vurmus. Zaten o sohbetlerinde, kera-mete, kiremit deyip, ‘eger kiremitlerim olsa itlere verirdim’ derdi.” 117

Bir gün Hayri Baba’ya Trabzon’dan üç kisi ziyaret için ge-lirler. Yolda bayagı eziyet çekerler. Hatta arabalarının tekeri patlar; dondurucu sogukta zar zor tekeri degistirip tekrar yola koyulurlar. Sabah üzeri Hayri Baba’nın yanına varırlar. Misa-firlerden bir tanesi ilk defa ziyarete gelmistir ve içinden ısrarla, “Bir kerâmet gösterse ne olurdu” diye geçirmektedir. Kahval-tıda söz dönüp dolasıp kerâmet meselesine gelir. Hayri Baba, “Kerâmet haktır. Ancak pazarda leblebi satılır gibi satılmaz. Simdi mesela ben sizin mesakkatli bir yolculuk yaptıgınızı, hatta sehrin girisinde tekerinizin patladıgını; degistirmekte zorlandıgınızı söylesem ve bu söylediklerim bir bir dogru olsa elimize ne geçer?” der. Hayri Baba’nın yolda baslarından ge-çenleri bir bir söylemesi neticesinde kerâmet meraklısı misa-firin yüzü kıpkırmızı olur. Hayri Baba devamla, “Hâlbuki bir dogruluk bin kerametten daha iyidir. Çünkü, kerâmet insanın defterine bir sevap yazdırmaz veya bir kazanç saglamaz. Ama bir dogruluk insana çok sey kazandırır” 118 demistir.

117 Celal Mısır Hocaefendi’nin notlarından alınmıstır.118 a.g.e, s.270-271.

136

HACI ÖMER HÜDAÎ BABA

Hayri Baba’nın Zikir Usulü

Sesli olarak yaptırdıgı zikrullahlarda ölçüyü en güzel se-kilde ortaya koyar; asırılık ve yanlıslıga fırsat vermezdi. Hay-ri Baba ihvanlarına bu hususta söyle derdi: “Zikir yaptıgınız bir meclise dısarıdan gelenler olsa, ‘Bunların ne okudukları belirsiz’ diye sizi tenkit ederler. Allah’ın isimlerini açık ve düzgün; yazıldıgı gibi okumaya çalısın. Esmalar bozulunca iyi olmaz. Bir insan olarak sizin birer isminiz var. Size birisi isminizi bozuk bir sekilde söylese, hemen onu düzeltirsiniz. İnsan insan iken böyle yaparsa, ya Cenab-ı Hak ne yapar?”

Bu tarzdaki örneklerle konunun daha iyi anlasılmasını saglardı. Bir defasında, “Zikri sesli mi, yoksa alçak sesle mi yapalım?” denilince, “Ne çok yüksek, ne de alçak zikrede-lim. Ancak düsünün ki düsmanla harp halindesiniz. Düsmana kılıcınızı oksar gibi mi vurursunuz; yoksa onu öldürecek se-kilde sert mi vurursunuz? Elbette sert vurursunuz. İste bunun gibi, nefis düsmanına zikrullah kılıcıyla sert, kuvvetli vurul-malıdır” demistir. 119

Allah’ı ve O’nu zikretmeyi çok severdi. Namazları vak-tinde kılar; dili ve kalbiyle her an Allah’ı zikrederdi. Bazı namazlardan sonra bir saat secdede kalıp agladıgı olurdu. “Senin duan, ibadetin niye hiç bitmiyor?” denildiginde, “Al-lah’ın bahsettigi nimetleri ve isledigimiz günahları göz önün-de bulundurursak; bizim yaptıgımız ibadetlerin hiç mesabe-sinde oldugunu görürüz. Bu kadar ibadetimizin maksadı, Al-lah’ın bizi rahmetiyle affetmesi içindir” diye cevap verirdi. 120

‘Bizim Hayri’

Hayri Baba’nın oglu Abdülkâdir anlatıyor:

“Seyhülislam Sûrası Âzâsı ve padisah çocuklarını yetisti-ren âlim ve ârif bir zat olan Hüseyin Efendi, babamın yanın-dan çıkarken, ‘Sana bir sual soracagım’ dedim. O da, ‘sor’ dedi. ‘Sen rabıta yapıp Efendimizle görüsüyorsun, babama

119 a.g.e., s.271.120 a.g.e., s.273.

137

ARDA KARANİ

ne ihtiyacın var?’ dedim. Bunun üzerine birden degisti, celal-lendi, cezbelendi, ‘Ben Resûlullah Efendimiz’in babana bi-zim Hayri dedigini isittim. Ona nasıl ihtiyacım olmaz’ deyip bir sayha attı.” 121

Hayri Baba’nın Vefatı

Her anı mübarek çile dolu, Efendimize benzeyen çocuk-luk yılları ve Allah yolunda insanlara hizmet, hidâyet, ibadet, sevgi dolu seksen dört yıllık ömür, 17 Eylül 1979 Pazartesi günü saat 10.30’da Suadiye’deki evinde, yine Efendimizin son sözleri ‘Refik-i Âlâ’ ile son bulmustur.

Gümüs tenini gür sakallarının çevreledigi nurlu yüzü, öldükten sonra da feyiz saçmaktaydı. Bakanlara “ben ölme-dim” diye haykırmaktaydı. Çünkü bütün ömrü Allah yolun-da çile ve sıkıntıyla geçmisti ve yine Allah yolunda ölmüstü. “Allah yolunda öldürülenlere ölüler demeyin! Aksine onlar diridirler! Ama siz onu anlayamazsınız!” 122

“Allah yolunda öldürülenleri sakın ölü sanmayın! Aksi-ne onlar diridirler! Allah’ın lütuf ve kereminden kendilerine verdikleriyle sevinçli bir halde, Rableri yanında rızıklanmak-tadırlar!” 123

İlim adamı Prof. Dr. Haydar Bas Beyfendi, Trabzon’da on dönüm yer alarak üç dönümünü de Hayri Baba’nın iste-gi üzerine ortak tapu yaptı. Burası Akçaabat’ın en yüksek mahallesi olan Sehitlik Tepesi’ydi. İstenilen tüm özelliklere sahipti. Akçaabat ve Trabzon’un her tarafını görebilecek ka-dar yüksek ve çevreye hâkim bu tepenin denize bakan çok mükemmel bir manzarası vardı. Biraz yukarıdan getirilen mükemmel tatta bir suya da sahiptir. 124

Hayri Baba Hazretleri’nin tercihi, birçok hikmetten dola-yı Trabzon’un çok sirin bir ilçesi olan Akçaabat’taki bu Se-

121 a.g.e., s.273.122 Bakara, 154.123 Âl-i İmran, 169.124 Mustafa Hilmi Yıldırım’ın notlarından.

138

HACI ÖMER HÜDAÎ BABA

hitlik Tepesi olmustu. Ölümünden sonra Trabzon’a gidecegi-ni ve herkesin Trabzon’a gelmesini istiyordu. Herkesi davet ediyordu. 125

Mezar yerinde aranan özellikler aslında bir bahaneydi. Hayri Baba’nın en büyük istegi; gözü gibi baktıgı; yetistirdi-gi ve en büyük sanatı olarak insanlıga takdim ettigi Prof. Dr. Haydar Bas’ın yakınına defnedilmekti. Pazartesi günü ruhu-nu teslim eden Hayri Baba, salı günü yıkanıp kefenlenerek tabuta konuldu ve Suadiye Camii’nde cenaze namazı kılındı. O gün iki otobüs kiralanarak, birinde cenaze ve ailesiyle bir-likte yakın hizmetinde bulunan birkaç müridi, digerinde de İstanbul’daki diger müridlerinden gelenler toplanarak Anka-ra’ya hareket edildi. Ankara’dan da müridleri katıldı. Oradan da Trabzon’a hareket edildi. Ordu’nun Persembe ilçesinde de Trabzon’dan gelen Haydar Bas Hoca’yla birlikteki birkaç arkadası gelen otobüse binerek Akçaabat’a geldiler. Oradaki Ak Cami’de ikinci kez cenaze namazı kılındı. Oradan yukarı Sarıtas Mahallesi Sehitlik Tepesi’nde kazılan kabrine konul-mak için eller üzerinde tasınarak götürüldü. 126

Bir defasında, “Bunca yıldır yaptıgım çalısmalarla ben neyi arıyorum biliyor musunuz? Vazifemi devredecegim in-sanı” buyurdu. Bu söz o meclistekilerin haklı olarak su soru-yu sormasına vesile oldu: “Peki hocam, biz bu kadar insan, senin yoluna hizmet ediyoruz; bizim durumumuz nicedir?” “O insanı ararken siz de benle irsad olunuyorsunuz.”

Bir ömür boyu insanla mesgul oluyorsunuz; binlerce in-sanın güzel ahlâkına vesile oluyorsunuz. Hepsi güzel ama bütün mücadele daha güzeli için. Bütün âleme bedel bir mür-sid-i kâmilin ortaya çıkarılması için. İste Hayri Baba bu sö-züyle Peygamber Efendimiz’in, “Âlimin ölümü, âlemin ölü-mü gibidir” hadisini açıklıyor; bir âlimin dogumunun, baska bir âlimin hayatına denk oldugunu ifade ediyordu. Dinimizin örnek insanlara verdigi deger böylelikle tebarüz ediyordu. 127

125 Hacı Mustafa Hayri Ögüt, Sahabeden Günümüze Allah Dostları, Sule Yayınları, İstanbul 1996, X, s.269-270.126 a.g.e., s.270.127 a.g.e., s.270.

139

ARDA KARANİ

Çok kısa zamanda, Hayri Baba Hazretleri'ne bir türbe, bir misafirhane ve bir mükemmel cami yapıldı. Prof. Dr. Haydar Bas bu külliyenin planlamasını bizzat yaptı. Dünya birinci-likleri bulunan Hattat Recep Sahin tarafından hat ve tezyinatı gerçeklestirildi.

Bu güzel yerdeki türbesini her gün sayısız insan ziyaret edip feyizlenerek geri dönmektedir.

17 Eylül 1979’da Âlemlerin Rahmeti ve Efendisi gibi bir Pazartesi günü saat 10.30’da Suâdiye’deki evinde Hakk’a yürüyen Hayri Baba’nın son sözleri; “Allah’ım beni affet, bana acı ve beni en yüce makama ulastır” oldu. 128

Rabbim ümmeti ve bizleri himmet ve sefaatlerine erdir-sin.

128 Ünsal, Hatice, Yüksek Lisans Tezi, Abdurrahman Halis Talabanî ve Behcetü’l-Esrar Tercümesi Adlı Eseri, s.31. İst, 2010.

MÂNEVÎ GÖREV BÖLÜŞÜMÜ

F Mânevî Mimarın Görev TaksimatıF Türkiye’nin Mânevî MimarıF Anadolu’nun Mânevî MimarıF Elazığ’ın Mânevî Mimarı

IV. BÖLÜM

143

ARDA KARANİ

F MÂNEVÎ MİMARIN GÖREV TAKSİMATI F

Mânevî mimarın büyüklügü; yapmıs oldugu hizmetin etki alanının genisligi, zamanındaki âlimlerin onun etrafında top-lanması ve günümüze kadar ulasan etkileri ile ölçülür. Dev-rin sûfileri, âlimleri, müftüleri, salih ve ârifleri Ömer Hüdaî Baba’yı zamanın müçtehidi kabul etmis ve verdigi emir ve görevleri yerine getirmislerdir.

Âlim ve ârif bir zat olan Harput Müftüsü Beyzade Efen-di’ye, Kövenk’te Hacı Ömer Hüdaî Baba diye birinin Ka-dirilik üzerine dergâh açtıgı, halkı etrafına toplayarak zikir yaptıgı bilgileri ulasır. Bunun üzerine Beyzade Efendi dinî konularda kırk soru gönderir. Bunlar ilmî açıdan mükemmel-likle Ömer Hüdaî Baba’dan cevaplanarak geri gelince, “O halde önümüzdeki Cuma’ya Sarahatun Camii’ne gelsinler onların zikir devranlarını bir görelim, uygun mudur?” diye-rek davet gönderir.

Bunun üzerine Hacı Ömer Hüdaî Baba, halifesi Muham-med Baba önderliginde ihvanlarını Harput’a yollar. Kâmil müridleri önde, tarikat sancakları arkalarında ve müridler el-lerinde elvaneler, çarpaneler, kudümler Harput halkıyla zikir devranı yaparak gelirler. Cuma namazından sonra cami için-de bir zikir sergilenir. Beyzade bunları sonuna kadar izler. Zikirden ve usulden çok etkilenen Beyzade Efendi ihvanların basında gelen Muhammed Baba ile Ömer Hüdaî Baba’ya se-lamlarını iletir.

Ancak ard niyetli kisiler çesitli dedikodular ile Beyzade Efendi’yi bir ara doldurusa getirirler. Müftü Efendi, Hüdaî Baba’yı uyarmak maksadıyla yukarı sehre tekrar davet eder. Ömer Hüdaî Baba dedikoduları önlemek amacıyla sehre va-rıp müftünün evine gider. Bakar ki müftü namaz kılıyor, se-lam verir bir köseye oturur.

144

HACI ÖMER HÜDAÎ BABA

Müftü Efendi namazı bitirdikten sonra Hüdaî Baba’ya dö-nüp, “Siz kimsiniz diye sorar?”

Hüdaî Baba da, “Ben sizin dümbelekçi dediginiz seyhim” der.Müftü, “Namaz kılan adama ancak senin gibi biri selam

verir” diyerek çıkısınca, “Müftü Efendi, sürü otlatıp, koyun-ları saymak namaz mıdır?” der.

Namazda iken koyunlarını hatırından geçiren Müftü, yap-tıgı kusurdan müteessir olarak af diler, dönemin kutbu oldu-gunu anlar ve aralarında sıkı bir muhabbet baslar. Hüdaî Ba-ba’nın mânevî makamını tanıyan Beyzade Efendi kendisine büyük bir tazim içinde bulunur.

Yine bir gün Harput Müftüsü Beyzade Hacı Ali Efendi, yardımcısına su emri verdi: “Simdi ben yatacagım, sakın kimseyi içeriye bırakma.” O esnada Hacı Ömer Hüdaî Baba, Müftü Efendiyi ziyarete geldi. Yardımcı, Hacı Ömer Hüdaî Baba’ya hitaben, “İçeri girmek yasaktır. Müftü böyle emrey-ledi” dedi. Hacı Ömer Hüdaî, “Bize yasak degildir” diyerek Müftü’nün uyumus oldugu odaya girdi. Aynı anda Beyzade Hacı Ali Efendi, rüyasında büyük bir sürüye çobanlık yaptı-gını görmekteydi. Hacı Ömer Hüdaî Baba, elindeki asasının ucunu hafifçe Müftü’ye dokundurdu. “Kalk, çoban kalk!” dedi. Müftü hemen uyandı, birbirleriyle musafaha yaptılar ve sohbete koyuldular.

Bundan bir müddet sonra Ömer Hüdaî Baba’nın mânevî makamını kabul eden Beyzade Efendi onun önderliginde bazı irsad vazifeleri üstlenir.

Bir gün Hacı Ömer Hüdaî Baba, Beyzade Efendi, Erzu-rumlu Osman Bedrettin Efendi Sara Hatun Camii’nde bir araya gelirler. Hacı Ömer Hüdaî söyle bir vazife taksiminde bulunur: “İmam Efendi, sen hoca ve müezzinlerle, okumus yazmıslarla ilgilen. Onların dilinden sen anlarsın. Esraftan olan zenginlerle, varlıklı ve mevki sahipleriyle de Müftü Efendi mesgul olsun, onları ancak Müftü Efendi irsad eder. Bize de ümmet-i Muhammed’in fakir ve günahkârları, harp gazileri, kalender mesrep olanları, eskıya ve serkesleri kal-sın. Onlarla da biz ugrasalım.”

Bir diger rivayette ise söyle bir vazife taksiminde bulunur:

145

ARDA KARANİ

Hacı Ömer Hüdaî Baba, Harput Müftüsü Beyzade Efendi’yi ve İmam Efendi’yi (Osman Bedreddin) çagırarak İslam’ın anlatılması ve kulların irsadı hususunda der ki: “İmam Efen-di, esraftan olan zenginlerle, varlıklı ve mevki sahipleriyle ilgilen. Müftü Efendi, hoca ve müezzinlerle, okumus yazmıs olanlarla ugrassın. Onları da bu irsad eder. Bize de ümmet-i Muhammed’in fakir ve günahkârları, harp gazileri, kalender mesrep olanları kalsın. Onların irsadıyla da biz ugrasalım.” 129

Hakikaten de Hüdaî Baba’nın halife ve müridlerinin çogu eskıya ve serkeslerden olusuyordu. Onlara kucak açıyor, on-ların tertemiz bir müslüman haline dönüsmelerini saglıyordu. Hatta o devirde Elazıg ve çevresinde Hamza namıyla meshur ve halkın fevkalade korktugu bir eskıya vardır ki, ilginç bir hadiseden sonra Hüdaî Baba Hazretlerine intisab etmis ve onun seçkin halifelerinden olmak serefini kazanmıstır. Onun terbiyesinde eskıya Hamza evliya Hamza olmustur.

O dönemde; Hacı Ömer Hüdaî Baba (v.1905), halifesi, bü-yük dost ve kutup olan Hacı Muhammed Baba (v.1929) Beyza-de Efendi (v.1904), İmam Efendi (Osman Bedreddin) (v.1924), Seyyid Ahmed el-Hüseynî (Çabakcuri) (v.1921), Harputlu İs-hak Efendi (v.1891), Hacı Tevfik Efendi (1930), Hacı Muhar-rem Sırrî Efendi ve kendi yetistirdigi birçok halife ve talebesi aynı dönemde aynı beldeyi paylasmıslardır. O, bu isimlere ver-digi görevlerle Anadolu’yu ilmek ilmek yeniden imar etmistir.

Kutbu’l-Aktab olan Seyyid Ahmed el-Hüseynî genellikle mânen kendisini gizlemis, sadece gönül dostları ve sevenleri-ne tasavvufî terbiyenin özelliklerini ögretmistir. Fakat “Dost dostun kokusunu tanır” deyiminde oldugu gibi, Ömer Hüdaî Baba, bu dönemde yasamıs olan birçok Allah dostu ile gönül iliskisi içerisine girmistir. Seyyid Ahmed el-Hüseynî’yi de 130 mânevî alemde görevlendirmistir.

129 Kıvık, Fatih, Lisans tezi, Beyzade Efendi’nin Hayatı ve Risaleleri, Kayseri, 1999.130 Seyyid Ahmed el-Hüseynî aslen Bagdatlı olup babaları önceleri Çapakçur’a (Bingöl) yerlesmis sonraları Harput’a yerlestigi için ‘Çapakçurlu Seyh’ diye tanınmıstır. Çocukken Elazıg’ın Palu ilçesinde Ali Septî Efendi’ye intisab edip kırk yıl hizmet etmis Siverek, Viransehir’de hizmetlerde bulunmus ve Harput’a yerleserek orada vefat etmistir. Kendisi risalelerinde Hz. Hüseyin’in soyundan oldugu için el-Hüseynî terkibini kullanmıstır.

146

HACI ÖMER HÜDAÎ BABA

Hoca Hayriye Arda Hanım’dan rivayetle;Bir gün Beyzade Efendi rüyasında üç kisi görür. Gördü-

gü iki kisi sagına ve soluna oturur. Bunlar Cebrail (a.s.) ve Mikail (a.s.)’dır. Ama Beyzade Efendi rüyadaki diger kisiyi tanımaz ve ürperir. Bu heyecanla uykudan uyanır. “Hayırdır insaallah!” diyerek âdet oldugu üzere Sara Hatun Camii’nde-ki vaazına gider ve sohbet ederken arkada oturan zât dikka-tini çeker. Sohbet dagılır ama o zât yerinden ayrılmamıstır. Daha sonra Beyzade Efendi’ye hitaben, “Rüyan mübarek ol-sun efendi” der. Hayret içinde kalan Beyzade Efendi rüyasını bildigini ima eden bu zâta rüyasını anlatmasını ister ve o da rüyayı aynen anlatır. Beyzade Efendi üçüncü kisinin kim ol-dugunu da sorunca, “Sen tanımadın ki ben söyleyeyim” der. O güne kadar mânevî derinligini bilemedigi Seyyid Ahmed el-Hüseynî Efendi’ye hayran kalan Beyzade Efendi, talebe-lerine Seyyid Ahmed el-Hüseynî Efendi’ye maddi yardımda bulunmalarını, onun sohbetlerinden hep beraber faydalanma-larını da tembih eder. O günden sonra bu büyük Allah dostla-rı arasında kadim bir dostluk yasanır. 131

Bu görev taksimatında Seyyid Ahmed el-Hüseynî’nin gö-revi; takvalı yasamıyla halkı teskin ve teselli etmektir. Söy-le ki; Hacı Ömer Hüdaî Baba’nın vefatından yaklasık on yıl sonra, I. Dünya Savası’nda Anadolu’yu isgali sırasında Rus-lar Bingöl’e kadar gelince; Harput’taki kadın, çocuk ve yas-lılar endiseyle canlarını kurtarmak için kaçmaya hazırlanır. Seyyid Ahmed ilerlemis yasına ragmen Harput meydanına çıkıp, “Korkmayın, Ruslar buraya gelemeyecektir. Gelirlerse isterseniz boynumu vurun bu da benim su kagıda imzalı taah-hüdümdür” diyerek adeta Bingöl’den öteye mânevî bir sınır çekmis ve Ruslar da geri dönmüslerdir. Böylece Seyyid Ah-med halkın fakr u zaruret içinde göç etmesini önlemis, halkı teskin ve teselli görevini layıkıyla yerine getirmistir.

131 Arda, Karani, Erciyes Üniv. Lisan tezi. Seyyid Ahmed el-Hüseynî (Çapakçurî)’nin Hayatı, Dinî Kisiligi ve İrsad Mektupları, Kayseri, 2000, s.27.

147

ARDA KARANİ

F TÜRKİYE'NİN MÂNEVÎ MİMARI F

Ömrünün büyük bir kısmını Sultan II. Abdülhamid dö-neminde yasamıs olan Hacı Ömer Hüdaî, Osmanlı’dan son-ra kurulacak olan yeni devlete âdeta mânevî zemin hazırla-mıstır. Osmanlı’nın son döneminde irsad ettigi velilerle yeni devletin mânevî mimarlarını yetistirmistir. Yani kurulacak Türkiye Cumhuriyeti’nin temel kadrolarını yetistirmistir. Yasadıgı dönem göz önüne alınırsa, yetistirdigi halifeler ve etki alanı düsünülürse yaptıgımız tespit daha iyi anlasılacak-tır. Çünkü o dönem Anadolu’da cehri zikrin unutturulmaya çalısılıp Kadirilik ve Bektasilik akımlarının yerine sahte sû-filerin monte edilmeye çalısıldıgı bir dönemdir. Özellikle bu ham ve softa olan sûfi kimlikli kisiler, Anadolu’nun isgali sırasında maalesef İngiliz Muhipleri derneklerini kurmus, Amerikan mandasını istemis, Ermeni çetelerine alet olmus, ayaklanmalara katılmıs, devlete isyan etmis, halkın direnci-ni kırarak onlara destek olmuslardır. Böylece masum halkın vicdanı karartılmıstır.

Öte yandan, Hacı Ömer Hüdaî Baba’nın yetistirdigi ha-lifeler Ehl-i Beyt’in nurunu ve ihyasını güçlendirmis; zikir yoluyla halkın irsadı ve birligi hususunda büyük hizmetler vermislerdir. Yetistirdigi binlerce talebesi yeni kurulacak devletin; bazen ricalinde, bazen köyünde, bazen dagında, bazen siperindedir. Bazen magaradaki irsadında, bazen seha-detiyle topragında, bazen de duasında vatana hizmette bulu-nurlar. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin temelleri bu sayede atılmıstır.

Hacı Ömer Hüdaî Baba, Zaza olan seyyidlerdendir. Hacı Muhammed Baba da Kürt olan seyyidlerdendir. Arabistan, Türkiye, İran, Hindistan, Yemen, Afganistan ve dahi dünya-nın her yerinde Türk, Arap, Farisi, Kürt veya Çerkez sey-

148

HACI ÖMER HÜDAÎ BABA

yidler vardır ve de var olmaya devam edeceklerdir. Çünkü Ehl-i Beyt İmamları ve çocukları dünyanın her bölgesine gidip yerlesmisler ve oralara İslam’ı anlatmıslar, yasamıslar ve tasımıslardır. Oralarda evlenmisler ve oralı olmuslardır. Hacı Bektas Veli, Abdal Musa, Abdülkadir Geylânî ve onun evlatları gibi...

Bu konuda Prof. Dr. Haydar Bas, “Benim çok sevdigim büyüklerim var Elaziz’de. Ömer Hüdaî Baba... Bunlar Zaza Kürtlerindendir, ben ise Horasan’dan gelen ve Ehl-i Beyt’ten olan soyum ile Türk oglu Türk’üm. Simdi siz beni nasıl ayı-racaksınız onlardan. Zaza’sı ile, Kürt’ü ile Türk’ü baba-ogul bir millettir. Buna Türk milleti denir” diyerek konuyu çok güzel özetler aslında. Zaten “Kürtler, Türk boyundandır” 132 tespitiyle, aynı babanın evlatları olan bu milletin birliginin tesisinin yolunu gösterir.

İsin özü; Ömer Hüdaî baba bu milletin hamurkârıdır.

132 Bas, Haydar, Yeni Mesaj Gazetesi, 26 Mart 2015 tarihli köse yazısı.

149

ARDA KARANİ

F ANADOLU’NUN MÂNEVÎ MİMARI F

Gönül mimarı, insan mimarı, büyük bir cografyanın mi-marı Hacı Ömer Hüdaî Baba, yetistirdigi halifeleri ve talebe-leriyle Harput’tan Medine’ye, Erzurum’dan Arapgir’e, Mek-ke’den Elaziz’e, Erzincan’dan Merv’e tüm Anadolu’yu ve yakın cografyayı kucaklamıs ve hatta dısına dahi tasımıstır.

Seksen-doksan binden fazla mürid ve altmıstan fazla hali-fe yetistirmistir. Çok genis bir cografyayı etkilemis ve adeta bütün bir Anadolu’nun mayasını yogurmustur.

Hoca Ahmed Yesevî talebeleriyle, erenlerini buralara göndererek Anadolu’nun müslümanlasmasını nasıl saglamıs ise; Hacı Ömer Hüdaî de dagılan devletin tebaını aynı me-todla bir arada tutmayı basarmıstır. Bu mânâda Anadolu’yu ilmek ilmek örerek yeniden imar etmistir. Tıpkı Hacı Bektas Veli’nin alperenleri gibi 20. yüzyıla ve dahi günümüze müh-rünü vurmustur.

Divan’ıyla, Risale’siyle, Vasiyetname’siyle; Ehl-i Beyt yolu tasavvufî hayatıyla; usul, zikir ve devranıyla, Kadiri-lik yolu esaslarıyla taliplerini irsad eden Hacı Ömer Hüdaî; Hoca Ahmed Yesevî ile açılan, Hacı Bektas Veli ile devam eden yolun 20. yüzyıla tasınan ve günümüze uzanan en önemli temsilcilerindendir.

150

HACI ÖMER HÜDAÎ BABA

Mânevî tasarrufları ve etkileri gerçekten büyük olmustur. Kendi zamanında yasayan Hak asıgı gönül dostları da bunun farkındadır.

Bir gün, Hacı Ömer Hüdaî Baba, talebelerine tekkenin önünde tümseklik teskil eden topragı baska bir yere atmala-rını emreder. İhvanlar topragı atmaya baslarlar. Ama kendi kendilerine topragın burada durması ile atılması arasında ne fark var diye düsünürler. Toprak atanlar arasında Hacı Mu-hammed Baba da vardır. O anda Hacı Muhammed Baba’nın mânen kesfi açılır. Bakar ki, atılan bu topraklar, daglar-te-peler asıp uzayıp gidiyor. Habesistan’da cihad eden Müslü-manlara siper oluyor. Bunu kesfeden Hacı Muhammed Baba, Hacı Ömer Hüdaî Baba Hazretleri’nin bu topragı attırmakta-ki sırrına vâkıf olur. Bu vesileyle Hüdaî Baba da, ihvanlara Muhammed Baba’yı neden çok sevdigini izhar eder. 133 Gö-rüldügü üzere, O’nun tasarrufu; vatan müdafaasında Anado-lu’yu asan boyutlarda Habesistan’a kadar uzanır.

Buyuruyor ki: “Ben hayatta iken kılıfındaki kılıç gibiyim. Mematımda kılıfından çıkmıs kılıç gibiyim. Beni yardıma çagıran müridime mematımda daha çabuk ulasırım. Bir insan hayatta iken ruhu cesetten ayrılıp geliyor fakat vefat edin-ce cesetle alakası kalmayıp cesetten ayrılıp gelmesi gibi bir sorun da kalmıyor. Çagrılan yere daha çabuk gelir. Benim tasarrufum bes yüz sene geçerlidir.” 134

Kaynaklarda tasarrufları ve kerametleri ile ilgili çokça rivayet vardır. Hatta kaynaklarda olmayan dilden dile dola-sarak günümüze ulasan rivayetler de mevcuttur. Ancak bir âlimin veya ârifin büyüklügü kerametlerinden ziyade, geri-ye bıraktıgı eserleriyle ve etkisiyle anlasılabilir. Ömer Hü-daî’nin yetistirdigi nesiller en büyük eseridir. Anadolu’nun bugün her yöresinde talebeleri ve sevenlerinin yaptıkları hiz-metleri ve devam eden etkileri vardır.

133 Mustafa Hilmi Yıldırım’ın notlarından alınmıstır.134 Mustafa Hilmi Yıldırım’ın notlarından alınmıstır.

151

ARDA KARANİ

F ELAZIĞ’IN MÂNEVÎ MİMARI F

Ömer Hüdaî Baba, Genelde Harput’un ovaya tasınmasıy-la yeni sehir olan Mamuratü’l-Aziz’in yani Elaziz’in de mâ-nevî mimarıdır. Yedi bin yıllık kültür ve tarihi olan Harput, sarp kayalıkların oldugu bir sehir konumunda idi. O yıllarda nüfus artınca, halk, topragı bereketli yesil ovaya inmeye bas-lamıstı. Aslında Harput bugünkü Elazıg, Tunceli, Malatya, Erzincan, Adıyaman ve Bingöl’e kadar uzanan bir yörenin adıdır. Nüfusu 1901’de 440 bindir. İstanbul ile yarısır. Köklü medeniyeti ile İstanbul’dan daha ileridir.

İste Hacı Ömer Hüdaî Baba, savaslar sebebiyle iyice fa-kirlesen ve ovaya göçen bu halkı irsad emis; hırsızını, arsızı-nı, ayyasını kâmil mü’min kullar haline getirmistir.

Plansız ve programsız bir göçtür bu... Öyle ki, halk fakir-likten Harput’taki evlerini, pencerelerini, kapılarını sökerek ovadaki evlerini yapmaya çalısmıslarıdır. Bu yüzden Harput viraneye dönerken, ovadaki sehir gelismeye baslamıstır. Bu esnada biçare insanların sıgınagı, mürebbisi; İslam’ın ilk ög-retmeni Musab bin Ümeyr misali Hacı Ömer Hüdaî Baba’dır. Mesire denilen bu ova Harputlular için âdeta Medine olmus-tur ve Harput da bu ovanın Hira’sı konumundadır.

İnsanları kucaklamak, onları yeniden imar etmek Pey-gamberî bir usuldür ve bu usul ancak Peygamberî bir nefesle diger zamanlara tasınabilir. Ömer Hüdaî Baba, yasadıgı dö-nemde o nefesin sahibidir.

HACI ÖMER HÜDAÎ BABA’NIN TASAVVUFÎ GÖRÜŞLERİ

F Tevhid F Aşk F İrşadF VelâyetF VesileF Zühd ve TakvaF ZikirF Tasarruf F Mânevî Terbiye

V. BÖLÜM

155

ARDA KARANİ

Bu bölümde, Hacı Ömer Hüdaî Baba’nın tasavvufî gö-rüslerine yer vermeye çalısacagız. Bunu yaparken Divan’ın-dan, Risalesi’nden ve halifelerinden aktarılan rivayetlerden yararlanacagız. Böylece tevhid anlayısını; velâyet ve vesile hakkındaki görüslerini; zikir ve irsad yönünü, takva ve zühd hayatını, mânevî tasarrufunu ve terbiye metodunu izah etme-ye çalısacagız. Ayrıca oldukça genis bir cografyaya yayılan mânevî tasarrufunun sosyolojik etkilerine de deginecegiz.

157

ARDA KARANİ

F TEVHİD F

Ömer Hüdaî Baba’nın hayatında, vird edindigi “Lâ ilâhe illallah”, “La mevcude illallah”, “La maksude illallah” zik-rinin bir tecellisi olarak Allah’tan baska maksat görülmez. Abdülkadir Geylânî Hazretleri’nin öncülük tecelli ve ezkâr ekolünün bir müntesibi olarak her arzu ve halini biricik olan Allah’a arz etmis ve her halinde O’na sıgınmıstır.

“İlk de, son da, Zahir de, Bâtın da O’dur. O her seyi bilen-dir” 135 ayeti, Yüce Allah’ın ortaksız egemenligini, her seye bogun egdiren sınırsız gücünü ve celalini dile getirmektedir. Bununla birlikte bu ayet, hiçbir bakımdan Yaratıcı ile yara-tıklar arasında, ibadet edenle ibadetlerin muhatabı arasında birlik veya aynilik oldugu anlamına gelmez. 136

Yukarıda zikretmis oldugumuz Kur’an ayetinin tek hedefi vardır, bizlere Allah’ın ortaksız ve sınırsız egemenlige sahip oldugu suurunu kazandırmak, insanların karsılasabilecegi her durumda Allah’a sıgınmaları suurunu uyandırmak ve bu suurun sonucu olarak da “Lâ ilâhe illallah” zikriyle birlikte nefsin perdelerini asabilmektir. 137

135 Hadid, 3.136 İmam Gazali, el-Munkiz-i mine’d-Dalal ve Tasavvufî İncelemeler, Der. Mahmud, Abdulhalim, Kayıhan Yay. İst.1990, s.319.137 a.g.e., s.319-320.

159

ARDA KARANİ

F AŞK F

“Her ne var âlemde ask imis.” (Fuzulî).Ömer Hüdaî Baba, ask ile tüm mahlukata nazar etmistir.

Bu anlamda Rabbine karsı her halinde kulluk askı iledir.Terk-i dünya ederek Hakk’ı tercih ettigini siirlerinde de

ifade etmistir. Muhabbetullah (Allah sevgisi) ve askla dolu siirlerinde bunu yansıtmıstır. Tam bir muvahhid olan Ömer Hüdaî’nin, biricik sıgınagı olan Rabb’ine daima iltica ettigini görmekteyiz:

“Ask-ı dildaride yanmak dilersen bu fenadan geçTarik-i Hak’ta zakir ol bu söhret-ü senadan geçSakın nefse uyup terk eyleme ask yolunu

Acziyetini belirterek Hakk’a tevazuunu gösterir:

“Abd-i aciz hakirem günahkarem fakiremAskın ile dolmusam mest-ü müdam olmusamLütfunla magfiret et cürm-ü isyanım affetÜmidimi kesmisem Sana gelmisem ya RabSettar isminle setr et Sana gelmisem ya Rab.”

Yüce Yaradanın yanında fakrını anlatırken bu fakirligi-nin kendisini ask atesi ve muhabbetullah ile doldurdugunu söyler. Öyle ki, bu askın kendisini mest ettigini ve Allah’a ulasmak için bir vesile oldugunu izah eder.

Bu mânâda sûfiler bela ve musibetleri bir imtihan olarak görmüsler, onları sabır içinde ve hosnutluk ile karsılamak ge-rektigini belirtmislerdir. Bela ve musibetlerin, sabır ve sükür ile karsılandıgında insanları olgunlastırdıgını ve mânen yük-selmelerine vesile oldugunu söylemislerdir.

160

HACI ÖMER HÜDAÎ BABA

“Masivadan el çeküp Sana gelmisem ya RabTerk-i dünya eyleyüp Sana gelmisim ya Rab.”

Tarikatlar mesreb olarak üç kısma ayrılmaktadır: (Havf) Korku yolunun büyügü Hasan-ı Basri Hazretleri’dir. Muhab-bet (sevgi ve ask) yolunun büyügü de Rabiatü’l-Adeviyye Hazretleri’dir. Ümit ve Korku yolunun basları ise Hz. Hasan (r.a.) ve Hz. Hüseyin (r.a.) Efendilerimizdir. Yine Hasan Bas-rî ve Abdülkadir Geylânî Hazretleri de mesreb itibariyle bu yolu benimsemis ve yasatmıslardır. Dolayısıyla, Ömer Hüdaî Baba da, askı bir yol olarak görür; ümit ve korku ile Hakk’a vuslat edilmesi gerektigini belirtir.

Hak Taela’nın âsık olan kuluna muhabbeti, ona hayır is-temesi ve ona rahmet etmesidir. Rıza, gadap, re’fet gibi mu-habbet de, iradenin çesitli isimlerinden bir isimdir. Bu isim-lerden hiçbiri, Allah’ın iradesinden baskası için layık olmaz. Bu irade, Allah’ın Kadim sıfatıdır. O, fiillerini bununla irade eder. (Fiil ve tasarruflarında bu irade ile mürid olur). 138

Yine Allah’a sıgınıp, O’ndan yardım ister:

“Âdem’i topraktan icad eyleyen Allah’ım mededNar’ı İbrahim’e gülzar eyleyen Allah’ım meded.”

Dünyayı bir sürgün yeri görüp, Allah’a kavusmayı diler:

“Bu mihnet-hanede zulmet içindeİnayet et kalmısam ya Rab bidadHüdayi saile terahhüm eyleFeyzinle et ana tevfikın imdad.”

Görüldügü üzere birçok siirinde ana tema münacaattır. Divan’ından hareketle O’nun, her an Rabb’inin tecellisini seyrettigini ve O’na teslim olarak feyz ve muhabbetini iste-digini görmekteyiz.

138 Soysalı, İhsan Doç. Dr., Mevlana’da Ask, TBBD Yay, İstanbul, 2011. s.55.

161

ARDA KARANİ

“Olma huzurundan cüdaGelmez mi gör feyz-i HudaHer an huzurda devam etGelmez mi gör feyz-i Huda.”

Bazen de mânevî tecellilerin güzelligi, rahatlıgı ve huzuru içerisindedir. Öyle ki ates-i askın feyziyle kendinden geçiren bir huzurdur bu:

“Ne in’amdır ne hos ihsan ya Rabb’iSenin feyzin beni bihud eder oh!Kemal-i sevk ile mest etti el-HakAnı ask kendine bende eder oh!.”

Bu mânâda bazen ikaz ve irsad da eder. Hem yerel halk diliyle, hem sade ve sıcak üslubuyla sevenlerini çok samimi bir dil ile uyarır:

“Bu dünya dar-i gaflettirRahatı hep yalandır ha!Bilirsin ahiri faniVefasız bir cihandır ha!”

Gerçekten Allah’a yönelen sûfide O’ndan baska aranan ve arzulanan hiçbir sey olmamalıdır. Bu arzu Beytullah’ı zi-yaret etmek olsa bile mesele degismez. 139

“Ümidimi kesmisem Sana gelmisem ya RabSettar isminle setr et Sana gelmisem ya Rab.”

Asagıdaki siirinde Rabb’ine çok güçlü naz ve niyaz var-dır. Dua makamındadır. Teslimiyetin, ilticanın ve sevdanın zirve halini yasatır. Rabb’ine nasıl sıgındıgını, büyük bir mahviyet içerisinde belirtir:

139 Necmüddin Kübra, Tasavvufî Hayat, Haz. Mustafa Kara, Dergah Yay. 1980 s.62.

162

HACI ÖMER HÜDAÎ BABA

“Ey Hüdam iltica ettim SanaEy Kerim-i Zü’l-Celal cürmümü affeyleyesin.”

Gece-gündüz feryadının oldugundan bahsederek, Mahser gününün azametinden Allah’ın merhametine sıgınır ve son kelamının “Lâ ilâhe illallah Muhammedün Resûlullah” ol-masını ister:

“Ruz-i Mahser’de çekmeyem asla melalRuz-i seb feryad eder aglarımSon kelamımı tevhid ile ihtam eyleyesin.”

Tıpkı Hz. Yusuf’un, “Beni Müslüman olarak öldür ve beni salihlerden eyle” 140 duası gibi, O’nun bu yakarısı bize duanın adabını ögretmektedir.

“Kim dua ederse duadan önce Allah’a hamd ü sena etme-lidir. İste biz de duadan önce Allah’ı hamd ü sena ile anmanın duanın bir adabı oldugunu anlıyoruz. Yani dua ederken önce Allah’a hamd etmeliyiz; daha sonra dilek ve istegimizi be-lirtmeliyiz. 141

Kusurunun çoklugundan ve günahlarından bahsederek Rabbinden affını ister. Aslında kendisini küçülterek, Rabbi-nin ihtisamını ve merhametini ne güzel anlatır:

“Pür kusurumuzdur daima cürm ü günahMuterifiz lütfun ile af kıl ey Padisah!”

Hepimizin Hz. Peygamberin ümmeti oldugumuzu hatırla-tır. “Bizi cehenneme bırakma” diye Rabb’ine niyaz ederken aslında Ümmet-i Muhammed’i kucaklar ve onlar için mer-hamet ister. Kendisinin de tuzaklardan uzak olması için dua eder:

140 Yusuf, 12/101.141 Soysaldı, Mehmet, Kullugun Özü Dua, Bizim Büro Basımevi, Ankara, 2010. s.113.

163

ARDA KARANİ

“Çün Muhammed ümmetiyiz koyma bizi tamuyaEy Hüdai Halik’ından et temenni çekme ah!Bu zayıf cismimi azad eyle tuzaktan Ya İlahi.”

Divan’ını bastan sona inceledigimizde hep askın, muhab-betin, Allah’a sıgınmanın, Hakk’ı aramanın, O’na vâsıl ol-manın yollarını görürüz; tevhidi ve ask ile...

165

ARDA KARANİ

F İRŞAD F

Talebe ve sevenlerini evvela örnek hâli ile irsad ederdi. Nasihat ve güzel sözle onları uyarırdı. İnsanlar yanından ay-rılmak istemezdi. Güzel ahlakı ve ibadeti ile ıslah eder, güzel nazarıyla onları mest ederdi.

“Ask-ı dildaride yanmak dilersen bu fenadan geçTarik-i Hak’ta zakir ol bu söhret-ü senadan geçSakın nefse uyup terk eyleme ask yolunuBırak gavgay-i cihanı bu fakr ile ginadan geçSivadan meylini kes sabit ol ruz-ü seb aglaNe lazım asıka kösk-ü saray-ü kasaneden geç.”

Hüdaî Baba Hazretleri’nin müridlerinin ekseriyeti eskıya ve serkes insanlardan olusuyordu. Daha önce de bahsi geçtigi gibi; devrin âlimlerini toplayıp bir görev taksimatı yapmıs, kendisine serkes ve eskıya insanların irsadı düsmüstür. Yüz-lerce kisiyi eskıyalıktan velâyet makamına ulastırmıstır.

“Bu ask bi bahr-i azamdır mevcine hiç nihayet yokHakikat mülküne azm et bu sakf ile binadan geçHüdayi bahr-i aska dal füyuzatiyle dol her demAcep devran-i cihandır gel bu mihnet-hanedan geç.”

167

ARDA KARANİ

F VELÂYET F

Velâyet yolu, nübüvvet nurunun bütün insanlıga hayat bahseden bir hediyesidir. Velâyet yolunun sahı Hz. Ali (r.a.) Efendimizdir.

‘Vela’ kelimesi lügatte; ferman, efendilik, padisahlık ve dostluk olarak tarif edilmistir. Istılahta ise, ‘veli’nin iki mânâsı vardır; biri mef’ul, biri de fail olarak...

Veli, mef’ul olarak alınırsa; islerini Allah’ın gördügü, onu nefsine bırakmadıgı kimsedir. “O, salihlerin islerini görür.” 142

Fail anlamında alınırsa; Allah’a ibadet ve taatini yerine getiren demektir. İnsanın veli olması için her iki mânânın da kendinde bulunması, Allah’ın emirlerine gizli ve asikâr riayet etmesi gerekir. Nasıl nebinin sartı masum olmak ise, velinin sartı da mahfuz olmaktır. 143

Velilerin büyük bir kısmı mânevî yolculuklarını tamam-lamıs olmalarına ragmen, irsadla görevli degillerdir. Onlar öyle serefli bir cemaattir ki; kemâl derecesine vusulden sonra mükemmellesmisler fakat halkı davete memur olmamıslar-dır. 144 Yüce irsadla görevli velilere gelince; onlar, “mesayıh-i sûfiyye”lerdir. Vusulden sonra tarike tâbi olarak mahlûkatı Hakk’a davet için memur edilmislerdir. 145

“Demek oluyor ki her mürsid velidir. Ancak her veli mür-sid degildir. Mürsid-i kâmil, Hak’tan (c.c.) ruhsatlı olmak, Hak’tan ruhsatlı bir mürsid-i kâmilden mezun bulunup icâzet

142 A’raf, 7/196.143 Kuseyrî, s. 305 vd; Hucvirî, Kesfu’l-Mahcub, ys:1982, s.327; İbn Abidin, c. I, s.68.144 Kuseyrî, s. 305vd; Hucvirî, Kesfu’l-Mahcub, ys:1982, s.327; İbn Abidin, c. I, s.68.145 a.g.e., s.29.

168

HACI ÖMER HÜDAÎ BABA

almak zorundadır. Bu ruhsatlık müteselsilen Resûlullah’a ka-dar ulasmalıdır. Bizzat Resûlullah tarafından izinli olmayan bir insanın mürsid-i kâmil olması mümkün olmadıgı gibi, kendisine tâbi olanları da Hakk’a iletmesi mümkün degildir. Mamafih yapılan zikirlerden mükâfat alınır, sevaba nail olu-nur fakat mânevî yolculukta ilerleme olmaz.” 146

İmam Gazali, büyük âlimlerin nasıl bir tavır ve hâl için-de olduklarını ve Allah yolunda nasıl cihad ettiklerini söyle açıklar:

“İste iyiligi emredip kötülükten alıkoymakla ilgili olarak âlimlerin tutumu ve davranıs tarzı söyle olmustur. Onlar pa-disahların baskı ve nüfuzuna çok az önem vermisler ve ko-runmaları hususunda Allah’ın inayetine basvurmuslar, eger nasipleri sehadet olmussa Allah’ın haklarındaki bu hükümle-rini hosnutlukla karsılamıslardır. İste böylelikle sırf Allah rı-zasına yönelerek halis niyete sahip oldukları için sözleri katı kalplere tesir ederek onları yumusatmıs, kalplerin katılıgını gidermisleridir.” 147

Bu gönül insanlarının Allah’ın katında mükâfatları pek büyüktür. Yüce Allah, Kur’ân-ı Kerim’de, “Onlar mahzun olacak degillerdir” 148 dedigi bu salih ve sıddık insanların makamlarını biz tasnif edemeyiz. Bizler ancak Kur’ân’a baglılıkları, Resûlü’nün ahlakına benzemeleri, ibadete düs-künlükleri, takvalı hayatları, yaptıkları hizmet, yetistirdikleri insanlar ve etkiledikleri cografyadan hareketle bir velinin ne derece yüksek bir mevkide oldugunu anlamıs oluyoruz. İste Ömer Hüdaî Baba hem soy, hem yol olarak, İmam Hüseyin’e dayanan nesebi ve mesrebiyle velâyet yolunun parlayan bir yıldızıdır.

Ömer Hüdaî Baba Vasiyyetname’sine söyle baslar:

146 Bas, Haydar, İslam ve Mevlana, İcmal yay, s.100, İst, 1994.147 İmam Gazali, el-Munkiz-i Mine’d-Dalal, Der. Mahmud, Abdulhalim, Kayıhan yay. s.39.148 Yunus,10/62.

169

ARDA KARANİ

“Besmele ile bed ettim İlahiSana hamd ü sena olsun kemahiSalât ile selam olsun ResûleHem olsun âline ve ashabınaMuhammed iki cihan serveridirHem ahir zemanın peygamberidir.”

Hacı Ömer Hüdaî Baba’nın Vasiyyetname’si de ikaz ve irsad ile doludur. Vasiyetname’sini söyle sonlandırır:

“Olasın nail-i feyz (ü) mükâfatEhl-i tarika da hiç dil uzatmaKulagına ko bu sözleri atmaHiç ayrılma tarik-i müstakimdenBulasın rızay-ı Hakkı tamam senTutalım emrini ey ihvan-ı dinBizden ola Hudamız razı âminHüdayi zikri böyle tertib ettiVasiyyet eyledi ihavana gittiBin üç yüz yigirmi tarihti zamanNasihatname tamam oldu hemanOkuyanı dinleyeni yazanıRahmetinle yarlıgagıl ya Ğani.”

171

ARDA KARANİ

F VESİLE F

Hidayet ve irsadın sahibi her seyin maliki olan Allah’tır. Allah’ın sevgili kulları resûller, nebiler ve veliler birer vesi-ledirler. Vesile konusunu özellikle incelemek gerekir.

“Hem salât olsun Resûl’üne tamamKıl sefi’ bize aynı yevme’l-kıyam

Dahi olsun âline ve ashabınaCümle etbaına ve ahbabına.”

Her seyde oldugu gibi kulun hidayet ve irsadında da mut-laka bir sebebe ihtiyaç vardır. İrsad ve hidayetin sebepsiz olacagını düsünmek, İslam’ın ve imanın mantalitesinden mahrumiyetin ifadesidir. Maddî ve mânevî bir iste bir vasıta gerekir de, dünya ve ahiret hayatının akıbetini belirleyecek derecede mühim olan hidayet ve irsadda nasıl olur da bir va-sıta gerekmez? 149

“Her bir ilmin kapusu oldu AliBaki ashab-ı kiram oldu veli.”

149 Bas, Haydar, Mektubat, İcmal yay, s.5 İst, 1995.

172

HACI ÖMER HÜDAÎ BABA

İslam akaidine göre; mümkünün (varlıgı da, yoklugu da imkân çerçevesinde olan yaratılmıs varlık, mahlûk) vücud bulmasında yaratıcı, yalnız Cenab-ı Vacibu’l-Vücud’dur. (Kendi kendine kaim, varlıgı zaruri ve sart olan) Fail-i Ha-kiki, mutlak olup, tektir. O bakımdan Allah’tan (c.c.) baska fail aramak küfürdür. Bu temel hükümden sonra bir temel kaide de sudur: Mümkünün vücud bulmasında fail-i hakiki olan Cenab-ı Hak, Zâtını gizlemek kastı ile sebepler silsile-sini araya koymustur. Bu yüzden de esbaba tevessül sart ol-mustur. Üçüncü bir esas, Allah’tan (c.c.) gayri maddî ve mâ-nevî bütün mevcudat mahlûktur. Yani maddî olan mümkün (mevcud) ve mânevî olan (mümkün)… Her iki mümkünün de vücud bulması Cenab-ı Hak tarafından birtakım sebeplere baglanmıstır. Bu sebeplere sarılmak (esbaba tevessül), -hasâ- Allah’ı inkâr degildir. Ancak, mümküne fail-i hakiki nazarı ile bakmak küfürdür. 150

Sulemî “Bize kendi katından bir veli ver” 151 ayetini “Bize kılavuzluk edecek bir veli ver” seklinde tefsir ediyor. 152

Herkesçe malumdur ki; Cenab-ı Hak her seyi bir sebep ile halk etmistir. Bu Cenab-ı Hakk’ın sünnetullahıdır. Aslın-da azap da, nimet de Allah’tan oldugu halde cennet nimete, cehennem azaba vesiledir. Yagmura bulut vesile, yaslılıga da zamanın vesile olması gibi… Ashab-ı kiram da Peygamberi-mizi vesile ederek Cenab-ı Hakk’a iltica ederlerdi. Peygam-berimizin vefatından sonra, yagmur duası için O’na yakınlı-lıgından dolayı Hz. Abbas’ı (amcası) vesile ederlerdi. 153 Yine Kur’ân-ı Kerim’de Cenab-ı Hak, “Ey inananlar! Allah’tan korkun ve O’na yaklasmaya vesile arayın” buyuruyor. 154

“Anlar ile din hayat buldu tamamÜmmete Hak anları kıldı imam

150 a.g.e, s.6.151 Nisa,4/75.152 Sülemi, Hakaik, Varak, 35a.153 Bas, Haydar, İslam’da Zikir, İcmal Yay.; Sahih-i Buharî, Tecrid-i Sarih Tercümesi, III, 287.154 Maide,5/35.

173

ARDA KARANİ

Her kim anlara ederse iktidaAnlar olmaz lütf-i Halık’tan cüda.”

Simdi bu temel tespitlerden sonra, maddî sahada mümkün olanın vücut bulmasında, Allah’ı inkâr etmeden; “Dünyayı aydınlatan günestir… Yagmuru yagdıran buluttur… Nebatı yetistiren sudur… Zaman insanı ihtiyarlatır… Bitkiyi toprak bitirir… Meyveyi agaç verir…” gibi cümlelerin kullanılması küfrü gerektirir mi? Elbette ki hayır! Zira bu hususlar sün-netullahtır (Allah’ın degismez kanunu). 155 Dünyayı aydınlat-mada günesi halk eden Allah’tır. Yagmur için bulutu yaratıp hareket ettiren Allah’tır. Meyvenin zuhurunda agacı vesile kılan Allah’tır. 156

İste “Peygamber Efendimizden sonra bu ulvi irsad vazi-fesini, insan-ı kâmil dedigimiz zevât yerine getirmistir. Kı-yamete kadar bu mânevî vesile böyle devam edecektir. Bu bir sünnetullahtır, âdetullahtır. Yahut murad-ı İlahî’dir. Yani Allah’ın kanunudur. Allah’ın kanunu ise asla tebdile ugra-maz. Bunun aksini iddia etmek Allah’ın kanunu bilmemek oldugu gibi; bu hâl, İslam mantıgından mahrumiyetin de bir ifadesidir.” 157

Vesile Allah’ın muradına vâsıl olmak için takip edilen yol-dur. O’ndan baska maksat aranırsa elbette ki bu bir sirk olur. Vesileyi inkar edip vesileyi fail kılmak da bir diger sirktir. Bütün maddî ve mânevî âlem içinde Allah her seyi bir vesile ile halk etmis olduguna göre, O’na yaklasmak ve kul olmak için sarılınması gereken bir âdetullahtır. Allah, Kur’an-ı Ke-rim’in anlasılması ve yasanılması için Yüce Peygamberini, Ehl-i Beyt’ini, velileri, sıddıkları ve salihleri vesile kılmıstır.

155 Bkz:İsra, 17/77; Ahzab, 33/62; Fatır 35/45; Fetih, 48/23.156 Bas, Haydar, Mektubat, İcmal yay, s.6. İst, 1995.157 Bas, Haydar, İman ve İnsan, sy.192, İcmal yay.İst 1995.

175

ARDA KARANİ

F ZÜHD ve TAKVA F

Tasavvuf ve sufi kelimelerinin Kur’an’da zikredilmemis olması, tasavvufu tartısma ortamına çekmistir. Aslında tasav-vuf, Asr-ı Saadte’ten beri zühd olarak anlasılmıstır.

Hacı Ömer Hüdaî Baba; takvası, zühd hayatı, teslimiyeti ve Allah askı ile büyük bir mahviyet içindedir. O’nun haya-tında Rabb’ine kul olma, Resûlü’ne itaat ve insanları kurtar-ma gayretinden baska amaç görülmez. Talipleri için vesile olur gönüllere. O evine gelen eskıyayı, hırsızı, serkesi büyük bir veli haline getirecek kadar muhtesem bir egitici ve irsad edicidir. Bagını bozan adam, bagban olur onun dizi dibinde...

“Hevay-i nefsi gönülden silip daim zikreyleHüdayi zakir olalar visal-i Hakk’a naildir.”

Zühd, az olsun, çok olsun dünya malından, hosa giden seylerden ve makamlarından –bir ölü gibi- uzak kalmaktır. 158 Hakikaten Hacı Ömer Hüdaî Baba’nın zühdü, cömertligi ve zâhirî ve bâtınî ilimlere vukûfiyeti mükemmeldir. Devrinin incisidir ve Kutb’ul-A’zamıdır. Allah Resûlü’ne olan askı ve muhabbeti ile baktıgı her yeri yesertir. Her gece evinin avlu-sunda devran kurulur ve ‘Hu Hu’ esmaları geceyi aydınlatırdı.

“İyilik yarısında önceligi kazanan Muhacirler ve Ensar ile onlara ihsan duygusuyla uyanlardan Allah razı olmustur.” 159

Hacı Ömer Hüdaî Baba, ibadet hayatında öyle bir zirvedir ki; geceleri Kur’ân-ı Azimüssan’ı okumak için uykusundan feragat eder, uyumamak için bir ucu kömür közünde olan

158 Necmüddin Kübra, Tasavvufî Hayat, Haz. Mustafa Kara, Dergah Yay. 1980, s. 47.159 Tevbe, 9/100.

176

HACI ÖMER HÜDAÎ BABA

alınlıgına bası deger ve ibadete böylece devam ederdi. Hatta ömrünün sonuna dogru geceleri ibadetle geçirmek için mü-barek gözlerine biber sürdügü bu yüzden kirpiklerinin dökül-dügü meshurdur. Bu, bedene eziyet olarak düsünülmemeli; sevgiliden ayrı kalmamak için daha gayret etmektir.

“Can-ü dilden Hüda’yı zikret her anTaharetle ruz-ü seb oku Kur’ân.”

177

ARDA KARANİ

F ZİKİR F

Cenab-ı Hak buyuruyor ki: “Haberiniz olsun ki kalpler ancak Allah’ın zikriyle huzur bulur.” 160

Peygamberimiz ise söyle buyuruyor: “Allah’ı zikredenle zikretmeyen misali ölü ile dirinin misali gibidir.” 161

Bir hadis-i serifte söyle buyurulur: “Cennet bahçelerini gördügünüz zaman onlardan istifade ediniz. Cennet bahçele-ri, zikir meclisleridir.” 162

“Âsık-ı Hüda olan cihan zinetin anlamazHırka-i dervisi giyip zikr ile olur ferah.”

Ömer Hüdaî Baba müridleriyle birlikte ‹Allah Allah’ zi-kirleriyle Kövenk sokaklarında yürür; halk bu devrana ka-tılır, herkesin gönlünde bir muhabbet ve sevgi yumagı olu-surdu. Bazen de önde ata binmis Hacı Ömer Hüdaî, sagında Muhammed Baba, solunda Hamza Baba, arkada iki bin kadar mürid, halkın sevgi gösterileri ve devrana esligiyle, “Hu” es-masını çekerlerdi.

“Bu dünyaya gelen canlar,Gedai bayü sultanlar,Turab oldu bütün onlar,Gelin zikredelim yahu.”

Hacı Muharrem Sırrî söyle anlatır:

160 Ra’d, s.13/28.161 Riyazu’s-Salihîn, 1463; Kütüb-i Sitte, 6/1944.162 Tirmizî, Deâvat: 82.

178

HACI ÖMER HÜDAÎ BABA

“Bunların önünde de yirmiden fazla mazhar çalan ve iki çarpane, onların önünde yirmiden fazla teberdar (baltacı) bu-lunurdu. Onların önünde de Seyh’i tarafından kendisine ve-rilen Batın Teberi adlı, namlusu bir buçuk metre uzunlugun-daki teberi tasıyan biri bulunurdu. Hepsi aynı taç ve giysiyi giymis olarak düzenli biçimde yürürdü. Seyh Hazretlerinin arkasından halifelerinden olgun insan, dogru sözlü güzel hal-li Hüseyin Visali Hazretleri sag tarafında, Hamza Baba sol tarafında yürürdü. Bunların arkasında da 2 bini askın müridi; hepsinin basında yesil sarıklı, tek düze sivri külah, üstlerine de yesil hırka giymis olarak düzenli yürüyüslerle giderlerdi. Dört yandan kosup gelen iki üç bin ziyaretçi de bunlara katı-larak tek hal ve tek ses olurlardı.”

“Bir cemaat, oturup Allah’ı zikrederse mutlaka melekler etrafını sarar, Allah’ın rahmeti iner, Allah onları melekleri yanında anar.” 163

Hz. Allah (c.c.) söyle buyuruyor: “Muhakkak ki Allah’ı zikretmek en büyük (ibadet)tir.” 164 Yüce Mevla’nın, kulunu anmasına vesile olan; kulunun duasına cevap verdigi, “Buyur kulum, ne istiyorsun?” dedigi büyük ihsanın, büyük lutfun adıdır zikrullah…

Zühd konusunda bahsi geçtigi üzere; Hüdaî Baba’nın öm-rünün sonlarına dogru kirpiklerin kalmadıgı çünkü Allah’ı zikirden uzak durmamak ve uyumamak için gözlerine pul biber sürdügü ve bu yüzden kirpiklerinin döküldügü rivayet edilmistir. Öyle ki, alınlıgını köz kömüre oturtur, bedeni za-yıf düsünce alnı kızgın demire deger böylece uykusu dagı-lır ve sabahlara kadar ibadet ederdi. O’nun bu hâli; Resûl-i Ekrem’in, (s.a.v.) masum ve günahtan arınmıs olmasına rag-men, mübarek ayakları sisene kadar ibadet etmesine benzer. Böylece, sükreden bir kul nasıl olunur onu göstermistir.

“Gafiller arasında Allah’ı zikreden kimse, cephede arka-dasları kaçtıgı halde sebat eden gibidir.” 165

163 Kütüb-i Sitte, 1943.164 Ankebut, 45.165 Ramuz, 285/4.

179

ARDA KARANİ

“Etme sivaya iltifat,Diler isen gamdan hecat,Ver Muhammed’e salavat,Gelin zikredelim yahu.”

Allah (c.c.) söyle buyuruyor: “Siz Beni zikredin ki, Ben de sizi zikredeyim.” 166 Bu hatırlayıs, bu anıs öyle olmalıdır ki, hayatın her hâlini kapsamalı, tefekkür ile kıymet bulmalı, vehim ve süpheye yer bırakılmamalıdır.

Yüce Allah (c.c.), “Onlar ki ayakta iken de, otururken de, yanları üzerine yatarken de Allah Teâlâ’yı zikrederler ve gök-lerin ve yerin yaradılısı hakkında tefekkürde bulunurlar”167 bu-yuruyor.

Mutlulugun reçetesidir zikrullah: “Haberiniz olsun ki kalpler ancak Allah’ın zikriyle huzur bulur.” 168

“Meyil verme bu dünyayaAyal evlat ahibbaya,Düsersin sonra cezaya,Gelin zikredelim yahu.”

Kur’ân’da 256 ayette geçen, en büyük ibadettir zikir. Ce-nab-ı Hak; namaza, oruca, hacca vesair tüm ibadetlerin özü-ne zikrullahı yerlestirmistir. Bu vesileyle bu büyük ibadet her Müslümana farz kılınmıstır.

Nitekim Kur’ân-ı Kerim’de söyle buyurulmusur:

“Kim Rabb’ini zikirden yüz çevirirse, Rabb’i onu gittikçe artan bir azaba ugratır.” 169

“Kim Allah’ı anmaktan yüz çevirirse, Biz ona bir seytan musallat ederiz. Artık o seytan her zaman onunla beraberdir.”170

166 Bakara, 2/152.167 Âl-i İmran, 3/191.168 Ra’d, 13/28.169 Cin, 72/17.170 Zuhruf, 43/36.

180

HACI ÖMER HÜDAÎ BABA

“Hüdaî eyledi pendi,Çözüle kalblerin bendi,Huzuru kalble efendi,Gelin zikredelim yahu.”

İnsanoglunu üç hal üzere (ayakta, oturma ve yatma) yara-tan Rabb’imiz, hangi halde olunursa olunsun Kendisini zik-retmeyi emretmistir.

Kur’ân’da, “Artık namazı bitirince ayakta iken, otururken ve yanınız üzerine yatarken Allah’ı zikredin” 171 buyuruluyor.

İbn-i Abbas bu ayetin tefsirinde söyle diyor: “Gece ve gündüzde, kara ve denizde, yolculukta ve evinizde, zenginlik ve fakirlikte, hastalık ve saglıkta, gizli ve açık olarak Allah’ı anın.”

Hz. Aise Ahmed bin Hanbel’den gelen bir rivayetle söy-le diyor: “Bizler namazın bittigini yükselen zikir seslerinden anlardık ve buna göre hazırlık yapardık.”

Burada dikkat edilecek husus; zikrullahın, namazdan son-ra hususiyetle bizzat Allah Resûlü tarafından uygulanmıs ol-masıdır.

Kurtulusun müjdesidir zikrullah... “Allah’ı çok zikrediniz ki kurtulusa erisesiniz.” 172

İlmin, bilgeligin ekolü olmustur zikir ehli... “Eger bilmi-yorsanız, zikir ehline sorun.” 173

“Öyle erler vardır ki onları ne bir ticaret ne de bir alısveris Allah’ı zikretmekten, namazı hakkıyla kılmaktan, zekâtı ver-mekten alıkoyar. Onlar kalplerle gözlerin dönecegi günden korkarlar.” 174

Ebu Derda anlatıyor:

171 Nisa, 103.172 Cuma, 10.173 Nahl, 43; Enbiya, 7.174 Nur, 37.

181

ARDA KARANİ

“Peygamberimiz, ‘Amellerinizin en hayırlısını, Allah ka-tında en degerlisini, derecelerinizi en çok yükseltecek ola-nını, altın ve gümüs vermekten daha hayırlı olanını, hatta düsman karsısında savasıp öldürmekten ve ölmekten daha hayırlısını size bildireyim mi?’ dedi.

Ashab, ‘Bildir, ya Resûlallah’ dedi.

Efendimiz (s.a.a.), ‘Sürekli olarak Allah’ı anmaktır’ bu-yurdu.”

İnsan sûresi 25. ayette Cenab-ı Hak, sabah-aksam O’nu anmayı emrediyor; “Ve Rabb’in ismini sabahleyin ve aksam-leyin zikret” buyuruyor.

Muaz b. Cebel diyor ki: “Cennete girenlerin tek bir hasreti olur, o da dünyada iken Allah’ı anmaksızın geçen vakitleri-dir.”

Kütüb-i Sitte’de, Peygamberimizin günde en az yüz defa “Estagfirullah” dedigi, bunun üzerine Hz. Aise annemizin Efendimize hiç günahının olmadıgını hatırlatması üzerine, “Ya Aise, sükreden bir kul olmayayım mı?” dedigi kayde-dilmistir.

Hz. Peygamber, “Yâ Hafsa, çok sözden sakın. Zira zikrul-lahsız çok söz kalbi öldürür ve Allah’ı çok zikreden söz de kalbi ihya eder” buyurmustur. 175

Yine, “Sizden biri, ailesi ile beraber olunca ‘Bismillah’ derse ve ‘Seytanı bizden uzaklastır’ derse, ondan olan çocuga seytan zarar vermez” buyurmustur.

“Zikre mesgul ol sen her an,Kalbe dola nuru iman,Zikr-i Hüda et her zamanGelin zikredelim yahu.”

Kur’ân okumak zikirdir. Kur’ân, kendini okuyan için se-faatçi olacaktır. Peygamber (s.a.a.) söyle der: “Kıyamet günü

175 Ramuz, 496/11.

182

HACI ÖMER HÜDAÎ BABA

Kur’ân, rengi uçuk bir adam gibi gelir, okuyana, ‘Seni gece uykusuz, gündüz susuz bırakan benim’ der.” 176

Sükür, zikirdir. Cenab-ı Allah, bir kutsi hadiste söyle bu-yurur: “Beni zikrettikçe sükürdesin, unuttukça küfürdesin.” 177 Yani günahtasın.

İstigfar etmek zikirdir. Allah Resûlü söyle buyurur: “Kim amel defterinin kendisini sevindirmesini isterse, istigfarı çok etsin.” 178

“Ben günde yüz kere Allah’a istigfar ediyorum.” 179

Peygambere salât ve selâm bir zikirdir. Kur’ân’da, “Allah ve melekleri Peygambere çok salavat getirirler. Ey mü’min-ler, siz de O’na salâvat getirin ve tam bir teslimiyetle selâm verin” 180 buyurulmustur.

“Lâilâhe illâllah” demek zikrin en efdalidir.

Efendimiz (s.a.a.), Hz. Ali’ye (a.s.), dizleri dizlerine de-gecek sekilde karsısına oturtarak ‘Lâ ilâhe illâllah’ zikrini vird olarak vermistir. “Ya Ali, gözlerini kapat ve Ben üç kere lâ ilâhe illâllah diyeyim, Benden isit sonra üç kere lâ ilâhe illâllah de, Ben isiteyim” buyurmustur. 181 Mutlulugun reçe-tesini Allah emretmis, Efendimiz uygulamıs ve İmam Ali’ye bizzat uygulatmıstır. İste Hacı Ömer Hüdaî Baba’nın hayat tarzı da, Allah’ı zikir üzerinedir. Bu zikir usulü ve dersi, Pir Abdülkadir Geylânî’den gelen bu ögreti, Hacı Ömer Hüdaî Baba’nın hayatında vücut bulur.

176 K. Sitte, 17/504.177 Ramuz, 327/4.178 Ramuz, 396/14.179 K. Sitte, 17/512.180 Ahzab: 56.181 Taberanî ve Bezzar, hasen bir senetle.

183

ARDA KARANİ

F TASARRUF F

Daha önce de degindigimiz gibi henüz askerken Allah’a (c.c.) sık sık söyle dua ederdi: “Ey ulu Rabb’im! Senin mer-hametin sonsuz deryadır. Su uyuyan kullarının hüzün ve kederlerini bertaraf eyle. Onların hüzün ve kederlerini ben mücrim kuluna kerem kıl. Ey Âlemlerin Rabb’i olan Al-lah’ım! Onları ve cümle kullarını cevr ü cefadan uzak eyle. Kullarına her iki dünyanın iyiliklerini ve güzelliklerini lutuf ve ihsan eyle. İki cihanda zevk ve sefalar içinde yasamlarını nasib eyle.”

Anadolu’nun yetistirdigi tasavvuf büyüklerinden olan bu kutsal gönüllü veli, “İhtiyacı olup da bizden yardım is-temeyenin bir yüzü kara, istendiginde eger biz yardımına yetismezsek bizim iki yüzümüz kara olsun, biz hayatımızda kındaki kılıç gibi, mematımızda kından çıkmıs kılıç gibiyiz” buyurarak yüce tasarruflarını izhar buyurmuslardır. 182

Tasarrufunun büyüklügü, halen taliplerinin yardımına kosmasıyla sabittir. Ve böyle bir tasarruf tarih boyunca çok az veliye nasib olmustur.

Hacı Muharrem Hilmi Efendi, “Dünyadan el çekmekte, Hakk’a muhtaç olmakta, her seyden soyulup yalnız Hak ile kalmakta ve Hak’tan baska bir varlık görmemekte zamanın kutbudur. Beseriligini yok bilmede ve sadece Hakk’ın varlı-gını görmede, Hak’tan baska varlık tanımamakta döneminin teki idi. O kadar yüksek vasıflara ve mânevî hallere sahipti ki; daima Hakk’ın huzurunda bulunur ve sürekli Hak askıyla sarhos görünürdü. Ne kadar kendilerinin sohbetinde bulun-mussam ve ne kadar habersiz olarak kendilerini ansızın zi-yaret etmissem, o sultanı murakabe hâlinde bulmus, sonsuz

182 Celal Mısır Hocaefendi’nin notlarından alınmıstır.

184

HACI ÖMER HÜDAÎ BABA

feyizleriyle sarhos olarak hayret içinde kalmısımdır” diye anlatır.

Daha talebeliginin ilk yıllarında iki yıl kadar zikir ve vird ile mesgul olmus, yedi yıl kadar Anadolu’yu dolasmıs daglarda ot ile beslenmis, münzevi bir hayat sürmüs Yüce Allah’ın hususi tasarruflarına ulasmıstır. Sevgilisiyle bir an daha fazla kalabilmek için sabahlara kadar ibadet eden çok büyük bir velidir. Bu yasam sekli ve hâliyle ilk dönem sûfile-rinin pek azının ulastıgı takva bir hayata ve makama sahiptir.

185

ARDA KARANİ

F MÂNEVÎ TERBİYE F

Tasavvuf, Kur’ân, Sünnet ve Ehl-i Beyt temeline oturur. Bunun dısındaki görüsler bâtıl ve İslam’ın ruhunun ve man-talitesinin dısındandır. Kur’ân’ı anlamaya çalısırken Sün-net’i, Sünnet’i yasamaya çalısırken Ehl-i Beyt’i dıslayan bir tasavvuf ekolü olamaz. Bu yüzden Hz. Ali’ye ve Ehl-i Beyt’e varmayan her yol bâtıldır. Hacı Ömer Hüdaî Baba da hem yol olarak, hem soy olarak Ehl-i Beyt nurundan ziyadesiyle beslenmis bir gönül üstadıdır.

ÖMER HÜDAÎ BABA’NIN İLMÎ ve EDEBÎ MİRASI

F Hüdaî Divanı’ndan SeçmelerF Vasiyyetname-i HüdaîF Risale-i Hüdaîyye

VI. BÖLÜM

189

ARDA KARANİ

F HÜDAÎ DİVANI’NDAN SEÇMELER F

Bu bölümde Ömer Hüdaî Baba’nın Divanı, Risalesi ve Vasiyetnamesi’ni inceleyecegiz.

Özellikle Divan-ı Hüdaî’den bazı siirleri mânâsına baglı kalarak günümüz Türkçe’sine çevirdik. Siirlerinin belirlen-mis bir adı yoktur ancak biz anlamlarına göre daha iyi anla-sılması için isimlendirdik.

Vasiyetname’si daha arı bir Türkçe’yle yazıldıgı için ori-jinal haliyle verdik.

Risale’sini de günümüz Türkçesiyle vererek bu âlim ve ârif kisinin ilminden istifade etmeye gayret gösterdik.

Ekler bölümüne de Divan’ın orijinal metinlerinden örnek-lerin, kisisel esyalarının, türbesinin fotograflarını ekledik.

BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM

Besmele

“Besmele ile bed ettim iptidaEt inayet bize ey Bari Hüda”Önce besmele ile başladımBize yardım et ey Rabb’im

“Senin isminle her is olur tamamBöyle itikad etmisiz has-u am”Her iş tamam olur Senin adınlaTüm halk ve âlimler bu inançla

190

HACI ÖMER HÜDAÎ BABA

“Hamd-ü bi had sana olsun ey HüdaKılma bizi Senin lutfundan cüda”Ey Rabb’im sonsuz hamd olsun SanaNe olur lutfundan uzak tutma

“Hem salât olsun Resûlü’ne tamamKıl sefi’ bize aynı yevme’l-kıyam”Peygamberimize sonsuz salât ü selamO’nu kıyamet gününde şefaatçi kıl tamam

“Dahi olsun âline ve ashabınaCümle etbaına ve ahbabına”Selam olsun Ehl-i Beyt’ine, ashabınaSonra gelen nesline ve tüm dostuna

“Anlar ile din hayat buldu tamamÜmmete Hak anları kıldı İmam”Din onlar ile hayat buldu, tamam olduAllah onları ümmete İmam kıldı

“Her kim anlara ederse iktidaAnlar olmaz lütf-i Halık’tan cüda”Kim onlara olursa uyan,Yaratıcının lutfundan olmaz yoksun

“Her bir ilmin kapusu oldu AliBaki ashab-ı kiram oldu veli”Her ilmin kapısıdır AliDaima sahabilere oldu veli

“Cümlesinden razı olsun ol MuinRahmetullahi aleyhim ecmain”Yardımcımız Allah, hepsinden razı olsun,Allah’ın rahmeti üzerlerine dolsun

191

ARDA KARANİ

“Kıl cemalinle müserref ya SamedDilerim lutfeyleyesin ya Ahad”Ey Samed, cemalini görmekle şereflendirEy tek ve bir olan Allah’ım, beni lutuflandır

“Cümle ihvanımla ya Rab sadı kılAffedip isyanımızı azadı kıl”Ya Rab kardeşlerimle birlikte bizi sevinçli kılİsyanımızı bağışlayıp cehennemden azad kıl

“Eyle cümlemize lutfunla tevfikTevfikın her hususta ola refik”Lutfunla hepimizi başarılı eyleHer konuda bize başarıyı dost eyle

Tevbe

“Et tevbe cürme ibtidaSana gele buy-i Huda”Önce günahına et ki tevbeRabb’in sana kokusu gele

“Gel sükutiyle siyam etZikr-i Huda’ya kıyam et”Susma orucu tut veya susarak oruç tutHakkı zikre çalış, kıyam et

“Olma huzurundan cüdaGelmez mi gör feyz-i Huda”Ayrılma O’nun huzurundanGelmez mi bakalım sana feyzi nurundan

“Her an huzurda devam etGelmez mi gör feyz-i Huda”Devam et O’nun huzurundaGelmez mi bakalım feyz-i nurundan

192

HACI ÖMER HÜDAÎ BABA

“Küsad et kalbin bendiniKo bu dünyanın cengini”Çöz bağını kendinin kalbiniDünya kavgasını bırak kendini

“Bagla sivadan kendiniGelmez mi gör feyz-i Huda”Allah’tan gayrısından bağla haliniGelmez mi bakalım feyz-i nurundan

“Tarik-ı Hak’ta kim giderFeyz-i Huda’yı celb eder”Giderse her kim Hak yolundaÇeker Allah’ın feyzini

“Allah ana imdad ederGelmez mi gör feyz-i Hüda”Allah ona yardım ederGelmez mi bakalım feyz-i nurundan

“Etme sivaya iltifatBulasın gamdan necat”Allah’tan gayri şeye verme değerKurtulursun, dağılır gam ve keder

“Muhammed’e ver salâvatGelmez mi gör feyz-i Huda”Muhammed’e ver salâvatGelmez mi bakalım feyz-i nurundan

“Bu ask bir bahr-i a’zamdırHuda’dan lutf u keremdir”Bu aşk çok büyük bir ummanİkramdır bize Hüda’dan

193

ARDA KARANİ

“Gir buna feyz-i etemderGelmez mi gör feyz-i Huda”Gir buna bu tam bir feyizdirGelmez mi bakalım feyz-i nurundan

“Uyma nefsin hevasınaDüsmeyesin belasına”Uyma nefsin hevasınaDüşmeyesin belasına

“Gel gir askın deryasınaGelmez mi gör feyz-i Huda”Gel gir aşkın deryasınaGelmez mi bakalım feyz-i nurundan

“Hubb-i sivadan firar etZikr-i Huda’ya devam et”Kaç kurtul dünya sevgisindenAllah’ı zikre devam ile

“Huzur-i Hak’ta karar etGelmez mi gör feyz-i Huda”Hak huzurunda ol devamGelmez mi bakalım feyz-i nurundan

“Terk eyle sit u sedayıBulmak dilersen Huda’yı”Terk et şöhreti ve şanıBulmak istersen eğer Hakk’ı

“Dal bahr-i aska HüdaîGelmez mi gör feyz-i Huda”Hüdaî dal aşk denizineGelmez mi bakalım feyz-i nurundan

194

HACI ÖMER HÜDAÎ BABA

Yalan Dünya

“Bu dünya dar-i gaflettirRahatı hep yalandır ha!Bu dünya gaflet yurduRahatı yalandır ha!

“Bilirsin ahiri faniVefasız bir cihandır ha!”Bilirsin sonu yokturVefasız dünyadır ha!

“Sivanın rengine hiç bakmaMevti daima zikret”Bakma Hakk’tan gayrısınaHatırla ölümü daima

“Elinde var iken fırsatGönlünü gel uyandır ha!”Elinde var iken fırsatGönlünü gel uyandır ha!

“Büyük söz söyleme kıl ictinabYıkma gönül bir dem”Uzak dur söyleme büyük sözüYıkma hiçbir zaman gönlü

“Uyup nefse gönül yıkmakÂsıklara ziyandır ha!”Uyup nefse gönül yıkmakÂşıklara ziyandır ha!

“İtimad etme adudur sana bu nefis ile seytanUyup bunlara hiç gitme yarı yolda koyandır ha!”Güvenme düşmanındır sana nefsin ile şeytanUyup bunlara hiç gitme yarı yolda koyandır ha!

195

ARDA KARANİ

“Görünür türlü ziynetle gözüne gerçi bu dünyaBakıp nakısına aldanma bakası yok yalandır ha!”Bu dünya çok süslü ve çekici görünür ammaBakıp nakışına aldanma bakası yok yalandır ha!

“Naks-i dünyaya aldanan bunun zevk-i daim sanırBilmezler tez geçer gölge gibi bir seyebandır ha!”Dünyanın süsüne aldanan bu zevk-i daim sanırGeçer gölge gibi dünya bilmezler çardakdır ha!

“Hüda asıkları hiç meyl-i agyar eylemezler kimMalumdur meyl-i agyar eylemek daim yamandır ha!”Hak aşığı eylemez O’ndan başkasına etmez meyilBilirler O’ndan başkasına meyil yamandır ha!

“Devam et zikr-i Yezdan’a sakın divane bos gezmeHaberdar ol ki eristi vakit ahir zamandır ha!”Devam et zikre sakın delilik edip boş gezmeHaberdar ol ki erişti vakit ahir zamandır ha!

“Bilir misin duhul eden Hüdaî cennete kimdirTutup emr-i İlahiyi kulluguna koyandır ha!”Hüdaî bilir misin cennete kimin gireceğini?Emr-i İlahiyi tutup kulluğuna koyandır ha

Aşk-ı Hüdaî

“Âlem-i aslını fikreyle aglaDüsk ask-ı Hüda’ya su gibi çagla”Asıl âlemi düşün de ağlaAllah aşkına düş su gibi çağla

“Günahına edip tevbe gönüldenYüregin ask etesi ile dagla”Günahına edip tevbe gönüldenYüreğin aşk ateşi ile dağla

196

HACI ÖMER HÜDAÎ BABA

“Hakk’a giden yola çalıs düsegörSeriatle âmil olup gide gör”Hakk’a giden yola girmeye çalışŞeriatin buyruklarını yaşamaya

“Rihlet etmek için bir zad edegörAzizim simdiden isini sagla”Yola çıkmak için bir azık hazırlaAzizim şimdiden işini sağla

“Can-u dilden Hüda’yı zikret her anTaharetle ruz-ü seb oku Kur’ân”Can-u gönülden Hüda’yı zikret her anGece gündüz abdestli oku Kur’ân

“Dilin küsad ede Hazret-i YezdanO kim seytan yoludur anı bagla”Ki Allah kalp gözünü açsınTüm şeytanın yollarını kapasın

“Hüdaî eyledi iltica AllahEtti affı için çok reca Allah”Hüdaî hep sığındı Allah’aAffı için rica etti Yüce Hakk’a

“Der ki muradımı ver yüce AllahSıbg-ı Rahman ve ıtr-ı sah ile yagla”Yüce Mevlam ver muradımı derRahman’ın kokusu ile Hakk’ın boyası ile

197

ARDA KARANİ

Sana Gelmişem Ya Rab

“Masivadan el çeküp Sana gelmisem ya RabTerk-i dünya eyleyüp Sana gelmisem ya Rab”Hak’tan başka her şeyden geçip Sana gelmişim ya RabDünyayı tamamen atıp Sana gelmişim ya Rab

“Diler bu kalbim seni etme mahrum ya GaniFeyzinle sad et beni Sana gelmisem ya Rab”Ey zengin Rabbim, kalbimi Senden yoksun bırakmaFeyzinle sevindir beni Sana gelmişim ya Rab

“Askın ile dolmusam mest-ü müdam olmusamDogru yolu bulmusam Sana gelmisem ya Rab”Aşkın ile dolmuşum sürekli sarhoş olmuşumDoğru yolu bulmuşum Sana gelmişim ya Rab

“Abd-i aciz hakirem günahkarem fakiremÜmidimi kesmezem Sana gelmisem ya Rab”Aciz hakir bir kulum günahkârım fakirimÜmidimi kesemem Sana gelmişim ya Rab

“Gayrıya hiç gitmezem kapını terk etmezemSettar isminle setr et Sana gelmisem ya Rab”Gayrıya hiç gitmem kapını terk edememGünahları örten isminle gizle Sana gelmişim ya Rab

“Bu masivadan el çeküp geldim kapına nihayetSana gelen dogru yolu göster bize et inayet”Şu dünya varlıklarından el çekip geldim kapına nihayetSana gelen doğru yolu göster bize yardım et

“Bir zelil abd-i acizim yüzüm siyah bîçareyimEy sahib-i lutuf fazlın ile et siyanet”Ezik bir kulum, yüzüm kara çaresizimEy lutuf ve kerem sahibi, lutfunla koru bizi

198

HACI ÖMER HÜDAÎ BABA

“Çoktur deyu isyanımız ümidimizi kesmeyizNefsin elinden el-eman eylerim Sana sikayet”İsyanım çoktur diye ümidimi kesmem niyahetNefis elinden usandım ederim Sana şikayet

Bu nefs-i sumun hilesi çoktur hemen yoldan saparLutf u keremin görmeyip yaptıgı cürm-ü cinayet”Bu uğursuz nefsin tuzağı çoktur sapar hemen yoldanLutuf ve keremin görmez işler nefis cinayet

“Ol Habibin hürmetine cümlemizi af eyle SenNur-i Zâtından Ahmed’i ey icad eden bidayet”O Sevgilin yüzü hürmetine hepimizi affetEy ilk yaratılışta Ahmed’i Zâtının nurundan yaradanım

“Ta ezeli müstakınam rü’yet-i didarın içinDer Hüdaî fazlın ile ver askını et hidayet”Ezelden beri yüzünü görmek için yanmışım tutuşmuşumHüdaî der ki: Lutfunla aşkını ver, beni doğru yola ilet

Eyle İmdat

“Salika eyle münacat, de Hüda’ya el-giyasİtiraf et cürmünü söyle Hüda’ya el-giyas”

Ey salik yalvar Hakk’a, iste imdatEt günahını itiraf, iste imdat

“Bir fakirem ey Hüda ihsane geldim etme redHem alilem derdime dermane geldim el-giyas”

Ey Rabb’im bu fakiri kovma kapındanBu hasta halime bir ilaç eyle imdat

Çok tefekkür eyledim hiç benden edna kimse yokMagfiret deryasına gufrane geldim el-giyas

Düşündüm ki yok benden aşağı kimseAf kapısında bağışla, eyle imdat

199

ARDA KARANİ

“Ettigim cürm-ü hatalar verdi dehset gönlümeHer cihetle dertliyem dermane geldim el-giyas”

Korktum günahımdan dehşet veren hatamdanHer zaman dertliyim derman ol eyle imdat

“Çok kabahat, yok ibadet noliser halim acepBöyle mahzun aglayıp efgane geldim el-giyas”

Kabahatim çok ibadetim yok halim ne olacakFigan edip kapına geldim eyle imdat

“Derdime derman erismez Senden özge kimsedenAfv ü magfiret için Subhane geldim el-giyas”

Kimse derman olamaz Senden gayriAf ve bağışın için Sana geldim eyle imdat

“Pir-i fani olmusam yok takatim hiç kullugaCezbe-i askını ver divane geldim el-giyas”

İhtiyarım gücüm kalmadı kulluğaAşkını ver de huzura geldim eyle imdat

“Ömrüm ahir oldu çün cismimde takat kalmadıKimseden yok faide ihsana geldim el-giyas”

Ömrümün sonunda bedenimde takat yokKimseden fayda yok ihsana geldim eyle imdat

“Okudum Kur’ân’daki ‘la taknetu’ ayetiniKesmedim ümidimi Yezdan’e geldim el-giyas”

Okudum ‘ümit kesmeyiniz’ ayetiniKesmedim ümidimi Sana geldim eyle imdat

“Sıdk ile birligini ikrar edip lisan ileKalb ile tasdik edip irfane geldim el-giyas”

Dil ile doğruluk ile tek ve birsinKalbimde onayladı bilgine geldim eyle imdat

200

HACI ÖMER HÜDAÎ BABA

“Cümle mü’min kardasa ahir nefeste ver imanEyleme red kapına fermane geldim el-giyas”

Tüm müslümanlara son nefeste ver imanKovma kapından buyruğan geldim eyle imdat

Bu Hudaî, lutf u fazlın daim eyler talepEl açıp der el-eman Sultane geldim el-giyas”

Hüdaî ister lutuf ve kereminiEl açıp aman diler Sultan’a geldim eyle imdat

Vazgeç Dünyadan

“Ask-ı dildaride yanmak dilersen bu fenadan geçTarik-i Hak’ta zakir ol bu söhret ü senadan geç”

Aşkı ile yanmak için vazgeç bu dünyadanZikreden ol Hak yolunda vazgeç şöhretten dünyadan

“Sakın nefse uyup terk eyleme ask yolunuBırak gavgay-i cihanı bu fakr ile ginadan geç”

Sakın nefse uyup terk etme aşk yolunuBırak dünyanın kavgasını malını vazgeç dünyadan

“Sivadan meylini kes sabit ol ruz-ü seb aglaNe lazım asıka kösk ü saray ü kasaneden geç”

Uzak dur gayrısından gece gündüz ağlaNe lazım aşığa, köşkten ve saraydan vazgeç

“Bu ask bi bahr-i a’zamdır mevcine hiç nihayet yokHakikat mülküne azm et bu sakf ile binadan geç”

Bu aşk büyük deniz; dalgası sonsuz ummanAhirete mal-mülk yap, vazgeç dünya malından

“Hüdaî bahr-i aska dal füyuzatiyle dol her demAcep devran-i cihandır gel bu mihnet-hanedan geç”

Hüdaî aşka dal, herzaman aşk deniziyle dolAcaip bir zamandır vazgeç sıkıcı dünyadan

201

ARDA KARANİ

Ferah

“Bil muhakkak asıkan masuk ile olur ferahHücre-nisin talebe ders ile olur ferah”

Bil muhakkak âşıkların sevgiliyle mutlu olur ferahSınıfta öğrenci ders ile mutlu olur ferah

“Gözlerini ey püser aç bülbüle eyle nazarUçarak daldan dala güller ile olur ferah”

Ey oğul gözlerini aç da bülbüle bakDaldan dala konarak güller ile olur ferah

“Mürgane gulgule düsmüs ötüsürler her zamanNale ederler çimende ask ile olur ferah”

Kuşlar coşa gelmişler ötüşüp duruyorlarÇimenlerde ağlar aşk ile mutlu olur ferah

“Talib-i dünya olanlar ehl-i Hak’tan ayrılırKuud-i firas eyleyip dinar ile olur ferah”

Dünyayı isteyenler Hak dostundan ayrılırAltın gümüşle mutlu olur isyan ile olur ferah

“Meyledenler masivaya mevtini nisyan ederSim-ü zeri cem edip isyan ile olur ferah”

Allah’tan gayrısına meyleden ölümü unuturLüks koltukta oturup para ile olur ferah

“Asık-ı Hüda olan cihan ziynetin anlamazHırka-i dervisi giyip zikr ile olur ferah”

Allah’a aşık olan dünya süsünden anlamazDerviş hırkası giyer zikir ile olur ferah

“Asık olan ask ile Masuk’unu çok zikrederMasivayı terk edip dildar ile olur ferah”

Âşık olan aşk ile sevdiğini çok zikrederGayrısını terk eder Sevgili’yle olur ferah

202

HACI ÖMER HÜDAÎ BABA

“Asık isen salika zikr-i Hüda et hemanKalb-i asık Halik-ı ekber ile olur ferah”

Ey salik âşık isen Allah’ı zikret hemenAşığın kalbi Yaradanıyla olur ferah

“Gafleti koy Hüdayi ruz-ü seb zikreyle gelMasivayı terk eden huzur ile olur ferah”

Ey Hüdaî gafil olma gece gündüz zikirle gelGayrısını terk eder huzur ile olur ferah

Ohh!

“Her seherde saçar hak feyz eder, ohKamu müznibanı tathir eder, ohGünahkaran gelir fevc fevc kapınaKamusun rahmetin temyiz eder oh”

Hak her seher vakti feyz saçar, ohBütün günahkârları temizler, ohGünahkârlar bölük bölük kapına gelirlerRahmetin hepsini ayırt eder, oh

“Âsık-ı cemali olan salikeAçar nikabını rü’yet eder ohSararıp benzi solan bir asıkıHeman bülbül gibi sadan eder oh”

Cemaline âşık olan salikeAçar cemalini gösterir ohSararıp benzi solan aşığıBülbül gibi mutlu eder oh

“Ne in’amdır ne hos ihsan ya Rabb’iSenin feyzin beni bihud eder ohKemal-i sevk ile mest etti el-HakAnı ask kendine bende eder oh”

Ne büyük nimet ve ihsandır Ya RabFeyzin beni sarhoş eder ohTam bir şevkle sarhoş etti beni HakAşk onu kendine bende eder oh

203

ARDA KARANİ

Hüdaî naçize mahabettindenNe hos bir cür’a verdin mest eder oh

Bu aciz Hüdaî’ye sevgindenNe hoş bir yudum verdin mest etti oh

Medet Allah’ım

“Âdem’i topraktan icad eyleyen Allah’ım mededNarı İbrahim’e gülzar eyleyen Allah’ım meded”

Âdem’i topraktan yaratan Allah’ım medetAteşi İbrahim’e bahçe eden Allah’ım medet

“Eyle hidayet koma hiç zulmet içre bu gönlümüHazret-i Musa’yı galip eyleyen Allah’ım meded”

Hidayet eyle karanlığa koyma bu gönlümüHazret-i Musa’yı galip eyleyen Allah’ım medet

“Dergâhına yüzüm sürüp boynumu büküp aglarımİsa’yı ruhundan icad eyleyen Allah’ım meded”

Dergâhına yüzüm sürüp boynumu büküp ağlarımİsa’yı ruhundan icat eyleyen Allah’ım medet

“Serm ile hicab eylerim arz etmege ahvalimiİsmail’e koçu kurban eyleyen Allah’ım meded”

Halimi arz etmeye utanırım sıkılırımİsmail’e koçu kurban eyleyen Allah’ım medet

“Gitmezem çoktur deyu ben zenb-ü isyanım ey Hüdaİdris’i sag Adn’e idhal eyleyen Allah’ım meded”

Günahım çoktur diye kapından gitmem Allah’ımİdris’i sağ olarak Adn cennetine koyan Allah’ım medet

“Nefs ile seytana uyup eylemisem bihad günahYusuf’u Ya’kub’a irsal eyleyen Allah’ım meded”

Nefs ile şeytana uyup işledim çok günahYusuf’u Yakub’a gönderen Allah’ım medet

204

HACI ÖMER HÜDAÎ BABA

“Cismimde kuvvet kalmadı Sana ibadet etmegeEyyub’u derdinden halâs eyleyen Allah’ım meded”

Cismimde kuvvet kalmadı Sana ibadet etmeyeEyyub’u derdinden kurtaran Allah’ım medet

“Aç basiret gözlerimi müserref kıl cemalinleAhmed’i nurundan icad eyleyen Allah’ım meded”

Gönül gözümü aç cemalinle şereflendir beniAhmed’i nurundan yaratan Allah’ım medet

“Ruz-üseb agla Hüdaî yalvar Hüda’ya durma hiçYoktan bu kâinatı var eyleyen Allah’ım meded”

Hüdaî gece gündüz ağla Allah’a durma hiçYoktan kainatı yaratan Allah’ım medet

“Koma bu zulmet içinde gönlümü Mevla mededSihr-i a’dadan Musa’yı kurtaran Mevla meded”

Koyma ya Rab! Bu karanlık içinde gönlümü medet Düşmanların sihrinden Musa’yı kurtaran Ya Rab Medet

“Gelmisim kapına ya Rab sana boynumu egipLutf u fazlınla küsadet gönlümü Mevla meded”

Gelmişim kapına ya Rab Sana boynumu eğipLutuf ve fazlınla aç gönlümü ya Rab medet

“Eylerim zikre devam et bab-ı fazlını küsadTopraktan Âdem’i icad eyleyen Mevla meded”

Daima zikrederim nolur gönlümü açTopraktan Âdem’i yaratan Allah’ım medet

“Nefs ü İblis’e uyup çok isledim cürm-ü günahİçir askından bir cür’a tab’ıma Mevla meded”

Nefsime ve İblis’e uyup işledim çokça günahİçir aşkından bana Ya yab medet

205

ARDA KARANİ

“Zenb-ü isyan eyledim hasbe’l beser affet amanİbrahim’e narı gülzar eyleyen Mevla meded”

Beşer zaafı gereği isyan eyledim affet amanİbrahim’e ateşi gül bahçesi yapan ya Rab medet

“Çok tefekkür eyledim hiç benden edna kimse yokHz. İsa’yı ruhtan halk eden Mevla meded”

Çok düşündüm benden aşağı yok kimseHz. İsa’yı ruhtan yaratan ya Rab meded

“Eylerim Senden hayâ arz etmege ahvalimiZebh-i İsmail için koç indiren Mevla meded”

Halimi Sana söylemekten utanırımİsmail’i kesilmekten kurtarmak için koç indiren ya Rab medet

“Zenb-i kesretle kapına eyledim iltica benİdris’e cennette hülle biçtiren Mevla meded”

Çok günahımla kapına sığındım benCennette İdris’e giysi biçtiren Ya Rab medet

“Kalmadı cismimde takat eyleyem taat SanaYa’kub’a Yusuf kokusun ileten Mevla meded”

Kalmadı cismimde takat eyleyem ibadet SanaYa’kub’a Yusuf kokusunu ileten ya Rab medet

“Geç günahımdan Ğafur bakma benim isyanımaRenciden Eyyub’u halâs eyleyen Mevla meded”

Bağışlayıcı Rabb’im günahlarımı affet bakma isyanımaHz. Eyyub’u sıkıntıdan kurtaran Rabb’im medet

“Lutf u fazlınla kerem kıl aç basiret gözümüAhmed’i nur-i Zâtından halk eden Mevla meded”

Lutuf ve kereminle gönül gözümü açAhmed’i kendi nurundan yaratan Allah’ım medet

206

HACI ÖMER HÜDAÎ BABA

“Kıl cemalinle müserref bu Hüdaî bendeniCümle kainatı yoktan var eden Mevla meded”

Bu Hüdaî kulunu cemali görmekle kıl şerefliBütün kainatı yoktan var eden Mevla medet

İrşad

“İlahi didarınla eyle irsadYa Rabb’i kıl cemalinle beni sadEderse her ne matlub Sen verirsinZikrini kim ki eyler ise mu’tad”

İlahi cemalinle irşad eyleYa Rabb’i cemalinle mutlu eyleKim Seni isterse onu Sen verirsinKim Seni zikretmeyi ederse âdet

“Reca kuldan ata Senden İlahiHidayet kıl olam ben Sana abbadYine fazlınla Sana oldum ussakAnınçün eylerim ismin Senin yad”

İstemek kuldan, vermek Senden ya İlahiHidayet eyle olayım Sana tam kulYine fazlınla olayım Sana tam âşıkHer an ismin anarım Seni hep anarım

“Bu mihnet-hanede zulmet içindeİnayet et kalmısam ya Rab bidadHüda saile terahhüm eyleFeyzinle et ana tevfikın imdad”

Bu dünya evi zulmet içindeYardım et ya Rab kaldım çaresizDilenci Hüdaî’ye yardım et acıFeyzinle ona başarı ve imdat et

207

ARDA KARANİ

Zevk-i Leziz“Perdeyi kaldır aradan alasın bir zevk-i lezizBak ne halk etmis yaradan alâsın bir zevk-i leziz”

Perdeyi kaldır aradan çok lezzetli bir tat alasınBak ne halk etmiş Yaradan çok lezzetli bir tat alasın

“Düsmüsem ask deryasına kesb-i safalar eyleremGel sen de gir ey zahid alasın bir zevk-i leziz”

Düşmüşem aşk deryasına çok sefa kazanırımGel sen de gir ey zahid çok lezzetli bir tat alasın

“Verme gel hiç sıklet bana istima etmem o pendiSen mekteb-i irfana gel alasın bir zevk-i leziz”

Boş yere bana yük olma, o öğüdü dinlememSen irfan mektebine gel ki çok lezzetli bir tat alasın

“Kalbini kibr ü riyadan pek eyle gel ey zahidaEyle devam tevhide sen alasın bir zevk-i leziz”

Kalbini kibirden gösterişten temizle ey zahidTevhide devam et ki çok lezzetli bir tat alasın

“Korkma seni reddeylemez sanı sanlardan uludurKapısında boynunu bük alasın bir zevk-i leziz”

Korkma seni reddeylemez şanı şanlardan uludurKapısında boynunu bük çok lezzetli bir tat alasın

“İhtilat etme nas ile kalbinden masivayı atO kadar çok zikreyle kim alasın bir zevk-i leziz”

İnsanlara karışma kalbinden masivayı atO kadar çok zikreyle ki çok lezzetli bir tat alasın

“Hüdaî der itiraf et cürmünü Rabb-i Kerim’eYalvar daim kapısında alasın bir zevk-i leziz”

Hüdaî der itiraf et suçunu Kerim RabbeYalvar daim kapısında çok lezzetli bir tat alasın

208

HACI ÖMER HÜDAÎ BABA

Ey Padişah

“Lutfuna çok ümidim varSenin gibi müridim varDünya kederinden ne gamBenim bir sehr-i yarim var”

Lutfuna çok ümidim varSenin gibi irade edenim varDünya kederinden ne gam varSenin gibi padişahım var

“Sana çok ümid etmisemHidayet yolun tutmusamAskın bahrine düsmüsemDalmaga iftiharım var”

Seni çok ümit etmişimHidayet yolunu tutmuşumAşkın denizine düşmüşümDalmakla övüncüm var

“Lutfu çoktur etmez sitemAna ne vakit gider isemVerir her ne çok istersemBenim bir Perverdigarım var”

Lutfun çoktur etmem sitemOna ne zaman gider isemVerir her ne çok istersemBenim bir rızık veren mürebbim var

“Zikrin edip durmam geruEtmisem Sana serfüruHemise eylerim arzuAffına intizarım var”

Zikrin etmekten durmam geriSana boyun eğmişimDaima ederim arzuAffına sığınağım var

209

ARDA KARANİ

“Vücutta hiç takatim yokElimde bir tutarım yokBenim bir itibarım yokSeninle bir pazarım var”

Vücutta hiç takatim yokElimde bir tutarım yokBenim bir itibarım yokSeninle bir pazarım var

“Ettim bi–had cürm-ü günahDestim tehi yüzüm siyahGeldim Sana ey PadisahBu kadar ihtiyarım var”

Ettim hadsiz cürüm ve günahElim boş yüzüm siyahGeldim Sana ey PadişahBu kadar takatim var

“Bîçare Hüdaî SendenDiler lutfunu fazlındanDer ümidim yok kimsedenBenim bir Girdigarım var”

Çaresiz Hüdaî SendenDiler lutfunu fazlındanDer ümidim yok kimsedenBenim kapısına sığınacağım var

“Bir muradım var Sana ey GirdigarKıl anı nasip bana PerverdigarDaima askın sarabını içipOlayım mest-ü müdam leyl-ü nehar”

Bir muradım var Sana ey SığınağımOnu nasip kıl bana rızık verenimDaima aşkın şarabını içipGece gündüz sarhoş olayım

210

HACI ÖMER HÜDAÎ BABA

Evliya

“Durmayıp Senden dilerim ey HüdaDilde savkın beni ede bi karar”

Durmayıp Senden dilerim ey Rabb’imGönülde aşkın bende kılsın karar

“Setr-ı ayb et eyleme rüsvay-i halkMagfiret et kılma bizi ehl-i nar”

Kusurumu gizle eyleme beni rezil Affet bizi eyleme cehennem ehlinden

“Hz. Muhammed’i, bîçareden hosnud edipAhrette kıl sefi’ o Sultanı et bize yar”

Hz. Muhammed’i bu çaresizden et razı O Sultanı ahirette bize şefaatçi dost et

“Ak sakallı pir-i fani olmusamEvliya defterine yaz eyle beni bahtiyar”

Ak sakallı bir pir oldum artıkEvliya defterine yaz beni eyle mesut

“Bu Hüdaî ah ü efgan eyleyüpDer ki: Ver muradımı Perverdigar”

Bu Hüdaî ağlar sızlar figan eylerEy rızk verenim muradımı ver diyerek

Vâsıl

“Sana âsık olan salik daim kapında saildirOlursa her neye malik feday-i Hakk’a kaildir”

Sana âşık olan salik daim kapında dilenirSahip olduğu her şeyi Hak yolunda tüketir

“Bu dünyaya gelip gitmek acip sırr-ı İlahidirBu sırra mazhar olanlar tamam mürsid-i kâmildir”

Bu dünyaya gelmek Hakk’ın sırrıdırBu sırrı bilenler kâmil mürşiddir

211

ARDA KARANİ

“Vema halaktu’l-cinne ayetinde eyledi muzmarBu ilmi fehm eden zaten hakikat ehl-i akildir”

‘Vema halaktu’l-cinne’ ayetinde gizlediBu ilmi bilen kişi zatendir akil

“Ne kadar ders-i hikmet akl-ı maas ile okusaFelatun olsa hatta o yine bir sahs-ı cahildir”

Ne kadar günlük akılla felsefe okusaEflatun dahi olsa genedir cahil

“Muhakkak âlimin ilmi eder cehlini izaleHüda rızasını tahsil eden ilmiyle amildir”

Muhakkak âlimin ilmi cahilliğini giderirAllah rızasının kazanan kişi ilmiyle amil

“Hevay-i nefsi gönülden silip daim zikreyleHüdaî zakir olalar vislal-i Hakk’a naildir”

Nefs arzusunu gönülden çıkar Hakk’ı zikreyleHüdaî zikredenler Hakk’a erendir nail

Pir Abdülkadir

“İstinadım sanadır ya Hazret-i AbdülkadirDestgir ol sen bana ya Hazret-i Abdülkadir”

Dayanağım sensin ey Hazret-i AbdülkadirBana yardım eyle ey Hazret-i Abdülkadir

“Ne kadar sa’y ettim ise olmadı bir çare ahKabrine yüz sürmege ya Hazret-i Abldulkadir”

Ne kadar çabaladımsa da bulamadım bir çare ahKabrine yüz sürmeye ey Hazret-i Abdülkadir

“Takatim yok nedeyim derd-i firakın çekmegeDestgir ol sen bana ya Hazret-i Abdülkadir”

Ayrılık acısına dayanamıyorum artıkBana yardım et ey Hazret-i Abdülkadir

212

HACI ÖMER HÜDAÎ BABA

“Asık-ı sadık olanlar bu masivayı nederSalik olanlar bu yola dürr-ü mercan cem eder”

Neylesin bu dünyayı gerçek aşıklarBu yolda inci mercanı cem eder salikler

“Bu tarikat çünkü dogru Sah-ı Merdan’a giderDestgir ol sen bana ya Hazret-i Abdülkadir”

Çünkü bu yol Şah-ı Veli Hazret-i Ali’ye giderBana yardım et ey Hazret-i Abdülkadir

“Gafil olma emr-i Hak’tan emr-i dünyada gayürBu yola asksız girenler dökülür yolda kalur”

Haktan gafil olma dünyaya meyil etmeBu yola aşksız girenler yolda dökülür kalır

“Kimini tutup haramiler metaını alurDestgir ol sen bana ya Hz. Abdülkadir”

Kimini eşkıya tutar eşyasını soyarBana yardım et ey Hazret-i Abdülkadir

“Yok hilafım sözlerimde cümle gerçektir inanVakt-i rihlet geldi artık nevm-i gafletten uyan”

Tüm sözlerim gerçektir yok yalanımAhirete göçme vakti uyan gaflet uykusundan

“Terk-i dünya eylemektir bu isine bos koyanDestgir ol sen bana ya Hz. Abdülkadir”

Bu işe baş koyanın terk etmesi gerekir dünyayıBana yardım et ey Hazret-i Abdülkadir

“Zahidin maksudu cennette saadet eyleyeEkl-ü sürb edip muradı zevk-u rahat eyleye”

Zahidin yaşamaktır amacı cennet saadetiBütün muradı cennette zevk ve sefa içinde

213

ARDA KARANİ

“Hüdaî’nin kastı da didarı rü’yet eyleyeDestgir ol sen bana ya Hz. Abdülkadir”

Sevgiliyi görmektir oysa Hüdaî’nin amacıBana yardım et ey Hazret-i Abdülkadir

Subhan

“İhtilat-ı nalsa çok oldu bizim noksanımızGün be gün artmaktadır hem cürm ile isyanımız”

Çok eksiğimiz var insanlara karışmış olmaktanBu yüzden günden güne artmaktadır günahımız

“Nevm-i gaflete geçirdik ömrümüz buldu hitamSimdi nedamet edip geldik Sana Sultan’ımız”

Son buldu ömrümüz gaflette geçtiPişman olduk Sultan’ımız şimdi geldik Sana

“Lutfunla eyle kerem bu biçare acizlereVar iken Sen biz kimse yalvaralım Subhan’ımız”

Lutfunla ikram eyle biz çaresizlereEy Subhan’ımız kime gidelim Sen var iken

215

ARDA KARANİ

F VASİYYETNAME-İ HÜDAÎ F

BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM

Besmele ile bed ettim İlahiSana hamd ü sena olsun kema hiSalât ile selam olsun ResûleHem olsun âline ve ashabınaMuhammed iki cihan serveridirHem ahir zemanın peygamberidirResûl-i Kibriya’dır etme inkarSefaat eyler ümmetine her bar“Ulema-u ümmetim” dedi ey can“Eder ihya seriatimi her an”Beni ask-ı Muhammed’den dur etmeSerab-ı Kevser’inden mehcur etmeTarık-i müstakime irsad ettiUsul-i dini ikmal etti gittiAnın vekilleri çoktur cihandaİtikad et sakın kalma gümandaBu ümmetten nice evliya geldiNice ümmet bu yüzden ihya olduVe lakin bu yolun çoktur usulüTarık-i eslemi Kadiri koluDedi Ömer Hüdaî ey erenlerTarıkat-i Kadirî’ye girenlerUslul-i tarika lazım riayetSalikane budur elzem begayetBuyurmus bize kalbimiz süruruPirimiz Ahmed Hindiyyi’l-LahoriSülüs-i ehirinde her geceninUyanması lazımdır zikredeninGecenin her sülüs-i ehirinde

216

HACI ÖMER HÜDAÎ BABA

Huzur ile uyan uyku yerindeYakın olmaga Hakk’a niyyet eyleAdab-u sünnet ile vudu eyleDilinde ask ile tevhidi söyleAbdesti bu suretle ikmal eyleHali bir yeri intihab et ey canOrada zikr ü fikrin olsun her anO mahalle varıp seccadeni serNamaza dur söyle Allah-u ekberÇıkar kalbinden masivayı ey yarHuzur-i Girdigar’a yok olup varOn iki rek’at teheccüd namazıKıl andan sonra et Hakk’a niyazıEger mümkin olmaz ise teheccüdİki rek’at kıl Hakk’a et teabbüdDua et affını iste Hüda’danGünahın magfiret ede YaradanBu da sana olmaz ise müyesserSakın terk edip olma hiç mükedderSabah namazından evvel ya sonraKıbleye karsı dur, olma avaraNamazda oturur gibi kuud etAtıp masivayı ruhen su’ud etDe affet günahı Ğafur AllahOku yigirmi bes defa estagfirullahBir Fatiha üç İhlas üç salavatOku sıdk ile dikkat et begayetPir Abdülkadir’in ruhuna bahsetHüdaî’nin ruhuna sonra bahsetHüdaî’nin hayalin kalbde naksetİki kası arasına nazar etAnın ile diz bediz ol hem-nisinGözle sıdk ile kasların arasınİstimdad et rühaniyyetlerindenBöylece nim ya bir saat durOtur huzur–i Seyh’te etme kusurYeni kalb gözüyle ol Seyh’e nazırBulup cemalini kalbinde hazır

217

ARDA KARANİ

Can-ü dilden nazar et hiç usanmaBu nispetten usanıp geri kalmaEderse aks sana Seyh’in kemaliGörürsün yüzünde nur-i cemaliSa’y et ki olasın seyrinde faniHep esyada göresin fail anıBirinci mertebe bu rabıtadırBu sırra nail olmak ne atadırİkincisi fena fi’r-Resûl olduÜçüncüsü de fena fillah olduKim enaniyyetinden olsa halikBu üç mertebeye erer o salikEger fena müyesser olmaz iseYa’ni ki enaniyyet gitmez iseDaha varlık dagını delemedinLi maallah sırrına eremedinBu kez ervahlarından iste imdadKalbinde açıla dehliz-i sedadYürekten ah edüben huzur eyleEstagfirullah el-Azim söyleYarım saat kadar bu sugl-i pakiEdip icra yürekten eyle bakiEger olur isen Seyh’inde faniTamam, ehli sana akseder aniEger bu da müyesser olmaz iseEnaniyyet saibesi kalırsaBu kere Allah Allah deyu vird etDilinden hiç bırakma bunu zikretYatarken otururken kalkar ikenCünüp ya abdestsiz olup gider ikenDe Allah Allah her an durma zikretGönülden huzur-i Mevla’ya var gitEger İhlas ile devam edersenBu üslüb üzre zikredip gidersenAçılır feyz kapısı nur-i didemMuradın hâsıl olur gelse ademEger Hak var olup sen yok olursanSeni fani, Hakkı mevcut bulursan

218

HACI ÖMER HÜDAÎ BABA

Yani umum vücudun zikrederseEnaniyyet sönüp tamam giderseDevam et ba’dehu tevhide her barBaka hâsıl ola ta sende ey yarKarısma nasa gaybet eyleme hiçBu dünya kesmekesinden tamam geçİlisme kimseye hem bedbin olmaNiçin bu böyle deyi sormaYerincedir kamu isler seraserCenab-ı Hakk’ın emridir biliserUsulümüz budur ey talib-i HakVasıl-ı Hak olur saliki mutlakSinnin tamam olup rüsde erersenBen öldükten sonra himmet dilersinZiyaret etmek içün kabrime gelOtur sag yanıma bos durma tembelEgip üstüne kalbin basın ey canİki gözünü yumup eyle seyranGönül gözüyle sen beni görürsünHakikatten o dem dersin alırsınGelir feyz-i Hüda mesrur olursunTecelli eyler Hak anı bulursunKarısma kimseye uyma sözüneKabahati ara bul kendüzüneBenim nur-i aynim Sırrı EfendiBeyan ettim sana nush ile pendiSana takdir edilmistir ezeldenHidayetler Hudaî lem yezeldenNasib oldu sana ilm-i ledünniHakk’a eyle hamd-ü sükr-ü temenniSakın sen Sırrı, ifsay-i sırr etmeSeriattten çıkıp harice gitmeDehri mezhebinden pek çok hazer etSeriat isrine tabi olup gitLisan ile bilinmez Hak taalâHatır-u hayale gelenden a’laVisal-i Hak lisana gelmez aslaKelam ile takrirden de müberra

219

ARDA KARANİ

Eger telkin ile Hak bilineydiLazım gelirdi Kur’ân söyleyeydiFezkuruni ezkurkum buyurduMuhammed böyle cümleye duyurduHakikat böyledir eyleme süpheBudur uslu (gafil) olup harice gitmeMuradın iste Hak’tan can-ü dildenHakikat rahına gir çıkma yoldanRahmet-i Hakk’a et iltica ey yarMuradın hasıl ola etme inkarSeray-i li maallah’a erersinRana güllerini bir bir derersinYan ask-ı Hak’la ta ki yok olasınGide benlik tamam Hakk’ı bulasınSana sırrımı verdim eyle iz’anNasib olur mu herkese bu ihsanÇok razı ola senden Hak taalâTecellisiyle kılsın seni a’laKereminden sana eylesin ihsanDü cihanda olasın sad-ü handanEvliyanın havassından olasınMuhammed’e civar olup kalâsınGel ey Sırri muradımı ayan etEger bir talib-i Hak gelir iseVissal-i Hakk’a ragib olur iseSeriatle amil olup giderseSalâtını tamam eda ederseTa’rif et evrad-ü usulü bir birSana verdgim gibi eyle takrirNevahiden eylesin ictinabıEdip evamiri icra kema hiBu suretle sana verdim icazetTalib-i Hak olana ver inabetEger derse ki öyle seyh bulunmazHer Seyh’e güvenip ruhsat alınmazNerede bulayım ben öyle zatıÇalısıp emriyle bulam necatıHakk’ın visaline ey talib olan

220

HACI ÖMER HÜDAÎ BABA

Bir Ehl-ini arayıp bulamayanHiç kimseyi muvafık görmez isenSen de cidden eger talib-i Hak’sanSana kafi gelir bu ta’rifatımYani risaledeki tertibatımBu vech üzre sana verdim icazetKabul et sen de çalıs bul mücazatGörürsen eger bir ehl-i kemaliMürsid-i kâmil olan ehl-i haliİtaat eyle emrine be-gayetOlasın nail-i feyz (ü) mükâfatEhl-i tarikada hiç dil uzatmaKulagına ko bu sözleri atmaHiç ayrılma tarik-i müstakimdenBulasın rızay-ı Hakkı tamam senTutalım emrini ey ihvan-ı dinBizden ola Hüda’mız razı âminHüdaî zikri böyle tertib ettiVasiyyet eyledi ihavana gittiBin üç yüz yigirmi tarihti zamanNasihatname tamam oldu hemanOkuyanı dinleyeni yazanıRahmetinle yarlıgagıl ya Ğani

221

ARDA KARANİ

F RİSALE-İ HÜDAÎYYE F

BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM

“Elhamdülillahi Rabb’i’l-âlemin. Vessalat u ve’selamu alâ seyyidina Muhammed’in ve alâ âlihi vesahbihi ecmain. Emmâ ba’du: Ma’lum ola ki tarikat-i Kadiriyye-i aliyyenin mebna ve esâsı seriat-i garray-i Ahmediyye oldugundan ev-vela talib-i Hak olan bir kimse ehl-i sünnet ve’l-cemaatin iti-kadı gibi itikadını tashih edip feraiz-i İlahiyyeyi de fukahay-i izamın bilictidâh tesbit eyledikleri mesail-i ser’iyye ve feraiz-i ameliyyeile amil olduktan sonra tezkiye-i nefs ve tasfiye-i kalb etmege çalısacaktır. Binaenaleyh mesaili-i itikadiyye ve ameliyeye mahsus Arapça ve Türkçe kitaplar pek çok oldugu cihetle kütüb-i mezkureye müracaatla matlub hâsıl olacagın-dan bu husustan sarf-ı nazar edip yalnız tarikat-i aliyyenin adab ve erkaniyle usul ve ezkarından bahsedecegiz.

Evvela bilmelidir ki turuk-i aliyye on iki su’bedir ve bu su’beler On İki İmam’ın tarikleri olup her birisi bir usul ile gitmistir. Fakat bu usullerin esası iki usuldür. Bunların birine tarikat-i nefsani(yye) denilir. Binaenaleyh Tarikat-i Nefsa-niyye’de seyh, kisinin nefsini terbiye ve tezkiye ve tasfiye ederek ruha isal eyler.”

Âlemlerin Rabb’ine hamd, Efendimiz Muhammed’e ve O’nun Ehl-i Beyt’ine ve ashabına salât ve selam olsun. Yüce Kadirî tarikatının esası, Hakk’a gitmek isteyen kimse Hz. Muhammed’in şeriatı üzerine önce sünnet inancına göre ya-şamalı, Allah’ın farz kıldığı işleri de fıkıhçıların âlimlerinin içtihadı ile dini meselelere göre yapıp ruhunu arındırmalı, kalbini temizlemeye çalışmalıdır. Arapça ve Türkçe iman, itikad kitapları çok olduğundan ve amel kitaplarına başvu-

222

HACI ÖMER HÜDAÎ BABA

rarak öğrenmek mümkün olduğu için o konuları izaha gerek görmüyoruz. Biz burada yalnız yüce tarikatın temel öğeleri-ni, usul ve yönteminden bahsedeceğiz.

Öncelikle yüce tarikatların on iki dala ayrıldığı bilinmeli-dir. Ki bu dallar, On İki İmam’ın (Hz. Ali ve evlatları) yolları olup her tarikat bu İmamların bir yöntemi ile Hakk’a ulaş-mıştır. Fakat bu yöntemlerin temeli de iki yöntemdir. Bunların bir nefsanî, diğerine ruhanî tarikat denilir. Nefsanî tarikatta şeyh, kişinin nefsini terbiye edip yücelterek Allah’a ulaştırır.

***

“İmdi nefsi ruha isal içün arada yedi mertebe bulmuslar ve her mertebeye mahsus ve muvafık Esma-i İlahiyye’den birer ism-i serife devam etmislerdir. Ve alâmetler zuhur et-tikçe diger mertebeye terakki ederek o mertebenin ism-i se-rifine devam ederek meratib-i seb’ayi ikmal eylemislerdir. Binaenaleyh Tarikat-i Kadiriyye’de müctemian zikirde cehri ve münferiden zikirde hafiyi usul ittihaz etmislerdir. Çünkü zikr-i cehri muhrik oldugundan salikin havatır-i kalbiyyesini muhrik oldugu cihetle zikr-i cehriyi efdal görmüsler; zikr-i hafi ise salikin letaifini musrik oldugu hasebiyle zikr-i hafiyi efdal görmüslerdir.

Fakat dogrusu mesrebe göredir. Bir salikin mesrebi hangi-sinde terakki ederse ana müdavim olmalıdır. Su halde tarikat-i Kadiriyye salikleri on sart ile ahd-ü misak edilir.”

Şimdi nefsi ruha ulaştırmak için arada yedi aşama bul-muşlar ve her aşamaya özgü ve uygun İlahi bir ism-i şerifi zikretmeye devam etmişlerdir. Her aşamada olgunluğa ula-şınca diğer aşamaya yükselerek o aşamanın ism-i Celaline devam edip yedi aşamayı tamamlamışlardır. Kadiri tarika-tinde toplu zikirde açık, bireysel zikirde düşük sesli zikret-meyi usul edinmişlerdir. Çünkü açık zikir, aşkı yakıcı olduğu için kişinin kalbine gelen şüphe ve vesveseleri yok ettiğinden daha efdal ve uygun görmüşlerdir; düşük sesli zikir de ki-

223

ARDA KARANİ

şinin latifelerini nurlandırdığı üzere düşük sesli zikri uygun görmüşlerdir. (Hafi zikirden maksat tamamiyle sessiz değil; namazda okunan Kur’an gibi kendi duyacağın şekilde olma-lıdır).

Fakat doğrusu bunlar insanın fıtratına ve doğasına göre-dir. Kişinin fıtratına hangisi daha uygunsa ona devam etmesi gerekir. Buna göre Kadiri tarikati mensuplarından on şart istenir.

***

“Birincisi hilaf (yalan) söylememektir, ikincisi gıybet ve bühtan etmemektir, üçüncüsü kimsenin aleyhinde gezmemek ve serefini kırmamaktır, dördüncüsü namazı vaktiyle kılmak-tır, besincisi üzerinde namaz ve oruçtan kazası var ise kaza eylemektir. Altıncısı cümle ahibbadan kat’i ülfet ve devam-ı halvet eylemektir ve erbain beklemektir. Yedincisi az uyu-maktır, sekizincisi riyazata devam eylemektir, dokuzuncusu nefsin hilafını islemektir, onuncusu daima kendisini meyyit halinde görmektir.

Bir salik bu sürüt-i asereyi icra etmege ahd-ü peyman ederse istigfar ve salât ü selama müdavemet etmek için em-rolunur. Ta Peygamber Efendimizi rüyada görünceye kadar kemal-i husû ve hudû ile devam eder. Vakta ki Hazret-i Mu-hammed Mustafa (sallallahu teâlâ aleyhi ve selem) Efendi-mizi rüyada görmek müyesser oldu, ol vakit salike üç yüz kelime-i tevhid verilir. Çünkü bidayette salik nefs-i emmare ile muttasıf oldugundan Kelime-i Tevhid ile nefsi terbiye ve tezkiye etmesi lazım gelir. Binaenaleyh salik kelime-i tevhi-de devam ettikte kalb tedriç ile kesb-i safiyet ederek nefs-i emmarenin galib olan sıfatlarını, mânevî sekillerini rüyada görmege baslar.”

Birincisi yalan söylememektir, İkincisi ise gıybet etme-mek, kimseye iftira etmemek, üçüncüsü kimsenin aleyhinde söz söyleyip dolaşmamak, şerefini kırmamaktır. Dördüncüsü

224

HACI ÖMER HÜDAÎ BABA

namazlarını vaktinde kılmaktır. Beşincisi kazaya kalan na-maz ve oruçları kaza etmek, altıncısı bütün kalben dünyadan ülfeti kesip tenhayı seçmek ve Hakk’a yaklaşmaktır. Yedincisi az uyumak, sekizincisi az yemeye çalışmaktır. Dokuzuncusu nefsin arzularının tersini yapmak, onuncusu ise her zaman kendisini ölmüş gibi hissetmektir.

Birisi, bu on şartı yapmaya söz verirse tevbe edip salât ve selam getirmeye devam eder. Hz. Peygamber’i (s.a.a.) rüyasında görünceye kadar istiğfara ve salât ü selama de-vam eder. Hz. Peygamber’i rüyasında görürse, salike üç yüz kelime-i tevhid verilir. Başlangıçta salik, nefs-i emmarede bulunduğundan tevhid kelimesiyle nefsini arındırması ve ol-gunlaştırması gerekir. Böylece kalbi yavaş yavaş temizlenir ve nefs-i emmarenin özelliklerini rüyasında görmeye başlar.

***

“Mânâdaki sekilleri hınzır, fil, çiyan, akrep, fare, kehle, merkep arısı, helâ, mezbele, rakı, sarap, esrar, afyon, bers ve daracık yollar, ormanlar, dükkânlar, uçurumlu yerler ve mey-hane ve bozahane, bulanık seller ve sular gibi seylerdir. Sali-kin, nefs-i emaresine tâbi olarak isledigi amellerin mânâdaki suretleridir. Mesela bir kimse rüyasında hızır görse nefs-i emmaresi gabs, haram bir seyi irtikab etmekte olduguna de-lalet eder. Fil görse ucub ile müstegil olduguna delalet eder. Ve hayye görse nifaka, maymun görse nemmamlıga, akrep görse lisaniyle azab eyledigine delalet eder.

Dünyada iyi ve fena her ne var ise anın bir sureti de âlem-i mânâda vardır. Ashab-ı güzin ve ulema-i yakîn geldiler ve ümmeti irsad edip gittiler. Bunlardan sonra hulefa-i rasidin ve mütekaddimin ve ehl-i yakîn gelip kema fi’s-sabik an-lar da ümmeti irsad edip anlar da gittiler. Bu kere mesayih-i izam gelip eslaftan gördükleri vechile yol gösterip çalıstırır-lar. Ve zahirde isledikleri amelleri birer suretle vakıalarında temessül eyleyip gösterirler.

225

ARDA KARANİ

Hak Tealâ Hazretleri bunları da veçhile irsada memur edip kullarını sıyanet buyurmustur. Ve bu mesayih vasıta-sıyla ıslah-ı nefs ve tehzib-i ahlak ve tasfiye-i kulüb ettirip kemal buldurmustur.

Salik, yukarıda zikrolunan havyanat-i mu’ziye ve alamet-i rümuzziyeden bir sey rüyasında görmedigi gibi evvelce yaptıgı günahlara da nedamet ederse bu salik, nefs-i emma-reden nefs-i levvameye terakki ettigi anlasılır. Su halde sali-ke lafza-i Celal telkin olunur. Her gün lafza-i Celal’e devam adedini bey’at eyledigi seyhi tayin, fakat lafza-i aded-i aslisi altmıs altı ise de eslaf bes binden eksik olmamasını tavsiye etmislerdir.”

Nefs-i emmarenin mânevî âlemdeki şekilleri; domuz, çi-yan, akrep, fare, bit, eşek arısı, tuvalet, mezbele, rakı, esrar, afyon, afyon şurubu, daracık yollar, ormanlar, dükkânlar, uçurumlu yerler, meyhane, bozahane, bulanık sel ve su-lar gibi şeylerdir. Bunlar, nefs-i emmaresine uyarak yaptığı amellerin yani günahların mânâdaki biçimleridir. Mesela bir kimse rüyasında domuz görse nefs-i emmaresinin, hakkı gasb ettiğini, haram bir şeyi yaptığı anlamına gelir. Fil görse ken-dini beğenmişliğini, yılanın küçüğünü görse nifağa, maymun görse koğuculuğa, akrep görse dili ile başkalarını üzdüğüne işaret eder.

Dünyada bulunan iyi veya fena olan ne varsa her şeyin bir sureti de mânevî âlemde mevcuttur. Seçkin sahabiler ve ilme’l-yakân olan ârif ve âlimler; ümmeti doğru yola iletip, göçtüler. Bunlardan sonra olgun akıllı halifeler, önce gelen ârif ve âlimler ve kesin bilgi sahipleri gelip ümmete yol gös-terdiler, onlar da gittiler. Bunun üzerine büyük şeyhler gelip seleflerinden gördükleri yöntemle ümmete yol göstermeye çalışmaktadırlar. Ve dış dünyada işledikleri amelleri mânevî şekillere bürünerek gösterirler.

Yüce Allah, bunları da bu şekilde kullarını irşad etmek üzere görevlendirmiştir. Ve kullarını korumuştur, mahzundur. Bu büyük veliler aracığıyla kullarının nefsini temizleyip, gü-zelleştirip kalblerini arındırarak kemale erdirmiştir.

226

HACI ÖMER HÜDAÎ BABA

Salik yukarıda anılan hayvan ve sembolleri rüyasında görmemeye başlar ve önceki yaptığı günahlardan da pişman olursa o kişinin nefs-i emmareden nefs-i levvameye yükseldi-ği anlaşılır. Bu durumda salike lafza-i Celal okuması telkin edilir. Çekeceği lafza-i Celal sayısını, ders aldığı şeyhi belir-ler. Lafza-i Celal’in alt sayısı atmış altı ise de büyükler beş binden eksik olmamasını tavsiye etmişlerdir.

***

“Salik nefs-i levvame dairesinde çalıstıgı esnada rüya-sında koyun, bakar, balık, güvercin, kaz, tavuk, bal arısı ve bunların emsali hayvanatlar vemadattan ise yenecekten pis-mis taam ve meyveler ve giyecek elbiseler ve dösenecek esya gibi seylerdir ve yanmadık mum ve evler, saraylar ve gemiler ve bunların emsali ve asel ve serbetler görmesi levvame sı-fatlarının alametleridir.

Binaenaleyh nefs-i levvamede bulunan bir salik, eger rü-yasında koyun görse kesb-i helal etmek talebinde bulundu-guna; bakar görse nef’i olduguna, deve görse fazla umuru de-ruhde eyledigine, balık görse kesb-i helal eyledigine, tavuk, güvercin, kaz, ördek görmek kesb-i helale haris olduguna ve emsali tuyur da aynı mânâya delalet eder. Bal arısı ahlak-ı hamideye, pismis taam nefsin tabiiligi sıfatlarına, kâmil ol-mus meyve görmek nefsin kemalâtına delalet eder. Hâsılı bu daire-i levvamede görülenlerin cümlesi nefsin sükûnetine de-lalet eyler.

Vakta ki salik bu daire sıfatlarını artık pek nadir görmege basladı, su halde salikin nefs-i levvameden nefs-i mülhime-ye terakki eyledigi anlasıldıgından bu dairesinde salike “Hu” ism-i serifi telkin olunur. Nefs-i mülhimede bulunan salik, “Hu” ism-i serifine devam eder. Adedi bes yüzdür. Bu daire-de, salikin rüyada görecegi, nakıs sıfatlı insanlardır. Bu suret-te salik rüyasında avret ve kefere ve uryan ve eskıya kızılbas ve melahide ve sakalı kırkılmıs ve yoluk ve aksak ayaklı ve kötürüm ve kulagı sagır ve dilsiz ve siyah Arap ve bunların

227

ARDA KARANİ

emsalini görmek; dahi sarhos, bengi ve harami ve mudhik cambaz ve zürbaz ve hokkabaz ve dellak ve dellal ve kasap ve a’ma görmek ve hak nesne görüp söylememek gibi seyler görür. İste bu mezkuratı görmek nefs-i mülhime’nin alamet-leridir.”

Nefs-i levvame çerçevesi içinde çalışırken salik, rüyada koyun, sığır, balık, güvercin, kaz, tavuk, bal arısı ve benzeri hayvanlar; pişmiş yemek, çeşitli meyveler gibi maddeler, el-bise gibi giyim eşyası, sergiler; yanmamış mum, evler, saray-lar, gemiler ve benzeri şeyler, şeker bal ve şerbetler görmesi levvamenin özelliklerine işarettir.

Bunun üzerine nefs-i levvamede bulunan salik eğer rüya-sında koyun görse helal kazanç istediğine, sığır görse fayda göreceğine, deve görse ağır iş yüklendiğine, balık görse helal kazandığına, tavuk, güvercin, kaz, ördek ve kuşlar helal ka-zanca düşkünlüğüne işarettir. Benzeri kuşlar da görse aynı mânâya gelir. Bal arısı güzel ahlaka, pişmiş yemek nefsin do-ğallığına, olgun meyve nefsin olgunluğuna; özetle, levvame dairesinde görülenlerin hepsi nefsin dinginleştiğine işarettir.

Ne zaman ki salik bu özellikleri nadiren görmeye başladı ise o zaman müridin levvameden mülhimeye yükseldiği anla-şılır. Mülhime dairesinde salikten “Hu” ism-i şerifi okuması istenir. Salik “Hu” ism-i şerifine devam eder. Sayısı beş yüz-dür. Bu makam dairesinde rüyasında nakıs insanları görür. Kadın, kâfir, çıplak ve eşkıya inkârcıları, sakalı yolunmuş ve aksak ayaklı insanları, kötürüm ve sağır ve dilsizleri ve yüzü kararmış insanları ve benzerlerini görmek; sarhoş, hırsız, soytarı, cambaz, düzenbaz, hokkabaz, tellak, ulak, kasap, kör ve hak şeyler görüp söylememek gibi şeyler görür. Bunlar nefs-i mülhimenin özelliklerindendir.

***

“Zira salik rüyasında sagır görse delalet eder ki ibadete müteallik kelamları isitip anladıktan sonra amel etmiyor. Ve eger dilsiz görse hak sözü bilür de ketmedip söylemiyor.

228

HACI ÖMER HÜDAÎ BABA

Arap yani siyah yüzlü kimseyi görmek, unutmaya ve aharin aybını yüzüne söylemege delalet eder. Köse görmek, sünnet olmamaya; sarhos görmek, bengi görmek ask-ı mecaziye, ha-rami görmek ibadeti saklamamaga, cambaz, zurbaz, mudhik görmek ibadeti terk etmege ve harama mübaseret eylemege ve riyakârlıga, Dellak, kasap riyadır. Dellal görmek kizbe ve dellak nazarda perhizkâr olmamaya ve kasap rahmi olmama-ya, sası görmek tarık-ı müstakimi koyup batıl yola gitmege delalet eder.”

Rüyasında sağır görmesi, ibadetleri işitip anladığı halde uygulamadığını gösterir. Dilsiz görse hak sözü bildiği halde gizleyip söylemediği anlamına gelir. Zenci görmesi, unutma-ya ve başkasının kusurunu yüzüne vurmaya işarettir. Köse görmek, sünnet olmamaya, sarhoş görmek dünyevi aşka; hırsız görmek, ibadeti saklamamaya, cambaz, düzenbaz, ko-medyen görmek ibadeti terk etmeğe, harama ve riyakârlığa işaret sayılır. Tellal görmek yalancılığa, tallak görmek ha-rama bakmaya, kasap görmek merhametsizliğe, şaşı görmek doğru yoldan sapmaya işarettir.

***

“Binaenaleyh salik bu dairede “Hu” ismine devam errikte bu kere nefs-i mutmainne’ye terakki eder ki bu dairesi dör-düncü makam mertebesidir ki salike bu dairede “Hak” ism-i serifi telkin olunur. Adedi yine bes yüzdür. Salik bu makam-da insan-ı kâmildir. Rüyasında veya murakabesinde Kur’ân-ı Kerim ve peygamberler ve padisahlar, mesayih-i kiram ve kadılar ve imamlar ve hatipler ve ulema ve Kâbe-i Serif ve Medine-i Münevvere ve Kudüs-i Serif ve camiler, mescidler, medreseler ve mektepler ve mesken-i suleha ve sancak ve âlem ve yay ve ok ve kılıç ve bıçak ve tüfek ve top ve tes-bih ve kitaplar ve bunlara benzeri seyleri görür. Çünkü nefs-i mutmainne dairesi, insan-ı kâmil dairesidir.”

Nefs-i mülhime dairesinde salik “Hu” ismine devam ederse; dördüncü makam olan nefs-i mutmaine derecesine yükselir. Bu makamda ona “Hak” ism-i şerifini zikretmesi

229

ARDA KARANİ

öğütlenir. Sayısı yine beş yüzdür. Bu makama gelen kişi, ar-tık insan-ı kâmildir. Rüyasında veya murakabesinde Kur’ân-ı Kerim, peygamberler, padişahlar, büyük veliler, kadılar, imam ve hatipler, bilginler, Kâbe, Medine-i Münevvere, Ku-düs; camiler, mescitler, medreseler, okullar, salihlerin evleri, sancak, bayrak, yay, ok, kılıç, bıçak, tüfek, top, tesbih, kitap gibi şeyler görür. Çünkü nefs-i mutmainne dairesi, insan-ı kâmil makamının dairesidir.

***

“Mesela rüyasında Kur’ân-ı Azimüssan’ı görse veya okusa tasfiye-i kalb hasıl eyledigine delalet eder. Kur’ân-ı Kerim’i okudugunu görse yine tasfiye-i kalbe delalet eder. Lakin okudugu sureye göre tefsir olunur. Ve peygamberler görse İslamiyet’te kuvvetine, padisah görse vüduna tasarruf vaki olduguna delalet eyler. Müfti görse nefsinin hayra de-lalet eyledigine, imamlar, hatipler, ulema, suleha, Medine-i Münevvere, Kudüs-i Serif, bunların cümlesi kalbin tahareti-ne, cami, mescid, sancak, âlem, ok, yay, top, tüfenk görmek vesavis-i seytaniyyeye delalet eder. Salikin bu dairede oldu-guna delalet eden alâmetler bunlardır.

Salik bunları geçerse nefs-i raziye’ye terakki ettigi anla-sılacagından kendisine “Hay” ism-i serifi telkin olunur. Bu dairede salikin rüyasında görecegi; melaike, vildan, gilman, huriler, Burak, cennet, hülledir. Bunları görmek delalet eder ki kisi, makam-ı raziye’dedir. Eger bu dairede melaike, vil-dan ve gilman görse kemal-i akıl ve tekarrüb-i ilallaha dela-let eder. Çünkü Raziye dairesi, tahsil-i maarif-i İlahiyyeye mahsustur.

Vakta ki salik bu dairenin ism-i serifine devam etmekte rüsuh buldu ol vakit nefs-i marziyye’ye terakki ettiginden kendisine “Kayyum” ism-i serifi telkin olunur. Adedi bes yüzdür. Bu daire, nefsin sıfat-ı marziyyesi oldugu cihetle sa-lik rüyasında semavat, ay, yıldız, yıldırım, nar, yanar mumlar, kandiler, gök gürültüsü ve bunlara müsabih seyleri görür.”

230

HACI ÖMER HÜDAÎ BABA

Rüyasında mesela şanı büyük Kur’ân’ı görse veya okusa kalbini temizlediğine işrettir. Kur’ân okuduğunu görmek, yine (kalbini temizlediğine) yorumlanır. Ancak okuduğu sureye göre yorumlanır. Peygamberler görmesi, dindarlığına, padi-şahlar görse, kendisine ruhani tasarruf verildiğine işarettir. Müftü görmesi, nefsinin hayır yoluna işaret sayılır. İmamlar, hatipler, bilginler, iyi kişiler, Medine-i Münevvere, Kudüs bunların hepsi kalb temizliğine işarettir. Cami, mescid, san-cak, bayrak, ok, yay, top, tüfek şeytan vesvesesine işarettir. Bu tür rüyalar, kişinin bu makamda olduğunu gösterir.

Kişi bunları geçerse, nefs-i raziye’ye yükseldiği anlaşıla-cağından ona “Hay” ism-i şerifini çekmesi telkin edilir. Bu dairede salik rüyasında melekler, cennet hurileri, gilmanları, hizmetlileri, Burak bineği, cennet ve cennet giysileri görür. Bunları gören kişinin “raziye” makamında olduğunu göste-rir. Rüyasında melekler, cennet hizmetlileri görmek, akıl ol-gunluğuna ve Allah’a yaklaşmaya işarettir. Çünkü “raziye” makamı Hakk’ı bilip tahsil etmeye özgüdür.

O zaman ki bu dairede iyice uzmanlaşan kişi, nefs-i mar-ziyye’ye yükseldiğinden kendisine “Kayyum” ism-i şerifini çekmesi öğütlenir. Sayısı beş yüz adettir. Bu daire, nefsin din-ginliğe ermiş olması sebebiyle, Allah’ı razı etmiş, Allah tara-fından da razı olunmuş durumu olduğu için salik rüyasında semavat, ay, yıldız, yıldırım, ateş, yanar mum, kandil, gök gürültüsü ve bunlara benzer şeyler görür.

***

“Binaenaleyh rüyada seb’i semavet görse canib-i Hakk’a daima nazır olduguna, sems görse envar-ı ruha kamer görse envar-ı akla, yıldız görse envar-ı kalbe delalet eder. Nar gör-se kesafetin izalesine ve letafetin zuhuruna, yıldırım görmek tenbihata delalet eder. Salik bu dairenin ism-i serifine sıdk ile devam ederse nefs-i safiyye’ye terakki eder. O vakit salike “Kahhar” ism-i serifi telkin olunur.

231

ARDA KARANİ

Binaenaleyh salik bu dairede rüyada yagmur, kar, dolu, ırmak, çesmeler, kuyular, deryalâr ve bunlara benzer seyler görür. Çünkü bu daire kesf-i süluk dairesidir. Eger rüyada yagmur, kar görse rahmet-i İlahiyyede mübalagaya, ırmak, çesmeler ihlasa delalet eder. Zira kalbin fenasıdır, kesf-i sü-lük dairesidir.”

Rüyada yedi gök görse, sürekli Hakk’ı nazarına hazır ol-duğuna; güneş görse ruhun çeşitli nurlarına, ay görse aklın çeşitli nurlarına, ateş görmek, yıldız görse kalbin çeşitli nur-larına işaret eder. Ateş görse yoğunluğun gitmesine ve şeffaf-lığın oluşmasına, yıldırım görse mânevî uyarılara işarettir. Salik bu dairenin ism-i şerifine doğru biçimde devam ederse, nefs-i safiyye’ye yükselir. O zaman salike ‘‘Kahhar’’ ism-i şe-rifini zikretmesi tembihlenir.

Bu makam dairesinde rüyada yağmur, kar, dolu, ırmak, çeşme, kuyu, deniz ve benzeri şeyler görülür. Gönül gözünün, kalp gözünün açıldığı makamdır. Rüyada yağmur, kar gör-mek, Allah’ın rahmetinin bol geldiğine işarettir. Irmak, çeş-me, kişinin ihlasını gösterir. Çünkü bu dairede kalb yok olur, gönül gözünün açılması aşamasına gelindiğinin makamıdır.

***

Evet, acizane çalısmamızın sonuna geldik. Ömer Hüdaî Baba’nın hayatından, onu yetirtiren âriflerden ve yetistirdigi halifelerin hayatlarından aldıgımız ölçüleri yansıtmaya çalıs-tık. Ayrıca tasavvufî görüslerini, eserlerinden hareketle aktar-maya gayret ettik.

Gayret bizden tevfik Allah’tandır. Rabbim bizleri basta Ehl-i Beyt’in olmak üzere, Ömer Hüdaî Baba’nın himmet ve sefaatlerine nâil eylesin…

F Ekler

VII. BÖLÜM

235

ARDA KARANİ

Türbenin dışarıdan görünümü

Türbenin önündeki tabela

236

HACI ÖMER HÜDAÎ BABA

Türbenin eski hâli

237

ARDA KARANİ

Türbenin şimdiki hâli

238

HACI ÖMER HÜDAÎ BABA

Halifesi Muhammed Baba’nın türbesi ve üzerindeki yazı

239

ARDA KARANİ

Zülkif Aleyhisselamdan kalan Dokuma Seccadesi ve Kadiri Tac-ı Şerifleri

Ömer Hüdaî Baba’nın oğlu Ahmed Cemali’nin türbesi veeski mezar taşı ve hanımı Pembe Hanım’ın Kabri / Kövenk / Elazığ

240

HACI ÖMER HÜDAÎ BABA

Mürşidi Dede Osman Avni Baba Türbesi / Şanlıurfa

Hayri Baba, Haydar Baş Hoca ile gönül sohbetlerinde

Hayri Baba, Haydar Baş Hoca ile birlikte

241

ARDA KARANİ

Hayri Baba, Ali Gedik ve Baki Bektaş Hocalar ile birlikte

Hayri Baba Türbesi içten görünümü Akçaabat / Trabzon

Hayri Baba Türbesi dıştan görünümü Akçaabat / Trabzon

242

HACI ÖMER HÜDAÎ BABA

Şükrü Baba ve Göllü Mustafa Baba Kövenk Köyü / Elazığ

243

ARDA KARANİ

Halifelerinden Reşit Baba Türbesi Baskil / Elazığ

Muharrem Hilmi Sırri Elazığ / Merkez & Asri Mezarlık

244

HACI ÖMER HÜDAÎ BABA

245

ARDA KARANİ

Divanın orijinal metinden bir kaç örnek

246

HACI ÖMER HÜDAÎ BABA

Prof. Dr. Haydar Baş Beyefendi’nin bizzat verdikleri silsilenin orijinal nüshası

KAYNAKÇA

249

ARDA KARANİ

F KAYNAKÇA F

Abdülaziz Cumhur, Sultânu’l-Evliya Hz. Abdülkâdir Geylânî, İstanbul, 1981.

Abdülkadir Geylânî, el-Fethu’r-Rabbanî ve Feyzu’r-Rah-manî, Cize tarihsiz, 54-55.

Abdülkerim Muhammed el-Müderris, Ulemâünâ fî Hid-met-i İlm-i ve’d-Dîn, nes. Muhammed Ali el-Kurra Dâinî, Bagdat, I, 1983.

Ahmed. b. Hanbel, Müsned.

Ali Haydar Bostancı, Hacı Mustafa Hayri Ögüt, Sahabe-den Günümüze Allah Dostları, Sule Yayınları, İstanbul 1996.

Cami’us-Sagir.

Dilaver Gürer, Abdülkâdir Geylânî: Hayatı, Eserleri, Gö-rüsleri, İstanbul, 1999.

Ebu Davud

Fatih Kıvık, Lisans tezi, Beyzade Efendi’nin Hayatı ve Risaleleri, Kayseri, 1999.

Günerkan Aydogmus, Harput Kültünde Din Alimleri, Ma-nas Yay. Elazıg.

H. Hüseyin Korkmaz, Altın Zincir,

H. Kamil Yılmaz, Ana Hatlarıyla Tasavvuf ve Tarikatlar.

H. Kamil Yılmaz, Tasavvuf Mes’eleleri, Erkam Yay., İst. 1997.

Hacı Muharrem Hilmi, Divan-ı Sırrî, Haz. Süleyman Ates, Mas Matbaacılık A.S., Mart, 2012, İstanbul.

Hacı Muharrem Hilmi, Kadiri Yolu Saliklerinin Zikir Ma-

250

HACI ÖMER HÜDAÎ BABA

kamları, Nasir. S. Ates, Ank. Pars Matb.

Hacı Ömer Hüdaî, Hacı Ömer Hüdaî Divanı, Der. Hacı Muharrem Hilmi, Sad. Süleyman Ates, Yeni Ufuklar nes.2007, İst.

Hatice Ünsal, Yüksek Lisans Tezi, Abdurrahman Halis Talabanî ve Behcetü’l-Esrar Tercümesi, İst, 2010.

Haydar Bas, İman ve İnsan, İcmal yay. İst 1995.

Haydar Bas, İslam ve Mevlana, İcmal yay, İst, 1994.

Haydar Bas, İslam’da Zikir, İcmal Yay.

Haydar Bas, Mektubat, İcmal yay, İst, 1995.

Hocazade Ahmed Hilmi, Hadikatü’l-Evliya’dan Silsile-tü’l-Mesayihi’l-Kadiriyye, İst., 1318.

Hucviri, Kesfu’l-Mahcub, ys:1982,

Hünkar Hacı Bektas Veli, Makalât, Alevi-Bektasi Klasik-leri, T.D.V, Ank, 2007.

Hüseyin Vassaf, Sefine-i Evliya (çvr. Mehmet Akkus, Ali Yılmaz) İstanbul, 1990, Seha Nesriyat.

İbn Abidin.

İbn Hanbel

İbn Mace

İbn-i Hacer, Müstedrek’üs-Sahihayn.

İbrahim Derubi Bagdadî, el-Bazü’l-Esheb, Nasir: M.Yulug, Uluçınar Yay. İstanbul 1976.

İhsan Soysaldı, Aglar Baba ve Tasavvufî Anlayısı, TBDD yay. İst. 2013.

İhsan Soysaldı, Mevlana’da Ask, TBBD Yay, İstanbul, 2011.

İmam Gazali, el-Munkiz-i Mine’d-Dalal, Haz. Mahmud Abdulhalim, Kayıhan yay.

İsa Çelik, Kâdiriyye Tarikat-ı Hâlisiyye Sûbesinin Kuru-

251

ARDA KARANİ

cusu Seyh Abdurrahman Hâlis Kerkûkî, A.Ü. Türkiyât Aras-tırmaları Enstitüsü Dergisi, Erzurum 2008.

İsmet Zeki Eyüpoglu, Bütün Yönleriyle Tasavvuf Tarikat-ler Mezhepler Tarihi, Der yayınları İstanbul, 1997.

Karani Arda, Erciyes Üniv. Lisan tezi. Seyyid Ahmed el-Hüseyni (Çapakçuri)’nin Hayatı, Dini Kisiligi ve İrsad Mek-tupları, Kayseri, 2000.

Kaynak kisi: Celal Mısır Hoca Efendi’nin notları.

Kaynak kisi: Mustafa Hilmi Yıldırım’ın notları.

Kenzü’l-Ummal

Kütüb-i Sitte.

M. Necmettin Bardakçı, Sosyal ve Kültrel Hayatta Tasav-vuf,

M. Y. Göletderevi, Miftahu’l-İrsad.

Mehmet Soysaldı, Kullugun Özü Dua, Bizim Büro Bası-mevi, Ankara, 2010.

Molla Cami, Nefahatü’l-Üns, Çelebi, Lamii, Sad: K. Can-dogan-S. Malâk, İst. 1971.

Muhammed Abdulazim Zerkanî, Menahilu’l-İrfan-i Ulu-mil’l-Kur’an, Mısır.

Muhammed Ali Sabunî, Tibyan fi Ulumi’l-Kur’an, İst.

Muhammed b. Yahyâ et-Tâdifî, Kalâidü’l-Cevâhir fi Menâkıbi’s-Seyh Abdülkadir, Mısır 1303 h.

Muhammed Sadık Vicdânî, Tomar-ı Turûk-ı Âliyye: Tari-katler ve Silsileleri (Haz. İrfan Gündüz) İstanbul, 1995.

Necmüddin Kübra, Tasavvufî Hayat, Haz. Mustafa Kara, Dergah Yay. 1980.

Nihat Azamat, Kadiriyye, DİA.

Nureddin es-Sabunî, el-Bidaye/Maturidiyye Akaidi ç: Dr. Bekir Topaloglu.

252

HACI ÖMER HÜDAÎ BABA

Riyazu’s-Salihîn.

Sahihi Buharî, Tecrid-i Sarih Tercümesi, İst. 2000.

Selim Özarslan, Günah Musibet İliskisi Üzeine, Nobel Yay. Ankara, 2012.

Serkan Çamdelen, Son Asrın Ariflerinden Hayri Baba, Öncü yay. Ankara, 2013.

Sülemî, Ebu Abdurrahman, Tabkatu’s-Sufiyye, Kahire, 1986.

Süleyman Ates, Sülemi ve Tasavvufî Tefsiri, İst, 1969.

Tehzibu’t-Tehzib.

Tirmizî.

Yunus Ayten, Hacı Muhammed Baba, Sahabeden Günü-müze Allah Dostları, Sule Yayınları, İstanbul, 1996.

Yunus Ayten, Hacı Ömer Hüdaî Baba Kögengi, Sahabe-den Günümüze Allah Dostları, Sule Yayınları, İstanbul, 1996.

Yunus Ayten, Mahmûde’z-Zengineyi’t-Talebânî, Sahâbe-den Günümüze Allah Dostları, Sule Yayınları, İstanbul, 1996.

Yunus Ayten, Ziyâüddîn-i Abdurrahmân-ı Hâlis Talabanî, Sahâbeden Günümüze Allah Dostları, Sule Yayınları, İstan-bul, 1996.