Post on 19-Nov-2021
aylık Okü. . aergısı
Nerde kaldı o çağlar ki, Analar kurt doğururdu Hilkat, insan çamurunu Destanlarla yoğururdu.
Nerde o yiğitler ki Gür sesleri vadiyi bürür Yürü dese dağlar yürür, Dur dese kalpler dururdu
Arif Nihat ASYA GAlJP ERDEM Bir Hatıra ve Eğitim Anlayışımın
• DÎLÂVER. CEBECİ Ateş
ŞEVKET B. YAHNÎCÎ Tarihimizde Büyük Fedakârlıklar
• OSMAN OKTAY Bozkurt Bir Yaşında
• SADIK KEMALıOĞIAJ Sen Bir Dava Adamısu
DİNÇ YAYLALIER Sistemlerin Analizi
* METIN ÖNEY Genç Ülkücüye
• YETİK OZAN Hak Kimin?
• EYIıÜL 1913 13
Bozkurt Bir Yaşında
1972 Ekimi'nde yayın hayatına giren dergimiz elimizdeki bu 12. Sayısıyla birinci yılını doldurmuş bulunuyor.
Bir derginin çıkarılması ve çıkarılmaya başlanan bir derginin yaşatılması kolay değildir. Bir sürü fedakârlıklar, cefakârlıklar ister. Bu fedakârlık ve cefakârlığı gösterebilmek ise her kişinin harcı değildir. Bu işe girişenlerin herşeyden önce bir davası, bir ülküsü olması gerekir. Töre ve Devlet Dergileri yıllardır yayın hayatlarını sürdürüyorlar ve her geçen gün «En iyiye, en güzele, en doğruya» gitmek için gayret gösteriyorlar. Hem de birçok günlük gazetenin trajlarıyla yarış ede
rek. BOZKURT traj zincirini çoktan kırdı. Bir derginin on bin basması ancak bizim cephede görülürdü. Ama 25 bine ulaşan bir dergi trajı Türkiye'de görülmüş şey değildir. Birçok günlük gazetenin 5-10 bin arasında bastığını, hele dergilerin çoğunun bin - ikibin trajlı olduğunu söylersek BOZKURT gerçeği iyice anlaşılmış olur.
Demek ki bir dergiyi, bir gazeteyi çıkarmak pek o kadar mühim değildir. Mühim olan iyi bir traj, iyi bir muhteva ile aksatmadan çıkarabilmektir. BOZKURT'un yazı ailesi birhayli kalabalık. Anadolu'nun dört bir yanına giden BOZKURT'a yine Anadolu'nun dört bir yanından yazılar, şiirler geliyor. Hergün sayısız mektup alıyoruz. Yazı heyetimiz gelen her mektubu açıp okuyor. Yazılar, şiirler tasnif ediliyor, cevap verilmesi icabedenlere cevap yazılıyor, ülküdaşlarımızın BOZKURT'ta yapılmasını istedikleri değişiklikler, yaptıkları tenkitler tartışılıp karara varılıyor. Kısacası herşeyi en iyi şekilde yapmaya çalışıyoruz.
Verdiğimiz haberler, yaptığımız yorumlar hep gerçekleri yansıtıyor. Bir yılda bir sefer tekzip aldık. Verdiğimiz cevap onu da susturdu. Çünkü yalan şeyleri yazmıyorduk. Hepsi gerçeğin ifadesiydi. İtiraz edeceklere vesikalarla ispat etmemiz her zaman için mümkündür.
Yurdumuzun hemen her tarafında ülküdaşlarımız harıl han i çalışıyor. Vatanımıza, milletimize, dinimize ve kutsal değerlerimize atılan çamurları, iftiraları bize en iyi ve en doğru şekilde bildirmeye çalışıyorlar. Zaten ülkücülüğün şartlarından birisi de budur : «Herşeyin en iyisini, en güzelini ve en doğrusunu yapmak.»
Dergimiz'in sahibi ve Başyazarı, Saym Sadi Somuncuoğlu BOZKURT'un ilk sayısında «Ülkücüler bir toplumun seçkin tabakasını teşkil ederler. Sorumlulukları diğer insanların-kinden kat kat fazladır...» diyordu. Biz Türk Ülkücüleri olarak bu sorumluluğu duymalı ve yaşamalıyız. Bir
Osman OKTAY
büyüğümüz «Ülküsüz insan çamurdan farkı olmayan bir varlıktır» diyor. Biz bunu idrak etmiş ülkücüler olarak sonuna kadar ülkümüze sahip çıkacağız.
«Ülkümüz göklerde dalgalanan bir sancak,
Allah'ın huzurunda eğiliriz ancak»
TANRI TÜRK'Ü KORUSUN.
aboneleri biten
okuyucularımıza Sayın Ülküdaşlarımız :
BOZKURT bu sayısıyla bir yılını doldurmuş ve ikinci yılına girmiştir, ikinci, üçüncü... Ve sonsuza giden yıllara katlar da inşallah yayın hayatına devam edecektir. El ele, gönül gönüle çalışarak önümüze çıkan her engeli yine aşmaya devam edeceğiz.
ROZKURT'a ilk sayısından itibaren abone olan okuyucularımızın abonelerini yenilemelerini rica eder başarılar dileriz.
Abone bedellerinizi 10079758 nu. lu posta çekine yatırınız.
2
Tarihimizde büyük
fedakârlıklar
Şevket B. YAHNİCİ
I X ûr-Şad ve yiğitlerinin Çin başkentin'deki ihtilâl •^gecesinin üstünden yıllar geçmiş. Türkler ba
ğımsızlıklarını kaybetmiş, darmadağınık bir haldeler. Ötüken'den çok uzakta, Çin şeddi yakınında üç Göktürk yiğidi kılıçlarını dikmişler havaya and içiyorlar: «Gök girsin, kızıl çıksın!» Ortada bir gönder, ucunda altından kurt başı. Kutluk Şad, Tonyukuk ve Boyla Bağa Tarkan Türk'ün tarihinde pek az görülmüş esaret günlerinin zincirini kıracak yemini ediyorlar.
Ötüken'de bir oba. Binbaşı Pars'ın Obası. İlteriş Kutluk Kağan'ın beğlerinden Binbaşı Pars ve O'nun kumandasındaki bir onbaşı : Urungu.
Pars beğin gözü Urungu onbaşının börk ve bıçağına takılakalmış. Yoksul kıyafetlerinin yanında bunlar pek farklı şeyler. Biraz sohbet. Pars'ın eli bıçağa uzanıyor, çeviriyor güneşe doğru ve bıçak kabzasın-daki tılsımlı yazıyı okuyor: «Bumin Kağan.» Göktürk'lerin Kağanlık alâmeti olan bıçak. Şüphe leri doğru çıkıyor işte : İlteriş Kağan çerisinden basit bir onbaşı olarak bilinen Urungu, aslında yiğitler yiğidi, yoldaşı, silâh arkadaşı Kür-Şad'ın oğlu...
Ve fedakârlık. Dörtnala, çılgıncasına giden bir at. «Ölüm Uçurumu,»na doğru Sırrıyla beraber uçmağa gidiyor Kür-Şad'ın oğlu Onbaşı Urungu...
Gene Göktürk'ler çağındayız. Türk istiklâlini ve birliğini yeniden tesis eden İlteriş Kutluk Kağan ölmüş. Oğulları küçük. Yerine kardeşi tahta geçmiş. Kültegin ve Bilge büyüyorlar. Bu sırada Kapagan Kağan (Amcaları) ölüyor. Tahta kim çıkacak? Kültekin'-in kağanlığı konusunda bütün ordu, beğler çoğunlukla istekli görülüyor. Kültekin kağanlıkta gözü olsa pekâlâ olabilecek güç ve kuvvette. Ama O'nun ülküsü, ordularının, yiğitlerinin başında Göktürk Devleti'ne hizmet. Gayrı düşüncesi yok. Kağan Bilge. O'da ordu kumandanı oluyor ve Türk'e tarihinin en şerefli günlerini yaşatıyorlar.
Karahanlflar devrindeyiz. Oğuzlar'ın Kınık boyundan Selçuk Beğ bir Karahanlı kumandanı. Anlaşamıyor onlarla, ayrılıp etrafına diğer Oğuz boylarını da topluyor. Oğullarından Mikail Yabgu iki evlât sahibi : Tuğrul ve Çağrı. Dedelerinin ölümünden sonra amcaları, amca çocukları ile beraber pek çok savaşlar yapıp zaferler kazanıyorlar. Nihayet kurulan bir devlet. Selçuklu Devleti. Bir kağan lâzım bu devlete. Çağrı beğ hem büyük, hem de bu mevkie gelebilmek konusunda daha güçlü. O da küçük kardeşi Tuğrul beğin kağanlığındaki bir devletin ordu kumandanı olarak hizmeti tercih ediyor kağanlığa...
600 yıllık Çınar'ın ilk yılları. Ertuğrul Sancağından, Ertuğruloğlu Osman Beğ'in devleti kök salıyor Marmara'nın güneyinde. Osman beğin de devlete baş olabilecek iki oğlu var. Büyüğü Aleaddin, küçüğü Orhan. Bilgili, görgülü, uzağı gören bir zat olan Aleaddin Beğ, küçük kardeşinin tahta geçmesini istiyor ve sağlıyor. İlk veziri olarak da devlete büyük hizmetlerde bulunuyor.
Sizlere Türk tarihinin en kritik dönemlerinde, milletimizin var olma yok olma mücadelesi yaptığı sıralardan üç feragat ve fedakârlık örneği. Öyle küçük, basit şeyler de değil vazgeçilenler. Devlet'ten ve devletin başı olmaktan vazgeçmişler. Birisi de sırrıyla beraber Tanrı'sına uçarak. Bunlardan iik ikisi Göktürk Devleti'nin; üçüncüsü Selçuklu Devleti'nin, sonuncusu ise Osmanlı Devleti'nin var olma ve varlığını devam ettirme sebepleri olmuştur. Aksi vaki olsa ve Devlet sen-ben kavgasına düşseydi, Türk Milleti tarihin bu üç şanlı devletinden mahrum kalabilirdi.
Yüzyıllar sonra bu ataların torunları olarak gene varlık, yokluk mücadelesi içindeyiz. ÜLKÜCÜ HAREKET mensupları güç, kuvvet ve örnek aldıkları atalarına benzemek zorundadırlar. Yapacakları feragat ve fedakârlık da yukarıdakiler ölçüsünde değil hiç bir zaman. Daha basit, ufak şeyler.
3
İMTİHANLAR YAKLAŞIYOR 9 EYLÜL ZAFERİ KUTLANIYOR
BOZKURT
BİR YILINI
DOLDURDU Dergimiz elinizdeki bu 12. sayı
sı ile bir yılını doldurmuş oluyor. 1972 Ekimi'nde ilk sayısı çıkmış olan BOZKURT kısa zamanda umulandan çok ilgi gördü, öyle ki, daha ilk sayısı ikinci baskı yapmak durumunda kalmıştı.
O günden bu güne BOZKURT geniş bir kitleye yayılmış ve yurdumuzun hemen her köşesine gitmiştir. Bu kadar geniş bir bölgeye yayılan BOZKURT'a yine bu kadar çok şiir ve yazı gelmiş, bu şiir ve yazıların bir kısmı yayımlanmıştır. Gelen yazı ve şiirler için dosyalar açılmıştır. Heyet tarafından incelenen yazı ve şiirlerden uygun görülenler sırası geldikçe yayımlanmaktadır.
BOZKURT ülkücü gençlerin e-linde bir el kitabı gibi dolaşmış ve her yerde okunmuştur. BOZKURT ikinci yılma daha güçlü girecek ve daha iyi daha güzel, daha doyurucu olarak elinize geçecektir. Allah'ın izniyle şimdiye kadar olduğu gibi bundan sonra da bütün yeneceğimize inanıyoruz.
4
Malûm olduğu üzere 6 Temmuz 1973 Cuma günü yapılan «Üniversitelerarası Giriş îmtihanı» soruların çalınması yüzünden iptal edilmişti. Böylece de yurdumuzun en ücra köşelerinden binbir türlü imkânsızlık içerisinde imtihan için gelen gençlerin emeği ve masrafları boşa gitmişti.
Şimdi imtihanlar 19 Eylül 1973 günü tekrar yapılacak ve gençler yeniden büyük bir külfete katlanacaklar. Belkide çoğu imkânsızlıkları yüzünden imtihana gidemeyecek.
Diğer taraftan okulların Eylül imtihanları da başlamış bulunuyor. Eylül imtihanı olan ve «Üniversiteye Giriş îmtihanı»na girecek olan ül-küdaşlarımızın çok çalışmaları ve başarılı olmaları gerekmektedir. «Ülkücü Aydınlar Kadrosu»nu güçlendirmek için bütün gayretimizi seferber etmeliyiz. Unutmayalım ki : Vatan bizden hizmet bekliyor.
30 Ağustos Zaferimden sonra M. Kemal Atatürk şanlı Türk Ordusu'na «Ordular îlk Hedefiniz Akdeniz'dir İleri» komutunu vermişti. Bunun üzerine düşmanı yurdumuzdan kovmaya azimli olan mehmetçiklerimiz 51 yıl önce düşmanı yüzlerce kilometre kovalayarak İzmir'de denize dökmüşlerdi. Zaferlerle dolu tarihimize altın bir halka olarak eklenen 9 Ey-lüTün 51. yılını kutluyoruz. Şanlı Türk Ordusu'nun ve Yüce Türk Mil-leti'nin daha nice 9 Eylül'ler kazanacağına inancımız sonsuzdur.
ORDULAR! İLK HEDEFİNİZ
AKDENİZDD3 İLERİ!.. K. ATATÜRK
zorlukları
Ülkü Yağmuru Anadolu'nun çorak toprakları
ve bozkırları üzerinde ömür tüketen, vefakâr ve çilekeş insanları mahsullerinin yeşermesi ve bol olması için Tanrı'dan yağmur isterler. Mahsulleri için yağmur bekleyen bu cefakâr insanların ruhları ve kafaları için ne istediklerini bilmek ve bulmak lâzımdır.
Şüphesiz ki, Anadolu ve dünya Türklüğü bugün, bardaktan boşanır-easına, imanlı, ülkücü kafalardan boşalacak ülkü yağmurunu hasretle beklemektedir. Hem öyle bir bekleyiş ve özleyiş ki; kızgın çöl üzerinde bir damla su arayan, hararetten dili kurumuş insan misâli... Çünkü, Türklüğün üzerine ülkü yağmuru yağma-yalı yıllar olmuştur : II. Viyana bozgunundan sonra kesilmeğe başlayan ülkü yağmuru, Tanzimat ve daha sonraki yıllarda büsbütün kesilmişti. Araya giren I. ve II. Dünya Harpleri Türklük semalarında ülkü bulutlarının üzerine bir toz ve kum bulutları olarak inmiştir. Büyük Taarruzdan sonra doğan güneş ve beliren bulutların ömrü de kısa olmuştur. M. Kemal Atatürk'ün ölümünden sonra, yine
Türklük semalarını ve Anadolu atmosferini zehirli sis yığınları kaplamıştır. Vatan ve milletin kaderine hakim kimseler kendi şahsî çıkar ve menfaatlarmın peşinde koşmuş, yabancı ajanların yerli işbirlikçileri durumuna düşmüşlerdir. İşte böylece Türk Milleti'nin millî ülkü pınarları tıkanmış ve Türk insanının kafası ülküsüz, idealsiz bırakılmıştır.
İnsan, bütün yaratılmışların en şereflisi, en güçlüsü olmakla birlikte, bir karanfil çiçeği kadar da narin ve naziktir. Çünkü o, çift yönlü bir varlıktır : Ruh ve ceset... Her ikisi de birbirini tamamlayan unsurlardır. Fakat , ceset olmasa da, ölmeyen ruhlar yine bütün canlılığı ile kalplerde, gönüllerde durmaktadır. Tıpkı suyu alınarak koku yapılan karanfiller gibi... Ama ruh olmazsa ceset hiçbir işe yaramayacak, toprak olup gidecektir. Maddî olan cesedin (vücudun) beslenmesi maddî olan şeylerdir : Yemek, içmek v.s. gibi... Fakat, ruhun gıdası ise ülkü yağmuru dediğimiz topyekûn millî kültürdür : Din, dil, tarih, örf-âdetler... Türk Milleti'nin üzerine Millî kültür bulutlarından ülkü yağmuru boşanmaz-sa kurur ve mahvolur. Tıpkı o narin karanfil çiçeğinin sıcak yaz günlerinde iki gün susuz kalıp kuruduğu gibi. O zaman da şair bize haklı o-larak : «Ey dipdiri meyyit» diye haykıracaktır.
Evet, maalesef bugün Türk Milleti'nin ruhu ve kafası Büyük Sah-ra 'ya dönmüştür. Atalarımızın kanlarıyla suladığı bu toprakları çoraklaştırmak istemiyor isek, her birimiz birer millî kültür bulutu olup, ülkü yağmurunu yağdırmamız gerekmektedir. Bir şimşek olup çakmak, bir gürültü olup gürlemek, yağ-
Yavuz SERDAROGLU
mur olup boşanmak, sel olup taşmak, fırtına olup esmek* zorunda olduğumuzu unutmayalım. Aksi halde Türklük semalarını kızıl bulutlar ve baykuş sesleri dolduracaktır. Türklüğün gurur ve şuuru, İslâm'ın ahlâk ve faziletiyle mazîden hız alıp, hâl köprüsünden geçerek geleceğe doğru bir sel gibi akalım. Keskin bir ok gibi yaylarımızdan fırlayalım ki, yarının yüz milyonluk BÜYÜK TÜRKİYE'SİNİ kuralım.
Töre - Devlet Yayınları
Uçurumun Kenarındaki Türkiye Serisi:
(İddianameler ve Mahkeme Belgeleri)
1. TÖS DOSYASI - I 10 TL. (Mevcudu kalmamıştır)
2. TİP DOSYASI 10 TL.
3. TÜRKİYE İHTİLÂLCİ İŞÇİ - KÖYLÜ PARTİSİ DOSYASI - I 15 TL.
4. MADANOĞLU DOSYASI 10 TL.
5. DEV GENÇ DOSYASI 15 TL.
6. TÖS DOSYASI II 10 TL.
İsteme Adresi : TÖRE - DEVLET YAYINEVİ Konur Sok. Köklü Pasajı 57 C/8
Bakanlıklar - A N K A R A
© : 17 23 23
Dinç YAYLAUER
Sistemlerin Analizi
XX. YüzyıTın ikinci yarısını hayli geçtiğimiz günümüz ortamında, teoride birbirlerine zıt olmalarına rağmen, materyalist temelde birleşen Kapitalist ve Marksist sistemlerin insan mutluluğunu gerçekleştirmediklerini görüyoruz.
Fer t başına düşen millî gelir oranma göre yapılan tasniflerde ön sıraları işgal etmelerine rağmen, batı toplumları bünyelerini kemirmeye devam eden sosyal buhranlardan yıllardır kurtulamamışlardır, însan mutluluğunu sağlamak için tek hedef, onlara millî gelirden büyük payları mı vermektir? Asla. Aşırı madde tatminiyle düşülen rehavet ortamında fertlerin çılgınlıkları, çoğu zaman dünyalarını değiştirmeye sebeb olmaktadır.
Demirperde blokuna dahil ülkelerde de patlamaların, bunalımların hâlâ devam etmesi, düzenin, emekçi yığınların isteği ile değil de, Jandarma devletinin gayretleriyle a-yakta durması, Marksist sistemin de çağımız insanının mutluluğunu gerçekleştiremediğinin delilidir.
Marx ve Adam Smith'in en büyük hataları, insanı ruhsuz bir mad
de olarak ele almalarıdır. «Proleter-yanm vatanı karnının doyduğu yerdir.» diyerek bütün manevî duyguları bir kalemde çizen Marx ile, ferdin mutluluğunu sadece aşırı kâr unsurunda arayan Adam Smith, insanın manevî dünyasını nazarı itibara almamışlardır. Madde elde etme sai-kiyle hareket eden fertlerden oluşan materyalist toplumlarda, bunalımların temel sebebi buradadır. Fertler için madde kavramının, din, ahlâk, .sosyal dayanışma gibi kutsal duygulardan ön plânda gelmesi, bunalımların körüklenmesine sebep olmaktadır.
200 yıldır kalkınma gayretleri içerisinde bulunan Türkiye'de, millî bünyemize ters düşen iktisat politikalarının tatbiki, geri kalmışlığımızı pekleştirmekten, sefalet edebiyatı kalemlerine materyal hazırlamaktan başka bir işe yaramamıştır. Toplum bünyesinde girişilecek her hareketin başarı şansı, toplumu iyi tanımakla arttırılır. Türk insanım tanımadan, örf ve adetlerini, geleneklerini dikkate almadan tatbikata konulacak her faaliyet millî bünyemize ters düşmeye mahkûmdur. Yıllardır ferdiyetçi iktisat politikasında ısrar eden zihniyetler toplum bünyemizi biraz tanımış olsalardı, «Yerinde say» temposuna alkış tutmazlardı.
Osmanlı'nın dört kıtada at koşturduğu dönemi düşünelim. Her fethettiği ülkeye yatırım götüren Osmanlı, materyalist dünya görüşüne sahip olsaydı, bir sürü külfete mâl olan alt yapı yatırımlarını hiç yapar mıydı?. Oysa İspanyol'lar, Portekizliler, İngiliz, Fransız lar her fırsatta müstemleklerini iliklerine kadar sömürmüşlerdir. Her iki dünya görüşü arasmda bu kadar kesin çizgilerle ayrılık mevcutken, batınm dünya görüşünü Türk toplumuna zorla kabul ettirmeye imkân var mıdır? .
Bu konuda bir nokta üzerinde de durmak gerekir : Klâsik eğitim sistemimizin çarkları araşma kendini kaptıran fertler, materyalist dünya görüşünü benimsemeye mecburdur.
Tanzimattan buyana, materyalist süzgeçten geçerek yetişen aydınlarımız, millî bünyemize ters düşen dünya görüşünü savunmaktadırlar. Kültür ikileşmesinden dolayı, standart aydınlarımız ile halkımız arasında anlaşmazlık hüküm sürmektedir. Bu savaşı kim kazanacakt ı r? Aydınlarımız materyalist dünya görüşünü mü halkımıza kabul ettirecekler, yoksa halkımız mı ferdiyetçi felsefeye karşı verilen mücadeleden galip çıkacaktır? Klâsik e-ğitim sisteminin çarklarmdan kendilerini kurtararak, çoğunluğu teşkil eden kalabalıklardan kopan ülkücü aydınlar halkımız ile bütünleştikçe, zafer milletimizin olacaktır. Mülî esaslara göre yeniden kurulacak o-lan müesseseler ve her alanda tatbik edilecek millî politikalar, Türk Milleti'nin çoğunluğunun arzusu istikâmetinde olduğu için başarıya u-laşacaktır.
Materyalist toplumlardaki bunalımların sebebi, sanayileşmenin tabiî bir neticesi olarak gösterilebilir. Acaba sanayileşmenin yol açtığı problemler, bizim düzenimizde de sosyal bünyede derin yaralar açacak mıdır? Kültürleri ile, çağdaş medeniyet arasında denge kuramayan milletler için mevcut olan bu tehlike bizim düzenimizde asgarî hadde indirilecektir. İktisadî ve kültür düzenleri arasında tam bir dengenin kurulması, Türk-lslâm töresinin toplumumuzun bütün kesimlerine hakim kılınması, milletimizi ahenkli bir bütünlüğe kavuşturacaktır.
Millî bünyesine yabancılaşan bir toplumda iktisadî kalkınma gerçekleştirilemez. Çağ değiştirmiş, kuvvetli olduğu dönemde cihan politikasına yön vermiş olan Türk Milleti aslına rücû etmeye mecburdur.
Türk insanının mutluluğu 9 ışık düzeninde gerçekleşecektir. Yıllardır özlenen millî havanın düzenimizde teneffüs edilmesi, iktisadî kalkınmamızda rol oynayacak en ö-nemli itici güç olacaktır.
6
^©©lEÜÎLÜ' i î®! Sönük Geçer
Ağustoslarım Ey Bu Topraklar îçin Toprağa
Düşmüş Asker : Gökden Ecdad İnerek öpse, O
Pak Alnı Değer. Yalnız Çanakkale Şehidini an
latmaz bu mısralar bende. Bu topraklar için ilk şehidimi MALAZGİRT'te verdim, bu topraklar için ilk kanımı MALAZGİRT'te akıttım ben, ve de kan döktüğüm her yer benimdir. Ama nice topraklar içinde oluk oluk kan dökmüştüm, dökmüştüm de bugün neden o yer benim değildir? Bilirim anlamazsın sen, bu yüzden de o yerler benim değildir. Onu ancak savaşa giren yiğitler bilir.
Bilir misin sen MTJNZUR boylarını? Dağ keçilerinin oynaşmalarını seyrettin mi orda? Karadeniz kıyılarım gördün mü sen? ORDU'dan kıyı dağlarına doğru tırmanırsan, yeşillikler içinde göremezsin köyleri. YEMİŞLİ, KÖKENLİ yakındır. Karadeniz'e, taflan ağaçlarının diplerine uzanırsan orada, yeşillerin sonunu bulamazsın. Fındık bahçeleri, sakız ağaçları alabildiğine uzar gider, uzar gider de MALAZGİRT'te düğümlenir hepsi. Karadeniz'e gece gündüz sessiz sessiz akan ırmaklar vardır. Yeşil Irmak mı oldu, Melet mi gezersen kıyılarını, MALAZ-GİRT'ten sularım alır sanırsın. İşte O an anlarsm Ağustosların önemini
Yıl 1973. Kurşunlar sıkılır alçakça vatanın bağrına. Yine şehit düşer bu topraklar için niceleri. Bilirim mutsuzdur yine ALPARSLAN, mutsuzdur mezarında. Yiğitliği yaşatılmaz şimdi 1071 lerin. Anadolu'nun kaderi böyle değil. O yine eskisi gibi heybetli, eskisi gibi gebe yeni yurtlara ama, YENİ BİR ALPARSLAN'I ÖZLER SADECE O, ÇÜNKÜ : O ZAMAN RAHAT U-YUR MALAZGİRT'TE ŞEHİDLER, ve de o zaman anlaşılır AĞUSTOS'-ların önemi...
Günerkan AYDOĞMUŞ
BEKLENEN GÜN Ben bir Türk oğluyum adımda şan var, Damarımda zulme haykıran kan var Salan korkar sanıp kükreme düşman Bende zulme baş eğmeyen îman var.
Silâhım susamış düşman kanına Yaptıkların kalır sanma yanma Bin canım olsaydı kordum yoluna Bize candan daha özge vatan var.
Kerkük benim, Kafkas benim öz malım, Kırını, Alta'yım, ah... Türkistan'ım Yavru vatan Kıbrıs, Azerbaycan'ım Hayalimde bir hudutsuz Turan var.
Bozkurtlar uyansın şafak söküyor, Bir dert beni cayır cayır yakıyor Türk'lük hürriyete hasret çekiyor, Gene öz yurdumda kara duman var.
Üzülme, ah çekme ağlama ana, Bin -KARAKOÇ- kurban olsun vatana, Görülecek çok hesabım var ama, Sabret kahpe Moskof hele zaman var.
Nafiz KARAKOÇ
HOYRATLAR YAZ OLSUN EL ÎÇÎN DEYİL ÜLKÜM İÇİN YAZ OLSUN ŞÖLENİMİZ OLACAK HELE BÎR DE YAZ OLSUN
GÜLEYİM VER TOPRAĞIM GÜLEYİM TURANIM GERÇEK OLSUN BEN O ZAMAN GÜLEYİM
TÜRKELÎ BENİ ÖZLER TÜRKELİ EL TÜRK'Ü SEVMEYİNCE NASIL SEVER TÜRK ELİ
KIZILA GÖK RENGİM DURURKEN BOYANMIŞLAR KIZILA VUR Kİ TÖREN KURTULSUN NERDE GÖRSEN KIZILA
Abdullah TAŞ
7
BİR HATIRA ve EĞİTİM ANLAY\Ş\IMIZ Galip ERDEM
7-8 yıl öncesiydi. Hastanede yatan bir büyüğümün ziyaretine gitmiştim. Hastanın yanında biri erkek, diğeri kadın İki ziyaretçi daha vardı. Erkeği tanıyordum; Ankara Hukuk Fakültesi'nde hocamdı. Siyasi Tarih ve Hukuk Tarihi Profesörü Coşkun Uçok. Hanım da Coşkun beyin eşi imiş; ilahiyat Fakültesi öğretim Üyelerinden - şimdi Cumhurbaşkanlığı kontenjan senatörü - Doçent Bahriye Üçok. Hasta, Üçok'lara kızlarım sordu, anlattılar, mecburen dinledim : Çocuğu Fransız İlkokuluna vermişler. Okulda Fran-sa'daki ilköğretim programı aynen uygulanıyormuş. Kazlarının yetişmesinden, hele Fransızca'yı kısa zamanda İyice öğrenmesinden, öğretmen
lerinin tutumundan sok, çoook memnun imişler. Yalnız bir şikâyetleri varmış; çocuk, genel kültür bakımından pek zayıf kalıyormuş. Çünkü öğretim programının kültür dersleri bölümünde hep Fransız tarihi, Fransa coğrafyası, Fransız edebiyatı ve Fransız sanatı Öğretiliyormuşî Diğer milletlerden hiç bahsedilml-yormuş; sadece Fransa'nın komşularına, Fransızlarla münasebetleri ölçüsünde bir kaç satırla yer veriliyormuş. Fransız ilkokulundan mezun bir Öğrenci, meselâ Sen nehrinde hangi balıkların yaşadığını, nerede hızlı nerede yavaş aktığım, kısacası ufacık bir ırmağın bütün özelliklerini bilirmlş de Sakarya'nın adım duysa şaşırırmış. Tarih, edebiyat, sanat konularında durum hep böyle İmiş! Hararetli İdiler, belki daha çok anlatacaklardı. Dayanamadım, araya girdim, önce, Prof. Üçok'a kendimi tanıttım. 1954-55 yıllarında öğrencisi olduğumu söyledim. Sonra; «Hocam, dedim, affedersiniz amma, merak ettiğim bir hususu öğrenmek istiyorum. Profesörsünüz. Hem teknik bir sahada değil, kültür konuları ile uğraşıyorsunuz. Millî Eğitim si
yasetimiz hakkında görüşleriniz var dır. Muhterem eşiniz de DAhlyat Doçenti İmiş! Fransız İlkokullarının öğretim programı, bir Türk olarak »İze neler düşündürdü, nasıl bir sonuç çıkardınız? Fikirlerinizi mmj eğitim yetkililerine bildirdiniz mi?» Sayın Üçok'lar, mübalâğa etmiyo-rum, ne söylemek istediğimi bile an-layamadılar; çaresiz, sustum!...
Aklımın erdiği günden beri, miK U eğitimde reform yapılacağım duyarım. Şekle bağlı değişiklikler öylesine çok denenmiştir ki, sayısını unut--' • muşuzdur. Ama, Türk Gençliğini öz değerlerine yabancılaştıran öğretim programlarında hiçbir değişiklik yapılmamıştır. Oysa, bildiğimiz kadarına göre, yalnız Fransa'da değil, bağımsız ülkelerin hemen hepsinde kültür dersleri, «önce kendini tanımak» ilkesine dayanır. Tabancı tarihlerin, edebiyatların, coğrafyaların öğrenilmesi, yetişme döneminden sonra ele alman bir uzmanlık konusudur. Hk ve Orta Öğretim çağındaki Türk çocuklarına milletimizin kültür değerleri iyice Öğretilip benimse 111 mediğl sürece başkalarına
duyulan hayranlıkların doğurduğu son uçlardan şikâyet etmeye hakkı-
I rmz yoktur. Yazdıklarımızı «Çocuk-, lanmızın dünyadan habersiz kalmalarını istemek» manâsına almak ayrı bir yobazlıktır, insanlığın tarihi
I ana çizgileri ile elbette Öğretilecektir. Ama işlenmesi, ayrıntılarının anlatılması ve her Türk'ün mutlaka bilmesi, ömür boyunca hiç unutma-
I ması gereken milletimizin tarihidir, edebiyatıdır, sanatıdır, coğrafyasıdır. Hun veya Göktürk Imparatorlukla-
- rina bir İki sayfa ayıran tarih kitabı, eski Roma ve Yunan*ı yirmi sahifede anlatırsa, böyle bir kitabı okutan bir
I eğitim bakanlığına «Milli» denemez. 7 imamı Azamı tanımayan bir gençll-£ ğe Luther'in hayatım ezberletiyor
sak, kültür açısından tamamen sö-mürgeleşmişiz demektir. Ilyada ve
S Odlsse gibi Yunan destanlarını içine tNalan, diğer taraftan Manas destanım t yadışarda bırakan bir öğretim proğra-
a j m ı hazırlayanların millî şuurdan yok-g sunluklarının derecesini belirtmeye
yetecek bir kelime dünyanın hiç bir B sözlüğünde bulunamaz.
KENDİNE DÖN Ayetle öğülmuş şana müle t f i^^ Uyan artık ey Türk, gel kendine dön. Türk'ün olsun Otttken'de devletin, Uyan artik ey TÜRK, gel kendine dön.
Bilge Kağan bağırıyor öz Türkçe : SÖS ffigg gok kubbemiz oelinmedikçe. Altta kara toprak yanlmadıkça, Kim bozar töreni, gel kendine dön.»
Ergenekon kadar dar sana Acun, Tanrı sana dedi; «Benim kılıcım» Ey Türkoğlu, kardeşim, anam, bacım, Karşı dur batıya, gel kendine dön.
SUklnln Oğuz'un genç Bozkurtlan, Gene yurt edelim, eski yurtları, Tazelensin yağıların dertleri, Hazır ol savaşa, gel kendine dön.
Alpago'lar, GÜItekin'ler, Mete'ler... Ataların senden bunu İsterler Uğraşa koşuşun bütün yiğitler. Hedefin unutma, gel kendine dön.
Dinle başbuğunun emrini işit. Düşmanın bir değil, birkaç yüz çeşit, Senin bir tek erin dünyaya eşit. Sana sen yetersin, gel kendine dön».
Tunga ORHUN
H A B E R G E L D İ K Ö Y Ü M D E N < »•t j»0ıı+t1r '3^tı^> A A A A*+tM"*-- '>"*>*A^A A
Duydum ki köyümde biten ağaçlar Meyveye hasretmiş, dala hasretmiş Gelinlik kızlarda o siyah saçlar Tarağa hasretmiş, tüle hasretmiş.
Ağlayanı güleninden çok derler Güldürecek tek seveni yok derler Gözlerdeki, yüzlerdeki kederler Neşeye hasretmiş, düne hasretmiş.
Ekin yola-yola bembeyaz eller Yarılmış yarıktan terlerden seller Akarken, dallarda açılan güller Bülbüle hasretmiş, dile hasretmiş.
Bİlâl BÜTÜN
Harmanları yine dövülüyormuş Danesi yabanla bÖlUnUyormuş Yuvasız, elvelvsiz kalırken her kuş. Sevgiye hasretmiş, yeme hasretmiş.
Gök yüzünde demir olmuş bulutlar Çürüyüpte kokmuş bütün umutlar Bir zaman otağlar kurulan yurtlar, insana hasretmiş, sese hasretmiş.
Her evin Üstünde bir büyük baca Dumanı tütmüyor sönmüş kısaca Eli şakağında düşünen hoca, Camiye hasretmiş, kula hasretmiş.
< • - I
Tös Dosyası Birinci Cildi
Hadise Yaratan ve Kısa Zamanda Kapışılan
Kitabın
İkinci Cildi
Ç I K T I Flatı : 10 TL.
İsteme Adresi ; Konur Sokağı • Köklü Pasajı « • : 57 C/8 Bakan-| l k t a r _ ANKARA
f M U ntr**
Hak Kimin? Yetik OZAN
Bir gün kurt, tilki, çakal dolaşmağa çıkmışlar. Dağ, ova, bayır derken iyice acıkmışlar. O sırada bir tavşan fırlamış yollarına. Bir anda tutsak olmuş çakalın kollarına. Çakal demiş ; «Dostlarım, bu Üçümüze yetmez, Paylaşmağa kalkışsak birer lokmacık etmez, tyislml bu tavşan en yaşlımızın olsun; Yaşa saygı gerekir, âdet yerini bulsun. Ben dört yüz yaşındayım dünyamız kurulurken; Eh, kimseye düşmez bu ben burada dururken.» Tilki atılıp demiş : «Sen daha pek toymuşsun, Benim torunum Ue aynı yılda doğmuşsun.» Kurt bakmış ki, yalanlar Kaf dağım aşmakta, Şansı yok düzenbazlar yansında koşmakta. Demiş : «Yasım yedidir, İşte doğrusu size,* Fakat korsam bu avı varmayayım sekize.» Sonra tavşanı alıp sık bir ormana dalmış, Böylece hak bir daha güçlü olana kalmış.
Metin ÖNEY
Genç Ülkücüye 5000 yıllık muhteşem bir tarihin talihsiz mirasçısı
olmak sana nasiboldu. Yok olası ayrılık belimizi büker, fukaralık kırk yamada sırıtır, bir tas çorbaya bağdaş kurarken, kafan ve gönlün büyük Türkiye ülküsü ile dolu yola çıkıyorsun. Sana Amazon Nehri'nin kollarının uzunluğunu, kaplumbağanın sindirim sistemini, Öklit teorisini öğretmeye kalkışan «Millî» Eğitim, Millî Ülkü'nün zerresini bile veremeden seni Üniversiteye gönderiyor.
Özbeöz Türkmen'lerin arasından, saf ve temiz Türk insanının içinden büyük kente geleceksin. Ruhun saf, kalbin temiz, kafan bir sürü problemle dop-doludur. İhtimal ki bu saf bakışınla sırtlan ruhlar, maskeli yüzleri teşhis edemeyeceksin. Bu sırtlan ruhlar, bu maskeli yüzler sana, geri kalmışlıktan, köyden, mer'a ve su ihtilâflarından bahsedecekler. Senin temiz duygularını şahsî hırs ve aşağılık duygularının tatmini için istismar edecekler. Ve sana Türk'ün tarihî düşmanını dost, rejimini çözüm yolu olarak gösterecekler.
Bu memlekette bir tas çorbayı bulamayanların yanında, bir telefonla milyonları vuranların varlığı doğrudur.
Bu memlekette yer altı ve yer üstü servetlerimizi babalarının mirası gibi yabancılara peşkeş çeken densizlerin mevcudiyeti de bir vakıadır.
Bu memlekette seni okutmamak için öğretimi paralı hale getiren zihniyetin hâkimiyeti de doğrudur.
Sırtında insanlık haysiyetine aykırı tarzda yüküyle yevmiyesini doğrultmaya çalışan Türk insanının yanında, onu hakir gören, horlayan «Batıcı kafalı» bürokrat çevrenin zulmü de gerçektir.
Ancak, köy olarak Yeniköy'le, Yeşilköy'ü, Kadıköy'ü bilenler senin dertlerine çözüm yolları getiremezler.
Toprağı saksıda görenler, senin toprak halledemezler.
davanı
Çözüm yollarında sen onlardan ayrıl. O sırtlan ruhları iyi teşhis et. Yol kalabalıkların yolu değil, hakikatin yoludur. Sen bu yolu seç. Çözüm yollarını usta demagokların demagojilerinde veya Türk Devle-ti'ni yıkmayı amaçlayan hain sürünün felsefesinde değil, Türk tarihinin seyrinde, ilmin ışığında akim derinliğinde, Türk'ün töresinde ve Millî Doktrin'in üstünlüğünde ara. Davarı güden sen, cephede ölecek olan sen, atanın kahrını çeken sen, çözüm yollarım da bulacak olan yine sensin.
Yanık çehrenin sert bakışıyla, yiğitliğinle onlara ihtar et : «Gölge etme başka ihsan istemez.»
Çok çalış. Dünya'nm bütün mükâfatları seni beklemelidir. Laboratuarlar senin icad merkezlerin olmalıdır. Çünkü sen, Türk'lüğün şanlı geçmişi ile geleceğin büyük Türkiye'si arasında bir doruktasın. Dünün efendisini yarının da efendisi yapacak sensin. Sen 36 milyonun «Ümmidi istikbâli» değil bütün Türk'lük âleminin ümit ve güven kaynağısın. Dev adımlarla her gün biraz daha ileri olmanm yollarını ara.
Bu yolu sana Türk Milliyetçiliği ve onun sistemi-ze olmuş şekli olan Millî Doktrin gösterecektir. Millî Doktrin'in etrafında çelikten bir halka teşkil et. Rehber edineceğin Millî Doktrin'le feza çağının gereklerini yerine getirebilecek, teknolojik üstünlüğünü sağlayabilecek ve esir soydaşlarının bağımsızlığını mutlaka temin edebileceksin.
Gayrî millî bütün ideolojileri tepeleyip özbeöz yerli özbeöz millî Türk düzenini ancak Millî Doktrin doğrultusunda sen kuracaksın. Tarihine yakışır «Büyük ve Kudretli Türkiye» senin eserin olacaktır.
Bütün bunlar için yapacağın tek şey vardır :
TİTRE VE KENDÎNE DÖN
GENÇLİĞİ, MUTLAKA ÜLKÜCÜ ve MEM
LEKETLE ALAKALI OLARAK YETİŞTİR
MEK; HERKESİN, HEPİMİZİN, HER DEVLET
ADAMININ BAŞTA GELEN VAZİFESİDİR.
Kemal ATATÜRK
10
Sadık KEMÂLOĞLU
Gerçek ülkücü ve gerçek BOZKURT OLMANIN ilk şartı, dâvasını iyi bilmektir. İkinci şart ise dâvasını yaşamaya ve yaşatmaya çalışmaktır.
Dâva, bütün Türklerin, hür ve bağımsız bir şekilde, öz değerlerinden kopmadan ilimde ve teknikte yükselmesini, lâyık olduğu yere gelmesini gerçekleştirmektir.
Her Türk, aksini söylemedikçe, milliyetçidir. HER ÜLKÜCÜ MİLLİYETÇİDİR, fakat HER MİLLİYETÇİ ÜLKÜCÜ DEĞİLDİR. TÜRK ÜLKÜSÜ'ne inanan ve bu yolda uğraşan her milliyetçi ülkücüdür.
Her ülkücü olduğunu söyleyen, bir BOZKURT değildir. Türklüğün dâvasını aşk sayan ülkücü Hareket'-in yılmaz ve dönmez inançlılarına Bozkurt diyoruz. HerBozkurt, Türk olmanın şuuruna ermeği, gururunu duymayı; îslâm ahlâk ve faziletine uymayı ölçü bilir. Bu öcüler içinde Ülkücü Hareket'in rütbesiz bir neferi, yorulmaz bir eri olmayı şeref sayan her Türk bir Bozkurt'tur.
Sen Bir Dâva Adamısın
«ÜLKÜ yolu pek dardır Tetik bas önü yardır Sakın hakkım var deme Hak yok vazife vardır»
Dâva arkadaşım, ülküdaş tır. Söylediği şeyleri yapmayan ve yaşamayanların birgün kendisine inanan kimsesi kalmaz. İnanılır, güvenilir ve örnek insan olmak için, her türlü fedakârlığa boyun eğmeli, seve seve yapmalısın.
Şuna kesinlikle inanınız ki, erkeği ile, kızı ile, yaşlısı ile, genci ile bütün TÜRK MİLLETİ bu dâvanın bayraktarı olacaktır. Fakat, onları çağırmasını bilirsen senin yanma toplanacaklardır. Çirkin politikacılar, komünist gençler, iğrenç ve sahte mücadelecilerden dolayı, kimseye güvenci kalmayan milletime kızma. BÜYÜK TÜRK MİLLETİ, KENDİSİNE DERİN BİR AŞK, ENGİN BİR MÜSAMAHA İLE BAKACAK, İLGİLENECEK AYDINLAR BEKLÎYOR. MESELESİNİ ANLAYACAK, DERDİNİ KENDİSİ GİBİ DUYACAK, KARDEŞLER BEKLÎYOR. TÜRK MÎLLETÎ, DÜN OLDUĞU GİBİ BUGÜN DE, BÜYÜK VE HAYSİYETLİ ZENGİNLİĞİ gerçekleştirecek kadroları gözlüyor. Kendisini, içine düştüğü maddî ve manevî bataktan çıkaracak lideri özlüyor. Türkler, dertlerine çâre bulan fikirleri, yalnız ve yalnız kendisine benzeyenlerden alır. Ne yazık ki Türk Milletimin hâinlerden ve sahtekârlardan dili yanmıştır. Artık herkese inanmıyor. Sana inanması, bel bağlaması için dâvanı hayatmla mühürlemelisin.
İki yüzlülükten, günlük politikacılar gibi yalancılıktan uzak olmalısın. İslâmiyet'in ahlâk ve fazilet anlayışı vazgeçilmez ölçümüzdür. Onu istismar edenler ile dfe savaşımız vardır.
Disipline uymalı, uymayanı uyarmalısın. Otoritenin merkezî ve bölünmezliğine inanmalı, lider (Türkçe-si Başbuğ) den gelen emirleri harfiyyen uygulamalısm.Nereden, kimden gelirse gelsin, fesat tohumlarını yok-etmelisin.
Bu dâva, bir oyun veya macera değildir. BU DÂVA, YAŞAMAYA KARAR VERMİŞLERİN, YAŞATMAYA ANDÎÇMÎŞLERİN HAREKETİDİR. BU HAREKET TÜRK MİLLETİ'NİN VAR VEYA YOK OLMA DAVASIDIR SEN BİR DAVA ADAMISIN. DAVAN NASIL İSTİYORSA ÖYLE YAŞA, NE EMREDERSE ONU YAP...
ÜLKÜCÜ BOZKURT, milleti ve devleti ile BÜYÜK TÜRK MİLLETİ'-ni, kendine dönük bir dünya görüşü içinde, sonsuza kadar hür, haysiyetli ve şanlı yaşatmaya yeminli insandır. Bozkurt'ların hareketinin düşmanları vardır, hem de pek çoktur. Bizimle uğraşan gafil ve hâinlerin çok olması, bizi ürkütmez, yıldırmaz; bilâkis birbirimize bağlar, kuvvetlendirir. Ancak, dâvamızı hayatımızın bîr parçası hâline getirmezsek düşmanlarımız bundan istifade ederler: Geniş halk kitlelerini binbir türlü yalan ve iftiralarla aleyhimize çevirmeye uğraşırlar. Bunun yanında içimize atacakları fesat tohumları ile parçalanmamızı temin etmeye çalışırlar. Bazı ülkücü kardeşlerimiz bu oyunlara düşürülmüşler ve âdi fesatçıların oyuncağı olmuşlardır. Z. Gökalp'ın şiirindeki bir kelimeyi değiştirip aynen tekrar edelim :
şım, Bozkurt kardaşım! Vazifelerimizden birincisi dâvamızı tanıtmak ve yaymak-
11
Mayıs'ın ilk günleri... Ahmet üç yüz elli lira bursunu almış, mutlu adımlarla yurduna doğru ilerliyor. Arkadaşlarından aldığı yüz lira borcu ve yurt aylığını ödeyecek. Yol üzerindeki manavdan bir domates, bir salatalık ve iki yeşil biber alarak altı lira ödedi. Gözü çok sevdiği kirazlara takılıp kalmıştı. Etiketinde on üç lira yazılıydı. Memleketinde yok pahasına satılan kırmızı kirazların acı tebessümü yüzüne çökerken oradan ayrıldı. Kantinden de yarım ekmek alarak odasma çıktı. Musluğu açtı. Su yoktu. Zemin katta bulduğu su ile yiyeceklerini yıkadıktan sonra tekrar odasına çıktı. O günkü «Bizim Anadolu» Gazetesi'ni pencerenin önüne sererek üzerine ekmeği koydu Henüz küçük bir lokma almıştı ki - gözü bahçenin öbür ucunda birşeye takıldı. Lokma düğftmlenivermişti boğazına. Dikkatle baktı. Bahçede ot toplayan yaşlı bir kadın vardı. Gözü ister İstemez önündeki gazetedeki satırları tekrar okudu. «Sivas'ta halk pahalılıktan ot yemeye başladı.» Bir an durdu. Belki de kuzusuna topluyordur diye düşünerek yemeye devam etmek istedi. Fakat ne mümkün, bir türlü boğazından geçmiyordu lokmalar. İçindeki düşündükçe artan sıkıntı dayanılacak gibi değildi. Kanla yoğrulmuş bereketli toprakların bu kutlu millete ve-
12
receği bir tutam ot olamazdı. Yumruklarını öfke ile sıkarak kalktı.
Manavdan iki kilo taze fasulye ile yarım kilo kiraz alarak kadına doğru ilerledi. Yaklaştıkça düşünceleri artıyor, adımları ürkekleşiyor-du. Aralarında üç metrelik bir mesafe kalınca durdu. Ya kabul etmezse, üzülür, utanırsa... Yaşlı kadın, kararsız bir şekilde kendisini seyreden gençten habersiz, otların uç kısımlarından küçücük parçalan koparmaya devam ediyordu. İncecik, kupkuru, kırış kırış ve kınalı parmaklar nasılda titriyor Allahım. Başındaki mavi boncuklu tülbendin altından sıyrılarak zayıf omuzu ü-zerinde kıvrılmış ak bir örgü demeti. «Saç bu Allahım. Belki de cephede kaybettiği kocası için, evlâdı, vatanı için süpürge ettiği saç! Kuyruk değil...» diye isyan etmek, haykırmak geldi içinden. Sonra milleti tanımadığı halde O'nu yöneteceğini zanneden gayesiz, şuursuz insanların suçunu Yaradan'da bulmaktan duyduğa pişmanlıkla tövbe etti. Birkaç adım daha yaklaşarak saygıyla seslendi.
— «Kolay gelsin teyze. Bu otun iyi çorbası olur değil mi? Anacığım yapardı bana da.»
Yanıbaşında birisinin kendisine seslendiğini duyan yaşlı kadın, birden irkildi. Başmı hafifçe kaldırarak «Sağol yavrum» diye mırıldandı. Sesi mecalsiz fakat içtendi. Başını hemen eğerek işine koyulmuştu. Ahmet elindeki kesekâğıdını saklamaya devam ederek sordu.
— «Teyze sana birşey söylesem?»
—• «Deyiver bakim ne diye çakılıp kaldın tepemde.»
Ahmet biraz sertleşen bu sesten cesaretini kaybederek bir an sustu. Dudaklarmı ıslatarak, zorla yutkundu. Ancak duyulan ürkek bir sesle tekrar sordu.
— «Sana şuradan biraz sebze alsam...?»
Reşat GÜREL
Yaşlı kadın koparmak üzere olduğu otu hırsla kökünden söktü. Bu soru, solgun yüzünü daha da soldurmuş, ak almnda boğum boğum kırışıklar peyda etmişti. Başını otlar arasında gizlemek istercesine eğerek mırıldandı.
— «Sağolasm, istesem oğlum da alır.»
Sesi ağlıyacakmış gibi titriyordu. Oğlunun, gelinine uyarak kendisini evden kovduğumu söyler miydi hiç. Sanki sebze olsa ne yapacaktı ki : İki haftalık ayrılıktan sonra tekrar döndüğü gecekondusunda bir kaşık yağ bile yoktu. O'nca Ankara'da bu otu bulmak bile büyük bir nimetti. Suda haşla, üzerine bir parça tuz ekele tamam. Bir öğün tok tutar insanı. Şimdi bu çocukda nereden gelmişti başına, utamr bir daha gelemezdi buraya da «Gece gelip yolmaktan başka çarem yok gayrı. Hem gelip geçenlerin bakışlarından da laırtulmuş olurum.» diye içinden geçirirken Ahmet, içindeki acıyı belki biraz dindiririm düşüncesi ile kulağının dibine eğilerek fısıldadı.
—« Teyzecigim ne olur, şunu kabul et.»
Yaşlı kadın başım üzerindeki ağır bir kayayı kaldırıp atar gibi kaldırdı. Biraz önce bükük boynundaki kırışıkların yerini başını dimdik tutmak için kabaran damarlar alıvermişti. Bir Türkmen Anası'nın vakarı ile ağır ağır ayağ:a kalktı. Avucunda hırsla sıkılmaktan kırış kırış olmuş bir yirmi liralık tutan Ahmet'e sert bir sesle bağırdı.
— «De var git işine oğul. Kendi halıma ko beni.»
Ahmet bin pişmandı şimdi. Kendi kendine kızıyor, kahroluyordu. «İyilik yapamıyorum» diye. Bu defa kısık sesi sanki yal varıyordu.
— «Pekâlâ teyzem, işte koydum cebime. Ne olur birazcık yardım etmeme müsade et bari.»
bozkıırtların kaleminden Bu sözlerden sonra ot torbasının yanma henüz eğil
mişti ki, yağlı kadın torbayı hışımla çekerek tekrar bağırdı.
— «Var git dedim ya oğul...» Ahmet çatılan kaşların, asılan kuru, kansız çeh
renin ve bilhassa yalvaran gözlerin acısına daha fazla dayanamadı. Ayağına dolaşan otlar arasında sürünür gibi odasına doğru ilerlerken bütün kalbiyle Allah'a dua ediyordu : «Bütün gücüm, sabrım o kınalı parmaklara rabbim.»
Yukarıya nasıl çıktı, kapıyı nasıl üzerine kilitleyip odasına kapandı bilmiyordu. Üzerine kara sinekler üşüşmüş domatesi çöp sepetine atarken kusacak gibi oldu. Kulaklarında hiç silinmeyecek bir ses uğul-duyordu. Ve o ses yalvarıyor mu, emir mi veriyor belli değil. «Var git işine oğul!» Hırsla kitaplarım alarak çalışmaya koyuldu. Evet, yapacağı iş buydu şimdi. Bir kaç fakirin, bir öğün doyması değildi mesele, kurulacak Yüz Milyonluk Milliyetçi ve Güçlü Türkiye bu dertli anlara, kahraman gazilere de ulaştırılmalıydı. Gerekirse bu uğurda kanını, canını vererek. îşte her Türk Milliyetçisi'nin ülküsü bu. Bu sırada aynı dertlerle yoğrulmuş bir ülküdaşının duygulu sesi yandaki odanın açık penceresinden hafifçe yükseliyordu.
Anadolu yetim kaldı, Moskof, mason yurda doldu. Türk Milleti hep ağladı Kurtar onu...
p*^^***-+
ATEŞ (16. Sayfadan devam)
Yüzü birdenbire değişti. Allak - bullak oldu. Gözlerindeki yalımlar daha bir parladı. Kaşları çatıldı, alnı kırış kırış oldu.
— Men buradan getmirem. Burada bir Türkman kızından altı tene oğlum olacak. Gidersem Kerkük'ten yeddi Türkman eksilir.
Ve ilâve etti : «Bu yurdu Ata bize buyurdu Çıkınca bu ruh candan Ben beklerim bu yurdu»
({) Hara = Nereye (2) Gurgurbaba = Kerkük'te yerden ateşler püsküren
ve yer altından sesler gelen bir yer. Burası Ora Türklerinin bir millî sembolüdür.
(3) Canuva = Canına (Kerkük ağzı) (4) Kimin = Kadar
H A L İ M İ Z Bir diyeyim başa gelen halleri, Kızlar oğlan oldu. oğlanlar da kız, îyiyi, kötüyü göremez olduk, Kadını, erkeği seçemez olduk.
Sıra sıra dağlar yatar çöl gibi, Akar gider hep nehirler sel gibi, Bizimkiler bize bakar el gibi, Kime dert yanalım bilemez olduk.
İmdat dedik gâvurların tümüne, Değer verdik çakalına, itine Gel bir bakın şu milletin haline, Dost ile düşmanı göremez olduk.
Vura vura saza kırdık telleri, Biz neyledik o koskoca elleri, Bahçemizde açan gonca gülleri Bir el uzatıp da deremez olduk.
Ülkücü aşığın sözü söz üste, Kimimiz ah eder kimimiz süste, Koy biriksin dertlerimiz üst üste Daha fazlasını çekemez olduk.
Ülkücü AŞIK
13
Milli Ülkü Nasıl Aşılanmalıdır
Ülkü, yüksek bir gaye etrafında fikir, duygu ve irade güllerinin kesin ve dengeli biçimde insan ruhunu bütünüyle sarması sonucu o-luşur. Eğer bu gaye bütün milletin fertlerini kapsar ve milletin yararlarıyla ilgiliyse, bu bir Millî ülkü'-dür; millet, fertlerin üzerinde yaşadığı toprak parçası olan yurtla bir düşünülmelidir.
Bir ülkünün benimsenmesi için en çok gerekli olan, insanların aynı fikirler etrafında birleşmesini sağlayan etkenler, telkin ve taklit gibi iki ayrı eğilimdir. Herkesçe bilinmektedir ki, güçlü fikir ve düşünceler, çevrede az veya çok etki bırakır. Fikir ve düşüncelerin çevresini etki altında bırakması; o fikir veya düşüncelerin çevreye aşılanması, yani telkindir. Şu halde bütün millet fertlerini aynı ülkü etrafında birleştirmek için en önemli etmen olarak telkinden yararlanmak gerekmektedir. Bilindiği üzere insanlar, içinde bulundukları ortamda gördükleri ve yaşadıkları bazı hareketleri aynen yapmaya çalışırlar; bu da insanlardaki taklit eğiliminden başka bir şey değildir. Görülüyor ki, telkin bir fikrin etkisi altında kalmaktır; Telkin de insan iradesini harekete geçiren özellikle başkasının fikirleridir. Yani burada, insan pasif du-
14
rumdadır. Taklitte tam tersine bir durum görülür; taklitte bu eğilim sayesinde insanlar çevrelerindeki hareketleri aynen başkalarının davranışlarını olduğu gibi alarak kendi hareket biçimlerine uydurur. Telkinde fikirlerden harekete doğru, taklitte ise hareketlerden fikirlere doğru bir eğilim vardır. Taklit yoluyla benimsenen hareketler tekrarlandıkça ve zamanla o hareketin yaratıcısı olan fikirlere karşı uygun bir ruh hali meydana gelir; yani sonradan o fikirler benimsenmiş duruma geliyor. Bu durum taklidin yapmacık hareketlerle başladığını ve fikirlerin benimsenmesiyle son bulduğunu göstermektedir. Belirli hareketleri sık sık yaparak kazanılan alışkanlık insanın bu alışkanlığa dönük fikirlere karşı sempati beslemesini gerektirir. Fikirler, sevilmek veya benimsenmek kaydıyla, her an için fikir düzeyinden çıkıp eylem biçimini almaya hazırdırlar.
Bununla birlikte fikirlerin telkin edici gücü kişilere göre değişir. Herhangi bir fikir bazı kimselerde hiç bir etki uyandırmadığı halde, diğer bazılarında, derin izler bırakabilir. Bu, daha çok ferdin ruh ve ahlâk durumuna bağlıdır. Bencil, içtimaî ve ahlâkî eğilimleri gelişmemiş kimselerin elinde fikir ve bilgi her zaman zararlı bir silâh olabilir. Ülkü hakkında da aynı düşünceyi ileri sürmek mümkündür. Ruh yapısı bir ülküyü benimsemeye uygun olmayan ve ahlâkî güçleri zayıf bulunan yetişkin bir kimse ülkünün niteliğini bildiği halde ülkücü görünerek kendisi için kişisel yararlar peşinde olabilir: Bu tipler daha çok tarihî fonksiyonu olan büyük önderlerin çevresinde ülkücü görünerek ikiyüzlülükle kendilerine yarar sağlamanın yollarını ararlar. Salt bir akılcılık kavramının arkasından giderek bu tür ruh bilim gerçeklerini görmemezlikten gelmemeliyiz. Yoksa bol bilgi ve parlak fikirlerle inan ve karakter yaratabileceğimizi sanarak boş yere uğraşıp dururuz.
Ata ORAJJ
Taklite gelince, burada durum başka türlüdür. İnsanlar taklit eğilimi ile belirli alışkanlıklar kazanırlar. Alışkanlıklar sevilen ve sevilerek yapılan işlerdir. İnsanlar a-lışkanlığa dönük fikir ve düşüncelere karşı sürekli olarak sempati duyarlar. Bu gerçekler ilmi olarak iyice incelendikten sonra akılcılıktan uzaklaşarak istemli davranışlara geçilmiştir. Bu açıklamalara göre istemcilik, gençleri fikirlerden harekete değil hareketten fikire doğru yöneltme akımı oluyor. Burada iki ana unsur telkin ve taklittir. Şu halde aşağıdaki kurallara geçebiliriz :
1) Ülkü'nün aşılanması için gerekli bilgi telkin yoluyla verilmelidir.
2) Gençler, içinde bulundukları çevre ve ortamda ülküye uygun hareketlerin bol bol yapıldığını görerek taklit yöntemiyle bunları benimsemeye çalışmalıdır.
3) Gençlerin ülküye uygun hareketlerde bulunmalarını sağlamak için çeşitli ortam ve imkân hazırlanmalıdır.
Bunlardan başka ülkü birliği yaratan diğer bir etmen de ülkeyi yöneten sınıfların yerleşmesini arzu ettikleri belirli ülküleri içtenlikle yapmaları ve tiyatro, yazı, söz, radyo -televizyon, sinema gibi yayın ve haberleşme araçlarıyla fırsat çıktıkça sevdirmeye çalışmaları ve ülküye bütünüyle zıt ve yabancı fikirleri etkisiz kılmasıdır.
Bilindiği gibi millî ülkü Türk Milliyetçiliği'nin ana ilkelerinden biridir. Bu ilkenin Türk Milleti'nce benimsenmemesine ve sevilmemesine imkân yoktur. Çünkü milliyet fikri aynı dil, aynı kültür, aynı gelenek ve göreneklerle aynı umut ve emellerle birleşmiş insanların içgüdülerine uygundur. Eğer geniş, sürekli ve kararlı bir plânla çalışılacak o-lursa bundan olumlu ve mutlu sonuçlar alınması her zaman için mümkündür.
YOZ MİLYONLUK MİLLİYETÇİ TÜRKİYE'YE BÖĞRÜ
Ülküdaşlarımızdan Yusuf Ziya Kömürcü ile Şerife Zehra Atilla Yahyalıda 5.8.1973 günü evlenmişlerdir. Tebrik eder başarılar dileriz.
Ülküdaşlarımızdan Hasan Kal-limci ile Nevrisal hanım Denizli'de 19 Ağustos 1973 günü evlenmişlerdir. Türk Milleti içi hayırlı olmasını dileriz.
Ülküdaşlarımızdan Lâmi Oruç ile Nadiye hanım 19 Ağustos 1973 günü Denizli'nin Babadağ İlçesi'nde evlenmişlerdir. Tebrik eder, hayırlı olmasını dileriz.
Ülküdaşlarımızdan Ruhi Baya-zıt ile Nazife hanım 6.8.1973 günü Şereflikoçhisar'ın Karandere köyünde evlenmişlerdir. Tebrik eder başarılar dileriz.
Ülküdaşlarımızdan Halûk ServF-nin Alp Er - Tunga adı verilen bir oğlu dünyaya gelmiştir. Alp Er Tun-ga'ya zafer dolu bir gelecek dileriz.
Ülküdaşlarımızdan Ömer Albay'-m Alparslan adı verilen bir oğlu dünyaya gelmiştir. Alparslan'a fetih dolu zaferler kazandıracak bir gelecek dileriz.
Ülkücü Öğretmenlerden Ahmet Söylemez ile Meryem Tekdal 12.7.-1973 günü evlenmişlerdir. Tebrik
eder, evliliklerinin milletimize hayır getirmesini dileriz.
Ülküdaşlarımızdan Ali Kılıç ile Günay hanım 20.8.1973 günü Sivas'ta evlenmişlerdir. Hayırlı olmasını dileriz.
Ülküdaşlarımızdan Mehmet Kes ile Kadriye hanım 15.8.1973 günü TurhaPm Asarcık Köyü'nde evlenmişlerdir. Tebrik eder, hayırlı olmasını dileriz.
Ülküdaşlarımızdan Hacı încel ile Niğmet hanım 29.7.1973 günü Kozaklı'da evlenmişlerdir. Tebrik eder başarılar dileriz.
Bucak'h ülküdaşlarımızdan Diş Doktoru A. İhsan Gök ile Emine Ün-lücan geçtiğimiz günlerde Bucak'ta nişanlanmışlardır. Tebrik eder, ülkümüz yolunda başarılar dileriz.
Kırıkkale'n ülküdaşlarımızdan Yusuf Dede ve Şeker hanım'ın TÜR-KEŞ adı verilen bir oğulları dünyaya gelmiştir. TÜRKEŞ'e büyük bir azim ve kuvvet dileriz.
Akdağmaden'li ülküdaşlarımızdan Adem Alkan'm Gökçen, Ahmet Yurtsever'in Selcen adlı kızları ve Uğur Ergül'ün Gökhan adlı oğlu dünyaya gelmiştir. Yavrulara Türk Milleti için hayırlı bir gelecek dileriz.
Selçuk Eğ. Enstitüsü Talebe Cemiyeti Başkanı ülküdaşımız Vahap Avcı ve evdeşi Raziye hanımın kızları Ülkü'den sonra Kürşad adı verilen oğulları da dünyaya gelmiştir. Kür-şad'a hayırlı bir gelecek dileriz.
Akşehirli ülküdaşlarımızdan Şi-nasi Demirel ile Hülya hanım 3.8.-1973 günü millî bir törenle evlenmişlerdir. Tebrik eder, hayırlı olmasını dileriz.
Yozgatlı ülküdaşlarımızdan Fuat Yılmazer'in Selcen adı verilen bir yeğeni olmuştur. Selcen hanıma ülkü yolunda başarılar dileriz.
Salihli'li ülküdaşlarımızdan Musa Kılmç ve evdaşı Neriman hanımın 21 Haziran 1973 günü Habip isimli bir oğulları dünyaya gelmiştir. Ha-bip'e hayırlı bir gelecek dileriz.
Ülkücü öğretmenlerden Hasan Doğan ile Şerife hanım 22.7.1973 günü Besni'nin Dutlupınar Köyü'nde evlenmişlerdir. Tebrik eder, başarılar dileriz.
Karadeniz Teknik Üniversitesinin ülkücü asistanlarından Mustafa Kasney ile Pazarören İlköğretmen Okulu Tarih öğretmeni Selma Urut hanım nişanlanmışlardır. Tebrik e-der ülkü yolunda başarılar dileriz.
Hukukçu ülküdaşlarımızdan Cahit Hacıhaliloğlu ile Fatoş hanım Ankara'da evlenmişlerdir. Tebrik e-der, ülkü yolunda başarılar dileriz.
V E F A T Akdağmaden'li ülküdaşlarımız
dan Cengiz Tüfekçi bir trafik kazası sonucu vefat etmiştir. Ailesine ve ülküdaşlarımıza başsağlığı dileriz.
Üîküdaşiarımızran Abdullah Köse bir trafik kazası sonucu vefat etmiştir. Ailesine ve ülküdaşlarımıza başsağlığı dileriz.
BOZKÜRT Sahibi : Sadi SOMUNCUOĞLU 9 Yazı İsleri Müd&ıü : Nedim ÜNAL $ l'mumi Neşriyat Md : Mahir DURAKOĞLU © İdarî İşler M d : Osman OKTAY © İdare Yeri : Bedesten içi - Bedesten Han mı : 6 — KONYA @ Haberleşme adresi : P.K. 151 Bakanlıklar - ANKARA © Posta çeki nu : 10079758 © Yıl : 1 Sayı : 1% $ Yıllık abone : 17,50 TL. £ Fiatı : 150 kr. $ Yurt dışı : İki misli 9 Reklâm tarifesi : Tam sayfa : 1000 TL. Renkli sayfa : 1500 TL. $ Kitap İlânları : Santimi : 30 TL. SAN Matbaası 11 98 19 - 10 40 03 — ANKARA $ DAĞITIM - G A M E D A .
15