YARGILANAN CİNSELLİK, HAVVA ANAMIZDAN BAŞLAYAN ÖYKÜ

29
1 YARGILANAN CİNSELLİK, HAVVA ANAMIZDAN BAŞLAYAN ÖYKÜ Prof. Dr. Ali Demirsoy Bazı saatlerin de altında bulunan sarkaç, doğal güçlere karşı koymanın bir simgesidir. Dıştan güç- kuvvet uygulandığı sürüce, hele birileri tarafından kurulmuş bir zembereği varsa, sarkaç bir o yana bir bu yana sallanır ve bir türlü kararlı hale geçemez. Hâlbuki kendi haline bırakılsa, yer çekimine uyarak, doğal mecrasına oturarak düzenli bir konuma geçecektir. İnsanın cinselliği de iki aşırı güç tarafından tarih boyunca kurcalanarak, kurallara, birçok sapkınlığın ortaya çıkmasına neden oldu. Sarkacın bir yanında ne olduğunu görelim: Ahret, bilinen kitaplı dinlerin hepsinde, her şeyin yağdan kıl çeker gibi yürüyeceği, bu dünyada erişilemeyen tüm arzuların hemen yerine getirileceği, ölüm korkusunun olmadığı, dünyada bir türlü sahip olunamayan saygınlığın kazanılacağı, içte kalan isteklerin emek çekmeden kavuşulacağı kurulu bir düzen olduğu tariflenir. Bu kurulu düzen bir zaman Âdem ve Hava için vardı. Ancak, kurallara itirazsız uymak kaydıyla.

description

Özgecan Aslan! Sen ölürken bu ülkede bir şeyler yeşerecek” 15.02.2015 tarihinde Özgecan Aslan denen melek yüzlü bir kızımızın bizi insanlığımızdan utandıran bir katliam ile öldürülmesini duyduğum andan itibaren yüreğimin bir köşesinde başlayan yangın söneceğe benzemiyor. Sönmesini de istemiyorum. Eğer yüreğimizdeki bu yangın sönerse, önümüzdeki zamanlarda daha birçok gül yüzlü Özgecan sönecektir. Bu millet hamasi nutuklardan usandı; bıçak kemiğe dayandı. Çocuklarımızı sokakta oynamaya gönderemiyoruz; uyuşturucu almasın diye okulların önünde nöbet tutuyoruz; hiçbir kadınımız ve kızımız güvencede değil; toplu taşıt araçları bile güvenirliğini yitirmiş durumda. Bir bilim adamı olarak, bir insan olarak, bir baba olarak, uygar dünyanın bir insanı olarak, susmanın artık suça ortak olma anlamına geleceğini düşünerek, daha önce (30 Ağustos 2008) size gönderdiğim “YARGILANAN CİNSELLİK, HAVVA ANAMIZDAN BAŞLAYAN ÖYKÜ” adı yazımı, başka ÖZGECANLAR ölmesin diye bir ek yaparak tekrar bilgilerinize s

Transcript of YARGILANAN CİNSELLİK, HAVVA ANAMIZDAN BAŞLAYAN ÖYKÜ

Page 1: YARGILANAN CİNSELLİK, HAVVA ANAMIZDAN BAŞLAYAN ÖYKÜ

1

YARGILANAN CİNSELLİK, HAVVA ANAMIZDAN BAŞLAYAN ÖYKÜ

Prof. Dr. Ali Demirsoy

Bazı saatlerin de altında bulunan sarkaç, doğal güçlere karşı

koymanın bir simgesidir. Dıştan güç-kuvvet uygulandığı sürüce, hele

birileri tarafından kurulmuş bir zembereği varsa, sarkaç bir o yana bir bu

yana sallanır ve bir türlü kararlı hale geçemez. Hâlbuki kendi haline

bırakılsa, yer çekimine uyarak, doğal mecrasına oturarak düzenli bir

konuma geçecektir. İnsanın cinselliği de iki aşırı güç tarafından tarih

boyunca kurcalanarak, kurallara, birçok sapkınlığın ortaya çıkmasına

neden oldu. Sarkacın bir yanında ne olduğunu görelim:

Ahret, bilinen kitaplı dinlerin hepsinde, her şeyin yağdan kıl çeker

gibi yürüyeceği, bu dünyada erişilemeyen tüm arzuların hemen yerine

getirileceği, ölüm korkusunun olmadığı, dünyada bir türlü sahip

olunamayan saygınlığın kazanılacağı, içte kalan isteklerin emek

çekmeden kavuşulacağı kurulu bir düzen olduğu tariflenir. Bu kurulu

düzen bir zaman Âdem ve Hava için vardı. Ancak, kurallara itirazsız

uymak kaydıyla.

Bu kurulu düzene (dünyada daha sonra ortaya çıkacak sömürü

düzenine) karşı ilk hareket Şeytan'ın (İblis'in) Havva'yı kandırması ile

başlamış. Havva, İblis'in sözüne uyarak, her şeyin iyi gittiği, Adem ve

Havva’nın haricinde insanın olmadığı Cennet'te, Adem'e memnu (yasak)

elmayı yedirince, o güne kadar göremedikleri edep yerlerini görmeye

başlarlar. İlk eşeysel arzu böylece başlamış olur. Bu kurulu düzene karşı

çıkmaydı; dolayısıyla, kurulu düzene karşı çıkma ile Havva

özdeşleştirildiği için, kitaplı dinlerde (Musevilikte, Hıristiyanlıkta ve

Müslümanlıkta) kadın aşağılanmıştır, düşman görülmüştür. Çünkü kurulu

düzene karşı çıkma, sömürü düzeni kuranların en büyük korkusu

Page 2: YARGILANAN CİNSELLİK, HAVVA ANAMIZDAN BAŞLAYAN ÖYKÜ

2

olmuştur. Kurulu düzene karşı çıkma, eşeysel arzunun ortaya çıkması ile

başladığı için, bu dinlerde cinsellik –hep- bir günah olarak işlenmiştir. Bu

eylem yani cinsellik sadece çocuk yapmanın bir aracı olarak görülmüştür;

diğer yönleri günah ve çirkinlik olarak işlenmiştir. Tarih, bu günahları

işleyenlerin hunhar öldürülme olayları ile kirletilmiştir.

Kitaplı dinlerde, bizim oluş nedenimiz olan cinsellik, aşağılanır ve

cezalandırılır. Bu cezalandırmanın ilk tanımlanmış yasal adımı sünnettir.

Musa'nın bu öğretiyi kaptığı zaman (hatta bugün de) ve yerde (Mısır'da)

kadınlar da klitorisi kesilmek suretiyle sünnet edilir; böylece ömür boyu

cinsel ilişkiden zevk alınması önlenmiş olur.

Bu topluluklarda çocuklar korkutulmak istendiğinde, senin pipini

keserim, koparırım gibi laflar edilir. Böylece onun var oluş ve en ilkin

duygusu üzerinde baskı kurularak, onda, derin korkular bilinçaltında

işlenir. Bu korkular daha sonra çeşitli şekillerde doğal olmayan

davranışlar şeklinde açığa çıkar. Bu korkuların tersini gösterebilmek için

abartılı eşeysel organ büyüklükleri ve güçleri, günlük konuşmaların

merkezini oluşturur.

Kitaplı dinlerde, cinsi duygulara sahip olmadığına inanıldığı ve öyle

empoze edildiği için, çocuklar günahsız ve masum varlıklar olarak

nitelendirilir; cinsi ilişki deneyimi olmadan ölürse, doğrudan cennete

gideceğine inanılır. Bu nedenle kitaplı dinlerde, özellikle mesleği din

görevlisi olan kişilerin (Hıristiyanlık ve Museviliğin başlangıcında) cinsel

ilişkileri kesin olarak yasaklanır. Böylece, bu ilişkileri bir defa tatmamış

olanlara rahip ya da rahibe sıfatı verilir. Çünkü kirletilmemiştir. Ne zaman

ki cinsi aktivitelere başlar, günah da onunla birlikte yazılmaya başlanır.

Cinsel ilişki bu inanç sistemlerinde iğrençtir, utanılması gereken bir

eylemdir; bu nedenle Tanrısal değerler verdiğimiz mitolojik ya da tarihsel

kişiler böyle bir eylem sonucu dünyaya gelmemeliydiler. Onlar bu iğrenç

Page 3: YARGILANAN CİNSELLİK, HAVVA ANAMIZDAN BAŞLAYAN ÖYKÜ

3

ilişkinin ürünü olmamalıydılar. Yani, bakire bir anadan doğmuş

olmalıydılar; babaları olmamalıydı. Mitolojide babasız doğan Tanrısal

özellik verilmiş birkaç örnek verilirse, mantık daha iyi açıklanmış olur.

Mısır’ın ilk en büyük Güneş Tanrısı Horus, 25 Aralık’ta bakire Isis-

Meri’den dünyaya geldi.

Firigya’nın Attis’i, 25 Aralık’ta bakire Nana’dan dünyaya geldi;

Hindistan’ın Krişna’sı bakire Devaki’den dünyaya geldi.

Yunanistan’ın Dionysus’u 25 Aralık’ta bir bakireden dünyaya geldi;

Pers’li Mithra, 25 Aralık’ta bir bakireden doğdu.

İsa, 25 Aralık’ta Beytüllahim’de bakire Meryem’den dünyaya geldi

Hintlilerin Buda Sakia’sı

Mısırlıların Zulis, (ya da Zhule), keza Osiris ve Orus’u

İskandinav ülkelerinin Odin’i

Yunanlıların Cadmus’u

Mandaitlerin Hil ve Feta’sı

Meksikalıların Gentaut ve Quexalcote’leri

Sibylilerin Evrensel Kralları

Formosa Adasının Ischy’si

Xacaların Holy One’si

Çinlilerin Fohi ve Tien’i

Yunanlıların Adonis ve bakire İo’nun oğlu

Romalıların Ixion ve Quirinus’ları

Kafkasyalıların Prometheus’u

Plato’nun Divine Öğretmeni

Nepallilerin Jeo

Bilingonezlerin Wittoba’sı

Suriyelilerin Temmuz’u

Trakyalıların Xamolxis’i

Page 4: YARGILANAN CİNSELLİK, HAVVA ANAMIZDAN BAŞLAYAN ÖYKÜ

4

Bonzeslerin Zoar’ı

Assyrialıların Adad’ı

Siamlıların Deva Tat ve Sammonocadam’ları

Simtosların Mikado’ları

Ve diğerleri

Bununla da yetinilmedi, karşımızdakileri aşağılamak için, öfkemizi

dile getirmek için, bu kültürlerin ya da inançların hepsinde küfürlerin en

ağırı sinkaflı (içinde s..., düzmek, düdüklemek, sokmak, basmak,

geçirmek, koymak vb fiillerin geçtiği) küfürler oldu. Cinsi eylem iki kişi

tarafından yapılan ve kural olarak da her iki tarafın zevk aldığı bir

eylemdir. Gel gelelim ki, küfürlerin muhatabı hep dişidir. Küfürlerde dahi,

erkek bireyin öç aldığı ve kadının aşağılandığı, kirlendiği açıkça görülür.

Aptallar, siz mitolojideki bakireden doğan kişiler değilsiniz ki, siz,

inancınız gereği aşağıladığınız bu cinsel ilişkiden doğan insanlarsınız ve

aşağıladığınız da bu cinsel ilişkiye –zevk duyarak- giren, sizi karnında

taşıyan, emziren, bin bir fedakârlıkla büyüten saygın ananızdır. Neden bu

saygın eşeyi aslı astarı olmayan bir mitolojiye kurban ettiniz (Orta Çağda

yaktınız, kazığa geçirdiniz, işkence ettiniz), ediyorsunuz (toprağa gömüp

taşlıyorsunuz, recm yapıyorsunuz, namus davası ile kızınız ya da kız

kardeşiniz olsa dahi öldürüyorsunuz)?

Çocuğun ilkin duygularından birinin, en önemlisinin, özünde,

anladığımız anlamda eşeysel birleşme biçiminde değil, eşeysel duygu

(libido) anlamında ilk defa çocuk ile ana arasında kurulduğunu keşfeden

(ileri süren) Freud'a bu nedenle, özellikle bu çevrelerden büyük tepki

gelmiştir. Freud, çocuğun ana karnından çıkar çıkmaz, ağız mukozası

yolu ile anasının memesinden zevk aldığını, anasının tenine değmesinin

ona bir çeşit zevk verdiğini, bunun tüm memeli türlerinde doğal bir

davranış olduğunu ve birçok davranış biçiminin bu evreye dayandığını

Page 5: YARGILANAN CİNSELLİK, HAVVA ANAMIZDAN BAŞLAYAN ÖYKÜ

5

söyleyerek, çağdaş psiko-analiz biliminin temelini atar. O güne kadar

bunlar cin-iblis-peri-melek gibi hayali aracılarla ve etmenlerle

açıklanmaya çalışılmıştı; bugün de –öğrenim görmüş cahillerin dört elle

sarıldığı- akıllı tasarım ile açıklanmaya çalışılıyor.

Bu dinlerde düzene boyun eğenler doğru dürüst insandır, iyi

kullardır; hatta iyi kölelerdir; bu nedenle de inanç sistemlerinde kölelikle

ilgili kurallar vardır. Âdem de başlangıçta Tanrısal düzene, kendine

biçilmiş kaderine, düşünmeden, yargılamadan, yorumlamadan tam bir

biat içerisinde boyun eğmişti; uslu, kaderci, iyi bir kuldu. Kitaplı dinlere

göre, bu kulluğundan dolayı, gerçek, örnek bir insandı. Bu nedenle kitaplı

dinlerin yaygın olduğu kültürlerde, insan, erkeğe verilen adla

özleştirilmiştir. Örneğin İngilizce, "man" erkek demektir. İnsanlık da man

olarak adlandırılır. Almancada da "der Man" erkek demektir; insanlık da

"die Mänlichkeit" diye tanımlanır. Türkçede de adam erkeğe verilen addır.

Adamlık da doğru dürüst insanın tanımıdır. Kadının, Havva'nın, hiç adı

geçmez. Çünkü o doğu dürüst insanın değil, fitna-fücurluğun simgesidir.

Bu nedenle her iki cümlenin başında Âdem’e atıf yapılarak insana kulluk

yapması emredilir.

Eşeyselliği tattırdığı için, kadının, Musevilikten başlayan acı kaderi,

insanlık tarihinde bir yüz karasıdır. Musevilikte, Hıristiyanlıkta ve

Müslümanlıkta, kadının aşağılanması bu nedenledir.

Hâlbuki kitaplı dinlerin ortaya çıkmasına kadar, güzelliği, verimi,

iyiliği temsil eden Tanrıların çoğu kadın figürleri şeklinde tariflenmişti.

Kitaplı dinler ortaya çıkar çıkmaz, bu saygınlık ortadan kalkmıştır.

Mekke'deki putların hemen hepsi Müslümanlıktan önce kadın simgeleriydi

(büyük olasılıkla sadece Allah adını verdikleri tahtadan yapılmış en büyük

put erkek figürünü temsil ediyordu). Bu nedenle, Mekke’de kitaplı dine

geçilince, Tevrat'tın öngörüsüne uyularak, Hz. Muhammet tarafından, dişi

Page 6: YARGILANAN CİNSELLİK, HAVVA ANAMIZDAN BAŞLAYAN ÖYKÜ

6

putlar kırılarak ortadan kaldırıldı; erkek figürüyle temsil edilen Allah adlı

put (çok çeşitli kaynaklardan Kâbe’deki putlarla ilgili bilgi alabilirsiniz),

yani erkek figürü, Tanrı yerine kondu. Anadolu’nun bereket tanrısı olarak

bilinen kadın Tanrı Kibela’nın (bugünkü sibel adı da oradan kaynaklanır)

7.000 yıllık egemenliği ve saygınlığı da böylece bitmiştir. Çok sayıdaki

memeleri bereket ve saygınlığın ifadesi olarak yalnız taşlarda kaldı. Tanrı

Artemis vd. kadın tanrıların sonu bu gelişim ile belirlendi.

Cinsellik günah, kadın da aşağılık bir varlık olarak tanımlanınca, o

güne kadar saygın bir yeri olan kadın, kitaplı dinlerin yaygın olduğu

yerlerde, özellikle bin beş yüz yıl boyunca batı mezaliminde ezildi, cefa

çekti; Müslüman kadınların çilesi ise birçok ülkede hala devam

etmektedir. Bu ülkelerde zina yapan kadın taşlanır, erkeğin affedilmesi

için ise binlerce neden bulunur. xxxxx

Çocuk ise en ilkin, en ilkel ve en değerli duygusu ile tehdit edilmiştir:

Eşeysel organları ile. Onu ellemek, göstermek ve konuşmak

yasaklanmıştır. Duyguları derinlere itilmiştir. Karmaşık bir kompleks

haline dönüştürülmüştür. Bu nedenle kâbusları, çoğunluk ya bir kadınla

temasta başarısız olması ya bir çatışma sırasında silahının ateş

almaması ya da bir çatışma sırasında okunun ya da kılıcının kırılması gibi

dolaylı olarak şuur altına itilmiş korkularla simgelenir (Psikiyatris Prof. Dr.

Cengiz Güleç’le konuşmalarımızdan). Bir defa bu kompleks yerleşti mi

onun hangi biçimlerde ortaya çıkacağını (tezahür edeceğini) artık kimse

tam kestiremez. Önce karısından ve kızından kuşkulanır; karşı cinsleri

çekici; ancak güvenilmez olarak görmeye başlar; bütün kadınlar onun

için, açık açık söylemese de birer ahlaksızdır. Yeterince eğitilmemiş

imamların, hocaların, Ortodoks ve Katolik papazlarının, şeri yasaları

benimsemiş her türlü dini liderin, herkese potansiyel suçlu gibi bakması

ve bakışlarının altında bu duyguyu hissettirmesi, hatta kadın cinsiyle

Page 7: YARGILANAN CİNSELLİK, HAVVA ANAMIZDAN BAŞLAYAN ÖYKÜ

7

tokalaşmamasının nedeni de bu komplekslerden kaynaklanır. Zaman

zaman bu duyguları düşmanlık derecesine ulaşır. İnsanlara güveni

kalmaz; sosyal düzensizliklerin ve sapkınlıkların temelini oluşturan

davranış biçimleri sosyal yapıya bir kanser gibi yerleşir; hem de Tanrı ve

kutsiyet adına yapılmış bir eylem olarak.

Ancak, canlıların tümünün bu ilkel ve ilkin yapısı, ne yaparsanız

yapın bastırılamaz; çünkü onun var oluş nedenidir. Bu nedenle, bu

davranış ve bu libido ya renklerde ya figürlerde, giyimde kuşamda,

istenmeyerek yapılan vücut hareketlerinde kendini gösterir. Hatta

karşılaştığımız tüm sosyal aktivitelerde, sanatsal yapıtlarda, hatta ibadet

biçimlerinde bile bu davranış biçimleri dolaylı ya da doğrudan ayrıntıda

gizlenir ya da sergilenir. Sanatta bunu dile getiremeyenler, düşüncelerini

ve eğilimlerini sözlü sanat dediğimiz fıkralara yansıtırlar. Açık fıkralar diye

tanımladığımız fıkraların bu kadar çeşitli olması ve ilgi çekmesi de bu

nedene dayanır.

Doğrudan ilişkili olmadığı söylenmesine karşın, Musavilik-Masonluk

öğretisinde kadının yerinin olmaması da (kadından masonun olmaması

da) kitaplı dinlerin hangi kaynaklardan beslendiğinin açık bir nişanesidir.

Kadının Hıristiyanlıkta papa, Müslümanlıkta imam, hoca, müezzin ve

bilinen dini önderlerden hiç birinin olmaması da aynı mantıktan

kaynaklanmaktadır. Kadın eksik etektir; kadın aklen maluldür.

Canlılar dünyasında, yavrunun ebeveynine bağlı olduğu türlerde,

kural olarak yavrular her zaman anaları tarafından eğitilir. Dolayısıyla

yavrunun gelecekteki başarısı, kendini yetiştiren ananın yeteneği ile bire

bir ilişkilidir. İnsan soyunda da bu böyledir. Çocuğu esas yetiştiren anadır.

Sütü ile birlikte dilini, davranışını, hatta düşünce tarzını bir çeşit yavruya

aktarır. Tarihte büyük katliamlarda bazı milletlerin ya da toplumların

erkeklerinin tümü kılıçtan geçirilmesine karşın; geride kalan kadınlar yine

Page 8: YARGILANAN CİNSELLİK, HAVVA ANAMIZDAN BAŞLAYAN ÖYKÜ

8

de çocuklarını eskisi gibi yetiştirmeye devam etmişlerdir. Bu nedenle

hiçbir akım, çocuklar ve analar tümüyle yok edilmediği sürece ortadan

kaldırılamamıştır. Bunun da adı günümüzde sık sık kullanılan soy

kırımdır. Sadece erkeklerin öldürüldüğü olaylar soy kırımın dışında

kalmış, katliam olarak adlandırılmıştır. Kültür, hemen her zaman analar ile

kalıtılır. O halde kültürünüzü geliştirmek ya da değiştirmek istiyorsanız, bu

eğitime kadınlarla başlamanız gerekir. Türkiye, Cumhuriyet’in

kuruluşundan bu yana, askere aldığı çocuklarından dil bilmeyenlere asker

ocağında dil öğretti, okuma yazma bilmeyenlere âli okullarında okuma

yazma öğretti. Amaç, resmi dil olan Türkçeyi halkına öğretmekti. Sonuca

ulaştı mı? İstenen düzeyde olmadı. Bugün Türkiye’de hala 5 milyon kişi

Türkçe konuşamıyor. Herhalde okuma yazma bilmeyenlerin oranı daha

da yüksek olmalı. Niye? Çünkü babaların eğitilmesi yeterli görüldü; analar

eğitilemedi; cahillik anadan çocuklara geçti. Kitaplı dinlerde aşağılanan

kadın, hep cahil nesillerin yetişmesine neden oldu. İnançlarında reform

yapanlar bu mengeneden kurtulabildiler. Yapamayanlar ayaklar altında

ezilmeye devam etmektedirler. Bağnaz dini inançların devam ettiği,

kadının hala ikinci plana atıldığı hatta hiç kişilik kazanamadığı

toplumlarda, düşünür, devlet adamı, sanatkâr, bilim adamı

yetişememesinin nedeni budur.

Şapı kaynatmayla olur mu şeker, cinsini sevdiğim, cinsine çeker (Türk atasözü)

01.08.2008 Tarihinde Konya Taşkent beldesinde herkesin tatilde ya

da okul dışı kendini geliştirme kurslarında olması gereken bir dönemde,

50 kadar henüz erginliğe ulaşmadığı söylenen kız çocuğumuz, Devletin

resmi kuran kurslarına birkaç on metre uzaklıkta, dernek-ya da vakıf adı

altındaki bir kuruluştu, yasa dışı (bu terim bir orta oyununu sözcüğü

olmalıdır; çünkü Türkiye genelinde binlercesinin olduğu bilinen bu

Page 9: YARGILANAN CİNSELLİK, HAVVA ANAMIZDAN BAŞLAYAN ÖYKÜ

9

kuruluşların yasa dışı olması söz konusu olamaz; olsa olsa sıkışıldığında

ortaya atılan bir geçiştirme tanımı olmalı; bu merkezlerin faaliyeti birkaç

yıl önce serbest bırakıldı) yatılı olarak eğitime alınan onlarca kız

öğrencimizin, bir patlama sonucu 18’nin ölmesi ve diğerlerinin de çoğu

ağır olmak üzere yaralanması, çok önemli bir planı gözler önüne

sermektedir. Bu kuruluşlar, dinimizi ya da imanımızı güçlendiren masum

eğitim merkezleri değildir. Bu odaklar, burada idareci sıfatı altında

bulunan birkaç kişinin bir araya gelerek kurmuş oldukları teşkilatlar da

değildir. Bu kuruluşlar, dinimizi, ülkemizi ve geleceğimizi yıkmaya ant

içmiş iç ve dış güçlerin çok zekice ve sabırla hazırlamış oldukları çok

kapsamlı bir planın en can alıcı kısmıdır. Çünkü bir toplumu gütmek,

belirli bir çıkmaza yönlendirmek ve özellikle bilim dışılığa itmek

istiyorsanız, ilk yapacağınız şey, çocukları eğiten anaları

güdümlemenizdir.

Taşkent bir başlangıç değildir, sona yaklaşıldığının işaretidir. Çünkü

1946-1950’li yıllarda çok sinsi bir şekilde başlatılan bu güdümleme,

1970’li yıllarda genişletildi, 1980’li yıllarda devlet desteğine mazhar oldu,

2000 yıllarda siyasi arenada boy göstermeye başladı (kurumların tümüne

sızdı). Bu gün Anadolu’nun hangi köyüne, kasabasına, giderseniz gidin,

bilim dünyasının gözde ülkelerinde eğitim dönemi dışında çeşitli

becerilerini geliştirmek için kurslara gönderilen, geleceği yönlendirecek

öğrencilerin aksine, başına bir şeyler bağlanmış, boynuna bir bez torba

asılı, çoğunluğu erginliğe henüz ulaşmamış, yönlendirmeye hazır,

çoğunluğu kız olan öğrencileri ne idüğü belirsiz mekânlarda, ne idiğü

belirsiz (esasında amacı çok iyi bilinen) insanların yanında eğitime

giderken görüyorsunuz. Bu Türkiye’nin, geniş anlamda ise İslam

Dünyası’nın karanlıklara yürüyüşünün resmidir. Geleceği yönlendirecek

kesimi elinde tutanlar, o toplumun geleceğini de avuçlarının içine

Page 10: YARGILANAN CİNSELLİK, HAVVA ANAMIZDAN BAŞLAYAN ÖYKÜ

10

almışlardır. Sonuçlarını görmek için uzun zaman beklemeniz gerekmiyor

gibi görünüyor…

Kadının kutsal sayıldığı, toplumsal işlevlere katıldığı, hatta tanrı

olarak tanımlandığı dönemlerde Anadolu’daki o hayranlık veren sanatsal

eserlere ve dünyaya damgasını veren düşünürlere bir bakın; bir de

kadının aşağılandığı son 2.000 yıla bir bakın; aradaki farkı gözlerinizle

göreceksiniz.

Ne yazık ki 2000 yılında bile din simsarlıkları ile yer kapmış olanlar,

yöneticiler kalkıp gözümüzün içine bakarak, kadın bizde kutsaldır

demekten utanmıyorlar. Kimse sormuyorsa bu sefer ben soruyorum:

Firavunların kadın olanları vardı, Hititlerde eşlerin damgası anlaşmalarda

isteniyordu, kadın figürlü tanrılara tapınılıyordu, dünyanın en ünlü

kütüphanesinin müdiresi, aynı zamanda bir bilim kadını olan Hypatia bir

kadındı (bağnaz Hıristiyanlarca kütüphanenin girişinde hunharca

öldürüldü). İlk olarak kendimize şu soruyu sorup yanıtını öğrenmemiz

gerekecek; eğer biraz vicdan ve ahlak kırıntısı kalmış ise... Son iki bin

yıldır neden (laik Türkiye Cumhuriyetinde ve birkaç uygarlığa adım atmak

isteyen ülkelerde yetişenler hariç) tek bir kadın yönetici, kadın bilim

adamı, kadın düşünür, kadın sanatkâr bu coğrafyada yetişmedi. Eğer

bunun yanıtını verirseniz, bu gün hunharca öldürülen, darp edilen,

aşağılanan, ırzına geçilen kadınlara yapılan zulmün nedenini

bulabilirsiniz. Tarih bilincinden yoksun insanların hamasi nutuklarından

gına geldi. Kendi çocuklarının melanetlerini örtmek için rejim değişikliğine

bile kalkışanlar, başkasının çocuklarının boğazlanmasını artık daha fazla

hamasi nutuklarla geçiştiremezler.

Kadının toplumun temel direği olduğunu kavrayanlar bunu istismar

da edebilirler; eğer gerçekten insan sevgisi ile dolmuşlarsa, bu yolu

kullanarak bulundukları toplumu uygarlıkta üst düzeylere de çıkarabilirler.

Page 11: YARGILANAN CİNSELLİK, HAVVA ANAMIZDAN BAŞLAYAN ÖYKÜ

11

Bu açıdan Türkiye’ye baktığımızda, kadının “başımızın tacı” sloganından

başka hiçbir eylem üretemeyenler, kadını yönetimden, toplumsal

etkinliklerden hep uzak tutmuşlardır. Sosyal etkileşimlere baktığımızda,

çoğunluk eğitilmiş ve bu arada bir aile yaşamı kurmaya fırsatı bulamamış,

kendini bir anlamda yalnız hisseden kadınların zaman geçirdikleri yerler

olarak karşımıza çıkmaktadır. Yani gerçekte ciddi toplumsal

örgütlenmeler olarak değil, zorunlu bir araya gelinmiş yerler olarak

karşımıza çıkmaktadır. Ancak son yarım yüzyılda birileri kadınların

toplumsal yönlenmedeki etkinliğinin kavradıkları için, güçlerini bu kesime

yönetmişlerdir. Çocukları olan, aile yapısına sahip kadınları –dinimizin

buyruğunu yerine getirme sloganı ile- kendi ideolojileri yönünde eğitmeye

başlamışlardır. Bu, toprağa tohum atma gibi bir verimli bir girişimdi.

Zamanla –ana kökenli yatırım- gelişti, organizasyonun temelden

güçlenmesini sağladı ve en önemlisi bu kadınların yetiştirdiği çocuklar,

sonunda Türkiye’de belirli bir ideolojinin köklenmesine ve

yaygınlaşmasına neden oldu. Türkiye ana kökenli bu ideolojiyi kolay kolay

değiştiremeyecektir. Bırakın –normal süreçler içinde- değiştirmeyi,

durduramayacaktır da; bu akım daha da güçlenerek gelişecektir. Hatta bu

ideolojiyi tezgâha koyanları da -ılımlı bularak- yok edecek kimliklere

bürünerek…

Kız ve gelin iken, çevresi tarafından sürekli aşağılanan, köle

muamelesi gören, “saçı uzu aklı kısa” insan yerine konan bu değerli

varlıklarımız, sonunda “taştan yapılmadıkları için” karmaşık duygular

içinde, kompleksler içinde, bir gün kaynana olurlar. Artık ezme ve

aşağılama sırası kendilerine gelmiştir. Aşağılayacakları ve ezecekleri bir

objeye de kavuşmuşlardır; bunun dilimizdeki adı gelindir. Birileri bu gelin-

kaynana ilişkisini bilinçsiz bir şekilde uzaktan izler; bunların adı da

çocuklardır. Bu eğitimden geçen bir çocuk, ilk olarak şunu öğrenir: Zayıf

Page 12: YARGILANAN CİNSELLİK, HAVVA ANAMIZDAN BAŞLAYAN ÖYKÜ

12

olduğu yerde köpekleşmenin, güçlü olduğu yerde de canavarlaşmanın bir

yaşam tarzı olduğunu. Sonuçta, toplum, güçlünün zayıfı ezdiği bir yapıya

dönüşür.

Hafızanızı bir zorlayın ve bu yazıyı okudunuz ise, yazının altına,

bizi doğuran, büyüten analarımızın, toplumumuzdaki kadınların

aşağılanması ile ilgili ve gelin-kaynana ilişkilerini ortaya koyan atasözlerini

ve özdeyişleri alt alta bir yazın! Önünüze çıkan dev dizi bakalım size

ürkütecek mi?

Sarkacın öbür yanı ise tam tersi bir durumu göstermektedir. Bu

kadar kıskaç altına alınmış olan cinsellik, özellikle dişi eşeyi,

modernleşiyoruz, uygarlaşıyoruz sloganları ile tam bir ticari emtia haline

dönüştürülmeye başlandı. Hiçbir yazılı ya da görsel basın aracımız yok ki,

özellikle kadın vücudunu reklam amacı ile kullanmamış olsun. Kadının

eşeyselliğinin bu kadar pespaye bir şekilde sergilendiği ya da tam tersi

sadece bir kadın olması nedeniyle aşağılandığı bir ortamda, nasıl sağlıklı

nesiller yetiştireceksiniz?

Kadın, taşıdığı yumurta nedeniyle, yavruyu bire bir eğitecek kişi

olması nedeniyle, gelecek kuşağı şekillendirecek en önemli –kutsal-

eşeydir. Bu kutsal eşeyin, beslenmeden tutun, yaşam ortamına,

korunmasına, yaşayacağı çevresinin hijyenine kadar her türlü özenin

gösterilmesi gerekir. Bunun için ilk olarak kitaplı dinlerin kadını

aşağılayan, erkeği yücelten öğretilerinden arınması gerekecektir. Bu

demek değildir ki, erkek ile kadın aynı şeylerdir. Her ikisi bir bütünün

parçalarıdır. Biz erkek olarak artık bir şeyi anlamış olmamız gerekir: İnsan

ya da adam dediğinizde sadece erkek anlaşılmamalı, erkek ve kadının

birlikteliği anlaşılmalıdır; farklı görevleri yüklenmiş bir bütünün parçaları

oldukları anlaşılmalıdır. Bir kadının iffetinin korunması ve onunla ilgili

düzenlemelerin yapılması sadece erkeğe verilmiş bir görev değildir.

Page 13: YARGILANAN CİNSELLİK, HAVVA ANAMIZDAN BAŞLAYAN ÖYKÜ

13

Toplumsal çarpıklıkları gidermenin yolunu bulmalıyız; komşunun

kızıyla flört yapan oğlumuzu çapkınım diye sevip, övmeyi; kendi kızımızla

flört eden komşunun oğlunu ahlaksız olarak değerlendirmeyi bırakmalıyız.

Orospuluğun sadece kadınlara ait bir sıfat olmadığının bilincine

varmalıyız… Eğitilmeyen, iş verilmeyen, ikinci plana atılan, hakkı yenen,

geleneksel olarak bir çeşit köle olarak görülen bir kadının, kendinin ve

çocuklarının karnını doyurmak için, çok zorda kalarak, kutsal cinsiyetini

istismar etmesini sadece onun ayıbı olarak değil, toplumumuzun, bu

cümleden olmak üzere kendimizin bir ayıbı olarak kabul edelim.

Her kişinin kendi tercihi olabilir; cinselliği de kendi tasarrufunda olan

bir olgudur; kimsenin bu açıdan başka birini sınırlama hatta cezalandırma

hakkı olamaz. Ancak bu demek değildir ki, cinselliğin bir sömürme,

istismar aracı olarak kullanılmasına kayıtsız kalacağız. Gelecek nesilleri

ve özgürlüğünü kısıtlamadan bireyi koruyacak her türlü önlem, yalnız ve

yalnız devlet tarafından alınmalı; aksi davranışlar gösterenlerin ancak

yasalar tarafından yargılanmasına izin verilmeli; kişilerin bu konudaki

baskıları, yargı ve infazları da önlenmelidir. Devletin en önemli görevi,

ergenlik çağına ya da belirli bir yaşa kadar, yani bir çocuğu bilinçli olarak

yetiştirebileceği çağa kadar, istismarlardan ve kötü yönlendirmelerden

korunması olmalıdır. Daha sonraki yaşlarda kişi tercihini kullanabilmeli;

ancak kişinin elinde olmayan nedenlerle sıkıntıya girdiğinde devlet

yanında olabilmelidir. Namus, başka kişilerin himayesinde olmayacak kadar kutsal bir değerdir. Görüşleri doğal olarak farklı olması

kaçınılmaz olan bireylerin, namus kavramına bakışları da farklı olacaktır.

Böylece toplumda çok sayıda yargı ortaya çıkacaktır. Kimilerine göre

çocuklarına ekmek sağlayabilmek için, her türlü riski alarak, bir zamanlar

ekonomik kriz içinde kıvranan bir komşumuzdan bize gelen kadın ve

Page 14: YARGILANAN CİNSELLİK, HAVVA ANAMIZDAN BAŞLAYAN ÖYKÜ

14

kızlar esasında bir azizedir; “açlık insana her şeyi yaptırır” özdeyişini

hatırlayamayanlar için ise kendini para ile satan adi fahişelerdir.

Bırakalım, etki etmeyelim; sarkaç, yer çekimine yani doğal

eğilimine, etkileşimine uygun olarak konumunu alsın ve bu kargaşalık ve

huzursuzluk da son bulsun.

Unutmamak gerekir ki cinsellik ne dini baskıların cenderesi altında

yok edilmesi gereken bir günah unsurudur ne de uygarlık, serbestlik ya da

doğallık sloganları eşliğinde bir mal gibi piyasaya sürülen bir emtiadır.

Bu yazı 30 Ağustos 2008’de burada bitmişti.

Ancak 15.02.2015 tarihinde Özgecan Aslan denen melek yüzlü bir

kızımızın bizi insanlığımızdan utandıran bir katliam ile öldürülmesini

duyduğum andan itibaren yüreğimin bir köşesinde başlayan yangı

söneceğe benzemiyor. Sönmesini de istemiyorum. Eğer yüreğimizdeki bu

yangın sönerse, önümüzdeki zamanlarda daha birçok gül yüzlü Özgecan

sönecektir. Bu millet hamasi nutuklardan usandı; bıçak kemiğe dayandı

(en alttaki istatistiği inceleyeniz). Çocuklarımızı sokakta oynamaya

gönderemiyoruz; uyuşturucu almasın diye okulların önünde nöbet

tutuyoruz; hiçbir kadınımız ve kızımız güvencede değil; toplu taşıt araçları

bile güvenini yitirmiş durumda. Ahlak öğreteceğiz diye açılan resmi ya da

gayri resmi yerler ahlaksızlıkların merkezi oluyor.

Bir bilim adamı olarak, bir insan olarak, bir baba olarak, uygar

dünyanın bir insanı olduğumu düşünerek, susmanın suça ortak olma

olacağı düşüncesiyle, cinselliği masaya yatırdığım bu yazıya, başka

ÖZGECANLAR ölmesi diye bir ek yaparak tekrar bilgilerinize sunuyorum.

Prof. Dr. Ali Demirsoy

30 Ağustos 2008

Page 15: YARGILANAN CİNSELLİK, HAVVA ANAMIZDAN BAŞLAYAN ÖYKÜ

15

Özgecan Aslan! Sen ölürken bu ülkede bir şeyler yeşerecekİnsan olan herkesi kahreden, ürküten, insan olduğundan utandıran

Özgecan Aslan cinayeti (15.02.2015) bardağı taşıran son damlalardan biri

olmuştur. Aslında Türkiye son 10 küsur yıldır kadın katliamı, darp, ırza

geçme, istismar istatistiği bakımdan tavan yapmıştır (basına göre son 7

yılda öldürülen kadın sayısı %1400 artmış).

Hâlbuki dini eğitimin, tutuculuğun, yönetimin de katkıları ile en

yoğun yaşandığı dönem bu dönemdi. Aslında katı dünya görüşünden

arınmış, yansız ve bağımsız düşünen herkes şu soruyu kendine

sormadan edemiyor. Bu coğrafya, 2000 yıldır, bu gün 58’i İslam ülkesinde

(diğer dinlerin yoğun olarak baskı aracı olarak kullanıldığı bazı ülkelerde

de) cinsel taciz, enses (aile içi cinsel temas), kadın haklarının

kısıtlanması, aynı eylemi yapan kadın ve erkeğin farklı cezalar alması

basit bir rastlantı ile açıklanmaya çalışılıyor. Geleneklerimizde 4 kadınla

evlenmeye, kadınların gayrimenkullerden pay alamamasına, örtünme

zorunluluklarına, tanıklıkta erkekle aynı değere sahip olmamalarına,

erkeğin birkaç sözüyle evlilik akdinin sonlandırılmasına, herhangi bir

ruhban unvan (hoca, imam vb olamayan) için uygun görülmemelerine

Page 16: YARGILANAN CİNSELLİK, HAVVA ANAMIZDAN BAŞLAYAN ÖYKÜ

16

tanık olan insanlar, doğal olarak bayanlarımızı ikinci sınıf insan olarak ve

onları erkeklerin arzularının gideren varlıklar olarak görecektir. Bu kadar

ülkede, bu kadar zaman diliminde sürekli tekrarlanan bu vahşeti, rezaleti,

ahlaksızlığı, meydanlara çıkıp bizim …de kadın istismarı yoktur afaki

sözleriyle geçiştirmeye “artık” çalışmasınlar. İdam gelsin, hadım edilsin,

hücreye atılsın lafları da temelsizdir; sanki bu cezaların en katı şekilde

uygulandığı ülkelerde bu suçlar azalmış ya da ortadan kalkmış gibi. Siz

bu ahlaksızlıkları, rezillikleri yasalarla ortadan kaldırmayı düşünüyorsanız

yanılıyorsunuz; sosyoloji bir vaka olan bu çağdışı davranışların nedenini

çok gerilerde arama cesaretini göstermelisiniz. Avrupa’nın cadı avından

kurtulması çabaları bizim için çok önemli tarihi bir örnektir. Sorunlarınızın

kaynağını bulamaz, olanları tali nedenlerle açıklamaya ve geçiştirmeye

çalışırsanız, ilgili ilgisiz ilişkiler kurarak dikkatleri başka yerlere

çekerseniz, bu acıları bugün bir başkası, yarın ben yaşarım, daha sonra

sen yaşarsın. Şu anda yönetimde bulunanlar ve icazet verme yetkisini

kendine bulanlar “istisnasız” kesinlikle sorunun kaynağına değinmiyor;

birkaç ek yasa maddesi ile çözeceklerine inanıyorlar ve olanları “hamasi

nutuklarla” tali nedenlere bağlama kurnazlığından kurtulamıyorlar.

Ben burada içim yanarak bir şeyi bir daha vurgulamak istiyorum. İlk

eğitim çağlarında din eğitimi diye çocukların kafası doğmayla

doldurulmaya, çeşitli yönlendirmeler ile simgesel örtünmeye, erkeğe biat

etmesi telkin edilmeye, kadınlara karşı işlenmiş suçlarda mahkemelerde

çeşitli maskaralıklarla ceza indirimine gidilmeye devam edilirse; bir suç

işlendiğinde kadının giyimi, kuşamı, ruju, makyajı, saçının boyanması

karşı tarafa verilecek cezalarda hafifletici unsurlar olarak sunulmaya; din

adamı diye geçinenler hele hele üniversitelerimizde profesör unvanı ile

yer işgal edenlerin bilim ve uygar dünya için utanç verici bir tarzda,

Page 17: YARGILANAN CİNSELLİK, HAVVA ANAMIZDAN BAŞLAYAN ÖYKÜ

17

kadının giyiminin suçu işlemeye neden olarak gösterilmesine devam

ediliyorsa, siz bu suçların azalmasını çoook beklersiniz…

Değerli Kardeşim

“Özgecan Aslan! Sen ölürken bu ülkede bir şeyler yeşerecek”15.02.2015 tarihinde Özgecan Aslan denen melek yüzlü bir kızımızın bizi

insanlığımızdan utandıran bir katliam ile öldürülmesini duyduğum andan

itibaren yüreğimin bir köşesinde başlayan yangın söneceğe benzemiyor.

Sönmesini de istemiyorum. Eğer yüreğimizdeki bu yangın sönerse,

önümüzdeki zamanlarda daha birçok gül yüzlü Özgecan sönecektir. Bu

millet hamasi nutuklardan usandı; bıçak kemiğe dayandı. Çocuklarımızı

sokakta oynamaya gönderemiyoruz; uyuşturucu almasın diye okulların

önünde nöbet tutuyoruz; hiçbir kadınımız ve kızımız güvencede değil;

toplu taşıt araçları bile güvenirliğini yitirmiş durumda. Bir bilim adamı

olarak, bir insan olarak, bir baba olarak, uygar dünyanın bir insanı olarak,

susmanın artık suça ortak olma anlamına geleceğini düşünerek, daha

önce (30 Ağustos 2008) size gönderdiğim “YARGILANAN CİNSELLİK, HAVVA

ANAMIZDAN BAŞLAYAN ÖYKÜ” adı yazımı, başka ÖZGECANLAR ölmesin diye bir

ek yaparak tekrar bilgilerinize sunuyorum.

Prof. Dr. Ali Demirsoy

15.02.2015