Sürtük VI. Sayı E-Fanzin

20
sürtük fanzin Ne zaman elleri zambaklı padişah olursam Sana uzun heceli bir kent vereceğim Girilince kapıları yitecek ve boş! Azizim, güzel atlar güzel şiirler gibidirler Öldükten sonra da tersine yarışırlar, vesselam! Ece Ayhan 6 / 2012 [email protected]

Transcript of Sürtük VI. Sayı E-Fanzin

Page 1: Sürtük VI. Sayı E-Fanzin

sürtük fanzin

Ne zaman elleri zambaklı padişah olursam Sana uzun heceli bir kent vereceğim Girilince kapıları yitecek ve boş!

Azizim, güzel atlar güzel şiirler gibidirler

Öldükten sonra da tersine yarışırlar, vesselam!

Ece Ayhan

6 / 2012 [email protected]

Page 2: Sürtük VI. Sayı E-Fanzin

Ahlak Öyküleri - I

Korkuyla titriyordu, yatağın içinde küçük kız. Vücudundan akan soğuk terler, teninin

kızgın dokusunda dağlanıp buharlaşıyordu hızla. Ağlamasını ve hıçkırıklarını

hissettirmemek için tüm gücüyle çırpınıyordu. Nefes alışı hızlandıkça artan kalp

atışlarını bastırmak için elini yeni belirginleşen göğüslerine bastırıyordu. Ayaklarını

karnına çekti, tıpkı annesinin karnındayken yaptığı gibi… Fakat ne bu yatak ne de

üstüne aldığı yorgan, annesinin rahmi gibi onu dış dünyanın tehlikelerinden

saklayabilecek türde bir şey değildi. Odasının kapısı yavaşça açıldı. Kapının çıkardığı

boğuk çığlığı duyan kız, nefesini tüm gücüyle tutmaya çalıştı; uyuyor taklidi

yapabilmek için. Yorganı, onu boğmaya çalışan bir okyanusa dönüşüyordu giderek.

İçeriye giren babası elinde “Alice Harikalar Diyarında” masal kitabını sıkıca kavrıyordu.

Avuçları terliyordu adamın. Yüzündeki gerginlik sahte tebessümüne de yansıyordu.

Karşısında, yatağında titreyen kızının yorgana aldırdığı biçimi fark etmesiyle

tebessümü dağıldı. Kasılmaya başladı yüzü, bir tutukluk ve uyuşma hissi sarmaya

başladı bedenini. Yanaklarında başlayan bu his, hızla ve peşi sıra gelen lavlarla ele

geçiriyordu onu. Bir süre duraksadı kapıda mermer heykeller kadar katı ve donuktu

yüzü. Ayaklarının titrediğini hissetti. Derin bir nefes aldı. Bir tane daha…

Yavaşça yaklaştı kızına, parmak uçlarının üstünde ilerleyerek. Korkutmamak için en

ufak bir ses dahi çıkarmamaya özen gösterdi. Karanlık odanın ışığına alışan gözleriyle

inceledi etrafı. Bir an içerde üçüncü birinin daha varlığını hissetti. Vücudu yay gibi

gerildi. Bu kez etrafı daha dikkatle gözledi. Hiçbir şey yoktu… Elindeki kitabı kızının

yatağının yanına yere bırakıp, yorganını ağır hareketlerle çekti. Karşısında duran küçük

kızın titremeleri hızında bir sarsıntı tüm dünyanın sonuna neden olabilirdi, kızın elinde

olsaydı; o, tüm kâinatın sonunu dilerdi…

Devran Aramgah

Page 3: Sürtük VI. Sayı E-Fanzin

Cüce1 Bir “hiç”liğe ulaşacağımı sanırken Gecenin kör vaktindeki “intihar”ımla “Karınca”lar üşüştü zihnime. “Ben”, “Sis”ler içerisinde bekliyorum. Bir “hiç-oluş” hikayesinin kahramanıyım Sebepsiz. “Aitsiz kimlikler” yarattım kendi “ben”liğimden, Bir” bulantı”yla kusuyorum onları geceye. “Ayna”, “Semah” dönen bir kültürün ışığını taşır. “Ayna”, benim karanlığımı saklayacak kadar yitirmiş ışığını bu gece. “Dönmek”, “Zamansal” yahut “mekansal” bir zorunluluktan öte olmalı. Dali’nin bir tablosundaki saat gibi akıyor “zaman” Çizgisel olmayan evrenimde . “Son şans”ımsa “karınca”lara yem olmak “Ayna”lara hapsetmeliyim “kendi”mi.

Özge Uysal 17.05.2012

01:12

1 Leyla Erbil’in “Cüce” Romanından esinlenerek.

Page 4: Sürtük VI. Sayı E-Fanzin

Çoğu insan ölüme hazır değildir, ne kendi ölümlerine ne de başkalarının. Şoka girerler, ödleri patlar, beklenmedik bir sürprizdir ölüm onlar için. Olmamalı oysa. Ben ölümü sol cebimde taşırım. Bazen cebimden çıkarıp onunla konuşurum: "Selam yavrum, nasılsın? Ne zaman geleceksin beni almaya? Hazırım." Bir çiçeğin büyümesi bizi ne kadar kederlendiriyorsa, ölüm de o kadar kederlendirmeli. Korkunç olan ölüm değil, yaşanan ya da yaşanamayan hayatlardır. İnsanlar hayatlarına saygı duymuyorlar, işiyorlar üstlerine, sıçıyorlar. Geri zekalılar. Tek düşündükleri düzüşmek, sinema, para ve düzüşmek. Beyinleri pamukla dolu. Hiç düşünmeden yutuverirler Tanrı’yı, hiç düşünmeden yutuverirler vatanı. Çok geçmeden düşünme yeteneklerini yitirir, başkalarının onlar için düşünmelerine izin verirler. Pamuk beyinliler. Görünümleri çirkin, konuşma biçimleri çirkin, yürüyüşleri çirkin. Yüzyılların olağanüstü bestelerini çalın onlara, duymazlar. Çoğu insanın ölümü bir aldatmacadır. Ölecek bir şey kalmamıştır geriye.

Charles Bukowski

Page 5: Sürtük VI. Sayı E-Fanzin

İlk İskarpinlerimiz Zifri el yordamıyla yorganı üzeri Belayı deterjanla düzelmez düzeni Ağlarken sen, Günler, aylar, gülecek geceler Döndüğünde sen, Kulakları sağır edecek heceler Merakımı bağışla, Sözlerimi de, Televizyonda ne var bugün? Işığı yel değirmenin yutar karanlık Yolun sonunda bile temizdir ahmaklık Korktuğumu düşünüyor olabilirsin Ne var ki, çırpındıkça içine çeker bataklık Gerdanı gergedanlar tarafından dizilmiş bir zehirli ok Meyveleri dans eden eteklerinden dökülmüş haberi yok Şuna bak; çimmesini bilmiyor bitli Canan oturmuş bir sekmende Gördün mü; babası müdüriyetten yemiş bir tekme Yakışır maviye okyanusta bir tekne Herkes olmuş avare, söz söyleyen yok ite Merakımı bağışla, Sözlerimi de, Televizyonda ne var bugün? Vadi içinde göğe dikilmiş yağlı direk Bir ucu bostana bakar, bir ucu engerek Fazla konuştun sus artık O ağza bir tokat gerek Merakımı bağışla, Sözlerimi de...

Altay Konuksever

Page 6: Sürtük VI. Sayı E-Fanzin

İşte 2012 Oldu üstüne iki gün daha geçmiş. üzgünüm, tünele giriyorum. sonra. aya bakıyorum. çanakkale'de ay daha yakın görünüyor. kafamı çeviriyorum. iki gün geçmiş. izmire dönüyorum. yanımdaki kadın alkolik olduğumu ya da madde bağımlısı olduğumu düşünüyor. açık ve net. nasıl olduğu bilinmez, çantamdan hazır sarılmış tütün çıkıyor. yeni yıl hediyesi. he bi de saat tam onikide, o gece, gelmeyecek bir otobüsü beklerken giriyorum yeni yıla. bütün sene bence böyle geçebilir. bence sorun yok. böyle şeylere alışkınım. otostop işe yaramıyor. birden. takside oturuyor oluyoruz. bazen, gelmeyecek bir otobüsü beklerken kendinizi takside bulduğunuz anlar vardır. diye bir şey atıyorum ortaya. içimden diyorum. yoksa paranoyak şizofren olduğumu düşünebilirler. ve taksinin on lira karşılığında evden çok uzak bir yere bırakması. üzgünüm, tünele giriyorum. saate bakmak için bir iki dakika ayırıyorum. saatin kaç olduğu umrumda değilmiş ki, anında unutuyorum. asla bilemeyeceğiz.

Ekin Evrim Elvan

Page 7: Sürtük VI. Sayı E-Fanzin

Yaptım bazen o kadar yoruluyorum ki, kendimi en karanlık yerime çekmek istiyorum. ama benim yerim diye bir şey yok. bir cumartesi gecesi ne kadar sıkıcı olabilir? hayatının geri kalanını yaşamak istememek normal. kiralık katil tutup kedini öldürtmek istemen de öyle. ama katilinle sevişmek, orospulara bile yakışmıyor. fallarına bakmak istemediğim kahve fincanları kapatıyorum. evime her zamankinden daha fazla insan girip çıkıyor. kim olduklarının önemi yok. erkek, kadın; gay, lezbiyen; katil, sapık. sıfatlarının önemi yok. onlar benim arkadaşlarım. iyi günümde kötü günümde yanımda olan, cebindeki son parasını sırf ben mutlu olayım, yüzüm gülsün diye çıkarıp bana veren insanlar. arkamdan iş çevirmeyen, yeri geldiğinde "seviş benimle!" diyebilen insanlar. işte bu yüzden masumiyetin canı cehennme. kalbimi yeni bir adama açmak istiyorum. günah kadar kirli yaşantıma, bir yeni deneyim daha eklemek, saç rengimi değiştirmekten daha mutlu edebilir beni. inanıyorum. ertesi kelimesinin kullanılmadığı günlerde yaşamak tek isteğim. geçirdiğim majör depresiflik, ilaçla geçmiyor. bu yüzden çok daha fazla içip ağlıyorum. bazı insanların yüzlerine tükürmek... bunu yapıyorum, çünkü çok fazla soru soruyorlar. bir yerden sonra kendi kendimi sorguladığımın farkına varıyorum. cevabı tatmin etmeyecek soruların sorulması kadar gereksiz bir durum yok. bunu benden daha iyi bildikleri halde, aynı şeyi yapmaya devam ediyorlar. sizleri meşgul etmiyorum. cebimde son bir dal sigara. kaldırıma uzanmış, yakıyorum. gecenin karanlığında çok daha hoş görünüyor alev. sigaramı yakan son adam geliyor gözümün önüne. aklımda kalan sadece, sol göğsündeki büyük maça dövmesi. tütün kokan dudakları tahrik ediyor. öpmeye çalışıyorum. "yapma!" diyor. yapıyorum. çünkü dudaklar asla sahibini unutmuyor. unutmadım. yaptım.

Ezgi Kınay

Page 8: Sürtük VI. Sayı E-Fanzin

Şevki Bir varmış bir yokmuş, evvel ki zamanların herhangi birinde, Yürüyen Pırasalar Diyarında bir Şevki yaşarmış. Pırasa Kral Şevki’yi hiç sevmez imiş çünkü Şevki bir kurbağa imiş lakin yeşil olduğundan herkes onu pırasa zanneder ama kendilerine pek benzetemezler imiş. Şevki sürekli zıplıyormuş bu yüzden Şevki’yi pek bi kıskanırlarmış. Lakin aslında Şevki pek de eğlenmiyormuş zıplarken, çok utanıyormuş zıplamaktan ama başka türlü ilerleyemiyormuş. Her gün evde yürümeye çalışıyormuş , bütün pırasalar gibi, fakat beceremiyormuş bir türlü. Herkes onla alay ediyormuş, Şevki çok üzülüyormuş bu duruma… Sonunda bi gün Pırasa Kralla peynir şatonun duvarlarını kırmızıya boyadı diye de kavga edince Pırasa Diyarından ayrılıp kendisi gibi zıplayan pırasalar bulmaya karar vermiş. Yanına bir sırt çantası alıp ormanda tek başına zıplamaya başlamış. Zıplarken zıplarken kocaman sakallı adamların kurduğu tuzaklardan birine ayağı takılmış ve kafesin içinde kısılmış kalmış. Uğraşmış uğraşmış bi türlü kurtulamamış. Birden arkasından garip hırıltılar gelmeye başlamış korka korka arkasını dönmüş bi bakmış vahşi bi kozalak tam arkasında duruyor korkudan olduğu yerde zıplamış ve kafasını kafesin tavanına vurup yere yığılmış. Kendine geldiğinde vahşi kozalak hala kafesin dibindeymiş ama hala saldırmıyormuş. Şevki vahşi kozalağın ayağının sakallı yaratıklar tarafından yapılmış bir diğer tuzağa takıldığını fark etmiş . Birkaç saat geçmiş aradan Şevki pek bir acıkmış çantasından yanına aldığı erzaklardan çıkarıp yemeye başlamış. Yiyecekleri tasarruflu kullanmalıymış çünkü orda ne kadar kalacağını bilmiyor imiş. Yemeğini yer iken vahşi kozalağın ona imrenerek baktığını fark etmiş. Kim bilir kaç gündür açtır, diye düşünmüş Şevki. Bi anda çok üzülmüş vahşi kozalağa yemeğinden koparıp vahşi kozalağın önüne atmış, vahşi kozalak tek lokmada hepsini mideye indirmiş. Bi vakit beraber yaşamışlar Şevki yemeklerini hep onunla paylaşmış, kendisine zarar vermeyeceğini anlayınca da yanındaki bıçakla bağlı olduğu ipi kesmiş ve vahşi kozalağı kurtarmış. Vahşi kozalak da Şevki’nin olduğu kafesi parçalamış, ikisi de kurtulmuş. Beraber yaşamaya karar vermişler. Sonra bi gün vahşi kozalak acıkmış Şevki’yi yemiş. Şevki hazımsızlık yapmış giderayak ölmüşler.

Laçin Nisbet

Page 9: Sürtük VI. Sayı E-Fanzin
Page 10: Sürtük VI. Sayı E-Fanzin

Mavi Halka Benim bir bilgisayarım var. Dizüstü. Pili pek uzun ömürlü olmadığı için, kullanacağım zaman fişini prize taktığım bir bilgisayar. Prizde bir şeyin olduğunu biliyorum. Prizde neyin varolduğunu da biliyorum. 220 birim uzunluğunda bir vektörün, saniyede 50 kere saat yönünün tersine dönmesiyle ifade edilen elektriksel bir enerji var. Bu enerji bilgisayarımın pilini kullanılabilir hâle getiremediği için, takip ettiği yol boyunca kullanılabilir hâle gelmesini sağlayan bir takım elektriksel aygıtlardan geçiyor. Önce bir trafoya girip boyu 220'den 12 civarına düşürülüyor, daha sonrasında ise saniyede 50 kere saat yönünün tersine dönmesin diye bir kondansatörden (sığaçtan) geçiyor. Bu, adaptör (uyumlayıcı) denen şeyin açık ifadesi. Kalın kablo aracılığıyla 220 boyunda olup saatin tersi yönde dönen enerji, uyumlayıcı sayesinde boyu 12'ye düşmüş ve artık hiçbir yönde dönmeyen bir enerji olarak ince kablo ile bilgisayarıma kadar ulaşıyor. Bütün bunların olması, aslında, beni sadece, ulaştığı noktada ilgilendiriyor: O "Mavi Halka"da. Söz konusu enerji bunca yolu kadedip bilgisayarıma ulaştığında, ulaşım noktasında mavi bir halka beliriyor. O mavi halka, enerjinin bilgisayara ulaştığının bir ifadesi, dışavurumu, kanıtı hüviyetinde. Önce ince kablonun ucunu bilgisayara, sonra da kalın kablonun ucunu prize takınca, "anında" o mavi halka görülebilir hâle geliyor. Yani diyor ki, "Burada enerji var!". "Tamam, diyorum, ne güzel. Benim istediğim de bu zaten." Ama işi tersine çevirince sonuç terslenmiyor. Kalın kablonun ucunu fişten çıkarıyorum ve bakıyorum ki o mavi halka orada durmaya devam ediyor. Bekliyorum, o mavi halka orada durmaya devam ediyor. Biraz daha bekliyorum, mavi halka hâlâ orada. Biraz daha bekliyorum ve mavi halka "yavaşça" kaybolmaya başlıyor ve bir süre sonra kayboluyor. Ne kadar süre sonra? Bu sorunun cevabını bulmak benim için çok da zor değil ama ilgilendiğim durum da bu değil zaten. Şöyle ki, belirli bir süre var olmaya devam eden şey, öyle bir "an" geliyor ki, artık varolmuyor. Benim ilgilendiğim de işte tam bu "an" oluyor. "Enerjinin olduğu an" ile "enerjinin olmadığı an" arasındaki "an". Bu anda ne oluyor? Soru yanlış olabilir zira "an", bir süreklilik bildirmediği için "-(i)yor" eki ile soru cümlesi kurmak pek anlamlı gibi değil. Sorunun nasıl sorulduğu her ne kadar bir noktaya kadar anlamlı olsa da, benim ulaşmak istediğim nokta çerçevesinde pek de önem taşımıyor.

Page 11: Sürtük VI. Sayı E-Fanzin

"Varolan an" ile "varolmayan an" arasındaki "an": İlgim bu noktaya yönelik. Varlıktan varolmamağa geçiş ânı, içerisinde neyi barındırıyor? Şimdi, herhangi bir renkteki yüzey üzerine çizilmiş bir karenin tam ortadan ikiye bölündüğünü varsayalım. Sol tarafını beyaza, sağ tarafını da siyaha boyayalım. Tam ortadan geçen doğru parçası ne renktedir? Beyaz ise sol taraf, siyah ise sağ taraf diğer parçadan biraz daha büyük olacağı için tam ortadan ikiye bölmüş olamayacağız. Başka bir renk kullanırsak (yüzeyin renginden de başka bir renk), o zaman da beyaz ve siyah alanlar birbirlerine eşit olsalar bile karenin alanının tam yarısını değil, biraz daha azını ifade ediyor olurlar. Sanırım tek çıkar yol orada bir çizginin varolmadığı varsayımı. Matematikte, bugüne kadar, bize, sürekli olarak noktanın boyutsuz olduğundan, o nedenle de bir çizginin genişliğinden bahsedilemeyeceğinden dem vurulmuş olunsa da, bu cevap beni tatmin etmiyor. ( *Sıfır+ x *Sonsuz+ belirsizliği vardır burada fakat o kadar derine gitmeyeceğim.) Arada bir çizginin varolmadığını varsayarsak, beyaz ve siyah alanların birbirlerinden ayrıldıkları noktayı tam olarak belirleyebilmemize imkân olabilir mi? Sanırım buradan ulaşabileceğim tek sonuç, varlık ile varolmamaklık arasında herhangi bir farkın varolmadığı sonucudur. (Varolmamaklık ile yok olmaklık aynı şey değildir. Ya da daha edebî bir ifadeyle "aynı şeyi imlemezler." Örnek ile açıklarsam matematiğe başvurmam gerekecek. Başvuruyorum. İki tane küme ele alalım: A ve B olsunlar bu kümeler. A=,1,2-, B=,3,4- olsun. A kümesi ile B kümesinin kesisişim kümesi nedir? Yoktur derseniz, yanılırsınız. Vardır ve boş kümedir derseniz, doğru cevabı vermiş olursunuz. 0'ın (sıfırın) neden doğal bir sayı olmadığı da bu noktada biraz daha belirginleşiyor.) Konunun ucunu kaçırmamak için, demek istediğim şeyi deyip yazıyı sonlandırmamda yarar var. Shakespeare'in zamanında söylediği "Olmak ya da olmamak; işte bütün mesele bu!" ifadesi, artık bir anlam taşımıyor. Her ne kadar Can Yücel bu cümleyi "Bir ihtimâl daha var, o da ölmek mi dersin?" şeklinde çevirerek biraz daha iyi bir şekilde vermişse de duyguyu bize, kaçırdığı nokta şudur: Varolmak ya da varolmamak, temelde aynı şeydirler. Bir şeyin varlığı, aynı "anda" varolmamağı da içerisinde barındırır. Bunu da en iyi şekilde açıklayabilen olarak diyalektik, pek güzel bir şeydir.

Samet Karaduman 17.02.2012

Page 12: Sürtük VI. Sayı E-Fanzin
Page 13: Sürtük VI. Sayı E-Fanzin

Ölü bir balığın bir suyu ölü bıraktığı yerde İşte o gibi bir yerde ben Doğa’nın ve bütün canlılıkların ölü yerlerine bakıyorum Kendimden ne kadar öldürdüğüm sorulursa Buna bir şey diyemem Diyemem de, ben gözlerimi açsam dünya bir başka türlü genişliyor Bir şeyler azalıyor bir kâğıdı ikiye bölsem Öyleyse ben nasıl bir şeyim, bilmem ki Bildiğim, dünyanın adamakıllı yansımış bir parçası olmalıyım Yani gerekli bir olmanın yüküyüm sanki.

Page 14: Sürtük VI. Sayı E-Fanzin

Kitaplardan, yaşantılarım için yararlanmadığımı ve kendimi bir biçime sokamadığımı da yüzüme vurabilirsiniz. Ne yapabilirim? Kitap okumakla, manavın beni aldatmasına engel olamıyorum bir türlü. Manava inanmadığım halde beni aldatıyor namussuz. Ya inandığım dostlarımın beni aldatmasını önlemek: Büsbütün imkansız bu. Dostlarım alay ediyor benimle. Bu çocuğun sonu ne olacak, diyorlar. Hiç olmazsa kitaplardan kitaplar çıkarmalıymışım. Bunu da yapamıyorum, yazamıyorum. Kitapları işimde kullanılacak bir mal gibi göremiyorum; kapılıyorum onlara. Belki kitaplar da onlara karşı gösterdiğim aşırı ciddiyetimle alay ediyordur. Biliyorum, kitaplar da beni adamdan saymıyorlar. Fahişelerin, onlara barlarda para yediren tüccarları küçümsemesi gibi hor görüyorlar beni.

Oğuz Atay

Page 15: Sürtük VI. Sayı E-Fanzin

—Demek istediğim, hamile olmana sebep olan ben değilsem belki de parmağındır. Hem sorun değil, senin hamileliğin benim hamileliğim. Aynı şey. Ben senin yerine âdetten falan da kesilebilirim meselâ. Bak bu konuda deneyimliyim de. 25 yıldır bir kere bile gelmedi bu olay başıma. Âdetten kesilmek ne demek, en iyi ben bilirim bence. —Peki, hiç yaşamadığın bir şeyden kesilmek mümkün mü sence? —Neden olmasın ki? Hem belki de ben kesik doğmuşumdur. Peygamber sünneti gibi, bu da Peygamber regli. Bence çok mantıklı. —Gülüyorum sadece. Dalga geçiyorum anlamında değil. Çok mantıksız bir şeyi mantıklı hale getirdiğin için. —Bence bütün problem kadın bir peygamber olmayışından ileri geliyor. Arada bir geri gelse kadın peygamber de olurdu ve biz bunları konuşmuyor olurduk. Bu durumda bizim bunları konuşabilmemiz için bir kadının peygamber olmayışının ileri gelmesi gerekiyor ki bu ileri-geri muhabbeti bana seksteki misyoner pozisyonunu anımsattı. Buradan da misyoner-peygamber bağlantısı kurunca gebelik çemberi tamamlanmış oldu bence. —Misyoner pozisyonu nedir, bilmiyorum. —Kadının sırt üstü yattığı, erkeğinse kadının üzerine yüz üstü yattığı pozisyon. Bence bu pozisyon bariz ofsayt ama ofsayttan gol atmanın da tadı başka. —Hiç ofsayttan gol atmadım, tadını anlayamıyorum bu yüzden. —Ben de resmi maçlara çıkmadığım, gayri resmi maçlarda da ofsayt uygulanmadığı için hemkaderiz bu konuda. —Keşke mahalle maçlarında ofsayt olsaydı o zaman. —Kimse yan hakem olmayı kabul etmezdi ki. —Düşünüyorum da bizim mahalle maçlarında gördüğüm kadarıyla hakem bile yoktu. —Bizimkilerde de yoktu. Zaten olmasının da mahalle maçı ruhuna aykırı olduğunu düşünüyorum.

Page 16: Sürtük VI. Sayı E-Fanzin

Balladlar Yuvası biz senle iki ankaralı denize oturmuş kente bakıyoruz sürekli eylemin hiçliği peşinde bak hala bir şey yapsak yorulmuyoruz sonunda tamam ver çantanı oturuyoruz soluk damlalarca gözlerimizi arıyoruz denizin teri tuzumuz oluyor rahatlıyoruz sen de şive var biraz da umudun tezi ben ayıklamaya kalkmıyorum büyük hiçlik bölünmüş bölünmemiş ne fark eder gösterilmiyoruz gösteremiyoruz bir sigara yakıyoruz biz senle iki fanilemeyecek yokyüzü külah dondurma yiyoruz kelimeler hep hamile kürtaj doğum, bazen aldırmıyoruz sen şu anlarda kirlisin hep seni giydiriyoruz bazen seni bekliyoruz bazen yollarını görüyorum bazen gidiyorum koynumda rakı bir daha hiç uyanıyorum

Vedat Fatih Yaman

Page 17: Sürtük VI. Sayı E-Fanzin

Enjektörde Dudak Payı Sizin de hiçbir şey gibi hissettiğiniz oldu mu? İşte öyle zamanlarda dünyanın karanlık tarafını daha çok seviyor insan.Karanlık erkildir,bu doğru.Bu durumda aydınlık ise dişildir.Yani bir travestidir dünya.Gelelim görelim ki bu travestiyi becermek için can atan birçok insan mevcuttur,hem de travestinin tam da içinde. İşte dünya denen travestiyi becermek için can atan bu adamlara filozof diyoruz, felsefe dünyayı becerme etkinliğidir. Sağ olun. Sağ olun. Teşekkürler. Enjektör bulun bana. Hemen. Sevişmek sanılanın aksine cinsel organlardan muaf bir eylemdir.Pek azı bilir bunu.Ve işte bu pek aza ''aptal'' diyorum ben.Sevişmek haz vermelidir ve haz organımız da cinsel organımızdır.Fişi prize takmadan görüntü alamazsınız. Yeap. Yepaa. Enjektörüme dudak payı bırakın. Neden?

Hamza Celalettin Okumuş

Page 18: Sürtük VI. Sayı E-Fanzin

Genelgeçer "Bu" dedi biraz; "yüzünle alakalı. Anlıyor musun?" Sandalyesinde toparlandı ve sesini daha ciddi bir tona taşıyarak; "Kötü bir insansın demiyorum ancak kötü görünüyorsun." dedi ve ara vermeden devam etti; "Bir şeyleri haketmeyen insanların yüz ifadesi var sende. Bence bu dahi kendi başına seni ömrün boyunca özlemini duyduğun her şeyden mahrum edecek." Mülkiyet ile genetik arasında kurduğu bu bağı anlamıyor değildim. Oriyantalizmin aşağılık bir örneği kendini meşrulaştırma çabasındaydı. Defalarca yaşadığımdan olsa gerek artık tepki vermiyordum. Yorgunluktan akan gözlerle izliyordum onu; "Kaç saat çalışıyorsun haftada?" diye sordum. Konuyla ilgisinden uzak, alelade bir soruydu ve hem biraz şaşırarak hem de çekinerek; "Aşağı yukarı otuz-otuzbeş." dedi. Haftada yetmiş saate vuruyordum sürekli ve bu ikibuçuk yıldır devam ediyordu. Ayda 280 saat. 800 lira. Zor olan saat başı ücreti düşünmek. Umutlarım tükenmişti; şehre iki senede kök salmıştım. Ödeyemeceğim kadar harcayan bir aileye sahiptim ve kaçmak için dahi birikmiyordu para. Uyku için ağlıyordum. Sabah beşte uyan. Yol, oniki saat iş, yol. Öl. Uykularım komalara dönüşmüştü. Her sabah ağlıyordum uykusuzluktan, yorgunluktan ve en kötüsü çıkmazlarımdan. Hayatın kötü bir noktasına demir atmıştım ve toplayamıyordum gelecek günleri. Karşısında oturmuştum ve aklımdan binlerce düşünce geçiyordu. "Bana" dedim; "anlatabileceğin, bilmediğim ne var gerçekten?" Utanç duymam gereken bir durum yok ama utandırılıyorum. Daha saçması utanıyorum. Karşımdaki bu kadını tanımıyorum-kim bu sahi? Ve otorite genetik olarak yaratmış kendisini çok önceden. Daha beyaz, daha sarı, daha bakımlı ve daha lüks. Tüm o ebesinin amındaki topraklardan medet umuyorum hala, Tanımadığım insanlarla konuşuyorum bilmediğim bir dilde. Hala-kırılmaz bir inatla- Gitmekten söz edebiliyorum kendime-benim sonum da bu olacak. "Sen" diyor-artık sesi daha yumuşak, anlayıştan değil korkudan-"yeterli eğitim kapasintesinde bir insan değilsin ve kusura bakma. Verebileceğimiz en yüksek ücreti alıyorsun." Bu ya bırak ya sus demek. Binlerce yıldır utanmadan konuşan o kadınların sesi geliyor kulaklarıma; "buna da şükür, aman!" Bu doğu çileciliği beni biraz daha utandırtıyor.

Mehmet Başıbüyük

Page 19: Sürtük VI. Sayı E-Fanzin

Yârâ Gördüm, orada, ağlıyor Yaralarını kanatarak kaşıyor Kanatacak kadar kaşıyor yaralarını Kaşıyor kanatarak yaralarını Gördüm, orada, gidiyor Terk ediyor varını yoğunu Varı yok artık, yoğu var Elinde kalan Kanatılan yaralarından geriye kalanlar sadece kabuk kan ve... Geliyorum sadede "Sen," diyor şair "yüzüne sürgün olduğum kadın" Bil ki kanamayacak hiçbir yara bir yerden sonra; Sen, ne kadar kaşırsan kaşı ne kadar kanatırsan kanat Unutma, değil nicesi umutların Nicesi yaraların 24 karat!

Samet Karaduman 15.12.2010

Page 20: Sürtük VI. Sayı E-Fanzin