Sİ Kızıl Bayrak 12-48

32

description

Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak 2012-48/7 Aralık

Transcript of Sİ Kızıl Bayrak 12-48

Page 1: Sİ Kızıl Bayrak 12-48
Page 2: Sİ Kızıl Bayrak 12-48

2 * Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak

İÇİNDEKİLER

Kızıl BayrakHaftalık Sosyalist Siyasal Gazete

Yönetim Adresi:Eksen Yayıncılık Millet Cd. Selçuk

Sultan Cami Sk. No 2 / 9 Fatih / İstanbulTlf. No: (0212) 621 74 52 - 0536 285 73 25

e-mail: [email protected]: http://www.kizilbayrak.org

http://www.kizilbayrak.net

Baskı: SM MatbaacılıkÇobançeşme Mh. Sanayi Cd. Altay Sk. No 10 A Blok

Yenibosna / Bahçelievler / İSTANBUL / Tel: 0 (212) 654 94 18

Sayı: 2012/15 (48) * 7 Aralık 2012Fiyatı: 1 TL

Sahibi ve Y. İşl. Md.: Tayfun AltıntaşEKSEN Basım Yayın Ltd. Şti.

Yayın türü: Süreli Yaygın

CMYK

Kızıl Bayrak’tan... Sayı: 2012/15 (48) * 7 Aralık 2012

Patriot füzelerinin Suriye sınırınakonuşlandırılması, İzmir’de bulunan NATO üssününNATO Karakuvvetleri Komutanlığınadönüştürülmesi, Malatya Kürecik’e kurulan füzekalkanı sistemi... Bütün bu yaşananlar emperyalistlerve onların sadık taşeronu Türk sermaye devletitarafından hummalı bir savaş hazırlığı yürütüldüğünüişaret ediyor.

Süreçte, bir emperyalist savaş ve iç savaş aygıtıolan NATO giderek daha ön plana çıkıyor. Türkiyetopraklarının savaş ve saldırı üssü olarak bir uçtan biruca silah ve üslerle donatılması ve savaş makinesiNATO’nun bu zemin üzerinden yeni bir saldırıpozisyonu alması, bölgede kapıya dayananemperyalist boğazlaşmanın geldiği noktayı da gözlerönüne seriyor.

Bütün bu gelişmeler emperyalist savaş karşısındamücadele eden devrimci-ilerici güçlere tarihsel birsorumluluk yüklüyor. Zira bu topraklarda genelolarak emperyalist savaş ve saldırganlığa, özel de iseonun en temel aygıtlarından birisi olan NATO’yakarşı verilecek mücadele, bölge halklarının geleceğiaçısından büyük bir önem taşıyor. Dolyısıyla baştasınıf devrimcileri olmak üzere tüm devrmci-ilericigüçler, önümüzdeki günlerde emperyalist saldırı,savaş ve iç savaş aygıtı olan NATO’ya karşı etkin birmücadele pratiği örmek, işçi sınıfı ve emekçileri bukonuda uyarmak ve eylemli bir sürece kazanmaksorumluluğu ile yüzyüze bulunuyor.

***

Emperyalizmin hizmetinde savaş ve saldırıpolitikalarında hız kesmeyen, bu topraklarınemperyalistlerce hoyratça kullanılması için vargücüyle çalışan Türk sermaye devleti, tüm buemperyalist savaş ve saldırganlığın faturasını ise işçisınıfı ve emekçilere kesiyor. Son kurulacak Patriotfüze sistemi dahil olmak üzere emperyalist savaşaygıtlarını finanse etmek için sınıfın omuzlarına hergeçen gün yeni yükler bindiriyor.

Geçtiğimiz günlerde 2013 yılında uygulanacakasgari ücreti belirlemek için toplanan komisyondanilk yansıyanlar, işçi sınıfına ve emekçilere bir kezdaha sefalet ücretlerinin dayatılacağını, krizin veemperyalist saldırganlığın faturasının emekçilerinomuzlarına yükleneceğini bir kez daha göstermişbulunuyor. Görünen o ki sermaye devleti işçi veemekçilerin sömürüsü üzerinden sermayeyipalazlandırmanın ve emperyalst savaş ve saldırganlığıfinanse etmenin hesabını yapıyor. Sermaye devletininbu hesaplarını bozmak için işçi sınıfını “insancayaşamaya yeten vergiden muaf asgari ücret”mücadelesine kazanmak, dahası bu mücadeleiçerisinde sınıfa “emperyalist savaşın ve krizinfaturasını reddetme” bilincini taşıyabilmek büyükönem taşıyor.

***

Özgür Bir Gelecek İçin Liseliler Sesi’nin Aralıksayısı çıktı. Okurlarımız Eksen Yayıncılıkbürolarından ulaşabilirler...

Sosyalizm İçin

NATO’nun hedefinde bölge halklarının geleceği var . . . . . . . . . . 3NATO Patriot sevkiyatına onay verdi... . . 4Türk sermaye devletiyleNATO’nun kirli ilişkisi . . . . . . . . . . . . . . . 5Sermaye devletinin uşaklığı KoreSavaşı’ndan bugüne sürüyor!… . . . . . . . . 6“Özel” kontra örgüt: SADAT... . . . . . . . . . 7 Dokunulmazlık tartışmalarından yansıyanlar . . . . . . . . . . . 8Karadağ davasında 9. duruşma . . . . . . . . . 9“Makul” değil, insanca yaşamaya yeten,vergiden muaf asgari ücret!. . . . . . . . . . . 10Kiğılı direnişi üzerine… . . . . . . . . . . . . . 12Dünden bugüneMİCHA’dan yansıyanlar…. . . . . . . . . . . 12İşyerlerinde uygulanan sistematikkişiliksizleştirme ve baskılama aracınınbilimsel adı mobingtir! ... . . . . . . . . . . . . 13MİB MYK Aralık ayı toplantısı.. . . . 14-15NATO: Bir saldırı, savaş ve iç savaş örgütü - 1 . . . . . . . . . . . . . . . 16-1825. yıl etkinliğinin enerjisi ve gücüyle sınıfıörgütleme seferberliğine! . . . . . . . . . . . . 19Tunus ve Mısır’ın kısa dersi: Parti, sınıf, devrim!.... . . . . . . . . . . . . . . . 20Mursi ve efendilerine karşı emekçiler ayakta . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 21 Burjuva basının genç ve kadın militankorkusu. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 2219 Aralık Katliamı ve direnişinin yıldönümüyaklaşırken. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 23 İstanbul Tabip Odası Yönetim Kurulu ÜyesiAli Çerkezoğlu’yla görüştük…. . . . . . . . 24Sağlıkta dönüşüm ölüme doymuyor!.. . . 25Yakın zamanda işten çıkarılan Av. FatmaArda ile “işçi avukatlık” üzerine... . . . . . 26Av. Gökmen Yeşil’le işçi avukatlık ve tipsözleşme üzerine . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 27Av. Cem Gök ile işçi avukatlık ve hukukalanındaki örgütlenme üzerine . . . . . . . . 28Kadına yönelik baskı, şiddet,ayrımcılık tırmanıyor . . . . . . . . . . . . . . . 29Üniversitelerden. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 30Mücadele postası . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 31

Kızıl Bayrak’tan...Kızıl Bayrak’tan...

KKiittaappççııllaarrddaa.. .. ..

Page 3: Sİ Kızıl Bayrak 12-48

Kapak Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak * 3Sayı: 2012/15 (48) * 7 Aralık 2012

Kamuoyuna Türk sermaye devletinin talebi olaraksunulan, fakat gerçekte bir NATO planı olarak icraedilen Patriot füzelerinin Suriye sınırınakonuşlandırılması süreci, emperyalistler tarafındanatılan yeni adımlarla birlikte devam ediyor. Son olarakBrüksel’de yanyana gelen NATO üyesi ülkelerindışişleri bakanları, yaptıkları açıklama ile Türkiye’yePatriot füzeleri yerleştirilmesine onay verdikleriniduyurdular.

Sermaye devletinin “Patriot talebine” arka çıkanNATO dışişleri bakanları, aldıkları bu kararın birkaçhafta içerisinde uygulanacağını açıkladılar. “Türkiyesınırlarının son dönemde çok sık ihlal edildiği”,“Suriye’nin elinde kimyasal silahlar bulunduğu” vb.demagojiler eşliğinde harekete geçen NATO güçleri,şu günlerde Malatya, Gaziantep ve Diyarbakırüçgeninde Patriot’ları konuşlandıracak yer bakıyorlar.

Bu gelişmelere paralel olarak İzmir’de kurulubulunan NATO üssünde NATO Kara Komutanlığı’nınfaaliyete geçmesi, yürütülen savaş hazırlığınınboyutunu ortaya koymakta, Türk sermaye devletininbölge halklarına karşı hazırlığı süren emperyalistsavaşta üslendiği misyonu bir kez daha gözler önünesermektedir.

Suriye süreci, emperyalistler arasıderinleşen çelişkiler ve NATO

Türk sermaye devleti Suriye’ye yönelikemperyalist müdahalenin daha en başında NATO’yu“göreve” çağırmış, bu konuda sonuç alabilmek içinher türlü yönteme başvurmuştu. Özellikle yazdöneminde Türk savaş uçağının düşürülmesininardından savaş çığırtkanlığını tırmandıran sermayedevleti, NATO kurucu anlaşmasının “5’incimaddesini” gerekçe göstererek Suriye’ye yönelikNATO müdahalesini kışkırtan bir süreç işletmişti.Fakat bütün bu çabalar emperyalist dünyanın “hassas”dengelerine takılmış ve o gün için sonuç üretmemişti.

Devamında yaşanan gelişmeler ise emperyalistdünyada yaşanan egemenlik krizinin kritik biraşamaya geldiğini gözler önüne sermiş bulunuyor.Öyle ki, sermaye devletinin savaş çığırtkanlığı veNATO gibi bir savaş aygıtını Suriye’ye sokmakonusunda sergilediği gayretkeşlik yer yer bir dizibatılı emperyalist güç tarafından bileyadırganmaktadır. ABD komutanları dahi Türkiye’ninNATO’yu Suriye’ye sokma çabalarını “maceracılık”olarak tanımlamak durumunda kalmış, böyle birmüdahalenin sonuçları konusunda ciddi uyarılardabulunmuştu.

Emperyalistler arası çelişkilerin ve hegemonyakrizinin NATO şahsında ortaya çıkan görünümüne dair2006 yılında NATO’nun Riga Zirvesi vesilesiyleverilen “NATO: Bir saldırı, savaş ve iç savaş örgütü”başlıklı konferansta ortaya konulanlar, bugün yaşananduruma fazlasıyla açıklık getiriyor:

“Bugün Rusya ve Çin gibi emperyalist dünyarekabetinde belli bir yeri bulunan ülkeler, batıemperyalizmiyle ilişkilerini görünürde işbirliği içindegötürüyor görünseler bile, gerçekte özellikle ABDemperyalizmi ile ciddi sorunlar yaşamaktadırlar ve busorunlar gün geçtikçe kendini daha açık biçimde dışa

da vurmaktadır. NATO kendini dünya polisi olarakögütlerken, İran türü olaylara müdahale hakkınıkendisi için sözde hukuki bir zemin haline getirirken,bunu aynı zamanda Çin’e ve Rusya’ya karşı da birtavır olarak da geliştiriyor, bunu önemle akılda tutmakgerekir. Yani NATO’nun gerçek patronu durumundakiABD emperyalizmi, Batılı müttefiklerini bu örgütüzerinden kontrol altına almakla kalmıyor, buradanoluşmuş birliği ve yaklaşımı öteki emperyalistmihrakların karşısına da çıkarıyor.” (NATO: Birsaldırı, savaş ve iç savaş örgütü - H. Fırat)

Suriye iç savaşı ve NATO

Elbette bu söylenenlerden NATO’nun Suriyesürecine hiçbir şekilde müdahil olmadığı sonucuçıkarılmamalıdır. Zira NATO sadece bir emperyalistsaldırı ve savaş aygıtı değil, aynı zamanda bir iç savaşörgütüdür. Tarih NATO tarafından kışkırtılan veyönetilen bir dizi iç savaş örneği ile doludur. Libyasürecine bakıldığında bu gerçek tüm çıplaklığıylagörülebilir. Libya’da içeride bizzat emperyalistlertarafından beslenen, eğitilen ve silahlandırılan güçlersavaşı yürütürken, jet hızıyla devreye sokulan NATOgüçleri Libya’yı talan eden bir bombardıman ilesonuca ulaşmıştır. İzmir’de bulunan NATO üssündenkalkan uçaklar binlerce bomba ile Libya’yı yerle biretmiştir.

Bugün benzer bir sürecin Suriye’de işletildiğindenkuşku duyulmamalıdır. Zira Suriye iç savaşı gelinenyerde emperyalist merkezler tarafından yürütülüpyönetiliyor. Böylesi bir gerçekliğin yaşandığı yerde,bir iç savaş örgütü olarak kurulmuş ve tarih boyu bumisyonu üzerinden sayısız kanlı icraatın altına imzaatmış, deyim yerindeyse işi bu olan bir emperyalistsavaş aygıtının, Suriye sürecinin dışında kaldığınıdüşünmek saflık olur. Kaldı ki Soğuk Savaş’ın sonaermesinin ardından NATO’ya biçilen yeni misyon,NATO’nun dünya jandarması olarak bir dizi ülkeyemüdahalesini de ayrıca kolaylaştırmış bulunuyor. Yineaynı konferansta yer alan şu paragraf bu durumu tümaçıklığıyla ortaya koyuyor:

“Tahmin edilebileceği gibi ‘terörizme karşımücadele’, kriz bölgelerine yapılacak müdahalenintemel gerekçesini oluşturacak. Riga Zirvesi’nde kabuledilen yeni belgede bu önemli bir yer tutuyor. Bu sonderece muğlak tanımlama, ihtiyaca göre her yöneçekilebilecek, her özel durumda bir bahane olarak

kullanılabilecek, bu yeterince açık. Direnişörgütlerinin faaliyetleri kadar kontrol dışı ya da ABDzorbalığına şu veya bu biçimde muhalif devletlerintutumu da pekala ‘terörizm’ kapsamında görülebilecekve dolayısyla ‘terörizme karşı mücadele’nin hedefihaline getirilebilecek. Bu yolla ülkelere ve bölgelereher türlü keyfi müdahalenin önü açılıyor, şu veya buülkenin iç siyasal yaşamında dolaysız biçimde tarafolmak meşrulaştırılıyor.” (NATO: Bir saldırı, savaş veiç savaş örgütü / H. Fırat)

NATO’ya karşı mücadeleanti-emperyalizmin ve

devrimci enternasyonalizmin bir gereğidir!

Tüm bu tabloyla birlikte son gelişmeler Türksermaye devletini ve onun bugünkü temsilcisi AKPiktidarını fazlasıyla memnun etmiş görünüyor. Her nekadar NATO dışişleri bakanları Suriye sınırınakurulması planlanan Patriot füze sisteminin “tamponbölge ve Suriye hava sahasının uçuşa yasaklanması”anlamına gelmediğini söylese de, atılan bu adımlarınTürk sermaye devleti tarafından büyük bir sevinçlekarşılandığı açık.

AKP şeflerinin ayaklarını yerden kesen bu songelişmeler, başta Ortadoğu halkları olmak üzereTürkiyeli işçi ve emekçileri büyük bir yıkımasürüklemektedir. Zira NATO üzerinden yürütülensavaş hazırlıkları kardeş Suriye halkı kadar Türkiyeişçi sınıfı ve emekçi halklarını da tehdit etmektedir.Daha şimdiden ucu komşu halklara doğrultulanfüzelerin ve ağır silahların faturası işçi sınıfınınomuzlarına yüklenmiş bulunuyor. KumandasınıNATO’nun elinde tuttuğu füzeler işçi ve emekçilerefatura ediliyor. Dahası, yaşanacak kapsamlı birbölgesel savaşta ortaya çıkacak fatura çok dahakabarık olacaktır.

Dolayısıyla bu topraklarda emperyalist savaş vesaldırganlığa yönelik mücadelenin hedefinde mutlakaNATO olabilmelidir. İşçi sınıfı ve emekçilerdeNATO’ya karşı açık bir bilinç oluşturmak için hertürlü araç ve yöntem kullanılabilmeli, sermayedevletinin ve emperyalistlerin işçi sınıfı veemekçilerin bilincinde yaratmak istediği her türlüyanılsamayı parçalayacak bir politik kuvvet ve pratikmücadele hattı ortaya konulabilmelidir. Bu yakıcıgörevler en başta sınıf devrimcilerinin önündedurmaktadır.

NATO’nun hedefinde bölge halklarının geleceği var...

Emperyalist savaş ve saldırı örgütüNATO’ya geçit vermeyelim!

Page 4: Sİ Kızıl Bayrak 12-48

Güncel4 * Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2012/15 (48) * 7 Aralık 2012

Türkiye’nin Suriye’de sürmekte olan içsavaşaaçıktan müdahalesi ve silahlı güçlere destek vererektaraf olması, başından beri sermaye devletininsaldırgan politikalarının nereye varabileceğininişaretlerini veriyordu. Gelinen yerde ise sorununçoktan Suriye’den çıktığı ve tüm Ortadoğu’ya yönelikemperyalist senaryolarda Türkiye’nin etkintaşeronluğa soyunduğu alenen görülebiliyor. Sürecinparçası olan NATO ile birlikte emperyalizm,Ortadoğu halklarını bir kez daha kana boğmayahazırlanıyor.

Türkiye emperyalist savaşve saldırganlık üssü!

Suriye’de yaşanan iç savaşın açıktan tarafı olan vebununla da kalmayarak Ortadoğu’ya yönelikemperyalist müdahalenin önünü düzlemeye çalışansermaye devleti, son olarak NATO’ya başvurarakPatriot füzeleri istedi. Geçtiğimiz hafta “savunma”bahanesiyle NATO’ya başvuran Türkiye’nin talebi iseBrüksel’de yapılan NATO’ya bağlı 28 ülkenindışişleri bakanlarının katıldığı toplantıda kabul edildi.Aslında toplantı öncesi talebin kabul edildiği hattagerekli planlamaların dahi tamamlandığı basınayansımıştı ancak bu toplantı ile birlikte karar daresmiyet kazandı ve Patriot sistemlerinin Türkiye’yekonuşlandırılması kesinleşmiş oldu.

Toplantının ardından yapılan ortak açıklamada ise“NATO’nun güneydoğu sınırındaki durum ve Türkiyesınırlarının defalarca ihlal edilmesi büyük endişedoğurmaktadır. Güçlü bir dayanışma ruhu içindeTürkiye’nin yanındayız. NATO dışişleri bakanlarıolarak tehditleri caydırma ve Türkiye’yi savunmakararlılığımızı ilan ediyoruz” denilerek Suriye’yekarşı takınılan tavır ilan edildi.

Ortak açıklamada “Türkiye’ye sığınan Suriyevatandaşlarına yardımcı olan Türk halkı vemakamlarını takdir ediyoruz” sözleriyle Türkiye’ninSuriye politikası da açıktan desteklendi. Bir süredirSuriye’ye yönelik kara propagandanın parçası olaraköne sürülen “Suriye kimyasal silah kullanacak!”kışkırtması bu kez NATO’nun resmi bahanelerlistesine de eklendi.

Fiili olarak çoktan planlanan füze sevkiyatınınresmi olarak da karar altına alınmasıyla Patriotlarınönümüzdeki birkaç hafta içerisinde Türkiye’yegönderilmesi bekleniyor. Atılacak bu adımın baştaOrtadoğu halkları olmak üzere tüm işçi ve emekçileriçin ciddi bir yıkımın ilk adımlarından olduğu açık.

Saldırı ve savaş silahları olarak Patriotlar!

NATO’nun ve Türk sermaye devletinin tümaçıklamalarında Patriot sistemlerinin savunmaamacıyla kullanılacağı belirtiliyor. Ancak füzesistemleri hakkındaki gerçekler şimdiden bu bahaneyiboşa düşürmekte.

Patriot füzeleri uzun mesafeli balistik silahlarolarak tanımlanıyor. Füzelere ve savaş uçaklarına karşı

kullanılmak üzere üretilen Patriotlar’ın Suriyefüzelerine ve topçu bataryalarına karşı kullanılmasımümkün değil. Maliyeti de hayli yüksek olan busistemlerin basitçe Suriye’den gelecek füzelere karşıkullanılmasının ikna edici olmadığını düzen güçleri defarketmiş olacak ki bir süredir Suriye’nin kimyasalsilah kullanacağına yönelik haberler yayınlanıyor.

Füzelerin yerleştirilmesi NATO ve Türkiye’ninSuriye’de “uçuşa kapalı bölge” oluşturma hazırlığıolarak değerlendiriliyor. Aynı zamanda uzun menzilliolan füzeler Suriye dışında da bir dizi ülkeyi tehditediyor.

Güvenlik gerekçesiyle sistemlerin kesin yerleribelirtilmemesine rağmen Patriotlar’ın Diyarbakır-Malatya-Gaziantep üçgeni içerisinde olacağıbelirtiliyor. İlk önce füzeleri Almanya ve Hollanda’nınsağlayacağından bahsedilirken son toplantınınardından ABD’nin de Patriot göndereceği ifadeediliyor.

Füzelerin kontrolünün Avrupa Müttefik KuvvetlerKomutanlığı’nda olmasına rağmen füze kurulummaliyetinin Türkiye’ye ait olduğu, zira prosedür gereğimaliyetin füzeleri talep eden ülke tarafındankarşılanacağı da biliniyor. Her bir bataryanın 4-5milyon dolar değerinde olduğu düşünüldüğünde ortayaçıkacak maliyetin büyüklüğü görülebilir.

Rusya kaygılı

Rusya Türkiye’nin Patriot talebine başından berimesafeli yaklaşmış ve kaygılarını her fırsattabelirtmişti. NATO toplantısı öncesi Rusya ile degörüşmeler yapılarak kaygıların giderilmesi yönlüaçıklamalar ve görünmeyen pazarlıklar yapıldığı

öğrenildi.NATO Genel Sekreteri Anders Fogh Rasmussen,

Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov ile görüştü vegörüşmenin ardından saldırı ya da uçuşa yasak bölgeoluşturmak gibi amaçlarının olmadığını anlattığınıaçıkladı.

Lavrov ise “Türkiye’nin kendini savunma hakkınasaygılıyız. Bunu engelleme çabası içinde değiliz”diyerek Türkiye’nin Washington Anlaşması’nın 5.maddesine göre füze sistemleri kurmaya hakkıolduğunu ifade etti.

Lavrov Suriye’ye yönelik dış müdahaleye karşıolduklarını da belirterek “Suriye, Libya değil” mesajıverdi. Lavrov ayrıca kimyasal silah demagojilerini dedeğerlendirdi ve “Suriye yönetiminin kimyasal silahkullanma hazırlığında olduğuna yönelik daha önce debazı açıklamalar oldu. Ancak Suriye yönetimi bizedüzenli olarak bu yönde bir adım atmayacaklarınıngarantisini veriyorlar” dedi.

NATO’ya geçit vermeyelim!

Emperyalist saldırı, savaş ve iç savaş örgütüNATO’nun Türkiye’ye konuşlandıracağı silahlarmevcut savaş konseptinin yalnızca bir parçası.İzmir’deki Kara Komutanlığı, faaliyete geçen füzekalkanı, Stinger talebi ve yapılan bir dizi hazırlık,NATO’nun Türkiye eliyle halklara kan ve ölümkusmak için gemi azıya aldığının işareti.

Bugün bu emperyalist barbarlık kulübüne karşımücadele etmek güncel bir görev olarak işçi veemekçilerin karşısında duruyor. Zira kaybedilen hermevzi, yitirilen her dakika Ortadoğu halklarını birazdaha ölüme ve yıkıma sürüklüyor.

NATO Patriot sevkiyatına onay verdi...

Emperyalist savaş ve saldırganlıkhazırlıkları sürüyor!

Page 5: Sİ Kızıl Bayrak 12-48

Güncel Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak * 5Sayı: 2012/15 (48) * 7 Aralık 2012

Türkiye-NATO ilişkisi, sermaye devletininemperyalist-kapitalist dünyayla bütünleşme sürecindeönemli bir dönemeci işaret eder.

Emperyalist-kapitalist sistemin girmiş olduğu çokyönlü krizden çıkmak için dünya halklarının başınasardığı faşizm belasının ezilmesinde Sovyet halklarımuazzam bir direniş sergilemiş, bu komünist ideolojiyedünya çapında çok büyük bir prestij ve etkinlik alanısağlamıştır. Emperyalist-kapitalist sistemin bu etki veüstünlüğe cevabı NATO olmuştur. İkinci emperyalistpaylaşım savaşının ardından emperyalist güç olarak öneçıkan ABD’nin hegemonyası altında “komünizmtehlikesine” karşı ve “savunma amaçlı” kurulduğu iddiaedilen NATO’nun karanlık tarihi, onun gerçekte birsaldırı ve savaş örgütü olduğunu sayısız kezkanıtlamıştır.

İkinci Emperyalist Paylaşım Savaşı’na yolaçançelişkilerden faydalanmaya çalışan Türkiye, savaşınsonlanması ve yeni güç dengelerinin kurulmasınınardından o güne kadar sürdürdüğü ikili politikayı biryana bırakmış, emperyalist-kapitalist sistemle dahaileriden bütünleşme hedefiyle ABD emperyalizmiyle çokyönlü ilişkiler kurmaya başlamıştır. Sermaye devletinin1949’da kurulan NATO’ya ilk başvurusuonaylanmayınca, 1950 yılında ABD emperyalizminöncülüğünde başlatılan Kore müdahalesi, ona efendisinerüştünü ispatlama imkanı sağlamıştır. Birleşmiş Milletlertarafından talep edilen 500 askere karşılık Türkdevletinin 5 bin asker göndermesi, emperyalizme hertürlü hizmete hazır olduğunun bir göstergesi sayılmıştır.

Böylece ABD’nin tam güvenini kazanan sermayedevletinin 1952 yılında NATO’ya girişi kabul edilmiş vekendisine biçilen rol emperyalist-kapitalist sisteme “ilerikarakolluk” olmuştur. Bundan sonra hem sosyalistkampa karşı emperyalizmin ileri karakolu olarak hareketetmiş, hem de bölgede emperyalist politikalardoğrultusunda mazlum halklara karşı konumlanmıştır.İsrail’in ABD’den sonra en önemli müttefiki olarakTürkiye’nin anılması ve bu yönde stratejik nitelikteaskeri-siyasal ve ekonomik işbirliğine gidilmesi bupolitikaların sonucudur.

Sermaye devletinin emperyalizmin “ileri karakolu”olma görevini yerine getirebilmesi, içeride de bunauygun siyasal koşulların hazırlanmasını gerektiriyordu.NATO bu açıdan her zaman belirleyici bir organolmuştur. Emperyalist-kapitalist dünya ile bütünleşmesüreci sosyal çelişkileri derinleştirmiş, bu çelişkilerinaçığa çıkardığı sınıf mücadeleleri ile dünyada yaşanangelişmelerin yarattığı politik atmosfer, emekçi kitlelerinsosyal uyanışını ve politizasyonunu arttırmıştır. Bununbastırılmasında kontr-gerilla vb. örgütlenmeler, faşistdarbeler, dinsel gericilik, kültürel yozlaşma vb. araç veyöntemlere başvurulmuştur. Bunlar bizzat CIA ve NATOkarargahlarında planlanmıştır.

Türkiye’nin son 60 yıllık tarihinde NATO’nunoynadığı özel rolün de tanıklık ettiği üzere, NATO hiçbirzaman bir savunma örgütü olmamış, bir uluslararasısaldırı ve iç savaş örgütü olarak varlığını sürdürmüştür.‘89 yıkılışı ve Doğu Bloku’nun dağılmasına karşın,NATO’nun bu sefer de “terörizme karşı mücadele”bahanesiyle genişletilmesi, bu durumu tüm açıklığıylaortaya koymuştur. Türk burjuvazisi de bu “misyon” ve

amaç doğrultusunda hareket etmiş, ülke toprakları NATOüsleriyle doldurulmuş, NATO müdahalelerine askeri velojistik destek sunulmuş, ordunun üst kademeleri NATOkarargahlarında eğitilmiştir. Irak’tan Yugoslavya’ya,Somali’den Afganistan’a, Kosova’ya kadar NATO’nunsayısız saldırı ve müdahalesine destek verilmiştir.Libya’ya gerçekleşen NATO müdahalesinde İzmiranakarargah olarak kullanılmıştır. Malatya Kürecik’tekurulan füze radar sistemi ise siyonist İsrail’in saldırganpolitikalarına verilen arsızca bir destektir.

Sermaye devleti açısından, kendisine biçilentaşeronluk görevini layıkıyla yerine getirebilmek;ABD’yle kölece bağlara sıkı sıkıya sarılarak emperyalist-kapitalist sistemle daha ileriden bütünleşmenin, daha ileriroller üstlenebilmenin ve rant alanları kapabilmenintemel koşulu olarak görülmektedir. Geçtiğimiz yılTürkiye’nin NATO’ya katılışının 60. yılı vesilesiyle dincigerici partinin şefi Erdoğan’ın yaptığı açıklama budurumu tüm çıplaklığıyla ortaya koymaktadır:

“Soğuk Savaş’ın sona ermesi ve akabinde SovyetlerBirliği’nin dağılması, NATO’nun ve de bu ittifakın enetkin üyelerinden biri olan Türkiye’nin önemini aslaazaltmamıştır. Tam tersine, uluslararası finans krizindenKuzey Afrika ve Ortadoğu’da yaşanan dönüşüme dekuzanan farklı gelişmeler doğrultusunda yenidenşekillenmekte olan dünya düzeninde, NATO’nun Türkiyeiçin, Türkiye’nin de NATO için önemi günbegün daha daartmaktadır. Türkiye, özgür dünyanın savunmasındaoynadığı önemli rol sayesinde NATO bünyesinde herzaman sağlam ve güvenilir bir müttefik olmuştur; aynışekilde, gelecekte de sağlam ve güvenilir bir müttefikolmaya devam edecektir.” Bu sözler, 60 yıllık uşaklıkçizgisinde devam edileceğinin adeta manifestosudur.

İşçi sınıfı, emekçiler ve ezilen mazlum halklarbugüne kadar gerçekleşen faşist darbelerin, kirliprovokasyon ve katliamların, gözaltı ve işkencelerinhesabını, bu karanlık tarihin bizzat sorumlusu olanNATO’dan sorabilmelidir. Bu çerçevede“Emperyalistlerle açık-gizli tüm antlaşmaların iptali”,“NATO, AB vb. emperyalist kuruluşlarla tüm ilişkilerinkesilmesi”, “Türkiye’deki tüm askeri üs ve tesislere elkonulması” talepleri yükseltilmelidir.

Saldırganlığın yeniüssü İzmir!

Emperyalist saldırı, savaş ve iç savaş örgütüNATO, halklara ölüm kusmak için yeni konseptleroluşturuyor ve sürekli olarak yeni yapılanmalaragidiyor. Özellikle Ortadoğu’daki gelişmeler,Suriye üzerinden gündeme gelen ve aslındabütün bir Ortadoğu’nun yeniden dizaynıanlamına gelen süreç, NATO’nun da saldırıhazırlıkları yapmasına vesile oluyor.

Son olarak ise NATO’nun İzmir’deki üssünüyeniden yapılandırdığı ve görev tanımınıdeğiştirdiği görüldü. İzmir’de bulunan hava üssükapatılarak NATO’nun tek kara üssü halinegetirildi.

Bir süredir NATO’nun üslerini kapattığı, bunedenle İzmir’deki üssün de kapanacağı yönlüsöylentiler dolaşmaktaydı. Geçtiğimiz yıl ise MilliSavunma Bakanı Vecdi Gönül İzmir’deki üssünkapanmayacağını “Şimdi NATO’nun Kara UnsurKomutanlığı, Kara Kuvvetleri Komutanlığı İzmir’egeliyor. Böylece hava unsuru yerine, KaraKuvvetleri İzmir’e gelmiş olacak.” sözleriyle‘müjdelemiş’ ve “İzmir’e hayırlı olsun” demişti.

Bahsedilen düzenleme tamamlandı ve NATOMüttefik Kara Komutanlığı İzmir Şirinyer’dekiOrgeneral Vecihi Akın Kışlası’nda düzenlenentörenle faaliyete geçti. İzmir Valisi Cahit Kıraç,Ege Ordu Komutanı Abdullah Atay, ABDBüyükelçisi Francis Ricardione, PolonyaBüyükelçisi Marcin Wilczek’in katıldığı törende“NATO tarihi boyunca nerede görev yaptıysaTürkiye’nin orada çok önemli katkıları olmuştur”denilerek Türkiye’nin uşaklığı övüldü.

Korgeneral Ben Hodges ise kendisine sorulansoru üzerine Suriye’ye yapılacak bir saldırıdaNATO’nun rolüne dair “Böyle olası bir durumdaNATO Kara Komutanlığı, NATO karakuvvetlerinin komutasını yürütür. Komuta vekontrolünü yürütür. Belli bir seviyede desorumluluk bölgesine paralel olarak komuta vekontrol idaresi ile yönetimi sağlar” ifadelerinikullandı.

Son dönem tartışılan Patriotlara da değinenHodges, füzelerin Türkiye’yi korumak içinolduğunu iddia etti.

İzmir’de NATO üssü kuşkusuz ki yeni kurulanbir üs değil. Dahası Türkiye’nin NATO’ya ait ilküssü olma özelliğini taşıyor. Çiğli’de bulunan ilküs 8 Eylül 1952 yılında yani Türkiye’nin NATO’yakatılmasından yedi ay sonra kuruluyor. MüttefikKara Kuvvetleri Karargahı (LANDSOUTHEAST)adıyla kurulan üs, başlarda ABD’li bir korgeneraltarafından yönetiliyor. 1954’te ise Fransa,İngiltere ve İtalya’dan gelen yeni güçler ilegeliştiriliyor.

ABD Hava Kuvvetleri’ne (USAFE) bağlı olanİzmir Hava Üssü’nün önemi son yıllarda daha daarttı ve 11 Ağustos 2004’te LANDSOUTHEASTkarargâhı Napoli’den İzmir’e taşındı. 1 Ocak2006’da ise Almanya’nın Rammstein havaüssünde bulunan ABD 16. Hava Filosu İzmir HavaÜssü’ne konuşlandırıldı.

Bugün ise üssün yeni misyonu, belli kiOrtadoğu halklarına yönelecek yeni saldırılarıkoordine etmek. Türkiye’ye yerleştirilecekfüzeler ve füze kalkanı ile birliktedüşünüldüğünde NATO’nun yeni dönemdehalklara cellatlığı üst boyuta taşıma hazırlıklarıyaptığı görülmekte.

Dünden bugüne...

Türk sermaye devletiyleNATO’nun kirli ilişkisi

Page 6: Sİ Kızıl Bayrak 12-48

Güncel6 * Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2012/15 (48) * 7 Aralık 2012

Kapitalist sistemin yapısal iç çelişkileri, ekonomikbunalımı, baskıcı faşist rejimleri ve üretici güçlerintopyekun yıkımını hedefleyen dünya savaşını doğurdu.Milyonlarca işçi ve emekçinin katledildiği savaştakapitalist barbarlığın ürünü olan faşizmin saldırganlığına,vahşetine karşı komünistlerin ortaya koyduğu güçlü,yaygın direniş insanlığın önüne ‘sosyalizm’i güçlü biralternatif olarak yeniden ortaya çıkarttı. Savaş vesaldırganlığın ağır yıkımıyla, işsizlikle, yoksulluklaboğuşan işçi ve emekçilerde kapitalist düzene karşı öfkebüyüyordu. Savaşın yarattığı tahribatla yıkılanAvrupa’dan, Doğu Avrupa, Balkan ülkelerinin birbölümü Sovyet Bloku’na dahil olarak kapitalistdünyadan kopmuş, SSCB savaştan güçlenerek veetkinliğini genişleterek çıkmıştı.

Kapitalist bunalımın ardından patlak veren savaşbittiğinde yeni paylaşımlarla birlikte kapitalist üretimmuazzam bir şekilde yoğunlaşmış ve genişlemişti.Kızışan soğuk savaş dönemini başlatan siyasal veiktisadi gelişmeler NATO’nun doğuşunun temelnedenidir. Sözde savunma amaçlı kurulan KuzeyAtlantik Savunma Paktı (NATO) artı-değer sömürüsünedayalı kapitalist egemenliğin tüm dünyada hükümsürmesi ve ‘sosyalist’ bloku kuşatarak sınırlandırmakiçin soğuk savaşın en etkili silahı olarak devreyesokuldu. Komünist tehlike tehdidine karşı mücadelesürekli körüklendi, Sovyetler Birliği’nin ne denlitehlikeli ve güçlü olduğu argümanı sürekli kullanılarakbunu önlemenin yolunun genişleyen Sovyetler Blokunakarşı ‘Çevreleme Planı’ içeren doktrininuygulanmasından geçtiği sürekli pompalandı. Buyaklaşım soğuk savaş boyunca ABD dış politikasınıntemeli haline getirildi. ABD yeni egemenlik ve rantalanlarına sahip olmak için dünya jandarması olarakhareket etmek ve saldırgan politikalarını uygulamak,‘büyük alan’ kavramını geliştirdi. ‘Büyük alan’ Batıyarım küresini, Batı Avrupa’yı, Uzak Doğu’yu yanisavaş sonrası çözülmekte olan eski İngilizİmparatorluğu’nu, Fransa’nın ve İngiltere’ninegemenliğinden çıkan Ortadoğu’yu, yani bütünyeryüzünü eline alıyordu. Kısacası ABD emperyalizmiegemenlik alanı olarak tüm dünyayı hedef almıştı.

Kore Savaşı ve NATO

2. Emperyalist Paylaşım Savaşı’nın ardından 1948’deKuzey Kore’nin, devrimin ardından 1949’da Çin’inSovyet Bloku’na katılması ile iki kutuplu dünyaarasındaki mücadele daha da kızışmaya başladı.Kapitalist sistemin ham madde kaynağı ve yeni pazarlariçin yürüttüğü saldırganlık içerisinde NATO’nun politikve askeri iç savaş örgütü olarak kullanılmasında Koresavaşı önemli bir örnektir.

Kore 1910 yılında işgal edilerek Japonyaemperyalizmi tarafından sömürgeleştirilen bir ülkedir.Bu süre içerisinde özgürlük isteyen Kore halkına karşıJapon emperyalizminin yanıtı vahşice olmuştur. Koreişçileri, emekçileri ve halkı Japonya’nın sömürgeciliğinekarşı işgalin sürdüğü yıllar boyunca sessiz kalmamıştır.Kore’de Japon emperyalizminin sömürüsü, ulusalbaskıya dayalı işgal politikası karşısında sınıfsal ve

ulusal mücadele gelişmiş, kesintisiz bir şekildesürdürülmüştür. İşgal sırasında sınıfsal sömürü ve ulusalbaskı inkarcı politikalarla en kaba biçimlerdeuygulanmıştır. Örneğin Kore dilinde eğitim yapmakyasaktır. Koreliler isimlerini değiştirmek ve Japonca isimtakmak zorunda bırakılmıştır. Başta büyük bir tarımülkesi olan Kore’de tüm topraklara el konulur. Korelilertopraklarından kopartılarak ucuz tarım işçisi halinegetirilir. Japon sermayesinin Japon işçilerine verdikleriücretin yarısına çalıştırdıkları Kore’li işçilerin emeksömürüsü üzerinden Kuzey’de sanayi üretimi vemadencilik, Güney’de ise tarım sektöründeki üretimhızla gelişerek kapitalist sömürü derinleştirilir.

Savaş sonrasında Japonya’nın yenilgisi ardındandeğişen dengeler ve SSCB’nin doğrudan desteği ileKore’de bağımsızlık mücadelesi gelişir. 9 Ağustos1945’te SSCB Japonya’ya savaş ilan eder ve Kızıl OrduKore’ye girer. Bir hafta sonra’da Kuzey bölgesi Japonişgalinden kurtulur. Bu durumun karşısında ABD iseaskerlerini Güney bölgesine yerleştirerek işgal eder veKore böylece iki parçaya bölünür. Kore’ninbağımsızlığını hazırlama komitesi ve kurulan halkkomitelerinde komünistler etkin bir rol alırlar. 6 Eylül1945’te kurulan ulusal meclis Kore Halk Cumhuriyetiniilan eder. Komünistlerin etkinliğinde süren bu süreceABD, güneyde askeri hükumet kurarak HalkCumhuriyeti’ni güneyde tanımayacaklarını ilan eder.Bundan sonraki süreç anti-komünist milliyetçimuhafazakar güçlerin ve Amerikan askeri hükümetininKore’nin özgürlük mücadelesine karşı gerici işgalci birodak olarak müdahalesi ile ilerler.

Yıllarca Japon emperyalizminin baskısı altındasömürülen Kore halkı şimdi de ABD emperyalizmininboyunduruğu altında yaşamaya mahkum edilmek istenir.Sovyet blokunun desteği ile Kore Demokratik HalkCumhuriyeti her türlü engelleme girişimine rağmen 22Ağustos 1948’de resmen kurulur. Bir hafta öncesi deABD’nin denetimindeki güneyde cumhuriyet ilan edilir.Güney’de işbirlikçi iktidar işgal sırasında Japonemperyalizminin kuklası olan güçlerden oluşturulmuştur.1948 yılından itibaren 38. paralel olarak ifade edilen sınırçizgisi üzerinde yaşanan çatışmalarla kuzey-güneyarasındaki gerilim tırmanır. Kuzey Kore ordusunun 1950yılında Güney Kore topraklarına girmesiyle 3 yıl süren

savaş başlar. Kuzey Kore ordusu Güney’e girdiğindeişbirlikçi ABD iktidarına karşı ayaklanmalar başlar.Güney Koreli komünistlerin önderliğinde yürütülen halkkomitelerinin yeniden örgütlendiği geniş ayaklanma ileABD işgaline son verecek güçlü bir mücadele örgütlenir.Hatta 1950 Eylülü’nde Güney Kore’nin % 90’ı elegeçirilir.

Ancak emperyalist savaş örgütlerinin bu gelişmeyeyanıt vermesi gecikmez. BM’nin Kore halkının topyekunbir şekilde yürüttüğü özgürlük mücadelesini “barışınçiğnenmesi ve bir saldırı eylemi” olarak tanımlayaraktüm üye ülkeleri yardıma çağırması ile Kore’ye karşıtopyekun bir saldırganlık başlar. ABD ve BM güçlerihızla Güney Kore ordusunun yardımına yetişir.Emperyalist savaş makinesinin bütün gücüyle yürüttüğüsaldırı karşında Kuzey Kore güçleri Güney’i tek etmekzorunda kalırlar. BM-ABD ve Güney Kore KuvvetleriEkim başında hızla saldırıya geçerek Kuzey Koretopraklarına girerler. Ve kısa sürede Çin sınırına ulaşırlar.ABD emperyalizminin doğrudan askeri birlikleri ileyürüttüğü işgal boyunca Kuzey Kore yerle bir olurkentoplam Kore nüfusunun %20’si yani 20 milyon insankatledilir. ABD, BM’den Kore’ye müdahale kararıçıkartarak Türkiye’nin de içinde yer aldığı 15 kadarülkenin askerini emperyalist saldırıya dahil eder. Türkburjuvazisi ise ABD emperyalizmiyle bütünleşmek vebölgede ileri bir karakolu olarak hareket edeceğinikanıtlamak için 500 kişilik bir askeri birlik talebiolmasına karşın 1950 yılında 5090 asker göndererekKore’nin işgaline ve Kore Halkının katledilmesine ortakolur. Sermaye iktidarı binlerce askeri ‘komünizme karşısavaş’ nidaları eşliğinde Kore’ye göndererek ABDemperyalizmine uşakça bağlılığını gösterir. Binlerceasker yolunu izini bilmediği Kore’de ölür.

Kuzey’e gelen Çin’li gönüller ile savaşın dengesideğişir. BM-ABD- Güney Kore birlikleri Kuzey Koretopraklarından çıkarılır. 27 Temmuz 1953’te cephehattının sınır alınmasını ve esirlerin iadesini içerenateşkes ile savaş sona erer.

Türkiye’nin bu süreçte ABD emperyalizmine karşıuşakça tutumu NATO vizesini almasını sağlar. Aynızamanda Kore savaşı ABD için bundan sonraki süreçteNATO’nun savaş ve iç savaş örgütü olarakyapılandırılması sürecinde önemli bir deneyim kazandır.

Sermaye devletinin uşaklığıKore Savaşı’ndan bugüne sürüyor!

Page 7: Sİ Kızıl Bayrak 12-48

Güncel Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak * 7Sayı: 2012/15 (48) * 7 Aralık 2012

“Özgür” Suriye Ordusu’na (ÖSO) bağlı güçlereTürkiye’de silahlı eğitim verildiği artık biliniyor.Sermaye basınında bile bu konuda onlarca haberyayınlandı. Bu haberlerde ismi en fazla öne çıkan,bir askeri özel şirket olan ve Uluslararası SavunmaDanışmanlığı ismiyle bilinen SADAT’tı. SADAT’ınkontra faaliyetleri sermaye devletinin tam desteği ilesürüyor.

SADAT Arap ülkelerinde “gayri nizami harp”eğitimi vermeye hazırlanıyor. Bu çerçevedeyayınladığı ilanlarla çeşitli güçleri birlikte çalışmayaçağırıyor.

SADAT’ın kontra faaliyetleri

SADAT’ın kurucular kurulu irticai faaliyetlerinedeniyle ordudan atılmış, bu nedenle emekli olmuşaskerlerden oluşuyor. Şirket, bir emekli general olanAdnan Tanrıverdi öncülüğünde, 23 emekli subay veastsubay tarafından kurulmuş. Adnan Tanrıverdi vediğer kurucuların ortak yanları, AKP iktidarına olanyakınlıkları. SADAT’ın hedeflerini anlamak,yürüttüğü faaliyetin içeriği konusunda bilgi sahibiolmak için internet sitesine bakmak yeterli.

İnternet sitesinde yeralan açıklama ve duyurular,SADAT’ın suikast, sabotaj düzenleme, terörsaldırıları yapma konusunda uzman elemanlaryetiştirmek için yola çıktığını ortaya koyuyor. AncakSADAT’ın faaliyetleri gayri nizami harple sınırlıdeğil. Füze, tank, uçak, savaş gemisi eğitimlerini deveriyor. Kara, deniz, hava harekatlarına ilişkineğitimler de icraatları içinde yer alıyor. Ayrıcaorduların organizasyonunda iddialı yaklaşımlarortaya koyuyor.

SADAT ismini, “Özgür” Suriye Ordusu adlı,ABD emperyalizminin ve Türk devletininhizmetinde olan yapılanmaya Hatay’da eğitimvermeye başlamasıyla duyurdu. Savunmadanışmanlık örtüsü altında kontrgerilla faaliyetleriyürüttü. SADAT’ın Türk devleti adına, Mısır, Tunusve Libya’da AKP iktidarına yakınlığı bilinen, ABDişbirlikçisi dinci güçlere “nizami”, “gayri nizami” ve“özel harp eğitimi” verdiği de ortaya çıktı. Buülkelerde eğitim vermek için aradığı kontrgerillaelamanlarının niteliklerini içeren ilanları da sitesindeyayınladı.

Duyuruda ayrıca, “Nizami, Gayri Nizami ve ÖzelHareket Eğitmeni personel alımı yapılacaktır”deniliyor. Bu elamanların “Yabancı Devlet SilahlıKuvvetlerine ve Güvenlik Güçlerine verilecekhizmette istihdam edilmek üzere” görevlendirileceğibelirtiliyor. Alınacak uzman kontrgerillaelamanlarına 5000 dolar maaş verileceği ifadeediliyor.

AKP iktidarı ile yakın işbirliği içindeler

SADAT kurucusu Emekli Tuğgenaral AdnanTanrıverdi’nin 20 Şubat 2011’de Tayyip Erdoğan’ınDolmabahçe’deki çalışma ofisinde görüştüğü vehazırladığı dosyayı ona sunduğu sermaye basınınayansıdı. Dolmabahçe görüşmesine ilişkin açıklamayapan Emekli Astsubay Basri Yavaş: “Başbakanla

çok sıkı ilişkiler içinde olan bu emekli Tuğgeneral,bizim almış olduğumuz duyuma göre, AKP’denmilletvekili olarak seçtirilip, Milli SavunmaBakanlığı’na getirilmek isteniyordu. Önümüzdekidönemde bunun olması yüksek bir olasılıktır” dedi.

Dolmabahçe görüşmesinin ardından SADATanayasa hazırlık sürecinde de aktif pozisyon aldı.2011 Aralık ayında, hazırladığı anayasa teklifiniTBMM Anayasa Uzlaşma Komisyonu’na sundu.Anayasa’nın değiştirilemez ilk üç maddesine karşıçıkan SADAT yöneticileri, “Anayasa’dadeğiştirilemez maddelerin olmaması gerekir” fikrinisavundular. SADAT’ın hazırladığı taslakta,anayasadan laikliğin çıkarılması isteniyor. AyrıcaSADAT, Erdoğan’ın son idam çıkışında ifade ettiğisöylemlerle uyumlu bir yaklaşım sergilemiş, idamcezasının geri getirilmesini istemişti.

AKP iktidarıyla iç içe olduğunu saklamayanSADAT dinci kimliğiyle öne çıkıyor. Kontrgerillaörgütlenmelerine kan taşıma rolü oynamayafazlasıyla hevesleniyor. Türk devletinin çıkarlarıdoğrultusunda yabancı ülkelerde ordu kuruluşsüreçlerine tam destek veriyor. Aynı zamanda büyükpatron ABD emperyalizminin çıkarları çerçevesindebütün İslam coğrafyasında görev alıyor.

SADAT Türk devletininSuriye politikasının hizmetkarı

Türk devleti başından itibaren “Özgür” SuriyeOrdusu adlı işbirlikçi hainler sürüsüne tam destekverdi. Emperyalizme uşaklıkta sınır tanımayan buişbirlikçileri demokrasi mücadelesi veren muhalifgüçler olarak tanımladı. Esad’ın tasfiyesiçerçevesinde “Özgür” Suriye Ordusu’nun güçlerini

Hatay’da eğitime aldı ve Suriye’ye yöneliksaldırılarını koordine etti.

Türk devleti ÖSO güçlerini SuriyeKürdistanı’nda PYD denetimindeki alanlardakullandı. Suriye’de iç savaşın tırmandırılması içinçaba gösterdi. SADAT sadece ÖSO güçlerini askeriolarak eğitmekle yetinmedi, Türk devletininihtiyaçları çerçevesinde ÖSO güçlerinin Esad veKürt düşmanlığı çerçevesinde eğitilmesinde de rolaldı.

SADAT, Türk devleti ve “Özgür” Suriye Ordusu‘Sünni eksen’ yaratma planı çerçevesinde tam biruyum içinde faaliyet yürütüyorlar. ÖSO güçleriSünni İslam anlayışı ile donatılıyor. Böylece İran’ınIrak ve Suriye üzerindeki hesaplarınınsınırlanabileceği umuluyor.

İşçilerin birliği halkların kardeşliğimücadelesini büyütelim!

SADAT adlı kontrgerilla örgütlenmesinin kaynağıTürk devletidir. Türk devleti bir yandan Suriyeyönetiminin değişmesi çerçevesinde ÖSO güçleriniHatay’da eğitiyor, silahlandırıyor. Öte yandan SuriyeKürdistan’ına ilişkin hasmane tutumunu sürdürüyor.Bu çerçevede SADAT’ı da tepe tepe kullanıyor.

Kirli savaş politikalarını boşa çıkarmanın, kirlisavaşın aracı olan SADAT türünden kontrgerillaörgütlenmelerini yok etmenin biricik yolu, kirlisavaşa karşı işçi ve emekçilerin topyekunmücadelesidir. İşçilerin birliği halkların kardeşliğimücadelesi güçlendikçe, SADAT türündenkontrgerilla örgütlenmeleri zayıflayacak, sivil-resmikontrgerilla örgütlenmelerinin kaynağı Türk sermayedevleti savaş çığırtkanlığı yapamaz hale gelecektir.

“Özel” kontra örgüt: SADAT

Page 8: Sİ Kızıl Bayrak 12-48

Güncel8 * Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2012/15 (48) * 7 Aralık 2012

Geçtiğimiz Ağustos ayında BDP’limilletvekillerinin gerillalarla kucaklaşırken çekilengörüntüleri üzerinden Kürt düşmanlığı yükseltilirken,BDP’li vekillerin yargılanması tartışması açılmıştı.MHP’nin dokunulmazlıklarla ilgili maddeye “Ağırcezayı gerektiren suçüstü ve terör eylemlerine katılmave terörü destekleme halleri ile anayasanın 14.maddesindeki durumlar bu hükmün dışındadır”şeklindeki ek önerisi ile süreç kızışmış, düzengüçlerinden bu konuda aynı minvalde açıklamalargelmişti.

BDP ise, dokunulmazlıklarının kaldırılmasıdurumunda yeni anayasa çalışmaları için kurulanAnayasa Uzlaşma Komisyonu masasındankalkacakları yönünde açıklamalarla cevap vermişti.

Bugün yaşananlar ise o gün yaşananların farklı birversiyonu olarak karşımıza çıkıyor. Burada ortak olannokta ise Kürt hareketini daha fazla düzen sınırlarıiçerinse çekmek, ehlileştirmek olduğu açıktır. Onyıllardır Kürt halkına yönelik imha ve inkârpolitikalarının bir devamı olarak Kürt hareketininsözünü söyleyeceği alanları daraltmak, hizaya sokmak,tehdit etmek istenmektedir. Kürt partilerine yönelikkapatma davaları, tutuklamalar baskıların bir devamıolarak işleyen süreç, devletin Kürt halkına yönelikpolitikalarında bir değişiklik olmadığınıgöstermektedir.

Her durumdansiyasal rant çıkarma peşindeler…

Devleti köşeye sıkıştıran ve bir takım tavizlervermeye zorlayan açlık grevleri bitirildikten sonra,Tayyip Erdoğan’ın Kürt Milletvekillerinindokunulmazlıklarının kaldırılmasına yönelik saldırganaçıklamaları gündemde ön plana çıktı. Açlık grevleriile hükümet cephesinden yitirilen itibar, bu saldırganaçıklamalarla yeniden sağlanmaya çalışıldı.

MHP ise bu konuda geç kalınmışlığa vurgu yaparaksiyasal rant peşinde koşmaktadır. MHP AnkaraMilletvekili Özcan Yeniçeri Meclis’te düzenlediğibasın toplantısında şunları söylemiştir: “BDP’limilletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılmasıgecikmiş bir konu. Erdoğan’ın kararlı, tutarlı, ciddiolmadığının, bir pazarlık marjı yaratmak istediğiningöstergesi. Dokunulmazlıklar konusu bir an öncesonuçlandırılmaz ise hükümet güvenilirliğinikaybedecektir. Bir konuya inanıyorsanız gereğiniyapacaksınız.” Bu sözler aslında hükümetin bu konudaadım atmaktan çok itibar peşinde olduğunu, Kürthareketine karşı elini güçlendirme derdinde olduğunuortaya koymuş oldu.

Göstermelik restler ve emekçileri düzenekanalize etmedeki ustalık

Erdoğan’ın açıklamalarının ardından demokratpozlarını elden bırakmayan Abdullah Gül “Geçmişte

denediğimiz kendi siyasi tarihimizden, yakın siyasitarihimizde de olup bitenlerden örnekler var.Dolayısıyla kendimizi çıkmaz sokaklara itmememizlazım. Burada herkesin sorumluluğu vardır. Önümüzdebir sürü sıkıntılar var. Bunlar da kronik hâle gelir.’’sözleriyle dokunulmazlık tartışmalarında Erdoğan’ınsöylemini tartışmalı bulanların sözcülüğüne soyunaraktüm ‘cumhur’un başkanı edalarını takınmıştır. Gül,“Daha önceki derken DEP ve 1994 sürecini mikastediyorsunuz’’ sorusuna ise “Tabii onlarıkastediyorum. Gayet açık’’ yanıtını vererek devletingeçmişle, 12 Eylül’le ve politikalarıyla hesaplaşma,demokratikleşme yanılsamalarını devam ettirmektedir.

Onun dışında, Arınç da sorulan sorulara muğlakyanıtlar vererek, “herkes meseleyi hukuki ve siyasiolarak inceleyip yanıtını verecektir” söylemiyle Kürtsorununa dair tüm tartışmalarda olduğu gibi ‘tarafsız’ve ‘demokrat’ pozlarını korumaya çalıştı.

AKP kurucularından Dengir Mir Mehmet Fırat ise“Daha evvel denendi ve sonuçları görüldü. Aklı seliminsanın denenmişi denememesi kanaatindeyim”diyerek AKP içindeki çatlakları kapatmaya, Tayyip’insöylemlerine karşı AKP’nin tabanında gelişebilecekrahatsızlığı gidermeye yönelik hamle yapmaya özengösterdi.

Kürt hareketinden cevap…

Gülten Kışanak’ın grup toplantısındaki sözleri veyapılan röportaj ile Kürt hareketinin bu saldırgantutuma karşı yanıt üretmekte gecikmeyeceği ifadeedildi. “Dokunulmazlıkların kaldırılması büyük birsiyasi kriz yaratacaktır! Bu bir siyasi operasyondurcevabımız da siyasi olacak. Bu, tek tek arkadaşlarımızayönelik değildir. Bu, siyasi geleneğin kendisine,hepimize yöneliktir. Ne yapacaksak birlikte yapacağız.Otuz beşimiz beraber hareket edeceğiz” denilerek bututum karşısında siyasal olduğu kadar örgütsel birtutum da alınacağı belirtildi.

Bu kararlı açıklamalar, esasında Kürt hareketininKürt halkının dinamiklerine güvendiğinin en somutgöstergesidir. Yine bu aynı dinamizmden gelen özgüvenle şu talepler süreç içerisinde bir kez daha önplana çıkarılmaktadır: “Biz dokunulmazlık zırhınagüvenerek mücadele etmiyoruz. Kürtlerin kimlikhakları, anadilin önündeki engellerin kaldırılması,Kürt halkının özerk yönetimlerde kendisini yönetimekatma hakkı taleplerimizden ne yaparsanız yapınvazgeçmeyeceğiz.”

Fakat Kürt hareketinin en temel açmazı bu talepleri“müzakere” masasında elde etme yaklaşımıdır. Düzencephesinden gelen siyasal manevralar bir kez dahagöstermiştir ki, düzenle müzakere masasından hiçbirşey çıkmayacaktır. Düzen imha ve inkar politikasındaısrarlıdır. Şimdiye kadar karşılanan tüm talepler,verilen tavizler mücadele ile kazanılmıştır. Her birimasa başında değil, sokakta kazanılmıştır. Bundansonra da böyle olacaktır.

R. U. Kurşun

Dokunulmazlıktartışmalarından

yansıyanlar…

Çeşme’de Kürtlere aitevler yıkılmak

isteniyor!

1989 yılında Bitlis’ten Çeşme’nin Germiyanköyüne göç eden Kürt köylüleri, buradakendilerine satılan tarlalara ev yaparak yaşamayabaşladılar. Göç ettikleri dönemde GermiyanKöyü’nün muhtarından aldıkları topraklara evlerinikuran ve herhangi bir sorun yaşamaksızın yaşayanköylüler muhtarın değişmesinin ardından iseevlerini kaybetme tehdidi ile yüzyüze kaldılar.

Evleri yıkılma tehlikesiyle karşı karşıya olanGermiyan köyü sakinleri 3 Aralık’ta İzmir Valiliğiönünde eylem yaparak yıkım kararını protesto etti.Kendilerine herhangi bir yasal bildirimyapılmadığını belirten köylüler yıkılacak evlerintamamının Kürtlere ait olduğuna da dikkat çekerekyaşananın Kürtlere yönelik ayrımcılık olduğunuifade ediyorlar.

Valiliğin kapısında bir saat kadar bekleyenköylüler Valilik ile görüştürülmezken telefonnumaralarını alan yetkililerin kendilerine “biz siziararız” dediklerini belirttiler.

Köylüler adına yaşadıklarını gazetemizeanlatan Kamil Ülgen yıkım kararının Kürtolmalarından kaynaklandığını belirtiyor. “Biz buköyde oturmaya başladıktan 15 yıl sonra bizlereceza geldi. Yeni muhtar bizi şikayet etti. Bu evlerinimarsız yapıldığını söyledi” diyen Ülgen, muhtarında kendisine ev yaptığını ancak bu evin imarsızolmadığını ve yıkılmayacağının söylendiğinibelirtiyor.

Ülgen ayrımcılığı şu sözlerle anlatıyor: “Yankomşunun, karşı komşunun evleri imarlı oluyor dabizim olmuyor. Çünkü onlar Türk. Bizlere 5 bin ile12 bin arası para cezası geldi ama onlara gelmedi.Köyün mülki amiri, yani muhtar yüzündenevlerimiz yıkılacak. Biz Kürt olduğumuz içinevlerimiz yıkılacak. Bizler buraya Bitlis’tengelmiştik. Aynı durumda aynı köyde yaşayanTürklerin evlerine dokunulmuyor.

Muhtarın keyfi tutumuna dikkat çeken Ülgen,muhtarın kahvede kendilerine “buraya dışarıdangelen halkı istemiyorum” dediğini de aktarıyor.Özel idareye ve Kaymakam’a gittiklerinde deçözüm elde edemeyen köylülerin son çare olarakVali’ye geldikleri anlatılırken, köylüler Vali’nin dekendilerine randevu vermemesine tepkigösteriyorlar.

Ülgen taleplerini ve kararlılıklarını ise şusözlerle dile getiriyor: “Vali’den talebimiz,evlerimizin yıkılmasını durdurmasıdır. Buradayaşanan kanunsuzluktur bunun giderilmesiniistiyoruz. Vali çözüm sunmazsa biz de köye gidipevlerimizi yıktırmayacağız, direneceğiz. Bizler buevleri tapulu olarak yaptık. Bizlere istilacı diyorlarbizler istilacı değiliz. Evin suyunun, elektriğinin vetüm giderlerin faturasını ödüyoruz. Hatta evyıkımlarının parasını da bizden almak istiyorlar.Bu keyfiliğin durması lazım.”

Kızıl Bayrak / İzmir

Page 9: Sİ Kızıl Bayrak 12-48

Güncel Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak * 9Sayı: 2012/15 (48) * 7 Aralık 2012

19 Kasım 2009’da sokak ortasında polis tarafındaninfaz edilen TKİP militanı Alaattin Karadağdavasının 9. duruşması 3 Aralık günü görüldü.

Karadağ davası öncesi Bakırköy Adliyesi önündebasın açıklaması yapan Bağımsız Devrimci SınıfPlatformu (BDSP), bir kez daha burjuva mahkemelerikarşısında davanın sahipsiz olmadığını haykırdı. Saat13.00’te adliye önünde toplanılarak “Alaattin Karadağölümsüzdür! Devrimciler ölmez devrim davasıyenilmezdir!” pankartı açıldı. Ayrıca eylemde kızılflamalar ve Alaattin Karadağ’ın resimleri taşındı.

Eylemde ilk yapılan konuşmada Alaattin Karadağiçin “İşçi sınıfının kurtuluş mücadelesine kendiniadamış bir devrimciydi” denilerek Karadağ’ınkatledilişinin devrim ve sosyalizm mücadelesini hedefalan bir saldırı olduğu vurgulandı. Konuşma “Neyaparsanız yapın işçi sınıfının kurtuluş bayrağınıkapitalizmin burçlarına dikeceğiz” sözleriyle sonbuldu.

Konuşmanın ardından BDSP adına yapılanaçıklamada “Bu süre zarfında göstermelikmahkemelerle, kaybolan delillerle, sahte tutanaklarlave ödüllendirilen katillerle birlikte sermaye devleti,‘tosunlarını’ koruduğunu ve devrimcileri ‘katli vacip’ilan ettiğini bir kez daha göstermiş oldu” dendi.

Alaattin Karadağ’ın alçakça infaz edildiği ifadeedilerek çatışma sonrası polisin alenen işlediği cinayetaktarıldı. Çatışma sırasında orada bulunan diğerdevrimcinin ve görgü tanıklarının anlattıklarınınyargısız infazı kanıtladığı belirtildi.

Duruşmada bir kez daha deliller karartıldı

Alaattin Karadağ’ı katleden katil polis OğuzhanVural’ın yargılandığı davanın 9. duruşması 13.30’dagörüldü. Dava, tarafların yoklaması ile başladı. Sanıkve sanık vekilinin hazır bulunduğu duruşmada, bu kezyaralanan minibüs şoförü İsmail Durmuş’un da hazırbulunduğu görüldü. Alaattin Karadağ’ın ailesi bucelsede de kalabalık bir avukat grubu tarafından temsiledildi. Ayrıca Temel Demirer de duruşmayı izleyenlerarasında yerini aldı.

Dava gelen evrakın okunması ile başladı. Dahasonra İsmail Durmuş’a vücudundaki kurşununçıkartılmasına onay verip vermediği soruldu. Hakim,Durmuş’a, “Bu sefer de geçen seferki gibi bir raporgeldi” diyerek, üniversite hastanesi tarafındanhazırlanmış olan, “kurşunun çıkartılmasının genelkomplikasyon riski dışında bir risk içermediği”bilgisini içeren raporu okumadı. Bunun üzerineKaradağ ailesinin avukatları müdahale ederek, hakime‘raporu okuması gerektiğini’ hatırlattılar. Raporunokunmasının ardından Durmuş, ‘vücudundakikurşunun çıkartılmasını istemediğini’ beyan etti.Müştekilerin yanında durmayan, bütün duruşmaboyunca tedirgin görünen, dahası hastanede yanındapolis bulunduğunu da ağzından kaçıran Durmuş’un bukararından ötürü, kendisini yaralayan kurşunun hangisilahtan çıktığı konusu belirsiz kalmaya devam edecek.

2 yıldır süren dava boyunca Mahkeme tarafındanyeri tespit edilmeye çalışılan Pakize Ilgaz’ın adresinin‘yine bulunamadığı’ görüldü. Karadağ ailesininavukatları bu konuda mahkemeye tepki gösterdiler.

Mahkeme, ellerinde TC Kimlik No bulunmadığınıgerekçe gösterirken, Karadağ ailesi avukatları, polisindaha önce bu konuda rapor düzenlemesine rağmen, şuan adres tespit edememesinin ancak savsaklama ileaçıklanabileceğini, kimlik bilgilerinin Muhtarlıkkayıtlarından istenebileceğini belirttiler.

Mahkeme tarafından Pakize Ilgaz ile ilgili butalepler karar altına alındıktan sonra duruşmaya sonverildi. Bir sonraki duruşmanın tarihi ise 28 Şubat2013, saat 13.30 olarak belirlendi.

“Deliller karartılmaya çalışılıyor”

Duruşmanın bitiminde, BDSP tarafındanavukatların ve Temel Demirer’in katılımı ile biraçıklama daha yapıldı. İlk olarak söz Karadağ ailesiavukatları ve ÇHD Dava Takip Komisyonu adınakonuşan Av. Şerife Ceren Uysal’a verildi. Duruşmayıdeğerlendiren avukat Uysal, “İsmail Durmuş’un vücutbütünlüğüdür, kendi yaşamıdır. Ancak kaygılarınıngerçekten sağlığı ile ilgili endişelerden ileri geldiğineinanmıyoruz. Sürekli olarak polis nezaretindehastanelere götürülüp getirilen, duruşma salonundadahi tedirginliğini hissettiğimiz Durmuş, kanımızcabaşka bir kaygıdan ötürü, bu kurşunla yaşamaya kararvermiştir” dedi. Uysal ayrıca delillerin yinekarartılmaya çalışıldığını belirterek, dinlenilmesibeklenen tanık Pakize Ilgaz’ın adeta buharlaştırıldığınıbelirtti. Hukuk mücadelesinin hala bitmediğini belirtenUysal, mahkemelerin polis cinayetleri noktasında,polisleri aklayan sistemle işbirliği içerisinde olmasınıeleştirdi.

Uysal’dan sonra Temel Demirer söz aldı. AçıklamaDemirer’in konuşmasının ardından atılan sloganlarlason buldu.

Basın açıklamasına, Partizan ve EHP de destekverdi.

Kızıl Bayrak / İstanbul

Karadağ davasında 9. duruşma...

“Karadağ davasısahipsiz değildir!”

İzmir’de NATOüssüne meşaleli

yürüyüş!

BDSP, DHF, Devrimci Hareket, Emek veÖzgürlük Cephesi, Alınteri, Kaldıraç, TKP 1920 veİzmir Hareket Tiyatrosu’nun uzun bir süredirbirlikte örgütlediği Emepryalist Savaş ve İşgalKarşıtı Girişim, 2 Aralık Pazar günü emperyalistdevletlerin savaş karargahı olan NATO’nunŞirinyer’deki üssüne bir yürüyüş düzenledi.

Yürüyüşün ön süreci boyunca Konak EskiSümerbank Önü, Buca Şirinyer ve Çiğli KasaplarMeydanı olmak üzere 3 basın açıklaması ve eylemgerçekleştirilerek, bildiriler ve ozalitlerkullanılarak, İzmirli emekçiler yürüyüşe çağrıldı.

Yürüyüş, Şirinyer Tansaş önündegerçekleştirilen ajitasyon konuşmaları ile başladı.En önde “Katil emperyalizm Ortadoğu’dan defol!Suriye ve Filistin halkları yalnız değildir!” şiarlıpankart açıldı. Yürüyüş kortejine flamalar vemeşaleler eşlik etti.

Ajitasyon konuşmaları Şiriyer’de emekçilertarafından alkışlanarak destek aldı.

Daha sonra öfkeli sloganlar eşliğinde ŞirinyerMerkez’den itibaren ana cadde trafiğe kapatılarakNATO üssüne doğru yürüyüşe geçildi.

Yürüyüş, Buca’da bulunan NATO üssünegelindiğinde sonlandırılarak, basın açıklamasınageçildi. Burada da balkonlardan Bucalı emekçileralkışlarla eyleme destek verdi.

Açıklama emperyalistlerin ve işbirlikçileriningerçekleştirdikleri katliamların unutulmayacağıvurgulanarak “Yaşasın devrimci dayanışma!”sloganı ile sonlandırıldı.

Yürüyüşe ve açıklamaya Partizan, ESP, HDK,Sokak Sanatçıları Derneği ve Anarşistler de destekverdi.

Kızıl Bayrak / İzmir

GOP’ta NATOprotestosu

İşçilerin Birliği Derneği, “Emperyalizme uşak,kardeş halklara düşman, fabrikada köle olmamakiçin mücadele edelim!” şiarı ile 2 Aralık’taGaziosmanpaşa Cumhuriyet Meydanı’nda eylemgerçekleştirdi.

Hayata geçirilen askeri projelerle Türkiye’ninemperyalizmin savaş üssüne çevrilmesi, MalatyaKürecik’e kurulan füze kalkanından sonra Patriotfüzeleri sistemini Türkiye’nin çeşitli yerlerinekurmak isteyen NATO bu gün düzenlenen basınaçıklamasıyla protesto edildi.

Açıklamada “Kirli savaş hazırlıklarının getirdiğiyeni zamlara, vergilere, ağır çalışma ve yaşamakoşullarına karşı işçilerin birliğini sağlamak vegeleceğimiz için mücadele etmektir.” denildi.

Kızıl Bayrak / GOP

Page 10: Sİ Kızıl Bayrak 12-48

Sınıf10 * Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2012/15 (48) * 7 Aralık 2012

İşçi sınıfı oldukça zor günlerden geçiyor. İşyükünün arttığı, alım gücünün düştüğü kısacası yaşamkoşullarının ağırlaştığı bir dönem. İşçilerin ücretleri iyiihtimalle yerinde sayarken temel tüketim maddelerinezam üstüne zam geliyor. Bütçenin yükü ücretli kesiminüstüne yığılmış durumda.

Bu koşulların daha da ağırlaşacağı aşikar. Çünkükrizler ve emperyalistlerin hesabına girilen savaşlarlakarakterize olmuş bir dönemden geçiyoruz.Dolayısıyla sermaye cephesi bu dönemi hasarsızatlatmak ve savaşı finanse etmek için yine emekçilereyüklenecek. Bunun yolu ise ücretleri düşük tutmak,zam yağmuruna devam etmek...

Böylesi bir dönemde asgari ücretin belirlenmesiiçin görüşmelere başlandı. Fakat geçmiş senelerdekideneyimler ve bu seneden yansıyanlar tablonunemekçiler açısından hiç de parlak olmadığınıgösteriyor. Bundan önceki senelerde emekçileresadaka zammını reva gören hükümet ve sermayecephesi bu tabloda çıtayı en aşağıda tutmakisteyeceklerdir. Zira bunu da saklıyor değiller.Emekçileri açlık sınırının da altında bir ücretleyaşamaya mahkum eden programlarını açıkladılar. Buise 2013 yılı programında asgari ücretin Ocak veTemmuz’da yüzde 3’er artırılması.

“Kriz yolda ücretler makul olmalı”

Türkiye burjuvazisi tüm dünyada etkisini gösterenekonomik kriz karşısında rekabet gücünü korumakistiyor. Üstelik kriz bizi teğet geçti söylemlerinerağmen Türkiye için de denizlerin süt liman olduğusöylenemez. İktisatçılar bir fırtınanın haberini çoktanverdiler.

2008-2009 yılında yaşanan küresel krizi Türkiyeburjuvazisi düşük ücrete zorlama, sermayeye vergiteşviki ve sıcak paranın yeniden girişini özendirerekkısmen aşmıştı. Yani faturayı emekçiye kesmişti. Amaaynı yıllarda Türkiye’de milyoner sayıları da artmış,büyük kapitalistlerin kar oranları fırlamıştı. Fakatgeçtiğimiz 3 yıl boyunca yaşanan büyümenin hızınıkestiği, 2013’te büyümede ciddi sorunlar yaşanacağıaçıklanıyor.

Ekonomi için pembe tabloların çizildiği geçtiğimizsenelerde asgari ücretlililerin yine sadaka zammınatalim ettirildikleri düşünülürse bu yıl da sermaye vedevletten ötesini beklemek anlamsız olur. Asgari ücrettutarının belirlenmesi ile ilgili 4 Aralık günü başlayangörüşmelerden de bu sonuç çıkıyor.

Asgari Ücret Tespit Komisyonu, Çalışma ve SosyalGüvenlik Bakanı Faruk Çelik’in başkanlığında, Türk-İş Genel Eğitim Sekreteri Ramazan Ağar ve Türkiyeİşveren Sendikaları Konfederasyonu (TİSK) İşverenHeyeti Başkanı Metin Demir’in katılımıyla bakanlıktatoplandı.

Bu ilk toplantının ardından bir televizyonprogramına konuşan taraflar görüşmelerin seyrikonusunda ipucu da vermiş oldular.

TİSK Başkanı’nın konuşmasındaki temel vurgularekonomik kriz ve emperyalist savaş kışkırtıcılığıekseninde şekillenen siyasal belirsizliklerdi.Avrupa’daki iktisadi krize ve Ortadoğu’daki siyasikrize dikkat çeken Demir, asgari ücret belirlenirkenfirmaların rekabet gücünün düşürülmemesi gerektiğini,

uluslararası rekabet gücünü zayıflatacak, ücretdengelerini bozacak artışlardan kaçınılması gerektiğinibelirtti.

Metin Demir Türkiye ekonomisinin daha öncekibüyüme oranlarının gerisinde kalarak 2013 yılındayetersiz bir büyüme elde edeceğini, bu nedenleşirketlerin istihdam yaratma ve ücret ödemekapasitesinin zayıf kalacağını ileri sürdü.

“Bildiğiniz gibi rekabet eden bir ekonomimiz var.Eğer ihracatta, üretimde sorun yaşanırsa iş güvenliğitehlikeye girer. İşveren olmadan işçi olmaz.” sözleriyleişçi sınıfını açıktan tehdit etti. Sermaye yine işsizliksopası ile işçinin sesini kesme derdinde. Rekabetgücünün artması demek işçi için çalışma yükününartması, ücretlerin düşmesi demektir.

Fakat işçilerin başbaşa bırakıldığı sefalet veyoksullaşma, patronların zerre kadar umurlarındadeğil. Onlar kendi sefil çıkarlarını, kar oranlarınıdüşünürler fakat işçi temsilcilerinin bu koşullarıdeğiştirmek için bir şey yapmaması en naif ifadeyleihanettir. Zira Türk-İş cephesinden söylenenler veyapılanlar da sermayenin insafına terkedilen bugöstermelik toplantıların yine azami sefaletlesonuçlanacağını gösteriyor.

Aynı programda konuşan Türk-İş temsilcisi 2013yılı programında asgari ücretin Ocak ve Temmuz’dayüzde 3’er artırılmasının öngörüldüğünü, bunun kabuledilemeyeceğini söylemekle yetindi. Peki bunudeğiştirmek için emekçileri seferber ediyor musunuz,elinizde bir eylem programı var mı? Yok elbette! Türk-İş temsilcisi ancak “Çalıştıranlar çalışanlara mutlakasahip çıkmalı” temennisinde bulunuyor.

İşçiye yok savaş ve saldırganlığa var!

AKP iktidarının Suriye başta olmak üzereOrtadoğu’da izlediği savaş politikasının yansımalarıylaişçi ve emekçiler günlük yaşamlarında doğrudan karşıkarşıya kalıyorlar. Bütçede pastanın büyük dilimininsavunma adı altında savaşa ayrıldığını biliyoruz. Bukalemde geçen yıla oranla yüzde 50 oranında bir artışsözkonusu. Sadece Suriye’deki iç savaşta Esadmuhaliflerini finanse etmek, bu çabulcuları beslemekbile oldukça maliyetli. Bunun yanısıra NATO’danistenen Patriotlar’ın kurulum maliyetinin Türkiyetarafından karşılanacak olması da AKP hükümetinin,

devletin kendi çıkarları sözkonusu olduğunda keseninağzını açtığını gösteriyor. Her bir bataryanın 4-5milyon dolar değerinde olduğu düşünüldüğünde nedenasgari ücrete ancak yüzde 3 zam yaptıkları, neden entemel ihtiyaçlara yapılan fahiş zamlar ve vergilerleemekçilere yüklendikleri daha iyi anlaşılıyor.

Konu ücret zammı olduğunda ‘kaynak yok’, ‘bütçekaldırmaz’ diyenler, bütçeyi zam üstüne zam yaparaktakviye edenler, sosyal harcamaları sürekli kesipbiçenler savaşı da emekçilerin cebinden finanse etmekderdinde.

Bunlar asgari ücretin belirlenmesi aşamasındatemel kriterin emekçinin yaşam standartları değilsermayenin sınıfsal ihtiyaçları olduğunu açıkçagösteriyor.

Enflasyona bağlı değil,insanca yaşamaya yeten ücret!

Çalışma Bakanı Faruk Çelik, asgari ücretliyienflasyana ezdirmediklerini söylese de asgari ücretin,enflasyon hedef alınarak belirlenmesi ancakyoksulluğun sürdürülmesi anlamına gelir. Özellikleelektrik, doğalgaz, benzin ve diğer temel tüketimmaddelerine son aylarda yapılan zamlar işçininyaşadığı yoksullaşmayı anlamaya yeterli. Faturalarneredeyse iki katına fırladı. Bunun yanısıra sağlık,ulaşım ve eğitim gibi hizmetlere ulaşmak da zorlaştı.Yani açıklanan enflasyon oranları ile işçi veemekçilerin alım gücü arasında ciddi bir açı var.Asgari ücret kapitalistlerin istediği gibi enflasyonoranında belirlenirse asgari ücretin gerçektedüşeceğini, ücret kayıplarının derinleşeceğinisöylemek için iktisatçı olmaya gerek yok.

Şu haliyle sermaye hükümeti AKP ve kapitalistlerasgari ücrete ilişkin politikayı, ekonomik kriz ve savaşbütçesine bağlı olarak belirliyor. O halde emekçilerinde krizin faturasının emekçilere çıkarılmasına, kirlisavaşın emekçilerin cebinden finanse edilmesine karşıtutum belirlemesi gerekir.

Öncelikle bu görüşme adı altındaki ortaoyunudağıtılmalıdır. İnsanca yaşamaya yeten vergiden muafasgari ücret ise ancak işçiler tarafından sokakta,atölyelerde, fabrikalarda verilen mücadele üzerindenbelirlenebilir.

“Makul” değil, insanca yaşamaya yeten,vergiden muaf asgari ücret!

Page 11: Sİ Kızıl Bayrak 12-48

Sınıf Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak * 11Sayı: 2012/15 (48) * 7 Aralık 2012

20 Temmuz’da başlayan Kiğılı Direnişi 28 Kasım’dasona erdi. Belli açılardan diğer direnişlerden farklılaşandirenişin sınıf hareketi adına önemli deneyimlerbıraktığını düşünüyoruz. Sürecin başından beri içindeolduğumuz ölçüde Küçükçekmece BDSP olarakdeğerlendirme yapmak, doğruları ve yanlışları ile sürecideğerlendirmek gerekmektedir.

Kiğılı Direnişi sermaye devletinin işçi ve emekçilereyönelik saldırılarını yoğunlaştırdığı, buna karşılıktoplumsal muhalefetin yaz aylarında olunması sebebi ilegörece bir durağanlıkta olduğu, ancak lokal direnişlerinarttığı bir süreçte başladı. Direnişe başlama kararınınalınmasında en önemli etken azgın sömürününyaşandığı, örgütsüzlüğün kural haline geldiği bir tekstiltekeli olan Kiğılı’da işten atılma karşısında gösterilecektutumu bir mücadele örneği ile ortaya koymaktı.

Türkiye genelinde yaklaşık 200 mağazası olanKiğılı’nın Yenibosna’daki ceket üretim fabrikasısendikasız, örgütsüz, yoğun olarak kadın işçilerinçalıştığı, sigorta dışında hiçbir sosyal hakkınbulunmadığı bir fabrika. Bu durum baskı, tehdit, tacizgibi mobbing yöntemlerini uygulayarak işçilerüzerindeki denetimi kolaylaştırıyor. İşçiler tarafındanortaya konan en ufak bir tepki anında işten atmaylasonuçlanıyor. Bununla birlikte keyfi işten atmaların dadüzenli olarak gerçekleştiği bir fabrika.

Böylesi çalışma koşullarının olduğu, buna karşılıkişçilerin ya seslerini çıkartamadığı, ya da başlarınıönlerine eğip gitmeyi tercih ettikleri tabloda KiğılıDirenişi, Kiğılı işçilerine mücadele etmenin, hakaramanın ne demek olduğunu göstermiş oldu. KiğılıDirenişçisi dokuz aylık bir çalışan olmasına vetazminatını işten çıkartıldıktan birkaç gün sonra almışolmasına rağmen sınıf bilinçli bir işçi olarak Kiğılı’yı vehaksız işten atmaları teşhir etmek ve Kiğılı’daki gidişatadur demek için direnişe başladı. Bu kapsamda dadirenişin sloganı “Kiğılı’da baskıya, tehdide, sömürüye,işten atmalara son! İşimi geri istiyorum!” olarakkurgulandı. Böylece “Kiğılı’da baskıya, tehdide,sömürüye son” diyerek usta ve müdür aracılığı ileoluşturulan baskı ortamı ve çalışma koşulları, “İştenatmalara son! İşimi geri istiyorum!” diyerek de keyfiişten atmalar teşhir edilmiş oldu.

Süren direnişlere etkisi

Kiğılı Direnişi son dönemde artan lokal direnişlereetkisi açısından da önemli bir yerde durdu. Eylemselsüreci ve dinamikliği ile diğer direnişler üzerinde olumlubir etki yarattı. Yarattığı sonuçlardan bağımsız olaraközellikle sendikal bürokrasiye takılan Texim direnişiveya yaşadıkları süreçlerle birlikte atıllaşan HEY Tekstildirenişi gibi direnişlere mücadele ve sınıf dayanışmasıaçısından anlamlı katkıları oldu. Aynı bölgedeolmasından kaynaklı sürekli olarak HEY Tekstil direnişiile aralarında ziyaretlerle başlayan etkileşim, süreçboyunca karşımıza çıkan bir takım dar-grupçu, yasakçıengellemelere rağmen sürdürülebildi.

Direnişlerin ortaklaştırılması ve birleşik mücadelehattının geliştirilmesi için direnişlerin ortak platformunagirilerek eksik ve tartışmalı yanlarına rağmen yeni birzemin yakalandı. Bu süreç içerisinde platformun bütündirenişlere açık olması, direnişlerin ortaklaştırılmasınınsadece haftada bir gün ‘ortak’ eylem yapmak olmadığı,

tüm süreçlerin ortak örülmesi gerektiği bakışınınsavunucuları olarak platforma müdahale ettik. Diğerdirenişlerin gezilmesi, platformdaki direnişlerineylemlerine katılınması gibi adımlar anlamlı adımlardı.Bu adımlarla yasakçı tutum kırılmış oldu.

Direniş açısından farklı bir deneyim

Kiğılı Direnişi fabrika içerisinde ve diğer direnişlerüzerinde oluşturduğu etkinin yanında eylemsel süreci ilede önemli bir deneyim bırakmış oldu. Süreç boyuncadirenişin “sadece fabrika önünde beklemek” olmadığıbakışıyla hareket edildi. Fabrika önünün direnişaçısından önemini ikinci plana itmeden, ancak “fabrikaönünde bekleme”nin olmazsa olmaz tek koşul olmadığıyaklaşımı üzerinden direniş ilerletildi.

Daha önce yaptığımız değerlendirmelerde de altınıçizmiş olduğumuz gibi fabrikadaki işçilere ulaşmak,içeriden bir süreç örmek, patrona karşı bir mevzi olması,fabrikaya ve civardaki fabrikalara etki yaratmasıaçılarından kapı önünü direniş alanına çevirmenin önemibüyüktür. Ancak bunun salt “kapı önünde beklemek”esıkıştığı durumlarda giderek işlevsizleştiği dedeneyimlerle ortadadır. Bizler için temel olan ‘bekleyiş’ideğil direnişi örgütlemektir.

Bu kapsamda direnişin seyri üzerinden hem tekkişilik bir direniş olmasının getirdiği fiziksel zorluklarhem de kapı önünde beklemenin fabrika içerisine vedışarısına yarattığı etki değerlendirildi ve kapı önüdirenişini 27 Ağustos’ta sonlandırıldı. Fakat direniş farklıeylem biçimleri üzerinden 28 Kasım’a kadar sürdürüldü.

Direniş boyunca düzenli olarak fabrika önünegidilmiş, birçok politik gündeme müdahale edilmiş,SSGSS’den, kıdem tazminatı hakkının gaspına, direnişingidişatından fabrika içinde yaşananlara dair yazılanbildirilere kadar sürekli olarak fabrikaya yönelikmüdahalemiz devam etmiştir. Fabrika önünde birçokeylem yapılmıştır. Direniş, Kiğılı işçilerine yönelikpolitik müdahalenin zeminine dönüşmüştür.

Direnişin kazanımları

Kiğılı Direnişi, başlattığı hukuki süreç ile birliktefabrika önü eylemleri, Kiğılı mağazalarında gerçekleşenblokaj eylemleri, boykot kampanyası ve yaygınpullamalarla Kiğılı patronuna rahatsızlık vermiştir.Hukuki yolla dahi olsa hak arama mücadelesi verilmesiKiğılı patronunu rahatsız edip “bizim çalışanımızdeğildir” açıklamaları yaptırtırken, eylemsel süreç Kiğılıpatronunda korku yaratmıştır.

Kiğılı patronu rahatsızlığını eylem günleri fabrikayıya tam gün kapatarak ya da erken paydos vererek,işçilere direnişi karalayarak, Kiğılı Direnişçisi’ne avukatıaracılığıyla tehdit mektubu göndererek göstermiştir. Biryandan da direnişin etkisi ile birlikte patronun usta vemüdür aracılığı ile özellikle kadın işçiler üzerindeuyguladığı baskı ve taciz azalmıştır. Direnişin anataleplerinden olan “İşten atmalara son” talebininkazanımı direnişin başlamasının ardından işçiçıkartmanın durmasında somut karşılığını bulmuştur.

Kiğılı Direnişi diğer direnişlere sınıf dayanışmasınınanlamını ve gerçek pratiğini göstermiştir. Kiğılı DirenişiEmine Arslanlar’ın, Saliha Gümüşler’in, TürkanAlbayraklar’ın yolunda tek başına bir kadın işçinin

patron karşısında neler yapabileceğini işçi sınıfınagöstermiştir.

Direniş, fabrika içerisindeki örgütsüz işçilerehaksızlıklar karşısında boyun eğmemeyi, mücadeleetmeyi göstermiştir. Kiğılı Direnişçisi’nin direnişinisonlandırırken basın metninde belirttiği gibi, Kiğılı’daişçiler artık haksızlıklar ve sömürü karşısında sesçıkartmaya başlamıştır ve kuşkusuz ki direnişin enönemli kazanımlarından biri de budur.

Politik bir direniş olarak başlayan Kiğılı Direnişi,sömürünün had safhada olduğu, örgütsüz bir fabrikadaçalışan Kiğılı işçisine ve tüm işçi sınıfına önemli birdeneyim bırakmıştır.

Direnişe başlarken ortaya konan hedefler, fabrikanınnesnel koşulları ve sınıf hareketinin düzeyi göz önünealındığında direnişle birlikte yaratılan etki ile direniş bellibir doygunluğa ulaşmıştır ve bu sebeple direnişsonlandırılmıştır. Direnişin hedefleri göz önünealındığında Kiğılı işçilerinin içeriden öreceği bir süreçolmadan, Kiğılı direnişçisinin yürüteceği mücadele ileKiğılı’da işçilerin tüm haklarını alması imkânsızdır.

Ancak, Kiğılı işçisi artık şunu bilmektedir ki, bubaskılara, sömürüye karşı çaresiz değildir. Kiğılıdeneyimi üzerinden değerlendirildiğinde bundan sonraönemli olan ise Kiğılı Direnişi’nin sömürü cehennemiolan Kiğılı’da açtığı mücadele yolunda artık Kiğılıişçilerinin yürümesi ve mücadele etmesidir. Kiğılıdirenişçisinin açtığı yoldan yürümesini bilen Kiğılıişçileri baskıyı, tehdidi, sömürüyü, tacizi, haksız iştenatmaları sonlandırmasını bilecektir. Bizim bunainancımız tamdır. Bu doğrultuda tüm çabamızı ortayakoyacağımıza dair hiç kimse de tereddüt etmesin.

Sınıf devrimcileri ve Kiğılı Direnişçisi de bundansonraki süreçte bu bakış açısı ile hareket edeceklerdir.Kiğılı direnişi bitmiş olabilir ancak ne Kiğılı’da ne dediğer fabrikalarda mücadele bitmeyecektir.

Küçükçekmece BDSP

Kiğılı direnişi üzerine...

Page 12: Sİ Kızıl Bayrak 12-48

Sınıf12 * Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2012/15 (48) * 7 Aralık 2012

MİCHA, Aliağa Organize Sanayi Bölgesi’ndeyaklaşık 350 işçinin çalıştığı bir fabrika. AliağaOrganize Sanayi daha yeni büyüyen bir havza olduğuiçin MİCHA’nın sendikal deneyimi havzadaki sınıfmücadelesi açısından önem kazanıyor. MİCHA’nınsendikal deneyimi ise ilk değil. Bundan yaklaşık 4-5yıl önce işçiler örgütlenmek amacıyla Birleşik Metal-İş Sendikası’yla görüşmeye başladı. Ancak çalışmaerken açığa çıktığı için o süreçte öncü işçiler iştençıkartılarak örgütlülüğün önüne geçilmiş.

Tarih 2012 Mayısı’nı gösterdiğinde ise MİCHAişçileri bir kez daha çalışma şartlarının düzeltilmesi,taşeronluğun kaldırılması ve ücretlerin yükseltilmesiiçin sendikal mücadeleye katılmışlardır. Bu sefersendikanın adresi ise Türk Metal Sendikası’dır.İşçilerin bu sefer Türk Metal’i seçmesinin nedeni iseAnkara’daki asıl fabrika MİTAŞ’ta Türk Metal’inyetkili olmasıdır. Bundan kaynaklı patronla karşıkarşıya gelmemek adına Türk Metal Sendikasıseçilmiştir.

Türk Metal, patron ve işçiler

İşçilerin bu kararı almasının ardından kısa süredeçoğunluk sağlanmış ve yetki için başvurulmuştur.Ancak sınıf mücadelesi düz bir çizgi olmadığı için,bir çok şey yaşamda hesaplandığı gibi karşılığınıbulmaz. MİCHA’da da böyle bir süreç yaşanmıştır.MİCHA patronu, Aliağa’da ilk elden bir mevzikaybetmemek adına Micha işçilerinin haklımücadelesine tüm olanaklarıyla saldırmıştır. MİCHApatronu arkasına sanayinin diğer patronlarını daalarak saldırılarını gerçekleştirmiştir. Aliağa TicaretOdası’nı bile arkasından sürüklemiştir. Zor aygıtınıkullanmak için ise jandarmayı devreye sokmuştur.Direnişi bitirmek için bunlar yetmediğinde direnişalanına asit dökerek korku salmaya çalışmıştır.MİCHA patronu saldırılarında sınır tanımazken, TürkMetal ise ilk defa bir direniş alanında sabahtanakşama kadar kalıyor olmanın getirdiği moralbozukluğuyla süreci bitirebilmenin hesabınıyapmıştır. Direniş 100 gün boyunca işçileriniradesiyle sürdürülmüştür. MİCHA’ya Bergama’dangelen işçiler gelememeye başladığı andan itibaren,direnişçi işçiler tarafından sendikadan servis aracıverilmesi sağlanmıştır. Bu sayede direniş alanı dazayıf bir görüntü durumundan kurtulmuştur.

Direnişin handikaplarından biri de yetki tespit

aşamasının birçok fabrikada olduğu gibi sermayedevleti tarafından geciktirilmeye çalışılmış olmasıdır.Direniş boyunca sendikanın diyebildiği tek şey“açılan davaların sonucunu bekleyin” olmuştur.“İşçilerin imza toplayalım, Aliağa’da stand açalım,İzmir kamuoyuna duyuralım” istemleri sendikatarafından hep ertelenmiştir. Türk İş Ege BölgeTemsiliciliği bile süreçten bihaber bırakılmıştır.

Türk Metal, işçileri bir adım kıpırdatmamış,işçileri yasal cendereye hapsetmeye çalışmıştır.Ancak direnişçi işçiler kısmi de olsa sendikayıharekete geçirmiştir. Bunun en anlamlı örneği deSenkromeç direnişine destekleri olmuştur.

Direniş yüz günün ardından yine bir bayramarefesinde Türk Metal-patron arasında geçengörüşmeden sonra bitirilmiştir. Ancak beklenen birkazanımla değil. Yaklaşık 15 işçi haricindedirenişçiler işe dönmüşlerdir. İşe iade bir kazanımgibi gözükebilir. Ancak taşeronu kaldırmaya çalışanMİCHA işçileri direnişten sonra tekrar taşeron olarakiş başı yaptırılmıştır. Patron baskısında bir değişmeyaşanmamıştır. Patronlar tarafından sık sık işçileresendikal davalardan vazgeçmeleri tehdidisavrulmuştur. Tehditlerin yetmediği yerde ise bir kezdaha işten çıkarma saldırısı gerçekleştirilmiştir. 26Kasım Pazartesi günü 5 işçi davalardan vazgeçmediği için işten çıkartılmıştır. Sendika ise olupbitenlere seyirci kalmaktan fazlasını yapmamıştır.İşten çıkartılan işçiler 27 Kasım Salı günü yaklaşık10-12 Türk Metal temsilcisini MİCHA önüneçağırarak bu durumun çözümü için çabaharcamalarını istemişlerdir. İşçilerin ısrarları üzerineTürk Metal sendikası daha önce işten çıkartılan ikiişçiye Ankara Genel Merkez aracılığıyla MİTAŞpatronu Volkan Karabağ ile bir görüşme ayarlamakzorunda kalmıştır.

Görüşmeler neticesinde 1 Aralık itibariyleMİCHA patronunun Türk Metal Sendikası’nınyetkisine itiraz etmeyeceği, sözleşmede taşeronişçilerin kadro ve sendika hakkının tanınacağı veişten çıkartılan işçilerin de sözleşme sürecitamamlandığında işe geri alınacağı sözü verdiğiaçıklanmıştır. Çıkartılan işçiler de şu an sözleşmenintamamlanmasını beklemektedir.

Sonuç olarak

Türk Metal Sendikası MİCHA’da yetkiyi almışsabunun en büyük nedeni öncü işçilerin davalarınınarkasında durmalarıdır. MİCHA işçilerine düşengörev, bundan sonrası için bile çok fazla hayalekapılmadan Türk Metal Sendikası’nı denetlemeyedevam etmeleridir. Sendikanın kapalı kapılar ardındapatronla görüşmesine izin verilmemelidir. Nasıl kiAnkara’ya giderek işin asıl muhattapları olduklarınıgöstermişlerse, bundan sonrası için de bunu yapmakzorundadırlar.

Metal İşçileri Birliği, MİCHA sürecini neredeysebaşından itibaren takip etmektedir. Gücüdoğrultusunda sınıf dayanışması için gereken azamiçabayı harcamıştır. Bundan sonra gelişebilecekherhangi bir durumda da yine MİCHA işçilerininyanında olmaya devam edecektir.

İzmir Metal İşçileri Birliği04 Aralık 2012

Coşkunöz işçileri,Renault işçisiyle

dayanışmaya çağrıyor!

Merhaba,Bizler Coşkunöz işçileriyiz. Yıllardır sırtımızda Türk

Metal kamburunu taşıyoruz. Tıpkı Arçelik, Renault,Tofaş, Ford işçisi gibi... Türk Metal çetesine üye olanmetal işçisi kardeşlerimiz gibi... Bizler Türk Metalçetesinin icratlarını, kimin safında olduğunu işçikardeşlerimize tekrar tekrar anlatmayacağız. Zira metalişçisi bu çetenin ne olduğunu iyi bilir. Türk Metal, metalişçisinin değil bizzat patronun yanında. Bunu artıksendikalı-sendikasız tüm metal işçileri biliyor.

Türk Metal, 2012-2014 metal toplu sözleşmesi içinöngördüğü taslağını açıkladığında Eskişehir Arçelik’teçalışan işçi kardeşlerimiz 10 km yürüyerek taslağayönelik tepkilerini gösterdiler. 12 Kasım günüSakarya’daki Otokar işçileri de taslağı protesto ettiler.Ardından Renault işçileri üretimi durdurarak tepkilerinidaha ileriden ortaya koydular. Bu nedenle ilk etapta 23işçi işten atıldı. Daha sonra işten atmalar devam etti.

Peki bu tepkiler neden? İşten atmalar neyigösteriyor ve Türk Metal çetesi bu işten atmalarınneresinde duruyor? Bu soruların cevapları çok açıktır.Her sözleşme dönemi Türk Metal’in, MESS’in istediğisözleşmelere imza attığını biliyoruz. Bu satışsözleşmeleri biz metal işçilerine ‘çifte bayram’ olaraksunulmuştur. Ama bunlar biz metal işçilerininisteklerinden, taleplerinden uzak sözleşmelerdir.

Bosch işçlerinin sendika değiştirmesi ve biz metalişçilerine bu sendikadan kurtulmanın yolunugöstermesi Türk Metal’i %18’lik ücret zammı sunan birsözleşme hazırlamaya itmiştir. Ama biz metal işçileriolarak biliyoruz ki, hangi ‘bilim adamları’ tarafındanhazırlanırsa hazırlansın, Türk Metal bizleri satacaktır.Bu kadar net konuşmamızı sağlayan da bu çeteninMESS’in sözünden çıkmayacağı gerçeği ve geçmişdönemki satış sözleşmeleridir. %18’lik ücret zammınınyalan olduğunu çok iyi biliyoruz. Bu nedenle Renaultişçisinin tepkisi haklıdır. Ağır çalışma koşullarında vedüşük ücretlerle çalışan biz Coşkunöz işçileri de butepkinin haklılığının bilincindeyiz.

Renault işçisi kardeşlerimizin işten atılmasınınnedeni Türk Metal’in oluşturduğu listedir. Listede buçeteye tepki gösteren işçiler vardır. Buna yabancıdeğiliz. İlk defa da duymadık. Çünkü bu sendika patronmantığıyla çalışıyor. Azıcık sorunlara duyarlı olan, sesiniçıkaran, tepki gösteren işçileri Türk Metal’in karalisteye aldığını bütün işçi kardeşlerimiz biliyor. Bu iştenatmalar hem Renault işçisine hem de biz metalişçilerine göz dağı vermek içindir. Bunun tehditolduğunun bilincindeyiz. Onlar metal işçilerindenkorkuyorlar. Çünkü biliyorlar ki, metal işçisi ayağakalkarsa yer yerinden oynar.

Bizler Renault işçisi kardeşlerimizin eylemlerindenbir çok şey öğrendik. Sonucu ne olursa olsun, bueylemleriyle bizlere deneyimler bırakıyorlar. Buçeteden kurtulmanın zamanının geldiğini, hattageçtiğini, fabrika komitelerinin oluşturulmasınınaciliyetini bizlere tekrar gösterdiler. Eğer Renault işçisikazanırsa Coşkunöz işçisi ve tüm metal işçisi kazanır.

Bizler Coşkunöz işçileri olarak Renault’da yaşanansüreci bu şekilde değerlendiriyoruz. Bizler işten atılanişçi kardeşlerimizin bir an önce işe geri alınmasını talepediyoruz. Ve işten atılan işçiler üzerindeki baskının,özellikle Türk Metal çetesi tarafından yapılan baskınınkaldırılmasını istiyoruz. Bizler Renault işçisinin herzaman yanındayız. İşçi sınıfını da destek olmayaçağırıyoruz.

Coşkunöz işçileri

Dünden bugüneMİCHA’dan yansıyanlar...

Page 13: Sİ Kızıl Bayrak 12-48

Sınıf Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak * 13Sayı: 2012/15 (48) * 7 Aralık 2012

Büro Emekçileri Sendikası İzmir Şube BaşkanıRamis Sağlam’dan performans ve mobinguygulamaları üzerine aldığımız görüşü yayınlıyoruz...

Performans kelimesi ilkokul hatta anaokullarınagiden çocuklarımızın diline çoktan girdi. Birçok annebabanın çocuklarıyla performans çalıştıklarını, hattaçocuklarının performanslarını evde yaptıklarınıbiliyoruz.

1996 yıllarıydı, kamu emekçilerinin çalışmahayatındaki olumsuzluklar üzerinden “reform (!)”yapılması gündeme getirilmişti. Bizde hemen taslağıalmış harıl harıl üzerinde çalışmış, ardından daişyerlerinde aydınlatma faaliyeti yapmıştık. Biz veörgütlü olduğumuz kamu emekçileri ilk kez işyerinde“performansı” tartışmaya başlamıştık. O zamanlar,bugün olduğu gibi sözleşmeli personel uygulaması ve4/a, 4/b ve 4/c uygulaması yok denilecek kadar azdı.Kamu işyerlerinde tek istihdam modeli olarak, bugünöğrendiğimiz 4/a vardı.

Gel zaman, git zaman bugün eğitim ve sağlık işkolları başta olmak üzere birçok istihdam modeliçalışma hayatımıza ve dilimize pelesenk oldu. Artık,emekçilere performansın “tembel” ve “işe yaramaz”emekçinin terbiye sosu olacağına inandırılmayabaşlandı. İktisat dersinde hocamızın bir anekdotunusizinle paylaşayım. Hocamız iki tip tembellik varderdi. Birincisi doğal tembellik, bu tip tembellikkişinin birkaç dakika tuvalette gitmesi veya birkaç keztuvalete gitmesiyle oluşur. İkinci tip tembellik isesistemin tembelliğidir. Bu tip tembellik tam birgirdaptır; kişiyi de içine çeker. Bugün çalışmahayatında performans kelimesi tembelliğin panzehiriolarak gösterilmek istenmektedir. Sisteminaksaklıklarını emekçilerin sırtına yükleyerekemekçilerin, kazanılmış haklarını yok sayarak, gaspederek… Bugün için görüntü bu… GeçenlerdeKarşıyaka Devlet Hastanesi’ndeki, sendikamızüyelerini ziyarete gittiğimde gözüme “Performans veKamu Yönetim Odası” tabelası çarptı. Haydi, hayırlısı,anasınıfı, ilkokulu derken hastaneye de performansgirmişti. Özellikle Kamu Hastane Birlikleri Yasasının2 Kasım 2012 tarihinden itibaren yürürlüğe girmesiylehastanelerde yönetim el değişti. Artık CEO’larişbaşında… Artık hastaneler, kamu faydası yerinekarlılık üzerinden yönetilecek. Tembellik (!) yok.Çalışmayan sağlık emekçisi kapının önüne konacak,ölçü ne olacak, performansı, performansı ne olacakhastaneye kazandırdığı para, kimden hastadan, hastane müşteri…

Performansı düşük sağlık emekçisi ne olacakkapının önüne konacak… Sadece hastanede mi? Hayır.Okulda, vergi dairesinde, aklınıza gelen her yerde

uygulanacak. Örneğin Okulda performans kimeuygulanacak? Öğretmene uygulanacak. Performansokulda öğretmene nasıl uygulanır? Şimdilik belli değilama performansı düşük öğretmene “ne olur” dersenizkapı önüne konur…2005 yılından bu yana VergiDairelerinde de dillendirilen, Performans EsaslıYönetim Modeli ve Toplam Kalite Yönetimindemaliye emekçilerine dayatılan ise mükellefin müşteriolduğudur. Müşteri memnuniyeti her şeyin başındadır.Orada çalışan maliye emekçisinin hiçbir hakkı yoktur.Affedersiniz ama müşteri diye empoze edilenmükellef, maliye emekçisine karşı her türlü hakka,hakaret etme hakkına sahiptir, “maaşını benödüyorum” diye bangır bangır bağırır ve hakaret eder.Fakat müşteri haklıdır, ilkesi geçerlidir. Müşteri,performans ve mobing tam bir sarmaldır.

Performans ölçümlerinde kullanılan DenetimMekanizmaları o kadar farklılık oluşturur ki, bumekanizma bir süre sonra insan hayatına müdahaleyeneden olur. Sistematik olarak uygulanan performansemekçiyi insanlıktan çıkarır, kişiliksizleştirir.Performans Esaslı Yönetim Modeli tek başına biruygulama değildir. Toplam Kalite Yönetimi, ToplamKalite Çemberi ve esnek çalışma ve sözleşmelipersonel uygulaması bir bütündür. Bu denetimmekanizmaları kriterlerinde kılık-kıyafet denetimi devardır. Bu söylediklerimi abartılı mı buldunuz. Bukadar olmaz mı diyorsunuz. TÜİK’te performansdüşüklüğü nedeniyle işten atılan Evren Kayaş(Kayaş’ın performansı %85 idi), kılık kıyafetinedeniyle sözleşmesi yenilenmeyen Samsun SosyalHizmet İl Müdürlüğü’nde görevli Psikolog ZeynepAkyüz, umarım çoğalmaz ama örnekler gittikçeçoğalacak gibi…

İşyerlerinde uygulanan sistematikkişiliksizleştirme, baskılama aracının bilimsel adıMobingtir. Mobing bugün kurumunda uygulananlarınbile farkında olmadan devam etmektedir. Mobingbağırma ile hakaret ile kılık kıyafete müdahale iledevam etmektedir. Artık bu uygulamasıradanlaştırılmaya, alıştırılmaya çalışılmaktadır.

Etek meselesi, performansın da mobingin de birparçasıdır, mobing ise daha fazla sömürünün takendisidir. Bugün etek boyu meselesi mobingçilerin veperformans ölçümcülerin kriterleri arasındadır. Kılıkkıyafet mobingini küçümseyip, hafife almak körlüktür.Bu körlüğün sonu iş güvencesinin elinden alınmasıylasonuçlanacaktır. Halk arasında bildik bir hikâyedir, biznerede hatta yaptıkla başlar, sarı öküzü vermekle diyeson bulur. Evet, bugün sarı öküz kılık kıyafettir, kılıkkıyafet müdahalelerine burun kıvırırsak yarın sarıöküzü vermeseydik sorgulaması yaparız.

BES Şube Başkanı Ramis Sağlam

HEY Tekstil direnişi300. gününde

HEY Tekstil direnişi 300. gününe coşkulueylemle girdi. 5 Aralık günü yapılan eylemdedireniş kararlılığı haykırıldı.

Eylem “TOBB yöneticisi Aynur Bektaş’tanhaklarımızı istiyoruz, alacağız!” pankartınınaçılmasıyla başladı. Ardından direnişçi HEY Tekstilişçilerinden Zeki Gördeğir basın açıklamasınıokudu.

Açıklamada Devlet Üstün Hizmet Madalyasısahibi HEY Tekstil patronu Aynur Bektaş teşhiredilirken “Biz HEY Tekstil işçileri açlığa veadaletsizliğe mahkum edilmiş milyonlarıniçerisindeyiz” dendi. 9 Şubat’ta, hiçbir haklarıödenmeden, maaşları gasp edilerek iştençıkarıldıkları ifade edildi.

Açıklama Aynur Bektaş’a karşı direnişinsürdürüleceği, mütevazi güçleriyle patronlara veonların koruyucusu polislere meydan okuduklarıifade edilerek “Bugün bir kez daha dosta vedüşmana ilan ediyoruz ki haklıyız kazanacağız!”sözleriyle sonlandırıldı.

Açıklamanın ardından eyleme destek verenDİSK Genel-İş Sendikası 1 ve 3 No’lu ŞubeBaşkanları çağrıldı. Genel-İş yöneticileri adınaDİSK Genel-İş Sendikası 1 No’lu Şube BaşkanıHalit Konuştu. Konuşmada HEY Tekstil işçilerininyok sayılması ve inkar edilmesiyle TOBByöneticilerinin bir şey kazanamayacağı söylendi.Direnen işçilerin yanında olmaya devamedecekleri ifade edildi.

Konuşmanın ardından, “işçi sınıfının hereylemine destek veren sanatçılar” sözleri ile GrupYorum ve Pınar Aydınlar çağrıldı. Grup Yorumadına yapılan konuşmada bugün sembolik birkatılım gösterebildikleri, çünkü tutuklu grupelemanı Seçkin Aydoğan’ın mahkeme hazırlıklarıiçinde oldukları söylendi. Ardından işçilerin 16Aralık’ta yapacakları büyük etkinlik anımsatılarakorada hep birlikte zafer türküleri söylemek içinbuluşmak istedikleri söyledi. Bir yerde zulüm,haksızlık, adaletsizlik varsa buna karşımücadelenin de en doğal hak olduğunusöylenerek konuşma sonlandırdı.

Pınar Aydınlar ise direnişteki işçileriselamlayıp, Aynur Bektaş’ın çaldığı haklarlayatacak yeri olmadığını ifade etti. İşçilerin karşıkarşıya kaldığı koşullara dikkat çeken Aydınlar“işçilerin yaşadıkları ortada” derken birlikolunduğunda zaferin geleceğini söyledi.

Ardından davul zurna eşliğinde halaylarçekildi. Kanyon AVM önünü şenlik alanınaçevrilirken yapılan konuşmaların ve halaylarınardından kortej düzeni alınarak yürüyüşe geçildi.Yürüyüş sırasında marşlar okundu. TOBB önünegeçen sokağı kapatan polis işçilere barikat kurdu.İşçiler barikata yüklenirken, polisin TOBByönetimini ve HEY Tekstil patronunu koruduklarıifade edildi.

Eylem, tekrar Kanyon AVM önüne yürünüpdesteğe gelenlere teşekkür edilerek bitirildi.

Hey Tekstil işçileri, 3 Aralık günü de TOBBönünde zincirli eylem yaptılar. Direnişçi işçilerdenZeynep Gültekin ve İrfan Erdemci, kendileriniTOBB binasının demirlerine zincirlediler.Polislerin zinciri kırması ve işçileri sürükleyerekpolis barikatı önüne getirmesi ile eylem sonlandı.

Kızıl Bayrak / İstanbul

İşyerlerinde uygulanan sistematikkişiliksizleştirme ve baskılamaaracının bilimsel adı mobingtir!

Page 14: Sİ Kızıl Bayrak 12-48

Sınıf14 * Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2012/15 (48) * 7 Aralık 2012

Metal İşçileri Birliği Merkezi Yürütme KuruluAralık ayı toplantısını gerçekleştirdi. Ağırlıklı olarakMESS Grup TİS sürecinin tartışıldığı toplantınıngündem başlıkları şöyleydi:

- MESS Grup TİS süreci üzerine değerlendirme veplanlama

- Asgari ücret ve Ocak zamları- Sendikalar ve Toplu İş İlişkileri Kanunu üzerine

değerlendirme- Grev ve direnişler- Bülten üzerine planlamaBu gündem başlıkları üzerine yapılan tartışmaların

sonuçlarını özetleyelim.

- MESS Grup TİS süreci üzerine 1. MESS Grup TİS sürecinde taslakların

açıklandığı bir dönemi geride bıraktık. Bu dönemdebir süredir işkoluna hakim olan durgunluk aşıldı vebüyük bir hareketlilik tablosu ortaya çıktı. İşkolundakiyoğun sömürü ve ağır çalışma koşullarına rağmenTürk Metal’in yeni bir satışın habercisi olan taslaklaortaya çıkması birikmiş öfkenin patlamasına nedenoldu.

Birçok fabrikada işçilerin taslaklara karşıgösterdiği tepki Eskişehir Arçelik’te sokağa taşarkenBursa Renault’da doruğa ulaştı. Üretimi durduranRenault işçileri önce Türk Metal’den taslağı geriçekmesini istediler, daha sonra ise bu taleplerinekarşılık bulamayınca istifa yolunu tuttular. AncakRenault yönetimi ile Türk Metal işbirliği yaparakbaskı ve zorbalıkla işçilerin bu eylemini kırdı vetazminatsız işten atmalarla Renault işçilerinicezalandırmaya girişti.

Sermaye ve uşağı böylelikle hem Renault’da hemde genel olarak diğer fabrikalarda MESS ve TürkMetal duruma hakim olmuş görünüyor. Fakat busadece geçici bir görüntüdür, öfke durulmak bir yanadaha da yoğunlaşmış ve yeni bir patlama eşiğine kadarkabuğuna geri çekilmiştir sadece. Bu asalak takımı dabu gerçeğin farkında olduğu için şimdilerde her yolabaşvurarak metal işçilerini sindirmeye çalışıyor. Amane yaparlarsa yapsınlar metal işçilerinin o büyüköfkesinin üstesinden gelmeleri mümkün değildir.

2. Ayrıca büyük hareketliliğin kendine örnek aldığıBosch işçileri de mevzilerini kararlılıkla savunuyorlar.Türk Metal’in her türlü kirli oyunu ve zorbalığı Boschişçilerinin iradesine çarpıp tuzla buz oluyor.Taslakların açıklanmasının arifesinde düzmece yetkibelgeriyle Bosch işçilerini bozguna uğratmak istediler,ters tepti. Çünkü Bosch işçileri tek bir yumruk gibikarşılarında durdu. Çaresizlik içinde zorbalığabaşvurdular. Renault işçileriyle dayanışmak içinfabrika önüne gitmek isteyen Bosch işçilerine satırlısopalı saldırıda bulundular, yetmedi bazı işçilereevlerinin önüde saldırmaya kalktılar. Ama tüm bunlarboşa çıkarıldı. Fabrikada çeşitli sebeplerle TürkMetal’de kalmaya devam eden yüzlerce işçi dahaBirleşik Metal-İş’in yolunu tuttu. Belirtmek gerekir kiBosch bu haliyle aynı zamanda Renault’dakimücadelenin de en dolaysız kazanımı olmuş, TürkMetal’e karşı mücadelenin sağlam bir kalesi olmak

yolunda ilerlemektedir.

3. Metal işçilerinin Renault’da doruğa ulaşaneylemleri bu haliyle aynı zamanda bir ilk prova,üzerinde düşünülmesi ve dersler çıkarılması gerekenbüyük bir deneyimdir. Metal işçileri bu deneyimdenöğrenerek mücadelelerini bundan böyle daha güçlü veörgütlü yürütebilecek ve başarmaya da daha yakınolacaklardır. MYK’nın bu anlayışla yaptığıtartışmalardan çıkardığı sonuçlar kısaca şöyledir:

a. Bu deneyim her şeyden önce örgütlenmenin veönderliğin hayati rolünü ortaya çıkarmıştır. TürkMetal’den kurtulmak için harekete geçen Renaultişçilerinin eylemi önden planlanmış bir eylem değil,birikmiş öfkenin patlamasıydı. Bunun için Renaultişçileri bir anda kendilerini üretimi durdurmak gibiileri bir eylemin içinde bulurken, böylesine bir eylemisonuna kadar götürebilecek ne bir bakışa, ne asgari biriç örgütlenmeye ve ne de ne yaptığını bilen ve hareketiyönetebilecek kapasitede bir önderliğe sahiplerdi. Buise, kazanmak için gerekli asgari şartlardan yoksunolmak demektir.

Eğer Renault işçileri ne yaptığını bilen birönderliğe ve asgari bir iç örgütlenme ağına sahipolsalardı, kuşkusuz mücadeleyi yeterli hazırlığa sahipolunduğu düşünülen anda başlatır, hazır değilkenböylesine büyük bir kavgaya girmez, her şeye rağmengirmek zorunda kalındığında da kazanmak üzere hertürlü güç ve imkanı kullanabilirlerdi. Olumlu bir örnekolarak, Bosch işçilerinin başarısının sırrı da buradaaranmalıdır. Bosch işçileri uzun süreye yayılan kararlıbir örgütlenme sürecinin ardından, asgari bir içörgütlenme ve mücadeleye yön verebilecek bir öncüönderlik çıkarabildiği için planlı ve disiplinli birbiçimde herekete geçmiş, Türk Metal’in vesermayenin saldırılarını da göğüsleyebilmişlerdir.

b. MYK bu deneyimden hareketle ve önümüzdekidönemi de kazanmak hedefine bağlı olarak, planlı veörgütlü bir hazırlık yürütmenin hayati öneminin altını

çizmektedir. Bu hazırlığın en önemli ayaklarındanbirisi, tek tek her fabrikada hareketi yönetecekkapasiteye sahip bir önderlik ekibi yaratmak vefabrikayı vardiya-bölüm-birim komiteleriylekucaklamaktır. Diğeri ise fabrikalar arasındaeşgüdümü sağlayacak kanalları ve zeminlerioluşturmaktır. MYK bu bilinçle tüm metal işçileriniher düzeyde örgütlenmek için harekete geçmeye,inisiyatif almaya çağırmaktadır.

c. Planlı hazırlığın önemli bir boyutu ise, MESS veTürk Metal çetesini yenebilecek düzeyde çapta vekararlılıkta bir mücadeleye hazırlanmak olacaktır.Renault ve diğer deneyimler de gösteriyor ki, metalişçisinin karşısında her türlü kirli yönteme vezorbalığa başvurmaktan çekinmeyen bir düşmanvardır. Dolayısıyla onu altedebilmek için kararlı,gözüpek ve dişe diş bir mücadele şarttır. Bu ise bumücadelenin gereklerine yanıt verebilecek biryeteneğe, donanıma ve hareket planına sahipolabilmek demektir. MYK, ileri ve öncülerindenbaşlayarak metal işçilerini bu konuda düşünmeye vedavranmaya çağırmaktadır.

d. Bu süreçte Birleşik Metal İşçileri Sendikası’nında hareketi kucaklayabilecek kapasite ve hazırlığasahip olmadığı görülmüştür. Bu, hem Türk Metal’inesaretinde bulunan fabrikalarda harekete yönverememek, hem de hareket patladığında örgütlüolduğu fabrikaları düzenli bir biçimde seferberedebilecek bir hareket yeteneği ve esnekliğigösterememek biçiminde ortaya çıkmıştır. Kuşkusuzortaya çıkan görevlerin kapsamı Birleşik Metal-İş’inöznel durumunu da fazlasıyla aşmaktadır. Fakat şurasıaçıktır ki eğer metal işçisini MESS-Türk Metal’inesaret düzeninden kurtarmak iddiasının arkasındadurulacaksa, buna uygun bir ciddiyet, kararlılık vesorumluluk duygusuyla hareket edilmeli, tümolasılıkları hesaba katarak ve bu yolda verilecek heremeğe açık davranarak olası her gelişmeye hazırlıklıolunmalıdır.

MİB MYK Aralık ayı toplantısı…

Değerlendirme ve sonuçlar...

Page 15: Sİ Kızıl Bayrak 12-48

Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak * 15SınıfSayı: 2012/15 (48) * 7 Aralık 2012.

Bu vesileyle ayrıca belirtmek ki, Bosch örneğininde gösterdiği gibi, başarmanın anahtarı Birleşik Metal-İş yönetimi ve profesyonel kadrolarında değil, ileri veöncü metal işçilerinin ellerindedir. Onların mücadelekararlılığı, bilinci ve örgütlenme becerisi her kilidiaçabilecektir. Dolayısıyla ileri ve öncü işçiler görev vesorumluluklarına bu gözle bakmayı bilmelidirler.

d. MYK, buraya kadar tanımlanmaya çalışılanplanlı hazırlığın tüm yönleriyle Birlik’in önümüzdekidönem çalışmasının da ana gündemi olduğunu tespitetmiştir. Yani Birlik, kendi cephesinden ileri ve öncümetal işçilerini her düzeyde yan yana getirmek, planlıbir örgütlenme seferberliği içerisine sokmak, giderekileri bir mücadele, örgütlenme ve önderlik kapasitesiyaratmak sorumluluğunu taşımaktadır. Bu kapsamdaözellikle mevcut imkanlar yanında hedef fabrikalarayönelik yoğunlaşan kuşatıcı bir çalışmanın da önemiortadır. Birliğin tüm bileşenlerinin böyle biryaklaşımla hareket etmeleri önem taşımaktadır.

e. MYK ayrıca metal işçilerinin birleşik mücadeleve önderlik zemini olarak Birlik’in, tüm bubakımlardan kendisini hazırlama zorunluluğuna dikkatçekmiş, örgütsel gücünü büyütmek, mücadele kapasiteve donanımını geliştirmek zorunda olduğunu tespitetmiştir. Belirtmek gerekir ki son deneyimler, sadecemetal işçilerinin değil Birlik’in de bu bakımdanönemli yetersizliklerle yüzyüze olduğunu göstermiştir.Bu yetersizlikler politikanın uygulanmasında, metalişçisinin duyarlılıklarını örgütlemede ve onlarlabağları geliştirmede, mevcut bağları değerlendirmedeve ihtiyaç duyulan alanlarda yoğunlaştırmada, doğruve yerinde müdahalelerde bulunmada, zora karşısavunmayı örgütlemede ve daha bir dizi alandakendisini göstermiştir. MYK, toplantıda konunun buyönü üzerinde ayrıntılı tartışmalar yapmıştır. Somutbazı kararlar ve sorunları çözmeye yönelik önlemleralmıştır.

f. Bu tartışmalarla bağlantılı olarak aldığı kararlariçerisinde Renault deneyimini paylaşmak ve ileri-öncüişçilere maletmek üzere toplantıların yapılması vardır.Ayrıca, işten atılan Renault işçilerinin MESS-TürkMetal tarafından tazminatsız işten atılarak ve başkafabrikalarda işe girmelerine engel olunarakcezalandırılmak istendiği gerçeğinden hareketle, birdayanışma kampanyası başlatma kararı almıştır.

4. Mücadele hazırlıkları doğal olarak, MESS GrupTİS sürecinin bundan sonraki olası seyri dikkatealınarak yapılacaktır. Şu durumda taslaklarsunulmuştur ve önümüzdeki günlerde masayaoturulması beklenmektedir. Bu aşamada kuşkusuzMESS ve Türk Metal cephesi, metal işçilerinindirencini aşıp elini kolunu bağlayarak satışsözleşmesine imza atmak üzere senaryolar üzerindeçalışmakta ve ağrısız-sancısız bu süreci tamamlamaküzere oyunlar planlamaktadır.

Geçmiş deneyimler de gösteriyor ki, bu kirliittifakın klasik oyunlarından birisi, masaya hakgaspları ve dayatmalarla oturarak metal işçilerini talepeden konumdan çıkarıp savunmaya geçirmek,böylelikle danışıklı bir kavganın ardından bu gasp vedayatmaları çekip satış sözleşmesini yutturmakbiçimindedir. Diğeri ise MESS-Türk Metal’ingeleneksel yöntemlerinden biri de satış sözleşmesinibayram arefelerine denk getirmek biçimindedir. Bukez ufukta yeni bir bayram yoktur, ama anafabrikalarda üretime ara verilecek tarih olan Ocak ayıbaşları satış senaryoları içerisinde olmalıdır. MYKmetal işçilerini bu senaryo ve oyunlar konusundauyanık olmaya çağırmaktadır.

5. MESS-Türk Metal ittifakının oyunlarınıbozabilecek en önemli dinamiklerin başında kuşkusuzki Birleşik Metal-İş’te örgütlü metal işçilerigelmektedir. Öyle ki Birleşik Metal cephesinden TİSsüreci, grev kararlılığını büyütmeye yönelik canlı bir

örgütlenme ve mücadele süreci olarak örülebilirse, bumetal işçilerinin mücadele isteğini ve özgüveniniarttıracak, MESS ve Türk Metal’in yalanlarının boşadüşmesini ve oyunlarının da bozulmasınısağlayacaktır. MYK bu düşüncelerle Birleşik Metal-İşyönetimini, kadrolarını ve metal işçilerini göreveçağırmaktadır. Birlik tüm güç ve imkanlarını da budoğrultuda değerlendirecek ve katkılarını sunacaktır.

6. MYK, TİS sürecinin bundan sonraki seyriyleilişkili olarak bir çalışma planı oluşturmuş,kullanılacak araç ve biçimler konusunda somutkararlar almıştır. Ayrıca daha önce alınan kararlarıgözden geçirerek uygulamadaki sorunları aşmak üzereyeni planlamalar yapmıştır.

- Asgari ücret ve Ocak zamlarıToplu sözleşme hakkını kullanamayan yüzbinlerce

işçiyi ilgilendiren yeni asgari ücret ve ocak zamlarıkonusunda taraf olmak ve mücadele etmek büyükönem taşımaktadır. Unutmamak gerekir ki bu konuMESS Grup TİS sürecinden bağımsız değildir. Aksineher iki süreç karşılıklı olarak birbirini etkileyecektir.Şöyle ki MESS ve Türk Metal asgari ücrete yapılacakzam oranını satışın bahanesi yapacak, tersinden de TİSsürecinde ortaya çıkacak oran asgari ücret ve Ocakzamlarının belirlenmesinde bir ölçü yapılacaktır. İştebunun için her cepheden mücadele bu bakış vesorumlulukla örgütlenmelidir.

MYK, asgari ücret ve Ocak zamları konusunu bubilinçle ele alarak, uyarma-bilinçlendirme, mücadeleve örgütlenmeyi büyütmek üzere sorumluluklarınaltını çizmiştir. Özellikle bu sürecin fabrikalardasendikal örgütlenme eğilimine ivme kazandıracağınıakılda tutarak davranmanın önemine dikkat çekmiştir.

- Sendikalar ve Toplu İş İlişkileriKanunu üzerine

Sendikal korucuların büyük bir ihanetiyleyürürlüğe sokulan yeni Sendikalar ve Toplu İşİlişkileri Kanunu karşısında işçi sınıfı gerekenmücadeleyi gösterememiş, üstüne de ihanetin hesabınısoramamıştır. Diğer taraftan, bu yasayla aynı zamandayeni bir sendikal düzen oluşturulduğu için birbirlerininde kuyularını kazan Türk-İş’in yöneticilerinin kavgayatutuştuğu haberleri gelmektedir. İhanette ortak olan busınıf düşmanlarının iç kavgalarını başka türlügöstermeleri konusunda işçi sınıfı uyanık olmalıdır.İşçi sınıfının tüm bu sermaye uşaklarından soracakbüyük bir hesabı vardır. Dolayısıyla bu hesabı sormakve sendikaları onlardan temizlemek sorumluluğuylahareket edilmelidir.

Birlik, hain sendika bürokratları ile takatsiz altkademe bürokratlarının bu tutumlarını teşhir edecektir.Ayrıca, işçi sınıfını bu ihanetin konusunu oluşturanyasa ve olası gelişmeler konusunda aydınlatmakamacıyla seminer ve söyleşiler yapacaktır.

- Grev ve direnişler üzerineMYK bu konu kapsamında başta Daiyang grevi

olmak üzere, birçok mevzide direnen işçilerinmücadelesini de değerlendirmiştir. Özelliklebulunduğu bölgede mücadele ve örgütlenmeninbundan sonraki seyri bakımından önemli olan Daiyanggrevinin güçlendirilmesi, sınıf dayanışmasıyladesteklenmesi amacıyla yapılacaklar konusundatartışmalar yürütmüştür.

- Bülten üzerine planlamaMYK, bültenin Aralık sayısını ayın ilk haftasında

matbaaya verecek biçimde planlamıştır.Metal İşçileri Birliği

Merkezi Yürütme Kurulu5 Aralık 2012

Trakya İşçiBirliği’ndengrev ziyareti

Daiyang SK Metal patronunun kölelikdayatmalarına karşı grev silahını kuşanan metalişçileri ASB’de grevlerini kararlılıkla sürdürüyorlar.Polisin engellemelerine ve yasaların tümkısıtlamalarına rağmen geceli gündüzlü fabrikaönünde bekleyişlerini sürdüren işçileri Trakya İşçiBirliği 2 Aralık günü ziyaret etti.

Grevci işçileri ziyaret eden birlik çalışanlarıgrev sürecine dair işçilerle sohbet ettiler ve grevciişçilerle deneyimlerini paylaştılar. Daiyang SKMetal grevinin bölge açısından taşıdığı önemin altıözellikle çizildi. Grev çadırının yeniden kurulmasıgerektiği ve grevde olan işçilerin burada dahakalabalık olarak beklemesi gerektiği noktasındakiöneriler grev gözcüsü işçilerle paylaşıldı. İşçilerinbu mücadelede kendilerini yalnız hissetmemelerigerektiği, bu noktada Trakya İşçi Birliği’ninmücadelelerinin yanında olduğu belirtildi. Grevgözcüsü işçiler sürece dair bilgilendirmedebulundu. Örnekleriyle birlikte polisin ve yasalarınengellemelerini anlattılar. Patronun fabrikaiçerisindeki yasadışı tutumlarını teşhir ettiler.Kazanana kadar grevde kararlılıkla devamedeceklerini ifade ettiler.

Trakya sanayi bölgesindeki öncü duyarlı işçileribir araya getirerek sınıfın bağımsız çıkarlarınısavunan mücadele hattı örme hedefiyle bir arayagelen işçilerden oluşan birlik, uzun yıllarınardından bölgede gerçekleşen grevi güçlendirmekve sınıf dayanışmasını örmek için çalışmalarınısürdürüyor.

Kızıl Bayrak / Trakya

Renault işçileriyledayanışmakampanyası

Metal İşçileri Birliği (MİB), işten atılan Renaultişçileriyle dayanışma amacıyla bağış kampanyasıbaşlattı. Bağış kampanyası ile sermaye ve TürkMetal çetesinin işbirliğiyle işsizliğe mahkumedilerek cezalandırılmaya çalışılan Renaultişçilerine destek olunacak.

Metal İşçileri Birliği’nin açıklamasında şuifadelere yer verildi:

“...İşçi düşmanları iyi bilsinler ki, işten atılanRenault işçileri yalnız değildir. İşçi sınıfı, hakları veonurları için mücadeleyi seçtikleri içincezalandırılmaya kalkılan kardeşlerine sahipçıkacak, onları yalnız bırakmayacaktır.

Metal İşçileri Birliği bu bilinç ve sorumlulukduygusuyla tüm sınıf güçlerini, ilerici ve devrimcikamuoyunu işten atılan işçilerle dayanışmayıbüyütmeye çağırmaktadır.”

Bağış kampanyası için katkılarınızı aşağıdakihesaba gönderebilirsiniz:

Türkiye İş BankasıHesap no: 4401 0621931IBAN: TR74 0006 4000 0014 4010 6219 31Swift no: ISBKISTR

Kızıl Bayrak / Bursa

Page 16: Sİ Kızıl Bayrak 12-48

CMYK

NATO: Bir saldırı, sava 16 * Kızıl Bayrak * Sayı: 2012/15 (48) * 7 Aralık 2012

CMYK

NATO belli aralıklarla, bu son zamanlardayaklaşık 2-2,5 yılda bir olur, devlet ve hükümetbaşkanları zirvesi yapar. Kasım ayı sonundaLetonya’nın başkenti Riga’da yapılanı bunlarınsonuncusu. Ayrıca ortalama her 6 ayda bir de, herbiri ayrı ayrı olmak üzere, NATO ülkeleri dışişleribakanları ve yine NATO ülkeleri savunma bakanlarıtoplantıları yapılır.

NATO Brüksel’de sürekli karargahı olan birörgüt; izlenecek politikalar gerçekte bu karargahtahazırlanır, planlanır, bir noktaya getirilir ve belliaralıklarla toplanan bu türden zirvelerde hükümetbaşkanlarının biçimsel kalan resmi onayına sunulur.Bu nedenle belli aralıklarla yapılan hükümet vedevlet başkanları zirvelerine gereğinden fazla birönem ve anlam atfetmemek gerekir. Zirvelertoplandığında gerçekte karar tasarıları iyi kötühazırdır, yeni politikalara ilişkin hazırlıklar veelbette pazarlıklar iyi kötü bir sonuca bağlanmıştır.Zirvelerde bunlara ilişkin çoğu kere önemsiz bazıson rötuşlar yapılır, ince ve zorlu pazarlıkların sonsafhası bir sonuca bağlanır ve sonuçta kararlar alınır,uygun sınırlar içinde kamuoyuna açıklanır.

Yine de bir önemi olabiliyor bu toplantıların,burada alınan ve bazen gösterişle dünyaya açıklanankararların... 1999 Nisan’ında Washington’da yapılan50. yıl Zirvesi buna bir örnek. Bu Zirvede önemlikararlar alındı ve deklare edildi. SovyetlerBirliği’nin yıkılışının ardından ilk önemlideklarasyonuydu bu NATO’nun. Zirve toplandığındaKosova bahane edilerek Yugoslavya’ya karşıbaşlatılan yıkıcı savaş tüm şiddetiyle sürüyordu ve

örgüt bu “tarihi” zirvede dünya polisi ilan edilmiş,yani o sıra Yugoslavya üzerinden yapılmakta olanişin adı konulmuştu. Bunun, dünya polisliğimisyonunun, daha sonraki Prag Zirvesi’nde (Kasım2002) daha da geliştirildiğini, daha açık ve kesinhükümlere bağlandığını biliyoruz.

Resmi kuruluş gerekçesine ve taşıdığı isme göreNATO sözde“savunma amaçlı” birdevletler ittifakıdır;ittifak kapsamındakiülkeleri, SovyetlerBirliği vemüttefiklerininsaldırısına karşıkorumayıamaçlamaktadır. Oysabütün bir tarihi, onungerçekte bir saldırı vesavaş örgütü, buçerçevede bir tehditve şantaj örgütüolduğunu ortayakoyar. Dahası osadece bir uluslararasısaldırı ve savaş örgütü değil, belki çok daha önemliolarak, aynı zamanda ittifak bünyesindeki tümülkeler için gizli ve kirli bir iç savaş örgütüdür de.Özellikle ’89 yıkılışına kadar olan dönemde onun buözelliği çok daha belirgin ve fiili uygulama olarakönplandadır, buna ilişkin kanlı ve kirli icraatlarıyıkılışa denk düşen yakın yıllara kadar önemli

ölçüde karanlıkta kalmış olsa bile.NATO elbette ki başından beri bir saldırı ve savaş

örgütüdür, bu kadarı onun dolaysız olarak açık olankonumuna ve rolüne işaret eder. Fakat NATO aynızamanda dört dörtlük bir içsavaş örgütüdür de. Butemel özelliği oldukça erken yıllardan beri dünyadevrimcileri tarafından biliniyor ve teşhir ediliyordu.Fakat resmi düzeyde bu her zaman inkar ediliyor, birkomünist iftirası sayılıyordu. Sovyetler Birliği veDoğu Bloku’nun çöküşünü izleyen dönemde açığaçıkan gerçekler, bu konuda hiçbir tartışmabırakmadı, örgütün her ülke bünyesindeki kirli içsavaş aygıtları bir bir açığa çıktı. Bir tek Türkiye veelbette ABD dışında, bu gerçek resmi düzeyde kabulde gördü. İtalya’da (ünlü Gladio), Almanya’da,Belçika’da, Hollanda’da, İngiltere’de, Norveç’de,Danimarka’da, Yunanistan’da (ve hatta ittifakınaskeri kanadından 1966’da çekilmiş Fransa’da vetarafsızlığı ile ünlü İsviçre’de bile), bu kanlı ve kirliuluslararası örgütün ulusal uzuntıları olduğu açığaçıktı. Çöktükten sonra her ülkede kontr-gerillaörgütleri, Gladio vb. isimler altında bir dizi kirlisavaş örgütü, birbiri peşi sıra açığa çıktı, hükümetlerbu örgütlerin varlığı itiraf etmek zorunda kaldılar vegörünüşe göre tasfiye de ettiler. Gerçekte ise buörgütlerin varlığını halen de sürdürdüğünden kuşkuduyulamamalıdır.

Türkiye’de ise NATO uzantısı bu aynı kirliiçsavaş örgütü Kontr-gerilla olarak biliniyor, resmiadıyla ise Özel Harp Dairesi. Öteki ülkelerden farklıolarak Türkiye’de hükümetler böyle bir örgütünvarlığını bugüne kadar itiraf etmediler, Özel HarpDairesi’nin ise olağan bir askeri oluşum olduğunu

ileri sürdüler. Dolayısıylabiçimsel ve aldatıcı bir tasfiyebile sözkonusu olmadıTürkiye’de. Tersine, birçokbelirti bu arada bu örgütündaha da pekiştirildiğini veörneğin Özel Kuvvetler adıaltında kısmen resmileştirilipmeşrulaştırıldığını gösteriyor.Fakat yine de bu kanlı ve kirliörgütün tüm ülkelerden önceilk kez Türkiye’de deşifreedildiğini vurgulamak gerekir.‘60’lı yıllarda başgösterenbüyük sosyal uyanış ve buuyanışın bastırılmasınayönelik CIA-NATO odaklıkirli savaş, bu örgütün

Türkiye’de ‘70’li ilk yıllara denk gelen bir erkentarihte teşhis ve teşhir edilmesini sağladı. TümüyleCIA-NATO bağlantılı bir askeri faşist darbe olan 12Mart’ı izleyen yeni kitle hareketinin en dolaysızhedeflerinden biri Kontr-gerilla’ın açığa çıkarılmasıve tasfiyesi idi. Bu mücadelenin baskısı ve o döneme

NATO: Bir saldırı, savaş

Resmi kuruluş gerekçesine vetaşıdığı isme göre NATO sözde“savunma amaçlı” bir devletlerittifakıdır; ittifak kapsamındakiülkeleri, Sovyetler Birliği vemüttefiklerinin saldırısına karşıkorumayı amaçlamaktadır. Oysabütün bir tarihi, onun gerçekte birsaldırı ve savaş örgütü, bu çerçevedebir tehdit ve şantaj örgütü olduğunuortaya koyar.

Page 17: Sİ Kızıl Bayrak 12-48

denk gelen Kıbrıs bunalımının özel koşulları altında,dönemin başbakanı olarak Ecevit böyle bir örgütünvarlığını ve denetim dışılığını, yani dolaysız olarakCIA-NATO denetimi altında olduğu gerçeğini, itirafetmek zorunda kalmıştı. Fakat bu durum birtasfiyeye yolaçmamış, tam tersine, bu CIA-NATOgüdümlü örgüt Türkiye’yi yeni bir askeri faşistdarbeye sürüklemişti.

Her bir ülkedeki bu kirli savaş örgütleri,İtalya’daki isimlendirmeyle Gladiolar, hementamamen CIA eliyle dolaysız olarak NATObünyesinde kurulmuş, NATO tarafından yönetilen vefinanse edilen, NATO’nun genel stratejisine hizmeteden örgütler olmuşlar ve tam olarak birer iç savaşörgütü olarak iş görmüşlerdir. Türkiye ve İtalya, bukonuda özellikle önplandaki iki önemli NATOülkesidir ve bu, bu ülkelerde sosyal mücadelenin veilerici-devrimci siyasal muhalefetin gücü ve etkisiyledolaysız olarak bağlantılıdır. Zira bu kirli iç savaşörgütlerinin işlevi tam da ve tümüyle bu alandadır.Türkiye’nin son 50 yılında Kontr-gerillanın oynadığıçok özel rol gözönüne getirilirse, sözkonusuörgütlerin bu özelliği ve işlevi kolayca anlaşılır.

Bu onun, NATO’nun her ülkedeki sınıfmücadelesinde dolaysız olarak taraf olan bir örgütolduğu, dolayısıyla da aynı zamanda bir içsavaşörgütü olduğu anlamına gelir. NATO’nun zamanındaSovyetler Birliği liderliğindeki bloka karşı birpolitik-askeri örgüt olarak oynadığı temel önemderol ile, her bir NATO ülkesindeki içsavaş örgütürolünü birlikte düşünmek gerekir. Dahası ilkipotansiyel, oysa bu ikincisi gerçek, fiili bir rol

olmuş, olagelmiştir. NATO, yakın zamandaYugoslavya ve Afganistan savaşlarını saymazsanız,tarihi boyunca bu anlamda bir devletler arası savaşörgütü olarak herhangi bir fiili icraat yerine getirmişdeğildir. Bu açıdan bir emperyalist karşı kuvvetorganizasyonu olarak Sovyetler Birliği liderliğindekiDoğu Blok’una karşı elbette temel önemde bir işleviolmuştur, kışkırtıcı bir tehdit ve şantaj örgütü olarak.Ama fiili savaş olarak asıl rolünü, bir iç savaş örgütüolarak tek tek ülkeler bünyesinde oynamıştır. Bu kirlirol, her ülkedeki sınıf mücadelesine dolaysız olarakve sistematik tarzda, ama tümüyle gizli olarakmüdahale etmek yoluyla yerine getirilmiştir.

Örneğin İtalya’da oynadığı bu rol çok belirgin veaynı ölçüde önemlidir. Yıllarca İtalya’nın siyasalyaşamında önemli bir güç ve hükümet olmapotansiyeli taşıyan İtalyan Komünist Partisi’ne karşısistemli bir kirli savaş yürütmüştür. Bu çerçevede birkısmı kitle katliamları olarak gerçekleşen sayısızprovokasyolarda ve girişimlerde bulunmuştur.

Bunların yetmediği yerde açık tehditlere girişilmişve böylece İtalyan seçmeninin tercihi dolaysız olarakbaskı altına alınmıştır, vb.

Türkiye’de her iki faşist askeri darbe de CİA-NATO ikilisinin Kontr-gerilla eliyle uyguladığıicraatın ürünü olmuşlardır. Son 50 yıldır ilerici-devrimci muhalefete karşı yürütülen kirli savaşta,CİA-NATO güdümlü Kontr-gerilla ve onun uzantısıfaşist paramiliter örgütler, temel önemde bir roloynamışlardır. 12 Eylül askeri faşist darbesikuşkusuz birinci elden bir Amerikan ürünü olmuştu.Fakat ilkin, başından itibaren ve halen, NATOdemenin büyük ölçüde ABD demek olduğunuunutmamak gerekir. İkinci olarak, bu organik bağdanöteye, 12 Eylül askeri faşist darbesi aynı zamandadolaysız olarak NATO’nun da bir ürünüdür. MehmetAli Birand, çok iyi bilindiği gibi sistemin veAmerika’nın has adamlarından biridir, gazeteciliğiniuzun yıllar boyunca Brüksel’deki NATO karagahıüzerinden yapmıştır; “12 Eylül” konulu ve isimlikitabında, darbenin yapıldığı günün gecesi, 12Eylül’ün NATO karargahında sevinçle karşılandığınıve kutlamalara konu edildiğini tüm açıklığı ileyazmaktadır. Ufuk Güldemir yine bir Amerikancıdır,o da Kanat Operasyonu isimli kitabında,Türkiye’deki sosyal hareketliliğin ve bunun ürünüdevrimci gelişmelerin NATO karargahında nasılkaygıyla izlendiğini, içinde bulunduğu coğrafi-stratejik konumdan dolayı Türkiye için değildevrimci akımların “ılımlı bir solu”n bile bir lükssayıldığını anlatıyor ve bunun toplumsal muhalefetive devrimci hareketi ezmek üzere gündeme getirilen12 Eylül askeri faşist darbesi ile bağını ortayakoyuyor. Bu çerçevede NATO’nun güneydoğukanadındaki Türkiye operasyonunu ima eden KanatOperasyonu, 12 Eylül’den başka bir şey değildir.İran Devrimi’nin ardından doğan kritik boşlukta buoperasyon NATO için özellikle acil ve zaruri halegelmiştir. Toplumsal muhalefet ezilmiş, Yunanistanile sorunlar çözülmüş, bu koşullarda Türkiye, İranDevrimi ile doğan boşluk da gözetilerek, emperyalistsistemin hizmetinde Ortadoğu halklarına veSovyetler Birliği’ne karşı daha etkin bir biçimdekonumlandırılmıştır. İçteki toplumsal muhalefetinezilmesi NATO payına bu bölgesel ihtiyaçlar için

CMYK

aş ve iç savaş örgütü-1 Sayı: 2012/15 (48) * 7 Aralık 2012 * Kızıl Bayrak * 17

CMYK

ş ve iç savaş örgütü - 1H. Fırat

(NATO’nun Riga Zirvesi vesilesiyleAralık 2006’da verilmiş bir konferansın kayıtlarıdır...)

Her bir ülkedeki bu kirli savaş örgütleri, İtalya’daki isimlendirmeyleGladiolar, hemen tamamen CIA eliyle dolaysız olarak NATObünyesinde kurulmuş, NATO tarafından yönetilen ve finanse edilen,NATO’nun genel stratejisine hizmet eden örgütler olmuşlar ve tamolarak birer iç savaş örgütü olarak iş görmüşlerdir.

Page 18: Sİ Kızıl Bayrak 12-48

NATO: Bir saldırı, savaş ve iç savaş örgütü-118 * Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2012/15 (48) * 7 Aralık 2012

özellikleönemli olmuştur.

Bütün bunları, NATO’nun biriç savaş örgütü olarak çok belirgin olanrolüne ve bunun da onun uluslararasıstratejisi ve politikalarıyla dolaysız bağınaişaret etmek için ortaya koymuş oluyorum.NATO’nun devletler arası saldırgan biraskeri ittifak olmaktan öteye böylesine temelönemde bir rolü olmuştur. Bu askeri ittifakınbir savaş örgütü olarak karşı kampa karşıoynadığı rol potansiyel, oysa şu veya buülkedeki toplumsal muhalefete ve devrimciharekete karşı icraatı fiili olmuştur. İlki karşılıklıbir etkin güç dengesi oluşturmaktan ibaretkalmıştır. Sovyetler Birliği ile kurulan o “soğuksavaş” dengesi bunu anlatmaktadır. Ama bu dengeiçinde NATO, bir iç savaş örgütü olarak her zamanaktif ve etkin bir rol oynamıştır. Çeşitli ülkelerinsınıf mücadelelerinde dolaysız ve etkin bir tarafolmuştur. Bu anlamıyla o, kapitalist-emperyalistsistemi Sovyetler Birliği liderliğindeki kamptan çokhalklara ve devrimci akımlara karşı savumuş vekorumuştur.

NATO sözümona bir savunma örgütü olarakkurulmuştu ama biz onun başından itibaren gerçektebir saldırı örgütü olduğunu biliyoruz. Evet, buradabir savunma fonksiyonu da var kuşkusuz, ama bu,dünya ölçüsünde kabaran devrimci dalga karşısındasistemi emekçilere ve halklara karşı savunma olarakkendini gösteriyor. İkinci Dünya savaşında SovyetlerBirliği büyük bir prestij kazanmıştı. Halklarınverdiği mücadele Doğu Avrupa’da komünistleri öneçıkarmış, iktidarı almalarını kolaylaştırmıştı,Sovyetler Birliği’nin savaşta elde ettiği başarıya dabağlı olarak. dünyada devrim dalgası doruğundaydı.Çin Devrimi en iyi dönemindeydi ve kesin zaferigöğüslemek üzereydi. Vietnam Devrimi ilerliyordu,Kore’de devrim vardı. Genelde büyük bir sosyal-siyasal kaynaşma vardı tüm dünyada ve kapitalistdünya sistemi kendini gerçek anlamda tehdit altındahissediyordu.

Bu anlamda, yani kapitalist-emperayalist sistemiayakta tutmaya çalışma anlamında, evet, bir“savunma” örgütü. Yani dünya halklarının ulusalkurtuluş ve özgürlük mücadelelerini boğmak, dünyaçapında emekçilerin sosyalizme uğruna verdiklerimücadeleyi dizginlemek ve ezmek, ona karşı kendisistemlerini ayakta tutmak üzere kurulmuş bir örgüt.Bu anlamda bir “savunma örgütü”! Bir bütün olaraksistemi ve tek tek ülkelerdeki sermayediktatörlüklerini savunma örgütü! Çeşitli ülkelerde

biriç savaş örgütü

olarak çalışması da zatenbunu gösteriyor.Zamanında NATO’nun kuruluş

gerekçesi yapılan Sovyetler Birliği veDoğu Bloku bugün artık yok. ‘89

yıkılışından beri durum bu ve o zamandanberi NATO’nun yeni işlevi

tartışılmaktadır. Ve gitgide belirginleşenyeni işlevine baktığımızda, bir iç savaş

örgütü olarak kendini gösteren yanı giderekdaha belirgin bir biçimde ortaya çıkmaktadır.

Bu, NATO’nun temelde, sistemi SovyetlerBirliği’nin sözde tehditine karşı değil fakatgerçekte sistem karşıtı güçlere karşı korumak

üzere oluşturulduğunun da bir itirafıdır.Sovyetler Birliği tarih olduğu halde NATO’nuntüm varlığıyla ortada durmasının, dahası etkinlik

sahasını tüm dünya olarak ilan etmesinin anlamı dabudur.

Gelinen yerde, yanibloklardan biri yıkılıpünlü “dehşet dengesi”geride kaldığından beri,NATO’nun bir devletlerarası savaş örgütüolarak yeni rolü dedaha belirgin biçimdeaçığa çıkmaktadır. DünYugoslavya üzerindengörmüştük bunu, bugünhalen Afganistanüzerinden izliyoruz.Yarın emperyalistlerarasındaki ilişkileringidişatına bağlı olarakbelki Ortadoğu’dakibaşka roller üzerinden göreceğiz bunun yeniörneklerini. Şunu da eklemek gerekir;Yugoslavya’dan farklı olarak, işbirlikçi bir kuklayönetimin bulunduğu Afganistan’daki rolü,emperyalist işgali sürdürmek ve buna karşı direnişiezmek olarak çıkıyor karşımıza. Yani savaş ve içsavaş örgütü rolleri burada içiçedir, bu da ilginç birdurum örneğidir ve yarının devrimci gelişmelerikarşısında NATO’nun üstleneceği role açıklıkgetirmektedir.

Bu açıdan NATO konusu fazlasıyla önemli. Buçerçevede NATO’nun teşhirini, kitleler içindeNATO’nun konumu, işlevi ve hazırlandığı yenimisyonlar konusunda açık bir devrimci bilinçgeliştirmeyi önemsemek, sürekli bir iş edinmek

durumundayız. Türkiye’de burjuva gericiliğini zorasokacak her önemli devrimci gelişme karşısındadolaysız olarak ABD emperyalizmini ve NATO’yubulacaktır, bunu hep akılda tutmak gerekir. ABDemperyalizmii ve NATO, her zaman ve bugün halenbu açıdan oynadıkları kirli karanlık rolü günügeldiğinde çok dolaysız ve açık olarakoynayacaklardır, devrim yapmak isteyenlerbugünden bunun bilincinde olmalı, buna görehazırlanmalıdırlar. Konu bu açılardan ayrıca bizleriçin temel önemde bir stratejik sorundur. Türkiye’deNATO’ya karşı ‘60’lı yılların o etkin çıkışlarındankök alan bir mücadele geleneği de var; bunu, yenikoşulları, NATO’nun bugünkü yeni rolünü vemisyonunu da gözeterek, canlandırıp geliştirmemizgerekir.

Türkiyeli devrimcileri olarak bu açıdan halen zaafiçinde olduğumuz için bunun altını özellikleçiziyorum. NATO, her şeyden önce ABD demek.NATO’nun arkasında en başta ve etkin yöneticigüç olarak Amerikan emperyalizmi var, bunu

yineliyorum. Amerikan emperyalizminin dünyahalklarına karşı faaliyetleri ile, politikalarıyla, saldırıve işgalleri ile o kadar ilgileniyoruz da, NATO’nunbuna etkin bir biçimde hizmet ettiğini gözdenkaçırabiliyoruz. Oysa NATO esası yönünden birAmerikan örgütüdür. NATO Irak’a yönelikemperyalist saldırı savaşında da gerçekte aktif veetkin bir biçimde rol oynadı. Awaks uçaklarındanAlman teknisyenlerine kadar... Almanya güya savaşakarşıydı ve savaşın dışındaydı, ama gerçekte NATOüzerinden sunulan lojistik destek ile Irak’amüdahalenin dolaysız olarak içindeydi. NATO’yuAmerika’dan ayırmak zaten mümkün değil; şu veyabu ülkeye ABD müdahalesi olacak da NATO bunundışında kalacak, bu düşünülecek şey değil.

ABD emperyalizmi İkinci Dünya Savaşınınardından kapitalist dünya sisteminin patronu olduğuiçin, zaten bunu doğal bir biçimde, herhangi birzorlamayla değil, tam tersine, öteki emperyalistmüttefikleri de buna ihtiyaç duydukları ve buna her

bakımdan muhtaç olduklarıiçin aynı zamanda, buliderliği kolayca üstlendi vebu liderlik aynı biçimdeNATO’nun içinde de yansıdı.En büyük kuvvetler ABD’yeait, teknolojik alt yapı büyükölçüde ABD’ye ait.Faturasını önemli ölçüdeABD ödüyor. Ve doğal olarakesas sözü de bu durumda herzaman ABD söylüyor, örgütesası yönünden onundenetiminde ve hizmetinde.Karargah Brüksel’dedir,coğrafyası Avrupa olmakzorundadır, çünkü çatışmanınve muhtemel bir savaşın esas

alanı Avrupa’dır. Ama gerçek komuta, yönetim vedenetim her zaman Amerika’nın elindedir. Özetletartışmasız bir ABD hegemonyası var NATO’da. Bukuşkusuz iyi bilinen bir olgu, fakat yeterincebilinmeyen ya da gözetilmeyen temel önemde birsonucu var bunun. NATO aynı zamanda sistem içiçelişkileri kontrol etmenin ve uzlaştırmanın da temelönemde bir aracıdır. Bu NATO’nun temel önemde birsiyasal işlevi olagalemiştir ve bugün, daha doğrusuDoğu Bloku’nun çöküşünden itibaren, NATO’nun buişlevi özellikle de ABD emperyalizmi hesabınagiderek ayrı bir önem kazandığı için bunun üzerindede durmak, bu çerçevede son Riga Zirvesi’ne deyansıyan bazı sorunları irdelemek durumundayız.

(Kızıl Bayrak, Sayı:14, 13 Nisan 2007)

Bu çerçevede NATO’nun teşhirini,kitleler içinde NATO’nun konumu,işlevi ve hazırlandığı yenimisyonlar konusunda açık birdevrimci bilinç geliştirmeyiönemsemek, sürekli bir iş edinmekdurumundayız. “

Page 19: Sİ Kızıl Bayrak 12-48

25. yıl Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak * 19Sayı: 2012/15 (48) * 7 Aralık 2012

Komünist hareketin 25. yılı vesilesiyle 4 büyükkentte “Devrime hazırlanıyoruz!” şiarıyladüzenlediğimiz “işçilerin birliği halkların kardeşliği”etkinliğinin İstanbul ayağı 18 Kasım tarihindegerçekleşti. Etkinlik, komünist hareketin 25 yıllıkbirikiminin ve coşkusunun yansıdığı, ısrarlı ve hedefleribüyüten bir çalışma döneminin ürünüydü.

İstanbul’da gerçekleştirdiğimiz 25. yıl etkinliğimizinprogramı, yaşanan belli eksikliklere rağmen baştan sonaçizgimizin politik hakimiyetiyle ve bunun ortayaçıkarttığı coşkuyla ilerledi. Günün atmosferinin yanı sıraetkinliğe bu gücü ve coşkuyu veren o güne kadaryürütülen politik seslenme ve kitle çalışmasıdır. Bubütünselliğiyle birlikte baktığımızda politik hedeflerineulaşan, katılım açısından da başarılı denebilecek bir kitleetkinliği hayata geçmiş oldu.

18 Kasım’da gerçekleşen “İşçilerin birliği halklarınkardeşliği” etkinliğinin günün kendisiyle sınırlı olmayanpolitik-pratik bir çalışma sürecinin ürünü olduğunuvurgulamak gerkiyor. Değerlendirmeyi de bu açılardanele alarak yapmak etkinliğe yansıyan havayı anlamakaçısından iyi olacaktır.

25. yıl vesilesi ile gündeme gelen ve “Devrimehazırlanıyoruz!” şiarıyla duyurduğumuz “işçilerin birliğihalkların kardeşliği” etkinliği, içinden geçtiğimizbunalımlar, savaşlar ve devrimler sürecinde ideolojik,politik, pratik ve örgütsel bir iddiaya sahip olduğumuzuortaya koymanın ilk adımıydı. Etkinliğin ön sürecindeyaptığımız toplantılarla, sohbetlerle vb. faaliyetlerletemas kurduğumuz işçi ve emekçilere kendimizi, politikplatformumuzu anlattık, gündemdeki gelişmelere dairbakışımızı emekçilere taşıdık. Devrim ve sosyalizminbayrağını bulunduğumuz her yerde dalgalandırdık.

Bütün bir süreç boyunca Türkiye’deki ve dünyadakigelişmeleri göz önüne alarak “işçilerin birliği halklarınkardeşliği” söylemini öne çıkarttık. İşçileri, emekçileri,gençleri, kadınları, ezilen halkları birlik ve kardeşliktenyana tutum almaya çağrdık. Bu dönem aynı zamandagüncel plandaki siyasal gelişmelere, sermayenin çokyönlü saldırılarına karşı politikalarımızı ortayakoyduğumuz bir faaliyet süreciydi. Bununla birliktekomünist hareketin ısrarlı ve iradeli devrim yürüyüşünegüç katma çağrısını yükselttiğimiz bir çalışmadönemiydi.

Etkinliğin ön sürecinin bir önemli yanı ise 25. yılda

öne çıkardığımız temel hedeflerden biri olan darlığıkırmak bakışıyla kitle çalışması yürütmemizdir. Kapıkapı gezen, emekçilerle yüz yüze gelerek etkinliğianlatan, gündemleri tartışan, genel seslenmeyiyaygınlaştıran şekilde kitlelere gidildi. Süreçtensınırlarımızı aşma, darlığımızı kırma, çalışmamızayaygınlık kazandırma açısından asgari bir başarı ileçıktığımızı söyleyebiliriz. Bir yandan çalışmamızıyaygınlaştırırken öte yandan öncelikli alanlardaderinleşmeye de çalışıldı.

Bu süreç içerisinde işçi ve emekçilere ulaşmak içinçıkardığımız kendi materyallerimizin yanı sıra yerel veulusal ölçekte kitle iletişim araçlarını kullanaraketkinliğin duyurusunu çeşitlendirebildik.

Etkinliğin gücüyle günü örmeyisürdürüyoruz!

Sınıf devrimcileri olarak 25. yılın çağırısıyla birliktepolitik, pratik ve örgütsel açıdan yeni bir döneminkapısını açmayı önümüze koymuş bulunuyoruz. Buetkinlik de bu hedefler doğrultusunda içinde olduğumuzsürecin bir ilk adımıydı. Bu süreçten ortaya çıkardığımızenerjiyi ve güçlü politik atmosferi örgütsel kazanımlaradönüştürme ve devrim davasını büyütme görevi bizleribekliyor. Önümüzdeki günlerde etkinlik vasıtasıylatanıştığımız işçilere, emekçilere ve gençlere kendimiziher açıdan anlatacak, onları mücadelenin parçasıyapmak için büyük bir çaba ortaya koyacağız. Biliyoruzki bunun kendisi önümüzdeki çalışmaları daha güçlüyürütmemizi de sağlayacaktır.

Sınıf devrimcileri olarak yeni dönemde kitleleregiderek, özelinde fabrikalara yoğunlaşarak 25. yıletkinliğinin öncesindeki ısrar ve enerji ilefaaliyetlerimize devam edeceğiz. Diğer bir yandan,sermayenin saldırılarının yoğunlaştığı, emperyalistsavaş ve saldırganlığın boyutlandığı bir dönemde,emperyalist-kapitalist sisteme karşı insanlığınkurtuluşunun devrim ve sosyalizmde olduğunuanlatacak, 25 yıl önce bu topraklarda göndere çekilenproletaryanın kızıl bayrağını mücadele mevzilerimizdedalgalandırmayı sürdüreceğiz.

İstanbul Bağımsız Devrimci Sınıf Platformu(BDSP)

04 Aralık 2012

25. yıl etkinliğinin enerjisive gücüyle sınıfı örgütleme

seferberliğine!

Devrimci sınıffaaliyetlerinden...

Sınıf devrimcileri, işçi sınıfına dayatılan sefaletve kölelik koşullarına karşı mücadele çağrısınıbüyütmeye devam ediyor. Yapılan etkinliklerle,dağıtılan bildiri ve bültenlerle işçilerin birliği içinmücadeleyi yükseltme sözü veriliyor.

Mersin’de Metal İşçileri Bülteni’nin son sayısı,MESS kapsamında olan Çimsetaş fabrikasınadağıtıldı. Çimsetaş fabrikasının iş çıkışındaajitasyonla gerçekleşen dağıtımla işçilereseslenilirken aynı zamanda hem MESS hazırlıklarıhem de fabrikadaki son durum hakkında bilgialındı.

Verimli geçen dağıtımın ardından işçilerinMetal İşçileri Bülteni’ni ilgiyle okuduklarıgözlendi.

Çiğli BDSP, 3 Aralık sabahı Çiğli merkezdekibelediye önünde işçi ve emekçileri insancayaşamaya yeten, vergiden muaf asgari ücret içinmücadeleye çağırdı. Ajitasyon konuşmalarıeşliğinde yapılan bildiri dağıtımında, işçi veemekçiler mücadele etmediği sürece asgariücretin yine kölelik ücreti olarak belirleneceğivurgulanarak, ücretli kölelik düzenine karşı işçilerfabrikalarda örgütlü mücadeleyi büyütmeyeçağrıldı. Sabah 07.00-07.30 saatleri arasındayapılan dağıtıma işçilerin ilgili oldukları görüldü.

Tuzla’da Türk Metal Sendikası’nın örgütlüolduğu Baymak fabrikasına “Metal işçisi TürkMetal’in satış taslağını tanımıyor! Artık yeter buçeteyi sırtımızdan atalım!” şiarlı Metal İşçileriBirliği bildirileri dağıtıldı. Yine MESS kapsamındaolan ama içerde sendika bulunmayan Assanfabrikasının vardiya çıkışına dağıtımlar yapıldı.Assan fabrikasında bildiri dağıtımında taslaküzerine sohbetler gerçekleştirildi.

Mamak İşçi Kültür Evi İşçi Komisyonu haftalıkolarak gerçekleştirdiği etkinlik programınısürdürüyor. 2 Aralık programı olarak belirlenenkıdem tazminatı sunumu Mamak İşçi KültürEvi’nde gerçekleştirildi.

Yapılan sunumda kıdem tazminatınıngeçmişten günümüze sermaye açısından sorunoluşturduğu, bugün tazminatın fona devredilmekistenmesinin de sermayenin ihtiyaç ve çıkarlarınahizmet ettiği ifade edildi.

Tazminatın şimdi ki durumu ve fonadevredildiğinde işçilerin ne ile karşılaşacaklarıortaya konuldu. Hükümet bugün her ne kadargündemimizde kıdem tazminatının fonadevredilmesi yok dese de bunun koca bir yalanolduğu belirtildi. Sermayenin işçi sınıfınayönelttiği kapsamlı saldırıların bir parçası olarakkıdem tazminatının gasp edilmek istendiği ortayakonuldu. İşçi sınıfının örgütlendiği koşullardasaldırıları püskürtebileceği ifade edilerek sunumsonlandırıldı.

Kızıl Bayrak / Mersin-Çiğli-Tuzla-Mamak

Page 20: Sİ Kızıl Bayrak 12-48

Ortadoğu Sayı: 2012/15 (48) * 7 Aralık 201220 * Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak

Tüm bir Ortadoğu’yu bir anda yangın yerineçeviren ve etkileri hala devam eden emekçi halkisyanı, önce Tunus’ta patlak verdi. Tunus’u Mısırizledi. Tunus’ta işsiz bir gencin intiharı, Mısır’da 6Nisan Hareketi yığınları sokağa çağırmıştı.

Çağrılar anında karşılık buldu. Sokaklar bir andaonbinlerle dolup taştı. Her gün on binler halindeçoğaldılar. Sokaklara sığmadılar, meydanlara aktılar.Bu kez meydanlar dolup taştı. Kahire’nin ünlü TahrirMeydanı en çok dolup taşan meydan oldu. Alandaönce on binler vardı, kısa süre sonra bu sayı birmilyona ulaştı.

Ezici çoğunluğunu emekçilerin oluşturduğu bukitle, tesadüfen ve nedensiz sokalara çıkmadı.Aksine, ayaklanmalar, Tunus’ta, Mısır’da ve heryerde, IMF ve Dünya Bankası’nin iktisadi ve sosyalyıkım politikalarına, Bin Ali ve Hüsnü Mübarek gibikanlı diktatörlere ve onur kırıcı yaşama karşı patlakvermişti.

Öte yandan bu emekçi halk isyanları birden bireortaya çıkmadılar. Bir birikimin üzerinden patlakverdiler. Çok anlamlıdır ki hem Tunus’ta hem deMısır’da, ayaklanmayı önceleyen süreçte ciddi işçihareketleri var. Tunus’ta on yıl öncesi bir madencifırtınası esiyor, halk isyanı da bu önemli birikimeyaslanıyor. Mısır’da ise, Mahalla’daki 25 bin tekstilişçisinin ünlü grevi var. Yine anlamlıdır, Tunus’ta işçiBoazizi, Mısır’da Mahalla tekstil işçilerinin grevindenesinlenerek ortaya çıkan 6 Nisan Hareketi ayaklanmaçağrısı yapmıştır. Sözün özeti, her iki yerde de işçilerkıvılcımı çakmıştır.

Kim hazırlıklıysa o kazanır!

Tahrir Meydanı’ndaki kitle homojen bir kitledeğildi. Meydandaki, her sınıftan ve her eğilimdenoluşan şekilsiz bir kitleydi. İşçiler vardı, ama birergöstericiydiler sadece. Kent yoksulları vardı. Liberalburjuvazi ve tuzu kuru orta sınıf da meydandaydı.Düzenin sigortası ordu onların hemen yakınında veolanları izliyordu. Dikkate değer olan ise şuydu:Müslüman Kardeşler ilk üç gün hareketin içindedeğildi, ilk üç gün alanda bir tek onlar yoktu.Ayaklanmanın milyonlara doğru seyrettiğini görüncehızla alana geldiler.

Tahrir Meydanı her gün göstericilere ev sahipliğiyaptı. Günlerce gösterilere sahne oldu. Şekilsiz veyönsüzdü kitle, her gün “Mübarek istifa!” diyehaykırdılar. Tunus’ta iş kolay olmuştu, diktatör Bin Alitacı tahtı bırakıp kaçmıştı. H. Mübarek direndi. Büyükbir inatla ve ısrarla istifa etmedi. Hatta saldırıya geçti.Satırlı baltalı katilleri kitlenin üzerine yolladı. Polis veistihbarat elemanları kaptıklarını işkencehaneyeçektiler. Ordu göz yumuyordu bu olanlara. Yani herşeye rağmen Kahire’de hala düzen hakimdi. Ta kiişçiler kitleler halinde Tahrir’e gelene dek...

Nihayet Mahalla’da, İskenderiye ve diğer işçihavzalarında greve gittiler. Bir dizi çatışmanınardından, fabrikaları kapatıp, Tahrir Meydanı’nakoştular. Meydanda birden hava işçiden yana döndü.Saflaşma başladı sanki. Üçüncü gün H. Mübarekgörevden alındı. Liberal burjuvazinin temsilcileri, tuzukuru orta sınıf ve Müslüman Kardeşler söz birliği

etmişçesine alandan kaçtılar. Yine ittifak halindedüzeni savunmaya başladılar.

H. Mübarek artık yoktu, ama yerinde adamlarıvardı. Mısır’in geleceğini düzenden ve sistemden yanakurtarmak için planlar yapmaya başladılar.Emperyalist efendileri ile birlikte türlü hileler vemanevralar eşliğinde, yeni bir süreç başlattılar.

Parti ve sınıf yoksa, devrim de yok!

Her zaman aynı şey olmuştur, böylesi durumlardakim hazırlıklıysa o kazanmıştır. Sürece onlardamgasını vurmuştur. Tunus’ta da, Mısır’da da böyleoldu. Bin Ali ve H. Mübarek gitti, ama diktatörlükyerli yerinde kaldı.

Tahrir’de her şey vardı. Bu çerçevede, işçiler devardı. Bir kez daha, ayaklanma onu önceleyen işçihareketlerinin biriktirdiklerine yaslanıyordu. Amahazırlıklı değillerdi. Demek oluyor ki, alanda hazırlıklıbir sınıf olarak değil, birer gösterici olarak vardılar. Enbüyük eksiklik olarak da, devrimci bir parti yoktu.Bilim kanıtlamış ve tarihsel tecrübelerle sabittir ki,devrimci sınıf hazırlıklı değilse devrimin imkanlarıdevrime taşınamaz, devrim yapılamaz. Devrimci birparti olmadan da devrim zafere ulaştırılamaz. Tunus’tave Mısır’da, ne sınıf devrime hazırlıklıydı ve ne dedevrimci bir parti vardı. Bu nedenledir ki, buradakidevrimci süreç devrime evrilemedi, devrimciimkânlardan başkaları yaralandı.

Milyonlarla kendisini ifade eden kitle hareketi adımadım zayıfladı, yaptırım gücü azaldı. İnisiyatif haliyleyeniden düzenin ve sistem güçlerinin eline geçti.Mısır’da demokratik süreci bir an önce başlatmakyalanı ile seçim manevrasını devreye soktular.Kitlelerin şu ya da bu vesileyle arada yaptıkları herçıkışı bu manevra ile manipüle ettiler. Ve nihayetseçim aldatmacasına başvuruldu.

En hazırlıklı olanlar Müslüman Kardeşler’di. Birbütün olarak dinsel gericilikti. Seçimleri onlar kazandı.Seçimlerde %51’lik oy oranı ile çıktılar. Tunus veFas’ın ardından, Mısır’da da dinsel gericiler iktidaroldu.

Başında Mursi’nin bulunduğu Müslüman Kardeşlerhiç vakit geçirmedi, ilk hamlede, iktidar imkanlarını dakullanarak, kendi politika ve yaşam anlayışlarını tümtopluma kabul ettirmek ve adım adım topluma hakim

olmak üzere harekete geçtiler. Bu amaçlaCumhurbaşkanı Mursi alelacele bir anayasa taslağıhazırlattı. Taslak 14 Aralık’ta referanduma sunulacak.

Mısır’ın geleceği Müslüman Kardeşlerdeğil, devrimcileşmiş işçi sınıfıdır!

Cumhurbaşkanı Mursi’nin hazırlatıp referandumasunacağı anayasa taslağının içerdiği tüm maddelerbaştan aşağı Mısır’ı teokratik bir yönetime götürecekniteliktedir. Bu maddelerin şahsında ülkeye katıksız birşeriat düzeni oturtulmak istenmektedir. Açıkçası,çağdışı bir işçi, emekçi, kadın, ilerici düşünce ve aydındüşmanı bir dinsel gercilik rejimidir sözkonusu olan.Nereden bakılırsa bakılsın, bu gelişmenin şahsında,Mısırlı emekçiler karanlık bir gelecek tehdidialtındadır.

Fakat her şeye rağmen, Mısır halkı sıfirdanbaşlamıyor. Evet devrim olmadı, ama bir dizi devrimciders bıraktı. Kesin olan bir başka şey daha var, Mısırlıişçi ve emekçiler paha biçilmez bir deneyimesahiptirler artık. Ve hiçbir şey Ortadoğu’da, Tunus’tave Mısır’da eskisi gibi olmayacaktır. Devrimci süreççok yıpratılmış, çok sömürülmüştür, amatüketilememiştir. Süreç devam ediyor. Emekçiler vesileoldukça yeniden ayağa kalkıyorlar. Geçtiğimizgünlerde Tahrir Meydanı’nda yaşananlar da bununkanıtıdır.

Ve dahası var...Mısır geri bir toprak değildir. Mısır modern

kapitalist gelişmenin belli bir düzeyde seyrettiği birtopraktır. Mısır’da, üstelik de mücadeleci bir işçi sınıfıvar. Toplumun hali hazırda en diri ve en mücadelecisınıfı da işçi sınıfıdır. Yegane handikap devrimci birpartiden yoksunluktur. Şimdi sıra bu eksikliğigidermeye gelmiştir. Ve yine tarihin tecrübelerigöstermiştir ki, ihtiyaç keşfin anasıdır ve yaşanandevinim bu eksikliği de giderecek. Şüphesiz devrimcimücadele sayesinde sınıf er ya da geç partisine dekavuşacaktır.

Dinsel gericiliği ancak ve ancak devrimci sınıfdurdurabilir. Keza, dinsel gericiliğin panzehiri desosyal sınıf mücadelesidir. Mısır’daki halk isyanınınkısa bir dersi de şudur: Gelecek her yerde olduğu gibi,Mısır’da da işçi sınıfına aittir.

Enternasyonal-Info

Tunus ve Mısır’ın kısa dersi:Parti, sınıf, devrim!

Page 21: Sİ Kızıl Bayrak 12-48

Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak * 21OrtadoğuSayı: 2012/15 (48) * 7 Aralık 2012

Müslüman Kardeşler ve Selefiler tarafındanoluşturulan Anayasa Hazırlık Komisyonu, günlerdirsüren halk hareketinin protesto gösterileri altındaalelacele anayasa taslağını hazırlayıp oylayarakMursi’ye sundu. Mursi zaman kaybetmeden,anayasayı halk oylamasına sunarak şehir ve kırburjuvazisinin diktatölüğüne yasal kılf geçirmeyeçalışacaktır.

Mübarek diktatörlüğü yıkılıp, devlet erki yerliyerinde duruken Obama halk hareketinin hızladenetim altına alınması için, kısa, düzenli (yanihakim aparata herhangi bir tehdidin olmadığı) birgeçişin sağlanması çağrısında bulunmuştu. Bölgeninefendisi ABD emperyalizminin ve bölgedeki uşaklarıolan S. Arabistan, Türkiye ve İsrail’in çıkarları, eskirejimin tek örgütlü gücü ve devamcısı olanMüslüman Kardeşler tercihinde üst üste düşüyordu.Dahası, Mübarek rejiminin yıkılmasından sonramuhalefin giderek daha çok emekçi ağırlıklı olmayabaşlaması da bunların korkularını arttırıyordu. Budurum ‘kısa, düzenli bir geçişi’ çok daha zorunluhale getirdi.

Mursi’nin 22 Kasım kararları ve hazırlanananayasa taslağı, eski rejimin başka biçim altındasürdürülme çabasından başka birşey değildir. Tek“değişen” şey Mübarek atının yerine Mursi uşağınagem takılması olmuştur. Baltacılarını ve yandaşlarınısokaklara salan din bezirganları, devlet terörünü dearttırarak, emekçi halk hareketini bastırarak bir anönce, yasal kılıfa bürünmeye çalışıyorlar. Mursiçetesinin Müslüman Kardeşler’iyle Selefilerinyaptığı çağrıyla sokağa çıkan kalbalık, “Ülkeyitemizle, liderimiz, biz seninleyiz: Bizim anayasamızKuran’dır” sloganları atarak, Mursi çetesine destekvererek, anayasa mahkemesi üyelerinin toplanmasınıengelleyerek, Mursi çetesine zaman kazandırmayaçalıştılar.

Mısırlı düşünür Samir Amin, Mübarek sonrasıdönemde, eski rejimin ‘değişik’ biçim altındasürdürülmesinin mümkün olup olmayacağınıtartıştığı bir makalesinde şöyle diyordu: “Böyle birİslamileşme biçimi mümkün müdür? Belki de, ancakbedeli son derece şiddetli olacaktır. Mücadele alanı,devrilen rejimin anayasasının 2. maddesidir. ‘Şeriatıyasaların kaynağı’ sayan bu madde, Mısır’ın siyasaltarihi için yeni bir şeydir. Ne 1923 anayasası ne de

Nasır’ınki böyle bir madde içermemektedir. Bumaddeyi, Washington’un (geleneklere saygıgösterilmesi gerekir!), Riyad’ın (gereken tümanayasa Kuran’da mevcuttur) ve Tel Aviv’in (İsrailbir Yahudi devletidir) üçlü desteği ile yenianayasasına koyduran Sedat’tır.’’

Anayasa taslağında el Ezher Üniversitesi, şeriatlailgili konularda fetva kurumu olarak tanınmıştır. Buda yeni bir şey değildir. El Ezher Üniversitesi Sedatve Mübarek döneminde ayrıcalıklı kurum olmaözelliğine sahiptir. Bunun nedenini de şöylebetimliyor S. Amin: “Müslüman Kardeşler, varlığısadece tolere edilmekle kalmayıp aynı zamanda eskirejim tarafından etkin şekilde desteklenen tek siyasalgücü oluşturmaktadır. Sedat ve Mübarek, onlara üçtemel kurumun kontrolünü devretmiştir: Eğitim,mahkemeler ve televizyon. Müslüman Kardeşler,bırakınız ‘demokratik’ olmayı, hiçbir zaman ‘ılımlı’olmamıştır ve olamaz. Liderleri–mürşid (“rehber”–Führer’in Arapçası)–kendi kendini atamaktadır veörgüt, liderlerinin emirlerinin hiçbir sorgulamaolmaksızın disiplinli bir şekilde yerine getirilmesiilkesine dayanmaktadır. Üst düzey liderliğin tümü,(kısmen Suudi Arabistan–işin özü Washington–

tarafından finanse edilmeleri sayesinde) son derecezengin adamlardan oluşmaktadır, ikinci düzeyliderliği oluşturan adamlar orta sınıfın gericikatmanlarından, aşağı tabakası ise MüslümanKardeşler tarafından işletilen (aynı şekilde Suudilertarafından finanse edilen) yardım hizmetleriüzerinden devşirilen alt sınıf tabakalardangelmektedir. İnfaz kolu ise kriminal unsurlardandevşirilen milislerden oluşmaktadır (baltacılar).

Modern Mısır’da, kır zenginleri daima gerici birsınıf oluşturmuşlardır, bugün daha da beterdirler.Aynı şekilde, devlet görevlileri ve din aparatları(Mısır’daki El Ezher Üniversitesi, örgütlü MüslümanKilisesine eşdeğer bir konuma sahiptir) ile yakın(sıklıkla ailesel) bağları üzerinden, ülke çapındakimuhafazakar İslam’ın ana sponsorları olarak, kırsaltoplumsal yaşama hükmederler. Dahası, kentsel ortasınıfların büyük bir kesimi de (özellikle de ordu vepolis görevlileri ile hakeza teknokratlar ve tıp/adaletalanı çalışanları) doğrudan kır zenginlerindençıkarlar.

Bu gerici bloğun hizmetinde güçlü bir siyasalaygıt vardır: Ordu ile polis güçleri, devlet kurumları,Sedat tarafından kurulan ayrıcalıklı UlusalDemokratik siyasi partisi (fiilen tek partidurumundadır), dini aparat (El Ezher) ve siyasalİslamcı fraksiyonlar (Müslüman Kardeşler veSelefiler).

Bu burjuvazinin safları arasında sayısız askerigeneral ve üst düzey polis, devletle ve Sedat ileMübarek tarafından oluşturulan egemen UlusalDemokratik Parti’yle bağlara sahip ‘siviller’ ve dinikişilikler bulunmaktadır–Müslüman Kardeşlerliderliğinin tümü ve El Ezher Üniversitesi’nin öndegelen şeyhleri; bunların tümü ‘milyarderler’arasındadır.’’

S. Amin’in ‘Böyle bir İslamileşme biçimimümkün müdür? Belki de, ancak bedeli son dereceşiddetli olacaktır.’ diye vurguladığı yol ayrımınagelmiştir Mısır halkı.

Mursi ve efendilerine karşıemekçiler ayakta

Müslüman Kardeşler tekstil işçilerine saldırdı

Kapitalist sistemin abdestli fedaileri Müslüman Kardeşler, yürüyüş ve grevlere azgınca saldırıyorlar. Müslümen Kardeşler, 28 Kasım günü, Mısır’ın El-Mahalla El-Kubra kentindeki tekstil fabrikası Ghazl El-

Mahalla’nın 23.000 işçisinin düzenlediği yürüyüşe saldırarak, dördü ağır olmak üzere 372 işçiyi yaraladılar.İşçiler, polisin gözetimi altında maruz kaldıkları azgın saldırı ile ilgili yaptıkları açıklamada şunları söylediler:

“Mısır Komünist Partisi Politbüro üyesi yoldaşımız Hamdi Hüseyin, El-Mahalla El-Kubra kentinde

Müslüman Kardeşler ve Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi karşıtı bir gösteri sırasında dün yaralandı.

Yürüyüş biterken aniden, silahlı Müslüman Kardeşler ve kiralık haydutlar tarafından saldırıya uğradık.

Silah, bıçak ve göz yaşartıcı gaz bombaları ile saldırdılar. 20 metre ötedeki polis karakolu saldırı karşısında

ilk başta sesiz kaldı, olay yerine geldiklerinde ise polis de işçilere saldırdı. Bu saldırı sonucunda dördü ağır

olmak üzere 372 işçi yaralandı.”

Page 22: Sİ Kızıl Bayrak 12-48

22 * Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2012/15 (48) * 7 Aralık 2012Siyasal

Burjuva basın eliyle sürekli olarak Kürthareketine yönelik türlü hakaretlerin yayınlandığını,bunların çoğu zaman insanı iğrendirecek kadaraşağılıkça olduğunu biliyoruz. Dincisi de ulusalcısıda bu tür haberler yaparak kendilerince Kürthareketine karşı bir tepki oluşturmaya çalışırlar. Songünlerde ise PKK saflarındaki kadın ve çocuklaradair çıkan haberlerle bu işlev yerine getirilmekisteniyor. Ama çıkan haberler nereden bakılırsabakılsın bir dizi manipülasyona ve yalana dayanıyor.Kendi iç tutarlılığı bile olmayan haberler, sözdekaynaklara da dayandırılarak bilimsellik kisvesinebüründürülüyor. Oysa hepsi de kara propagandanınparçası.

Zaman’dan büyük iddia:“PKK çocuk örgütü!”

Gericiliğin ve yandaşlığın koçbaşı Zaman, İçişleriBakanı İdris Naim Şahin’in “PKK’nin elinde 1000çocuk var!” açıklamasının ardından “araştırmacıgazetecilik” becerilerini kullanarak 4 Aralık tarihliözel bir haber yayınladı. “PKK bir çocuk örgütü,dağda 8 yaşında çocuk var” başlıklı haberindayanağı ise Çanakkale Onsekiz Mart ÜniversitesiRektörü Prof. Dr. Sedat Laçiner. Gazetede Laçiner’inisminin başına bir de nereden geldiği bilinmeyen“Terör Uzmanı” sıfatı eklenerek “Hangi PKK” isimlikitabından içişleri bakanına destek sağlanmayaçalışılmış.

Laçiner’in tespitleri ve kurduğu kabadeterminizm ise evlere şenlik. Laçiner, PKK’ninyüzde 80’inin “çocuk” olduğunu ve 18 yaşın altındaolduğunu iddia ettikten sonra bunu şu gerekçeyedayandırıyor: “PKK, her aileden bir çocuk kaçırıpaileyi örgüte bağlayarak devlete düşman yapıyor. 8yaşındaki çocuğu bile dağa kaçırıyor.”

Bu ‘dahiyane’ tespite göre PKK hem çocuklarıbüyütüp kendine kadro yetiştiriyor, hem de ailelerçocukları PKK’nin elinde olduğu için hareketedestek veriyorlar. Yani bir taşla iki kuş...

Laçiner’den yapılan alıntı, “PKK’nın yüzde80’inden fazlasını çocuklar oluşturuyor. PKK,dünyanın en büyük çocuk kaçakçılığı şebekesinesahip. 18 yaşın altındaki çocuklar, bir şekildedağlarda toplanıyor” tespitiyle sürdükten sonrayazar şu soruyu sorarak ağzındaki baklayı daçıkarıyor:

“Bizim anlı şanlı bazı yazar ve siyasetçilerimiz,Kürtlerin siyasi haklarından bahsederken ne yazık ki12 yaşındaki kız çocuğunun Kandil Dağı’nıntepesinde ne işi olduğundan bahsetmiyor. 15yaşındaki kız çocuğu 60’ındaki adamlaevlendirilirken isyan edenler, aynı kız eline silah alıpterör talimleri yaparken susuyor.” Mesaj açık,“bırakın Hüseyin Üzmez’i de dönün PKK’ye bakın!”“12 yaşında kız çocuğu”ndan bahsederken yapılanrezil imaları ise Laçiner’in hastalıklı kafa yapısınaverip geçiyoruz.

Laçiner’den yapılan alıntı yazarın yukarıdaeleştirdiği kişilere yönelik bir diğer sorusu ilebitiyor: “IRA veya ETA militanlarının yüzde kaçıçocuklardan oluşuyordu?” Buradan yazarın ETA ve

IRA’ya sempati duyduğu sonucuna mı ulaşmalıyızyoksa sadece gülüp geçmeli miyiz bilemiyoruz ancakbir üniversite rektörünün yazdığı bu satırlar vebunların ciddiye alınarak gazetelere taşınmasıtoplumsal bilinç çarpıklığının bir göstergesi.

Milliyet soruyor: “PKK’da kadın sayısıneden bu kadar fazla?”

Zaman’ın çocuklar üzerinden yaptığı yayınınkadınlar ile ilgili bir versiyonu ise bir çok gazete ilebirlikte Milliyet’te yayınlandı. Milliyet’in dayanağıise Polis Akademisi bünyesinde bulunan UluslararasıTerörizm ve Sınır aşan Suçlar Araştırma Merkezi(UTSAM) adında bir birim. Arada yaptığısempozyumlar ve hazırladığı raporlarla gündemegelen birim belli ki Kürt halkına karşı kirliicraatlarda bulunan kontrgerilla bağlantılı bir odak.

Yayınlanan son raporunun başlığı “TerörÖrgütlerinde Militan Kimlik İnşası ve ElemanProfili: PKK/KCK Örneği” Ancak Milliyet buraporun kadın militanlarla ilgili bölümlerinihaberine dayanak yapıyor. Raporun 2 bin 270PKK’linin kayıtları ve kimi ifadeleri incelenerekhazırlandığı iddia ediliyor.

Önce genel olarak örgütlerin kadrosorunundan ve kadrolaşma ihtiyaçlarındanbahseden metin, ardından Laçiner’i aratmayacakbeylik tespitler ile sürüyor. Örgütün “cehaletten veyoksulluktan beslendiği”, sevgisiz büyüyen gençlerinkendilerini “terörün kucağında bulduğu” gibi klişelerbirbiri ardına sıralanıyor.

Ancak esas haber değeri taşıyan kısım kadınmilitanlar ile ilgili. Örgütün yüzde 25’inin kadınolduğu belirtildikten sonra bunun sebeplerine dairdüşünceler ortaya atılıyor. Varılan sonuç ise “zorlaevlendirme, başlık parası ve mirastan mahrumbırakmanın, kız çocuklarını çaresizliğe düşürdüğü,sonuçta da kız çocuklarının örgüte katılmayı birkaçış yolu olarak gördükleri” yönünde.

Haberde PKK’nin okulları vurarak kadınlarınokumasını engellediği, bunun dağa çıkışa sebepolduğu da iddia ediliyor. Tıpkı çocuk konusundaolduğu gibi kadın militanlara dair de sebep vesonuçlar birbirine karıştırılarak tespitler yapılıyor vesayfalara taşınıyor. Her ikisinde de “anlayamamanınverdiği çaresizlik belirgin biçimde göze çarpıyor.

Onları korkutan gençlerin ve kadınlarınmücadeleyi seçmesidir!

Kuşkusuz ki bu haberler yeni değil. Uzunyıllardır buna benzer bir dizi habere burjuva basınınsayfalarında rastlıyoruz. Ancak son dönem bu ikibaşlık üzerinden artan haberler, sermaye devletininbu konudaki rahatsızlığının doğrudan yansıması.

Ama gerçekten gençlerin ve kadınların nedenmücadeleye atıldıklarını öğrenmek istiyorlarsa bununyanıtını biz kendilerine verebiliriz. BugünKürdistan’da bir yanıyla kirli savaş, bir yanıyla açlıkve yoksulluk gençleri dolaysız etkiliyor. Savaşortamında doğan çocuklar sorumlulukla erken

tanışıyor ve erken büyüyor. Sermaye devletininonlara tek vadettiği ise geleceksizlik ve ulusal baskı.Ve işte çocuklar gençliğe erken adım atarkenmücadeleyle de erken tanışıyor.

Sermaye devleti ise katlederken yaşına bakmadığıKürt çocuklarını sıra propagandaya geldiğinde“çocuk” ilan edip üzerlerinden prim yapmayaçabalıyor. Oysa katil sürüsü ne 13 yaşında katledilenUğur Kaymaz’ın çocuk olduğunu önemsiyor, ne de12 yaşındaki Ceylan Önkol’un çocuk olduğundanbahsediyor. Katletmeye gelince karşılarındaki“terörist” olurken demagojiye gelince “çocuk”edebiyatı sürüyor.

Kürt kadınları ise ulusal sömürü ile cinsel baskıyıbir arada yaşayarak çifte sömürüye maruz kalıyor.Bir yandan sermaye devletinin Kürt halkına yönelikbaskılarından etkilenirken bir yandan da feodalkalıntılar ve patriyarkal baskılar ile karşılaşıyor. Kirlisavaştan doğrudan etkilenen, askerin tacizine,tecavüzüne maruz kalan ve devletin de doğrudanhedefi olan Kürt kadınları çifte ezilmişliğe karşıçözümü mücadelede ve onun yaşamlarındaki güncelkarşılığı olan dağlarda arıyor.

Tüm bu “sebepler” sermaye devletinin ve bütünolarak kapitalizmin yarattığı sorunlardır. Ancak busorunlar üzerine ne kadar düşünürlerse düşünsünlerbunları çözmeye muktedir olamazlar. Çünküçözümün önündeki en büyük engel de bizzat sermayedevletinin, yüz yıllık çürümüş yapının kendisidir. Bunedenle de sebepler aramaya, bulamayınca dauydurmaya devam edeceklerdir. Kürt gençleri vekadınları ise tüm bu karalamalara ve karapropagandaya rağmen mücadele içerisindeözgürleşmeye devam edecekler.

Burjuva basının genç ve kadın militan korkusu...

Onları korkutan gençlerin ve kadınlarınmücadeleyi seçmesidir!

Page 23: Sİ Kızıl Bayrak 12-48

Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak * 23Sayı: 2012/15 (48) * 7 Aralık 2012 Devlet terörü

Geçtiğimiz hafta 19 Aralık katliamının, sermayedevletinin deyimiyle “Hayata Dönüş Operasyonu”davasının duruşması gerçekleşti. Sermaye devleti 19Aralık 2000 tarihinde 22 cezaevinde gerçekleştirdiğikatliamla 28 devrimci tutsağı katletmişti. Ağır silahlarve gaz bombalarıyla yapılan “hayata dönüş”operasyonunda yüzlerce devrimci tutsak yaralanmış vebirçoğu sakat kalmıştı. O günden bugüne katliamlailgili ortaya çıkan gerçekler ve devletin katliamcılarınıaklamaktan başka bir işe yaramayan mahkemesalonları, devletin katliamcı yüzünü birçok kez ortayakoydu.

Duruşmada Bayrampaşa Hapishanesi’ndegerçekleştirilen ve “Tufan” adı verilen katliamla ilgiliolarak mahkemeye gönderilen jandarma tutanağı sahteçıktı. Bu, devletin tüm kurumlarının nasıl bir pislikiçinde yüzdüğünün yeni bir kanıtı oldu.

Jandarma Genel Komutanlığı’nın askerlerle ilgili2005’te mahkemeye gönderdiği açıklama ile 2011’degönderdiği açıklamada isimlerin farklılık taşıdığı,2011’de mahkemeye gönderilen tutanaktaki üç sicilnumarasının sahte olduğu açığa çıktı. Tutanakta ismibulunan İstanbul Başsavcısı Ferzan Çitici ile SavcıFikret Ünalan için, “imzalamaktan imtina etmiştir”deniliyor. Bayrampaşa Cezaevi’nde “toplu ayaklanma”iddiasıyla haklarında dava açılan tutuklularınyargılandığı Eyüp 3. Asliye Ceza Mahkemesi’ne 27Ekim 2005’te İl Jandarma Komutanı ÜnalKaraosmanoğlu imzasıyla gönderilen yazıda,operasyon tutanağını düzenleyen personelin isimleri“Emekli Yüzbaşı Zeki Bingöl, Yüzbaşı Ömer Arık,Yüzbaşı Hüseyin Pir, Yüzbaşı Ahmet Koçyiğit,Yüzbaşı Ahmet Eş” şeklinde veriliyor.

Operasyonda görev alan 39 erin yargılandığıBakırköy 13. Ağır Ceza Mahkemesi’ne gönderilen 27Eylül 2011 tarihli, Albay Sadık Köroğlu imzalı yazıdaise, olay tutanağını “imzalayan” jandarmaların “aslındagerçek olmadığı” ifade ediliyor. Üç sicil numarasıylailgili olarak, “bu sicil numaralarına sahip muvazzaf yada emekli personel bulunmadığı tespit edildi”deniliyor.

Aylar öncesinden planlanarak gerçekleştirilenoperasyonun “hayata dönüş” adı altındameşrulaştırılmaya çalışılmasıyla, devletin kollukgüçleri tarafından katledilen devrimci tutsaklarınbirbirlerini yaktıkları, hatta birbirlerini kurşunladıklarıyalanları ile geçti 12 yıl. Mahkeme salonlarından taştıdevletin katliamcı kimliği. Mahkemeler isekatliamcıların elindeki kanı yıkamak hummalı bir çabaiçindeler. 39 er hakkında açılan dava, 22 hapishanedeeş zamanlı başlatılan katliamın gizlenmesi, fakatgerçek sorumlusu olan devletin aklanması içinsahnelenen bir oyundan başka bir şey değildi.

26 Eylül ‘99’da Ankara Ulucanlar Hapishanesi’ndegerçekleştirilen planlı faşist katliam ile aslında 19Aralık-F tipine geçiş katliamının bir provasıgerçekleştirilmişti. “Devlet otoritesini hapishanelerdetesis etmek” için dört duvar arasına hapsettiğidevrimcilere “teslim olun” diyerek haykırıyor, adetasavaş mantığı ile kuşattığı Ulucanlar’a kurşun ve gazbombası yağdırıyordu. Aradan geçen bir yılın ardındanbu sefer de “devlet otoritesini tesis etmek için” 19Aralık’ta 22 cezaevine birden saldırmıştı.

Katliamcı devlet mekanizmasını aklama misyonu

üslenen mahkemelerde, katliam öncesinde“cezaevlerinde arama yapılamıyor”, “cep telefonu ileiçeriden dışarıdaki örgütü yönetiyorlar” vb. yalanlarısöylenmiş, “koğuşlarda çok sayıda silah olduğu”, hattadevrimcilerin içeride birbirlerini kurşunladıkları iddiaedilmişti. Bayrampaşa’da diri diri yakılan 6 devrimcikadının diğer koğuşlardaki devrimciler tarafındankapıların üzerlerine kilitlenerek yakıldığı da katliamcıdevletin yalanlarından birisiydi. Ancak Bayrampaşa’dagörev yapan ve 2010 yılında görevi bırakan bir uzmançavuşun 2011 Temmuzu’nda verdiği mahkemeifadeleri, katliamın nasıl planlı ve organize bir vahşetolduğuna açıklık getiriyordu. Uzman çavuşunmahkemedeki itirafları, operasyonların ve sonrasındagerçekleştirilen işkencelerin insanın kanını donduracakcinsten olduğunu yapanın ağzından ortaya koyuyordu.

“Cesetler kömürleşmişti”

İfadesinde, kadın tutsakların kapılara vurarakaçılmasını istediğini fakat amirlerinden emiralmadıkları için açmadıklarını belirten A.S., “Kısa birsüre sonra yangın çıktı. Yangına müdahale etmemizmümkün değildi. İtfaiye ekipleri de müdahaledebulunmadı. Operasyon bittiğinde kadınlarınkömürleşmiş derecede yandıklarını gördüm. Yananşahıslar yatak ve yorganlardan uzak noktalardahayatlarını kaybetmişlerdi” diyerek, katliamı itirafediyor bir anlamda.

A.S’nin, devletin ve onun görevlendirdiği ölümmangalarının devrimciler karşısındaki gözüdönmüşlüğünü gözler önüne seren itirafları şu çarpıcıifadelerle noktalanıyor:

“Uzun yıllar sonra değişik birliklerde karşılaştığımbazı rütbeli arkadaşlar koğuşta yangın çıktıktan sonrayardım isteyenlere ‘sizi kurtarmak için yaş battaniyeleratıyoruz, bunlara sarılın ve kendinizi koruyun’ diyerekbattaniye attıklarını, fakat battaniyelere su değil yanıcımadde döktüklerini, yanmayı hızlandırdıklarınısohbetimizde beyan etmişlerdir.”

Bu açıklamalar, devletin katliamcı yüzünü açıklıklagöstermektedir. Katliamın 11. yılında bir kez dahadevrim şehitlerini anıyor ve direnişi selamlıyor.

19 Aralık Katliamı ve direnişinin yıldönümü yaklaşırken...

Bir kez dahaortaya saçılan pislikler!

Çağdaş Gemik’i vuranpolis serbest bırakıldı!

Çağdaş Gemik, 27 Ekim 2008 tarihindeAntalya’da motosikletiyle gezerken polis tarafındandur ihtarına uymadığı gerekçesiyle vurulmuştu.Antalya Emniyet Müdürlüğü Önleyici HizmetlerŞube Yunus timlerinde Mehmet Ergin, Gemik’inarkasından iki el ateş etmiş, ensesinden girerekyanağından çıkan kurşun Gemik’in hayatınıkaybetmesine neden olmuştu.

Adım adım örtbas edilen cinayet!

Katil polis Ergin, cinayetin ardındantutuklanarak Antalya 3. Ağır Ceza tarafından ömürboyu hapis cezasına çarptırıldı. Ardından ise cezayaindirim uygulanarak ceza 16 yıl 8 ay hapse çevrildi.

Kararı veren mahkeme “olası kastla öldürme”suçundan karar alırken gerekçe olarak hayatibölgelere ateş eden polisin sonucu öngörmesigerektiğini belirtti. Ancak Yargıtay 1. Ceza Dairesi“Suç niteliğinde yanılgıya düşüldüğü” gerekçesiylekararı bozdu.

Ardından Yargıtay sanığın “Yaralamasonucunda ölüme neden olmak” suçundanyargılanmasını istedi. Ancak yerel mahkemeGemik’in polise direnmemiş olmasını, farklı birpolis ekibi tarafından yakalanabilecek olmasını vekafaya ateş edilmesine gerek olmadığını belirterekkararını yineledi. Yargıtay Ceza Genel Kurulu dakararı gözden geçirerek polise indirimli cezaverilmesi gerektiğini kararlaştırdı.

Katil polis serbest!

Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun aldığı kararınmahkemeye ulaşmasının ardından mahkeme davayı4 Aralık tarihinde yeniden gördü. Taraflar veavukatlarının hazır bulunduğu duruşmada mahkemeheyeti, “suçun işleniş biçimi ve suç işlemedekullanılan araç ve yöntemler göz önündebulundurularak” alt sınırdan ceza tayini suretiylesanığın 12 yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına,mahkemedeki olumlu hal ve tavrı indirim sebebikabul edilerek bu cezanın 10 yıla düşürülmesinekarar verdi.

Ergin’in tutuklu geçirdiği süreyi de gözönünealdığını belirten mahkeme böylece polisintahliyesine karar vererek katili serbest bıraktı.

Aileden protesto

Duruşmanın ardından Çağdaş Gemik veyakınları adliye çıkışında kararı protesto ettiler.

Yargıtayın bu kararı düzen mahkemelerinin katilpolisleri aklamak için nasıl seferber olduğunun birkanıtı. Bugüne kadar tüm polis cinayetlerinde vedevletin imza attığı tüm katliamlarda olduğu gibihukuk bir kez daha katillerle kolkola girerekdevletin tetikçilerini serbest bıraktı.

Page 24: Sİ Kızıl Bayrak 12-48

Sağlıkta dönüşüm politikaları, sağlık hizmetiniemekçiler için lüks tüketime çevirirken sağlıkemekçileriniyse kölelik koşullarına mahkum ediyor.Sağlıkta dönüşüm üzerine İstanbul Tabip OdasıYönetim Kurulu Üyesi Ali Çerkezoğlu’yla görüştük.

- Sağlıkta dönüşüm uygulamaları üzerine uzunbir süredir mücadele yürütülüyor. Uygulamalarsapeyder pey hayata geçiriliyor. Gelinen noktayı nasıldeğerlendiriyorsunuz?

- Sağlıkta gelinen nokta, artık Kamu HastaneBirlikleri ile birlikte diğer özelleştirmeuygulamalarının son halkası olarak kamuhastanlerinin de satılığa hazırlanacakları özelişletmeler haline gelmesi sürecidir.

2 yıl önce İstanbul’da ve tüm Türkiye’de hayatageçirilen Aile Hekimliği birinci basamak sağlıkhizmetleri işletmeleşmiş ve piyasaya açılabilir halegelmişti. Şimdi de Kamu Hastanleri Birlikleri yasatasarısı hayata geçerek Türkiye’deki bütün kamuhasataneleri, fiilen üniversite hastaneleri de dahilolmak üzere, diğer kamu alanında hizmet verenyerlerde olduğu gibi, BEDAŞ’ta ve TEDAŞ’taolduğu gibi, değişik özelleştirme alanlarında,belediye işletmelerinde olduğu gibi, özelleştirmeyehazırlanacak birer kamu işletmesi haline dönüşmüşdurumda.

Yani kâr esaslı ürettiği hizmeti bir mal olaraksattığı, üretilen hizmetin alıcılarının müşteri olduğu,o hizmeti sunanların da neoliberal düzene uygunesnek, yoğun çalıştırılan, düşük ücretlerle,taşeronlarla çalıştırılan bir esasa dönüşüyor. Sağlıkhizmeti bütünüyle piyasaya açılıyor. Bütünüyle biryatırım alanına dönüyor.

Fiilen desteklenmiş özel sermaye hastanelerininyavaş yavaş uluslararası sermayeye aktarılıyorolmaları, Acıbadem’den Medical Park’a kadar bütünözel hastane zincirlerinin büyük hissedarlarınınuluslararası sermaye ve onların ülkemizdekiortaklarının olması bunun en açık kanıtıdır. Sağlıktadönen paranın sağlık piyasasının cirosununartırılarak burası bütünüyle sermayeye bir yatırımalanına çevrilmeye çalışılıyor.

Bunda kısmen bir başarı da sağlandı. Hastalarında kendilerini müşteri olarak gördükleri, müşteriolarak aldıkları sağlık hizmetinde ilk başta çok ufakgibi görünen katkı payı, fark ücreti gibi sembolikrakamların, zamanla elektrikte, doğalgazda,bankacılıkta, denizcilikte olduğu gibi önce piyasayaaçılmış olmanın yarattığı erişilebilirliğin huzuru,mutluluğu, her müşteride olduğu gibi o hizmete dahakolay erişebilir olmanın yarattığı mutlulukinsanlarda olumlu bir etki yarattı. Oysa şimdi yavaşyavaş görünmeye başlandı ki bunun gerçek yüzüinsanların sürekli cebine bakan, katılım payı, farkücreti ya da doğrudan ödemelerle insanlarıncebinden yaptığı harcamayı artıran bir uygulama.Özellikle bu işin sağlıkta olması çok tehlikeli gibi.Her alanı dönüştüren neoliberal kapitalist düzenartık insan hayatını, insanın hastalığını, kanihtiyacını tedavi olma ihtiyacını piyasa çarkınabütünüyle terk ediyor. Bu durum daha önceden de

vardı kuşkusuz. Bu ülkede sağlık sisteminin herzaman bir yüzü piyasaya açıktı. Şimdi, sağlıktadönüşüm programının bu aşaması bunu bütünüyledönüştürmüş oluyor. Bütünüyle dönüştürmüş olması,sağlık emekçileri, sağlık çalışanları, hekimleraçısından artık yeni bir mücadele alanınınoluştuğunu ortaya koyuyor. Herkesi, hekimler dedahil, emeğiyle çalışan bir işçileştirme sürecine tabikılmış durumda. Emek eksenli bir mücadele,sendikal eksenli bir mücadele burada öne çıkmakzorunda.

- “Sağlıkta dönüşüm öldürür” sloganı sürecinsimgesi olmuştu. Ancak Melike Erdem’in ölümü busloganı beklenmedik bir biçimde yeniden gündemegetirdi. Bu intiharla gündeme gelen SABİM ihbarhattından ve sağlıkta dönüşümün doktarlarüzerindeki etkisinden bahseder misiniz?

- “Sağlıkta dönüşüm öldürür!” Aslında piyasaöldürür, kapitalizm öldürür. Sağlığa uyarlanmışbütünüyle kapitalist çarkın içine sokulmuş sağlıkhizmeti, gerek hizmeti alanları gerekse hizmetisunanları aslında ölüme sevk etmeye çok yatkın.Çalışanlar için bir tükenmişlik sendromu, onlarıbütünüyle ruhsal durumları, özel yaşamlarıyla busistemin içine çekip esnek, yoğun ve güvencesizçalıştırma yoğun bir yönetici baskısı yaratıyor.Acillerde, Melike Erdem olayında olduğu gibi, ayda13-14 nöbet tutan ve hiç kimseye yaranamayan, nehastaları, ne şefini, ne başhekimi memnun edemeyenbir hekim profili yaratıyor bu sistem. Yaptığı iştenmutsuz, huzursuz, sürekli soruşturmalara tabikılınan, müşteri memnuniyetine odaklanmış,hastaların her türlü şikayetinin muhatabı halinegelen, işletmenin çıkarını düşünen, hastaneninpatronu, hastane işletmecisi, başhekimi ve şefinekendini beğendirmekte zorlanan, ister kamuişletmesi ister özel hastanelerde daha çok kâristeyen, müşteriyi memnun etmek için kendiniodaklamış hastane yöneticilerinin baskısı bir yanda,aldığı sağlık hizmetine bir mal satın alıyormuş gibigören müşteri memnuniyetine odaklanmış hasta vehasta yakınları diğer yanda. Her ikisi hekimleri vesağlık çalışanlarını içinden çıkılmaz bir paradoksun,bir kısır döngünün içine ve bir ruhsal bunalımasokuyor. Aslında kapitalizm bunu sadece hekimleriçin değil bütün çalışanlar, emekçiler, işçiler içinyaratıyor. 8, 10, 12, 14 saatlik, haftasonu da dahil,çalışma temposu, tuvalete dahi çıkılamayan tekstilatölyeleri, her şeyleri denetlenmiş, 15 dakikalık çaymolaları ellerinden alınmış işçilerle, Acil’de MelikeErdem olayında olduğu gibi aşırı nöbet, aşırı hastayükü, baskı ve soruşturmalardan bunalan hekimlerinuğradığı sonuç aynı sonuç.

Kapitalizm aynı zamanda hasatalar içindeöldürücü bir nitelik taşıyor. Ciddi bir kronikrahatsızlığınız varsa, paranız varsa tedavi olmaşansınız var. Basit tetkikler, basit tedaviler için sizeolanak sağlayacak ama kronik hastalığınız olursa,ağır ameliyatlık durumunuz olursa, diyabetolursanız, hipertansiyon, kanser olursanız çok yüklüfaturalarla karşı karşıya kalmak durumdasınız.

Ödeyemediğiniz durumda da sağlık hakkına sahipbir vatandaş değil, parası olmayan bir müşterikonumuna mahkumsunuz. Şu an medyaya çokyansımasa da binlerce insandan söz edilebilir.

- Somut uygulamalar hayata geçtikçe yasanıncilası da dökülmeye başladı. Bu konuda toplumsalduyarlılıkta bir değişim oldu mu? Size yansımalarınelerdir?

- Tepkiler oluşmaya başladı ama ne yazık ki butepkiler örgütlü değil. Sadece canı yananın, sadeceen çok sıkıntıya uğrayanın tepki gösterdiği,bağırdığı, diğerlerinin durumdan haberi bileolmadığı bir sağlık ortamıyla karşı karşıyayız. Buhizmeti emekçilerin örgütlü kesimler, sendikalar,meslek odalar, STÖ’ler, partiler sağlık alanındaki buyıkıma karşı örgütlü bir tutum, bir bilinçlendirmekampanyası yapamadıkları/yapmadıkları için sağlıksistemi sadece canı yananı öğütüyor. Ufak ufakkendiliğinden tepkiler var. Sağlık çalışanları içindede bu işe artık tahammül edilemeyeceği hissiyatıvar. Ama bunun daha örgütlü, daha organize,sistematik, planlı bir sağlık hakkı mücadelesinedönüşmesi gerekiyor.

- Son olarak önümüzdeki süreçte nasıl birmücadele hattınız olacak?

- Mevcut durumda sağlık hakkı meclisleriniyeniden, çok daha güçlü biçimde, başta SES veDİSK’e bağlı Dev Sağlık-İş olmak üzere, TTB diğersağlık meslek odaları, sendikaları ve sağlık hakkımücadelesi yürütecek olan bütün demokratikkurumlarla birlikte sağlığın bir hak olduğu, bununpiyasaya açılamaycağı, sağlık emekçilerinin degüvenli bir gelecek talebiyle örgütlendikleri biryapıyı yeniden canlandırmayı, sağlık hakkımücadelesinde toplumu bilinçlendirme, SosyalGüvenlik Kurumu ve uygulayıcısı AKP iktidarınakarşı güçlü bir sağlık hakkı muhalefetini büyütmekgibi bir hedefimiz var. İlkbahara doğru güçlü birsağlık hakkı mücadelesi hedefleniyor.

Kızıl Bayrak / İstanbul

Sınıf24 * Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2012/15 (48) * 7 Aralık 2012

İstanbul Tabip Odası Yönetim Kurulu Üyesi Ali Çerkezoğlu’yla görüştük...

“Güçlü bir sağlık hakkı muhalefetinibüyütmek gibi bir hedefimiz var!”

Page 25: Sİ Kızıl Bayrak 12-48

Sınıf Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak * 25Sayı: 2012/15 (48) * 7 Aralık 2012..

Sağlıkçıların öfkesi sokağa taştı!

Asistan Doktor Melike Erdem’in intiharı üzerinehastane önünde toplanan sağlık çalışanları öfkeleriniyaptıkları bir dizi eylemle gösterdi.

2002 yılında İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa TıpFakültesi’nden mezun olan Melike Erdem, Ümraniyeİhtisas Hastanesi ve ardından da Samatya Eğitim veAraştırma Hastanesi’nin acil bölümünde çalışıyordu.30 Kasım günü, Alo 184 Sağlık Bakanlığı İletişimMerkezi (SABİM) hattına hakkında yapılan bir şikayetüzerine savunma yapması için Sağlık Bakanlığı’naçağrılan Erdem, savunma vermesinin ardındançalıştığı Samatya Hastane binasından atlayarakyaşamına son verdi.

30 Kasım akşamı Erdem’in hayatını kaybettiğihaberinin duyulması üzerine, diğer hastanelerdeçalışan sağlık çalışanları, sağlık örgütlerininçağrısıyla, Samatya Hastanesi’nde toplanmayabaşladı. Hastanenin acil bölümü önünde toplanankitleye, TTB Merkez Konseyi üyesi Dr. Osman Öztürkbir açıklama yaptı.

Erdem’in ölümü hakkında konuşan Öztürk,doktorların Alo 184 ile baskı altına alınmayaçalışıldığını vurguladı. Öztürk, sağlık çalışanlarının“artık yeter” dediğini ve ölmek için sıradabeklemeyeceklerini belirtti.

Sağlıkçılar sloganlarla birlikte alkış ve ıslıklarlatepkilerini gösterdiler.

“İntihar değil, cinayettir”

Acil Servis’in önünden başlayarak hastaneiçerisinde sloganlar eşliğinde yürüyüş gerçekleştirildi.“Alo 184 hattı kapatılsın. Sağlık bakanı istifa etsin!”ve “SABİM’iniz hekimleri öldürüyor! / İstanbul TabipOdası” pankartlarının taşındığı eylemde, SABİM’e vesağlık bakanına yönelik tepkilerin yazılı olduğudövizler taşındı.

Sağlık çalışanları yaşamını yitiren Melike Erdemiçin bir dakikalık saygı duruşu gerçekleştirdi.Ardından İstanbul Tabip Odası Başkanı Taner Gören,SES Aksaray Şube Başkanı Ersoy Adıgüzel ve Dev

Sağlık İş Sendikası Başkanı Arzu Çerkezoğlu kitleyeseslendi.

Öfke sokağa taştı

Konuşmaların ardından hastane bahçesindebaşlayan yürüyüş, trafik kesilerek dışarda devam etti.Sloganlar, alkışlarla öfkenin dışa vurulduğu eylem,kalabalığın sahilde bulunan çevre yoluna girmesi iledevam etti. Alkışların hiç susmadığı yürüyüşte, kitlesahil yoluna inince, yolu trafiğe keserek beklemeyebaşladı. Yolu kesen kitle, sloganlarla tepkilerini dilegetirdi.

Doktorları katleden sağlıkta dönüşümdür

Eylemler merkezi kararla 4 Aralık günü devametti. İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa TıpFakültesi’nde gerçekleştirilen eylemde “Dr. MelikeErdem’i unutmayacağız” ve “Alo 184 SABİM sağlıkçıtaciz hattı kapatılsın Sağlık Bakanı istifa etsin”pankartları açıldı. Sağlık Emekçileri Sendikası,Devrimci Sağlık İşçileri Sendikası ve İstanbul TabipOdası tarafından gerçekleştirilen eylemde ilk olarakMelike Erdem’in, acil asistanlığının ve karşılaştıklarısorunların sembolü olacağına inandıklarını söyledi.

SES temsilcisi Aydın Erol, geçtiğimiz aylardahasta yakınları tarafından öldürülen doktor ErsinArslan için burada olduklarını fakat sorunun aynışekilde sürdüğünü belirtti.

Erdem’in anmasında öfkeli tepkiler

Eylemlerin İstanbul ayağı da Çapa TıpFakültesi’nden İstanbul Araştırma Hastanesi’neyapılan yürüyüşle gerçekleştirildi.

İstanbul Araştırma Hastanesi’ne varılmasıyla,hastane içindeki yürüyüşün ardından Melike Erdem’inhayatını kaybettiği yere gelindi. Bu sırada ses aracınınhastane bahçesine girişine izin verilmemesi gerginlikyarattı. Güvenliğe kapıyı açması için yapılan çağrılarkarşılıksız kalınca sağlık emekçileri kapıyı kendilerifiilen açarak ses aracını içeri aldılar.

İstanbul Tabip Odası’ndan Ali Çerkezoğlu ilk sözüalarak Melike’nin ölümünün tesadüf olmadığını ifadeedip “Sağlık sistemindeki yoğunluğun, şiddetin, sağlık

çalışanlarına baskı yapan hükümetin, başhekimlerinpayı var” dedi.

Çerkezoğlu, tüm emekçileri Melike Erdem içinsaygı duruşuna davet etti. “Anısını mücadelemizdeyaşatacağız” sözleriyle son bulan anmadan sonraSABİM’i sihirli değnek sayarak sağlıkta sorunlarıçözeceklerini iddia edenlere dikkat çekildi.

Eylem Özdemir Aktan’ın konuşmasıyla devam etti.Melike Erdem’in ölümünü açık bir iş cinayeti olaraktanımlayan Aktan, artık herkesin bu sistemin böylegitmeyeceğinin farkında olduğunu söyledi.

Devrimci Sağlık İşçileri Sendikası Genel BaşkanıArzu Çerkezoğlu ise öğretmen ölümlerine ve EtiBakır’da yaşanan iş cinayetlerine değinen Çerkezoğlu,“bizleri öldüren bu sistemin kar güdüsüdür” dedi.

Karanfiller Melike için...

Çerkezoğlu’nun ardından basın metnini okumaküzere söz SES Aksaray Şube Başkanı ErsoyAdıgüzel’e verildi. Açıklamaya başlanmadan önceMelike Erdem’in öldüğü yere onlarca karanfilbırakılarak unutulmayacağı bir kez daha gösterildi.Adıgüzel açıklamada, Melike Erdem’in hayatınıkaybetmesinin ardından gerçeği çarpıtma çabası içinegirildiğini, hastane yönetiminin kendini aklamak içindelilleri kararttığını ifade etti.

Kızıl Bayrak / İstanbul

İzmir’de SES eylemi

Sağlık emekçilerinin, eylemlerinin bir ayağı da İzmir’de gerçekleştirildi. Basmane Meydanı’nda toplanan SES İzmir Şube üyeleri, İzmir İl Sağlık Müdürlüğü önüne kadar yürüyüş

gerçekleştirdi.İl Sağlık Müdürlüğü önüne gelindiğinde basın açıklamasını Asistan Hekim Komisyonu üyesi Dr. Altan

Gökgöz okudu. Gökgöz açıklamaya, “sağlıkta dönüşüm, can almaya devam ediyor” sözleriyle başladı veMelike Erdem’in intiharını anlattı. Sağlıkta dönüşümün sağlık çalışanlarını etkileyen olumsuzluklarına dadikkat çekilerek intiharı seçen meslektaşlarının olmasının üzücü olduğunu söyledi.

Açıklama, 184 SABİM hattının Sağlık Çalışanları Kıyım ve Taciz hattına dönüştüğü vurgulanarak buhattın kapatılması talebi ile sonlandı.

Kızıl Bayrak / İzmir

4 Aralık 2012 / İstanbul

4 Aralık 2012 / İstanbul

Sağlıkta dönüşümölüme doymuyor!

Page 26: Sİ Kızıl Bayrak 12-48

Sınıf26 * Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2012/15 (48) * 7 Aralık 2012

- Yakın zamanda işten çıkartıldınız ve iştençıkartıldıktan sonra çalışma koşullarınızla ilgili birdizi açıklama yapıldı. Yaşadıklarınızı paylaşırmısınız?

- Avukatlık stajımı tamamlayıp ruhsatımı almamlabirlikte; bir çok genç meslektaşım gibi bir hukukbürosunda çalışmaya başladım. Hem bir büroyudöndürebilecek sermayeden yoksun oluşumuz, hem demeslekte deneyim kazanma adına, istisnalarısaymazsak, genç avukatlar bir hukuk bürosundaçalışmaya başlarlar. Aslında esas sıkıntılar daha stajdöneminde başlar ve avukatlık stajı dönemi esasenmesleğin en zor ve sıkıntılı geçen sürecidir. Stajdöneminde de bir hukuk bürosunda stajınızı ifaetmeniz gerekir ve maalesef stajer avukat sigortasız-ucuz iş gücü olarak görülür. Zaten zorlu 1 yıllık stajdöneminin ardından, avukatlık ruhsatı (ücretiniödemek zorundadır) almaya hak kazanırsınız.Nitekim; hukuk bürolarında ki sömürüye öncelikle stajdöneminde aşina olunur.

Avukatlık stajımın ardından; avukat olarak hukukbürosunda çalışmam süresince bir sürü sıkıntıyaşadım. Kimi zaman sigortam yatırılmadı, kimizaman ise aldığım ücretin altında yatırıldı, avukatınfazla mesaisi olmaz denilerek; ofisten çıkış saati belliolmadan, tatil günlerinde dahi çalışmam beklenildi, işireddetme hakkım olmadı. Genel sorunların yanısıra;benim karşılaştığım en büyük sorun ‘hukuknosyonuna sahip olmayan’ ofis çalışanından meslekifaaliyetim ile ilgili talimat almamın beklenmesi oldu.Özellikle; büyük hukuk bürolarında çalışan sekreter,icra takip elemanı, idari memur vb. konumlardaçalışanlar aynı ofiste çalışan avukatlarla karşı karşıyabırakılmaktadır. Ben de hukuk nosyonuna sahipolmayan kimseden mesleki faaliyetimlerle ilgilitalimat almayı reddettiğim için işten çıkarıldım. Hattaişten çıkışım işveren avukat tarafından değil, sorunyaşadığım ‘idari amir’ diye tanımlanan personeltarafından hakarete uğrayarak ve tartaklanarakgerçekleşti. Bu vahim durum hukuk bürolarındaçalışan avukatların düşürüldükleri haksız durumlardansadece birisi. Öyle ki; onlarca çalışanı olan büyükhukuk bürolarında çoğu zaman işveren avukatın yüzüdahi görünmez, işler yönetici avukatlar eliyle koordineedilir. Ama benim çalıştığım ortamda işin daha dakötüsü, meslek etiği ve kurallarıyla bağdaşmayacakşekilde, hukuk formasyonuna sahip olmayan kişilerebu yetkiler verilmişti ve akabinde bu sorunlar yaşandı.İşin bir öteki yanı da; bu yaşanan üzücü durumunardından, yanında çalıştığım ‘işveren avukat’meslektaş olduğumuzu çoktan unutup, sermaye sahibibir patronun yapacağı gibi, kendisi sadece ve sadeceişçi vekilliği yapmasına rağmen; bana haklarımıvermeme yollarının pazarlığına düştüğünü de eklemekisterim.

- İşten çıkartılma ve sigortasız çalıştırılmasaldırısına karşı nasıl bir mücadele oluşturduğunuzuanlatır mısınız?

- İşten haksız olarak çıkarılmam ve sigortasızçalıştırılmam karşısında doğal olarak öncelikle hukuki

süreç başlattım. Ancak; hukuki sürecin ötesinde,meselenin benim özelimden çıkarılarak işlenmesi veanlatılması gerekiğinin de farkında idim. Bu sebeple;şu zamana kadar haksızlığa uğrayan ve hukukbürolarında sömürülen bir sürü genç işçi avukatarkadaşın süreci sahiplenmesini sağladık. Nitekim;benzer sorunların hergün fazlası ile yaşanmasınarağmen, hukukçu olmamıza rağmen, hukukbürolarında yaşatılan hukuksuzluklara sessizkalıyoruz. Bu sebeple; yaşanan örneğin ve izleneceksürecin, bir sürü genç-işçi avukata yol gösterici veöğretici olması için birlikte düşünsel ve eylemsel yolalmaya karar verdik.

-İşçi avukatların sorunları son dönemde sıklıklagündeme geliyor. Sizce bu sorunlar nasıl çözülebilir?

- İşçi avukatların son dönemde sorunlarının bukadar sık gündeme gelme sebebi, çok sayıda açılanhukuk fakültelerinden mezun olanların sayısındayaşanan artışa bağlı olarak avukat sayısınınartmasından, avukat sayısının artması ile de bir büroyudöndürebilecek sermayeden yoksun olan yüzlerceavukatın işçi avukat olarak çalışmaya başlamalarındankaynaklanmaktadır. Gerçekten; hukuk fakülteleri vekontejanlarının sayıları hızlıca artmakta, çok sayıdaişçi avukat oluşmaktadır.

Çok sayıda işçi avukat olunca da; az sayıda kisermaye sahibi işveren avukatın, işçi avukatçalıştırarak, piyasadaki genç avukat sayısınagüvenerek ‘ücret’leri düşük tutup, çalışma şart vekoşullarını ağırlaştırmasından kaynaklı sorunlargündeme gelmeye başlamıştır. İşveren avukatgüvencesiz bir şekilde işçi avukat çalıştırmaktadır. Şuan ki durum şöyle ki; fazla seçici olmayan bir işverenavukat, en fazla 2-3 gün içinde yanında çalışacak birişçi avukat bulabilmektedir. Tabiri caiz ise; ‘işinpiyasası’ bu halde iken; işçi avukatların sorunlarınıönümüzdeki yıllarda çok daha fazla duyacağız.

Bu sorunların çözümünün ilk adımının işçi avukatsömürüsü gerçeğinin farkına varılması olacağıkanaatindeyim. Sorunların muhatabı işçi avukatlarınöncelikle yaşadıkları sömürünün sınıfsalfarkındalığına varmaları gerek. Çünkü; her ne kadaravukatlık mesleğinde dönüşümler başlamış ise de;sınıfsal geçişkenlik hala mevcuttur. Bu sebeple;haksızlıklara uğrayan işçi avukatlar, bir kaç sene sonrakendi bürosunu açacağı vb. bir plan ile süreci ‘geçici’olarak görmekte ve sorunların geçici olacağı inancı ilemücadele etmek yerine, durumu kabullenmeyegitmektedir. Ancak; sürecin meslekteki dönüşümebağlı olarak geçici olmaktan öte kalıcılaşmayabaşladığı ve sorunların kronikleşmeden müdahaleedilmesi gerektiği ortadadır.

Bu bağlamda; Avukatlık Yasasın’nda işçiavukatlarla ilgili eksiklikler giderilmeli, Barolar veTürkiye Barolar Birliği ile meslek örgütleri işçiavukatları koruyucu önlemler almaya yönelik somutadım atmaya başlamalıdırlar. Bu aşamada; avukatlararası iş ilişkilerini düzenleyen ve idari yaptırımabağlanacak bir tip sözleşme uygulamasını hayatageçirebilmek önemli bir adım olarak önümüzde

duruyor.

- Avukatlık mesleğindeki dönüşüm hakkındakidüşünceleriniz nelerdir?

- Öncelikle işçi avukatın ne demek olduğuna birazdeğinmek gerekir diye düşünüyorum. Çünkü; hukukçevresinin içinde olmayan kişiler için kavramkafalarda pek oturmuyor.

İşçi avukat; kendisine ait bürosu olmayan, işverenavukatın bürosunda çalışan, 5520 sayılı yasa md.4/akapsamında sigortalı sayılan, buna bağlı olarak gelirvergisi mükellefi olmayan, genelde vekaletnamealmayan ve işveren avukat tarafından düzenlenenyetki belgesi ile işleri takip eden ve işveren avukatın‘talimatı’ altında iş gören avukattır.

Yapmaya çalıştığım tanımlama şu eksik hali ilebirlikte avukatlık mesleğinde yaşanan dönüşümügörmek açısından yeterlidir. Avukatlık mesleği serbestmeslek olarak bilinirken, işçi avukat serbest meslekifaaliyette bulunamamakta, talimata göre hareketetmektedir. Yanında çalıştığı işveren avukatındavalarını ve işlerini takip ederek maaşlı olarakçalışmaktadır.

Artık; ‘avukatın işçisi olur mu?’ ‘Avukattan işçiolur mu?’ gibi bir zamanlar yapılan tartışmaların biranlamı kalmamıştır. Nitekim; sermayenin müdahalesiher meslek grubunda köklü yapısal değişikliklerdoğurmuştur. Avukatlık mesleği de bunun gerisindekalmamıştır. İşçi avukat gerçeği ile avukatlık mesleğiserbest meslek niteliğini yitirmiş, bir çok çevrenin,özellikle baroların yakınen gördüğü ama kabullenmekistemediği patron-işçi avukat ayırımı fazlasıylabelirginleşmiştir.

Avukatların yarısından çoğu ya bir şirketinbünyesinde ya da bir başka avukatın yanında ya dasermayesi büyük hukuk bürolarında işçi avukat olarakçalışmakta, bu şekilde çalışan avukatların belli birzaman sonra kendi bürosunu açabilme ve serbestolarak mesleğini icra edebilme imkanı dazorlaşmaktadır.

Sermaye sahibi avukatların yaklaşımı da maalesefortadadır. Meslektaş olma bilinci yok olmuştur. Birçokpatron-avukat yanlarında çalışan meslektaşlarına, ucuzemek gücü olarak bakmakta, mesleki saygı vedayanışma kültüründen uzaklaşmakta, çalışmayaşamındaki tüm hukuksuzlukları ve kuralsızlıklarıuygulamaktan sarfı nazar etmemektedirler.

Sözün özü; binlerce genç avukat yaşam ve hukukmücadelesi vermektedir.

Yakın zamanda işten çıkarılan Av. Fatma Arda ile “işçi avukatlık” üzerine...

“Binlerce genç avukat yaşam ve hukukmücadelesi vermektedir...”

Page 27: Sİ Kızıl Bayrak 12-48

Sınıf Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak * 27Sayı: 2012/15 (48) * 7 Aralık 2012

- ÇHD’nin yürüttüğü tip sözleşme çalışmalarınakatıldığınızı ve tip sözleşme imzaladığınızı biliyoruz.tip sözleşmenin ne olduğunu bize anlatabilir misiniz?

- Burada bir “model sözleşme”den yani belli temelkuralları, asgari şartları belirlenmiş örnek sözleşmedensöz ediyoruz. Kısaca “tarafları bağlayacak koşulların,genellikle sözleşmeye taraf olamayan kimselercebelirlendiği ve tarafların aralarındaki sözleşmeyi buçerçevede yapmaları gereken sözleşme olaraktanımlayabiliriz. Dikkat ederseniz burada sözleşmenintemel şartlarını imzacı iki tarafın dışında daha doğrusuüstünde olan bir üçüncü taraf belirliyor ve imzacılarbu şartlara uymakla yükümlü kılınıyor. Ülkemizdebasın-yayın, mimarlık ve mühendislik, eczacılık,sanat, tarım, sanayi ve ticaret alanlarında kullanılıyor.Amaç belli bir meslek grubunun kendi içerisindemeslektaşların temel haklarını güvenceye almak veyaürün ve hizmetlerde asgari bir standart belirlemektir.

İşte, en çok ihtiyaç duyulan meslek gruplarındanbiri olmasına rağmen avukatlık mesleği açısındanböyle bir tip sözleşme baroların gündemine bir türlügiremedi.

Son yıllarda, özellikle büyük şehirlerde, onlarcaavukat ve takip elamanının bir arada çalıştığı hukukbürolarının artışına paralel olarak, işçi avukatlarüzerindeki baskı ve sömürü de arttı. Bağlı çalışanavukatların işçileşme sürecine paralel olarak çeşitlimeslektaşların bireysel girişimleri veya AvukatlıkSendikası gibi oluşumların konu üzerinde gösterdikleriçaba tartışmayı belli bir noktaya getirmişti.

Çağdaş Hukukçular Derneği ise meslektekidönüşüm üzerine yıllardır kapsamlı çalışmalaryapıyordu. Özellikle derneğimizin 3 Nisan 2010tarihinde Ankara’da düzenlemiş olduğu MesleklerdeDönüşüm ve Avukatlık Mesleği adlı sempozyum ciddibir birikim sağlamıştı.

Neticede ÇHD İstanbul Şubesi’nin iki yılı bulançalışmaları ile örnek bir taslak hazırlanmış ve baroyasunulmuş oldu.

- Siz tip sözleşmeyi imzaladınız. Nasıl faydalarıoldu?

Ben ÇHD Çalışma Yaşamı Komisyonuçalışanlarından biriyim. Komisyon çalışmalarımız veözellikle avukatlık mesleğindeki sorunlar üzerine“patronum” ile sık sık konuşuyorduk. Dolayısıylayaptığımız çalışmadan ve sonuçlarından en baştanhaberdardı. ÇHD’nin hazırladığı tip sözleşmedeözellikle, işçi avukatın dosya reddetme hakkı,bağımsız dosya alma hakkı, fazla mesailerinücretlendirilmesi, yıllık iznin 1 ay olması, sigorta vesosyal haklar üzerinde durulmuştu. Yine derneğimizinayrıca işçi avukatların asgari maaşlarının 2.000 TL.olması yönünde bir kampanyası vardı. Patronum tümbu şartları, yani hazırladığımız taslaktaki tüm şartlarıkabul etti ve sözleşmenin bir örneğini İstanbulBarosu’na bildirdik. Burada benim açımdan önemlikazanımlar var tabii ama daha önemli olan işçiavukatlar açısından ÇHD’nin bir yol açmış olmasıdır.

- Baro’nun tip sözleşme çalışmalarınıza yönelikyaklaşımları nelerdir? Bu süreçte yanınızda mı yer

aldı, yoksa süreç nasıl gelişti? Genel Kurul’da sözhakkınız üzerinde tartışmalar yaşandığını biliyoruz.Baro’nun nasıl bir taraf olması gerekir sizce?

- Öncelikle şunu belirteyim; 2010 Baro GenelKurulu’nda Avukatlık Sendikası Girişimi’nden avukatarkadaşların hazırladığı önerge ile tip sözleşmekonusunda bir çalışma yapılması konusunda kararalınmıştı. Biz ÇHD Çalışma Yaşamı Komisyonuolarak genel anlamda işçi sınıfının yaşadığı hukuki vefiili sorunlar ve hak gasplarıyla ilgili çalışmayapıyoruz. Bu arada kendi meslektaşlarımızın yani işçiavukatların sorunları da gündem maddelerimizdenbiriydi. 2010 Genel Kurulu’ndan sonra Baro nezdindegirişimlerde bulunduk. 09 Temmuz 2011 tarihli 27.Baro Meclisi Olağan Genel Kurul toplantısınakatılarak meslekte dönüşüm ve işçi avukatlarınsorunları ile ilgili ayrıntılı bir sunum yaptık. Dahasonra dernek üyesi arkadaşlarımız ve Baro YönetimKurulu adına Av. Başar Yaltı’nın katılımıyla tipsözleşme taslak çalışmaları için bir komisyonoluşturuldu. Biz bir taslak metin hazırladık vekendisine verdik. Ancak Av. Başar Yaltı bir süre sonraderneğimizi devre dışı bırakmaya yönelik olaraktoplantılara gelmemeye, ertelemeye başladı. Bununüzerine biz dernek olarak Tip Sözleşme TaslakMetni’nin hukukçu kamuoyu ile paylaşarak, geleneleştirileri dikkate alarak nihai bir taslak oluşturduk vebu taslak metni bir broşür olarak kamuoyunu aktardık.Baro aylarca sessiz kaldı. 2012 Genel Kurulu’nda ençok tartışılan konu oldu. Fakat Baro başkanı ÜmitKocasakal yaptığı konuşmada bu konuyla ilgili olarakkısaca işçi avukat olmaz, biz gerekli çalışmalarıyapıyoruz demekle yetindi. Yani sorunu yok saymak,memlekete komünizm gelecekse inceleyip gereğiniyapmak üzere konuyu kapattı.

Tabii bizi genel kurulda konuşturmamak için çeşitliyollar da denediler. Neticede derneğimizce hazırlananve bir ay içerisinde bizim yukarıda saydığımız temelnoktaları gözeten bir tip sözleşme hazırlanmasıkonusundaki geçici komisyon kurulması önergemizgenel kurulca kabul edildi. Özet olarak baromuz halaişçi avukat gerçeğini görmezden gelmekte; sınıfsız,imtiyazsız, kaynaşmış bir melek örgütü hayaletmektedir.

Biz ise baronun ne sendika ne de hakem olmasını

bekliyoruz. Bir baronun hatta tüm baroların, meslekörgütü olarak tüm meslektaşların çıkarını gözeten,üyeleri olmaları sebebiyle işçi avukatların yaşadığısorunları çözmek açısından tip sözleşme konusundasomut adımlar atan bir yaklaşım içerisinde olmasınıbekliyoruz.

- Avukatlık mesleğindeki dönüşüm hakkındakidüşünceleriniz nelerdir?

- Avukatlık, giderek daha çok iki büyük düşmankampa, doğrudan birbirlerinin karşısına dikilen ikibüyük sınıfa bölünüyor: Burjuva Avukatlar ve ProletarAvukatlar. Kapitalizm, insan da dahil olmak üzere herşeyi sanayi ve ticaretin nesnesi haline getirdi. Toplumiki büyük kampa bölünürken avukatlık mesleğininsınıfsız kalması beklenemezdi. Avukatlık mesleğiaçısından da işçileşme kaçınılmazdı. Zaten 164 yılönce Marks ve Engels bu kara haberi vermişlerdi.Ama bizim üzerinde durduğumuz konu; avukatlarınişçileşmesi değil; biz öncelikle işçi avukatın ve tümişçilerin temel haklarının güvenceye alınması venihayetinde işçi patron ayrımının ortadan kaldırılmasıamacıyla çalışıyoruz. Yani işçileşmenin kendisinideğil; sömürünün ekonomik alyapısı olan kapitalizmisorun olarak görüyoruz.

Av. Gökmen Yeşil’le işçi avukatlık ve tip sözleşme üzerine...

“Sömürünün ekonomik altyapısı olankapitalizmi sorun olarak görüyoruz...”

“İşçi avukat sömürüsüne son!”

Çağdaş Hukukçular Derneği İstanbul Şubesi, üyesi Av. Fatma Arda’nın keyfi işten atılması ve öncesindesigortasız çalıştırılması üzerine bir eylem gerçekleştirdi. İşçi avukatların sorunlarına değinilerek Arda’nınsigortasız çalıştırıldığı sürenin tespiti ve geriye dönük hakların alınması için mahkemeye başvuru yapıldı.

29 Kasım günü Bakırköy Adliyesi önünde gerçekleştirilen eylemde ilk olarak ÇHD İstanbul Şubesi adınaYönetim Kurulu üyesi Av. Şerife Ceren Uysal basın açıklamasını okudu. Uysal açıklamada işçi avukatlarkonusunda yasalardaki eksikliklere değindi. İstanbul Barosu Genel Kurul seçimlerinde işçi avukat gerçeğiningündeme geldiğini ancak halen adım atılmadığını hatırlattı.

Açıklamanın ardından işten atılan Av. Fatma Arda işten atılma sürecine dair bilgilendirmede bulundu.Arda 17 Kasım’da işten atıldığını çalıştığı süre boyunca sigortasının kimi zaman hiç yatırılmadığını,yatırıldığındaysa maaşının altında yattığını ifade etti.

Eyleme İşçilerin Birliği Derneği de katılarak destek verdi. Kızıl Bayrak / İstanbul

Page 28: Sİ Kızıl Bayrak 12-48

Sınıf28 * Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2012/15 (48) * 7 Aralık 2012

- Yakın zamanda Av. Fatma Arda’nın iştençıkartılması ile birlikte işçi avukatların çalışmakoşulları tekrar gündeme geldi. Siz de daha önce,sendikalaşma nedeni ile işten çıkartılmıştınız. Odönemki çalışma koşullarınızı ve genelde işçiavukatların çalışma koşullarını anlatır mısınız?

- Sendikalaşma çalışmasını yürüttüğümüz dönem2009 yılının başı ve 2010 yılının sonuydu. Odönemden bugüne baktığımızda işçi avukatlarınçalışma koşullarının daha da kötüye gittiğini netolarak söyleyebiliriz. Ücretler giderek düşüyor, işbulmak giderek zorlaşıyor. Bunların istatistiki verileriyok elbette ama yakın çevremize baktığımızda bununet olarak görebiliyoruz. Bundan birkaç yıl önceBaronun sitesine ilan veren bir avukat ona gelen işteklifleri arasından seçim yapabiliyorken, bugün aylarboyunca iş ilanı veren, her yere özgeçmişini gönderen,görüşmelere giden yani aktif biçimde iş arayan amabulamayan pek çok avukat var çevremde. Dolayısıylaeskiden işçi avukatlar işten ayrılırsam daha iyi bir işbulurum diye düşünürken, bugün koşullar ne kadarkötü olursa olsun katlanıyorlar.

Düşük ücretler, uzun çalışma saatleri, fazla çalışmaücreti hakkının olmayışı, iş güvencesinden yoksunluk,yoğun baskı altında ve stresli çalışma koşulları,özellikle büyük hukuk bürolarındaki performansadayalı ve işçiler arasında rekabeti arttıran, insaniilişkileri zayıflatan çalışma biçimleri giderekderinleşen sorunlar. Tekelleşmenin arttığı ve bununkarşısında örgütlülüğün olmadığı bu koşullardasorunlar artarak devam edecektir ve ediyor da.

- İşten atılma saldırısına karşı nasıl bir süreçoluşturuldu? Örnek oluşturması açısından birazhatırlatır mısınız?

- 3-4 yıl öncesinde yaşanan dönem aslında işçiavukatlık tartışması bakımından her şeyinberraklaşmaya başladığı bir dönemdi. Bu dönemdenönce de, büyük hukuk büroları açılmış, avukatlarınönemli bir bölümü işçileşmişti. Ancak bugün işçiavukatlık lafını dillerinden düşürmeyenler o günlerdebu kavramı küfür olarak algılıyor, avukatlığınbağımsız bir meslek olduğu retoriğiyle işçileşmeolgusunu ve dolayısıyla sayıları giderek artan işçiavukatların sorunlarını görmezden geliyorlardı.Bunlar; baro yönetiminde olan, baro yönetimine adayolan, en genel anlamıyla “avukatlık camiasında”muteber, sözü geçen insanlardı ama siyasal görüşlerine olursa olsun tavırları sınıfsal duruşlarını net olarakgösteriyordu. O dönemde büyük bir çoğunluğumesleğe yeni başlamış olan ve işçileşme sürecinibizzat yaşayan avukatların farklı kanallardanyürüttüğü bir dizi çalışma, nicel güçlerinin çokötesinde bir etki yarattı. Piyasalaşmaya KarşıAvukatlar Platformu, Avukat Sendikası Girişimi,bizim sendikalaşma çalışmamızın ardından farklıbürolarda çalışan Avukatların yanı sıra diğer hukukbürosu çalışanlarının da yer aldığı Hukuk BürosuÇalışanları Dayanışma Ağı ve bunlardan bir dönemsonra tip sözleşmesi taslağı oluşturarak bunutartışmaya açan ve bu konuda bir dizi faaliyette

bulunan Çağdaş Hukukçular Derneği Çalışma YaşamıKomisyonu’nun faaliyetleri o dönemden bugüne artıkişçi avukatlık kavramının ve işçi avukatlarınınsorunlarının tartışılmasız kabul görmesini sağladı.

Bu dönemde 100-150 civarında çalışanı olan birhukuk bürosunda bir sendikalaşma çalışmasıbaşlatılmasının – her ne kadar bu çalışma başarısızolsa da – ve bu nedenle bir avukatın işten atılmasınınkonunun tüm muhatapları için bir etkisi oldu. Politiksöylemini işçilerden yana kurma iddiasında da olsasınıfsal konumu ve toplumsal ilişkileri patronavukatların yanında olanlar tavrını buna uygunbelirlerken, işçi avukatların ve hukuk bürolarındaçalışan diğer işçilerin bir bölümü bu sorun üzerindenyan yana geldi. Çeşitli basın açıklamaları yapıldı, türlümecralarda tartışmalar yapıldı ve şekilsel işlerinötesinde işçi avukatların ve diğer hukuk bürosuçalışanlarının yan yana gelişinin mümkün ve gerekliolduğu görüldü. Çünkü o hukuk bürosunda avukattançok takip elemanı, muhasebeci, sekreter v.s. diğerçalışanlar vardı ve bizi birleştiren avukat olmamızdeğil, işçi olmamızdı. Sonrasında da o iş yerindekiavukatlardan çok diğer çalışanlardan destekgördüğümü belirtmek isterim.

Bu süreçte oluşan Hukuk Bürosu ÇalışanlarıDayanışma Ağı yalnızca işçi avukatların değil, aynızamanda diğer hukuk bürosu çalışanlarının da birlikteörgütlenmesi gerektiğini, mevcut kanunlarla işkollarına göre bölünmüş işçilerin, bir de mesleklerinegöre bölünmemesi gerektiğini savundu. Elbette bu işçiavukatların ve diğer hukuk bürosu çalışanlarınınözgün sorunlarının görmezden gelinmesi anlamına dagelmiyor. Diğer yandan bu örgütlenme iş yerleriylesınırlı bir mücadelenin yetersiz olduğu anlayışına dadayanıyordu. Diğer yandan psikologlar, güvencesizöğretmeler, mühendis, mimar ve şehir plancıları, çağrımerkezi çalışanları gibi hizmet sektöründe çalışan vebenzer süreçlerle karşı karşıya olan kesimlerle yanyana gelinmesi, o dönem direnişte olan UPS veTEKEL işçilerine dayanışma ziyaretinde bulunulmasıgibi çalışmalarla, kendi özgün sorunlarıyla birliktegenel emek mücadelesinin bir parçası olmak için çabagösteriliyordu.

-İşçi avukatların sorunlarının aşılması için

örgütlenmeleri gerektiğini savunuyorsunuz. Bukonuda nasıl bir yol izlenmeli sizce?

- Tekrara düşmeden birkaç noktayı belirtmekisterim. İşçi avukatların nasıl örgütlenmesi gerektiğisorusunun, kendi özgünlükleri olsa da, işçilerin genelolarak nasıl örgütlenmesi gerektiği sorusundan ayrı bircevabı yok bence. Dolayısıyla işçi avukatlar önceliklesorunlarını avukatlık cemaatinde tartışma, burayasıkışma çıkmazını aşmalı. Mesleki bir ortak çıkarınınolmadığını, çıkarlarının sınıfın genel çıkarlarındanbağımsız olmadığını ve mücadelesini de sınıfmücadelesinin bir parçası olarak gördüğü süreceilerleyebiliriz. Hukuk fakültelerinde kalın kitaplarokudun diye daha az sömürülmüyorsun. Bu yüzdenöncelikle aynı işin farklı dişlileri olduğumuz diğerhukuk bürosu çalışanlarıyla birlikte hareket edilmesive sonra da sınıfın diğer katmanlarıyla farklıdüzeylerde de olsa yan yana durulması gerektiğinitespit etmek gerekiyor.

Diğer yandan hukuk bürolarının önemli bir kısmı100-150 kişilik bürolar olsa da yine önemli bir kısmıküçük ve orta büyüklükte bürolar. Dolayısıylaözellikle büyük ölçekli iş yerlerinde örgütlenmeçabasının mutlaka olması gerekiyor ama bununlaparalel olarak iş yerlerini aşan, hukuk bürosuçalışanların dayanışmasını ve sorunlarıyla ilgili farklıdüzlemlerde mücadelesini hedefleyen örgütlenmelerinde yaratılması gerekiyor.

Av. Cem Gök ile işçi avukatlık ve hukuk alanındaki örgütlenme üzerine...

“İşçi avukatlar, hukuk bürosuçalışanlarıyla birlikte örgütlenmelidir!”

For You işçileri haklarını istiyor

For You mağazalarında çalışıp tazminatları gasp edilerek işlerine son verilen işçiler 1 Aralık günügerçekleştirdikleri eylemle haklarına sahip çıktılar.

Beşiktaş Meydanı’nda yapılan basın açıklamasında “For You’ların Zapsu’su 500 işçinin tazminatsoyguncusu! / For You İşçileri” pankartı açıldı.

İşçilerin For You önlükleri giydiği eylemde basın açıklamasını Halime Gül okudu. Gül, 3.5 yıllık süreçteişçilerin haklarının nasıl gaspedildiğini ifade ederek bundan sonra tazminatlarını alıncaya kadar eylemlerinedevam edeceklerini ifade etti.

Kızıl Bayrak / İstanbul

Page 29: Sİ Kızıl Bayrak 12-48

Kadın Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak * 29Sayı: 2012/15 (48) * 7 Aralık 2012

Haftalık Amerikan haber dergisi Newsweek’inDünyada Kadın ekinde geçtiğimiz günlerde yayınlanandeğerlendirmede Türkiye’nin kadın hakları konusunda132 ülke arasında 87. sırada yer aldığı belirtildi.Sağlık, eğitim, ekonomi ve hukuk verilerine dayanarakyapılan değerlendirme Türkiye’de kadın sorunununulaştığı çarpıcı boyutu gözler önüne sermek açısındanönemli bir yerde duruyor.

Araştırmaya göre listenin ilk sırasında 100üzerinden 99,2 puanla İsveç bulunurken, İsveç’isırasıyla Kanada, Danimarka, Finlandiya, İsviçre,Norveç ve ABD izliyor. Listenin sonunda Afganistanbulunurken onun üzerinde Yemen, Pakistan, Sudangibi ülkeler bulunuyor. Liste incelendiğindeTürkiye’nin 56,2 puanla Gabon, Zimbabwe, Gambiyave Madagaskar gibi Afrika ülkelerinin yanında BirleşikArap Emirlikleri ve Ürdün’ün de gerisinde kaldığıgörülüyor.

Kadın hakları konusunda önemli bir noktada durankadının çalışma yaşamına katılımı ile ilgili istatistikiveriler incelendiğinde de Newsweek Dergisi’ninaraştırmasına benzer sonuçlar görülmektedir.Kadınların işgücüne katılma oranı (toplam işgücüiçerisinde tuttuğu yer) 1990’da %34,1, 2002 yılında%26,9, 2004 yılında %25,4, 2011 yılında ise%28,8’dir. Kısacası çalışanların yaklaşık dörtte birinikadınlar oluşturmaktadır. 2011 yılı verilerine görekadın istihdam oranı ise %25,6, işsizlik oranı %11,3iken bu oranlar sırasıyla ilk 15 AB ülkesinde ortalama% 59,5 ve % 9,8; tüm AB ülkelerinde ise ortalama %58,2 ve % 9,8’dir.

Sırf kadınların çalışma yaşamına katılımı ile ilgiliistatistiki verilerin incelenmesi dahi Türkiye’nin kadınhaklarında sınıfta kalmasının sebeplerine işaretedebilmektedir. Ayrıca kadın sorununun özü itibari ilesınıfsal karakterde olduğu düşünülürse sermayedevletinin bu sorunu çözmek için somut ve kalıcıadımlar atmak istemeyeceği ortadadır.

Kadın sorununun devam etmesi demek patronlariçin ucuz iş gücü ve sömürüyle eş anlama gelmektedir.

Bu sebeple sermaye düzeni bu sorunu çözmek şöyledursun tersine derinleştirmektedir. Ama bir yandan dagöz boyamak, toplumu oyalamak için sözde bir takımönlemler almakta, hedefler koymaktadır. Örneğinsermaye hükümetinin “Hedef 2023” safsatasıkapsamında kadınların işgücüne katılım oranının 2013yılına kadar %29,6’ya, 2023 yılına kadar da %35’eçıkartılması hedefi konulmuştur. Ancak 4+4+4 eğitimsistemi uygulaması gibi uygulamalarla ve yasaldüzenlemelerle çocuk gelinliğin önü açılırken, halenkadınlara yöneltilen “mesleğiniz nedir?” sorusununcevabı pek çok kadın tarafından “ev hanımı” olarakyanıtlanırken, kadına yönelik şiddet konusunda ciddihiçbir adım atılmazken bu oranların sözde bir takımhedefler koyarak değişmeyeceği ortadadır.

Düzen kadın sorununu çöz(e)mez,çözüm emekçi kadınların mücadelesinde!

Kadın cinayetlerinin, kadına yönelik şiddetinsıradanlaştığı, cinsiyet ayrımcılığının yaşamın heralanında sürdüğü ortadayken ve bunun karşısındasermaye düzeninin bir alternatifi yokken Türkiye’ninkadın hakları konusunda sınıfta kalması şaşırtıcıdeğildir. Bugün polis terörünün dizginlerindenboşaldığı, düşünce-ifade özgürlüğünün yok sayıldığı,hapishanelerdeki siyasi tutsak sayısının her geçen günkatlanarak arttığı, karakolda, cezaevinde baskı veişkencenin hız kesmediği bir ülkede kadın haklarındansöz etmek mümkün değildir. Dolayısıyla kadın haklarıkonusunda Türkiye’nin pek çok ülkenin gerisinedüşerek “sınıfta kalması” şaşırtıcı olmamıştır.

Bu tablo ancak emekçi kadınların mücadeleye etkinkatılımı ile aşılabilecektir. Emekçi kadınlar kendihaklarına sahip çıkıp, bu uğurda mücadele ettiklerikoşulda “kadın hakları” konusunda da bir ilerleme katedilebilecektir. Kadınların gerçek manada eşit ve özgürbir dünyada yaşamaları, tüm insani haklarını tamolarak elde etmeleri ve bunları güvence altına almalarıise ancak sosyalizm ile mümkün olacaktır.

Kadına yönelik baskı, şiddet, ayrımcılık tırmanıyor...

Kadın haklarındaTürkiye 87. sırada

Kül olup savrulurken Dakka’danNew York’a...

Dakka, New York’ungüncellenmiş

resmidir!

Bu sefer Bangladeş Dakka’dan bir haberdüşüyor ajanslara. Neresiydi ki Dakka? Sankitarihin bir sayfasında New York’tan bir tekstilfabrikasından hatırlıyorum. Yoksa Bursa’da mıydı?İstanbul’u sel bastığı bir yağmur sonrasındaPameks fabrikasının önündeki “servis” mi banaDakka’yı hatırlatan. Gerçekten kilometrelerceuzakta mıydı Dakka? Sanki her yaşanmışlıkla dahada yakınlaşıyor, sanki her anımsadığım Dakka’nınresmini bulanıklıktan kurtarıyor gibi.

Fotoğraftan yansıyan: Bangladeş Dakka’da birtekstil fabrikasından yükselen yangın, küle dönençoğu kadın 120 işçi. Bedenimde duyuyorum sızısını.Bedenimin bir başka köşesinde 1857 NewYorku’ndan kalma bir acıyla birleşiyor. Kül olupsavruluyorum Dakka’dan New York’a.

Hani o uzak, bir o kadar da yakınımızdakiDakka’da yanıp kül olan işçiler, ürettiklerini alıpgiyemeyen sen ve ben gibiydi. Ürettiği birayakkabıdan daha düşük maaş alan Desa işçilerigibiydi. Ürettiği, tamir ettiği gemilerle dünyaturuna çıkanların ardından bakakalan tersaneişçileri gibiydi. Düşünüyorum da ölümlerininhikayesinin benzerliği gibi düşleri de benzer miydiacaba? Makinenin başında geçerken vakitleri,makine seslerini aşarak içlerinden geçen ezgidebuluşabilmişler miydi? Düşlerde, ezgilerdebuluşmadılarsa da küllerini savuran rüzgarınkoynunda buluştular. Ve bu buluşma bir gün sesinibulacak işçilerin sessiz çığlığını büyüttü. Patronlarınkulakları ise tıkalıydı holdinglerinin, villalarının,rezidanslarının çift camlarından.

Zaman ilerliyor, coğrafyalar değişiyor ama hepbenzer hikayeler takılıyor fotoğraf karelerine.Bunlar sömürünün çarkı dönmeye devam ettikçekarşımıza çıkacak hikayeler. Yangına dönse de,boğulsa da adına servis denmiş camsız bir yüktaşıma aracında bedenler kum torbasından dahafazla değerli değil patronlar için. Takılıp kalmayalımbu fotoğraflara... Bilelim ki bu fotoğrafların ardısıra başka fotoğraflar da çıkmıştır tarihinsayfalarına eklenen. Hani Dakka’yı en çokbenzettiğim New York’un yangın öncesifotoğraflar, destansı bir mücadeleye, sınıfmücadelesinin en önemli günlerinden biri olan 8Mart Dünya Emekçi Kadın Günü’nün ortaya çıkışınaaittir. Fotoğrafın görüntüsünü ve renginideğiştirmek bizim elimizde.

Z. İnanç

Page 30: Sİ Kızıl Bayrak 12-48

Gençlik30 * Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2012/15 (48) * 7 Aralık 2012

DTCF’de faşist saldırı!DTCF’de 29 Kasım günü faşistlerle çatışma çıktı.

Ertesi gün de devam eden saldırıda bir ilerici öğrencikafasına gelen soda şişesi ile yaralandı. Öğlesaatlerinde okula dışardan sokulan faşistlertanınmamanın da verdiği avantajla orta bahçeyegirerek çardağa taşlarla ve satırlarla saldırdı.

DTCF’ye girerken kimlik göstermeyenlere saldıranÖGB’ler faşistlerin içeri girmesi için arkada bulunançöp kapısını açık bıraktılar. Olaylara karşı dışarıdatoplanan devrimci ve ilerici öğrenciler, faşistlerin çıkışyaptığı sırada polis destekli olarak yapılan faşist saldırıgirişimi ile karşı karşıya kaldılar. Bu saldırı boşadüşürülürken faşistler arkalarına bile bakmadankaçtılar. Polis ise devrimci ve ilerici öğrencilere gazbombaları ile saldırdı.

Devrimci ve ilerici öğrenciler okula girerekburadan Yüksel Caddesi’ne kitlesel bir yürüyüşgerçekleştirdi. Ziya Gökalp Caddesi’nde ise bir süreoturularak yol trafiğe kapatıldı. Yüksel Caddesi’ndeyapılan konuşmada üniversitelerin faşistlerebırakılmayacağı vurgulandı. Eğitim Sen adına yapılankonuşmada ise olayın akademisyenlerin gözü önündegerçekleştiği ve bu sürecin takipçisi olunacağıbelirtildi.

Beytepe’de forum Yeni YÖK Yasa Tasarısı’na karşı akademisyen ve

öğrenciler tarafından oluşturulan YÖK KarşıtıPlatform 29 Kasım günü Beytepe Yıldız Amfi’de birforum gerçekleştirdi.

Forumun çağrısı afişlerle yapılırken üniversitedefaaliyet yürüten gençlik örgütleri de foruma davetedildi. Ekim Gençliği, Emek Gençliği, GençlikMuhalefeti, Gençler Meydana İnisiyatifi, YeniDemokrat Gençlik, Öğrenci Kolektifleri,Demokratik Gençlik Hareketi ve Eğitim-Sen’liakademisyenlerin katıldığı forumda “Nasıl birmücadele?” başlığı tartışıldı.

Yeni YÖK Yasa Tasarısı’na dairbilgilendirmenin de yapıldığı forumda birçoköğrenci ve akademisyen söz alarak birliktemücadelenin önemine vurgu yaptı. Yasa taslağınınhangi gün meclise sunulacağının muğlak olması

nedeniyle net bir tarih belirlenemese de o gün alanlarıdoldurmak gerektiği noktasında ortaklaşıldı.

Forumun bir bölümünde sloganların, şiarların kimive neyi hedef alması gerektiği tartışıldı. Bu bölümdeAKP, YÖK ve tüm bunların ötesinde sermaye düzeninikonu alan anlamlı tartışmalar yapıldı. Sonuç olarakAKP karşıtlığını temel almayan, ancak oldukçapervasız davranan AKP’yi ve onun temsilcilerini teşhireden, somut hedeflere yönelen bir politikabelirlenmesi gerektiği belirtildi.

Boğaziçi’nde Remedial (Beklemeli)öğrencilerden eylem!

Boğaziçi Üniversitesi’nde Hazırlık sınıfı İngilizcesınavını geçemeyen öğrencilerin, öğrencilikkapsamında olan bütün hakları ellerinden alınırken, birüst sınıfa geçmeleri engelleniyor. Yanı sıra yönetimtarafından öğrencilere hiçbir çözüm sunulmuyor veöğrenciler kendi maddi imkanları ile sorunlarınıçözmeye çalışıyor.

Bunun üzerine öğrencilik hakları ellerinden alınanRemedial (Beklemeli) öğrenciler, eylemlilik sürecibaşlatmış, önce YADYOK (Yabancı Diller MeslekYüksek Okulu) binası önünde basın açıklamasıgerçekleştirmişti. Ardından rektörlükle yapılangörüşmelerde öğrenci belgesi, barınma sorunu,bütünleme, nitelikli eğitim gibi taleplerinisunmuşlardı. Öğrenci belgesi, sınav sayısının

artırılması, yeterlilik sınav puanının düşürülmesi gibitalepleri kabul edilirken, içinde öğretim görevlilerininbulunduğu bir komisyon kurulma kararı söz konusuoldu. Yalnız kurulan komisyona öğrenciler dahiledilmek istenmedi ve Remedial öğrencilerin kendisorunları hakkında söz söylenmesi engellendi.

Remedial öğrenciler, 30 Kasım Cuma günü bireylem daha gerçekleştirdiler. Kuzey Kampüskütüphane önünde toplanan öğrenciler, kampüs içindebulunan kantin, YADYOK binası ve yurtlara giderek,ajitasyon konuşmaları ile öğrencileri eyleme davet etti.Konuşmalarda Remedial öğrencilerin yaşadığısorunlardan bahsedilirken, bu sorunun tüm Boğaziçiliöğrencilerin sorunu olduğu ifade edildi.

Daha sonra Kuzey Kampüs’ten Güney Kampüs’edoğru yürüyüşe geçen öğrenciler yolu keserek, GüneyKampüs içinde bulunan YADYOK binasının önünegeldi. Alkışlar ve sloganlar eşliğinde binanın içinegiren öğrenciler, derslerde olan hazırlık öğrencilerineajitasyon konuşmaları yaptı. Ardından içeride oturanöğrenciler, verilen İngilizce dersi ile temsili bir dersyaptılar.

EÜ’de saldırılara tepkiEğitim-Sen İzmir 3 No’lu Üniversiteler Şubesi’nin

çağrısı üzerine, “Öğrencime ve akademisyenimedokunma” şiarıyla 4 Aralık günü Ege Üniversitesimetrosunda toplanan kitle, Edebiyat Fakültesi’nekadar yürüyüş gerçekleştirdikten sonra basınaçıklaması okundu.

Basın açıklamasını İzmir Eğitim-Sen 3 Nolu ŞubeBaşkanı Ulaş Yasa okudu. Basın açıklamasında dönembaşından beri Ege Üniversitesi’nde devrimci,demokrat öğrencilere yönelik polis-idare işbirliğindeyoğun bir baskı ve sindirme politikasının yürütüldüğü,bunun yanında Edebiyat Fakültesi’ndeki akademisyenProf. Dr. Nilgün Toker ve diğer akademisyenlereyönelik sözlü sataşma, hakaret ve tehditlerdebuunulduğuna, gözaltına alınmaya çalışıldığına vurguyapıldı.

Basın açıklamasına Öğrenci İnisiyatifi de“Üniversiteler bizimdir bizimle özgürleşecek! Katilpolis ve ÖGB terörüne son!” yazılı ozalit açarakdestek verdi.

Öğrenci İnisiyatifi çalışmalarına başladı

Devrimci gençlik örgütlerinin bir araya gelerekoluşturdukları Öğrenci İnisiyatifi, geçen hafta polis veÖGB terörünü teşhir eden ve Ege Üniversitesi’ndepolis tarafından öldürülen Ali Serkan Eroğlu’nuanlatan ozalitler asarak çalışmalara başladı.

3 Aralık günü, “Katil polis ve ÖGB terörüne son!”şiarlı afişler kampüsün çeşitli noktalarına asıldı. AyrıcaAli Serkan Eroğlu’nu anlatan ozalitler ile emperyalistsavaş ve saldırganlığa karşı hazırlanan duvar gazetesikampüsün en yoğun olan üç noktasına asıldı. AliSerkan Eroğlu’nun katledilişinin yıldönümü olan 24Aralık gününe kadar Öğrenci İnisiyatifi çalışmalarınadevam edecek.

Öğrenci İnisiyatifi’ni Ekim Gençliği, DÖB,Devrimci Gençlik, DİP, Kaldıraç, DPG ve EÖColuşturuyor.

Ekim Gençliği / Ankara-İstanbul-İzmir

Üniversitelerden...

1 Aralık 2012 / Boğaziçi

Page 31: Sİ Kızıl Bayrak 12-48

CMYK

EKSEN Yayıncılık Büroları

Sönmez İş Sarayı Kat: 3 No: 220 Heykel / BURSA Tel: 0 (224) 220 84 92 İzmir Cad. Halilbey İşhanı D-9/13 Kızılay / ANKARA

TAYAD’lı Aileler, 1992 yılında kaybedilen ve eski özel harekatçı Ayhan Çarkın’ın kendi elleriylegömdüğünü söylediği Ayhan Efeoğlu’nun cenazesini aramak için 1 Aralık’ta Silivri’ye gitti. Çarkın’ınitiraflarının ardından yapılan aramaların yüzeysel olduğunu belirten TAYAD’lı Aileler, Efeoğlu’nuncenazesini kendi elleri ile aradı.

Silivri’deki Beyci Köyü yakınlarındaki ormanlık alanın 3 farklı noktasından arama çalışmalarına başlayanTAYAD’lı Aileler, aramalarda 4 parça kemik, parçalanmamış bir hırka, halı parçası ve parçalanmış birayakkabı buldular.

Hırkanın üzerinde delikler olduğunu belirten aileler, hırkanın Efeoğlu’na ait olabileceğini, Efeoğlu’nun birfotoğrafında üzerinde hırka olduğunu hatırlattılar. Kemiklerin insana ait olup olmadığı ise henüz bilinmiyor.

Silivri Savcısı ve olay yeri inceleme polisi arama yapılan alana gelerek etrafı şeritlerle kapattılar. Bulunaneşyaların tutanakla teslim edildiği savcı aramanın genişletilmesi talimatı verdi ve uzman ekipler daha genişbir alanda arama yapmaya başladılar.

Pendik Pir Sultan Abdal Kültür Derneği veCemevi’nin düzenlediği “Birlik ve beraberlikFutbol Turnuvası’na “SMURF” takımı da katıldı.Aydın Oran Halı Saha Tesisleri’nde başlayanturnuvanın ilk maçları 2 Aralık günü SMURFtakımı ile Susuz Köyü Derneği’nin karşılaşmasıaynı anda başka grupların maçları ile devam etti. Bgrubunda bulunan maçta Susuz Köyü- SMURFtakımına fark attı. SMURF takımı halı sahaya“Gençlik gelecek, gelecek sosyalizm!” şiarlı,SMURF isminin anlamı olan “Kızıl Bayrak AltındaSavaşan Sosyalist Gençler” pankartı ile katıldı.

Kızıl Bayrak / Pendik

Silivri’de kemik bulundu!

Ankara’da Tıp, Diş Hekimliği Ve SağlıkBilimleri Fakülteleri’nden 13’ü tutuklu 47öğrencinin, “terör örgütü üyeliği”nden yargılandığıdava 5 Aralık’ta görüldü.

Adliye önünde eylem

Tutuklu öğrencilere destek olmak, davayı takipetmek, parasız sağlık mücadelesini büyütmek için birçok devrimci, demokrat, ilerici kurum, sendika, oda,sağlık öğrencileri ve akademisyenler adliye önündetoplandı.

SES ve TTB adına konuşmalar yapıldı.Konuşmaların ortak vurgusu öğrencilerin “sağlıktadönüşüm yasasına gösterdikleri tepkiden ve sağlıkhakkını savunmalarından korkan devletintutuklayarak toplumsal muhalefeti sindirmeyeçalışması oldu. Sağlık hakkı mücadelesinin aslabitirilemeyeceği ve artarak devam edeceği dekonuşmalarda sıklıkla ifade edildi.

Akademisyenler de söz alarak öğrencilerine sahipçıktıklarını ifade ederek, mevcut fakülte veüniversite yönetimlerini eleştirdiler.

Konuşmaların ardından yargılanan öğrencileradına basın açıklaması okundu. Açıklamadatoplumsal muhalefetin sindirilmeye, susturulmayaçalışıldığı ifade edilerek bu davanın da bunun birparçası olduğu belirtildi.

Davanın sonunda 13 tutuklu öğrencinin tamamıserbest bırakıldı.

Kızıl Bayrak / Ankara

Mücadele Postası

13 tıp öğrencisiserbest

Pendik’te futbol turnuvası

Devrimci Liseliler Birliği (DLB), 29 Kasım Perşembegünü Esenyurt İşçi Kültür Evi’nde film gösterimigerçekleştirdi.

Charlie Chaplin’in, kapitalizmin işleyiş yasalarınıanlattığı, makineleşme ve yabancılaşmayı konu alan ‘ModernZamanlar’ filminin gösteriminin çağrısı, önceki günlerdebölgedeki çeşitli liselerde dağıtılan el ilanları ile yapıldı.

Yanı sıra bölgedeki otobüs duraklarına ve liseçevrelerindeki merkezi noktalara afişler yapıldı. Filmgösterimine Esenyurt’taki çeşitli liselerden liseliler katılırkenfilm gösteriminin ardından film üzerine sohbetgerçekleştirildi.

Liselilerin Sesi / Esenyurt

Esenyurt'ta film gösterimi

Page 32: Sİ Kızıl Bayrak 12-48