§osyal Billimlerisamveri.org/pdfdrg/D00903/1988_1/1988_1_ICMELIC.pdfProf. Dr. Tuncer GÜLENSOY .....

20
FIRAT DERGiSi §osyal Billimler 1988 : 2, SAYI : 1 ED IT OR Prof. Dr. Tuncer GÜLENSOY .. - ELAZIG

Transcript of §osyal Billimlerisamveri.org/pdfdrg/D00903/1988_1/1988_1_ICMELIC.pdfProf. Dr. Tuncer GÜLENSOY .....

Page 1: §osyal Billimlerisamveri.org/pdfdrg/D00903/1988_1/1988_1_ICMELIC.pdfProf. Dr. Tuncer GÜLENSOY .. -ELAZIG Fırat Üniversitesi Dergisi (Sosyal Bilimler) 1988 2 (1) 157-175 TÜRK-İSLAM

FIRAT ·ÜNİVERSİTESİ DERGiSi

§osyal Billimler

1988 CİLT : 2, SAYI : 1

ED IT OR Prof. Dr. Tuncer GÜLENSOY .. -

ELAZIG

Page 2: §osyal Billimlerisamveri.org/pdfdrg/D00903/1988_1/1988_1_ICMELIC.pdfProf. Dr. Tuncer GÜLENSOY .. -ELAZIG Fırat Üniversitesi Dergisi (Sosyal Bilimler) 1988 2 (1) 157-175 TÜRK-İSLAM

Fırat Üniversitesi Dergisi (Sosyal Bilimler) 1988 2 (1) 157-175

TÜRK-İSLAM TABABETİ VE DARÜ'Ş-ŞİFALAR*

Celô.lettin IÇMELI**

Türk-lslam kültürünün insanlığa ve onun saglığına verdiği değer büyük

bir yer işgal eder. Türkler tarih boyunca bu değere bağlı olarak sağlık işleriyle

uğraşmış, birçok hastaneler ve dinlenme tesisleri kurmanın yanında bunun ilmini

yapmayı da başarmıştır.

Bu müesseseler "vakıf'ların bıraklıkları gelirlerlerle yürütülen "hayrat"

müesseseleri olduğu kadar, o zamanın devlet yöneticilerinin benimseyip

yaptırdığı abidelerdir. Şifahanelerde, ubbın gelişmesinde etkili olan büyük he­kimler yetişmiş, dünyanın ve bizim halen yararlandı~ız birçok bilgileri eserle­

riyle yaymışlardır. Yazılmış olan eserler bau ve ülkemiz k:ptüphanelerinde mev­

cut olup, son yıllarda daha çok tercümeler yapılarak alana yayılmakta ve

tanınmaktadır lar.

Dfuiişşifa, İslam ve Tilrk dilnyasında pratik ve gözleme dayali sağlık bilgi­

leri veren, hastalan tedavi eden, eğitim ve sağlık kurumlarına verilen isimlerden

biridir. Dfuüşşifalar, orta çağ boyunca yer yer ve zaman zaman Dar-ül-Sıhha, Dar­ül-Afiye, Dar-ill-Reha, Dar-üt-Tıp, Maristan, Bimaristan, Bimarhane, kervansa­

raylarda geçici Tabhane (nekahathane) olarak da adlandınlmıştır (S. Ünver, 1943,

s. 168).

Dfuilşşifalar, insan ve hayvan sağlığını koruma ve hastalıklan tedavi amacıyla İslam aleminde Emevilerle başlayarak Abbasiler devrinde Suriye, Irak

ve Mısır'da aynı zamanda Anadolu'da gelişmiş müesseselerdir (R. Kazancıgit

1981, s. 27).

lslamiyetin ortaya çıkışı ve Hz. Muhammed'in ilme verdiği büyük değerle

cahiliye devrinden çıkan Araplar, kitaplara ve alimiere karşı büyük ilgi göstermeye başladılar. M.S. 5. yüzyılda Bizans'tan sürülen ve önce Urfa'ya, sonra

tran'daki Cündişapfır'a kaçan Nestoriyen papazları beraberlerinde memleketlerin-

(*) Bu makale, 23-26 Martl987 tarihinde Fıraı Üniversitesi'nde toplanan "Türk­lslô.m Tarifi, Medeniyet ve Kültüründe Fırat Havzası Sempozyumu"na teblig olarak sunulmuştur.

(**) YrdDoç.Dr., F.Ü. Fen-Edebiyaı Fakültesi, Psikoloji Ögretim Üyesi.

157

Page 3: §osyal Billimlerisamveri.org/pdfdrg/D00903/1988_1/1988_1_ICMELIC.pdfProf. Dr. Tuncer GÜLENSOY .. -ELAZIG Fırat Üniversitesi Dergisi (Sosyal Bilimler) 1988 2 (1) 157-175 TÜRK-İSLAM

den getirdikleri yazmalara ve ilme büyük merak duymuşlardı (N. Akdeniz, 1977, s. 15).

Aluncı yüzyılda Horasan'da Nasturi papazlarının açtıklan up okulunda up, felsefe ve din eğitimi yapılmaktaydı. İslam tıbbın ın esaslarını kuracak olan Nas­

turi'ler bugünkü Urfa ve Harran yörelerinde üniversiteler açmışlardır. tık tıp fakültesi ve hastanesi anlamında olan MARİST AN, Nasturiler tarafından kurul­

muştur.

İslam ıiibebeti, Abbasiler zamanında Bizanstan faydalanmışur. Abbasiler, Bizanslılar'la yaptıklan savaşlarda ganimct olarak Bizanstaki up, matematik, fel­

sefe gibi konulardaki eserleri alıyor, bunları Arapça ya da Süryaniceye çevirip

okuyorlardı.

· MARlSTAN deyimi daha sonraları B!MARlSTAN olarak degişmiştir. B imar, hasta anlamına gelme~tedir. lslfun ülkelerinde Kahire, Bagdat, Şam, Kon­

ya, Sivas, Kayseri ve Halep'te önemli bimfuistanlar vardı. Bimfuistan'ın çalışma

şekli, bugünkü hastanelerin şekline çok yakındır. Örneğin, intani, cerrahi, göz ve

akıl hastaları ayn ayn yerlerde tedavi edilirdi. Bimaristan'da içilecek ilaç ve ilaç

yerini tutacak maddelerin hazırlandıgı bir yer de bulunuyordu.

Birnarislanda çalışan hekimler maaş alırlar ve haftada iki gün iki gece

nöbet rutarlardc Tıp ögrenimi pratik ve teorik esaslara göre yapılırdı. Özellikle idrar tahlili o dönemlerde önem kazanmıştır. Birnarhane terimi uzun yıllar kul­

lanılmıştır. Daha sonra SlFAHANE ve DARÜŞŞtFA isimleri de kullanılmıştır. HASTANE de.yimi ise II. Mahmut'un eşi ve Abdülmecit'in annesi Bczmialem

Valide Sultan'ın adına izafeten verilmiş ve günlük dile gelmiştir (Bezmialem Gu­

rebayı Müslimin Hastanesi) (1. Nasuhioglu, 1975, s. 20).

Kur'an'da ve gerekse Peygamberimiz Hz. Muhammed'in hadislerinde tıp kurallan bilimsel bakımdan çok önem taşır. İnsan vücudunun temizliği, fazla ye­

mek yememek, zararlı besin maddelerinden ve alkolden kaçınma, namaz kılma ve

bu esnada ruhirahatlama ve Allaha yönelme, insan saglığını koruyan ve onu dai­ma mükemmel bir hale getirmeyi amaçlayan Çok önemli kurallardır.

Kur'an'da n isa, maide, bakara ve en'am surelerinde çok değerli hijyenik k'll­

rallar vardır. Örneğin, Kur'anı Kerim'in nisa suresinin beşinci ayetinde "Allahın sizi koruyucu kılmış oldugu mallarınızı akılsızlara vermeyin, kendilerini bun­

ların geliri ile nzıklandınp giydirin ve onlara güzel sözler söyİeyin" huyurulmak­

tadır (A. Songar, 1986, s. 7).

158

Page 4: §osyal Billimlerisamveri.org/pdfdrg/D00903/1988_1/1988_1_ICMELIC.pdfProf. Dr. Tuncer GÜLENSOY .. -ELAZIG Fırat Üniversitesi Dergisi (Sosyal Bilimler) 1988 2 (1) 157-175 TÜRK-İSLAM

Müslüman Türklerde de deli, yardım edilmesi, korunup kollanması gere­

ken kimse olarak telak.ki edilirdi. Yine Hz. Muhammed, hekimlere özel bir saygı

gösterirdi ( t. Nasuhioğlu, 1976, s. ı 7-25). Tabiplik lslam dininde çok şerefli bir

meslek olarak yer. almıştı. O dönemlerde hekimlerin başları ve murakıplan vardı.

(N. Akdeniz, 1977, s. 15-16). Daha sonraları İslam ve Osmanlı kültüründe tıp il­

mine v~rilen büyük önem Kur'an ayetleri ve Peygamberimizin hadisleriyle

pekiştirilmiştir. Tıbb-ı Nebevt, Hz. Muhammed'in tıbbi hadislerinin toplandığı

eserdir (N. Akdeniz, 1977, s. 18).

Dokuz ile on ikinci yüzyıllar arasında ise Zekeriye el-RAZİ (854-932),

FARABi (870-950), Ebfı Reyhan El-BlRÜNl (973-1051), Ebulkasım ZEHRAVl

(936-1013), 1BN1 SlNA (980-1037), 1BN1 RÜŞD (1126-1270) gibi büyük filozof

hekimlerin ortaya çıktı~nı ve bunların büyük eserler verdiğini görüyoruz.

Mısır'da Tolunoğullarından Ahmet Bin Tolun'un 875 yılında yaptırdığı

darüşşifa büyük ün kazanan ömeklerdendir. Yine Melikşah'ın (1055-1092) ordu­

sunda seyyar bir hastane, çok sayıda hekim, cerrah ve yardımcı personelin bulun­

duğu bilinmektedir. 1071 Malazgirt zaferiyle Anadolu'ya yerleşmesi kesinleşen

Selçuklu Türkleri !sHim dünyasının ilmini ve böylece de tıbbını benirnse­

rnişlerdir. Gerek tıp ve gerekse diğer ilimlerde Türk-lslam tababetine emeği geçen

isimleri kısa da olsa tanımak yerinde olacaktır'.

Ebubekir RAZİ (854-932), Tahran civarında doğmuş, önceleri müzik, ede­

biyat ve gilzel sanatlar ile ilgilenmiş, 30 yaşından sonra tababet ve felsefeye

yönelmiştir. Bağdat'da Adubi bimaristanında başhekimlik yapmıştır. "Çiçek

Üzerine" isimli kitabında infeksiyon hastalıklarından bahseder. Razi'nin Lalin­

ceye çevrilen birçok eserleri Venedik ve Milana'da basılmış ve yıllarca Avrupa

tıp okullarında okut111lmuştur. Razi, yaraların koterizasyonu'nu uygulamış, alkolü

ve civayı maymunlar üzerinde denemiş ve deneysel tababet ve farmokolojinin

öncülüğünü yapmışbr. Diğer eserleri arasında "El-Havi" ve "Kitab-El Mansuri"

sayılabilir.

FARABl (870-950), Türkistan'daFarab'da dogmuştur. Aristo'nun felsefe­

sini benimsemiş, Aristoloji, mantık, fizik, matematik, kimya ve tıp okumuştur.

Değerli bir hekirndir. Ancak felsefi yönü daha a~ basar. Yüze yakın eseri vardır.

"lhsa aı U1ilm" adlı kitabı ilk islam ansiklopedisi sayılır. Diğer bir orjinal eseri

"Kitab-ül Musuki"dir. Bu eser Avrupa'da musiki teorilerine temel teşkil eder.

Ebil Reyhan El B!RÜNl (973-1051), onbirinci yüzyıla damgasını vurmuş bulunan, astronom. matematikçi, etnolog, farmokolog, fılozof ve coğrafyacı

olup, çok yönlü bir bilim adamıdır. Ça~na öncülük yapmışbr. "Sorular ve Ce­

vaplar" isimli eserinde fızik ve astronomi ile uğraşmıştır. Hindistan üzefi:nde

159

Page 5: §osyal Billimlerisamveri.org/pdfdrg/D00903/1988_1/1988_1_ICMELIC.pdfProf. Dr. Tuncer GÜLENSOY .. -ELAZIG Fırat Üniversitesi Dergisi (Sosyal Bilimler) 1988 2 (1) 157-175 TÜRK-İSLAM

büyük incelemeleri vardır. Yine "Kanun-~1-Menidi" is~mli eseri astronomi

üzerine, "Kitab-ül Saydala fil-Tıb" isimli eseri ise şifalı bitkiler üzerinedir.

lBNt SlNA (980-1037), Türkistaİı'da Afşin kasabasında doğmuştur .. Babası sarraf olup, on yaşında iken Kur'anı ezbere bitiyordu. lbni Sina 16 yaşlannda

iken mantık, matematik, felsefe, fizik ve geometri ile tıp ögTenmiştir. Genellikle

gezici bir hayat sürmüş, bir ara Ramedan'da başvezir olmuştur." El-Kanun Fit

Tıbb" isimli eseri 21 cilttir. Rçınesansa kadar eserleri up okullarında okutul­muştur. Mide ülserini, kızıl, kızamık, çiçek gibi hastalıkları tanımlamıştır (1.

Nasuhioglu, 1975, s. 1 19-122). lbni Sina bu eserinde Galenos ubbı üzerinde ye­

niden ilaveler, incelemeler yaparak kendisinden sonra alu yüzyıl tıp alemine ha­

kim olacak bir eser vücuda getirmiştir. ünüçüncü yüzyılda Latinceye çevrilmiş,

onbeşinci yüzyılda İtalya'da Arapça basılmış, sonra İbranice, !ngilizce ve Fransızcaya, 1945-1960 yılları arasında ise tamamı Rusça'ya çevrilmiştir

(C.Arabacıo~lu, 1983, s. 82).

Kanun isimli eserinde orjinal fıkir ve gözlemler yer alır. Ömeg-in, gög-üs

orta zarı iltihabıyla, zatülcenbin birbirinden ayırt edilmesi, intani hastalıklarda

suyun ve topragın rolü, cilt hastalıklarının nitelikleri ve tafıımı gibi birçok önemli noktalar vardır.

Matematik konusunda teknikten daha çok felsefi bakımdan çalışma

yapmıştır. Fizikte .zamanının hemen her konusuna de~inmiş, ışık hızının ses hızından çok fazla olacag-ını ifade ebniş, jeoloji ve ıı:ıadenlerle ugTaşng-ı da eserle­

rinde görülmüştür (A. Adıvar, 1969, s. 112-1 13).

İbni Sina, psikiyatride "analitik tedavi" metodunu ilk defa bulan kimsedir. O, hastanın nabzını eline alır ve onunla konuşurken nabız değişikliklerini ince­

ler, böylece hastanın ruhi tahlilini yapardı (A, Songar, 1986, s. 8). lbni Sina

yine beyinle hisler ve hareketler arasında ba~lanuların sinirler arac~ığıyla

sağlandı~ını, ayrıca ruhun objektifbir varlık olmadığını, fakat bedenin tüm mek­

anizmalarını işleten "ruh"un bedenden ayrılırsa bedenin canlılık özelli~ kaybe­

deceğini belirtir (A. Songar, 1980, s. 4).

. Akıl hastalannın birer hasta insan olarak kabu1 edilmelerinin tarihi şerefi

Türklere aittir. İbni Sina hastalara merhametle muamele edilmesini ve insanca

balalmasım tavsiye edenlerden biridir.

lbni Sina'dan sonra lsllim tababetinin temsilcileri olarak Ebulkasım

ZEHRAVl (936-1013) gelir. Zehravi, cerrahi alanında büyük bir üsiaddır. "Kitabül Cerrahi ye" ve "Al-tasrif fit Tıb" isimli eserleri çok değerlidir. Bu kitapta

160

Page 6: §osyal Billimlerisamveri.org/pdfdrg/D00903/1988_1/1988_1_ICMELIC.pdfProf. Dr. Tuncer GÜLENSOY .. -ELAZIG Fırat Üniversitesi Dergisi (Sosyal Bilimler) 1988 2 (1) 157-175 TÜRK-İSLAM

cerrahi aletlerin resimleri, ameliyat teknikleri izah edilmektedir. Diğerleri ise lbni

ZÜHR (1094-1162), mide kanserini ıarif eder. lbni RÜŞT (1126-1198), özellikle

farınokoljide isim yapmış. lbni BAYTAR (1197- 1248), hekim ve eczacılık

yapmış, ayrıca botanilc çalışmaları için çok seyahat yapmış olup, lbni USEYBE

ise (1200-1270) tıp tarihi kitabı yazmış kimselerdir.

Ailadolu'da orta ça~da Selçuklular devrinde akıl hastalannın tedavileri ile

u~aşan HASTANE KÖY'lerin varlıgı bilinmektedir. Bu hastane köylerde hasta­

lar ücretsiz parındırılıp tedavi edilmekte, buna karşılık o köyün halkı da ziraat ve

ticaretinden elde etti~i kazancından vergiden muaf tutulmakta idi (A. Songar,

1986, s. 8).

Birer dini ve sosyal kuruluş olarak ortaya çıkan tekkeler'inde bu konuda

büyük hizmetleri olmuştur. Akıl hastalarını tedavi eden tekke şeyhleri, hatta bu işi nesiller boyu görev edinmiş aileler vardır. Bunlar arasında Karacahmet'in özel

bir yeri olduğu, onun adına yazılmış ilahiterin olduğu ve bu tekkelerin yedi

yüzyıl yaşadığı, buraya getirilen hastalara çeşitli ruhi tedaviler uygulanıp, tekkede

imal edilen özel ilaçlann içirildiğini ve akıl hastalarının tedavisi için özel yeme~

rejimleri verildiği yirıe A. Songar tarafından belirtilmektedir (A. Songar, 1980, s.

3).

DARÜŞŞİFALAR

Türk-lslfun tababetinde çeşitli sağlık müesseseleri iftihar verici bir nitelik

taşır. örneğin,lbni Tolun 976 yılında Kahire'de Tolunoğlu hastanesi, camü, ecz­nesi ve hamarnı ile örnek bir sağlık tesisi yapmıştır.

Büyük Selçuklu lmparatorluğıfnda sultanlar tıp ilmini korumuşlar ve

birçok darüşşifılar kurmuşlardır. Miladi 1066'da Şam'da Nurettin Mahmut,

1072'de Bağdat'da Nizamülmülk, 1122'de Mardin'de Necmettin Gazi, 1154'de

Şam ve Halep'te Nurettin Şehit, 1 156'da Musul'da Gökbörü ve Erbil sağlık tesis­

leri, 1 187'de Akka'da Selahattin Eyyübi hastanesi, 1205'de Kayseri'de Kılıçaslan'ın kızı Gevher Nesibe Hatun, 1217'de Sivas'ta 'lzzettin Keykavis I

şifahanesi, 1228'de Divriği'de Turan Melik, 1235'de Çankın'da Cemalettin Ferruh

lala, 1248'de Şam'da emir Seyfettin Kaymeıi, 1255'de Konya'da Kemalettin Kara­

tay, 127l'de lsfahan'da Terken (Türkan) Hatun, 1273'de Kastamonu'da.Atabey,

128l'de Şam'da Kaymeri Eyyubi hastanesi, 1284'de Kahice'de Kalaviın hastanesi,

1308'de Amasya'da Olcaytü'nün haremi llermiş hatun, yine 1308'de Şam'da

Kaymer hastanesi, 1310'da Tebriz'de Reşihuddin darüşşifası, 1352'de Halep'de

161

Page 7: §osyal Billimlerisamveri.org/pdfdrg/D00903/1988_1/1988_1_ICMELIC.pdfProf. Dr. Tuncer GÜLENSOY .. -ELAZIG Fırat Üniversitesi Dergisi (Sosyal Bilimler) 1988 2 (1) 157-175 TÜRK-İSLAM

Argun Kamil, 1399'da Bursa'da Yıldırım B~yezid, 1488'de Edirne'de Sultan II. Baeazid, 1550'de İstanbul'da Haseki Hurrem Sultan ve 1556'da Süleymaniye,

1583'de Üsküdarda·Nurbanu Valide Sultan, 1617'de İstarıburda II. Ahmet ta­

rafından kurulan ve değişik adlarla anılan darüşşifalar en önemlileri sayilır (R. Kazancıgil, 1981, s. 27-28, l. Nasuhioğlu, 1975, s. 124).

Birer kamu hizmeti gören dfı:rüşşifalar temeli vakıOara dayanan halk ve

hanedanın hayır kuruluşlandır .. İslam vakıflarının esaslarına göre düzenlenen vakıfnamelerde kuruluş amacı, bağlanan gelir kaynakları, kuruluştaçalışan hekim

ve diğer personel, çalışma şarLları ve hakları, gelirin dağıLılması, kuruluşun

yönetimi en ince detaylarına kadar tesbiL edilir ve denetlenmesi de belirtilir.

"Bu kurumlar, hastaları Ledavi ile uğraşırken aynı zamanda vakfıyelerinde­

ki kayıt ve şartlara göre aldıkları medrese mezunlarını usta hekimler yanında staj

yaptınp pratik olarak çalıştım ve uzman hekim yetiştirirlerdi" (Türk Ansiklope­

disi, 1943, 1964, 1972).

Selçuklular döneminde, hükümdar Melik Şah'ın vezU:i Nizamül-mülk, Bağdat'ta Nizarniye medresesini kurmuştur (1066-1137). Bugunkü anlamı ile

dünyanın ilk üniversitesidir. Nizarniye medresesinde hukuk, astronomi, matema­

tik, din ve filoloji gibi bilim dalları mevcut idi. Aynı eğitim modeli Diyar­

bakırdaki Mesu~ye Medresesinde de uygulanmıştır.

Selçuklular döneminde up ve Up kuruluşlan çok ilerlemişti . Bu dönemde

kalp muayenesi, nabız ve ateş kontrolü, idrar tahlili yapılıyordu. Anadolu'da ilk

tıp uruluşlarından en önemlisi Artukıuıar devrinde inşa edilen ve bugün .mimari eser olarak abul edilen MESUDlYE :MEDRESESl'dir. Artuklular, 10985-1232

yıllan arasında Diyarbalar ve çevresinde hüküm sürmüşlerdir. Mesudiye medrese­

si, ·ı198 yılında Artuklu hükümdan Ebfı Muzaffer Sökmen II zamanında

yapılmaya başlamış ve zamanla yeni ilavelerle büyütülmüştür . . Burada astr~mo­

mi, tıp, fizik, matematik, kimya, biyoloji ile edebiyat ve felsefe okutıılmakta ve bilimsel tartışmalar yapılmaktadır.

KA YSERl DARÜŞŞ!FASI yine anadoludaki ilk tıp merkezlerindendir. 1206'da Gevher Nesibe Sultan tarafından kurulmuş ve onun ölümü ile Sultan

Gıyasettin Keyhüsrev tarafından tamamlanmıştır. Orijinal olarak, kadrosunda iç hastalıkları, cerrahi, göz hastalıklan müteahassısı ile eczacı bulunuyordu. Bu

darüşşifa yüzyıllarca faaliyette bulunmuştur q. Nasuhioğlu,-1975, s. 126).

1217'de Selçuklu hükümdarı Sultan Keykavus tarafından Sivas'ta

DARUŞŞlFA VE TIP MEDRESESl kurulmuştur. Kayseri'dekinden daha büyük

162

Page 8: §osyal Billimlerisamveri.org/pdfdrg/D00903/1988_1/1988_1_ICMELIC.pdfProf. Dr. Tuncer GÜLENSOY .. -ELAZIG Fırat Üniversitesi Dergisi (Sosyal Bilimler) 1988 2 (1) 157-175 TÜRK-İSLAM

ve teşkilatlıdır. Bugünkü anlamı ile bir up sitesidir. Sultan Keykavus'un bilim

adamlarına saygı göstermesi, aynca güzel sanatlar ve diger kollan ile de ilgilen­

mesi, bu dönemde büyük ileriemelerin nedenini teşkil eoniştir. Garip bir tesadüf

eseri olarak medreseyi yaptırdıkı.an sonra, tüberkiloz hastalıgına yakalanıp aynı

yerde redavi görmüş ve ölümünde yaptırdıgı yere gömülmüştür.

Sivas Darüşşifası vakfıyesinde (1217), ı.abip, cerrah ve yardımcıların ne

gibi nitelikleri olduğu ve aldıgı ücretler belirtilmektedir. Aynca burada usta-çırak

usulüyle he!qm yetişti.rildigi ve bir de başhekim oldugu belirtilmektedir (N. Ak­

deniz, 1977, s. 16).

Anadolu'da 1299'dan itibaren Osmanlı dönemi başlar. Bu dönemde

öncelikle, Selçuklular devrindeki hastaneler çalışınalarma devam eonişlerdir. Tıp

kitaplan Türkçe yazılmaya başlar. Örnegin, Sabuncuoğlu Şerafetlin 1305

yıllarında Amasya şifahanesinde Operatör olarak çalışmış ve "Cerrahiyei

Uhaniye" isimli kitabını yazmıştır (1. Nasuhioğlu, 1975, s. 127).

AMASYA DARÜŞŞİFASI, Yakutiye mahallesinde bulunup aslında bir

medrese binasıdır. Gördü!tü vazife dolayısıyla 'Birnarhane' adım almıştır. Anadolu

Selçuklu devletinin yıkılmasıyla Amasya'nın bir müddetllhanlıların elinde bu­

lunması esnasında 13. yüzyılda nhanlı Hükümdan Olcayto Mehmet,Hüdabende

tarafından (1308-1309) yapılmıştır. Bir ha~ıane olarak düşünülmüş olan eser, 01-cayto Hüdabende'nin karısı nduş Hatunadına inşa ettirilmiştir. Olcayto tarafından

yaptırılan hastane hüv~yetindeki diğer bir yapı Sultaniye'dedir. Amasya

darüşşifasırun vaktiyesinin 1312 yılında tanzim oldugu belirtilmektedir.

Evliya Çelebi bu birnarbaneden "miskinler tekkesi" diye bahseonektedir.

Bir up medresesi olan kurumda tahsil yapmış birçok tıp alimi ve hocalıga tayin

edilmiş tabipierin bulunduğunu (1693-1815) tarihlerine kadar kaynaklardan

ögtenmekteyiz. Yani kurum 19. yüzyıl başına kadar medrese ve şifahane göreviiii

yürüı.inüştür. Ancak son yüzyıl içinde terkedilerek harap olmuştur (Vakıflar Ge­

nel Müdürlügü Yayını, 1972; s. 256-260).

İstanbul'un semtin (padişahlann adına yaptırılan büyük camii) camileri de

zamanının sosyal teşkilaunın tipik bir örneğidir. Camiierin yanında· daima fakir

ve acizleri beslerneye mahsus aşhaneler inşa edilir, buradan her fakif yemegini,

çorbasını, ekmeğini alır yerdi. Yine cami çevresinde medrese ögtencilerini

barındıran odalar bulunmaktaydı (A. Songar, 1986, s. 9).

Fatih Sultan Mehmet İstanbul'un fethinden sonra !stanbul Üniversitesi'nin

başlangıcı olarak kabul edilen MEDRESE'yi kurar. Bu medrese ve camiierin

163

Page 9: §osyal Billimlerisamveri.org/pdfdrg/D00903/1988_1/1988_1_ICMELIC.pdfProf. Dr. Tuncer GÜLENSOY .. -ELAZIG Fırat Üniversitesi Dergisi (Sosyal Bilimler) 1988 2 (1) 157-175 TÜRK-İSLAM

yanında bir de BlMARHANE yapurır (147.0). Esas adı "IHmarhane-i Ebulfeth

Fatih Sultan Mehmed" olan bu bina bir külliye teşkil eder. Fatih külliyesini

teşkil eden Fatih camü ve medreselerin inşası sekiz yıl sünnüş, caminin etrafında

medreseler, imaret, darüşşifa, çocukların Kur'an okuyacagı mektep, tabhane, ker­

vansaray, hamam gibi binalar yapılmıştır (N. Baylav, 1953, s. 1).

Tam anlamıyla bir üniversite olan bu külliyenin 16 medresesi, 600

öıtrencisi, 120 asistanı, 8 doç~nli, 30 profesörü faaliyet içinde olup, fıkıh,

mantık, tıp, biyoloji, fizik, astronomi ve matematik okutulmakta idi (1. Nasu­

hio~lu, 1975, s. 127).

İsmail Hakkı Uzunçarşılı'da, 1470'de Fatih Darülfunun'unun açılışından

bir müddet sonra ilahiyat, islam hukuku ve arap edebiyau fakültelerine ilaveten

Tıp ve matematik medreselerinin açıldığından bahseder (l.H. Uzunçarşılı, 1965,

s. 33).

Evliya Çelebi'nin anlatuğına göre bu hastanede 70 oda, 80 kubbe, 200

hastabakıcı ve doktorların başında bir başhekim varmış. Yataklar ceviz a~acından,

çarşaf ve gömlekler ipekten yapılmış, sazendeler onları eğlendirir, hastalar sülün

ve bıldırcın eti ile beslenirlenniş (A. Songar, 1986, s. 9).

Fatih Medresesinin ilmi teşkilatını kuran Sadrazam Mahmut Paşa ile Ali

Kuşçu bu dönemde mükemmel bir program hazırlamışlardır. Hariç medrese (ilko­

kul), dahil medrese (ortaokul), tedimmemusıle-isahn (lise), medaris-i semaniye

(üniversite) gibi devrelerden meydana gelmiştir (A.A. Adı var, 1943, s. 32).

Medaris-i' Semaniye'yi bitiren ö~enciler mühendis, hekim ve kadı (hakim)

olurlardı. Yine buraya bağlı tıp medresesinde okuyan öğrenciler hekim çıkıp bu

külliyedeki darüşşifa~da sLaj ve tatbikat görurlerdi (N. Baylav, 1953, s. 2).

Fatih darüşşifasında tıp ilminin pratik olarak usta-çırak usulüyle

öğretilrnekte olduğunu O. Şevki Uludağ belirtmektedir (O.Ş.Uludağ, 1925, s. 8).

Yine S. Ünver, O~manlı hastanelerinde usta-çırak usulüyle hekim yetiştirildiğini,

hekim olacak kişinin darüşşifa'da vak'a görüp, medresenin kütüphanesinde tıp ki­

tapları okuduğundan bahseder (S. Un ver, 1953).

Osmanlılar zamanında ilk hekimbaşılıgt müessesesini (bugünkü Sağlık

Bakanlığı), "Reis-ül Etibba" Fatih kunnuştur (l.H. Uzunçarşılı, 1945, s. 71).

Evliya Çelebi'ye göre Hekimbaşılık. önemli bir memuriyet olu~ 500

akçalı bir makam idi. O dönemde sarayda hekimbaşının dairesi ve eczanesi bulu­

nur, padişah ve ailesi hastalanırsa hekimbaşı bakardı (Evliya Çelebi Seyahatna-

164

Page 10: §osyal Billimlerisamveri.org/pdfdrg/D00903/1988_1/1988_1_ICMELIC.pdfProf. Dr. Tuncer GÜLENSOY .. -ELAZIG Fırat Üniversitesi Dergisi (Sosyal Bilimler) 1988 2 (1) 157-175 TÜRK-İSLAM

mesi, c. ı, s. 530). Bu dönemde yine darüşşifalarda cerrah ve kehha11erin (göz he­

kimleri) görev yaptıklan bilinmektedir. Fatih ve Haseki vakfiyelerinde cerrah ve

kehhallerin görev ve ücretlerinden bahsedilmektedir (S. Unver, 1940, s. 14).

Aynca Fatih darüşşifasında ve daha sonra Haseki darüşşifasında (1539) eczacılar

olduğu, bunların birçok terkipler yaptıkları, otları dövüp, şuruplar hazırladıklan

bilinmektedir (S. Ünver, 1932, s. 10).

Fatih Sultan Mehmet, çok değerli bilim adarnlarından olan Molla Hüsrev,

Ali Turi, M<:>lla Fenari, Lan-i Acemi ve Gaetalı Yakop Usta'yılstanbul'a getirt­

miştir.

Fatih darüşşifasında hastalara itina ile bakılır, tedavi edilir, verilen

ilaçlardan başka,. hastaların bazılan ruhi tedavi dahi göıürdü. Hatta burada musikı~ tedavisi ile hastalann ızdırapları teskin edilirdi (N. Baylav, 1953, s. 2).

Darüşşifa'nın kadrosunda bulunan hekime günde 20 akçe verildiği vakfi­

yede belirtilmektedir. Böylece Fatih'in hekimlere verdiği değer daha da

anlaşılmaktadır. Fatih'in keramet sahibi şeyhi ve aynı zamanda hekimi

Akşemsettin'dir (Şeyh Muhammed b. Hamza). ~mseddin'e ikinci lokman da

denilmekte olup, "Maddet-ül Hayat" isimli eseri vardır. Eser Tili'kçe yazma olup,

Millet kütüphanesinde bulunmaktadır (Millet'Kütüphanesi, No. 58/2).

Fatih devrinin önemli hekimlerinden Altuncu Zade (kuyumcu zade) bitki­

lerin isimleri ve faydalarını çok iyi bilip, idrar tutukluğuna dair sondayı çok iyi

kullanmaktadır (N. Baylav, 1953, s. 3). Yine Şerafettİn Sabuncuoğlu, hekimliğe

ı 7 yaşında başlamış, 1446 yılında Amasya'da hekimlik yapmış

"Mücerrebname"yi 1468'de yazmıştır. Eserde müshil, kuvvet, ferahlaucı ve

hazım ilaçlan ile sanlık, nezle, göz, diş, böbrek taşları, uyuz ve kulak ağrılarında

kullanılacak ilaçlar tanıtılmaktadır (N. Baylav, 1953, s. 3). Sabuncuoğlu'nun

diğer bir eseri "Cerrahiyetül Haniye" olup, bunu Fatih'e ithaf etmiştir.

Fatih devrinin diğer hekim ve yazarlan ise şunlardır: Lütullah b. Yusufıy­

ül HALİMI'nin nazari ve am~li olaı:ak. iki kısırnda yazılmış "kitab-i Farisi Mari- · zum-İlil Halimi" eseri Fatih camü kütüphanesinde bulunmaktadır (Harırni, Fatih

camii Kütüphanesi, no. 3639). Mehmet Bun LÜTFULLAH, "tıp müfredauna

ait" Arapça bir eser yazmış, Konyalı HACI PAŞA hekim ve fılozof olup, "şifaül

eskam", "devaül alam", "müntahib Şifa" isimli eserler vermiş; Ali AHMED

ÇELEBİ, Edirne darüşşifasında paştabiplik yapmış, mesane taşlan üz~rine Türkçe

eser y,azmış (S. Ünver, 1943, s.161-181); EBU HASAN ALl YAHYA," Kitab-ı Takvim-ül Ebdan"ı Arapça yazmış olup, eserde 44 hastalık ve sebepleri. ile ilaç

ve tedavileri belirtilmektedir (Eser Köprülü Kütüphanesi, no 960/l'de bulunm~-

165

Page 11: §osyal Billimlerisamveri.org/pdfdrg/D00903/1988_1/1988_1_ICMELIC.pdfProf. Dr. Tuncer GÜLENSOY .. -ELAZIG Fırat Üniversitesi Dergisi (Sosyal Bilimler) 1988 2 (1) 157-175 TÜRK-İSLAM

tadır; YAKUP EL-K!NDl'ye ait diger bir eser" Takvim:üs Sıhha'dır. Arapça'

yazılmış olup, besinierin deger ve faydalan belirtilmektedir (Köprülü

Kütüphanesi, no 960/2); Diger bir ekim Mesud B. HAK1M1v1ÜDDİN TABİB-lL HÜSEYNl olup, 35 fasıl olan "kitab-ü Fi Marifet-il Veca-il Mefasil'' eseri

yazmıştır (Topkapı Sarayı Kütüphanesi No 2005'de kayıtlıdır (N. Baylav, 1953,

s. 54).

SULTAN II. BAYEZİD KÜLLİYESİ DARÜŞŞİFASI

1485'de Edirne'ye gelen IL Bayezid'e Dr. Rıfat Osman şehrin bir hastaneye

muhtaç oldugundan bahseder. Bu külliyenin yapılışı 8 yıl sürer. Darüşşifanın or­

tasında kubbeli, fıskiyeli, havuzlu bir salon, etrafında kapalı ve açık odalar yer

a~. Odalarda şöminenin oluşu; şadırvan fıskıyesindeki su sesi ile verilen musiki hastaya sükun ve huzur vermektedir. Salondan dikdörtgen şeklinde bir bölüme

geçilir. Burada dört oda bulunup, oradan da büyük bir avlusu olan idari kısma (hastanenin hizmet işleri yürütülür) geçilir. Bu şifahanede daha çok akıl ve ruh

hastalarının tedavi gördügü bilinmektedir.

Evliya Çelebi Edirne Darüşşifasını ziyaretinde darüŞşifaya on şarkı

söyleyen, saz çalan kişileıJn tayin edilmiş oldugunu, bunların haftada üç,kere hastalara ve delilere musiki faslı icra ettiklerini ve musiki ilminde neva, rast,

dügah, çargah ve sfızinak makamlarının çalındıgtnı söyler (R. Kazancıgil, 1981,

s. 27-28). Oysaki Avrupa'da o yıllarda akıl hastalarının zincire vuruldugu bilin~ mektedir. Edirne darüşşifasında, hangi hastalara ne çeşit bir müzik tedavisinin iyi

geleceği hakkinda, önemli araştırma ve uygulainalar yapılmışQr (1. Nasuhioglu,

1975, s. 129).

A. Songar, Edirne'deki Bayezid külliyesinin bimarhanesinde saz ve şarkı

seslerinin odadan adayı intikali için çok enterasan bir akustik boru sisteminin oldugundan bahsederler. Ayrıca Songar, ruh hastalıklarında musiki ile tedavinin

ancak türk musikisinin ses ve melodi tabiiligi ve zenginligi ile mümkün olduğu,

tarih boyunca ort? asya Türklerinden beri musiki ile tedavinin tatbik edildiginin

bir gerçek oldugundan da bahseder (A. Songar, 1986, s. 10).

Osmanlılarda tababette müzigin nabız ve mizaçla ilgili oldugu kabul edi­

liyordu. Nabız hareketlerinin herbiri bir makarna uydurolmuş ve bu şekilde müzikle tedavi yöntemi başlamıştı. Bozuk ritirnli, yavaş ve hızlı ritimli nabızlar

hastalık belirtisi sayılırdı. Ayrıca müzik al~tlerinin çalış usulleri ve makam­

larının tesirleri mizaçiara göre degişirdi. bu nedenle her hastalığa uygun makam

ayrı idi. Örnegin, felç hastalıgına rast makamının iyi gcf(Iigi düşünülürdü (O.Ş.

Uludag, 1925, s. 70). ·

166

Page 12: §osyal Billimlerisamveri.org/pdfdrg/D00903/1988_1/1988_1_ICMELIC.pdfProf. Dr. Tuncer GÜLENSOY .. -ELAZIG Fırat Üniversitesi Dergisi (Sosyal Bilimler) 1988 2 (1) 157-175 TÜRK-İSLAM

Meşhur hekim Abbas Vesim, ilaç ile tedavi edilemeyen hastaların müzikle

sıhhate kavuştugunu söyler. Aynca soguk zamanlarda sıcak nagmeler, sıcak za­

manlarda ise soguk nagmeler okumak gerekligini anlatır {Abbas Vesim,

Ragıppaşa kitaplıgı, no 947, s. 500). Yine m üzikle tedavi maksadıyla . darüşşifalarda belirli gün ve saatlerde Mehter-hane-İ Hakani çalınırdı. Ayrıca bura­

larda musiki aletleri bulundurulur, sazendeler ve hanendeler müzik icra ederlerdi. Özellikle Amasya, .Fatih ve Beyazid darüşşifalannda m üzikle tedavi çok ku1-

lanılmaktaydı (Şuuri, Cerrahpaşa Tıp tarihi Kitaphğı, no. 279).

SÜLEYMANİYE KÜLLİYESİ

1555'de İstanbul'da. Kanuni Sultan Süleyman zamanında ikinci üniversite

olarak yapılmışur. Burada yetişen ve hekimlik yapan Şaban Şifai, .çocuk has­tatıkiarına dair "Tedbir-ül-Mevlfid" isimli kitabı yazmış ilk çocuk doktorudur (1.

Nasuhioğlu, 1975). Süleymaniye tıp mektebinde özellikle anotomi ilminin

gösterildiği ne dair vesikalar vardır. Herhangi bir yere tayin olunacak hekimler de

bilgilerini arurmak için burada anotomi ögrenirlerdi (S. Ünver, 1943, s. 169).

Süleymaniye külliyesinde, hastane, eczane ve tıbbiye medresesi bulun­maktadır. Hastane tam kadrolu olup, hekim, cerrah ve gözciller vardır. Akıl hasta­

Ianna ait ayn bir bölümü olan hastane, ondokuzuncu yüzyıl sonlarına kadar hiz­

met vermiştir.

16. yüzyılda Süleymaniye külliyesinden önce yapılan başka hastaneler de

vardı. Örneğin, 1514 yılında I. Yavuz Sultan Selim Üsküdar'da Karacaahmet'de

bir cüzzamhane yaptırmıştır. Cumhııriyet devrine kadar cüzzamlılar burada tedavi edilmişlerdir. Yine 1539'da Manisa'da Yavuz m. Selim'in eşi Hafza Sultan'ın

yaptırdığı şifahane 19. yüzyıl sonuna kadar faaliyetini devam ettirrniştir.

16. yüzyıl başlarında Hurrem Sultan'ın Mimar Sinan'a yaptırdıgı Haseki

Darüşşifası da büyük bir hastane olup, kadın ve erkek hastalar için ayrı payvonlar inşa edilmiş idi. İstanbuldaki sağlık merkezleri olan Haseki ve Süleymaniye

günümüze kadar muhafaza edilerek bugün bile onlardan yararlanılmaktadır. Yine

1583 yıllarında m. Murat'ın annasi Nucubanu Valde'de Üsküdar'da bir hastane

yaptırmış, daha sonra bu hastane Toptaşı'na taşınmıştır (S. Ünver,1943, s.I61-181).

Osmanlı devrine ait ağlık kurumlan kompleks bir yapı bütünlüğüne sahip

olup, camü, yüksek okul, kervansaray, hamam ve alış-veriş yerleri bir arada bu­

lunuyordu. Bu kompleks bina şekli · halkın sağlık, kültürel ve sosyal ili~

. 167

Page 13: §osyal Billimlerisamveri.org/pdfdrg/D00903/1988_1/1988_1_ICMELIC.pdfProf. Dr. Tuncer GÜLENSOY .. -ELAZIG Fırat Üniversitesi Dergisi (Sosyal Bilimler) 1988 2 (1) 157-175 TÜRK-İSLAM

tiyaçlarının hepsini karşılayabilecek durumçlaydı. 16. yüzyılı.n sonlanna dogru

Osmanlı ülkesinde 120 medrese, 89 hastane, 9000 öğrenci bulunmaktaydı

(!.H.Uzunçarşılı, 1965, s. 141-260).

Şunu söylemek gerekir ki dar'Jşşifa'da yetişen hekimler daha önce din,

fıkıh, felsefe, mantık, edebiyat okur, arapça ve farsça'yı ögt'enip bütün diğer ilim­

lere de vakıf olurlardı. Tababet derslerini ise medreselerin yanında bulunan

darüşşifada tamamlarlardı. Böyle bir ciddiyelle yetişen Osmanlı Devleti, feıhettiği

ülkelere hamamla temizlenmeyi, hastane ve bimarhanelerle tababeti, sosyal

müesseseleriyle de insanlığı götürmüştür.

Haseki ve Fatih darüşşifalarında yapılan ilaçlann sadece darüşşifaya

sıgınan hastalara değil, haftanın belirli günlerinde (pazartesi, perşembe) isteyen­

lere, muhtaç olanlara verildiği de belirtilmektedir (N. Taşkıran, 1972, s. 134).

Evliya Çelebi o dönemlerde (1611-1682), ecza yapan çeşitli esnaf gruplannın

çokluğundan bahseder. Bu esnaflar "koruk, çiçek, tarçın, zancefil'lerle macun ya­

par; hindiba, nane, gül sulanndan meşrubatlar; badem, servi kozalağı, ceviz ve

çeşitli şeylerden de yağ çıkartır satariardı (Evliya Çelebi, 1938, s. 532-533).

Dönemin önemli tabiplerinden Gevrekzade Hasan "risale-i kıyafetname"

isimli eserinde, insan vücudunun tedavisiyle meşgul olan kişinin feraset ilmini

de bilmesi gerekti~ini belirtir. Feraset, dış görünüşten, özellikle yüz çizgilerinden

ve tecrübelerden anlam çıkararak huy ve karakter keşvetme işidir (Gcvrekzade Ha­

san, Rısaıe-i Kıyafetname, 2695, s. 3). Bugün modem psikoloji ve psikiyatri'nin

doğuşuyla buna benzer çalışmaları Kretschmer, Ş~eldon, Corman ve Jqng gibi

kişiler de yapmış ve "tip teoriierini" ortaya atmışlardır (E. Kretschmer, Çev: M.

Turhan, 1949).

lnsanlann beden-yüz yapılarına bakarak, huy ve mizaç özellikleri ile yaka­

lanabilecekleri hastalık üzerinde sınıflama yapanlardan biri de Erzururnlu İbrahim

Hakkı'dır. 1. Hakkı "marifetname" adlı eserinde bu konulara açıklıkgetirmektedir

(1. Hakkı, sadeleştiren: T. Ulusoy, 1979).

Osmanlı Darüşşifalarında Hekimlik Vasfı:

Osmanlı darüşşifalarında görev yapan tabipler arasında bir hiyerarşi vardı.

Başı.abip bütün darüşşifadan sorumlu idi

Emir Çelebi, hekimin en önemli vasfı'nın, iyi ahlaki~, asil ruhlu ve güzel

huylu olması gerektiğini söyler (Emir Çelebi, Süleymaniye kitaplığı, no: 5330,

168

Page 14: §osyal Billimlerisamveri.org/pdfdrg/D00903/1988_1/1988_1_ICMELIC.pdfProf. Dr. Tuncer GÜLENSOY .. -ELAZIG Fırat Üniversitesi Dergisi (Sosyal Bilimler) 1988 2 (1) 157-175 TÜRK-İSLAM

s. 263). Haseki darüşşifası vakfİyesinde "hekimin selim kalpli, kerim ahlaklı,

güzel huylu, endişeden uzak, iyi iş yapar, ince kalpli, uysal huylu olması gerek­

tiği" belirtilmektedir (N. Taşlaran, 1972, s. 133).

Abbas V~sim, Şarih ve Mütercim-ill Hurfıf gibi hekimler de hekiml~

kişiliğini şöyle tanımlar. Hekim, do~uyu söylemeli, sözüne sadık olmalı, "

güvenilir olmalıdır. Yine hekim m.erhametli olmalı, tedaviye süratle giurreli, f yapılan tedavide yumuşak olup, dostluk lcunnalıdır. Alçak gönüllü olup kibirden

ve beıtenilmiş!ikten kaçınmalıdır. Hekim, kanaatkar olmalı, fazla para ve mala

ı.amah etmemelidir (Emir Çelebi, no. 3530, s. 262).

Önemli hekimlerden Hacı Paşa da hekimin vasınanndan bahsederken,

"acuna duygusunun yanında cesaretli olmalı, yerinde öltütleriyle çevresindekilere

yararlı bir kişi olmalıdır. Hekimin fıziki görünüşü düzgün, temiz ve bak.ımlı,

hareketlerinde ve giyinişinde bir uyum olmalı, gözünü haram olan şeylerden

kaçındırmalıdır" der. (Hacı Paşa, No. 3544, s.276).

Türk-lstam tababetinde hekim-hasta ilişkisine de değer verilmiştir. Önemli

hekimlerden Hacı Paşa ve Abbas Vesim'in bu konuda önemli görüşleri vardır.

"İster zengin, ister fakir olsun hekim ça~l~ığı her hastaya giuneli, hastalığın

gidişatı hakkında yaşar-yaşamaz diye belli bir zaman tayininden kaçJnmalıdır

(Hacı Paşa, No. 3544, s. 276). Yine Abbas Vesirn hekim'in, yoksul, kimsesiz

ve acizlere bakm~a Allah katında kıyamet günü azaptan kwtulaca~nı anlatır.

Hekim, ölecek olan hastanın dahi acılanru dindirmeli, ümidini kesmemelidir. He­

kim, ziyaretini uzun sürdtirmemeli ve hastaya yakın oturmalı, maneviyatını

yüksek tutmaya gayret etmelidir (Abbas Vesim, No. 947, s. 505).

Osmanlılar döneminde saray ve ordu'da hekimler görev yapmaktaydtlar.

Topkapı sarayı hariç (biyrun), dahil (enderiin) ve Harem-i Hümayun olmak üzere

üç bölümden meydana gelmiştir. Saray tabiplerinin sayısı 14-21 arasında

değişmiştir. 18. yüzyıl ortalarında 35 adet cerrah ve ı ı göz hekiminin olduğıınu

I.H. Uzunçarşili belirtmektedir·(l.H. uzunçarşılı, 1945, s. 462-464).

Osmanlı ordusunda da yine cerrahlar ve cerrahbaşı bulunurdu. Seferde

seyyar hastaneler için gerekli malzeme temin edilip da~ttlırdı. Harpte cerrahlar

kalfalanyla beraber sefere giderlerdi. 1805'de yürürlüğe giren Bahri ye kanunname- .

si yle savaş gemilerine hekim ve cerrahbaşı tayin edilmiştir (A.l. Gencer, 1977, s. 206).

OsmanWar döneminde llp eserleri daha çok arapça yazıldığından hekimle­

rin bu dili iyi bilmeleri gerekirdi. Bu kadar geniş topraklar üzerine yayılmı{GJan

169

Page 15: §osyal Billimlerisamveri.org/pdfdrg/D00903/1988_1/1988_1_ICMELIC.pdfProf. Dr. Tuncer GÜLENSOY .. -ELAZIG Fırat Üniversitesi Dergisi (Sosyal Bilimler) 1988 2 (1) 157-175 TÜRK-İSLAM

Osmanlı ülkesinin her yerine hekim ulaşamadığı için "sağlık el kitabı" şeklinde

yazılmış eserler hazırlanmıştır. Tıp yazmalannın daha çok Arapça ve Farsça ol­

masındaı:ı ve halkın bir kısmının yararlanamayaca~ı düşüncesiyle avam ya da yüksek tabakanın kullanabileceği Türkçeye çevrilmiş kitaplar hazırlanmıştır (Hacı Paşa, No. 7068/2, s. 47).

17. Yüzyıl ve Sonrası

IV. Murat'ın çıkardığı bir fermanla İstanbul'daki bütün sanat erbabı bir

resmigeçit yapmış, Evliya Çelebi bu resmi geçitte bulunmuştur. Seyahatname­

sinde bu resmigeçine 3064 tabip, cerrah, kehhal (göz hekimi) ve eczacı'nın olduğunu belirtir (Evliya Çelebi, 1938, s. 530-533).

III. Ahmet devrinde (1?03-1770), Sadrazam İbrahim Paşa'nın teklifiyle bazı ~ahil hekimlerin dükkanıarı kapatılmış, yeterli olanlara ise belge verilmiştir.

Yine bu devir-de bazı padiş~arın yahudi hekimler getirttikleri,. bunların vergiden

muaf turuldukları ve kendilerine özgü kıyafetle dolaşmalanna izin verildiği

görülmüştür.

14 Mart 1827'de Mustafa Behçet Efendi (1774-1834), modem tıbbiyenin

kuruluşunu sağlamıştır. 18~6'da "tıbhane", 1831'de "cerrahhane" açılmış, h~kim ve cerrah yetiştirilmeye başlanmıştır. Tıbbiye-i Şahane açıldıktan sonra bekirnde

aranan özellikler Osmanlı toplumunun temel ahlak anlayışıyla uyum göstermiştir.

Bu deyirde tabib Şanizade Ataullah ffendi (1771-1826), "Hamse-i

Şanizade" isimli 5 ciltlik ilk tıp kitabını yazmıştır. Bundan başka Kınmlı Aziz

Efendi Tıp Fakültesinde eğitimin Türkçe yapılmasını sağlamıştır. Abdulhak

~id'in babası, hekimbaşı Hayrullah Efendi ise "lügat-ı Tıbbiye" isimli kitabı

yazmıştır. Yine hekiilıbaşılar arasında mizahi ün kazanan Marka Paşa da önemli hekimler arasındadır.

18. yüzyılda eser veren diğer hekimler arasında şunları sayabiliriz. Ahmet Bin İbrahim, Süleymaniye tıp medresesinden mezun olmuş, saray hekimliği

yapmış, "teshil-üt Tedabir" isimli eseri yazmıştır. Katipzade Ref-i'nin, mafsal

ağrıları, mesane hastalığı ve panzehir risaleleri meşhurdur. Hekimbaşı Giritli

Nuh (ölüm 1707), İstanbullu Ali Efendi (ölüm 1747), Vesim Abbas gibi değerli

hekimler "cerrahname" isimli eser yazmış, Ayaşlı Şaban Şifai Efendi (ölüm

1 704), alim, şair ve hekim olup, Süleymaniye tıp medresesinde hocalık

yapmıştır. Yine Tokatlı Hacı Mustafa, 1765'de Ibni Sina'nın eserini Türkçeye

çevirmiş; hekimbaşı Gevrekzade Hafız Hasan Efendi ise ülem~ olup, ordu hekim-

170

Page 16: §osyal Billimlerisamveri.org/pdfdrg/D00903/1988_1/1988_1_ICMELIC.pdfProf. Dr. Tuncer GÜLENSOY .. -ELAZIG Fırat Üniversitesi Dergisi (Sosyal Bilimler) 1988 2 (1) 157-175 TÜRK-İSLAM

başılı~ı yapmış, Arapçadan birçok eserler tercüme etmiş, musiki ile tedavi, çiçek

hastalıkları gibi eserler yazmıştır (S. Ünver, 1943, s. 173).

Cesetler üzerinde tatbikat yapılması ve anotomi eğitimi ise ancak 1838'de

Dr. Bemard'ın padişahtan izin almasıyla gerçekleşmiştir (İslam Ansiklopedisi,

cilt 12/1, s. 200-201). \

1854 yılında .Kırım harbi nedeniyle İngiliz Hemşire Florcnce Nightingalf

(1810-1910), !stanbul Selimiye Kışiasma 40 hastabakıcı kadın ile gelerek up ta­

rihinde modern hemşireliğin temelini atmıştır.

1912 yılında !stanbul Darülfünun'u, 1920'de Amerikan hasr.anesi kurul­

muş, 1933'de ise Darülfünun kapatılarak yerine !stanbul Üniversitesi kurul­

muştur. Cumhuriyet döneminde Mazhar Osman Uzman, Topı.aşı bimarhanesindc başhekim iken, o zaman Reşadiye kışiası diye anılan eski askeri binaları ,

İstanbul Akıl ve Sinir Hastalıkları Hastanesı olarak tahsis ettirir ve böylece

Balarköy Akıl ve Sinir Hastalıkları Hastanesi kurulmuş olur (1927).

HARPUT'TA HASTAH ANE

Bu araştırmamızın ikinci kısmı, Harput'ta bir darüşşifa'nıii '(hastahane)

varlığından bahsetmek olacaktır.

Akkoyunlulardan Uzun Hasan'ın (Hasan Padişah 1453-1478) Harput'ta bir hastahane yaptırdığı bilirımektedir. Bu hastaneden sonra aradan 500 yıl geçmesine

ve nüfusun artmasına rağmen yeniden bir hastane yapılmadığı anlaşılmaktadır (t. Sunguroğlu, 1961, c. 1, s. 253).

Bununla ilgili olarak Harput Artuklulanndan son hükümdar olduğu

anlaşılan Nurettin artukşah'a ait bir kitabe son zamanlarda kalede ele geçmiştir. Kalenin batı duvannın burcunda bulunan kİtabelerin tetkiki için Nurettin

Arduçoğlu iskele ku.rdurmuş·, burcun son sıra taşlarını teşkil eden ve birkaç yıl içinde bazıları düşmUş olan kitabeler alınarak Harput müzesine koyulmuştur (N.

Arduçoğlu, 1964, s. 58).

Bu kitabeler 5 bloktan ibaret olup; bloklardan biri tarihi taşımakta (H

626, miladi 1228), diğeri ustanın adını, diğer üç blok ise harap ve noksan olup, üçüncü bloğun ikinci satır'ında "El-Melik ül-Muiz Nur üd-... " kelimeleri

görül~ektedir. Bunun bir hastane kitabesi olduğu kesindir. zira "marsan" kelime­

si "maristan"dan gelip, hastahane demektir. Yani yaptıranEl-Melik ül-M~iz Nu­

rettin'dir.

171

Page 17: §osyal Billimlerisamveri.org/pdfdrg/D00903/1988_1/1988_1_ICMELIC.pdfProf. Dr. Tuncer GÜLENSOY .. -ELAZIG Fırat Üniversitesi Dergisi (Sosyal Bilimler) 1988 2 (1) 157-175 TÜRK-İSLAM

Öyle anlaşılıyor ki Nurettin Artukşah_ tarafından Harput'ta büyük bir ihti­

malle kale dibinde yapılan şifahane zamanla harap olmuş, binasının taşlan kale­

nin tamiri esnasında Dabaz pınan karşısındaki burçta kullanılmıştır. Bu sırada şifahanenin kitabe bloklarından bir kısmı kaybolmuş, geri kalanlar ise bu iamirde

yapı taşı olarak kullanılmıştır.

İshak Sunguroglu'nun tesbitine göre Harput'ta ilk eczaneyi 1909 yılında

Amerikalılar Saraçhanebaşı mevl_ciinde açmışlardır. Bu yıllarda Harputta hekimlik yapaniann çogunun gayri müslim oldugu görülmektedir. Bunlar, Prot Hekimi

Artin Efendi (protestan lar Şehroz mahallesinde oturdukları için müslümanlar bu­

raya Protlar mahallesi demektedir), Doktor Mihail, Dr. Kamburyan, Dr. Vezney­an ve Dr. Herben Alkinson'durlar.

Harput'ta misyonerierin en ciddi müessesesi Mezre'de açılan ve birçok er­meni doktoru bünyesinde banndıran "Annie Tracy Riggs Hastanesi"dir. Bugünkü

Ruh ve Sinir Hastalıklan Hastanesinin bulunduğu yerde tesis edilmiştir. Burası sadece hıristiyanlık propagandasına bir üs ve kaçak ermcoilere yataklık vazifesi

görmüştür.

Doktor Henry Riggs'in başkanlıgı zamanında yapımına başlanan hasta­

neye Mr. Henry Alkinson da kuruluşta yardırncı olmuştur. Dr. Atkinsoi'ı'un

kansı Mrs. Hanjet Alkinson da 1902 yılında kocasıyla Amerika'dan gelerek has­

taların "analık" görevini üstlenmiştir. Beston'da 1976 yılında hatıralarını

yayınladıgt bayan Alkinson hemen eserinin başında şöyle demektedir. "Harput'ta

Ennenilerin yogun olduğu bölgede 1902 yıl!nda bir hastahane kurmak için,

Harvard'da tıbbi egitim görmüş olan eşirole Harput'a gittik. Yabancı misyon Amerika heyeti komisyonerieri tarafından desteklenen Fırat Koleji bünyesindeki

bir fakültenin yardımı ve Birleşik Devletlerindeki Amerikan ve Ermeni kaynak­

lannın sagladıgı sermaye ile Dr. Alkinson hastanesini Mezre yakınlarında

begenilecek derecedesıhhi bir yere inşa etti" (Harriet H. Atkinson, 1976, s. 3).

Alkinson 14 yıl çalıştıktan sonra 1915'de noel günü ölmüştür. Eşi bir yıl

daha hastanede çaİışmaya devam etmiş, 1917'de bir müddet kapalı kalmış ve Mrs. Alkinson daha sonra Harput'u terketmiştir.

Hastahanenin açık oldugu 1914 yıllannda masraflan Türkler tarafından karşılanmak üzere askerlerin hastanede tedavi edilmeleri istenmiş, önceleri 20 ve

60, daha sonra 100 kişilik kontenjan tanınmı~. ancak tedavinin yanında insanlık

ve şevkat duygularıyla yaklaşılıp dini propaganda yapmaktan öteye gidilmemiştir (0. Kılıç, 1986, s. 74-85).

172

Page 18: §osyal Billimlerisamveri.org/pdfdrg/D00903/1988_1/1988_1_ICMELIC.pdfProf. Dr. Tuncer GÜLENSOY .. -ELAZIG Fırat Üniversitesi Dergisi (Sosyal Bilimler) 1988 2 (1) 157-175 TÜRK-İSLAM

1924 yılında Üsküdar Toptaşı bimarhanesinden gelen (o zamanın sıhhiye vekili Dr. Refik Saydam tarafından görevlendirilen) Dr. Ahmet Şükrü Emed,

Türkiye'nin do~uda ilk akıl hastanesini teşkil edecek hizmeti "Beşkardeşler" deni­

len yerde başlaur. Daha sonra 1947 yılında Dr. l. Hakkı Gürhan, Amerikan m} . yonerlerine ait hastane ve araziyi satın alarak hastahaneyi buraya taşımışt Bugün b.u hastane bin yataklı ve modem bir binaya sahip müessese haline ge­

miştir (Elazı~ Ruh ~e Sinir Hastanesi 50. yıl Albümü, 1975, s. 15).

Son~ç olarak diyebiliriz ki, tabiplik İslam dininde çok şerefli bir meslek

olarak yer almış, 1071 Malazgirt zaferiyle Anadolu'ya yerleşen Selçuklu Türkleri,

tslam. dünyasının ilmini ve böylece tıbbını benimsemiş, Türk ı.ababeti parlak

devrini yaşamıştır.

Osmanlı tababeti Selçuklu tababetinin bir devamı niteli~inde olup,

Istanbul'un fethinden sonra 19. yüzyıla kadar şark karakterini muhafaza etmiştir.

Bu dönemde çok önemli şifahaneler yapılmış, hekimler yetişmişlir. Özellikle

Selçuk şifahaneleri zamanındaki Vakfiye hükümleri değişlirilmeyerek görevlerine

devarn eunişlerdir.

İstanbul'un fethinden 20. yüzyıl başın~ kadar çeşitli tarihlerde inşa edilen vakıf ve askeri hastanelerin sayısı eliiyi geçmiş, Türk hekimlerinin büyük bir

kısmı Anadolu, İstanbul, Edirne, Suriye ve Mısır'daki şifahanelerde yetişmişlir.

Tarihe damgasını vuran Türk-lslam bilgin ve tabiplerini rahmetle anınayı

bir borç biliriz.

KAYNAKLAR ABBAS Vesim, Düstür-ül Vesim (yazma eser) Ragıppa!ja Kitaplığı, No. 947.

ADIV AR, Abdulhak Adnan, Osmanlı Türklerinde llim, Istanbul, 1943.

ADIV AR, Abdulhak Adnan, Tarih Boyunca Ilim ve Din. Yükselen Matbaası, 2. basım, İstanbul, 1969.

AKDENIZ. Nil, Osmanlılarda Hekim ve Deontolojisi, Istanbul Üniversitesi Cerrah­pa!ja Tıp Fakültesi doktora tezi, Istanbul, 1977.

ARDUÇOÖLU, Nurettin. Harput Tarihi, Harput Turizm Derneği Yayınları, No. 1. İstanbul, 1964. ·

ARABACIOÖLU, Celal, lbni Sina, Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Yayınlan No. 8, Kemal Matbaası, Adana, 1983.

AT.K!NSON, H. Harriet, Mrs. Harriet H. Aıkinson's Eyewitness Account of the Mas­sacres at Harpoot, Sayı 1, Bosıon, 1976.

173

Page 19: §osyal Billimlerisamveri.org/pdfdrg/D00903/1988_1/1988_1_ICMELIC.pdfProf. Dr. Tuncer GÜLENSOY .. -ELAZIG Fırat Üniversitesi Dergisi (Sosyal Bilimler) 1988 2 (1) 157-175 TÜRK-İSLAM

BA YLA V, Niişid, Fatih Sultan Mehmed Devrinde Tıp Eserleri ile !laçlar, Kader Basımevi, Istanbul, 1953. · ·

ELAziÖ RUH VE SlNIR Hastalıklan Hastanesi 50. Yıl Albümü, Nurhak Gazete ve Matbaacılık Tesisleri, Elazığ, 1975.

EMIR ÇELEBl. Enmüzec-i Tıb, Süleymaniye-Fatih Kütüphanesi, No. 3530.

ERZURUMLU IBRAHIM HAKKI, Sadeleşıiren: Turgut Ulusoy, Marifetname, Elif Of­set Basunevi, !stanbul, 1979.

EVLlYA ÇELEBI, Seyahaınpne, D~vlet Matbaası, Istanbul, 1938.

GENCER, Ali İhsan, "Istanbul Tersanesinde Açılan lik Tıp Mektebi", Tarih Dergi­si, Sayı 31, 1977, Istanbul

GEVREKZADE HASAN, Rısale-i Kıyafetname, Üniversite Kitaplığı, (yazma eser) No. 2695. Istanbul.

HACI PAŞA, Şifa Tercümesi, Üniversite kitaplığı, (yazma eser) No. 7068/2, Istanbul.

HACI PAŞA, Kitab-ül Teshil Fi't ub, Süleymaniye-Fatih Kitaplığı, (yazma eser) No. 3544, !stanbul.

HALtMl (Lütullah b. Yusufiy-ül Hiilimi), Kitab-i Farisi Manzum-ilil Hiilimi, Fatih Camii Kütüphanesi (yazma eser), No. 3639, Istanbul.

KAZANCIGlL, Ratip, 1362-1920 yılları Arasında Edirne Ilindeki Sağlık Kurumları, Erenler matbaası, Istanbul, 1981.

KRETSCHMER, Emst, Çev: Mümtaz Turhan, Beden Yapısı ve Karakter, Doğan Kardeş yayınları, İstanbul, 1949.

KILIÇ Orhan, Harput'ta Ermeniler ve Misyoner Faaliyetleri, Basılmamış lisans tezi, Elazığ, 1986.

NASUHlOÖLU, llhami, Tıp Tarihine Kısa Bir Bakış, Diyarbakır Tıp Fakültesi yayını No. 9, Akyıldız Matbaası, Ankara,' 1975.

SONGAR, Ayhan, Psikiyatri-Ruh Hastalıkları, Serhat Dağıtım Yayınevi, 4. Baskı, Istanbul, 1980.

SONGAR, Ayhan, Ruh Sağlığı, Tercüman Aile ve Kültür Kitaplığı, Istanbul, 1986.

SUNGUROÖLU, Ishak, Harput Yollarında, Cilt l, Istanbul, 1961.

ŞUÜRİ, Ta'dil-ül Emzice, Cerrahpaşa Tıp Tarihi Kitaplığı, (yazma eser) No. 279, Istanbul.

TAŞKIRAN, Nimet, Hasekinin Kitabı, Yenilik Basunevi, Istanbul, 1972.

TÜRK ANSlKLOPEDlSl, Cilt 1, 12, 20, Maarif Matbaası, Ankara, 1943.

ULUDAÖ, Osman Şevki, Beşbuçuk Asırlık Türk Tıp Tarihi, !stanbul, 1925.

UZUNÇARŞILI, !smail Hakkı, Osmanlı Devletinin Saray Teşkilatı, Ankara, 1945.

UZUNÇARŞILI, tsrnail Hakkı, Osmanlı Devletinin limiye Teşkilatı, Türk Tarih Ku-rumu Yayıru, Sayı 17, Ankara, 1965. ·

ÜNVER, Süheyl. "Fatih Darüşşifası", Dünyada Tıp Dergisi, C~lt 2, Sayı. 5, 1953.

174

Page 20: §osyal Billimlerisamveri.org/pdfdrg/D00903/1988_1/1988_1_ICMELIC.pdfProf. Dr. Tuncer GÜLENSOY .. -ELAZIG Fırat Üniversitesi Dergisi (Sosyal Bilimler) 1988 2 (1) 157-175 TÜRK-İSLAM

ÜNVER, Süheyl, Fatih Darü~şifası, Istanbul, 1932.

ÜNVER, Süheyl, Fatih Külliyesinin lik Vakfiyesine Göre Fatih Darü~~i~ İstanbul, 1940. '

ÜNVER, Süheyl, Tıp Tarihi, Ahmed İhsan Basımevi, İstanbul, 1943.

VAKIFLAR GENEL MODÜRLÜÖÜ YAYINLARI, Türkiye'de Vakıf Abideler ve Eski Eserler I. Güneş Matbaacılık T.A.Ş. Ankara, 1972.

175