§osyal Billimlerisamveri.org/pdfdrg/D00903/1988_1/1988_1_ICMELIC.pdfProf. Dr. Tuncer GÜLENSOY .....
Transcript of §osyal Billimlerisamveri.org/pdfdrg/D00903/1988_1/1988_1_ICMELIC.pdfProf. Dr. Tuncer GÜLENSOY .....
FIRAT ·ÜNİVERSİTESİ DERGiSi
§osyal Billimler
1988 CİLT : 2, SAYI : 1
ED IT OR Prof. Dr. Tuncer GÜLENSOY .. -
ELAZIG
Fırat Üniversitesi Dergisi (Sosyal Bilimler) 1988 2 (1) 157-175
TÜRK-İSLAM TABABETİ VE DARÜ'Ş-ŞİFALAR*
Celô.lettin IÇMELI**
Türk-lslam kültürünün insanlığa ve onun saglığına verdiği değer büyük
bir yer işgal eder. Türkler tarih boyunca bu değere bağlı olarak sağlık işleriyle
uğraşmış, birçok hastaneler ve dinlenme tesisleri kurmanın yanında bunun ilmini
yapmayı da başarmıştır.
Bu müesseseler "vakıf'ların bıraklıkları gelirlerlerle yürütülen "hayrat"
müesseseleri olduğu kadar, o zamanın devlet yöneticilerinin benimseyip
yaptırdığı abidelerdir. Şifahanelerde, ubbın gelişmesinde etkili olan büyük hekimler yetişmiş, dünyanın ve bizim halen yararlandı~ız birçok bilgileri eserle
riyle yaymışlardır. Yazılmış olan eserler bau ve ülkemiz k:ptüphanelerinde mev
cut olup, son yıllarda daha çok tercümeler yapılarak alana yayılmakta ve
tanınmaktadır lar.
Dfuiişşifa, İslam ve Tilrk dilnyasında pratik ve gözleme dayali sağlık bilgi
leri veren, hastalan tedavi eden, eğitim ve sağlık kurumlarına verilen isimlerden
biridir. Dfuüşşifalar, orta çağ boyunca yer yer ve zaman zaman Dar-ül-Sıhha, Darül-Afiye, Dar-ill-Reha, Dar-üt-Tıp, Maristan, Bimaristan, Bimarhane, kervansa
raylarda geçici Tabhane (nekahathane) olarak da adlandınlmıştır (S. Ünver, 1943,
s. 168).
Dfuilşşifalar, insan ve hayvan sağlığını koruma ve hastalıklan tedavi amacıyla İslam aleminde Emevilerle başlayarak Abbasiler devrinde Suriye, Irak
ve Mısır'da aynı zamanda Anadolu'da gelişmiş müesseselerdir (R. Kazancıgit
1981, s. 27).
lslamiyetin ortaya çıkışı ve Hz. Muhammed'in ilme verdiği büyük değerle
cahiliye devrinden çıkan Araplar, kitaplara ve alimiere karşı büyük ilgi göstermeye başladılar. M.S. 5. yüzyılda Bizans'tan sürülen ve önce Urfa'ya, sonra
tran'daki Cündişapfır'a kaçan Nestoriyen papazları beraberlerinde memleketlerin-
(*) Bu makale, 23-26 Martl987 tarihinde Fıraı Üniversitesi'nde toplanan "Türklslô.m Tarifi, Medeniyet ve Kültüründe Fırat Havzası Sempozyumu"na teblig olarak sunulmuştur.
(**) YrdDoç.Dr., F.Ü. Fen-Edebiyaı Fakültesi, Psikoloji Ögretim Üyesi.
157
den getirdikleri yazmalara ve ilme büyük merak duymuşlardı (N. Akdeniz, 1977, s. 15).
Aluncı yüzyılda Horasan'da Nasturi papazlarının açtıklan up okulunda up, felsefe ve din eğitimi yapılmaktaydı. İslam tıbbın ın esaslarını kuracak olan Nas
turi'ler bugünkü Urfa ve Harran yörelerinde üniversiteler açmışlardır. tık tıp fakültesi ve hastanesi anlamında olan MARİST AN, Nasturiler tarafından kurul
muştur.
İslam ıiibebeti, Abbasiler zamanında Bizanstan faydalanmışur. Abbasiler, Bizanslılar'la yaptıklan savaşlarda ganimct olarak Bizanstaki up, matematik, fel
sefe gibi konulardaki eserleri alıyor, bunları Arapça ya da Süryaniceye çevirip
okuyorlardı.
· MARlSTAN deyimi daha sonraları B!MARlSTAN olarak degişmiştir. B imar, hasta anlamına gelme~tedir. lslfun ülkelerinde Kahire, Bagdat, Şam, Kon
ya, Sivas, Kayseri ve Halep'te önemli bimfuistanlar vardı. Bimfuistan'ın çalışma
şekli, bugünkü hastanelerin şekline çok yakındır. Örneğin, intani, cerrahi, göz ve
akıl hastaları ayn ayn yerlerde tedavi edilirdi. Bimaristan'da içilecek ilaç ve ilaç
yerini tutacak maddelerin hazırlandıgı bir yer de bulunuyordu.
Birnarislanda çalışan hekimler maaş alırlar ve haftada iki gün iki gece
nöbet rutarlardc Tıp ögrenimi pratik ve teorik esaslara göre yapılırdı. Özellikle idrar tahlili o dönemlerde önem kazanmıştır. Birnarhane terimi uzun yıllar kul
lanılmıştır. Daha sonra SlFAHANE ve DARÜŞŞtFA isimleri de kullanılmıştır. HASTANE de.yimi ise II. Mahmut'un eşi ve Abdülmecit'in annesi Bczmialem
Valide Sultan'ın adına izafeten verilmiş ve günlük dile gelmiştir (Bezmialem Gu
rebayı Müslimin Hastanesi) (1. Nasuhioglu, 1975, s. 20).
Kur'an'da ve gerekse Peygamberimiz Hz. Muhammed'in hadislerinde tıp kurallan bilimsel bakımdan çok önem taşır. İnsan vücudunun temizliği, fazla ye
mek yememek, zararlı besin maddelerinden ve alkolden kaçınma, namaz kılma ve
bu esnada ruhirahatlama ve Allaha yönelme, insan saglığını koruyan ve onu daima mükemmel bir hale getirmeyi amaçlayan Çok önemli kurallardır.
Kur'an'da n isa, maide, bakara ve en'am surelerinde çok değerli hijyenik k'll
rallar vardır. Örneğin, Kur'anı Kerim'in nisa suresinin beşinci ayetinde "Allahın sizi koruyucu kılmış oldugu mallarınızı akılsızlara vermeyin, kendilerini bun
ların geliri ile nzıklandınp giydirin ve onlara güzel sözler söyİeyin" huyurulmak
tadır (A. Songar, 1986, s. 7).
158
Müslüman Türklerde de deli, yardım edilmesi, korunup kollanması gere
ken kimse olarak telak.ki edilirdi. Yine Hz. Muhammed, hekimlere özel bir saygı
gösterirdi ( t. Nasuhioğlu, 1976, s. ı 7-25). Tabiplik lslam dininde çok şerefli bir
meslek olarak yer. almıştı. O dönemlerde hekimlerin başları ve murakıplan vardı.
(N. Akdeniz, 1977, s. 15-16). Daha sonraları İslam ve Osmanlı kültüründe tıp il
mine v~rilen büyük önem Kur'an ayetleri ve Peygamberimizin hadisleriyle
pekiştirilmiştir. Tıbb-ı Nebevt, Hz. Muhammed'in tıbbi hadislerinin toplandığı
eserdir (N. Akdeniz, 1977, s. 18).
Dokuz ile on ikinci yüzyıllar arasında ise Zekeriye el-RAZİ (854-932),
FARABi (870-950), Ebfı Reyhan El-BlRÜNl (973-1051), Ebulkasım ZEHRAVl
(936-1013), 1BN1 SlNA (980-1037), 1BN1 RÜŞD (1126-1270) gibi büyük filozof
hekimlerin ortaya çıktı~nı ve bunların büyük eserler verdiğini görüyoruz.
Mısır'da Tolunoğullarından Ahmet Bin Tolun'un 875 yılında yaptırdığı
darüşşifa büyük ün kazanan ömeklerdendir. Yine Melikşah'ın (1055-1092) ordu
sunda seyyar bir hastane, çok sayıda hekim, cerrah ve yardımcı personelin bulun
duğu bilinmektedir. 1071 Malazgirt zaferiyle Anadolu'ya yerleşmesi kesinleşen
Selçuklu Türkleri !sHim dünyasının ilmini ve böylece de tıbbını benirnse
rnişlerdir. Gerek tıp ve gerekse diğer ilimlerde Türk-lslam tababetine emeği geçen
isimleri kısa da olsa tanımak yerinde olacaktır'.
Ebubekir RAZİ (854-932), Tahran civarında doğmuş, önceleri müzik, ede
biyat ve gilzel sanatlar ile ilgilenmiş, 30 yaşından sonra tababet ve felsefeye
yönelmiştir. Bağdat'da Adubi bimaristanında başhekimlik yapmıştır. "Çiçek
Üzerine" isimli kitabında infeksiyon hastalıklarından bahseder. Razi'nin Lalin
ceye çevrilen birçok eserleri Venedik ve Milana'da basılmış ve yıllarca Avrupa
tıp okullarında okut111lmuştur. Razi, yaraların koterizasyonu'nu uygulamış, alkolü
ve civayı maymunlar üzerinde denemiş ve deneysel tababet ve farmokolojinin
öncülüğünü yapmışbr. Diğer eserleri arasında "El-Havi" ve "Kitab-El Mansuri"
sayılabilir.
FARABl (870-950), Türkistan'daFarab'da dogmuştur. Aristo'nun felsefe
sini benimsemiş, Aristoloji, mantık, fizik, matematik, kimya ve tıp okumuştur.
Değerli bir hekirndir. Ancak felsefi yönü daha a~ basar. Yüze yakın eseri vardır.
"lhsa aı U1ilm" adlı kitabı ilk islam ansiklopedisi sayılır. Diğer bir orjinal eseri
"Kitab-ül Musuki"dir. Bu eser Avrupa'da musiki teorilerine temel teşkil eder.
Ebil Reyhan El B!RÜNl (973-1051), onbirinci yüzyıla damgasını vurmuş bulunan, astronom. matematikçi, etnolog, farmokolog, fılozof ve coğrafyacı
olup, çok yönlü bir bilim adamıdır. Ça~na öncülük yapmışbr. "Sorular ve Ce
vaplar" isimli eserinde fızik ve astronomi ile uğraşmıştır. Hindistan üzefi:nde
159
büyük incelemeleri vardır. Yine "Kanun-~1-Menidi" is~mli eseri astronomi
üzerine, "Kitab-ül Saydala fil-Tıb" isimli eseri ise şifalı bitkiler üzerinedir.
lBNt SlNA (980-1037), Türkistaİı'da Afşin kasabasında doğmuştur .. Babası sarraf olup, on yaşında iken Kur'anı ezbere bitiyordu. lbni Sina 16 yaşlannda
iken mantık, matematik, felsefe, fizik ve geometri ile tıp ögTenmiştir. Genellikle
gezici bir hayat sürmüş, bir ara Ramedan'da başvezir olmuştur." El-Kanun Fit
Tıbb" isimli eseri 21 cilttir. Rçınesansa kadar eserleri up okullarında okutulmuştur. Mide ülserini, kızıl, kızamık, çiçek gibi hastalıkları tanımlamıştır (1.
Nasuhioglu, 1975, s. 1 19-122). lbni Sina bu eserinde Galenos ubbı üzerinde ye
niden ilaveler, incelemeler yaparak kendisinden sonra alu yüzyıl tıp alemine ha
kim olacak bir eser vücuda getirmiştir. ünüçüncü yüzyılda Latinceye çevrilmiş,
onbeşinci yüzyılda İtalya'da Arapça basılmış, sonra İbranice, !ngilizce ve Fransızcaya, 1945-1960 yılları arasında ise tamamı Rusça'ya çevrilmiştir
(C.Arabacıo~lu, 1983, s. 82).
Kanun isimli eserinde orjinal fıkir ve gözlemler yer alır. Ömeg-in, gög-üs
orta zarı iltihabıyla, zatülcenbin birbirinden ayırt edilmesi, intani hastalıklarda
suyun ve topragın rolü, cilt hastalıklarının nitelikleri ve tafıımı gibi birçok önemli noktalar vardır.
Matematik konusunda teknikten daha çok felsefi bakımdan çalışma
yapmıştır. Fizikte .zamanının hemen her konusuna de~inmiş, ışık hızının ses hızından çok fazla olacag-ını ifade ebniş, jeoloji ve ıı:ıadenlerle ugTaşng-ı da eserle
rinde görülmüştür (A. Adıvar, 1969, s. 112-1 13).
İbni Sina, psikiyatride "analitik tedavi" metodunu ilk defa bulan kimsedir. O, hastanın nabzını eline alır ve onunla konuşurken nabız değişikliklerini ince
ler, böylece hastanın ruhi tahlilini yapardı (A, Songar, 1986, s. 8). lbni Sina
yine beyinle hisler ve hareketler arasında ba~lanuların sinirler arac~ığıyla
sağlandı~ını, ayrıca ruhun objektifbir varlık olmadığını, fakat bedenin tüm mek
anizmalarını işleten "ruh"un bedenden ayrılırsa bedenin canlılık özelli~ kaybe
deceğini belirtir (A. Songar, 1980, s. 4).
. Akıl hastalannın birer hasta insan olarak kabu1 edilmelerinin tarihi şerefi
Türklere aittir. İbni Sina hastalara merhametle muamele edilmesini ve insanca
balalmasım tavsiye edenlerden biridir.
lbni Sina'dan sonra lsllim tababetinin temsilcileri olarak Ebulkasım
ZEHRAVl (936-1013) gelir. Zehravi, cerrahi alanında büyük bir üsiaddır. "Kitabül Cerrahi ye" ve "Al-tasrif fit Tıb" isimli eserleri çok değerlidir. Bu kitapta
160
cerrahi aletlerin resimleri, ameliyat teknikleri izah edilmektedir. Diğerleri ise lbni
ZÜHR (1094-1162), mide kanserini ıarif eder. lbni RÜŞT (1126-1198), özellikle
farınokoljide isim yapmış. lbni BAYTAR (1197- 1248), hekim ve eczacılık
yapmış, ayrıca botanilc çalışmaları için çok seyahat yapmış olup, lbni USEYBE
ise (1200-1270) tıp tarihi kitabı yazmış kimselerdir.
Ailadolu'da orta ça~da Selçuklular devrinde akıl hastalannın tedavileri ile
u~aşan HASTANE KÖY'lerin varlıgı bilinmektedir. Bu hastane köylerde hasta
lar ücretsiz parındırılıp tedavi edilmekte, buna karşılık o köyün halkı da ziraat ve
ticaretinden elde etti~i kazancından vergiden muaf tutulmakta idi (A. Songar,
1986, s. 8).
Birer dini ve sosyal kuruluş olarak ortaya çıkan tekkeler'inde bu konuda
büyük hizmetleri olmuştur. Akıl hastalarını tedavi eden tekke şeyhleri, hatta bu işi nesiller boyu görev edinmiş aileler vardır. Bunlar arasında Karacahmet'in özel
bir yeri olduğu, onun adına yazılmış ilahiterin olduğu ve bu tekkelerin yedi
yüzyıl yaşadığı, buraya getirilen hastalara çeşitli ruhi tedaviler uygulanıp, tekkede
imal edilen özel ilaçlann içirildiğini ve akıl hastalarının tedavisi için özel yeme~
rejimleri verildiği yirıe A. Songar tarafından belirtilmektedir (A. Songar, 1980, s.
3).
DARÜŞŞİFALAR
Türk-lslfun tababetinde çeşitli sağlık müesseseleri iftihar verici bir nitelik
taşır. örneğin,lbni Tolun 976 yılında Kahire'de Tolunoğlu hastanesi, camü, ecznesi ve hamarnı ile örnek bir sağlık tesisi yapmıştır.
Büyük Selçuklu lmparatorluğıfnda sultanlar tıp ilmini korumuşlar ve
birçok darüşşifılar kurmuşlardır. Miladi 1066'da Şam'da Nurettin Mahmut,
1072'de Bağdat'da Nizamülmülk, 1122'de Mardin'de Necmettin Gazi, 1154'de
Şam ve Halep'te Nurettin Şehit, 1 156'da Musul'da Gökbörü ve Erbil sağlık tesis
leri, 1 187'de Akka'da Selahattin Eyyübi hastanesi, 1205'de Kayseri'de Kılıçaslan'ın kızı Gevher Nesibe Hatun, 1217'de Sivas'ta 'lzzettin Keykavis I
şifahanesi, 1228'de Divriği'de Turan Melik, 1235'de Çankın'da Cemalettin Ferruh
lala, 1248'de Şam'da emir Seyfettin Kaymeıi, 1255'de Konya'da Kemalettin Kara
tay, 127l'de lsfahan'da Terken (Türkan) Hatun, 1273'de Kastamonu'da.Atabey,
128l'de Şam'da Kaymeri Eyyubi hastanesi, 1284'de Kahice'de Kalaviın hastanesi,
1308'de Amasya'da Olcaytü'nün haremi llermiş hatun, yine 1308'de Şam'da
Kaymer hastanesi, 1310'da Tebriz'de Reşihuddin darüşşifası, 1352'de Halep'de
161
Argun Kamil, 1399'da Bursa'da Yıldırım B~yezid, 1488'de Edirne'de Sultan II. Baeazid, 1550'de İstanbul'da Haseki Hurrem Sultan ve 1556'da Süleymaniye,
1583'de Üsküdarda·Nurbanu Valide Sultan, 1617'de İstarıburda II. Ahmet ta
rafından kurulan ve değişik adlarla anılan darüşşifalar en önemlileri sayilır (R. Kazancıgil, 1981, s. 27-28, l. Nasuhioğlu, 1975, s. 124).
Birer kamu hizmeti gören dfı:rüşşifalar temeli vakıOara dayanan halk ve
hanedanın hayır kuruluşlandır .. İslam vakıflarının esaslarına göre düzenlenen vakıfnamelerde kuruluş amacı, bağlanan gelir kaynakları, kuruluştaçalışan hekim
ve diğer personel, çalışma şarLları ve hakları, gelirin dağıLılması, kuruluşun
yönetimi en ince detaylarına kadar tesbiL edilir ve denetlenmesi de belirtilir.
"Bu kurumlar, hastaları Ledavi ile uğraşırken aynı zamanda vakfıyelerinde
ki kayıt ve şartlara göre aldıkları medrese mezunlarını usta hekimler yanında staj
yaptınp pratik olarak çalıştım ve uzman hekim yetiştirirlerdi" (Türk Ansiklope
disi, 1943, 1964, 1972).
Selçuklular döneminde, hükümdar Melik Şah'ın vezU:i Nizamül-mülk, Bağdat'ta Nizarniye medresesini kurmuştur (1066-1137). Bugunkü anlamı ile
dünyanın ilk üniversitesidir. Nizarniye medresesinde hukuk, astronomi, matema
tik, din ve filoloji gibi bilim dalları mevcut idi. Aynı eğitim modeli Diyar
bakırdaki Mesu~ye Medresesinde de uygulanmıştır.
Selçuklular döneminde up ve Up kuruluşlan çok ilerlemişti . Bu dönemde
kalp muayenesi, nabız ve ateş kontrolü, idrar tahlili yapılıyordu. Anadolu'da ilk
tıp uruluşlarından en önemlisi Artukıuıar devrinde inşa edilen ve bugün .mimari eser olarak abul edilen MESUDlYE :MEDRESESl'dir. Artuklular, 10985-1232
yıllan arasında Diyarbalar ve çevresinde hüküm sürmüşlerdir. Mesudiye medrese
si, ·ı198 yılında Artuklu hükümdan Ebfı Muzaffer Sökmen II zamanında
yapılmaya başlamış ve zamanla yeni ilavelerle büyütülmüştür . . Burada astr~mo
mi, tıp, fizik, matematik, kimya, biyoloji ile edebiyat ve felsefe okutıılmakta ve bilimsel tartışmalar yapılmaktadır.
KA YSERl DARÜŞŞ!FASI yine anadoludaki ilk tıp merkezlerindendir. 1206'da Gevher Nesibe Sultan tarafından kurulmuş ve onun ölümü ile Sultan
Gıyasettin Keyhüsrev tarafından tamamlanmıştır. Orijinal olarak, kadrosunda iç hastalıkları, cerrahi, göz hastalıklan müteahassısı ile eczacı bulunuyordu. Bu
darüşşifa yüzyıllarca faaliyette bulunmuştur q. Nasuhioğlu,-1975, s. 126).
1217'de Selçuklu hükümdarı Sultan Keykavus tarafından Sivas'ta
DARUŞŞlFA VE TIP MEDRESESl kurulmuştur. Kayseri'dekinden daha büyük
162
ve teşkilatlıdır. Bugünkü anlamı ile bir up sitesidir. Sultan Keykavus'un bilim
adamlarına saygı göstermesi, aynca güzel sanatlar ve diger kollan ile de ilgilen
mesi, bu dönemde büyük ileriemelerin nedenini teşkil eoniştir. Garip bir tesadüf
eseri olarak medreseyi yaptırdıkı.an sonra, tüberkiloz hastalıgına yakalanıp aynı
yerde redavi görmüş ve ölümünde yaptırdıgı yere gömülmüştür.
Sivas Darüşşifası vakfıyesinde (1217), ı.abip, cerrah ve yardımcıların ne
gibi nitelikleri olduğu ve aldıgı ücretler belirtilmektedir. Aynca burada usta-çırak
usulüyle he!qm yetişti.rildigi ve bir de başhekim oldugu belirtilmektedir (N. Ak
deniz, 1977, s. 16).
Anadolu'da 1299'dan itibaren Osmanlı dönemi başlar. Bu dönemde
öncelikle, Selçuklular devrindeki hastaneler çalışınalarma devam eonişlerdir. Tıp
kitaplan Türkçe yazılmaya başlar. Örnegin, Sabuncuoğlu Şerafetlin 1305
yıllarında Amasya şifahanesinde Operatör olarak çalışmış ve "Cerrahiyei
Uhaniye" isimli kitabını yazmıştır (1. Nasuhioğlu, 1975, s. 127).
AMASYA DARÜŞŞİFASI, Yakutiye mahallesinde bulunup aslında bir
medrese binasıdır. Gördü!tü vazife dolayısıyla 'Birnarhane' adım almıştır. Anadolu
Selçuklu devletinin yıkılmasıyla Amasya'nın bir müddetllhanlıların elinde bu
lunması esnasında 13. yüzyılda nhanlı Hükümdan Olcayto Mehmet,Hüdabende
tarafından (1308-1309) yapılmıştır. Bir ha~ıane olarak düşünülmüş olan eser, 01-cayto Hüdabende'nin karısı nduş Hatunadına inşa ettirilmiştir. Olcayto tarafından
yaptırılan hastane hüv~yetindeki diğer bir yapı Sultaniye'dedir. Amasya
darüşşifasırun vaktiyesinin 1312 yılında tanzim oldugu belirtilmektedir.
Evliya Çelebi bu birnarbaneden "miskinler tekkesi" diye bahseonektedir.
Bir up medresesi olan kurumda tahsil yapmış birçok tıp alimi ve hocalıga tayin
edilmiş tabipierin bulunduğunu (1693-1815) tarihlerine kadar kaynaklardan
ögtenmekteyiz. Yani kurum 19. yüzyıl başına kadar medrese ve şifahane göreviiii
yürüı.inüştür. Ancak son yüzyıl içinde terkedilerek harap olmuştur (Vakıflar Ge
nel Müdürlügü Yayını, 1972; s. 256-260).
İstanbul'un semtin (padişahlann adına yaptırılan büyük camii) camileri de
zamanının sosyal teşkilaunın tipik bir örneğidir. Camiierin yanında· daima fakir
ve acizleri beslerneye mahsus aşhaneler inşa edilir, buradan her fakif yemegini,
çorbasını, ekmeğini alır yerdi. Yine cami çevresinde medrese ögtencilerini
barındıran odalar bulunmaktaydı (A. Songar, 1986, s. 9).
Fatih Sultan Mehmet İstanbul'un fethinden sonra !stanbul Üniversitesi'nin
başlangıcı olarak kabul edilen MEDRESE'yi kurar. Bu medrese ve camiierin
163
yanında bir de BlMARHANE yapurır (147.0). Esas adı "IHmarhane-i Ebulfeth
Fatih Sultan Mehmed" olan bu bina bir külliye teşkil eder. Fatih külliyesini
teşkil eden Fatih camü ve medreselerin inşası sekiz yıl sünnüş, caminin etrafında
medreseler, imaret, darüşşifa, çocukların Kur'an okuyacagı mektep, tabhane, ker
vansaray, hamam gibi binalar yapılmıştır (N. Baylav, 1953, s. 1).
Tam anlamıyla bir üniversite olan bu külliyenin 16 medresesi, 600
öıtrencisi, 120 asistanı, 8 doç~nli, 30 profesörü faaliyet içinde olup, fıkıh,
mantık, tıp, biyoloji, fizik, astronomi ve matematik okutulmakta idi (1. Nasu
hio~lu, 1975, s. 127).
İsmail Hakkı Uzunçarşılı'da, 1470'de Fatih Darülfunun'unun açılışından
bir müddet sonra ilahiyat, islam hukuku ve arap edebiyau fakültelerine ilaveten
Tıp ve matematik medreselerinin açıldığından bahseder (l.H. Uzunçarşılı, 1965,
s. 33).
Evliya Çelebi'nin anlatuğına göre bu hastanede 70 oda, 80 kubbe, 200
hastabakıcı ve doktorların başında bir başhekim varmış. Yataklar ceviz a~acından,
çarşaf ve gömlekler ipekten yapılmış, sazendeler onları eğlendirir, hastalar sülün
ve bıldırcın eti ile beslenirlenniş (A. Songar, 1986, s. 9).
Fatih Medresesinin ilmi teşkilatını kuran Sadrazam Mahmut Paşa ile Ali
Kuşçu bu dönemde mükemmel bir program hazırlamışlardır. Hariç medrese (ilko
kul), dahil medrese (ortaokul), tedimmemusıle-isahn (lise), medaris-i semaniye
(üniversite) gibi devrelerden meydana gelmiştir (A.A. Adı var, 1943, s. 32).
Medaris-i' Semaniye'yi bitiren ö~enciler mühendis, hekim ve kadı (hakim)
olurlardı. Yine buraya bağlı tıp medresesinde okuyan öğrenciler hekim çıkıp bu
külliyedeki darüşşifa~da sLaj ve tatbikat görurlerdi (N. Baylav, 1953, s. 2).
Fatih darüşşifasında tıp ilminin pratik olarak usta-çırak usulüyle
öğretilrnekte olduğunu O. Şevki Uludağ belirtmektedir (O.Ş.Uludağ, 1925, s. 8).
Yine S. Ünver, O~manlı hastanelerinde usta-çırak usulüyle hekim yetiştirildiğini,
hekim olacak kişinin darüşşifa'da vak'a görüp, medresenin kütüphanesinde tıp ki
tapları okuduğundan bahseder (S. Un ver, 1953).
Osmanlılar zamanında ilk hekimbaşılıgt müessesesini (bugünkü Sağlık
Bakanlığı), "Reis-ül Etibba" Fatih kunnuştur (l.H. Uzunçarşılı, 1945, s. 71).
Evliya Çelebi'ye göre Hekimbaşılık. önemli bir memuriyet olu~ 500
akçalı bir makam idi. O dönemde sarayda hekimbaşının dairesi ve eczanesi bulu
nur, padişah ve ailesi hastalanırsa hekimbaşı bakardı (Evliya Çelebi Seyahatna-
164
mesi, c. ı, s. 530). Bu dönemde yine darüşşifalarda cerrah ve kehha11erin (göz he
kimleri) görev yaptıklan bilinmektedir. Fatih ve Haseki vakfiyelerinde cerrah ve
kehhallerin görev ve ücretlerinden bahsedilmektedir (S. Unver, 1940, s. 14).
Aynca Fatih darüşşifasında ve daha sonra Haseki darüşşifasında (1539) eczacılar
olduğu, bunların birçok terkipler yaptıkları, otları dövüp, şuruplar hazırladıklan
bilinmektedir (S. Ünver, 1932, s. 10).
Fatih Sultan Mehmet, çok değerli bilim adarnlarından olan Molla Hüsrev,
Ali Turi, M<:>lla Fenari, Lan-i Acemi ve Gaetalı Yakop Usta'yılstanbul'a getirt
miştir.
Fatih darüşşifasında hastalara itina ile bakılır, tedavi edilir, verilen
ilaçlardan başka,. hastaların bazılan ruhi tedavi dahi göıürdü. Hatta burada musikı~ tedavisi ile hastalann ızdırapları teskin edilirdi (N. Baylav, 1953, s. 2).
Darüşşifa'nın kadrosunda bulunan hekime günde 20 akçe verildiği vakfi
yede belirtilmektedir. Böylece Fatih'in hekimlere verdiği değer daha da
anlaşılmaktadır. Fatih'in keramet sahibi şeyhi ve aynı zamanda hekimi
Akşemsettin'dir (Şeyh Muhammed b. Hamza). ~mseddin'e ikinci lokman da
denilmekte olup, "Maddet-ül Hayat" isimli eseri vardır. Eser Tili'kçe yazma olup,
Millet kütüphanesinde bulunmaktadır (Millet'Kütüphanesi, No. 58/2).
Fatih devrinin önemli hekimlerinden Altuncu Zade (kuyumcu zade) bitki
lerin isimleri ve faydalarını çok iyi bilip, idrar tutukluğuna dair sondayı çok iyi
kullanmaktadır (N. Baylav, 1953, s. 3). Yine Şerafettİn Sabuncuoğlu, hekimliğe
ı 7 yaşında başlamış, 1446 yılında Amasya'da hekimlik yapmış
"Mücerrebname"yi 1468'de yazmıştır. Eserde müshil, kuvvet, ferahlaucı ve
hazım ilaçlan ile sanlık, nezle, göz, diş, böbrek taşları, uyuz ve kulak ağrılarında
kullanılacak ilaçlar tanıtılmaktadır (N. Baylav, 1953, s. 3). Sabuncuoğlu'nun
diğer bir eseri "Cerrahiyetül Haniye" olup, bunu Fatih'e ithaf etmiştir.
Fatih devrinin diğer hekim ve yazarlan ise şunlardır: Lütullah b. Yusufıy
ül HALİMI'nin nazari ve am~li olaı:ak. iki kısırnda yazılmış "kitab-i Farisi Mari- · zum-İlil Halimi" eseri Fatih camü kütüphanesinde bulunmaktadır (Harırni, Fatih
camii Kütüphanesi, no. 3639). Mehmet Bun LÜTFULLAH, "tıp müfredauna
ait" Arapça bir eser yazmış, Konyalı HACI PAŞA hekim ve fılozof olup, "şifaül
eskam", "devaül alam", "müntahib Şifa" isimli eserler vermiş; Ali AHMED
ÇELEBİ, Edirne darüşşifasında paştabiplik yapmış, mesane taşlan üz~rine Türkçe
eser y,azmış (S. Ünver, 1943, s.161-181); EBU HASAN ALl YAHYA," Kitab-ı Takvim-ül Ebdan"ı Arapça yazmış olup, eserde 44 hastalık ve sebepleri. ile ilaç
ve tedavileri belirtilmektedir (Eser Köprülü Kütüphanesi, no 960/l'de bulunm~-
165
tadır; YAKUP EL-K!NDl'ye ait diger bir eser" Takvim:üs Sıhha'dır. Arapça'
yazılmış olup, besinierin deger ve faydalan belirtilmektedir (Köprülü
Kütüphanesi, no 960/2); Diger bir ekim Mesud B. HAK1M1v1ÜDDİN TABİB-lL HÜSEYNl olup, 35 fasıl olan "kitab-ü Fi Marifet-il Veca-il Mefasil'' eseri
yazmıştır (Topkapı Sarayı Kütüphanesi No 2005'de kayıtlıdır (N. Baylav, 1953,
s. 54).
SULTAN II. BAYEZİD KÜLLİYESİ DARÜŞŞİFASI
1485'de Edirne'ye gelen IL Bayezid'e Dr. Rıfat Osman şehrin bir hastaneye
muhtaç oldugundan bahseder. Bu külliyenin yapılışı 8 yıl sürer. Darüşşifanın or
tasında kubbeli, fıskiyeli, havuzlu bir salon, etrafında kapalı ve açık odalar yer
a~. Odalarda şöminenin oluşu; şadırvan fıskıyesindeki su sesi ile verilen musiki hastaya sükun ve huzur vermektedir. Salondan dikdörtgen şeklinde bir bölüme
geçilir. Burada dört oda bulunup, oradan da büyük bir avlusu olan idari kısma (hastanenin hizmet işleri yürütülür) geçilir. Bu şifahanede daha çok akıl ve ruh
hastalarının tedavi gördügü bilinmektedir.
Evliya Çelebi Edirne Darüşşifasını ziyaretinde darüŞşifaya on şarkı
söyleyen, saz çalan kişileıJn tayin edilmiş oldugunu, bunların haftada üç,kere hastalara ve delilere musiki faslı icra ettiklerini ve musiki ilminde neva, rast,
dügah, çargah ve sfızinak makamlarının çalındıgtnı söyler (R. Kazancıgil, 1981,
s. 27-28). Oysaki Avrupa'da o yıllarda akıl hastalarının zincire vuruldugu bilin~ mektedir. Edirne darüşşifasında, hangi hastalara ne çeşit bir müzik tedavisinin iyi
geleceği hakkinda, önemli araştırma ve uygulainalar yapılmışQr (1. Nasuhioglu,
1975, s. 129).
A. Songar, Edirne'deki Bayezid külliyesinin bimarhanesinde saz ve şarkı
seslerinin odadan adayı intikali için çok enterasan bir akustik boru sisteminin oldugundan bahsederler. Ayrıca Songar, ruh hastalıklarında musiki ile tedavinin
ancak türk musikisinin ses ve melodi tabiiligi ve zenginligi ile mümkün olduğu,
tarih boyunca ort? asya Türklerinden beri musiki ile tedavinin tatbik edildiginin
bir gerçek oldugundan da bahseder (A. Songar, 1986, s. 10).
Osmanlılarda tababette müzigin nabız ve mizaçla ilgili oldugu kabul edi
liyordu. Nabız hareketlerinin herbiri bir makarna uydurolmuş ve bu şekilde müzikle tedavi yöntemi başlamıştı. Bozuk ritirnli, yavaş ve hızlı ritimli nabızlar
hastalık belirtisi sayılırdı. Ayrıca müzik al~tlerinin çalış usulleri ve makam
larının tesirleri mizaçiara göre degişirdi. bu nedenle her hastalığa uygun makam
ayrı idi. Örnegin, felç hastalıgına rast makamının iyi gcf(Iigi düşünülürdü (O.Ş.
Uludag, 1925, s. 70). ·
166
Meşhur hekim Abbas Vesim, ilaç ile tedavi edilemeyen hastaların müzikle
sıhhate kavuştugunu söyler. Aynca soguk zamanlarda sıcak nagmeler, sıcak za
manlarda ise soguk nagmeler okumak gerekligini anlatır {Abbas Vesim,
Ragıppaşa kitaplıgı, no 947, s. 500). Yine m üzikle tedavi maksadıyla . darüşşifalarda belirli gün ve saatlerde Mehter-hane-İ Hakani çalınırdı. Ayrıca bura
larda musiki aletleri bulundurulur, sazendeler ve hanendeler müzik icra ederlerdi. Özellikle Amasya, .Fatih ve Beyazid darüşşifalannda m üzikle tedavi çok ku1-
lanılmaktaydı (Şuuri, Cerrahpaşa Tıp tarihi Kitaphğı, no. 279).
SÜLEYMANİYE KÜLLİYESİ
1555'de İstanbul'da. Kanuni Sultan Süleyman zamanında ikinci üniversite
olarak yapılmışur. Burada yetişen ve hekimlik yapan Şaban Şifai, .çocuk hastatıkiarına dair "Tedbir-ül-Mevlfid" isimli kitabı yazmış ilk çocuk doktorudur (1.
Nasuhioğlu, 1975). Süleymaniye tıp mektebinde özellikle anotomi ilminin
gösterildiği ne dair vesikalar vardır. Herhangi bir yere tayin olunacak hekimler de
bilgilerini arurmak için burada anotomi ögrenirlerdi (S. Ünver, 1943, s. 169).
Süleymaniye külliyesinde, hastane, eczane ve tıbbiye medresesi bulunmaktadır. Hastane tam kadrolu olup, hekim, cerrah ve gözciller vardır. Akıl hasta
Ianna ait ayn bir bölümü olan hastane, ondokuzuncu yüzyıl sonlarına kadar hiz
met vermiştir.
16. yüzyılda Süleymaniye külliyesinden önce yapılan başka hastaneler de
vardı. Örneğin, 1514 yılında I. Yavuz Sultan Selim Üsküdar'da Karacaahmet'de
bir cüzzamhane yaptırmıştır. Cumhııriyet devrine kadar cüzzamlılar burada tedavi edilmişlerdir. Yine 1539'da Manisa'da Yavuz m. Selim'in eşi Hafza Sultan'ın
yaptırdığı şifahane 19. yüzyıl sonuna kadar faaliyetini devam ettirrniştir.
16. yüzyıl başlarında Hurrem Sultan'ın Mimar Sinan'a yaptırdıgı Haseki
Darüşşifası da büyük bir hastane olup, kadın ve erkek hastalar için ayrı payvonlar inşa edilmiş idi. İstanbuldaki sağlık merkezleri olan Haseki ve Süleymaniye
günümüze kadar muhafaza edilerek bugün bile onlardan yararlanılmaktadır. Yine
1583 yıllarında m. Murat'ın annasi Nucubanu Valde'de Üsküdar'da bir hastane
yaptırmış, daha sonra bu hastane Toptaşı'na taşınmıştır (S. Ünver,1943, s.I61-181).
Osmanlı devrine ait ağlık kurumlan kompleks bir yapı bütünlüğüne sahip
olup, camü, yüksek okul, kervansaray, hamam ve alış-veriş yerleri bir arada bu
lunuyordu. Bu kompleks bina şekli · halkın sağlık, kültürel ve sosyal ili~
. 167
tiyaçlarının hepsini karşılayabilecek durumçlaydı. 16. yüzyılı.n sonlanna dogru
Osmanlı ülkesinde 120 medrese, 89 hastane, 9000 öğrenci bulunmaktaydı
(!.H.Uzunçarşılı, 1965, s. 141-260).
Şunu söylemek gerekir ki dar'Jşşifa'da yetişen hekimler daha önce din,
fıkıh, felsefe, mantık, edebiyat okur, arapça ve farsça'yı ögt'enip bütün diğer ilim
lere de vakıf olurlardı. Tababet derslerini ise medreselerin yanında bulunan
darüşşifada tamamlarlardı. Böyle bir ciddiyelle yetişen Osmanlı Devleti, feıhettiği
ülkelere hamamla temizlenmeyi, hastane ve bimarhanelerle tababeti, sosyal
müesseseleriyle de insanlığı götürmüştür.
Haseki ve Fatih darüşşifalarında yapılan ilaçlann sadece darüşşifaya
sıgınan hastalara değil, haftanın belirli günlerinde (pazartesi, perşembe) isteyen
lere, muhtaç olanlara verildiği de belirtilmektedir (N. Taşkıran, 1972, s. 134).
Evliya Çelebi o dönemlerde (1611-1682), ecza yapan çeşitli esnaf gruplannın
çokluğundan bahseder. Bu esnaflar "koruk, çiçek, tarçın, zancefil'lerle macun ya
par; hindiba, nane, gül sulanndan meşrubatlar; badem, servi kozalağı, ceviz ve
çeşitli şeylerden de yağ çıkartır satariardı (Evliya Çelebi, 1938, s. 532-533).
Dönemin önemli tabiplerinden Gevrekzade Hasan "risale-i kıyafetname"
isimli eserinde, insan vücudunun tedavisiyle meşgul olan kişinin feraset ilmini
de bilmesi gerekti~ini belirtir. Feraset, dış görünüşten, özellikle yüz çizgilerinden
ve tecrübelerden anlam çıkararak huy ve karakter keşvetme işidir (Gcvrekzade Ha
san, Rısaıe-i Kıyafetname, 2695, s. 3). Bugün modem psikoloji ve psikiyatri'nin
doğuşuyla buna benzer çalışmaları Kretschmer, Ş~eldon, Corman ve Jqng gibi
kişiler de yapmış ve "tip teoriierini" ortaya atmışlardır (E. Kretschmer, Çev: M.
Turhan, 1949).
lnsanlann beden-yüz yapılarına bakarak, huy ve mizaç özellikleri ile yaka
lanabilecekleri hastalık üzerinde sınıflama yapanlardan biri de Erzururnlu İbrahim
Hakkı'dır. 1. Hakkı "marifetname" adlı eserinde bu konulara açıklıkgetirmektedir
(1. Hakkı, sadeleştiren: T. Ulusoy, 1979).
Osmanlı Darüşşifalarında Hekimlik Vasfı:
Osmanlı darüşşifalarında görev yapan tabipler arasında bir hiyerarşi vardı.
Başı.abip bütün darüşşifadan sorumlu idi
Emir Çelebi, hekimin en önemli vasfı'nın, iyi ahlaki~, asil ruhlu ve güzel
huylu olması gerektiğini söyler (Emir Çelebi, Süleymaniye kitaplığı, no: 5330,
168
s. 263). Haseki darüşşifası vakfİyesinde "hekimin selim kalpli, kerim ahlaklı,
güzel huylu, endişeden uzak, iyi iş yapar, ince kalpli, uysal huylu olması gerek
tiği" belirtilmektedir (N. Taşlaran, 1972, s. 133).
Abbas V~sim, Şarih ve Mütercim-ill Hurfıf gibi hekimler de hekiml~
kişiliğini şöyle tanımlar. Hekim, do~uyu söylemeli, sözüne sadık olmalı, "
güvenilir olmalıdır. Yine hekim m.erhametli olmalı, tedaviye süratle giurreli, f yapılan tedavide yumuşak olup, dostluk lcunnalıdır. Alçak gönüllü olup kibirden
ve beıtenilmiş!ikten kaçınmalıdır. Hekim, kanaatkar olmalı, fazla para ve mala
ı.amah etmemelidir (Emir Çelebi, no. 3530, s. 262).
Önemli hekimlerden Hacı Paşa da hekimin vasınanndan bahsederken,
"acuna duygusunun yanında cesaretli olmalı, yerinde öltütleriyle çevresindekilere
yararlı bir kişi olmalıdır. Hekimin fıziki görünüşü düzgün, temiz ve bak.ımlı,
hareketlerinde ve giyinişinde bir uyum olmalı, gözünü haram olan şeylerden
kaçındırmalıdır" der. (Hacı Paşa, No. 3544, s.276).
Türk-lstam tababetinde hekim-hasta ilişkisine de değer verilmiştir. Önemli
hekimlerden Hacı Paşa ve Abbas Vesim'in bu konuda önemli görüşleri vardır.
"İster zengin, ister fakir olsun hekim ça~l~ığı her hastaya giuneli, hastalığın
gidişatı hakkında yaşar-yaşamaz diye belli bir zaman tayininden kaçJnmalıdır
(Hacı Paşa, No. 3544, s. 276). Yine Abbas Vesirn hekim'in, yoksul, kimsesiz
ve acizlere bakm~a Allah katında kıyamet günü azaptan kwtulaca~nı anlatır.
Hekim, ölecek olan hastanın dahi acılanru dindirmeli, ümidini kesmemelidir. He
kim, ziyaretini uzun sürdtirmemeli ve hastaya yakın oturmalı, maneviyatını
yüksek tutmaya gayret etmelidir (Abbas Vesim, No. 947, s. 505).
Osmanlılar döneminde saray ve ordu'da hekimler görev yapmaktaydtlar.
Topkapı sarayı hariç (biyrun), dahil (enderiin) ve Harem-i Hümayun olmak üzere
üç bölümden meydana gelmiştir. Saray tabiplerinin sayısı 14-21 arasında
değişmiştir. 18. yüzyıl ortalarında 35 adet cerrah ve ı ı göz hekiminin olduğıınu
I.H. Uzunçarşili belirtmektedir·(l.H. uzunçarşılı, 1945, s. 462-464).
Osmanlı ordusunda da yine cerrahlar ve cerrahbaşı bulunurdu. Seferde
seyyar hastaneler için gerekli malzeme temin edilip da~ttlırdı. Harpte cerrahlar
kalfalanyla beraber sefere giderlerdi. 1805'de yürürlüğe giren Bahri ye kanunname- .
si yle savaş gemilerine hekim ve cerrahbaşı tayin edilmiştir (A.l. Gencer, 1977, s. 206).
OsmanWar döneminde llp eserleri daha çok arapça yazıldığından hekimle
rin bu dili iyi bilmeleri gerekirdi. Bu kadar geniş topraklar üzerine yayılmı{GJan
169
Osmanlı ülkesinin her yerine hekim ulaşamadığı için "sağlık el kitabı" şeklinde
yazılmış eserler hazırlanmıştır. Tıp yazmalannın daha çok Arapça ve Farsça ol
masındaı:ı ve halkın bir kısmının yararlanamayaca~ı düşüncesiyle avam ya da yüksek tabakanın kullanabileceği Türkçeye çevrilmiş kitaplar hazırlanmıştır (Hacı Paşa, No. 7068/2, s. 47).
17. Yüzyıl ve Sonrası
IV. Murat'ın çıkardığı bir fermanla İstanbul'daki bütün sanat erbabı bir
resmigeçit yapmış, Evliya Çelebi bu resmi geçitte bulunmuştur. Seyahatname
sinde bu resmigeçine 3064 tabip, cerrah, kehhal (göz hekimi) ve eczacı'nın olduğunu belirtir (Evliya Çelebi, 1938, s. 530-533).
III. Ahmet devrinde (1?03-1770), Sadrazam İbrahim Paşa'nın teklifiyle bazı ~ahil hekimlerin dükkanıarı kapatılmış, yeterli olanlara ise belge verilmiştir.
Yine bu devir-de bazı padiş~arın yahudi hekimler getirttikleri,. bunların vergiden
muaf turuldukları ve kendilerine özgü kıyafetle dolaşmalanna izin verildiği
görülmüştür.
14 Mart 1827'de Mustafa Behçet Efendi (1774-1834), modem tıbbiyenin
kuruluşunu sağlamıştır. 18~6'da "tıbhane", 1831'de "cerrahhane" açılmış, h~kim ve cerrah yetiştirilmeye başlanmıştır. Tıbbiye-i Şahane açıldıktan sonra bekirnde
aranan özellikler Osmanlı toplumunun temel ahlak anlayışıyla uyum göstermiştir.
Bu deyirde tabib Şanizade Ataullah ffendi (1771-1826), "Hamse-i
Şanizade" isimli 5 ciltlik ilk tıp kitabını yazmıştır. Bundan başka Kınmlı Aziz
Efendi Tıp Fakültesinde eğitimin Türkçe yapılmasını sağlamıştır. Abdulhak
~id'in babası, hekimbaşı Hayrullah Efendi ise "lügat-ı Tıbbiye" isimli kitabı
yazmıştır. Yine hekiilıbaşılar arasında mizahi ün kazanan Marka Paşa da önemli hekimler arasındadır.
18. yüzyılda eser veren diğer hekimler arasında şunları sayabiliriz. Ahmet Bin İbrahim, Süleymaniye tıp medresesinden mezun olmuş, saray hekimliği
yapmış, "teshil-üt Tedabir" isimli eseri yazmıştır. Katipzade Ref-i'nin, mafsal
ağrıları, mesane hastalığı ve panzehir risaleleri meşhurdur. Hekimbaşı Giritli
Nuh (ölüm 1707), İstanbullu Ali Efendi (ölüm 1747), Vesim Abbas gibi değerli
hekimler "cerrahname" isimli eser yazmış, Ayaşlı Şaban Şifai Efendi (ölüm
1 704), alim, şair ve hekim olup, Süleymaniye tıp medresesinde hocalık
yapmıştır. Yine Tokatlı Hacı Mustafa, 1765'de Ibni Sina'nın eserini Türkçeye
çevirmiş; hekimbaşı Gevrekzade Hafız Hasan Efendi ise ülem~ olup, ordu hekim-
170
başılı~ı yapmış, Arapçadan birçok eserler tercüme etmiş, musiki ile tedavi, çiçek
hastalıkları gibi eserler yazmıştır (S. Ünver, 1943, s. 173).
Cesetler üzerinde tatbikat yapılması ve anotomi eğitimi ise ancak 1838'de
Dr. Bemard'ın padişahtan izin almasıyla gerçekleşmiştir (İslam Ansiklopedisi,
cilt 12/1, s. 200-201). \
1854 yılında .Kırım harbi nedeniyle İngiliz Hemşire Florcnce Nightingalf
(1810-1910), !stanbul Selimiye Kışiasma 40 hastabakıcı kadın ile gelerek up ta
rihinde modern hemşireliğin temelini atmıştır.
1912 yılında !stanbul Darülfünun'u, 1920'de Amerikan hasr.anesi kurul
muş, 1933'de ise Darülfünun kapatılarak yerine !stanbul Üniversitesi kurul
muştur. Cumhuriyet döneminde Mazhar Osman Uzman, Topı.aşı bimarhanesindc başhekim iken, o zaman Reşadiye kışiası diye anılan eski askeri binaları ,
İstanbul Akıl ve Sinir Hastalıkları Hastanesı olarak tahsis ettirir ve böylece
Balarköy Akıl ve Sinir Hastalıkları Hastanesi kurulmuş olur (1927).
HARPUT'TA HASTAH ANE
Bu araştırmamızın ikinci kısmı, Harput'ta bir darüşşifa'nıii '(hastahane)
varlığından bahsetmek olacaktır.
Akkoyunlulardan Uzun Hasan'ın (Hasan Padişah 1453-1478) Harput'ta bir hastahane yaptırdığı bilirımektedir. Bu hastaneden sonra aradan 500 yıl geçmesine
ve nüfusun artmasına rağmen yeniden bir hastane yapılmadığı anlaşılmaktadır (t. Sunguroğlu, 1961, c. 1, s. 253).
Bununla ilgili olarak Harput Artuklulanndan son hükümdar olduğu
anlaşılan Nurettin artukşah'a ait bir kitabe son zamanlarda kalede ele geçmiştir. Kalenin batı duvannın burcunda bulunan kİtabelerin tetkiki için Nurettin
Arduçoğlu iskele ku.rdurmuş·, burcun son sıra taşlarını teşkil eden ve birkaç yıl içinde bazıları düşmUş olan kitabeler alınarak Harput müzesine koyulmuştur (N.
Arduçoğlu, 1964, s. 58).
Bu kitabeler 5 bloktan ibaret olup; bloklardan biri tarihi taşımakta (H
626, miladi 1228), diğeri ustanın adını, diğer üç blok ise harap ve noksan olup, üçüncü bloğun ikinci satır'ında "El-Melik ül-Muiz Nur üd-... " kelimeleri
görül~ektedir. Bunun bir hastane kitabesi olduğu kesindir. zira "marsan" kelime
si "maristan"dan gelip, hastahane demektir. Yani yaptıranEl-Melik ül-M~iz Nu
rettin'dir.
171
Öyle anlaşılıyor ki Nurettin Artukşah_ tarafından Harput'ta büyük bir ihti
malle kale dibinde yapılan şifahane zamanla harap olmuş, binasının taşlan kale
nin tamiri esnasında Dabaz pınan karşısındaki burçta kullanılmıştır. Bu sırada şifahanenin kitabe bloklarından bir kısmı kaybolmuş, geri kalanlar ise bu iamirde
yapı taşı olarak kullanılmıştır.
İshak Sunguroglu'nun tesbitine göre Harput'ta ilk eczaneyi 1909 yılında
Amerikalılar Saraçhanebaşı mevl_ciinde açmışlardır. Bu yıllarda Harputta hekimlik yapaniann çogunun gayri müslim oldugu görülmektedir. Bunlar, Prot Hekimi
Artin Efendi (protestan lar Şehroz mahallesinde oturdukları için müslümanlar bu
raya Protlar mahallesi demektedir), Doktor Mihail, Dr. Kamburyan, Dr. Vezneyan ve Dr. Herben Alkinson'durlar.
Harput'ta misyonerierin en ciddi müessesesi Mezre'de açılan ve birçok ermeni doktoru bünyesinde banndıran "Annie Tracy Riggs Hastanesi"dir. Bugünkü
Ruh ve Sinir Hastalıklan Hastanesinin bulunduğu yerde tesis edilmiştir. Burası sadece hıristiyanlık propagandasına bir üs ve kaçak ermcoilere yataklık vazifesi
görmüştür.
Doktor Henry Riggs'in başkanlıgı zamanında yapımına başlanan hasta
neye Mr. Henry Alkinson da kuruluşta yardırncı olmuştur. Dr. Atkinsoi'ı'un
kansı Mrs. Hanjet Alkinson da 1902 yılında kocasıyla Amerika'dan gelerek has
taların "analık" görevini üstlenmiştir. Beston'da 1976 yılında hatıralarını
yayınladıgt bayan Alkinson hemen eserinin başında şöyle demektedir. "Harput'ta
Ennenilerin yogun olduğu bölgede 1902 yıl!nda bir hastahane kurmak için,
Harvard'da tıbbi egitim görmüş olan eşirole Harput'a gittik. Yabancı misyon Amerika heyeti komisyonerieri tarafından desteklenen Fırat Koleji bünyesindeki
bir fakültenin yardımı ve Birleşik Devletlerindeki Amerikan ve Ermeni kaynak
lannın sagladıgı sermaye ile Dr. Alkinson hastanesini Mezre yakınlarında
begenilecek derecedesıhhi bir yere inşa etti" (Harriet H. Atkinson, 1976, s. 3).
Alkinson 14 yıl çalıştıktan sonra 1915'de noel günü ölmüştür. Eşi bir yıl
daha hastanede çaİışmaya devam etmiş, 1917'de bir müddet kapalı kalmış ve Mrs. Alkinson daha sonra Harput'u terketmiştir.
Hastahanenin açık oldugu 1914 yıllannda masraflan Türkler tarafından karşılanmak üzere askerlerin hastanede tedavi edilmeleri istenmiş, önceleri 20 ve
60, daha sonra 100 kişilik kontenjan tanınmı~. ancak tedavinin yanında insanlık
ve şevkat duygularıyla yaklaşılıp dini propaganda yapmaktan öteye gidilmemiştir (0. Kılıç, 1986, s. 74-85).
172
1924 yılında Üsküdar Toptaşı bimarhanesinden gelen (o zamanın sıhhiye vekili Dr. Refik Saydam tarafından görevlendirilen) Dr. Ahmet Şükrü Emed,
Türkiye'nin do~uda ilk akıl hastanesini teşkil edecek hizmeti "Beşkardeşler" deni
len yerde başlaur. Daha sonra 1947 yılında Dr. l. Hakkı Gürhan, Amerikan m} . yonerlerine ait hastane ve araziyi satın alarak hastahaneyi buraya taşımışt Bugün b.u hastane bin yataklı ve modem bir binaya sahip müessese haline ge
miştir (Elazı~ Ruh ~e Sinir Hastanesi 50. yıl Albümü, 1975, s. 15).
Son~ç olarak diyebiliriz ki, tabiplik İslam dininde çok şerefli bir meslek
olarak yer almış, 1071 Malazgirt zaferiyle Anadolu'ya yerleşen Selçuklu Türkleri,
tslam. dünyasının ilmini ve böylece tıbbını benimsemiş, Türk ı.ababeti parlak
devrini yaşamıştır.
Osmanlı tababeti Selçuklu tababetinin bir devamı niteli~inde olup,
Istanbul'un fethinden sonra 19. yüzyıla kadar şark karakterini muhafaza etmiştir.
Bu dönemde çok önemli şifahaneler yapılmış, hekimler yetişmişlir. Özellikle
Selçuk şifahaneleri zamanındaki Vakfiye hükümleri değişlirilmeyerek görevlerine
devarn eunişlerdir.
İstanbul'un fethinden 20. yüzyıl başın~ kadar çeşitli tarihlerde inşa edilen vakıf ve askeri hastanelerin sayısı eliiyi geçmiş, Türk hekimlerinin büyük bir
kısmı Anadolu, İstanbul, Edirne, Suriye ve Mısır'daki şifahanelerde yetişmişlir.
Tarihe damgasını vuran Türk-lslam bilgin ve tabiplerini rahmetle anınayı
bir borç biliriz.
KAYNAKLAR ABBAS Vesim, Düstür-ül Vesim (yazma eser) Ragıppa!ja Kitaplığı, No. 947.
ADIV AR, Abdulhak Adnan, Osmanlı Türklerinde llim, Istanbul, 1943.
ADIV AR, Abdulhak Adnan, Tarih Boyunca Ilim ve Din. Yükselen Matbaası, 2. basım, İstanbul, 1969.
AKDENIZ. Nil, Osmanlılarda Hekim ve Deontolojisi, Istanbul Üniversitesi Cerrahpa!ja Tıp Fakültesi doktora tezi, Istanbul, 1977.
ARDUÇOÖLU, Nurettin. Harput Tarihi, Harput Turizm Derneği Yayınları, No. 1. İstanbul, 1964. ·
ARABACIOÖLU, Celal, lbni Sina, Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Yayınlan No. 8, Kemal Matbaası, Adana, 1983.
AT.K!NSON, H. Harriet, Mrs. Harriet H. Aıkinson's Eyewitness Account of the Massacres at Harpoot, Sayı 1, Bosıon, 1976.
173
BA YLA V, Niişid, Fatih Sultan Mehmed Devrinde Tıp Eserleri ile !laçlar, Kader Basımevi, Istanbul, 1953. · ·
ELAziÖ RUH VE SlNIR Hastalıklan Hastanesi 50. Yıl Albümü, Nurhak Gazete ve Matbaacılık Tesisleri, Elazığ, 1975.
EMIR ÇELEBl. Enmüzec-i Tıb, Süleymaniye-Fatih Kütüphanesi, No. 3530.
ERZURUMLU IBRAHIM HAKKI, Sadeleşıiren: Turgut Ulusoy, Marifetname, Elif Ofset Basunevi, !stanbul, 1979.
EVLlYA ÇELEBI, Seyahaınpne, D~vlet Matbaası, Istanbul, 1938.
GENCER, Ali İhsan, "Istanbul Tersanesinde Açılan lik Tıp Mektebi", Tarih Dergisi, Sayı 31, 1977, Istanbul
GEVREKZADE HASAN, Rısale-i Kıyafetname, Üniversite Kitaplığı, (yazma eser) No. 2695. Istanbul.
HACI PAŞA, Şifa Tercümesi, Üniversite kitaplığı, (yazma eser) No. 7068/2, Istanbul.
HACI PAŞA, Kitab-ül Teshil Fi't ub, Süleymaniye-Fatih Kitaplığı, (yazma eser) No. 3544, !stanbul.
HALtMl (Lütullah b. Yusufiy-ül Hiilimi), Kitab-i Farisi Manzum-ilil Hiilimi, Fatih Camii Kütüphanesi (yazma eser), No. 3639, Istanbul.
KAZANCIGlL, Ratip, 1362-1920 yılları Arasında Edirne Ilindeki Sağlık Kurumları, Erenler matbaası, Istanbul, 1981.
KRETSCHMER, Emst, Çev: Mümtaz Turhan, Beden Yapısı ve Karakter, Doğan Kardeş yayınları, İstanbul, 1949.
KILIÇ Orhan, Harput'ta Ermeniler ve Misyoner Faaliyetleri, Basılmamış lisans tezi, Elazığ, 1986.
NASUHlOÖLU, llhami, Tıp Tarihine Kısa Bir Bakış, Diyarbakır Tıp Fakültesi yayını No. 9, Akyıldız Matbaası, Ankara,' 1975.
SONGAR, Ayhan, Psikiyatri-Ruh Hastalıkları, Serhat Dağıtım Yayınevi, 4. Baskı, Istanbul, 1980.
SONGAR, Ayhan, Ruh Sağlığı, Tercüman Aile ve Kültür Kitaplığı, Istanbul, 1986.
SUNGUROÖLU, Ishak, Harput Yollarında, Cilt l, Istanbul, 1961.
ŞUÜRİ, Ta'dil-ül Emzice, Cerrahpaşa Tıp Tarihi Kitaplığı, (yazma eser) No. 279, Istanbul.
TAŞKIRAN, Nimet, Hasekinin Kitabı, Yenilik Basunevi, Istanbul, 1972.
TÜRK ANSlKLOPEDlSl, Cilt 1, 12, 20, Maarif Matbaası, Ankara, 1943.
ULUDAÖ, Osman Şevki, Beşbuçuk Asırlık Türk Tıp Tarihi, !stanbul, 1925.
UZUNÇARŞILI, !smail Hakkı, Osmanlı Devletinin Saray Teşkilatı, Ankara, 1945.
UZUNÇARŞILI, tsrnail Hakkı, Osmanlı Devletinin limiye Teşkilatı, Türk Tarih Ku-rumu Yayıru, Sayı 17, Ankara, 1965. ·
ÜNVER, Süheyl. "Fatih Darüşşifası", Dünyada Tıp Dergisi, C~lt 2, Sayı. 5, 1953.
174
ÜNVER, Süheyl, Fatih Darü~şifası, Istanbul, 1932.
ÜNVER, Süheyl, Fatih Külliyesinin lik Vakfiyesine Göre Fatih Darü~~i~ İstanbul, 1940. '
ÜNVER, Süheyl, Tıp Tarihi, Ahmed İhsan Basımevi, İstanbul, 1943.
VAKIFLAR GENEL MODÜRLÜÖÜ YAYINLARI, Türkiye'de Vakıf Abideler ve Eski Eserler I. Güneş Matbaacılık T.A.Ş. Ankara, 1972.
175