Le Guin'in Mülksüzleri ve Spinoza -Özge Akarsu -Felsefelogos 40

20

Transcript of Le Guin'in Mülksüzleri ve Spinoza -Özge Akarsu -Felsefelogos 40

Page 1: Le Guin'in Mülksüzleri ve Spinoza -Özge Akarsu -Felsefelogos 40
Page 2: Le Guin'in Mülksüzleri ve Spinoza -Özge Akarsu -Felsefelogos 40

"Bütün Olmak Parça Olmaktır" Le Guin'in Mülksüzleri ve Spinoza

ÖzgeAkarsu

Edebiyat, onda kendi benliğimizi, başka tekilleri, değişkenliği, dengeyi bulabildiğimiz tasavvur ala­nıdır. Zihnin sonsuzluğunu yazılı bir metin haline getirerek onu belirli bir doğrultuda sınırlamayı gerektirdiği ölçüde yazmak zordur. Ancak bir kere yazıldıktan ve dış dünyayla paylaşıldıktan soma o metin, yalnızca yazan kişinin zihin alanına ait olmaktan çıkacak, yazann kendi zihninin sonsuz­luğunda bulup yakaladığı kelimeler, bir başka kişinin zihnine, onun sonsuzluğuna karışacaktır. Bu durum kaçınılmaz bir ortaklık yaratır. Ve edebiyat bu ortaklığı içerdiği, bir başka kişiye karıştığı, onu da içine kattığı, yani kamusalolduğu sürece aynı zamanda politik olacaktır; zaten toplumsal ya da politik olmayan bir edebiyat söz konusu değildir. "Hepsi toplumsaldır; çünkü insan toplumuna aittirler ve aynı zamanda hepsi politiktir; basılı bir söz her zaman -yazarı istesin, istemesin, bilsin ya da bilmesin- kamusal yaşama bir katılım içerdiği ölçüde politiktir. "I

Kronometrenin başka bir zamanı gösterdiği, gezegenler arası yolculuğun yapıldığı farklı yer ve zamandaki bilimkurgu, edebiyatın, tüm bu tasavvur alanının neresindedir? Onda kendi ben­liğimizi, bir başka tekili, insan tabiatına ait bir ortaklığı bulabilmek münıkün müdür? Hiç şüphesiz içinde korkusuz, çelişkisiz karakterler barındıranlarında insana dair bir şey bulabilmek pek müm­kün olmayacaktır; onlar zamandışı bir zeminin yenilmez kahramanları olarak kalacaklardır. Bununla birlikte, farklı mek:ill ve zamanda yer alsa da içinde erdem, güç, kararlılık yanında, zayıflığa, insan

1 Eduardo Galeano, "On yaygın yanlış ya da yalan" isimli makalesinde, "Bir kitap dünyayı değiştirmez. Ama ne değiştirir dünyayı?" diye soracaktır. Bir süreçtir esas olan. Duruma göre hızlı ya da yavaş, her zaman kesintisiz ve kendiliğinden binlerce boyutu olan bir süreç. Ve Galeano'ya göre yazılı söz de bu boyutlardan birisidir, önemli boyutlarından birisi hiç kuşkusuz. Eduardo Galeano, Biz HaW Diyoruz (istanbul: Metis Yayınları, 2008), 51.

103

Page 3: Le Guin'in Mülksüzleri ve Spinoza -Özge Akarsu -Felsefelogos 40

le guin 'in mülksüzleri ve spinoza • akarsu

zorunluluğuna dair şeyler de buIabildiğimiz bilimkurguda, bir kurgusal kahraman değil, kendi ben­liğimize, ötekine, insan tabiatına ait bir şey karşımıza çıkacaktır. O halde, Le Guin' in belirttiği gibi, doğru dürüst tasarlanmış bir biliırıkurgu da, gerçekte neler olup bittiğhıi, insanlann aslında neler yapıp neler hissettiğini, insanın, bu bitmeyen hikayedeki bütün diğer her şeyle nasıl bir ilişki içinde olduğunu tanımlamaya çalışmanın bir yoludur. Ve tüm kurgu ürünleri gibi bilimkurguda da İnsan'ı ait olduğu yerde, evrenin düzeninde ona aynımış olan noktada tutacak kadar geniş bir alan vardır.2

Le Guin bize gerçekliği, bir başka mekan, zaman ve kişiyle anlatır. Onım kurgularında ortak olan tek şey ise bağrında bir insanın yer almasıdır. Bize hikayeyi kimi zaman Anarres ismin­de anarşist bir toplulukta doğmuş Shevek, kimi zamansa gölgesini takip eden, içindeki karanlığın gerçek jsmini arayan Ged3 anlatır. Onlar, gerçekliği yorumlarken, yeniden keşfederken tanımamıza, anlamlandırmamlZa yardım ederler. Ve gerçekliği tanımak, onu değiştirmeye başlamak için gereken ilk adımdır.4 Bunu bilimkurgu aracılığı ile yapıyor oluşu bu gerçekliğin niteliğini değiştirmeyecek­tir; çünkü gerçekliği açıklamak onu kopya etmek anlamına gelmez ve bazen etkin bir hayalgücüyle oluşmuş fantastik bir anlatı, gerçekliği, natüralist, ona saygılı davranmaya çalışan bir öyküden daha iyi anlatabilir.5

Etika' da hayalgücü, imaginatio farklı görünümlerle karşımıza çıkacaktır. Öncelikle ha­yalgücü, dış cismin tabiatından çok, insan bedeninin, halihazır yapısını açığa çıkaran bir ideadır ve o kuşkusuz, bunu açık seçik biçimde değil, bulanık biçimde yapar.6 Burada hayalgücü, bulanık, ya­nıltan, duyularla elde edilen ve güvenilir olmayan birinci bilgi türü olarak tanımlanmıştır.7 Bununla birlikte hayalgücü deyimi Etika'nın çeşitli pasajlarında daha farklı, olumlu bir yan anlamla yeniden ortaya çıkar. İkinci bölüm, Önerme ITnin tanıtı, eğer anlık varolmayan şeyleri bulunuyor olarak imgelerken, aynı zamanda o şeylerin gerçekten varolmadıklarını bilseydi, kuşkusuz, bu hayalgücünü tabiatının bir kusuruna değil, bir erdemine atfedecekti, hele bu hayalgücü yeteneği yalnızca doğasına bağlı olsaydı. .. Yani anlığın sahip olduğu bu yeti özgür olmuş olsaydl!S Öyleyse, özgür bir hayalgü­cüne dair, bir ayrım karşımıza çıkar. Özgür bir hayalgücünün, potentia imaginandi 'nin yapabileceği nedir?9

. Diego Tatian, hayalgücü ile kişinin kendi varlığında SÜITne çabası olan conatus arasında sıkı bir bağ olduğunu söyleyecek ve hayalgücünün conatus'un bir şekli olduğunu belirtecektir. An­lık, bedenin etkinlik gücünü azaltan ya da kısıtlayan şeyleri imgelediği an, olabildiğince bunların varoluşunu dışlayan şeyleri anımsamaya çabalar. LO O halde bedenimizin etkinliğini arttıracak şeyleri hayal etmektir, conatus 'un bir şekli olan hayalgücü. Bedenin işleme gücünü artıran ya da destekleyen şeyleri hayal edebilen zihnin gösterdiği çaba ölçüsünde kurulur. 11 Gücü artıran hayalgücünün kendisi

2 Ursula K. Le Guin, Kadm/ar Rüya/ar Ejderha/ar 'Çuva/ Kuramı Ve Kurgu' (Istanbul: Metis Yayınları, 1999),57. 3 --, Yerdeniz Büyücüsü ( Istanbul: Metis Yayınları, 1994). 4 Galeano, Biz Hayır Diyoruz, 52. 5 A.g.e., 53. 6 Benedictus Spinoza, Törebilim (Ethica) (Istanbul: Idea Yayınları, 1996), E LV, 01. 7 Spinoza'nın E.IV Onerme 1 'de vermiş olduğu örneği belirtmekte yarar olduğunu düşünüyorum: "Güneşe baktığımızda bizden ikiyüz adım uzakta olduğunu imgeleriz ve gerçek uzaklığını bilmediğimiz sürece bunda aldanırız; oysa gerçek uzaklık bilindiği zaman yanılgı ortadan kalkar; ama imge, eş deyişle güneşin ancak beden onun tarafından etkilendiği sürece anlatan ideası kalkrnaz. Ve bu yüzden gerçek uzaklığını bilsek de, yine de onu yakınmış gibi imgeleriz." O halde önermeye göre, hayalgücü ile güneşe dair bir gerçeklik değil, bedenimiz, güneş tarafından etkilendiği sürece oluşan yansımayı, güneşe dair imaginandi'yi elde ederiz. (A.g.e., 134 E.IV 0.1.) 8A.g.e., E.II, 0.17. 9 Diego Tatian, Dünya Sevgisi (Ankara: Dost Yayınları, 2009), 72. 10 Spinoza, Törebilim (Ethica), E.IIl, Ö.13 11 Tatian, Dünya Sevgisi, 72.

104

Page 4: Le Guin'in Mülksüzleri ve Spinoza -Özge Akarsu -Felsefelogos 40

felsefelogos .ıo/1/l

de artık bir güçtür, erdemdir. Yalnızca akla eklemlenmekle kalmaz, yetkinliğe ya da güce elverişli bir geçiş sağlayan tüm duygulam da eklemlenir. O halde akıl, aktifhayalgücü, neşeli tutkular arasındaki bu dayanışma, etik anlamda iyi bir hayatın ufkunu belirleyecektir. 12 Aktif hayalgücü, gerçekliğin anlaşılmasında yeni kapılar açacaktır ve içınde, bize, ötekine, ortaklığa dair bir şeyler bulabildiğimiz her kurgu ürünü gibi, teknolojik kahramanlıklara dair bir hikayeyi anlatmaktan, dinlemekten sıkılmış bir bilimkurgu içerisinde de bu ortaklığı bulabilmek mümkün olacak ve bilimkurgu gerçekçi bir tür olarak karşımıza çıkacaktır. Tuhafbir gerçeklik; ama bu da tuhafbir gerçekliktir.

Korkusuz, çelişkisiz, şüphesiz tipler yaratanlar, her öyküde veya romanda yazarm dedik­lerini mekanik olarak uygulayanlar kartondan tipler yaratanlar, aslında savaştıklarını söyledikleri sistemi kutsarlar. 13 Zamandışı bir yerden gelen, üstün güçlere sahip kahraman kötülerle savaşarak dünyayı, medeniyeti bir kez daha kurtarmıştır. Kurgu dışı alanda, evrenin göbeğinde ise günü kurta­ran kahramanlar yoktur. Bu şekilde oluşan kurguda hayalgücü, beraberinde umutsuzluğu ve arayışı getirecektir. Kahraman arayışı, başka dünya arayışı, başka bir hayat, ölümden soma cennet... Bu durum ise, kişiyi etkin değil edilgin hale getirecektir, böyle bir kahraman yoktur, zaten böyle bir dünyada yaşamak da anlamsızdır, hep başka bir yer vardır -yoktur- gidilecek ... Le Guin bu sistemi kutsamaz, onun hikayelerinde kahraman yoktur,ebedi ve ezeli insan doğası vardır. Ve bu insanlar sizi arayışa, beklentiye sürüklemez sadece yalnız olmadığımzı hissettirirler. Le Guin yazılı söze dair deneyimlerini "Bilimkurgu ve Bayan Brown" isimli makalesinde şu şekilde açıklar:

"Bir kitap bana bir fikir, bir olay, bir toplum veya bir mesaj olarak gelmez, bir insan olarak gelir. Belli bir uzaklıkta, çoğunlukla bir manzara içinde görülen bir insan. Yer oradadır, kişi oradadır. O adamı ben icat etmedim. O kadını ben yaratmadım: adam veya kadın oradaydılar. Benim işim de oraya gitmek."14 Le Guin gidebilmiş ve anarşist bir toplumda yaşayan, (yaşamaya çalışan) evini, birliği, birliğin içerisinde kaybolmayan tekilliği, farklılığı, bütünün çokluğımu arayan Shevek'i bul­muştur. Shevek, korkuyla, güvensizlikle, kimlikle, zayıflıkla, farklılıklara taharnmülsüzlükle örülmüş olan duvarın arkasını merak eden bir fizikçi, ondan da öte bir seyyahtır. Shevek'in yuvasına dönebil­mesi için gitmesi, medeniyetleri birbirinden ayıran bu duvarı, sınırları aşması gereklidir. Devletsiz, kurumsuz bir düş olarak kurulmuş olan Anarres, duvarlarla kendi düşünü başkalarından, Urras'tan korumak için onları dışarıda bırakırken, aslında Anarres'i de içeri kapamaktadır. İçeri kapamak, dı­şanda bırakmakla aynı şeydir ne de olsa ... ls Shevek içeri kapatıldığının farkında olan ve Anarres'in gerçekliğini, dışarıda bırakarak -içine kapanarak- değil, karşılaşmalara açık olarak kazanacağını düşünmektedir. Öyleyse eğer tasarılar, deneyimle farklılaşıyor, başka bir şeye dönüşüyorlarsa, sos­yal birliktelik, gerçek ortaklık nedir? Bu soruyu cevaplandırabilmek için öncelikle, Mülksüzler'de önemli bir yeri olduğımu düşündüğüm, tabiat, tabii hak ve zorunlulukla ortaya çıkan sosyal birliktelik unsurlarını Spinoza üzerinden incelemeye çalışacağım. Tabiatta her şey mümkünse, insanlan sınır­layan iyi, kötü, günah, suç gibi kavramlar yoksa ve herkesin gücü yettiğince her şeyi yapabilmeye hakkı varsa tabiat bütününün bir parçası olan insanları tabii düzenden, gücünün yettiğince her şeyi yapabilme haklarından vazgeçiren ve onları sivil düzene, sosyal birlikteliğe sürükleyen nedenler ne­lerdir ve Anarres toplumu tüm bu sorularm neresindedir? Ardından, ideal toplum tasarılarmın tekil­leri sınırlayan, onlarm farklılıklarını idealolan uyarınca gidermeye çalışan etkisini tartışacağım. Ve eğer ütopyalar, bir ideal toplum tasansı daha da ötesi özlem ve hayaliyse Anarres'i herhangi bir 'yok olandan' ayıran ve Mülksüzler'i 'ikircikli ütopya' haline getiren şey nedir? Bu incelemeler sonrasın­da elde edeceğim cevap, çalışmamın ve benim yorumumla Mülksüzler'in cevabı olacaktır.

12 A.g.e. 13 Galeano, Biz HaY!( Diyoruz, 51. 14 Ursula Le Guin, Kadm/ar Rüya/ar Ejderha/ar 'Bilimkurgu Ve Bayan Brown' (Istanbul: Metis Yayınları, 1999),75. 15 --, Mü/ksüz/er, çev .. Levent Mollamustafaoğlu (istanbul: Metis Yayınları, 2006),17.

105

Page 5: Le Guin'in Mülksüzleri ve Spinoza -Özge Akarsu -Felsefelogos 40

le guin 'in mülküzlen ve spinoza • akarsu

SPINOZA VE TANR1

Spinoza, Etika'ya 'Tann Üzerine' adlı ilk bölümüyle başlar. Etika'daki önermeler, geometrik düzene uygun olarak sayısal bir nitelik taşır. Spinoza sanki sayılarla oynuyor ve bu oyun içerisinde Tann'yı açıklıyordur. Etika'nın bu matematiksel niteliği ona, soyut ve kavramsal bir etki kazandırır; zim sa­yılar da soyuttur. Ancak bir şeyin soyut olması, onun hakikat olduğunu değiştirmez ve bir şeyi anla­mak, onu sözler ya da görüntüler olmadan yalnızca zihinsel olamk kavmmaktır. 16 Aynen, üçgenin üç açısının, iki dik açıya eşit olduğu hakikatini kavramamız gibi.

Etika' da, Tann, "Saltık olamk sonsuz varlık, eş deyişle, her biri bengi ve sonsuz özü anla­tan sonsuz yüklernden oluşan töz"17 olarak tanımlanmıştır. Bu durumda, Tann'ya ulaşabilmek için, öncelikle töz kavramım irdelemek gereklidir. Spinoza, töz, substantia ile, kendisinde olan, kendisi yoluyla kavranabileni anlıyorum diyecektir. LS Bu tanımın ardından, önerme 5'te, şeylerin tabiatında sadece tek bir töz olacağını belirtir ve Önerme 8 ise, bize tözün zorunlu olarak sonsuz olduğunu kamtlar ve nihayet Önerme l4'e göre, Tann'dan başka bir töz yoktur. Böylece, töz üzerine tanım­lamalanyla, Tann'ya ulaşır Spinoza. O halde, Tann, tek, sonsuz ve bölünemezdir; çünkü tözün tek olduğunu söylemek, bu önermeye göre, Tann'nın da tek olduğunu söylemektir. Etika'da başta kar­maşık gözüken bu kavramlar, 'bütün' içerisinde anlamlanır.

İkinci Bölüm, 'Anlığın Doğası'nda karşımıza tekiller çıkar. Tek töz Tann, öyle bir yük­leme aittir ki, kavmrm tüm tekil düşüncelerde içerilir ve onlann kavranmasım sağlar. 19 Tann bilgisi, daha az ya da daha çok da olsa tüm tekillerde içerilmektedir. Ve bu bilgi, tekillerde bulunduğu ölçüde onlann kendilerini ve diğer tekilleri kavramalanna yardımCİ olacaktır. Tann ile tekiller arasındaki bu karşılıklı ilişki aslında bütün-parça ilişkisinden ibarettir. Tekillerin etkileşiminden, hareket halinde olmalarından, bütüne dair bir bilgi, güç doğacaktır; çünkü tekillerin Tann bilgisini zorunlu olarak içeriyor oluşlan, etkinlik içerisinde bu fikri buluyor olmalanndan kaynaklamr.2o Görüyoruz ki, Tann bilgisi, kişiyi tabiatta yalnızlaştırrnaz, aksine onu diğer tekillerle etkileşim içerisine sürükler. Kişinin gücünü oluşturduğu bütüne dair bilgisini arttırına gayreti, onun elde edebileceği en üst yarar olacak­tır. Bu çaba, onu, varolan şeylerin gerçek nedenlerini arama uğraşısına sürükleyecek, hakikat ve bilgi sevgisi bu kişinin temel kaygılan haline gelecektir. Böyle bir çaba ise, kişinin aklın kılavuzluğu al­tında yaşamasıyla sonuçlanacaktır. Bir şeyin gerçek nedenini bilmeyen kişi, o şeye öfkelenebilir, onu kıskanabilir, tutkulan kişiyi nereye sürüklüyorsa, oraya bir köle gibi sürüklenebilir. Ancak, hakikatin kişiyi götürebileceği tek yer vardır: O da akıl ve gerçek özgürlüktür. Bu gerçeklik, kişiyi, kaçınılmaz olamk daha etkin kılacaktır. Aslında, özgür-köle insan amsındaki ayrım da bumdan doğmaktadır. Ha­kikat arayışı ve bilgi sevgisi, kişiyi etkinleştirdiği oranda aslında özgürleştirmektedir. Bunun yanında, kendisinin habersizi olan ve dış şeyleri, onlara ortak olan mefhumlarla değil, sadece kendi üzerindeki yansımalanyla anlamlandıran kişi, bu şeylere, hakikati elde eden bir insan gibi değil, tutkularla karşı­lık verecektir. Akıl insam özgürleştirirken, tutku ise onu bilmediği bir yere sürükleyecektir ve insanlar tutkular olan duygulann saldınsına uğradıklan sürece birbirlerine aykın olabileceklerdirY O halde, bir insana, aklın kılavuzluğu altında yaşayan bir başka insandan daha yararlı bir şey yoktur.22 Böyle

16 Benedictus Spinoza, Teolojik Politik Inceleme (Ankara: Dosl Yayınları, 2008), 102. 17 Spinoza, Törebilim ( Ethica) , E.I, Tanım 6. 18 A.g.e., E. i, Tanım 3. 19 A.g.e., E.II, Ö.1/Tanıt. 20 Elienne Balibar, Spinoza Ve Siyaset (Spinoza Et La Politique) (Istanbul: Otonam Yayınları, 2004), 92. 21 Spinoza, Törebilim ( Ethica), E.IV, Ö.34. 22 A.g.e., E. iV, Ö.35.

106

Page 6: Le Guin'in Mülksüzleri ve Spinoza -Özge Akarsu -Felsefelogos 40

felsefelogos.2011l1

olduğu ölçüde, bir bütünün parçalan, birbirine karşıtlık oluşturmayacaktır.23

Aklın önemi yadsınamaz; çünkü akıl, insam, varolan tüm şeyleri gerçek nedenleriyle araş­tırma çabasına, hakikat arayışına ve bilgi sevgisine sürükler. Anlama çabası ise, erdemİn ilk ve tek temelidir. Bu çaba, kişiyi kaçınılmaz olarak etkinleştirir; ancak insan, sadece akılla tammlanamaz. Onu salt akılla tanımlamaya çalışmak, başka bir şeye dönüştürmek, tekilliğini ve özünü değiştirmek olacaktır. Ve eğer ideal devlet düzeni arayışlan birer toplum tasansıysa, insanlan tabiatlanna aykın olabilecek şekilde sadece akıldan ibaret kılmak ya da bunun böyle olması gerektiğini söylemek de aslında bir insan yaratımı olacak ve içerisinde herhangi bir gerçeklik banndırmayacaktır. Çünkü in­sanlann kendi aralarındaki hareketlilik, önceden tahmin edilemez. Her şey, devim, dinginlik ve kar­şılaşmalardan ibarettir. İnsanlann diğer parçalarla karşılaşarak kazandıklan hareketlilik tabii olma­yan bir şekilde dışandan etkiyle değiştirilemez, değiştiriise dahi, bu tabii bir hareketlilik olmayacak, onlann tekil tabiatına aykınlık teşkil edecektir. Akıl, insan tabiatının bir parçasıdır; ancak dışandan 'aktanlmasına' gerek yoktur.24

Bu durumda, akıl ve tutku kimi zaman yer değiştirebilir. Akla uygun yaşayan insan, kimi zaman tutkulanyla karar alabilir ya da bunun tam tersi mümkündür. Yani insan tabiatı, aynı zamanda hem akıl, hem cehalet, imgelem ve tutku ile tammlamr.25 Ne sadece akıl ne de sadece tutku ya da cehalet... Zira bütün, insan akllllin anlamlandıramayacağı sonsuzlukta hakikatler içerir. Böylelikle, bireysellik ve toplumsallık aslında birbirine karşıt değildir; çünkü bu durum geçerliliğini, insanlann tabiatta bulunan sonsuz sayıdaki diğer bireyler gibi tabii bireyler ve sınırlı güce sahip 'tekil şeyler' olmalan gerçekliğinden alır.26 Tabiatın onlan sonsuzca aşan bir hakikat içermesi ve tekillerin bu bütün içerisinde sınırlı güce sahip parçalar olmalan, aslında onlan bir uyuma sürükler; çünkü tabiatın sonsuz karmaşası karşısında sınırlı güç ile hayatta kalabilmek her zaman kolay değildir. O halde, bütün tabii bireyler gibi insanların, kendilerini korumaya eğilimli olduklan ölçüde, aralannda 'uyum sağlamaktan' gelen doğrudan doğruya bir çıkarlan vardır.27

Tüm bunların yamnda, Le Guin, Kadınlar Rüyalar Ejderhalar isimli kitabında, başka bir ortaklık ihtimalinden bahsetmiştir:

"Nasıl vücutlanmızda yeni bir organ icat edemezsek, kimse de düşünerek bir arketip icat edemez. Ancak bu bir kayıp değil kazanç. Üzerinde yalnızca akıl yoluyla değil, estetik, içgüdüsel ve duygusalolarak da buluşabileceğimiz dev bir ortak alan da olduğuna göre, bu iletişim kurabileceği­miz anlamına geliyor. Yabancılık, insanlığın nihai durumu değildir. "28 Belki de, insam sadece akla tabi kılarak, kendimize ve başkalarına yabancılaşmak yerine, ortaklıktan vazgeçmernek ve iletişim kurabileceğimiz başka alanların olduğunu bilmek bizim tek umudumuzdur...

Teolojik Politik İnceleme' de Tann ile Tabiat arasında yadsınamayacak, güçlü bir bağ bu­lunmaktadır. Spinoza, "Tann yönetiminden, tabiatın sabit ve değişmez düzenini, yani tabii şeylerin zincirleme bağlantısını anlıyorum. Tabiatın, evrensel yasalan, Tann'mn sonsuz kararlandır."29 diye­cektir. Öyleyse, tabiatta varolan her şey, Tann'mn sonsuz kararlanndan ibarettir. Tabiat'ın düzeni, Tann'nın sonsuz yasalanyla zorunlu bir biçimde örtüşür.30 Spinoza'nın Teolojik Politik İnceleme' de­ki bu söylemleri tüm Ortodokslar tarafından bir ate olarak damgalanmasına neden olacaktır.31 Ancak

23 Armaner'in romanında geçen "Bir bütünün parçaları birbirine karşıtlık oluşturmaz." ifadesini Spinoza ile ilişkilendiriyorum.

Türker Armaner, Tahta Saplı Bıçak (Istanbul Metis Yayınları, 2007), 49. 24 Balibar, Spinoza Ve Siyaset (Spinoza Et La Politique), 93. 25 A.g.e., 92. 26 A.g.e., 93. 27 A.g.e. 28 Guin, Kadınlar Rüyalar Ejderhalar 'Bilimkurgu Ve Bayan Brown', 90. 29 Spinoza, Teolojik Politik Inceleme, 84. 30 Cemal Bali Akal, Varolma Direnci Ve Özerklik (Ankara: Dost Yayınları, 2004),107. 31 A.g.e. 107

Page 7: Le Guin'in Mülksüzleri ve Spinoza -Özge Akarsu -Felsefelogos 40

le guin 'in mülksüzleri ve spinoza • akarsıı

Spinoza'nın mührünün Caute, İhtiyat olması boşuna değildir. Tann kavramı, tüm tekillerde içeriliyor ve onların bu bütün-parça ilişkisi içerisinde kavranmasını sağlıyorsa, bu durum Spinoza felsefesinde de böyledir. Onu bir parça olarak okumak, bütünselliğini kaçırmak anlamına gelir. Bu durumda, Spi­noza'da Tann-Tabiat özdeşliğinın gözden kaçınırnaması gereken güçlü bir bağ olduğunu söylemek yanlış olmayacak; ancak salt buna indirgenmesi ve Spinoza'nın bir ate olduğunun söylenmesi ondaki bütünselliği gözardı eden bir yorum olacaktır.

İNSAN VE TABİAT

Tabiatta varolan her şey, tabii düzenin eVTensel yasalan uyarınca belirli bir nedene göre varolmak, hareket etmek üzere belirlenmiştir ve bu evrensel yasalar, iyi, kötü, günah, suç, ceza gibi değerler, kavramlar doğurmazlar. Varolan her şey başka bir şey ile ilişkili olarak değil, salt kendinde ele alın­dığında, her bir şeyde özünün gittiği yere kadar yayılan bir yetkinlik içerir, zaten öz, bu yetkinlikten başka bir şey değildir.3l Bu durumda, varolan şeyler, başka bir şeyle kıyaslandığı zaman daha iyi, kötü veya yoksun olarak tanımlanırlar. Bu durumda, bir kişinin gözünün 'iyi' gördüğünü söylüyorsam, bu benim, onun gözlerinin yetkinliğini, kendi gözlerimin yetkinliği ile kıyasladığım anlamına gelir ve aslında onun gözlerinin gerçek niteliğini tanımlamaktan uzaktır; çünkü bir başkasına göre bu durum farklılaşabilir. Bir eylemin suç olduğunu varsayan düzende de durum böyledir: Düzen, bu eyleme suç niteliğini atfettiği ölçüde, onun suç olduğuna ve bu eylemin ce7..alandınlması gerekiiğine karar vere­bilir. Adem, meyveyi yememesi gerektiğini ilk nedeniyle, zorunlu bir gerçeklik olarak değil, sonsal neden ve bir buyruk olarak algıladığı için itaat etmemiştir.

Tüm bu değerlerden, bizim anlama yetimizle ilişkili olarak söz edilebilir, Tann 'nın anlama yetisiyle ilişkili olarak değiL.33 Ve insanların şeyleri, kendi üzerlerindeki yansımalanyla tanımalan ya da başka şeylerle kıyaslayarak tanımlamada bulunmalan, parçasını oluşturduklan tabiat ile kur­duklan ilişkiyi de bu çerçeve içerisinde oluşturur; çünkü insanlar şeyleri ilk nedenleriyle değil, son nedenleriyle -kendilerinde bıraktıklan etki ile- tanımlamaktadırlar.34 Bu durumda, tabiatın gizem ve karmaşasından, her şeyin, kendileri için bir yaran olrnası nedeniyle varolduğunu düşünerek sı)TIlrna­ya çalışırlar. Tabiatta insana yararsız hiçbir şey yoktur bu durumda. Balık yemek için, su içmek için, rüzgar, çiçekleri döııesin, anlar da o çiçeklerden bal üretsin, biz de o balı yiyelim diye vardır. Sivrisi­neğe gelince, ona hiçbir anlam verilemez. Nedir? Neden vardır? Ne yaran vardır? Ya da depremler... 32 Benediclus Spinoza, Spinoza-B/yenbergh Kötülük Mektup/an (Istanbul: Norgunk Yayınları, 2008), 53. 33A.g.e., 55. 34 Şeylere atfettiğimiz bu değerler, insan duyularıyia da oldukça ilişkilidir. Duyularımızla kolayca algıladığımız ve bizimle olumlu karşılaşması olan şeyler, üzerimizde olumlu bir etki bırakırlar. Bu durumda biz bu şeyleri, 'Iezzelli'. 'iyi düzenlenmiş' 'haz verici' şeyolarak nitelendiririz. O şeyi, kendi varlığı, düzenlenişi içerisinde değil, bizdeki yansıması doğrultusunda tanırız veya bir şeyle bizim tabiatımızla uygun olmayan bir karşılaşma yaşıyorsak, bu şey bizim tabiatımıza göre 'kötüdür', 'bozuktur', 'kötü düzenlenişe' sahiptir. Bu durumda, duyularımızia farkına vardığımız bu bilme, anlama yetisi insan tabiatının en ilkel ve en yerleşik öğrenme tarzıdır. O kadar ki, bu öğrenme süreci, kavrama yetimizin tamamen deneyselolarak geliştiği bebeklik zamanlarına dayanır. Sıcak bir yere dokunan ve eli yanan bebek, oraya bir daha dokunmaması gerektiğini kavramıştır ve artık o şey bebek için, 'sıcak ve can acı!ıct' olarak yerleşir. Spinoza'ya göre, duyularla gerçekleştirilen bu öğrenme süreci, şeyleri sonsal nedenleriyle algılama ve en bulanık olan öğrenme tarzıdır. Şeyleri kendilerinde değil, bizdeki yansımaları ile tanımamıza yol açarlar ve her varlık birbirinden farklı olduğuna göre, bu yansımalar da değişecek, farklılaşacak ortak mefhumlardan uzaklaşılacaktır.

Şeylerin nedenlerini bu şekilde anlamak, onların gerçek tabiatını kavramaktan uzak, onları birer imge olarak anlamlandırmaktır. Spinoza'da, anlama yetisinin arttırılması ve hakikatin aranması süreci, şeyleri, birinci bilgi türü, yani duyularla elde ettiğimiz ve herkese göre farklılaşan şekilde tanımlamaktan ziyade, onlara ortak olan kavramları bulmak ve gerçek nedenlerini araştırmaktır. Aslında bilgi sevgisi de bundan ibarettir. Üçüncü tür bilgi, şeyleri sezgiselolarak kavramak ise, bütün ile kurulan doğrudan ilişkidir belki de ...

108

Page 8: Le Guin'in Mülksüzleri ve Spinoza -Özge Akarsu -Felsefelogos 40

felsefelogos.2011l1

Eğer tabiatta her şey insana hizmet etmek için varsa, depremler neden olur? Bu sorulara, her şeye sonsal nedenleriyle yaklaşan, yani şeyleri duyulanyla tanımaya ve kendi üzerindeki yansımalanyla tanımlamaya çalışan insan, muhtemelen bir cevap bulamayacaktır. O halde, gizemli bir hal alan bu sorular, en kestirme ve uğraşısız olarak, 'aşkın güce' gönderme yapılarak cevaplanacaktır.ls

Tüm bunlar şunu gösterir, insanların tabiat ile kurdukları ilişki hiyerarşik bir ilişkidir. Krallık içerisinde krallık olduklarını sanırlar. Oysa Tabiat, altlık üstlük ilişkisi doğurmaz; her şey kendi içerisinde bir dengededir. Ne insanlar yaradılışın merkezidir ne de hayvanlar insanlar onlar­dan yararlansın diye yaratllmışlardır. l6 Gücü olanın hakkı da bulunmaktadır37 ve yine her şey, kendi tabiatına göre varolmaktadır. Bu varoluşlan, insan tabiatına göre anlamlandırmaya çalışmak, onlan kendi varlıklan içerisinde değil, kendi tabiatımızIa kıyaslayarak anlamlandırmaktır. Tıpkı gözlerinin iyi gördüğünü söylediğim bir insanda olduğu gibi. Her ikisi de, bir gerçekliği ifade etmekten uzak, varsayımsal tanımlardır.

Tabiatı kıyaslama ile değil, kendi içerisindeki hakikat ile değerlendirmeye çalışacak olur­sak, her şey bir dengeden ibarettir. Her tekil, kendi tabiatına göre vardır ve varoluşunu devam ettir­meye çalışır. Sivrisinek, kan ile yaşar, varlığını sürdürür. Onun neden var olduğunu ya da ne gibi bir yaran olduğunu sorgulamak, insanlığın neden varolduğunu ve ne yaran olduğunu sorgulamaktan farksızdır. Tabiatın dengesini, onun bu çeşitliliği oluştıırur. Tüm denge, her türün, kendi varlığı içeri­sinde, varoluşunu sürdürme çabasından ibarettir. İnsan da, bu bütünün bir parçasıdır; ancak onun tüm hayvanlarla -varolan bütün türlerle- aynı krallığı ve onlar gibi tek bir tözü dile getirmesi, tabiatlann kaynaşması anlamına gelmez.l8 Her şey, kendi varlığı içerisinde özgündür, incelenmelidir ve tekil­dir. Bu varlıklann yalnızlaşmasına sebebiyet vermez. Aksine, onların etkileşim içerisinde bütünün dengesini, hareketliliğini oluşturmalandır. Çünkü tabiatta her cisim ve tekil şey ya dinginlikte ya da devim halindedir, (virgül eklendi) şeyler bu hale birbirlerinden etkilenişleriyle geçerler.39 Sonsuz bir etkileşim düzeni ...

Bu durumda, tabii düzende sonsuz etkileşim halinde olan varlıklar arasında işbirliği de söz konusu olabilir, karşıtlık da.40 Rüzgarın çiçekleri döllemesi, anların çiçeklerin polenlerinden bal elde etmesi, İnsanlann bu baldan yararlanmalan işte bu işbirliğidir. Ancak bu hiçbir şekilde, ruzgann, çiçeklerin ya da anların, insanlar için varolduklan anlamını taşımaz. Varoluşlann nedeni, her türlü varlığı içeren bütünde anlam kazanır, bütünün bir parçasını oluşturan insanda değiL. Öte yandan, varlıkların özünü, kendi varlığında sürme çabası, conatus oluştıırur. O halde, tabiatta her şey varlığıru sürdürmeye çalışacak, her türlü varlığın hakkı, gücünün uzandığı yere uzanacaktır. Bu durumda, tabiatı bize karşıt olan ve bizim varoluşumuz üzerinde tehlike yaratan şeyi ortadan kaldırmak isteriz; varoluşumuzu sürdünnektir özümüz ... Yılanın tabii hakkı ve insanın tabii hakkı birbirini dışlar ve her birinin, diğerine göre yapabileceği her şeye hakkı vardır.41 Bu, başta tehlikeli ve yoketmeyi hak­lılaştıran bir söylem gıbi gözükse de, ihtiyatlı yaklaşıldığında böyle olmadığı anlaşılır. Varlığımızda sürme çabası bizim özümüz ise,42 bu çabayı engelleyecek, bizi ortadan kaldıracak her şeyi dışlanz ve tabiatlarını kendi tabiatıınıza karşıt olarak alırız. Onu yokedişimizin temel nedeni bundan ibarettir. Aynı şekilde yılanın size bir tarlada saldırması ve sizi ısırması da aynı güdünün nedeni, tabiatlarını­zın karşıtlık oluşturması sebebiyledir. Ayrıca unutulmamalıdır ki, her şey, 'kendi varlığı' içerisinde

35 Spinoza, Törebilim ( Elhica) , E.1, Ek metin. 36 Tatian, Dünya Sevgisi, 39. 37 Benedictus Spinoza, Politik Inceleme (Ankara: Dost Yayınları, 2007), Tanıt.4. 38 Tatian, Dünya Sevgisi, 35. 39 Spinoza, Törebilim ( Ethica), Yardımcı Önerme.2. 40 Tatian, Dünya Sevgisi, 39. 41 A.g.e., 38. 42 Spinoza, Törebilim (Ethica), E.3, Ö.7.

109

Page 9: Le Guin'in Mülksüzleri ve Spinoza -Özge Akarsu -Felsefelogos 40

/e guin 'in mü/ksüz/eri ve spinoza • akarsu

varoluşunu sürdünneye çabalar.43 Ancak bu durum insana, -objektifkoşullar içerisinde bu karşıtlıkta güçlü olan insan tabiatıdır- kendi tabiatına karşıtlık oluşturuyor diye varolan tüm yılanlan öldünne gücünü verse de hakkını vermez, Spinoza felsefesindeki hiçbir şeyi salt kendi içerisinde yorumlama­mak gerektiği gibi, güç- hak ilişkisine de bu şekilde indirgemeci olarak yaklaşmamak gerekir, Tüm bunlar, bize sadece bir dengeyi gösterir, Herhangi bir hiyerarşinin olmadığı, saf denge",

SOSYAL BİRLİKTELİK

Tabiatta her varlığın, 'kendi varlığı' içerisinde sürmeye çabalayacağını söyledik, Tabiatın bir parça­sını oluşturan insan ise, tabiattaki diğer canlılar gibi, sadece varolma itkisiyle yaşayamaz, İnsanlan bir arada yaşamaya iten bir neden vardır, o da güvenlik ihtiyacıdır, Kişilerin conatus 'u onlan, sosyal iş bölümüne, bir işbirliğine yöneltir, Yani içerisinde yalnızlık korkusunu da banndan bu varoluşsal kaygı, onlara, güvenlik birliğini kurdurtan bir sosyaııik içerir,44 İnsanlar, iki kötü arasından daha az kötü olanı tercih etmişlerdir,45 Onlan sosyaııeştiren neden, daha kötüden korkmak ve bu doğrultuda daha az kötü olanı tercih etmek, güven, securitas ihtiyacıdır, O halde insanlann bütün tabii bireyler gibi, kendilerini korumaya eğilimli olduklan ölçüde, aralannda 'uyum sağlamaktan' gelen doğrudan çıkarlan bulunmaktadır,46 Deneyim ve muhakeme de toplumun bu zonınluluğunu gösterir,47 Zira her insan, hayatta kalabilmek için, toprağı sünnek, ekmek biçmek, öğütmek, pişirrnek dokumak, dikmek ve vazgeçilmeyecek başka birçok şeyi tek başına yapmak zonında kalsaydı, bunun için gerekli güce ve zamana asla sahip olamazdı.48

Sosyaııik ihtiyacı, zorunluluklar doğrultusunda kurulan bu birlikteliği sürekli kılma gayesi de, belirli toplum kuraııannın oluşmasına yol açmıştır, Bu toplum kuraııan, dünyevi olan, insani yasadan başka bir şey değildir, İnsani yasanın ortaya ÇıkıŞı ile birlikte, birtakım eylemler suç olarak belirlenmiş ve bunlann müeyyideleri oluşturulmuştur. Yani bir eylemin suç oluşu tannsal yasanın gerçekliği ve zorunluluğu içerisinde değil, insanlann, bir arada güven içerisinde yaşamak için oluş­turduklan hukuk kuraııan gereğidir ve insanlar, tabiattan edindikleri haklanndan bir şeyi bırakıp ya da bırakmaya zorlanıp, belirli bir yaşama usulüne boyun eğmişlerse, bunun kaynağı insani bir karar­dır.49 O halde, bu karar uyannca, Adem'in ıneyveyi yeınemesi gerektiği bilgisi, zonınlu bir gerçeklik olmaktan ÇıkmıŞ ve bir buyruk halini almış, Tann da kural koyan bir hükümdar olmuştur. Oysa, Tannsal yasa, bir gerçeklik dengesidir ve buyruklardan değil, zorunlu gerçekliklerden ibarettir,

ANARRES VE TOPLUMCULLUK

Anarres toplumunun, sosyal birlikteliğini oluşturan nedenlerini ve çelişkilerini inceleyecek olursak; Anarres tabii yaşamın insan hayatına uygun olmadığı bir yerdir. Toprak verimsiz, iklim kurak, her şeyazdır ve insanlar, eğer yaşamlannı sürdünnek istiyorlarsa, üretmek için gerçekten çaba göster-

43 A,g,e" E,3, Ö,6, 44 Bu noktada korkunun da bir ayrımını yapmak gereklidir: Korku kararsız bir acıdır ki, sonucundan bir düzeye dek kuşkulu olduğumuz gelecek ya da geçmiş bir şeyin ideasından doğar, Burada yer alan korku, . kendisinden kuşku nedeninin uzaklaştırıldığı, güveni, securitas'ı oluşturacak ve bu nedenle kişi için bir haz nedeni olacaktır. Haz nedeni olduğu sürece, güven duygusunu oluşturan korku, kişileri edilgin değil, aksine, etkin kılan, üretken bir duygu olacaktır, Bu takdirde kişileri edilgin kılan korku ile haz nedeni olan korku bir ve aynı şeyler olmayacaktır. 45 Spinoza, Törebilim ( Ethica) , E.IV Ö.65. 46 Balibar, Spinoza Ve Siyaset (Spinoza Et La Politique), 93. 47 Ag.e. 48 Spinoza, Teolojik Politik inceleme, 110. 49 Ag.e., 95,

110

Page 10: Le Guin'in Mülksüzleri ve Spinoza -Özge Akarsu -Felsefelogos 40

felsefe/ogos .201111 rnek zorundadırlar. Hiçbir şeyonlara şans eseri sunulmaz. Toplum, onlar için sadece bir yarar değil, yaşamlannı sürdürebilmeleri için gerekli olan bir zorunluluktur; zira tabiatın onlan sonsuzca aşan bir hakikat içermesi ve tekillerin bu bütün içerisinde sınırlı güce sahip parçalar olmaları, onları bir uyuma sürükler; çünkü tabiatta tek başına yaşamak kolay değildir. Böylelikle, birlikte üretirler ve da­yanışma içerisinde yaşarlar. Mülksüzler'de, Shevek, ona Anarres' i, orada düzenin nasıl sağlandığını soran Urras'lıya şunları diyecektir: "Emre karşı gelinemez; çünkü emir diye bir şey yoktur, kişinin vicdanı ne yapılması gerektiğini bilir. Hem ayrıca komşuların düşünceleri de vardır. Anarres 'te başka hiçbir ödül, başka hiçbir yasa yoktur. İnsanın kendi zevki ve dostlannın saygısı. Hepsi budur. Bu böyle olunca, anlayacağınız gibi, k9mşulann düşünceleri son derece büyük bir güç haline gelir. "50

Tüm bunlar ne anlama gelmektedir? Anarres'te kişiler, yapmaları gereken her şeyi, ken­dilerine buyrulduğu için değil, işbirliğinin gerçek nedenini, zorunluluğunu bildiklerinden yaparlar. Kişileri belli şekilde davranmaya itecek bir üst otoritenin olmaması bu durumu değiştirmez. Tabii yaşamın koşulları, toplumlarının dinamiği, ihtiyaç ve seçeneksizlik onlan tutarlı ve toplum kuralla­rına uyumlu olmaya götürür.

Mülksüzler, size bir veriyi verdikten soma, ardından başka bir ihtimali sorar, sorgular. Onu ikircikli bir ütopya yapan, zaten bu niteliğidir. Toplum, yetecek kadar yiyecek olduğu zaman daya­nışma içerisinde yaşamaya devam edebiliyor, paylaşabiliyordur. Peki ya olmadığı zaman? Bu soru, Shevek'in aklına bir trende altmış saat aç kalmak zorunda kaldığında gelmiştir. Trenin zorunlu olarak durduğu küçük kasabanın yemekhane ve ambarlarında fazladan yiyecek yoktur. Kasaba bir tarım topluluğu değildir ve toprakları tarıma elverişli olmadığı için yeterince üretemeyen, beslenmek için ulaşıma bağımlı olan bir topluluktur. Eğer trendeki dört yüz elli kişi yemek yerse, kasabadaki yüz alt­mış kişi yemek yiyemeyecektir. İdealolan hepsinin yemeği paylaşmaları olsa da eğer bu kadar kişiye herhangi bir şey verseler, kasabalının günlerce aç kalma riski doğacaktır; zira bir somaki tayın treni ne zaman gelir, ya da o trende ne kadar tahılolur belli değildir.sı Kasabalı, trende mahsur kalanlara hiçbir şey vermez. Shevek, altmış saat süren bu açlıkta, dayanışma ve paylaşma üzerine kurulu olan, yasaların bulunmadığı birlikteliklerini ümitsizce sorgular... Anarres 'te bereketsiz toprağa, kuru ikli­me rağmen herkese yetecek kadar besin üretilebiliyordur, !atı !atına da yetse hiç kimse aç kalmıyor­dur, ancak yetmediği zaman ne olacaktır? Shevek, böyle bir durumda, tüm dayanışma ve birlikteliğin yerini başka bir şeyin alacağını hisseder ve "İşte o zaman güç devreye girer; güçlü olan haklı olur. "52

der. Ve böyle bir durumda bu güç-hak ilişkisinin bir şiddeti, savaş durumunu doğuracağını düşünür. Mülksüzler'de bu karşıt iki durumdan, bambaşka tartışmalar doğabilir. Bu ikililiğe daya­

narak, Anarres'in felaketler düşünülerek oluşturulan bir sosyal birliktelik olmadığını, böyle bir du­rumla karşılaşıldığı takdirde tüm birlikteliğin bozulacağı söylenebilir. Ya da yine bu ikililiğe dayana­rak, hukuk kurallarının toplumsal ilişkileri düzenlemek adına ne kadar gerekli olduğu vurgulanabilir; ancak söylenebilecek bir ihtimal daha vardır ki o da, hiçbir şeyin bilenemeyeceğidir ... Trende altmış saat boyunca aç kalmış olan insanlar, kendilerine yiyecek vermeyen kasabalımn bahçelerine saldır­mayı düşünmüşlerdir; ancak bunu gerçekleştiremeden ve durum daha da valıimleşmeden tren tekrar hareket etmiştir. O halde, insanların böyle bir durumda, göstereceği tepkinin bu olacağını, sınırlan­mamış özgürlüğün yıkım getireceğini, işte bu nedenle de güvenlik adına kamusal yaşamın ve insan özerkliğinin olabildiğince sınırlanması gerektiğini söylemek ve sosyal birlikteliği korku, güvenlik ve çatışma üzerine kurmak bir felaket senaryosu yaratmaktır. Ancak bütün ne çatışma ne de uyum olarak tanımlanabilir; çünkü bir karara ya da durgunluğa ulaşmayı değil devamlı bir süreci amaçlarY 50 Guin, Mü/ksüz/er, 132. 51 A.g.e., 219. 52 A.g.e., 220. 53 --, Kadm/ar Rüya/ar Ejderha/ar 'Bilimkurgu Ve Bayan Brown', 56.

111

Page 11: Le Guin'in Mülksüzleri ve Spinoza -Özge Akarsu -Felsefelogos 40

le guin 'in mülksüzleri ve spinoza • akarsu

Devletin nihai amacı da hükmetmek, İnsanlara korku salarak onları avucunun içinde tutmak ve bir başkasının hakkına tabi kılmak değildir. Tersine, onun amacı, elden geldiğince güvenlik altuıda ya­şayabilmesi için, her insanı korkudan kurtarmaktır? Uyum çoğu kez korku tarafından yaratılsa da, güvenilir olmayacaktır. Ve eklemek gerekir ki, korku anlığın güçsüzlüğünden doğar.55

İnsanların zor durumlarda, kendilerini koruyacağını bilirız; çünkü sürekli söylediğimiz gibi varolmak, varlıklarında sürmeye çabalamak onların özüdür; fakat bu bize yine de, zor koşullar­da, tüm birlikteliğin, sosyalliğin dağılacağını, insanlann bir savaş halinde olacağını söylemek imkanı vermemelidir. Her şey bir deneyimden ibarettir. Tabiatın sonsuz karmaşasından ve tekillerin sonsuz etkileşiminden, sonsuz ihtimaller doğar. Bu durumda, savaş halindeki ülke görüntülerini hep güncel kılan bir gelecek görüşüne kapılmadan, geçmişten de sıyrılmadan 'an' içerisinde kalmak gereklidir. Geçmişte yaşanan bir felakete dayanarak insanların yine aynı şeyleri yaşayacağını söylemek ya da gelecekte olabilecek muhtemel çatışmalar üzerine anı sorgulamak, aslında bir zaman kayması yaşa­mak, onun bütünselliğini gözden kaçırmaktıf. Hiçbir şey sabit değildir, sürekli hareket halindedir. Şu an içinde bulunduğumuz hareketlilik, gelecekte içinde bulunacağımız bir hareketlilikten farklı ola­caktır. Buna dair her türlü karşılaştırma, aslında yine bir tasarıdan öteye geçemeyecek; ancak kişiyi, gerçekleşebileceğinden sürekli olarak korktuğu bir karamsarlığa sürükleyecektir. Öyleyse, varolan her şey, kendi içerisindeki koşullar ile değerlendirilmeli, bir felaket senaryosu oluşturarak, insanlann sosyalliğinin bir pamuk ipliğine bağlı olduğu teoriler üretilmemelidir. İşte bu nedenle, Shevek'in o tren içerisinde, altmış değil de altmış bir saat aç kalsaydı neler olacağını bilmemiz aslında pek de mümkün değildir. Sadece tahmin edebiliriz, deneyimleriz ve elimizde olan tek şey de budur.

İNSAN ZORUNLULUGU

Her şey kendinde olduğu sürece kendi varlığında sürmeye çabalayacaktır. Bu, onun edimsel özünden başka bir şey değildir.56 Öyleyse, varoluşu sürdürme çabasını, conatus'u ortadan kaldıracak her şeye karşıt olunacak, varoluş sakınılmaya çalışılacaktır. Conatus, etkinliği arttıran her şeyi kapsadığı, edil­gin kılan her şeyi de dışladığı ölçüde salt bir fiziksel varoluşu devam ettirme gayretinden fazlasıdır. Herkes en yüksek tabiat hakkı ile varolmaktaysa, buna göre her varlık kendi tabiatının zorunlulu­ğundan doğan şeyleri en yüksek tabii hakkı ile yapar ve kendisi için neyin iyi neyin kötü olduğuna karar verir.

İyi ve kötünün bilgisi, bilincinde olduğumuz sürece haz (laetia) ya da acı (tristitia) duy­gusunun kendisidir. Dolayısıyla herkes, haz nedeni olması sebebiyle onun için ne iyiyse onun peşine düşecek ve zorunlu olarak iyi gördüğünü isteyecektir. Aynı şekilde kötü gördüğünden de acı nedeni olması sebebiyle kaçınacaktır. Ancak tabiat sonsuz hakikatler içermektedir. İnsan, tabiat bütününün sonsuzluğu karşısında sınırlı bir güce sahiptir ve bu güç dışsal nedenler tarafından sonsuzca aşılır. Tabiat'ın sonsuzluğunda tüm dışsal şeyleri kendi yaranınıza uygulayacak saltık bir gücümüz yoktur. Bu durum, Spinoza düşüncesinde bir dönüm noktasıdır. Bize sınırın varlığını gösterir. Sınır gerçektir ve kurucu praksisin içerisindedir? Varolanla ilişkinin temel ölçütüdür. İnsan zorunluluklarla kuşatıl­mıştır ve bu anlamda özgür değil sınırlıdır. Ancak garip bir şekilde asıl özgürlük sınırın kabul edil­diği, reddedilmediği yerde başlar. İnsanın kendi sınırını kabul etmesi, bütünün sonsuz gücünü kabul etmesi ile eşdeğerdir. Bunu kabul etmeyen, soyut bir özgürlük peşinde koşan kişi, özgür değildir. Aksine köleliğin içerisinde savrulmaktadır. Ve bu savrulma onu, tabiatın sonsuz gerçekliği içerisinde

54 Spinoza, Te%jik Politik Ince/eme, 284. 55 --, Törebilim ( Ethica) , E.IV, Ananokta. 16. 56 A.g.e., E.III, Ö.6. 57 Antonio Negri, Yaban Kura/dışı/ık (istanbul: Otonom Yayıncılık, 2005), 298. 112

Page 12: Le Guin'in Mülksüzleri ve Spinoza -Özge Akarsu -Felsefelogos 40

felsefelogos.20lJll

kendi sımrlılığını kabul etmektense, her şeyi kontrol eden aşkın bir güç odağının olduğu düşüncesine sürükler.58

İnsanlann tabiattan elde ettiği her türlü yarar Tanrı 'nın bir lütfu, felaketler ise, tabiatın kendiliğinden gelişen denetimsiz gücüdür. Tanrı 'mn onlan cezalandırmak ya da kendi varlığını ha­tırlatmak için denetimi elinden bıraktığını düşünürler. O halde sayısalolarak iki güç ortaya çıkmak­tadır. Tanrı'mn gücü ve tabii şeylerin gücü. Tanrı evreni kontrol eden, insanlann kendisine hizmet etmesini isteyen, gerektiğinde onlan cezalandıran ya da ödüllendiren bir hükümdardır. Tabiat ise, bilinçsiz güçtür. Tanrı onlan cezalandınnak ya da varlığını hatırlatmak istediği için denetimi elinden bıraktığında, bu bilinçsiz güç ortaya çıkıp onlara zarar verebilir. Ancak bu zamanlarda dahi aşkın oda­ğın kudretine inamnak, isyan etmemek gereklidir. Keza bu hayatta çekilen çileler onlara, cennetteki mülklerini sağlamlaştıran birer yatının, çile kredi olarak geri dönecektir.

Varolan, olabilecek her şeyi Tanrı'nın hakimiyeti ve iradesine göndermek, kişiyi, her tür­lü eyleminin öznesi olmaktan çıkarmakta ve kendisini, bilmediği o özneye hizmet etmekle görevli nesne haline getirmektedir. Aslında bu bir anlamda, kişinin yüzleşrnesi gereken şeylerin sorumlulu­ğundan kendisini anndınnasıdır ve sorumluluktan arınabildiği ölçüde, sonsuz gerçekler daha yalmla­şacak, sorulan sorular azalacak, verilen cevaplar yeknesaklaşacak, her şey daha belirli ve daha kısır olacaktır. Gerçek nedenlere ulaşmak ise,onlann sonsuz tabiat bütününün içerisinde smırlı güce sahip birer parça olduklannı gösterecektir Her şeyi bilen, gören eylemlerin sorumlusu, sorulann cevabı bir üst irade de yoktur. Böyle bir keşfetme süreci onlan her türlü eylemlerinin öznesi haline getirecektir ve bu sorumluluk gerektirir. Eylemlerinin, başka insanlann, yaşamanın, İnsan olmanın sorumlulu­ğu.59 Bu sorumluluğu kavramak kişinin kendisini keşfetmeye dair bir çaba gerektirir. Ve çoğu insan bu sorumluluğu üstlemnektense, her türlü karan veren, yasa koyucu bir Hükümdar Tanrı'ya ve onun karşısında sonsuz sınırlılığa inamr. Bu inanç onu daha az yalnız hissettirerek rahatlatırken, eylemle­rinin sorumluluğunu başka bir odağa atması sebebiyle pasifize eder.

Öte yandan, İnsanın herhangi bir odağa, soyutlamaya gönderme yapmaksızın sımn, zo­runluluklarla kuşatılmış olduğunu keşfetmesi, onu eylemlerinin muhatabı haline getirecektir. Bu aslında kişinin tabiat bütünü içerisindeki yerini, bedenini keşfetmesidir. Politik olma, içine kapan­mama, yalnızlaşmama süreci ... Kendi bedenini, eylemlerini, insan olmaktan kaynaklı zayıflıklanın, gölgesini farkeden kişi, edilgin hale gelmez aksine etkinleşir. Gölgemizin olduğunu bilmek, onu keş­fetmek, reddetmemek İnsan olduğumuzu, zorunluluklarla kuşatıldığımızı bilmektir ve bir adım daha ötesi, ihtiyata, aklın buyruğuyla hareket etmeye giden süreçtir ve aklın buyruğu ile hareket edebildi­ğimiz, duygulanmızın nedenlerini açık seçik olarak anlayabildiğimiz sürece kendi kendimizi aktifbir şekilde etkileyebilir, dışsal nedenlerle oluşan tutkulara, savrulmalara o denli kapalı hale geliriı. Keza duygulan denetlernede aklın neyi yapıp neyi yapamayacağını belirleyebilmek için tabiatımızın gücü­nü olduğu gibi güçsüzlüğünü de bilmek zonınludur.60 Ancak her bir duyguyu olanaklı olduğu ölçüde açık ve seçik olarak anlamak için çabalamak gereklidir.61 Çabalamak içinse, hiçbir soyutlamaya baş­vurmadan zorunluluklarla kuşatıldığımızı, güçlü olduğumuz kadar güçsüzlükten ibaret olduğumuzu bilmek, bilmeyi isternek, anlama sevgisi içerisinde olmak yani hayatta başka türlü varolmayı tercih 58 Mucizeler de, o soyut aşkın odağın varlığını kanıtladığına inanılan sanrılardır. Gerçekten de sıradan insan, tabiatla, genelde onun hakkında sahip olduğu fikre aykırı alışılmamış bir şeyin gerçekleştiğini gördüğü zaman, Tanrı'nın gücü ve esirgeyiciliğinin apaçık ortaya çıktığına inanır. Ve onlara göre, şeyleri ve mucizeleri tabii nedenlerle açıklayan ya da onları anlamaya çalışan herkes, Tanrı'yı ya da onun esirgeyiciliğini

reddetmektedir. Spinoza, Teolojik Politik Inceleme, 119. 59 Diego Tatian'ın Dünya Sevgisi adlı kitabında belirttiği gibi, insanların aradıkları gerçek nedenler değildir. Hurafelere, mucizelere inanmak, bir dizi hatalı dayanıksız inanışlar toplamı değil, bir varolma tarzıdır. Tatian, Dünya Sevgisi, 53. 60 Spinoza, Törebilim (Ethica), E.IV, 0.17. 61 A.g.e., E.V, 0.4.

113

Page 13: Le Guin'in Mülksüzleri ve Spinoza -Özge Akarsu -Felsefelogos 40

/e guin 'in mü/ksüz/eri ve spinoza • akarsu etmek gereklidir.62

Le Guin, 'Çocuk ve Gölge' isimli makalesinde, "Büyürnek için bize gereken gerçekliktir, . insan erdemini ya da kötülüğünü aşan bir bütünlüktür. Bilgiye, kendimizi bilmeye ihtiyacımız vardır.

Kendimizi ve gölgemizi görmemiz gerekir." diyecektir ve aslında kendimizi bilme süreciyle, bütün arasındaki bağlantıya değinecektir. Eğer yapmamız gereken şeyleri yaptığımlZın ve taşıdığımız gü­cün onlardan kaçınınamızı sağlamaya yetmediğinin ve dahası düzenini izlediğimiz tabiat bütününün parçası olduğırmuzun bilincindeysek, bunu açık seçik anlarsak, anlağırnız tarafından tanımlanan par­çamlZ, en iyi parçamız, bütünüyle bundan doyıım bulacak ve bu durumda kalmaya çabalayacaktır.63

Dolayısıyla, zorunluluklarla kuşatıldığını fark eden, bunu açık seçik olarak anlayan tekil, kendisini, varlığını tanıdıkça, tabiat bütünü içerisinde yalnız bir parça olmadığını, bu sonsuzluğım içerisindeki dengeyi, başka tekillerin varlıklarını da fark edecektir ve tekil şeylerle iletişime geçtikçe, onlan daha çok anlamaya başladıkça aslında Tann'yı, bütünü o denli anlayacaktır.64 Ve tüm bunlar daha üst bir ufka gönderme yapıldığı için değil, tüm insanlığı özgürleşmenin faili olarak özgürleşmeye taşıdığı için akla yatkındır. 65 Gerçek bir zihin-beden birliği de burada başlayacaktır. Kişi varlığını keşfedip, bedenini, eylemde bulunma yetisini farkettikçe aslında etkinleşecektir. Tabiat bütününe ait bir par­ça olduğımu kavrayacaktır. Bedeninin keşfi, zihin ve beden birliği, özgürleşmenin faili olarak onu gerçekliğe taşıdıkça eylemlerimizin, irademizin, bedenimizin sorumluluğunu taşıyan bireyler olarak dünyada olan biten her şeye, adaletsizliklere, teslim olmaya ya da gördüklerimizi inkar etmeyedaha az eğilimli oluruz. Varoluşu, varolanın içerisinde keşfetmek, kayıtsız kalmayı engeller çünkü ne gide­cek başka bir yer vardır ne de her şeyin ve eylemlerimizin sorumlusu aşkın bir üst odak. Sadece yaşa­mak vardır ve arzu etmemiz gereken ya da özlemini duyabileceğimiz bir özgürlük krallığı ne varoldu ne de varolacak; her şeyden önce özgürlük hep eylemdir ya da hiçbir şey değildir, gerçekleştirilebil­miş güçtür.66 Gerçek özgürlük, kamusalolmak, politik olmak da zaten budur, eylemde bulunmak ...

BİR ŞEYLER EKSİK, ÜTOPYA VE EYLEME KUDRETİ

Ütopyalar da benzer bir soyut1ama-soyutlanma ihtiyacının ürünüdür. Bu dünyada bir şeyler eksiktir ve bir ütopya ülkesine -ya da başka bir dünyaya- duyulan özlem nedeniyle yaratılır. Ve bu özlem tıpkı altın çağa duyulan melankolik nostalji gibi bir amar mundi, dünya sevgisi ile yer değiştirmiştir.67

İnsan zihnini oluşturan ideanın nesnesi bedendir.6& Ve insan, zihin ve bedenden oluşur ve bir beden ne kadar çok şeyden etkilenmeye ve ne kadar çok şeyi etkilerneye yatkınsa, zİhni de o kadar çok şeyi algılamaya yatkın olacaktır. Bu bize zihin-beden birliğinden ne anlamamız gerektiğini gös­terir. Ütopyalar da ise bu birliğe aykırı olarak kişinin bedeni dünyada fakat zİhni başka birözgürlük krallığındadır ve varolmayana özlem duyuldukça, olmayan başka bir yer umut edildikçe, bu durum, bedenin etkilenme, etkileme yetisini azaıtacak onu edilginleştirecektir çünkü umut kararsız bir haz­dır. Ve sonucundan bir düzeye dek kuşkulu olduğırmuz gelecek ya da geçmiş bir şeyin ideasından doğar. 69 O halde umut içerisinde askıda kalan ve gerçekleşmesini beklediğimiz o düş, gerçekleş-

62 Ve herkes kendini, duygularını saltık olarak olmasa da en azından bölümselolarak açık seçik anlama ve dolayısıyla onlar karşısında daha az edilgin olmayı başarma gücünü taşır ve bir duyguyu, onun nedenini ne denli çok tanırsak,söz konusu duygu o denli gücümüz içerisinde olacak ve anlık onun karşısında o denli az edilgin hale gelecektir 63 Spinoza, Törebilim ( Ethica) , E.v, Ananokta.31. 64 A.g.e., E.5, Ö.24. 65 Negri, Yaban Kura/dışı/ık, 298. 66 Tatian, Dünya Sevgisi, 54. 67 A.g.e. 68 Spinoza, Törebilim ( Ethica) , E. II, Ö.13. 69 A.g.e., E:III, Duyguların Tanımları, 'Umut'.

114

Page 14: Le Guin'in Mülksüzleri ve Spinoza -Özge Akarsu -Felsefelogos 40

felsefelogos.2011l1 meyeceğini hissetmemizle birlikte umutsuzluğa, korku nedenine dönüşebilir ve dönüştüğü ölçüde kararsız bir haz olmaktan çıkacak, acı nedeni olarak kişiyi edilginleştirecektir.70 O halde, ütopyada umut ile beslenen, zihin-beden ayrılığı kişiyi kaçınılmaz olarak hareketsizleştirecektir. Gerçek güç, eyleme kudretini, gerçekleştirilmiş eylemi barındırdığı ölçüde, hareketsizlik, kayıtsız kalmayı, yal­mzlaşmayı içerir.

Böylece ütopyalara dair, bir başka özellik daha ortaya çıkmaktadır. Ütopyalar, sadece baş­ka bir yerin ve zamanın anlatıldığı hayalgücümüzü geliştiren fantastik birer anlatı değildir. OrJar, en iyi olanın peşindedir. Optima res publica yani en iyi devlet, ideal düzen arayışlan ütopyalann teme­lini oluşturmaktadır. Ya da başka bir deyişle, dünyanın, mutluluğun, toplumsal mutluluğun, mümkün en eksiksiz gerçekleştirilmesine dönüştürmek söz konusudur.7I Öte yandan, ütopyalar bulundukla­n zamanın koşullan ile de ilişkilidirler. Varolanda yaşanan sorun/ann, yolunda gitmeyen her şeyin varolmayanda olumsuzlanmasını yapmaya çalışırlar.72 More'un ve Campanella'nın ütopyalan, tüm bunların açıkça görülebileceği tezahürlerdir. More, en iyi devleti ortaya koyarken, Campanella, eğer mümkün en muhteşem düzen hüküm sürseydi, eğer her şey, 'birbiriyle uzlaştınlabilseydi', ancak bu durumda her koşulun düzene sokulabileceğini söylüyordu. Yani tabi at ve tekiller, düzenin gerektirdi­ği şekilde biçimlenebilselerdi ...

Spinoza, Politik İnceleme' de tüm bu ideal düzen, en iyi devlet arayışı siyasetine, düzenden değil, tekillerden yola çıkarak başka bir bakış açısı getirecektir zira tüm bu kuramlan yaratanlar, insanlan olduklan gibi değil, kendileri onlann nasıl olmalannı istiyodarsa öyle tasadamaktadırlar. Bu anlamda en iyiyi ortaya koyduğunu düşünen bir düzen, tekilleri biçimlendirmeye, farklılıklanm düzenin gerektirdiği şekilde gidermeye, onlan 'uzlaştırmaya' çalışmaktadır. Ve aslında bu, kendileri onlann nasıl olmalannı istiyodarsa o şekilde farklılıklan gidermeyi içerdiği ölçüde aynı zamanda bir insan tasansıdır. Ancak arzu insanın özüdür ve öz genel bir insanlık fikrine, bütün insanlann kapsan­dığı ve farklılıkların etkisiz hale getirildiği soyut bir kavrama gönderme yapmaz. Aksine, tekillerin etkileşimindeki hareketliliği özlerin arasındaki bu farklılık yaratır. Bu hareketliliğe dışandan tabii olmayan bir şekilde müdahale edilecek olunursa ve kişilerin tekillikleri, farklılıklan düzenin istediği şekilde giderilmeye çalışılırsa bu durum, insanlan akıllı varlıklardan, hayvanlara, otomatlara dönüş­türmeye çalışmaktan başka bir şeyolmayacaktır. Ve fikirleri bu denli çeşitli ve karşıt olan insanların yalnızca üstün gücü kullananlann buyruklan doğrultıısunda konuşmalan sağlanmak istenirse, hiç­bir devlette, sosyal birliktelikte başansızlığa yol açılmadan böyle bir şeye kalkışılamaz.73 Öyleyse,

70 Öyleyse umut ve korku duyguları kendilerinde iyi olamazlar.A.g.e., E.IV, Ö.47. Ve şunu söyleyebiliriz ki, tüm bu duygular, bir bilgi eksikliğini, anlığın güçsüzlüğünü ifade ederler. Aklın buyruğu altında yaşayan, yaşamaya çalışan kişi, umuda daha az bağlanmaya, kendisini korkudan kurtarmaya, talihe tabiatının

elverdiği ölçüde hakim olmaya çalışacak, bunun için çaba gösterecektir. Ve umut, umutsuzluğun, korkunun öncelenmiş duygusu olması sebebiyle acıya oldukça yakındır. Acı duygusu ise, kişinin eyleme gücüne etki eden, onu durağan kılan, yalnızlaştıran bir duygudur. 71 Theodor Adorno Ernst Bloch, "Bir Şeyler Eksik," Defter 42(2001). 155. 72 Ernst Bloch, Theodor W. Adorno ile yapılmış olan söyleşisinde, Thomas More'un ütopyasına ilişkin olarak, More'un, ütopyayı, uzak kuzey denizlerinde bir yer, bir ada olarak tasarladığını, daha sonra ütopya içeriğinin geçirdiği değişiklikle birlikte, ütopyaların daha uzak yerlere, uzayın belirli olmayan boşluklarına, yani dilek ülkesinin gerçekleşmesi zor bir düş olarak daha da ileriye, geleceğin içerisine taşındığını söylemiştir. More'un ütopyasında ise, dilek ülkesi uzak bir ada da olsa, halihazırda vardır, yakındır. Bloch'un ütopyanın geçirdiği değişime yaptığı vurgu üzerine şunları söylemekte yarar var. Sorun, ideal bir toplum düzenini ortaya koyan ütopyaların, yakın bir ada ya da uzayın boşluklarında gizli bir gezegende tasarlanması değildir. Yakın bir yer ya da uzak bir uzay boşluğu da olsa, bu ütopyanın sadece bir tasarı olduğu gerçeğini değiştirmez. Ve ayrıca, ütopyanın asıl işlevi varolanın eleştirisiyse, bu eleştiriyi varolanın içerisinde değil, başka bir yerde, her türlü dizilimin ve etkileşimin farklı olduğu, hatta bu farklılığın, tabiatın dahi bir tasarı olduğu, varolmayanda yapmasıdır. Ancak ütopyanın asıl sorunu başka bir yer, zamanda olması değil, başka yer ve zamandan en iyi toplum düzeninin ne olabileceğine dair önermeler getirmesindedir. (A.g.e.) 73 Spinoza, Teolojik Politik inceleme, 284.

llS

Page 15: Le Guin'in Mülksüzleri ve Spinoza -Özge Akarsu -Felsefelogos 40

le guin 'in mü/ksüzleri ve spinoza • akarsu devletin amacı fikirlerdeki karşıtlığı gidennek, uyumu sağlamak için, onlann özünü tabii olmayan bir şekilde değiştinneye çalışmak değildir. Devletin nihaı amacı, korku salarak ya da onlan edilgin­leştirerek uyumu sağlamaya çalışmaktansa, akım buyruğuyla hareket etmelerini sağlayacak şekilde özgürleştinneye çalışmak olmalıdır. Ve ihtiyata, aklın buyruğuyla hareket etmeye giden süreç, kişinin kendi farklılığını, arzıılannı, güçlülüğünü, güçsüzlüğiinü keşfetmesinden, tüm bunlan reddetmeme­sinden geçmektedir. Bu durumda, herkesin kendisini ifade etmeye çalışması kısıt1anmamalı aksine olabildiğince teşvik edilmelidir. Bütünün içerisindeki dengeyi her türlü karşılaşma, etkileşme oluş­turacaktır ve beden ne kadar çeşitli şekilde, etkilenir ve etkilerse, anlık da o kadar çok şeyi algılaya­caktır. Devlet, bu etkileşim sürecini engellemektense, bedeni kuram içerisinde soyutlamaya, eyleme gücünü kısıtlamaya çalışmaktansa, aksine bu etkileşim alanında onlan desteklemelidir.

Bu durumda, en iyi devlet kuramı, içerisinde tekilleri biçimlendinneyi, farklılıklan gide­rerek zorunlu uzlaştırmayı -uzlaştıramamayı- barındırdığı ölçüde, bu siyaset, gerçekleşmeyecek bir düş olarak ya ütopik ülkelere ya da hiçbir kuruma ihtiyaç duyulmayan bir zamana uygıın olarak görülür. Tüm bilimler arasında kuramın eylemden en çok farklılık gösterdiği bilim siyasettir.74 Ve düşünce yoluyla, henüz sınanmamış ama yine de denendiğinde ve uygulamaya geçildiğinde başansız olmayacak bir yönetim biçimi belirlemek mümkün değildir.75 Çünkü deneyim bize her şeyin farklı olabileceğini gösterebilir. O halde, Optima res publica'ya karşı Spinozaçı experientia ...

Kendisini ikircikli bir ütopya olarak tanımlayan Mülksüzler, tüm bu sorunların neresinde yer almaktadır. Çalışmamın bundan sonraki bölümünde incelemeye çalışacağım şey, Mülksüzler'in ütopyadaki yeri olacaktır.

İKİRcİKLİ BİR ÜTOPYA OLARAK MÜLKSÜZLER

Mülksüzler, bir tür zıtlık üzerine kuruludur ve bu zıtlıkların en başında ikiz dünyalar olan' Anarres' ve 'Urras' gelmektedir. Bu iki gezegenin zıtlığından ikili bir sistem oluşmaktadır. Anarres, Urras'ın Ay'ı, Urras, Anarres 'in Ay'ıdır. Hangisinin Dünya hangisinin Ay olduğu, ne taraftan baktığımza göre değişir.16 Urras, arşist,77 kapitalis~ yazılmış dünyayı oluştıırurken, Anarres, bu zıtlık içerisinde, anar­şis~ ütopya, yazılmamış olan dünya, varolmayan yerdir. İsmini kuruculan Odo'dan almıştır. Odo, Urras'taki isyanı başlatan, fikirleri ve kuramıyla Urras'ta yaşayamayan bir grup insanı, verimsiz, kurak olan Urras'ın Ay'ına göç etmelerine ve orada anarşist topluluk Anarres'i kunnalanna neden olan süreci başlatan kişidir. Topluluk anarşist düzenini, Odo'nun düşünceleri, kuramı uyannca oluş­turur. Odo'nun kuramında, merkezsizlik oldukça önemli bir öğedir. Bunu sağlayabilmek için ge­niş bir alana yayılmaktan özellikle kaçımlmalı, gerekli yiyecek ve güç hemen yakındaki bölgeden sağlanmalıdır. Bölgeler ise birbirine, iletişim ve ulaşım ağlanyla bağlı olacaklardır. Böylece hem merkezileşmenin önüne geçilecek, hem de mallann ve fikirlerin ulaşım ve iletişim ağıyla her yere gidebilmesi sağlandığı ölçüde, hiçbir bölge değişimden ve alışverişten uzak kalmayacaktır. Merkez­sizlik, her anlamda üst otoritenin devre dıŞı bırakılmasıdır. Hiyerarşik bir düzenin, her türlü denetim . merkeziniı'} bu toplumda yeri yoktur. Bu nedenle kendisini besleyen bürokrasi aygıtından bireylerin hükmetme güdüsünü destekleyen mekanizmalardan özellikle kaçınılacaktır. Ancak toplum yapılan­ması bir tür sinir sistemine benzetilirse, her sinir sisteminin işleri yoluna koyan bir beyne ihtiyacı var­dır. Anarres'te bu ihtiyaç, mallann dağıtılmasım, kişilerin gerekli işlere atanmasını sağlayan inisiyatif

74 --, Politik Inceleme, 12. 75A.g.e. 76 Bülent Somay, "Sonsöz," içinde Ursula K. Le Guin, Mülksüzler (Istanbul: Metis Yayınları, 2006). 233. 77 Devletçi, yönetimci, hiyerarşik

116

Page 16: Le Guin'in Mülksüzleri ve Spinoza -Özge Akarsu -Felsefelogos 40

felsefelogos. 20 ll! 1

ile sağlanmaktadır. Çalışmak isteyen kişiler İşbölüşümü ofisine başvurarak uygun bir işe atanmayı isterler. Fakat Anarres toplumunda hiç kimse çalışmak için zorlanamaz. Onları buna zorlayan hiçbir üst merci, ödül, yasa bu toplumda yer almamaktadır.

Bu durum kendi içerisinde başka bir güç odağı ortaya çıkaracaktır, toplumsal vicdan ... Anarres 'te başkalarının görüşleri çoğu Anarresli 'nin davranışını yönlendiren büyük ahlaki güçtür ve böyle olunca komşularınızın sizin hakkınızda ne düşündüğü son derece önemli hale gelir. Toplum yaşantısında en önemli uyarılardan birisi "bencillik etme"dir. İnsanlar fiziksel, sosyal varoluşlannı devam ettirebilmek adına hep başkalarıyla düşünmek, 'bencillik etmemek' zorundadır. Aksi halde topluluk onu dışlayabilir, yalnız bırakabilir. Ve tüm yaşantının toplumsal dayanışma üzerine kurulu olduğu bir yerde yalnız kalmak, tecrit olmak, hayatta kalamamak anlamına gelecektir. Modem hu­kuk sisteminde, suç ihdas eden ve bireyleri yasalarda belirlenen bu suçlan işledikleri takdirde yine yasalarda belirlenen yaptırımlarla cezalandıran, toplumdan aynk bir yargı mekanizması vardır. Bu mekanizmanın olmadığı yerde ise belirleyici rol, toplum ve onun dinamikleridir. Öyleyse insan için, kendisinin de bir parçasını oluşturduğu toplumun yaptmmı, içerisinde yalnızlığı, tecridi barındırması sebebiyle, toplumdan soyut bir yargı mekanizmasının yaptırımından kaçınılmaz olarak daha etkili olacaktır; çünkü insanlar yalnız kalmaktan korkarlar ve bizi eyleme geçiren, etkin kılan başkalarıyla olan etkileşim halimizdir.

Urras'tan göçerek, onun Ay'ına yerleşen ilk göçmenler, hiçliğin ortasında birlikte ekerek, biçerek bir düşü Anarres'i yaratmaya çalışmışlardır. İşte bu nedenle, kaybedecek bir düşleri olması sebebiyle, toplumlannı her türlü etkileşime, iletişime, yabancıya, 'yeni bir düşünceye' kapamışlardır. Böyle bir kapalılık ise, toplumun yargılayıcı otoritesini daha da arttırmış, her türlü tekil düşünce, düzenle ve başkalanyla birlikte geIişmediği için bencillik olarak adlandmlmaya başlanmıştır. Daya­nışma artık sadece bir dayanışma değildir, tekilIiği tecrit eden, soyut bir birlikteliğe gönderme yapar hale gelmiştir. Odo'nun kııramı, deneyimle, Anarres'le, ahlakçılığa, yeniliğe kapalılığa, tahakküme, toplumsalotoriteye dönüşmüştür. Ve tüm bunlar Anarres'i kaybetme korkusuyla daha da beslenecek, korku toplumun daha da dışanya -içeriye- kapanmasına neden olacak, tekil düşünceler üzerindeki baskı da bu oranda artacaktır.

Tüm bu süreç Anarres 'i evrenden soyutlayan bir duvar yaratmıştır. Bu öyle bir duvardır ki uzaydan gelen gemileri, o gemilerIe gelen insanları, geldikleri dünyaları ve evrenin geri kalan kısmını hapsetmekte, Anarres' i içeride özgür bırakmaktadır. Fakat duvarlar ikiyüzlüdür. Bir tarafıyla dışanda bırakır öte yanıyla içeriye hapseder ve zaten dışanda bırakmakla içeriye kapamak aynı şeydir ne de olsa. Anarres toplumunun korkuyla beslenerek içine kapanması toplumu hareketsizleştirmiştir; zira onlan farklı bir hareketliliğe sürükIeyecek her türlü 'yabancı', yeni düşünce, duvarın dışansında bırakılmıştır. Anarres 'li insanlar ise, bu hareketsizlik içerisinde onları tekil kılan farklılıklarını yi­tirmeye başlamışlardır. Ancak her cemaatte aynılaşmayan bunu istese de yapamayacak olan birileri vardır. Ve onlar ya o cemaMen aforoz edilmeyi tercih edip, yuvalarını başka bir yerde bulurlar ya da gerçek evlerini, yuvalannı bulabilmek için o cemaati dönüştürmeye çalışırlar.78

Mülksüzler'de Shevek, Anarres'i devindirmeye dönüştürmeye çalışan kişidir. Bilgi sev­gisi, onu tekil, farklı kılan keşfetme arzusu bencillik etmemesi gerektiği söylenerek sindirilmeye çalışılsa da bu sadece, onun duvann ardını daha da merak etmesine neden 0lmuştur.79 Ve o, insanları,

78 Shevek'in kendi toplumunu dönüştürebilmek, sınırları aşabilmek adına, dışlanmayı, yalnız kalmayı göze alarak başka bir diyara gitmesi aslında bir anlamda, Spinoza'nın yahudi cemaatinden aforoz edilmesini anımsatır. Bu anlamda Shevek ile Spinoza arasında gözardı edilemeyecek bir benzerlik bulunmaktadır. 79 Mü/ksüz/erin 34. sayfasında yer alan Shevek'in rüyasında, onun direnci, sınır ötesi merakı, öfkesi açıkça görülebilir: "Devam etmesi gerekiyordu, ama edemiyordu. Duvar onu engelliyordu. Acı verici, kızgınlık dolu bir korku kapladı içini. Devam etmeliydi yoksa eve dönemeyecekti. Ama duvar oradaydı. Geçmenin yolu yoktu."

117

Page 17: Le Guin'in Mülksüzleri ve Spinoza -Özge Akarsu -Felsefelogos 40

le guin 'in mülksüzlen ve spinoza • akarsu dünyalan, ülkeleri, kültürleri, bugünü dünden, bugünü yanndan ayıran iletişim duvarlannı tamamen ortadan kaldırmak, birliğe, tekil düşüncelerin çokluğuna, farklılığın çeşitliliğine yani evrensel akla ulaşmak istemektedir. Ancak iletişim duvarlan tüm bunlan yapmasım engellemekte, merakını sınır­lar içerisinde tutarak onu hareketsizleştirmektedir. Aslında Shevek' in sımr ötesi arayışı her şeyden önce kendisiyle, bedeninin etkinlik gücünü aramasıyla ilişkindir. Bu çıkmaiın içerisinde kesinle­şen varolma direnci onun tüm yaşantısını sarmıştır. Bir fizikçi olarak üzerinde çalıştığı eşzaman­lılık teorisi, aslında tam da bunun göstergesidir. Bu teori gerçekleştirilme olanağı bulduğu zaman, herkes zihin-beden olarak istediği anda istediği yerde olabilecek, zamanlar eşitlenecektir ... Böylece tüm evreni parçalara ayıran yapay sınırlar ortadan kalkacak iletişimi engelleyen duvarlar gerçekliğini yitirecektir. Shevek'in bu teoriyi tamamlayabilmesi için öncelikle Urras'a gitmesi gereklidir. Duvar­lann aşılabileceğini Anarres'i terk ederek ilk önce kendisi deneyimlemeli, etkinlik gücünü yeniden kazanmalıdır. Keza onun Anarres'ten gitmesi, toplumlarım içeriye kapayan ve onlan gittikçe otoriter hale getiren duvarlara indirilen ilk darbe olacaktır.

Urras, Shevek için yeni bir karşılaşma alanıdır. Anarres'te onlara öğretilenler dışında, bu- . rada olan, olmayan her şeyi kendisi deneyimlerneyi tercih ederek, aslında yeni bir süreç başlatmıştır. Urras, Mülksüzler'in bütününe yansıyan benzer bir zıtlık üzerine kurulmuştur. Bir tarafı karanlık, di­ğer yam ise aydınlıktır. Shevek aydınlık tarafta, Anarres 'te olmayan değişik türde hayvanlar, bitkiler görme imkamna sahip olmuştur. Ve aynca davet edildiği üniversitede herkes özgürce düşündüğünü söyleyebiliyor, slnırSlZca bilgiye erişebiliyordur, insanlar rahat ve mutludurlar. Ancak Urras' ın karan­lık tarafı ne kadar saklanmaya çalışılırsa çalışılsın, eğer bir karanlık varsa ve o gerçekse hiçbir zaman tamamen saklanamaz, sindirilemez. Gölge, bir konuşmada kadınlan aşağılayan insanda, gazete man­şetlerindeki çatışma haberlerinde, ırkçı söylemlerde yansıma alam bulur. İşte bu nedenle Shevek'in Urras'a, onun aydınlık tarafına duyduğu hayranlık hissi uzun sürmemiş, perdenin arkasında gizli tutulmaya çalışılan karanlığı farketmiştir. Karanlık kendisini, yoksulluk, açlık sımnnda yaşayan in­sanlar, düzenden farklı düşündüğü için sindirilmeye çalışılanlar olarak gösterir. Ve Urras acımasızdır, aydınlığım kirleten gölgelere tahammülü yoktur. Kendi varlığım korumak, oniann yok olmasını ge­rektiriyorsa, bunu da yapmaya hazırdır. Urras'ın aydınlığında, zenginlik içerisinde yaşayan insanlar, kendilerini rahatsız eden bir şeyolmadığı sürece her şeye kayıtsızdırlar ve hatta yoksullann varlığı, onlann sefaleti rahatsız edicidir, ne de olsa 'çalışan hakettiğini alır', hem bazılan doğuştan şanslıdır. Diğer tarafta ise her şey bu kadar dingin değildir. İnsanlann ellerinde ne kadar az şey varsa varolma gereksinimleri de o kadar kesinleşir. Tüm bu adaletsizlikler onlan, kayıtsız kalarak kendilerini görün­mez kılmaya çalışan sisteme karşı koyarak, görünür olmaya, varoluşlannı korumaya sürüklemiştir.

Shevek, Urras'ın bu görünmeyen, saklanan, karanlık yüzünde Anarres fikrinin, hayalinin doğuş nedenini bulmuştur ve eşzamanlılık teorisini gerçeğe dönüştürüp Urras' ın başka medeniyetleri de 'görünmez' kılmaya çalışmasına yardım eden 'satın alınmış' bir fizikçi olmaktansa, bu karanlık yüzde, gerçekten kendisini yakın hissettiği bu insanlann yanında yer almayı tercih eder. Shevek, yıllar önce göçmenlerin terk ettiği geçmiş, Urras ile kurulan geleceği, Anarres'i, orada olarak, zihin ve bedeniyle eylemin göbeğinde varolarak, zamam eşitleyerek, bir bütün haline getirmiştir ve bir eylem ancak geçmişin ve geleceğin manzarasında gerçekleştirildiği zaman insan eylemi olur. Geçmiş ve geleceğin sürekliliğini öneren, zamam bir bütün haline getiren bağlılık, insan gücünün köküdür. 80

Shevek, Urras'ta görünmez kılınmaya çalışılan bu insanlann arasında, onlann isyanında yer almıştır. Ve eylemde şunlan söylemiştir: "Devrimi satın alamazsınız, devrimi yapamazsınız, devrim olabi-

Rüyanın devamı daha da ilginç bir şekilde devam edecektir. O duvarı aşmaya çalışırken ailesi ona, duvarın kenarında toprakla duran bir taşı gösterecektir. Taşın üzerinde bir sayı vardır. Önce 5 olduğunu sanır sonra 1 olduğunu anlar. Bu sayı, ana sayıdır. Hem birlik hem çokluk ve bu taş, temel taşıdır. 80 Guin, Mülksüzler, 285.

118

Page 18: Le Guin'in Mülksüzleri ve Spinoza -Özge Akarsu -Felsefelogos 40

felsefelogos 020 IllI lirsiniz ancak. "SI Devrim, devinen, değişen şey satın alınacak bir şey değildir. Bir kuram, ideoloji doğrultusunda 'yapılacak' bir şey de değildir. O birlikte, tekiller olarak karşılaşmayı, sınırslZca ko­nuşmayı, çokluğu, farklılığı, zihin ve beden olarak orada olmayı, gerçekleştiriImiş eylemi ifade eder ve Shevek'in hikaye boyıınca aradığı da budur, temel taş, tekil düşünceleri soyutlamayan bütünlük ... Anarres 'te anlatılanlarla yetinmeyip, Urras' a gittikten, iletişim duvanna ilk darbeyi indirdikten sonra ne Anarres eski Anarres olacaktır ne de Shevek ile yüzleşen Urras eski Urras. Onlan birbirinden ayı­ran, iletişim kurmalarını engelleyen duvarların yok olması için de eşzamanlılık teorisini Urras 'lılara değil tüm evrene bırakmıştır. Ancak bu, Shevek'in bir kahraman olarak evreni kurtarması demek değildir. Aksine Shevek, hikayedeki kahramanlık kipIerine en kapalı, en kınlgan karakterdir. Hem zaten, bu kahramanlık kipini, Urras'ta savaş planlan yaparak silahlannı hazırlayan, Anarres'te ise ahlakçılıkla ve gelenekseleilikle farklılıklan yargılamaya çalışan insanlar gururla taşıyacaklardır. Ve Shevek bu hikayenin, kendisini, varoluşunu, bütünlüğü arayan bir tekili olarak kalacaktır ve bir kişi­nin kendi varoluşunu araması hiçbir zaman sadece onunla ilgili olmaz; çünkü insan dışsal nedenler­den etkilenir ve sürekli etkileşim halindedir. Böylece bir kişinin kendisini araması, aslında diğerlerini araması, anlamlandırmaya çalışmasıdır. Shevek'in tek farkı, toplumunda bunu yapmayan, kendisini -diğerlerini- keşfetmekten korkan insanlardan daha cesur olmasındadır. Shevek gerçek yuvasını, onu tüm evrenden ayıran, içine kapatan duvarlarda yarıklar açabildikten sonra keşfedebilecektir. Onun Urras'a yoleuluğu geri dönıne; ama farklı bir Anarres'e geri dönınekten ibarettir ve Shevek bu yol­culuğu Anarres' e onunla birlikte gelmek isteyen, toplumlarına ilgi duyan bir Urras 'lı ile sonlandıra­caktır. Böylece, Shevek'in Urras'a gidişi ile duvara indirilen ilk darbe, bir Urras'lınınAnarres'e ayak basmasıyla tamamen yıkılacaktır. Öyleyse çalışmamı, duvarın ötesini arayarak sonlandırmak sanınm yerinde olacaktır.

DuvARIN ÖTESİ

Modem ulus devlet, insanlan, dünyalan, ülkeleri, kültürleri, zamanı, sınırlarla parçalara ayırıp, mo­demitenin armağanı olan soyut haklar göndermesiyle insan özerkliğinin etrafına duvarlar örmüştür ve her ulusun ördüğü bu iletişimsizlik duvarlan, kendilerini içeri kapatırken diğerlerini dışanda bı­rakır. Bazı ülkelerse, birlik kurarak duvarların sınırlarını biraz daha genişletirler ve kendi birliklerine dahilolanlara ayncalık tanıyıp, dünyanın geri kalanını dışanda bırakırlar, duvar oradadır ...

Tekillerin tümünün görünmez olduğu modemite içerisinde, bazı insanlar, coğrafYalar daha da görünmezdir. Dünyanın merkezileşmesinin getirisi olan, her türlü aracın belli bölgeleri görünür kıldığı böyle bir süreçte, iletişim kurmamlZı sağlayan araçlar da merkezileşmiştir. Gezegende olan her şey, bu iktidar merkezlerinde tercüme edilir ve bu tercüme süzgecinden geçirilerek bizlere yansır. Bu ikiyüzlülük içerisinde, iletişim araçlan sadece yeni bir iletişimsizlik duvan inşa ederler. O halde, merkezileşmeyle birlikte, modemitenin yarattığı duvarlara ek olarak yeni bir duvar inşa edilmiştir. Bu durum, merkezin dışında kalan insanların varoluşlarının yadsınması, daha da görünmez kılın­maya çalışılmasından başka bir şey değildir. Duvarlar, vahşi bir kayıtsızlık yaratırlar; fakat her şeye rağınen uluslann kayıtsız kalamadığı bazı şeyler vardır. Para ve mal dolaşım!... Modem devletin küreselleşmesinde, sınırlar sadece bunlar için tamamen ortadan kalkmıştır. Bunun yanında tekillerin zihin ve bedenleri üzerindeki sınırlılık varlığını aynı şekilde korumaktadır.

Duvarlar ne kadar büyürse büyüsün, sizi içeri kapatarak, diğerlerini dışanda bırakarak gö­rünınez kılmaya çalışsın, insanlığın varolma gereksinimi de o kadar kesirıleşecek, duvarlan aşmadaki yaratıcılığı, gayreti de o kadar artacaktır. Keza, özsakınım çabası, arzulamak insanın özüdür. Dünya sevgisi de aslında bu yaratıcı eyleme gücünden ibarettir, sınırlann içerisindeki insanlan garip bir 81 A.g.e., 256.

119

Page 19: Le Guin'in Mülksüzleri ve Spinoza -Özge Akarsu -Felsefelogos 40

le guin 'in mülksüzleri ve spinoza • akarsu

üretkenliğe, yaratıcılığa iter ve bize iletişim k.ıımıamızı güçleştiren, engelleyen farklı dillere, kül­türlere, kimliklere rağmen hiçbir sınırla engellenemeyecek olan ortak bir alanın olduğunu gösterir. Bu ortaklık, insanın yaşamla, diğerleriyle kurduğu en eski, en derin, en dolaysız bağıdır. Ve karşımı­za, Mülksüzler'i okurken, Pirık Floyd'un The Wall'unu dinlerken, tiyatro yönetmeni ve eğitimcisi Jerzy Grotowski'nin fiziksel eylemleri kavrayışını incelerken çıkarl2 Bizi iletişimsizliğe iten, mah­kum eden ve kalabalıklara ulaşmamlZl zorlaştıran ya da imkansız kılan kalenin duvarlarında yarıklar açmanın hayalgücüyle ya da oyıınla her zaman mümkün olduğunu gösterir.83 Gidilecek başka bir özgürlük krallığı yoktur. Bizi çevreleyen dünyayı parçalayan sınırlarda yanklar açabilmek, eyleme gücümüzden hiçbir zaman vazgeçmemekle mümkündür ve güç, gerçekleştirilmiş eylemden ibarettir. Gerçek sosyal birliktelik de burada başlayacaktır; tekillerin değil, sınırların gö!Ünmez olmaya baş­ladığı, zihin- beden birliği içerisinde her türlü karşılaşmayı yaşayabildiğimiz, bizi tekil yapan, farklı yapan özümüzle, çoklukla, birliğe, evrensel akla ulaşabildiğimiz ölçüde ...

Mülksüzler ve Spinoza arasındaki güçlü bağlantı da tam olarak burada doğmaktadır. Bizi ihtiyata, bütünselliği anlamaya götüren süreç, o bütünün parçalanyla, diğer tekillerle olabildiğince uyumlu karşılaşmalar yaşayabilme ihtimalimizde mümkün olacaktır. Bu karşılaşma da zihin beden birliği içerisinde orada bulunarak gerçekleşecektir. O halde sınırlar aslında uyumlu karşılaşmalar yaşayabilme imkanının da engellenmesi anlamına gelmektedir. Mülksüzler'de Shevek, tüm hikaye boyıınca bu sınırların ötesindeki birliği arar. Onun aradığı bir olma hali, içerisinde tekilliğin, farklı­lığın sindirildiği, kaybolduğu bir bütünsellik değildir. Zaten tekil aklın soyutlandığı bir bütünsellikte Shevek'in aradığı evrensel akıl gerçekleşmez; çürıkü akıl, gücünü, farklılıktan, farklı olanların devi­niminden alır. Le Guin'in de dediği gibi, "Bir çember oluşturabiliriz; ama bir çember olamaylZ. Çem­ber, gerçek toplum, tekil vücutlardan ve tekil ruhlardan oluşur. Aksi halde tam anlamıyla oluşamaz." Ve tüm bu çeşitliliğe rağmen aklı bütün, bir kılan şey ise, tekil ruhlar arasındaki bu devinim halidir.

Öyleyse zorunluluklarla kuşatlldığımlZl, birer kahraman olmadığımızı, bu dünyada kahra­manların da olmadığını bilerek, zihinobeden birliğimizin bizi özgürleşmenin faili olarak, eylemin or­tasına taşımasına izin verdiğimiz sürece, hayalgücümüzle, yaratıcılıkla duvarlarda yanklar açabilmek mümkün olacaktır. Bu bize bir düşten, ütopyadan bahsetmediğimizi gösterir. O halde bizi sınırlara kapatmaya çalışan sisteme karşı, yaratıcı eylemle ona oyıınlar oynamak, her şeye rağmen çok keyifli ve 'deneyimlerneye' değer bir süreçtir.

Söz ve eylem hiç karşılaşmamışlardı. Söz evet dediğinde eylem hayın yapıyordu. Söz hayır dediğinde, eylem eveti yapıyordu. Söz şöyle böyle dediğinde, eylem böyle şöyle yapıyordu. Bir gün söz ve eylem sokakta karşılaştılar. Tanışmadıklan için birbirlerini tanımadılar. Birbirlerini tanımadıklan için selamlaşmadılar.

Eduardo Galeano

82 "insanlar bedenin şu ya eJa bu eyleminin onun üzerinde gücü olan zihinden kaynaklandığını söylerken ne dediklerini bilmezler"(Spinoza, Törebilim (Ethica).E.III, Ö.2) Grotowski'nin fiziksel eylemler üzerine çalışması ile Spinoza'nın zihin-beden birliği arasında oldukça güçlü bir bağ olduğunu düşünüyorum. Grotowski'de zihin, fiziksel eylem oluşturulurken tek buyurgan değildir. Zihin, bedenin kendi düşünme biçimini keşfetmesi için edilginleştikçe beden, kendi etkinlik alanını yaratacaktır ve böyle olduğu sürece, beden eyleme zihin tarafından belirlenmedikçe, deneyim bize hiçbirzaman bedenin neyi yapıp neyi yapamayacağını göstermez; çünkü "bedenin neler yapabileceği şimdiye dek hiç kimse tarafından belirlenmiş değildir."( --, Törebilim ( Ethica).E. ii i, Ö.2) 83 Galeano, Biz HaYJr Diyoruz, 38.

120

Page 20: Le Guin'in Mülksüzleri ve Spinoza -Özge Akarsu -Felsefelogos 40

felsefelogos.2011l1

Kaynaklar

Akal, Cemal Bali. Varolma Direnci ve Özerklik. Ankara: Dost Yayınları, 2004. Annaner, Türker. Tahta Sap/ı Bıçak. İstanbul Metis Yayınları, 2007. Balibar, Etienne. Spinoza ve Siyaset (Spinoza Et La Politique). İstanbul: Otonom Yayınları, 2004. Emst Bloch, Theodor Adomo "Bir Şeyler Eksik." Defter 42 (2001). Galeano, Eduardo. Biz Hayır Diyoruz. İstanbul: Metis Yayınları, 2008. Guin, Ursula K. Le. Kadınlar Riiyalar Ejderhalar 'Çuval Kuramı Ve Kurgu '. İstanbul: Metis Yayınları, 1999. --o Yerdeniz BiiyüCÜSü. İstanbul: Metis Yayınları, 1994. Guin, Ursula K. Le. Kadınlar Riiyalar Ejderhalar 'Bilimkurgu Ve Bayan Brown '. İstanbul: Metis Yayınları, 1999. --o Mülksüzler. Çeviren Levent Mollamustafaoğlu. İstanbul: Metis Yayınları, 2006. Negri, Antonio. Yaban Kuraldışılık. İstanbul: Otonom Yayıncılık, 2005. Somay, Bülent. "Sonsöz." İçinde Guin, Ursula K. Le. Mülksüzler. İstanbul: Metis Yayınları, 2006. Spinoza, Benedictus. Politik İnceleme. Ankara: Dost Yayınları, 2007. --o Spinoza-Blyenbergh Kötülük Mektupları. İstanbul: Norgunk Yaymları, 2008. --o Teolajik Politik İnceleme. Ankara: Dost Yayıııları, 2008. --o Törebilim (Ethica). İstanbul: İdea Yayınları, 1996. Tatiim, Diego. Dünya Sevgisi. Ankara: Dost Yayıııları, 2009.