Kızıl Bayrak 2013-38
-
Upload
kizilbayrak -
Category
Documents
-
view
232 -
download
1
description
Transcript of Kızıl Bayrak 2013-38
Kızıl BayrakHaftalık Sosyalist Siyasal Gazete www.kizilbayrak.net Sayı: 2013 / 38 • 27 Eylül 2013 • 1 TL
Gericiliğin ağırlığı ve devrimci çıkış yolu » s.16-17 Yeni Haziranlar işçi sınıfının... - K. Toprak » s.6
Hem iç hem dış politikada aynı taktiği
izleyen dinci-Amerikancı iktidar,
burjuva ahlakının en pespaye
halinin bile fersah fersah gerisine düşüyor.
Bu iktidarın dış politikadaki duruşu ise, en
hafif deyimle, gözü dönmüş yağmacılığa
tekabül ediyor. Özellikle son yıllarda
depreşmeye başlayan “yeni Osmanlıcı”
hevesler bu ilkel eğilimi güçlendirirken,
politik alandaki yansımaları ise ibretlik bir
hal alıyor.
AKP iktidarının yıkıcı savaşa maruz
kalan Libya ve Suriye konusundaki duruşu,
yağmacı zihniyetin veciz örnekleri olarak
tescillenmiş bulunuyor. » sayfa 3
Haziran Direnişi’yle tüm toplum
yeni bir döneme girerken
üniversitelerde de yeni bir
dönem baskılarla başladı. Soruşturmalar,
tutuklamalar, polis tacizleri, yasaklar...
Sermaye devleti gençlikten korktuğunu
her hareketiyle belli etti. Çünkü gençlik
geleceği temsil ediyor ve düzen güçleri
gençliği kazanamazsa -ki kazanma şansı
artık hiç yok- veya gençliği baskı altına
alamazsa korktukları başlarına gelecek.
Korkuları elbette yersiz değil. Bunu AKP
iktidarı kendi kısa tarihinden de,
Türkiye’deki toplumsal mücadeleler
tarihinden de çok iyi biliyor. » sayfa 26
AKP’nin idaresindeki Türk sermaye devletinin Suriyekonusundaki histeri nöbeti ağırlaşarak sürüyor. Son aylardayaşanan gelişmeler, AKP iktidarının zıvanadan çıkmışlığınayeni bir ivme kazandırdı. Bunun kendini en bariz gösterdiğidönem ise Suriye’de kimyasal silah saldırısıyla başlayan sonhaftalar oldu.
Emperyalist�saldırı�tehdidi�
Kimyasal saldırının ilk anlarından bugüne, ne Türkiye’nindinci-gerici iktidarı, ne de uşaklığını yaptığı ABDönderliğindeki Batılı emperyalist ittifak, “kimyasal silahsaldırısını Esad güçleri yapmıştır” demenin ötesinde bir kanıt
gösterebildiler. Yine de hunhar saldırının sınıf ve emekçikitlelerde yarattığı tepkilere oynanarak, emperyalist saldırıkazanı harlanmaya devam edildi. Oysa kimyasal silahkullanımı, BAAS rejiminden çok Suriye’ye yönelik emperyalistsaldırı için yanıp tutuşan güçlerin işine gelen bir vahşetti.Dahası tüm oklar her türlü vahşeti mubah sayan dinci-gericiçeteleri, dolaylı olarak da onları kumanda eden SuudiArabistan, Katar, Türkiye gibi gerici devletleri işaretetmektedir. O yüzdendir ki devasa boyutlardaki kirlipropagandaya rağmen, kimyasal vahşetle doğrudan bağlantılıgündeme getirilen emperyalist saldırı konusunda, İngilizparlamentosundan Fransız toplumuna, Obama’nın ailesindenAmerikan kamuoyuna kadar kimse ikna edilemedi.
devamı 2. sayfada...
» »
AKP’den savaş tezkeresi
Bu arada devreye Rusya ve Suriye’nin kimyasalsilahların denetimi ve devri konusundaki politikmanevrası girdi. Böylece emperyalist güç dengelerininhenüz yol vermediği bir doğrudan saldırı, şimdilikikinci plana itildi. Şüphesiz ki bu, tehdidin ortadankalktığı anlamına gelmiyor. Suriye’ye yönelikemperyalist saldırı tehdidi, Libya örneği üzerinden enbaştan beri gündemdeydi ve hep gündemde duruyor.Nitekim AKP’nin başında bulunduğu Türk sermayedevletinin Suriye’ye dair hesaplarında, en baştan beridoğrudan bir NATO saldırısı temel bir yer tutuyor.Emperyalistler arası güç dengeleri ve hegemonyaçatışması bugüne kadar buna olanak vermedi vegöründüğü kadarıyla kısa vadede verecek gibi degörünmüyor.
Savaş�çığırtkanlığında�son�perde
AKP iktidarının bu son haftalarda savaşçığırtkanlığında tüm sınırları aşması bundan dolayıdır.Nitekim kimyasal hunharlığı vesile ederek en başındanitibaren Suriye’ye saldırının yolunu düzlemek içincanhıraş bir çaba içinde oldu. Denebilir ki Suriye’dekarışıklıkların başladığı 2011 baharından bu yana budenli arsız bir savaş çığırtkanlığı yapılmamıştı. Türkiyeuçağının düşürüldüğü dönemdeki ölçüler dahi misliyleaşıldı, aşılmaya devam ediyor.
Hala da sürmekte olan bu kendinden geçmişlik hali,Erdoğan-Davutoğlu ikilisi başta olmak üzere AKP’lilerintüm açıklamalarına yansıyor. Emperyalist odaklar dahisavaşsız politik çözümden, 2. Cenevre Konferansı’ndanbahsederken, Türkiye’nin dinci-gericilik korosu, fırsatbuldukça, örneğin en son Cumhurbaşkanı AbdullahGül’ün BM Genel Kurulu’nda yaptığı üzere, Suriye’yedoğrudan emperyalist saldırının güncel tutulması içinuğraşıyorlar. Neredeyse her açıklamada saldırıtehditleri de eksik olmuyor. Sık sık Türkiye’nin tümimkanlarıyla her şeye hazır olduğundan demvuruluyor.
Yeni�savaş�tezkeresi�4�Ekim’de...
Şimdi buna yeni savaş tezkeresi hazırlıkları daeklenmiş bulunuyor. Yeni tezkere ile ilgili ilk açıklamayıAğustos sonunda Bülent Arınç yapmıştı. Geçtiğimizhafta ise Tayyip Erdoğan, kendisini ziyaret edenRomanya başbakanı ile ortak basın toplantısında, “4Ekim’de gelecek olan tezkere aynısı olabilir. Bazıdeğişikliklere tabi olarak da bu tezkere gelebilir.Tezkere üzerinde çalışmalar sürüyor, çalışmalarbittikten sonra biz de değerlendirmelerimizi yaparakTBMM’ye sunacağız” diyerek, bu konudakikararlılıklarını ilan etmiş oldu. Hatırlanacağı üzere Türksermaye devletinin Suriye’ye askeri harekat yapmasınaolanak sağlayan tezkere, Akçakale olaylarının ardından6 Ekim 2012’de çıkarılmıştı. O dönem toplumsalmuhalefetin zayıflığından güç alan AKP iktidarısözkonusu saldırı tezkeresini çıkarmakta pek dezorlanmadı. Mevcut tezkerede “hudut, şümul, miktarve zamanı Hükümetçe takdir ve tespit edilmekkaydıyla, Türk Silahlı Kuvvetlerinin yabancı ülkeleregönderilmesi ve görevlendirilmesi ile bununla ilgiligerekli düzenlemelerin Hükümet tarafındanbelirlenecek esaslara göre yapılması için bir yıl süreyleizin” verilmişti.
Yapılmakta olan güncelleme, Suriye’ye yöneliksaldırganlığın daha doğrudan ifadelendirilmesiolacaktır ve muhtemelen Rojava’da çetelere verilendesteğin (Kürt köylerine ve YPG mevzilerine yönelik
atışlar, Suriye hava araçlarına saldırı vb.) resmi bir kılıfabüründürülmesini, dolayısıyla daha açıktan yapılmasınısağlayacaktır.
Saldırgan�politikanın�iflas�süreci
Bilindiği gibi Batı Kürdistan’da Kürt hareketiningeliştirdiği özerklik süreci, AKP’nin Suriyepolitikasındaki iflasının ikinci ayağını oluşturmuştu. İlkikolay başarı beklentisinde yaşandı. AKP iktidarıLibya’da emperyalist saldırının hızlı sonuç getirmesinealdanmış, bölgesel taşeronluk hevesiyle ve kolaylokma hesabıyla Suriye’ye yönelik saldırganlıktakoçbaşlığına soyunmuştu. Bu çerçevede “Suriyemuhalefeti”nin örgütlü hale getirilmesinde İstanbulmerkez olarak kullanıldı. İlk mülteci akınları, Holywoodyıldızları eşliğinde şov malzemesine dönüştürüldü.Bunlara paralel olarak ÖSO’nun yapılandırılması,silahlandırılıp eğitilmesi, Suriye’ye taşınıp bizzatkomuta edilmesi de en başta Türk devleti tarafındanüstlenildi. Antakya başta olmak üzere Türkiyetoprakları, özellikle de bazı mülteci kampları bununiçin kullanıldı.
Aynı dönemde Türkiye’nin emperyalist saldırı üssüolarak hazırlanmasına hız verildi. Yeni radar üsleri,Patriot füzelerinin konuşlandırılması bu kısa vadelisaldırı-başarı beklentisinin ifadesiydiler. BAAS rejimininbeklenen kolay yıkılışı gelmeyince, giderek cihatçıçeteler daha fazla ön plana çıkarıldı. Cihatçı çetelerinvahşeti ile BAAS rejiminin kıyımı arasında kalanyüzbinlerce insan kurtuluşu kaçmakta buldu. Geçmişteemperyalist saldırının yolunu düzlemenin şovmalzemesi olarak kullanılan mülteciler sorunu, bugünbir insanlık dramına dönüşmüş bulunuyor ve bununbaşlıca sorumlularından biri Türk sermaye devleti. İştetüm bu sürecin anlamı, AKP’nin dış politikasının Suriyeüzerinden iflasıydı. Bunun ikinci ayağını ise 2012yazında Batı Kürdistan’da Kürt halkının geliştirdiği
bağımsız inisiyatif oluşturdu. Yakından bakıldığında dinci-gericilerin bu son
kendinden geçmişlik halinin başlangıcını ise geçtiğimizTemmuz ortalarındaki gelişmelerde görmek mümkün.Kürt halkının Rojava’da özerlik adımı atmayahazırlanması, AKP iktidarını resmen zıvanadan çıkardı.Cihatçı vahşet çeteleri açık yönlendirmeyle Kürtbölgelerine saldırtıldı. Antep toplantısıyla organizehale getirilen ve hala da sürmekte olan bu saldırıumulan sonucu yaratmadığı ölçüde, imdada kimyasalsaldırı bahanesi yetişti ve AKP’nin savaş çığırtkanlığıikibuçuk yılda hiç olmadığı kadar tavan yaptı.
AKP’nin�saldırganlığına�ve�savaşçığırtkanlığına�dur�diyelim!
Yeni savaş tezkeresinin iflas etmiş bu saldırganpolitikanın, kardeş halklara yönelik açık düşmanlığın vehalkları boğazlama histerisinin ifadesi olacağındankuşku duyulmamalıdır. AKP iktidarı geçmiştekitezkereleri toplumsal muhalefetin zayıflığı koşullarındaçıkarmıştı. Şimdi ise Haziran Direnişi ile sarsılmış,saldırgan dış politikası daha geniş kitleler nezdindedeşifre olmuş, içerde ve dışarda savaş ve saldırıdanbaşka bir yolu kalmamış AKP var. Öte yandan Eylülayını Haziran sıcağıyla birleştiren militan kitlegösterileri ve bir dizi sanayi havzasında süren irili-ufaklıişçi direnişleri sürüyor. Toplumsal mücadeledinamiklerinin politik müdahaleye geçen yıllardan çokdaha açık olduğu, örgütlü siyasal öznelerin ise politikve moral bakımdan güçlü olduğu bir dönemdeyiz. İşçisınıfı ve emekçi kitleler, bu kez Suriye ve Ortadoğubaşta olmak üzere tüm kardeş halklara karşısorumluluklarına sahip çıkmalı, dinci-gerici iktidarınsavaş ve saldırganlığına son vermelidirler. Suriye’dekikirli savaşa ve AKP’nin yeni savaş tezkeresine karşımücadeleyi yükseltmek tam da bunun başlangıcıolabilmelidir.
Kirli işlerini dincilik sosuyla sıvanmış kılıflar içindesaklamaya çalışan AKP iktidarı, ahlaksızlıkta sınırtanımayan icraatlara imza atarken bile, ahlak üzerinevaazlar vermekte bir sakınca görmüyor. Özellikleparti ve hükümetin şefi Tayyip Erdoğan bu kabariyakarlığın ‘baş aktörü’ olarak öne çıkmaktadır.
Hem iç hem dış politikada aynı taktiği izleyendinci-Amerikancı iktidar, burjuva ahlakının enpespaye halinin bile fersah fersah gerisine düşüyor.Bu iktidarın dış politikadaki duruşu ise, en hafifdeyimle, gözü dönmüş yağmacılığa tekabül ediyor.Özellikle son yıllarda depreşmeye başlayan “yeniOsmanlıcı” hevesler bu ilkel eğilimi güçlendirirken,politik alandaki yansımaları ise ibretlik bir hal alıyor.
Diğerleri bir yana, AKP iktidarının yıkıcı savaşamaruz kalan Libya ve Suriye konusundaki duruşu,yağmacı zihniyetin veciz örnekleri olarak tescillenmişbulunuyor.
Bir�haftada�180�derecelik�dönüş
AKP iktidarının Libya’ya savaş ilanıyla ilgilitutumu, ilke ve değer yoksunluğunun numunesioldu. “Allah aşkına, NATO’nun Libya’da ne iş var?”diye açıklama yapan AKP şefi Tayyip Erdoğan, sadecebir hafta sonra, Libya’ya emperyalist saldırınınmerkez üssünün İzmir’e kurulmasına onay verdi.
Göğsünü gere gere Kaddafi’nin elinden ‘insan haklarıödülü’ alan Erdoğan, emperyalist saldırıyla suçortaklığı yaparak savaş gemilerini, gönül rahatlığıylaNATO’nun emrine vermiştir.
Bu 180 derecelik dönüşün öncesi de sonrası dayandaş sermayenin çıkarlarını esas alıyordu. Nutukatarken, Libya halkının “zalim Kaddafi”denkurtarılmasından söz eden Tayyip ve müritleri,gerçekte yandaş tüccar ve müteahhitlerinçıkarlarının peşindeydiler. Nitekim AKP’li bakanlar, 7ay devam eden NATO bombardımanıyla yakılıpyıkılan Libya’dan aldıkları ihalelerle övünmekte birsakınca görmediler. Çok sayıda savaş ağasıtarafından paylaşılan Libya’nın halen bedel ödeyenhalkından kimse söz etmiyor artık. Ne de olsayağmacı zihniyete göre, ihaleler alınmışsa, Libyaüzerine konuşmayı gerektirecek bir durum kalmamışdemektir.
El�Nusra�ile�birlikte�Halep’i�yağmaladılar
Komşu Suriye halkına ilan edilen yıkıcı savaşa ilkgünden katılan AKP iktidarının şefleri, yine adetolduğu üzere ahlak ve adalet üzerine sayısız nutukattılar. Pratikte ise, vahşette sınır tanımayan silahlıçeteleri koruyup kolladılar, eğittiler, lojistik desteksağladılar, Körfez şeyhlerinin parasıyla alınan
silahları Suriye’ye taşıdılar…
Savaş suçuna ortak olan AKP iktidarı, yakılıp
yıkılmış Suriye’de ABD kuklası dinci bir yönetimin
işbaşına geleceğini, dolayısıyla “yeniden imar”
başladığında yandaş sermayenin payına bol miktarda
ihale düşeceğini hesap ediyorlardı. Bu ihaleler
rüyalarına girmiş olmalı ki, kontrolünü kaybeden bazı
AKP’li bakanlar, ihale hayalleri kurduklarını
ağızlarından kaçırdılar.
Yağmacılıkta sınır tanımayan bu ilkel zihniyet,
yeniden imar ihalesi almaya muvaffak olmasa da,
Baas yönetiminin denetimi dışında kalan
bölgelerdeki fabrikaları, El Nusra çetelerine söktürüp
Türkiye’ye taşımayı başardı.
Suriye sanayisinin merkezi olan Halep kırsalındaki
irili-ufaklı bini aşkın fabrikanın AKP iktidarı-El Nusra
ortaklığıyla sökülüp tırlarla Türkiye’ye taşındığı,
çıkarları zedelenen Antepli işadamları tarafından da
açıklandı.
Bu yağmayı aylar öncesinden dünyaya ilan eden
Suriye Sanayi ve Ticaret Odası ise, “uluslararası
soyguncu” olarak tanımladığı Tayyip Erdoğan
hakkında dava açmıştı. Uluslararası mahkemelere
başvuran Suriyeli hak sahipleri, Tayyip Erdoğan’ın
yakasını bırakmayacaklarını uydu kanallarına
yaptıkları açıklamalarla dile getirdiler.
Tayyip-Davutoğlu ikilisi tarafından inkar edilen bu
akıl almaz yağmacılık, gecikmeli olarak da olsa,
Antepli patronlar tarafından da doğrulandığında,
AKP şeflerinin sesi çıkmadı.
“Taraf” gazetesine açıklama yapan Türkiye
Umum Ayakkabıcılar Federasyonu Başkanı İbrahim
Buğur, Suriye’den getirilip Türkiye’de kurulan
fabrikaları doğruladı. Geçen hafta, Suriyeliler’in
kaçak ürettiği ayakkabılar nedeniyle yerli üreticinin
mağdur olduğu yönündeki açıklamalarıyla gündeme
gelen Buğur şunları söyledi: “Sınırdan her çeşit
malzeme getiriliyor bunun bir kısmını üretim tesisi,
fabrika malzemeleri oluşturuyor. Yetkililer artık bu
kayıtdışı üretime çözüm bulsun…”
Gazeteye konuşan bir diğer patron ise şu bilgileri
veriyor: “Zeytinyağı, iplik, ayakkabı fabrikaları ve
daha ne isterseniz var. Parça parça satılıyor. Özellikle
El Nusra üyeleri bu fabrikaları söküp getiriyor. El
Nusra’nın kontrol ettiği kapılardan bunlar rahatça
kamyonlarla Türkiye’ye geçirilebiliyor…” (Nusracıçeteler yağmalıyor - www.kizilbayrak.net)
Antepli patronların, çıkarları zedelendikten sonra
bu açıklamayı yapmış olmaları, ayrı bir ahlaksızlık
örneği olsa da, Türk sermaye devletinin El Nusra
çeteleriyle işbirliği yaparak, Suriye’nin toplumsal
servetini yağmaladığını teyit etmesi açısından ise,
önemlidir.
Görüldüğü üzere dış politikasını yayılmacılık ve
yağma üzerine kuran AKP iktidarı, gırtlağına kadar
çirkefin içine batmıştır. Hal böyleyken, bu iktidarı
temsil edenlerin ahlak, ilkeler ve değerler üzerine
vaazlar vermeleri ise, ancak tiksintiyle karşılanabilir.
Yayılmacılık ve yağma odaklıdış politika
AKP�savaş�kışkırtıcılığındanvaz�mı�geçiyor?
Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulu için NewYork’a giden Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, “dikkatçekici” açıklamalar yapıyor. ABD’ye hareketinden öncebasına açıklama yapan Gül, -cihatçı canileri kastederek- “Sınırdaki radikal gruplardan kaygıduyuyoruz. Bizim için bu büyük bir güvenlik tehdididir.Bu birinci derecede bizi ilgilendirir” dedi.
Bununla yetinmeyen Gül, radikal gruplarınyaratacağı tehlike konusunda, uluslararası toplumuuyardıklarını da iddia etti.
Bu ifadeler kuşkusuz ki, kimse için inandırıcı değil.Çünkü Gül’ün başında bulunduğu Türk devletinin,tetikçi cihatçıları kollayıp koruduğu, eğittiği,silahlandırdığı kimse için bir sır değil. Türk HavaYolları’nın (THY) 40 ülkeden devşirilen cihatçıtetikçileri 2.5 yıldan beri Antakya ve Antep’e taşıyarak“özel hizmet” sunduğu da herkesin malumudur.
“Sınırları korumaktan aciziz” iddiasında bulunanGül, Türk devletinin yüzlerce kilometrelik sınırı, çeteleriçin “yol geçen hanı”na çevirdiğini gizlemeye çalışıyor.Gül ve onun devleti, gelinen yerde sınırı denetlemektegerçekten güçlük çekiyorlarsa, bu, cihatçılarındevşirdiği on binlerce tetikçiyi Suriye’ye taşımışolmalarından dolayıdır.
New York’ta, BM Genel Sekreteri Ban Ki-Moon ilegörüşen Gül, “Suriye’de krizden çıkılmasını sağlayacakkapsamlı bir siyasi stratejinin belirlenmesi gerektiğini,BM’nin itibarı ve güvenilirliği açısından artık somutadım atılmasının vaktinin geldiğini” söyledi.
Gül, kapsamlı bir siyasi stratejininbelirlenmesinden söz ederken, AKP iktidarının başı,Ankara’da savaş naraları atmaya devam ediyordu.Türk devletinin cihatçı tetikçilerle veya Gül’ünsöylemiyle radikal gruplarla işbirliği/suç ortaklığıbilinmesine rağmen, Türkiye Cumhurbaşkanı’nınaçıklamaları ilgiyle karşılandı. Çünkü bu açıklamalar,bazılarının “Gül savaşa karşı mı çıkıyor?” sorusunugündeme getirmelerine neden oldu.
Dinci-gerici koalisyon içinde devam eden iktidar verant paylaşımı kavgasından dolayı, Gül’ün diğer AKPşefleriyle mutabık kalmadığı konular olsa da, bu,Suriye halkına karşı işlenen savaş suçunun dolaysızortağı olduğu gerçeğini ortadan kaldırmaz.
Türk dış politikasının tam iflası, ABD-Rusyaarasında –sorunlu, dalgalı ve ABD’nin kaypaklığındandolayı kırılgan olsa da- Suriye’nin kimyasal silahlarıylailgili anlaşmaya varılması ve cihatçıların son günlerdebirbiriyle savaşa tutuşması vb. gelişmelerin, AbdullahGül’ü bu tür açıklamalar yapmaya mecbur ettiğinitahmin etmek güç değil.
Bu açıklamaların Gül’ün kişisel görüşlerinin ifadesimi, politika değişikliği mi, olduğu önümüzdeki süreçtebelli olacak. Buna karşın, AKP iktidarının pratikicraatlarında herhangi bir değişiklik söz konusu değil.Zira Tayyip-Davutoğlu ikilisinin savaş çağrıları devamediyor. İç politikada ise, devlet terörünün giderekazdırılması da, savaş hazırlığının göstergelerinden biriolarak değerlendiriliyor. Bu arada Abdullah Gül dahil,Ankara’daki bütün dinci-Amerikancı şefler, “Esadgitmelidir” teranesini tekrarlamaya devam ediyorlar.
Kısacası hem savaş tehdidi devam ediyor hememperyalist saldırganlık ve savaşa karşı mücadele, özelbir önem taşımaya devam ediyor.
Suriye’ye yönelik olası bir emperyalist müdahaleşimdilik ertelenmiş gözükse de Amerikancı dinci-gericihükümetin savaş çığırtkanlığında en küçük bir gerilemesöz konusu değil. Öyle ki, bu “erteleme” durumu bileAKP hükümetinin savaşa hazırlık faaliyetlerinde birnebze azaltma yaratmamıştır. Geçtiğimiz günlerdemedyaya düşen bir haber bu durumu somut olarakgözler önüne sermektedir.
Diyarbakır Eğitim-Sen’in yaptığı açıklamaya göreAKP hükümetinin savaş hazırlıklarını okullara kadartaşıdığı belirtilmektedir. Diyarbakır İl Milli EğitimMüdürlüğü tarafından 17 ilçedeki özel ve resmiokullara gönderilen yazılarda okullarda savaşa karşıalınması gereken tedbirlerin sıralandığıbildirilmektedir. Öte yandan Başbakanlık Afet ve AcilDurum Yönetim Başkanlığı (AFAD) tarafındanyayınlanan genelge ile “kimyasal saldırıya karşıalınacak tedbirler konusunda okul yöneticileriniuyarıp, öğrencilerin bilgilendirilmesi” istendiğibelirtilmektedir.
Bulduğu her fırsatı Suriye’ye yönelik emperyalistbir savaşın haklı dayanağı olarak göstermeye çalışanAKP hükümetinin tüm çabalarına karşın emperyalistefendilerinden henüz beklentilerine bir yanıt alamamışolması onun bu hırsını dizginlemeye yetmiyor. Biryandan Suriye helikopterinin düşürülmesi gibiprovokatif eylemlerle “krizler” yaratarak âdete Suriyerejimini kışkırtıyor. Öte yandan her türlü himayeliğiniyaptığı dinci-gerici çetelerin savaşına aktif olarakkatılıyor.
Böylelikle her an bir savaşın kopacağı umudu vearzusuyla toplumu da savaş koşullarına ikna ve hazıretmeye çalışıyor. Helikopter düşürülmesi olayındayaşandığı gibi bu aktif saldırganlık tutumunu sınırlarınihlal edilmesi ve “yeni angajman” kurallarıargümanlarıyla haklı ve meşru kılmaya çalıştığı gibitoplumu da bu yönde manipüle etmeye çalışıyor. Diğeryandan NATO Genel Sekreteri Rasmussen’in “askeriseçenek masada tutulmalı” sözleri ve helikopterdüşürülmesi olayına ilişkin “destek” mesajlarıAmerikancı dinci hükümeti saldırgan ve kışkırtıcıpolitikalarında daha cüretkâr davranması içincesaretlendiriyor.
Toplumun savaşa ikna edilmesine yönelikpropaganda faaliyetlerinin yanı sıra fiili hazırlıklarınartarak devam ettiği ise yine sınırlardan gelenhaberlerle açığa çıkıyor. Hatay’ın İskenderun
ilçesindeki 39’uncu Mekanize Piyade Tugayı’ndanhareket eden iki askeri tırla Reyhanlı’daki Suriyesınırına askeri araçların sevk edildiği bilgileri geliyor.Füze bataryalarından hareketli askeri gereçlere kadarönceki haftalardan beridir devam eden bu sevkiyatsavaşa dair ciddi bir hazırlığa girişildiğinin en somutgöstergeleridir.
Tüm bunlarla birlikte Suriye’ye yönelik saldırganlığaizin verecek olan savaş tezkeresinin 4 Ekim’de Meclis’esunulacak olması Amerikancı dinci-gerici hükümetinkendisini tamamıyla bir emperyalist savaş vesaldırganlığa göre koşulladığını gösteriyor. ZiraSuriye’ye yönelik bir emperyalist savaş AKPhükümetinin kendi geleceği açısından da kritikönemdedir. Bu yüzden de Amerikancı hükümetin,emperyalist güç dengelerinin henüz izin vermediği biremperyalist savaşın ne olursa olsun başlatılmasıyönünde provokatif arayış ve çabalarına bundan sonrada devam edecek olmasına kesin gözüyle bakılabilir.Bu çabalarına en büyük desteği ise “one minute”şovlarına rağmen askeri ve ekonomik alanda her türlüişbirliğini derinden derine sürdürdüğü ve provokasyonkonusunda engin bilgi ve tecrübeye sahip olan İsrailsiyonizminden gelecek olmasını unutmamak gerekir.
Sermaye devletinin dümenine geçen AKPhükümetinin emperyalist savaş çığırtkanlığına vehazırlıklarına karşı işçi ve emekçiler de “İşçilerin birliğihalkların kardeşliği” şiarıyla emperyalizmintaşeronluğuna hizmet eden bu politikaya geçitvermemelidirler. Suriye halklarına yeni katliamlar veyıkımlar dışında bir şey sunmayacak olan emperyalistsavaşın “insaniyet namına” değil, daha fazla kâr verant paylaşımı uğruna tezgâhlandığı açıktır. İşçi veemekçilerin kanı ve canı üzerinden pazarlık kozlarınıarttırmayı umanların insani değerlerle en ufak birilgilerinin bulunmadığı açıktır.
O halde emperyalist savaş ve saldırganlıkpolitikalarına karşı çıkmak aynı zamanda tarih boyuncabu yıkıcı savaşları işçi ve emekçilerin sürekligündemine getiren sisteme yani kapitalist sömürüsistemine karşı mücadeleyi de zorunlu kılar. Bu yüzdenTürkiye işçi sınıfının, emekçilerin ve ezilen halklarınemperyalizme karşı mücadelesi sermayenin sınıfsaliktidarına karşı el ele anti-kapitalist mücadeleylebirlikte yürütülmelidir. “Kapitalizm savaş demektir,barış sosyalizmle gelecek” şiarı bugün her açıdan dahagüncel ve yakıcıdır.
Suriyehalklarıyladayanışmayıbüyütelim!
Sermaye devleti sınır ihlali yaptığı gerekçesiyleSuriye helikopterini vurdu. AKP iktidarı bu durumuzafer sarhoşluğu havasında karşıladı. “Esad’a gününügösterdik” havasındaki düzen cephesinin ruh halinigösteren ilk açıklama Başbakan Yardımcısı BülentArınç’tan geldi. Bülent Arınç düşürülen helikopterhakkında şunları söyledi: “Suriye’ye ait ‘MI 17’ tipihelikopter saat 14.20’de Hatay Yayladağı Güveççibölgesinde 2 kilometre Türkiye’de hudut ihlalindebulunmuş. Hava savunma unsurları tarafından sürekliikaz edilmiş. İhlalin devam etmesi üzerine Malatya’danhavalanan uçaklarımız tarafından 14.25’te füzeylevurulması sonucu, helikopterin Suriye topraklarınadüştüğü tespit edilmiştir. Şu ana kadar mürettebatlailgili herhangi bir bilgiye ulaşamadık, çünkü helikopterSuriye tarafına düştü”.
CHP de “Esad’a gününü gösterdik” yaklaşımınısahiplendi. Benzer yaklaşımlar sergileyen CHP lideriKemal Kılıçdaroğlu da konuyla ilgili yaptığı açıklamadaşunları ifade etti: “Türkiye Cumhuriyeti angajmankurallarını değiştirdiğini bütün dünyaya duyurmuştu.Bu kurallar ihlal edildiğinde de gereğinin yapılacağınısöylemişti. Dolayısıyla kuralların ihlal edildiğini Suriyetarafı da kabul ediyor. Türkiye de gereğini yaptı, olayaböyle bakmak gerekir”.
AKP karşıtlığı ve ulusalcı söylem üzerinden primtoplayan ve bu sayede ciddi bir tiraj elde etmiş olanSözcü gazetesi de Suriye’ye ait helikopterindüşürülmesi üzerinden yükseltilen saldırgan tutumuntemsilcilerinden birisi idi. Kürt sorununa ilişkin çözümsüreci ile ilgili her gelişmeyi AKP iktidarını yıpratmakiçin manşetine çekmeyi tercih eden gazete,helikopterin düşürülmesini “F-16’larımız Suriye’ninhelikopterini düşürdü” başlığıyla verdi. AKP iktidarınısuçlayıcı dil kullanmayan Sözcü gazetesi haberinde şuifadeleri kullandı: “Uçağımızı düşüren Suriye’yi, sınırıgeçme vururuz diye uyarmıştık. Dediğimizi yaptık.”Sözcü gazetesi ve CHP aldıkları bu tutumlarıyla AKP ve
AKP medyasıyla ruh ikizi olduklarını kanıtladılar.
AKP ve AKP medyası eleştirisiyle yatıp kalkan Kemal
Kılıçdaroğlu ve Sözcü gazetesi Suriye helikopterinin
düşürülmesi konusunda “Türkiye gerekeni yapmış”
yaklaşımıyla AKP ile ortaklaştı. AKP’nin gerekeni
yaptığını söyleyen CHP, hükümet olduğu koşullarda
AKP iktidarının yaptığının aynısını yapacağını da
kanıtlamış oldu.
Daha önce iki karşıt uçta oldukları görüntüsü
vermeye çalışan Akit ve Sözcü gazeteleri Uludere
katliamını benzer manşetlerle sayfalarına taşımışlardı.
Akit gazetesi katliamı; “Köylüleri PKK bombalattı”
manşetini tercih ederken, Sözcü gazetesi ise katliamı
“silah taşıyorlardı” manşetiyle okurlarına taşımıştı.
Tüm bu yaklaşımlar sermaye düzeninin ve bekasının
bekçiliğini yapan düzen partileri ve medyasının ruh
ikizi olduklarının göstergesidir. Zira sermaye partileri
ve medyası burjuvazinin gerici-şoven ve emperyalizme
hizmet damarından beslenirler.
Düzen�partileri�ve�düzen�medyasındaanlayış�birliği
Sermaye adına siyaset yapanların tümü, hükümeti
kuracak partinin Washington’dan destek almak
zorunda olduğunu bilirler. AKP şefleri bu nedenle ABD
emperyalizminin ipine dört elle sarılıyorlar. Suriye
politikası nedeniyle AKP iktidarı ve Erdoğan’a
demediğini bırakmayan Kemal Kılıçdaroğlu sıra Suriye
uçağının vurulmasına gelince sermaye düzeninin adi
menfaatleri için destekçi kesiliyor, AKP’ye destek
veriyor. Zira dış politika alanına girildiğinde, esas
muhatap özelde ABD genelde emperyalist güçlerdir.
Dolayısıyla tüm sermaye partileri Amerikancılık,
NATO’culuk, AB’cilik konusunda birbirleriyle
yarışmaktadırlar. AKP hükümetinin emperyalistlerle
giriştiği suç ortaklıkları ve savaş politikasındaki ısrarı
özünde CHP tarafından da onaylanmaktadır. AKP ve CHP’nin emperyalistlerle suç ortaklığı
yapma konusunda mutabık olduklarını anlamak içinsalt NATO’nun Libya saldırısına bakmak bile yeterlidir.Kirli emperyalist çıkar hesaplarının yanı sıra, Arapdünyasındaki halk isyanlarını yozlaştırmak,hedeflerinden saptırmak ve giderek etkisizleştirmekamacıyla Libya’ya karşı girişilen NATO saldırısınadestek vermeleri, düzen partilerinin emperyalistlerinsuç ortağı oldukları gerçeğinin açık göstergesidir.
AKP’ye yönelik muhalefeti kızıştırma eksenindepolitika yapan CHP ve her türden AKP karşıtı düzenmedyası, AKP’nin emperyalistlere sunduğu etkinhizmete hiç mi hiç değinmiyorlar. Zira savaştamtamları çalan AKP iktidarına saldırmak için epeymalzeme olduğu halde, bu malzemeyi kullanmanınsermaye düzenine zarar vermek anlamına geleceğibilinciyle hareket ediyorlar.
Varlık gerekçeleri içerde sermayeye dışarıdaemperyalistlere hizmet etmek olan düzen partileri veher türden düzen medyasının savaş karşıtı tutum veyaklaşımları sahtedir. Sermaye ve emperyalistlerehizmet eden düzen partilerinin ve medyasının özeldeSuriye ve genelde ezilen halklara yönelik saldırganlığatam destek vereceği aşikardır.
CHP ve düzen muhalefetine yakın olan medya AKPiktidarının savaş politikasının devletin politikası olduğubilinciyle hareket ediyor. Bu nedenle Suriyehelikopterinin vurulması konusunda paralelaçıklamalar yapıyorlar. Türk sermaye devletinin komşuhalklarına yönelik saldırgan tutumuna AKP ile birliktesu taşıyorlar. Amerikan emperyalizminin yüzyıllık savaşpolitikası konusunda da AKP ile aynı cephede yeralıyorlar.
Suriye helikopterinin düşürülmesini en fazlasındanAKP’nin açmazlarını derinleştirmek için kullanabilirler.Örneğin Füze Kalkanının Malatya’ya kurulacağı ilkaçıklandığında Kemal Kılıçdaroğlu bir hafta boyuncasusmuştu. Ardından Füze Kalkanı meselesini AKP’yiyıpratmak için kullanmıştı. Oysa CHP’nin dış politikasözcüsü Faruk Laloğlu, partisinin füze kalkanınıdesteklediğini, füze kalkanı tartışmalarının en başındailan etmişti.
CHP ve AKP karşıtlığı üzerinden kendini üretmeyeçalışan medya düzenin savaş politikasına karşı birduruş sergileyemez. Çünkü bunu yaparsa,emperyalizmden ve büyük burjuvaziden tokatyiyeceğini bilir. Onların tek bir derdi var: ABD veiçeride işbirlikçi büyük burjuvazinin AKP’den umudukesmesidir. Bütün temel politik yaklaşımlarına bu kaygıyön vermektedir.
Ortadoğu halkları tepeden tırnağa haksız ve gericibir emperyalist savaş tehdidi ile karşı karşıyabulunuyor. Daha önce Afganistan, Irak ve Libya’yı yakıpyıkan, uluslararası katliam merkezi ABD’nin başınıçektiği emperyalist koalisyonun şimdiki hedefi iseSuriye’dir. ABD’ye uşaklıkta sınır tanımayan Türksermaye devleti, son helikopter saldırısıyla savaşa dairistekliliğini tüm çıplaklığı ile ortaya koymuştur. Düzensolu ve medyası da aynı cephede saf tutmaktadır.
CHP’nin sahte savaş karşıtlığı
Haziran Direnişi Türkiye topraklarında toplumsalmücadele açısından on yıllardır eşine rastlanmayan birdeneyim ve birikim yarattı. Deyim yerindeyse 12 Eylülile birlikte üzerine ölü toprağı serpilen milyonlaryeniden sokakla buluştu, mücadele deneyiminitazeledi. Tüm toplumu derinden sarsan, egemenlerinyüreklerine ise korku salan bu hareketli süreç, doğalolarak ilk günden itibaren birçok açıdan dadeğerlendirmelerin konusu oldu. Budeğerlendirmelerin önemli bir bölümü ise yaşanandirenişin sınıfsal karakteri üzerine idi. Ancakbelirtmekte fayda var ki bu değerlendirmelerin önemlibir bölümü harekete geçen kitlenin sınıfsal niteliğiüzerine kısır bir tartışma sınırlarında kaldı. Kimilerieylemlerdeki beyaz yakalı “çalışanlar” yoğunluğunu“işçi sınıfının değişen yapısı” üzerine tespitlerine dolgumalzemesi yaparken, kimileri de yine aynı gerekçedenyola çıkarak direniş sürecini bir “orta sınıf” hareketiolarak tanımlama yoluna gittiler.
Eylemci�kitlenin�sınıfsal�niteliği�tartışması�
Kuşkusuz ki ülkenin dört bir yanına yayılan vemilyonların sokağa çıktığı bir kitle hareketinde tek tekkatılımcıların sınıfsal analizini yapmak mümkün değil.Ancak çeşitli araştırma şirketlerinin bu süre zarfındayaptığı çalışmalardan yola çıkarak basit bir çıkarsamayaparsak, eylemlere katılanların %60 ile 70 arasında birkesiminin ücretli çalışanlardan ve işsizlerdenoluştuğunu söyleyebiliriz.
Ancak burada eyleme katılanların sınıfsal niteliğiüzerine tartışmanın esasta eylemlerde öne çıkan vekendisini tartıştıran “beyaz yakalı çalışanların” sınıfsalkarakteri üzerine şekillendiğini hatırlatmakta fayda var.Ki, bu tartışma sınıflar mücadelesi ve işçi hareketi ileilgilenenler adına yeni bir tartışma da değil.
Sorun Haziran Direnişi’nin sınıfsal analizinden çıkıpbeyaz yakalıların sınıfsal karakterine geldiği oranda isedoğal olarak dönüp marksist literatüre ve oradaki sınıftanımına bakmak gerekiyor. Marksist literatür bizesınıfların esas olarak üretim ve yeniden üretimsüreçlerinde tuttukları yer üzerinden şekillendiğinisöylüyor. Yani kabaca özetleyecek olursak üretimaraçlarına sahip olan küçük bir azınlık burjuvaziyioluştururken, üretim araçlarına sahip olmayan vegeçimini sağlayabilmek için emek gücünü satmakzorunda olan geniş bir çoğunluk ise işçi sınıfınıoluşturuyor. Bu iki temel sınıf arasında ise geçiminiemek gücünü satmadan mesleki ayrıcalıkları ilesağlayan profesyonel meslek grupları ve küçük esnaflarolarak küçük burjuvazi bulunuyor. Ancak 165 yıl önceKomünist Manifesto’nun giriş cümlesinde de söylendiğigibi: “Dünya her geçen gün büyük iki düşman kampaayrılıyor. Burjuvazi ve proletarya!” Yani kapitalistgelişme süreci ile birlikte küçük burjuvazinin oldukçasınırlı bir kesimi burjuvazinin saflarına katılırken bukesimin ezici bir çoğunluğu ise mesleki ayrıcalıklarını dayitirerek ücretli işçi kitlesinin, yani proletaryanın
saflarına katılıyor. Dolayısıyla Haziran Direnişi ile birlikte kendisini bir
kez daha tartıştıran beyaz yakalı çalışanların, özündeyeni proleterleşen bir işçi kitlesi olduğunu rahatlıklasöyleyebiliriz. Kaldı ki bu kitle kapitalist gelişme süreciiçinde sahip olduğu ayrıcalıkları yitirme anlamındabugün çok yoğun bir saldırı dalgası altında bulunuyor.Ücretlerin düşmesinden mesai saatlerinin belirsizliğinekadar yoğun bir sömürü altında bulunan bu kitleninöfkesinin ise alttan alta güçlü bir şekilde mayalanmayadevam ettiğini söyleyebiliriz. Ayrıca Haziran Direnişiözgülünde ele alacak olursak bu kitlenin yarı-aydınkimliğinin, direnişin temel kaynaklarından biri olanyaşam alanlarına müdahale saldırısına karşı da dahagüçlü bir öfkeyi beraberinde getirdiğini ekleyebiliriz.
Ancak belirtmekte fayda var ki bu tartışmayıyapanların ezici bir çoğunluğu payına sorun hiç debeyaz yakalıların sınıfsal kimliğini tanımlamaarayışından kaynaklanmıyor. Onlar daha çok butartışmayı “İşçi sınıfının yapısı değişti. Dolayısıylaörgütlenme ve mücadele biçimlerinin de değişmesigerekir!” söylemine dolgu malzemesi olarak kullanıyor,sınıfa devrimci müdahale görevlerinden yan çizmeninbir aracı haline getiriyorlar.
Tartışmaya çalıştığımız konunun dışına taşmakpahasına burada kısaca şunu hatırlatmalıyız ki işçi sınıfısaflarının meta üretimi dışında bulunan bir kesiminkatılımı ile sürekli genişlemesi kapitalizmin temel işleyişmekanizmasında en ufak bir değişiklik de yaratmıyor.Kapitalizm esas olarak kendisini meta üretimi alanıüzerinden yeniden üretmeye devam ediyor. Dolayısıylaişçi sınıfının safları genişlerken kapitalizmin işleyişmekanizmasını sarsabilmesi anlamında sanayiproletaryasının rolü azalmıyor, tersine daha da artıyor.
Yani her geçen gün genişleyen bu orduya önderlik
kapasitesi anlamında sanayi proletaryasının
örgütlenmesi ve mücadeleye çekilmesi çok daha kritik
bir sorun olarak ön plana çıkıyor.
Harekete�geçen�kitlenin�sınıfsal�aidiyetieylemin�sınıfsal�karakterini�belirler�mi?
Haziran Direnişi’nin sınıfsal karakteri üzerine bir
tartışma yaparken burada başka bir noktaya daha
değinmek gerekiyor. Herhangi bir eyleme ilişkin sınıfsal
bir analiz yapmaya çalışırken tek başına eyleme katılan
bireylerin sınıfsal aidiyetleri o eylemin sınıfsal
karakterini belirlemek için yeterli midir? Örneğin
Haziran Direnişi ile aynı günlerde Ankara’da dinci-gerici
sendika konfederasyonları eli ile örgütlenen Mısır
mitingi, sırf mitinge katılanların işçi olduğundan yola
çıkarak bir işçi eylemi olarak nitelenebilir mi? Ya da
Haziran Direnişi özgülünde ele alacak olursak yine
Ankara’da polis kurşunu ile katledilen Ethem’in bir
OSTİM işçisi olması Haziran Direnişi’ni bir işçi sınıfı
eylemi olarak tanımlamak için yeterli midir? Bu iki
soruya da yanıtımız tartışmasız bir şekilde “hayır!”
olacaktır. Zira ilk örneği işçi sınıfının mevcut bilinç ve
örgütlülük düzeyi ile burjuva politikalarına kolayca
yedeklenebilmesi kapsamında ele almak gerekirken,
ikinci örneği ise kapitalist sistem tarafından sürekli
dışlanan ve ötekileştirilen kesimlerin öfkesinin daha
güçlü şekilde dışavurduğu, bu kesimleri daha militan ve
kararlı şekilde ön plana çıkardığı biçiminde
yorumlamak yerinde olacaktır. Aynı Haziran Direnişi
şehitlerinin tamamının ezilen bir kesim olan Alevi
kökenli olması gibi.
Yeni Haziranlar işçi sınıfının önderliği ilezafere ulaşacak!
K. Toprak
Haziran�Direnişi’ni�ortaya�çıkaran�dinamikler
Her ne kadar Tayyip Erdoğan meseleyi Gezi Parkı ve“3-5 ağaç” sınırlarında tutmaya çalışarak manipüleetmeye çalışsa da Haziran Direnişi’ni ortaya çıkarandinamiklerin çok daha derin kökleri olduğunu biliyoruz.Burada en azından sol cepheden yapılandeğerlendirmeler payına “yaşam alanlarına müdahale”ile birlikte “dizginsiz polis şiddeti” genel bir kabul olarakön plana çıkıyor.
Peki bu iki temel dinamik bir sınıfsal karakter taşıyormu? Ya da eğer taşıyorlarsa nasıl bir sınıfsal dinamiğinürünü olarak şekilleniyorlar?
Yaşam alanlarına müdahale konusunu basitçe “içkiyasağı” sınırlarında ele almayacaksak, genel olarakkendi dışındakini yok sayma tutumu ve dinci gericilikeliyle toplumun yeniden yapılandırılması olaraktanımlayabiliriz. Ki, sadece son yıllara bakıldığında bilekadınlara yönelik kürtaj yasağı ve üç çocukedebiyatından Alevilere ve Kürt halkına yönelik inkar veasimilasyon politikalarına kadar birçok saldırı paketinibu kapsamda ele alabiliriz. Ancak bu konuyu tek başınaAKP eliyle palazlandırılan dinci gericilik sınırlarında elealmak hatalı bir yaklaşım olacaktır.
Tek tek bu saldırıların ötesinde bilindiği gibi aslındaAKP’nin kendisi bir Amerikan emperyalizmi projesiolarak Türkiye topraklarında uygulamaya sokuldu.Yapılmak istenen Genişletilmiş Ortadoğu Projesi’nin birparçası olarak Türkiye’yi bir “Ilımlı İslam” modeli olarakön plana çıkarabilmekti. Kuşkusuz bu proje içindekendisine yer bulan dinci-gericilik sistem tarafındankendisine çizilen sınırları zorlayan ve topluma kendisinidayatan bir niteliğe de büründü. Ancak yine de bugelişmeler özünde emperyalizmin Ortadoğu’ya yönelikpolitikalarının doğal bir uzantısı olarak şekillendi. Bugirişimin temel bir hedefi Ortadoğu’da genel olarakdaha güçlü bir şekilde söz sahibi olabilmek iken, dahaözel planda ise Türkiye’yi “Avrupa’nın Çin’i” halinegetirmek hedefi, yani bir ucuz işgücü ve sınırsız sömürücenneti yaratmak hedefi özel bir rol oynadı. Böyle birhedef söz konusu olduğunda egemenler payına ilkelden yapılması gereken bu sömürü cennetininkölelerini birer uysal köle haline getirebilmekti ki,bunun için ellerinde din afyonundan daha etkili birsilah da yoktu. Dolayısıyla rahatlıkla söyleyebiliriz ki“yaşam alanlarına müdahale” kapsamında açığa çıkandinci-gerici saldırganlık özünde burjuva bir sınıfsalkarakter taşımaktadır.
Benzer bir durum aslında “dizginsiz polis şiddeti”konusunda da yaşanmaktadır. Çokça dillendirildiği gibiözellikle 11 Eylül’le birlikte egemenler tüm dünyayıküresel bir hapishaneye çevirebilmek için özel bir çabaiçerisine girdiler. Sadece Türkiye’de değilkapitalist/emperyalist sistemin belkemiğini oluşturanmetropollerde de polis devleti uygulamaları kendisiniaçık bir şekilde hissettirmeye başladı. İnsanlarıniçindeki umut tohumları, yaratılan korku toplumununkaranlık dehlizlerinde sönümlendirilmeye çalışıldı. Hızlagericileşmeye devam eden burjuva demokrasisinin kirliyüzünü ortaya seren bu tablonun ise kendisini Türkiyegibi sistemin görece geri kalmış ve çelişkilerin çok dahayoğun yaşandığı ülkelerinde çok daha güçlü bir şekildehissettirmesinden daha doğal bir sonuç ise olamazdı.
Dolayısıyla Haziran Direnişi’ni ortaya çıkaran bu ikitemel dinamiğin AKP eliyle yürütülen bir dinci-gericilikprojesinden öte burjuvazinin sınıf ihtiyaçlarındankaynaklanan bir saldırganlık olduğunu, yani direnişinkendisini ortaya çıkaran dinamikleri itibari ile sınıfsal birnitelik taşıdığını rahatlıkla söyleyebiliriz.
Mücadele�araç�ve�yöntemleri�ile�hedefleriaçısından�Haziran�Direnişi
Bir eylemli sürecin sınıfsal karakterini tartışırken elealınabilecek verilerden bir diğeri ise yürütülenmücadelenin hedefleri ile birlikte mücadeledekullanılan araç ve yöntemlerdir. Özellikle mücadele araçve yöntemleri açısından Haziran Direnişi oldukça genişbir yelpaze sunmaktadır. Haziran Direnişi boyuncabarikat savaşlarından kent meydanlarının zaptedilmesine, duran adamlara, tencere-tava eylemlerinekadar birçok eylem pratiğini hep birlikte yaşadık.Kuşkusuz içinde küçük burjuva maceracılığınınörneklerini de barındırmakla birlikte özellikle hareketiçindeki barikat savaşları ve kent meydanlarının zaptedilmesi gibi militan eylem biçimleri özü itibari ile işçisınıfının devrimci ruhunu taşıyordu. Zira kitleden kopukkendi kendisini tatmin etmeye yönelik sınırlı çıkışlar biryana bırakılırsa bu militan eylemlerin ezici birçoğunluğu geniş bir kitle inisiyatifi ve dayanışması ilehayata geçmiş oldu. Ancak eylem pratiği ve militanlığıaçısından ortaya çıkan bu tablo ne yazık ki eyleminpolitik hedeflerinde, yani kitlenin bilincinde geniş biretki yaratma noktasında eksik kaldı. Harekete önderliketmek iddiasındaki Taksim Dayanışması’nın daha geribir zeminde bulunan talepleri bir tarafa, özellikle ilkgünlerde geniş kitleler esas olarak “Hükümet istifa!”sloganının etrafında kenetlenmiş oldular. Bu yanıylahareket bilinç planında sistemin temellerineyönelemediği gibi AKP karşıtlığı eksenine sıkışmış oldu.Bu durum ise dolaysız bir şekilde hareketin büyükorandaki örgütsüz tablosundan ve önderlik planındayaşanan zafiyetten kaynaklanıyordu.
Bu tablonun doğal bir yansıması ise kendisinisürecin olgunlaştığı ve örgütlendiği zeminlerkonusunda gösterdi. Aslına bakılırsa bu derece sarsıcıbir isyan dalgası içinde kitlelerin saldırının temeldinamikleri konusunda doğal bir refleks geliştirmesi debeklenebilirdi. Bu ise ancak saldırıya neden olan temeldinamikler ile çalışma yaşamı arasında dolaysız bir bağkurulabilmesi ile mümkün olabilirdi. Zira AKP şahsındasermaye devletinin bu saldırıları hangi ihtiyacın ürünüolarak hayata geçirdiği bir tarafa, bu hareketin temeldinamiklerini oluşturan konular mikro ölçekte de olsaaslında işyerlerinde de dolaysız bir şekilde hayatageçirilen uygulamalardı. Örneğin bugün artık birçokişyerinde polis devleti uygulamalarının mikro bir örneğiolarak kameralardan bağımsız adım atmak mümkündeğil. Ya da beyaz yakalı çalışanların sıkça yakındığı gibiçalışanların ne giyeceğine, ne zaman tuvaletegideceğine, kiminle konuşabileceğine bile patronlarkarar veriyor. Yani bir kez daha tekrarlamak gerekirseAKP’nin ülke sathında yaratmaya çalıştığı toplummodelini, her bir patron kendi işyerinde de aynıpervasızlıkla uygulamaya sokuyor.
Ancak ne yazık ki hareket içerisinde bu bağyeterince kurulamadı. Hatta tam tersine burjuvazininbilinçli bir tercihle propagandasını öne çıkardığı gibi buhareketli süreç içinde öne çıkan temel yaklaşım“Gündüz işte, akşam eylemdeyiz!” ya da “Gündüzleripatrona, akşamları kendime çalışıyorum!” anlayışıoldu. Özü itibari ile bu yaklaşım sistemin temel işleyişmekanizmaları ile bir sorun bulunmadığının ifadesiolurken, hareket içinde kendisini tartıştıran beyaz yakalıçalışanların halen saflarına katıldıkları proletaryanınbilinç ve örgütlenme kapasitesine uzaklığını da ortayaserdi. Ki, bu anlayış Haziran Direnişi içerisinde sadecebeyaz yakalı çalışanların değil, bir bütün olarak eylemcikitlenin sahip olduğu genel algıyı gösteriyordu.Akşamları hemen tüm şehirlerde militan sokak
gösterileri yaşanıyorken, Gezi Parkı’nda 15 günboyunca kurulan komün yaşamını bir kenara koyarsakhemen hemen her yerelde hayat gündüz saatlerinderutin biçimde seyrediyordu.
Bu tablo dışında harekete bu kapsamda sınıfsal biritilim sağlayabilmenin bir diğer koşulu ise aynı dönemedenk gelen “ekonomik karakterli” işçi eylemleri ile buhareket arasında güçlü bir bağ kurabilmekle mümkünolabilirdi. Örneğin bu sarsıcı hareketin ortaya çıktığı ilkgünlerde Türkiye kapitalizminin belkemiğini oluşturanmetal sektöründe Türk Metal’in ardından Birleşik Metalyöneticileri de işçileri hayal kırıklığına uğratan birsözleşmeye imza attılar. Oysa Birleşik Metal yöneticileribu hareketi işçi sınıfının devrimci ideolojisi iledeğerlendirebilselerdi hareketin gücünü de arkalarınaalarak MESS’e karşı mücadelede itilim sağlayabilirlerdi.Dahası böyle bir süreç sarsıcı isyan dalgasına işçisınıfının devrimci ruhunu ve önderlik yeteneğini detaşıyan bir etken olurdu. Buna 5 ve 17 Haziran gibi grevdenemelerini, Erdemir ve tekstil grevlerinieklediğimizde ise bu açıdan sendikal bürokrasininsınırlarını da bir kez daha gördüğümüzü söyleyebiliriz.
Yeni�Haziranlar�işçi�sınıfının�önderliği�ilezafere�ulaşacak!
Her şey bir tarafa böylesine geniş bir kitleyi vecoğrafyayı kucaklayan bir isyan dalgasının sınıf karakteriesas olarak hareketin örgütlülük düzeyi ve hareketiçindeki önderlik kapasitesi üzerinden tanımlanabilir.Ancak sıkça dillendirildiği gibi Türkiye’de toplumuderinden sarsan Haziran Direnişi örgütsüz bir patlamaolarak şekillendiği gibi, hareket içinde ona yönverebilen bir önderlik ile de buluşamadı. Dolayısıylahareket eylem kapasitesi anlamında işçi sınıfınındevrimci ruhunu açık bir şekilde taşırken, bilinç veörgütlülük anlamında net bir sınıfsal karakterden deyoksun kaldı. Zira böyle bir karakter ancak o hareketeyön veren politik öznenin taşıdığı sınıfsal karakter iletanımlanabilirdi.
Dolayısıyla halen çeşitli biçimlerde etkilerinisürdüren Haziran Direnişi’nin geleceğini bu kapsamdahayata geçirilecek önderlik pratiği belirleyecektir. Ancakhareketin işçi sınıfı zemininde yeniden yükselmesi içinönümüzde oldukça ciddi olanaklar bulunduğunu dabelirtmekte fayda var.
Her şeyden önce AKP hükümetinin 11 yıldır toplumüzerinde yarattığı etkinin temel nedenlerinden birigöreceli de olsa yaşanan siyasi ve ekonomik istikrartablosu idi. Oysa daha Haziran günlerinin öncesindeAKP şahsında sermaye düzenini bu açıdan zorlu birsürecin beklediği görülebiliyordu. Şimdi ise buna siyasiiktidar tablosundaki belirsizlikle birlikte yabancısermaye ve sıcak para akışındaki zayıflama eşlikedecektir. Bu ise yaşanan süreçlerin etkilerini sosyalyaşamda da dolaysız bir şekilde göstermesi anlamınagelecektir. Dolayısıyla bu tablo sadece işçi sınıfısaflarındaki öfkeyi mayalamakla kalmayacak, doğru birönderlik ve politik müdahale ile birlikte HaziranDirenişi’nin devrimci ruhunu da bu hareketetaşıyacaktır.
Bu nedenle önümüzdeki günlerin yıllardır alıştığımızekonomik karakterli işçi hareketinin de biçimdeğiştirdiği, siyasallaşmış bir işçi hareketinin toplumadamgasını vuracağı bir süreci müjdelediğinisöyleyebiliriz. Bu kapsamda işçi sınıfının devrimciönderlik boşluğunu doldurmak iddiasındakikomünistlerin görevi de hem kendilerini hem de işçisınıfını bu şanlı yürüyüşe bugünden en güçlü şekildehazırlayabilmektir.
Haziran Direnişi ile toplumsal itibarı sarsılan AKPhükümeti pervasız saldırılarında sınır tanımıyor. Herfırsatta Eylül ayında yeni kitle hareketinin çıkacağını ifadeeden AKP hükümetinin korkuları ODTÜ ve MamakDirenişi ile gerçeğe dönüştü. Daha okulların açılmadığıbir dönemde ODTÜ’den geçirilmesi planlanan yola karşısokaklara çıkan Ankaralı emekçiler ve gençler Haziranruhunun yaşadığını bir kere daha göstermiş oldular.Ardından cami-cemevi projesiyle Alevi emekçileredayatılan asimilasyon politikasına geçit vermeyeceklerinigösteren Mamaklı emekçiler, Ankara’yı dinci-gericisermaye hükümetine karşı direnişin merkezinedönüştürdüler.
Ankara’da patlak veren ve ülke geneline yayılan Eylüldirenişi, kitlelerin artık boyun eğmeyeceğinin adeta birgöstergesi oldu.
AKP hükümeti yıllardır uygulanan sosyal, siyasal,istisadi, kültürel, saldırıların emekçilerde oluşturduğuöfke birikiminin fazlası ile farkında. Bu nedenleemekçilerin sokaklara çıkmasının önünü kesmek içindevlet teröründe, yalan ve çarpıtmada sınır tanımıyor.Sermaye devleti ve hükümeti AKP’nin zirvesi, kitlelerinpatlayan öfkesini bastırmak için üst üste toplantılar,çalıştaylar gerçekleştiriyor. En son gerçekleştirilen gençlikçalıştayı da devlet terörünün gençlik üzerinden yeni birboyuta ulaşacağını gösteriyor.
Sermaye�hükümetiyeni�saldırılara�hazırlanıyor!
Sermaye hükümeti AKP işçi ve emekçilere karşı yenisaldırı hazırlığı içerisinde. Emperyalist efendilerinin birdediğini iki etmeyen AKP hükümeti bugün içinperdelenen krizin faturasını işçi ve emekçilere kesmekiçin kolları sıvamış durumda. Düzenin içinde bulunduğuekonomik, sosyal ve siyasal krizi aşması için emekçileribaskı altına alması gerekiyor. Meclis açıldığında ilkicraatlarının başında kirli savaşa hazırlık için tezkereçıkarılması yer alıyor. Diğer önemli gündemler ise işçi veemekçilerin çalışma ve yaşam koşulları ile ilgili raftabekletilen yasal düzenlemelerden oluşuyor. Bunlarınbaşında çalışma hayatının daha çok esnekleştirilmesi vekıdem tazminatının gaspı geliyor.
Koltuklarının altında bekleyen saldırı yasalarınıhayata geçirme işini emekçileri sindirmedenyapamayacaklarını çok iyi biliyorlar. Haziran Direnişi ilesokaklara çıkan emekçiler sermaye düzenine artık hiçbirşeyin eskisi kadar rahat hayata geçirilemeyeceğinigösterdi. Bunun içindir ki Eylül sendromu yaşayan AKPhükümeti ODTÜ’de ve Mamak’ta başlayan ve ülkegeneline yayılan eylemlere azgınca saldırdı. Eylemlerinkitleselleşmesinin önünü kesmek için polis teröründesınır tanınmadı. Buna rağmen kitleler Haziran ruhununülkenin her alanında dolaştığını dinci-gerici iktidaragösterdiler.
Devrimci�sınıf�mücadelesine!
Dinci-gerici AKP hükümeti krizin faturasını ödemekistemeyen emekçilerin saltanatlarını yıkacağının fazlasıile farkında. Bu nedenle kendi geleceğini sağlama almakiçin çıkış arayışı içerisinde. Şu an için tek çıkış yolu olarakda emekçilerin sindirilmesini, baskı altında tutulmasınıgörüyorlar. Krizin ve gerici savaş çığırtkanlıklarınınfaturasını emekçilere kesmeye çalışıyorlar. Emekçilerinöfkesinin devrimci karakter kazanmasından korktuklarıiçin devrimci ve ilerici güçlere karşı gerici propaganda vesaldırıyı arttırıyorlar. Toplumu dinci gerici temeldekutuplaştırarak saldırgan politikalarına destek bulmayaçalışıyorlar. Her fırsatta kendi tabanını inançsal temeldekemikleştirmek için nutuklar atan AKP şefleriMısır’dakine benzer bir sonla karşılaşmaktan korkuyorlar.
Sermaye düzeni ve onun hükümeti AKP’nin sonunuhazırlamak için devrimci sınıf mücadelesini büyütmekhayati bir yerde duruyor. İşçileri, emekçileri, gençliğidinci-gerici politikalara karşı uyarmalıyız. Kitleleri düzenekarşı devrim temelinde taraflaştırmayı esas alançalışmaları güçlendirmeliyiz.
AKP hükümetinin sermaye düzeninin sürekliliğinisağlamak ve saldırı politikalarına destek bulmak içinattığı adımları boşa düşürmek; Mamakları, ODTÜ’leribüyütmek ve gelecek mücadelesini fabrikalarataşımaktan geçiyor.
Sınıfın gençlik güçleriyle birleşik mücadelesini örmekiçin elimizde fazlası ile imkân var. Emekçilerin yaşam veçalışma koşulları bile başlı başına bunun için yeterli.
Sınıf güçlerinin önemli bir kesimi yaşam ve çalışmakoşullarından hoşnutsuz. Emperyalist savaşkışkırtıcılığından rahatsız. Bu hoşnutsuzlukları düzenekarşı öfke patlamasına ve gelecek mücadelesinedönüştürmek işçi sınıfını ve gençliği gelecekmücadelesine devrimci temelde kazanmaya bağlıdır.
Bir dizi belirti bugünden sınıfın önemli bir öfkebiriktirdiğini gösteriyor. Sınıfın öfke patlamasını düzeninkorkusuna dönüştürmek için sınıfı devrime kazanmalıyız.Bunu yapacak güçler ise sınıfın devrimci öncü güçleridir.
Haziran Direnişi ile açığa çıkan enerji bugün için kendisınırına dayanmış gözüküyor. Bu enerjiyi ileriye taşıyacaktoplumun en devrimci kesimi olan işçi sınıfıdır. Sınıfıkendi geleceği için mücadeleye çekmek, sınıfın eylemineöncülük yapmak sınıf devrimcilerinin bugünkü en acilgörevidir.
Sınıfa karşı sınıf, düzene karşı devrim çizgisini kitleleriçinde ete-kemiğe büründürmek için atacağımız heradım aynı zamanda devrime hazırlık anlamına gelecektir.Bu adımları sınıf ve gençlik içinde örgütsel zeminler vemevziler kazanma mücadelesi ile bütünleştirmekgeleceği kazanmanın temel ayaklarıdır. Bu görevler sınıfdevrimcilerinin Türkiye ve dünya işçi sınıfı veemekçilerine karşı sorumluluğudur. Şimdi güneyüklenme sınıfı devrimci parti saflarına kazanmazamanıdır.
İzmir’de�Gezi�Direnişi’ninbugünü�ve�geleceği
tartışıldı!
Bağımsız Devrimci Sınıf Platformu’nun (BDSP)örgütlediği “Gezi Direnişi bugünü ve geleceği”başlıklı panel, 22 Eylül’de TÜMTİS’te gerçekleşti.
Panel selamlama ile açıldı. Kamera Sokaktarafından hazırlanan “Geçit Yok” adlı direnişvideosunun izlenmesinin ardından, oturumlaraçılmadan önce Gezi şehitleri anısına saygı duruşugerçekleştirildi.
31 Mayıs halk hareketinin ardından, sürecin vehareketin değerlendirilmesinin bir ihtiyaç olduğubelirtilerek, sınıf devrimcileri adına, hareketingeleceği açısından da bunun bir ihtiyaç olaraköngörüldüğü ifade edildi.
İlk olarak söz Ege Üniversitesi öğrencisi ve Gezitutsağı olan Serdar Gür’ün annesi Nesrin Gür’everildi. Nesrin Gür ilk olarak direniş süreci ileberaber, AKP iktidarına karşı sokağa çıkan halkıntüm ülkede tepkilerini gösterdiğini belirtti.Kendisinin de bu süre zarfında hakları için sokaktaolduğunu belirterek, çocuklarıyla gurur duyduğunuve bu onurlu çocukların derhal serbest bırakılmasınıistediğini söyledi.
“Devrimci�sınıf,�devrimci�parti!”�
Panelde BDSP adına yapılan konuşma dünyaüzerindeki bunalımlar ve savaşlar dönemine işaretedilerek, yine dünya üzerinde dünden bugünegerçekleşmeye başlayan halk hareketlerindenörnekler verildi. Ardından, 31 Mayıs patlamasındanbugüne gelişen süreci değerlendirdi.
Yine bu hareket aynasında sol hareketideğerlendirerek, kendiliğinden başlayan buhareketin, devrimci bir siyasal önderlikten yoksunolmasından kaynaklı taşıdığı zaaflara işaret etti.
İşçi sınıfının önderliğinin olmadığı bir hareketinsınırlarını hatırlatan konuşmacı, bundan sonrakisüreçte komünistlerin görevlerine de işaret ederek,örgütlenme ve mücadelenin ihtiyacına dikkat çekti.
Tuzluçayır barikatlarından selam getirerekkonuşmasını açan ikinci konuşmacı Temel Demirer,hareketin 3 ağaç meselesi değil, halkın üzerindeyıllardır uygulanan baskı politikalarının doğal birsonucu olduğunu ifade etti. Taksim’in on yıllardırmücadele edilerek kazanılmaya çalışıldığını,devrimci değerlerle savunulduğunu, bu uğurdaşehitlerin verildiğini belirten Demirer, Gezihareketini geçmiş birikimlerin devamı olarakdeğerlendirdi. İşçi sınıfıyla buluşan, işçi sınıfıiçerisinde örgütlenen siyasal partinin, ancak bu türhareketlere müdahale edebileceğini söyleyerekBolşevik Parti tarihinden örnekler verdi.
Panel İzmir BDSP adına alınan sözle devam etti.31 Mayıs’tan bugüne Gezi Direnişi’nin İzmir ayağınındeğerlendirilmesinin bir ihtiyaç olduğununbelirtilmesi ile başlayan konuşma, hareketin İzmirayağını üç ana evrede değerlendirdi.
Panelistlerin, konuşmalarının ardından, kısa birara verildi. İkinci bölüm soru cevaplar şeklindeaçıldı. Temel Demirer’in ve BDSP temsilcisininverdiği yanıtların ardından panel sona erdi.
Kızıl Bayrak / İzmir
Haziran ruhuAKP’yi korkutuyor!
Fethullah Gülen ve Cem Vakfı Başkanı İzzettinDoğan işbirliğiyle gündeme gelen cami-cemeviprojesinin ilk adımı geçtiğimiz günlerde Mamak-Tuzluçayır’da atıldı. Tuzluçayır’ın ardından projeninİstanbul-Kartal, İzmir-Çiğli ve Gaziantep’te devamedeceği ilan edilmiş bulunuyor. Projenin Tuzluçayırayağının temellerinin atılmasıyla birlikte devletinkolluk güçlerinin projeye tepki gösteren ilerici-devrimcigüçlere ve Tuzluçayır halkına azgınca saldırması,tepkinin devlet terörüne de yönelmesine yol açtı.Tuzluçayır halkı tarafından da bir asimilasyon projesiolarak görülen cami-cemevi ortak inşaatının yapımınayönelik tepki, polis terörüne karşı tepki ile birleşti.Haziran Direnişi boyunca sokakları terketmeyenTuzluçayır halkı, bu kez yerele dair somut talepleriylekitlesel bir şekilde direnişin merkezinde yer aldı.Polisin tazyikli sulu, biber gazlı, plastik mermilisaldırıları karşısında mahallesini, sokağını savunan birtutum izledi.
Tuzluçayır’da ilerici, devrimci güçlerin ve Tuzluçayırhalkının sergilediği direniş, polisin günlerce süren vahşiterörü sonucu bir nebze gerilemiş olsa dahi, cami-cemevi inşaatının yapımı devam ediyor. Polisinmahallede konuşlanması sürüyor. Dahası Tuzluçayır’ınAlevi emekçilerinin bu projeye ve polisin mahalledekonumlanmasına tepkisi devam ediyor. Bugün içinönemli olan bu tepkinin doğru zeminlerdeörgütlenmesi ve somut taleplerin kazanılmasıekseninde mücadelenin yükseltilmesidir.
Cami-cemevi�projesi�ne�anlam�ifade�ediyor?
Devletin resmi dini, dili, ırkı dışında olan tümkesimlere karşı baskı, eşitsizlik ve ayrımcılık bir devletpolitikası olarak on yıllardır uygulanmaktadır.Çorum’da, Sivas’ta, Gazi’de olduğu gibi gerçekleştirilenkatliamlarla Alevileri sindirmeyi amaçlayan sermayedevleti, aynı zamanda Aleviler’in temel demokratikhaklarını yok saymayı sürdürmektedir.
AKP iktidarı ise toplumsal yaşamın her alanınamüdahale temelinde Alevilere dönük politikalargeliştirmekte, Alevi çalıştayları, Alevi kurultayları vb.
girişimlerle, Alevi burjuvalarına ve günümüzün HızırPaşaları’na dayanarak Alevileri mevcut Sünni inancıiçinde eritme politikası gütmektedir.
Son olarak gündeme getirilen cami-cemevi projeside bu politikanın en son halkasıdır. On yıllardırdevletin uyguladığı baskı ve inkar politikalarına karşıdevrimci ve ilerici hareketle iç içe olan Alevi emekçileridüzene bağlama hedefinin bir parçası olan bu projeiçin yine devrimci bir geçmişe ve ilerici değerleresahip, toplumsal muhalefetin etkin olduğu alanlarınseçilmesi (Tuzluçayır, Çiğli, Kartal) hiç de tesadüfdeğildir. Bugün hemen hemen tüm Alevi örgütlerinin,ilerici ve devrimci güçlerin karşı çıktığı bu projeninözünde bir asimilasyon projesi olduğu açıktır. Ancak buproje, AKP eliyle uzun süredir planlanan Alevileri Sünniinancının içinde eritme politikasının da ötesinde,toplumsal muhalefetin temel bir dinamiğini düzeneentegre etme girişimidir.
Alevilerin�talepleri�cami-cemevi�projesininiptalinden�ibaret�değildir!
Cami-cemevi projesinin iptaline ve polis terörününson bulmasına dair talepler bugün için somuttur,mahalle emekçilerinin de sahiplendiği taleplerdir.Ancak Alevilere dönük mezhepsel baskı ve asimilasyonpolitikasının yeni adımı olan bu projeye karşı çıkmayı,ezilen bir mezhep olan Aleviler’in demokratikistemlerinin bütünlüğü içinde ele almakgerekmektedir. Zira, cami-cemevi projesine karşıçıkmak, “İnanç ve vicdan özgürlüğü!” ve “Mezhepselayrıcalık ve baskıların son bulması!” talebindenbağımsız değildir. Aynı şekilde, bizzat AKP-Cemaateliyle uygulanmak istenen proje özünde bir devletprojesidir ve “din ve devlet işlerinin tam olarakayrılması”, “Diyanetin dağıtılması”, “Devletin dinselkurumlara her türlü yardımının son bulması” talepleriile birarada ele alınmalıdır. Ek olarak söylemeliyiz ki,inanç özgürlüğü, özünde devletten ve onun tümkurumlarından bağımsız olmalıdır. Alevi burjuvalarıeliyle cemevlerinin devlete bağlanmasını sağlayacak(dedelere maaş bağlanması vb. gibi) girişimlerin
karşısında net bir şekilde durmak gerekir. Özünde etnik, dinsel ayrımcılık, kâr üzerine kurulu
sermaye iktidarının harcında vardır ve bu sistemindevamı için başvurduğu yöntemlerin başındagelmektedir.
Projeye�karşı�verilen�mücadeleye�ciddiyet�ve�sorumlulukla�yaklaşmak�gerekir!
Haziran Direnişi’nde Tuzluçayırlı emekçiler alanlaraçıkmış, günlerce meydanı terketmemişlerdi. Kuşkusuzki, Tuzluçayırlı emekçilerin direnişe kitleselkatılmasının gerisinde sistemin uyguladığı sosyal yıkımpolitikaları olduğu kadar, son yıllarda AKP’nin Aleviemekçilere dönük pervasız saldırıları da belirgin bir roloynamaktadır. Cami-cemevi projesi gündemegeldiğinde ilerici ve devrimci güçlerin çağrısıylaalanlara binlerce emekçinin çıkmasında HaziranDirenişi’nin yarattığı birikim vardır. Zira bu dönemdeuygulanan polis şiddeti bu öfkeyi daha da bilemiştir.
Cami-cemevi projesinin püskürtülebilmesi,harekete geçen ve öfkesini dışa vuran kitlelere doğrudevrimci önderlikle olanaklı olabilir. AncakTuzluçayır’da geride kalan iki haftalık süreçte, ilerici vedevrimci güçler payına buna uygun bir pratikgeliştirildiğini söylemek olanaklı değildir. Birleşikmücadelenin hiç olmadığı kadar bir ihtiyaç olduğubugünlerde, olup-bitene devrimci ciddiyet vesorumlulukla yaklaşılmamakta, kitlelerden kopukmaceracı ve dar grupçu eğilimler öne çıkmaktadır.Böyle tutumlar ise kitleleri dişe diş bir mücadeleyedeğil, edilgenliğe sürüklemektedir. Ayrıca dar grupçututumlar kitlelerin ilerici ve devrimci güçlere olangüveninin zedelenmesine yol açmaktadır.
Bugün gelinen aşamada Tuzluçayır özelindehareketlilik geri çekilse dahi, Alevilerin tepkisi devamediyor. Alevi örgütleri bu projeye karşı eylemli birsüreci başlatmanın hazırlıklarını yapıyor. Alevileremekçilerin Haziran Direnişi’nden beslenen öfkelerine,devrimci bir önderlikle yön verilemediği koşullardasonuç alıcı bir mücadele örgütlemek mümkün değildir.Ayrıca, Alevi emekçilerin Alevi örgütlerinin ortayakoyduğu ve devletin icazet sınırlarını aşamayan eylemve etkinliklere yedeklenmesi muhtemeldir. Aleviörgütlerinin ağırlıklı kesiminin ulusalcı burjuvapartilerin denetiminde olduğu gerçeği, mevcuttepkinin ya sönümlenmesi ya da ulusalcı burjuvapartiler tarafından yedeklenmesi kaçınılmaz olacaktır.
Gelinen yerde süreç başta komünistler olmak üzeretüm ilerici ve devrimci güçlere önemli sorumluluklaryüklemektedir. Birçok örnekte olduğu gibi Tuzluçayırözelinde bir kez daha karşımıza çıkan dar grupçu veilkesiz yaklaşımlar, kısır tartışmalar ve yer yersamimiyetsiz tutumlar, sokaklara akan emekçilerinmücadele dinamiğini zayıflatan temel etmenlerinbaşında gelmektedir. Komünistler bu tutumlara karşıilkeli mücadelesini sürdürecek, dönemin yüklediğisorumlulukla yollarını yürüyeceklerdir.
Ankara’dan komünistler
Asimilasyon politikalarına karşı birleşik-kitlesel-militan direniş!
- Ethem’in polis tarafından katledilmesindenbugüne hem manevi olarak ailenin yanındaoldunuz, hem de sürecin hukuksal boyutuyladoğrudan ilgileniyorsunuz. Kısaca Ethem’inkatledilmesinden katil polisin yargılanmasına kadargeçen süreci özetleyebilir misiniz?
- Ethem Sarısülük devrimci bir işçi olmasının
yanında, derneğimizin de aktif çalışma
yürütenlerindendi. Özellikle hasta tutsaklar ve
Wernicke Korsakoflar konusunda duyarlılığıyla
tanıdık kendisini. Vurulduğu andan itibaren hastane
önünde beklenmeye başlandı. Aile ile de ilk
temasımız burada oldu. Sonrasında olabildiğince
kurumsal olarak yanlarında yer almaya çalıştık.
Ethem yoğun bakımda hayata tutunmaya çalışırken
dahi polisin aile üzerinde baskı kurmasına, kaynağı
belli olmayacak biçimde destek ünitesinin çekilerek
öldürüleceği söylemlerinin yayılmasına şahit olduk.
Direndiği iki hafta boyunca halkın da devletin de
ilgisi hastane bahçesinden hiç eksik olmadı kısacası.
Ethem’in hayatını kaybetmesiyle polise ve devlete
olan öfke doruğa ulaştı. Adli Tıp’tan toprağa
verdiğimiz son ana kadar on binler Sarısülük’ü yalnız
bırakmadı. Bütün engelleme çabaları, polisin vahşice
saldırıları Ethem’in güçlü bir biçimde uğurlanmasının
önüne geçemedi. Batıkent’ten hareket eden
konvoyun önünün kesilmesi, bir kez daha devletin
gerçek yüzünü hatırlattı bize. Yolun bir şeridini polis
kapatmışken diğer kanadında da askerin yığınağı
vardı.
Direnişin sokak ayağı belli bir noktada zayıflasa
da Gezi şehitleri ile ilgili yapılan etkinlik ve anmalar
kitlelerin yaz boyunca ilgi odağı olmaya devam etti.
Temmuz sonlarında bütün annelerimizin Ankara’da
buluşması, ya da Gezi tutsakları aileleri ve Ethem’in
annesinin katıldığı eylemlilik gibi. Her ikisi de yazdöneminde Ankara’nın pek alışık olmadığı güç vecoşkuyla yapıldı. Son olarak da kurumların ortakdüzenlediği konser etkinliği. ODTÜ ve Tuzluçayırdirenişleri ile birleştirildiğinde emek vedemokrasiden yana güçlerin kolay kolay alanları terketmeyeceği, bunun önemli ayaklarından birinin deaileler olacağını bir kez daha görmüş olduk.
- Devletin ilk andan itibaren katil polisisahiplenici tutumu ile karşılaşıyoruz. SadeceEthem’in katledilmesi olayında değil, daha önceyaşanılan birçok örnek üzerinden de görüldüğü gibi
katiller hep aklanıyor. Hukuksal süreçte yaşananlarıanlatabilir misiniz?
- Ethem polis kurşunlarına hedef olduğu andanitibaren alışık olduğumuz tablo karşımıza çıktı.Görüntüler ortaya çıkmasa muhtemelen yine katilinayağı kaymış ve silah ateş almış olacaktı. ÖzellikleAnkara Emniyeti polis cinayetlerinde sürekli aynıargümanı kullanıyor. Soner Çankal ve Cem Aygündosyalarında bunu açıkça gördük. Mızrağın çuvalasığmadığı noktada tanıdık dezenformasyonyöntemleri devreye sokuldu. Arkadaşlarının attığıtaştan, Ethem’in “terör” kamplarında eğitildiğinekadar bir dizi yalan haberle yetinilmedi, üstüneBelediye Başkanı Melih Gökçek’in cinayetin işlendiğiçok yakın noktaya “polise teşekkür pankartları”asıldı. Başbakanının “polisimi yedirtmem” açıklamasıise görülecek davaya son noktayı koydu. Dahabaşlamadan hukuksal sürecin sona erdiğini söylemekabartılı bir yaklaşım olmaz. Hukukçular, bu anlamdagüçlü bir dosya hazırlasalar da devletinmahkemelerinden bir beklentide değiller. Ailenin debu yönlü hiçbir beklentisi yok. Davanın toplumsalmuhalefete katacağı güç ve geniş yığınların nezdindedevlet şiddetinin teşhiri hedeflenmekte.
- Devletin katillerini koruma tutumumahkemede de açıkça ortaya çıktı. Mahkemegününde yaşananları anlatabilir misiniz?
- 23 Eylül günü mahkeme adı altında en azındanbizim bugüne değin rastlamadığımız bir tiyatrosergilendi. Sıklıkla mahkemelerde gözlemcibulundururuz. Ve biliriz ki mahkeme heyetinin bellialışkanlıkları vardır. Salona geç girmek gibi. 09.00’dabaşlayacak olan mahkemeye 08.40’ta girdiğimizdemahkeme heyetini, savcıyı ve 150 kadar sivil giyinmişçevik kuvvet polislerini hazır bekler bulduk.Neredeyse tüm salon katilin polis arkadaşları
“Emekçilerin direnmesinden daha doğal bir şey olamaz!”
Gazeteci�Berna�Şahin’e�saldırı
Gazeteci Berna Şahin, 22 Eylül akşam saatlerinde evine yakın birmesafede saldırıya uğradı. Şahin, eylemlerde çekip yayınladığıgörüntüler nedeni ile son günlerde tehditler de alıyordu.
Uzun bir süredir gazetecilik yapan Şahin, muhalif kimliği ile tanınıyor.Yazılarında emekçilerin, ezilenlerin yaşamlarını ve mücadelelerini ele
alan Şahin, aldığı tehditlerin ve saldırıların ilk olmadığını da belirtiyor. Daha önce Ali İsmail için Taksim’deyapılan eylemde polisin attığı gaz fişeği ile yaralandığını, Berkin Elvan’a destek için Okmeydanı’nda yapılaneylemde yine polisin attığı ses bombasının yüzüne yakın bir mesafede patlaması ile yaralandığını ifade ediyor.Eylem sırasında polisin darp ve gözaltılarını görüntülediği için de tehdit ve darp edilmiş.
Şahin, yaşananların ard arda gelmesinin rastlantı olmadığını belirterek, uzun zamandır yaşadığı evininyakınında böyle bir olayla karşılaşmadığını belirtiyor. Saldırının ardından karakola gittiğini fakat polislerin hiçumursamadığını, savcılığa başvurduktan sonra işlem yapıldığını ifade ediyor. Şahin, olayın yaşandığı yerdekikamera görüntülerine baktığını ve saldırıyı gerçekleştiren kişiyi teşhis edebilecek görüntünün olduğunuvurguluyor.
Şahin, yaşanan saldırının kendisine yönelik bir gözdağı olduğunu belirtiyor. Olayla ilgilenmeyen ve aldığıtehditleri değerlendirmeyen polisi, konuya açıklık getirmedikleri takdirde saldırının faili olarak göreceğinibelirten Şahin, yaşananların takipçisi olacağını vurguluyor.
tarafından doldurulmuştu. O andan itibaren de
gerilim hiç düşmedi. Karşı tarafın avukatları dahi
sürekli biçimde aileyi ve avukatlarını tahrik etmeye
çalıştılar. Kararlı bir duruş sergilenerek polisler salon
dışına çıkarılsalar da bu sefer de dışarıda
bekleyenlere saldırdılar. Mahkemenin tüm
koridorlarında polis terörü estirildi. Çıkan arbedede
katil polisin peruk, takma kaş, gözlük ve benzeri
şeylerle yüzünün tümüyle değiştirildiği görüldü. Bu
şekilde olay tanıklarının aldatılmaya çalışıldığı ortaya
çıktı. Kısacası hukuk sisteminin kimler ve hangi
sınıfın tarafında olduğuna bir kez daha şahit olduk.
- Böyle davalarda hukukun katledenlerden yanaolduğunu biliyoruz. Katillerin cezalandırılabilmesiiçin toplumsal duyarlılığın örgütlenebilmesigerekiyor. Toplumsal sahiplenme konusunda Ethemdavasının durumu nedir? Bundan sonraki sürecinnasıl örgütlenmesi düşünülüyor?
- Ethem’in katledilmesinin ilk anından itibaren
toplumun tüm kesimlerince güçlü bir sahiplenmeye
konu olduğunu söylemiştik. Biraz daha açmak
gerekirse Ethem, Ankara muhalefeti için güçlü bir
simgeye dönüştü. Cenazesinde sıklıkla kullanılan
“Ethem’in yoldaşları” tanımlaması, yine “Ethem
yoldaş ölümsüzdür!” sloganı uzun süre Ankara
sokaklarında yankılandı. Belki ilk anda, güncellikle
açıklanabilir ama bizim gözlemlerimiz orada kişiye
dönük bir sahiplenişten öte bir duruşa, mücadelenin
kendisine duyulan özlemin ta kendisidir. Öyle ki, bu
kadar geniş bir bileşenin bu kadar güçlü sahiplenme
şekli nadir görülen olaylardan. Burada Ethem
özelinde söylenebilecek çok şey var. Ama bunun
yerine direniş ruhuna vurgu yapmak daha sağlıklı
olur.
Bu konuda bir şeye daha işaret etmek gerekiyor
bizce. Ethem’in ilk mahkemesinin kitle anlamında bu
kadar zayıf geçmesinin üzerine etraflıca düşünmek
gerekiyor. Şu an bu konuda net şeyler söylememiz
doğru olmaz belki. Ancak mücadelenin öznesi olan
örgütlü yapılara çok daha fazla görev düşüyor.
Umarız en kısa zamanda bu tıkanıklık da aşılır.
- Genel olarak polis terörü, devlet katliamları veGezi Direnişi sırasında yaşanılan polis şiddetiüzerine son günlerde devlet tarafından yapılanaçıklamalar üzerine ne düşünüyorsunuz?
- Devletin açıklamaları konusunda söylenebilecek
çok şey yok. Tümüyle deşifre olmuş bir devlet var
önümüzde. Kürt halkının mücadelesinde, Suriye
savaşında ve Gezi Direnişi’nde takındığı tavır, daha
ötesi olayları çarpıtmak, yalan söylemek konusunda
sınır tanımazlığı hepimizce malum artık.
Geçtiğimiz yaz boyunca düştüğü durum
üzerinden zaten şu an siyasal ciddiyetini tümüyle
yitirmiş bir iktidardan bahsediyoruz. Elbette siyasal
aklını da. Tuzluçayır cemevi-cami projesinden sonra
öğreniyoruz ki 26 Eylül Ulucanlar Katliamı’nın
yıldönümünde yine aynı yerde bir açılış organize
ediliyor ve insan hakları konusunda oldukça mimli
olan Cemil Çiçek açılışa çağrılıyor. Böyle bir baskı
rejiminde, ben yaptım oldu zihniyetinin hakim
olduğu ülkelerde emekçi kitlelerin direnmesinden
daha doğal bir şey olamaz. Egemenlerden başka da
kimse meşruluğunu sorgulamaz. Biz insan hakları
savunucuları olarak bu bakış açısıyla direnme
hakkının sonuna kadar yanında olduk, olmaya
devam edeceğiz.
1 Haziran günü, Kızılay’daki direniş eylemindeEthem Sarısülük’ü başından vurarak katleden katilpolis Ahmet Şahbaz hakkındaki dava 23 Eylül’debaşladı. Ankara 6. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülenduruşma öncesi adliye çevresine çok sayıda çevikkuvvet konuşlandırıldı. Duruşma daha başlamadansalon polis tarafından işgal edildi.
Duruşmanın görüleceği mahkeme salonunaSarısülük ailesini savunmak üzere yaklaşık 50 avukatgirdi. Ethem’in annesi Sayfı, kardeşleri Mustafa veCem Sarısülük de mahkemeye katıldılar. Sarısülükailesinin avukatları duruşma salonunda sivil polislerinsokulmasına tepki gösterdi. Katil polisin avukatlarınınlaf atması üzerine gerginlik yaşandı. Savcının datartışmaya katılması ile birlikte gerginlik iyice arttı.Mahkeme başkanı, salondaki polisler dahil herkesindışarı çıkmasını istedi ve yeniden alınmasını istedi.
Ardından katil polis sanık sandalyesine oturtuldu.Kapı girişinde sivil polisler avukatları darp etmeyekalkıştı. Salonda Ethem’in yakınları “Katiller dışarı”
diye slogan attı. Sivil polislerin içeri alınmasıyla
gerginlik büyüdü. Katil polislerin avukatları, Ethem’in
avukatlarından birine saldırdı. Mahkeme “kamu
güvenliği” nedeniyle duruşmanın kapalı yapılmasına
karar verdi.
Salonun boşaltılması sırasında “Katiller dışarı!”
sloganı atan kitleye sivil polisler saldırdı. Ethem’in abisi
ve yengesi, katil polisin üzerine yürüyerek vurdu.
Aldığı darbeler nedeniyle peruğu düşen katil polis
korumaya alınarak salondan çıkarıldı. Bazı sivil polisler
aileye de saldırdı. Ethem’in annesi de “katiller” diye
haykırarak polislere tepki gösterdi.
Yaşananlar üzerine savcı “düzenin sağlanması için”
duruşmanın ertelenmesini istedi. Savcının talebini
değerlendiren mahkeme duruşmayı 28 Ekim’e
erteledi. Adliye önünde bekleyen kitle de duruşma
boyunca “Ethem yoldaş ölümsüzdür!” ve “Katil devlet
hesap verecek!” sloganları atarak eylemlerini
sürdürdü.
Güzeltepe’de�Ahmet�Atakan�anması�
Bağımsız Devrimci Sınıf Platformu’nun çağrısıyla biraraya gelen, Devrimci Hareket, Mücadele BirliğiPlatformu ve Halkevleri Çiğli Güzeltepe’de ortak bir Ahmet Atakan anması gerçekleştirdi.
“Hepimiz Ahmet’iz, öldürmekle bitmeyiz!” şiarı ile örgütlenen etkinlik için ortak bir program oluşturuldu.Hafta boyunca Çiğli ve Güzeltepe mahallelerine afiş, pankart ve el ilanları ile anma etkinliğinin çağrıları yapıldı.Çiğli’de sabah işçi servis duraklarına da el ilanları dağıtılarak işçiler etkinliğe çağrıldı.
19 Eylül’de yapılan anma programı için Güzeltepe Uğur Mumcu Parkı’nda buluşuldu. Gezi şehitlerininbulunduğu ve “Hepimiz Ahmet’iz öldürmekle bitmeyiz!/Güzeltepe halkı” pankartı açıldı. Kitle meşalelerletoplanmaya başladı. Güzeltepe halk forumu da eyleme destek verdi. Buradan sloganlarla, alkışlarla ve ajitasyonkonuşmalarıyla Güzeltepe emekçilerine çağrılarda bulunuldu.
Yürüyüş Güzeltepe İlköğretim Okulu‘nun önünde bitirilerek burada anma programına geçildi. Etkinlikbaşlamadan önce mumlardan “Hepimiz Ahmet’iz” yazıldı. Ahmet Atakan’ın mumlarla çevrili portresi de sahneyanında hazırlandı.
Mumlar yakıldıktan sonra Ahmet Atakan şahsında yaşamını yitiren Gezi ve devrim şehitleri anısına saygıduruşunda bulunuldu.
Program Ahmet Atakan’ı anlatan sinevizyon gösterimi ile devam etti. Sinevizyon sırasında kitle tarafındansloganlar haykırıldı.
Sinevizyon gösterimi ardından ortak hazırlanan metin okunarak, AKP iktidarının faşizan uygulamalarıanlatıldı. Bu halkın öfkesinden kurtulamayacağı belirtildi. Son olarak katillerin hala sokakta dolaştığıvurgulanarak, Hatay Valisi ve emniyet müdürü başta olmak üzere tüm sorumluların yargılanması talebi ileaçıklama bitirildi.
Etkinlik İzmir Müzisyenler Derneği’nin türkü ve marşlarıyla sona erdi. Kızıl Bayrak / Çiğli
Polissaldırısıyla
başlayanduruşma
ertelendi!
Ali�İsmail’in�katilleriaklanıyor!
Eskişehir’de polis ve sivil faşistlerin kurduğupusuda katledilen Ali İsmail Korkmaz davasıiddianamenin kabulü ile başlamış bulunuyor.
Fakat iddianame, işlenen cinayetin ilk günündenberi devreye sokulan aklama sürecinin yeni biradımı olmaktan öteye gitmedi. Zira ortaya çıkangörüntülerle birlikte polislerin rolü ortadaykensadece bir polis tutuklu yargılanıyor ve diğer polisler“yardım etmekten” suçlanıyor. Polislerinsaldırılarına eşlik eden faşistler de dosyada adamöldürmekten yargılanacak.
Eskişehir 2. Ağır Ceza Mahkemesi tarafındankabul edilen iddianameyi Cumhuriyet Savcısı HakanAli Erkan hazırladı. Fakat daha iddianameaşamasında bile tutuklanan sanık beyanlarını esasalan savcılık diğer polislerin aklanacağının işaretinivermişti. Mahkemenin kabul ettiği iddianameyleTerörle Mücadele Şubesi’nden Mevlüt Saldoğan“kasten adam öldürme” ile diğer polisler ŞabanGökpunar, Hüseyin Engin ve Yalçın Akbulut iseyardımdan yargılanacak.
İddianame davanın karara bağlanmış hali değilkuşkusuz fakat daha yargılamanın başındayardımdan yargılanmaları polislerin cinayetsoruşturmasından aklanması anlamına geliyor.Düzen yargısı katilleri koruyup kolluyor vecinayetten dava açılmasına bile izin vermiyor.Böylece açılan davanın da birkaç günah keçisininyargılandığı bir orta oyununa dönüştürüleceğigörülüyor. Dava süreci bu şekilde seyrederse “iyihal”, “tekrar suç işlemeyecekleri” vb. hukukiaçıklamalarla ya ceza minimuma indirilecek ya da“delil yetersizliği” gibi gerekçelerle aklamatamamlanacak.
Dava bir yanıyla işçi ve emekçilerinmücadelesine de gözdağı niteliği taşıyor. Düzenkurumlarının bir bütün olarak baskı ve saldırganlığınarkasında olduğu gösterilerek korku duvarlarıyeniden örülmek isteniyor. Fakat dava sürecini buaşamaya getirenin yine sokakta yükseltilenmücadelenin basıncı olduğu gerçeğiunutulmamalıdır. Ali İsmail’in katillerinden biri polisbeş fail tutukluysa, silinen görüntüler ortayaçıkıyorsa bu mücadelenin sonucu sayılmalıdır.Davanın bundan sonraki seyri de yine sokaktaverilen fiili-meşru mücadelenin gücüne paralelolarak seyredecektir.
Sermaye devletinin son süreçte toplumsalmuhalefetin geneline yönelik artan baskı ve terörü,aynı zamanda kara propaganda, yalan ve çarpıtmahaberlerle toplumun bilincini bulandırma saldırıları iledevam ediyor. Bu yalan ve çarpıtma haberlere sonolarak Haziran Direnişi sırasında uygulanan polisşiddetini aklama manevraları eklenmiş oldu. Binlerceinsan yaralanmış, onlarcasının gözü kör olmuş ve 6 kişiyaşamını yitirmişken, AKP hükümetinin satılıkkalemleri, “polis aşırı güç kullansaydı sadece 6 kişi miölürdü?” açıklamaları ile kirli ve kanlı yüzlerini bir kezdaha gözler önüne sermiş oldular. Bu tartışmalarınyoğun olarak yaşandığı şu günlerde, 3 Haziran günüKızılay’da hedef alınarak atılan gaz bombası fişeğininçarpması sonucu gözünü kaybeden Çankaya Belediyesiişçisi Muharrem Dalsüren ile konuştuk...
- Öncelikle geçmiş olsun. Kendinizi tanıtır mısınız?- Adım Muharrem Dalsüren. 15 yıldır Çankaya
Belediyesi temizlik işçisiyim. 2 çocuk babasıyım.Kırıkkaleli’yim.
- Gezi eylemlerinin Ankara ayağında polisin hedefalarak baz bombası atması sonucu yaralandınız vegözünüzü kaybettiniz. Nasıl olduğunu anlatabilirmisiniz?
- 3 Haziran günü 12.00-20.00 vardiyasındaçalışırken, saat 16.30 sıralarında, Selanik Sokak ile ZiyaGökalp Caddesi’nin kesiştiği yerde çalışmamalzemelerimi almaya giderken, o sırada üzerimedoğru gelen Akrep’in üzerindeki polis tarafından direkthedef alınarak gözümden vuruldum. Çevredekileroradan beni hemen hastaneye götürdüler. HacettepeÜniversitesi Hastanesi’ne. Hastane’de on gün kaldım.İlk ameliyatımı oldum. Ardından taburcu oldum. Sonra16 Temmuz’da ikinci ameliyatımı oldum. Doktorlar beşay sonrasına iki ameliyat daha olacağımı söylediler. Şuanda sağ gözümü tamamen kaybetmiş durumdayım.Beş ay sonra olacağım ameliyatlardan birisinde protezgöz takılacak, diğerinde de göz kapağım düzeltilecek.
- Bildiğimiz kadarıyla süreç içerisinde gözünükaybedenleri yan yana getirme çabanız var.
- İşime tekrar başladım. Gece vardiyasındayım. Şuanda ameliyat sürecimi beklerken bir yandan daGezi’den bu tarafa gözünü kaybedenleri bir arayatoplamaya çalışıyorum. Çünkü hükümet gözünükaybeden insan sayısını üç olarak söylüyor. Fakat biz20 kişiyi bulduk. Tabipler Odası’nda kayıtlı 11 kişi var.Ama kayıtlı olmayan edindiğimiz bilgiye göre 5 kişidaha var. Bunlara bir de korkan ve çekinen, özelhastanelerde tedavi görenleri ekleyebiliriz. Amacımızyan yana gelerek dayanışmayı güçlendirmek. Aynızamanda herkes tek tek hukuksal sürecini işletmeyeçalışıyor, bu süreçleri de ortaklaştırmakdüşüncesindeyiz.
- Devletin ve kurumlarının polis şiddetine dair sonaçıklamaları hakkında ne düşünüyorsunuz.?
- Veriler ortada. Binlerce yaralı var. Gözünükaybedenler var, daha da ötesi ölümler var. Dün enbasitinden Ethem’in mahkemesi örneği var.Mahkemede olanlar belli. Mahkemeyi bilehazmedemiyorlar. Daha saat 08.30’da polisler hertarafı doldurmuştu. Sonra da saldırdılar.
- Hukuksal süreci nasıl işletmeyi düşünüyorsunuz?- Suç duyurusunda bulunduk. Kesin raporun
çıkmasını bekliyoruz. Sonra dava açacağız. Suçduyurusu üzerine savcı emniyete yazı yazmış, emniyetgerekli birimleri araştırıp cevap vereceğiz demiş. Amayaklaşık üç aydır hiçbir gelişme olmadı.
- Tayyip Erdoğan polisleri “kahraman” ilan etti nedüşünüyorsunuz?
- Ne kahramanı. O kadar acizler ki mahkemede bilesaldırıyorlar.
- Son söz olarak söylemek istediğiniz bir şey varmı?
-�Gezi’den bu tarafa gözünü kaybedenarkadaşlarımıza ulaşmaya çalışıyoruz. Benimle aynısorunları yaşayan arkadaşlar gazeteniz aracılığıyla yada İHD Ankara Şubesi üzerinden bana ulaşabilirlersesevinirim.
Kızıl Bayrak /Ankara
“Benimle aynı durumda olanarkadaşları
yan yana gelmeyeçağırıyorum!”
Kapitalist sistemde her şey sermayenin huzuru veselameti içindir. Toplumsal yaşamın her alanında;eğitimde, kültürde, sağlıkta, ulaşımda yani adımımızıattığımız her yerde kâr ve rant odaklı bakış vardır. İştetam da bu yüzden eşitsizlik üzerine kurulu bu sistemdeegemenler cephesinden insan hayatının pek de birönemi yoktur. Gölgesi satılamayan ağaç kesilmelidirveya okul harçlığını çıkarmaya çalışırken inşaatta canveren bir öğrencinin ölümü bu düzenin efendileri içingayet doğaldır.
Ülkemizin dört bir yanında sıkça yaşanan, sömürüve kölelik koşullarının azgınlaşmasıyla artan işcinayetleri bunun en büyük kanıtıdır. Bu gerçek,ülkemizde eğitim sisteminin yapısı için de geçerlidir.Basit bir şekilde internet üzerinden “okulda ihmal”,“okulda ölüm” türünden aramalarda dahi busisteminin insan odaklı yönetim anlayışından ne kadaruzak olduğu ortaya çıkar. Mevcut sistemin insanhayatını hiçe sayan yapısını anlatmak için birkaç örneğisıralamak yeterlidir.
“Kaza”�değil�cinayet
Efe�Boz, düşerek kırılan lavabonun boğazınıkesmesi sonucunda yaşamını yitirdiğinde ana sınıfıöğrencisiydi. 13 Mayıs 2010 tarihinde İstanbulMaltepe’de yaşanan olay ilk başta basit bir “kaza” gibigösterildi ve burjuva medyada “Küçük Efe lavabokurbanı” türünden haberlere konu oldu. İstanbul MilliEğitim Müdürlüğü ise, Boz’un ölümüyle ilgili sözdeinceleme ve soruşturma başlattı.
Aynı günlerde Balıkesir’de bir okulda tenefüssırasında devrilen bayrak direğinin altında kalanilköğretim okulu üçüncü sınıf öğrencisi ağır yaralandı.Bu olay da gazetelere üçüncü sayfa haberi olarakyansıdı.
İlkokul çağındaki çocukların ölümüne davetiyeçıkaran bir olay da Barbaros�Hayrettin�Paşaİlkokulu’nun bahçe düzenleme çalışmaları sırasındayaşandı. Hafriyat ve molozların toplanması için yapılançalışmalar sırasında tenefüse çıkan çocuklar bahçede
oyun oynarken iş makineleri çalışmaya ara vermedendevam etti. Bahçeye kamyonların girip çıkması ve okulidaresinin bu duruma göz yumması ile durum başkabir boyut kazandı.
Ankara Etimesgut’taki bir ilkokulun rayından çıkan200 kiloluk demir bahçe kapısı, annesi ve 5 yaşındakikardeşinin gözü önünde 7 yaşındaki Şükrü�SalihSağlam’ın üzerine devrildi. Kapının altında kalan vebaşı zemine çarpan Sağlam, beyin ölümününgerçekleşmesiyle yaşamını yitirdi.
İhmaller�zincirinin�son�halkası:�Reşat�Kino
Bir bayrak direğinin dahi gerekli güvenlik önlemlerialınmayarak gelişigüzel dikilmesi sonucu devrilmesi,küçük yaştaki çocukların bulunduğu bir ana okulundakırık lavabonun herhangi bir yaralanmaya yolaçacağının hesap edilmemesi, çocukların bahçedeoynadığı sırada iş makineleri ile kamyonların okulbahçesine girmesine göz yumulması, rayından çıkanbir okul bahçe kapısının devrilmesi sonucu 7 yaşındakibir çocuğun yaşamını yitirebilmesi... Bu liste böyleuzayıp giderken Mardin Kızıltepe’de Cumhuriyetİlkokulu 2’nci sınıf öğrencisi Reşat�Kino’nun ölümüihmaller zincirine yeni bir halka ekledi.
Reşat Kino, okul dağıldıktan sonra öğrencilerbahçede İstiklal Marşı okurken, tek başına kaldığı boşbir sınıfta bir şeyler almaya çalışırken devrilen dolabınaltında kalarak can verdi. Kino, gazetelerdekihaberlerde belirtilmese de büyük bir ihmalin kurbanıolmuştur. Kino’nun ölümüne neden olan dolabınküçük çocukların üzerine düşeceği hesaplanarakduvara veya herhangi bir yere daha sağlam biçimdesabitlenmesi gerekirdi. Bu basit önlem alınmadığı içinReşat Kino çocuk yaşta hayata veda etti.
Çocuk�işçiler�ölüme�yollanıyor
Özellikle sermayenin yeni dönem ihtiyaçlarınayanıt vermek için mesai yapan AKP iktidarı küçükyaştaki çocukları temel eğitime teşvik etmek yerine
geleceksizliğin ve sömürünün dipsiz kuyusuna
atmaktadır. Irkçı, gerici, cinsiyetçi ve piyasacı 4+4+4
eğitim sistemiyle hedeflenen şey de budur.
Küçük yaşlardan itibaren asgari ücretin dahi
altında, güvencesiz ve kuralsız koşullarda çalışmaya
mahkum edilen çocuk işçileri daha fazla sömürmenin
yasal dayanakları adım adım tamamlanmaktadır.
Halihazırda fiiliyatta süren uygulamalar “kanun” haline
getirilmek istenmektedir. Tüm dünyada olduğu gibi
Türkiye’de de oldukça yaygınlaşan çocuk işçilik
konusunda son dönemde atılan adımlar bu durumun
somut göstergesidir.
İşçi sınıfına yönelik kapsamlı bir yıkım programı
olan Ulusal İstihdam Stratejisi kapsamında esnek ve
güvencesiz çalışma koşullarını yaygınlaştırmayı ve
yasal bir zemine kavuşturmayı hedefleyen AKP iktidarı,
şimdi de çalışma yaşını 16’ya indirmeye çalışmaktadır.
Özünde, sermayenin yeni dönemde ihtiyaç
duyduğu kölelik rejimini yeni bir formata sokma
hedefinin bir ürünü olan 4+4+4 uygulaması, dinci
gerici iktidara yetmemektedir. Sömürüye ve köleliğe
biat eden bir “nesil” yaratmak isteyen sermaye
iktidarının bu planları işçi ve emekçiler ile onların
çocuklarının yaşamını ve geleceğini de tehdit
etmektedir.
DİSK-AR’ın yayınladığı “Çocuk işçiliği raporu” ise
Türkiye’de çocuk olmanın ne anlama geldiğini açıklıkla
ortaya koymaktadır. DİSK-AR’ın raporunda yer alan
“Türkiye çocuk işçiliğinde Afrikalaşıyor...” vurgusu,
istatistiklerin diliyle birleşince devletin “çocuk
sevgisi”nin boyutları daha da bir görünür olmaktadır.
Ortaya konan veriler, Adana’da ailesine maddi
destek sağlamak için çalıştığı atölyede kafası pres
makinesine sıkışarak ölen 13 yaşındaki çocuk işçi
Ahmet Yıldız’ın hiç de yalnız olmadığını
göstermektedir.
Ağustos�ayında�19�çocuk�işçi�öldü
İstanbul İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi’nin 2013
yılının Ağustos ayına ilişkin raporu DİSK-AR’ın ortaya
çıkardığı bu tabloyu tamamlar niteliktedir. Ağustos
ayında çalışırken 19 çocuk işçi hayatını kaybetmiştir.
Sermayenin ucuz emek gücü ihtiyacını tarımda,
sanayide ve hizmet sektöründe çocuk işçilerden
karşıladığını hatırlatan İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği
Meclisi, “Düşük ücret, sigortasız çalışma, katı iş
hiyerarşisi içinde ezilme çocuk işçiliğin çalışma
koşullarından bazıları... Yine ülkemizde her ay sessiz
sedasız onlarca çocuk işçi iş cinayetlerinde hayatını
kaybediyor ama iktidar yaşananları hasıraltı etmek
istiyor” demektedir.
İşte düzenin ve onun dümenindeki AKP iktidarının
çocuklarımıza bakış açısı ve sunduğu gelecek budur.
Yeni Efeler, Reşatlar, Şükrüler, Ahmet Yıldızlar’ın
ölümünü engellemek, çocuklarımızın geleceğini çalan
bu düzene karşı örgütlü mücadeleyi yükseltmekten
geçmektedir.
Çocuklarımızın katili bu düzendir!
19 Eylül’de Türk-İş Kocaeli Şubeler Platformudirenişteki işçilerin yanına gelerek mücadelelerinidesteklediklerini belirttiler.
BDSP, Direnişin Sesi’nin 3. sayısı ile direnişçiişçilere seslendi. Direniş sürecinde yaşananeksiklikleri, örgütlülüğü güçlendirmeningerekliliğini, deneyimli, kararlı ve inisiyatifli birkomite oluşturmanın ihtiyacını ortaya koyanyazılardan oluşan üçüncü sayı işçilere ulaştırıldı.
Dağıtımın ardından bülteni okuyan işçilerledirenişin seyri üzerine sohbetler edildi.
Feniş�direnişçilerinden�kitlesel�yürüyüş
Feniş işçileri, 20 Eylül’de Feniş fabrikasındanGebze merkeze yürüyüş düzenledi. Fabrikadanyürüyüşe başlayan işçiler yolun Gebze’ye gidenyönünü trafiğe kapattılar. Fabrikadan başlayanyürüyüş, Trafo Meydanı’na oradan EskiÖğretmenler Evi güzergahına ve de GebzeMeydanı’na kadar coşkulu ve kararlı sloganlarladevam etti.
Gebze Meydanı’na gelindiğinde Çelik-İş GebzeŞube Başkanı Şerafettin Koç açıklama yaptı.
Gebze Sendikalar Birliği adına Petrol-İşSendikası Gebze Şube Başkanı Süleyman Akyüzdestek verenler adına konuştu.
Konuşmaların ardından sloganlarlaEskiçarşı’ya oradan da AKP önüne yüründü. AKPönünde “İşçiler burada hükümet nerede!”sloganı atılarak sermaye hükümeti AKP teşhiredildi.
Yürüyüş boyunca işçi ve emekçilere Fenişişçilerinin sürecinin açıklandığı bildiriler dağıtıldı.Bağımsız Devrimci Sınıf Platformu da eyleme destek
verdi. BDSP’liler eylemde “Yaşasın işçilerin birliği!”,“İşçi sınıfı savaşacak sosyalizm kazanacak!” dövizleriylekatıldılar.
Direnişin 14. günü (20 Eylül), TMMOB GebzeTemsilciliği öğlen saatinde fabrika yolunun başındanyürüyüşle ziyarete geldi. Ayrıca Darıca Kültür Derneğive UİD-Der de destek ziyaretlerinde bulundular.
Sendika�yönetiminden�açıklama�
Çelik-İş’in Gebze Şube yönetimi ve genel merkezitarafından direnişin önüne koyduğu eylem planı vemaddi destek ile ilgili açıklamalar yapıldı. İşçiler, genelmerkez yöneticilerini duyarsız bulduklarını veeleştirdiklerini daha önceden dile getirmişlerdi, bununüzerine Çelik-İş yönetimi direnişi yalnızbırakmayacaklarını ifade etti. Açıklamada ayrıcasendikanın ancak 250 TL katkıyla yardımcı olabileceğide işçilere duyuruldu.
Feniş�direnişinin�sesi�Taksim’deydi!
Direnişte ikinci haftayı geride bırakan Feniş işçileri,21 Eylül günü Taksim’deydi.
Saat 16.00’da başlayacak olan eylem için işçilerOdakule önünden yürüyüşe başlayarak sloganlarlaGalatasaray Meydanı’na geldiler. İşçiler burada uzunsüre sloganlar atarak oturma eylemi yaptılar.Sonrasında ise Feniş Alüminyum işçileri ve Çelik-İşSendikası Gebze Şubesi adına hazırlanan açıklamaokundu. Açıklamayı Çelik-İş Gebze Şube BaşkanıŞerafettin Koç okudu. Açıklamada Feniş işçilerininyaşadığı sıkıntılar ve direniş süreçleri özetlenerekdirenişe destek çağrısı yapıldı.
Basın açıklamasının ardından Taksim Meydanı’nayürümek isteyenişçilerin önüne çevik kuvvet ve TOMAile barikat kuruldu. İşçiler “İşçilere değil hırsızlarabarikat!” sloganıyla engellemeyi protesto etti. Uzun birsüre yürümekte ısrar eden işçiler sloganlarla oturmaeylemi yaptılar.
Fakat başından beri eylemi bitirme yönünde çabaharcayan Şerafettin Koç, işçilerin önüne geçerekeylemi sonlandırma çağrısı yaptı. Sendika yöneticileripolisle kol kola girerek işçilerin yürümesini engelledi.Sonrasında işçiler araçlara binmek üzere sloganlarlaTRT binası önüne kadar sloganlarla yüründü.
BDSP de kendi ozalit ve flamalarıyla eyleme katıldı .
2/B�karşıtı�yürüyüşçülerden�Feniş�ziyareti
2/B’ye karşı Ümraniye’den başlayarak Ankara’yayürüyen eylemciler 22 Eylül günü Feniş’e ziyaretegeldiler. Yürüyüşleri sırasında fabrikadaki direnişpankartlarını görüp geldiklerini belirten yürüyüşçülersorunların kaynağının aynı olduğunu dile getirdiler.
22 Eylül’de EMEP Gebze İlçe Örgütü, ToplumsalDayanışma Ağı, UİD-Der de direnişçileri ziyaret ederekyanlarında olduklarını ifade ettiler.
Feniş direnişi eylemlerle sürüyor!
25 Eylül 2013 / Aloğlu Holding önü - Şişli
25 Eylül 2013 / Aloğlu Holding önü - Şişli
Diğer bütün direnişlerde olan zorluk alanları, kendineözgü koşullarla birlikte Feniş’te de yaşanıyor. Tam daböylesi durumlarda öncü işçilerin inisiyatif koymalarıbelirleyici olacaktır. Yakınmakla, homurdanmakla birsonuca varılmayacağı gibi, yaşanan mücadele de geriyedüşecektir. Mücadeleyi kazanıma taşıyacak olan hedefekilitlenmiş ve sürekli hareket halinde olan Aloğlu’nu hergittiği yerde eylemlerle karşılayan, adeta dünyayı ona dareden ve onun örgütlü olduğu TÜSİAD’ın yakasına yapışanbir eylem çizgisidir. Bu hayata geçirilmedenkazanabileceğini düşünmek hayaldir. Bunu hayatageçirecek olan ise kararlı ve deneyimli, işçilerinbenimsediği, sendikadan bağımsız bir komiteden başkabir şey değildir. Kararlı, deneyimli, bu işin altındankalkacak işçiler ilk seçimde zaten seçilecektir.
Fabrika işgali ve direniş iki haftayı geride bıraktı.Geride kalan günlerde yapılan eylemler direnişin sesiniçevresine duyurdu. Hırsızlığın bu ülkede ne kadarkolayından yapıldığı ve bunun karşısında hiçbirkurumunu harekete geçirmeyen devletin gerçek yüzü,işçiler tarafından da görüldü. Ancak direnişin sesinidışarıya yaymak tek başına kazanım getirmedi hiçbirdirenişte. Önemli olan direnişin sonuç alması içinhedefin daha iyi bir şekilde seçilmesi ve sonuç alıcıeylemlerin sürekliliğinin korunmasıdır.
Bunun gerçekleşmesi her şeyden önce, belirleyiciolarak gösterilen komitenin işlevine uygun halegetirilmesi ile mümkün olacaktır. Komite öncelikli olarakdağınıklığın önüne geçmek, direniş alanında disiplininoturtulmasını sağlamakla görevlidir. Eğer gün geçtikçedisiplinde ve kenetlenmede sorun yaşanıyorsa bu büyükölçüde mevcut komitenin dağınıklığının bir göstergesidir.Diğer bir deyişle; kendi dağınıklığını dışarıya yayan birkomite vardır. Dışarıdan bir göz bile işgal yerine gelişinözellikle eylemli olmayan son günlerde nasıl da azaldığınıgörmektedir. Kişilerin keyfiyetine dayalı bir mücadelealanı yoktur. Bu direniş alanına gelişte de, oradabeklerken de, oradan ayrılış saatine uyarken de böyledir.Ancak bunun farkında olunmasına karşın direnişigüçsüzleştirecek bu türden keyfi tutumları görmezdengelmeye başlayan bir çizgi yavaş yavaş oluşmaktadır.Komitenin moral ve motivasyonu yüksek tutması, dahageniş dayanışma ağını örmesi gerekirken eleştirilir birdurumdadır.
Ki bu da doğaldır. Belirleyici olarak ve kararlarınauyulacak organ olarak ‘seçilmiştir’. Komitenin seçilmesibirkaç kişinin listeden önerisi üzerine yapılmıştır. Böylebir komite baştan ölü doğmuş bir bebek misali bir süresonra kendiliğinden dağılacak ya da dağıtılacak birkomite demektir. “Söz, yetki ve karar işçilere!” şiarınıbenimsediğini söyleyerek seçilen temsilcilerinuyguladıkları bu yöntemin, bu şiarla bir alakası yoktur.
Tam da bu şiarı güçlü bir şekilde hayata geçirmeninzeminleri oluşmuşken hantal ve benimsenmeyen birkomite oluşturarak tepkileri üzerine toplamaktadır.
İşçilerin şimdiye kadar yaşadıkları sorunlar karşısındahiçbir şey yapmayan sendikacıların da o komitede yeralmaya hakları yoktur. Soralım; Çelik-İş Sendikası hem“imzalı önlükler giyilecek, bildiriler dağıtılacak, şapkalartakılacak mücadeleci sendika olduğu vurgulanacak”diyecek, ama iş işçilerin geçimi için sendikanın paravermesine gelince “o iş o kadar kolay değil” diyebilmerahatlığını gösterebilecektir. Gündeme getirilen ileri,militan öneriler sendika ve sendikaya çanak tutanlartarafından reddedilecek, işçilere ‘kazanamayabiliriz’diyerek umutsuzluk aşılayacak ama yapılan iyi bir şeyvarsa da kendisine mal edelecek. Tepkilerin odağındaolan komitenin yerine başka bir komite kurulsa daeylemlerin önüne geçen, dağınıklığı önlemek için adımatmayan sendikacıların olduğu bir komitede hiçbir sorunaşılamadan devam edecektir.
Bugüne kadar birçok hak gaspı gerçekleşirken hemFeniş’te hem de Türkiye genelinde sendika bürokratlarıya sessiz kaldılar ya da sınırlı eylemlerle işçilerin direncinidizginlemeye çalıştılar. Bugüne kadar bu yolu seçenlerinbugün farklı bir tutum alacakları beklenmemelidir.Halihazırda yaşananlardan bir ders çıkartmamızgerekmektedir. İçi geçmiş, bizim sorunlarımız ile uzaktanyakından alakaları olamayanların bizim sorunlarımız içinmücadele etmesini bekleyemeyiz. Ki, bu sorunların buhale gelmesinde bir pay sahibi olduklarını daunutmamalıyız. Amaç burada bir suçlu bulmak veüzerine gitmek değildir. Amacımız önümüze çıkanengelleri kaldırarak yol yürümektir.
Direnişte işçilerin kararlılığı belirleyici olacaktır. Bukararlılık ancak ve ancak hırsızlıkta ve yağmada sınırtanımayan, iş cinayetleri ile işçilerin kanını içen, sömürükoşullarını gün geçtikçe katmerleştiren sermaye sınıfınakarşı, işçi sınıfının bilinci ile gerçekleşebilir. Bu hırsızlığın,dolandırıcılığın sorumlusu bir bütün olarak yasalarıyla,devletiyle, TÜSİAD gibi örgütlenmeleri ile sermaye sınıfıise bu gerçeklik gözardı edilerek hareket edilemez. Zirasermaye sınıfı tarafından hukuki süreçlerle, sonra başkauyutma politikaları ve bazen de zorbalıkla direnişlerkırılmaya, bölünmeye çalışıldı. Bugüne kadar Türkiye vedünyada yaşanan deneyimlere baktığımızda kazananlar,tüm bunların karşısında gücünü birliğinden, sınıfsalduruşundan alan işçiler olmuştur. FENİŞ Alüminyum’dadirenişin kazanması ve gasp edilen hakların alınması içinöncü işçiler inisiyatifli davranmalı, direnişteki işçileriniradesini güçlendirmeli ve kararlılıkla direnişe devametmelidiler!
Gebze’den sınıf devrimcileri25 Eylül 2013
Direnişin kazanması için İcracılar�fabrika�kapısında...
Feniş fabrikasına icra memurları gelmeye devamediyor. 23 Eylül’de dört ayrı şirket için icra memurlarıfabrikaya geldi. İcra memurları direnişten dolayıpolislerle birlikte geldi. Polislerse her zamanki gibifabrika içerisine sokulmadılar. İcra memurlarına isefabrikanın boş idari binalarında gezdirilerek işlemyaptırıldı.
24 Eylül’de sabah saatlerinde Türkiye Barolar BirliğiBaşkanı Metin Feyzioğlu direnişi ziyaret etti. Feyzioğluve barodan avukatlar işçilerle sohbet etti.Düzenlenecek etkinliklere katkı sağlayarak direnişedestek vereceklerini ifade ettiler. Akşama doğruysaPetrol-İş Sendikası’nda örgütlü Betesan işçileri ziyaretegeldi.
Feniş�direnişçileri�Şişli’de�yol�kesti
Feniş işçileri maaş ve tazminat alacakları için 25Eylül’de yeniden Şişli’deki Aloğlu Holding önünegelerek sloganlarla eyleme başladılar. İşçiler hakalacakları için geçtiğimiz hafta da holding önündeeylem yapmıştı.
Oturma eylemi yapan işçiler sloganlarla öfkelerinive taleplerini dile getirdiler. Sivil ve çevik kuvvetpolisleri işçiler gelmeden önce holding önünde barikatkurarak beklemeye başlamışlardı. Eylem yapan işçiler“İşçiler burada Aloğlu nerede!”, “Her yer Feniş, her yerdireniş!”, “Direne direne kazanacağız!”, “Tazminathakkımız gaspedilemez!” sloganlarını sık sık attılar.
Feniş işçileri holding önünde eylemlerine devamederken holding yöneticileri görüşmek için saat15.30’da bir grup işçiyi içeri çağırdı. İçeri girentemsilcilerin yaptığı görüşme 16.20 sularında sonaerdi. Görüşmeden çıkan temsilciler görüşmeyi dışarıdabekleyen işçilere aktardı. Holding avukatıyla görüşenişçiler tazminatların ve maaşların ödenmesine dairhiçbir şey söylenmediğini yani daha önce söylenenlafları aynen tekrar ettiklerini ifade ettiler. Ayrıcakapıda yapılan eylem için avukatın “ayıp oluyor”dediğini ekleyen işçiler, “bu ayıba devam edeceğiz,direnişimizi sonuna kadar devam ettireceğiz” dediler.“Bundan sonra kimseyi bekleyecek halimiz yok”diyerek tepkilerini gösteren işçiler görüşmesonrasında daha öfkeli bir şekilde sloganlara devamettiler. Bu açıklamanın ardından bir süre dahasloganlarla bekleyen işçiler “İşçilerin birliği sermayeyiyenecek!”, “İşgal, grev, direniş!” sloganlarını attılar.
Feniş işçileri yapılan görüşmenin ardındanMecidiyeköy tarafına giden yolu trafiğe kapattı. Kadınişçiler kendini zincirledi.
Yolu trafiğe kesip sloganlar atan işçilere çevikkuvvet polisleri kalkan ve coplarla saldırırken işçiler dekarşılık vererek direndi. Bu sırada sivil polisler birBDSP’liyi de işçilerin içinden gözaltına almaya çalıştı.Fakat işçilerin de sahiplenmesiyle polis gözaltıyapamadı. Bir süre sonra Şişli İlçe Emniyet Amiriolduğu söylenen sivil polis gelerek çevik kuvvetbarikatını geri çekti. Polisler bu sefer de temsilciylegörüşerek aba altından sopa göstererek eylemibitirmeye çalıştı. Fakat işçiler 15 dakika boyunca anayolu trafiğe kapatarak eyleme devam etti. Sonrasındaise tekrar holding önüne yönelerek ara sokaktaoturma eylemine devam ettiler. Polisin burada datemsilcilere yönelik tehditleri devam etti. Fakat eylembir süre daha devam etti ve işçiler kendi iradeleriyleeylemi 17.30 sularında sonlandırdı.
Kızıl Bayrak / Gebze
TKİP Merkez Yayın Organı EKİM’in Aralık 2010tarihinde yayınlanan 270. sayısında yer alan yazıyıgüncelliğinden dolayı kısaltarak yayınlıyoruz.
Dinsel gericiliğin kuşatması
Cemaatlerin ve tarikatların hemen tamamını çatısıaltında toplayan gericilik odağı AKP, başta ABD olmaküzere batılı emperyalistlerin ve işbirlikçi büyükburjuvazinin tam desteği sayesinde, özellikle son üç yıllıksüreçte hedefleri doğrultusunda oldukça önemli birmesafe katetmiş bulunmaktadır. Dinsel gericilik, içerdeve dışarda emperyalizmin ve büyük burjuvazinin çıkar vetercihlerinin örtüşmesinden en iyi bir biçimdeyararlanmış, bunu gerçek bir iktidar gücü halinegelebilmek doğrultusunda etkin bir biçimde kullanmayıbaşarmıştır.
“Milli Güvenlik Siyaset Belgesi”nin yenidendüzenlenmesi ve “irtica”nın artık bir tehdit olmaktançıkarılması, dinci gericiliğin aldığı mesafenin en özlüifadesidir. Tüm cumhuriyet dönemi boyunca tehditsayılan “irtica”nın artık bir iktidar gücü haline geldiği,böylece devletin “gizli anayasa”sı üzerinden de resmentescil edilmiş olmaktadır.
Anayasa referandumu başarısının artırdığı moral güçve özgüvenle dinci gericilik giderek daha dapervasızlaşmaktadır. Yüksek yargı üzerinden devletin elegeçirilmesi çerçevesinde atılan son adımların yanısıra,dinsel değerleri ve yaşam biçimini topluma dayatmaeğilimi artık çok daha açık bir biçimde sergilenmektedir.(Türbanda alınan mesafe ve sorunun artık ilkokullarakadar taşınması, Diyanet’e yeni misyonlar tanımlanması,kadrosal olarak genişletilmesi ve bunun görülmemişölçülerde bir dev bütçe ile tamamlanması, yaşambiçimlerine yönelik olarak sonu gelmez doğrudan ya dadolaylı müdahaleler vb., bunun şu sıralar dışavuranörnekleridir.)
Toplumsal yaşamın üzerine giderek daha büyük birağırlık olarak çöken dinsel gericilik asıl gücünü hala daemperyalizm ve büyük burjuvazininin ihtiyaçlarına yanıtverebilmesinden almaktadır. ABD ve İsrail ile yaşanantüm gerilimlere, dinsel gericiliğin siyasal planda vetoplumda bu denli güç kazanmasından duyulan
rahatsızlığa rağmen, mevcut koşullarda bir alternatifi
olmadığı ve uşaklık hizmetlerinde esasa ilişkin sorunlaryaşanmadığı ölçüde AKP’ye verilen destek desürmektedir.
Nitekim son NATO Zirvesinde atılan “Füze kalkanı”adımı ile, bugüne kadar olduğu gibi bundan böyle deemperyalizme uşaklık çizgisinin tüm gereklerinin yerinegetirileceği, AKP tarafından bir kez daha teyid edilmiştir.Özellikle ABD emperyalizminin, NATO’nun yeni konseptiaçısından önem taşıyan bu proje üzerinden AKP’yisınavdan geçirdiği bilinmektedir. Doğal olarak AKP,gerçekte kendisini son derece güç durumda bırakacak vedış politikasında ciddi sıkıntılara yolaçacak bu isteminkarşısına çıkma gücünü bulamamış, böylece “Füzekalkanı”nın Türkiye topraklarına yerleştirilmesisorunsuzca karara bağlanabilmiştir. Bu yeni saldırganprojenin sadece İran’ı ve öteki bazı büyük emperyalistgüçleri değil fakat tüm bölge halklarını hedeflediği açıkbiçimde gözler önündedir. Buna rağmen AKP uşaklıktakusur etmemiştir ve öte yandan başta CHP olmak üzeredüzen muhalefetinden dişe dokunur bir ses çıkmamıştır.Zira onlar da emperyalizmin istem ve ihtiyaçlarına yanıtvermeden iktidara gelemeyeceklerini çok iyi bilmekte vebunun gerektirdiği bir çizgide hareket etmektedirler.Böylece de AKP’nin işini hepten kolaylaştırmaktadırlar.
Üçüncü bir kez seçim kazanmayı, böylece bugünekadar elde ettiklerini genişletmeyi ve sağlamlaştırmayıhedefleyen AKP’yi bu süreçte zorlayabilecek olan enönemli etken Kürt sorunu, dolayısıyla Kürt hareketi idi.Hele de şaşaalı iddialarla gündeme getirilen “Kürtaçılımı”nın çökmesinin ardından. Ancak Kürt hareketinin“ateşkes/silahlı çatışma” kısır döngüsünü aşamayanpolitik çizgisi, AKP’nin bir kez daha yeni bir manevrayapmasını kolaylaştırmış, Abdullah Öcalan’ın “muhatap”alınması üzerinden bir kez daha uzatılan “ateşkes”, enazından şimdilik bu gericilik odağına soluklanma imkanıvermiştir. Kürt hareketi cephesinden gelen sonaçıklamalar bu konuda işinin çok da kolay olmadığınınişaretlerini veriyor olsa bile durum halen budur. Kürthareketi şu evrede büyük bir sınavdan geçmektedir.Kapalı kapılar ardında verilen aldatıcı ve oyalayıcı sözlerüzerinden AKP’nin işini bir kez daha kolaylaştırmak, Kürthareketinin faturası Kürt halkı kadar tüm Türkiyehalklarına çıkacak ağır bir hatası olacaktır.
Düzen solunun açmazı ve sınırları
Sekiz yıldır hizmetlerinden en iyi biçimdeyararlanıyor olsalar da büyük burjuvazinin TÜSİADeksenli kesimleri ile emperyalist odakların gelinen yerdeAKP’yi dengeleyecek ve duruma göre ona alternatifoluşturacak bir muhalefet arayışı içinde olduklarıbilinmektedir (Bkz., Referandum Sonrası Düzen
Siyaseti, Ekim, Sayı: 268, Ekim 2010). Bu çerçevede sonzamanlarda CHP üzerinde özellikle durulmakta,partideki liderlik değişimi bu açıdan bir fırsat olarakdeğerlendirilmektedir. CHP bir yandan AKP karşısındaalternatif bir güç olarak desteklenirken, öte yandan
izlediği çizgide büyük burjuvazi ve emperyalistler içinsorun oluşturan yönler törpülenmekte, özellikle“açılım”ların yükünü ve sorumluluğunu AKP ilepaylaşacak bir kıvama getirilmeye çalışılmaktadır.
Liderlik değişiminden beri CHP’de sol söylem belirginbiçimde öne çıkarılmakta ve bunun inandırıcılığı bazısembolik jestlerle pekiştirilmek istenmektedir. Kuşkusuzamaç bir kez daha tüm sol potansiyeli, emekçilerin solaaçık tüm kesimlerini, gelişme potansiyeli taşıyantoplumsal muhalefeti bloke etmektir. Bu gerçektedüzenin iç ve dış efendilerinin CHP’den beklediği aslimisyondur. Dinsel gericilğin toplum üzerindeoluşturduğu dayanılmaz ağırlık ile bunun beslediğiumutsuzluk ve yılgınlık ise halen CHP’nin en büyükavantajıdır.
Düzen solunun emekçi kitlelerden kopmuş olması,gerçekte düzenin efendilerini uzun yıllardır rahatsızeden bir sorundur. Zira, işçi sınıfı ve emekçilerinnispeten ileri ve sola açık kesimlerini, sola eğilimlitoplumsal katmanları düzenin etki alanında tutabilmek,gelişebilecek bir toplumsal muhalefeti dizginleyebilmekiçin düzen solu, burjuva düzen açısından her zamantemel bir ihtiyaçtır. Bugün buna bir de dinsel gericiliğindizginlenmesi ve giderek alternatifinin yaratılmasıihtiyacı eklenmiştir.
Sol bir muhalefet ancak sol kimliğe ve değerleresahip çıkılarak, demokratik ve sosyal sorunlar üzerindenpolitika yapılarak başarılabilir. CHP yıllardır bundan geridurduğu gibi, bugün estirilen “değişim” rüzgarıylayaratılan atmosfere rağmen hala da bu çerçevede etkilive emekçiler nezdinde inandırıcı bir muhalefetyürütememektedir. Bu doğrultuda attığı bir takımadımlar, hemen ardından yapılan açıklamalar ya daalınan tutumlarla boşa çıkarılmakta, dahası türbansorununda olduğu gibi AKP’ye dolgu malzemesiolunabilmektedir. Emperyalizme ve büyük burjuvaziye,onun saldırı politikalarına herhangi bir itiraz sözkonusudeğildir. Asalak sermaye sınıfı mensupları “sanayininkamu görevlileri” ilan edilmekte, partinin en üstkademelerinde onlara yer açılmakta, ya da örneğinülkeyi bölge halklarına karşı yeni düzeyde bir saldırı üssühaline getiren “füze kalkanı” projesine göstermelikolarak bile bir itiraz yöneltilmemektedir. Gerçekte buCHP’nin 12 Eylül sonrası izlediği çizginin bir devamıdır.Son liderlik değişimi ile birlikte yapılmakta olan ise solkimlikten kopmuşluk görüntüsünü gidermeyeçalışmaktır. Kuşkusuz yalnızca görüntüde.
12 Eylül sonrası süreçte düzen siyasetindeemperyalizmin ve işbirlikçi burjuvazinin program vepolitikalarına aykırı davranabilme imkanları tükenmiştir.Burjuva düzen partileri, hangi etiketi taşırlarsa taşısınlar,iktidara gelebilmek için emperyalizmin ve büyükburjuvazinin ihtiyaçlarına, istem ve çıkarlarına yanıtvermek durumundadırlar.
CHP de bunun gereklerine uygun davranmakzorunda kaldığı içindir ki, zaten iğreti olan “sosyaldemokrat” kimliği iyiden iyiye aşınmış, giderek belirginbiçimde gerici bir “merkez” partisi konumu kazanmıştır.
Gericiliğin ağırlı
Sol değerlere sırtını dönen, kitlelerin demokratik vesosyal istemleri ile ilgilenmeyen, sömürü ve bağımlılığakarşı çıkmayan, program ve politikaları diğer düzenpartilerinden farklılık taşımayan düzen solununkaçınılmaz akibeti, işçi ve emekçi kitlelerden kopmakolmuştur. İşçi ve emekçilerin önemli bir kesimi sosyaldemagojiyi daha başarılı bir biçimde kullanan dincipartiye yönelmiştir.
Bugün düzenin ihtiyaçları çerçevesinde emekçikitlelerin karşısına sol muhalif kimlik üzerindençıkarılmaya çalışılsa da, CHP’nin ‘70’li yıllarda yaşandığıtürden bir rüzgar estirmesi, bu temelde güç kazanmasımümkün değildir. Dinsel gericiliğin dizginlenmesibeklentisi üzerinden reformist solun bir kesiminde yeniham hayallere de zemin hazırladığı için, bu noktaüzerinde durmak istiyoruz.
‘60’lı ve ‘70’li yıllarda genelde solun güçkazanmasının temel dinamiği, dünyada devrimdalgasının sürüyor olmasının oluşturduğu uygunatmosferin yanısıra, Türkiye’deki büyük sosyal uyanış vemücadele olmuş, kitle hareketindeki bu yükselişin etkisiparlamentoda da düzen solunun güç kazanmasıüzerinden yansımasını bulmuştur.
Bugün koşullar tümüyle farklıdır ve düzen solununbugünkü zayıflığı ve bunalımının gerisinde aynı zamandabu vardır. 12 Eylül’le birlikte devrimci hareket vetoplumsal muhalefet ezilmekle kalmamış, sonrasında dasolu ezme ve sindirme politikası sistematik olaraksürdürülmüş, devrimci harekete büyük darbelervurulmuştur. Solun önemli bir bölümü düzenin icazetalanına itilmiş, sosyal mücadelenin gelişmesinin önübaşarıyla kesilmiştir. Bu süreçte “sosyal-demokrat”etiketli partiler de gerici burjuva partileri halinegelmişlerdir.
Oysa ‘70’li yıllarda Ecevit liderliğinde ve “ortanınsolu” adı altında sahneye çıkan burjuva akım o gün içinbir parça inandırıcılık taşıyan reformist sol bir söylemesahipti. Orta katmanların “ulusal” ve “demokratik”duyarlılıklarına seslenerek, anti-faşist ve anti-emperyalist söylemler kullanarak, sosyal sorunlarüzerinden politika yaparak, kitleleri etkilemeyibaşarabiliyordu. ‘70’li yılların sola yönelimi kolaylaştırantoplumsal atmosferi, yükselen kitle hareketi ile devrimcimücadelenin genel etkisi de düzen solunun güçkazanmasını kolaylaştırıyordu.
Bugün ise sosyal-siyasal açıdan atmosfer tümüylefarklı. Sınıf ve kitle hareketi bir çıkış yolu arıyor ve bunuyer yer zorluyor olsa da, sosyal mücadele planındayaşanan durgunluk sürüyor. Halihazırda toplumda solayöneliş sözkonusu değil. Öte yandan CHP de salt sözolarak bile düzene toz konduracak herhangi bir söylemkullanmıyor. Tam tersine, sistemi olduğu gibi onaylıyorve sahipleniyor, AKP’yi sorunların ve kötülüklerin tekkaynağı olarak göstermekle yetiniyor. İşin aslındadüzenin iç ve dış efendilerine, AKP’nin verdiği hizmetiben de verebilirim ve üstelik başağrıtıcı “yan sorunlar”yaratmaksızın mesajı vermeye çalışıyor. İşçi veemekçilerin çıkar ve özlemlerine bir nebze olsun yanıt
verecek politikalardan özenle uzak durduğu gibi, sonotuz yılda oluşan ve AKP’nin sekiz yıllık iktidarısonrasında gerçek bir ağırlığa dönüşen gerici toplumsalatmosferde toplumun geri ve gerici eğilimleri üzerindenpolitika yapmak yolunu tutuyor. Düne kadar şovenizminbayraktarlığını yapıyordu, bugünse dinsel gericiliğinoluşturduğu atmosferle uyuma dayalı açılımlar yapıyor.
Bütün bu nedenlerle, özellikle de bugününTürkiye’sinde, düzen solu hiçbir biçimde dinsel gericiliğidizginleyebilecek bir alternatif değildir, olamaz. İşçi sınıfıve emekçiler sosyal mücadele alanına çıkarak toplumsalatmosferi değiştiremediği sürece, toplum için boğucubir cendereye dönüşen dinsel gerici ağırlığıetkisizleştirmek mümkün olmayacaktır.
Reformist hayaller ve toplumsal gerçekler
Topluma günden güne daha fazla nüfuz eden dinselgericilik sol kesimlerde umutsuzluğa ve bu da çaresizlikiçinde düzen soluna umut bağlamaya yol açmaktadır.Kimi reformist çevreler tarafından referandum sonuçlarıparlamentarist bir bakışla ele alınmakta, sınıfsalgerçekler ve ayrımlar unutulmakta, %42’lik “hayır”oylarının dinci gericiliği dizginleyebilecek güçlerbileşimini temsil ettiği düşünülebilmektedir. Buradareformist-parlamentarist bakış kendini tüm kabalığıyladışa vurmaktadır. Herşey bir yana, karşı taraf olarakgörülen o %58’lik bölüm içinde işçi sınıfı ve emekçilerinönemli bir kesimi yer almaktadır. Başka bir ifadeyle, işçive emekçilerin küçümsenemeyecek bir kesimi dincigericiliğin ideolojik, politik ve kültürel denetimialtındadır, onun bugünkü ortak siyasal çatısı olarakAKP’nin etkisindedir ve onun oy depolarınıoluşturmaktadır. Büyük kentlerin, özellikle deİstanbul’un oy dağılım tablosuna kabaca bir bakış, bunubütün açıklığı ile göstermeye yeter.
Dinsel gericilik gücünü sadece büyük burjuvazi veemperyalizmin ihtiyaçlarına yanıt vermesinden değil,aynı zamanda 12 Eylül’den bu yana sol hareketin vetoplumsal mücadelenin gelişmesine karşı dincigericiliğin etkili bir dalgakıran olarak kullanılmasıpolitikasının yarattığı sonuçlardan almaktadır. İktisadi vesosyal saldırılarla sersemletilen, yaşadığı ağır yıkımakarşı mücadeleyi yükseltemediği ölçüde çaresizliğe itilenemekçi kitleler, dinin başarıyla istismarı üzerindendüzene bağlanmaktadır.
Dolayısıyla dinsel gericiliğe karşı en etkili panzehirsosyal mücadelenin gelişmesidir. O halde öncelikli görev,referandumun %42’lik “hayırcı” kesimi içindekiler kadar%58’lik “evetçi” kesimi içindeki işçi ve emekçi katmanlarıda sınıf mücadelesine çekmek, bu mücadeleler içindeonların bilincini ve örgütlenmesini geliştirmek,ilerletmektir.
Parlamentarizmle kafayı bozanlar bu alandaki olasısınırlı bir başarının mantığını kavramaktan da uzaktırlar.İşçi ve emekçi kitleler sosyal mücadele alanında etkili birgüç haline gelemedikleri sürece, parlamenter alan
üzerinden de kazanımlar elde edemezler. Sınıflar
mücadelesi deneyimlerinin döne döne doğruladığı bir
gerçekliktir bu. Yakın dönemin Latin Amerika
deneyimleri de (parlamentarist hayallerin
depreşmesinde bu özgün deneyimlerin özel bir rolü
vardır) bu açıdan oldukça öğreticidir. Chavez, Morales
vb.’lerini parlamentoya taşıyan sol propagandaya dayalı
bir faaliyetle sağlanan pasif bir oy desteği değil, fakat
emekçilerin kitlesel militan mücadeleleridir. Bugün
özellikle reformistler tarafından örnek alınmaya çalışılan
bu “parlamenter başarı”lar, gerçekte kitle
mücadelesinin gücünün parlamentoya yansımasından
başka bir şey değildir. Sınıf ve kitle hareketi
yükseltilemediği, bu mücadeleler içinde emekçiler
ileriye çekilemediği koşullarda, parlamentarizm
kitlelerin nispeten ileri kesimlerinin de umutsuzluk
içinde burjuva düzen partilerinin kuyruğuna
takılmasından başka bir sonuç yaratmaz, yaratamaz.
Bunun içindir ki, referandumun %42’lik “hayır”
oylarının, düzenin giderek ağırlaşan tablosunu
değiştirebilmek açısından kendi içinde bir önemi yoktur.
Alınan sonuç toplumdaki belirli eğilimlerin bir yansıması
olsa da, toplumun sınıf çıkarları birbirine taban tabana
zıt çeşitli katmanlarının değişik etkenlerle sunduğu pasif
bir oy desteğinin kendi başına bir anlamı ve hele de
yaratabileceği herhangi bir ilerici sonuç yoktur.
Çıkış için devrimci sınıf mücadelesi!
Çözücü dinamik sosyal mücadeledir; özellikle de işçi
sınıfının mücadele sahnesine çıkabilmesi ve emekçi
katmanları sürükleyebilmesidir. Gericiliğin hakkından
gelmenin ve Türkiye’nin aydınlık geleceğine yürümenin
bundan başka bir yolu yoktur.
Türkiye’nin mevcut karanlık tablosundan çıkış yolu
ancak işçi sınıfının harekete geçirilmesiyle, politik bir
sınıf hareketinin gelişmesiyle açılabilir. Dolayısıyla, sınıf
hareketini devrimcileştirmeyi hedeflemeyen çaba ve
yönelimlerin, reformist çözüm projelerinin hiçbir
geleceği yoktur.
Devrimci sınıf hareketini geliştirmede mesafe
alınmadığı sürece hiçbir sorunun çözümü doğrultusunda
adım atılamayacağı, Türkiye’nin mevcut tablosunun
aşılmasının ancak devrimci bir alternatif çıkış yolunun
geliştirilmesiyle sağlanabileceği konusunda açık bir
bilince sahip olan komünistler, reformist çözüm planları
karşısında devrimci çözüm ve mücadelenin yolunu
göstereceklerdir. Bunu devrimci sınıf mücadelesinin
geliştirilmesi somut hedefine bağlayan yoğun ve
yüklenen bir politik çalışmayı örgütleyecek, işçi sınıfıyla
devrimci birleşmede daha hızlı mesafe alabilmek için
zayıflık ve yetersizlik alanlarının üzerine kararlılıkla
gideceklerdir.
EKİM
(EKİM, Sayı: 270, Aralık 2010)
(www.tkip.org sitesinden alınmıştır...)
ğı ve devrimci çıkış yolu
Hasan Ruhani’nin Cumhurbaşkanı olmasıyla İran ileBatılı emperyalistler arasında başlayan yakınlaşma,kontrollü bir şekilde ilerliyor. Medyaya yaptıklarıaçıklamalarla birbirine kur yapmaya başlayan taraflar,BM Genel Kurulu vesilesiyle bulundukları New York’takarşılıklı görüşme sürecini fiilen başlattılar.
Göreve başlar başlamaz “ılımlı” mesajlar vermeyebaşlayan Ruhani, Batılı güçlerle yakınlaşma konusundaciddi olduğu mesajını verirken, Obama dahil, Batılışefler de, İran Cumhurbaşkanı’nın bu jestlerine karşılıkverdiler. Görünen o ki, ortada birçok pürüzbulunmasına rağmen taraflar ilişkileri geliştirmekonusunda ciddiler.
İngiltere-Fransa�ikilisiyle�görüşmeler�başladı
Ruhani ile birlikte New York’a giden İran DışişleriBakanı Muhammed Cevat Zarif, İngiltere DışişleriBakanı William Hague ile görüştü.
Görüşme sonrası resmi twitter hesabındanaçıklama yapan Hague, karşılıklı adımlar atılaraknükleer konusunda ilerleme sağlandığını belirtti veşunları söyledi: “İngiltere-İran ilişkileri mümkün.”Hague, İran’ın Batı’yla daha iyi ilişki içinde bulunmaisteğini somut adımlarla kanıtlaması durumundaİngiltere’nin de karşılık vermeye hazır olduğunuvurguladı.
Hague’nin yanısıra Fransız meslektaşı LaurentFabius ile görüşen Zarif, İran’ın AB ülkeleriyle işbirliğinigeliştirmeye hazır olduğunu gösterdi. İngiliz-Fransızbakanlar görüşmeden memnun kalırken, “jestleri”karşılık bulan İran tarafı da, atılan bu adımın arkasınıngeleceğinden umutlu görünüyor.
AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikasından SorumluYüksek Temsilcisi Catherine Ashton ise, Zarif’in İngiliz
ve Fransız Dışişleri bakanlarıyla yaptığı görüşmeleri,
“yapıcı” bulduğunu açıkladı. Görüşmeler, İran
burjuvazisi ile AB emperyalistlerinin işbirliğini
geliştirme konusunda nasıl da istekli olduklarını
gösteriyor.
Zarif-Kerry�görüşmesi
İran’ın “ılımlı” tavrı ve Rusya’nın sorunu gündeme
taşıması üzerine, 5+1 (Güvenlik Konseyi daimi üyeleri
Rusya, Fransa, AB, Çin, İngiltere ile Almanya) ülkeleri
ile İran arasında görüşme yapılması karara bağlandı.
BM Güvenlik Konseyi’nin 5 daimi üyesi ve
Almanya’nın İran’ın nükleer programıyla ilgili yapacağı
görüşmeler sırasında Amerikan Dışişleri Bakanı John
Kerry ile Cevat Zarif’in biraraya geleceği bildirildi.
Taraflar, görüşmeye istekli ve hazırlıklı oldukları
mesajını yaptıkları açıklamalarla gösterdiler.
Nitekim BM Genel Kurulu’nda konuşan Ruhani ile
Obama’da, benzer mesajlar vererek, görüşmelerin
başlatılmasından yana olduklarını dile getirdiler. Bazı
kaynaklar ABD tarafının Obama-Ruhani görüşmesi için
girişimde bulunduğunu ancak İran’ın bunu reddettiğini
iddia ettiler. Obama-Ruhani görüşmesi için henüz
erken olsa da, Zarif-Kerry görüşmesi ise kesinleşti.
Rusya�İran-Batı�yakınlaşmasını�teşvik�ediyor
Suriye krizinde izlediği politika ile hem bölgede
hem dünyada daha etkili bir güç olma yolunda mesafe
kateden Rusya, nükleer programından dolayı
ambargoya maruz kalan İran etrafındaki ablukanın
kaldırılması için de çaba harcamaya başladı.
Ruhani yönetiminin verdiği “ılımlı” mesajlardan da
güç alan Rusya, İran’ın barışçıl amaçlarla nükleer enerji
üretme hakkına sahip olduğunu, bu konuda şeffaf bir
politika izlemeyi vaat ettiğini, dolayısıyla ambargonun
kaldırılması veya hafifletilmesi gerektiğini savunuyor.
Cumhurbaşkanlığına seçilen Ruhani’nin ilk görüşmesini
Putin’le yapması, iki ülke arasındaki ilişkilerin de
güçlenme eğiliminde olduğuna işaret ediyor.
Irkçı-siyonist�şefler�diken�üstünde
İran-Batı yakınlaşmasından rahatsız olanların
başında İsrail’deki ırkçı-siyonist rejim var. Henüz
belirgin bir tutum ifade etmemelerine rağmen, Körfez
şeyhlerinin de bu yakınlaşmadan rahatsız oldukları bir
sır değil. Bu ilkesiz/pragmatist şeyhler, eğer gündeme
gelen yakınlaşma eğilimini sabote edemezlerse, İran’la
arayı düzeltmenin yolunu arayacaklardır.
İran-Batı yakınlaşmasından duyduğu rahatsızlığı
Başbakan Benyamin Netanyahu aracılığıyla ilan eden
siyonist İsrail, İran’ın, Kuzey Kore gibi zaman
kazanmaya çalıştığını ve asıl amacının nükleer silah
üretmek olduğunu iddia etti. Siyonist medyada da bu
iddiayı dile getiren haber ve makalelerin artışı dikkat
çekiyor.
İran-Batı yakınlaşması ve bunun soncunda
ambargonun kaldırılması, siyonist şeflerin “kabus”
senaryosudur. Dolayısıyla hem İsrail rejimi hem
ABD’deki Yahudi lobisi, bunu engellemek için histerik
bir şekilde işe koyuldular bile…
Batı�ile�yakınlaşmakİran�burjuvazisinin�talebidir�
Bu yakınlaşmanın gündeme gelmesi ne bir rastlantı
ne Ruhani’nin “ılımlı” kişiliğiyle ilgilidir. Ruhani, İran
burjuvazisinin bir kesimini temsil ediyor. Petrol
gelirlerinden aldığı pay ve yoğun emek-gücü
sömürüsüyle palazlanan bu kesimin çıkarları, gelinen
aşamada sistemle tam bütünleşmeyi gerektirmektedir.
Bu bütünleşme hem petrol satışının önündeki tüm
engellerin kaldırılması hem ambargodan kaynaklı diğer
kısıtlamaların yarattığı sorunların aşılması için gerekli
görünüyor.
İranlı egemen sınıflarının bir kesimi bu yönelime
itiraz etse de, dini lider Ali Hamaney’in de Ruhani’ye
destek vermesi, çoğunluğun Batılı emperyalistlerle
yakınlaşmaya meyilli olduğuna işaret ediyor.
Olayların bu yönde seyretmesi eşyanın doğası
gereğidir. Zira burjuvazinin olduğu yerde,
kapitalist/emperyalist sistemin merkezleriyle çok yönlü
işbirliği de kaçınılmazdır. Bu süreç sancılı veya kesintili
olabilir, ancak hem İran yönetiminin hem batılı
emperyalistlerin işbirliğini geliştirmek istediğine kuşku
yoktur.
Bu yakınlaşmanın İran işçi ve emekçilerine
sağlayacağı bir şey olmayacaktır elbet. ABD ve diğer
Batılı emperyalistlerin uyguladığı “dış baskıyı” iç
politikada kullanan İslamcı rejim ise zamanla bu
argümanı terk etmek zorunda kalacaktır.
İran-Batı yakınlaşması
Yunanistan kapitalizmin küresel krizinin en çoketkilediği ülkelerden biridir. Kriz adeta bu ülkeninekonomisini teslim almış ve çökertmiştir. Ekonomisi,deyim uygunsa iflasın eşiğine gelmiştir. Son birkaç yıliçinde işsizlik tavan yapmış AB ülkeleri içinde başıçekmektedir. Yoksulluk diz boyu, milyonlarca insansefalet içinde yaşıyor. Ülkeye boydan boya perişanlıkhakim.
Hiç kuşkusuz, ülke ekonomisinin bu gerçektenperişan tablosunda İMF, AB ve AMB üçlüsünün“kurtarma paketleri” adı altında dayattığı sosyal yıkımpaketlerinin çok büyük rolü var. Yunanistan ekonomisive maliyesi adeta AB ve AMB’ye teslim edilmiş, neyinasıl kullanacakları dahi onlar tarafındanbelirlenmektedir.
Yunanistan’a hükümet de dayanmıyor. Şimdi, İMF,AB ve AMB’nın sadık memurları gibi çalışanteknokratlar işbaşındalar. Anlaşılacağı gibi, ülkeyi fiilenAB ve onun lideri Almanya yönetiyor. Almanya sürekliolarak bu yoksul ülkeyi borçlandırıyor, her geçen günkendisine daha da bağımlı hale getiriyor. AB ve onunadına Almanya’nın tüm politikaları sömürgecipolitikalardır ve zaten hedefi de Yunanistan’ısömürgeleştirmektir. Gerçek şu ki, bu konuda haylimesafe de alınmış bulunuyorlar.
Tüm bu sömürgeci politikalara İMF, AB ve AMB’ninacımasız sömürü, yağma ve yıkım saldırılarına, işçi veemekçiler her defasında yüzbinler halinde sokaklaraçıkarak, grevlere, genel grevlere başvurup, hayatı felceuğratarak cevap veriyorlar. Yunanistan son birkaç yıldırsayısız greve sahne olan, deyim uygunsa bir grevlerülkesidir. O kadar ki, her saldırıdan sonra boydan boyasınıf ve kitle hareketleri ile sarsılıyor.
“Altın�Şafak”�sermayenin�öz�çocuğudur
Her kriz dönemi aynı zamanda ırkçı-faşistsaldırganlığın boy verdiği bir dönemdir. Kapitalizm krizdemektir, kriz ise ırkçı-faşist virüsün ürediği birbataklıktır. Her yerde ırkçılık ve yabancı düşmanlığı bubatakta üremektedir. Neo-nazi akımlar da bu batakta
üremektedirler. Sermayenin öz çocuğudurlar, sermayetarafından beslenmekte, sermaye devletlerincekollanıp, korunmaktadırlar. Ve elbette ki, zamanıgelince devrimci sınıf mücadelelerine karşı kullanılmaküzere hazırda tutulurlar.
Daha düne kadar bir demokratik ve sosyal haklarcenneti olarak sunulan Almanya başta gelmek üzere,tüm Avrupa’da en iğrencinden bir ırkçılık ve yabancıdüşmanlığı kol gezmektedir. Avrupa’nın bir gerçeği dehızla gelişen bu ırkçı-faşist saldırganlıktır. Her yerdeırkçılık ve yabancı düşmanlığının gerisinde sermayevardır. Her yerde de ırkçı-faşist örgüt ve çeteler polisleiçiçedirler. Polisle ortak çalışmakta, işçi, emekçi, ilerici,anti-faşist ve devrimci güçlere dönük saldırılar için,polisin ve istihbarat örgütlerinin aktif yardımınıalmaktadırlar. İşledikleri cinayetlerin hepsinde polisinde sorumluluğu vardır.
Yunanistan bir kriz ülkesidir. Bu yoksul ülke sadecesınıf ve kitle hareketleri ile sarsılmıyor. Bu ülkenin birönemli gerçeği de son birkaç yıldır gündemdendüşmeyen ırkçı-faşist saldırganlıktır. Bunun en bilinentemsilcisi ise, Yunanistan’ı bir baştan bir başa sarsanişçi ve emekçi hareketlerine, grev ve gösterileresaldırmak, güpegündüz sokaklarda terör estirmek,göçmenlere dönük provokasyonlar düzenlemek gibiicraatlarda bulunan “Altın Şafak” adlı acımasız neo-nazi örgüttür. Yunan sermayesinin öz çocuğu olan buinsanlık düşmanı örgüt, gelinen yerde işi ilerici, anti-faşist ve devrimci güçlere dönük cinayetlergerçekleştirmeye kadar vardırmışlardır.
“Altın�Şafak”�insanlık�düşmanıbir�suç�çetesidir
Her zaman sınıf ve kitle hareketlerine sahne olanYunanistan, bir süredir bu cinayet örgütüne mensupcanilerin acımasızca gerçekleştirdikleri bir katliamlasarsılıyor. Bu cinayet çeteleri geçtiğimiz günlerdePavlos Fyrssan adlı bir anti-faşist rap şarkıcısını katletti.Cinayet yanıtsız kalmadı. Yunan halkı kapitalizmin özçocuğu olan faşizm belasını çok iyi tanımaktadır. Savaş
suçlusu Alman tekellerinin eseri olan Hitler’in akılalmaz vahşetini en çok yaşayan halklardan biridir.Yunan halkı bu saldırganlığa teslim olmamış, yıllarca butam bir gözü dönmüşlük örneği olan saldırganlığa karşıyiğitçe savaşmıştır. Yani anti-faşist bir mücadelegeleneğine sahiptir. Bu niteliğini anti-faşist rap şarkıcısıPavlos cinayeti karşısında bir kez daha ortayakoymuştur.
Nitekim olay duyulur duyulmaz Yunan halkısokaklara döküldü. Yunanistan’ın başta Atina veSelanik gibi kentleri olmak üzere hemen tümkentlerinde yaygın protesto gösterileri yapıldı.Protesto gösterilerine her yerde binlerce kişi katıldı.Canilerin polisle omuz omuza çalıştıklarını, cinayettepolis parmağı olduğunu biliyorlardı. Bu nedenledir ki,her yerde polisle çatışıldı. Yaygın gözaltılar oldu. Ve buarada bu alçakça işlenmiş katliama dönük tepkilerYunanistan’la sınırlı kalmadı, olay Avrupa’da ve tümdünyada yaygın tepkilere neden oldu.
Politik partiler ve hükümet katında da tepkilervardı. Syriza katliamı sert biçimde kınadı,sorumlularının bulunup cezalandırılmasını istedi. Amaen ilginç ve dikkat çekici olanı, hükümet partilerinintepkisiydi. Hükümet partileri Altın Şafak’ı bir “suçörgütü” olarak nitelediler ve buna uygun birmuameleye tabi tutulmasını istediler. Şüphesiz ki, buaçıklamaların hiçbir inandırıcılığı bulunmamaktadır.Burjuvaziye özgü yeni bir ikiyüzlülük örneğidir. Sonderece açık işlenmiş ve kamuoyunun yoğun ve yaygıntepkisini çekmiş olayı unutturmak, tepkileri yatıştırmakamaçlı bir manevradır.
Irkçılık ve yabancı düşmanlığı her yerde olduğu gibiYunanistan’da da bir devlet politikasıdır. Doğal olarak,Altın Şafak canilerinin arkasında da devlet vardır.Dahası, Avrupa’nın diğer ülkelerindeki ülküdaşları gibiAltın Şafak da polisle iç içedir. Polis tarafındankorunmakta, kollanmakta ve kanlı icraatlarınıgerçekleştirmede polisin aktif yardımını almaktadırlar.Gerçek budur ve bu gerçek son olayla ortaya saçılandelillerle bir kez daha doğrulanmıştır. Ve nihayet,işbaşındaki hükümet işçi, emekçi, ilerici ve devrimcidüşmanı bir hükümettir ve tüm açıklamalarına karşınbu hükümet de bu cinayet örgütüne arka çıkmaktadır.
Irkçı-faşist�saldırganlığın�panzehiri�devrimci�sınıf�mücadelesidir
Kapitalizm her türden melanetin ürediği birbataklıktır. Doğal olarak ırkçılık ve yabancı düşmanlığıda bu bataklıkta üremektedir. Irkçı-faşist saldırganlarbugün için ilerici ve devrimcileri hedeflese de de, faşistsaldırganlığın asıl hedefi devrimci sınıf mücadelesidir.Burjuvazi şimdiden onu devrimci sınıf mücadelesinekarşı bir dalgakıran olarak hazırlamaktadır.
Kapitalizm var oldukça, ırkçı-faşist saldırganlık dahep var olacaktır. Öyleyse bataklık köklü bir biçimdekurutulmalıdır. Yani kapitalizm yıkılmalıdır. Bu isedevrimci sınıfın işidir. Faşizme karşı mücadele devrimcisınıfla ve devrimci sınıf mücadelesinin tabanına dayalıolarak yürütülmelidir.
Yunanistan, ırkçı-faşist saldırganlıkve çözüm
Angela Merkel’in alternatifsiz olduğu veseçimlerden galip çıkacağı propagandası yapılarak,sonuç adeta önden ilan edilmişti. Nitekim beklenenoldu. Almanya’da Pazar günü yapılan seçimleri, bir kezdaha Angela Merkel kazandı.
Katılım oranının %71.5 olduğu belirlenenseçimlerde, Merkel’in Hıristiyan Demokrat Partisi-CDU,%41.5 oranında oy aldı. Böylece Merkel ve partisi,ardarda üçüncü kez seçim başarısına imza atmışoldular. Ortağı FDP’nin bu seçimlerdeki hezimetindendolayı, Merkel kıl payı tek başına iktidar olma fırsatınıkaçırdı.
Almanya’nın ünlü devlet adamı olan KonradAdenauer da, 1957’de %50’lik oy oranı ile benzer birbaşarı elde etmişti. Dolayısıyla, Merkel bu başarısı ileAlman sermaye çevreleri ve medyasının onayakıştırdığı “güçlü lider” payesini de elde etmiş oldu.
Diğer patilerden SPD %25.7, Die Linke-Sol Parti%8.6, Yeşiller partisi %8.4, bir önceki seçimlerde %14oy alan Merkel’in ortağı FDP %4.8, Alman siyasiyaşamına yeni katılan Euro karşıtı tutumu ile tanınanAlmanya İçin Alternatif Parti %4.7 oranında oy alırken,2009 yılındaki seçimlerde sürpriz bir çıkış yapanPiraten-Korsanlar partisi; bu kez aynı başarıyı eldeedemedi ve oyları %2.2’de kaldı. Irkçı-faşist NPD ise,özellikle de NSU adlı cinayet örgütü ile ilişkilerinedeniyle yıpranmasına karşın, yine de %1.3 oranındaoy topladı.
CDU/CSU ittifakı, sadece genel seçimlerde değil,eyalet seçimlerinde de birinci parti oldu. SadeceHamburg ve Bremen’de birinciliği SPD’ye kaptırdı.Kısacası Merkel’in partisi hali hazırda Batı Almanya’nınbirinci ve en güçlü partisi konumunda. Doğueyaletlerinde ise, Die Linke-Sol parti, birinci partikonumunu yıllardan beri sürdürüyor.
Bu seçimlerde de, Merkel toplumun hemen herkesiminden oy aldı. Bu desteğin ezici bölümünü ise,
her zamanki gibi yaşlı kuşak Almanlar oluşturuyor.Sadece işsizler CDU/CSU ittifakına oy vermedi.
Aynı zaman diliminde bir de Hessen’de eyaletseçimi oldu. Bu eyaletteki seçimden CDU/CSU %38oranında oy aldı. Fakat burada, sözde sol partiler, SPD,Die Linke ve Yeşiller çoğunluğu elde etti.
Büyük çoğunluğu Die Linke, Yeşiller ve SPD deolmak üzere, çok sayıda göçmen de seçimlerde adayoldu. Toplam 8 göçmen aday federal parlamentoyagirme hakkını elde etti.
Angela�Merkel�alternatifsizdi...�
Kriz Almanya’nın da gerçeğidir ve belli sorunlarüzerinden her geçen gün biraz daha kendisinihissettiriyor. Avrupa’nın bu en zengin ülkesinde debütçe açığı gitgide büyüyor. Bunun faturası ise,bilindiği üzere işçi ve emekçilere ödetiliyor. Çok ciddisosyal sorunlar var. Küçükler bir yana, sosyal planyalanı ile her defasında bir büyük sanayi kompleksikapatılıyor. İşsizlik çığ gibi büyüyor. İşsizlik oranı %7’leriaşıyor. Çalışanların %22’si çok düşük ücretli işlerdeçalışıyor. 12 milyon insan yoksullukla boğuşuyor. 7milyon insan açlık sınırında yaşıyor. Özellikle çocukluve yalnız kadınlar ile evsiz kadın ve erkekler tam birsefalet içindeler. Bu arada, göçmenler yoksullukta başıçekiyor. Yoksulluk oranı Türkiyeliler arasında %26civarında. Tüm bunlara militarist amaçlarla yapılanharcamalar, savaş hazırlıkları giderleri ile geri ve yoksulülkelerdeki askeri varlığın faturası ekleniyor. Kısacası,işçi ve emekçilerin yaşamı giderek zorlaşmaktadır.
İki dönemdir, Angela Merkel hükümeti tam birsosyal yıkım ve savaş hükümeti olarak iş gördü.Yığınların sorunlarını çözmek ya da hiç değilse birparça hafifletmek şöyle dursun, daha da ağırlaştırdı. A.Merkel hükümeti bununla da kalmadı, AB bünyesiiçindeki diğer ülkelere de, özellikle Yunanistan,
Portekiz gibi ekonomisi iflasın eşiğine gelmiş ülkeleremüdahalelerde bulundu. Onlara durmadan adı“Kurtarma paketi” olan, gerçekte ise, yıkımdan başkabir şey yaratmayan paketler dayattı. Bu ülkelerdeteknokratlardan oluşan, kendisine bağımlı hükümetlerkurdurdu. Onları fiilen yönetti, yön verdi. İMF, AB veAMB’nin sömürü çarkları bu ülke halklarını da yıkımauğrattı.
Angela Merkel’in partisi tüm bu icraatlarınarağmen seçimlerden birinci parti olarak çıktı. Şüphesizki bunun nedenleri var. Şöyle ki; Alman ekonomisi halaçok güçlü. Kriz burada da kendisini hissettirse de,henüz fay hatlarında kırılma yaratacak boyutlarkazanmamıştır. Ekonomide büyüme oranı istikrarlı veyüksek. Öte yandan Merkel, AB politikalarını oldukçakararlı biçimde savunuyor. AB liderliği konusunda çokiştahlı ve çok iddialı bir pratik sergiliyor. Euro kriziniaşacağı konusunda da oldukça iddialı vaatlerdebulunuyor. Bunu seçim çalışmalarında en önemli vaatolarak, bir kez daha dile getirdi. Almanya adına buiddialı, oldukça cüretkar ve kararlı tutumu herortalama Alman’ın gururunu okşuyor. Dahası bupolitika, hiçbir zaman hegemon bir güç olma hırsınıyitirmeyen ve bunun için açık-gizli hummalı birçabanın içinde olan savaş suçlusu Alman burjuvazisinineğilimlerini de yansıtıyor.
Alman sermaye çevreleri zaten açıktan ve aktifbiçimde Merkel’i desteklediler. Alman kirli medyası dapazarlama yeteneğini sonuna kadar kullanarak bunakatkı yaptı. Alman kamuoyuna gelince, seçmenistikrara, ekonomideki büyümeye, AB politikalarınınkararlı biçimde savunulmasına, demek oluyor ki, ABliderliği konusundaki iştah, hırs ve Alman “ulusalgururu”na önem veriyordu. İşte tüm bunlar veşovenizm boyutuna varan bir ulusal kibir ve gurur birarada, Merkel’in şahsında vücut buldu. Merkelalternatifsizdi ve bu nedenle onu desteklediler.
Sonuç�hiç,�ama�hiç�şaşırtıcı�değil�
Diğer ülkelerde olduğu gibi Almanya’da daburjuvazi, siyasi alanda yeni alternatifleroluşturmaktan aciz. O kadar ki, burjuvazi var olandanbaşka alternatif bulmakta güçlük çekiyor. Çünküiktidara aday olduklarını söyleyenler, işbaşındaolanlardan farklı bir program ortaya koyamıyorlar.Doğal olarak farklı bir politika ortaya koyma şansları dabulunmamaktadır. Bugüne kadar ki icraatları da bugerçeği doğrulamaktadır.
Örneğin, CDU’nun alternatifi olarak ileri sürülenSPD, G. Schröder’in başbakanlığında Yeşiller Partisi ilehükümette oldukları dönemde, Helmut Kohl’ün 16yılda cesaret edemediği icraatlara imza atarak, tam birsosyal yıkım ve savaş hükümeti olarak iş görmüştür.Agenda 2010 ve Hrtz-V adlı saldırı paketleri buhükümet döneminde gündeme gelmiştir. Bu hükümetdöneminde sosyal haklara dönük saldırıların ardıarkası gelmemiş, işçi ve emekçilerin dişe dişmücadeleler sonucu kazandıkları birçok hak gaspedilmiştir.
Almanya seçimleri ve sonuçları
Bu durum A. Merkel başbakanlığındaki hükümetlerdöneminde de değişmemiştir. SPD sözde muhalefetteolmasına karşın, bu dönemde burjuvazinin tasarruftedbirleri yalanı ile işçi ve emekçilere dayattığı saldırıpaketlerine temelde karşı çıkmamış, ufak-tefekitirazlar ileri sürse de, sonuçta, bu saldırı paketlerinionaylamıştır.
Yeşiller Partisi de SPD gibi, Merkel hükümetininparlamentoya getirdiği sosyal yıkım ve savaşpolitikalarına temelde itiraz etmeyip, onaylamıştır.
Bu yılki seçimlerde üçüncü parti konumunukazanmış bulunan Die Linke-Sol Parti’ye gelince, buparti SPD’nin bıraktığı boşluğu doldurmayaçalışmaktan öteye gidemiyor. Yığınların, yasal asgariücret gibi kimi taleplerine sahip çıksa da, gitgide yakıcıhale gelen sorunlara köklü çözümlerüretememektedir. Kapitalizmin sınırları içindeyapılacak iyileştirmelerin ötesine geçmemekte,parlamenter sistemi sorunların çözüm adresi olarakgörmekte, dolayısıyla düzene karşı farklı bir alternatifsunmamaktadır.
Elbette ki, Almanya’da kapitalizme karşı sosyalizmialternatif olarak gören devrimci partiler de vardır.Ancak bu partiler oldukça güçsüzdürler ve hali hazırdayığınlara güven vermekten uzaklar.
Tüm bunlar düşünüldüğünde, seçim sonuçlarınınşaşırtıcı olmadığı daha kolay anlaşılacaktır.
Alman�burjuvazinin�zaferi…�
Alman burjuvazisi seçim sonuçlarını gözle görülürbir sevinçle karşıladı. Doğal olarak, Merkel’in seçimzaferini kendi zaferi olarak gördü. Seçimlerin sonuçlarıbelli olur olmaz der Spiegel’in öne çıkardığı ‘’MerkelCumhuriyeti ‘’manşeti bunun ifadesiydi. FrankfurterAllgemeine ‘’Zafer Merkel’in’’ ve SüddetscheZeitung’un, ‘’Merkelismus’un zaferi ‘’ manşetleri,burjuvazinin seçim sonuçlarından duyduğumemnuniyetin dile getirilmesinden başka bir şeydeğildir.
Sadece Alman burjuvazisi değil, Avrupa burjuvaziside toplam olarak Angela Merkel’in seçim zaferindenhoşnut kaldı. Hoşnut kaldı, zira Almanya AB’nin liderülkesidir. Deyim uygunsa AB’yi ayakta tutan, solukaldıran ve yaşatan Alman burjuvazisidir. Almanya’nınfay hatlarındaki ciddi bir kırılma tümü için, dahası,genel olarak kapitalist/emperyalist sistem için ciddi birtehlikedir. Dolayısıyla, sosyal sınıf hareketlerine sahneolmayan, tam tersine güçlü, büyüyen, istikrarlı birAlmanya, onların da temennisidir.
Son�söz�yerine...�
Farklı bir sonuç beklenmiyordu, fakat buna karşınMerkel’in seçim başarısı hem Alman hem Avrupaburjuvazisini rahatlatmıştır. Almanya’da diğer ABülkelerindeki gibi ciddi sosyal hareketler henüzoluşmadığı için toplumsal-siyasal yaşama durgunlukhakim.
Hiç kuşkusuz bu geçici bir durumdur. Almanya dakrizden etkilenmekte ve çok ciddi sosyal sorunlarmevcut ve tümü de çözülmemiş olarak yerli yerindedurmaktadır. Demek oluyor ki, Almanya’da da fayhatlarında enerji birikmektedir. Ne zaman, nasıl vehangi vesileyle patlayacağı bilinmese de, Almanya’dada sosyal sınıf hareketleri gelişecektir. Bunun kendisi,diğer şeylerin yanısıra işçi ve emekçileri düzen karşıtıarayışlara itecek, “kapitalizme karşı sosyalizm”yeniden ciddi bir alternatif haline getirecektir.
Stuttgart’ta 21 Eylül Cumartesi günü‚ “Biz
başkaldırıyı seçiyoruz” şiarı altında gerçekleştirilen
yürüyüş ve mitingle, 22 Eylül günü yapılan federal
parlamento seçimleri protesto edildi. S21 karşıtı
Parkschützler’in çağrısı ile yapılan yürüyüşe bin kişi
katıldı. Yürüyüşte taşınan pankart ve yapılan
konuşmalarda, burjuva demokrasisinin ikiyüzlülüğü ve
aldatıcılığı eleştirilerek, parlamentonun ve seçimlerin
finans kapitalin diktatörlüğünü gizlemenin bir aracı
olduğu gerçeğine işaret edildi. Burjuva parlamento
yerine, sokak hareketini büyütme çağrısı yapıldı.
Yürüyüşün başında ve sonunda sahne alan Grup
Auftakt ve O. Olgun’un değişik dillerde birlikte
seslendirdikleri marşlar eylemin coşkusuna olumlu
katkıda bulundu.
Mitingde, BİR-KAR’ın hazırladığı “Türkiye’nin
direnen halklarına” dayanışma mesajı onaylanarak,
Türkiye’nin sokak hareketine iletilmesi kararlaştırıldı.
Kızıl Bayrak / Stuttgart
Stuttgart’ta mücadeleyibüyütme çağrısı
Bern’de�coşkulu�ve�kitlesel�işçieylemi
İsviçre Sendikalar Birliği UNIA’nın çağrısıyla maaşların korunmasıve yükseltilmesi, emekli aylığının yükseltilmesi ve yabancıdüşmanlığına karşı 21 Eylül Cumartesi günü yürüyüş düzenlendi.
Çeşitli kentlerden on binlerce işçi ve emekçinin katılım sağladığımiting, İsviçre’de son yıllarda yapılan en kitlesel eylem oldu.
Bern parlamentosu önünde toplanan on binlerce işçi ve emekçi,taleplerini, attıkları coşkulu sloganlarla dile getirdiler.
Eyleme birçok kurum destek verdi. İsviçreli devrimci çevre vegrupların eyleme katılımı daha çok propaganda materyalleri üzerinde hissedildi.
Türkiyeli kurumlar eyleme pankart ve bayrakları ile katıldılar. BİR-KAR “Kapitalist sömürüye, işsizliğe vesosyal hak gasplarına karşı mücadeleye!” şiarlı Almanca pankart açarak yürüyüş ve mitingde yerini aldı.
Kızıl Bayrak / İsviçre
Otomobil�satışlarında�düşüş�devam�ediyor
Avrupa Otomobil Üreticileri Birliği’nin (ACEA) son raporuna göre AB’de otomobil satışlarındaki düşüş
devam ediyor. Birlik yayınladığı raporunda Ağustos ayında yaşanan düşüşü, bu ayın tatil ayı olmasına
bağlayarak, durumu geçici bir durum olarak göstermeye, Ağustos ayında yaşanan yüzde 5’lik düşüşün sene
sonunda öngörülen olumlu tabloyu fazla etkilemeyeceğini kaydeden Birlik, “zira geçen senenin aynı
döneminde satışlar yüzde 8.9 oranında düşmüştü” diyerek, durumun geçici olacağına kamuoyunu
inandırmaya çalışıyordu.
Fakat yayılmak istenen sahte iyimserlik havası uzun sürmedi. Eylül ayının verileri Ağustos ayının
verilerine rahmet okuttu. Ağustos ayında yaşanan yüzde 5’lik düşüşü ikiye katlayan Eylül ayının yüzde 10.8
lik düşüşü, aynı zamanda son 12 ayın en hızlı düşüşü olarak da teyit edildi.
Otomotiv tekellerinden PSA Peugeot Citroën satışlarındaki yüzde 17.3 oranındaki düşüşle başı
çekerken, Avrupa’nın dev otomotiv tekeli Volkswagen’nin ise yüzde 11’lik bir düşüş yaşadığı kaydediliyor.
Bu düşüşlerin işçilere dönük saldırıları beraberinde getirceği aşikardır. Zira kapitalistler kârdaki düşüşü
dengelemek için işçi çıkarmaktan hak gasplarına kadar çeşitli uygulamalarla faturayı bir çok kez işçilere
çıkarmıştır.
Dünyanın dört bir yanında işçi ve emekçiler,sokağa çıkarak talepleri ve hakları için mücadeleediyor. Yunanistan’dan Çin’e, Hırvatistan’dan Tayland’ayapılan eylemler, çıkılan grevler sermaye düzenininömrünün tükendiğine işaret ediyor.
Avrupa’da�işçi�ve�emekçiler�sokakları�ısıtıyor
Avrupalı emperyalistleri önümüzdeki dönemde zorgünler bekliyor.
Fransa ve Polonya’da sendikalar hükümetin kemersıkma politikalarına karşı gösteri çağrılarınıyinelerken, ekonomik krizdeki Yunanistan ise kaynıyor.
Euro bölgesinde işsizlik oranı yüzde 12’ninüzerinde seyrederken, gençlerde ise bu oran yaklaşık2 katı. Fransa’nın bütçe açığı gayrı safi yurtiçihasılasının yüzde 4’ünü geçmiş durumda ve kredi
notu düşürüldü. Yunanistan, İspanya, Portekiz veİtalya’nın yanında Fransa da kemer sıkmapaketlerini hayata geçirmeye çalışıyor. Bu kervanason olarak Hollanda’da eklendi. Bilançolarındamilyarlarca euroluk kara delikleri bulunanbankaları ile Slovenya da zor durumda.
Yunanistan’da�grev�dalgası�sürüyor�
Yunanistan’da lise öğretmenleri pazartesigünü 48 saatliğine iş bırakırken, belediyelerdeçalışan kamu emekçileri de greve başladı. KamuÇalışanları Federasyonu’nun (ADEDY)örgütlediği grevde tasarruf önlemlerikapsamında yapılan işten çıkarmalar protesto
ediliyor. Atina ve Selanik’te işçi ve emekçilersokaklara çıktı.
Özel sektörde çalışan işçi ve emekçiler de grevehazırlanıyorlar.
Yunanistan’da İMF, AB ve AMB’den (AvrupaMerkez Bankası) oluşan emperyalist Troyka’nın Yunanişçi ve emekçilerine dayattığı kemer sıkma politikalarıile ilgili görüşmeler sürüyor. İşsizliğin rekor düzeyindeseyrettiği Yunanistan’daki 12 bin beşyüz kamuçalışanının geleceğinin de bu toplantıda belirlenmesibekleniyor.
Hırvatistan’da�sağlık�emekçileri�greve�gitti�
Hırvatistan’da hükümetin sağlık sektöründekısıtlamaya gitmesini protesto eden doktor vehemşireler geçtiğimiz çarşamba günü greve gittiler. Bugrev, 2005 yılından buyana sağlık sektöründegerçekleşen ilk grev oldu.
Macaristan’da�protestolar�sürüyor�
Macaristan’da ise altın madeni projesine karşıbaşlayan protestolar devam ediyor. Gösteriler veprotestolara on binlerce emekçi katılıyor.
Hollanda’da�kemer�sıkma�politikalarıve�gösteriler�
Geçtiğimiz hafta Hollanda’da 2014 yılı bütçesiaçıklandı. Buna göre Sosyal demokrat - liberal sağkoalisyon, 6 milyar Euro’luk kesinti içeren yeni birtasarruf paketi açıkladı. Halkın alım gücünü 0,5azaltacak olan paket, işçi ve emekçi kitlelere ağıryükler getirecek.
Kamu çalışanları bir yıl daha ücret zammıalamayacak, yaşlılara ödenen yardımlarda ise, 25 Eurokesintiye gidilecek. Çocuk yardımı ve çocuklara verileneğitim ve kreş desteği kısıtlanacak. Sağlık ve yaşlıbakımına ayrılan pay azaltılacak. Hastanede tedaviyerine birinci basamak sağlık hizmetine ağırlıkverilecek. Sağlık sigortası ödenekleri artırılacak, ilaçyardımı azaltılacak. 19 cezaevi kapatılacak.Mahkûmlar 1 yıllığına günlük 12,5 Euro ödeyecek.
Bazı ürünlere zam yapılırken vergiler artırılacak. Dahası, en az 150 bin kişi daha işini kaybedecek.
Resmi verilere göre Hollanda’da işsizlik oranı ise yüzde9 civarında. Özellikle gençler arasında işsizlik oranıoldukça yüksek. Türk ve Fas kökenlilerde işsizlik oranışubat ayı verilerine göre yüzde 15,5. 15 -25 yaşaralığındaki Hollandalı gençlerin işsizlik oranı yüzde 12civarında, “batılı olmayan” yabancı kökenli gençlerdeise işsizlik oranı yüzde 29.
Özgürlük Partisi (PVV) Cumartesi günü Lahey’de veana muhalefetteki Sosyalist Parti (SP) Amsterdam’datasarruf paketi ve hükümet politikalarını protestoetmek amacıyla eylemler gerçekleştirecekler.
Bangladeş’te�on�binlerce�tekstil�işçisiningrevi�sürüyor�
Bangladeş’te on binlerce tekstil işçisinin asgariücretin yükseltilmesi talebiyle başladıkları grev 4.gününde.
Ucuz tekstil işçiliğinin yaygın olduğu Bangladeş’teçoğunluğu kadın ve çocuk 4 milyon kişi tekstildeçalışıyor. İhracatın yüzde 60’ı Avrupa’ya yapılıyor.İşçilerin kazancı ise ayda 3 bin taka(75 TL). İşçilerücretlerinin aylık 8 bin 114 takaya (yaklaşık 198 TL)yükseltilmesini talep ediyorlar.
24 Eylül günü yüzlerce fabrikada üretim durdu.Yapılan gösterilere 200 binin üzerinde işçi katıldı. İşbırakan on binin üzerinde işçi başkent Dakka’da birçokendüstri havzasında ana yolları ulaşıma kapattı.Polisin grevcilerin üzerine plastik mermi ve gazbombalarıyla saldırmasına karşı direnen işçiler, polisetaşlarla karşılık verdiler. Son dört günde sürençatışmalarda çok sayıda yaralının olduğu bildiriliyor.
Kapitalist düzene rahat yok!
Bangladeş
Kolombiya’da yüzbinlerce tarım emekçisinin 19Ağustos’ta başlattıkları protestolar sokaklardasürerken, tarım emekçilerinin ayaklanması tümtoplumda büyük bir yankı uyandırdı.
Grevler değişik sektörleri de içine alarak geçtiğimizhafta devam etti. Öğretmenler, öğrenciler, madenişçileri, doktorlar, yerli indigen gruplar buprotestoların birer bileşeni oldular, gösterilerde“Hepimiz çiftçiyiz” pankartlarını taşıdılar.
Grevdeki tarım emekçilerinin en önemli talepleriarasında toprak reformu geliyor. Tarım emekçilerikolektif yerli indigen ve afrokolombiya topraklarınıntanınmasını ve gerekli olan bu toprakların ise büyüktarım kapitalistlerinden alınmasını talep ediyorlar.Tarım emekçileri, ayrıca Kolombiya’nın diğer ülkelerleimzaladığı Serbest Ticaret Antlaşması’nı,sübvansiyonların kesilmesini ve hükümetin ürünlerinedüşük fiyat biçmesini protesto ediyorlar.
Grevler�sürüyor�
Başbakan Santos, çiftçilerin grevine tepki olarakbelediye başkanlarını, valileri, endüstri kollarındantemsilcileri ve çiftçi kuruluşlarını toplantıya çağırarak,“ulusal tarım anlaşması”nı imzaladı.
Hükümetin bir süre önce Kolombiya ÖğretmenlerSendikası FECODE ile öğretmenlerin talepleri üzerindeuzlaşmaya varması, grevdeki tarım emekçilerininmüzakere masasına oturtan etken olmuştu ve böylecehükümet barikatların kaldırılacağını, emekçilerinistilasına uğrayan sokakların boşalacağını umdu. Fakatöyle olmadı.
Ulusal Tarım anlaşmasına karşı birçok çiftçi örgütüde alternatif bir tarım zirvesi düzenledi. Bu zirveye2.500 çiftçi katıldı. Açıklanan sonuç bildirgesindeçiftçiler, sözü geçen anlaşmanın eski politikaların birdevamı olduğunu ve bunun yetersiz olduğunusöyleyerek reddettiler.
Ve halen ülkenin birçok bölgesinde grevler sürüyor.Boyacá kentinde halen 19 sokak emekçilerin işgalialtında bulunuyor.
Eğitim emekçileri arasında da hükümetinKolombiya Öğretmenler Sendikası FECODE ileimzaladığı anlaşmaya karşı hoşnutsuzluk büyüyor.Binlerce öğretmen bu anlaşmanın tüm öğretmenlerintaleplerini içermediğini, öğretmenlerin sorunlarınıçözmeye yetmeyeceğini dile getirerek anlaşmayıreddediyor.
Hükümet diğer yandan geçtiğimiz 20 Eylül’den beri“sıfır fazla çalışma”, daha fazla ücret ve daha iyiçalışma koşulları talep ederek greve giden binlercepilotla da uzlaşmanın yollarını arıyor.
Baskı�ve�terör�direnişi�bastıramıyor�
Kolombiya’da çalışanların beşte biri tarımsektöründe istihdam ediliyor ve bu sektörde yoksullukgiderek büyüyor. Halen her üç kişiden ikisi asgariücretin altında ücret alıyor.
Mart ayında yaşanan yaygın protestogösterilerinde hükümet reform sözü vermiş ancaksözünü tutmamıştı.
Bunun üzerine çiftçiler, başkent Bogotá, Boyacá veCundinamarca arasındaki ana yollar başta olmak üzereonlarca yolu kurdukları barikatlarla işgal etmişti.Okullar ve üniversitelerde ders yapılamazken,dükkanlar kapalı kalmıştı. Başkentin üç ana ulaşımyolunda kurulan barikatlar nedeniyle sekiz günboyunca kent yalıtılmış ve havadan 50 ton gıda ve ilaçatılmıştı.
Eylül ayının başında yüzbinlerce kişinin katıldığıgösterilere öğrenciler, kamu çalışanları, tır şoförleri vemaden işçilerinin de katılması sermaye devletininkorkularını büyütmüştü. Kitlelere azgınca saldıran polisve askere karşı işçi ve emekçi kitleler militan sokakçatışmalarıyla karşılık vermişti.
Bugüne değin gösterilerde dokuz kişi yaşamınıyitirdi. Yaklaşık 800 kişinin yaralandığı gösterilerde 512kişi de tutuklandı. Tüm bunlar, sömürü ve zorbalığakarşı ayağa kalkan Kolombiya işçi sınıfı ve emekçikitlelerinin öfkesini ve direnişini bastırmayayetmeyecektir.
Kolombiya’dagrevler yayılıyor
Çin’den sonra dünyanın en büyük ikinci tekstilihracatçısı olan Bangladeş’te tekstil sanayi köleceçalışma koşullarının üzerinde yükseliyor ve tekstilsanayi ülkenin en önemli sektörlerinden biri.Bangladeş’te işçiler sadece kölece ücretle yaşamakzorunda kalmıyor. Onlar, kapitalistlerin kâr hırsı içinkölece çalışma koşullarına da maruz bırakılıyorlar. Buyüzden Nisan ayında işçilerin çalıştığı bir binayıkılmıştı. 1130 tekstil işçisi yıkılan ve içerisinde çoksayıda fabrikanın bulunduğu binadan ölü olarakçıkarılmıştı. Haziran ayında yüzlerce işçi kirli su içtiğiiçin zehirlenmiş ve hastaneye kaldırılmıştı.
Kolombiya’da�petrol�rafinerisinde�grev�
Kolombiya’da Cartagena’daki petrol rafinerileriningenişletilmesinde çalışan 10 bin inşaat işçisi 21 Eylülgünü greve giderek işi durdurdu. İşçiler yüzde 43 zamtalep ediyorlar. Rafinerinin genişletilmesi ile Reficarrafinerisi kapasitesini iki katına, 165 bin Barrel’eçıkaracak. Reficar devlet petrol tekeli Ecopetrol’e ait.
Uganda’da�eğitim�emekçileri�süresiz�grevde�
Uganda’da öğretmenler, ücret artışı ve daha iyiçalışma koşulları talep ederek süresiz greve gitti.Kenya’daki meslektaşlarını örnek alan eğitimemekçileri, ücretlerine yüzde 20 oranın zam talepediyorlar. Öğretmenler Uganda’da 100 Euro maaşalıyorlar.
Grev nedeniyle 12 milyon öğrenci okulagidemiyor.
Başbakan Museveni ise, eğitim emekçilerinintaleplerini karşılayacağı yerde, işten atmakla tehditediyor.
Avustralya’da�eğitim�emekçilerindenprotesto�eylemleri�
Avustralya’nın batı eyaletinde 20 bin eğitimemekçisi 20 Eylül günü, hükümetin kısıtlamalaragitmesini protesto etti. Eyalet başkenti Perth’de de 15bin öğretmen işten atmalara ve ücretlerindondurulmasına karşı sokağa çıktı. Batı Avustralyaeyaletinde 23 merkezde gerçekleşen sokakprotestolarına veliler ve öğrenciler de destek verdi.
Çin’de�TDK�Changan�işçileri�grevde�
Çin’in Guangdong eyaletinde bulunan Changan’da24 Eylül günü TDK Changan fabrikasında çalışanbinlerce işçi greve gitti. İşçiler, emeklilik sigortası içinemeklilik kasasının kendilerine ödeyeceğinden dahafazla kesilmesini protesto ediyorlar.
Polis işçilere köpekleri ile saldırdı. Saldırıda birçokişçi köpekler tarafından ısırıldı.
Fabrikada bilgisayarlar için mıknatıs başlıklarüretiliyor.
Tayland’da�ormanların�talan�edilmesinekarşı�protestolar�
Tayland’ın başkenti Bangkok’ta Mae Wong ulusalparkında 10 Eylül’de başlayan baraj yapımına karşıbinlerce kişi 22 Eylül günü sokağa çıktı. Çevrecigruplar yıllardır baraj projesine karşı direniyorlar.Baraj nedeniyle 20 kilometrekare orman yok edilmekisteniyor.
21 Eylül’de Federal Kürdistan Bölgesi’nde (FKB)gerçekleştirilen seçimlerin sonuçları belli oldu. Kesinsonuçlar henüz resmi olarak ilan edilmese de,partilerin aldıkları oy oranları açıklandı.
FKB hükümeti, seçimlerin sorunsuz bir ortamdagerçekleştirildiğini açıklasa da, bazı bölgelerde KDPgüçlerinin saldırgan tutumlarına tanık olundu. Mısrikeve Giregve kamplarında bine yakın seçmenin oykullanması engellenirken, peşmergelerin iseseçmenlerle birlikte oy kullanıldığı bildirildi.
Özellikle Duhok ve Zaxo’da oy kullanma işlemininbaşlamasıyla birlikte sandıkların konulduğu bir çokokulun kapısında duran KDP’lilerin, kendi adaylarınınkartlarını halka dağıtarak oylarını KDP’ye vermeleriniistediğine dair haberler de var. Öte yandan PÇDK’ninHewler mitingi engellenirken, kimi yerlerde çalışanlarıdarp edildi, hatta silahlı saldırıya uğradı. Buna rağmenbu tür olayların bazı bölgelerle sınırlı kaldığını farklıtaraflar da kabul ediyor.
Kürt basınında yer alan haberlere göre, seçimlerdeBarzani’nin partisi KDP oyların yüzde 38,7’sini,(YNK’dan kopan) Noşirvan Mustafa liderliğindekiGoran Hareketi yüzde 23,26’sını, Talabani’nin partisiYNK yüzde 16,84’ünü, siyasal İslamcı Yekgirtu yüzde10,1’ini, siyasal İslamcı Komel yüzde 6.52’sini, diğerpartiler ise (PKK çizgisine yakın Kürdistan DemokratikÇözüm Partisi (PÇDK), Kürdistan Sosyalist Partisi (PSK),Kürdistan Emekçiler Partisi (Zehmetkêşan), KürdistanKomünist Partisi (KKP) ve diğerleri.) yüzde 4,49’unualdı.
Seçimlere ilk kez katılan PÇDK’nin en önemlihedefinin, parlamentoda bir-iki sandalye ile temsiledilmek olduğu bildirilirken, açıklanan sonuçlara göre,parlamentoya temsilci göndermesi mümkünolmayacak. Bazı kaynaklar ise, bir sandalyekazanabilme ihtimalinden söz ediyorlar.
Barzani’nin KDP’si birinci parti olmakla birlikteoylarında bir düşüş gözlenirken, sağlık sorunundandolayı 9 aydır tedavi gören Talabani’nin YNK’sı ise,ciddi bir güç kaybına uğradı. YNK’dan ayrılan Goran
ise, oylarını koruyabildi. Oysa bu hareket, Arap
dünyasındaki halk isyanlarına paralel olarak FKB’de
gelişen halk hareketini önce desteklese de, kısa sürede
hareketi yarı yolda bırakmıştı.
Belli bir oy oranına ulaştığı görülen siyasal İslamcı
partiler, az da olsa oylarını arttırabildiler. Sol sosyalist
akımların oy oranı ise, yüzde 3’ler civarında kaldı.
Seçim barajının olmadığı FKB’de seçimlere katılım
oranının yüzde 73-74 oranında olduğu bildirildi. Seçim
sistemine göre, parlamentoda yüzde 30 kadın
kontenjanı olmakla birlikte, bu kuralın gerçek hayatta
bir karşılığı bulunmuyor. Seçimlere 27 parti katılırken,
bunların19’u Kürdistan, geri kalanlar ise Türkmen,
Asuri-Süryani, Keldani azınlıkların kurduğu partilerden
oluşuyor. Seçim sistemine göre parlamentodaki 111
sandalyenin 5’i Türkmenlere, 5’i Hıristiyanlara, 1 ise
Ermenilere ayrılıyor.
Hükümeti kurma görevini üstelenecek olan KDP,
koalisyonu, yine YNK ile oluşturmak istediğini açıkladı.
Buna olumlu yaklaşan YNK’nın, uzun zamandır KDP ile
devam eden ittifaka son vermek istediği de, liderleri
tarafından dile getirildi.
Farklı olasılıklara açık olmakla birlikte FKB,
merkezinde KDP olan bir hükümetle yola devam
edecek. Bu da, seçimlerin Güney Kürdistanlı emekçiler
için bir şeyi değiştirmediğine işaret ediyor. Çünkü
2011’de kitlesel protestoları tetikleyen sosyal, siyasal,
toplumsal sorunlar yerli yerinde duruyor.
Geçerken belirtelim ki, Rojava’da aldığı tutum, KDP
liderliğinde kurulacak yeni hükümetin ezilen Kürt
halkının sorunlarına çözüm üretme gücü ve
iddiasından yoksun olacağına işaret ediyor. Zira AKP
iktidarının yönlendirdiği cihatçı çetelerin Rojava’ya
saldırması ve burada vahşi katliamlar yapmasına
rağmen, utanç verici bir sessizliğe bürünen Neçirvan
Barzani başkanlığındaki FKB hükümeti, saldırıya
uğrayan Kürt halkına destek olmak yerine, Güney
Kürdistan’ın egemen sınıflarının çıkarlarını esas alan
bir duruş sergilemiştir.
Güney Kürdistan’daseçimler
Türkiye’nin�Beyrutbüyükelçiliği�önünde
eylem
Yakınları Türk devletinin desteğindeki çetelertarafından rehin alınan Lübnanlı aileler, 23 Eylülgünü Beyrut Büyükelçiliği önünde gösteridüzenlediler. Yakınlarının kaçırılmasından TayyipErdoğan ve hükümetini sorumlu tutan aileler,eylemlerini sertleştireceklerini ifade ettiler.
Yaptıkları açıklamada, “Tayyip Erdoğan isteseyakınlarımız kurtulur” ifadelerini kullanan aileler,Lübnan devletinin yakınlarına sahip çıkmadığını,bundan dolayı Türk devletine karşı daha etkilieylemlere başvuracaklarını belirttiler.
Beyrut’taki Türk Kültür Merkezi, Türk Hava Yolları(THY) ve Büyükelçilik binalarını kuşatmaya devamedeceklerini belirten aileler, THY’nin taşıdığıyolcuların Beyrut’a ulaşmasını engellemek için, yolkesme eylemlerine de başlayacaklarını ifade ettiler.
Baas yönetimine karşı savaşan Türk devletidesteğindeki kökten dinci çetelerin, Lübnanlırehineleri, Şam’da bulunan bazı tutuklularla takasetmek istediğine dair iddialar var.
Ailelerin aylardan beri eylem yapmasına vegeçen haftalarda iki Türk pilotunun Beyrut’takaçırılmasına rağmen, Lübnanlı rehineleri elindebulunduran çeteleri destekleyen AKP iktidarı, olayaduyarsızlığını sürdürüyor.
Fas’ta�zam�protestosu
Fas İşçi Sendikaları Birliği tarafından yapılan çağrıüzerine sokaklara çıkan binlerce işçi ve emekçi, 22Eylül günü Fas’ın başkenti Rabat’ta hayat pahalılığınıve akaryakıta yapılan zamları protesto etti.
Satın alma gücü düşen işçi ve emekçiler, dinci-gerici hükümetin zamlara neden olan neo-liberalpolitikalarını protesto ederek zamların geriçekilmesini talep etti.
Birçok kentten işçi ve emekçilerin başkentegelerek katılığı eyleme sol/sosyalist güçler de destekverdi.
Tayyip Erdoğan’ın AKP’sine özenen Fas’ın dinci-gerici güçleri, AKP adıyla kurdukları partiyleseçimlere girmiş ve liberal partilerle koalisyonhükümeti kurmuştu. İki yılı tamamlamadanbaşarısızlığa uğrayan ve zamlarla emekçileri sefaletesürükleyen hükümetin durumunun sallantıdaolduğu bildiriliyor. Ortak bir cephe içinde birleşmeyeçalışan muhalif partiler, Fas AKP hükümetinisıkıştırıp erken seçimi gündeme getirmeyehazırlanıyorlar.
Marmara ÜniversitesiMarmara Üniversitesi Nişantaşı Kampüsü’ndeki
forumların ikincisi 23 Eylül günü yapıldı. Forumda ağırlıklıolarak okuldaki sorunlara karşı bir öğrenci kulübükurularak etkinlikler yapılması tartışıldı. Önceki forumunyapıldığı orta bahçedeki bankların hepsi boyandığı içinforum Diş Hekimliği binasının önünde yapıldı.Fişlemeleriyle ünlü İletişim Fakültesi Dekanı YusufDevran’ın bankları boyattığı düşünülüyor.
Ayrıca sivil polisler, ÖGB ve sivil faşist çeteler forumusürekli taciz etti.
ODTÜ24 Eylül günü, ODTÜ U3 Amfisi’nde “Yol Meselesi”yle
ilgili geniş katılımlı bir bilgilendirme paneligerçekleştirildi. Toplantıya ODTÜ öğrencileri, mezunlar,avukatlar, akademisyenler ve rektör Ahmet Acar dışında100. Yıl Mahalle sakinlerinden de katılım oldu. Yaklaşık 3saat süren panelde uzun bir süre çeşitli konuşmalargerçekleştirildi, ardından da forum şeklinde panel devametti.
İlk olarak, Anadolu Bulvarı’nı Dikmen’ebağlayacak olan ve yapımına başlanan yolunDikmen’de ulaştığı bölgeye dair bir video gösterimiyapıldı. Ardından Ulaşım Plancısı Erhan Öncü“Ankara’da Yeşilden Geçirilen Yollar” başlıklı birsunum gerçekleştirdi.
Panel-forumun politik anlamı ise daha sonrakikonuşmalarda ortaya çıktı. Rektör ve emekliakademisyen Ali Türel, yapmış olduğukonuşmalarla “ODTÜ’nün yasal olarak yapabileceğihiçbir şey kalmamıştır” diyerek istemeden de olsagerçek direnişin ve mücadele yolunun sokaktangeçtiğini göstermiş oldu. Rektör Ahmet Acaryapmış olduğu konuşmada, ODTÜ’yü ikiyebölecek yolun yapımına engel olduklarını veAnadolu Bulvarı’nın devamı olan yolungüzergahını da mümkün olduğunca
değiştirdiklerini, kabul edebilecekleri sınıraçektiklerini belirterek, “Biz ODTÜ’nün bütünlüğünübozacak adımlara yasal olarak engel olduk ve bizgörevimizi yaptık” diyerek aslında kendi koltuğunukurtardığını, iktidarla ve belediyeyle anlaştıklarını,gerisinin teferruat olduğunu ima etti.
Konuşma yapan öğrenciler, “ne yapılmalı”sorusunun yanıtını sokağın gösterdiğini belirttiler.İnci Gökmen ve 100. Yıl’dan gelen bir mahalleli,öğrencilerin konuşmasını destekleyerekrektörlüğü eleştirdiler.
İstanbul Üniversitesi24 Eylül günü Beyazıt ve Fen-Edebiyat
forumları toplandı. Edebiyat Fakültesi HergeleMeydanı’nda gerçekleştirilen forum önceliklemoderatör seçilmesiyle başladı. Ardındangündem önerileri sunmak üzere katılımcılar söz
aldı. Gündem önerileri sunulması ile forum, üniversitesorunları ve özelde polisin üniversitelere gelmesi
konusuna hapsedilince öğrenciler bir süre sonuçsuz vesomut önerisiz sözlerden sonra forumu terk etmeyebaşladı.
Bir süre sonra söz alan Ekim Gençliği okurları,üniversitelerin diğer toplumsal sınıf ve kesimlerden ayrıolmadığı, bu nedenle sorunlarında ayrı elealınamayacağını vurguladılar. Fakat bir takım gençlikörgütleri polisin üniversitelere gelme konusunu dönedöne vurgulaması ve forumu bu eksene oturtmaçabaları sonucu foruma katılan öğrenciler forumdaoluşan dağınıklık ve hiçbir önerinin somut kararabağlanmaması nedeniyle forumdan ayrıldılar. Forumbunun üzerine yapılan somut önerilerin bir sonrakiforumda tartışılması için sona erdirildi.
DEÜEğitim-Sen Üniversiteler Şubesi’nin çağrısıyla 25
Eylül günü Dokuz Eylül Üniversitesi DokuzçeşmelerKampüsü’nde forum gerçekleştirildi.
Eğitim-Sen adına yapılan açılış konuşması ile
başlayan forumda polisin üniveristelere girmesi ve yurtsorunu en çok tartışılan konu oldu. Ayrıca, forumunörgütlenmesi, bundan sonra her hafta yapılacakforumların konuları tartışıldı.
Sürgün edilen Eğitim-Sen’li bir emekçi, yaptığıkonuşmada mücadelenin sürdürülmesi gerektiğinibelirtti ve Eğitim-Sen’i devrimci ve ilerici öğrencilereyeterince destek olmamakla eleştirdi.
Daha sonra Eğitim-Sen adına yapılan konuşmadaeleştiriler kabul edilerek devrimci ve ilerici öğrencilerledaha yakın ilişkide bulunulacağı söylendi.
Tartışmalar sonucunda, iki haftada bir kampüslerde,ayda bir de merkezi olarak DEÜ forumları yapılması dilegetirildi.
Ekim Gençliği / İstanbul-Ankara-İzmir
Gençlik forumlarda mücadeleyi büyütüyor
İÜ’de�ÖGB�saldırısı
Okulların açılmasıyla faaliyetlerini sürdüren EkimGençliği okurları, 20�Eylül günü sabah saatlerindeafişlerini asarken Hukuk Fakültesi’nde ÖGB’lerinsaldırısına maruz kaldı.
Bunun üzerine biraraya gelen devrimci,demokrat, ilerici öğrenciler ortak bir tutum alarakhazırladıkları afişleri Hukuk Fakültesi koridorlarınaasarken ÖGB’lerin saldırısıyla karşılaştı. Asılanafişleri korumaya çalışan öğrenciler ile ÖGB arasındadakikalarca arbede yaşandı. ÖGB’ler hem saldırıesnasında hem de okul dışında Ekim Gençliğiokurlarını tehdit etti. ÖGB’ler saldırıya karşı direnenöğrencileri de darp etti.
Afişleri indirtmemek için direnen öğrencilerÖGB’yi geri püskürttü. Yaşanan arbede sırasındadiğer öğrencilerin de destek vermesiyle ÖGB’ler geriçekilmek zorunda kaldı.
23�Eylül�günü erken saatlerde EdebiyatFakültesi’nde açılan standda dergi, gazete, broşürgibi materyaller öğrencilere ulaştırıldı. Ardındanfakülte kantininde de broşür dağıtımı yapıldı.Üniversitenin bahçesine “Gençlik gelecek, geleceksosyalizm!’” şiarlı pankart asıldı.
25�Eylül günü Edebiyat Fakültesi’nde “Gençlikdirenişe!” şiarlı materyalleri kullanan Ekim Gençliğiokurları ardından Beyazıt Merkez Kampüsü’ne geçti.
Burada Hukuk Fakültesi’nin kantini karşısınapankart ve afişler asıldıktan sonra fakülte içine deafiş asmak için giren Ekim Gençliği okurlarını ÖGBbir kere daha engellemeye çalıştı. Daha önceki gibi“duvarların zarar gördüğü” bahanesiyle afişastırmayacağını söyleyen ÖGB amirine afişlerinnereye asılacağına kendisinin karar veremeyeceği,duvarlara da okulun her tarafına da afişlerinasılacağı vurgulandı.
Yaşanan arbede sırasında diğer gençlikörgütlerinin de gelmesi ile yasağa karşı ortak tutumalındı.
24 Eylül 2013 / İÜ
25 Eylül 2013 / DEÜ
Sermaye devleti gençlikten korktuğunu herhareketiyle belli etti. Çünkü gençlik geleceği temsilediyor ve düzen güçleri gençliği kazanamazsa -kikazanma şansı artık hiç yok- veya gençliği baskıaltına alamazsa korktukları başlarına gelecek.
Korkuları elbette yersiz değil. Bunu AKP iktidarıkendi kısa tarihinden de, Türkiye’deki toplumsalmücadeleler tarihinden de çok iyi biliyor. Gençlikdinamizmiyle, militanlığıyla, başeğmezliğiyle herzaman düzen için bir tehlike olmuştur. Burjuvazi butehlikeyi bertaraf etmek için yeri geldiğinde gençlikönderlerini Denizleri, Erdalları asmıştır, yerigeldiğinde tutuklamış işkencelerden geçirmiştir, yerigeldiğinde sokak ortasında Taylanları, Ertuğrullarıkurşunlamıştır. Ki Haziran Direnişi’yle berabergençlik sokaklara çıkmış, devletin katlettiği tüminsanlar ister işçi olsun ister öğrenci toplumun gençunsurları olmuştur.
Genelgeyle�baskı�sistematikleşiyor...
“Üniversitelerde yeni dönem baskılarla başladı”dedik. İstisnasız ülkenin dört bir yanından örneklervermek mümkün. Haziran Direnişi’ne katılanlara,özellikle örgütlü güçlere yönelik tutuklama vesoruşturma terörü ile daha okul açılmadan devlethazırlıklarına başladı ve yeni dönemin nasılgeçeceğine dair ipucu vermiş oldu.
Üniversiteler açılmadan önce on büyük kentinGüvenlik Şube, EGM İstihbarat Dairesi ve Terörle
Mücadele Şubesi müdürleri çalıştayda birarayagelerek gençlik mücadelesinin önünü nasılalacaklarını tartıştılar. Daha fazla soruşturma, dahafazla baskı kararları aldılar. Gençliğin direnişine karşıneler yapabileceklerini özellikle ODTÜ örneğiüzerinden gündemlerine aldılar. Eylemlere karşıüniversitelerde 24 saat polis bekletilmesinin detartışıldığı çalıştay baskının sistematikleşeceğinin birkanıtı ve adımıdır. Ayrıca İçişleri Bakanlığı tarafından81 ilin valiliklerine ve onlar aracılığıyla KYK’ya, YÖK’eve üniversite yönetimlerine gönderilen“Üniversitelerde Alınacak Güvenlik Tedbirleri”başlıklı bir genelgeyle, üniversitelerdeki eylemlerekarşı önlemlerin vali ve üniversite yönetimleriarasında kurulacak koordinasyonlarla sağlanmasıkararlaştırıldı. Yeni dönem başlamadan valibaşkanlığında rektör, il emniyet müdürü, il jandarmakomutanı ve ilgili devlet yetkililerinin birliktetoplantı yapması istendi. Bu adımların hepsi birkorkunun ifadesidir ve polis-üniversite işbirliğinindaha da sistematikleşeceğinin kanıtıdır.
AKP’li bakanların üniversitelere gelebilmesi içindüzenlemeler yapılması da genelgede var. Zira AKP’libakan ve vekiller gençlik korkusundan üniversiteaçılışlarına katılamadılar.
Yeni�dönemde�baskılar…
Üniversitelerde baskının artacağının tek delili butoplantı ve genelge değil elbet. Okullar açıldığından
beri pratikte de karşılaşıyoruz baskıların hertürlüsüyle. Birkaç örnek vermek gerekirse...
Ankara ve İzmir’de geçen dönem açılansoruşturmalara cezalar çıkmaya, yeni soruşturmalaraçılmaya başlandı bile. ODTÜ’de geçen yıl Göktürk-2uydusunun fırlatılması töreni için ODTÜ’ye gelmeyeçalışan Tayyip’e gereken cevabı veren 45 ODTÜ’lüye6’şar yıl hapis cezası istendi. Bunun kendisibaskıların sadece soruşturmalarla sürmeyeceğinin,mahkemelerle ve tutuklamalarla da artacağının birgöstergesi oldu.
Kayıt haftasında cemaatlerin önü açılırkendevrimci ve ilerici öğrencilerin kayıt masalarınayönelik saldırılar yaşandı. Özellikle ÖGB’ler eliylegerçekleşen saldırılarda devlet üniversitelerdedevrimci faaliyete ne kadar tahammülsüz olduğunugösterdi. Hatta ODTÜ’de kayıt haftası cemaatyurtlarının propagandasını yapanları kovan ODTÜöğrencileri gözaltına alındı, haklarında soruşturmaaçıldı.
Okulların açılmasıyla birlikte İstanbul Üniversitesiyönetimi de devrimci çalışmaya yöneliktahammülsüzlüğünü yasaklamalarla ortaya koydu.Daha ilk günden itibaren bölümler arası geçişyasağından bina içlerine afiş asma ve masa açmayasaklarına kadar bir dizi uygulama gündeme geldi.Bu yasaklar ÖGB’lerin tacizleri ve saldırılarıylahayata geçirilmeye çalışıldı.
Yeni dönemde kamerasız bina, yurt, turnikesizgiriş kalmayacağının ilk sinyalleri tüm eğitimbinalarında ve kampüslerde görüldü. Öğrencileriturnikelerden içeri alarak kontrolü ve denetimiarttıracakları ortada.
Okullarda düzenlenen forumlar da tacizlere,engellemelere uğruyor. Yazın yapılan forumlardansoruşturma açılan öğrenciler varken, hemen hementüm üniversitelerde forumları ÖGB’ler ve sivilpolisler taciz ediyorlar.
Polisin tacizleri ise gelenekselleşmişyöntemlerden. Ailenin aranmasından komşularındolaşılmasına, kaçırmalardan sürekli takibe kadarbirçok baskı yöntemi polis tarafından uygulanmayadevam ediliyor. Ekim Gençliği Yaz Kampı’nakatılanlara yönelik tacizler, ailelerin aranması,İzmir’deki polis tacizleri bunların en yakın örneklerioldu.
Baskının yetmediği yerde, muhbirlik, ajanlık,ifade vermeye zorlama yöntemleri de işletiliyor.Sadece üniversitelerde değil, liselerde de bununörneklerine rastlıyoruz.
Yeri geldiğinde de hak arama mücadelesinekatılanları fişlemek için Afyon’daki gibi öğrencilerefişleme anketleri yapıyorlar. Haziran Direnişi’nekatılanları fişleyip burs, yurt haklarını ellerindenalmaya çalışıyorlar. Kredi Yurtlar Kurumu burs vekredi almak için “direniş, boykot, işgal, yazı yazma,resim yapma, slogan atma” gibi faaliyetlere
Zulmü gücünden değil,korkaklığından geliyor!
AnkaraDTCF’de 25 Eylül günü fakültenin çeşitli yerlerine
yaygın bir afiş çalışması yapıldı. “Gençlik Direnişe”afişlerinin yanı sıra hemen her gün orta bahçedestand açılarak öğrencilere Ekim Gençliği ve KızılBayrak ulaştırıldı.
Ayrıca, Ekim Gençliği okurları 24 Eylül günü,faaliyetin ardından 12 Eylül Utanç Müzesi’ne gitti.
ODTÜ’de 25 Eylül günü okulun birçok yerine“Gençlik direnişe!” şiarlı afişler yapılırken standaçılarak ODTÜ Hazırlık öğrencilerine seslenildi.ODTÜ’de ayrıca Ulucanlar Direnişi de selamlanarak“Ulucanlar Katliamı’nı unutmayalım!”, “YaşasınUlucanlar Direnişi’miz!”, “Ulucanlar şehitleriölümsüzdür!”, “Yaşasın devrim ve sosyalizm!”,“Gençlik Direnişe!” şiarlı yazılamalar okulun dört birtarafına yapıldı.
22 Eylül günü de Ankara Ekim Gençliği okurlarıtarafından tanışma toplantısı yapıldı. Gezi Direnişi ileyeni bir sürecin başladığının ifade edildiği toplantıda,yeni dönemde kapsamlı saldırılara karşı ‘GençlikDirenişe’ şiarının öne çıkarılması gerektiğinin altıçizildi. Özellikle kayıt dönemi çalışmalarıdeğerlendirilirken, toplumsal harekete öncülüketmek üzerine sohbetler edildi. Kitle çalışmasındayaşanan sorunların tartışıldığı toplantı, EkimGençliği’ni büyütme kararlılığı ile sona erdi.Gündem ve çalışmaları tartışmak için iki haftalıkperiyodlarla biraraya gelinmesi kararı alındı.
AydınAydın’da gençliğin özellikle yoğun olarak
kullandığı alanlarda ve üniversite yolu üzerine“Gençlik direnişe!” stickerları yapıldı. Ayrıca “Haydibarikata, kavgaya!”, “Polis defol, üniversitelerbizimdir!”, “Gençlik direnişe, barikata, özgürleşmeye!”,“Emperyalist savaşa hayır!”, “Yaşasın devrim vesosyalizm!”, “Gençlik gelecek, gelecek sosyalizm!”yazılamaları yapıldı.
İzmir25 Eylül günü Ege Üniversitesi Yabancı Diller
Bölümü önünde stand açan Ekim Gençliği okurları
“Gençlik Direnişe” şiarlı bildirileri öğrencilere ulaştırdı.Standda Ekim Gençliği, Toplumcu Eksen ve Kızıl Bayraksatışı yapıldı. Ayrıca kampüsün içerisine yaygın şekildeafiş yapıldı.
Yandaş medyadan ATV’nin Ege ÜniversitesiSosyoloji Bölümü’nden bir öğretim görevlisi ileröportaj yapmak için kampüse gelmesi devrimci veilerici öğrenciler tarafından protesto edildi veüniversiteyi terk etmeye zorladı.
Ekim Gençliği / Ankara-Aydın-İzmir
Ekim Gençliğifaaliyetlerinden!
katılmama şartını getirerek gençliği yıldırabileceğinisanıyor.
Sindirme�ve�örgütsüzleştirmesaldırılarına�karşı�daha�fazla�direniş,
daha�fazla�örgüt!
Ancak yanılıyorlar. Gençlik içinde devrimmayalanmaya devam ediyor. Baskılar arttıkçamücadeleye sahip çıkanlar artmaya devam ediyor.Ancak tüm bu saldırıları püskürtmek için çok dahaörgütlü ve net politikalara sahip bir hat örebilmekgerekiyor.
Tüm bu baskı politikalarını gençliğe yönelik diğersaldırılarla birleştirebilmek, iç bağını kurabilmek vekitlesel, militan cevaplar üretebilmek gerekiyor.“Kitleler ürkmesin” kaygısıyla politik içeriğininboşaltıldığı çalışmalara prim vermemek, düzenekarşı net tutum alacak bir hat ortaya koymakgerekiyor. Bu konuda reformizmin gençlikiçerisindeki bozucu etkisini kırmak öncelikligörevlerimizin arasında yer alıyor. Dönem başındayapılan forumlarda reformistlerin bu yöndekigeçiştirmeci yaklaşımlarını, “kitlelerin ürkeceğini”ileri sürerek aslında kendi ufuksuzluklarını saklamaçabalarını teşhir edebilmek, bunu da gençlikkitlelerinin önünde yapmak gerekiyor. Kitlelerinmilitanlığı, düzen karşısındaki başeğmez tutumuhenüz örgütlü bir hal almasa da reformizmiaşmaktadır. Bizler için temel mesele bunu örgütlü vedevrimci politik bir hatta oturtmaktır. Zira baskıpolitikalarını boşa düşürmenin bundan başka biryolu da yoktur.
Üniversiteler açılırken “Gençlik direnişe!”çağrımızın temel gerekçelerinden birisiüniversitelerimize polisleri sokmamak için idi. Buhalen geçerlidir ve sorun daha da yakıcı bir halalmıştır.
Gençlik direnişe çağrımızı, devrimci politik birhatta ve örgütsel zeminde güçlendirmek içinçalışmalarımızı yoğunlaştıralım.
21 Eylül 2013 / ODTÜ
25 Eylül 2013 / Ege Üniversitesi
Bu hafta içinde Türk Hava Kurumu Üniversitesi’nin
Emniyet Genel Müdürlüğü’nün isteği üzerine İHA’lar
(İnsansız Hava Aracı) ürettiği haberi çıktı. Devlet
okullarının kaldırılmak istendiği, “parasız eğitim”in hak
olmaktan çıkartıldığı günümüzde, üniversitelerin
üretimi ellerinde bulunduran sermaye sahiplerinin
çıkarlarına göre işlediği gerçeğini daha iyi görmemiz
gerekiyor. Daha da ötesinde, savunma sanayi
sermayedarlarının üniversitelerle ilişkilerinin oldukça
sıkı olduğunu görebiliyoruz. Bunun en yoğun yaşandığı
üniversite olarak ODTÜ göze çarpıyor. “Metal Makine
dergisinin Temmuz-Ağustos sayısında çıkan
haberindeki bilgiye göre, savunma sanayii sektöründe
toplamda 118 firmadan 71’inin bulunduğu Ankara ili,
açık ara farkla diğer illeri geride bıraktı. Bu
firmalardan 19’u ise ODTÜ Teknokent sınırları
içerisinde yer alıyor.”1
Durum böyle olunca öğrencilerin üniversitenin
işlevini, üniversite yönetiminin düşüncelerini
sorgulaması gerekiyor. Çünkü söz konusu durumda,
birçok sermaye sahibinin ve devletin çıkarlarıyla kendi
çıkarları bunlara bağlı bir yönetim ve üniversite
işleyişiyle karşı karşıyayız. Ayrıca bu ne salt AKP
iktidarıyla gelişmiş bir durum ne de öncesiyle. Bu
durum, birçok ülkede karşı karşıya olduğumuz gibi
dünyadaki ekonomik işleyişin bir sonucu. Bugün rektör
bir karar alırken ilk önce devletten aldığı proje
desteklerini, sermaye sahiplerinin ihtiyaçlarını
karşılayıp karşılamadığını düşünmek zorunda.
Üniversitedeki öğrencilere soruşturma açarken,
üniversiteye Tayyip Erdoğan gelirken ya da üniversite
arazisine belediye yol yapmak isterken vb... Kısacası
yönetimin aldığı ve alabileceği kararlar onun içinde
bulunduğu ilişkiler tarafından belirleniyor.
Baktığımızda rektörün, yönetimin ve üniversitenin
aldığı kararlardan sorumlu kişilerin bu işleyişi
aksatmaması, özellikle de devlete, sermaye sahiplerine
karşı sorumluluklarını yerine getirmesi gerekiyor.
Devlet üniversitelerinin yönetimine iş adamlarının
sokulmak istenmesinin, vakıf üniversitelerinin
mütevelli heyetlerinde iş adamlarının ağırlığının
olmasının sebebi bu. Türk Hava Kurumu Üniversitesi
mütevelli heyetine baktığımızda, başkanın NATO
madalyası aldığını, başkanvekillerinden bir tanesinin
uzun süredir işçilerin grevlerle haklarını aradığı ve
kendisinden hesap sorduğu THY İnsan Kaynakları
Genel Müdür Yardımcısı olduğunu, bir başkasının da
Alp Havacılık San. Ve Tic. A.Ş. yönetim kurulu başkanı
olduğunu görüyoruz.
Bu ilişkiler ağını göz önünde bulundurarak,
teknokentlerin üniversitedeki varlığına ve buralarda da
savunma sanayinin varlığına dönelim. Suriye’deki
savaşı kışkırtan, Suriye halklarını katleden El-Nusra’ya,
ÖSO’ya silah temin eden hükümet için üniversitelerde
üretiliyor bu silahlar, telsizler ve daha birçok askeri
malzeme. Haklarını arayanlara terörist diyenler, aslında
savunma sanayine ayırdıkları kaynaklarla gerçek terörü
uyguluyor. Bu amaçların hayata geçmesine ön ayak
olan bir kurum olarak üniversitelerin rektörleri,
yönetimleri de “işlerini yapıyor”. Üretimin toplum için
yapılmadığı, sermayenin kârları için yapıldığı bir
toplumda üniversiteler de bu çıkarların bir parçası
haline geliyor.
Kaynakça: 1: odtuteknokent.com.tr
Bir�zirve�de�gençliğe�karşı
Üniversiteler açılmadan üç gün önce polis şeflerigençlik mücadelesine karşı yapılacakları planlamakiçin çalıştayda biraraya geldiler. Ankara, İstanbul,İzmir başta olmak üzere 10 büyük kentin GüvenlikŞube, EGM İstihbarat Dairesi ve Terörle MücadeleŞubesi müdürleri çalıştayda yer aldı.
Gençlik mücadelesinin eylemlilikleri işlenençalıştayda ODTÜ ayrıca gündemleştirildi. ODTÜöğrencilerinin saldırılar karşısındaki tutumu ve sonolarak ODTÜ’den geçecek yola karşı örülen direniş,polislerin ayrıca üzerinde durduğu bir gündemmaddesi oldu.
Çalıştayda öne çıkan başlıklardan biri saldırısırasında çekilen görüntüler oldu. Polis şiddetininteşhir olmasına neden olan görüntülere karşıalınabilecek önlemler de çalıştayda işlendi.
Polisler üniversite yönetimlerinin öğrencilere“hoşgörüde bulundukları” için olayların arttığınıdeğerlendirerek rektörlerin daha ağır cezalaruygulaması gerektiği üzerinde durdular.
Çalıştayda ayrıca İçişleri Bakanlığı’nın kısa süreönce valiliklere gönderdiği ve üniversitelerdealınacak güvenlik önlemlerini içeren genelgeye göreüniversite kampüslerinde eylemlere karşı 24 saatpolis bekletilmesi kararı tartışıldı.
“Eğitimde�kalite”yepatron�standardı
“Türkiye’de Mesleki ve Teknik Eğitimin KalitesininGeliştirilmesi Projesi” adı altında patronlara hizmetedecek eğitim sistemindeki düzenlemeleri konuşmaküzere bir toplantı gerçekleştirildi. “Kaliteli MeslekEğitim Nitelikli İşgücü” başlığıyla Ankara’dageçtiğimiz hafta sonu yapılan toplantıdan çıkanlareğitimdeki sömürünün katmerlendirileceğininişaretini taşıyor.
Patronların çıkarına uygun vasıflı ve ucuz işgücüiçin yeni adımlar planlanan toplantıda, patronlarınbizzat yönlendirme için eğitime dahil olduğu birsüreç üzerinde durulduğu ifade edildi. 21 ilde pilotuygulama ile başlayacak proje ile “kalite” içinpatronlar eğitim sistemine dahil edilecek ve stajındışında okul içi eğitimde de söz sahibi olacaklar.
“Mesleki eğitimde kalite ile ilgili kaygılarıngiderilmesine yönelik son on yılda çok önemliadımlar atıldı” diyen Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı,AKP iktidarının bu alandaki pratiğine dikkat çekti.Avcı, mesleki ve teknik eğitim sisteminde “tümaktörler” arasında “iş dünyasından temsilcilerinbulunduğu” ulusal bir kalite güvence komisyonuoluşturulacağını söyledi. Koordinasyonun sağlanmasıiçin de ulusal bir kalite güvence merkezi kurulacak.
Savunma sanayinin birparçası olarak üniversiteler
(15 yaşında, bir Liselilerin Sesi dergisi okurunun
Haziran Direnişi öncesi ve sonrasına dair kendi
gözlemleri ve devletin eğitim alanlarındaki yeni
uygulamalarını konu aldığı değerlendirmesini
okurlarımıza sunuyoruz... / KB)
Bu ayaklanmanın başladığı tarihin gerisinidüşünüyorum. Aslında bu zamana kadar ne bir şeybildiğim, ne de öğrendiğim varmış. Kaybettiğimgünlere üzülüyorum. Bilinçsiz yaşamak,yaşamamaktan daha ağırmış oysaki. Yıllardır hepgüvenini yitirmiş, korkularım ve endişelerim arşaulaşmış, insanlara yabancı gözlerle bakar olmuştum.İnsanlar kötüydü benim gözümde evet, çünkü onlarlahiçbir ortak noktam olmamış. Hatta birlikte varlığımızısürdürdüğümüz insanlarla bu topraklarda birbirimizegüvensiz, korkulu, kötü, yabancı ve nankörce bakarolmuştuk. Bunun nedenini ne bilmeyenlerimiz günyüzüne çıkartmış, ne de bilenlerimiz bizimlepaylaşmak için uğraşır olmuştu.
Faşizmin akıttığı her kanda içten içe biraz dahaboğulmuş, o kanları gözlerimizden fışkırtarak,acımasızca yaklaşmıştık birbirimize. Gücümüzünfarkında değildik, birlikten kuvvet doğardı ve biz bunugörmezden geliyorduk. Bizi sömürenlere tapıyor,katillerimize ise vatan kurtarıcı gözüyle bakıyorduk.Yüzdeki maskeler düşünce gördük ki; aslında engüvendiklerimiz en canımızı yakanlarmış.
Hayatımın en verimli, en sağlıklı, en güzel, enmutlu ve en bilinçli günlerini geçirmiş oldum 31Mayıs’tan bu yana. Artık korkmuyorduk hiçbirimizevet, kaybettiğimiz 6 yoldaşımızla birlikte daha dagüçlendik, umutlandık, birleştik. İnsanlarımıza engelgözüyle bakan iktidar ve onların bizim alınterimizle,emeğimizle, hak ederek kazandığımız, bizimgözümüzde geleceğimizin yatırımları olan paralarlatuttuğu polis, bizi, yani bütün engellerini tek tekortadan kaldırma amacının artık farkına varmıştık. Vebu bizi daha da kinle onlara bakarak, gücümüzlezaman geçtikçe büyüyeceğimizi ortaya koymuştu.Bunu gördük ve bu mücadelemizi çok daha fazlaanlamlı kıldı.
Sessiz kalmak sadece günleri değil, her günün
birikimi olan yoldaşlarımızı aldı yanımızdan. Varlığımızıkimseye gösteremedik, sindirildik ve bunun yıllarcaolan birikimi bize mücadele ruhunun en yoğun şekildeyaşanması gerektiğini gösterdi. Canımızı yakanlaraemeğimizi teslim etmiş olduk. Yoklukla verdiğimiz budireniş halkımızın dirilişi oldu.
Şimdi sıra gençlikte, onların bilinçlenmesinde.Okulların açıldığı ilk haftadayken, zorunlu dinderslerinin birinde hocamız; “Gençliği baştançıkarmaya çalışıyorlar, dikkatli olun, hiç kimsenindediklerine inanmayın” diye bir konuşma yaptı. Busözlerin nereye gittiğini anlamıştım, bu da beni çoküzdü. Gençlik baştan çıkarılmıyor, gençliğin aklı başınageliyor hocam! At gözlüklerini çıkardık biz,duyduklarımıza değil, gördüklerimize inanıyoruz artık.Boşuna konuşuyorsunuz, söylediklerinize itaatetmeyeceğiz bu saatten sonra, kanmayacağız size.Eğitim sistemiyle oyuncak gibi oynuyorlar. Nasılişlerine geliyorsa öyle olmalı tabii. Artık devamsızlıkhakkımız 10 güne düşürüldü, 2 gün üst üstegitmeyince disiplin kurulunca kınama cezası alıyoruz.Nedeni de; gençliğe daha çok hakim olmak, onlarıeğitim üzerinden engellemek, söz hakkı vermemekistemeleri. Eylemlere katılmamıza, direnişimize hayırdemek istiyorlar, bu haklarımızı elimizden almakistiyorlar. Biz sustukça üzerimize daha çok geliyor,konuştukça engelliyorlar. Artık öyle bir haddeye geldikki okullarımıza gitmek dahi istemiyoruz. Sokaklardakarşı çıktığımız, kınadığımız iktidarın bambaşka birhale getirdiği okullarda eğitim görmeye çalışıyoruz.Gittiğimiz yer okulluktan çıkmış, sanki bir camii, sankibir cezaevi. Bütün haklarımız elimizden alınmış,gittikçe kısıtlayarak bize yön vermeye, dediklerini birbir uygulatmaya çalışıyorlar. Cahil bir nesil yaratmakistiyorlar.
Diyeceğim şu ki; artık gençlik tam anlamıylauyansın. Görsün ki biz boşu boşuna, kendi çıkarlarımızuğruna, ülkeyi bölmek amacıyla yürümüyoruz buyolda. Bizim hayallerimiz var, gelecektenbeklentilerimiz var. Bilakis sadece bizim değilailelerimizin de öyle. Biz gerçekten yaşayacaksak, buuğurda ölmeyi dahi göze alarak, özgürce yaşarız.
“Direniş dediğimizaslında tam bir diriliş!”
DLB faaliyetlerinden...
Devrimci Liseliler Birliği (DLB) yeni dönemçalışmalarına ağırlık verdi. DLB, liseli gençliği direnişsaflarına, örgütlü mücadeleye çağırıyor.
İzmir Bornova Hayrettin Duran Lisesi ile Bornova Suphi
Koyuncuoğlu Lisesi önlerinde “Gericiliğe, faşizme,emperyalizme karşı direnişe, özgürleşmeye!” şiarlıbildirilerin dağıtımı gerçekleştirildi. SuphiKoyuncuoğlu Lisesi önündeki dağıtım sırasındaDLB’liler müdür yardımcısı ve güvenlik görevlisitarafından engellenmek istedi. Fakat dağıtımsürdürüldü.
Ankara 20 Eylül günü Ege Lisesi’nde “Gericiliğe, faşizme,
emperyalizme karşı direnişe, özgürleşmeye!” başlıklıbildiri dağıtımı gerçekleştirildi. Okul çıkışındagerçekleştirilen bildiri dağıtımında birçok öğretmenve liseli ile sohbet edildi.
DLB, okulların açılmasının ardından ilktoplantısını 22 Eylül günü gerçekleştirdi. Mamak İşçiKültür Evi’nde gerçekleştirilen toplantıda Gezi veTuzluçayır direnişleri üzerine sohbet edildi.
Yanı sıra yeni disiplin yönetmeliğinin öğrencilerve öğretmenler üzerinde yarattığı karmaşaüzerinden örnekler verildi. Zorunlu din dersi vesermaye devletinin savaş çığırtkanlığı üzerine desohbet edildi.
Liselerde yaşanan sorunlara karşı birliktemücadele etme çağrısının ardından toplantı sonaerdi.
Gebze DLB bildirileri Gebze Osman Hamdi Bey Lisesi’nin
öğle çıkışına ve STFA Teknik ve Endüstri MeslekLisesi’nin akşam çıkışına dağıtıldı. Liseliler bildirilerleDLB saflarında örgütlü mücadeleye çağırıldı. GebzeOsman Hamdi Bey Lisesi’ne bildiri dağıtımıyapıldıktan sonra, idarenin şikayeti üzerine gelenpolisler GBT kontrolü yaptılar.
20 Eylül günü de “Gericiliğe, Faşizme,Emperyalizme karşı Direnişe Özgürleşmeye!” şiarlıbildiriler Gebze Osman Hamdi Bey Lisesi ve GebzeTeknik ve Endüstri Meslek Lisesi’ne dağıtıldı. Ayrıca,liseli gençliği mücadeleye çağıran yazılamalarokulların yakınlarına yapıldı.
İstanbul Gericiliğe, faşizme ve emperyalizme karşı
liselileri direnişe, özgürleşmeye çağıran DLBbildirileri 20 Haziran günü Avcılar Endüstri MeslekLisesi’nden öğrencilere ulaştırıldı.
Liselilerin Sesi / İzmir-Ankara-Gebze-İstanbul
Karataş’ın�cenazesi�toprağa�verildi
Ankara Dikmen’de Emniyet Genel Müdürlüğü Ek Binası ile Polisevi’ne yönelik eylemin ardından polis
tarafından katledilen DHKP-C militanı Muharrem Karataş Çorum’da toprağa verildi.
Hacı Bektaş-ı Veli Anadolu Kültür Vakfı Şubesi’nde düzenlenen cenaze törenin ardından Karataş’ın
cenazesi Çorum merkeze bağlı Yoğunpelit köyündeki, evine getirildi. Buradaki vedalaşmanın ardından
Karataş’ın cenaze namazı kılındı. Karataş’ın cenazesi daha sonra köy mezarlığında toprağa verildi.
Sınıf devrimcileri, 22 Eylül’de anma için UlucanlarDirenişi’nde şehit düşen Türkiye�Komünist�İşçi�Partisi(TKİP)�Merkez�Komite�üyesi�Ümit�Altıntaş’ın mezarıbaşındaydılar.
Karacaahmet Mezarlığı içindeki Merkez Camiönünde buluşan kitle en önde “Devrim yürüyüşümüzON’larla sürüyor!” şiarlı pankartla yürüyüşe geçti.
Ulucanlar’da şehit düşen 10 devrimcinin fotoğrafıve kızıl bayraklarla gerçekleştirilen yürüyüşte atılansloganlarla şehitler selamlandı, devrim mücadelesininsürdüğü haykırıldı. Anmada şehitlerin isimleri sayılarak“Yaşıyor!” diye haykırıldı.
Kitle öfkeli sloganlarla mezar başına kadar yürüdü.Mezar başına gelindiğinde ilk olarak Ulucanlar şehitlerişahsında tüm devrim ve sosyalizm şehitleri için saygıduruşuna çağrı yapıldı. Ardından Ümit Altıntaş’ınannesi Songül Altıntaş bir konuşma gerçekleştirdi.
Songül ana konuşmasında onurlu bir mücadeleninparçası olanların asla yitmediğini söylerken GeziDirenişi’ne değindi. “Ulucanlar’dan Gezi Direnişi’neanalar ağlamasın” dedi. Songül ana direniş sürecindesıkça haykırılan “Anne ağlama evlatların burada!”sloganına atıfta bulunarak annelerin ağlamadığınıevlatlarıyla birarada olduğunu söyledi.
Songül ananın ardından Ümit Altıntaş’ın kardeşiTayfun Altıntaş konuştu. Altıntaş, bir anma için değildirenişin haklı gururunu ifade etmek için
buluşulduğunu söylerken sermaye düzenininbaşkentinde üzerlerine kurşun yağarken sloganlarlahalay çekenlerin bugünleri yaratan değer olduğunubelirtti. Ulucanlar’da sergilenen direniş iradesiylebugün Haziran Direnişi’nde barikatların kurulduğunusöyledi.
Anma programı sınıf devrimcileri adına yapılankonuşmayla devam etti. Yapılan konuşmadaUlucanlar’da şehit düşen TKİP�Merkez�Komite�üyeleriHabip�Gül�ve�Ümit�Altıntaş için “partinin özü ve özetiolan yoldaşlar” denildi. Ulucanlar Direnişi’nin devrimmücadelesini büyütme çağrısı olduğu ifade edildi.Ulucanlar Direnişi’yle birlikte sürdürülen değerin GeziDirenişi’nde işçilerin, emekçilerin, kadınların vegençlerin omuzlarında yükseldiği vurgulandı. “GeziDirenişi, sınıfın komünist işçi partisinin sözlerinin birkez daha doğrulandığı bir alan oldu” denilenkonuşmada fabrikalarda, sokaklarda, barikatbaşlarında Türkiye işçi sınıfının geleceğini yaratmakiçin partinin sesini yükseltmeye çağrı yapıldı.
Anma “Barikat başlarında hala ON’ların türküsüsöyleniyor” denerek çağrılan Esenyurt İşçi Kültür EviMüzik Topluluğu’nun söylediği ezgilerle bitirildi.Ezgileriyle direnişte şehit düşenleri anan müziktopluluğu “onlar gibi yaşayıp onlar gibi ölme onurunuyaşama” çağrısıyla dinletisini sonlandırdı.
Kızıl Bayrak / İstanbul
“Devrim yürüyüşümüzON’larla sürüyor!”
Forumlarda�devrimşehitleri�unutulmadı...
Her hafta Pazartesi günü SaadetdereMahallesi’nde gerçekleştirilen forumda veyürüyüşte bu hafta devrim şehitleri anıldı, mücadelekararlılığı haykırıldı.
‘Dünden bugüne katliamcıların zindan geleneğisürüyor’ şiarıyla Esenyurt Dayanışması’nın yaptığıçağrıyla Depo Kapalı Cadde girişinde buluşan kitlesloganlarla yürüyüşe başladı.
Yürüyüşte “Gözaltılar, tutuklamalar, baskılar biziyıldıramaz!” ve “Her yer Taksim, her yer direniş!”pankartı açıldı. Yürüyüş esnasında zindanlardadevrimcilere yönelik katliamlar hatırlatılarak,Ulucanlar anmasına katılım çağrısı emekçilereulaştırıldı. Devletin Haziran Direnişi’nde bir kez dahaortaya çıkan katliamcı kimliğinin geçmişinden mirasolduğu belirtildi ve bu düzenin emekçilere katliam,savaş ve yoksulluktan başka bir şey sunmadığısöylendi. Yürüyüş esnasında bir grup gerici faşistineylemi provoke etme çabası boşa düşürülerek‘Faşizmi döktüğü kanda boğacağız!’ sloganıhaykırıldı.
Ardından forum alanına gelinmesiyle birlikteaçılış konuşması yapıldı. Konuşmanın ardındanzindanlarda direnerek ölümsüzleşen devrimşehitleri ve Haziran şehitleri anısına saygı duruşunageçildi.
Saygı duruşunun ardından Ulucanlar anmasınageçildi. İlk olarak Ulucanlar Katliamı’nı ve direnişinianlatan sinevizyon gösterimi sunuldu. Sinevizyongösteriminin ardından Esenyurt İşçi Kültür Evi’ninhazırladığı şiir ve müzik dinletisi sunuldu.
Forumun tartışma bölümünde söz alanemekçiler devletin katliamcı geleneğine işaretettiler. Birçok yanıyla zindan politikasını ele alankonuşmaların ardından 3. bölge forumlarkoordinasyonu toplantısı gündemleri forumbileşenlerine aktarıldı. Alınan kararların ardındanforum sonlandırıldı.
Beylikdüzü’nde�forum...
23 Eylül Pazartesi akşamı Özgürlük Meydanı’ndabuluşulmasının ardından forum başladı. Forumdaağırlıklı olarak havaların soğumasıyla birlikteforumların devam edeceği yer bulma sorununa dairtartışmalar gerçekleştirildi. Çarşı Grubu hedefalınarak gerçekleştirilen provokatif girişimler deforumda tartışıldı. Bir diğer başlık isehapishanelerde bulunan Haziran tutsakları içintoplanan kitapların gönderilmesi oldu. Gelen öneriüzerine 26 Eylül’de Ulucanlar’da gerçekleşen katliamve direnişin anması yapılması kararlaştırıldı.
Kızıl Bayrak / Esenyurt - Beylikdüzü
AKP iktidarı direnişin basıncıyla hareket etmeyedevam ediyor. Direnişin yarattığı basınç ve korku ile biryandan tehditler savuran bu gerici takım diğer yandanriyakar nutuklar atmaya devam ediyor. AKP şefiErdoğan’ın “çevrecilerin daniskasıyım” demesininardından Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktarda bu koroya katılmış bulunuyor.
Bakan Bayraktar, “kentsel dönüşüm aynı zamandabir çevrecilik hareketidir” diyerek ‘daniska çevreciliğe’yeni bir boyut kattı. “Kentsel dönüşüm” adı altında hertürlü rantı organize eden, “afet riski” ve “acelekamulaştırma” gibi gerekçelere dayanarak inşaattekellerine rant sağlayan Bayraktar, çevrecilik içinkentsel dönüşümün yapıldığını iddia ediyor vedönüşümde “kişi başı yeşil alanı 15-20 metrekarearasında tutuyoruz” diye ekliyor.
Fakat pratik Bayraktar’ı yalancı çıkarıyor. Yakındönemde İstanbul’da Gezi Parkı, Tarabya veSancaktepe için çıkardıkları imar izinleri, kamuya aitarazilerin satışı, askeri arazilerin boşaltılmasıörneklerinde olduğu gibi şehir içindeki ağaçlık ve yeşilalanların talana açılması projelerine imza atanların buoranı kent içinde sunmayı hedeflemedikleri aşikardır.
Keza Bayraktar, aynı günlerde ODTÜ ormanının yolçalışması ile talan edilmesi için sergilediği pratikle degerçek amacını yansıtıyor. Ankara BüyükşehirBelediyesi’nin yol çalışmasına arka çıkan “ÇevreBakanı” Bayraktar, yol yapımını ODTÜ yönetimininistediğini iddia ederek gerçekleri tersyüz etti.Manipülatif açıklamayla sermaye hükümetine yöneleneleştirilerin rektörlüğe çevrilmesini amaçlayanBayraktar’ın yalanıysa kısa sürede çürütüldü.
ODTÜ Basın Merkezi’nden yapılan yazılı açıklamadaBayraktar’ın çarpıtmasına dair şunlar ifade edildi:“Sayın Bakanla konuşulan yol, Anadolu Bulvarı’nındevamı olan ve ODTÜ’nün sınır bölgesinden kuzey-güney doğrultusunda geçen yol değil, Eskişehir Yolu’naparalel olarak doğu-batı yönünde ODTÜ’nün içindengeçmesi istenen bir başka yoldur.”
ODTÜ Basın Merkezi, yaptığı açıklamayla
Bayraktar’ın yalan söylediğini ortaya çıkarmış oldu.
Fakat Bayraktar, ODTÜ yönetiminin açıklamasına
rağmen aynı riyakarlığı sürdürdü. Bu sefer belediyenin
maddi olarak “büyük fedakarlıkla” yolu yeraltından
geçireceğine dair açıklama yaptı. ODTÜ’de örülen
direniş karşısında düzenin saldırılarını meşrulaştırmak
için manipülasyonu devreye sokan Bayraktar’a bu
sefer ODTÜ’de direnenler cevabı eylemle verdi.
ODTÜ direniş ve düzen taraflarını netleşiyor
Süreç ilerledikçe taraflar da belirginleşiyor.
Rektörlük her ne kadar yola karşı olduğunu açıklasa
da, düzen içindeki konumu üzerinden itirazlarının sınırı
belli. Rektör Ahmet Acar ve ODTÜ Şehir ve Bölge
Planlama Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Ali Türel,
“ODTÜ’nün yasal olarak yapabileceği hiçbir şey
kalmamıştır” diyerek projeye olan karşıtlıklarının
sınırının yasal bürokratik itiraz mercileri olduğunu da
ortaya koymuş bulunuyorlar.
Ayrıca “Biz ODTÜ’nün bütünlüğünü bozacak
adımlara yasal olarak engel olduk ve görevimizi yaptık”
diyerek sınırlarının kendi koltuklarını korumak, düzenle
kendi çıkarlarını paylaşmak olduğunu da itiraf etmiş
oldular. Keza yoldan 100. Yıl-Çiğdem halkının zarar
görecek olması ODTÜ yönetimi için bir sıkıntı teşkil
etmediği de böylece itiraf edilmiş oluyor.
ODTÜ rektörünün tutumu şaşırtıcı değil. Kendi
sınıfsal konumu ve görevi gereği hareket ediyor.
Haziran Direnişi sürecinde düzen partisi CHP’nin rolü
ve ufku neyse rektörlüğün de odur. Yine Bayraktar gibi
ODTÜ yöneticileri de bu yanıyla çevreciliği kendi
konumları üzerinden, kendi sınırlarıyla tanımlıyorlar.
Bunun dışındaki çevreciliği, talana karşı verilen direnişi
yok sayıyorlar.
Bu yanıyla ODTÜ’de yol yapımına karşı verilen
direniş ise tek başına çevreci bir eylem sınırını aşıp
sermaye düzeninin baskı ve dayatma politikalarına
karşı düzeni aşan bir mücadeleyi ifade ediyor. Bu
çizgiyi büyütmek, güçlendirmek ODTÜ’deki yola karşıolduğu kadar bu düzene karşı mücadelenin degörevlerine işaret ediyor.
Düzen manipülasyonlaayakta durmaya çalışıyor
Bayraktar’ın çevreciliği, çevreciliğin daniskasınıyapan Tayyip Erdoğan’a benziyor. Ağaç dikmiş olmayıağaç kesme hakkı kazanmak olarak gören, kendi doğakatliamını meşru gören bu zihniyet bunun için hertürlü yöntemi de devreye sokmaktan geri durmuyor.
Bayraktar, sorumluluğunu üstlendiği bakanlıklasermaye hükümeti AKP’nin yağma ve talan projeleriiçin elindeki tüm yetkileri kullanıyor. “Afet riski”,“kamulaştırma” adlarıyla talan için gereken izinleriçıkaran Bayraktar daha önce de yalan söyleyerekTarabya’daki yıkımı örtbas etmişti.
Aynı Bayraktar, konuşmalarında işçi ve emekçilerinmücadelesinden duyduğu korkuyu da gösteriyor. ZiraGezi Parkı’nın talanına karşı başlayan direnişinHaziran’a ve ülkeye yayılmasının yarattığı sarsıntı halahissedilir bir güce sahip. “Birtakım demokrasi dışıgüçlerden medet umarak iktidara gelme hayalindenvazgeçin artık, unutun. Bundan sonra ancakavucunuzu yalarsınız, nal toplarsınız. Öyle GeziParkı’dır, ODTÜ içinden yol geçmektir hadi ordan, geçtio günler” diyerek içindeki kini kusan Bayraktar’ın iddiaettiği gibi direnişler döneminin bitmediği, tam tersiyeni başladığı ise açıktır. Zaten Haziran Direnişi’ninardından daha bölgesel ölçekli olsa da ODTÜ ormanıiçin direnilmesi, Tuzluçayır’da cami-cemevi projesineizin verilmemesi, eylemlerin hızla bir dizi kenttedayanışma eylemleriyle sahiplenilmesi bunun açık birkanıtıdır.
Taktıkları ‘çevrecilerin daniskası’ maskesi de talanve rant için çalıştıkları gerçeğini örtmeye yetmeyecek,attıkları her adımda direniş gerçeğiyle karşı karşıyakalacaklardır.
ODTÜ yolu, ‘çevreci’ AKP ve direniş çizgisiT. Kor
Kızıl BayrakHaftalık Sosyalist Siyasal Gazete
Yönetim Adresi:
Eksen Yayıncılık Millet Cd. Selçuk Sultan Cami Sk. No 2 / 9 Fatih / İstanbulTlf. No: (0212) 621 74 52 - 0536 285 73 25
e-mail: [email protected]: @kizilbayraknet
http://www.kizilbayrak.net
Baskı: ESMAT MatbaacılıkM. Nezih Özmen Mah. Yüksel Sk. No: 19
Güngören / İstanbul
Sayı: 2013/38 * 27 Eylül 2013Fiyatı: 1 TL
Sahibi ve Y. İşl. Md.: Tayfun AltıntaşEKSEN Basım Yayın Ltd. Şti.
Yayın türü: Süreli Yaygın
Sermaye�devleti�Haziran�Direnişi�ile�birlikte�polis�şiddetiuygulamalarını�pervasızlaştırdı.�Sermaye�düzenininkapsamlı�saldırıları�karşında�biriken�öfkenin�kitlesel�vemilitan�biçimde�sokaklara�akmasıyla�birlikte�faşist�baskı�veterör�de�dizginlerinden�boşaldı.�Bugün�sermeye�devleti�birtaraftan�yükselen�toplumsal�mücadeleyi�kontrol�altınaalabilmek�için�polis�gücünü�tahkim�ederken�öte�yandan�isesokaklarda�estirilen�faşist�devlet�terörüne�tam�gaz�devamediyor.
Polis�elektroşok�silahı�gibi�yeni�araçlarla�donatılarakgüçlendiriliyor.�Toplumsal�muhalefete�korku�salmakamacıyla�kentlerin�dört�bir�yanı�TOMA’larla,�akreplerle�veçevik�kuvvet�ordusu�tarafından�zapturapt�altına�alınıyor.�Öteyandan�infazlar,�katliamlar�ve�işkenceler�gerçekleştirenpolisler�sermaye�devletinin�koruması�altına�alınıyor�vekollanıyor.�Polis�işkence�yapıyor,�katlediyor...�Sermayedevleti�ise�açılan�sınırlı�soruşturmalar�ile�göstermelik�kıdemdurdurma�cezaları�vererek�ödüllendiriyor.�Toplumsalmuhalefetin�yoğun�basıncı�ile�açılan�Ethem�Sarısülükdavasında�da�görüldüğü�gibi,�polislerin�mahkeme�salonunuişgal�ederek�katil�polis�Ahmet�Şahbaz’ı�kaçırmaları�düzenyargısının�çürümüşlüğünün�en�son�örneği�oldu.Mahkemenin�burjuva�hukuk�kurallarını�dahi�hiçe�sayan�birşekilde�katil�polisi�sahiplenmesi,�Sarısülük�ailesine�yönelikpolis�tacizi�ve�tehdidinin�sürmesi,�önümüzdeki�günlerdesermaye�devletinin�kitle�hareketini�teslim�almak�için�hiçbirkuralı�tanımayacağının�açık�bir�ifadesidir.�Kitlelerin�kararlımücadelesi�sonucu�açılan�Ali�İsmail�Korkmaz�davası�bugüngeldiği�aşamada�ise�bir�başka�çarpıcı�örnektir.�Ali’ninkatilleri�hakkında�hazırlanan�iddianame�ise�katil�polisleriaklanmaya�hizmet�etmektedir.
Geçtiğimiz�hafta�sermayenin�başkenti�Ankara’da�polisordularıyla�kuşatılan�bir�devrimcinin�infaz�edilmesi,�birdiğerinin�ise�ağır�bir�şekilde�yaralanması,�polis�terörününvardığı�boyutu�gözler�önüne�sermiştir.�AKP�şefi�Erdoğan’ınbu�katliam�üzerine�söylediği�şu�sözler,�polise�katliam�yapmaserbestliğinin�verildiğinin�itirafı�niteliğindedir:�“Poliseyönelik�saldırılara�karşılık�verilmezse,�bu�bir�aczin�ifadesiolur.”
Bu�demektir�ki;�önümüzdeki�günlerde�baskı�ve�zorbalıkdaha�da�katmerleşecek.�Haziran�Direnişi’nde�zorbalığıntemsilcisi�olan�polisi�“kahraman”�ilan�eden�Erdoğan,�buaçıklaması�ile�mücadele�alanlarına�çıkan�kitleleri�devletinzorba�gücü�ile�ezeceğini�ilan�etmektedir.
Polis�terörünün�çığırından�çıktığı�bugünlerde�toplumsalmuhalefetin�somut�talepler�doğrultusunda�hareketegeçmesini�sağlamak�belirleyici�bir�öneme�sahiptir.�Sermayedevletinin�her�geçen�gün�daha�da�boyutlandırdığı�polisşiddeti,�işçi�ve�emekçilere�gözdağı�vererek�sindirmeyiamaçlamaktadır.�İşte�bu�nedenle�polis�şiddetininmeşrulaştırılmasına�karşı�mücadele�ve�direnişgüçlendirilmelidir.�Bizlere�düşen�görev�ise,�HaziranDirenişi’nin�ruhuyla�önümüzdeki�çetin�mücadeleningörevlerine�hazırlanmak,�işçi�ve�emekçileri�faşist�devletterörüne�karşı�harekete�geçirmektir.�Zira�kitlelerin�isyanınıbüyütmeksizin�faşist�devlet�terörü�geri�püskürtülemez,�hakve�özgürlükler�alanı�genişletilemez.
Faşist devlet terörüne karşıdirenişi yükseltelim!