KAZA-KADER-İRADE__KAVRAMI = Ebu Abdulmumin Tekin Mıhçı =

45
Kaza – Kader – İrade Kavramları İÇİNDEKİLER KAZÂ .................................................................................................... 2 KAZA-KADER ..................................................................................... 3 Kaza ve Kader, İman Esaslarından mıdır? ..................................... 7 İnsan İradesi-İhtiyârî Fiilleri ve Sorumluluk: ................................ 8 Yaratma ve Kesb Teorisi: ............................................................. 10 Eş'arilere Göre Yaratma ve Kesb Teorisi: .................................... 11 Maturîdilere Göre insan İradesi, Kesb ve Halk: .......................... 12 İnsan İradesi ve Sorumluluk:........................................................ 13 Kazaya Rıza Sebeplere Sarılmaya Engel midir?.......................... 13 İnsanın Fiilleri .............................................................................. 17 Tevekkül ....................................................................................... 18 Kader Kavramı ............................................................................. 18 Kaderin Anlaşılmasındaki Zorluğun Nedeni ............................... 19 Kader ve İrâde .............................................................................. 22 İyilik, Kötülük ve Sorumluluk ..................................................... 24 Kaderîler'in İradeye İlişkin Görüşleri........................................... 25 Cebrîler (Fatalistler) in İradeye İlişkin Görüşleri......................... 26 Kaza Kavramı ............................................................................... 27 Kader ve Rızık .............................................................................. 28 Kader ve Tevekkül ...................................................................... 30 Ecel ve Kader ............................................................................... 34 Ecel ve Ömür ................................................................................ 36 Ecel Değişir mi? ........................................................................... 36 KESB ................................................................................................... 39 ŞAKÎ .................................................................................................... 41 —DERLEME — Ebû Abdûlmûmîn Tekin. bin Muhârrem el-Kayseri — E– M A İ L [email protected] BELÇIKA 2001 - 2015 Çalışmaları . 25 Eylül 2005 Pazar

description

KAZA-KADER-İRADE__KAVRAMI = Ebu Abdulmumin Tekin Mıhçı =

Transcript of KAZA-KADER-İRADE__KAVRAMI = Ebu Abdulmumin Tekin Mıhçı =

Page 1: KAZA-KADER-İRADE__KAVRAMI = Ebu Abdulmumin Tekin Mıhçı =

Kaza – Kader – İrade – Kavramları 1

Kaza – Kader – İrade – Kavramları

İÇİNDEKİLER KAZÂ .................................................................................................... 2 KAZA-KADER ..................................................................................... 3

Kaza ve Kader, İman Esaslarından mıdır? ..................................... 7 İnsan İradesi-İhtiyârî Fiilleri ve Sorumluluk: ................................ 8 Yaratma ve Kesb Teorisi: ............................................................. 10 Eş'arilere Göre Yaratma ve Kesb Teorisi: .................................... 11 Maturîdilere Göre insan İradesi, Kesb ve Halk: .......................... 12 İnsan İradesi ve Sorumluluk: ........................................................ 13 Kazaya Rıza Sebeplere Sarılmaya Engel midir? .......................... 13 İnsanın Fiilleri .............................................................................. 17 Tevekkül ....................................................................................... 18 Kader Kavramı ............................................................................. 18 Kaderin Anlaşılmasındaki Zorluğun Nedeni ............................... 19 Kader ve İrâde .............................................................................. 22 İyilik, Kötülük ve Sorumluluk ..................................................... 24 Kaderîler'in İradeye İlişkin Görüşleri ........................................... 25 Cebrîler (Fatalistler) in İradeye İlişkin Görüşleri......................... 26 Kaza Kavramı ............................................................................... 27 Kader ve Rızık .............................................................................. 28 Kader ve Tevekkül ...................................................................... 30 Ecel ve Kader ............................................................................... 34 Ecel ve Ömür ................................................................................ 36 Ecel Değişir mi? ........................................................................... 36

KESB ................................................................................................... 39 ŞAKÎ .................................................................................................... 41

—DERLEME — Ebû Abdûlmûmîn Tekin. bin Muhârrem el-Kayseri

— E– M A İ L — [email protected]

— BELÇIKA — 2001 - 2015 — Çalışmaları .

25 Eylül 2005 Pazar

Page 2: KAZA-KADER-İRADE__KAVRAMI = Ebu Abdulmumin Tekin Mıhçı =

Kaza – Kader – İrade – Kavramları 2

KAZÂ

Emir, hüküm, ilan, yaratma, yerine getirme, tamamlama. Dil bilginlerine göre biri ilahi, diğeri beşeri olmak üzere iki tür kullanımı vardır. Kelime Allah için kullanıldığında, "Rabbin ancak kendisine ibadet etmenize hükmetti (kaza)." (el-İsra: 17/23), "Allah hakla hükmeder (kaza), Ondan başka çağırdıkları ise hiçbir şeyle hükmedemezler." (Mü'min: 40/20), âyetlerinde olduğu gibi emiri ve hüküm anlamlarını; "Onları iki günde yedi gök yaptı (kazahünne)." (Fussilet: 41/2) gibi âyetlerde de Allah'ın fiilini ve yaratmasını ifade eder. İnsan için kullanıldığında da "Musa süreyi doldurduğu (kaza ecelen) zaman..." (el-Kasas: 28/29), "Onlardan kimi adağını yerine getirdi (kaza nahbehu)" (el-Ahzab, 33/23) ve "Senin verdiğin hüküm hakkında (mimma kazayte) içlerinde bir sıkıntı duymadan ve tam olarak teslimiyet göstermeden iman etmiş olmazlar." (en-Nisa: 4/65) gibi âyetlerde olduğu gibi yerine getirme, ikmal etme, hüküm verme, davayı karara bağlama gibi anlamları verir.

Kelâm ilminde kaza, kader konusuyla birlikte ele alınır. Kelamcılara göre kaza ve kader aynı olayın başlangıç ve sonunu belirtir. Bu konuda sözbirliği içinde bulunmakla birlikte hangisinin başlangıç, hangisinin sonuç olduğu konusunda farklı görüşler öne sürmüşlerdir.

Maturidi kelamcılara göre kaza, Allah'ın ezelde takdir ve irade ettiği (kader) olayın ortaya çıkması, yine Allah tarafından yaratılmasıdır. Bu nedenle takdirden, eş deyişle kaderden sonra gelir ve Allah'ın Tekvin (yaratma) sıfatıyla ilgilidir. Eş'ari kelâmcılar ise bunun tersini düşünürler. Bunlara göre kaza, Allah'ın eşyayı ezelde nasıl olacaksa öylece irade etmesidir ve irade sıfatıyla ilgilidir. Ezelde irade edilen (kaza) şeyin yaratılması ise kaderi oluşturur. Tanımlarına uygun olarak Maturidiler "kader ve kaza" derken Eş'ariler "kaza ve kader" demeyi tercih ederler.

Bağımsız bazı kelâmcılar kaza konusuna kelimenin ihtiva ettiği hüküm anlamı açısından yaklaşırlar. Bunlara göre kader ve kaza ilahi hükmün iki yönünü temsil eder. Kader, hükmün toplu biçimini, kaza ise ayrıntılı biçimini belirtir. Kader, olayları hükmüne uygun olarak takdir etmek, ölçü ve sınırlarını belirlemektir. Kaza ise olayı hükme uygun biçimde yaratılmasıdır. İslâm filozofları ile mutasavvıflar da kaza konusunda görüş belirtmişler, kazayı kendilerine özgü terimlerle tanımlamışlardır.

25 Eylül 2005 Pazar

Page 3: KAZA-KADER-İRADE__KAVRAMI = Ebu Abdulmumin Tekin Mıhçı =

Kaza – Kader – İrade – Kavramları 3

Ne var ki terim farklarına karşın hem filozoflar, hem de mutasavvıflar kaza konusunda Eş'arilerle aynı görüşü paylaşırlar. Filozoflara göre kaza ezeli inayetle aynı anlama gelir, Allah'ın ilim sıfatıyla ilgilidir. Kader ise tüm varlıkların dış dünyada ortaya çıkışı demektir. Mutasavvıflara göre kaza, Feyz-i Akdes; kader Feyz-i Mukaddes'tir. Varlıkların gerçeklikleri ezelde Feyz-i Akdesle sabit hakikatler (ayan-ı sabitler) olarak ortaya çıkar; bu sabit hakikatler Feyz-i Mukades ile dış dünyada varlık kazanırlar.

Kur'ân'da belirtilen iman esasları arasında geçmese de kazaya iman Maturidi ve Eş'arî kelamcılarca, kaderle birlikte iman esaslarının altıncısı olarak kabul edilmiştir. Allah'ın ilim, irade, kudret ve tekvin sıfatlarına inanmanın bir gereği sayılan kaza ve kader inancı konusunda temel dayanaklar hadiste bulunmaktadır.1

KAZA-KADER

Müslümanlar arasında ve Kelâm ilmi litaratüründe bu terim, genellikle "Kaza ve Kader" şeklinde geçer. Bu iki kelime birbirinin gereği ve tamamlayıcısı gibidir. Bazı hadislerde, "Kadere İman", Hayrı ile Şerri ile kadere iman" diye geçmekte ise de çok defa bir arada kullanılmaktadır. Ancak genellikle Eş'arîler "Kaza ve Kader", Mâturidîler ise "Kader ve Kaza" diye zikrederler. Bu kullanış, Kur'ân-ı Kerimde bir çok âyetlerde, ayrı yerlerde ve farklı anlamlarda geçen "kaza" ve "kader" kelimelerine verilen değişik anlamlardan ileri gelmektedir. Önemli olan; bu manaları iyi anlamak ve herşeyin Allahu Teâlâ'nın ezelde takdir ve tayin ettiği kaderine, yani ilahi ölçüye uygun olarak kaza şeklinde meydana geldiğine kesinlikle iman etmektir.

Çünkü İslâm inançlarına göre her şeyin "takdir'i ilahi" ile yani "ilâhî kadere" uygun olarak yeri ve zamanı geldiğine, yani yaratıldığına inanmak şarttır. Ancak kader konusu kelâm âlimleri ve İslâm düşünürleri arasında derin görüş ayrılıklarına ve çetin tartışmalara sebeb olan, anlaşılması ve çözümü çok zor bir mesele, hatta bazılarınca "İlâhî bir sır" olarak kabul edilmektedir. Gerçek şudur ki; Selefiyye, Muhaddisler ve Ehl-i Sünnet Kelamcılarının ortak görüşüne göre, Allahu Teâlâ'ya ve onun, ilim, irade, kudret ve tekvin sıfatlarına iman, "kaza ve kadere iman" etmeyi de gerektirir. Çünkü lugat ve ıstılah manalarını açıklayınca anlaşılacağı gibi, "kader" Hak Teâlâ'nın "İlim" ve "İrade" sıfatlarına, "kaza" da "Kudret" ve "Tekvin" sıfatına dayanır.

1 Ahmet Özalp, Şamil İslam Ansiklopedisi: 3/318. 25 Eylül 2005 Pazar

Page 4: KAZA-KADER-İRADE__KAVRAMI = Ebu Abdulmumin Tekin Mıhçı =

Kaza – Kader – İrade – Kavramları 4

Yani bu sıfatlara inanmanın kesin sonucu ve gereğidir. Bu esasa dayanılarak ve İslâm inançları arasındaki önemli yeri dikkate alınarak, bir de, peygamberimiz (s.a.s)'in meşhur "Cibril Hadisi" de, nakli delil sayılarak "Kaza ve Kadere İman" ayrıca belirtilmiş ve "İman Esasları" arasında altıncı esas kabul edilmiştir. Nitekim bazı sahih ve meşhur hadislerle beraber2 bir çok âyet-i kerimede her şeyi ilâhî takdire, tabi olduğu ve Allah'u Teâlâ'nın Kudretinin ve hükmünün (kazasının) bir gereği olarak yaratıldığına işaret olunmuştur. Kaza ve kader kelimelerinin lugat ve Kur'an âyetlerinde geçen değişik anlamları ile, Mâturîdilere ve Eş'arîlere göre terim manaları şöyle açıklanabilir:

"Ka-de-re" kökünden gelen kader; lugatta; "ölçü, ölçme, miktar, bir şeyi ölçerek belirli bir ölçüye göre yapmak, onu takdir ederek tayin ve tahsis etmek", anlamlarına gelir. Rağıb el-İsfehanî'ye göre "kader ve takdir" bir şeyin miktarını ve sınırını bildirir.3 Yani Kader; her hangi bir şeyin mahiyetini gösteren ve sınırlayan bir ölçüdür. Nitekim her şey "ilâhî bir ölçü"ye bağlı olarak ezelde takdir ve tayin edilmiştir. Mesela: buğday tohumu veya hurma çekirdeği kendilerine özgü öyle bir ölçü ve belirli özelliklerle takdir ve tayin edilmiştir ki birincisinden yalnız buğday, diğerinden yalnız hurma ağacı yetişir, başka bir şey yetişmez. Her nebatın her ağacın veya hayvanın tohumu da öyledir. O halde kader; bu âlemin ve ondaki bütün varlıkların ilâhî hikmete göre yaratılmasında ve varlığının devamında esas olan "İlâhî bir ölçü, İlâhî bir kanun" dur.

Kader kelimesi Kur'an-ı Kerim'de "masdar" ve "fiil" olarak geçmektedir. "Şüphesiz biz, her şeyi(n mahiyetini) belirli bir ölçüye (kadere, ilâhi takdire) göre yarattık." (el-Kamer: 54/49) âyetinde mastar; "...(Allah) herşeyi yaratmış ve her birisine belirli bir nizam vererek onun kaderini takdir ve tayin etmiştir." (el-Furkan: 25/2) Yani, yaratılacak şeylerin bütün özelliklerini, yerini ve zamanını Hak veya batıl, hayır veya şer, sevap veya ikab olacağını ezelde tayin ve tespit etmiştir anlamını ihtiva eden âyette de fiil olarak kullanılmıştır.

"Kaza" kelimesine gelince: lugatta; "bir şeyi sonuna getirerek hükme bağlamak", yani onun sözle veya hareketle tamamlanması, "fiillerin zamanında yaratılması"dır.

Bu kelime Kur'an'ı Kerim'de "mastar" olarak değil, "fiil", "fâil" ve "Mef'ul" olarak kullanılmıştır.4 Yerine ve manaya göre; "emir, hüküm, ilan, beyan" ve özellikle "yaratma" manalarına gelir. "Rabb'in, yalnız kendisine ibadet etmenizi "kaza etti" emretti

2 Buharî, el-kader; Müslim, el-iman. 3 el-Müfredad, s.403. 4 Fussilet: 41/2, Taha: 20/72 Meryem: 19/21.

25 Eylül 2005 Pazar

Page 5: KAZA-KADER-İRADE__KAVRAMI = Ebu Abdulmumin Tekin Mıhçı =

Kaza – Kader – İrade – Kavramları 5

(öyle hükmetti)." (el-İsra: 17/23). Kaza kelimesi "emir ve hüküm" manasınadır. Emir ve hüküm ise, bir şeyi "sözle tamamlamak" tır. "Bunun üzerine onları (Allah c.c) yedi gök olmak üzere iki günde yarattı (kaza etti)." (Fussilet: 41/12) âyetinde de kaza, yaratmak (halk etmek) anlamına kullanılmıştır. Bu âyette geçen "Kadâhunne" kelimesi, Allahu Teâlâ'nın onları ezeli olan ilmi ve sonsuz hikmeti ile yaratmış olduğunu ifade etmektedir. Kaza kelimesi özet olarak; "herhangi bir şeyi sona erdirip varlığını tamamlamak" anlamına ise de, bu mana, yerine göre bazen değişebilmektedir.5

Kaza ve Kader'in ıstılah manaları itikatta "Ehl-i Sünnet" mezhepleri olarak tanınan Eş'arî ve Mâturîdî âlimlerine göre birbirinden farklı ve değişiktir.

Maturidîlere göre kader; "Allah Teâlâ'nın, ezelden ebede (sonsuzluğa) kadar olmuş ve olacak şeylerin zamanını, mekânını, sıfatlarını ve her türlü özelliklerini bilmesi, ezelde o mahiyyet ve şekilde takdir ve tahdid etmesidir. "Bu tarife göre kader, Hak Teâlâ'nın "İlim" ve "İrade" sıfatlarına bağlı olup, bu ilahi sıfatlara ve taalluklarına iman, kadere imanı da gerektirmektedir.

Maturîdîlere göre kaza ise; "Allahu Teâlâ'nın ezelde irade ve takdir etmiş olduğu şeyleri, zamanı gelince, ilim, irade ve ezeldeki takdirlerine uygun olarak yaratması" demektir. Bu bakımdan kaza, maturîdîlere göre ayrı bir kemal sıfatı olan "Tekvin" sıfatına tabi olup onun ilgi alanına girer.

Bu tariflere göre kader, kazadan daha genel olup, taalluk ettiği alan daha geniştir. Çünkü kader, bu kâinatı idare eden ilâhî kanun ve ilâhî ölçü, kaza ise, bu kanuna uygun olarak tenfizdir, aynen uygulamaktır. Allah (c.c) her şeyi bir sebep ve hikmete dayanarak yapar. Kadere böyle inanılması gerekir.

Eş'arilere göre kaza, hüküm manasına olup, "Allahu Teâlâ'nın bu kâinatta meydana gelecek şeylerin hepsini nasıl, ne zaman, hangi şekil ve özelliklerde olacaklarsa, ezelde öylece bilmiş ve ezeli ilmine uygun olarak dilemiş olmasıdır."

5 Fazla bilgi için bk. Abdul Kerim el-Hatip, el-Kadâ ve'l-Kader, s.147-151. 25 Eylül 2005 Pazar

Page 6: KAZA-KADER-İRADE__KAVRAMI = Ebu Abdulmumin Tekin Mıhçı =

Kaza – Kader – İrade – Kavramları 6

Kader ise; "Hak Teâlâ'nın her şeyi vakti gelince ezelî ilmine uygun olarak irade ettiği (dilediği) şekil ve vasıfta yaratmasıdır."

Eş'arilerin bu tariflerine göre kaza, kaderden daha genel ve şumüllü olup, Allah (c.c)'ın ilim ve irade sıfatlarına; kader ise, kudret sıfatına tabi olup, bu sıfatın hadis olan ikinci taallukunun eseridir. Çünkü Eş'arîlere göre Hak Teâlâ'nın "Tekvin" diye ayrı bir sıfatı bulunmamaktadır. Madurîdîlere göre durum aksine olup, kader, kazadan daha şumüllü ve geneldir. Ayrıca, Maturîdîlerce yapılan tarifler "Kaza ve Kader" kelimelerinin lugat manalarına daha uygundur. Özel olarak bilinmesi ve inanılması gereken husus; bu âlemde var veya yok olan her şey, Allah Teâlâ'nın kaza ve kaderi iledir. Her şey bu ilâhî irade, ezeli ilim ve mutlak kudrete uygun olarak var veya yok olur. Yani kâinattaki her şey bu ilahi kanuna tabidir. Her şeyde ve her yerde kader, yani onu vücuda getiren vasıf ve ölçüler ile belirli sebepler mevcuttur.

Bunlar ezelî olan Allah'ın ilmine ve iradesine bağlıdır. Bu sebeplerin birleşme veya ayrılmasından ortaya çıkan olay ve eşya ise, kazadır, kaza-i ilahî'nin tecellileridir. Hak Teâlâ'nın kader ve kazasında ilahi hikmetler vardır. Çünkü Allah (c.c) her şeyi bir sebep ve hikmete göre yaratır. Bu esasa göre Hak Teâlâ kâinattaki her şeyi tespit ettiği ilahi plana ve yüce nizama göre yönetmektedir. O halde kainatta meydana gelen maddi-manevi her çeşit varlıklar ve olaylar, gayesiz olarak rastgele ortaya çıkmamaktadır. Belki her şey, Allahu Teâlâ'nın ezelî ilmi, mutlak iradesi ve sonsuz kudreti ile ilâhî ölçüye plan ve nizama uygun olarak yaratılmaktadır.

"Fâil-i Muhtar" olan Allah (c.c) her şeyi meydana gelmeden önce ezelî ilmi ile bilip, onların vasıf ve özelliklerini, yerini ve zamanını takdir ve tespit ederek "Levh-i Mahfuz"a yazmıştır. Bu gerçeklere şu âyetler delâlet etmektedir.

"(Gerek) yeryüzünde ve (gerek) kendi nefislerinizde herhangi bir musibet gelmemiştir ki, bu Bizim onu yaratmamızdan önce kitapta (yazılmış) olmasın. Şüphesiz ki bu Allah'a göre kolaydır." (el-Hadid: 57/22)

"De ki; Allah'ın bizim için yazdığından başka bir şey bize isabet etmez." (et-Tevbe 9/51)

25 Eylül 2005 Pazar

Page 7: KAZA-KADER-İRADE__KAVRAMI = Ebu Abdulmumin Tekin Mıhçı =

Kaza – Kader – İrade – Kavramları 7

Allah'ın kazası "Levh-i Mahfuz" da yazılı olan kaderine daima uygun olarak tecelli eder. Kadere halk arasında "alın yazısı" da denmektedir. Bilinmeyen alın yazısı bilerek veya kayıtsız olarak veya unutarak yapılan günahları mazur göstermez, insanın iradesini etkisiz hale getirmez ve onu sorumluluktan kurtarmaz. Kaza ve kaderin birbirine aykırı düşmesi imkansızdır. Aksi halde kâinatın mizan ve düzeni bozulur, varlıklar âlemi devam edemezdi. Çünkü bu muazzam kâinat yer ve göklerdeki canlı cansız varlıklar, ilahî bir plan ve kanun olmadan varlığını koruyamaz. 6

Kaza ve Kader, İman Esaslarından mıdır?

Ehl-i Sünnet'e göre; "kaza ve kadere iman", iman esaslarındandır. Yukarıda kısaca işaret olunduğu üzere, Ehl-i Sünnet'e göre Allahu Teâlâ'ya ve O'nun mukaddes sıfatlarına iman etmek, "kaza ve kadere" imanı da gerektirir. Çünkü kader, Hak Teâlâ'nın "ilim" ve "irade" sıfatlarının, kaza da "kudret" veya "tekvin" sıfatının birer gereğidir. Yani, "kaza ve kader akidesi" Allah'a ve O'nun ilim, irade, kudret ve tekvin sıfatlarına iman etmenin zorunlu bir neticesidir. Kadere imanı inkâr etmek, zâtullaha sâbit olan zâtî ve subûtî sıfatları inkâr etmek demektir. Bu yüzden önemi dikkate alınarak, kaza ve kadere iman İslâm'da iman esaslarından sayılmış ve altıncı esas olarak "Müslüman'ın Âmentüsü"nde yer almıştır. Nitekim Buhâri ve Müslim'in Sahihler'inde zikredilen7 Hz. Ömer (r.a)'in Rasûlullah (s.a.s)'den naklettiği meşhur "Cibril Hadisi"nde, "Kadere iman" iman esasları arasında, aynen tasrih edilmiştir. Rivayete göre; bir gün Peygamber (s.a.s) ashabıyla mescidde otururken, insan suretinde gelen Cebrâil (a.s), "İman, İslâm ve İhsan"ın manasını Peygamber (s.a.s)'e sormuş ve her sualin sonunda, (Sadakte) diyerek doğruluğunu tasdik etmiştir. "İman nedir?" sorusuna Rasulullah (s.a.s): "İman; Allah'a, Meleklerine, Kitaplarına, Peygamberlerine ve Ahiret gününe inanmaktır (ayrıca) hayrı ve şerri ile kadere iman etmektir." buyurmuşlardır.

"Bu konudaki hadisler 'ahad hadislerdir', sahih ve meşhur da olsa zannı ifade eder. Zannî deliller akaid ve iman konularında delil olarak kullanılamaz" denilemez. Çünkü bu hadislerin delâlet ettiği mana kesinlik ifade eden âyetlerle te'kid edilmiştir. Bu durumda zannî deliller de kesinleşir. Yukarıda bazıları zikredilen bir çok âyeti kerimelerde her şeyin ilâhî takdire tabi olduğu ve Allah'ın kazası (emir hüküm ve yaratma) ile meydana geldiğine işaret buyrulmuştur.8 Bu bakımdan, "kaza ve kadere iman", iman esaslarını birarada zikreden9 âyetlerde ayrıca sayılmamıştır. Peygamberimiz (s.a.s)'in vefatından bir

6 Ali Arslan Aydın, Şamil İslam Ansiklopedisi: 3/318-320. 7 bk. Kitâbu'l İman, Kitâbu'l-Kader. 8 Âli İmran: 3/47, en-Nisâ: 4/78, 143, el-Mâide: 5/77, el-En'am: 6/86-88, et-Tevbe: 9/51, el-Hicr: 15/60, el-İsrâ: 17/29, Tâhâ: 20/72, Sebe: 34/18, Meryem: 19/21, Fussilet: 41/12, el-Kamer: 54/49, el-Hadid: 57/22. 9 el-Bakara, 2/177, 285, en-Nisâ 4/136.

25 Eylül 2005 Pazar

Page 8: KAZA-KADER-İRADE__KAVRAMI = Ebu Abdulmumin Tekin Mıhçı =

Kaza – Kader – İrade – Kavramları 8

müddet önce "kader meselesi" ve "hayır ve şer" etrafında yapılan bazı tartışmalar üzerine; "Kadere, hayrın da, şerrin de Allahu Teâlâ'nın takdiri ve yaratması ile olduğuna" inanmanın "iman esaslarından olduğu, Peygamberimiz (s.a.s) tarafından beyan edilmiştir. Kendi aklı ve şahsi kanaati ile değil, daima ilâhî vahiyle dini hüküm ve esasları ümmetine aynen tebliğ eden Rasûlullah10 Cibril hadisiyle bildirdiği iman esasları, zamanla tevatür derecesine ulaştığını ehl-i sünnet imamları bu gerçeği ittifakla kabul etmiş ve bu hususu eserlerinde zikretmişlerdir.11 Kaza ve kaderin, kulun iradesi ve ihtiyarî fiilleri ile ilgisine kaza ve kadere iman konusunun meşhur bir kelâm meselesi olan "halk'ı ef'âl-i ibâd", yani "insanların ihtiyârî fiillerinin yaratılması", ile ilgisi, kısacası; "İnsanın irâdî fiilleri Kesb ve yaratma problemi- gibi hususlara gelince Ehl-i sünnet akaid imamları Eş'ari ve Maturidi bu konuları geniş bir şekilde açıklamışlardır: 12

İnsan İradesi-İhtiyârî Fiilleri ve Sorumluluk:

Bilindiği gibi insan, kâinattaki yaratıkların en olgunu ve şereflisidir. Çünkü, bu âlemdeki canlı cansız varlıkların hepsi, insanın emrine ve hizmetine verilmiştir. Bu bakımdan insan, Rabb'ini bilmek ve O'na ibadet etmek için olduğu gibi, bu dünyayı imar ve ıslah etmek için de yaratılmıştır. Bu sebeple "Allahu Teâlâ, insana her türlü güzel vasıflar, yanında onu diğer varlıklara üstün kılan ve insan yapan, akıl, ruh, irade ve ihtiyar gibi manevi değerler vermiştir. O, aklı, irade ve seçme gücü ile diğer varlıkların yapamayacağı bir çok işleri yapmak, yeni yeni şeyler keşfedip kesb etmek kudretine sahiptir. İnsana bu sınırlı kudreti ve cüzî iradeyi veren; gücü her şeye yeten mutlak kudret, kulli irade ve sonsuz kemal sahibi olan Allah Teâlâ'dır. Fakat insana verilen bu sıfatların hiç biri tam ve mutlak değildir. Allah'ın kemâl sıfatlarına nazaran çok eksik ve sınırlıdır. Bu sebeple insan, iradesini, fıtrî yeteneklerini ve diğer sıfatlarını kullanırken, belirli ölçülere, kayıtlara ve ilâhî kanunlara tabidir. Fakat bu kayıtlara ve bazı engellere rağmen insan, cüz'î iradesini kendi sınırları içinde kullanmakta ve dilediği tarafa yöneltmekte serbesttir.

Gerçek şudur ki insan, belirli ölçüler ve sınırlar içinde hareket edebilen hür bir varlıktır. O halde insanın kendi irade ve ihtiyarı ile yaptığı, isteyip kesbettiği (elde ettiği) işler vardır ve yaptığı bu işlerden elbette sorumludur. Yapmakla mükellef olduğu iyi ve güzel işler karşılığında mükafaat alacak, yapmaması gerekenler karşılığında da ceza görecektir., Çünkü insan, kendi irade ve isteğiyle iyi veya kötü belirli bir işi yapmaya karar vermiş ve o kararını uygulamaya koymaya girişmiş olmakla, o işin sorumluluğunu yüklenmiştir. İşte insanlar, sahip oldukları bu irade ve ihtiyarları (seçme melekelerine sahip olmalarından dolayı mükellef ve yaptıkları işlerden sorumludurlar. Bu teklif

10 en-Necm, 53/3-4. 11 Bu konuda geniş bilgi için bk. Faruk Ahmed ed-Derühi: El-Kada ve'l-Kader Fi'l-İslam, Beyrut 1986, 3/5-6; Ali Arslan Aydın: İslam da İman ve Esasları, İstanbul 1982, s. 394-397; Abdülkerim el-Hatib-el-Kadâ ve'I-Kader, Kahire 1961, s. 225-227. 12 Ali Arslan Aydın, Şamil İslam Ansiklopedisi: 3/320.

25 Eylül 2005 Pazar

Page 9: KAZA-KADER-İRADE__KAVRAMI = Ebu Abdulmumin Tekin Mıhçı =

Kaza – Kader – İrade – Kavramları 9

esasına göre dinen sevaba layık veya cezaya müstehak olurlar. Aksi halde insanlar mükellef ve yaptıkları işlerden sorumlu olmazlar. Teklif ve sorumluluk, sevap ve ikab (ceza) esaslarını kabul etmemek ise, bütün ilahî dinlerin esas ve gayesine aykırıdır.

Diğer taraftan, şayet insanlar yaptıkları her işi mecburi ve zorunlu olarak yapar diye düşünürse, cebir (zorlama) lazım gelir ve insan iradesi inkâr edilmiş olur. Yani insanların yaptıkları hiç bir işte irade ve ihtiyarları olmaz, buna rağmen o işlerden sorumlu tutulmuş olurlar ki bu, ilahi adalete aykırı düşer. Bu sonuç ise batıldır.

O halde, karşımıza, birbiriyle zor bağdaşan iki dini esas çıkıyor:

Birincisi; "Allah (c.c) her şeyin halîkı (yaratıcısı) dır." (ez.-Zümer: 39/62) âyetine uyarak, Hak Teâlâ'nın yegane yaratıcı olduğuna, yaratıcılıkta hiç bir ortağı bulunmadığına ve kulun ihtiyari fiillerini de yaratanın Allah olduğuna iman etmektir.

İkincisi de; kul, kendi irade ve ihtiyarı ile yaptığı (zorunlu olmayan) İhtiyari Fiillerinden sorumludur. Yani Allah'ın emirlerini yapmak ve yasaklarından kaçınmakla mükelleftir. Bu, teklif ve sorumluluğun esası olup, dinde sevap ve ikabın kaynağıdır. Bu esas, bizi "insanın sorumlu olması için, fiilini icad etmesi gerekir" sonucuna götürebilir. Bu sonuç ise, birinci esasa aykırı düşer.

İşte, inanılması gereken bu iki esas arasında görülen çelişkiyi kaldırmanın zorluğu, insan aklını tereddüde ve fikir ayrılıklarına sevketmiş ve bu konuda Ehl-i Sünnet dışı mezheplerin doğmasına neden olmuştur. O halde ihtilafın ana sebebi; insanların "ef'âli ihtiyariye" diye anılan kendi irade ve ihtiyarları ile yaptıkları "fiilleri yaratmak" Allah Teâlâ'nın fiillerinden midir? Yani bu irâdı fiillerin yaratıcısı Hak Teâlâ mıdır, yoksa o fiili bizzat işleyen kul mudur? meselesidir. Bu konuda farklı görüşler ve ayrı ekoller ortaya çıkmıştır:

1- Mutlak cebir düşüncesine dayanan "Cebriyye" mezhebi öncüsü Cehm b. Safvan olduğundan "Cehmiyye" adıyla da anılır.

2- Mutlak ihtiyar fikrine dayanan Kaderiyye ve "Cumhuru Mu'tezile" mezhebi.

25 Eylül 2005 Pazar

Page 10: KAZA-KADER-İRADE__KAVRAMI = Ebu Abdulmumin Tekin Mıhçı =

Kaza – Kader – İrade – Kavramları 10

3- Cebr ve ihtiyar arasında görülen "Mâturîdiyye" mezhebi.

4- "Cebr-i Mutavassıt" olduğu iddia edilen "Eş'ariyye" mezhebidir.

İlk iki mezhep, insan iradesi üzerinde aşırı giden ve birbirinin zıddı olan "mutlak cebir" ve "mutlak ihtiyar" fikrine dayanan ve böylece ifrat ve tefrite kayan Ehl-i Sünnet dışı bâtıl mezheplerdir.

Son iki mezhep ise, ifrat ve tefrite sapmayan hak mezheplerdir. Her ikisi de, Ehl-i Sünnet görüşünü temsil ederler.

Cebriyye; insanın irâdî fiilleri üzerindeki kudret irade ve ihtiyarını tamamen inkâr ederek, kulun daima mecbur ve muzdar olduğunu, yaptığı işlerde hiç bir rolü olmadığını iddia ediyor. Böylece "teklif ve sorumluluk" esasını yıkarak, insanı mutlak cebre teslim ediyor. Onu âdeta cansız bir varlık seviyesine indiriyor. İslâm'ın ana prensipleriyle bağdaşmayan bu çarpık görüş, müslümanlar arasında rağbet görmemiş ve kısa zaman sonra ortadan kalkmıştır.

Kaderiyye ve Mu'tezilenin büyük çoğunluğu; Cebriyye'nin mutlak cebir fikrinin tam aksini savunacak, insanı "hâlikiyet" yani yaratıcı derecesine çıkarıyor ve "kul, yaptığı ihtiyârî fiillerin yaratıcısıdır" diyorlar. Böylece Allahu Teâlâ'ya, bir çeşit şirk koşma gibi tevhid akidesine aykırı bir duruma düşüyorlar. 13

Yaratma ve Kesb Teorisi:

İslâm nazarında insan, yaratılanların en şereflisi ise de, her yaratık gibi noksan ve sınırlıdır. Çünkü mutlak kemal Allah'a mahsustur. O halde iman, mutlak kudret, mutlak irade ve ihtiyar sahibi, dolayısıyla yaptığı işlerin bizzat yaratıcısı olamaz. Çünkü hâlikiyet (yaratıcılık), Allah (c.c)'a mahsus olan çok yüce bir sıfat, çok yüksek bir derecedir. Fakat insan hayvanlarda olduğu gibi- irade ve ihtiyardan, seçme gücü ve isteme yeteneğinden tamamen mahrum bir varlık da değildir. Çünkü bilinen bir gerçektir ki insan, bazı işleri dilerse yapıyor, dilerse yapmıyor. O halde insanın kendine mahsus

13 Ali Arslan Aydın, Şamil İslam Ansiklopedisi: 3/320-321. 25 Eylül 2005 Pazar

Page 11: KAZA-KADER-İRADE__KAVRAMI = Ebu Abdulmumin Tekin Mıhçı =

Kaza – Kader – İrade – Kavramları 11

cüz-i bir kudreti, cüz-i bir irade ve seçme gücü vardır. Bu sebepledir ki; mükelleftir, yaptığı iyi ve faydalı, kötü ve zararlı bütün işlerden sorumludur. Öyle ise, kendi iradesiyle yaptığı işlerden bu sorumluluğu gerçekleştiren bir payı almalıdır. Aksi halde mükellef ve sorumlu olamaz. Fakat insana böyle bir pay ayırır ve üstünlük tanırken, onun yaratılan bir kul olduğunu unutarak, yegane yaratıcı Hâlık olan Hak Teâlâ'ya her hangi bir yönden onu benzetmemeli ve yaratıcı Rab derecesine çıkarmamalıdır. Bu iki ana esas birbirine karıştırılmaz, aradaki sınır iyi bilinirse, çok muğlak olan kader meselesi az çok kavranmış olur. Gücü ve imkânı sınırlı olan insan aklı böyle ilâhî bir sırrı tam olarak çözemez. Ancak bu büyük sırrı anlamaya ve esasını kavramaya çalışır. 14

Eş'arilere Göre Yaratma ve Kesb Teorisi:

Yukarıda belirtilen iki ana esası benimseyen Eş'arilere göre; kul kendi iradesiyle yaptığı işlerde mecbur değil, muhtardır. Yani kendine mahsus irade ve kudreti vardır; yaptığı ihtiyarî fiillerin sahibi ve mahallidir. Fakat kulun kudreti, yaptığı işler üzerinde müessir (etkili) değildir. Çünkü Allahu Teâlâ ortağı olmayan tek ve yegane Hâlık'tır. Kudreti tamdır ve her şeyi yaratma gücüne sahiptir. O halde; her şeyin ve insanların, mide, ciğer ve kalb çalışmaları ve uyumak, hazmetmek gibi ızdırarî (irade dışı, zorunlu) fiillerinin yaratıcısı Hak Teâlâ olduğu gibi, kulun yaptığı iradî ve ihtiyarî fiillerinin de Hâlıkı Allah(c.c.)'dir. Zira imam Eş'ariye göre: "Bir eser üzerinde iki tam müessir kuvvet ictima edemez" bu kural gereğince, kulun iradi fiilleri üzerinde tek mücasir kuvvet Hâk Teâlâ'dır. O halde kulun kudretinin yaratmada, ikinci bir kuvvet olarak bir tesiri yoktur. Ancak Hâk Teâlâ, ilahî kanunu icabı olarak, o fiili, kulun azim ve tasmimi (ısrarlı isteği) bulunduğu anda yaratır. Bu azim ve kesin istek, kulun iradesini o şeye yöneltmesiyle o işi kesb etmesi şeklinde ortaya çıkar. O halde kul yaratıcı hâlık değil, o işi kazanan kâsibdir. Yaratmada bir payı yoktur. Tek Hâlık, tek yaratıcı fail Allah (c.c)dir. İnsanın kazandığı fiile tesir eden kudret ona Allah (c.c) tarafından verilmektedir. Kulun kudretinde olan şey Allah'ın da kudreti altındadır. Bu açıdan bakılınca mülkiyette olduğu gibi bir ortaklık durumu yoktur.15

Kulun kesb ettiği bu gibi fiillerle olan alakası, o fiilin mahalli ve sahibi olmaktan ibarettir. Çünkü her fiil, o fiilin mahalline isnad edilir. Mesela güzellik onu yaratana değil, onunla vasıflanan şahsa isnad edilir. O halde, Allah Hâlık, kul kâsibdir, yani yaratma Allah'a mahsustur, kesb ise kula aiddir. Eş'arilerin "Halk ve kesb” teorisinin özeti budur. İşte Eş'arîler "teklif ve sorumluluk" esası ile "Allah'ın yegane yaratıcı" olduğu esasını böylece bağdaştırarak Cebriyye, Kaderiyye ve Mu'tezilenin düştüğü

14 Ali Arslan Aydın, Şamil İslam Ansiklopedisi: 3/321. 15 el-Eş'ari, Kitabu'l-Luma', s.72.

25 Eylül 2005 Pazar

Page 12: KAZA-KADER-İRADE__KAVRAMI = Ebu Abdulmumin Tekin Mıhçı =

Kaza – Kader – İrade – Kavramları 12

hataya düşmemişlerdir. Ancak kulun kudreti olup ta, fiillerin üzerinde belirli bir tesiri olmaması ve kesb teorisi üzerinde çok tartışıları anlaşılması güç bir konudur. Öyle ki, "Akla min kesbi'l-Eş'ari" Eş'ari'nin kesbi kadar dakik ve muğlak tabiri arapçada darbı mesel olarak görmüştür. Bazı âlimlerce, cebir fikrine yakın görünen Eş'ariye Mezhebi, "Cebr-i Mutavassıt" diye de anılır. Nitekim bazı Eş'arîlerin "insan muhtar (İrade sahibi suretinde) muzdar (mücber, mecbur) dur" sözü, insandaki irade serbestisi sadece surette kalmaktadır. Gerçekte ise hakim ve müessir olan, sadece Allah'ın küllî ve mutlak iradesidir. 16

Maturîdilere Göre insan İradesi, Kesb ve Halk:

İslâm düşünce tarihi ve Kelâm ilmiyle meşgul olanlarca bilindiği gibi insanın irade ve kudreti, ihtiyarı fiilleri üzerindeki tesirleri, yaratma ve kesb teorisi, kulun yaptığı iyi veya kötü işlerinden sorumlu olduğu, başka bir deyimle "teklif ve sorumluluk" ile "Allah'ın tek yaratıcı" olduğu gibi konularda, ayrıca kaza-kadere iman, hayrın ve şerrin Allahu Teâlâ'nın İlmi, iradesi ve kudreti ile yaratıldığı hususunda, Maturîdiler, Eş'arîlerle genellikle aynı görüşleri paylaşmaktadırlar.

Maturidilere göre "Kesb" azm-i musammem "yani" kesin ve değişmez bir karar ve irade yönelmesi"dir. imam Mâturidî "Halk" ve "kesbi" kelimelerini beraber mütalâa ederek, hu terime şöyle açıklık getirir: "Allah (c.c) fiilleri oldukları gibi (hakikatleri ile) yaratmakta, onları 'yokluk'tan 'varlık' sahasına çıkarmaktadır. İnsanlar da o fiilleri kendi iradeleri ile Kesbettikleri (işleyerek elde ettikleri) ölçüde o fiillere sahip olurlar.17 Mâtûridî "Kesb" hakkında genel bir değerlendirme yaptıktan sonra fiil ile kesbin âidiyeti hususunda şöyle diyor: "fiil aslında "kesb" yönünden insana, "Halk" yönünden de Allah'a aittir': Kulun ihtiyari fiiline "halk" değil "kesb” Allahu Teâlâ'nın fiiline ise "kesb" değil "halk" denilmekte, "fiil" kelimesi, bu iki terim için de kullanılmaktadır. Halbuki Eş'arîlere göre fiil, yalnız "halk ve icat" manasına kullanılmakta kesb ise mecâzî olarak fiil denilmektedir. Böylece İmam Mâturîdî'nin tek bir olaydaki fiile farklı açılardan baktığı anlaşılmakta ve bir fiilde var olduğunu kabul ettiği yönden manası daha iyi anlaşılmaktadır. Bu esasa göre fiil; icat (yaratma) yönü ile Allah'a mutlak kudret sahibine ait bir eser. Kesb yönüyle de kula aid bir (cüz'î) kudret eseri olmaktadır. Yani fiil, yaratma yönünden Allah'ın külli kudreti altındadır. Allah Teâlâ'nın yarattığı bu fiile insan kesb yönüyle esir ederek onu elde etmekte ve mahalli olmaktadır. Halk ile Kesb arasındaki farka gelince; aletsiz meydana gelen şey halk, aletle meydana gelen şey Kesbdir. Bazıları da şöyle dediler: "Kudret sahibinin (Kâdir-i Mutlak) tek başına

16 Ali Arslan Aydın, Şamil İslam Ansiklopedisi: 3/321-322. 17 Kitabu't Tevhid, Nşr. Fethullah Huleyf, Beyrut 1970, s. 226.

25 Eylül 2005 Pazar

Page 13: KAZA-KADER-İRADE__KAVRAMI = Ebu Abdulmumin Tekin Mıhçı =

Kaza – Kader – İrade – Kavramları 13

meydana getirmesi mümkün olan şey halk (yaratma) mümkün olmayan şey de kesbdir. Böylece Kesb kula, halk da Allah (c.c)'a aid olmuş olur. Fiil Allah'a izafe edildiği zaman "halk" insana nispet edildiği zaman "kesb" adını alır. Bu anlayışa göre insanın sorumluluğu daha çok anlaşılmakta olduğu ortaya çıkmaktadır. Sorumluluk konusunda İmam Maturidi şöyle bir delil zikreder:

Madem ki, Hak Teâlâ dünyada itaat edenlere sevap, âsî olanlara da ikab (ceza) vadetmiştir. O halde bu itaat ve isyan fiilleri ancak kulun iradesiyle seçtiği kendi fiili olduğu takdirde, va'dedilen karşılıkları alabilir. Sevap ve ikab, Hak Teâlâ'nın bildiği gerçekler olduğuna göre kulun bu fiillerinin de gerçek olması gerekir. Diğer bir husus da şudur: Herkes kendi nefsinden ve tecrübelerinden bilir ki; yaptığı işlerde ihtiyar sahibidir, fâilidir, kâsibtir. Bunun aksini iddia edenler kendilerinin herhangi bir fiili bulunmadığı söyleyen Cebriyye'dir. Onların bu sözlerinin kendileriyle tartışmalarının bir hükmü ve manası yoktur. Çünkü mezheplerine göre bu sözleri de-birer fiil olarak-onların değil demektir. Bu açıklama ile Maturidiyye'nin insandan her türlü fiili iradeyi ve seçme gücünü kaldıran ve onu bir alet gibi telakki eden Cebriyye ile insanın fiillerinden Allah'ın kudret ve iradesinin ve ezelî takdirinin (yani kaderin) rolünü ve etkisini inkâr eden Kaderiyye ve Mu'tezile arasında ortak bir yol takip etmeye çalışmaktadır.18

İnsan İradesi ve Sorumluluk:

Kazaya Rıza Sebeplere Sarılmaya Engel midir?

“Biz her şeyi bir kader ile (bir ölçüye göre) yarattık.” (Kamer: 54/49)

Kur’an-ı Kerim’de “kader” kelimesi, iman esasları içinde sayılan hepimizin bildiği anlamıyla kullanılmamaktadır. Kur’an, bu kelimeyi, evrenin Allah tarafından belirlenmiş kurallar ve ölçüler içerisinde yarattığı; rastgele ve tesadüfî bir şekilde yaratılmadığı anlamında kullanmaktadır. Bu arada Kur’an’ın, kaderi imanın bir prensibi olarak sunmadığı da kabul edilmelidir. Ancak, bu, Kur’an’da kader konusunun yer almadığı anlamına gelmez. Kader’in imanın bir prensibi olarak zikredilişi, Peygamber (s.a.v.)’in hadislerinde geçmektedir.

18 Ali Arslan Aydın, Şamil İslam Ansiklopedisi: 3/322. 25 Eylül 2005 Pazar

Page 14: KAZA-KADER-İRADE__KAVRAMI = Ebu Abdulmumin Tekin Mıhçı =

Kaza – Kader – İrade – Kavramları 14

Kur’an’da, hadislerde iman esasları içinde sayılan kaderin reddedildiğine rastlanmaz; aksine, kaza ve kader inancı ile ilgili çok sayıda ayetler vardır. Bu ayetlerin toplamından, Allah’ın insanlar için bir kaza ve kader tayin ettiğini ve bu takdire iman edilmesi gerektiği anlaşılmaktadır. Dolayısıyla sadece Kur’an’dan yola çıkılınca bile, vahyin belirttiği şekilde kadere iman etmek gerekmektedir. Kaza ve kader konusunda temel esas, Allah’ın bir kaderi, kazâsı ve takdiri olduğuna iman’dır. Fakat, bu kaza ve kaderin ne olduğu ve nasıl cereyan ettiği konuları, tarihten beri tartışılagelmiştir.

Kur’an’da kader konusunun yer alışı, olayların anlatım akışı içerisinde sözkonusu edilmektedir ve bu nedenle anlatım içerisindeki bağlamları gözardı edilmeden, konuyla ilgili bütün ayetler bir araya getirilmek ve onları dikkatli bir değerlendirmeye tâbi tutmak suretiyle ancak Kur’an’ın kader konusundaki bakış açısı tespit edilebilir. Kur’an’ın değişik yerlerinde kader konusuna değinilirken kimi ayetlerden cebr, kimilerinden de tam bir özgürlük anlamı çıkarılabilir. Nitekim kimi mezhepler kader konusunda cebr ifade eden ayetleri esas almış ve diğer ayetleri buna göre te’vil etmiş, bazıları tam bir hürriyet ifade eden ayetleri esas alarak diğerlerini te’vil etmiş, diğerleri de orta bir yol takip etmiştir.

Kur’an-ı Kerim, kâinatta olup biten herşeyin yüce Allah’ın iradesiyle ve takdiri ile olduğunu beyan etmekle birlikte; insanın kendi iradesiyle yaptıklarından yine kendisinin sorumlu olduğunu açıkça belirtmektedir. Kur’an, iman etmek ve inanmamak, iyi ameller işleyip cennete girmek, ya da yaptıkları kötü amel sonucu cehenneme girmeyi bir kader olarak ileri sürmemektedir. Kişinin iman etmesi de, etmemesi de kendi hür seçimine bağlıdır.

“De ki: ‘Gerçek, Rabbinizdendir.’ Dileyen iman etsin, dileyen inkâr etsin. Şüphesiz zalimler için, duvarları çepeçevre onları içine alacak bir ateş hazırladık. Onlar yardım istediklerinde, erimiş maden gibi yüzleri kavuran bir su kendilerine sunulur. Bu ne kötü bir içecek ve cehennem ne kötü bir duraktır! İyi hareket edenin ecrini zâyi etmeyiz. Doğrusu iman edip sâlih iş yapanlara, işte onlara, içlerinden ırmaklar akan Adn cennetleri vardır. Orada altın bilezikler takınırlar, ince ve kalın ipekliden yeşil elbiseler giyerek tahtları üzerinde otururlar. Ne güzel bir mükâfat ve ne güzel yaslanacak yer!” (Kehf: 18/29-31)

Ayetlerde iman etmenin de, inkâr etmenin de insanın hür iradesine bırakıldığı ve cennete girmenin de, cehennemi hak etmenin de, kişinin yaptıklarının sonuçları olduğu açık bir şekilde anlatılmaktadır. Allah’ın, yaptıklarımızı önceden bilmiş

25 Eylül 2005 Pazar

Page 15: KAZA-KADER-İRADE__KAVRAMI = Ebu Abdulmumin Tekin Mıhçı =

Kaza – Kader – İrade – Kavramları 15

olması, bizi, o yaptıklarımızı yapmaya zorladığı anlamında değildir. Bilakis Allah’ın bilgisindeki o mâlumat, yaptıklarımız sebebiyledir.

Kader: Ezelden sonsuza kadar olmuş veya olacak şeylerin hepsinin zamanının, yerinin ve nasıl olacaklarının Allah tarafından bilinmesidir. Her şey bu bilgiye göre Allah tarafından takdir edilir.Kader, Allah’ın ilim ve irade sıfatı ile ilgilidir. Allah ilim sıfatı ile olmuş ve olacak şeyleri bilir. İrade sıfatı ile şöyle veya böyle olmasını tercih ve takdir eder.

Kaza: Ezelde Allah tarafından bilinen ve takdir edilen şeylerin, zamanı ve yeri geldiğinde Allah tarafından ortaya çıkarılmasıdır.

Kâinatta her şey kaza ve kadere bağlıdır. Allah’ın takdir ve iradesinin dışında hiç bir şey olmaz. O’nun takdiri ve iradesi olmadan bir yaprak bile yerinden kımıldayamaz.

Allah Teala, bu âlem için kanunlar, esaslar ve düzenler koymuştur ve bütün eşya bu kanun ve esaslara göre hareket etmektedir. Bunlar hiç bir zaman zorlama anlamına gelmez. Kaderde icbar (zorlama) diye bir şey yoktur. Kader, kulun işleyeceği şeyleri Yüce Allah’ın ezelde bilmesi ve hayır ile şerri kendisinin yarattığını haber vermesidir. Meydana gelecek şeyleri Allah’ın bilmesi ve bu bilmeye göre o şeylerin meydana gelmesinin insan üzerinde hiç bir etkisi yoktur. Çünkü bilme (ilim), tesir (etki) sıfatı değil; meçhul olan şeyleri açığa çıkarmanın sıfatıdır. Mesela, güneş veya ay tutulmasının çok önceden astronomi ilmiyle uğraşanlarca bilinip takvimlere yazılması, güneş veya ay tutulmasının sebebi değildir. Bu bilginler bilmeseydi, bu takvimler yazmasaydı güneş veya ay tutulmayacaktı denilemez.

Allah sonsuz ilmi ile, dünyaya gelen ve gelecek insanların, iyiyi mi yoksa kötüyü mü seçeceklerini bilir. Ancak insanlar, kendilerinin Allah’ın ne şekilde hareket edeceklerini bildiği ve takdir ettiği için hareket ediyor değillerdir. İnsan hak ile batılı seçme durumundadır. Hakkı seçerse cennete girecektir; Batılı seçerse cehenneme girecektir. Bu kararı imtihan için Allah insana bırakmıştır. İnsan sonucuna katlanmak şartıyla, seçiminde hürdür.

25 Eylül 2005 Pazar

Page 16: KAZA-KADER-İRADE__KAVRAMI = Ebu Abdulmumin Tekin Mıhçı =

Kaza – Kader – İrade – Kavramları 16

Kadere iman, insana kainatta her şeyin yüce bir hikmete göre cereyan ettiğini gösterir. Mü’min, kendisine bir zarar geldiği zaman feryadı basmaz. Başarı ve iyilik dokunduğu zaman da her şeyi unutarak sevinip şımarmaz. Böylece mü’min kadere inanmakla dengeli ve mutedil bir olgunluk kazanır. Dünyada da mutluluğun ve üstünlüğün zirvesine ulaşır. Bu konuda Yüce Allah şöyle buyurur:

“Gerek yeryüzünde, gerek nefislerinizde meydana gelen hiç bir musibet yoktur ki, bizim onu yaratmamızdan evvel bir kitapta yazılmış olmasın. Şüphesiz bu, Allah’a göre kolaydır. Allah bunu, elinizden çıkana üzülmeyesiniz ve O’nun size vereceği ile sevinip şımarmayasınız diye yazmıştır. Allah kendini beğenen kibirli kimseleri sevmez.” (Hadid: 57/22-23)

Kaza ve kadere inanmak insanın körü körüne kendini olayların akışına bırakması ve kurtuluş çaresi aramaması değildir. İnsan her şeyin bir sebebe bağlı olduğuna inanarak, sebepleri uygulamalıdır. Mesela; bir deprem sonrasında, insanlar evsiz kalsa bu durumdan kurtulmanın çarelerini aramalıdırlar.

Rasülullah (s.a.v.) her zaman kaderi yanlış anlayanlara karşı konulmasını istemiştir. Kader, hiç bir zaman tembelliğin sebebi, masiyetlerin vesilesi ve mecburiyetin varlığını iddia etmenin yolu yapılamaz. Aksine büyük işlerin ardında büyük gayelerin gerçekleştirilmesi için bir yol kabul edilmesi lazımdır.

Hz. Ömer (r.a.)’in karşısına hırsızın biri getirildiğinde ona niçin hırsızlık yaptığını sorar. Hırsız: “Allah böyle takdir etti, kaderimde hırsızlık yapmak varmış, ne yapayım” deyince, Hz. Ömer: “Buna otuz kamçı vurun ve elini kesin.” diye emir verir. Sebebi sorulduğunda da şöyle cevap verir: “Hırsızlık yaptığı için eli kesilir, Allah’a iftira ettiği için de kamçı vurulur.”

Kader, ancak kader ile önlenir. Mesela, açlık kaderi, yeme kaderiyle giderilir. Susuzluk kaderi, su içme kaderiyle önlenir. Hastalık kaderi, tedavi ve sağlık kaderiyle önlenir. Tembellik kaderi, çalışma ve gayret kaderiyle önlenir. Dolayısıyla kaderin baskı aracı olması söz konusu olamaz. Mü’min, kaderi bahane ederek çalışmamazlık edemez. Mü’min; fakirliğe karşı çalışma ile, cehalete karşı ilim ile, hastalığa karşı ilaç ve tedavi ile, küfür ve isyana karşı cihad ile karşı koymasını bilen insandır. Mü’min, keder ve hüzünden, acizlik ve tembellikten her türlü nifak ve şirkten Allah’a sığınır.

25 Eylül 2005 Pazar

Page 17: KAZA-KADER-İRADE__KAVRAMI = Ebu Abdulmumin Tekin Mıhçı =

Kaza – Kader – İrade – Kavramları 17

Ebu Ubeyde bin Cerrah, veba hastalığından kaçan Hz. Ömer’e şöyle sordu: “Allah’ın kaderinden mi kaçıyorsun?” Bu soruya Hz. Ömer: “Evet, Allah’ın kaderinden yine Allah’ın kaderine sığınıyorum.” diye cevap verdi. “Bulaşıcı veba hastalığından, yine sıhhat ve afiyet kaderine kaçıyorum” demek istemiştir. Sonra, çorak arazi ile verimli araziyi örnek verdi ve develerinin otlaması için çorak araziden verimli araziye geçmesiyle bir kaderden diğer bir kadere intikal ettiğini ifade etti.

Kader konusunda bir mü’min için bunları bilmesi yeterlidir. Bunun dışında kader konusunda çatışıp çekişmek, münakaşalar yapmak caiz değildir. Çünkü bundan ziyadesi Allah’ın bir sırrıdır, akılların idrak etmesi mümkün değildir.

Ebu Hüreyre’nin şöyle dediği rivayet olunur: “Biz kader konusunda tartışırken Rasülullah (s.a.v.) yanımıza çıkıp geldi. Kaderi tartıştığımızı görünce, öfkelendi ve yüzü kızardı, sonra şöyle buyurdu: “Size bununla mı gönderildim? Sizden önceki kavimler bunu tartışma konusu yaptıkları için helak oldular. Bu konuda tartışmanızı istemiyorum.”19

İnsanın Fiilleri

İnsanın fiilleri 2’ye ayrılır:

1) Gayri ihtiyari (Kendi isteği dışında) yaptığı fiiller: İnsanın elinde olmadan meydana gelen hareketlerdir. İnsanın açlık hissetmesi, vücudundaki kanın dolaşımı, saçlarının uzaması v.s. gibi işler böyledir. İnsanlar bunlardan ne sevab kazanır, ne de günaha girerler. Dolaysıyla insan bu tür fiillerinden sorumlu değildir.

2) İhtiyari (İsteği ile yaptığı) fiiller: İnsanın yapıp yapmaması kendine kalmış fiillerdir. Burada insanın nasıl bir harekette bulunacağını seçme şansı vardır. İyi amellerde bulunursa sevab kazanır; kötü amellerde bulunursa günah kazanır. Mesela, namaz kılmak. Kişi namaz kılarsa Allah’ın rızasını kazanır, namaz kılmazsa günaha girer. Namaz kılmaya karar vermek insanın kendi isteğine kalmıştır.20

19 Tirmizi, Kader: 1 Hadis no: 2216; İbn Mace, Mukaddime: 15. Ahmet Kalkan, İslam Akaidi: 147-150. 20 Ahmet Kalkan, İslam Akaidi: 150

25 Eylül 2005 Pazar

Page 18: KAZA-KADER-İRADE__KAVRAMI = Ebu Abdulmumin Tekin Mıhçı =

Kaza – Kader – İrade – Kavramları 18

Tevekkül

Tevekkül: Bir iş için gerekli olan maddi, manevi sebeplerin hepsini yaptıktan ve başka hiç bir şey kalmadıktan sonra, neticeyi Allah’a bırakmak demektir.İnsan işini götürebileceği noktaya götürdükten sonra, işinin sonunu Allah’a bırakacaktır. Çünkü, Allah istemedikten sonra hiç bir şey olmaz. Mesela; Bir çiftçi tarlasını güzelce sürer, tohumunu eker, gerektiğinde sular, yapabileceği her şeyi yapar, ondan sonra da Allah’a tevekkül eder. Çünkü, bilir ki, Allah istemedikten sonra, ne yaparsa yapsın ekin bitmez. Allah Teala Kur’an’da şöyle buyuruyor: “Bir kere azmettin mi artık Allah’a tevekkül et.” (Al-i İmran: 3/159) Bu ayet-i kerimede görüldüğü gibi, Allah’a tevekkül etmeden önce azmetme (çalışma, o işin gereklerini yerine getirme) şarttır. 21

Kader Kavramı

Kader, arap sözlüğünde ölçü ve miktar demektir. İman konusu olarak anlamı ise şöyle açıklanabilir:Her şeyin yaratıcısı olan Allah Teâlâ, varlıkların henüz hiç biri yok-ken de onları en ince ayrıntılarına kadar biliyordu. Bu da onların ölçülerinin, miktarlarının, başlangıç ve sonlarının, hareket ve ilişkilerinin daha yaratılmadan önce Allah tarafından saptanmış ve kesinlikle bilinmiş olduğu anlamına gelir. İşte özet olarak kader budur.

Kader Ehl-i Sünnet'e göre tıpkı Allah'a, peygamberlere, meleklere, kitaplara ve âhiret gününe inanmak gibi imanın şartlarından biridir. Onun için kadere inanmayan, mümin sayılmaz. Şu varki islam inancına ait literatürde “İmanın şartları” olarak bilinen gerçeklerden en çok beş tanesi Kur'ân-ı Kerim'de birlikte açıklanmıştır. Bunlar: Allah, ahiret günü, melekler, kitaplar ve peygamberlerdir. örneğin, Bakara Sûresi'nin 177 inci Ayet-i Kerime'sinde şöyle denilmektedir:“Erdemlilik, doğuya ve batıya yönelmenizle olmaz; Asıl erdemlilik, bir kimsenin Allah'a âhiret gününe, meleklere, kitaba ve peygam-berlere inanmasıdır (...)”

Nisa Sûresi'nin 136 ıncı Ayet-i Kerimesi de şöyledir: “...Her kim Allah'ı meleklerini, kitaplarını, elçilerini ve âhiret gününü inkâr ederse o kimse (gerçeklerden) pek uzaklaşmış olur.” Görülüyor ki kader meselesi bu gerçeklerle birlikte söz konusu edil-memiştir. Bu ise bazı kimselerde farklı düşünmeye yol açmıştır. Gerek bu noktadan

21 Ahmet Kalkan, İslam Akaidi: 150 25 Eylül 2005 Pazar

Page 19: KAZA-KADER-İRADE__KAVRAMI = Ebu Abdulmumin Tekin Mıhçı =

Kaza – Kader – İrade – Kavramları 19

baktığımızda, gerekse kaderin açıklamasındaki karmaşıklık, tarih boyunca müslümanlar arasında sürekli tartışmalara yol açmıştır. Ancak her şeye rağmen Kur'ân-ı Kerim'in birbiriyle asla çelişmeyen, bilakis birbirini tamamlayan aydın açıklamaları kaderin de iman edilmesi gereken gerçeklerden biri olduğunu ortaya koymaktadır. Allah Teâlâ'nın ezeli sıfatlara sahip bulunduğu noktasından konuya baktığımızda anlarız ki sonradan olma her şey yaratılmıştır ve yaratılmadan önce de bütün bunların Allah (cc) tarafından bilinmiş ve takdir edilmiş olması kesindir. Aksi halde Allah Teâlâ'yı (Haşa !) geleceği bilmezlikle nitelemek gibi bir düşünce açmazı ve sonuç itibariyle bir mantık çelişkisi söz konusu olmuş olur.22

Kaderin Anlaşılmasındaki Zorluğun Nedeni

İmânî konular arasında, en çok tartışılan şey kaderdir. Halbuki İslam âlimleri tarafından kader konusunda temkinli olunması ve bu meselenin tartışılmaması daima öğütlenmiştir. Buna rağmen eskiden beri birçok insan merakına yenilerek bu duyarlı ko-nuyu irdelemekten çekinmemiş, kimileri de Kur'ân ve sünnetin ölçülerine pek uygun düşmeyen görüşler ileri sürmüşlerdir.

Kader konusunda insan havsalasını zorlayan nokta şu olmuştur: Acaba insan kendi fiilini, kendi eylem ve davranışlarını bizzat kendisi mi yaratmaktadır, yoksa bütün fiillerin, hal ve hareketlerin yaratıcısı Allah Teâlâ mıdır? İleride "İrade ve Kader" başlığı altında açıklanacak olan bu noktada kitaba ve sünnete bağlı müslümanlar daima dikkatli davranmış, Kur'ân-ı Kerim'in koyduğu sınırları zorlamamaya çalışmışlardır. Ancak yozlaşmanın getirdiği ahlâk ve inanç sorunlarından biri olarak sünni topluluğa bağlı bazı kimselerin de bu noktada pek duyarlı olmadığı bir gerçektir. Nitekim "Kendi kaderini belirlemek" ve "Kaderine hakim olmak" 23 gibi yaygın söylemler bunu kanıtlamaktadır. Ancak bunun bilgi eksikliğinden kaynaklandığını söylemek mümkündür.

İnsanın kader konusunda neden bocaladığına gelince bunu her şeyden önce kader meselesinin karmaşıklığında aramak gerekir. Bu konuda insanın özellikle hemen kavrayamayacağı şu üç nokta önemlidir:

22 Ferid Aydın, İslam’da İnanç Sistemi, Kahraman Yayınları: 285-286. 23 Sünni arap toplumunda da bir bilgisizlik eseri olarak bu anlamlara gelen “Takrir'ul-Masîr” deyimi kullanılmaktadır.

25 Eylül 2005 Pazar

Page 20: KAZA-KADER-İRADE__KAVRAMI = Ebu Abdulmumin Tekin Mıhçı =

Kaza – Kader – İrade – Kavramları 20

1- İnsan, akıllı, irâdeli ve özgür olmakla beraber, dilediği ve yaptığı hiç bir şeyi kendisi yaratmamakta, yaratamamaktadır. Konu yalnızca bununla da sınırlı değildir. Aynı zamanda hayat ve tabiat olaylarından, hayvanların içgüdüsel hareketlerine varıncaya kadar her şey, (zamanı gelince) Allah (cc) tarafından yaratılır. Öyle ise dilemek ayrı şey, yaratmak ise ayrı şeydir.

Bazı kimselerin belki de pek derin düşünmeden söylediği gibi eğer her insan kendi kaderini bizzat kendisi belirler olsaydı, hiç kimsenin, dilemediği bir olayı asla yaşamaması gerekirdi. O zaman da insanların kötü bir hadiseyle karşılaşmaması kesin olurdu. Halbuki insanların çoğu mutsuz olduğuna göre genellikle hiç de arzu etmedikleri olayları yaşamaktadırlar. Oysa hiç kimse mutsuz olmak üzere kendisi için kötü bir kader belirlemek istemez. Öyle ise kaderin, insanın kendisi tarafından değil, bilakis Allah ta-rafından belirlenmiş olduğunu açıkça meydana çıkmaktadır.

2- Bilinçli bilinçsiz, irâdeli irâdesiz, doğal ya da içgüdüsel bütün davranışlar, aynen kâinâttaki diğer olaylar gibi kaderin kapsamına girerler. Onun için ister kalp atışlarımız gibi tamamen irâdemizin dışında, ister nefes almak gibi yarı irâdî biçimde olup biten hareketlerimiz olsun, ister bir lokmayı çiğnemek gibi tam irâdeli bir fiilimiz olsun, ister müzik yapmak gibi bizi mutlu eden, ister kaza geçirmek gibi bizi mutsuz kılan, hatta bazen hayatımızın sonunu bile getirebilen bir hadise olsun, hepsi kaderdir. Bunların bir kısmını kader sayıp bir kısmını ise kaderin kapsamı dışında düşünmek için mantıklı bir gerekçe yoktur. Binaenaleyh bilinçli ve irâdeli olarak yaptığımız eylemlerin de Allah tarafından ezelde takdir edilmiş olduğuna bakılacak olursa insanın kendi kaderini belirleyemeyeceği açıkça anlaşılır. Çünkü yaşanan olaylar arasında, kaderin kapsamına giren ve girmeyen diye bir ayırım yapmak mümkün değildir.

2- Allah (cc) ezelde (hiç bir şey yokken de) her şeyi biliyordu. Kaderin an-laşılmasında bu nokta son derece önemlidir ve konunun hemen bütün inceliği burada saklıdır. Önce şuna işaret etmek gerekir ki iman gerçekleri birbirlerini tamamlayıcıdırlar. Örneğin kader gerçeği ile Allah'ın ezelî ve kuşatıcı bilgisi arasında güçlü bir ilgi vardır. Bu ilginin farkında olamayan insanın kaderi anlaması güçtür. Buradaki incelik şöyle anlaşılmalıdır.

Madem ki her şeyi Allah Teâlâ yaratmıştır; Ve madem ki ezelî ve kuşatıcı bilgisiyle O, yaratacağı her şeyi bütün incelikleriyle, bütün sırları ve ayrıntılarıyla önceden biliyordu, öyle ise bu şeylerin, O'nun aynen bildiği ölçü ve miktarlarda; O'nun belirlemiş olduğu zamanlarda, mekânlarda şartlarda ve ortamlarda gerçekleşmesi kesindir. Ancak

25 Eylül 2005 Pazar

Page 21: KAZA-KADER-İRADE__KAVRAMI = Ebu Abdulmumin Tekin Mıhçı =

Kaza – Kader – İrade – Kavramları 21

Allah Teâlâ'nın her şeyi önceden biliyor olması, O'nun, akıllı ve irâdeli yaratıkları zorlayıcı bir güçle yönlendirdiği şeklinde düşünülmemeli; kader, bütün hareket ve eylemlerin arkasında, itici bir gizli el gibi değerlendirilmemelidir. Çünkü o zaman da yaratıklardaki iradenin bir anlamı kalmaz.

Önceden bilmiş olmak, Allah (cc)'ın zâten ezelî niteliğidir; Ya da başka bir ifadeyle: Allah Teâlâ'nın ezelden beri her şeyi biliyor olması, O'nun için aksi düşünülemeyen bir gerçektir. O'nun her şeyi önceden bilmesi demek de insanın bir robot gibi -kaderinde göreceği olayları- zorlanarak ve âdetâ sürüklenerek yaşaması anlamına gelmez.

İnsanın, aklından geçen her şeyi dilemede ve istediğini de dilediği şekilde aklından geçirmede ne kadar özgür olduğunu kavrayabilmek bakımından şu âyet-i kerime çok şeyler anlatmaktadır:

"(...) Bir millet (in fertleri) tutumlarını değiştirmedikçe Allah (cc) onların durumlarını değiştirmez." (Ra’d: 13/11)

Bu çok genel bir yargıdır ve demektir ki: İnsanlar iyi bir gidiş izlerken bunu kötüye doğru değiştirmedikçe Allah da onları kötü duruma düşürmez. Aynı şekilde tersi bir tutum ve gidiş içinde iseler bunu da değiştirmedikçe Allah onları iyi bir yöne doğru baskıyla yine çevirmez. Yani bu dünyada herkesi kendi özgür irâdesi ve ameli ile başbaşa bırakmış, bu dünya hayatını insanlar için bir fırsat ve bir sınav yeri olarak belirlemiştir. Hatta bir âyet-i kerimede Allah Teâlâ, Hz. Peygamber (sav)'e şu talimatı vermiştir: "De ki: Gerçek, Rabb'inizin tarafındandır. Artık dileyen inansın, dileyen inkâr etsin." (Kehf: 18/29)

Kur'ân-ı Kerim, inkarcıların âhirette ne korkunç bir sonla karşılaşacaklarını defalarca açıklarken O'nun, "Dileyen inansın, dileyen inkâr etsin." demesi bu konuda çok açık bir gerçeği ortaya koymaktadır. Eğer insan, irâdesinde özgür olmasaydı, iman gibi en duyarlı bir noktada Allah Teâlâ ona böylesi sınırsız bir seçim hakkı tanır mıydı? Şu halde kaderi bir kez daha kısaca tanımlamak için şunu söylemek mümkündür:

25 Eylül 2005 Pazar

Page 22: KAZA-KADER-İRADE__KAVRAMI = Ebu Abdulmumin Tekin Mıhçı =

Kaza – Kader – İrade – Kavramları 22

Kader: Allah (cc) tarafından ta ezelde bilinen ve (zamanı gelince) gerçekleşmesi istenen her şeyin, (bu dileme ve bilme hakikatinin zorunlu sonucu olarak) yine ezelde belirlenmiş olmasıdır.24

Kader ve İrâde

Allah Teâlâ, çeşitli nimetlerin yanında insana, özgürce karar verme ve tercih yapma imkanını bağışlamıştır. İnsanın sahip olduğu bu ayrıcalık onun akıllı ve zeki yaratılmış olmasıyla ilgilidir. Çünkü insan Allah Teâlâ tarafından muhatap kabul edilmek bakımından "eşref-i mahlukât" olma üstünlüğü ile ödüllendirilmiştir. 25 Ona bu payenin verilmesi ise şu üç önemli nedenle sıkı bağlantılıdır:

1- İnsan iyiyi kötüden ayırt edebilme melekesine sahiptir.

2- Bu özelliğinden dolayı ona, emir ve yasaklar olarak birçok emanetler yüklenmiştir.

3- Bu emanetlerden sorumludur.

Çünkü bu emanetlerin her biri, aslında birer ölçü ve yasadır. İnsan bu ölçü ve yasalara göre yaşamını düzenlemek zorundadır. Nitekim hayatında bunlara ne derece uyduğu hakkında bir gün hesap verecektir. Elbette ki bu önemli üç nokta, onun özgürce düşünüp karar verme ve özgürce davranma imkanına sahip olmasını gerektirmektedir. İşte bu yüzden Allah Teâlâ (küllî irâdesinin kapsamında) ona cüz'î bir irâde serbestisi vermiştir. Yani bütünsel irâde Allah Teâlâ'nındır. Ancak buna bağlı olarak insan kendi seçimini özgürce yapar. İnsan diler, Allah Teâlâ da yaratır. İnsanın gelişmiş canlılar arasında sahip bulunduğu en büyük özellik budur. Akıllı olmak ve buna bağlı olarak özgür bir iradeye sahip bulunmaktır. Halbuki hayvanlarda tercih yoktur. Onlar dav-ranışlarını insiyâkî (yani içgüdüsel) olarak yaparlar.

Örneğin otlamakta olan bir hayvan, açlığın onu ne gibi sorunlarla karşılaştıracağını bilemez, bu konuda düşünemez, muhakeme yapamaz. Fakat açlık içgüdüsüyle otlar. Buna karşın insan ise tercihini kullanarak (bilinçli) davranışlarda bulunur. Nitekim oruç

24 Ferid Aydın, İslam’da İnanç Sistemi, Kahraman Yayınları: 286-289. 25 Kur’ân-ı Kerim 17/70

25 Eylül 2005 Pazar

Page 23: KAZA-KADER-İRADE__KAVRAMI = Ebu Abdulmumin Tekin Mıhçı =

Kaza – Kader – İrade – Kavramları 23

tutarak bilinçli şekilde aç kılır. Kararlarını düşünerek, karşılaştırarak, muhakeme yaparak ve planlayarak alır ve uygular. İntihar etmek isterken bile bu adımları izler. İnsanın davranışları genellikle bilinçli ve aşamalıdır. Önce düşünür, sonra muhakeme yapar, sonra tercihe dayanan bir karar verir, ondan sonra uygular. Bunlar ise mükemmel bir irâdenin varlığını ortaya koymaktadır.

Aynı zamanda insan, bir şeyin gerçek olup olmadığına karar vermek, yani inanıp inanmamak konusunda da yine derin derin düşünür, muhakeme yapar ve içinden kesin hükmünü verir, ya da ikna olamaz kuşku içinde kalır veya reddeder. Öyle ise iman edip etmemek de bir tercih konusudur ve irâdeyle sıkı bir ilişkisi vardır. Eğer sanıldığı gibi insan kaderin rüzgarı karşısında bir ot gibi olsaydı, yani tabir caizse Allah Teâlâ eğer onu robot gibi yaratmış olsaydı her şeyden önce kendisine isyan edecek şekilde ona irâde özgürlüğünü vermezdi. Bilakis onu bütün emirlerine harfiyyen baş eğen mümin olarak yaratırdı. Buna da gücü yeterdi Nitekim şöyle buyurmaktadır:

"Allah dileseydi O'na ortak koşmayacaklardı (...)" (A’raf: 7/158)

"Eğer Rabb'in dileseydi yeryüzündekilerin tümü kesinlikle inanacaklardı. O halde sen mi halkı zorluyorsun ta ki mümin olsunlar!" (Yunus: 10/99)

"Eğer Rabb'in dileseydi (bütün) insanları bir tek ümmet yapardı, ama sürekli çatışıp duracaklardır." (Yunus: 10/99)

Evet Allah Teâlâ insanları zorlamamış, onları irâdelerinde muhayyer bırakmıştır. Bu sebepledir ki onları elçileri aracılığıyla inanmaya davet etmiştir. "De ki: "Ey insanlar! Ben sizin tümünüze, göklerin ve yerin sahibi olan, kendisinden başka ilah bulunmayan, yaşatan öldüren Allah'ın elçisiyim. Gelin Allah'a ve O'nun okuma yazma bilmeyen elçi-sine inanın ki zaten O da Alah'a ve O'nun sözlerine inanmaktadır. O'na uyun ki hidâyete eresiniz." (A’raf: 7/158)

Bütün bunlar insanın, düşüncesinde, kararlarında, hareket ve davranışlarında, Allah (cc) tarafından ne kadar özgür bir irâdeyle serbest bırakılmış olduğunu, bununla beraber ona ne denli sorumluluklar yüklendiğini kanıtlamaktadır.

Burada hatırlatılması gereken çok önemli bir nokta vardır: Kitap ve sünnete bağlı müslümanlar (yani Matüridiler, Eş'arîler ve selefiler) bu noktada Kaderiye ve Cebriye

25 Eylül 2005 Pazar

Page 24: KAZA-KADER-İRADE__KAVRAMI = Ebu Abdulmumin Tekin Mıhçı =

Kaza – Kader – İrade – Kavramları 24

kamplarından ayrılmaktadırlar. Ehl-i Sünnet dünyası, -kişi irâdesinde özgür olmakla birlikte- onun, tüm düşünce, hareket ve davranışlarının Allah tarafından yaratıldığına inanmaktadır.

Ehli sünnet, bütün inanç meselelerinde olduğu gibi irâde ve (bununla pek ilintili olan) kaza-kader meselelerinde de ilk müslümanlar gibi düşünmekte, diyalektik yöntemlerle bu konuları açıklamaktan çekinmektedir. Çünkü insanın iç dünyasında pey-dahlanan dileme olayı son derece karmaşıktır. İnsanın zihninde bir dileğin ilk olarak hangi temel faktörün etkisi altında oluştuğu, çok yönlü bir nedensellik konusudur. Maddi sebepler ötesine kadar dayanabilecek olan bu sorun sayısız bağıntılarla açıklanamaz. Geriye doğru sonsuz bir süreklilik gösteren nedenler arasında bağıntılar arayarak irâdeyi bir temel nedene bağlamanın insan zekâsıyla belki de mümkün olamayacağına inan-dıkları için Ehl-i Sünnet âlimleri irâde konusunda derin tartışmaların dışında kalmayı ter-cih etmişlerdir. 26

İyilik, Kötülük ve Sorumluluk

Kur'ân-ı Kerim'de iyilik demek olan "Hayır" ile kötülük demek olan "Şer" sözcüklerinden başka bu iki karşıt anlamda kullanılmış iki kelime daha vardır. Onlardan "Salih": iyi, "Seyyi'" ise: kötü anlamını vermektedir. Ancak "Hayır" sözcüğü, "Şerr" in karşıtı, "Salih" sözcüğü de "Seyyi'" in karşıtı olarak kullanılmıştır. 27 Aralarındaki farka gelince "Hayır" ile "Şer" kavramları daha kapsamlı ve geneldir. Bu yüzden kaderle ilgili olarak öteden beri "hayır" ve "şer" terimleri kullanılagelmiştir.

Daha önce de açıklandığı üzere her şey Allah tarafından yaratıldığı gibi insanın gerek düşünmesi, gerek dilemesi, gerekse bütün hareket ve eylemleri Allah (cc) tarafından yaratılır. Ancak düşünen, dileyen ve yapan, insanın bizzat kendisidir. Bu nedenle sorumluluk insana aittir. İşlediği iyiliğin ve yapıcı faaliyetlerin ödülü de, yaptığı kötülüğün, yıkıcı davranış ve sözlerinin cezası da kendisine yöneliktir. Allah Teâlâ, kulun faaliyetlerinden sorumlu değildir. Ehl-i Sünnet'in görüşü budur. Bu görüş Kur'ân-ı Kerim'e ve Hz. Peygamber (sav) 'in sünnetine dayanmaktadır. 28

26 Ferid Aydın, İslam’da İnanç Sistemi, Kahraman Yayınları: 289-292. 27 Fussilet: 41/46, Zilzal: 99/7, 8 28 Ferid Aydın, İslam’da İnanç Sistemi, Kahraman Yayınları: 292.

25 Eylül 2005 Pazar

Page 25: KAZA-KADER-İRADE__KAVRAMI = Ebu Abdulmumin Tekin Mıhçı =

Kaza – Kader – İrade – Kavramları 25

Kaderîler'in İradeye İlişkin Görüşleri

İnsanın iyi ya da kötü olsun, söz ve davranışlarının, kendisi tarafından mı, yoksa Allah tarafından mı yaratıldığı sorusu daha İslam'ın ilk yıllarında ve bazı sahâbîlerin henüz hayatta bulundukları günlerde tartışma konusu olmuştur. Kitaba ve sünnete bağlı olan çoğunluk, her şeyin olduğu gibi insanın ve bütün davranışlarının da Allah tarafından yaratıldığı, ancak kulun kendi söz ve eylemlerinden bizzat kendisi sorumlu olduğu görüşünde idiler ki bu inanç Ehl-i Sünnet olarak bilinen geniş bir tabanda kabul görmüş, günümüze kadar da sürmüştür. Bu görüşle ikna olamayanların ilki Mabed el-Cühenî'dir. Bu adamın, kaderi inkâr ettiği kaydedilmektedir. 29 O'na göre insan kendi eylem ve dav-ranışlarını bizzât kendisi yaratmaktadır. Daha sonraları Amr b. Ubeyd ve Vasıl b. Ata gibi tanınmış diyalektisyenler de bu görüşü savunarak Mu'tezilîlik Mezhebi'nin oluşmasına öncülük etmişlerdir.

Kelâm Tarihine Mu'tezile olarak geçen Kaderiler, insanın kendi iradesine mutlak surette sahip bulunduğuna, bu nedenle de kendi fiillerini bizzât kendisi yarattığına inanmaktadırlar. Bunlara göre insanın hiç bir eylem ve davranışında Allah (cc) ın herhangi bir etkisi yoktur. Mu'tezilîler'in bu görüşü tutarsızdır. Bu tutarsızlık üç noktada ortaya çıkmaktadır:

1- İnsan yaratıktır, yoktan var edilmiştir. Binaenaleyh onda yoktan var etme gücü bulunamaz.

2- Kendi hareket, söz ve davranışlarının, kendisi tarafından yaratıldığını ileri sürmek, Allah Teâlâ ile birlikte ikinci bir yaratıcıyı daha var saymak demektir ki bundan da her insanı ayrı bir yaratıcı kabul etmek gibi çok tanrılı bir şirk inancı sonuçlanmaktadır.

3- Kişinin kendi hareket, söz ve davranışlarının, bizzat kendisi tarafından yaratıldığını ileri sürmek:

a) Ya Allah (cc)'ın daha önce bunları bilmediği,

29 Hâfız b. Ahmed el-Hakemi, Meâric’ül-Kabûl S.286 25 Eylül 2005 Pazar

Page 26: KAZA-KADER-İRADE__KAVRAMI = Ebu Abdulmumin Tekin Mıhçı =

Kaza – Kader – İrade – Kavramları 26

b) Ya da bilmesine rağmen, insanın O'nun dilemesinden bağımsız bir şekilde hareket ettiği anlamına gelir ki Birincisine göre: Allah Teâlâ'yı, (Geleceği bilmemek) gibi yakışıksız bir sıfatla nitelemek, ikincisine göre de O'nu beceriksizlikle vasıflandırmak gibi çelişkiler ortaya çıkmaktadır.

Aslında bu sakat görüşün savunucuları amaç olarak sırf Allah'ın hiç bir kötülükle ilişkisi bulunmadığını ifade etmek ve yakışmayan şeylerle O'nun arasında bir ilgi kurmaktan kaçınmak pahasına bu korkunç şirke saplanmışlardır. 30

Cebrîler (Fatalistler) in İradeye İlişkin Görüşleri

Cebriler irâde konusunda Kaderilerin tam tersine insanı, âdetâ rüzgarın yönüne göre hareket etmek zorunda bulunan bir ot gibi görürler. Onlara göre insan, istese de istemese de mukadder olan fiili işleyecektir. Çünkü tüm olaylar ezelde saptanmıştır. Bu olaylar bir bütün olarak bir senaryo gibidir. Binaenaleyh günün birinde bu senaryo mutlaka sahnele-neceğinden, insanın, bunda bir değişiklik yapması mümkün değildir. Onlara göre insanın bütün söz, hareket ve davranışları bizzat Allah (cc) tarafından işlenmektedir.

Dolayısıyla insan ne yapıyor olursa olsun, sadece önceden belirlenmiş ve kesinleştirilmiş rolünü oynamaktadır. Onun için sorumlu değildir. Günahların kıyamette ceza ve işkenceye sebep oluşturmadığı noktasında da görüş birliği içerisindedirler. Cebriler'e göre insanın gerçek anlamda özgür bir irâdesi ve kayıtsız bir seçimi yoktur.

Cebriye Kampı'nın özellikle Mürciye-i Hâlisa fraksiyonundan sert görüşlü gruba göre kişi, mümin bulunduğu sürece işlediği hiç bir günahın ona bir zararı olmaz; Buna karşın eğer kafirse yaptığı hiç bir ibadetin de faydası yoktur. Bu inancın ikinci şıkkı elbette ki doğrudur ve Ehl-i Sünnet'inkiyle çakışmaktadır. Çünkü küfür suçu o kadar büyüktür ki bütün olumlu davranışları boşa götürmek ve kişiyi müflis yapmak için ye-terlidir. 31 Ne varki birinci şıkkın kitap ve sünnete uyan hiç bir yanı yoktur. Bu nedenle Cebriye Fırkası her bakımdan sapık bir topluluktur. Çünkü insanı, kaderin kaçınılmaz baskısı altında yaşayan eli kolu bağlı bir mahkûm gibi düşündükleri için çok farklı bir ahlâk anlayışıyla dikkati çekmişlerdir. Örneğin, onlara göre ahlâksızca bir davranış,

30 Ferid Aydın, İslam’da İnanç Sistemi, Kahraman Yayınları: 292-293. 31 Nur: 24/39

25 Eylül 2005 Pazar

Page 27: KAZA-KADER-İRADE__KAVRAMI = Ebu Abdulmumin Tekin Mıhçı =

Kaza – Kader – İrade – Kavramları 27

erdemli bir davranıştan farksızdır. Çünkü ikisi de zorunlu olarak yaşanan birer kaderdir. 32

Kaza Kavramı

Kaza: Arapça yargı, oluş ve meydana geliş demektir. Kader konusu ile ilgil bir kavram olarak: Ezelde Allah tarafından bilinen ve belirlenmiş olan mukadder bir olayın, yeri ve zamanı gelince gerçekleşmesidir. Çünkü rastlantı diye bir şey yoktur. Kainatta hiç bir olay tesadüfen meydana gelmez. 33

Kaza da kader gibi çok geneldir. Çünkü kaderle ilişkilidir. Aynı şekilde kader gibi kaza da kendi tanımı içinde çok komplike bir kavramdır. Çünkü meydana gelen bir olay, başka bir olaydan bağımsız değil, bilakis kâinâtta olup biten her şey iç içedir ve sebep sonuç zinciri içinde, -madde ötesi sınırlara kadar- âdetâ her şey birbirine bağlıdır. Dolayısıyla deyim yerinde ise kâinât her an bir kaza cümbüşü içinde yüzmektedir. Örneğin bir yağmur damlacığının hangi şartlar altında, hangi tabiat olaylarıyla ilintili ola-rak, hangi özellikler içinde, nerede oluşacağı ve ne zaman nereye düşeceği, ezelde Allah (cc)'ın kuşatıcı bilgisi altında belirlidir. Yeri ve zamanı geldiğinde onun oluşup mukadder şartlar ve ölçüler içinde gerçekleşmesi ise bir kazadır.

Ancak unutmamak gerekir ki bir yağmur damlacığı bile gözlerimizle seyrettiğimiz kadar basit ve hemen o dakikalar içinde başlayıp biten soyut bir olay değil, bilakis güçlükle anlatılabilecek yoğunlukta çeşitli olayların bir zincir halinde birbirlerini izlemesiyle ortaya çıkar ki bu olayların her biri ezelde mukadder olmak bakımından birer kazadır. Buna başka bir örnek daha vermek gereksizdir. Çünkü kâinâtta her olay bir kazadır. Halk dilinde - saldırıya uğramanın dışında - beklenmedik bir sırada yaşanan, hasar, zarar ve yaralanma ile sonuçlanan olaylara kaza denmesi de buradan gelmektedir. Şu var ki saldırı da esasen bir kazadır. Yani bir kaderin gerçekleşmesidir.

Kaza konusunu, insanın hayatı boyunca yaşadığı olaylar bakımından ele aldığımız zaman da sonuç aynıdır. İnsonoğlu gerek irâdesiyle, gerekse irâde dışı olarak küçük bir zaman dilimi içinde sayısını asla bilemeyecek kadar olay yaşamaktadır ki bunların her birisi birer kazadır. Ancak bütün bu olaylar arasında özellikle etkisinde kaldığı önemli

32 Ferid Aydın, İslam’da İnanç Sistemi, Kahraman Yayınları: 294. 33 Bk. Tamanen İslamdışı Çağdaş İnanç ve Fikir Akımları: Darvinizm

25 Eylül 2005 Pazar

Page 28: KAZA-KADER-İRADE__KAVRAMI = Ebu Abdulmumin Tekin Mıhçı =

Kaza – Kader – İrade – Kavramları 28

sahneler vardır ki bunlarla birlikte ancak zaman zaman kaza ve kaderi hatırlar ve bu iki kavram üzerinde düşünmek durumunda kalır. İşte bu nokta ile ilgili olarak da şuna işaret etmek gerekir ki insan için mukadder olan her şey, mutlak surette yaşanır. Kaderde belirlenmiş olan bir olayın kazaya dönüşmesi yani zamanı gelince gerçekleşmesi eğer irâdemizin doğrultusunda cereyan edecekse onu zâten düşünerek, dileyerek ve kararlaştırarak bilinçli bir şekilde yaşarız. Eğer irademizin, bilgimizin ya da bilincimizin dışında meydana gelecekse ilgili sebepler bir araya gelince yine o olayı yaşamak bize rağmen kaçınılmaz olur. 34

Kader ve Rızık

Özellikle yiyecek ve içecek cinsinden Allah'ın canlıya ihsan ettiği her besleyici şey rızıktır. Kur'ân-ı Kerim'deki çeşitli açıklamalar bu tanımı kanıtlamaktadır:

“Allah'dır ki sizi yarattı; Sonra sizi besledi; Sonra sizi öldürecek; Sonra sizi diriltecektir.” (Rum: 30/40)

“Nice canlı vardır ki rızkını taşıyamaz. Onları da sizleri de besleyen Allah'dır. O, tümü duyandır, tümü bilendir.” (Ankebut: 29/60)

“İnkar edenlere dünya hayatı parlak gösterilmiştir. Onlar müminlerle alay ederler. Oysa sakınanlar, kıyamet gününde onlardan üstündürler. Allah dilediğine hesapsız rızık verir.” (Bakara: 2/212)

Rızık da her olay gibi kaderin kapsamına girer. Çünkü canlının hangi şartlarda, nerede, nasıl, hangi yollarla ve ne gibi bir besin maddesini alacağı ve ondan nasıl yararlanacağı ezelde Allah tarafından bilinmektedir. Binaenaleyh onun, yiyecek ve içecek maddesi olarak bir şeyi alması, kazanması ve onu tüketmesi, yaşadığı diğer olaylardan farklı bir şey değildir. Ne varki insanın örneğin, ağzına koymak üzere eline al-dığı bir lokmayı herhangi bir nedenle yiyememesi, insanlar arasında öteden beri çok farklı bir olay gibi algılanmış, bu nedenle de yiyilip içilen şeylerin rızık adı altında özel bir konu olarak işlenmesi adet olagelmiştir. Bu konuda olup bitenler arasında gerçekten de insanı şaşkınlık içinde bırakan bazı olaylar yaşanmıştır.

34 Ferid Aydın, İslam’da İnanç Sistemi, Kahraman Yayınları: 294-296. 25 Eylül 2005 Pazar

Page 29: KAZA-KADER-İRADE__KAVRAMI = Ebu Abdulmumin Tekin Mıhçı =

Kaza – Kader – İrade – Kavramları 29

Örneğin, bir çocuğun, tam ağzına koymak istediği et lokmasının, o sırada kedi tarafından kapılması, ya da elindeki süt bardağının devrilmesi belki pek şaşırtıcı değildir. Ama kazılar sırasında çıkarılan bir insan kafatasının dişleri arasında henüz çürümemiş bir darı tanesi şaşkınlık içinde seyredilirken, kenara konduktan az sonra bir kuş tarafından gagalanarak kapılması daha büyük bir şaşkınlığa yol açabilmiştir. Bu da rızık meselesinin kader olayları arasında özelleştirilmiş bir konu olarak işlenmesine neden olmuştur. Halbuki rızık da, yaşanan diğer bütün olaylar gibi kaderin sıradan bir parçasıdır. Öyle ki haram lokma da rızıktır.

Örneğin hırsızlık malı bir yiyeceğin, gerek hırsız tarafından bilinçle yenmesi, gerekse -farkında olunmadan- diğer biri tarafından yenmesi arasında kader açısından hiç bir fark yoktur. Haram ya da helâl, ikisine de yedikleri nasip olmuştur. İkisi de kendi irâde ve seçimleriyle bu fiili işlemişlerdir. Aralarındaki fark: Hırsızın sorumlu, diğerinin ise masum olmasıdır. Bu ise yenen şeyin, kader ya da rızık olmasıyla çelişmez. Daha doğrusu böyle bir olayın, Kur'ân'ın üslubu dışında "Rızık" olarak adlandırılmasının hiç bir özelliği yoktur. Çünkü kişinin bir şey yiyip içmesi ile onun, giyinip kuşanması, yürümesi, okuması, ya da herhangi bir hareket yapması arasında kader bakımından hiç bir fark yoktur.

Mu'tezilîler bu noktada da Ehl-i Sünnet'ten farklı düşünmüşlerdir. Onlara göre haram lokma rızık değildir. Çünkü "Allah, kötülüğü ve yasaklamış olduğu davranışları yaratmaktan münezzehtir." Bu nedenle rızık için “Allah'ın, insanı yararlanmaktan yasaklamadığı şeyler." diye spekülatıf bir tanım yapmışlardır. Halbuki insanlar, Allah'ın yasakladığı birçok şeyleri de yiyip içmekte ve bunlardan yasaklı yollarla yararlanmaktadırlar. Dolayısıyla bu tanımın tutarsız oldugu açıktır.

Aslında rızık meselesinin taşıdığı önemi, onu, kader zinciri içinde pek anlamı olmayan yorumlarla özel bir konu haline getirmekte aramamak gerekir. Fakat rızkın asıl başka yönden taşıdığı bir önem vardır. O da şudur: Allah (cc), rızkın yaratıcısıdır, kişi ise onu, kendi irâdesiyle arayıp kazanandır. Helâli de haramı da hikmetiyle yaratan Allah, in-sana neyin helâl, neyin haram, neyin iyi, neyin kötü, neyin serbest ve neyin yasak olduğunu açıklamış, ancak onu, istediğini seçmekte özgür bırakarak ileride kendisini he-saba çekmek üzere de sorumlu tutmuştur. 35

35 Maide: 5/4, Nahl: 16/114, 115, 116 25 Eylül 2005 Pazar

Page 30: KAZA-KADER-İRADE__KAVRAMI = Ebu Abdulmumin Tekin Mıhçı =

Kaza – Kader – İrade – Kavramları 30

Rızık hakkında bilinmesi gereken önemli bir nokta da şudur: Kişi, bilgisini, enerjisini ve imkanlarını seferber ederek, çalışıp didinmek, çabalayıp rızkını aramak ve bununla birlikte olanca dikkatiyle helâlinden kazanmak durumundadır. Bu, hem iman, hem ahlâk, hem de hayat açısından zorunludur. Yani kişi her şeyden önce helâla helâl, harama da haram olarak inanmalı, bu iki şeyi vicdanında asla bir tutmamalıdır; Buna bir toplum baskısı ya da bir gelenek diye değil, bir Kur'ân gerçeği olarak inanmalıdır. 36 insanın böyle bir inançla rızık arayışı içine girmesi ise hem bir ahlâk gereği hem de ya-şayabilmek için kaçınılmaz bir zorunluluktur.

Çalışmakla rızık arasındaki ilişkiye gelince bu nokta, akılları durduran bir sırla örtülüdür. Bu gizemi sonsuza dek hiç kimse çözemeyecektir. Çünkü bu dünyada öyle canfeda çalışıp çabalayan, akıllı, zeki, bilgili, atılgan, enerjik ve ahlâklı insanlar vardır ki hayatları boyunca bir türlü iki yakaları bir araya gelmez. Aynı zamanda öyle tembel, sü-nepe, mendebur geçimsiz ve ahlâktan yoksun kimseler de vardır ki nimet ve servet içinde âdetâ yüzerler.

Öyle ise akıl, zekâ, enerji, disiplin, dürüstlük, ya da iman ve ahlâk ile rızık ilişkisinin arka planını deşmek veya merak etmek yerine, Allah (cc)'ın, insanlara uyguladığı bu gizemli sınavdan ibret almak ve bu sınav için hazırlıklı olmak daha doğru olur. 37

Kader ve Tevekkül

"Tevekkül", öteden beri amaçlı ve tek taraflı yorumlara konu olmuş bir kavramdır. Bunun nedenini, yalnızca tevekkül sözcüğünün verdiği esnek anlamda değil, bu anlamın insanlar tarafından çarpık algılanmasında aramak gerekir. Çünkü tevekkülü, kimileri kasıtlı, kimileri de kasıtsız olarak yanlış yorumlamışlardır. Böylece bu kavram hakkında ikisi yanlış, biri ise doğru olmak üzere üç ayrı düşüncenin var olduğunu söyleyebiliriz.

Bu çarpık yorumlardan birincisi, İslama ve Kur'ân'a karşı önyargılı olanlara aittir. Daha çok şartlanmışlık etkisiyle İslam'a karanlık bakanlara göre tevekkül, kelimenin tam anlamıyla: "Her şeyi boşvermişlik demektir. Bu da tembel, miskin, amaçsız ve idealsiz insan tipinin hayat anlayışıdır. Bu anlayışın kaynağı ise Dindir." Tabiatıyla dinden İslam'ı amaçlamaktadırlar.

36 Nahl: 16/116 37 Ferid Aydın, İslam’da İnanç Sistemi, Kahraman Yayınları: 296-298.

25 Eylül 2005 Pazar

Page 31: KAZA-KADER-İRADE__KAVRAMI = Ebu Abdulmumin Tekin Mıhçı =

Kaza – Kader – İrade – Kavramları 31

Bu görüşün doğruluk derecesini anlayabilmek için Kur'ân-ı Kerim'i incelemek yeterlidir. Gerçekte de Kur'ân-ı Kerim, bütün emir ve yasaklarıyla ve birçok öğütleriyle müslüman kişiye aktif, hareketli, dinamik ve üretken olması için ruh vermektedir. İslam'ın ahlâk değerlerinden ilham alarak yola çıkan müslümanların tarihte elde ettikleri başarılar ve zaferler, sanat ve bilim alanında gerçekleştirdikleri eserler de onların tevekkül anlayışının böyle olmadığını ayrıca kanıtlamaktadır. Tevekkülü, her şeyi boşvermek gibi yorumlayanların yanıldığını kanıtlayan bir gerçek de onların bu kavramı yorumlarken hiç bir kaynağa dayanmamış olmalarıdır. Nitekim:

"Bu kelimenin manası: Her şeyi kadere ve kısmete bağlayarak gayret harcamadan tam bir tevekkül içinde yaşamak demektir."38 diyen bir yazar bu tanımı neye dayanarak yaptığını açıklamamıştır, Çünkü açıklayamamıştır. Ayrıca bu tanımda şöyle bir çelişki vardır: "Her şeyi kadere bağlamak" ile "Gayret harcamadan yaşamak" birbirinden farklı şeylerdir. Çünkü her şeyi kadere bağlamak sanıldığı gibi boşvermişlik değil, bilakis Allah'ın ezelde her şeyi bildiğine inanmaktır. Bu ise, daha önce de açıklandığı üzere imanın şartlarındandır.39 Binaenaleyh Allah (cc)'ın ezelde her şeyi bildiğine inanmayan insan zâten mümin değildir. "Gayret harcamadan yaşamanın" ise "Her şeyi kadere bağlamak" la hiç bir ilişkisi yoktur. Bu olsa olsa bazı kimselerin bilgisizlikten kaynak-lanan kişisel görüşüdür. Kişisel görüşlerin ise Kur'ân'ın evrensel değerlerini anlatmak için bir kaynak ya da bağlayıcı bir kanıt olamayacağı açıktır.

Tevekkül konusundaki yanlış görüşlerden ikincisi ise bazı mistiklere aittir. Bu görüşün temeli eski stoacı Yunan filozoflarından Antistenes ve Sinop'lu Diogenes 'in düşüncelerine kadar dayanmaktadır. Roma döneminde de Epiktetos 'un ihya ettiği bu düşünce İslamın gelişinden sonra bazı tasavvufçular tarafından benimsenmiştir.

Kinizm denen bu felsefenin zâten adı üstündedir. Çünkü kinik yaşam tarzı, köpek gibi yaşamak demektir. Bu anlayışa göre: Nasıl ki köpeğin, çalışmak gibi bir gailesi, bir endişesi ve geleceğe dönük bir amacı ve ideali yoksa -sözde- insan da böyle olmalıdır; Mutluluk böyle bir yaşam tarzıyla ancak elde edilebilir. Tabiatıyla bir kısım tasavvufçular helen kökenli maddeci filozofların bu görüşünü İslam toplumuna suna-bilmek için onu kendilerince islamlaştırmış ve bunu da tevekkül kavramını yorumlayarak yapmışlardır. Örneğin bunlardan birinin, tevekkül başlığı altında yazdığı şeyler arasında bu kavramdan ne amaçlandığını çok daha iyi açıklayabilmek için çeşitli hikayeler an-

38 Meydan Larousse, Tevekkül Maddesi (H.Rahmi Gürpınar'dan Naklen Hüseyin Rahmi, tipik bir hikâyecidir. Hayatı boyunca hayal aleminde yaşamıştır. Yıkılmış bir devletin ve moral değerler bakımından iflas etmiş bir toplumun yuvarlandığı çukurda ne görmüşse sadece onu yazmıştır. Gözlediği gerçeklerin nedenleri üzerinde ise akıl yürütebilecek parlak bir mantıktan yoksundur. Onun içindir ki bu şahıs, tevekkül kavramını kavramaktan son derece uzak kalmıştır. 39 Bk. S. kadere İman

25 Eylül 2005 Pazar

Page 32: KAZA-KADER-İRADE__KAVRAMI = Ebu Abdulmumin Tekin Mıhçı =

Kaza – Kader – İrade – Kavramları 32

latmıştır Bunlardan özellikle şu iki örnek O'nun, tevekkülü nasıl anladığı ya da nasıl anlatmak istediği bakımdan dikkat çekicidir.

Birinci hikaye şöyledir: "Kendini ibadete adayan biri, bir mescitte itikâfa kapanmıştı. Adamın hiç bir işi yoktu. Mescidin imamı bir gün ona: -Eğer çalışırsan senin için daha hayırlı olur, dedi. İki üç kez daha bu sözü tekrarlayıncaya kadar adamdan ses çıkmadı. Ancak imam dördüncü defa da aynı şeyi söyleyince O'na şu cevabı verdi: -Camiin bitişiğinde bir yahudi var, o, bana her gün iki ekmek verecek. Bunu bana söz verdi. Bunun üzerine imam: -Peki, eğer yahudi sözünde durursa o zaman camide sürekli oturman daha hayırlı olur. Bu kez de adam, imama şunları söyledi: -Eğer sen de Allah'ın huzurunda ve insanlar arasında bir imam olarak böyle sakat bir inançla bulunmasaydın senin için daha hayırlı olurdu."

Bu hikayeden açıkça anlaşılan şudur: Yahudinin her gün kendisine iki ekmek bağışlamasıyla çalışma külfetinden kurtulan âbid, bu sayede bütün zamanını bir mescidin içinde ibadetle geçirmeyi gerçek tevekkül sanmaktadır. İmam ise onun bu tutumunu sorgulamakta ve âdetâ, tevekkülün böyle olmayacağını öğütlemekte ise de adam, imamı bu öğütlerinden dolayı "inancı sakat" olmakla suçlamaktadır. Hikayeyi nakledenin de zâten amacı budur. Yani tevekkülün, imamın düşündüğü gibi değil, bilakis dervişin anla-dığı şekilde olduğunu kanıtlamaya çalışmaktadır.

İkinci hikaye de şöyledir: "Adamın birine: -Ne arıyorsun ? diye soruldu. O da: -Rızkımı arıyorum, diye cevap verdi. Soran kişi bu kez de ona: -Eğer rızkının nerede olduğunu biliyorsan onu o zaman aramalısın, deyince adam: -Rabb'imden istiyorum, diye karşılık verdi. Ancak soran kişi bu sefer de: -Ama eğer Rabb'in seni unutuyorsa rızkını aramalısın diye onu öğütledi." 40

Bu örnekte de anlatılmak istenen şudur: insan, rızkının nerede olduğunu asla bile-mez, aynı zamanda Allah insanı unutmaz. Öyle ise kimsenin geçim ve kazanç endişesine kapılmaması ve bu amaçlarla arayış içine girmemesi gerekir.

Meselenin ibret verici bir yanı da Ünlü tasavvufçulardan İbn Atâillâh el-İskenderî tarafından, insanın bütün sebepleri ve kazanma yollarını bir kenara bırakması konusunda et-

40 Abdurrahman Saffurî, Nüzhe'tül-Mecalis Ve Müntakhab'ün-Nefâis : 1/296 25 Eylül 2005 Pazar

Page 33: KAZA-KADER-İRADE__KAVRAMI = Ebu Abdulmumin Tekin Mıhçı =

Kaza – Kader – İrade – Kavramları 33

Tenvîr Fi İskat'it-Tedbîr adlı bir kitap bile yazmış olmasıdır. Yazar, kitabının bir yerinde aynen şöyle demektidr: "Kim Allah'a ulaşmak isterse bu yola ait kapılardan girmek ve bu amaç için var olan araçlara baş vurmak zorundadır. Bu yolda terk edilmesi ve (pisliğinden) temizlenilmesi gereken şey ise tedbirdir."

Ne ilginçtir ki yazar, Allah'a ulaşmak isteyen insan, "Bu amaç için var olan araçlara baş vurmak zorunludur." demesine rağmen, kazanmak, geçinmek ve yaşamak için gerekli olan bütün araç ve önlemleri bir pislik olarak görmekte ve bu pisliklerin (!) tümünden temizlenmek gerektiğini öğütlemektedir !

Tevekkül hakkındaki bu anlayışın yabancı kaynaklardan sızdığı, İslam'daki tevekkülün ise bu olmadığı noktasında İslam âlimleri görüş birliği içindedirler. Örneğin bu zevattan biri kanaatini şöyle açıklamaktadır: "Hint ve Hıristiyan ruhbanlığının, bazı sofilerin, dilenmek ya da başkalarının sırtından geçinmek gibi İslam Dini ile uyuşmayan yollara insanları özendirmelerini bir kenara koyacak olursak mutedil sofilerin ticaret, tarım ve İslam şeriatının legal saydığı diğer alanlarda bir meslek edinmenin mubah olduğu görüşünde birleştiklerini görüyoruz." 41

Tevekkül kavramının en doğru anlamını Kur'ân-ı Kerim vermektedir. Bunu, özellikle Ali İmrân Sûresi'nin 159 uncu âyet-i Kerime'sinden çok iyi anlıyoruz. Bu âyette Allah Teâlâ Hz. Peygamber (sav) e bazı özel öğütlerde bulunmakta, bu cümleden olarak şöyle buyurmaktadır:"Eğer kaba, katı yürekli olsaydın (dava arkadaşların) çevrenden dağılacak gideceklerdi. Öyle ise onları bağışla, onlar için Allah'dan af dile (Bir iş için) karar verdiğinde Allah'a tevekkül et."

Bir iş için karar vermek, o konuda gerekli önlemleri almak ve ön hazırlıkları yapmakla olur. Bu zâten doğal bir şeydir. Nitekim insanların, işlerine güçlerine gitmeden önce yanlarına bir takım kanıtlayıcı belgeler almaları, araç ve gereçler, ihtiyaç duydukları para malzeme, silah, ilaç, koruyucu madde, yiyecek ve içecek gibi şeyleri taşımaları, iş yerlerinde güvenlik önlemleri almaları hep bu gerçeği kanıtlamaktadır. Herhangi bir konuda karar veren aklı başında bir insanın, o işten beklenen sonucu alabilmek için ge-rekli ön hazırlıkları yapmış olması en mantıklı şeydir.

41 Dr. Es'ad es-Samahrânî, et-Tasavvuf - Menşe'uhu ve Mustalahât'uhu S.132 Beyrut-1987 25 Eylül 2005 Pazar

Page 34: KAZA-KADER-İRADE__KAVRAMI = Ebu Abdulmumin Tekin Mıhçı =

Kaza – Kader – İrade – Kavramları 34

Dikkat edilecek olursa yukarıda sözü edilen âyet-i kerimede iki önemli nokta vardır. Bunlardan birincisi karar vermek, ikincisi ise Allah'a tevekkül etmektir. Ancak "Tevekkül etmek" âyet-i kerimedeki ifade içinde karar vermeye, (Hatta bir anlamda önlem almaya bağlanmış) ve ondan sonra söz konusu edilmiştir. Bu da kişinin boş yere, gaflet içinde ve bilinçsiz oalarak Allah'a tevekkül edemeyeceğini kanıtlamaktadır. İnsan elbetteki önce bir şey planlamış olmalı ve bunun için birtakım hazırlıklar yapmış, önlemler almış olmalıdır ki gerisini Allah Teâlâ'ya bırakması bir anlam ifade etsin. Bu ölçüler içindeki gerçek tevekkülün aykırı şekline ise "Tevâkül" denir.

İnsanın bu dünyadan nasibini alabilmesi için sebeplere sarılması konusunda ilâhî öğüt vardır.42 Ancak Allah Teâlâ mümin kişiye, alacağı bütün önlemlerden ve yapacağı bütün hazırlıklardan sonra yine de işini O'na havale etmesini emretmiş, "Eğer müminse-niz Allah'a tevekkül ediniz." (Maide: 5/23) buyurmuştur. Çünkü şu bir gerçektir ki, insan ne kadar tedbirli ve hazırlıkla olursa olsun Allah eğer dilerse onun bütün tedbirlerini ve hazırlıklarını boşa çıkarıp işini gücünü altüst edebilir; Bunu, hikmetinin ve takdirinin bir sonucu olarak yapabileceği gibi kendine ve aldığı önlemlere güvenen gafil insana bir ceza olarak ta yapabilir. Şu halde yapılacak bütün hazırlıklardan ve alınacak bütün tedbirlerden sonra Allah'a tevekkül etmek ilahî bir emirdir. Müminin, gaflet içinde olmadığının da ayrıca kanıtıdır. İşte Kur'ân'ın bize öğrettiği ve öğütlediği tevekkül budur.43

Ecel ve Kader

Ecel arapça belirlenmiş sürenin bitimi demektir. Başlıca iki ayrı anlamı vardır. Bunlardan biri, türkçedeki “vade” nin karşılığı olmak üzere genelde senet ve borç mevzuatında kullanıldığı anlamdır; 44 diğeri ise ölüm anı demektir. Yani insanın hayatının sona erdiği saniyeler anlamına gelir.

Ecel de rızık veya insanın, hayatında yaşadığı sıradan herhangi bir olay gibi kaderin bir parçasıdır. Allah Teâlâ her canlının, ne kadar yaşayacağını, nerede ve nasıl öleceğini kesinlikle ve ezelî ilmiyle bilir. Dolayısıyla canlının öleceği saatlerde onun hayatının sona ermesi için gerekli olan bütün nedenler bir araya gelir. Öyle ki bu nedenler onun yaşamını durdurmak için âdetâ birbirlerini tamamlarlar.

42 Kasas: 28/77, Necm: 53/40, Mülk: 67/15 43 Ferid Aydın, İslam’da İnanç Sistemi, Kahraman Yayınları: 299-304. 44 Kur'ân-ı Kerim 2/282

25 Eylül 2005 Pazar

Page 35: KAZA-KADER-İRADE__KAVRAMI = Ebu Abdulmumin Tekin Mıhçı =

Kaza – Kader – İrade – Kavramları 35

Örneğin çok yaşlanmış bazı insanların, hiç bir hastalık belirtisi göstermeden bir mumun yavaş yavaş sönmesi gibi öldükleri bir gerçektir. Bu demektir ki, vücutta bulunan sistemler çok eskimiş ve yıpranmış olmaktan dolayı artık normal görevlerini yapamazlar. Bu sistemlerden bazıları bir süre daha çalışabilecek durumda olsa bile, diğerleri fonksiyonlarını yerine getiremediklerinden, kısa bir süre için bir tür direnip faaliyetine devam eden sistem de bu genel duraklamadan olumsuz yönde etkilenerek o da durur. Böylece ezelden beri Allah'ın bilgisi içinde olan yaşama süresi bitmiş olur ki işte ecel, pek olağan gibi göremediğimiz ancak bu son derece doğal nedenlere bağlı olarak zama-nında gerçekleşir.

Bundan şu sonucu çıkarmalıyız: Bir tek ecelin, yalnız bir değil, bilakis aynı zamanda birçok zincirleme nedeni vardır. Bunlar Allah'ın ezeldeki takdirine ve O'nun kurmuş bulunduğu kâinât disiplinine bağlı olarak sebep-sonuç zincirinin akışı içinde birbirlerini farklı ölçülerde etkiler ve ecel saati yaklaştıkça yoğunlaşırlar.

Örneğin, bir trafik kazasında sürücünün, gideciği yere bir an önce ulşmak istemesi, ecel için bir ilk neden oluşturabilir; Bu psikoloji içerisinde yapacağı aşırı hız, onu bir an gelir ki -bir riski atlatmak için- hatalı sollamaya iter. Bu da nedenlerin ikincisi olur; Hatalı sollama kaçınılmaz bir kaza ile sonuçlanırsa bu üçüncü bir neden olur; Çarpışma ya da devrilme gibi bir olaydan sonra vücutta meydana gelen ezilme, kırılma ve yara-lanmalar dördüncü bir nedeni oluşturur; Eğer kan kaybı ya da hastaneye geç ulaşmak gibi bir durum yaşanırsa bu da elbetteki başka bir neden olur ve böylece bir hayatın sona ermesi, âdetâ eceli hazırlayan sebeplerin birbirini izlemesiyle gerçekleşir. Ölüm hadisesi dahil, ard arda meydana gelen bu olayların hiç biri, aslında diğerinden farklı değildir. Çünkü bunların her biri, aynı doğrultudaki kaderin birer halkasıdır. Buna rağmen insanlar, ecel için genellikle (kalp krizi, trafik kazası, zehirlenme, boğulma, intihar ve süikast) gibi bir tek neden üzerinde dururlar. Elbette ki bu, ezeli kaderin bir çeşit özet-lenmesidir.

Dikkatlerin ecel kavramı üzerinde yoğunlaşması ölüm olayından ötürüdür. Çünkü ecel demek ölümün başlaması demektir. ölüm ise, birçok insan için ürkütücüdür. Özellikle İlahî vahiylerin haber verdiği “Gaybî” gerçekler hakkında tereddütlü olan insanlar, hayatlarının en risksiz günlerinde bile ölümü hatırladıkça gizli panikler yaşarlar. Onlar için hayat -bu açıdan- âdetâ bir ızdıraptır. Dolayısıyla “Sportif faaliyetler”, güzellik yarışmaları ya da çeşitli adlar altında düzenlenen dev müsabakalar, faşingler, festivaller ve baş döndürücü eğlenceler, aslında derinden yaşanan bu gizli ızdırabın, bu içsel paniğin biraz olsun dindirilmesi amacını gütmektedir.

25 Eylül 2005 Pazar

Page 36: KAZA-KADER-İRADE__KAVRAMI = Ebu Abdulmumin Tekin Mıhçı =

Kaza – Kader – İrade – Kavramları 36

Ölümle ecel, birçok kimseler tarafından özdeşleştirilmiştir. Ancak ikisi birbirinden farklı olaylardır. Ecel, canlıdaki hayatın sona ereceği saniyelerin gelip çatması, Ölüm ise canlıdaki dünyevi hayatın sona ermesi ya da ruhun bedenden ayrılması demektir. 45

Ecel ve Ömür

Ömür, Canlının bu dünyada var olmasıyla başlayan ve ecelinin gelip çatmasıla ya da canlının ölmesiyle son bulan belirli süredir. Bu tanımdan hareket ederek, “Öyle ise her canlının ömrü biçilmiştir.” demek doğrudur, ancak bu, yeterli ve doyurucu bir açıklama değildir. Önce şunu düşünmeliyiz ki değil yalnız canlılar, bilakis Allah'dan başka her şey sürelidir. Çünkü her şey Allah Teâlâ'nın ezelî ve kuşatıcı bilgisine, O'nun kurmuş bulunduğu kainat disiplinine ve bu disiplini ayakta tutan evrensel yasalara bağlı olarak (fizik sınırlarda) sebep-sonuç ilişkisi içinde değişikliğe uğrar.

Her şey, kendi temel niteliklerinin çizdiği sınırlar içinde bağımsız bir bütünlükle ortaya çıkar ve kâinat sistemlerinden birine bağlı olarak aşamalarla gelişir, yıpranır, eskir ve sonunda köklü bir değişikliğe daha uğrar. İşte ilk var oluştan sonraki bu iki değişim arasında geçen süre her varlığın kesin ömrünü ifade eder.

Örneğin toprağa atılan bir tohumun, ekildiği andan itibaren yeşerip bir zaman sonra kurumasıyla ya da kesilip biçilmesiyle sona eren süre o bitkinin ömrüdür. Keza bir sanatkar tarafından yapılan herhangi bir eserin gerçekleştirildiği andan itibaren kullanımdan kaldırıldığı saate kadar geçen süre yine o eserin ömrüdür. Ancak ömür ve ecel kavramları bu basit ve soyut açıklamayı aşarak insan idrakinin ulaşamayacağı ilâhî irâdeye bağlı özel bir anlam taşırlar. Bu da demektir ki ecel ve ömür, birbirlerinden pek soyutlanamayan (ancak materyalıstlerin ileri sürdüğü gibi bir evrim olarak değil) Bilakis Allah'ın izni ve ezelî iradesiyle birbirini doğuran, birbirini tamamlayan devirdaim içindeki hayat ve kâinât olaylarının birer parçasıdırlar. 46

Ecel Değişir mi?

45 Ferid Aydın, İslam’da İnanç Sistemi, Kahraman Yayınları: 304-305. 46 Ferid Aydın, İslam’da İnanç Sistemi, Kahraman Yayınları: 306.

25 Eylül 2005 Pazar

Page 37: KAZA-KADER-İRADE__KAVRAMI = Ebu Abdulmumin Tekin Mıhçı =

Kaza – Kader – İrade – Kavramları 37

Allah Teâlâ, insanın ne zaman doğacağını ve ne zaman öleceğini ezelî ve kuşatıcı ilmiyle kesin olarak bildiği için ömrün uzaması ya da kısalması mümkün değildir. “Allah'ın her şeye gücü yeter, binaenaleyh daha fazla yaşamak için kulun yapacağı duayı kabul etmek O'nun için zor ya da imkansız değildir.” demek bir çelişkidir. Çünkü Allah Teâlâ, tüm geleceği olduğu gibi, her insanın ne zaman öleceğini de önceden ve kesin olarak bilir. Bu bakımdan dua ile değişerek ileri bir zamana ertelendiği sanılan ecel aslında Allah tarafından kesin şekilde belirlenmiş olan eceldir. Şu halde Allah'ın bir kimse için takdir buyurduğu ölüm tarihini bu kişinin duasıyla değiştirmesi demek, O'nun bu olayı sonra düşünmesi ve iki şey arasında tercih yapması gibi ezelî bilgisine ters düşen bir durumdur. Buna “Beda” denir. Beda ise Şiilikte bir inançtır ve Allah'ın sıfatlarına, kemal ve kuşatıcılığına aykırıdır. 47

“Allah dilediğini siler, dilediğini de (olduğu gibi) bırakır.” (Ra’d: 13/39) mealin-deki âyet-i kerimeye dayanarak ömrün artıp eksilebileceğine, ya da başka bir ifade ile ecelin değişebileceğine inanmak da bir yanılgıdır. Gerçekte Allah'ın, dilediğini silmesi: O'nun başlangıcı ve sınırı olmayan bilgisiyle, -yok olmasını belirlediği şeyi - zamanı geldiğinde ortadan kaldırması ve devam edecek olan şeyi de vadesine kadar bekletmesi demektir.

Burada şöyle bir soru ile karşılaşmak mümkündür:

"Mademki her şey önceden kesin olarak belirlenmiştir ve her şey zamanı gelince olup bitmektedir, öyle ise kulun dua etmesi, örneğin, şer ve belaların def olması, barışın, huzur ve mutluluğun gelmesi için dilekte bulunması bir anlam taşımamaktadır. Halbuki Allah Teâlâ: “Rabb'iniz buyurdu, benden dilekte bulunun, sizin için kabul edeyim.” (Mü’min: 40/60) diyor. Bu nasıl açıklanabilir?"

Önce şu gerçeği anlamaya çalışmak gerekir ki Allah'ın kesin yasaları arasındaki ilişkilerde insanın ruhsal ve psikolojik yönlenmesini sağlayan etkiler vardır. Şer, kötülük, sıkıntı ve huzursuzluk, ya da hayır, huzur, sevinç ve bereket göreceli kavramlardır. Bunlar herkese göre değişir. Nitekim aynı olayın, birini sevindirirken, bir diğerini acılara boğduğu bilinen bir gerçektir. Örneğin Allah Teâlâ, kullarından birinin duasını kabul ederek amacını gerçekleştirmekle onu sevindirmeyi, buna karşın o kimseden nefret eden bir diğerini de dolayısıyla aynı anda üzmeyi ezelî ilminde takdir etmiş olabilir. Şu halde bir kimsenin, örneğin: “Allah'ım beni mutlu kıl!” diye dua etmesi üzerine o insanın gerçekten de herhangi bir nedenle mutluluk duymaya başlaması Allah'ın ezelde böyle bir olayı bilmiş olmasındandır.

47 Bk. Muhammed Abdüssettar et-Tunsevî, Butlan'u Akıyda'tiş-Şîa S.20 -Dar’ul-Ulûm, Kahire- 1983 25 Eylül 2005 Pazar

Page 38: KAZA-KADER-İRADE__KAVRAMI = Ebu Abdulmumin Tekin Mıhçı =

Kaza – Kader – İrade – Kavramları 38

Ecel ve ömür meselelerine gelince bunlarda hiç bir izafilik yoktur. Bilakis ömür, ecel ve ölüm çok somut hayat olaylarıdır. Bunların kesin ve pozitif açıklamaları vardır. Her insana göre farklı anlamlarda yorumlanamazlar. Ölüm olayı, her insanın kanaat ve yargısında yine ölümdür. Ecel ve ömür de böyledirler. Dolayısıyla ölümü hazırlayan nedenlerle; değişken, izafi psikolojik olayları karşılaştırmaya imkan yoktur. 48

Beda ve Kader.

Beda: Bir kimsenin, önceden sonunu bir türlü kestiremediği bir şey hakkında, daha sonra kesin bir karara varması anlamına gelen Arapça bir sözcüktür.

Bu sözcük, bazı Şii kamplarının, Allah'ın ilim, irâde ve tekvin sıfatlarına ilişkin bir inanışlarına verilen addır. Onlardaki bu inanış: Sözde, Allah Teala'nın, daha önce belli şartlarda meydana geleceğini bildiği bir olayı daha sonra değiştirmesi anlamına gelir.

Tabiatıyla bu, Allah'ın (haşa!) yanılmak, önceden bir şeyi kestirememek, ya da birtakım hesaplar yaparak görüş ve karar değiştirmek gibi -yaratıklara mahsus- bir bocalama ve çelişki içine düşmesi demektir ki Allah Teala böyle bir eksiklikten münezzehtir.

Şiilerde bu inancın ortaya çıkması, yaptıkları yorumlarda bir zorlamanın sonucu olsa gerektir. Bu kapıyı ilk defa açan Muhtar es-Sekafi adında biridir. Bu adam vaktiyle Hariciyken Hz. Hasan'a karşı komplo yapması için amcası Sa'd b. Mes'ud es-Sekafî'yi yoldan çıkarmaya çalışmış, daha sonraları çıkar sağlamak için Hz. Hüseyn'in taraftarları arasına girmiş ve ardından da birçok siyasi olaylara karışmıştır. İlk Halifelerden Abdullah b. Zübeyr (ra)'in kardeşi Mus'ab b. Zübeyr'in kuvvetlerine karşı hazırladığı üç bin kişilik ordusuna hitaben, Allah'dan vahiy aldığını ve zafere ulaşacaklarını ileri sür-müştür. Ancak ordusu yenilgiye uğrayınca: “Allah, önce bizim zafere ulaşacağımızı vadetmişti, ancak daha sonra böyle bir karara vardı.” dediği için Şiilerde "beda" inanışı bu şekilde yerleşmeye başlamıştır.

48 Ferid Aydın, İslam’da İnanç Sistemi, Kahraman Yayınları: 306-308. 25 Eylül 2005 Pazar

Page 39: KAZA-KADER-İRADE__KAVRAMI = Ebu Abdulmumin Tekin Mıhçı =

Kaza – Kader – İrade – Kavramları 39

"Beda" inanışının yerleşmesine neden olan yorumlardaki zorlamalar arasında: Şiiler'in imam olarak kabul ettikleri Ehl-i Beyt Hanedanı'ndan bazılarının ölmesi üzerine oğullarından yerine hangisinin geçeceğine ilişkin tartışmalı düşünceler de rol oynamıştır. Nitekim Şii ileri gelenlerinden Kuleynî, Usul'ul Kâfî adlı kitabında: “Allah Ebu Cafer'den sonra Ebu Muhammed'in imam olmasını kararlaştırdı. Halbuki bunu daha önce bilmiyordu.” diyecek kadar ileri gitmiştir. 49 "Bedâ" kavramını "Neskh" şeklinde yorumlayan Şiiler de vardır. Şeyh Müfid bunlardandır.

Kesinlikle ifade etmek gerekir ki "Bedâ" kavramının İslam inancında hiç bir yeri yoktur. Allah Teala her şeyi ezeli ilmiyle önceden bilmektedir ve geleceği nasıl biliyorsa olayların tümü, istisnasız O'nun bildiği şekilde, buyurduğu ve belirlediği doğrultuda cereyan eder ve olup biter. 50

KESB

Toplamak, aramak, kazanmak anlamlarını dile getirir. Kelam ilminde, insan iradesinin fiili üzerindeki etkisiyle sorumluluğa neden olan yönelişine verilen isimdir.

Kesb kelimesi Kur'an'da üç anlamda kullanılır. "Allah sizi yeminlerinizdeki yanılmadan dolayı sorumlu tutmaz. Sizi kalblerinizin kesbettiklerinden (kazandıklarından) sorumlu tutar..." (el-Bakara: 2/225) âyetinde kesb, kalbin akdi ve azmi anlamına gelmektedir. "Ey iman edenler, kesbettiklerinizin (kazandıklarınızın) ve sizin için yerden çıkardıklarımızın helal ve iyisinden harcayın..." (el-Bakara: 2/267) âyetindeki kesb, ticaretle elde edilen kazancı dile getirir. "Kendi kesbinizin (yaptığınızın) cezası olan azabı tadın." (el-Bakara: 2/286) âyetinde ise kesb, çalışma ve amel anlamında kullanılmaktadır. Kelime buradaki anlamlarından yola çıkılarak Kelam'da kişinin iradesinin kendisine sorumluluk kazandıracak yönelişini dile getirmek üzere kullanılmıştır.

Kelam ilminde kesb, Allah'ın irade ve yaratıcılığı karşısında insan iradesinin yeri ve bu iradenin fiil üzerindeki etkisi konusundaki tartışmaların bir sonucu olarak ilk kez el-Eş'ari tarafından bir kelam kuramı haline getirildi. İnsan iradesinin fiil üzerindeki etkisi konusunda daha önce birbirine zıt iki görüş doğmuştu. Cebriye'nin temsil ettiği ilk görüş

49 Bk. Muhammed Abdüssettar et-Tunsevî, Butlan'u Akıyda'tiş-Şîa S.21-Dar’ul-Ulûm, Kahire- 1983 50 Ferid Aydın, İslam’da İnanç Sistemi, Kahraman Yayınları: 308-309.

25 Eylül 2005 Pazar

Page 40: KAZA-KADER-İRADE__KAVRAMI = Ebu Abdulmumin Tekin Mıhçı =

Kaza – Kader – İrade – Kavramları 40

insana irade ve özgürlük tanımıyor, onu Allah tarafından önceden belirlenmiş işleri yapmaya zorunlu bir varlık olarak tanımlıyordu. İrade ve yaratıcılığında Allah'ın tekliğine gölge düşürmeme, ortak tanımama endişesinden kaynaklanan bu görüş, tüm fiillerini Allah'ın takdir ve yaratmasına bağladığı için, insanın sorumluluğunu açıklamakta yetersiz kalıyordu.

Bu görüşün karşısında yeralan ve Kaderiye Mutezile tarafından temsil edilen ikinci görüş ise, insanın fiilleri üzerinde Allah'ın hiçbir etkisi olmadığını savunuyordu. buna göre insan tam anlamıyla özgürdür, iradesiyle dilediği fiili seçer ve Allah'ın kendisine verdiği halketme (yaratma, yapma) gücüyle de yaratır. İnsan bu nedenle fiillerinden dolayı sorumludur; fiilinin niteliğine göre ödül ya da ceza görür.

Mutezile'nin görüşünün tek yaratıcının Allah olduğunu belirten Kur'an hükümleriyle51 çeliştiğini düşünen el-Eş'ari, Cebriye ile Mutezile'nin görüşlerini kesb kuramı ile uzlaştırmaya çalıştı. Buna göre insanda bir irade ve güç vardır, ama bunların fiil üzerinde bir etkileri yoktur. Bu irade ve güç insanı fiile yöneltir ve yakınlaştırır (iktiran). Bunun üzerine Allah insanın yöneldiği fiili yaratır. Böylece insan yönelişi ile fiili kesbetmiş (kazanmış), Allah da fiili yaratmıştır. Ne var ki insanın iradesi seçiminde bağımsız değildir; Allah'ın iradesine tabidir ve ancak onun belirlediği fiili seçebilir. Bu son görüşüyle el-Eş'ari iyice Cebriye'ye yaklaşır ve insanın sorumluluğunu açıklama konusunda başarısız kalır. Bu nedenle sonraki kelamcılar onu Cebriye ile birlikte ele almak ve kuramını bir orta cebr (cebr-i mutavassıt) olarak nitelemek zorunda kalırlar.

Maturidi kelamcılar da Eş'arilerle aynı amaçla kesb kuramı üzerinde durdular. Fakat bunların kesb anlayışı diğerinden büyük ölçüde farklıdır. Maturidilere göre de Allah yaratıcı (Halık), insan kazanıcıdır (kasib). Ancak insanda fiili etkileyecek bir yapabilme gücünün yanısıra birisi külli, diğeri cüz'i olmak üzere iki irade vardır. Külli irade, insanın fiil ya da terkten birini seçmesini sağlar. Cüz'i irade ise külli iradenin fiil ya da terkten birine bilfiil yönelmesinden (azm-i musammem) ibarettir. el-Eş'ari'nin söylediğinin aksine Allah'ın iradesi insanın cüz'i iradesine tabidir. Başka bir deyişle Allah'ın iradesi seçilen fiile kulun iradesine bağlı olarak yönelir. Allah fiili, insanın bağımsız olarak seçmesinde ve fiilen ona yönelmesinden sonra yaratır. Bu nedenle fiilin sorumluluğu insana aittir.

51 ez-Zümer: 39/62; el-Fatır: 35/3; el-En'am: 6/102. 25 Eylül 2005 Pazar

Page 41: KAZA-KADER-İRADE__KAVRAMI = Ebu Abdulmumin Tekin Mıhçı =

Kaza – Kader – İrade – Kavramları 41

Maturidi kelamcılar insan iradesine tanıdıkları özgürlükle Mutezile kelamcılarına yaklaşır; ancak fiilin Allah tarafından yaratıldığını söyleyerek onlardan ayrılırlar. Ne var ki bu fark yalnızca "yaratma" kelimesine yükledikleri anlamdan kaynaklanmaktadır. Mutezile "kul fiilinin yaratıcısıdır" derken yoktan var etmeyi (ibda) değil, vardan yeni bir şey varetmeyi kasdetmektedir. Buna karşılık Maturidi kelamcılar yaratmayı yoktan varetme biçiminde anlamakta ve bu niteliğin insana verilmesini şirk saymaktadırlar. Buradaki "yaratma"nın, söz gelimi "Ey İsa, iznimle kuş şeklinde bir şey yaratıyorsun." (el-Maide: 5/110) ayetindeki "yaratma" gibi birşeyin belli ölçülerde ve belirli bir biçimde meydana getirilmesi olarak anlaşıldığında aralarında bir fark kalmamakta, sorun çözülmektedir.52

ŞAKÎ

Bedbaht, kötü halli anlamında Kur'anî bir kavram. Şaki, şeka fiilinden ism-i faildir. Şe-ki-ye, yeşkâ, şıkva(tun), şekva(ten) ve şekâ(en) şeklinde mastara geçiş şekli vardır. Bu mastarlardan biri olan eş-şekâvatu, saadetin zıddıdır. Saadet asıl olarak iki çeşittir: Dünyevi saadet ve uhrevî saadet. Dünyevî saadet ise nefsi, bedenî ve harici olmak üzere üç şekilde olur. Şekâva(tun) de aynen saadet gibi kısımlara ayrılır. Yine aynı kökten olan şekâ(un) mastarı ise ta'b (yorgunluk)un içinde incelenir. Her şekâvet yorgunluk (ta'b) dır. Fakat her ta'b (yorgunluk, güçlük, sıkıntı) şekâvet değildir. Yani ta'b şekâvetten daha genel ve kapsayıcıdır.53

Yukarıda sözlük anlamı açıklanan şakî kavramı türevleriyle birlikte Kur'an-ı Kerim'de toplam on iki âyette yer almaktadır. Kelime Kur'an'ın her yerinde aynı manada kullanılmamış, yukarıda verilen manaların hepsini karşılayacak biçimlerde kullanılmıştır .

Toplumda bazı insanlar vardır ki, sürekli şımarıklık içerisindedirler. Her zaman anarşi çıkarır, hiç bir kanun nizam tanımaz, sınırsız hürriyet peşindedirler. Her istediklerini yapmayı arzular, her türlü pohpohlamaya hazır olup daima kendini ileri sürer, başkaları tarafından kullanılmaya yatkındırlar. Bunlar toplum içinde eşkıya, çapulcu ve ayak takımı görevini yaparlar. İşte bu tür özelliklere sahip kimseler Kur'an'da şakî olarak tarif edilir. Bu tür insanlar, dünyada haylazlıkları, geçimsizlikleri ve kural dışılıkları yüzünden bir şey elde edemedikleri gibi, âhirette de, dünyada iken sürekli hakka karşı gelip şer güçler tarafından piyon olarak kullanıldıkları için, aşağılıkların

52 Ahmed Özalp, Şamil İslam Ansiklopedisi: 3/347-348. 53 Ragıb el-İsfahanî, el-Müfredât Fi Carîbi'l Kur'an, İstanbul 1986, 388.

25 Eylül 2005 Pazar

Page 42: KAZA-KADER-İRADE__KAVRAMI = Ebu Abdulmumin Tekin Mıhçı =

Kaza – Kader – İrade – Kavramları 42

arasındadırlar. Ne dünyada iken iyi bir hayat sürerler, ne de âhirette. İşte bu yüzden bu kimseler şakî yani bedbaht, bahtsız kimseler olarak isimlendirilirler. Bedbahttırlar, çünkü yaptıkları hareketlerden dolayı hiçbir menfaat elde edemezler. Bahtsızdırlar, çünkü amellerinin, fiillerinin sonu boştur, yaptıkları işler boşa gitmiştir. Her türlü güzel nimet ve iyi sonuçtan mahrumdurlar.

Kur'an-ı Kerim'de bu tür kimselerin, yani şakîlerin bazı özelliklerine dikkat çekilir. Bunların başlıcalarını şöyle sıralayabiliriz.

1- Hak'tan ve öğütten yüz çevirmek: Bunlara, hak hatırlatıldığı zaman, dinleme zahmetine katlanmadan derhal yüz çevirirler. Bir öğüt, bir nasihat verildiğinde, dinlemeyip sırtlarını dönerler. Yüce Allah bu hususta şöyle buyuruyor:"Artık hatırlat (öğüt ver), eğer hatırlatma (öğüt verme) fayda verirse Allah'tan haşyet duyan kimse öğüt alır. Fakat şakî olan, ondan yüz çevirir (kaçınır). O, en büyük ateşe girer. Sonra orada ne ölür, ne de yaşar." (el-Âlâ, 87/9-13).

2- Hakikati yalanlamak: Şakînin bir özelliği de "husn" olanı yalanlaması, hakikat inkâr etmesidir. Çünkü yalanlamak onun en büyük özelliğindendir . "Ben sizi alev saçan bir ateşle uyardım (korkuttum). Ona şakî olandan başkası girmez. Öyle şakî ki yalanlamış ve yüz çevirmiştir." (el-Leyl, 92/14-16).

3- Başkaldırı, Ayaklanma, İsyankârlık: Şakînin diğer büyük bir özelliği de hakka karşı ayaklanma, Allah'a karşı isyankârlık etmektir. Şakîyi şakî yapan, diğer özelliklerle beraber bu özelliğin bulunmasıdır. İsyankârlık ve çapulculuk şakînin karakterini yansıtır. Toplumda sürekli huzursuzluk çıkarıp gerçeğin açığa çıkmasını önlemek, davetçilere karşı çeşitli demogoji ve şarlatanca hareketler yaparak da'vetin anlaşılmasını engellemek de şakîlerin görev saydıkları fiillerdendir.

"Semûd (kavmi) azgınlıkları sebebiyle (hakkı) yalanlamışlardı. Onların en şakîleri ayaklandığı zaman, onlara Allah'ın Rasûlü "Allah'ın (diœsi) devesine ve onun su içme hakkına dokunmayın" demişti. Fakat onu yalanladılar, deveyi boğazladılar. Rabbleri de günahları yüzünden azabı başlarına geçirdi. Orayı dümdüz yaptı" (eş-Şems, 91/11-14).

25 Eylül 2005 Pazar

Page 43: KAZA-KADER-İRADE__KAVRAMI = Ebu Abdulmumin Tekin Mıhçı =

Kaza – Kader – İrade – Kavramları 43

İsa (a.s) da Allah'ın kendisi için yaptıklarını söylerken şakî'nin bu özelliğini belirtir: "(İsa) (Rabbim beni) anneme iyilik eder (kıldı). Beni zorba bir şakî kılmadı" (Meryem, 19/32).

Yukarıda vasıflarını kısaca anlattığımız "şakî" kimselerin akıbetlerini, yani âhiretteki durumlarını Yüce Allah bize şöyle anlatıyor: "O gün geldiği zaman hiç kimse onun izni olmadan konuşamaz. Oraya toplananlardan kimi şakî (bedbaht, bahtsız) kimi de sait (mutlu) dir. Şakîiler ateştedirler. Onların orada (o bunaltıcı ateş içinde) öyle bir soluk alış verişleri vardır ki... Gökler ve yer durdukça orada sürekli kalacaklardır. Meğer ki Rabbın, çıkmalarını dilemiş olsun. Çünkü Rabbın her istediğini yapandır" (Hud, 11/105/107).

Yine Yüce Allah, tartıları hafif gelenlerin âhiretteki durumunu tasvir ederken, onlara kendi ağızlarıyla şakî olduklarını itiraf ettiriyor: "Kimlerin tartılan hafif gelirse, işte onlar da kendilerini ziyana sokanlar, cehennem de sürekli kalanlardır. (Orada onların) yüzlerini ateş yalar. Öyle ki (ateşin) içinde (dehşetten dudakları gerilir de) dişleri açıkta kalır. Âyetlerim size okunurdu da siz onları yalanlardınız değil mi?" "Rabbimiz" dediler, "şekâvetimiz (bedbahtsızlığımız) bize galebe çalmıştı da, biz sapık bir topluluk olmuştuk. Rabbimiz, biz bundan çıkar. Eğer bir daha (kötü işlere) dönersek artık bizi gerçekten zalimleriz. " Buyurdu ki: "Sinin orada, benimle konuşmayın. Zira kullarımdan bir zümre Rabbimiz; inandık, bizi bağışla, bize merhamet eyle, sen merhamet edenlerin en hayırlısısın" dedikleri için siz onlarla alay ettiniz, (onlarla o kadar uğraştınız ki) size beni anmayı unutturdular. Siz daima onlara gülüyordunuz" (el-Mü'minûn, 23/103-110).

Zekeriya (a.s) da "Rabbim " demişti. "Bende kemik gevşedi, baş ihtiyarlık aleviyle tutuştu. Rabbim, sana duamda hiç bir zaman şakî (bedbaht ve mahrum) olmadım. Duama daima icabet ettin" (Meryem, 19/4).

Yine İbrahim (a.s) kavminden ayrılırken onlara şöyle demişti: "Sizden de, Allah'tan başka yalvardıklarınızdan da ayrılıyor ve yalnız Rabbıma yalvarıyorum. Umarım ki Rabbıma yalvarmakla (sizin gibi) şakî (bedbaht) olmam (istediklerimden mahrum bırakılmam)" (Meryem, 19/68).

Şakî'lik; sözlük anlamı açıklanırken de belirtildiği üzere, zorluk çekmek, meşakkate uğramak, sıkıntıya düşmek gibi manalara da gelir. Bu anlamda Kur'an-ı Kerim'de önceden işlenen kötü bir amel yüzünden sonradan meşakkat çekme durumunu anlatan bir kaç âyet vardır. Cenâb-ı Hak, Rasûlüllah (s.a.s)'a şöyle buyuruyor:

25 Eylül 2005 Pazar

Page 44: KAZA-KADER-İRADE__KAVRAMI = Ebu Abdulmumin Tekin Mıhçı =

Kaza – Kader – İrade – Kavramları 44

"(Ey Muhammed!), biz bu Kur'an'ı sana meşakkate düşesin diye indirmedik. Ancak (Allah'tan) korkanlara bir öğüt (olarak indirdik)” (Tâhâ, 20/2-3).

Allah-u Azimuşşan, Hz. Adem ve Havva'ya seslenerek onları şöyle uyarıyor: "Dedik ki: "Ey Âdem, bu (iblis şeytan) senin ve eşinin düşmanıdır. Sakın sizi Cennetten çıkarmasın, sonra şakî (dünya islerini yaparak meşakkate düşmüş) olursun” (Tâhâ, 20/117).

"Dedik ki: "Hepiniz oradan inin, birbirinize düşmansınız.Şimdi benden size bir hidayet geldiği zaman kim benim hidayetime tabî olursa o, dalâlete ve şekâvete (bedbahtlığa) düşmez" (Tâhâ, 20/123).54

Allahümme Salli alâ Seyyidinâ ve âlâ âlihi ve sahbihi ve bârik ve sellim

Velhamdulillahi Rabbil Alemin

Ve'l Hamdû li'llahi Rabbi'l Alemin…

Allahûmme Salli alâ Muhammedin ve âlâ âlihi ve sahbihi ve bârik ve sellim…

Sûbhanek Allahûmme ve bihamdike ve eşhedû en la ilahe illa ente vahdeke la Şerike leke ve Estağfiruke ve etûbû ileyk.

Ve Âhiru Davânâ Enil- Hamdû Lillâhi Rabbil Âlemin.

—Derleme— Ebû Abdûlmûmîn Tekin. bin Muhârrem el-Kayseri

—E-Mail— [email protected]

—E-Mail— [email protected]

54 Muammer Ertan, Şamil İslam Ansiklopedisi: 25 Eylül 2005 Pazar

Page 45: KAZA-KADER-İRADE__KAVRAMI = Ebu Abdulmumin Tekin Mıhçı =

Kaza – Kader – İrade – Kavramları 45

—BELÇIKA— 2001 - 2015 — Çalışmaları .

https://www.facebook.com/groups/704621039621341/files/ https://www.facebook.com/groups/islami.e.Kitap.indir/files/ https://www.facebook.com/groups/129830423826445/files/

https://www.facebook.com/groups/Silahtar38/files/ https://www.facebook.com/groups/1529611830591132/files/

http://tevhiddersleri.com/ http://ebumuaz.blogspot.com/

http://www.ehlieser.tr.gg/ http://www.islamhouse.com/

http://islamqa.info/tr http://tevhidvesunnet.com/

http://www.davetulhaq.com/tr/index.php http://www.tevhididavet.com/

http://www.tevhidyolcusu.com/ http://islamiekitap.blogspot.be/

http://ilimehli.blogspot.be/ http://www.sahihhadisler.net/

http://gurabayolu.tr.gg/

μ

25 Eylül 2005 Pazar