İçindekiler - Feyyazdepo.feyyaz.org/mailguruplarideposu/mail/PDF/Haftalik... · 2013. 8. 23. ·...
Transcript of İçindekiler - Feyyazdepo.feyyaz.org/mailguruplarideposu/mail/PDF/Haftalik... · 2013. 8. 23. ·...
-
1
http://www.sorularlaislamiyet.com/
-
2
İçindekiler
Fukaha-i Emsar nedir, kimlerden oluşur? ................................................................................. 3
Fiş alınmaması karşılığında indirim yapılması durumunda vergi kaçırmaktan dolayı müşteri
de mesul olur mu? ........................................................................................................................ 3
Yahya b. Ziyad el-Ferra' hakkında bilgi verir misiniz? .............................................................. 4
Nahl Suresi 51. ayette Allah kendisi için "O" derken birden "Ben" diyor? ............................. 8
Hadis-i Şerif'lerde, Kuran-ı Kerim'de olmayan itikadi konular geçmekte midir? .................. 10
Kur'an'da geçen salat/namaz sözcüğü hangi anlamlara gelmektedir? ................................... 11
Tamudan bin yıl sonra Henna isimli bir kişi zuhur edecektir, anlamında bir hadis var mıdır?
Bu kimdir? .................................................................................................................................. 15
İslamı temsil adına içkili bir düğüne gitmek caiz midir?.......................................................... 15
Allah'ın "ol" emri ezeli olduğuna göre, olan şeyin de ezeli olması gerekmiyor mu? ............. 15
Bir Peygamberin "Allah bilir" demesi için vahiy almasına ihtiyaç yokken, neden "Onların
sayılarını Rabbim daha iyi bilir" (Kehf, 22) demesi istenmektedir? ........................................ 16
Bugün yaptığımz topluca tesbihat ve içeriğini peygamberimiz yapmadıysa neden biz
yapıyoruz? Böyle yapmak günah değil midir? .......................................................................... 17
Kıyamette her şeyin yok edilip yeniden yaratılmasının hikmeti nedir? .................................... 20
-
3
Fukaha-i Emsar nedir, kimlerden oluşur?
Görüşlerine fukaha ihtilâflarını konu alan eserlerde yer verilen ve görüşleri fetva ve kazaya
esas teşkil eden belli sayıdaki müctehidlere fukahâü'l-emsâr denilmektedir.
Ebü'l-Hâris el-Leys b. Sa'd b. Abdirrahmân el-Fehmî bunlardan biridir.
İmam Taberi İhtilâfu'l-Fukahâ isimli eseri İhtilâfu Ulemâi'l-Emsar fi Ahkâmi Şerâii'l-İslâm adıyla 1933'de yayımlanmıştır.
Taberî, “İhtilâfu Ulemâi‟l-Emsâr”(1) adlı eserinde bütün büyük mezheb imamlarının görüşlerinden ve ihtilâflarından bahsettiği halde, İmam Ahmed b. Hanbel‟in görüşlerine yer vermemiştir. Onu bir fakih değil, sadece bir muhaddis olarak algılamıştır.
1- Gerçekten Taberî‟nin adı geçen kitabına göz attığımızda, o, aşağı yukarı bütün büyük fakihlerden yani Mâlik, Sevrî, Evzâ„î, Şafi„î, Ebû Hanife ve arkadaşlarından, Tahâvî‟den hatta Tabi„în‟in diğer büyüklerinden bahsettiği halde, İmâm Ahmed b. Hanbel‟den hiç bahsetmemiş, onun hiçbir görüşüne yer vermemiştir. Bkz. Kitâbü İhtilâfi‟l-Fukahâ, nşr. Frederik Kern, Beyrut, tsz., s. 4-64.
Fiş alınmaması karşılığında indirim yapılması durumunda vergi kaçırmaktan dolayı müşteri de mesul olur mu?
Fiş alınmaması karşılığında indirim yapılması durumunda hem satıcı hem de müşteri mesul
olur.
Böyle bir işlemde şu oluyor: Firma devlete vereceği mesela on lirayı, ondan kaçırıyor ve ya
tamamını veya bir kısmını, bunu kabul eden müşteriye veriyor (yani indirim yapıyor); şu halde
meşru olmayan işe ve gelire iki taraf da katılıyor. Geçmişte böyle bir şey yapmışsanız tevbe
edin ve yoksullara bir miktar sadaka verin.
-
4
Yahya b. Ziyad el-Ferra' hakkında bilgi verir misiniz?
Ebû Zekeriyyâ Yahya b. Ziyâd b. Abdillâh el-Absî el-Ferrâ' (ö. 207/822) Arap dili ve tefsir
âlimi.
144 (761 -62) yılında Kûfe'de doğdu. Baba tarafından Benî Minkâr'ın veya Benî Esed'in azatlısı
bir aileye mensuptu. Bu sebeple Kûfî, Esedî, aslen Deylemli oldukları için de Deylemî
nisbeleriyle anılır. Çocukluğu ve ilk tahsil yılları Kûfe'de geçti. İmam Muhammed b. Hasan eş-
Şeybânî ile teyze çocuğu oldukları bilinmektedir. Lakabı olan Ferrâ her ne kadar "kürk yapan,
kürk satan" anlamına geliyorsa da kaynaklarda onun bu meslekle meşgul olduğuna dair bilgi
yoktur. Bu lakabın ona kelâmı (söz) tahlil ve tetkik ettiği için (yefri'l-kelâm) verildiği
söylenmektedir.
Süyûtî, Ferrâ'nın kürkçülükle hiçbir ilgisinin bulunmadığını belirtmekte, dil konularını
inceleyerek düzene koyduğu için, deriden yapılan giyecekleri biçip diken kimseye benzetilerek
ona bu lakabın verildiğini söylemektedir. Ancak fery kelimesi ayrıca "takdir edilecek, insanı
hayrete düşürecek işler yapmak" anlamına da geldiğinden çalışmalarındaki olağanüstü başarı
ve güzellikten dolayı kendisine bu lakabın verilmiş olması da mümkündür.
Ferrâ'nın ders arkadaşı olduğu anlaşılan Küfeli muhaddis ve zâhid Hennâd b. Serînin
anlattığına göre Ferrâ derslerde not tutmaz, dinlemekle yetinir, fakat tefsir veya lugatla İlgili bir
söz geçtiği zaman hocadan tekrar etmesini isterdi. Bu sebeple Hennâd, onun kendisine lâzım
olan şeyleri ezberlediği kanaatini taşımaktadır. Başlangıçtan beri lügat ve tefsir ilmine daha
fazla alâka gösterdiği anlaşılan Ferrâ tahsiline Basra'da devam ederek Halîl b. Ahmed, Yûnus b.
Habîb gibi meşhur âlimlerden ders okudu. Kaynakların bildirdiğine göre Ferrâ Halil'den ziyade
Yûnus b. Habîb'in derslerine devam etmiştir. Basra'da Arap dili, tefsir ve kıraat alanlarındaki
tahsilini tamamlayıp Kûfe'ye döndüğünde, bu muhitte nahivle meşgul olanların kendilerine
rehber edindikleri Ruâsî'nin Kitabü'l-Faysal'ını {el-Fasl) iyice öğrenmiş bulunuyordu.
Mehdî-Billâh devrinde (775-785) hocası Ruâsi'nin tavsiyesiyle Bağdat'a gittiği zaman şehrin en
yetkili âlimi olan Kisâî ile yaptığı ilmî tartışmada nahivdeki üstünlüğünü görünce onun gözde
talebeleri arasında yer aldı. Daha sonraki yıllarda saraya ve devlet adamlarının çevresine
girmesi ve buralarda tanınması da hocası vasıtasıyla oldu. Ferrâ'nın Bağdat'a gidişi ve Kisâî ile
tanışması hayatında önemli bir dönüm noktası teşkil etmiştir. Onun faydalandığı pek çok âlim
ve râvinin başında Kisâî gelmektedir. Kisâî'den daha ziyade kıraata dair rivayetleri ve nahvin
inceliklerini öğrendi. Nahiv alanında ayrıca Ruâsî'den, lügat konusunda Yûnus b. Habîb'den, dil
ve edebiyat konusunda fesahatiyle meşhur bedevilerden olan Ebü' I -Cerrah, Ebü Servân ve
Ebû Ziyâd el-Kilâbî'den, şiir ve ahbâr alanında da Mufaddal ed-Dabbî'den istifade etti.
Ferrâ 187 (803) yılından önce çevresinde kendini kabul ettirmiş ve halifenin huzuruna davet
edilecek derecede şöhret ve itibar sahibi olmuştu. Bununla beraber gerek nahiv gerekse Kur'an
ilimleri alanında dönemin en önemli şahsiyeti sayılması Kisâî'nin ölümünden (189/805)
sonraya rastlamaktadır. Kisâî vefat edince arkadaşlarının ısrarı üzerine onun yerine geçti ve o
tarihten itibaren hocalık hayatı başlamış oldu. Me'âni'l-Kurân'dan sonra yazmaya başladığı ei-
Hudûd'un telifine dair rivayetler de onun Bağdat'taki ilmî itibarını açık şekilde göstermektedir.
Bu rivayetlerden birine göre Halife Me'mûn ondan, nahiv usulüne ve bedevilerden derlenmiş
fasih Arapça'ya dair malzemeyle ilgili bir eser telif etmesini istemiş, sarayda kendisine bir yer
ayırtmış, her türlü ihtiyacını karşılayacak ve ona hizmet edecek kimseler tayin etmiş, eserini
yazdıracağı verrâklar tahsis etmiştir. II. (VIII.) yüzyılın sonu ile III. (IX.) yüzyılın ilk yıllarında
Kur'ânî ilimler sahasında Bağdat'ta en büyük otorite olarak kabul edilen Ferrâ'nın dersleri ve
imlâ meclisleri büyük rağbet görüyordu.
-
5
Me'mûn'un oğullarına da hocalık yapan Ferrâ'nın yetiştirdiği pek çok talebe arasında Ebû
Abdullah et-Tuvâl, Ebû Abdurrahman Abdullah b. Ebû Muhammed el-Yezîdî, Basra dil
mektebinin en tanınmış simalarından biri olan Ebû Ubeyd Kasım b. Sellâm, aynı mektebin
önde gelen âlimlerinden Ebû Yûsuf İbnü's-Sikkît Küfe dil mektebine mensup nahiv
âlimlerinden ve Sa'leb'in hocalarından Ebû Abdullah Muhammed b. Abdullah b. Kadim, dil ve
edebiyat âlimi Ebû Amr Şemr b. Hamdeveyh el-Herevî, aynı zamanda Ferrâ'nın râvisi ve
verrâklarından biri olan Ebû Abdullah Muhammed b. Cehm es-Simmerî, Sa'leb'in hocaları
arasında adı geçen Ebû Muhammed Seleme b. Âsim en-Nahvî zikredilmektedir. Ferrâ Bağdat'ta
ikamet etmekle beraber Küfe ile ilgisini kesmez, senenin sonu yaklaşınca Kûfe'ye giderek
yakınlarının arasında kırk gün kalır ve kazandıklarını onlara dağıtırdı. 206 (822) yılında hacca
giden Ferrâ, zilhicceyi (mayıs) Mekke'de geçirdikten sonra dönüşünde 207 yılının başlannda
vefat etti.
Ferrâ, nahvin bütün meselelerinin henüz açıklığa kavuşmadığı bir dönemde yaşadığından
bunlar üzerinde önemli çalışmalar yapmıştır. Halife Me'mûn'la tanışmasını sağlayan, devrin
belagatı ve fesahatiyle meşhur âlimlerinden Sümâme b. Eşres'in Ferrâ hakkındaki sözleri onun
yaygın şöhretini, çeşitli ilimlere vukufunu ve şahsiyetini belirtmesi bakımından önemlidir.
Halifenin huzuruna girebilmek için defalarca saraya gidip gelen Ferrâ'nın kim olduğunu
anlamak için kendisiyle görüşen ve belli başlı alanlardaki bilgisini yoklayan Sümâme onun son
derece edepli ve vakur, lügat ve nahiv sahasında derinleşmiş, çeşitli fıkhi meselelere vâkıf,
nücûm ve tıp ilimlerinde bilgi sahibi, eyyâmü'l-Arab'ı ve Arap şiirini çok iyi bilen bir kimse
olduğunu gördükten sonra, "Sen Ferrâ'dan başkası olamazsın" demiştir.
Her şeyden önce bir nahiv âlimi olan Ferrâ hocası Kisâî'yi bile zamanla gölgede bırakmıştır.
Nitekim kendisi henüz hayatta iken Kûfeliler onu bu ilimde Kisâî'den daha büyük bir âlim ola-
rak kabul etmişlerdir. Öğrencisi Seleme b. Asım'ın, Ferrâ daha büyük bir nahiv âlimi olduğu
halde onun Kisâî'yi kendisinden büyük telakki etmesine hayreti bu yüzdendir. "Nahiv
Ferrâ'dır ve Ferrâ nahivde emîrü'l-mü'-minîndir" şeklindeki yaygın kanaat de bunu
göstermektedir. Her ne kadar eski müellifler, Küfe mektebinin tarihî seyrinde ve kıraat
alanındaki önemli yeri dolayısıyla Kisâî'yi nahivde de birinci, Ferrâ'yı ise ikinci şahsiyet olarak
kabul ederlerse de Zübeydî ve İbnü'l-Kıftî, yalnız dil konusundaki ilmî seviyesini dikkate
alarak onu "Küfıyyûn'un en üstünü ve en âlimi" diye nitelendirirler. İbn Hallikân da Ferrâ'yı
nahivde, lugatta ve edebiyatın çeşitli dallarında bu şekilde tavsif eder.
Kıyasa çok önem veren Ferrâ bunu dil meselelerine ve başka konulara da uygulardı. Sadece
öğrendiklerini ve derlediği bilgileri telif ve nakletmekle kalmaz, bunları inceleyip tahlil eder ve
yeni birtakım sonuçlara varırdı. Nitekim Kisâî, "Ferrâ mı yoksa Ahmer mi daha büyük
âlimdir?" şeklinde bir soruya Ahmer'in daha bilgili, ancak Ferrâ'nın daha akıllı, daha geniş
görüşlü olduğu, bu sebeple kendi düşünce ürünü olan bilgiler bakımından onu daha âlim
bulduğu cevabını vermiştir.
Arapça'nın özelliklerinin ve kurallarının tesbit edilmesinde Ferrâ'nın büyük hizmeti olmuştur.
Sa'leb'in kanaatine göre Arapça'yı unutulup kaybolmaktan koruyan odur. Çünkü münakaşa
konusu olan bu dil hakkında herkes dilediği iddiada bulunuyor, birçok kimse aklının erdiği,
kabiliyetinin el verdiği kadar konuşuyor ve o günün âlimleri de diğer ilim adamlarının sözlerini
tekrarlamaktan öte bir şey yapmıyorlardı. Tenkitsiz ve değerlendirilmeden nakledilen bu sözler
de halledilmemiş problemler halinde kalıyordu. İşte böyle bir durumda Ferrâ, gerek ken-
disinden öncekilerin gerekse çağdaşlarının fikir ve kanaatlerini karşılaştırmakla yetinmemiş,
bunları tenkit ederek kendi görüşüne göre birleştirmiş ve meseleleri uyumlu bir sistem haline
getirmiştir. Küfe mektebine mensup olmasına rağmen Basriyyûn'un doğru bulduğu görüşlerini
de benimser ve savunurdu. Bu sebeple kendisi, Basra ve Küfe mekteplerini mezceden Bağdat
mektebinin kurucusu olarak da kabul edilir.
-
6
Eserleri
Ferrâ çok verimli bir müellif olup kaynaklarda yirmi beş kadar eserinden söz edilmektedir.
Ancak bunlardan sadece dördü günümüze kadar gelebilmiştir. Başlıca eserleri şunlardır:
1- Me'âni'l-Kur'ân. Ferrâ'nın Tefsîru müşkili icrâbi'l-Kurân diye adlandırdığı bu eseri
onun en tanınmış iki kitabından biridir. Daha sonraki lügat ve gramer çalışmalarına esas teşkil
eden başlıca kaynaklardan biri olan eserde âyetlerdeki dil özelliklerinden hareketle Arapça'nın
sarf ve nahvi tesbit edilmiştir. Eser, muhtelif kütüphanelerdeki nüshalarına dayanılarak üç cilt
halinde yayımlanmıştır.
2- el-Eyyâm ve'l-leyâlî (ve'ş-şühûr). Gündüz, gece, haftanın günleri ve aylarla ilgili kelimeleri
ihtiva eden sözlük mahiyetindeki eser, bilinen üç nüshası esas alınarak İbrahim el-Ebyârî
tarafından neşredilmiştir.
3- el-Müzekker ve'l-müennes. Arap dilinde isimle sıfatın, faille fiilin sayı ve cins bakımından
uyumunda, zamirler, fiilimsiler, işaret sıfatlan vb. önemli konularda müzekkerlik ve
müennesliğin doğurduğu birtakım güçlükleri halletmek için yazılan ilk eserdir. Ferrâ, diğer
kitapları gibi bunu da öğrencilerine imlâ ettirmek suretiyle, ölümünden üç yıl önce Me'mûn'un
kumandanlarından Tâhir b. Hüseyin adına telif etmiştir. el-Müzekker ve'l-müennes ilk defa
Mustafa ez-Zerkâ(Diğer iki kitabı ile birlikte el-Mecmûcatü'l-luğauiyye içinde, Beyrut -Halep
1345), daha sonra Ramazan Abdüt-tevvâb tarafından yayımlanmıştır.
4- el-Maksûr ve'l-memdûd. Arapça'da son harfleri elif-i maksure ve elif-i memdûde olan
kelimelere dairdir. Eseri Abdülazîz el-Meymenî ve Mâcid ez-Zehebî neşretmişlerdir.
5- el-Behâ (el-Behi). Konuşma dilinde görülen hatalı kelime ve kullanımlara dair olup genel-
likle "Kitâbü Mâ telhanü fihi'l-'âmme". "Lahnü'l-'âmme" benzeri adlarla anılan eserlerin
ilk örneklerinden biridir. Ferrâ bu kitabını Tâhir b. Hüseyin'in isteği üzerine kaleme almıştır.
Eseri gördüğünü belirten İbn Hallikân bunun küçük hacimde bir kitap olduğunu, Sa'leb'in el-
Fasîh'inin esasını teşkil ettiğini kaydeder.
6- el-Hudûd {Hudûdü'n-nahu). Ferrâ'nın, talebelerine on alt yılda imlâ ettiği bu eser sadece
onun değil bütün Küfe mektebi mensuplarının nahiv konusunda yazdığı kitapların en önemlisi
sayılmaktadır. Müellif eserini her birine "had" (tarif) adını verdiği kırk altı bölüme ayırmış ve
her bölümde Arapça'nın çeşitli meselelerini ele almıştır. Daha sonra gelen bazı dil âlimleri
nahve dair teliflerinde bu eseri örnek almışlar, hatta Ebü'l-Hasan er-Rummânî gibi bazı
müellifler eserlerine aynı adı vermişlerdir.
7- Hurûfü'l-mu'cem. Ferrâ'nın hayatını anlatan kaynaklarda böyle bir eserinden söz
edilmemekle beraber İbn Reşîk el-Kayrevânî kafiyeden bahsederken bu eserden iktibasta
bulunmuştur.
8- İhtilâfa ehli'l-Kûîe ve'l-Basra ve'ş-Şâm fi'l-Mesâhif.
Ferrâ'nın kaynaklarda adı geçen diğer eserleri de şunlardır: Âletü'l-küttâb (Âletü'l-kâtib veyâ
Âlâtü'l-kâtib), el-Cem' ve't- teşriiye fi'l-Kur'ân, el-Ebniye, el-Emâlî, Fa'ale ve efcale, Garîbü'l-
hadîs, el-Kâfî fi'n-nahv, Luğâtü'l-kabâ'il, Luğatü'l - Kur'ân, el-Mesâdir fi'l-Kur'ân, Kitâbü
Mülâzım, Müşkilü'I-luğa, en-Nevâdir, en-Nüdbe, et-Taşrif, el-Vakf ve'l-ibtidâ', el-Vâv, Yâfi' ve
yefe'a. Bazı kaynaklarda ve yeni araştırmalarda el-Fâhir fi'l-emsâl adlı eser Ferrâ'ya nisbet
edilmişse de bunun, Ferrâ'nın talebelerinden ve râvilerinden Seleme b. Âsım'ın oğlu Ebû Tâlib
el-Mufaddal'a ait olduğu tesbit edilmiştir.
-
7
Ferrâ hakkında yapılan belli başlı çalışmalar şunlardır: Ahmed Mekkî el-Ensârî, Ebû Zekeriyyâ
el-Ferrâ' ve mezhebühû fi'n-nahv ve'l-luğa(Kahire 1964); Abdülhamîd Muhammed Abdülkerîm
es-Subhî, el-Lehecâtü'l-'Arabiyye fî Me'âni'l-Kur'ân li'l-Ferrâ; Zülfikar Tüccar, al-Farrâ', Haya-
tı, Eserleri ve Arap Dili ve Edebiyatındaki Mevkii; Ahmed Alemüddin el-Cündî, Fi'l-Kur'ân
ve'l-'Arabiyye min türâşin luğaviyyin mefküd.
Diyanet İslam Ansiklopedisi Ferra Md., 12/407-408)
-
8
Nahl Suresi 51. ayette Allah kendisi için "O" derken birden "Ben" diyor?
İlgili ayetin meali:
Allah buyurdu ki: "İki tanrı edinmeyin. O ancak tek Tanrıdır. O halde yalnız Benden
korkun!" (Nahl, 16/51)
Bu ayette iltifat sanatı vardır.
İltifat, hitabın yönünü değiştirme, sözü gaybtan muhataba, muhataptan gayba döndürme; bir
ifadede sözün yönünü birden bire değiştirerek üslûp farklılığı meydana getirme anlamında
edebî bir sanattır. Meselâ, Mehmed Âkif‟in şu ifadelerine bakalım:
Vurulup ter temiz alnından uzanmış yatıyor.
Bir hilâl uğruna yâ Rab, ne güneşler batıyor!
Ey bu topraklar için toprağa düşmüş asker!
Gökten ecdad inerek öpse o pak alnı değer.
Mehmed Âkif, İslâm uğruna hayatını feda eden Mehmetçikleri gıyabî olarak anlatırken, birden
hitabın yönünü çevirip onlara seslenmektedir.
Benzeri bir durum Fatiha Suresinde vardır. Her Müslümanın günde defalarca okuduğu bu
surede, önce Cenab-ı Hakk kemal sıfatlarıyla anlatılır. Ardından, bu kemal sıfatlarını art arda
söylemekten gelen bir şevk ve cezbe içinde hitap makamına çıkılır, “Yalnız Sana ibadet eder,
sadece Senden yardım dileriz” denilerek doğrudan Allah‟a hitap edilir.
İltifat sanatı, ifadede hareketlilik sağlar, monotonluğu kırar. Meselâ, gençlere hitap eden bir
hatip, Hz. Yusuf‟un Züleyha ile macerasını anlatırken, birden “İşte sizler birer Yusuf„sunuz.
Züleyha‟lar her taraftan size „Haydi gel‟ diye sesleniyorlar. Aman dikkat edin, nefsinize
hâkim olun.” şeklinde konuşsa, güzel bir iltifat sanatı yapmış olur.
Bakara Suresinde Hz. Âdem‟in Cennet'teki macerası anlatılırken önce kendisine doğrudan hitap
edilir: “Ey Âdem! Sen ve eşin Cennet'e yerleşin. Onun nimetlerinden bolca yiyin. Fakat
şu ağaca yaklaşmayın! Yoksa zalimlerden olursunuz!” (Bakara, 2/35)
Hz. Âdem ve Hz. Havva önceleri yaklaşmazlarsa da sonunda nefis ve Şeytan'ın tesiriyle o
ağacın meyvelerinden yerler. İlâhî emri çiğnemenin cezası olarak dünyaya gönderilirler. Hz.
Âdem‟in dünyadaki durumuyla ilgili olarak Cenab-ı Hakk şöyle buyurur:
“Âdem, Rabbinden birtakım kelimeler aldı. O da tevbesini kabul etti...” (Bakara, 2/37)
Dikkat edilirse Cennet'te doğrudan İlâhî hitaba mazhar olan Hz. Âdem, bu ayette üçüncü şahıs
olarak gayb sığasıyla anlatılmış, “Bizden aldı” denilmeyip “Rabbinden” denilmiştir. Çünkü
hitap mevkiinden gayb mevkiine inmiş durumdadır. (Yazır, Hak Dini, I, 325)
Cenab-ı Hakk, Benî İsrail‟e hitap ederken şöyle buyurur:
“...Haydi, yiyin size kısmet ettiğimiz pak nimetlerden...” (Bakara, 2/57)
Onlar o pak nimetlerden yerler, fakat şükretmezler. Nimetin kadr u kıymetini bilmezler. Ayetin
hemen devamında Cenab-ı Hakk onlardan yüz çevirir. Kendilerini hitap mevkiinden gayba atar
ve zulümlerini beliğ bir ihtisarla anlatarak şöyle der: (Yazır, I, 360)
-
9
“Onlar bize zulmetmediler, lâkin hep kendilerine yazık ediyorlardı.”
Şimdi de Yunus Suresinde yer alan şu İlâhî hitaba kulak verelim:
“Sizi karada ve denizde gezdiren Odur. Hattâ gemide olduğunuz zaman, güzel bir
rüzgârla o gemi içindekilerle giderken, onlar ferahlanırlar. Derken bir fırtına çıkarak her
taraftan dalgalar kendilerine gelince, kuşatıldıklarını anlarlar. O zaman samimî bir
şekilde Allah‟a yalvarırlar, „eğer bizi bundan kurtarırsan muhakkak ki şükredenlerden
oluruz‟ derler...” (Yunus, 10/22)
Dikkat edilirse, ayetin başlangıcı doğrudan bir hitaptır. Daha sonra ise, gemidekilerden üçüncü
çoğul şahıslar olarak bahsedilmiştir. Âdeta, ayetin ilk kısmı onları gemiye bindirmiş, sonraki
kısmı ise, onlara kendi hâllerini seyrettirmiştir.
Sualdeki duruma gelince:
Büyük müfessir Kadı Beydavi, buradaki inceliğe şöyle dikkat çeker:
Cenab-ı Hak bu ayetin evvelinde gıyabî olarak insanlara hitap ederken burada doğrudan
seslendi. Bunda, başka ilahlar edinmekten kuvvetli bir şekilde sakındırmak ve maksadı da
açıktan söylemek vardır. Sanki şöyle demiştir: “İşte o tek ilah benim. Öyleyse benden
korkun, başkalarından değil.”
-
10
Hadis-i Şerif'lerde, Kuran-ı Kerim'de olmayan itikadi konular geçmekte midir?
Hadis-i şerifler, hem ameli konulara hem de itikadi konulara değinir.
Hz. Peygamber (sallahu aleyhi ve sellem) efendimiz, namazı nasıl kılacağımızı, haccı nasıl ifa
edeceğimizi, zekatı nasıl ve ne miktarda vereceğimizi bidirdiği gibi kadere imandan, kabir
ahvalinden, mahşerden... bahsetmiş, kıyamet alametleri, mehdi, mesih, nüzül-ü İsa gibi
itikadi konular hakkında bilgi vermiş olduğu hadis kaynaklarında yer almaktadır.
Bu itibarla Kur'an'da yer almayan, fakat Hz. Peygamber'den nakledildiği kesin olan itikadi
konulara da müslümanların inanması zorunludur.
Zayıf rivayetler ise, itikadi konulara mesned olamaz.
İlave bilgi için tıklayınız:
Hadis kitaplarında geçen başlıca konular..
Bütün Hadislerin zanni olması ne demektir? Bunlarla amel edilmez mi?
http://www.resulullah.org/kutubusittehttp://www.sorularlaislamiyet.com/soru/198949/butun-hadislerin-zanni-olmasi-ne-demektir-bunlarla-amel-edilmez-mi.html
-
11
Kur'an'da geçen salat/namaz sözcüğü hangi anlamlara gelmektedir?
Mukatil b. Süleyman‟ın (ö.150/767) el-Eşbâh ve‟n-nezâir adlı eserinde “es-salât” şeklinde
müstakil hali değil de, “ekâme‟s-salat” şeklindeki terkipli kullanımı yer almaktadır. Eserde
söz konusu terkibin Kur‟an‟da iki farklı vechinin/yönünün bulunduğu belirtilmektedir. Buna
göre:
1. Ekâme‟s-salât‟e demek ikrar ederlerse yani kabul ederlerse demektir. Tevbe Suresi‟ndeki bir
ayeti buna örnek veren Mukatil b. Süleyman‟a göre ayette yer alan (Tevbe, 9/5) “tevbe
ederlerse” ifadesi, "şirkten dönerlerse" anlamına; “namazı kılar ve zekatı verirlerse”
ifadesi de “namaz kılmayı ikrar eder ve zekat vermeyi de kabul ederlerse” anlamına
gelmektedir.
2. “Ekâme‟s-salât” terkibinin ikinci anlamı da “tamamı” demektir. Buna göre Enbiya
Suresi‟nde yer alan, “Namazı ikame etmeyi ve zekatı vermeyi vahyettik” (Enbiya, 21/73)
ayeti, “namazı tamamlayın ve zekatı verin” manasınadır.
Yine Bakara Suresi‟nde yer alan, “Onlar ki gabya inanırlar, namazı ikame ederler.”
(Bakara, 2/3) ayetinin anlamı da “namazı tamamlarlar” demektir. (1)
Bir diğer Kur‟an sözlüğü müellifi Yahya b. Sallam‟ın (ö.200/815) et-Tesârîf adlı eserinde ise
kavramın iki vechinin bulunduğu belirtilmektedir. Ancak bunlardan ilk vechin içinde, iki farklı
duruma göre iki ayrı anlam zikredilmektedir ki, söz konusu anlamlardan biri Allah için
kullanılmış olup “bağışlama” (mağfiret), diğeri de melekler ve müminler için kullanılmış olup
“bağışlanmayı isteme” (istiğfar) anlamına gelmektedir. (2)
“Allah ve melekleri size salat eder.” (Ahzab, 33/43) ayetini örnek veren Yahya b. Sallam‟a
göre salat kavramı Allah‟ın dışında melekler, insanlar ve peygamberler için kullanıldığında,
“bağışlanma dileme” anlamına gelmektedir. “Onlar için salat et, kuşkusuz senin salatın onlara
bir sekinedir.” (Tevbe, 9/103) ayetinde yer alan salat da “bağışlanma dile” anlamına
gelmektedir. (3)
Sonraki yüzyıllarda yazılan eserlerde salat kavramının anlam vecihlerinin sayısında belirgin bir
artış gözlenmektedir. Örneğin hicri beşinci yüzyıl Kur‟an sözlüğü yazarlarından Abdulmelik b.
Muhammed es-Seâlibî, (ö.429/1038) vücûhu‟l-Kur‟an‟a dair yazmış olduğu bir eserinde “salat”
kavramının Kur‟an‟da toplam olarak on ayrı anlamının bulunduğunu ifade etmektedir.
Bunları da şu şekilde sıralamaktadır:
1. Namaz: “Onlar ki namazı kılar ve zekatı verirler.” (Maide, 5/55) Ona göre Kur‟an‟da zekat
ile yan yana kullanılan bütün „salat‟ ifadeleri bu anlama gelir.
2. Mağfiret: “Allah ve melekleri Nebi‟ye salat ederler.” (Ahzab, 33/56), Bunun bir benzeri de
“Allah size salat eder ve melekler de.” (Ahzab, 33/43) Bu ayetlerdeki Allah‟ın salatı mağfireti
demektir.
3. İstiğfar: Ahzab suresinde geçen meleklerin salatı bu manadadır. (Ahzab, 33/43,56)
4. Dua: “Ey Peygamber onlara salat et!” (Tevbe, 9/103). Yani dua et demektir.
5. Kıraat: “Salatını cehri yapma ve gizleme de.” (İsra, 17/110)
6. Din: “Senin salatın mı bize bunları terk etmemizi emrediyor?” (Hud, 11/87)
-
12
7. İbadet yeri (manazgâh): “Savami, biye, salavat ve mescitler yıkılırdı” (Hacc, 22/40)
8. Cuma namazı: “Cuma günü salat için nida edildiğinde.” (Cuma, 62/9)
9. İkindi namazı: “Onları salattan sonra alıkoyarsınız.” (Maide, 5/115)
10. Cenaze namazı: “Onlardan ölen hiçbiri için artık salata durma!” (Tevbe, 9/84).” (4)
Bir sonraki asırda yaşayan Ebul Ferec İbnul Cevzî‟nin (ö.597/1201) aynı konuya dair yazdığı
eserinde, yukarıda sıralanan maddelerde yer alan manaları ve ayetlerin tamamını kaynağını
belirtmeden naklettiği ve tek tek sıraladığı görülmektedir. (5)
Onlardan sonra gelen müfessir Celaleddin es-Suyûtî (ö.911/1505) de “el-İtkân”ında, kavramın
Kur‟an‟daki anlam çerçevesi ile ilgili olarak kaynağını belirtmeden, ancak sıralamayı
değiştirerek ve „rahmet ve istiğfar‟ı da bir tek manaya indirerek toplam dokuz madde altına
alarak nakletmektedir. (6)
Bir başka Kur‟an sözlüğü müellifi Hüseyin b. Muhammed ed-Damegânî (ö478/1085) ise „salat‟
kavramının Kur‟an‟daki vecihlerinin sayısının dört olduğunu belirtmektedir:
1. İstiğfar: “Onlar için salat et, zira senin salatın onlar için bir sekinedir.” (Tevbe, 9/103) Yani
onlar için mağfiret dile, zira senin mağfiret dileğin onlar için bir sekinet vesilesidir.
2. Mağfiret: “İşte onlara Rablerinden salavât ve rahmet vardır.” (Bakara, 2/157) “Allah ve
melekleri size salat eder.” (Ahzab, 33/43) “Allah ve melekleri Nebi‟ye salat eder.” (Ahzab,
33/56) Yani Allah mağfiret eder, melekler de istiğfar dileğinde bulunurlar demektir.
3. Bizatihi Namaz: “Onlar ki namazı kılar.” (2/Bakara,3); “Namazı kıl.” (17/İsra,78) Bu
anlama gelen ayetlerin sayısı oldukça fazladır.
4. İbadethaneler: “Savami, biye, salavat ve mescidler yıkılırdı.” (Hac, 22/40) ayeti de buna
örnektir. (7)
“Salat” kavramının yer aldığı bağlamlara göre taşıdığı farklı manalarla ilgili en fazla vecih
zikreden Kur‟an sözlüğü yazarı, Ebu Abdurrahman İsmail b. Ahmet ed-Darirî el-Hîrî en-
Nîsâbûrî‟dir. (ö.430/1039) en-Nîsâbûrî konu ile ilgili eserinde zikri geçen kavramın Kur‟an‟da
tam yirmi iki farklı anlamı (vech) olduğunu belirtmekte ve bunları da sırasıyla şu şekilde
sıralamaktadır:
1. Beş vakit namaz: (Bakara, 2/3,273); (Nisa, 4/77,103); (Meryem, 19/59)
2. İtaatlere muvaffak kılıp ve her türlü kötülükten korumak: “İşte onlara Rablerinden
salavat ve rahmet vardır.” (Bakara, 2/157)
3. İkindi Namazı: “Namazları ve orta namazı gözetin.” (Bakara, 2/237)
4. Korku Namazı: “Onların arasında bulunup namaz kıldırdığında.” (Nisa, 4/102)
5. Yolculuk Namazı: “Kafirlerin size zorluk çıkarmasından korkarsanız namazı kısaltmanızda
bir sakınca yoktur.” (Nisa, 4/101)
-
13
6. Namazın Tamamı: “Deki benim salatım ve yaşantım” (Enam, 6/162); “Onlar
namazlarından gafildir” (Mâûn, 107/5); “Onlar ki namazlarında huşu içindedirler” (Müminun,
23/2);
7. İbadet: “Onların Beyt-i Haram‟daki ibadetleri yalnızca ıslık çalmak ve el çırpmaktan
ibarettir.” (Enfal, 8/35)
8. Boyun eğme, yumuşak başlılık: “Tevbe eder ve salatı ikame ederlerse” (Tevbe, 9/5, 11)
9. Cenaze Namazı: “Onlardan ölen hiçbiri için artık salata durma!” (Tevbe, 9/84)
10. Dua: “Resulün salatları, dikkat edin o salatlar onlar için bir yakınlık vesilesidir.” (Tevbe,9
/99) “Ey Peygamber onlara salat et!” (Tevbe, 9/103).
11. Mescid: “Sarhoşken salata/mescide yaklaşmayın” (Nisa, 4/43)
12. Sabah Namazı: “Gündüzün iki ucunda namaz kıl.” (Hud, 11/114)
13. Öğle Namazı: “Gündüz güneş dönünce namaz kıl.” (İsra, 17/78)
14. Nafile Namaz: “Ailene namazı emret ve onda ısrarcı ol!” (Taha, 20/132); “Ey Şuayb!
Senin salatın mı bizi babalarımızın tapındığı ilahları terk etmemizi emrediyor?” (Hud, 11/87);
Bu ayetin bir benzeri de Ankebut suresindedir. “Sana indirilen kitabı oku ve namazını kıl, zira
namaz fuhuş ve çirkinliklerden alıkoyar.” (Ankebut, 29/45)
15. Kıraat: “Salatını açıktan/yüksek sesle yapma!” (İsra, 17/11)
16. Peygamber‟e Salat: “Allah ve melekler Nebi‟ye salat eder, ey müminler siz de ona salat
ediniz!” (Ahzab, 33/56)
17. Rahmet: “Allah ve melekleri size salat eder.” (Ahzab, 33/43) Burada da Allah‟ın salatının
rahmet, meleklerin salatının da istiğfar manasına geldiği söylenmiştir.
18. Cuma Namazı: “Ey iman edenler! Cuma günü namaza çağrıldığınızda Allah‟ı anmaya
koşun!” (Cuma, 62/9)
19. İslam: “Ne tasdik etti ne de İslam‟a girdi (sallâ).” (Kıyame, 75/31)
20. Kurban Bayram Namazı: “Rabbin için namaz kıl (fesalli) ve kurban kes!” (Kevser,
108/2)
21. Ramazan Bayram Namazı: “Rabbinin adını andı ve namaz kıldı.” (A‟la, 87/15)
22. İbadethaneler(kenâis): “Savami, biye ve kiliseler.” (Hac, 22/40) (8)
Görüldüğü üzere son eserde kavramın anlam alanı ile ilgili olarak zikredilen farklı bağlamsal
manaların (vücûh) sayısı oldukça artmış gözükmektedir. Genel olarak bakıldığında Kur‟an
sözlüklerinde zikredilen anlamların bazıları diğer genel sözlüklerde yer alan anlam ve
açıklamalarla aynı çerçevede yer alırken, “din, kıraat, boyun eğme, Cuma namazı, Kurban
Bayram Namazı, Cenaze Namazı” gibi bazıları ise genel sözlüklerde yer verilmeyen manaları
ihtiva etmektedir.
-
14
Kur‟an‟ın muhtelif ayetlerinde namazdan bahisle kıyâm, rükû ve sücûddan
bahsedilmiştir. “Ey iman edenler! Rükû edin, secdeye varın, Rabbinize kulluk edin ve
iyilik yapın ki, saâdete erişesiniz.” (Hacc, 22/77)
Hz. Peygamber de ashabından kendisinin kıldığı gibi namaz kılmalarını istemiş ve Kur‟an‟ın
bu mücmel emrini, sözleri ve fiili tatbikatıyla beyan etmiştir. (9)
Dolayısıyla “salât”ın sonraki şekli başlangıçtan beri tespit edilmiştir. (10)
Dipnot: 1) Mukatil b. Süleyman, el-Eşbâh ve‟n-nezâir, tahk.: Abdullah Mahmud Şihhata, el-Hey‟etul
Mısriyyetu‟l- Amme lil Kitab, II. Baskı, 1994, s. 139; el-Vücûh ve‟n-nezâir, tahk.: Ali Özek,
İlmi Neşriyat, İstanbul 1993, s. 48.
2) Yahya b. Sallam, et-Tasârîf tefsiru‟l-Kur‟ani mimmâ iştebehet esmâuhu ve tasarrafat
meânih, tahk.: Hind Şelebi, eş-Şirketu‟t Tunusiyye, Tunus, 1979, s. 166-167.
3) Yahya b. Sallam, et-Tasârîf, s. 166-167.
4) es-Seâlibî, el-Eşbâh ve‟n-nezâir, tahk.: Muhammed el-Mısri, Alemu‟l-Kütüb, Beyrut 1984,
s. 188-189.
5) İbnul Cevzî, Nüzhetu‟l-a‟yuni‟n-nevâzir fî ilmi‟l-vücûh ve‟n-nezâir, tahk.: Abdulkerim
Kâzım Razi, Müessesetu‟r-Risale, Beyrut 1984, ss. 394-396.
6) es-Suyûtî, el-İtkân fî ulûmi‟l-Kur‟an, tahk.: M. Dib el-Buğa, Daru İbn Kesir, Beyrut 1993, c.
I, s. 448.
7) ed-Dameğânî, Kâmûsu‟l-Kur‟an (Islâhu‟l-vücûh ve‟n-nezâir), Daru‟l-İlm li‟l-Melâyîn,
Beyrut 1983, s. 284-285.
8) en-Nîsâbûrî, Vücûhu‟l-Kur‟âni‟l-kerîm, tahk.: Fatıma Yusuf el-Haymî, Darus Seka, Dımeşk,
1996, s. 194.
9) Buhârî, Sahîhu‟l-Buhârî, Daru İbn Kesir, Beyrut, 1990, c. I, s. 226. (14.Ezan, 18).
10) Geniş bilgi için bk. Mesut Okumuş, Kur‟an‟da “Salat” Kavramı, Çorum İlahiyat Fakültesi
Dergisi, 2004/2, c. III, sayı: 6, s. 1-30; TDV İslam Ansiklopedisi, Namaz md.
-
15
Tamudan bin yıl sonra Henna isimli bir kişi zuhur edecektir, anlamında bir hadis var mıdır? Bu kimdir?
Bu kıssanın doğrusu şöyledir:
Cehennemden en son çıkan bir adam Allah „ın isimlerini anarak “Ya Hannan, ya Mennan!”
diye yalvardığı için bu adama alimler “Hannan” adını vermişler.
Hasan-ı Basri hazretleri bin sene sonra cehennemden çıkacağına dair hadisi rivayet ederken;
”Keşke ben Hannan olsaydım, çünkü onun cehennemden çıkması kesindir. Fakat ben
böyle bir garantiye sahip değilim” diyormuş. (bk. Gazali, İhya, 3/130, 492)
İlgili hadis rivayetini Ahmed b. Hanbel ve Ebu Yala, Ebu Zilal el-Kasmeli‟den rivayet etmişler.
Ebu Zilal zayıf bir ravidir. (bk. Zeynu‟l-Irakî, Tahricu ahadisi‟l-İhya/ihya ile birlikte aynı
yerde; Heysemi, Mecmau‟z-Zevaid, 10/384)
İslamı temsil adına içkili bir düğüne gitmek caiz midir? İslam'ı temsil adına gidecekseniz içki içilen masaya -mümkün ise odaya- oturmayacaksınız,
sizin bunu tasvib etmediğinizi belli eden bir tavır ve mekanda olacaksınız.
Allah'ın "ol" emri ezeli olduğuna göre, olan şeyin de ezeli olması gerekmiyor mu?
Bu konudaki genel kural şudur: Allah‟ın isim ve sıfatlarının ezeli olması, yaptığı fiillerinin
ezeli olmasını gerektirmez. Bilakis onların sonradan var olmalarını, hadis olmalarını gerektirir.
Nitekim Allah‟ın kudreti de kelam sıfatı gibi ezelidir. Fakat kudretin yarattığı kâinat hâdistir,
sonradan yaratılmıştır, ezeli değildir.
"Ol“ emri, Allah‟ın kudretinin sonsuzluğundan ve süratle yapmasından kinayedir.
İlave bilgi için tıklayınız:
Allah'ın "kün" yani "ol" emrini nasıl anlamalıyız?
"Bir şey murad ettiğinde O'nun buyruğu "0l!" demekten ibarettir; hemen oluverir." (Yasin
Suresi, 36/82) ayeti açıklar mısınız?
http://www.sorularlaislamiyet.com/article/52/allah-in-kun-yani-ol-emrini-nasil-anlamaliyiz.htmlhttp://www.sorularlaislamiyet.com/article/10860/bir-sey-murad-ettiginde-o-nun-buyrugu-0l-demekten-ibarettir-hemen-oluverir-yasin-suresi-36-82-ayeti-aciklar-misiniz.htmlhttp://www.sorularlaislamiyet.com/article/10860/bir-sey-murad-ettiginde-o-nun-buyrugu-0l-demekten-ibarettir-hemen-oluverir-yasin-suresi-36-82-ayeti-aciklar-misiniz.html
-
16
Bir Peygamberin "Allah bilir" demesi için vahiy almasına ihtiyaç yokken, neden "Onların sayılarını Rabbim daha iyi bilir" (Kehf, 22) demesi istenmektedir? İlgili ayetin meali:
"İnsanların kimi: "Onlar, üç kişi idi, dördüncüleri de köpekleri idi" diyecekler. Bazıları
da: "Beş kişi, idiler, altıncıları da köpekleri idi" diyecekler. Bunlar, gayb hakkında
tahmin yürütmekten ibarettir. Kimileri de: "Onlar yedi kişi olup sekizincileri de
köpekleri idi" derler. De ki: "Onların sayısını tamtamına Rabbim bilir" Onlar hakkında
bilgisi olan çok az kişi vardır. Öyleyse onlar hakkında, sathî tartışma dışında kimse ile
münakaşa etme ve bu konuda ileri geri konuşanlardan da hiç bir bilgi isteme." (Kehf,
18/22)
Kur'an'da Hz. Peygambere yapılan hitapların bir kısmı, Onun şahsından ziyade ümmetine
bakar.
Meselâ Cenab-ı Hakk, Peygamberimize (a.s.m) hitaben şöyle buyurur:
“Eğer Allah‟a ortak koşarsan, elbette amelin boşa gider." (Zümer, 39/65)
Soruda söz konusu olan durumu da benzeri bir şekilde değerlendirmek mümkündür.
Bu şekilde ümmete ders verilmiş, benzeri durumlarda ne demeleri gerektiği öğretilmiştir.
Buna göre, "De ki: Onların sayısını tamtamına Rabbim bilir" cümlesi, hakkında bilgimiz
olmayan konuları Allah'ın bilgisine havale etmenin ve vahyin bildirdiğinden fazla bir şey
söylememenin daha uygun olduğunu, böyle konular hakkında ileri geri söz söylemenin bir
fayda sağlamayacağını İfade etmektedir.
Diğer taraftan, bu cümlenin, ashab-ı kehf hakkında ileri geri konuşanlara ait olduğu da
söylenmiştir.
Buna göre sanki onlar, Ashâb-ı Kehf'in durumunu müzakere edip, isimleri, halleri ve ne kadar
uyudukları hususunda karşılıklı fikirler ileri sürüp, işin hakikatine ulaşamayınca, bunu elde
edemeyince "Rableri onları daha iyi bilendir" demişlerdir. (bk. Razi, ilgili ayetin tefsiri)
-
17
Bugün yaptığımz topluca tesbihat ve içeriğini peygamberimiz yapmadıysa neden biz yapıyoruz? Böyle yapmak günah değil midir?
Namazlardan sonra yapılan tesbihat ve dualar, namaza dahil olmasa da makbul ibadetler
arasında yer aldığından müstehaptır. Zira namazlardan sonra dua ve tesbihât Peygamber
Efendimiz (s.a.v.) tarafından tavsiye edilmiş ve bizzat yapılmıştır. Nitekim Rasûlüllah (s.a.v.)
şöyle buyurmuştur;
َ فِى دُبُِر ُكلِّ » ثاَلَثِييَ َهْي َسبََّح اَّللَّ َّ َ ثاَلَثًا َحِودَ اَّللَّ َّ ثاَلَثِيَي َّ ثاَلَثِ َصالٍَة ثاَلَثًا َّ َ ثاَلَثًا َكبََّر اَّللَّ حِْسعُْىَ َّ َّ قَاَل حََواَم يَي فَِخْلَك حِْسعَتٌ َّْحدٍَُ الَ َّ ُ َْ َعَلى ُكِلّ َشْىءٍ اْلِوائَِت الَ إِلَََ إاِلَّ اَّللَّ ُُ َّ لََُ اْلَحْودُ َّ إِْى َكاًَْج ِهثَْل َزبَِد اْلَبْحرِ َشِريَك لََُ لََُ اْلُوْلُك َّ قَِديٌر ُغِفَرْث َخَطايَاٍُ
»
“Bir kimse her namazın sonunda Allah'a otuz üç defa sübhanallah der, otuz üç defa
elhamdülillah der, otuz üç defa da „Allahu ekber‟ derse bunların toplamı doksan dokuz
eder. Yüze tamamlarken de, „Allah'dan başka hiç bir ilâh yoktur. Yalnız o vardır. Şeriki
de yoktur. Mülk onundur; Hamd da ona mahsusdur; O her şey'e kadirdir” derse,
günahları denizin köpüğü kadar bile olsa affolunur” (Müslim, Mesacid, 27, H.No: 1380).
Tesbihat konusunda Müslümanlara özel tavsiyelerde bulunan Hz. Peygamber (s.a.v.)‟in bizzat
kendisi de , namazlardan sonra üç kere Allah‟a istiğfâr eder ve şöyle dua ederdi; « ًَْج السَّالَُم نَّ أَ ُِ اللَّ
اإِلْكَرامِ َّ ٌَْك السَّالَُم حَبَاَرْكَج ذَا اْلَجالَِل ِه َّ » “Allah'ım, selâm sensin; selâmet de ancak sendendir.
Mübareksin. Ey Celâl ve İkram sahibi!" Velîd, Evzâî'ye bu istiğfar nasıl olacak, diye
sorduğunda; „Estağfirullah, estâğfirullah‟ cevâbını almıştır (Müslim, Mesacid, 27, H.No:
1362).
Öte yandan Hz. Peygamber (s.a.v.) ve ashabı farz namaz kılındıktan sonra bazı tekbir, tesbih
ve tahmid gibi zikirleri yüksek sesle okumuşlardır. Nitekim İbn Abbâs (r.a.); insanların
Peygamber (s.a.v.)'in zamanında farz namazdan çıkınca yüksek sesle zikrettiklerini haber
vermiş, “Ben bu sesi işitir işitmez, insanların namazı bitirdiklerini anlardım” demiştir. İbn
Abbas bir başka rivayette de “Ben Peygamber (s.a.v.)'in namazı bitirdiğini tekbîr
getirilmesinden anlardım” demiştir. (Buhari, Ezan, 155)
Sonuç olarak namazdan sonra tesbihat yapılması müstehaptır. Bu tesbihat, münferit olarak
yapılabileceği gibi, cemaat halinde de yapılabilir. Ancak tesbihâtın cemaatle yapılması, öteden
beri yaygınlık kazanmıştır. Bununla beraber, namaz kılındıktan sonra tesbihât yapmadan
camiden çıkmanın caiz olmadığı söylenemez.
Selefiye, daha çok bir Kelam ve Mezhepler Tarihi ilmi terimi olarak, sahabe ve tabiininin görüş
ve uygulamalarını esas olarak kabul eden fakih, muhaddis ve diğer ilim ehli için kullanılan bir
tabirdir. Bunun yanında akaide ait konu ve meselelerde nass/Kur'an-ı Kerim ve Hadislerle
gelen hususları müteşabih olanlar da dahil olmak üzere olduğu gibi kabul edip, te'vile/yoruma
başvurmayan Ehl-i Sünnet-i Hassa'ya da selefiyye denmiştir. Ancak Selefiliğin sistemleşip
bugünkü görünüşüyle bir akım haline gelmesinin, sonraki dönemlerde ve özellikle İbn
Teymiyye zamanında gerçekleştiği ifade edilmelidir. Dolayısıyla, selef alimleri ile bu günkü
selefiliği bir birinden ayırdetmek gerekir.
-
18
Ebu Hanife, Şafii ve diğer müctehid imamların pek çoğu itikadi konularla ilgilenmiş ve Ebu
Hanife‟nin dışındakiler Selef anlayışını temsil etmişse de re‟ycilikle (akılcılıkla) bağlantıları ve
bazı takipçilerinin kelamcı olması onların doğrudan ehl-i hadis (selefiye) içinde mütalaa
edilmesini engellemiştir. Bunlar içinde Selefiye anlayışıyla daha çok ön plana çıkan Ahmed b.
Hanbel‟dir. Ahmed b. Hanbel, Mutezile ile olan mücadelesi sebebiyle Selefiyenin sembol ismi
haline gelmiştir.
Her dönemde değişik mezheplere bağlı olan alimler itikadi konularda ehl-i hadis metodunu
(selefiyye) kendi eğilimlerine uygun bir biçimde temsil etmişlerse de, bu çizgiyi hararetle
benimseyen ve onunla özdeşleşmiş gibi görünenler daha çok Hanbeli alimler olmuştur.
Matürîdî'nin, eserlerinde Ebû Hanîfe'nin fikirlerini nakledip benimsemesi, bunların Kur'an'a
uygun olduğunu belirterek doğrulamaya çalışması ve eleştirenlere karşı savunması, ayrıca
Mâtürîdiyye'nin önemli kelâmcılarından Ebu'l-Muîn en-Nesefî'nin Ebû Hanîfe'yi ekolün önderi
(imamı) olarak göstermesi, ilâhî sıfatların tenzihçi bir yaklaşımla ilk defa onun tarafından
incelendiğini, kelâmcıların daha sonra ona uyduğunu belirtmesi ve Mâtürîdî'nin kelâmda ve
fıkıhta Ebû Hanîfe'ye uyduğunu açıkça ifade etmesi, Ebû Hanîfe'nin Mâtürîdiyye'nin
görüşlerine öncülük yaptığını kanıtlar mahiyettedir.
Ebu Hanife de itikadi konularda aklı ön plana çıkaran alimlerimizdendir. Maturidi itikadi
konularda onun yolunu da onun bu yönü sebebiyle benimsemiştir.
Diğer taraftan Selef yöntemini benimseyenlerin temel görüşleri bakımından Ehl-i sünnetin
diğer kollarıyla önemi bir anlaşmazlık içinde oldukları söylenemez. Ancak Selef itikadını
benimseyenler genel olarak nasların özellikle Kur‟an‟daki haberi sıfatların yorumlanması,
felsefi delillerin kullanılması, Kitap ve Sünnette yer almayan terimlere usulu‟d-dinde yer
verilmemesi gibi konularda muhalefet ederler. Bunun dışında itikadi konularda herhangi bir
farklılık yoktur.
Ayrıca XIX. Yüzyılın ikinci yarısından itibaren Selefiyye daha başka bir şekle bürünmüş, siyasi
bir hüviyet kazanmıştır. Geniş bilgi için bk. Diyanet İslam Ansiklopedisi, 36/399-402.
Bidat: Peygamberimizin ahirete irtihalinden sonra dini alanda Kuran ve sünnete aykırı olarak
icat edilen şeylerdir. Dolayısıyla herhangi bir şeyin bidat sayılabilmesi için sonradan icat
edilmesi yanında hem dini sahada olacak hem de Kuran ve sünnetin genel ruhuna aykırı
olacaktır. Dini sahada olmayan adet, alet, davranış, teknolojik buluş ve icatlar asla bidat
kavramının içine girmez. Mesela horozu kurban olarak kesmek bidat olup caiz değildir. Çünkü
bu adet, dini sahada olup sonradan çıkmıştır; İslam'ın Kuran ve sünnetle belirlenen kurban
nizamına aykırıdır.
Namaz sonrası toplu tesbihat ve tesbih dediğimiz aleti kullanma da bidat kapsamına
girmez. Ayrıca camilerin yapımı önceleri kerpiçten iken sonraları taştan yapılmış, şimdilerde
betondan yapılmakta yarın belki başka bir maddeden yapılacaktır. Tesbihat dün parmak
boğumları veya taş taneleri ile yapılırken sonraları ağaçlardan yapılan tesbihler icat edilmiş,
şimdilerde ise hem ağaçtan hem akik, sedef, boncuk, plastik vb. çeşitli eşyalardan icat edilen
tesbihlerle yapılmaktadır. Yarın belki başka maddelerden de tesbih yapılacaktır. Tesbihatta
bunlar aracılığıyla yapılacaktır.
Ezan ile amaçlanan, namaz vakitlerinin Müslümanlara duyurulmasıdır. Bunun içinde
Peygamberimiz (s.a.v.) tarafından yüksekçe bir yerden okunması emredilmiştir. Nitekim tarihi
süreç içinde Müslümanlar bu emri yerine getirmek için çeşitli arayışlar içine girmişler ve Hz.
Peygamber (s.a.v.) döneminde olmadığı halde minareler inşa etmişlerdir. Bu gün hoparlör
kullanmadan okunan bir ezanı gürültü kirliliğinden ötürü minarenin dibinde bulunan insan bile
duyamaz.
-
19
Hoparlör kullanmaya karşı gelenler, ezanın duyulmasını mı yoksa duyulmamasını mı
istiyorlar! Önce bunu düşünsünler ve karar versinler. Hoparlör kullanan bu insanlar ezanın
aslında bir değişiklik yapmıyor; aksine duyuruyu daha fazla insana ulaştırmaya gayret
ediyorlar. Çünkü hoparlör sesin kuvvetini artırıcı bir alettir. Ayrıca hoparlörden çıkan ses, aksi
seda (yankı) değil; mikrofon başında okuyan veya konuşan kişinin kendi sesidir. Bu itibarla,
daha uzaklardan duyulması için ezan veya salanın hoparlörle okunmasında dinen bir sakınca
olmadığı gibi bidat da denemez.
Evet bütün bunlar dini sahada yapılan yeni şeylerdir. Ancak Kuran ve sünnetin genel ruhuna
aykırı olmadıkları gibi bir emrin veya sünnetin gereği gibi eksiksiz ve noksansız yapılmasına
yardımcı olurlar. Allah ve resulü, camilerin korunmasını emretmiştir. Şimdi toprak cami mi
daha korunaklı yoksa betonarme cami mi daha korunaklı? Camiler betonarme yapılarak
koruma emri yerine getirilmiş olur. Dün Peygamberimizin mescidinin tabanı toprak idi. Toprak
üzerine secde edilirdi. Bugün kaloriferli ve halılarla döşelidir. Tekrar toprağa mı döndürelim!
Tesbih aleti kullanılarak 33 kez “Subhanellah, elhamdulillah, Allahuekber” sünneti eksiksiz ve
noksansız yapılmaktadır. Sırf sonradan icat edildi diye sünnetin tam olarak yerine getirilmesine
yardımcı olan bir alete bidat denilebilir mi? Ezanın aslında hiçbir değişiklik yapmadan hoparlör
kullanarak daha çok insana namaz vaktinin girdiğini duyurmak nasıl bidat olur?
Buradaki değişkenlik ibadetlerde değil, araçlardadır. Zira ibadetlerde bir değişim yapmaya
kalkmak –ki bu mümkün değildir- Allah korusun şirk ve küfür olur. Değişkenlik cami, tesbihat
veya ezan ibadetinde değil, bunların yerine getirilmesinin vasıtalarında olmuştur. Cami yerine
başka bir şey yapılmış değil, belki daha korunaklı ve daha rahat ibadet edilecek bir cami
oluşturulmuştur. Ezan yerine başka bir duyuru yapılmış değil belki ezan daha çok insana
ulaştırılmıştır.
Giyim kuşamın değişikliği ise, bidat kavramı içerisinde asla değerlendirilemez. Zira bunlar dini
sahada değil, dünyevi sahadadır. İslama aykırılıkları varsa, giderilir.
Alimlerimizin bir kısmı bid‟atı, hasene ve seyyie olarak ikiye ayırır, yapılması mahzurlu
olmayanlara bid‟at-ı hasene (iyi bid‟at), yapılması mahzurlu olanlara da bid‟at-ı seyyie (kötü
bid‟at) derler. Minare ve medrese yapmak bid‟at-ı hasene, kabirlerin üzerine mum yakmak da
bid‟at-ı seyyiedir. Buna göre, hadislerde reddedilen bid‟atler, kötü bid‟atlerdir.
Bid‟atı dar kapsamlı olarak anlayan başta İmam Malik olmak üzere, Ayni, Beyhaki, İbn Hacer
el-Askalani ve Heytemi, İmam Birgivi ve İbn Teymiyye gibi alimler de bidatı şöyle tarifi
ederler: “Bid‟at, Resulullah Sallallahü Aleyhi Vesellemden sonra ortaya çıkan ve dinle ilgili
olup ilave veya eksiltme özelliği taşıyan herşeydir.” Bu ulemaya göre dinle ilgisi olmayan ve
dini özellik taşımayan yeni icatlar bid‟at sayılmaz. Bu bakımdan, teknolojik buluşlar, dünyevi
sahadaki yenilikler veya örf ve adet türünden olan davranışlar bid‟at kavramının dışında
değerlendirilir.
Bu açıklamalar doğrultusunda konuya bakıldığında hemen hemen her şeye bidat ve şirk
gözüyle bakmak doğru değildir.
İlave bilgi için tıklayınız:
Toplu halde tesbihat yapmak bidat mıdır?
Namaz tesbihatı hakkında bilgi verir misiniz? Tesbihatın nasıl yapılacağı, hangi duâ ve
tesbihlerin okunacağı neye dayanmaktadır?
Selefiler hakkında bilgi verir misiniz? Şu andaki Selefiliğin kurucusu kimdir? İmamı Azam'a
hakaret ediyorlar, mezhep imamlarını kabul etmiyorlar...
http://www.sorularlaislamiyet.com/qna/12461/toplu-halde-tesbihat-yapmak-bidat-midir.htmlhttp://www.sorularlaislamiyet.com/qna/2481/namaz-tesbihati-hakkinda-bilgi-verir-misiniz-tesbihatin-nasil-yapilacagi-hangi-dua-ve-tesbihlerin-okunacagi-neye-dayanmaktadir.htmlhttp://www.sorularlaislamiyet.com/qna/2481/namaz-tesbihati-hakkinda-bilgi-verir-misiniz-tesbihatin-nasil-yapilacagi-hangi-dua-ve-tesbihlerin-okunacagi-neye-dayanmaktadir.htmlhttp://www.sorularlaislamiyet.com/article/15689/selefiler-hakkinda-bilgi-verir-misiniz-su-andaki-selefiligin-kurucusu-kimdir-imami-azam-a-hakaret-ediyorlar-mezhep-imamlarini-kabul-etmiyorlar.htmlhttp://www.sorularlaislamiyet.com/article/15689/selefiler-hakkinda-bilgi-verir-misiniz-su-andaki-selefiligin-kurucusu-kimdir-imami-azam-a-hakaret-ediyorlar-mezhep-imamlarini-kabul-etmiyorlar.html
-
20
Kıyamette her şeyin yok edilip yeniden yaratılmasının hikmeti nedir?
Yüce Allah “her nefis ölümü tadar” (Enbiya, 35) buyurmaktadır. Ölüm bir son değil, yeni bir
hayatın başlangıcıdır. Öyleyse, her insan bir nefis olduğu gibi, insanlık da bir nefistir; dirilmek
üzere ölecek. Ve yer küresi de bir nefistir; fani bir suretten baki surete girmek için o da ölecek.
Dünya dahi bir nefistir; âhiret suretine girmek için o da ölecek” (bk. Nursi, Lem‟alar, 26.
Lema)
Allah‟ın evrende koyduğu kural gereği, her canlı doğar büyür, gelişir, sonra bu gelişim ters
istikamette devam edip, sona doğru ilerler. Hac Suresi 5. ayette bu evrensel kanun şöyle ifade
edilmektedir:
“Ey insanlar! Ölümden sonra diriliş konusunda herhangi bir şüphe içindeyseniz
(düşünün ki) hiç şüphesiz biz sizi topraktan, sonra az bir sudan (meniden), sonra bir
"alaka"dan, sonra da yaratılışı belli belirsiz bir "mudga"dan yarattık ki size
(kudretimizi) apaçık anlatalım. Dilediğimizi belli bir süreye kadar rahimlerde
durduruyoruz. Sonra sizi bir çocuk olarak çıkarıyor, sonra da (akıl, temyiz ve kuvvette)
tam gücünüze ulaşmanız için (sizi kemale erdiriyoruz.) İçinizden ölenler olur. Yine
içinizden bir kısmı da ömrün en düşkün çağına ulaştırılır ki, bilirken hiçbir şey bilmez
hale gelsin. Yeryüzünü de ölü, kupkuru görürsün. Biz onun üzerine yağmur indirdiğimiz
zaman kıpırdar, kabarır ve her türden iç açıcı çift çift bitkiler bitirir.”
Ayetten de anlaşılabileceği gibi bu kanun sadece insan için değil evren için de geçerlidir.
Sözlükte "dikilmek, ayağa kalkmak, durmak ve canlıların Allah huzurunda saygıyla duracakları
gün" anlamlarına gelen kıyâmet, dinî kavram olarak, Yüce Allah'ın ezelde takdir ettiği zaman
gelince, dünyadaki bütün canlıların ölmeleri, sonra bütün ölmüşlerin Allah tarafından
diriltilmeleri, mahşer yerinde toplanmaları, hesaba çekilmeleri ve dünyadaki işlerinin
karşılıklarının verilmesidir.
Kıyamet yeni bir oluşu ifade ettiğinden, bu, mevcut alemin ortadan kalkmasını gerektirir. Bu
ortadan kalkışın şiddetli olması, onun tam, kesin geri dönülemez oluşunun ifadesidir. Buna
ilaveten kıyametin şiddeti ile ilgili sahneler, insanın bu dünyada hiç ölmeyecekmiş gibi
yaşamasının, hırs ve tutku ile hayata bağlanmasının, bencillik, zulüm, isyan içinde bir hayat
sürmesinin yanlışlığını ona daha net bir şekilde hatırlatmaktadır.
Diğer taraftan Allah‟ın her şeyi yaratan, her şeyi sahibi olduğu, hiç kimseye hesap
vermeyeceği, biz insanların ise ona hesap sorması mümkün olmayan kulları olduğumuz göz
ardı edilmemelidir. Bunun yanında O, sonsuz merhametin de sahibidir. Nitekim kıyamet için
yeryüzünde hiçbir iyi insanın kalmaması gerekir. Allah Rasulünün "Kıyâmet ancak kötü
insanlar ve kâfirler üzerine kopacaktır." (Müslim, Fiten, 131) buyurması, Allah Teala‟nın
mümin kullarına rahmetinin delillerindendir.
İlave bilgi için tıklayınız:
Kıyametle beraber kainat ve yerküresi, ahiret göklerine ve yerlerine mi dönüşmektedir?
Kıyamette, yer ve gökler yok olduktan sonra tekrar yaratılacak mıdır?
Kıyametin kopmasının ve kainatın yıkılmasının mantıki ve bilimsel delilleri nelerdir?
KIYAMET.
http://www.sorularlaislamiyet.com/article/12219/kiyametle-beraber-kainat-ve-yerkuresi-ahiret-goklerine-ve-yerlerine-mi-donusmektedir.htmlhttp://www.sorularlaislamiyet.com/search_addhit.php?id=67384&h=2&page=article&aid=11439http://www.sorularlaislamiyet.com/article/9679/kiyametin-kopmasinin-ve-kainatin-yikilmasinin-mantiki-ve-bilimsel-delilleri-nelerdir.htmlhttp://www.sorularlaislamiyet.com/search_addhit.php?id=63020&h=22&page=article&aid=1239