İçindekiler -...

17
1

Transcript of İçindekiler -...

2

İçindekiler

Allah'ın vaadinden dönmeyeceğinin akli delilleri var mıdır? .................................................... 3

Dilleriyle insanları kıranları, ibadetleri temizleyemez, anlamında bir hadis var mıdır? .......... 4

Müzdelife’den imsak vaktinden önce ayrılmak, kurban cezasını gerektirir mi? ....................... 5

Allah, ahiret hayatı başladığında bazı sıfatlarının tecellisini ebediyyen yitirir mi? .................. 6

Buhari, neden Ehli Beytten ziyade Muaviye’nin ailesinden hadis almıştır ve Ehl-i beyt

hakkında hadisler azdır? .............................................................................................................. 7

Hadis-i Şerifler mahluk mudur? ................................................................................................. 8

Çöpe atılmış bir malın değerli olduğu anlaşılsa, yine de almak helal olur mu? ....................... 9

Adem unuttu bu yüzden nesli de unutuldu, anlamındaki hadisi açıklar mısınız? .................. 10

İslam alimlerinden Dünya'nın yuvarlaklığını kabul edenler kimlerdir? ................................. 11

Guineapig Kemirgen/Hind Domuzu denilen hayvanı, kobay olarak veya etini yemek üzere

edinmek, beslemek ve ticaretini yapmak helal midir? .............................................................. 13

Geciken alşacağmıza verilecek olan yasal faiz alınabilir mi? .................................................. 15

İçkili ortamlarda Kur'an okumanın bir sakıncası olur mu? .................................................... 16

Devlette görevli bir memur, kaçak olarak özelde de çalışabilir mi? ......................................... 17

3

Allah'ın vaadinden dönmeyeceğinin akli delilleri var mıdır?

Vaadinden dönmek, yani sözünden caymak, ya acizlikten, ya bir korkudan, yahut başka bir

arzusuna engel teşkil ettiğinden veya onur ve haysiyetini bilmemek ve yalancılığın

kırıcılığından çekinmemekten ileri gelir. Buna göre bakacak olursak;

a. Allah sonsuz kudret sahibidir. Hiç bir şey onun yapmak istediğine engel olamaz. O halde,

âcizlik gibi vasıf, Allah için söz konusu olmadığından onun sözünden caymasına bir gerekçe

olamaz.

b. Allah sonsuz kudretiyle herhangi bir şeyden korkması elbette söz konusu olamaz. Demek ki,

hiç bir korku Allah’ın büyüklüğüne ve galb-i mutlak olan Zat-ı akdesine yanaşamaz ki onu

vaadinden caydırsın.

c. Allah’ın arzu ettiği hiç bir şeyin yerine gelmemesi diye bir şey söz konusu değildir. “Onun

işi şudur ki; bir şeyin olmasını istediği zaman sadece ona “ol” der o da hemen oluverir”(Yasin,

36/82) mealindeki ayet gibi daha pek çok ayette Allah’ın isteyip de yapamayacağı hiç bir şeyin

olamayacağına vurgu yapılmıştır. O halde Allah’ın -haşa- başka bir meşgaleden dolayı vaadini

yerine getirmemesi diye bir şey söz konusu olamaz.

d. Bütün kâinatın, semavi vahiylerin ve bir sanatı olan insanların fıtratının şahadetiyle sonsuz

İzzet ve azamet sahibi olan Allah’ın -haşa- kendi haysiyet ve izzetini bilmemesi, kendisinin bu

azamet ve izzetine asla yakışmayan yalan söylemekten çekinmemesi elbette mümkün değildir.

Sözünden caymak açık bir yalan olduğuna göre, elbette bu, hiç bir cihetle Yüceler yücesi

Allah’ın şanına yakışmaz.

- Bedüzzaman hazretlerinin aşağıdaki ifadeleri de akli olarak Allah’ın sözünden caymasının

mümkün olmadığını göstermektedir.

“Hulf-ül va'd ise hem zillet, hem tezellüldür. Hiç bir cihetle celal ve kudsiyetine yanaşamaz.”

(Asa-yı Musa/!0. söz/9. hakikat )

“İşte bak ey sersem! Sen yalancı vehmini, hezeyancı aklını, aldatıcı nefsini tasdik ediyorsun.

Ve hiçbir vechile hulf ve hilafa mecburiyeti olmayan ve hiçbir cihetle hilaf haysiyetine

yakışmayan ve bütün görünen işler sıdkına şehadet eden bir zâtı tekzib ediyorsun. Elbette

büyük bir cezaya müstehak olursun.” (Sözler/10. söz/ s. 54 )

“İbadet ettiğin ve tanıdığın Hâlık-ı Zülcelal'in va'dine iman ve itimad et. Ona va'dinde

hulfetmek muhaldir. Kudretinde hiçbir cihetle noksaniyet yoktur. İşlerine, acz müdahale

edemez. Senin küçük bahçeni halk ettiği gibi, Cennet'i dahi senin için halk edebilir ve halk

etmiş ve sana va'd etmiş. Ve va'dettiği için, elbette seni onun içine alacak.” (Mektubat/20.

mektup/1. makam/s. 227)

4

Dilleriyle insanları kıranları, ibadetleri temizleyemez, anlamında bir hadis var mıdır?

“Dilleriyle insanları kıranları ibadetleri temizleyemez” manasında bir bilgiye rastlayamadık.

Buna benzer bir hadisi rivayeti meal olarak şöyledir:

“Kimin ameli kendisini arka plana atarsa, onun soyu-sopu kendisini ön plana

çıkaramaz.” (Kenzu’l-Ummal, h. no: 2436)

5

Müzdelife’den imsak vaktinden önce ayrılmak, kurban cezasını gerektirir mi?

Hanefi mezhebinde Müzdelife vakfesinin zamanı, fecri sadık ile güneşin doğumu arasındaki

zaman dilimidir. Bu süre zarfında Müzdelife’de bir anlığına bile bulunan kişi, Müzdelife

vakfesini yapmış sayılır.

Ancak hastalık, düşkünlük, kadın-çocuk ve izdiham endişesinden korkan erkeklerin fecri

sadığın doğuşunu yani sabah namazı vaktinin girişini beklemeksizin bayram gecesi, gece

yarısından biraz sonra (beş-on dakika sonrası) Müzdelife'yi terk edip Mina'ya gitseler, vakfeleri

geçerli olup herhangi bir ceza gerekmez. Bu konuda Hanefi alimleri ittifak etmişlerdir. (bk. Ali

Kârî, İrşadu's-Sari s.147; İbni Abidin, 2/ 511; Mecmeu'l-Enhur 1/ 192; İbnu'l-Humam, Şerhu

fethi'l Kadir, 2/ 483)

Zira Peygamberimiz (asm) eşleri ve çocuklarını gece yarısından sonra Müzdelife'den Mina'ya

göndermişlerdir.

Günümüzde izdihamın varlığı da bir gerçektir. Bu itibarla, yaptıklarınız doğru olup izdiham

sebebiyle ifade ettiğiniz vakitte müzdelife vakfesini yapmanızda ve şeytan taşlamanızda bir

sakınca bulunmamaktadır.

6

Allah, ahiret hayatı başladığında bazı sıfatlarının tecellisini ebediyyen yitirir mi?

- Allah’ın Zat-ı Akdesi gibi onun sıfatları da ezelidir, ebedidir, sermedidir. Ne ön ne de

sonu vardır.

- Allah’ın imtihanı gerektiren sıfatları adalet, rahmet, hikmet, kerem, ihsan gibi sıfatlardır.

İmtihan için insanlara verilen duygu ve akıl gibi donanımlar adaletin bir yansımasıdır.

Kazananlara verilen mükâfat rahmet, ikram, ihsan sıfatlarının bir tecellisidir. Kaybedenlere

cezanın verilmesi de adalet gibi celalli sıfatların tecellisidir. İyi insanların kötü insanlardan

ayırt edilmesi için yapılan imtihan adalet kadar cemalli sıfatlardan olan hikmet, kerem ve

rahmetin de tecellisidir.

Özetle; imtihanı gerektiren ve imtihanın sonucunu değerlendiren Allah’ın sıfatlarının

hepsi ahirette de tecelli edecek ve bu tecelli sonsuza dek devam edecektir. Yani,, ebedi bir

hayat kaynağı olan cennet ebedi bir mükâfat olarak imtihanı kazananların üzerinde ebediyen

tecelli etmeye devam edeceği gibi, ebedi bir azap kaynağı olan cehennem de imtihanı tamamen

kaybeden kâfirler için ebedi bir mücazat yeri olarak ebede kadar tecelli etmeye devam

edecektir.

Bunun anlamı şudur: İmtihanın sonucunda mükâfatı gerektiren sıfatların hepsi cennette

tecelli ettiği gibi, imtihanı kaybedenlerin mücazatını gerektiren sıfatların hepsi cehennemde

süresiz olarak tecelli etmeye devam edecektir.

- Bununla beraber, Allah’ın sıfatları ezeli olduğuna göre, onların dış alemdeki yansımaları

olsun olmasın aynı zamanda ebedidirler. Çünkü ezeli olan aynı zamanda ebedidir. Mesela, bir

mimar bir binayı yaptığı zaman orada onun ustalık mahareti, bilgisi, mühendislik hikmeti, iş

gücü gibi bir çok vasıfları söz konusudur. Şayet bir daha bina yapmasa bile onun bu vasıfları

kaybolmaz yine de var olmaya devam edecektir. Bir doktor reçete yazdığı zaman doktorluk

bilgisi olduğu gibi, reçete yazmadığı zamanda da aynı bilgi devam eder.

Bunun gibi, Allah’ın bütün sıfatları ezelidir, hiç bir şeyi var etmeden önce de vardı ve her şeyi

yaptıktan sonra da -farz muhal artık bir şey yapmazsa da- var olmaya devam edecektir.

7

Buhari, neden Ehli Beytten ziyade Muaviye’nin ailesinden hadis almıştır ve Ehl-i beyt hakkında hadisler azdır?

- Buhari’nin “Muaviye’nin ailesinden fazla hadis rivayet ettiği” yargısı isbata muhtaçtır.

Şayet Emevî saltanatı zamanında var olan bütün alimleri Muaviye ailesi sayarsak bunun

yanlışlığı ortadadır.

Bildiğimiz kadarıyla, -Muaviye ailesinden gelen- Hadis rivayeti Hz. Muaviye ve babası Ebu

Süfyan’dan gelmiştir ki, bunlar da çok azdır.

Özellikle övücü mahiyetteki hadisleri kıyasladığımızda Buhari’de başta İmam-ı Ali olarak

ehl-i beyti öven hadislerin varlığı yanında Muaviye’yi öven hadisler hiç hükmündedir.

- Şu anda bir fikir vermesi için -Bilgisayarda- Buhari’de geçen “Ali b. Abi Talib” ismini

yazdık karşımıza yaklaşık 60 hadis çıktı. Yani Hz. Ali ile ilgili hadis sayısı yaklaşık 60 adettir.

Aynı metodu “Muaviye b. Ebi Sufyan” için uyguladık, Buhari’de yer alan bu kelimenin sayısı

13’tür.

- Buhari “MENAKIB” bölümünde Hz. Ali, Hz. Hasan, Hz. Huseyn ve Hz. Fatıma için özel

başlıklar ayırmış ve onlarla ilgili -Hz. Peygamber tarafından ifade edilen- övücü sözlere yer

vermiştir.

Buna mukabil, Hz. Muaviye’nin hiç bir menkıbesinden söz etmemiştir. Nitekim onun için

“Menakıb” tabiri yerine “zikru Muaviye..” diye başlık atmıştır. Ve orada iki yerde,

Muaviye’nin vıtir namazı ile ilgili davranışını şikayet edenlere Hz. Abdullah b. Abbas’ın

Muaviye hakkında “O resulullah’ın ashabındandır ona karışmayın” diğer rivayette ise “O

fakihtir” ifadesine yer verilmiştir. Bir de “İkindi namazından sonra iki rekat sünnetin

olmadığına” dair Hz. Muaviye’nin sözlerine yer verilmiştir. Başka hiç bir menkıbesinden

bahsedilmemiştir. (bk. Buhari, Fedailu’l-ashab)

Sadece bu anlattığımız manzaraya insafla bakan kimse, İmam Buhari’nin Ehl-i Beyte bakışı ile

Muaviye ailesine bakışı arasında dağlar kadar fark koyduğunu anlar.

8

Hadis-i Şerifler mahluk mudur?

Kur’an’ın mahluk olmaması, onun Allah’ın kelam sıfatı olması itibariyledir. Kur’an hem lafız

hem mana itibariyle Allah’ın kelamı olduğu cihetle mahluk değildir. Çünkü Allah’ın bütün

sıfatları gibi kelam sıfatı da (kelam-ı nefsi) mahluk değildir.

Hadis ise, hem manası hem de lafzı Hz. Peygambere aittir. Kutsi hadislerde ise genellikle

manası Allah’tan; lafzı ise Peygamberdendir. Prensip olarak denilebilir ki Allah’tan gelenler

gayr-ı mahluk, insanlardan gelenler mahluktur.

9

Çöpe atılmış bir malın değerli olduğu anlaşılsa, yine de almak helal olur mu? Bir kimse sahip olduğu bir şeyi kaybeder de onu bir başkası bulursa buna "buluntu eşya:

lukata" denir. Buluntu eşyanın sahibini bulmak ve malını ona teslim etmek ana kuraldır.

Bulunan malın canlı, cansız, bulanın zengin yoksul... olması gibi durumlara ait farklı hükümler

ve uygulamalar vardır.

Sorudaki halı buluntu eşya değil, terk edilmiş (atılmış, atık) eşyadır. Halıyı öğrencilere veren

hibe etmemiş de âriyet (kullanıp iade etmek üzere) vermiş ise onu atanlar sorumlu olurlar. Ama

atılmış eşyayı değerli de olsa bulanın kullanmasında sakınca olmaz. İslam'da israf haram

olduğu için onu değerlendiren sevaba bile girmiş olabilir.

10

Adem unuttu bu yüzden nesli de unutuldu, anlamındaki hadisi açıklar mısınız?

"Adem unuttu bu yüzden nesli de unutuldu" anlamındaki hadisin doğru tercümesi: “Adem

unuttu, nesli de unuttu. Adem hata etti(günah işledi), nesli de hata etti(günah işledi). Bu

hadisi Tirmizi ve Hâkim rivayet etmiştir. Hadis sahihtir. (bk. Kenzu’l-Ummal, h. no: 15122)

Bu hadiste şuna dikkat çekiliyor. Neslin bazı özellikleri genetik olarak babalarından geliyor.

Allah, şeytanın kendisine düşman olduğunu onun sözlerine güvenmemesini Hz. Adem’e

tavsiye ettiği halde, o bunu unuttu ve şeytanın telkinlerine kapılarak cennetteki ağaçtan yedi ve

dünyaya sürgün edildi. Onun çocuklarının da “Elestu” bezminde cenab-ı hakkın: “Ben

Rabbiniz değil miyim?” sorusuna hepsi “Evet” diye cevap vermelerine rağmen onların

birçoğu dünya hayatında bunu unutup sapık yollara düşmüşlerdir.

Hadiste, insanların -soy olarak- unutkan olduklarına dikkat çekilmiş ve daha uyanık

davranmalarının gereğine işaret edilmiştir.

Trafik yolunda hafif bir dikkatsizlik, az bir unutkanlık, hafif bir gaflet, bir uyuklama telafisi

mümkün olmayan zarar sebep olduğu gibi, ahiret yolcusu olan insanların da bu yolda bir trafik

kazası yapmaları dünya ve ahiret hayatının sönmesi anlamına gelebilir..

Buna göre, unutkan ve gafil olan insanoğlunun hata etmemesi için sürekli Allah’a yalvarması,

ondan yardım talep etmesi gerekir. Bu da ancak ibadetle olur.

Hz. Adem’in unuttuğu ahit, şu ayette belirtilmiştir:

“Doğrusu Biz daha önce Âdem’e de vahiy ve emir vermiştik, ne var ki o ahdi unuttu,

onda bir azim bulamadık.” (Taha, 20/115)

Burada kastedilen ahit, Taha suresinde yer alan “Biz de dedik ki: “Âdem! İyi bil ki bu

(şeytan), sana da eşine de tam bir düşmandır. Sakın sizi cennetten çıkarmasın, sonra

perişan olur, helâke sürüklenirsin!” mealindeki ayette işaret edilen ilahî ikazdır. (Taberi,

Razî, ilgili ayetin tefsiri)

11

İslam alimlerinden Dünya'nın yuvarlaklığını kabul edenler kimlerdir?

- İmam Azam’ın bu konuda özel bir açıklamasına rastlayamadık.

Ancak fıkıh alimlerinin içtihatları, Dünya’nın yuvarlak olduğunu kabul ettikleri anlamına

gelmektedir. Örneğin namazın farzlarından birisi de vakit olmasından, müçtehitlerimiz,

vakitleri tayin ederken, dünyanın coğrafi şartlarını da değerlendiriyorlar. Kutuplarda altı ay

gece, altı ay gündüz olan yerlerde, beş vakit nasıl tanzim edilecek, sorusuna cevap veren

müçtehitler, dünyanın yuvarlak olduğunu da ta o zamanlar aleme ilan ediyorlar. Kutuplara

yakın bazı yerlerde yatsı namazının vakti oluşmadığı için, nasıl hareket edilmesi gerektiğini

izah etmişler.

Ayrıca namazın geçerli olmasının şartları arasında yer alan kıbleye yönelmek ve bu

yönelmede, yönlerin açıları ve muhtelif durumlarını fıkıh alimleri değerlendirmeye tabi

tutmuşlardır. Bu yönler ve açılar da dünyanın yuvarlaklığı ile ilgili olunca, o zaman bu

yuvarlaklığa göre hesap edip fetva vermişler. Bu da o zamanlar, o zatların dünyanın

yuvarlaklığını bildiklerini gösteriyor.

Diğer taraftan, namazın başından sonuna her durumda Kabe’ye yönelmek de farzdır. Bu

farzın yerine gelmesi için Dünya’nın yuvarlak olması gerekir. Kabe’nin üstü ve altını nurani bir

sütun olarak tarif edip, ta arşa, ta kürenin altına kadar indirip, geniş bir kıble belirlemişler.

Bütün bu fıkhî sorunların çözümü, dünyanın yuvarlaklığına ve meridyenlerin

konumuna bağlıdır. Bu da onlara vakıf olmaktan geçer. (bk. Nursi, Muhakemat, Birinci

Makale, Birinci Mesele)

İslam alimlerinden bazılarının konuyla ilgili görüşleri ise şöyledir:

- İmam Gazzâlî'nin konu ile ilgili sözleri: "Felsefenin kabul ettiği prensiplerin bir kısmı İslâm

dininin temel esasları ile çelişmez. Meselâ diyorlar: Ay'ın tutulması olayı, arzın güneşle ay

arasına girmesiyle ay ışığının görünmemesinden ibarettir. Çünkü ay, ışığını güneşten alır. Arz

ise yuvarlaktır ve gök her taraftan onu çevrelemiştir. Matematik hesaplarla ispatlanmış bu çeşit

gerçekleri din namına inkâr etmek dine karşı bir cinâyettir. Metotsuz bir tarzda dini

savunanların zararları, metotlu bir şekilde dine hücum edenlerin zararından daha fazladır. Darb-

ı meselde denildiği gibi: Akıllı düşman, ahmak dosttan daha iyidir." (el-Gazzâli, Tehâfutu'l-

Felâsife, 80)

- Fahreddin Râzî'nin konu ile ilgili sözleri: "Bazı kimselere göre, yerküresinin yayılmış olarak

sergilenmesi, onun küre şeklinde olmamasını gerektirir. Bu yanlış bir düşüncedir. Çünkü

yuvarlak bir cisim büyük olduğu takdirde, bir sergi gibi üzerinde yaşanmaya müsait olur.

Nitekim yerin (yuvarlağımsı) direkleri hükmünde olan dağların üzerinde de mükemmel bir

şekilde durulabilmekte ve yaşanabilmektedir. Dünyanın konumu bundan daha uygundur."

(Râzî, Mefatihu’l-gayb, 2/104)

- Seyyid Şerif Cürcânî de bu konu üzerinde uzun uzadıya durmuş, kâinatta yuvarlaklığın bir

kânun gibi göründüğünü, bundan yerküresinin istisna edilemeyeceğini vurgulamış ve ilgili

âyetleri bu çerçevede değerlendirmiştir. (bk. Cürcânî, S. Şerif, Şerhu'l-Mevakıf, 2/441- 442)

12

- İbrahim Hakkı'nın sözleri ise şöyledir: "Eğer fennin bu (dünyanın yuvarlaklığı konusundaki)

görüşü şeriate aykırı sanılırsa, bu husustaki endişenin atılıp kalbe tam inanışın yerleşmesi için

İmam-ı Gazzâlî'nin Tehâfütü'l-Felâsife adlı eserinde Arapça yazdıklarını aynen Türkçeye

çevirip buraya yazdım. Ayın tutulması olayı, arzın güneşle ay arasına girmekle ay ışığının

görünmemesinden ibarettir. Çünkü ay, ışığını güneşten alır. Arz ise yuvarlaktır ve gök her

taraftan onu çevrelemiştir." (İbrahim Hakkı, Hasankaleli, Marifetnâme, 4/30-31)

- Hüseyin Cisri'nin konu ile ilgili sözleri şöyledir: "İslâm milletinin en büyük âlimi olan

Fahreddin-i Râzî gibi pek çok kimseler yerin küre şeklinde olduğunu kabul etmişlerdir, diyor

ve daha sonra şunları ekliyor: "Daima böyledir. Ahmak dost, çok cahilliği ve az aklı sebebiyle

akıllı düşmanlardan daha çok zararlara sebep olur." (Hüseyin, el-Cisrî, Risale-i Hamidiye (trc.

Manastırlı İsmail Hakkı, sadeleştiren: Ahmet Gül), 366-377)

- Kadı Beydavî ve Nesefî gibi müfessirler de yeryüzünün yuvarlak olduğunu söylemişlerdir.

Beydavî ve onu takip eden Nesefî, Bakara sûresinin 22. âyetinde yer alan "O, öyle bir Allah'tır

ki, yeryüzünü size bir döşek yaptı" cümlesini tefsir ederken, "Arzın insanlar için döşek gibi

yayılıp sergilenmesi, onun küre olduğu gerçeğine aykırı değildir." (bk. Mecmu't-tefasir, I/75)

şeklindeki açıklamalarıyla konu ile ilgili düşüncelerini ortaya koymuşlardır.

- Muhâkemat'ta, Gazzalî, Fahreddin Razî, Teftazani, Seyyid Şerif Cürcânî, İbrahim Hakkı ve

Hüseyin Cisrî gibi âlimlerin hepsi, "yeryüzünün yuvarlaklığı" konusunda referans verilmiştir.

Yerin küreviliğini kabul etmeyenlere hitaben şöyle denilmiştir: "Senin münsif zihnine

malumdur ki, küreviyet-i arz ve yerin yuvarlaklığına muhakkikîn-i İslâm -Eğerçi ittifak-ı

sükûtiyle olsa- ittifak etmişlerdir". Yani İslâm'ın muhakkik âlimleri -sükut ile de olsa-

yeryüzünün yuvarlaklığı konusunda ittifak etmişlerdir. Bu ifadeden sonra bu konuda şüphesi

olanların başvurabilecekleri kaynaklar sıralanmış ve adı geçen âlimlerin isimleri zikredilmiştir.

(Muhâkemat, a.y.)

13

Guineapig Kemirgen/Hind Domuzu denilen hayvanı, kobay olarak veya etini yemek üzere edinmek, beslemek ve ticaretini yapmak helal midir?

Bu hayvan ot, saman ve yeşillik ile besleniyor. Eskiden Güney Amerika'da etini yemek üzere

evcilleştirilmiş. Adına Hind Domuzu dense de domuzla bir akrabalığı yok.

Kobay olarak veya etini yemek üzere edinmek, beslemek ve ticaretini yapmakta bir sakınca

yoktur.

Bu münasebetle eti yenen ve yenmeyen hayvanlarla ilgili bilgimizi tazeleyelim:

Kur'ân-ı Kerîm'de haram olan yiyecekler bazı âyetlerde özetlenerek, bâzısında ise teferruâta

girilerek ifade edilmiştir. Birinci nevi âyetlerde "boğazlanmadan ölmüş hayvan, vücuttan

akmış kan, domuz ve Allah'tan başkası adına kesilmiş hayvanlar" olmak üzere haram

yiyecekler dört adettir.

Haram kılan ayetler sarih ve kesin olduğu için fukahâ mezkür dört şeyin haram olduğunda

ittifak etmişlerdir. Bunların dışında kalan hayvanlara gelince:

Kur'ân-ı Kerîm'de Rasûl-i Ekrem (asv)'i kastederek "onlara temiz şeyleri helâl kılar, pis

şeyleri de haram kılar" (A'raf: 7/157) buyuruyor. Burada pis şeyler diye tercüme ettiğimiz

"el-habâis" in tefsirinde müctehidler ihtilaf etmişlerdir.

Bazı müctehidlere göre habîs, Allah ve Resulunün haram kıldıklarıdır, yâni haram oldukları

hakkında âyet veya hadis bulunan şeylerdir: Bu sebeple haşarât, kurbağa, yengeç, kaplumbağa

gibi hayvanlar haram değildir.

Ebû Hanîfe, Şâfiî gibi müctehidlere göre ise "habis" umûmiyetle insanların (veya Kur'ân-ı

Kerîm nâzil olduğu sırada arap toplumunun) tiksindiği, iğrendiği şeylerdir; dolayısıyla yukarıda

sayılan canlılar ve benzerleri haramdır. Pislik ve leş yiyen hayvanlar da "habîsler" içinde

mutâlaa edilmiştir.

Hz. Peygamber (s.a.s) Hayber günü ehlî eşek etini yasaklamıştır. Bu nass sebebiyle cumhûra

göre ehlî eşek ve katır haramdır. At, Ebû Hanife'ye göre helâl değildir, İmameyne ve Şafiî'ye

göre helâldir.

Resûlullah (s.a.s)'in bütün köpek dişli yırtıcılar ile yırtıcı pençesi olan kuşları yemeyi

yasakladığı rivayet edilmiştir.

Hanefîler bu hadiste geçen "sibâ" kelimesini "et yiyenler" şeklinde anlamışlar ve bu nevi

hayvanları haram saymışlardır.

İmam Şâfiî "insanlara saldıran ve parçalayan", şeklinde anladığı için tilki ve çakalı istisnâ

etmiştir.

İmam Mâlik yırtıcılar için haram yerine "mekruh" tabirini kullanmıştır.

14

Ulemânın ekseriyeti deniz hayvanlarının helâl olduğu görüşündedirler. Ancak karada yaşayan

ve yenmesi haram olan insan, domuz, köpek, ayı gibi hayvanların ismini taşıyan deniz

hayvanlarında ihtilâf etmişler; bazıları bunların helâl olmadığını ifâde etmişlerdir. İmam

Mâlik'e göre yalnızca deniz domuzu mekruhtur.

Deniz hayvanları için helâl sınırını çok geniş tutan bu görüşün delîli âyetlerdir: "Taze et

yemeniz, takındığınız süsleri edinmeniz ve Allah'ın bol nimetinden faydalanmanız için

denize –ki gemilerin onu yara yara gittiğini görürsün– boyun eğdiren de O'dur..." (Mâide:

5/96)

Hanefîlere göre deniz hayvanlarından yalnızca –bütün nevileriyle– balık helâldir. Bu hayvanın

boğazlanması gerekmez. Kendiliğinden ölen yenmez. Dalga, taş, havasızlık, avlanma gibi

sebeplerle öleni yenir. Diğer deniz hayvanları ya iğrençtir, yahut da –boğazlanmadığı için–

meyte hükmündedir (Kaynak ve delilleri için bk. Hayrettin Karaman, Helaller Haramlar)

15

Geciken alşacağmıza verilecek olan yasal faiz alınabilir mi?

Faiz kazanmak için yatırılmış paradan olmayan, alacağın gecikmesi gibi durumlardan

kaynaklanan yasal faiz, enflasyon farkını aşmazsa alınır, aşan kısım -eğer faiz alan yoksul

değilse- yoksullara veya hayır kurumlarına verilir.

İlave bilgi için tıklayınız: Gecikme faizi caiz midir?

16

İçkili ortamlarda Kur'an okumanın bir sakıncası olur mu? Bir mümin, zaruret bulunmadıkça içki içilen yerde bulunmaz, kalmaz, vakit geçirmez.

Bilmeden veya mecburiyetten bulunmuş ise ilk fırsatta orayı terk etmesi gerekir.

Böyle bir yerde Kur'an okumanın maksadına bakmak gerekir. Mesela bir mümin içki içen

birinin yanına giderek yaptığının haram olduğunu söyler, gerekirse içkiyi haram kılan ayeti ve

hadisleri okuyabilir.

Sorudaki şahıs Kur'an okumaya zorlandığına göre karşı tarafın maksadının kötü olduğu

anlaşılıyor; bu durumda onları "ilaç adlarını okuyarak" aldatmak ve durumu kurtarmak –

başkasına gücü yetmeyenler için– güzel bir kurtuluş yoludur.

17

Devlette görevli bir memur, kaçak olarak özelde de çalışabilir mi? Devlet dairelerinde işçi ya da memur olarak girenler, devletle (kamuyla) kendileri arasında

veya özel sektörde herhangi bir iş yerinde çalışanlar yapılan bir akit gereği iş ve hizmet üretip,

karşılığında, maaş/ücret almaktadırlar.

Bu itibarla, verilen görevleri hakkıyla yapıp istenilen hizmetleri dürüstlükle gerçekleştirmeleri

gerekir.

Dinimizde insanların kamu/kul haklarına saygılı olması emredilmektedir. Bunun yanında kamu

ve kul hakkı ihlalinin, hakkı ihlal edilenler affetmedikçe, kimse tarafından affedilemeyeceği

belirtilmiştir.

Veda hutbesinde Resulullah (asm) "Ey insanlar, sizin canlarınız, mallarınız, ırz ve

namuslarınız, Rabbinize kavuşuncaya kadar birbirinize haramdır. (dokunulmazdır)" buyurmuştur. (Buhari, Hac.132)

Bir müslümanın en önemli özelliği doğru dürüst ve güvenilir olmaktır. Doğruluk, dürüstlük ve

güvenirlik hiçbir dünya menfaati karşılığında feda edilemez. Bu konudaki duyarlılığınız için de

teşekkür ederiz.

Sonuç olarak: Milli Eğitim Bakanlığına bağlı olarak görev yapan öğretmenlerin dersanelerde

çalışması yasaklanmış ise devlet tarafından konulan kuralları ihlal ederek öğretmenlerin kaçak

olarak dersanede çalışması caiz değildir.