ibbAilesiSayi36
-
Upload
beyazmasa-ibb -
Category
Documents
-
view
242 -
download
0
description
Transcript of ibbAilesiSayi36
![Page 1: ibbAilesiSayi36](https://reader036.fdocument.pub/reader036/viewer/2022082212/568bd5dd1a28ab203499fd8b/html5/thumbnails/1.jpg)
Sohbet Odası / İhsan İLZE
Röportaj / Dursun BALCIOĞLU
İçimizden Biri / İbrahim AKKURT
Sayı: 36 • Aralık 2013Basın Yayın Daire Başkanlığı
Halkla İlişkiler Müdürlüğü
![Page 2: ibbAilesiSayi36](https://reader036.fdocument.pub/reader036/viewer/2022082212/568bd5dd1a28ab203499fd8b/html5/thumbnails/2.jpg)
2013
1984 Beyaz Masa
27Haziran
1984
3 Nisan1930
Belediye
Beyaz File / Beyaz Gezi1995
1997
2002
2004 Bilgi Edinme / Beyaz Taziye
2005 Muhtarlar Hizmet Birimi
2006
2008
2012
![Page 3: ibbAilesiSayi36](https://reader036.fdocument.pub/reader036/viewer/2022082212/568bd5dd1a28ab203499fd8b/html5/thumbnails/3.jpg)
1
Editörden
Röportaj-Dursun BALCIOĞLU
Güzel Şeyler
Dünyadan Renkler - İtalya
Sohbet Odası
İçimizden Biri
Hatıralar - Madam Arşaluş
Bir Günün Hikayesi
Dosya-Sonbahar
Deneme - Dünyanın En Güzel Ülkesi
İçimizden Biri
Kişisel Gelişim - Sınav Sonrası Ne yapmalı?
Deneme
Deneme
Kültür Atlası
Gezi
Beyaz Öyküler
Aramızdan Ayrılanlar
Düşün Cevap Ver
2
4 - 6
7 - 9
10 - 12
13 - 15
16 - 18
19 - 20
21 - 23
24 - 25
26
27 - 28
29 - 30
31
32
33 - 35
36 - 37
38
39
40
İÇİNDEKİLER
![Page 4: ibbAilesiSayi36](https://reader036.fdocument.pub/reader036/viewer/2022082212/568bd5dd1a28ab203499fd8b/html5/thumbnails/4.jpg)
2
Merhaba,“İlginç günlerde yaşayasın!” diye bir atasözü var Çincede. Kötü niyet taşıyan bir söz aslında. Beddua gibi bir
şey yani. Her şeyin birbirine karıştığı, akıl ile vicdanın unutulduğu zamanlar kast ediliyor bu cümlede. Oysa
insan gönlü, ruhu hep güzeli istiyor. Huzuru, saadeti arıyor. İlginç ve kötü günler içinde olsak da, ümit var
olmalı; dik durmalıyız. Elbet bu günler de gelir geçer. İnsanoğlu işte böyle acı tatlı hikâyelerle olgunlaşıyor.
Bunlarda olmasa hayatın da pek bir anlamı kalmıyor aslında.
Böylesi günlerde bize düşen, olayları aklımız ve kalbimizle beraber izleyip, ondan sonra da hem kendimiz
hem de sevdiklerimiz için bir yol haritası çizmek. Tabii bunun içinde bu yaşımıza kadar biriktirdiklerimiz, tecrü-
belerimiz ve acılarımız yol gösterecek bize. Tıpkı büyük şair Sezai Karakoç’un o büyük şiirinde de söylediği
gibi, acılardan güç alarak büyüyeceğiz.
“Ne yapsalar boş göklerden gelen bir karar vardır
Gün batsa ne olur geceyi onaran bir mimar vardır
Yanmışsam külümden yapılan bir hisar vardır
Yenilgi yenilgi büyüyen bir zafer vardır” Sürgün Ülkeden Başkentler Başkentine
Gelelim bültenimizin bu sayısına;
Büyükşehir Ailesi Bülteni’nin 36. sayısında dört röportaj yer alıyor. Raylı Sistemler Daire Başkanı Dursun Bal-
cıoğlu ile gerçekleştirdiğimiz ilk röportajda, raylı sistemlerin İstanbul’daki dünden bugüne uzanan hikayesini
konuştuk.
KUDEP’te Müdür Yardımcısı olarak görev yapan İhsan İlze çok sayıda ödül kazanmış bir fotoğraf sanatçısı
aynı zamanda. İhsan İlze ile de fotoğraf sanatı üzerine konuştuk. Diğer bir röportajımızı ise genç çalış-
ma arkadaşlarımızdan İbrahim Akkurt ile gerçekleştirdik. Eğitim Müdürlüğünde görevli Akkurt, genç yaşı-
na rağmen bugüne kadar dernek başkanlığı, bülten çıkarma gibi küçümsenmeyecek işler üstelenmiş. Son
sohbetimizi ise Nuray Arda yine genç arkadaşlarımızdan Halkla İlişkiler Müdürlüğü’nden Murat Gül ile yaptı.
Dünyadan Renkler Bölümünde Fulya Solmaz İtalya seyahatinin izlenimlerini bizlerle paylaştı. Kültür Sanat,
gezi ve hatıralar sayfalarımız bültenimizin diğer bölümlerinden bazıları.
Daha güzel günlerde buluşmak dileğiyle…
Editörden
EditördenSezai Karakoç
![Page 5: ibbAilesiSayi36](https://reader036.fdocument.pub/reader036/viewer/2022082212/568bd5dd1a28ab203499fd8b/html5/thumbnails/5.jpg)
3
her geçen gün daha da büyüyor.
İstanbul, Büyükşehir Ailesi ile
1530 SMS Hattı,Mobil Uygulama
![Page 6: ibbAilesiSayi36](https://reader036.fdocument.pub/reader036/viewer/2022082212/568bd5dd1a28ab203499fd8b/html5/thumbnails/6.jpg)
4
Röportaj
Raylı Sistemler Daire Başkanı - Dursun BALCIOĞLU
Raylı Sistemler Daire Başkanı Dursun BALCIOĞLU bültenimizin
bu sayısının konuğu oldu. Dursun BALCIOĞLU ile İstanbul’un
dünden bugüne ulaşım hikâyesinden, gelecekteki planlara değin
pek çok konuyu konuştuk. BALCIOĞLU, ayrıca önümüzdeki yıl-
larda hayata geçirilecek projelerle Marmaray’ın daha da verimli
bir hâle dönüşeceğinden de bahsetti bizlere.
Ulaşım ve trafik son günlerin en çok konuşu-lan mevzularından. Siz de İstanbulBüyük Şehir Belediyesi’nde önemli birnoktada görev yapıyorsunuz. Öncelikle sizi tanısak, kimdir Dursun BALCIOĞLU?Duymuşsunuzdur belki, mühendisler konuşmaktan ziyade
matematiği, proje hazırlamayı daha çok severler. O yüzden kısa
bir şekilde anlatayım size kendimi. Efendim ben, inşaat mühendi-
siyim. İTÜ’den mezun oldum. Mezuniyetimin hemen akabinde
beş yıl kadar bir zaman özel bir şirkette çalıştım.
Daha sonra da Bağcılar Belediyesi’nde memuriyet hayatına
atıldım. İki yıl da Bağcılar Belediyesi’nde çalıştıktan sonra 1995
yılında İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne geldim. Ve Taksim 4.
Levent’teki metro çalışmasında kontrol amiri olarak göreve
başladım. İki yıl kontrol amiri olarak görev yaptıktan sonra da, o
zamanki adıyla Teknik İşler Müdürlüğü’ne müdür olarak atandım.
O günden bu zamana kadar da hep raylı sistemlerin içinde bu-
lundum. Bizim serencamımız işte böyle…
Geçmişten günümüze doğru baktığımızda İs-tanbul hangi noktalardan bu seviyelere ulaştı? Bize İstanbul’un ulaşım tarihinden bahseder misiniz? Biz pek de farkında değiliz ama İstanbul raylı sistemler anlamın-
da dünyada önemli bir yere sahip. Şöyle ki dünyada raylı sistem
tecrübesine sahip ikinci şehir İstanbul’dur. Yani dünyadaki ikinci
raylı sistem, Karaköy ile Tünel arasında çalışan finiküler sistem-
dir. 1875 yılında işletmeye alınmış bir sistem. İşte İstanbul’un
raylı sistemler hikâyesi bu kadar eskiye dayanıyor. Daha sonraki
yıllarda, cumhuriyetin ilk dönemlerinde ise tramvaylar devreye
giriyor. 1960’lı yıllara gelindiğindeyse cadde trafiğini etkiliyorlar
diyerek bu tramvaylar kullanımdan kaldırılıyor. Hatta 2003 yılın-
da Saraçhane’nin önünde yol çalışması yapıldığında, toprağın
altından o döneme ait raylar ortaya çıktı. Dolayısıyla raylı sistemlerin,
elimizde belgelerden öğrendiğimize göre İstanbul’daki tarihi bir
hayli eskidir, ancak sonradan bunların bir kısmı kaldırılmıştır.
Yakın dönemde ise çalışmalara 80’li yıllarda ağırlık verildiğini
görüyoruz. 1985 - 1986 yıllarında, Aksaray ile Havaalanı arasında
çalışması düşünülen hafif metro ihaleleri yapılmış. Ana ulaşım
ağının ilk temelleri de böylece atılmış. 1993 yılında ise metro
ihaleleri yapılmıştır. Taksim - Dördüncü Levent arasındaki met-
ronun ihalesi. Başbakanımızın, 1994 yılında belediye başkanı ol-
![Page 7: ibbAilesiSayi36](https://reader036.fdocument.pub/reader036/viewer/2022082212/568bd5dd1a28ab203499fd8b/html5/thumbnails/7.jpg)
5
Röportaj
masıyla birlikte raylı sistemler yatırımlarına ağırlık verildi. Hızlı bir
şekilde İstanbul’un büyük kısmını içine alan büyük raylı sistemler
ağı oluşturulmaya başlandı. Ve bu çalışmalarımız da o günden
bugüne, hiç hız kesmeden devam ediyor.
İstanbul’umuz şu anda 141 km uzunlukta bir raylı sisteme sa-
hip. 2004 yılında bu uzunluk 45 km idi. Sözünü ettiğimiz bu 141
km’lik sistem, tramvaylar, metrolar, hafif metrolar ve finiküler
sistemden müteşekkil bir ulaşım ağıdır. Hedefimiz 700 km’nin
üzerine çıkmaktır.
Raylı sistemler ağı İstanbul trafiğinin ne kadar-lık bir kısmının yükünü taşıyor?Günümüzdeki toplu taşıma oranları şöyledir, İstanbul trafiği-
nin %83’ünü kara yolu % 13’ünü raylı sistemler, %3.6 gibi de deniz
taşımacılığı oluşturmaktadır. Toplu taşıma rakamlarına bak-
tığımızda karşımıza işte böyle bir tablo çıkıyor.
Biz, yakın bir gelecekte yani 2016 yılının sonlarına doğru bu oran-
ları değiştirmeyi hedefliyoruz. Şöyle ki %65 oranında karayolu ağırlıklı
olacak, raylı sistem yolcu taşımacılığını ise %31’lere çıkarmayı
hedefliyoruz. Bu tabiî ki dikkat çekici bir rakam. Ama dediğim gibi
İstanbul Büyükşehir Belediyesi olarak biz neredeyse yirmi yıldır
planlı bir şekilde raylı sistemler üzerinde yoğunlaşarak çalışmak-
tayız. Hâliyle, bu denli yoğun çalışınca kurum olarak tecrübemiz
de çok artmış oldu. Dünyada genellikle böylesi büyük çalışma-
ları merkezi sistemler gerçekleştirir, biz ise yerel yönetim olarak
bu işleri üstleniyoruz. Tabii bazı noktalarda bakanlıklarla beraber
çalıştığımız organizasyonlar da oluyor.
Şu anda dünyada en fazla yolcu taşıma kapasitesine sahip ulaşım
şekli raylı sistemler. Raylı sistemlerin taşıdığı yolcu sayısına ulaşan
başka bir sistem yok. Raylı sistemleri, otobüslerle kıyaslayacak
olursak, şöyle bir tablo çıkar karşımıza; otobüslerle saatte
en fazla sekiz veya on bin yolcu taşınabilir. Tabii metrobüsün
önemli bir katkısı var yolcu taşımada, ancak raylı sistemler her
halükarda metrobüsün de üzerinde taşıma kapasitesine sahiptir.
Ayrıca raylı sistemlerde elektrik kullanıldığı için şehrin havasını ve
dokusunu da kirletmiyor. Paris, Londra, Moskova gibi metropoll-
ere baktığımızda da bu büyük şehirlerin de raylı sistemlere büyük
önem verdiğini görüyoruz. Dolayısıyla İstanbul’un da ivedilikle
ulaşım master planı hedefi olan 700 km’yi aşan bir raylı sisteme
sahip olması gerekiyor.
Raylı sistem ulaşımında İstanbul’un dünyadaki yerinden biraz bahseder misiniz?Maalesef, hızlı tren gibi, metro gibi raylı sistemler açısından
dünyada çok da ileri bir seviyede değiliz şu anda. Ama Ulaştır-
ma Bakanlığı’nın hedefi hızlı bir şekilde raylı sistemlerde
ileri ülkelerin seviyesine ulaşmak. Başkanımızın da belirttiği gibi
bizim de o seviyeye ulaşmamız lazım artık. İşte, Raylı Sitemler
Daire Başkanlığı olarak bizlerde bu sistemleri yaygınlaştırmaya ve
geliştirmeye çalışıyoruz.
Raylı sistem kullanımı arttıkça İstanbul’da değişiklik olur mu? Gündelik hayatımıza da yansır mı acaba bu değişiklikler?Toplu taşıma işi karayolu ağırlıklı olunca, yüzeydeki trafiğinde ne
zaman yoğunlaşacağı ne zaman duracağı hiç belli olmuyor. Hele
hele İstanbul gibi 24 saati de hızlı yaşayan büyük şehirlerde bu hiç
bir zaman mümkün olmuyor. Mesela bir randevu verdiğinizde o
randevuya saatinde ulaşıp ulaşamayacağınızın garantisi yok bu
şehirde.
Ama kara yolu taşıma sistemlerinin handikapıdır bu zaten. Kara
yolu ağırlıklı taşıma sistemlerinin düzenli olarak çalışması pek çok
faktöre bağlıdır. Ancak raylı sistemler bu bakımından çok daha
avantajlıdır. Engelleyici argümanlar çok daha azdır bu sistemde.
Siz raylı sistem yolcusu iseniz duraklar arasındaki zamanı biliyor-
sanız eğer randevunuz için çok daha rahat bir saat verebilir ve çok
daha sorunsuz bir şekilde istediğiniz yere ulaşabilirsiniz. Yalnız bir
noktaya dikkati çekmek isterim; raylı sistemler trafik keşmekeşini
çözmez bizim amacımız alternatif bir ulaşım seçeneği sunmak-
tır. Biz insanları vaktinde ulaşmak istedikleri yere ileten alternatif
bir sistemiz. Yolcularımızı trafiğe takılmadan, zamandan tasarruf
ettirerek seyahat etmelerini sağlamak en birinci gayemiz.
Gelecekteki projelerinizden bahseder misiniz?Üsküdar - Ümraniye - Çekmeköy Metro hattımız 2015 yılının
sonu gibi devreye girecek. Ayrıca master planda Boğazın iki ya-
kasında Beşiktaş’tan Sarıyer’e Üsküdar’dan da Beykoz’a uzanan
bir raylı sistemin hayata geçirilmesi hedefleniyor. Bu proje daha
etüd safhasında. Biliyorsunuz, 29 Ekim itibarıyla Marmaray’da
![Page 8: ibbAilesiSayi36](https://reader036.fdocument.pub/reader036/viewer/2022082212/568bd5dd1a28ab203499fd8b/html5/thumbnails/8.jpg)
6
Röportaj
İstanbul’un ulaşım araçları arasında yerini aldı. Marmaray pek
çok özelliğiyle tarihe geçen bir çalışma oldu. Şimdi bizde ge-
lecekte hazırlayacağımız projelerle Marmaray’ın daha da verim-
li çalışması için destek vereceğiz. Aslında, Marmaray sadece
Ayrılıkçeşmesi ile Kazlıçeşme arasında çalışan bir sistem değil.
Bu hat Söğütlüçeşme, Halkalı ve Gebze’ye kadar devam edecek
bir sistem. Ve bu sisteme bizim gelecekte tamamlanacak metro
hatlarımızla 10 ayrı yerden aktarma ve yolcu bağlantısı olacak.
Ve böylece bütün bu ağ, İstanbul’un büyük bir kesimine hizmet
veren son derece kuvvetli bir sistem olacak. Bu sistem faaliyete
geçtiğindeyse İstanbul trafiğinin rahatlatılması anlamında da çok
ciddi katkı sağlayacak.
Dursun Bey, tecrübeli yöneticilerimizdensiniz. Özellikle genç çalışanlarımıza nelersöylersiniz?İstanbul Büyükşehir Belediyesi bir hizmet birimi. Burada hepi-
miz İstanbul ve İstanbullular için çalışıyoruz. Çalışanlarımızın da
bunun bilincinde olması gerekir. Büyük bir sorumluluğumuz var.
Hepimizin, iş dışında da belediyenin bir temsilcisi gibi davranıp
olumsuzlukları anında ilgili birimlere iletmemiz, çözümü için
çaba göstermemiz gerekir. İBB çok büyük bir kurum. Ayrıca
hizmet verdiğimiz nüfus ve alan da çok büyük. Hâlihazırda İstan-
bul’un nüfusu Avrupa’nın pek çok ülkesinden daha fazla.
Unutmamamız gereken diğer bir mesele de, verdiğimiz
hizmetler arasında kanalizasyondan suya, ulaşımdan doğal gaza
kadar pek çok hayati hizmet de var. Dolayısıyla burada çalışan
arkadaşlarımızın böyle büyük bir kitleye son derece önemli
hizmetler verdiğimizi de asla ve asla unutmaması gerekir. Böylesi
önemli sorumlulukları bulunan bir kurumda görev yapmak tabiî
ki çok onur vericidir. Herkesin bu onuru hissederek, bilincinde
olarak çalışması gerekir…
![Page 9: ibbAilesiSayi36](https://reader036.fdocument.pub/reader036/viewer/2022082212/568bd5dd1a28ab203499fd8b/html5/thumbnails/9.jpg)
7
Güzel Şeyler
Türkiye’nin dünyaya açılan penceresi Kapalı Çarşı’ya gidiyoruz.
550 yıldır korunan tarihi dokusuyla, günümüz modernizmi
arasında kalan bir mimari karşılıyor bizi.
Varakçılardan, yağlıkçılardan, fesçilerden, kavaflardan geriye an-
cak sokak isimlerinin yadigâr kaldığını görüyoruz. Ancak burada
öyle bir dükkân var ki tüm asaletiyle zamana direniyor. Halıcılar
Caddesi 61 numaralı dükkândaki “Kahveci”…
Kahveci, yüz elli senedir yerli yabancı misafirlerin gönül soh-
betlerine köprü oluyor. Bizi, dükkân sahibi Bekir Tezçakar evi-
mizde hissettiren bir içtenlikle karşılıyor. Saraylardan çıkan bir
sunumla kahvelerimiz ikram ediliyor.
Biz, enfes kahvelerimizi yudumlarken, yapılışının inceliklerini
sormadan edemiyorum. Geçmişten günümüze gelen mangal
ateşindeki lezzeti sıralamaya başlıyor Bekir Bey. Kahvenin, aslına
uygun olarak bakır bir cezvede mangal ateşinde aheste bir şekil-
de pişmesi gerektiğini anlatıyor.
Kahveniz nasıl olsun? Kaynak olsunKahve tiryakilerinin “kaynak” diye tabir ettiği eski bir kavramdan
bahsediyor Bekir Bey bize. Eskiler, kahvelerini işte bu tabirle
sipariş ederlermiş. Yani köpüksüz ancak sütü kaynatır gibi çok
pişmiş, iyi kaynamış kahve kıvamında. Onlar ise bugün istedikleri
kıvamda, kavurup çeken bir yerden taze olarak alıyorlar kahveyi.
”Bizim kahvemiz Mehmet Efendi’den biraz hafiftir” diyor Bekir
Bey. Yaparken de hemen kabarıyor diye fincana koyulmaması,
Bir AileninKahve Üzerine Kurulmuş HikâyesiNurgül AKGÜL / Birim Fiyat Standartlar Müdürlüğü Fotoğraflar: Dilek BERKPINAR - Fidan BAL
![Page 10: ibbAilesiSayi36](https://reader036.fdocument.pub/reader036/viewer/2022082212/568bd5dd1a28ab203499fd8b/html5/thumbnails/10.jpg)
8
Güzel Şeyler
çok karıştırılması gerekiyor. Köpüğü alındıktan sonra da tekrar
ocağa sürülmesi icap ediyor. Tabii en önemlisi de, bütün bun-
ların üzerine 100 yıllık tecrübe ve geleneği eklemek lazım. İşte
bütün bunların karışımıyla leziz bir tada ulaşıyor kahve.
Hepsi iyi hoş da bu sonuncusunu nasıl bulup evde kahve
yapacağız, işte onu bilemiyorum gerçekten de!
Kahveci’nin tarihinde iki olay önemli bir yer tutuyor. İlki 1954’teki
çarşı yangını ki bu yangın sırasında dükkânların demirleri
büküldüğünü, camların ise su gibi aktığına şahit olmuş baba Et-
hem Tezçakar. Hatta dönemin siyasileri Menderes ile Bayar da
ziyaret etmişler dükkânı. Diğer olay ise 1991 senesinde tam da
Kahveci’nin önünde patlayan bomba. Ölümlerin de olduğu bu
hazin olayda, hem dükkân zarar görmüş hem de Ethem Tezça-
kar.
Son EmanetçilerKahveci’nin kuruluşu 1870’lere dayanıyor. 1. Dünya Savaşı’ndan
evvel Mevlüt ve Hüseyin Tezçakar kardeşler memleketleri Erz-
incan’ın Kemah ilçesinden İstanbul’a göçüp bu kahve ocağın-
da çalışmaya başlamışlar. Cumhuriyetin ilanına kadar da Mevlüt
Tezçakar, oğlu Bekir Tezçakar ile birlikte çalışmış.
Daha sonra ailenin 2. kuşağından olan Bekir Tezçakar devam
etmiş çalışmaya. O da 35 yıl emek vermiş bu tarihi dükkâna.
1950’de ise 20 yaşlarında bir delikanlıyken Ethem Tezçakar
gelmiş İstanbul’a ve bir müddet sonra ilkokulu bitiren kardeşi
Mevlüt Tezçakar’ı da yanına almış. Bekâr odalarında ağabey
kardeş yatıp kalkmışlar uzun bir zaman. Ethem Tezçakar, 60 yıl
bilfiil çalışarak, dükkânın en uzun süreli emektarı olmuş. 2,5 yıl
evvel ise Hakk’ın rahmetine kavuşmuş kendisi. Şimdilerde ise
adeta tutkulu bir aşkla, genlerinden gelen mirasa sahip çıkan
Mevlüt Tezçakar bu geleneği devam ettiriyor. Hemen arkasından
ise Ethem Tezçakar’ın oğlu Bekir Tezçakar elmanın diğer yarısı
olarak destek veriyor Kahveci’ye.
Mühendislikten KahveciliğeBekir Bey, yalnızca dedelerinin ismini taşımıyor. Geçmişinin
ruhunu, fikirlerini gelenek ve göreneklerini de amcası Mevlüt
Bey’le beraber günümüzde de yaşatmaya çalışıyor. Mevlüt
Bey’in asıl mesleği Mali Müşavirlik ve Sultanahmet’te de bir ofisi
var. Bekir Bey ise İnşaat Mühendisi. Kapalı Çarşı’nın Nuruosmani-
ye ve Çarşıkapı kapılarının restoresinden tutun da, boğazdaki
yalılara kadar envai türde eserleri yeniden ihya etmiş.
![Page 11: ibbAilesiSayi36](https://reader036.fdocument.pub/reader036/viewer/2022082212/568bd5dd1a28ab203499fd8b/html5/thumbnails/11.jpg)
9
Güzel Şeyler
Bekir Bey, bir yanda geleneği temsil eden Kahveci ile ilgilenirken
bir yandan da farklı isteklere cevap verebilmek için Kahveci’nin
iki dükkân yanında başka bir mekânı da işletmeye başlamış.
Bekir Bey, mesleğinden de gelen destekle çarşının aslına uygun
bir şekilde tasarlamış Cafe Life’ı. Konseptini tamamıyla kendis-
inin oluşturduğu bu mekanda da yine Osmanlı figürleri hakim.
Menüsünde İtalyan lezzetleri bulunan bu cafe de 15 - 20 çeşit
kahve bulunmasına karşın,Türk çayı ve Türk kahvesi ise hiç bu-
lunmuyor, isteyen olursa “Kahveci”den sipariş ediliyor. Bizim
Türk kahvesinin karşılığı anlamında olan İtalyanların dünyaya mal
olmuş ‘illy’ marka kahve başlıca içecekleri. Bunun yanında Avru-
pa’da, günümüzde ne içiliyorsa onları bulunduruyorlar. Frozan-
lar, milshakeler, expressolar, latteler, mochalar var. İtalyan kah-
vesinin yanında İtalyan pastasının yenmesi gerektiğini söylüyor
Bekir Bey. Bu yüzden başka bir yerde benzeri olmayan tama-
mıyla İtalya’da üretilmiş pastaları sunuyor müşterilerine.
Burası bir kahve ocağı değil aile ocağıAile temsiliyetinde, Anadolu kültürüyle yoğrulmuş hem mekân
hem Bekir Bey. Tüm derdi ise dededen kalma mesleği kendinden
sonraki kuşağa miras bırakabilmek. Yani, üç ve dokuz yaşlarında-
ki iki oğluna. Bunu da şöyle ifade ediyor kendisi “Burada bulunuş
sebebim ailevi mirasımız olan müesseseyi ileriye taşıyabilmek.
Neticede elbette ticari bir kurumuz. Ama amacımız sadece ti-
caret değil. Gönül sohbetindeki köprüye hizmet etmek” diyor.
Geleceğe dair beklentisini ise şöyle özetliyor:
“Emir Ömer ve Ethem Emre ismindeki oğullarımı ancak aileyi
temsil edecekleri gün buraya davet edeceğim. Tıpkı babamın
bana lise çağlarıma kadar yasak koyması gibi. Dokuz yaşındaki
oğlum yalnızca bir kez geldi. Ne zaman o da yetişir eğitimini
tamamlar o zaman bayrağı da devralır. ”Ethem Tezçakar’a yaraşır
birer evlat yetiştirmenin en büyük temennisi olduğunu ekliyor
sözlerine. Son olarak, Kahveci ve Cafe Life’ta İBB çalışanlarını bir
sürpriz indirimin beklediğini de söyleyerek sözlerimizi bitirelim.
Kahveci-Cafe Life
Kapalıçarşı Halıcılar Cad. No:61-63
Fatih
![Page 12: ibbAilesiSayi36](https://reader036.fdocument.pub/reader036/viewer/2022082212/568bd5dd1a28ab203499fd8b/html5/thumbnails/12.jpg)
10
En azından filmlerden, şarkılardan, sanat eserlerinden, hikâye-
lerden, hızlı otomobillerinden, pizzasından makarnasına kadar
nedenlerimiz vardır aslında İtalya olmadan İtalya hakkında fikir
sahibi olmak için. Kaç tanesini göz ardı etmişsek edelim İtalya’ya
dair bir şey bilerek gideriz oraya. Çoğunlukla cazibesiyle gülüm-
seten kentlerinden alamayız kendimizi. Bu duygular içerisinde
bir otobüs penceresinden bakarken kuzeyden güneye doğru
yavaşça başladı İtalya macerası. İtalya’nın yeşili bir başka geldi
bana. Yeşillikler insanlarla yaşamak zorunda kalmamıştı, zaten
yeşilliklerde yaşamayı öğrenmiş insanlar vardı. Yeşillikler özgürce
çevreye hâkimdi ama yine de insanların bahçeli evleri, köyleri,
çiftlikleri vardı.
“İtalyan köylerinde tarih durmuş gibi sanki.Çoğu köy eski hâliyle koruma altına alınmış.”
Diğer yandan Ortaçağ kentleri sinema seti gibi karakteristik ge-
lir bana. Birileri bir şeyleri neden yaptığının hesabını hep vermiş
sanki.. ya da birileri bir şeyleri hep birileri için yapmış .. Dapdar,
sıkışık, bitişik, karartılı Ortaçağ sokaklarında yürüdükten sonra,
kaybolsanız dahi dev ucubelerin(heykellerin) dikili olduğu geniş,
düz, bol sütunlu meydanlarda buluyorsunuz kendinizi.
Venedik, terk edilmiş sıcak kent..Sakin yollarından geçtikten sonra Tronchetto limanından vaporet-
to ile Venediğe geçtik. Venedik’de San Marko meydanını karşımda
görmek şaşkına çevirmişti beni. Sıradan bir insan gibi bahsetmek
isterdim Venedik’ten. Ancak her sıradan insan gibi sıradan hisse-
demiyorsunuz Venedik’te kendinizi. Üzerine çokça düşünülmüş,
adeta her karışından sanat için istifade edilen bu efsanevi kenti
yakından gördüğünüzde kafanızdaki ezberler bozuluyor. Toplu
taşıtlar yerini teknelere bırakmıştı. Lakin en çok gondollarıyla bilin-
mesi haksızlık olmuş bu efsanevi kente. Oysaki gören gözlerin ne
olduğuna bağlı bu güzelliğin okunabilmesi. Mimar mısınız, sanatçı
mı, mühendis mi, psikolog mu, yoksa iki aşık mı? Orada geçen
hiçbir yaşanmışlık sanki harcanamamıştı, taşlara işlenmiş, resme-
dilmiş, anıtlara dikilmiş hatta çalınmıştı. Osmanlının ve doğunun
hatıralarına kadar... Venedik hapishanesi özgür görünümlü ken-
tin sıkıcı tarafıydı. San Marko meydanındaki katedral ise Napolyon
tarafından “Dünyanın En Güzel Meydanı” olarak adlandırılmış.
Venedik sanki konuşuyordu oysa orada kimse yaşamıyordu. Sayısız
köprüleri ile terk edilmiş kent, yalnızlığına inat güzelliğiyle insanları
kendine çekmeyi başarıyordu.
Sonra Romeo ve Juliet’in hikâyesinin geçtiği Verona - Garda’ya süzüldük…
Roma’daki Collosseum’dan sonra İtalya’nın en büyük ikinci am-
fitiyatrosu, Dante Aligieri’nin sürgün döneminde yaşadığı saray
ve zengin Verona kentinin sokaklarında yürünür saatlerce. Son-
rasında aşıklar şehri olarak adını kente yazdırmış iki aşığın Romeo
ve Juliet’in evlerinde dalınır hayallere. İtalya’nın köylerini gör-
meden o kent hakkında tam olarak fikir sahibi olunmaz diyerek
Sirmione Köyü’ne doğru yola çıktık. Güzel manzarasıyla Garda
Gölü de buradaydı.
Dünyadan Renkler - İtalya
İtalya “bir çizmeden daha fazlası”Fulya SOLMAZ / Halkla İlişkiler Müdürlüğü
![Page 13: ibbAilesiSayi36](https://reader036.fdocument.pub/reader036/viewer/2022082212/568bd5dd1a28ab203499fd8b/html5/thumbnails/13.jpg)
11
Sanatçılarca ince ince işlenen kent veRönesans Sanatının çıkış yeri; Floransa…Kentte bir toprak parçasına duyulan aidiyet; onda yaşamayı kibir derecesine varan
bir ihtişamı gerekli kılıyor sanki. Kibirli, stressiz kuzey İtalyanları anlamakta zor-
lanıyor insan. Aynı zamanda Dante, Michelangelo, Leonardo da Vinci gibi pek
çok sanatçının doğum yeri ve bu sanatçıların efsanevi eserlerinin olduğu müze.
Fotoğraf çekmek yasak da olsa insan hafızasından çıkmayacak tablolar. Sanatın,
insanın, şehrin, zamanın uğruna yapılanlara bakıp eserlere hayranlık duymayı
bırakıyor insan. Artık İtalya düşündürtmeye başlıyor sizi. Tam bu noktada Darvin-
cileri dinlemeye başlıyorsunuz. Ortaçağ sokaklarında imkân sahiplerinin dikkatini
çekmek için ne kadar yetenekli olmak gerektiğini hissediyorsunuz.
İtalya’ya gidilir de eğik Pisa Kulesigörülmez mi? Pisa kulesinin eğik tarafına parmağımızı koyupta bunu fotoğrafladığımızda kule-
nin kaderinin bizim elimizde olduğu hissi keyif kattı gezimize. Kulenin yanı sıra
Pisa Katedrali, Avrupa’da en görkemli bulunan vaftizhane ve mucizeler meydanın-
da renkli anlar yaşanılıyor.
Ve zaman tüneline giriyoruz;Roma’nın antik yüzü…Semboller, eserler, resimler, heykeller bunların yoğunlaştığı ve seyreldiği nokta-
lar ve sizi bu noktalarla kesiştiren yollar, siz farkında olsanız da olmasanız da bir
düşüncenin ürünü ve bu düşünce sizin ne düşündüğünüzü yönlendirmekle ilgili
bir düşünce. “Düşünce”, sanat ve mimariyle yer yer gövde gösterisine dönüşüyor.
Ailelerin, tarikatların, kilisenin çatışmaları meydanlardaki heykellerle, duvarlara
işlenmiş sembollerle şehre damgasını vurmaya çalışmış. Tam bir meydan savaşı
var burada! Bir dönemin meydanını yağmalayıp yıkıp başka bir meydan yaratıldığı-
na şahit oluyorsunuz. Derken taş taş üstüne bırakmadan yürünür Roma’da. Col-
lesseum, Fontana di Trevi’yi (Aşk Çeşmesi), İspanyol Meydanı, Forum Meydanı,
Mussoli’nin izleri, heykel ve çeşmeleriyle ünlü Navona Meydanı ve daha birçok
eser…
Dünyanın en büyük kilisesi;Vatikan’daki San Pietro KilisesiKiliseye ilk girdiğinde sanatın büyüsüne kapılıyor insan. Rönesans’ın dev sanatçıları
Leonardo Da Vinci, Michelangelo gibi isimlerin elleriyle ilmik ilmik dokudukları
eserlere duyarsız kalmak imkânsız. Ancak adımımızı kilisenin dışına attığımız an
sanat ruhumuza bile işlenmemiş olarak bizden çıkıp gidiyor…
Dünyadan Renkler - İtalya
İtalya “bir çizmeden daha fazlası”
“Jüliyet’in balkonu”
Dünyanın en meşhur aşk hikâye-
lerinden birisi olan Romeo ve
Juliet’in meşhur balkonu! Romeo
işte bu balkonun altında Jüliet’e
serenadlar okumuş.
Floransa kenti Da Vinci, Dante ve Michelangelo gibi büyük sanatçıların doğduğu yaşadığı bir yer. Haliyle her köşesinde bir sanat eserine rastlamak mümkün oluyor.
![Page 14: ibbAilesiSayi36](https://reader036.fdocument.pub/reader036/viewer/2022082212/568bd5dd1a28ab203499fd8b/html5/thumbnails/14.jpg)
12
Kutsala ayrılmış bu mesai ve yer için çok fazla cömert olunmuş.
Hem bu denli merkezde ve bütünleşik, aynı zamanda da sınırsız
imtiyaz imkân sahibi. Doğuda ibadet için bir seccade yeterliyken,
orada koca bir kent ve süslemeleri yetmemiş insanlığa, yüzyıllar
az gelmiş gibi.
Güneyin sıcakkanlı insanları ilefakir Napoli…Güney İtalya’ya geldikçe işte bize benzetilen İtalyanlar deniyor.
Kuzeyin o soğuk çehreli insanlarından sonra güneyin sıcak in-
sanları içimizi rahatlatıyor. Lakin aynı zamanda İtalya’ya yakış-
mayan binalar, sokaklar görülüyor. Ama yinede oraya özel soslarını,
makarnalarını,tatlı kahvesini tatmaya değer.
İnsanlık, fast food kültürü gibipek çok şeyi 2000 bin yıl önce debiliyordu, nasıl mı?
Liman kenti Pompei’de… Geçtiğiniz yerlerdeki eserlerin birbirlerine bakan yönleri, taşıdıkları
simgeleri, sembolleri her biri bir şeyler anlatmak istiyordu, ya bir
güç gösterisi ya bir isyan ya kölelik, ihtişam ve insanlığın kör nok-
tası, bir sürü hata… Ama sonuçta adını tarihe yazdırmıştı, Roma
İmparatorluğu’nun en büyük ticaret liman kenti; Pompei.
Pompei’nin anlatmaya değer bir hikâyesi var. Köleliğin, umarsız-
ca insanlık suçlarının işlendiği Pompei’de MS 79’da Vezüv ya-
nardağından çıkan dumanları gören halkın bir kısmı gemileriyle
kaçmaya çalışırken, bir kısmı evlerinde saklanmaya çalışırken
kızgın lavların altında kalmış. Ardı ardına volkandan çıkan küller,
şehri kaplamış ve binlerce insan ile birlikte şehir lavların altına
gömülmüş. Arkeologların kazılarından sonra bozulmamış yaşam
alanları, kölelerin daha çok çalışabilmeleri için ayaküstü atıştırma
yerleri (fast food dükkânları), tapınakları, tiyatrosu, duvar resim-
leri, pazar alanları ve yüzlerinde büyük bir acı ile taşlaşarak ölmüş
insanlar, Pompeililer.
Dünyadan Renkler - İtalya
“Napoli, İtalya’nın en fakir şehirlerinden biri.Bakımsız, sıradan sokaklar ve harap olmuş binalarıyla tam bir varoş!”
![Page 15: ibbAilesiSayi36](https://reader036.fdocument.pub/reader036/viewer/2022082212/568bd5dd1a28ab203499fd8b/html5/thumbnails/15.jpg)
13
Sohbet Odası
“Fotoğrafın insanlar üzerindeki etkisi bambaşkadır” İhsan İlze, fotoğrafla ciddi bir şekilde ilgilenen ve pek çok yarışma-
da da ödüller kazanmış bir İBB Ailesi üyesi. KUDEP’te müdür
yardımcısı olarak görev yapan İhsan İlze ile fotoğraf üzerine bir
sohbet gerçekleştirdik. İhsan İlze’nin, fotoğrafçılıkla ilgili tespitleri
gerçekten de ilgiye değer. Fotoğrafa farklı bir açıdan bakmak için
buyrun sohbetimize…
İhsan Bey, ne zaman başladı fotoğraf merakınız?İlk olarak ortaokul - lise yıllarımda ilgilenmeye başladım. Evde he-
diye gelen fotoğraf makinesine Sirkeci’den 36 ‘lık film alıp, güneşli,
bulutlu havalarda hangi ayarları yapmam gerektiğini filmi aldığım
mağaza sahibinden öğrenerek ilk çekimlerimi yaptım. Sonrasında
üniversite yıllarında mesleğimizin (Şehir Planlama) gereği olarak
fotoğraf çekmeye devam ettim. Belediyede işe başladığım 1994
yılından 2009 yılına kadarki süreçte açıkçası kullandığım
makinelerin teknik özelliklerini doğru dürüst kullanamadan
otomatik modda çekimler yaptım. İlk olarak 2009 yılında başlangıç
düzeyinde 8 haftalık, daha sonra ileri seviyede 8 haftalık ve mimari
fotoğrafçılık konusunda 5 haftalık, stüdyo fotoğrafçılığında da 2
haftalık eğitimler aldım. Bu eğitimlerin sonrasında olayın tekniğini
ve önemini daha iyi kavramaya başladım.
İlk çektiğiniz fotoğrafı hatırlıyor musunuz? Neydi o fotoğraf?İlk denemeleri evde ailemi çekerek yapmış olduğumu hatırlıyo-
rum, sonrasında Sultanahmet Camisi ve Meydanı. O negatifleri
de hâlâ saklıyorum.
Ara Güler fotoğrafınsanat olmadığını söylüyor.Siz ne düşünüyorsunuz bukonuda? Nedir fotoğraf sizce?Fotoğraf; bilimsel, teknik, estetik ve verdiği mesaj ve dünya
görüşüyle felsefi boyutu olan bir araçtır, belgedir. Ben sanat olup
olmadığından çok fotoğrafın gücüyle ilgiliyim. İnsanlar üzerinde
oluşturduğu etki bambaşka, bazen bir fotoğrafa bakıp tatile
gideceğiniz yere kara verirsiniz, bir insanın hâline üzülürsünüz,
bir mimariye hayran kalırsınız, herhangi bir ürünü satın alırsınız.
Bütün bunları onu canlı olarak görmeden fotoğraf sayesinde
yaşarsınız veya yaparsınız. Hızla değişen ve gelişen bir dünyada
yaşıyoruz. Kısa bir süre öncesinde çektiğiniz fotoğrafın bir anda
belgesel değeri olabiliyor. Bugün eskide olup da şu anda yerinde
olmayan tarihi eserler o fotoğraflar sayesinde ihya ediliyor.
Teknolojik gelişmeler ve sosyal medya kullanımının yaygınlaşmasıyla herkes bir anda fotoğrafçı oldu sanki.Bu konuda ne dersiniz?Bu artışa sevinmeli miyiz?
Tabi artık fotoğraf ve video çekim özellikli bir sürü cihaz türe-
di. Telefonlar artık fotoğraf çekim özelliğine megapikseline göre
seçilir oldu. İnsanlar yaşadığı olayı anında bu cihazlar vasıtasıyla
paylaşabiliyor.
Düşünün önceden tatile gideceksiniz fotoğraf çekeceksiniz,
dönüp onları baskıya verip alacaksınız ondan sonra görecek-
siniz. Şimdi anında görüntü olayı var. İstersen çektiğini anında bir
sürü farklı ortamda yayınlayabiliyorsun. Aslında herkes fotoğrafçı
değil, fotoğraf çeker oldu. Çoğu ancak belge olacak cinsten fo-
toğraflar. Bu durum mahremiyet açısından da sıkıntılı durumlar
oluşturabiliyor. Her anın paylaşılması, duyurulması bence çok
doğru değil. Ancak habercilik açısından müthiş bir sanal haber
kaynağı ortamı oluşmuş durumda.
Tarihi Yarımada/Haydarpaşa Mendireği 2012(Ramazan)
Fotoğrafı nasıl çekersiniz?Belli program ve kurgu içindemi çalışırsınız yoksa her şeydoğal akışında mı ilerler?
![Page 16: ibbAilesiSayi36](https://reader036.fdocument.pub/reader036/viewer/2022082212/568bd5dd1a28ab203499fd8b/html5/thumbnails/16.jpg)
14
Sohbet Odası
Bu biraz da ne çekeceğinizle ilgilidir. Zaman zaman kurgu yap-
arak da çekerim, yönlendirebilirim duruma göre hiç karışmay-
abilirim de. Şunu özellikle belirteyim, makinelerim sürekli yanım-
dadır. Belirli konularda program dâhilinde çekim yaparım. Takip
ettiğim etkinlikler var, bir aksilik olmadıkça o günleri gidip çek-
meye çalışırım, Aşura Günü, cirit, Kırkpınar, Şeb-i Aruz... Mimari
konuda çalışacak olursam hava ve ışık durumuna göre hareket
ederim. İkindi ve sabah erken vakitler dış mekân, öğle vakitlerinde
iç mekânları çekmeye çalışırım.
Şimdiye kadar kaç kare fotoğrafçekmişsinizdir? 2009’a kadarki sayıyı bilemiyorum ama 2009 - 2013 arası
500.000 civarıdır. Bunu da bugünkü teknolojiyle üretilen makinelerin
verdiği shutter sayısı bilgisinden söyleyebiliyorum.
İstanbul Çatalca(Odun kömürü üretimi 2011)
En sevdiğiniz fotoğraflarınız hangileri?Süleymaniye Camii’nde bayram namazında çektiğim fotoğraf,
Galatasaray’ın 2012 şampiyonluk kutlamalarında Taksim Mey-
danı’nda çektiğim fotoğraf, İstanbul ve Erzurum’da değişik
zamanlarda çektiğim kış fotoğrafları...
Biraz da ödüllerinizden veödül alan fotoğraflarınızınhikâyelerinden bahsedelim mi?Galatasaray’ın şampiyonluk kutlamasını çektiğim fotoğraf tama-
mıyla fotoğraf makinesini sürekli yanımda taşımamdan dolayı
belgelediğim bir fotoğraftır. Aslında o akşam farklı bir etkinliğe
katılmış eve dönüyordum. Ancak Taksimdeki kalabalığı, coşkuyu
ve yanan meşaleleri görünce kalabalığın içine girip fotoğraf
çekmeye başladım. Bu gecede çektiğim bir kaç fotoğraf farklı
yarışmalarda derece almış oldu. Bayram Namazı için gittiğim
Süleymaniye de namazdan önce denediğim zoom in tekniğiyle
çekilmiş fotoğraf uluslararası yarışmada sergilemeye değer
görüldü, bu teknikte çektiğim ilk deneme olması ve ödül alması
nedeniyle benim için değerlidir.
Süleymaniye Camii’nde Bayram Namazı
Bugüne kadar 150 civarında ulusal ve uluslararası yarışmada
derece aldım. Bunun 20 - 25’i uluslararası (Almanya, İran, Hindis-
tan, Avustralya, Sırbistan, Bosna Hersek, İtalya, Slovenya) geri
kalanı ulusal düzeydeki yarışmalardır. Birçok fotoğrafım çeşitli
ulusal ve uluslararası sergilerde yer aldı,
Semazen
![Page 17: ibbAilesiSayi36](https://reader036.fdocument.pub/reader036/viewer/2022082212/568bd5dd1a28ab203499fd8b/html5/thumbnails/17.jpg)
15
Sohbet Odası
Taksim Galatasaray 2013
Benim için ilk ve en önemlisi ise çalışma arkadaşlarımla
gerçekleştirdiğimiz Suriye sergisidir. Bir fotoğrafım Nation-
al Geographic Dergisi’nde yayınlandı ve son olarak Sony’nin
uluslararası fotoğraf yarışmasında Aşura gününde çektiğim fo-
toğraf Türkiye 3. sü olarak Nisan 2013’te Londra’da sergilendi.
Fotoğrafla ilgilenmek isteyen İBB Ailesi üyelerine neler tavsiye edersiniz?
İlk olarak eğitim almak gerek, ikinci el de olsa giriş seviyesinde bir
DSLR makine alınarak kursa gidilmeli, makinesiz kurs almanın pek
bir faydası olmayacağı kanaatindeyim. Çünkü eğitim uygulamalı
olacağı ve ödev de verileceği için makine gerekiyor. İlk anda
çok iyi makine, objektif vb. teçhizata girmeye gerek yok, eğer
ilgi ve merak kurstan sonra da devam eder, kendinde bir gelişim
görür, kullandığınız cihazın yetersiz olduğunu düşünürseniz on-
dan sonra bu işe yatırım yaparsınız. Birçok arkadaşım hevesle
başlayıp bıraktı, o yüzden ilk anda fazla da bir yatırıma gerek ol-
madığını düşünüyorum ben.
Minareler
Güzel fotoğrafları izlemek bile bence çok iyi bir eğitim sürecidir.
İnsan hafızasında daha sonra karşılaşacağı bu tür manzaralarda
nasıl kompozisyon oluşturacağı ile ilgili bir birikim oluşturuyor.
Bu yüzden eğitim safhasında usta fotoğrafçıların çektikleri fo-
toğrafları incelemenin, onların çektiklerini çekmeye çalışmanın,
bu işte özgüven kazanmak açısından çok faydalı olacağı ka-
naatindeyim. Bugün internet ortamı, fotoğrafçılıkla ilgili birçok
bilgiye ve fotoğrafa erişimi kolaylıkla sağlamaktadır. Bu müthiş bir
eğitim imkânıdır. Bir de fotoğrafçılık hakikaten zaman ayrılması
gereken bir uğraş, bekârsanız fazla sorun yok ama evliyseniz
zaman konusunda eşinizin sabrına ihtiyacınız olacak.
İhsan İlze1970 Eyüp/ İstanbul doğumlu olup; İTÜ Şehir Planlama Bölümün-
den 1992 yılında mezun oldu, aynı üniversitenin Şehirsel Tasarım
Programında Yüksek Lisans eğitimini tamamladı. 1994 yılında Şe-
hir Planlama Müdürlüğü bünyesinde Büyükşehir Ailesine katıldı.
2000 - 2007 yılları arasında Şehir Planlama Müdürlüğünde
müdür yardımcısı olarak görev yaptı, hâlen (2007 - ...) Koruma
Uygulama ve Denetim Müdürlüğü’nde Müdür Yardımcısı olarak
görevine devam etmektedir. Evli ve 2 çocuk babasıdır.
![Page 18: ibbAilesiSayi36](https://reader036.fdocument.pub/reader036/viewer/2022082212/568bd5dd1a28ab203499fd8b/html5/thumbnails/18.jpg)
16
İçimizden Biri
İbrahim AKKURT
Sohbetlerin vazgeçilmez, artık klasikleşmiş sorularından biridir ama biz de soralım. Kimdir İbrahim Akkurt?İbrahim Akkurt’u en güzel tanımlayan kelime; eskilerin çok güzel
bir tabiri olan “Abd-i Âciz” yani Allah’ın âciz bir kulu ifadesidir.
1986 yılında Dünyanın başşehri İstanbul’da dünyaya geldim.
Dünyanın başşehri diyorum çünkü dünya küresinin mücevher
beldesi sayılan İstanbul’umuz, tüm dünyanın yakından takip et-
tiği bir şehir ve tarihte olduğu gibi günümüzde dahî tüm dün-
ya mazlumlarının kurtuluşu olan bir şehir. Bunu hamaset olsun
diye söylemiyorum; Cenab-ı Hakk bu abd-i acize 12 ülke ve
70’e yakın şehir gezmeyi nasip etti gezdiğim bu yerlerde ve
edindiğim tecrübeler neticesinde bu kanıya vardım. Talihin ve
tarihin yardımıyla 2 imparatorluğa başkentlik yapmış olan ve
hâlen dünyanın başkenti saydığım bu şehirde dünyaya gelmiş,
okumuş ve yaşayan ve bu şehrin nimetlerinin şükrünü ifa etm-
eye çalışan birisidir İbrahim Akkurt. 2010 yılında İstanbul Üniver-
sitesi Tarih Bölümünden ve A.Ü. İlahiyat Bölümlerinden mezun
oldum. 2010 yılında başladığım İ.Ü. Tarih Bölümü yüksek lisans
programını nasip olursa Haziran 2013 itibarıyla tamamlıyorum.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nde ne zaman göreve başladınız? Şu anda hangi müdürlükte çalışıyorsunuz?İBB’de göreve başlamam 3 Temmuz 2007 Salı günü 14.55
idi. Daha dün gibi hatırladığım o tarihte üniversite 1. sınıfı yeni
bitirmiştim ve zabıta memuru olarak Büyükşehir Belediyesi’ndeki
serüvenim başlamış oldu. 4.5 yıllık zabıta memurluğu tecrübe-
sinden sonra 28 Ekim 2011 Cuma günü kadromla birlikte Eğitim
Müdürlüğüne geçtim. 16 Mart 2012’de Başkanlık onayı ile Fatih
Belediyesi’nin Tarihi Yarımada İmar Planında Tarihçi unvanıyla 6
ay geçici görevlendirme ile çalıştım. Akabinde askerlik ve 1 Şubat
2013 tarihinden itibaren de Eğitim Müdürlüğünde görev yap-
maktayım.
Tarihe merakınız ne zaman başladı? Nasıl oldu da tarihi nasıl sevdiniz? Çocukken de ilginiz var mıydı?Küçüklüğümde tarihe pek fazla merakım olduğunu söyleye-
mem, tarihten daha ziyade edebiyata karşı merakım ve ilgim
vardı. Lakin üniversiteye hazırlandığım yıl mutad olarak takip
ettiğim Lalegül Fm’deki Osmanlı Tarihi programları beni çok
etkilemiştir ve tarih alanına yönelmemi sağlamıştır diyebilirim.
Sonrasında okuduğum kitaplar, katıldığım seminerler ve tabi
olarak okuduğum tarih bölümü tarihi sevmeme sebep olmuştur.
İnsanın böyle bir medeniyeti ve tarihi olduğu hâlde tarihi sevme-
mesi mümkün müdür? Tarihi okumalar ve araştırmalar yaptıkça
şu kanıya vardım; Biz tarihin en şerefli milletiyiz. Bu millet mefhu-
mu kuru kuru bir ırkı yansıtmıyor, tarihin en şerefli milleti olmak
unvanı; medeniyetiyle, kültürüyle, İslam’a 1000 yıldır hizmet et-
meyle kazanılmış bir payedir.
Tarihçe dergisinin hikâyesindenbahsedelim mi birazda? Nasıl doğdu bu dergi? Dergi Tarihine SahipÇıkanlar Topluluğu Bülteni alt başlığıy-la çıkıyor. Aslında öncelikle bu toplu-luğu tanıtmak lazım galiba, değil mi?Tabi ki isabet olur. Tarihine Sahip Çıkanlar Topluluğu; tarih sa-
hasında ilmi çalışmalar yapıp, tarihi şahsiyetleri anma program-
ları düzenleyerek milletimizin tarih konusunda bilinçlenmesi için
gayret gösteren bir oluşumdur. Bizlerin tarihimizle, kültürümüzle,
insani değerlerimizle millet olarak bulunduğumuz yerden çok
daha yüksek seviyeleri hak ettiğimiz kanaatindeyiz. Bu sebeple
İbrahim Akkurt tarih sevdalısı bir İBB çalışanı. Bu sevda ile öğren-
ciliğinden bu yana pek çok çalışmanın içersinde yer almış.
Bunların arasında en önemlileri başkanlığını yaptığı Tarihine Sahip
Çıkanlar Topluluğu ile Tarihçe isimli bülten. İbrahim Akkurt ile tari-
he olan merakı, uğraşıları ve Tarihçe dergisi üzerine konuştuk.
İbrahim Akkurt soruyor; insanın böyle bir medeniyeti ve tarihiolduğu hâlde tarihi sevmemesimümkün müdür?
![Page 19: ibbAilesiSayi36](https://reader036.fdocument.pub/reader036/viewer/2022082212/568bd5dd1a28ab203499fd8b/html5/thumbnails/19.jpg)
17
İçimizden Biri
üniversite yıllarında tarih şuuru kazanmak ve kazandırmak an-
lamında başlattığımız yayıncılık faaliyetleri ve etkinliklerini ülke
sathına yayalım istedik. İstanbul Üniversitesi Tarih Bölümü’nde
okuduğumuz yıllarda Tarih Topluluğu isimli öğrenci grubumuzla
1 yıl içerisinde 20 farklı etkinlik yaparak ulaşılması güç faaliyetlere
imza atmayı Cenab-ı Hakk bizlere nasip eyledi. 2009 yılından
itibaren de Tarihine Sahip Çıkanlar Topluluğu ismiyle faali-
yetlerimize devam ediyoruz.
Tarihçe Bülteni, farklı röportaj ve orijinal okumalarıyla tarihe yeni bir bakış açısıyla yaklaşıyor.
Tarihine Sahip Çıkanlar Topluluğu; farklı üniversitelerin farklı
bölümlerinden mezun olan, yüksek lisans yapan ve hâlâ öğrenci
olan genç dinamik bir oluşumdur. Üniversite yıllarında “İstanbul
Tarih” ismiyle başladığımız yayıncılık faaliyetlerimizi Tarihine Sa-
hip Çıkanlar Topluluğu çatısı altında “Tarihçe” isimli dergimizle
devam ettirmekteyiz. Bunun yanı sıra 5 Ocak 2009 tarihinden
itibaren www.istanbultarih.com isimli web sitemiz, Facebook,
Twitter gibi sosyal iletişim araçları ile internet üzerinden de
faaliyetlerimizi sürdürmekteyiz. Bizim medeniyetimiz, tarihimiz
reaksiyon hareketi değil bilakis aksiyon hareketidir. Tarihimize,
kültürümüze, medeniyetimize sahip çıkmamız için illa ki ec-
dadımızı, tarihimizi karalayan muhteşem rezilliklerin olmasını
bekleyemeyiz. Tarihine Sahip Çıkanlar Topluluğu olarak bizler
Merhum Mehmed Akif’in “Sâhipsiz olan memleketin batması
haktır; Sen sâhip olursan bu vatan batmayacaktır. Feryâdı bırak,
kendine gel, çünkü zaman dar… Uğraş ki: telâfi edecek bunca
zarar var.” hitabının muhatabı olduğumuzu düşünerek çalışma-
larımızı aralıksız sürdürmekteyiz.
Akademik tarihçilik ile popüler tarihçilik arasında bir üslup ya-
kalamak suretiyle insanlarımıza tarih şuuru kazandırmak en
öncelikli hedefimizdir. Tarihi şahsiyetlerimizi anma programları
tertip ederek, tarihi şahsiyetlerimizi yüceltmek ile aşağılamak
yerine objektif bir bakış açısıyla tarihte hak ettikleri yeri alma-
larını hedeflemekteyiz. Tarihi şahsiyetler hakkında konuşurken
bu vesileyle yaşadıkları dönemi ve dünya üzerindeki gelişmeleri
öğrenmek ve öğretmeyi, etkinliklerimiz, yayınlarımız vesilesiyle
geçmiş ile gelecek arasında bir bağ kurarak yeterli görmediğimiz
sosyal ve kültürel kalkınmamıza katkıda bulunmayı hedefleme-
kteyiz. Bu sebeple herkesi geçmişimizle buluşturmaya, kahra-
manlarımızın aziz hatıraları önünde dua etmeye, yaşanılmışlıklar-
dan ders çıkarttırmaya gayret ediyoruz.“Tarihçe” isimli bültenimiz
de böylesine önem taşıyan bir oluşumun yayın organıdır diyebil-
iriz. 2011 yılında yayına başlayan bültenimiz birisi Filistin, Kudüs
ve Mescid-i Aksa Özel Sayısı olmak üzere 2 sayı olarak çıkmıştır.
Mayıs 2013’te de 3. sayımızı yayınlamak nasip oldu.
Tarihçe Dergisiyle neyi gerçekleştirmeyi hedefliyorsunuz?Tarihçe dergimiz vasıtasıyla birtakım katkılar gerçekleştirmeyi
hedefliyoruz. Bunları şu şekilde sıralayabiliriz; Tarihine Sahip
Çıkanlar Topluluğu olarak gerçekleştirdiğimiz programların
tanıtımını yapmak, dergimizdeki yazar kadrosunun tarih yazarlığı
noktasında ihtisaslaşmasını sağlamak, gerçekleştirdiğimiz röpor-
tajlar ile tarihçilerimizin ve uzmanlarımızın fikirlerini öğrenmek
ve kamuoyunun bilgisine sunmak, tarihi kendi öz değerlerimiz
ışığında analiz ederek fikirlerimizi dergimizin ulaştığı tüm nokta-
lara yaymak şeklinde açıklayabiliriz.
Yaşadığımız şu zamana internet çağı diyor bazıları. İnternet Çağı’nda tarihe ilgi nasıl sizce?İnternet çağı tespiti gayet yerinde bir tespit. Son yıllarda in-
sanımızda tarihe karşı muhteşem bir ilgi baş gösterdi. Bunun
şüphesiz birçok sebebi var. Bunlara girmek sohbetimizin
konusunu dağıtabilir, fakat en önemlileri arasında tarihle alakalı
![Page 20: ibbAilesiSayi36](https://reader036.fdocument.pub/reader036/viewer/2022082212/568bd5dd1a28ab203499fd8b/html5/thumbnails/20.jpg)
18
İçimizden Biri
dizilerin, filmlerin, internet sitelerinin çoğalmasını gösterebiliriz.
Facebook ve twitter vasıtasıyla tarihle alakalı birçok sayfa, grup
teşekkül etmiş vaziyette. Lakin bunlar da takipçilerine tarihi bilgiler
vermekten ziyade tarihi şahsiyetlerin ön plana çıkmış sözlerini
paylaşmakta; tabir-i caizse slogancı bir tarih ortaya çıkarmak-
tadır. Popüler kültüre ve popüler tarihe hizmet eden internet
tarihçiliği insanları doğru bilgi edinmeye sevk ettiği takdirde
yararlı olacaktır. Bu bağlamda internet çağında tarihe ilgi çok
üst düzeydedir diyebiliriz.
İbrahim Akkurt 12 ülke ile 70’ye yakın şehri ziyaret etmiş.
Dönüp dönüp yeniden okuduğunuz tarih kitaplarınız var mıdır?Evet, hem de ziyadesiyle. Bazı kitaplar vardır her okuduğunuzda
sizde farklı çağrışımlar uyandırır. Yahut bir önceki okuduğunuzda
göremediğiniz noktaları size gösterir. Lütfü Akdoğan’ın “İmpar-
atorluğu Yıkan Kadın;” Sara kitabını, Prof. Dr. Feridun Emecen
hocamın kitaplarını, Mehmed Akif’in Safahat isimli eserini, Sultan
Abdülaziz ve Sultan Abdülhamid Dönemleri ile alakalı tarih
kitaplarını bu minvalde zikredebilirim.
İbrahim Akkurt bilhassa Filistin meselesini çok önemsiyor.
![Page 21: ibbAilesiSayi36](https://reader036.fdocument.pub/reader036/viewer/2022082212/568bd5dd1a28ab203499fd8b/html5/thumbnails/21.jpg)
19
Hatıralar
HatıralarMadam ArşaluşMadam Arşaluş Harbiye’de oturduğumuz muhitin iğnecisiydi.Gençler pek bilmezler eskiden mahallelerde iğneciler vardı. Ma-
halledeki tüm hastaların iğnesini de işte bu kişiler yapardı. Öyle
herkese ayrı enjeksiyon da kullanılmazdı! Madam Arşaluş demir
uçlu devasa iğnesini, yine demirden bir çantada taşır; her de-
fasında aynı iğneyi kaynatarak kullanır; böylece tüm mahalle
iğne kardeşi olurdu! Bunu kimse umursamazdı ama. Bulaşıcı
hastalıklarda öyle fazla duyulmadığı için Madam Arşaluş mesleği-
ni rahatça icra etmeye devam ederdi.
Bizim evde hastalıktan dolayı herhangi birimize doktor tarafın-
dan reçeteye iğne yazılmışsa eğer; çok geçmeden Madam
Arşaluş ‘a haber verilir; biz çocuklar da akşama kadar korkuy-
la Madamı beklerdik. Madam Arşaluş bir kadına göre oldukça
uzun boylu ve iri kemikli bir hanımdı. O büyük elleri bu gün bile
gözümün önündedir! Madamın yüzü de uzundu. Gözleri kah-
verengi, burnuyla ağzıysa uzun yüzüne inat minicikti. O uhrevi
törene başlamadan önce, Madam mutlaka şekersiz kahvesi-
ni içer, bir yandan da etrafındakilerle konuşurdu. Tabi benim
kendisini böyle anlatmama bakmayın! Bir de onu kendi ağzın-
dan bir dinlemek lazımdır. Madam gençliğini öyle bir anlatırdı ki,
sanırdınız ki kendisi o zamanın afet-i devranı! Madam Arşaluş,
iğne yapmadan önce kahvesinden bir yudum alır ve iç geçirerek
konuşmaya başlardı.
“Ah Arşaluş ah! Ka ben böyle miydim? Saçlarımı or-tadan ikiye ayırır tarardım saten elbisemi giyeridim. Altına da naylon çoraplar bir çıkaridim. Tatavlaya’da (Kurtuluşun eski adı) arkamdan herkes bağırır idi; yandım Arşaluş ah Arşaluş!”
O böyle anlatırken, ben saçını Kızılderililer gibi ortadan ayıran bir
kadın ne kadar güzel olabilir diye düşünür ve buna da çok güle-
rdim. O da çok kızardı. Sonra da anneme döner sitemli sitem-
li “ Zaar geçen sene geçirdiği hastalıkdan bunda
araz kaldı!” der. Bana birazda darılmış gibi bakarak kahvesini
içmeye devam ederdi. Sonra yeniden Tatavla’yı anlatmaya koyu-
lurdu. “Aman Melek Hanım, şimdiki gençlerde hayat yok! (iyi ki bu zamanı görmemiş).Ne güzel idi bizim gençliğimiz. Her yerde bahçeli evler; bahar geldi mi eriklerin canım çiçeklerini açar. Herkes birbir-ini tanır. Eyi geçinir idi. Gündüzün Pera, sinemalar, gece açık hava bahçeleri sanatçı dinlemeler… Heç bir şey yapamadın, Tatavla’da iki piyasa! Terziler, muhallebiciler… Şimdi herkes beynini televizyo-na vermiş; ağzı açık oradaki hayatları yaşıyor. Bak benim şimdiki hâlime kimsem yok! Güzellik de git-ti! Yalnızlık, parasızlık…
Gülizar ENGİN / Halkla İlişkiler Müdürlüğü
![Page 22: ibbAilesiSayi36](https://reader036.fdocument.pub/reader036/viewer/2022082212/568bd5dd1a28ab203499fd8b/html5/thumbnails/22.jpg)
20
Hatıralar
Bütün akrabalarım da yurt dışına gitti. Ben buraları severim gençliğim geçti, Paşam Artinim mezarı bu-radadır, sizin gibi bulunmaz komşularım var. Ben çok mutluyum, yağmur beni mutlu eder, bahar beni mutlu eder” der. Anılarını anlatır hepimizi güldürür dururdu.
Ne güzel derdim mutluluk meselesini içinde halletmiş; yaşamının
tüm neşesini de etrafına aktarıyor. Her şeyin bir sonu olduğu gibi
nihayet Madamın kahvesi de biter, o da esas işine koyulurdu.
Demir çantasından çıkardığı meşhur iğnesine solüsyonu çeker,
birazını da havaya fışkırtırdı. Eğer o bahtsız hasta ben isem her
zaman aynı şeyi yapardım.
Çocuk aklımla zaman kazanmak için Madam Arşaluş’u soru
yağmuruna tutardım. En çok da“ Madam Arşaluş, mikroplar
soğukta mı ölür? Yoksa sıcakta mı? diye sorar, sonra da cevabını
beklemeye başlardım.
Madam, “Sıcakta” derse; bu seferde “Ama neden ameliyathan-
eleri soğuk tutuyorlar o zaman?” derdim. Sonra da işi iyice uza-
tır; “Sen iğneyi kaynatıyorsun ama ya mikroplar ölmüyorsa!” der
kadıncağızı iyice kızdırırdım. Ben böyle söyler söylemez Madam
iyice köpürür, “Terbiyesiz velet yat çabuk gösteririm sana mikrop nasıl ölürmüş!” diyerek söylenir anneme de
dönüp “Ka Melek hanım yok yok geçen seneden araz kaldı bu kızda!” derdi. Kocası Artin Amca öldüğünden beri,
sırtından siyah kıyafetlerini çıkarmıyordu. Bembeyaz saçlarını
örttüğü küçük siyah eşarbı acayip bir tezat oluşturur; iğne için
üzerime doğru her eğilişinde rüyalarımın kara kâbusu olurdu.
Her şey olup bittikten sonra, keşke Madamı kızdırmasaydım diye
birazcık pişmanlık duyar ancak yine de her seferinde de elimde
olmadan mikrop meselesini tekrar açardım.
Ben ne kadar uzatırsam uzatayım Madam bir şekilde işini bitirir-
di. Korkunç işleminden sonra da her defasında doğrulup “Şifa olsun” der; derin bir nefes çekip, “Ohhhh!” diyerek hızlıca
kendini koltuğa atardı. Derken anneme seslenirdi “Melek Hanım su ver, yine heyecanlandım. Yaş gittikçe san-ki ilk defa iğne yapıyormuş gibi heyecanlanıyorum” deyiverirdi. Suyunu içtikten sonra da üstüne siyah hırkasını alıp,
geldiği gibi yine neşeli bir hâlde evimizden çıkardı.
Mahallede herkesin Madam Arşaluş’la bir işi olurdu mutlaka.
Kendisi emekli hemşire olduğu için yarı doktor sayılırdı bizim
için. Eğer yanlış bir şey yapacak olursa da şaka yollu “ Zaar ben doktorum?” der güler geçerdi.
Madamı en son on yıl evvel, yolda gördüm. İki büklüm yokuşu
çıkmaya çalışıyordu. O hâliyle zor tanıdım. Koluna girdim yokuşu
çıkarken acaba, o eski günlerdeki gibi mikroplar sıcakta mı yoksa
soğukta mı ölür diye takılsam mı acaba diye düşündüm.
Madam da bana yine eskisi gibi kızsa ama beni hatırlayacak
dermanı bile yoktu ki... İçimden sadece şöyle söyleyebildim ah
Madam Arşaluş ah!
![Page 23: ibbAilesiSayi36](https://reader036.fdocument.pub/reader036/viewer/2022082212/568bd5dd1a28ab203499fd8b/html5/thumbnails/23.jpg)
21
Bir Günün Hikayesi
İstanbul denince akla ilk gelen semtlerden birisidir Sultanahmet. Bir
yanda Sultanahmet Camii diğer yanda Ayasofya, Topkapı Müzesi,
Alman Çeşmesi, Yerebatan Sarnıcı, İslam Eserleri ve Arkeoloji Müze-
si. Nereye baksanız tarih ses verir size. Şehrimizin her daim ayakta,
her daim renkli semtlerinden birisidir Sultanahmet.
Geçtiğimiz günlerde, Sultanahmet’te bulunan Zabıta Destek
Hizmetler Müdürlüğü’ne bağlı Turizm Amirliği’ni ziyaret ettik. Tur-
izm Zabıta Amirliği 2 yıl kadar önce kurulmuş. Malum, İstanbul son
yılların en gözde turistik ülkelerinden birisi. Uzak yakın dünyanın
pek çok ülkesinden turiste yılın her mevsimi rastlamak mümkün
oluyor artık. Böyle olunca da hâliyle turistlere yönelik hizmetlerin
hem sayısında hem de niteliğinde bazı değişiklikler yapmak gere-
kiyor. İşte, Turizm Zabıta Amirliği bu ihtiyaçları karşılamak amacıyla
kurulmuş bir birim. İstanbul’da dört merkezi noktada Taksim, Em-
inönü, Sultanahmet ve Beyazıt Meydanlarında 30 kişiyle hizmet veri-
yor. Personel seçiminde doğal olarak yabancı dil bilmek en önemli
kıstas. Çalışanların tamamı İngilizce biliyor, bunun dışında Fransız-
ca, Arapça ve İspanyolca dillerine de ağırlık veriliyor. Turizm Zabıta
Amirliği, zayıf oldukları diller konusunda ise İSMEK’le iş birliği yaparak
çalışanlarına kurslar verdiriyor.
Amirliğin başlıca görevi, turistlere İstanbul’da yaşayabilecekleri her
türlü probleme karşı çözümler üretmek, danışmanlık yapmak. An-
cak turizm zabıtadaki arkadaşlar, sorumlulukları dışındaki konularla
da ilgilenip hatta kendi imkânlarıyla pek çok turiste yardımcı oluyor-
lar. Mesela, otel arayan, rehberlerini kaybeden turistlere de yardımcı
oluyorlar. Sohbetimiz esnasında telefonlarını şarj eden turistlere ras-
tladık bizde.
Turistler, genellikle nereyi gezeceklerini bilerek geliyorlarmış İstan-
bul’a. Yani öyle nereye gideyim diye sorana pek rastlanmıyormuş
aslında. İstanbul’un pek bilinmeyen güzelliklerini, tarihi köşelerini de
Turizm Zabıtadaki memur arkadaşlar anlatıyormuş. Turizm Zabıta
Amirliği’nin alâmetifarikası, sevimli otomobilleri. Gerçekten bu araç
nereye gitse büyük bir ilgiyle karşılanıyor. Mercedes Smart marka
otomobillerin dizaynı da memurların kıyafeti de, amirliğin ortak
çalışması. Beraberce düşünüp, tasarlamışlar. İnsan trafiğinin çok
yoğun olduğu bu mekânda, Turizm Zabıta Amirliği’nin en büyük
sıkıntısı, mekân gibi görünüyor. Turist trafiğinin yoğun olduğu bu
bölgede, kendilerine ait bir binaya sahip olurlarsa daha da verimli
çalışabilirler. İstanbul gibi muhteşem bir şehre hizmet için çabalayan
Turizm zabıta Amirliğine hizmet yolunda devamlı ve hayırlı başarılar
diliyoruz.
İstanbul BüyükşehirBelediyesi’ninTurizm Elçileri
![Page 24: ibbAilesiSayi36](https://reader036.fdocument.pub/reader036/viewer/2022082212/568bd5dd1a28ab203499fd8b/html5/thumbnails/24.jpg)
22
Bir Günün Hikayesi
Mehmet EzberDokuz yıldır İBB Ailesinde. 2009 yılında Zabıta Komiseri olmuş.
Bahçeşehir Üniversitesi Kentsel Sistemler ve Ulaştırma Yönetimi
bölümü Yüksek Lisans mezunu. Turizm Zabıta Amirliğinin ku-
ruluşundan bu yana Turizm Zabıta Amiri olarak görev yapıyor.
İngilizce biliyor. Bu birimde çalışmanın; çalışan kişiler açısından
kişisel gelişim, yabancı dil ve genel kültür gibi konularda farkın-
dalık oluşturabilmek için uygun ortamlar sağladığını söylüyor.
Muammer TortopPek çok dilde şikâyet formu hazırladıklarını ve bunları turistler-
in hizmetine sunduklarını söyleyen Muammer Tortop, turistler-
in en çok taksi ve fahiş ücretlendirmeden şikâyetçi olduklarını
söylüyor. Sultanahmet Turizm Zabıta Amirliğinde zabıta komiseri
olarak görev yapan Muammer Bey, turizmle ve bilhassa turis-
tlere yapılan sahtekârlıklarla alakalı yayınları da yakından takip
ediyor. Turistlere özellikle, İstanbul’da kullanabilecekleri en kolay
ve en ucuz ulaşım yolları hakkında yardımcı olduklarını söylüyor.
İngilizce, Almanca ve Arapça biliyor. Fiziki şartlarımız düzelirse
çok daha güzel işler yapacağımıza inanıyorum diyor.
Recep TekinYirmi yıldır turistlere rehberlik yapan Recep Tekin Fransızca,
İngilizce, Almanca ve İtalyanca biliyor. “Ne zaman araçlarımızı
kullanmaya başladık hemen dikkat çektik” diyor. Büroda tanıştığı
turistlerle dostluk kurduğu da oluyormuş. Turizm sektöründe dil
bilmek yeterli değil, kültüre de önem vermeliyiz diyor.
Güneş Yüksel“Renkli ve insanlarla içi içe olduğumuz için mesleğimi çok sevi-
yorum” diyen Güneş Yüksel, Arapça biliyor. Orta Doğu kökenli
turistler Güneş Hanımla karşılaştıklarında çok şaşırıyorlarmış. İl-
ginç buldukları içinde beraberce fotoğraf çektiriyorlarmış. 1990
yılından bu yana Büyükşehir Belediyesi’nde görev yapan Güneş
![Page 25: ibbAilesiSayi36](https://reader036.fdocument.pub/reader036/viewer/2022082212/568bd5dd1a28ab203499fd8b/html5/thumbnails/25.jpg)
23
Bir Günün Hikayesi
Yüksel, buradaki görevinden öncede yedi sene kadar Su Ürünleri
Hali’nde görev yapmış. Güneş Yüksel “Turizm konusunda, Tur-
izm Bakanlığından daha çok İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne
sorumluluk düşüyor. Çünkü turistler benim kentimi görmeye
geliyorlar. Belediyemiz de şehrin aynası olduğu için bize daha
çok iş düşüyor” diyor.
Yunus TaşdelenMaliye mezunu olan Yunus Taşdelen, iki yıldan bu yana Turizm
Zabıta Amirliği’nde görev yapıyor. En çok ileri seviyede yabancı
dil kurslarına ihtiyacımız oluyor diyor.
Mükremin BulutDaha önceleri Yoksul Sevk biriminde görev yapan Mükremin
Bulut, görevlerinin en ilginç yönünün farklı kültürlerle tanışmayı
sağlaması olduğunu söylüyor. Turizm Zabıta Amirliği, yabancı
dili geliştirmek için çok iyi bir fırsat. Yabancı dilin yanında pratik
zekâ ve güler yüzle yaklaşımında çok önemli olduğuna dikkati
çekiyor.
Serdar TürkoğluYugoslavya göçmeni olan Serdar Türkoğluy’la karşılaşan turis-
tler çok şaşırıyorlarmış. Tarih bölümünden mezun olan, Serdar
Türkoğlu Sırpça ve Hırvatça biliyor. Serdar Bey, “Değişik kültürle-
rden insanlarla tanışmayı ve konuşmayı sevdiğim için işimi sever-
ek yapıyorum” diyor.
Metin Turan Gürcüce ve İngilizce bilen Metin Turan, ayağını burkmuş bir Ja-
pon turisti otele götürdüklerini ve turistin bundan çok duygu-
landığından bahsediyor. Böyle küçük şeylerin hiç unutulmadığını
ve insanları işte bunların bir araya getirdiğini söylüyor.
![Page 26: ibbAilesiSayi36](https://reader036.fdocument.pub/reader036/viewer/2022082212/568bd5dd1a28ab203499fd8b/html5/thumbnails/26.jpg)
24
Dosya
Sonbahar denince akla sararmış yapraklarla beraber akla hemen
romantizm gelir. Gerçektende o ağır ve uzun sıcak günlerden
sonra sonbaharın hafif rüzgârlarıyla nefes almaya başlar şehir.
Yaz aylarının o rehaveti, yorgunluğu insanın elini kolunu bağlıyor
sanki. Her şey yavaşlıyor. Kızgın güneş altında insanlar sadece
serinlik ve gölge istiyor. Hâliyle işler güçler de geri plana atılıyor.
Ama sonbahar öyle değil. Sonbahar, tabiatın bir nevi uykuya yat-
madan önceki hâline benzetilse de, aslında yeniden bir doğum-
dur. Yeni başlangıçlar, yeni heyecanlar içinde bulunmaz bir
mevsimdir. Yaz aylarının tembelliğinden sonra sonbahar insana
çalışmak için ilham ve güç verir sanki.
Şiirlere, şarkılara da konu olan sonbahar aslında pek de kolay
geçirilecek bir mevsim değil. Vücudumuzda ve ruh ilkimizde
bazı izleri tesirleri de oluyor.
İşte sonbaharın bu zorlayıcı etkisinden kolayca sıyrılabilmek için birkaç tavsiye;• Yürüyüş yapmak için en güzel zamanlar. Hiç üşenmeyin, uzun
ya da kısa gezilerle hem vücudunuzu çalıştırın hem de sonbaharla
beraber değişen doğayı seyredin. Bu yürüyüşler hem aylardır pek
de fazla hareket etmemiş vücudunuzu harekete geçirtecektir.
• Bol bol su için! Su içmek çok eskilerden beri pek çok hastalığın
çaresi olarak görülmüş. İbn Sina’da eserlerinde su içmenin fay-
dalarından bahsetmiş. Pek çok yararının yanında su içmek mev-
sim geçişlerini de kolaylaştırıyor.
• Toprakla uğraşmak bedenimize de ruhumuza da iyi gelen bir
şey. Bu günler de saksılarınızın toprağını değiştirebilir, özellikle
tere, maydanoz, turp gibi bitkileri ekebilirsiniz.
• Hazır ya da paketlenmiş gıdalardan ziyade mevsim sebze ve
meyvelerini tercih edin.
• Şekerli yiyeceklerden uzak durun. Şeker kısa vadede ener-
jimizi yükseltse de sonrasında yorgunluğa neden olur. Şekeri
mümkünse azaltmalı hatta yapabiliyorsak eğer tamamen ha-
yatımızdan çıkarmalıyız.
• Yeni mevsime dinç bir şekilde girmek için, demir ve potasyum
minerali açısından zengin olan yeşil yapraklı sebzeler, kuru yemiş
ve bakliyat ürünlerini kullanabilirsiniz.
• Yeni meşguliyetler, yeni uğraşılar edinin. İnsanoğlu, zor alışıyor
alıştıktan sonra da zor bırakıyor. Uzun günlerle kısa gecelerin
yerini kısa günlerle uzun geceler aldı. İşte sonbahar depresyonu
da denilen bıkkınlık ve can sıkıntısı hâli de bu durumla, güneş
ışınlarının azalmasıyla alakalı. Yaz günlerinin parlak ve uzun gün-
lerinden sonra bazılarımız bir türlü sonbahar günlerine adapte
olamaz. Ancak yeni bir işe başlamak, yeni bir dil öğrenmek gibi
çalışmalar o monotonluğu kırmamıza yardımcı olur. Uyum süre-
cini kolay atlatmamızı sağlayabilir.
• Belki de en güzel önerimiz şu, sevdiklerinizle çokça vakit geçi-
rin ve bol bol gülün…
Tavsiyeler sıralamakla bitmez. Aslında her şey sizde başlar ve biter. Yeni başlangıçlar yapmak siz-in elinizde. Şimdiden başlayabilirsiniz işe…
Sevgi Binnetoğlu - Başkan Danışmanlığı
Sonbahar denince aklıma nedense Eylül ayı gelir. Oysa başka
aylarda vardır, sonbaharda. Eylül de yaşanmışlıklar farklı olduğu
için belki de bizi bu kadar hüzünlendiriyor. Benim hayatımda da
bazı olaylar hep Eylül de yaşandı. O yüzden sonbahar denince
aklıma hüzün gelir. Hayatımın değerlileri sevgilileri babaannem
ve büyükbabam da sonbaharda ebediyete intikal ettiler. Canım
babaannem, hep derdi sen ilkbahar ben sonbahar, hayatıma
düstur edindiğim o kadar sözleri var ki… Hüznün izleri gözlerinde
Sonbahar DeninceAklınızaNe Gelir?
![Page 27: ibbAilesiSayi36](https://reader036.fdocument.pub/reader036/viewer/2022082212/568bd5dd1a28ab203499fd8b/html5/thumbnails/27.jpg)
25
Dosya
saklı olan, sonbaharım, babaannem… gerçi bizim de sonbaha-
rımızın ne zaman olduğunu bilmek mümkün değil.Yaş otuzbeş
yolun yarısı eder, diyen şairimiz Cahit Sıtkı TARANCI’nın 2 yıl
sonra 37 yaşında ölmesi gibi… Düşen her sarı yaprak yazdan bir
şeyler alıp götürüyor, doğanın biraz daha yalnızlaşmasına neden
oluyor, göçmen kuşlarda yalnız bırakıyor bizleri güller açmıyor,
bülbüller yalnız kalıyor, Sonbahar demek yalnızlık demek, hüzün
demek…
“Bir ÖLÜM vefalı, bir de sonbahar…” demiş, zarif düşünceli
rahmetli şair Cahit Zarifoğlu. Öyle ya hiç aksatmaz, yılın hep bu
zamanları çıkıp geliverir hüzün mevsimi Sonbahar. İnsan, kendi
son mevsimini tamamladığında da başka bir âlemin baharında
uyanmak üzere, yapraklar gibi toprağa düşüverir. Sonbaha-
rı hüzün mevsimi kılan, tabiattaki canlıların yerlerini yenilerine
bırakmaları için görevlerinden birer birer terhis edilmelerinin
yanında, dünya ile cilveleşir gibi kıpır kıpır yaşanan bahar ve yaz
mevsimlerinin zevk ve lezzetlerinin peşinden gelen yoğun ayrılık
hissi olsa gerek. Sonsuzluk isteyen yüreğimizi bağladığımız nice
güzelliğin gözlerimizin önünde solup gitmesi, bizi işte böylesine
kasvetli bir ruh hâline iter.Ancak, nasıl ki, ölüm aslında bir son
değil yeni bir başlangıçtır, sonbahar da canlanma mevsimi olan
ilkbaharın cümbüşlerine bir hazırlık dönemidir. Mevsimler içinde
yaşatılarak, tüm bu tazelikler ile ihtiyarlıklar, ölümler ile dirilmel-
er, ayrılmalar ile kavuşmalara şahit kılınıyor, bilhassa sonbaharda
verilen derslerle, ruhumuza her şeyin geçiciliğini asıl bâki olanın
ise Rabbimiz olduğunu anlatılıyor.
Mânâ âleminde sonbahar, belki de yaşattığı hüzün yüzünden
güzeldir. O hüzün ki, dünyadaki “son”ları hissederek, şimdiye ka-
dar elimizden kayıp giden fırsatlar için üzülmemize, nimetleriyle
tattırıldığımız tüm mevsimler için şükretmemize ve kalan öm-
rümüzü diriltileceğimiz bahar uğruna sarf etmemize kapılar ara-
layabiliyorsa, varsın gönlümüze dolup taşıversin.
Fazile Cebeci - Yazı İşleri Müdürlüğü
Sonbahar bana hüznü, renklerden sarıyı, bir şeyin sonunu ve en
çokta şiiri hatırlatır. Çünkü en güzel şiirlerimi hep sonbaharda
yazdım. Sonbaharı neden seversin diye soracak olursanız, buna
cevap vermek gerçekten de kolay değil benim için. Çünkü insan
ruhunun bir parçasıdır sonbahar. Yeryüzüne adım atmış, nefes
alan her canlının bu dünyayı bir gün terk edeceği gerçeği duru-
rken sonbaharı sevmemek ne mümkün? Ölümü çokça hatır-
layınız diyen bir peygamberin ümmeti olarak sonbaharın apa-
yrı bir yeri ve sevgisi vardır içimizde. Baharda yemyeşil, taptaze
canlanan bir tabiatın yaprak yaprak döküldüğüne şahit olursunuz
sonbaharda. Ve her dem vedalaşırız bu hayatla. Biraz korkutucu
olsa da ben ölümü hatırlattığı için severim sonbaharı. Sonbahar
hayatımda, ruhumda, kalbimde çok başka bir yere sahip. Ne
zaman yapraklar sararıp bir bir dökülmeye başlasa, bulunduğum
yere sığamam. Kendimi sokaklara atıp uzun yürüyüşler yaparım.
Sadece görmek yetmez, duymak da isterim bu emsalsiz zaman
dilimini. Rabbimin bize sunduğu renklerin en şahanesidir sonba-
har. Yürekte ölmüş bir sevgilinin hazin öyküsüdür… Benim ha-
yatımda sonbahar, hüznün, sakin bir esintiyle kulağıma fısıldadğı
aşktır. Ta ezelden ruhuma nakşeden HİCRAN!
Bilge Çoban - Encümen Müdürlüğü
Sonbahar bana hüznü çağrıştırıyor. Çünkü sonbaharın sonu
kıştır. Ben, kış mevsimini hiç sevmem. Çünkü büyük şehirle-
rde kış demek çile anlamına geliyor. Oysa güzel bir manzara
eşliğinde kar yağışını seyretmek elbette çok güzeldir, hoştur.
Ben kışın yaşamayı değil de, sadece kar yağışını izlemeyi tercih
ederim! Sonbaharda, yaprakların sararması ve dökülmesi başlı
başına görsel bir şölendir çünkü. Onu yaşamak da güzel. Aslına
bakarsanız her mevsimin kendine özgü bir güzelliği vardır. Fakat
bahar her hâliyle güzeldir. Bir kere kelime olarak batığımızda in-
sanın kulağına ve ruhuna hoş gelir. o yüzden sonbaharın içinde
bir “bahar” kelimesi bulunduğu için severim bu hazan mevsimi-
ni. İlk ya ada son fark etmez benim için. Hayatınızdaki her şeyi
süpürebilirsiniz ancak sonbaharı asla!
![Page 28: ibbAilesiSayi36](https://reader036.fdocument.pub/reader036/viewer/2022082212/568bd5dd1a28ab203499fd8b/html5/thumbnails/28.jpg)
26
Deneme
Dünyanın en güzel ülkesi, şu koca dünyanın neresinde olur-
sa olsun bütün insanların ömürleri boyunca bir kez muhakkak
gittikleri ama yaşarken o ülkenin ne kadar eşsiz olduğunu asla
bilmedikleri, bilemedikleri bir ülkedir. Evet şu dünyada ömür
sürmüş herkesin o ülkeye yolu düşer ömründe bir kez, uzun
uzun konaklar da o ülkede bilemez kıymetini. Sefasını sürer ta-
sasızlığın. O ülkede geçen her an yazılsa satır satır, kayda alınsa
kare kare, filme alınsa uzun uzun, yeridir, bir daha yaşanmaz, bir
daha gidilemez, bir daha uğranmaz, yol düşmez o ülkeye çünkü.
Dünya yansa o ülkede yaşayanlar hep mesuttur. Daima kendis-
ine bir eğlence bulur çünkü. Bulduğu eğlence anı geçiştirmek
için değil, yaşamak içindir, saftır, eğlencenin hasıdır. Küçük, basit
şeylerden mutluluk duyar insan bu ülkede, “saf”, “has” bir mutlu-
luk. Koşmak bu ülkede yaşayanların en sevdiği şeylerden biridir,
yaşadıkları mutluluktan arzın da haberi olsun istercesine.
Dünyanın en güzel ülkesine gidip, yolu oradan geçen bir daha
asla o ülkeye uğrayamaz. O ülkeden geçilip gidildikten sonra
da önce fark edilmez o benzersiz neşenin, tatlı şen kahkahanın
solup bir sepya rengi aldığı. Ayrılırken o ülkeden hep acelesi
vardır insanın, hızlı adımlarla yol alır bir vakit, ancak yorulduğun-
da şöyle bir geriye baktığında fark eder o ülkenin ne kadar ırak,
ufukta kaybolmuş, yıldızlara karışmış olduğunu, vah demek ge-
rekir artık, dizleri dövmek, ağlamak, bir ağıt yakmak yapılabilirse
bu kaybedişe. Şimdi başka şehirleri, ülkeleri görmek isterken
bütün insanlar bir vakitler dünyanın en güzel ülkesine gidip gel-
diklerini bilmezler bile. Dünyanın bütün yükünü tatil öncesinde
bırakıp hafiflediklerini zannedip, büyüklü küçüklü, renk renk, ağır
ağır valizlerle seyahat ederken, aslında bir zamanlar, dünyanın
en güzel ülkesinde ne kadar hafif olduklarını hatırlamazlar. Bu
ülkede yaşarken mutsuz olan da vardır elbette ancak dünyanın
en güzel ülkesinde yaşanan öyle anlar vardır ki yorulup da geriye
bakıldığında hissedilen uzaklık, o anları öyle bir çoğaltır ki vaktini
mutsuzlukla geçiren de koşa koşa geri dönmek ister yapamay-
acağını bile bile.
Seyahat şirketleri tur düzenlemezler bu ülkeye. Yapabilselerdi
bu ülkeye yeniden girişi, sıraya girerdi istisnasız bütün insanlar
kayıt yaptırmak için. Fazla yükleri de olmazdı gidebilseler, döne-
bilseler o ülkeye, sadece daha önce o ülkedeyken kullandıkları
eşyalar, birkaç tane. Aynı eşyaları isterler, aynı insanları ve aynı
olayları acısıyla tatlısıyla. Kol aynı yerden kırılsın, ekmek arası do-
matesi saçları henüz tam ağarmamış yine o dinç anne hazırlasın
istenir bağıra çağıra, aynı arkadaşlarla aynı oyunlar oynansın,
aynı kavgalar edilsin gün batana dek, abinin ödevine yine tam
ortasından çizik atılsın yanlışlıkla, kızların atkuyruğu saçı aynı
yerden çekilsin, gece yarısı aynı kâbus görülsün aynı korkusuz
babanın koynunda uyunsun, aynı yeşil tülbent sarılsın körebe
oynanırken, babaannenin, anneannenin aynı yemeği olsun, aynı
tat, aynı koku, köyde, şehirde nerede nasıl yaşanmışsa, hepsi,
her şey aynı olsun. Dönebilseler ah, gidebilseler dünyanın en gü-
zel ülkesine, çocukluğa.
DÜNYANIN EN GÜZEL ÜLKESİMukadder Gemici / İSKİ Basın Müdürlğü
![Page 29: ibbAilesiSayi36](https://reader036.fdocument.pub/reader036/viewer/2022082212/568bd5dd1a28ab203499fd8b/html5/thumbnails/29.jpg)
27
İçimizden Biri
Sağlıklı, uzun bir ömür sürmek aslında biraz da insanın kendi
elindedir. Vücudumuza zarar verecek besinlerden ve alışkan-
lıklardan uzak durarak bunu başarabiliriz. Zararlı alışkanlıkların
başında da hepimizin tahmin ettiği üzere ‘’ SİGARA ‘’ gelir. Hani
kimimizin arkadaş ortamında, masum bir şekilde başladığı ve an-
lamadan da tiryakisi olduğu sigara! Sigaranın bağımlılık yapması-
na neden olan madde nikotindir. Nikotinin haricinde sigaranın
içinde pek çok zehirli madde daha bulunur. Katran soluduğu-
muz zehirlerin başında gelmektedir. İşte, bir adet sigaranın
içinde bulunan zehirli maddelerden bir kaçı:
• Polonyum - 210 (kanserojen)
• Radon (radyosyon)
• Metanol (füzeyakıtı)
• Toluen (tiner)
• Kadmiyum (akü metali)
• Bütan (tüpgaz)
• DDT (böcek öldürücü)
• Hidrojen Siyanür (gaz odaları zehiri)
• Aseton (oje sökücü)
• Naftalin (güve kovucu)
• Arsenik (fare zehiri)
• Amonyak (tuvalet temizleyicisi)
• Karbon (eksoz Monoksit gazı)
• Nikotin
ve bütün bunlardan başka 3.885 adet başka toksik madde daha…
Bu maddelerin tümü de kanserojen maddedir. Sigaranın vücu-
da verdiği zararları az çok hepimiz biliriz. Pek çok kalp ve ak-
ciğer hastalığı, damar tıkanıklığı, felç ve kanser hastalığının
oluşmasının birinci sebebidir sigara. Etkisi de o kadar hızlı ve
güçlüdür ki; içildiği andan itibaren vücut hemen etkilenmeye
başlar. Nabız yükselir, daha hızlı nefes alınmaya başlanır. Kan
dolaşımı yavaşlar ve sigarada bulunan 3885 çeşit zehirli madde
büyük bir hızla çalışmaya başlar ve vücuda yayılır. Sigara sadece
akciğerleri değil, aslında bütün organları etkiler. Özellikle ağız
kanserinin başlıca sebebidir. Ayrıca diş eti rahatsızlıklarıyla ağız
kokusuna da sebep olur. Sigara içenlerde baş ağrısı da yaygın
olarak görülmektedir. Çünkü ağır kimyasal maddeler içeren siga-
ra beyin damarlarını daraltarak felçlere bile sebebiyet vermek-
tedir. Sigaranın kalbe verdiği zararı ise tam anlamıyla bir yıkım
olarak tanımlayabiliriz.
Yapılan araştırmalara göre sigara tiryakisi erkeklerin %40 ı eme-
klilik yaşına gelmeden hayatını kaybetmektedir. Bu oran sigara
kullanmayanlarda ise %18’dir. Bu kadar iç karartıcı bilgiden sonra
yine de ümitsiz olmamak lazım diye hemen belirtelim. Çünkü
vücuttaki bütün tahribatına rağmen sigara bırakıldığı andan iti-
baren vücut kendi kendini onarmaya başlar. Ve on yıl içinde de,
SAĞLIKLI BİR HAYAT İÇİN
SİGARAYI BIRAKALIMNuray ARDA / Halkla İlişkiler Müdürlüğü
![Page 30: ibbAilesiSayi36](https://reader036.fdocument.pub/reader036/viewer/2022082212/568bd5dd1a28ab203499fd8b/html5/thumbnails/30.jpg)
28
İçimizden Biri
kişi sanki hiç sigara içmemiş gibi eski hâline döner.
Sigara konusunda fazla bilinmeyen bir konu da; sigaranın içenler
kadar içmeyenleri de etkilediğidir. Pasif içicilik özellikle çocuk-
larda çok daha büyük bir risk oluşturmaktadır. Akciğerleri henüz
gelişmekte olan pasif içici çocuklar bu nedenle sık sık kulak -
boğaz enfeksiyonu ile zatürree ve bronşit geçirirler.
Sigarayı bırakmak isteyen tiryakilerin, her halükarda bu alışkanlık-
tan kurtulması mümkündür. Bunun için, öncelikle kararlı olmak
ve iyi bir hazırlık dönemi geçirmek gerekir. Sigara gerçekten de
günümüzde sağlığımızı tehdit eden önemli unsurlardan birisi.
İşte biz de sigaranın tehlikesine dikkat çekmek amacıyla sigarayı
yeni bırakmış, bu uğurda azim ve kararlılıkla ilerleyen içimizden
biriyle İstanbul Büyükşehir Belediyesi Halkla İlişkiler Müdürlüğü
çalışanı Murat Gül arkadaşımız ile konuştuk.
Murat Bey, öncelikle sigarayı bırakma kararınızdan dolayı sizi tebrik ederiz.Sigarayı bırakmaya nasıl karar verdiniz ve bu kararı almanızda neler etkili oldu?Sigaraya bağlı ölümlere şahit oldum. Yakın arkadaşımın akrabası
sigaranın yol açtığı hastalık sebebiyle vefat etti. Ayrıca spor yap-
arken çok çabuk tıkanıyordum. Futbol oynarken de zorlanmaya
başlamıştım. Koşarken çabuk yoruluyordum.
Günde ne kadar sigara içiyordunuz?En az bir paket içiyordum. Bazen, bir buçuk pakete kadar da
çıkıyordu bu sayı.
Sigarayı bırakma konusunda zorlandığınız, sigara krizine girdiğiniz oldu mu hiç? Sigarayı bıraktıktan sonra vücutta bazı değişimlerin olduğu söylenir. Sinirlilik, asabiyet ve kilo alma gibi… Siz de bu belirtiler ortaya çıktı mı?Çıktıysa nasıl baş ettiniz bunlarla?Sigarayı ilk bıraktığımda daha çok kriz geliyordu. Sürekli sigara
içme isteği duyuyor; her şeye sinirleniyor; kendimi mutsuz ve
boşlukta hissediyordum. Bu boşluk dolmayacak gibi geliyordu.
Ama bir yandan da bu olumsuzlukların zamanla geçeceğini de
biliyordum. Sürekli kendime telkinler verdim. Bu arada kilo alma-
ya da başladım. Bu yüzden spora ağırlık verdim.
Özellikle ilk zamanlarda etrafınızdaki kişil-er sigara içerken kendinizi nasıl hissediyor-dunuz, içme isteği duyuyor muydunuz? Öyle zamanlarda sigara içmeyen insanları düşünmeye çalıştım.
Sigara içme isteğinin içmeyenlerle aynı olacağını biliyordum.
Bunun sadece bir istek olduğu konusunda kendi kendime telkin-
lerde bulunuyordum.
Sigarayı bırakmak için tıbbi bir destek aldınız mı? İlaç ya da sigara bırakma danış-ma merkezine başvurdunuz mu?İlk sigarayı bırakmaya karar verdiğim zaman Sağlık Bakanlığı Alo
171 Sigara Bırakma Yardım Hattını aradım. Bir randevu verdiler.
Ama randevu günü işim olduğu için gidemedim. Ama zaten tek
başına yapabileceğimi biliyordum ve tek başıma mücadele et-
tim.
Sigarayı bıraktıktan sonra kendinizde ne gibi değişiklikler hissettiniz?Sigara kokusunun kötü bir koku olduğunu fark ettim. Koku alma
hissim arttı. Yemeklerden daha fazla lezzet alır oldum. Ağız koku-
su olmamaya başladı. Dişlerim daha sağlıklı artık. Ayrıca spor
yaparken zorlanmıyorum. Özellikle halı saha maçı yaparken
kondisyonumun daha iyi olduğunu fark ettim. Sigarayı bırak-
tığımdan beri psikolojik olarak da kendimi daha iyi hissediyorum.
Sigara içenlere ve bırakmak isteyenlere neler tavsiye edersiniz?Sigarayı kesinlikle bırakmalarını tavsiye ediyorum. Ama öncelikle
kararlı olsunlar. Sigarayı bıraktıklarında zaman geçtikçe sigara
yoksunluğunun kalmayacağını ve sigara kokusunun dışarıdan
daha kötü hissedileceğini bilsinler. Kendi kendilerine yapamıyor-
larsa tıbbi yardım alsınlar. Mutlaka çaba harcasınlar. Çünkü siga-
rasız hayat daha renkli!
Sigarayı bırakalı ne kadar oldu?Sigarayı bırakalı şu anda sekiz ay oldu. Şimdi keşke çok daha
önceden bıraksaydım diye düşünüyorum.
Zararın neresinden dönülürse kârdır diyoruz bizde. Söyleşi için
teşekkürler, size sağlıklı uzun ömürler diliyoruz.
Murat Gül arkadaşımız, ilk günlerde zorlansa da sigarayı ha-
yatından tamamen çıkarmış. Gördüğünüz üzere sigarayı bırak-
mak çok da zor değil aslında. Yeter ki insan kararlı olsun. Sigara
tiryakileri haydi dumansız, renkli hayata adım atmak için siz de
acele edin. Lütfen!
Kaynaklar:
www.sigara.gen.tr
www.e-saglikci.net
![Page 31: ibbAilesiSayi36](https://reader036.fdocument.pub/reader036/viewer/2022082212/568bd5dd1a28ab203499fd8b/html5/thumbnails/31.jpg)
29
Kişisel Gelişim
Pelin NARİN TEKİNSOY
Ulaşım Koordinasyon Müdürlüğü
Şimdiye kadar bütün çalışmalar ve söylemler, sınava kadar
ebeveynlerin çocuklarına nasıl davranacağı ile ilgili. Peki, sınav
sonrasında nasıl davranacağınız konusunda da bildiğiniz bir
ipucu var mı?
Sınav sonrasında çocuğun zaten sonucun nasıl geleceği ile
ilgili bir fikri oluyor. Ancak çok emin olduğu sınav sonucuyla
alakalı yanılıyor da olabilir. Ve sonuçta kötü bir sürprizle de
karşılaşabilirler.
O hâlde ne yapacağız?
Güven sağlayın. Gençlik çağlarında duyulan güven, sonraki yıllarda oluşacak
olan güven duygu, düşünce ve davranışlarına yansıyor. Sınav-
da beklenmedik bir sonuç dahi olsa ona olan güveninizin sarsıl-
mayacağından bahsedebilirsiniz. Bu şekilde sergileyeceğiniz bir
davranış, beklenmedik bir sonuç karşısında, yenilmiş, kaybetmiş,
başarısız olmuş, değersizlik gibi olumsuz duygu ve düşünceler-
ini savuşturmayı öğrenmesine yardımcı olacaktır. Kim olumsuz
duygu ve düşüncelerin kendinde yer etmesini ister ki? Herkes bu
durumun üstesinden gelmek ve ileriye adım atmak ister. Bu gibi
hâl ve düşünceler de ebeveynlerin çocuklarına gösterecekleri
davranışlarla yerleşecektir. Onlara nasıl davranacağınızı, kişisel
gelişim seminerlerini takip ederek, konu ile ilgili kitaplar okuyarak
zamanla kazanabilir ve uygulayabilirsiniz. Çünkü aile büyüklerin-
den edineceğimiz bilgiler, gelişen çağda her anlamda değişen
uygulamalar için yeterli olmayabilir.
Ötekileşmesine izin vermeyin!Arkadaşlarının sınavı kazanıp, onun kazanamaması, kendisi-
ni değersiz hissetmesine, ötekileştirilmesine sebep olabilir. Bu
durumun geçici olduğunu ona hatırlatın. Ve ömür denen uzun
yolda sadece 1-2 sene sınavı geçememesinin, onun başarısız
olduğu anlamına gelmediğini ifade edin. Çünkü dikkat ederseniz
hiçbir işyerinde, kişilerin okuldan kaç yılda mezun oldukları veya
kaç sene üniversite sınavına hazırlandıkları sorulmaz. Onun yer-
ine okulu hangi derece ile bitirdikleri daha sık sorulur. Bu yüzden
okuldaki notları önemli olmakla birlikte, neticede kişinin yapmak
istediği işte ne kadar gönüllü olduğuna bakılır.
SINAV SONRASINDA
NE YAPMALI?
![Page 32: ibbAilesiSayi36](https://reader036.fdocument.pub/reader036/viewer/2022082212/568bd5dd1a28ab203499fd8b/html5/thumbnails/32.jpg)
30
Kişesel Gelişim
Motive edin!Her yetişkin gibi ergenlerinde sürekli aynı sözden motive ol-
ması ne kadar gerçekçi olabilir ki? Bazen olumsuz ifadeler in-
sanın başarıya ulaşmasında hırs yapmasına sebep olabilir. Fakat
aynı olumsuz ifadeleri, sürekli duymak, bir yere ulaşmak için her
zaman ne kadar kolaylık sağlayabilir? Gençlerimizin motive ola-
bilmesi için onları nasıl ödüllendiriyoruz? Ödül-ceza sistemimiz
ne kadar yaratıcı? Aynı sıklıkta, aynı kelimelerle ve aynı şekilde
iltifat alan biri, kanıksadığı bu durum karşısında ne kadar motive
olabilir? Buradan çıkarılacak kısa sonuç: Herkesin motive olma
şeklinin farklı olduğudur. Motive olmak; genelde kişilerin içinde
bulundukları duygu durumları ve düşünce kalıpları ile ilgilidir.
Bu yüzden sınav sonrasında söyleyeceğiniz bir olumlu cümle
tam tersine onu olumsuz da güdüleyebilir. Esas önemli olan
çocuğunuzla olan ilişkinizdir. Bu durumu önemsiyorsanız, duru-
mu daha iyi hâle getirmek için seminerlere katılabilir, yaklaşım-
larınızı onu olumlu şekilde davranacak hâlde değiştirebilirsiniz.
Sınav sonrasında kendisini motive etmesi mümkün olmayabilir.
Bazen dış kaynaklı motivasyona da ihtiyaç duyabilir. Güzel bir
söz, küçük bir hediye, olumlu bir tutum da çocukları motive
edebilir. Fakat hediyelerde de aşırıya kaçmamak gerekir. Önce-
likle çocuğunuzu can kulağı ile dinleyip, gerçekten ne iste-
diklerini anlamaya çalışmalısınız.
Kıyaslamayın!Ebeveynler, öğretmenler, veliler ve tüm yetişkinler olarak başka-
larını örnek vererek çocuğunuzu motive etmeye çalışmayın. Bu
ters tepen yegâne davranış biçimidir. Çünkü herkes yeryüzünde
bir tanedir, özeldir. Sizin çocuğunuzun sahip olduğu yeteneklere
de örnek verdiğiniz kişi veya kişiler sahip olmayabilir. Siz bun-
ları bilmeden bu şekilde davranırsanız birbirinizle olan iletişim
kazalarına da sebep olabilirisiniz. Kısacası, başkalarını örnek
vererek kıyaslamada bulunmak, onları motiveden çok demor-
alize edecektir. Bunun yerine onun her şeyin üstesinden gele-
bilecek kabiliyette olduğuna inandıracak sözler kullanabilir, bu
şekilde davranışta bulunabilirsiniz. İnanın, bu davranış şekli, on-
ları başkalarıyla kıyaslamaktan çok daha etkilidir. Aynı zamanda
başkalarının yanında, her zaman yapmadığınız aşırı övgü ya da
eleştiri de onların kafasını karıştıracaktır. Övgü ve eleştirinizin
dozu aşırıya kaçmamalıdır.
Son olarak; biz velilerin, gelecekle ilgili karamsar olması,
gençlerin dalgalanan ruh hâlini daha da olumsuz bir hâle
dönüştürebilir. Gelecekte her zaman yeni bir seçenek ve umut
vardır. Lütfen geçmişteki kötü deneyimlerinizin önünüzdeki
güzel günleri tıkamasına izin vermeyin. “Gün doğmadan neler
doğar” sözünü hep hatırlamanız dileğimle…
![Page 33: ibbAilesiSayi36](https://reader036.fdocument.pub/reader036/viewer/2022082212/568bd5dd1a28ab203499fd8b/html5/thumbnails/33.jpg)
31
Deneme
YAĞMURLU BİRİSTANBUL SABAHINA UYANMAK
Hasan KÖKMEN / Tarihi Çevre Koruma Müdürlüğü
Sabahın henüz ilk saatleri! Yağmurlu bir İstanbul sabahına açıyorum gözlerimi... Gökten sağanak sağanak
rahmet yağmakta... Kaldırıyorum yüzümü yağmura doğru ve bakıyorum gökyüzünün o muhteşem gü-
zelliğine... Islatıyor rahmet damlaları yüzümü... Aslında ıslanan sadece yüzüm değil bunu anlıyor ve dalıyo-
rum yine düşüncelere... Kurumuş çoraklaşmış gönülleri de ıslatır yumuşatır mı diye geçiriyorum aklımdan.
Yüzüm ıslanırken ruhumda ıslanıyor hissediyorum. Çoraklaşmış gönüllere tesir etmesi için yalvarıyorum
Yaradana. Tabi önce kendi nefsim adına yalvarıyorum. Gölümdeki tüm kirli duyguların silinmesi için bu
yalvarışım. Rahmet damlaları bu konuda yardımcı olacak bana bunu çok iyi biliyorum...
O denli kirlenmiş ki günümüzde her şey. Sadece insani duygular değil kirlenen; çevre, deniz, hava yani
dünyamızın tamamı. Belki de yağan bu yağmurların dünyayı da temizlediğini düşünerek daha bir seviyo-
rum yağmur damlalarını. Nasıl sevmeyeyim ki? Yağmur sonrasında yağmur damlaları ile güneşin aşkından
oluşan gökkuşağı bir yana o mis gibi gelen toprak kokusu yeryüzünün temizlenip güzelleştiğine ilahi bir
işaret sanki. Yağan her yağmurdan sonra içime dolan o ferahlık ve o tarif edilemez mutluluk karşıladı beni.
Bir tarafta yağmur öbür tarafta ben. Ahmak olmaya da razıyım bu sabah. Yeter ki hissedeyim o ilahi rahmeti
tenimde.
Her bir yağmur ve kar tanesinin bir melek tarafından yeryüzüne indirildiği aklıma gelince daha çok
yüzümde hissetmek istiyorum o rahmet damlalarını. Bu büyük haz yavas yavas yeni başlayan günün telaşesine
bırakırken yerini, üzerimde rahmet damlalarından bir izle başlıyorum yepyeni bir güne. Yüreğimde tıka basa
umutla ve her yönüyle tertemiz bir dünya hayaliyle birlikte...
![Page 34: ibbAilesiSayi36](https://reader036.fdocument.pub/reader036/viewer/2022082212/568bd5dd1a28ab203499fd8b/html5/thumbnails/34.jpg)
32
Deneme
Serzenişler bıraktı beni çıkmaz sokağın ortasında. Umutlar aradı hep ellerim ölmüşlerin
gölüne atılan bir olta misali boşlukta. Neredeydi onlar, o heyecanlar, taze yarınlar. Ne vakit
benim diyeceğim, sadece bana ait olduğuna inanacağım bakir hayalden doğma gerçekler.
Öğrendim, anlattılar bana her şey diyebileceğim bir çok şeyi. Uzak kentlerden bir fısıltı
sessizliğinde düştü yüreğime. Gecekondu misali ansızın, teklifsiz inşa edilen tüm gerçek
sanılanlar, bir arzunun arkıymış besbelli. Bu kaç asırlık hülya imiş bilinmez.
Kaçışları yaşa hey gönlüm, aklım. Rehberi olan yollara düş, sahibi olan kervansaraylara.
Güven dost bildiklerine, sarıl yaren dediklerine, nur ol seni ışık görenlere. Evet ideallerin
uğrunda ölme ama meczup ol gaye edindiklerin için. Unutma! Dünya bir kibrit çöpünün
yanmasıyla başlayan bitişine denk vakitten ibaret. Güzel, tarihe şayan yarınlar için bugün-
lerin açlığını doyur, gider susamışlığını.
..........................
..................................................
Yitmeye hazırlanıyorum sanki gitmeye... Fenomen diyarından göçmeye.
Böylesine munis kabulleneceğimi muhayyileme inandırmak kabil değil yüreğime lakin
hazırım ben gitmeye, belki de yitmeye.
Edası mefruz her şey yapıldıysa ne ala; toprak olmaya hasretle yanan gönüller için...
Lakin!!!
.....................................................................
Hadi... duruyor muyuz? Secdeye kapanmak için kutsal bildiğimiz bu günler vesilemiz
olmalı.....
.............................................................................
.............................................................................
Öyleyse hadi sizinle bir düş kuralım ve diyelim ki:
İsyan gömleği giymenin arefesindeyim. Galeyanlardayım yine her dem olduğu gibi.
Vaftize sebep aramaktayım sırtımdakilerden silkinmek için.
Arzularım çarpışmakta, beklentilerim nisbetinde. Hayat beni oyalamakta, belki de hayallerimi
tehir etmekle. Roller üstlendiriliyorum başroller; belli ki asıl rolüme ramak kala daima!
Asli stilime gayb fani olmaktan ürkmekteyim. Bir hatam mı var da beklemede kalmaktayım
Ya Rabb! Müsaade et hissedeyim Ey Rabb!
Senin zikrine meftun olurum Ey Gaffar! Bilmem gerekenleri bildir bana; yaşamam lüzum
gelenleri yaşat yürek duvarlarıma..
Şükrüne mecbur olduğum! Hamdına yandığım! Zikrinle muhatab kıl zavallı yüreğimi...
İsyan günlerime inat mahcubiyet yaşat yürek duvarlarıma. Duy iniltilerimi, sessiz
çığlıklarımı: Ki ben insandan öte kul olayım kul!...
YÜREK DUVARLARIMEmire Mine EMİRZADE / Mezarlıklar Müdürlüğü
![Page 35: ibbAilesiSayi36](https://reader036.fdocument.pub/reader036/viewer/2022082212/568bd5dd1a28ab203499fd8b/html5/thumbnails/35.jpg)
33
Maalesef Zülfü Livaneli kitapları konusunda tarafsız kalamaya-
cağım! Okuduğum Livaneli kitaplarının tadı damağımda kal-
mışken, raflarda yeni kitabını görünce büyük bir heyecan duy-
dum. İşte kitabı gördüğüm o günde ne yazmış, neyi anlatmış
diye araştırmadan hatta arka kapağını bile okumadan direkt
kasada buldum kendimi. Livaneli’nin yeni romanı “Kardeşimin
Hikâyesi” de polisiye kurguya sahip bir roman. Yazar, bu sefer
kıdemli okurlarına bu sefer ters köşe yapmış anlaşılan. Bu sefer
kahramanımız, dokunamama hastalığına yakalanmış, duygu-
ları olmayan bir adam. Kahramanımız üzülmüyor, kıskanmıyor,
korkmuyor, hiçbir şey hissedemiyor. Kitap genel olarak “Duygu-
larımız olmasa, hayat daha mı kolay olurdu” sorusunun etrafında
dönüyor. Romanın içeriğinden de bahsedelim biraz. Hikâyemiz
bir balıkçı köyünde güzeller güzeli Arzu’nun kendisinden yaşça
büyük eşinin sergisi için evlerinde verdikleri partiden sonra bir
cinayete kurban gitmesiyle başlıyor. Gazeteci bir kızın da işin
içine karışmasıyla, bu köyde kadının komşusu ve arkadaşı olan
bir adamın yanına gelmesiyle devam ediyor. Olayı soruşturup
güzel bir haber yakalama arzusu kızı tamda bin bir gece ma-
salının içersine hapsediyor. Gazeteci kızla beraber okuyucuda
anlatılacak hikâyenin peşine düşüyor âdeta. Derken fark et-
meden sorular yumağı içinde buluyorsunuz kendinizi. Nedir bu
aşk hikâyesi sonu ne olmuştur? Ne okuyorum ben? Sorular arka
arkaya geliyor. Okuyucuyu böylece etkisi altına alıveriyor işte ya-
zar. Kitapta bir terslik var ki siz de fark edeceksiniz bunu, bir ci-
nayet romanı diye elinize aldığınız kitap, derken bakıyorsunuz ki
bir zaman sonra yazarın ve kahramanların da ifade ettiği gibi tam
bir kara sevda hikâyesine dönüşüyor. Ama emin olun, sayfalar
ilerledikçe göreceksiniz ki, katilin kimliği bu romanın asıl “gizemi”
karşısında küçücük bir detay olarak kalacak… Hatta katilin kim-
liğini öğrendiğinizde çok da önemsemeyeceksiniz. Gerçi baştan
beri katilin kim olduğu ilmek ilmek işlenmiş satırlara. Ancak siz bir
aşk hikâyesine yoğunlaştığınız için cinayeti pek de önemsemi-
yorsunuz. Sonuç ta ne mi oluyor? Her şeyi açıklayan bir karar
yazısıyla bitiyor roman. Aslında daha fazla detay anlatmamak için
kendimi zor tutuyorum. Ama her şeyi söylersek işin tadı da kaçar
değil mi?
Sözün özü Livaneli yine yapmış yapacağını! “Kardeşimin Hikâye-
si”ni Kitap kurtlarına şiddetle tavsiye ediyorum.
Kardeşimin Hikâyesi
Zülfü Livaneli / Doğan Yayınları / 330 sayfa
“Mantıksız gibi geliyor ama o sabah uyandığımda tuhaf bir haber alacağımı biliyordum. Karadeniz’in lacivert dal-
galarıyla baş başa kalmış olan bu ıssız köyde geçen her gün birbirinin aynısı olduğu için buradan insanların heye-
canla konuşacağı olaylara pek rastlanmazdı. O günün de ötekiler gibi sessizce akıp gitmesi gerekirdi ama galiba
başka şeyler olacaktı. O mahmur sabah saatlerinde bir cinayet haberi alacağımı bilmiyordum elbette ama bir
haber gelecekti. Daha yataktan çıkmamıştım, gözlerim kapalıydı, arkalarında fosforlu çizgiler bırakarak yıldırım
hızıyla ilerleyen mor tavşanları izliyordum.”
Kardeşimin Hikâyesi sayfa 11
Seda ÇALIMFİDAN / Yazı İşleri Müdürlüğü
Kültür Atlası
![Page 36: ibbAilesiSayi36](https://reader036.fdocument.pub/reader036/viewer/2022082212/568bd5dd1a28ab203499fd8b/html5/thumbnails/36.jpg)
34
II. Dünya Savaşının tüm acımasızlığı ile hüküm sürdüğü, yokluk
yıllarının Türkiye’sinde tarih 1941’İ göstermektedir. “Mükellefiyet
Kanunu” gereği Zonguldak’taki 16 - 65 yaş arasında her erkek
kömür madeninde çalışmak zorundadır. Madende çalışmak
istemeyip kaçanların jandarma zoru ile yakalanıp adeta köle
gibi madene zorla götürüldüğü, yokluğun sefaletin ve fukara
hastalığı veremin kan kusturduğu bir ortamda iki romantik şair
Rüştü Onur ve Muzaffer Tayyip Uslu ise hayatın anlamını şiirde
aramaktadırlar. İki kafadarın en büyük hayali de dönemin en
önemli edebiyat dergisi olan Varlık’ta şiirlerinin yayınlanmasıdır.
Her ay umutsuzca şiirlerini gönderip, Varlık dergisinin yayınlanan
son sayısını heyecanla beklemektedirler.
O dönemde Zonguldak Çelikel Lisesi’nde Edebiyat Öğretmeni
olarak görev yapan Behçet Necatigil ise onları anlayıp dertleri
ile hemhal olan tek insandır. Genç şairler şehrin ileri gelenlerin-
den Zikri Bey’in kızı Suzan’ı görür görmez çok beğenirler ve bir
iddiaya girerler...
Her ikisi de bir şiir yazacak ama şiirin altına isimlerini yazmaya-
caklardır. İmzasız şiirler Suzan’a sunulacak; böylece hangisinin
daha iyi bir şair olduğuna Suzan karar verecektir.
Suzan’ın ailesi, kızlarının hastalığın pençesinde kıvranan bu iki
genç ile yakınlık kurmasına karşı çıksa da üçlünün arkadaşlıkları
her geçen gün gelişir hatta Muzaffer’in Suzan’a olan aşkı daha
da artar.
İki kafadarın yeni projesi madenlerdeki dramı ortaya koyan bir
tiyatro oyunu yazıp sahnelemektir. Rüştü bu oyuna öyle çok
inanmıştır ki gecesini gündüzüne katarak yazmaya çalışır ama
temize çekecek daktilosu yoktur. Bir günlüğüne Muzaffer’in iş
yerinde bulunan daktilo’yu ödünç alamaya karar verirler. Gece
karanlığında mum ışığında çalışırken dikkatsizlik sonucu daktilo
balkondan aşağı düşer ve parçalanır. Bu dikkatsizliğin bedelini
Muzaffer işinden kovularak öder. Bin bir zorlukla karşılaşsalar
da sonunda oyunu yazarlar. Artık sıra oyunun sahnelenmesine
Şiir gibi bir film; Kelebeğin RüyasıÖznur ŞAN / Halkla İlişkiler Müdürlüğü
“aşk en güzel bahanesidir şiirin”
Kültür Atlası
![Page 37: ibbAilesiSayi36](https://reader036.fdocument.pub/reader036/viewer/2022082212/568bd5dd1a28ab203499fd8b/html5/thumbnails/37.jpg)
35
gelmiştir. İki genç şair, Suzan’ın da projeye dâhil olmasını çok
ister ancak prova yaparlarken ansızın Suzan’ın babası çıka gelir
ve iki genci de tehdit eder.
Günler günleri kovalarken Rüştü’nün rahatsızlığı ciddileşir ve
tek çaresi Heybeliada sanatoryumunda tedavi olmaktır. Behçet
Hoca, Rüştü’yü alarak Heybeliada’ya götürür ama kapıdan bile
içeri sokulmazlar çünkü sıra vardır. Umutsuzca eve dönmek
üzere iken tesadüfen başhekimin arabasını görüp durdururlar.
Behçet Hoca güç bela başhekimi ikna eder. Rüştü burada kıs-
men sağlığına kavuşurken aynı zamanda kendi gibi veremli bir
kız olan Mediha’ya âşık olur.
Rüştü tedavi olurken, Suzan ile Muzafferin gizli buluşmaları de-
vam eder. Bir gün Suzan Muzaffer’den bir iyilik ister. Yeraltını
çok merak ettiği için madene inmek istemektedir. Muzaffer ilk
başlarda bu fikre sıcak bakmasa da Suzan’ın ısrarlarına dayana-
mayarak kabul eder. İşçi kıyafetleri giyip yüzlerini kömür karası
ile kamufle ederek madene inerler. İyi koşullarda yetişmiş Su-
zan’ın umduğu şey neydi bilinmez ama aradığı şeyi orada göre-
mez. Yerin altında sadece ve sadece sefalet ve tükenişten başka
hiç bir şey yoktur. Böylesine korkunç bir ortamı kendi gözleri
ile görmesi Suzan’ı fazlası ile rahatsız eder. Bir an önce oradan
kurtulmak isterken bit aramasına takılır ve yakalanırlar. Bu olayı
duyan Suzan’ın babası öfkeden küplere biner. Suzan olaydan bir
tokatla kurtulurken, Muzaffer ise bir araba dolusu dayak yer. Bu
olaydan sonra Muzaffer ile Suzan kati surette bir daha görüşe-
mezler. Muzafferin sağlığı her geçen gün bozulur ve Heybe-
liada sanatoryumuna tedavi olmaya gider. Heybeliada her iki
şair için adeta cennet gibidir. Bir yandan iyi beslenip sağlıklarını
düzeltirlerken öte yandan onlarca daktilo arasında istedikleri
gibi yazabilmektedirler. Muzaffer, Suzan’a düzinelerce mektup
yazmasına rağmen cevap alamamaktadır. Rüştü ise Mediha ile
olan muhabbeti ilerletmiş keyfi yerinde günler sürer iken Medi-
ha’nın taburcu olması güzel günlerin sona ermesine neden ola-
caktır. Rüştü, Mediha’ya evlenme teklifi eder ama Mediha kabul
etmez. Tedavi süreçlerini tamamlamadan hastaneden ayrılırlar.
Rüştü, Mediha’yı evlenmeye ikna eder. İstanbul’da yeni umutlar
devşirmek için çabalarsa da sefalet enselerinden ayrılmaz. Me-
diha’nın ölümü ile Rüştü yıkılır. Günlerce bir odanın içersinde
kan kusarak şiir yazarlar. Önce Rüştü sonra Muzaffer hayata gö-
zlerini yumar.
…
Kültür Atlası
![Page 38: ibbAilesiSayi36](https://reader036.fdocument.pub/reader036/viewer/2022082212/568bd5dd1a28ab203499fd8b/html5/thumbnails/38.jpg)
36
Modern dünya, insanı gerçekten de çok yoruyor. O yüzden de
insan sürekli olarak şehirden kaçmayı, uzaklaşmayı arzu ediyor.
İşte Maşukiye, bu hayallerimizi gerçekleştirebileceğimiz şirin bir
yer. Hem şehre çok yakın hem de havasıyla, yeşiliyle tabiatın
içinde bir yer. Arkadaşımız Şeyma Tepekıran bu güzel beldemizi
tanıtıyor.
İstanbul’a yaklaşık 120 km uzaklıkta olan Maşukiye bizim huzur
bulduğumuz mekânlardan birisidir. Ne zaman bu güzel beldeye
gidiversek, Yeşili, havası, kuş sesleri ve dereden akan su sesiyle
ruhumuz tazelenir. Maşukiye’nin adı âşık anlamındaki “maşuk”
kelimesinden gelir. Doğal güzelliklerinden dolayı âşıklar diyarı
olarak adlandırılır. Özellikle son birkaç senedir çok revaçta olan
Maşukiye’ye bu ilginin kuşkusuz en önemli nedeni ulaşımının
son derece kolay olması. Çünkü İstanbul’dan çıktıktan sonra bir
buçuk saat gibi bir sürede Maşukiye’ye varabiliyorsunuz. Maşu-
kiye’ye ulaşmanın en kısa yolu ücretli otoyoldan geçmek. İzmit-
Adapazarı yolundan ilerleyip İzmit (Doğu) sapağından girdikten
sonra etrafı yemyeşil, sağlı sollu et-mangal ve alabalık lokanta-
larıyla dolu bir yol karşılar sizi. Maşukiye demek biraz da alabalık
demek. Zaten buranın bir adı da alabalık vadisi.
Yazı ve Fotoğraflar: Şeyma TEPEKIRAN
Hafta Sonu Şehirden Kaçmak İçin Güzel Bir Neden; Maşukiye
Gezi
![Page 39: ibbAilesiSayi36](https://reader036.fdocument.pub/reader036/viewer/2022082212/568bd5dd1a28ab203499fd8b/html5/thumbnails/39.jpg)
37
Gezi
Maşukiye’nin tarihi 19. yüzyıla kadar biliniyor. Rivayetlere göre
1860’lardaki Rus ihtilalini engellemek için bölgeye Çerkez asıllı
bir grup gelir. İşte bu grubun arasında bulunan Murat Bey’in
Maşukiye’nin kurucusu olduğuna inanılıyor. 1987 yılında bele-
diye statüsüne geçen Maşukiye’nin kuzeyinde Sapanca gölü,
Güneyinde ise Kartepe ve Samanlı dağları bulunmaktadır. Mar-
mara Bölgesi’nin en önemli mesire yerlerinden sayılan Maşu-
kiye’de Sapanca Gölünün çevresinde bir adet yürüyüş parkuru
ayrıca çok sayıda alabalık restaurantları ile çay bahçesi bulun-
makta…
Maşukiye denilince akla ilk gelen şey balık. Özellikle de kiremitte
alabalık çok revaçta. Ama balık sevmem diyorsanız, bu beldeye
has fırında mantar ve güveçte köy peyniri ya da yayla kahvaltısını
tavsiye ederiz. Meşhur hediyelik dükkânlar ise Maşukiye’nin mey-
danında yer alıyor. Ancak çoğunu Eminönü’nde gördüğüm için
bana pek de ilginç gelmediler doğrusu. Ancak özellikle ahşap
eşyalar çok ilgi çekiyor burada.
Yemek içmek güzel hoş da Maşukiye’ye gelip de Kirazlı Yaylasına
çıkmamak hiç olmaz! Kirazlı Yaylası aslında büyük bir piknik alanı.
Ancak manzara seyretmek için de çok ideal bir yer. Çünkü inanın
bu alandan bölgeyi ve Sapanca Gölü’nü seyretmeye doyum
olmuyor.
Sapanca Gölünde yüzmenin yanı sıra su kayağı yapılabiliyor.
Ancak Maşukiye’ye insanlar spordan ziyade dinlenmek ve huzur
bulmak için geliyorlar. Maşukiye’nin bir diğer görülmesi gereken
köşesi de çiçek seraları. Çiçekler yörenin hayatını öyle etkilemiş
ki, sokaklara da çiçek isimleri verilmiş. Kartepe’yi arkamızda
bırakıp bu kez de sapanca gölü kıyısına uzanıyoruz. Gölde su
kayağı yapılabiliyor. Ayrıca yüzmek isteyenler de göle girebiliyor.
Ama Maşukiye spordan ziyade dinlenmek ve huzur bulmak
isteyenlerin tercihi gibi görünüyor.
Maşukiye’nin önemli bir özelliği de tüm sokak isimlerinin çiçek
adları olması. Belediye ilk kurulduğunda sokaklara Maşukiye
Çiçekçilik’ten alınan listeye göre menekşe, papatya, oya ağacı
sokak, küpe çiçeği caddesi gibi isimler verilmiş.
Son söz olarak size tavsiyem, eğer kendinizi yorgun, bitkin
hissediyor; huzur bulmak biraz kafanızı dinlemek istiyorsanız
Maşukiye işte tam da size göre bir yer.
Nasıl gidilir?
İSTANBUL - MAŞUKİYE 158 KM
*ÜCRETLİ OTOYOLDAN İZMİT YÖNÜNE DOĞRU GİDİLİYOR
*SAPANCA ARİFİYE SAPAĞINDAN GİRİLİYOR
![Page 40: ibbAilesiSayi36](https://reader036.fdocument.pub/reader036/viewer/2022082212/568bd5dd1a28ab203499fd8b/html5/thumbnails/40.jpg)
38
Beyaz Öyküler
Öylesine Bir SohbetDaha önceden de Beyazmasa’yı duymuştum ama ne yaptıklarını
çok da iyi bilmiyordum açıkçası. Sadece şikâyet yapılan, dilekçe
yazılan bir yer olarak kalmış aklımda. Beyazmasa’nın ne demek
olduğunu ancak orada çalıştıktan sonra anlayabildim. İşe yeni
girdiğim zamanlardı. Sıcak bir sonbahar günü, yirmili yaşlarının
sonunda, ancak çok yıpranmış, çok sıkıntılar çekmiş bu nedenle
de hayli yaşlı gösteren bir hanım sessizce masamın önündeki
koltuğa ilişti. Yumuşak ancak duyulur bir sesle konuşuyordu. İste-
diği bilgileri toparlarken bir taraftan da sohbet etmeye başladık.
Kadıncağız konuşurken bir ara, annemin de yaşadığı bir ra-
hatsızlığın belirtilerinden bahsetmeye başladı. Fakat öyle çok da
önemsemeden konuşuyordu. Yokluktan bir türlü doktora gitm-
eye fırsatı olmamıştı. Yeşilkartın kullandığı senelerdi, ancak ne
yazık ki bu kadıncağızın yeşilkartı da yoktu!
Dedim ya, Beyazmasa’nın nasıl bir yapısı olduğunu o zamanlar
daha kavrayamamıştım. Konuşurken bir ara ben, kadına say-
dığı belirtilerin ciddi bir şey olabileceğini söyledim. Ve sonra da,
Kadın Sağlığı Merkezinden kadıncağız için bir randevu aldım.
Ama Allah biliyor ya, bunları öyle çok da içten, düşünerek yap-
madım. Öylesine gelişmişti her şey. Kadıncağızın işini halledip
yolcu ettikten kısa bir süre sonra da unutup gittim zaten olan-
ları. Derken birkaç hafta sonra bu hanım yine geldi, beni buldu.
Duygulu, ağlamaklı bir şekilde konuşmaya başladı. Öylesine his-
li konuşuyordu ki, gerçekten de bir şeye çok minnet duyduğu
belli oluyordu. Buraya kadarını anlamıştım. Ama gerisi kocaman
bir boşluktu benim için. Kime ve neden minnet duyuyordu, işte
bunu bir türlü anlayamıyordum. Kadın bazen ağlıyor bazen
konuşuyor ve sürekli olarak teşekkür ediyordu. Nihayet biraz
yorgun düştü ve sonunda sustu. Sonra da kesik kesik hikâyesini
en başından anlattı. Beyazmasa’ya aslında çok farklı bir nedenle
geldiğini fakat benimle konuştuktan sonra hiç düşünmediği hâl-
de muayene olduğunu ve kanser hastası olduğunu öğrendiğini
anlattı. Şükürler olsun ki, hastalığın daha ilk evreleriydi ve
ilerlemeye başlamamıştı henüz.
İşte o gün benim için Beyazmasa’ya da, yaptığım işe de bakışımın
değiştiği gündür. Öylesine sıradan bir sohbet, bir insanın hayatını
nasıl etkileyebilir işte o gün bunu da öğrendim.
YUNANİSTAN’DAKİ KAÇAKLARBiri genç, diğeri orta yaşlı iki sinirli kadın koltuklara sertçe kurulup
hemen konuşmaya başladılar. “Her yere başvurduk. Hiçbir şey
olmadı. En sonunda size geldik. Bu işi artık siz çözeceksiniz!”
dediler. Öyle sinirliydiler ki, beni dinlemeyip arka arkaya hep
bunları tekrarlayıp durdular. Sorularla konuyu anlamaya çalıştım.
Fakat soru sorulmasına daha da sinirlendiler. Cevap vermek bir
yana bağırıp çağırmaya da başladılar. Fakat meseleyi anlamadan
nasıl çözüm bulabilirdim ki? Diller döküp, konuşmamız gerek-
tiğini anlatmaya çabaladım. Bayağı bir uğraştıktan sonra nihayet
meseleyi öğrenebildim. Meğerse gelenler, ana-kız imiş. Evin
babası Yunanistan’a kaçak olarak girmeye çalışırken, sınırda ya-
kalanmış ve hapse atılmış. İşte bu ana-kız günlerdir İstanbul’da-
ki Yunanistan konsolosluğunun önünde bekleyip, içeri girmek
için uğraşıyorlarmış. Ancak girmek şöyle dursun kimse yüzlerine
dâhi bakmamış, ilgilenmemiş üstelik bir de kovmuşlar da. O
olayın verdiği sinirle de, konsolosluktan doğruca bize gelmişler.
Konunun bizimle hiçbir alakası yoktu ancak yine de bir şeyler
yapmaya çabaladık. Önce hanımları sakinleştirdik, sonra da Dış
İşleri Bakanlığı ile irtibata geçtik. Daha sonra da bakanlığın verdiği
bilgileri artık yumuşamış ve bir hayli mahcup vaziyetteki hanım-
lara ilettik. Teşekkür edip, girişlerinin aksine sessizce bürodan
ayrıldılar.
![Page 41: ibbAilesiSayi36](https://reader036.fdocument.pub/reader036/viewer/2022082212/568bd5dd1a28ab203499fd8b/html5/thumbnails/41.jpg)
39
Aramızdan Ayrılanlar
VEFATÇalışma arkadaşlarımızdan, Sosyal ve İdari İşler Müdürlüğünden
Kadir ÖZVEREN ile İtfaiye Daire Başkanlığı’nda görevli
İbrahim BOZKURT Hakk’ın rahmetine kavuşmuşlardır.
Büyükşehir Ailesi olarak Kadir ÖZVEREN ve İbrahim BOZKURT’a
Allahtan rahmet, aile ve çalışma arkadaşlarına da sabırlar dileriz.
EMEKLİZeliha HAYAL - İstanbul Darülaceze Müdürlüğü
Nüzhet Cevdet MÜFTÜOĞLU - Planlama Müdürlüğü
Adem ACAR - 1.Hukuk Müşavirliği
Mehmet KILIÇ - Anadolu Yakası Yol Bak. ve Onr.Müd.
Nurettin YILDIZ - Anadolu Yakası Yol Bak. ve Onr.Müd.
Abdülkadir KARAAĞAÇLI - Avrupa Yakası Yol Bak.ve Onr.Müd
Havva SULA - Stratejik Gelişim Müdürlüğü
Nusret Filiz KUTLAR - Şehir Tiyatroları Müdürlüğü
Yavuz Selim ÖZBUDAK - Zabıta Daire Başkanlığı
Turgut ARSEVEN - Şehir Tiyatroları Müdürlüğü
Figen OĞUZTURGUT ÖZTÜRK - Engelliler Müdürlüğü
Ratip AYRILMAZ - Boğaziçi İmar Müdürlüğü
İsmail Gürol UĞURLU - Avrupa Yakası Yol. Bak. ve Onr. Müd.
Barbaros ARDIVAR - Kent Orkestrası Müdürlüğü
Yusuf EVLİYAOĞLU - Zabıta Daire Başkanlığı
Necip IŞIK - Zabıta Daire Başkanlığı
Bayram ÖZKAL - Makine İkmal Müdürlüğü
Aytekin AKGÜMÜŞ - İtfaiye Daire Başkanlığı
Ali ATAŞ - Levazım ve Ayniyat Müd.
Hayriye BAŞ - Anadolu Yak. Park ve Bahçe. Müd
Erol YENİCE - Makine İkmal Müdürlüğü
Nuri TORAN - İnsan Kaynakları Müdürlüğü
Vasfi GÜLER - İtfaiye Daire Başkanlığı
Saadettin ÖZKAÇAR - Avrupa Yak. İtfaiye Müdürlüğü
Abdülselam GENÇ - Su Ürünleri Hali Müdürlüğü
Yılmaz ÇALIK - Su Ürünleri Hali Müdürlüğü
Muhsin GÜRKAN - Mezarlıklar Müdürlüğü
Abdülselam AÇIK - Avrupa Yakası Park ve Bahçe.Müd.
Ramadan BAYRAKTAR - İnsan Kaynakları Müdürlüğü
Emekli olmuşlardır. Büyükşehir Ailesi olarak, emeklilerimize bundan
sonraki hayatlarında sağlıklı ve huzur dolu günler dileriz.
![Page 42: ibbAilesiSayi36](https://reader036.fdocument.pub/reader036/viewer/2022082212/568bd5dd1a28ab203499fd8b/html5/thumbnails/42.jpg)
40
Düşün Cevap Ver
36. sayımızdaki Düşün Cevap Ver bölümümüzünsoruları şöyledir:
1- Geçtiğimiz günlerde şiiri bıraktığını açıklayan şair İsmet Özel’in son şiirinin adı nedir?
2- Hz. Peygamber (sav)in taziyeye gittiği küçük çocuğun ölen serçesinin ismi nedir?
3- 35. Sayımızda kimlerle röportaj yapmıştık?
4- Pirpirim ne demektir?
Cevaplarınızı [email protected] adresine bekliyoruz. Bol şanslar…
35. sayımızdaki Düşün Cevap Ver’in doğru cevapları:
1- Burhan Doğançay
2- Kurtuba Camii
3- Abdülgafur Levent
4- Pi’nin Yaşamı
Geçen sayımızdaki Düşün Cevap Ver’e katılarak bizden hediye kazanan talihlerimiz:
1- İsmail AKÇA / Mezarlıklar Müdürlüğü
2- Aygül DEMİR / Yazı İşleri Müdürlüğü
3- Sümeyra IŞIKLI / Bilgi İşlem Müdürlüğü
![Page 43: ibbAilesiSayi36](https://reader036.fdocument.pub/reader036/viewer/2022082212/568bd5dd1a28ab203499fd8b/html5/thumbnails/43.jpg)
Basın Yayın Halkla İlişkiler Daire BaşkanlığıHalkla İlişkiler Müdürlüğü Yayınıdır.
Her türlü görüş, eleştiri, öneri ve yazılarınız için:Tel: 0212 455 17 47 e-posta: [email protected]
![Page 44: ibbAilesiSayi36](https://reader036.fdocument.pub/reader036/viewer/2022082212/568bd5dd1a28ab203499fd8b/html5/thumbnails/44.jpg)
www.ibb.gov.tr
Basın Yayın Halkla İlişkiler Daire BaşkanlığıHalkla İlişkiler Müdürlüğü