ibbAilesiSayi36

44
Sohbet Odası / İhsan İLZE Röportaj / Dursun BALCIOĞLU İçimizden Biri / İbrahim AKKURT Sayı: 36 • Aralık 2013 Basın Yayın Daire Başkanlığı Halkla İlişkiler Müdürlüğü

description

ibb ailesi sayi 36

Transcript of ibbAilesiSayi36

Page 1: ibbAilesiSayi36

Sohbet Odası / İhsan İLZE

Röportaj / Dursun BALCIOĞLU

İçimizden Biri / İbrahim AKKURT

Sayı: 36 • Aralık 2013Basın Yayın Daire Başkanlığı

Halkla İlişkiler Müdürlüğü

Page 2: ibbAilesiSayi36

2013

1984 Beyaz Masa

27Haziran

1984

3 Nisan1930

Belediye

Beyaz File / Beyaz Gezi1995

1997

2002

2004 Bilgi Edinme / Beyaz Taziye

2005 Muhtarlar Hizmet Birimi

2006

2008

2012

Page 3: ibbAilesiSayi36

1

Editörden

Röportaj-Dursun BALCIOĞLU

Güzel Şeyler

Dünyadan Renkler - İtalya

Sohbet Odası

İçimizden Biri

Hatıralar - Madam Arşaluş

Bir Günün Hikayesi

Dosya-Sonbahar

Deneme - Dünyanın En Güzel Ülkesi

İçimizden Biri

Kişisel Gelişim - Sınav Sonrası Ne yapmalı?

Deneme

Deneme

Kültür Atlası

Gezi

Beyaz Öyküler

Aramızdan Ayrılanlar

Düşün Cevap Ver

2

4 - 6

7 - 9

10 - 12

13 - 15

16 - 18

19 - 20

21 - 23

24 - 25

26

27 - 28

29 - 30

31

32

33 - 35

36 - 37

38

39

40

İÇİNDEKİLER

Page 4: ibbAilesiSayi36

2

Merhaba,“İlginç günlerde yaşayasın!” diye bir atasözü var Çincede. Kötü niyet taşıyan bir söz aslında. Beddua gibi bir

şey yani. Her şeyin birbirine karıştığı, akıl ile vicdanın unutulduğu zamanlar kast ediliyor bu cümlede. Oysa

insan gönlü, ruhu hep güzeli istiyor. Huzuru, saadeti arıyor. İlginç ve kötü günler içinde olsak da, ümit var

olmalı; dik durmalıyız. Elbet bu günler de gelir geçer. İnsanoğlu işte böyle acı tatlı hikâyelerle olgunlaşıyor.

Bunlarda olmasa hayatın da pek bir anlamı kalmıyor aslında.

Böylesi günlerde bize düşen, olayları aklımız ve kalbimizle beraber izleyip, ondan sonra da hem kendimiz

hem de sevdiklerimiz için bir yol haritası çizmek. Tabii bunun içinde bu yaşımıza kadar biriktirdiklerimiz, tecrü-

belerimiz ve acılarımız yol gösterecek bize. Tıpkı büyük şair Sezai Karakoç’un o büyük şiirinde de söylediği

gibi, acılardan güç alarak büyüyeceğiz.

“Ne yapsalar boş göklerden gelen bir karar vardır

Gün batsa ne olur geceyi onaran bir mimar vardır

Yanmışsam külümden yapılan bir hisar vardır

Yenilgi yenilgi büyüyen bir zafer vardır” Sürgün Ülkeden Başkentler Başkentine

Gelelim bültenimizin bu sayısına;

Büyükşehir Ailesi Bülteni’nin 36. sayısında dört röportaj yer alıyor. Raylı Sistemler Daire Başkanı Dursun Bal-

cıoğlu ile gerçekleştirdiğimiz ilk röportajda, raylı sistemlerin İstanbul’daki dünden bugüne uzanan hikayesini

konuştuk.

KUDEP’te Müdür Yardımcısı olarak görev yapan İhsan İlze çok sayıda ödül kazanmış bir fotoğraf sanatçısı

aynı zamanda. İhsan İlze ile de fotoğraf sanatı üzerine konuştuk. Diğer bir röportajımızı ise genç çalış-

ma arkadaşlarımızdan İbrahim Akkurt ile gerçekleştirdik. Eğitim Müdürlüğünde görevli Akkurt, genç yaşı-

na rağmen bugüne kadar dernek başkanlığı, bülten çıkarma gibi küçümsenmeyecek işler üstelenmiş. Son

sohbetimizi ise Nuray Arda yine genç arkadaşlarımızdan Halkla İlişkiler Müdürlüğü’nden Murat Gül ile yaptı.

Dünyadan Renkler Bölümünde Fulya Solmaz İtalya seyahatinin izlenimlerini bizlerle paylaştı. Kültür Sanat,

gezi ve hatıralar sayfalarımız bültenimizin diğer bölümlerinden bazıları.

Daha güzel günlerde buluşmak dileğiyle…

Editörden

EditördenSezai Karakoç

Page 5: ibbAilesiSayi36

3

her geçen gün daha da büyüyor.

İstanbul, Büyükşehir Ailesi ile

1530 SMS Hattı,Mobil Uygulama

Page 6: ibbAilesiSayi36

4

Röportaj

Raylı Sistemler Daire Başkanı - Dursun BALCIOĞLU

Raylı Sistemler Daire Başkanı Dursun BALCIOĞLU bültenimizin

bu sayısının konuğu oldu. Dursun BALCIOĞLU ile İstanbul’un

dünden bugüne ulaşım hikâyesinden, gelecekteki planlara değin

pek çok konuyu konuştuk. BALCIOĞLU, ayrıca önümüzdeki yıl-

larda hayata geçirilecek projelerle Marmaray’ın daha da verimli

bir hâle dönüşeceğinden de bahsetti bizlere.

Ulaşım ve trafik son günlerin en çok konuşu-lan mevzularından. Siz de İstanbulBüyük Şehir Belediyesi’nde önemli birnoktada görev yapıyorsunuz. Öncelikle sizi tanısak, kimdir Dursun BALCIOĞLU?Duymuşsunuzdur belki, mühendisler konuşmaktan ziyade

matematiği, proje hazırlamayı daha çok severler. O yüzden kısa

bir şekilde anlatayım size kendimi. Efendim ben, inşaat mühendi-

siyim. İTÜ’den mezun oldum. Mezuniyetimin hemen akabinde

beş yıl kadar bir zaman özel bir şirkette çalıştım.

Daha sonra da Bağcılar Belediyesi’nde memuriyet hayatına

atıldım. İki yıl da Bağcılar Belediyesi’nde çalıştıktan sonra 1995

yılında İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne geldim. Ve Taksim 4.

Levent’teki metro çalışmasında kontrol amiri olarak göreve

başladım. İki yıl kontrol amiri olarak görev yaptıktan sonra da, o

zamanki adıyla Teknik İşler Müdürlüğü’ne müdür olarak atandım.

O günden bu zamana kadar da hep raylı sistemlerin içinde bu-

lundum. Bizim serencamımız işte böyle…

Geçmişten günümüze doğru baktığımızda İs-tanbul hangi noktalardan bu seviyelere ulaştı? Bize İstanbul’un ulaşım tarihinden bahseder misiniz? Biz pek de farkında değiliz ama İstanbul raylı sistemler anlamın-

da dünyada önemli bir yere sahip. Şöyle ki dünyada raylı sistem

tecrübesine sahip ikinci şehir İstanbul’dur. Yani dünyadaki ikinci

raylı sistem, Karaköy ile Tünel arasında çalışan finiküler sistem-

dir. 1875 yılında işletmeye alınmış bir sistem. İşte İstanbul’un

raylı sistemler hikâyesi bu kadar eskiye dayanıyor. Daha sonraki

yıllarda, cumhuriyetin ilk dönemlerinde ise tramvaylar devreye

giriyor. 1960’lı yıllara gelindiğindeyse cadde trafiğini etkiliyorlar

diyerek bu tramvaylar kullanımdan kaldırılıyor. Hatta 2003 yılın-

da Saraçhane’nin önünde yol çalışması yapıldığında, toprağın

altından o döneme ait raylar ortaya çıktı. Dolayısıyla raylı sistemlerin,

elimizde belgelerden öğrendiğimize göre İstanbul’daki tarihi bir

hayli eskidir, ancak sonradan bunların bir kısmı kaldırılmıştır.

Yakın dönemde ise çalışmalara 80’li yıllarda ağırlık verildiğini

görüyoruz. 1985 - 1986 yıllarında, Aksaray ile Havaalanı arasında

çalışması düşünülen hafif metro ihaleleri yapılmış. Ana ulaşım

ağının ilk temelleri de böylece atılmış. 1993 yılında ise metro

ihaleleri yapılmıştır. Taksim - Dördüncü Levent arasındaki met-

ronun ihalesi. Başbakanımızın, 1994 yılında belediye başkanı ol-

Page 7: ibbAilesiSayi36

5

Röportaj

masıyla birlikte raylı sistemler yatırımlarına ağırlık verildi. Hızlı bir

şekilde İstanbul’un büyük kısmını içine alan büyük raylı sistemler

ağı oluşturulmaya başlandı. Ve bu çalışmalarımız da o günden

bugüne, hiç hız kesmeden devam ediyor.

İstanbul’umuz şu anda 141 km uzunlukta bir raylı sisteme sa-

hip. 2004 yılında bu uzunluk 45 km idi. Sözünü ettiğimiz bu 141

km’lik sistem, tramvaylar, metrolar, hafif metrolar ve finiküler

sistemden müteşekkil bir ulaşım ağıdır. Hedefimiz 700 km’nin

üzerine çıkmaktır.

Raylı sistemler ağı İstanbul trafiğinin ne kadar-lık bir kısmının yükünü taşıyor?Günümüzdeki toplu taşıma oranları şöyledir, İstanbul trafiği-

nin %83’ünü kara yolu % 13’ünü raylı sistemler, %3.6 gibi de deniz

taşımacılığı oluşturmaktadır. Toplu taşıma rakamlarına bak-

tığımızda karşımıza işte böyle bir tablo çıkıyor.

Biz, yakın bir gelecekte yani 2016 yılının sonlarına doğru bu oran-

ları değiştirmeyi hedefliyoruz. Şöyle ki %65 oranında karayolu ağırlıklı

olacak, raylı sistem yolcu taşımacılığını ise %31’lere çıkarmayı

hedefliyoruz. Bu tabiî ki dikkat çekici bir rakam. Ama dediğim gibi

İstanbul Büyükşehir Belediyesi olarak biz neredeyse yirmi yıldır

planlı bir şekilde raylı sistemler üzerinde yoğunlaşarak çalışmak-

tayız. Hâliyle, bu denli yoğun çalışınca kurum olarak tecrübemiz

de çok artmış oldu. Dünyada genellikle böylesi büyük çalışma-

ları merkezi sistemler gerçekleştirir, biz ise yerel yönetim olarak

bu işleri üstleniyoruz. Tabii bazı noktalarda bakanlıklarla beraber

çalıştığımız organizasyonlar da oluyor.

Şu anda dünyada en fazla yolcu taşıma kapasitesine sahip ulaşım

şekli raylı sistemler. Raylı sistemlerin taşıdığı yolcu sayısına ulaşan

başka bir sistem yok. Raylı sistemleri, otobüslerle kıyaslayacak

olursak, şöyle bir tablo çıkar karşımıza; otobüslerle saatte

en fazla sekiz veya on bin yolcu taşınabilir. Tabii metrobüsün

önemli bir katkısı var yolcu taşımada, ancak raylı sistemler her

halükarda metrobüsün de üzerinde taşıma kapasitesine sahiptir.

Ayrıca raylı sistemlerde elektrik kullanıldığı için şehrin havasını ve

dokusunu da kirletmiyor. Paris, Londra, Moskova gibi metropoll-

ere baktığımızda da bu büyük şehirlerin de raylı sistemlere büyük

önem verdiğini görüyoruz. Dolayısıyla İstanbul’un da ivedilikle

ulaşım master planı hedefi olan 700 km’yi aşan bir raylı sisteme

sahip olması gerekiyor.

Raylı sistem ulaşımında İstanbul’un dünyadaki yerinden biraz bahseder misiniz?Maalesef, hızlı tren gibi, metro gibi raylı sistemler açısından

dünyada çok da ileri bir seviyede değiliz şu anda. Ama Ulaştır-

ma Bakanlığı’nın hedefi hızlı bir şekilde raylı sistemlerde

ileri ülkelerin seviyesine ulaşmak. Başkanımızın da belirttiği gibi

bizim de o seviyeye ulaşmamız lazım artık. İşte, Raylı Sitemler

Daire Başkanlığı olarak bizlerde bu sistemleri yaygınlaştırmaya ve

geliştirmeye çalışıyoruz.

Raylı sistem kullanımı arttıkça İstanbul’da değişiklik olur mu? Gündelik hayatımıza da yansır mı acaba bu değişiklikler?Toplu taşıma işi karayolu ağırlıklı olunca, yüzeydeki trafiğinde ne

zaman yoğunlaşacağı ne zaman duracağı hiç belli olmuyor. Hele

hele İstanbul gibi 24 saati de hızlı yaşayan büyük şehirlerde bu hiç

bir zaman mümkün olmuyor. Mesela bir randevu verdiğinizde o

randevuya saatinde ulaşıp ulaşamayacağınızın garantisi yok bu

şehirde.

Ama kara yolu taşıma sistemlerinin handikapıdır bu zaten. Kara

yolu ağırlıklı taşıma sistemlerinin düzenli olarak çalışması pek çok

faktöre bağlıdır. Ancak raylı sistemler bu bakımından çok daha

avantajlıdır. Engelleyici argümanlar çok daha azdır bu sistemde.

Siz raylı sistem yolcusu iseniz duraklar arasındaki zamanı biliyor-

sanız eğer randevunuz için çok daha rahat bir saat verebilir ve çok

daha sorunsuz bir şekilde istediğiniz yere ulaşabilirsiniz. Yalnız bir

noktaya dikkati çekmek isterim; raylı sistemler trafik keşmekeşini

çözmez bizim amacımız alternatif bir ulaşım seçeneği sunmak-

tır. Biz insanları vaktinde ulaşmak istedikleri yere ileten alternatif

bir sistemiz. Yolcularımızı trafiğe takılmadan, zamandan tasarruf

ettirerek seyahat etmelerini sağlamak en birinci gayemiz.

Gelecekteki projelerinizden bahseder misiniz?Üsküdar - Ümraniye - Çekmeköy Metro hattımız 2015 yılının

sonu gibi devreye girecek. Ayrıca master planda Boğazın iki ya-

kasında Beşiktaş’tan Sarıyer’e Üsküdar’dan da Beykoz’a uzanan

bir raylı sistemin hayata geçirilmesi hedefleniyor. Bu proje daha

etüd safhasında. Biliyorsunuz, 29 Ekim itibarıyla Marmaray’da

Page 8: ibbAilesiSayi36

6

Röportaj

İstanbul’un ulaşım araçları arasında yerini aldı. Marmaray pek

çok özelliğiyle tarihe geçen bir çalışma oldu. Şimdi bizde ge-

lecekte hazırlayacağımız projelerle Marmaray’ın daha da verim-

li çalışması için destek vereceğiz. Aslında, Marmaray sadece

Ayrılıkçeşmesi ile Kazlıçeşme arasında çalışan bir sistem değil.

Bu hat Söğütlüçeşme, Halkalı ve Gebze’ye kadar devam edecek

bir sistem. Ve bu sisteme bizim gelecekte tamamlanacak metro

hatlarımızla 10 ayrı yerden aktarma ve yolcu bağlantısı olacak.

Ve böylece bütün bu ağ, İstanbul’un büyük bir kesimine hizmet

veren son derece kuvvetli bir sistem olacak. Bu sistem faaliyete

geçtiğindeyse İstanbul trafiğinin rahatlatılması anlamında da çok

ciddi katkı sağlayacak.

Dursun Bey, tecrübeli yöneticilerimizdensiniz. Özellikle genç çalışanlarımıza nelersöylersiniz?İstanbul Büyükşehir Belediyesi bir hizmet birimi. Burada hepi-

miz İstanbul ve İstanbullular için çalışıyoruz. Çalışanlarımızın da

bunun bilincinde olması gerekir. Büyük bir sorumluluğumuz var.

Hepimizin, iş dışında da belediyenin bir temsilcisi gibi davranıp

olumsuzlukları anında ilgili birimlere iletmemiz, çözümü için

çaba göstermemiz gerekir. İBB çok büyük bir kurum. Ayrıca

hizmet verdiğimiz nüfus ve alan da çok büyük. Hâlihazırda İstan-

bul’un nüfusu Avrupa’nın pek çok ülkesinden daha fazla.

Unutmamamız gereken diğer bir mesele de, verdiğimiz

hizmetler arasında kanalizasyondan suya, ulaşımdan doğal gaza

kadar pek çok hayati hizmet de var. Dolayısıyla burada çalışan

arkadaşlarımızın böyle büyük bir kitleye son derece önemli

hizmetler verdiğimizi de asla ve asla unutmaması gerekir. Böylesi

önemli sorumlulukları bulunan bir kurumda görev yapmak tabiî

ki çok onur vericidir. Herkesin bu onuru hissederek, bilincinde

olarak çalışması gerekir…

Page 9: ibbAilesiSayi36

7

Güzel Şeyler

Türkiye’nin dünyaya açılan penceresi Kapalı Çarşı’ya gidiyoruz.

550 yıldır korunan tarihi dokusuyla, günümüz modernizmi

arasında kalan bir mimari karşılıyor bizi.

Varakçılardan, yağlıkçılardan, fesçilerden, kavaflardan geriye an-

cak sokak isimlerinin yadigâr kaldığını görüyoruz. Ancak burada

öyle bir dükkân var ki tüm asaletiyle zamana direniyor. Halıcılar

Caddesi 61 numaralı dükkândaki “Kahveci”…

Kahveci, yüz elli senedir yerli yabancı misafirlerin gönül soh-

betlerine köprü oluyor. Bizi, dükkân sahibi Bekir Tezçakar evi-

mizde hissettiren bir içtenlikle karşılıyor. Saraylardan çıkan bir

sunumla kahvelerimiz ikram ediliyor.

Biz, enfes kahvelerimizi yudumlarken, yapılışının inceliklerini

sormadan edemiyorum. Geçmişten günümüze gelen mangal

ateşindeki lezzeti sıralamaya başlıyor Bekir Bey. Kahvenin, aslına

uygun olarak bakır bir cezvede mangal ateşinde aheste bir şekil-

de pişmesi gerektiğini anlatıyor.

Kahveniz nasıl olsun? Kaynak olsunKahve tiryakilerinin “kaynak” diye tabir ettiği eski bir kavramdan

bahsediyor Bekir Bey bize. Eskiler, kahvelerini işte bu tabirle

sipariş ederlermiş. Yani köpüksüz ancak sütü kaynatır gibi çok

pişmiş, iyi kaynamış kahve kıvamında. Onlar ise bugün istedikleri

kıvamda, kavurup çeken bir yerden taze olarak alıyorlar kahveyi.

”Bizim kahvemiz Mehmet Efendi’den biraz hafiftir” diyor Bekir

Bey. Yaparken de hemen kabarıyor diye fincana koyulmaması,

Bir AileninKahve Üzerine Kurulmuş HikâyesiNurgül AKGÜL / Birim Fiyat Standartlar Müdürlüğü Fotoğraflar: Dilek BERKPINAR - Fidan BAL

Page 10: ibbAilesiSayi36

8

Güzel Şeyler

çok karıştırılması gerekiyor. Köpüğü alındıktan sonra da tekrar

ocağa sürülmesi icap ediyor. Tabii en önemlisi de, bütün bun-

ların üzerine 100 yıllık tecrübe ve geleneği eklemek lazım. İşte

bütün bunların karışımıyla leziz bir tada ulaşıyor kahve.

Hepsi iyi hoş da bu sonuncusunu nasıl bulup evde kahve

yapacağız, işte onu bilemiyorum gerçekten de!

Kahveci’nin tarihinde iki olay önemli bir yer tutuyor. İlki 1954’teki

çarşı yangını ki bu yangın sırasında dükkânların demirleri

büküldüğünü, camların ise su gibi aktığına şahit olmuş baba Et-

hem Tezçakar. Hatta dönemin siyasileri Menderes ile Bayar da

ziyaret etmişler dükkânı. Diğer olay ise 1991 senesinde tam da

Kahveci’nin önünde patlayan bomba. Ölümlerin de olduğu bu

hazin olayda, hem dükkân zarar görmüş hem de Ethem Tezça-

kar.

Son EmanetçilerKahveci’nin kuruluşu 1870’lere dayanıyor. 1. Dünya Savaşı’ndan

evvel Mevlüt ve Hüseyin Tezçakar kardeşler memleketleri Erz-

incan’ın Kemah ilçesinden İstanbul’a göçüp bu kahve ocağın-

da çalışmaya başlamışlar. Cumhuriyetin ilanına kadar da Mevlüt

Tezçakar, oğlu Bekir Tezçakar ile birlikte çalışmış.

Daha sonra ailenin 2. kuşağından olan Bekir Tezçakar devam

etmiş çalışmaya. O da 35 yıl emek vermiş bu tarihi dükkâna.

1950’de ise 20 yaşlarında bir delikanlıyken Ethem Tezçakar

gelmiş İstanbul’a ve bir müddet sonra ilkokulu bitiren kardeşi

Mevlüt Tezçakar’ı da yanına almış. Bekâr odalarında ağabey

kardeş yatıp kalkmışlar uzun bir zaman. Ethem Tezçakar, 60 yıl

bilfiil çalışarak, dükkânın en uzun süreli emektarı olmuş. 2,5 yıl

evvel ise Hakk’ın rahmetine kavuşmuş kendisi. Şimdilerde ise

adeta tutkulu bir aşkla, genlerinden gelen mirasa sahip çıkan

Mevlüt Tezçakar bu geleneği devam ettiriyor. Hemen arkasından

ise Ethem Tezçakar’ın oğlu Bekir Tezçakar elmanın diğer yarısı

olarak destek veriyor Kahveci’ye.

Mühendislikten KahveciliğeBekir Bey, yalnızca dedelerinin ismini taşımıyor. Geçmişinin

ruhunu, fikirlerini gelenek ve göreneklerini de amcası Mevlüt

Bey’le beraber günümüzde de yaşatmaya çalışıyor. Mevlüt

Bey’in asıl mesleği Mali Müşavirlik ve Sultanahmet’te de bir ofisi

var. Bekir Bey ise İnşaat Mühendisi. Kapalı Çarşı’nın Nuruosmani-

ye ve Çarşıkapı kapılarının restoresinden tutun da, boğazdaki

yalılara kadar envai türde eserleri yeniden ihya etmiş.

Page 11: ibbAilesiSayi36

9

Güzel Şeyler

Bekir Bey, bir yanda geleneği temsil eden Kahveci ile ilgilenirken

bir yandan da farklı isteklere cevap verebilmek için Kahveci’nin

iki dükkân yanında başka bir mekânı da işletmeye başlamış.

Bekir Bey, mesleğinden de gelen destekle çarşının aslına uygun

bir şekilde tasarlamış Cafe Life’ı. Konseptini tamamıyla kendis-

inin oluşturduğu bu mekanda da yine Osmanlı figürleri hakim.

Menüsünde İtalyan lezzetleri bulunan bu cafe de 15 - 20 çeşit

kahve bulunmasına karşın,Türk çayı ve Türk kahvesi ise hiç bu-

lunmuyor, isteyen olursa “Kahveci”den sipariş ediliyor. Bizim

Türk kahvesinin karşılığı anlamında olan İtalyanların dünyaya mal

olmuş ‘illy’ marka kahve başlıca içecekleri. Bunun yanında Avru-

pa’da, günümüzde ne içiliyorsa onları bulunduruyorlar. Frozan-

lar, milshakeler, expressolar, latteler, mochalar var. İtalyan kah-

vesinin yanında İtalyan pastasının yenmesi gerektiğini söylüyor

Bekir Bey. Bu yüzden başka bir yerde benzeri olmayan tama-

mıyla İtalya’da üretilmiş pastaları sunuyor müşterilerine.

Burası bir kahve ocağı değil aile ocağıAile temsiliyetinde, Anadolu kültürüyle yoğrulmuş hem mekân

hem Bekir Bey. Tüm derdi ise dededen kalma mesleği kendinden

sonraki kuşağa miras bırakabilmek. Yani, üç ve dokuz yaşlarında-

ki iki oğluna. Bunu da şöyle ifade ediyor kendisi “Burada bulunuş

sebebim ailevi mirasımız olan müesseseyi ileriye taşıyabilmek.

Neticede elbette ticari bir kurumuz. Ama amacımız sadece ti-

caret değil. Gönül sohbetindeki köprüye hizmet etmek” diyor.

Geleceğe dair beklentisini ise şöyle özetliyor:

“Emir Ömer ve Ethem Emre ismindeki oğullarımı ancak aileyi

temsil edecekleri gün buraya davet edeceğim. Tıpkı babamın

bana lise çağlarıma kadar yasak koyması gibi. Dokuz yaşındaki

oğlum yalnızca bir kez geldi. Ne zaman o da yetişir eğitimini

tamamlar o zaman bayrağı da devralır. ”Ethem Tezçakar’a yaraşır

birer evlat yetiştirmenin en büyük temennisi olduğunu ekliyor

sözlerine. Son olarak, Kahveci ve Cafe Life’ta İBB çalışanlarını bir

sürpriz indirimin beklediğini de söyleyerek sözlerimizi bitirelim.

Kahveci-Cafe Life

Kapalıçarşı Halıcılar Cad. No:61-63

Fatih

Page 12: ibbAilesiSayi36

10

En azından filmlerden, şarkılardan, sanat eserlerinden, hikâye-

lerden, hızlı otomobillerinden, pizzasından makarnasına kadar

nedenlerimiz vardır aslında İtalya olmadan İtalya hakkında fikir

sahibi olmak için. Kaç tanesini göz ardı etmişsek edelim İtalya’ya

dair bir şey bilerek gideriz oraya. Çoğunlukla cazibesiyle gülüm-

seten kentlerinden alamayız kendimizi. Bu duygular içerisinde

bir otobüs penceresinden bakarken kuzeyden güneye doğru

yavaşça başladı İtalya macerası. İtalya’nın yeşili bir başka geldi

bana. Yeşillikler insanlarla yaşamak zorunda kalmamıştı, zaten

yeşilliklerde yaşamayı öğrenmiş insanlar vardı. Yeşillikler özgürce

çevreye hâkimdi ama yine de insanların bahçeli evleri, köyleri,

çiftlikleri vardı.

“İtalyan köylerinde tarih durmuş gibi sanki.Çoğu köy eski hâliyle koruma altına alınmış.”

Diğer yandan Ortaçağ kentleri sinema seti gibi karakteristik ge-

lir bana. Birileri bir şeyleri neden yaptığının hesabını hep vermiş

sanki.. ya da birileri bir şeyleri hep birileri için yapmış .. Dapdar,

sıkışık, bitişik, karartılı Ortaçağ sokaklarında yürüdükten sonra,

kaybolsanız dahi dev ucubelerin(heykellerin) dikili olduğu geniş,

düz, bol sütunlu meydanlarda buluyorsunuz kendinizi.

Venedik, terk edilmiş sıcak kent..Sakin yollarından geçtikten sonra Tronchetto limanından vaporet-

to ile Venediğe geçtik. Venedik’de San Marko meydanını karşımda

görmek şaşkına çevirmişti beni. Sıradan bir insan gibi bahsetmek

isterdim Venedik’ten. Ancak her sıradan insan gibi sıradan hisse-

demiyorsunuz Venedik’te kendinizi. Üzerine çokça düşünülmüş,

adeta her karışından sanat için istifade edilen bu efsanevi kenti

yakından gördüğünüzde kafanızdaki ezberler bozuluyor. Toplu

taşıtlar yerini teknelere bırakmıştı. Lakin en çok gondollarıyla bilin-

mesi haksızlık olmuş bu efsanevi kente. Oysaki gören gözlerin ne

olduğuna bağlı bu güzelliğin okunabilmesi. Mimar mısınız, sanatçı

mı, mühendis mi, psikolog mu, yoksa iki aşık mı? Orada geçen

hiçbir yaşanmışlık sanki harcanamamıştı, taşlara işlenmiş, resme-

dilmiş, anıtlara dikilmiş hatta çalınmıştı. Osmanlının ve doğunun

hatıralarına kadar... Venedik hapishanesi özgür görünümlü ken-

tin sıkıcı tarafıydı. San Marko meydanındaki katedral ise Napolyon

tarafından “Dünyanın En Güzel Meydanı” olarak adlandırılmış.

Venedik sanki konuşuyordu oysa orada kimse yaşamıyordu. Sayısız

köprüleri ile terk edilmiş kent, yalnızlığına inat güzelliğiyle insanları

kendine çekmeyi başarıyordu.

Sonra Romeo ve Juliet’in hikâyesinin geçtiği Verona - Garda’ya süzüldük…

Roma’daki Collosseum’dan sonra İtalya’nın en büyük ikinci am-

fitiyatrosu, Dante Aligieri’nin sürgün döneminde yaşadığı saray

ve zengin Verona kentinin sokaklarında yürünür saatlerce. Son-

rasında aşıklar şehri olarak adını kente yazdırmış iki aşığın Romeo

ve Juliet’in evlerinde dalınır hayallere. İtalya’nın köylerini gör-

meden o kent hakkında tam olarak fikir sahibi olunmaz diyerek

Sirmione Köyü’ne doğru yola çıktık. Güzel manzarasıyla Garda

Gölü de buradaydı.

Dünyadan Renkler - İtalya

İtalya “bir çizmeden daha fazlası”Fulya SOLMAZ / Halkla İlişkiler Müdürlüğü

Page 13: ibbAilesiSayi36

11

Sanatçılarca ince ince işlenen kent veRönesans Sanatının çıkış yeri; Floransa…Kentte bir toprak parçasına duyulan aidiyet; onda yaşamayı kibir derecesine varan

bir ihtişamı gerekli kılıyor sanki. Kibirli, stressiz kuzey İtalyanları anlamakta zor-

lanıyor insan. Aynı zamanda Dante, Michelangelo, Leonardo da Vinci gibi pek

çok sanatçının doğum yeri ve bu sanatçıların efsanevi eserlerinin olduğu müze.

Fotoğraf çekmek yasak da olsa insan hafızasından çıkmayacak tablolar. Sanatın,

insanın, şehrin, zamanın uğruna yapılanlara bakıp eserlere hayranlık duymayı

bırakıyor insan. Artık İtalya düşündürtmeye başlıyor sizi. Tam bu noktada Darvin-

cileri dinlemeye başlıyorsunuz. Ortaçağ sokaklarında imkân sahiplerinin dikkatini

çekmek için ne kadar yetenekli olmak gerektiğini hissediyorsunuz.

İtalya’ya gidilir de eğik Pisa Kulesigörülmez mi? Pisa kulesinin eğik tarafına parmağımızı koyupta bunu fotoğrafladığımızda kule-

nin kaderinin bizim elimizde olduğu hissi keyif kattı gezimize. Kulenin yanı sıra

Pisa Katedrali, Avrupa’da en görkemli bulunan vaftizhane ve mucizeler meydanın-

da renkli anlar yaşanılıyor.

Ve zaman tüneline giriyoruz;Roma’nın antik yüzü…Semboller, eserler, resimler, heykeller bunların yoğunlaştığı ve seyreldiği nokta-

lar ve sizi bu noktalarla kesiştiren yollar, siz farkında olsanız da olmasanız da bir

düşüncenin ürünü ve bu düşünce sizin ne düşündüğünüzü yönlendirmekle ilgili

bir düşünce. “Düşünce”, sanat ve mimariyle yer yer gövde gösterisine dönüşüyor.

Ailelerin, tarikatların, kilisenin çatışmaları meydanlardaki heykellerle, duvarlara

işlenmiş sembollerle şehre damgasını vurmaya çalışmış. Tam bir meydan savaşı

var burada! Bir dönemin meydanını yağmalayıp yıkıp başka bir meydan yaratıldığı-

na şahit oluyorsunuz. Derken taş taş üstüne bırakmadan yürünür Roma’da. Col-

lesseum, Fontana di Trevi’yi (Aşk Çeşmesi), İspanyol Meydanı, Forum Meydanı,

Mussoli’nin izleri, heykel ve çeşmeleriyle ünlü Navona Meydanı ve daha birçok

eser…

Dünyanın en büyük kilisesi;Vatikan’daki San Pietro KilisesiKiliseye ilk girdiğinde sanatın büyüsüne kapılıyor insan. Rönesans’ın dev sanatçıları

Leonardo Da Vinci, Michelangelo gibi isimlerin elleriyle ilmik ilmik dokudukları

eserlere duyarsız kalmak imkânsız. Ancak adımımızı kilisenin dışına attığımız an

sanat ruhumuza bile işlenmemiş olarak bizden çıkıp gidiyor…

Dünyadan Renkler - İtalya

İtalya “bir çizmeden daha fazlası”

“Jüliyet’in balkonu”

Dünyanın en meşhur aşk hikâye-

lerinden birisi olan Romeo ve

Juliet’in meşhur balkonu! Romeo

işte bu balkonun altında Jüliet’e

serenadlar okumuş.

Floransa kenti Da Vinci, Dante ve Michelangelo gibi büyük sanatçıların doğduğu yaşadığı bir yer. Haliyle her köşesinde bir sanat eserine rastlamak mümkün oluyor.

Page 14: ibbAilesiSayi36

12

Kutsala ayrılmış bu mesai ve yer için çok fazla cömert olunmuş.

Hem bu denli merkezde ve bütünleşik, aynı zamanda da sınırsız

imtiyaz imkân sahibi. Doğuda ibadet için bir seccade yeterliyken,

orada koca bir kent ve süslemeleri yetmemiş insanlığa, yüzyıllar

az gelmiş gibi.

Güneyin sıcakkanlı insanları ilefakir Napoli…Güney İtalya’ya geldikçe işte bize benzetilen İtalyanlar deniyor.

Kuzeyin o soğuk çehreli insanlarından sonra güneyin sıcak in-

sanları içimizi rahatlatıyor. Lakin aynı zamanda İtalya’ya yakış-

mayan binalar, sokaklar görülüyor. Ama yinede oraya özel soslarını,

makarnalarını,tatlı kahvesini tatmaya değer.

İnsanlık, fast food kültürü gibipek çok şeyi 2000 bin yıl önce debiliyordu, nasıl mı?

Liman kenti Pompei’de… Geçtiğiniz yerlerdeki eserlerin birbirlerine bakan yönleri, taşıdıkları

simgeleri, sembolleri her biri bir şeyler anlatmak istiyordu, ya bir

güç gösterisi ya bir isyan ya kölelik, ihtişam ve insanlığın kör nok-

tası, bir sürü hata… Ama sonuçta adını tarihe yazdırmıştı, Roma

İmparatorluğu’nun en büyük ticaret liman kenti; Pompei.

Pompei’nin anlatmaya değer bir hikâyesi var. Köleliğin, umarsız-

ca insanlık suçlarının işlendiği Pompei’de MS 79’da Vezüv ya-

nardağından çıkan dumanları gören halkın bir kısmı gemileriyle

kaçmaya çalışırken, bir kısmı evlerinde saklanmaya çalışırken

kızgın lavların altında kalmış. Ardı ardına volkandan çıkan küller,

şehri kaplamış ve binlerce insan ile birlikte şehir lavların altına

gömülmüş. Arkeologların kazılarından sonra bozulmamış yaşam

alanları, kölelerin daha çok çalışabilmeleri için ayaküstü atıştırma

yerleri (fast food dükkânları), tapınakları, tiyatrosu, duvar resim-

leri, pazar alanları ve yüzlerinde büyük bir acı ile taşlaşarak ölmüş

insanlar, Pompeililer.

Dünyadan Renkler - İtalya

“Napoli, İtalya’nın en fakir şehirlerinden biri.Bakımsız, sıradan sokaklar ve harap olmuş binalarıyla tam bir varoş!”

Page 15: ibbAilesiSayi36

13

Sohbet Odası

“Fotoğrafın insanlar üzerindeki etkisi bambaşkadır” İhsan İlze, fotoğrafla ciddi bir şekilde ilgilenen ve pek çok yarışma-

da da ödüller kazanmış bir İBB Ailesi üyesi. KUDEP’te müdür

yardımcısı olarak görev yapan İhsan İlze ile fotoğraf üzerine bir

sohbet gerçekleştirdik. İhsan İlze’nin, fotoğrafçılıkla ilgili tespitleri

gerçekten de ilgiye değer. Fotoğrafa farklı bir açıdan bakmak için

buyrun sohbetimize…

İhsan Bey, ne zaman başladı fotoğraf merakınız?İlk olarak ortaokul - lise yıllarımda ilgilenmeye başladım. Evde he-

diye gelen fotoğraf makinesine Sirkeci’den 36 ‘lık film alıp, güneşli,

bulutlu havalarda hangi ayarları yapmam gerektiğini filmi aldığım

mağaza sahibinden öğrenerek ilk çekimlerimi yaptım. Sonrasında

üniversite yıllarında mesleğimizin (Şehir Planlama) gereği olarak

fotoğraf çekmeye devam ettim. Belediyede işe başladığım 1994

yılından 2009 yılına kadarki süreçte açıkçası kullandığım

makinelerin teknik özelliklerini doğru dürüst kullanamadan

otomatik modda çekimler yaptım. İlk olarak 2009 yılında başlangıç

düzeyinde 8 haftalık, daha sonra ileri seviyede 8 haftalık ve mimari

fotoğrafçılık konusunda 5 haftalık, stüdyo fotoğrafçılığında da 2

haftalık eğitimler aldım. Bu eğitimlerin sonrasında olayın tekniğini

ve önemini daha iyi kavramaya başladım.

İlk çektiğiniz fotoğrafı hatırlıyor musunuz? Neydi o fotoğraf?İlk denemeleri evde ailemi çekerek yapmış olduğumu hatırlıyo-

rum, sonrasında Sultanahmet Camisi ve Meydanı. O negatifleri

de hâlâ saklıyorum.

Ara Güler fotoğrafınsanat olmadığını söylüyor.Siz ne düşünüyorsunuz bukonuda? Nedir fotoğraf sizce?Fotoğraf; bilimsel, teknik, estetik ve verdiği mesaj ve dünya

görüşüyle felsefi boyutu olan bir araçtır, belgedir. Ben sanat olup

olmadığından çok fotoğrafın gücüyle ilgiliyim. İnsanlar üzerinde

oluşturduğu etki bambaşka, bazen bir fotoğrafa bakıp tatile

gideceğiniz yere kara verirsiniz, bir insanın hâline üzülürsünüz,

bir mimariye hayran kalırsınız, herhangi bir ürünü satın alırsınız.

Bütün bunları onu canlı olarak görmeden fotoğraf sayesinde

yaşarsınız veya yaparsınız. Hızla değişen ve gelişen bir dünyada

yaşıyoruz. Kısa bir süre öncesinde çektiğiniz fotoğrafın bir anda

belgesel değeri olabiliyor. Bugün eskide olup da şu anda yerinde

olmayan tarihi eserler o fotoğraflar sayesinde ihya ediliyor.

Teknolojik gelişmeler ve sosyal medya kullanımının yaygınlaşmasıyla herkes bir anda fotoğrafçı oldu sanki.Bu konuda ne dersiniz?Bu artışa sevinmeli miyiz?

Tabi artık fotoğraf ve video çekim özellikli bir sürü cihaz türe-

di. Telefonlar artık fotoğraf çekim özelliğine megapikseline göre

seçilir oldu. İnsanlar yaşadığı olayı anında bu cihazlar vasıtasıyla

paylaşabiliyor.

Düşünün önceden tatile gideceksiniz fotoğraf çekeceksiniz,

dönüp onları baskıya verip alacaksınız ondan sonra görecek-

siniz. Şimdi anında görüntü olayı var. İstersen çektiğini anında bir

sürü farklı ortamda yayınlayabiliyorsun. Aslında herkes fotoğrafçı

değil, fotoğraf çeker oldu. Çoğu ancak belge olacak cinsten fo-

toğraflar. Bu durum mahremiyet açısından da sıkıntılı durumlar

oluşturabiliyor. Her anın paylaşılması, duyurulması bence çok

doğru değil. Ancak habercilik açısından müthiş bir sanal haber

kaynağı ortamı oluşmuş durumda.

Tarihi Yarımada/Haydarpaşa Mendireği 2012(Ramazan)

Fotoğrafı nasıl çekersiniz?Belli program ve kurgu içindemi çalışırsınız yoksa her şeydoğal akışında mı ilerler?

Page 16: ibbAilesiSayi36

14

Sohbet Odası

Bu biraz da ne çekeceğinizle ilgilidir. Zaman zaman kurgu yap-

arak da çekerim, yönlendirebilirim duruma göre hiç karışmay-

abilirim de. Şunu özellikle belirteyim, makinelerim sürekli yanım-

dadır. Belirli konularda program dâhilinde çekim yaparım. Takip

ettiğim etkinlikler var, bir aksilik olmadıkça o günleri gidip çek-

meye çalışırım, Aşura Günü, cirit, Kırkpınar, Şeb-i Aruz... Mimari

konuda çalışacak olursam hava ve ışık durumuna göre hareket

ederim. İkindi ve sabah erken vakitler dış mekân, öğle vakitlerinde

iç mekânları çekmeye çalışırım.

Şimdiye kadar kaç kare fotoğrafçekmişsinizdir? 2009’a kadarki sayıyı bilemiyorum ama 2009 - 2013 arası

500.000 civarıdır. Bunu da bugünkü teknolojiyle üretilen makinelerin

verdiği shutter sayısı bilgisinden söyleyebiliyorum.

İstanbul Çatalca(Odun kömürü üretimi 2011)

En sevdiğiniz fotoğraflarınız hangileri?Süleymaniye Camii’nde bayram namazında çektiğim fotoğraf,

Galatasaray’ın 2012 şampiyonluk kutlamalarında Taksim Mey-

danı’nda çektiğim fotoğraf, İstanbul ve Erzurum’da değişik

zamanlarda çektiğim kış fotoğrafları...

Biraz da ödüllerinizden veödül alan fotoğraflarınızınhikâyelerinden bahsedelim mi?Galatasaray’ın şampiyonluk kutlamasını çektiğim fotoğraf tama-

mıyla fotoğraf makinesini sürekli yanımda taşımamdan dolayı

belgelediğim bir fotoğraftır. Aslında o akşam farklı bir etkinliğe

katılmış eve dönüyordum. Ancak Taksimdeki kalabalığı, coşkuyu

ve yanan meşaleleri görünce kalabalığın içine girip fotoğraf

çekmeye başladım. Bu gecede çektiğim bir kaç fotoğraf farklı

yarışmalarda derece almış oldu. Bayram Namazı için gittiğim

Süleymaniye de namazdan önce denediğim zoom in tekniğiyle

çekilmiş fotoğraf uluslararası yarışmada sergilemeye değer

görüldü, bu teknikte çektiğim ilk deneme olması ve ödül alması

nedeniyle benim için değerlidir.

Süleymaniye Camii’nde Bayram Namazı

Bugüne kadar 150 civarında ulusal ve uluslararası yarışmada

derece aldım. Bunun 20 - 25’i uluslararası (Almanya, İran, Hindis-

tan, Avustralya, Sırbistan, Bosna Hersek, İtalya, Slovenya) geri

kalanı ulusal düzeydeki yarışmalardır. Birçok fotoğrafım çeşitli

ulusal ve uluslararası sergilerde yer aldı,

Semazen

Page 17: ibbAilesiSayi36

15

Sohbet Odası

Taksim Galatasaray 2013

Benim için ilk ve en önemlisi ise çalışma arkadaşlarımla

gerçekleştirdiğimiz Suriye sergisidir. Bir fotoğrafım Nation-

al Geographic Dergisi’nde yayınlandı ve son olarak Sony’nin

uluslararası fotoğraf yarışmasında Aşura gününde çektiğim fo-

toğraf Türkiye 3. sü olarak Nisan 2013’te Londra’da sergilendi.

Fotoğrafla ilgilenmek isteyen İBB Ailesi üyelerine neler tavsiye edersiniz?

İlk olarak eğitim almak gerek, ikinci el de olsa giriş seviyesinde bir

DSLR makine alınarak kursa gidilmeli, makinesiz kurs almanın pek

bir faydası olmayacağı kanaatindeyim. Çünkü eğitim uygulamalı

olacağı ve ödev de verileceği için makine gerekiyor. İlk anda

çok iyi makine, objektif vb. teçhizata girmeye gerek yok, eğer

ilgi ve merak kurstan sonra da devam eder, kendinde bir gelişim

görür, kullandığınız cihazın yetersiz olduğunu düşünürseniz on-

dan sonra bu işe yatırım yaparsınız. Birçok arkadaşım hevesle

başlayıp bıraktı, o yüzden ilk anda fazla da bir yatırıma gerek ol-

madığını düşünüyorum ben.

Minareler

Güzel fotoğrafları izlemek bile bence çok iyi bir eğitim sürecidir.

İnsan hafızasında daha sonra karşılaşacağı bu tür manzaralarda

nasıl kompozisyon oluşturacağı ile ilgili bir birikim oluşturuyor.

Bu yüzden eğitim safhasında usta fotoğrafçıların çektikleri fo-

toğrafları incelemenin, onların çektiklerini çekmeye çalışmanın,

bu işte özgüven kazanmak açısından çok faydalı olacağı ka-

naatindeyim. Bugün internet ortamı, fotoğrafçılıkla ilgili birçok

bilgiye ve fotoğrafa erişimi kolaylıkla sağlamaktadır. Bu müthiş bir

eğitim imkânıdır. Bir de fotoğrafçılık hakikaten zaman ayrılması

gereken bir uğraş, bekârsanız fazla sorun yok ama evliyseniz

zaman konusunda eşinizin sabrına ihtiyacınız olacak.

İhsan İlze1970 Eyüp/ İstanbul doğumlu olup; İTÜ Şehir Planlama Bölümün-

den 1992 yılında mezun oldu, aynı üniversitenin Şehirsel Tasarım

Programında Yüksek Lisans eğitimini tamamladı. 1994 yılında Şe-

hir Planlama Müdürlüğü bünyesinde Büyükşehir Ailesine katıldı.

2000 - 2007 yılları arasında Şehir Planlama Müdürlüğünde

müdür yardımcısı olarak görev yaptı, hâlen (2007 - ...) Koruma

Uygulama ve Denetim Müdürlüğü’nde Müdür Yardımcısı olarak

görevine devam etmektedir. Evli ve 2 çocuk babasıdır.

Page 18: ibbAilesiSayi36

16

İçimizden Biri

İbrahim AKKURT

Sohbetlerin vazgeçilmez, artık klasikleşmiş sorularından biridir ama biz de soralım. Kimdir İbrahim Akkurt?İbrahim Akkurt’u en güzel tanımlayan kelime; eskilerin çok güzel

bir tabiri olan “Abd-i Âciz” yani Allah’ın âciz bir kulu ifadesidir.

1986 yılında Dünyanın başşehri İstanbul’da dünyaya geldim.

Dünyanın başşehri diyorum çünkü dünya küresinin mücevher

beldesi sayılan İstanbul’umuz, tüm dünyanın yakından takip et-

tiği bir şehir ve tarihte olduğu gibi günümüzde dahî tüm dün-

ya mazlumlarının kurtuluşu olan bir şehir. Bunu hamaset olsun

diye söylemiyorum; Cenab-ı Hakk bu abd-i acize 12 ülke ve

70’e yakın şehir gezmeyi nasip etti gezdiğim bu yerlerde ve

edindiğim tecrübeler neticesinde bu kanıya vardım. Talihin ve

tarihin yardımıyla 2 imparatorluğa başkentlik yapmış olan ve

hâlen dünyanın başkenti saydığım bu şehirde dünyaya gelmiş,

okumuş ve yaşayan ve bu şehrin nimetlerinin şükrünü ifa etm-

eye çalışan birisidir İbrahim Akkurt. 2010 yılında İstanbul Üniver-

sitesi Tarih Bölümünden ve A.Ü. İlahiyat Bölümlerinden mezun

oldum. 2010 yılında başladığım İ.Ü. Tarih Bölümü yüksek lisans

programını nasip olursa Haziran 2013 itibarıyla tamamlıyorum.

İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nde ne zaman göreve başladınız? Şu anda hangi müdürlükte çalışıyorsunuz?İBB’de göreve başlamam 3 Temmuz 2007 Salı günü 14.55

idi. Daha dün gibi hatırladığım o tarihte üniversite 1. sınıfı yeni

bitirmiştim ve zabıta memuru olarak Büyükşehir Belediyesi’ndeki

serüvenim başlamış oldu. 4.5 yıllık zabıta memurluğu tecrübe-

sinden sonra 28 Ekim 2011 Cuma günü kadromla birlikte Eğitim

Müdürlüğüne geçtim. 16 Mart 2012’de Başkanlık onayı ile Fatih

Belediyesi’nin Tarihi Yarımada İmar Planında Tarihçi unvanıyla 6

ay geçici görevlendirme ile çalıştım. Akabinde askerlik ve 1 Şubat

2013 tarihinden itibaren de Eğitim Müdürlüğünde görev yap-

maktayım.

Tarihe merakınız ne zaman başladı? Nasıl oldu da tarihi nasıl sevdiniz? Çocukken de ilginiz var mıydı?Küçüklüğümde tarihe pek fazla merakım olduğunu söyleye-

mem, tarihten daha ziyade edebiyata karşı merakım ve ilgim

vardı. Lakin üniversiteye hazırlandığım yıl mutad olarak takip

ettiğim Lalegül Fm’deki Osmanlı Tarihi programları beni çok

etkilemiştir ve tarih alanına yönelmemi sağlamıştır diyebilirim.

Sonrasında okuduğum kitaplar, katıldığım seminerler ve tabi

olarak okuduğum tarih bölümü tarihi sevmeme sebep olmuştur.

İnsanın böyle bir medeniyeti ve tarihi olduğu hâlde tarihi sevme-

mesi mümkün müdür? Tarihi okumalar ve araştırmalar yaptıkça

şu kanıya vardım; Biz tarihin en şerefli milletiyiz. Bu millet mefhu-

mu kuru kuru bir ırkı yansıtmıyor, tarihin en şerefli milleti olmak

unvanı; medeniyetiyle, kültürüyle, İslam’a 1000 yıldır hizmet et-

meyle kazanılmış bir payedir.

Tarihçe dergisinin hikâyesindenbahsedelim mi birazda? Nasıl doğdu bu dergi? Dergi Tarihine SahipÇıkanlar Topluluğu Bülteni alt başlığıy-la çıkıyor. Aslında öncelikle bu toplu-luğu tanıtmak lazım galiba, değil mi?Tabi ki isabet olur. Tarihine Sahip Çıkanlar Topluluğu; tarih sa-

hasında ilmi çalışmalar yapıp, tarihi şahsiyetleri anma program-

ları düzenleyerek milletimizin tarih konusunda bilinçlenmesi için

gayret gösteren bir oluşumdur. Bizlerin tarihimizle, kültürümüzle,

insani değerlerimizle millet olarak bulunduğumuz yerden çok

daha yüksek seviyeleri hak ettiğimiz kanaatindeyiz. Bu sebeple

İbrahim Akkurt tarih sevdalısı bir İBB çalışanı. Bu sevda ile öğren-

ciliğinden bu yana pek çok çalışmanın içersinde yer almış.

Bunların arasında en önemlileri başkanlığını yaptığı Tarihine Sahip

Çıkanlar Topluluğu ile Tarihçe isimli bülten. İbrahim Akkurt ile tari-

he olan merakı, uğraşıları ve Tarihçe dergisi üzerine konuştuk.

İbrahim Akkurt soruyor; insanın böyle bir medeniyeti ve tarihiolduğu hâlde tarihi sevmemesimümkün müdür?

Page 19: ibbAilesiSayi36

17

İçimizden Biri

üniversite yıllarında tarih şuuru kazanmak ve kazandırmak an-

lamında başlattığımız yayıncılık faaliyetleri ve etkinliklerini ülke

sathına yayalım istedik. İstanbul Üniversitesi Tarih Bölümü’nde

okuduğumuz yıllarda Tarih Topluluğu isimli öğrenci grubumuzla

1 yıl içerisinde 20 farklı etkinlik yaparak ulaşılması güç faaliyetlere

imza atmayı Cenab-ı Hakk bizlere nasip eyledi. 2009 yılından

itibaren de Tarihine Sahip Çıkanlar Topluluğu ismiyle faali-

yetlerimize devam ediyoruz.

Tarihçe Bülteni, farklı röportaj ve orijinal okumalarıyla tarihe yeni bir bakış açısıyla yaklaşıyor.

Tarihine Sahip Çıkanlar Topluluğu; farklı üniversitelerin farklı

bölümlerinden mezun olan, yüksek lisans yapan ve hâlâ öğrenci

olan genç dinamik bir oluşumdur. Üniversite yıllarında “İstanbul

Tarih” ismiyle başladığımız yayıncılık faaliyetlerimizi Tarihine Sa-

hip Çıkanlar Topluluğu çatısı altında “Tarihçe” isimli dergimizle

devam ettirmekteyiz. Bunun yanı sıra 5 Ocak 2009 tarihinden

itibaren www.istanbultarih.com isimli web sitemiz, Facebook,

Twitter gibi sosyal iletişim araçları ile internet üzerinden de

faaliyetlerimizi sürdürmekteyiz. Bizim medeniyetimiz, tarihimiz

reaksiyon hareketi değil bilakis aksiyon hareketidir. Tarihimize,

kültürümüze, medeniyetimize sahip çıkmamız için illa ki ec-

dadımızı, tarihimizi karalayan muhteşem rezilliklerin olmasını

bekleyemeyiz. Tarihine Sahip Çıkanlar Topluluğu olarak bizler

Merhum Mehmed Akif’in “Sâhipsiz olan memleketin batması

haktır; Sen sâhip olursan bu vatan batmayacaktır. Feryâdı bırak,

kendine gel, çünkü zaman dar… Uğraş ki: telâfi edecek bunca

zarar var.” hitabının muhatabı olduğumuzu düşünerek çalışma-

larımızı aralıksız sürdürmekteyiz.

Akademik tarihçilik ile popüler tarihçilik arasında bir üslup ya-

kalamak suretiyle insanlarımıza tarih şuuru kazandırmak en

öncelikli hedefimizdir. Tarihi şahsiyetlerimizi anma programları

tertip ederek, tarihi şahsiyetlerimizi yüceltmek ile aşağılamak

yerine objektif bir bakış açısıyla tarihte hak ettikleri yeri alma-

larını hedeflemekteyiz. Tarihi şahsiyetler hakkında konuşurken

bu vesileyle yaşadıkları dönemi ve dünya üzerindeki gelişmeleri

öğrenmek ve öğretmeyi, etkinliklerimiz, yayınlarımız vesilesiyle

geçmiş ile gelecek arasında bir bağ kurarak yeterli görmediğimiz

sosyal ve kültürel kalkınmamıza katkıda bulunmayı hedefleme-

kteyiz. Bu sebeple herkesi geçmişimizle buluşturmaya, kahra-

manlarımızın aziz hatıraları önünde dua etmeye, yaşanılmışlıklar-

dan ders çıkarttırmaya gayret ediyoruz.“Tarihçe” isimli bültenimiz

de böylesine önem taşıyan bir oluşumun yayın organıdır diyebil-

iriz. 2011 yılında yayına başlayan bültenimiz birisi Filistin, Kudüs

ve Mescid-i Aksa Özel Sayısı olmak üzere 2 sayı olarak çıkmıştır.

Mayıs 2013’te de 3. sayımızı yayınlamak nasip oldu.

Tarihçe Dergisiyle neyi gerçekleştirmeyi hedefliyorsunuz?Tarihçe dergimiz vasıtasıyla birtakım katkılar gerçekleştirmeyi

hedefliyoruz. Bunları şu şekilde sıralayabiliriz; Tarihine Sahip

Çıkanlar Topluluğu olarak gerçekleştirdiğimiz programların

tanıtımını yapmak, dergimizdeki yazar kadrosunun tarih yazarlığı

noktasında ihtisaslaşmasını sağlamak, gerçekleştirdiğimiz röpor-

tajlar ile tarihçilerimizin ve uzmanlarımızın fikirlerini öğrenmek

ve kamuoyunun bilgisine sunmak, tarihi kendi öz değerlerimiz

ışığında analiz ederek fikirlerimizi dergimizin ulaştığı tüm nokta-

lara yaymak şeklinde açıklayabiliriz.

Yaşadığımız şu zamana internet çağı diyor bazıları. İnternet Çağı’nda tarihe ilgi nasıl sizce?İnternet çağı tespiti gayet yerinde bir tespit. Son yıllarda in-

sanımızda tarihe karşı muhteşem bir ilgi baş gösterdi. Bunun

şüphesiz birçok sebebi var. Bunlara girmek sohbetimizin

konusunu dağıtabilir, fakat en önemlileri arasında tarihle alakalı

Page 20: ibbAilesiSayi36

18

İçimizden Biri

dizilerin, filmlerin, internet sitelerinin çoğalmasını gösterebiliriz.

Facebook ve twitter vasıtasıyla tarihle alakalı birçok sayfa, grup

teşekkül etmiş vaziyette. Lakin bunlar da takipçilerine tarihi bilgiler

vermekten ziyade tarihi şahsiyetlerin ön plana çıkmış sözlerini

paylaşmakta; tabir-i caizse slogancı bir tarih ortaya çıkarmak-

tadır. Popüler kültüre ve popüler tarihe hizmet eden internet

tarihçiliği insanları doğru bilgi edinmeye sevk ettiği takdirde

yararlı olacaktır. Bu bağlamda internet çağında tarihe ilgi çok

üst düzeydedir diyebiliriz.

İbrahim Akkurt 12 ülke ile 70’ye yakın şehri ziyaret etmiş.

Dönüp dönüp yeniden okuduğunuz tarih kitaplarınız var mıdır?Evet, hem de ziyadesiyle. Bazı kitaplar vardır her okuduğunuzda

sizde farklı çağrışımlar uyandırır. Yahut bir önceki okuduğunuzda

göremediğiniz noktaları size gösterir. Lütfü Akdoğan’ın “İmpar-

atorluğu Yıkan Kadın;” Sara kitabını, Prof. Dr. Feridun Emecen

hocamın kitaplarını, Mehmed Akif’in Safahat isimli eserini, Sultan

Abdülaziz ve Sultan Abdülhamid Dönemleri ile alakalı tarih

kitaplarını bu minvalde zikredebilirim.

İbrahim Akkurt bilhassa Filistin meselesini çok önemsiyor.

Page 21: ibbAilesiSayi36

19

Hatıralar

HatıralarMadam ArşaluşMadam Arşaluş Harbiye’de oturduğumuz muhitin iğnecisiydi.Gençler pek bilmezler eskiden mahallelerde iğneciler vardı. Ma-

halledeki tüm hastaların iğnesini de işte bu kişiler yapardı. Öyle

herkese ayrı enjeksiyon da kullanılmazdı! Madam Arşaluş demir

uçlu devasa iğnesini, yine demirden bir çantada taşır; her de-

fasında aynı iğneyi kaynatarak kullanır; böylece tüm mahalle

iğne kardeşi olurdu! Bunu kimse umursamazdı ama. Bulaşıcı

hastalıklarda öyle fazla duyulmadığı için Madam Arşaluş mesleği-

ni rahatça icra etmeye devam ederdi.

Bizim evde hastalıktan dolayı herhangi birimize doktor tarafın-

dan reçeteye iğne yazılmışsa eğer; çok geçmeden Madam

Arşaluş ‘a haber verilir; biz çocuklar da akşama kadar korkuy-

la Madamı beklerdik. Madam Arşaluş bir kadına göre oldukça

uzun boylu ve iri kemikli bir hanımdı. O büyük elleri bu gün bile

gözümün önündedir! Madamın yüzü de uzundu. Gözleri kah-

verengi, burnuyla ağzıysa uzun yüzüne inat minicikti. O uhrevi

törene başlamadan önce, Madam mutlaka şekersiz kahvesi-

ni içer, bir yandan da etrafındakilerle konuşurdu. Tabi benim

kendisini böyle anlatmama bakmayın! Bir de onu kendi ağzın-

dan bir dinlemek lazımdır. Madam gençliğini öyle bir anlatırdı ki,

sanırdınız ki kendisi o zamanın afet-i devranı! Madam Arşaluş,

iğne yapmadan önce kahvesinden bir yudum alır ve iç geçirerek

konuşmaya başlardı.

“Ah Arşaluş ah! Ka ben böyle miydim? Saçlarımı or-tadan ikiye ayırır tarardım saten elbisemi giyeridim. Altına da naylon çoraplar bir çıkaridim. Tatavlaya’da (Kurtuluşun eski adı) arkamdan herkes bağırır idi; yandım Arşaluş ah Arşaluş!”

O böyle anlatırken, ben saçını Kızılderililer gibi ortadan ayıran bir

kadın ne kadar güzel olabilir diye düşünür ve buna da çok güle-

rdim. O da çok kızardı. Sonra da anneme döner sitemli sitem-

li “ Zaar geçen sene geçirdiği hastalıkdan bunda

araz kaldı!” der. Bana birazda darılmış gibi bakarak kahvesini

içmeye devam ederdi. Sonra yeniden Tatavla’yı anlatmaya koyu-

lurdu. “Aman Melek Hanım, şimdiki gençlerde hayat yok! (iyi ki bu zamanı görmemiş).Ne güzel idi bizim gençliğimiz. Her yerde bahçeli evler; bahar geldi mi eriklerin canım çiçeklerini açar. Herkes birbir-ini tanır. Eyi geçinir idi. Gündüzün Pera, sinemalar, gece açık hava bahçeleri sanatçı dinlemeler… Heç bir şey yapamadın, Tatavla’da iki piyasa! Terziler, muhallebiciler… Şimdi herkes beynini televizyo-na vermiş; ağzı açık oradaki hayatları yaşıyor. Bak benim şimdiki hâlime kimsem yok! Güzellik de git-ti! Yalnızlık, parasızlık…

Gülizar ENGİN / Halkla İlişkiler Müdürlüğü

Page 22: ibbAilesiSayi36

20

Hatıralar

Bütün akrabalarım da yurt dışına gitti. Ben buraları severim gençliğim geçti, Paşam Artinim mezarı bu-radadır, sizin gibi bulunmaz komşularım var. Ben çok mutluyum, yağmur beni mutlu eder, bahar beni mutlu eder” der. Anılarını anlatır hepimizi güldürür dururdu.

Ne güzel derdim mutluluk meselesini içinde halletmiş; yaşamının

tüm neşesini de etrafına aktarıyor. Her şeyin bir sonu olduğu gibi

nihayet Madamın kahvesi de biter, o da esas işine koyulurdu.

Demir çantasından çıkardığı meşhur iğnesine solüsyonu çeker,

birazını da havaya fışkırtırdı. Eğer o bahtsız hasta ben isem her

zaman aynı şeyi yapardım.

Çocuk aklımla zaman kazanmak için Madam Arşaluş’u soru

yağmuruna tutardım. En çok da“ Madam Arşaluş, mikroplar

soğukta mı ölür? Yoksa sıcakta mı? diye sorar, sonra da cevabını

beklemeye başlardım.

Madam, “Sıcakta” derse; bu seferde “Ama neden ameliyathan-

eleri soğuk tutuyorlar o zaman?” derdim. Sonra da işi iyice uza-

tır; “Sen iğneyi kaynatıyorsun ama ya mikroplar ölmüyorsa!” der

kadıncağızı iyice kızdırırdım. Ben böyle söyler söylemez Madam

iyice köpürür, “Terbiyesiz velet yat çabuk gösteririm sana mikrop nasıl ölürmüş!” diyerek söylenir anneme de

dönüp “Ka Melek hanım yok yok geçen seneden araz kaldı bu kızda!” derdi. Kocası Artin Amca öldüğünden beri,

sırtından siyah kıyafetlerini çıkarmıyordu. Bembeyaz saçlarını

örttüğü küçük siyah eşarbı acayip bir tezat oluşturur; iğne için

üzerime doğru her eğilişinde rüyalarımın kara kâbusu olurdu.

Her şey olup bittikten sonra, keşke Madamı kızdırmasaydım diye

birazcık pişmanlık duyar ancak yine de her seferinde de elimde

olmadan mikrop meselesini tekrar açardım.

Ben ne kadar uzatırsam uzatayım Madam bir şekilde işini bitirir-

di. Korkunç işleminden sonra da her defasında doğrulup “Şifa olsun” der; derin bir nefes çekip, “Ohhhh!” diyerek hızlıca

kendini koltuğa atardı. Derken anneme seslenirdi “Melek Hanım su ver, yine heyecanlandım. Yaş gittikçe san-ki ilk defa iğne yapıyormuş gibi heyecanlanıyorum” deyiverirdi. Suyunu içtikten sonra da üstüne siyah hırkasını alıp,

geldiği gibi yine neşeli bir hâlde evimizden çıkardı.

Mahallede herkesin Madam Arşaluş’la bir işi olurdu mutlaka.

Kendisi emekli hemşire olduğu için yarı doktor sayılırdı bizim

için. Eğer yanlış bir şey yapacak olursa da şaka yollu “ Zaar ben doktorum?” der güler geçerdi.

Madamı en son on yıl evvel, yolda gördüm. İki büklüm yokuşu

çıkmaya çalışıyordu. O hâliyle zor tanıdım. Koluna girdim yokuşu

çıkarken acaba, o eski günlerdeki gibi mikroplar sıcakta mı yoksa

soğukta mı ölür diye takılsam mı acaba diye düşündüm.

Madam da bana yine eskisi gibi kızsa ama beni hatırlayacak

dermanı bile yoktu ki... İçimden sadece şöyle söyleyebildim ah

Madam Arşaluş ah!

Page 23: ibbAilesiSayi36

21

Bir Günün Hikayesi

İstanbul denince akla ilk gelen semtlerden birisidir Sultanahmet. Bir

yanda Sultanahmet Camii diğer yanda Ayasofya, Topkapı Müzesi,

Alman Çeşmesi, Yerebatan Sarnıcı, İslam Eserleri ve Arkeoloji Müze-

si. Nereye baksanız tarih ses verir size. Şehrimizin her daim ayakta,

her daim renkli semtlerinden birisidir Sultanahmet.

Geçtiğimiz günlerde, Sultanahmet’te bulunan Zabıta Destek

Hizmetler Müdürlüğü’ne bağlı Turizm Amirliği’ni ziyaret ettik. Tur-

izm Zabıta Amirliği 2 yıl kadar önce kurulmuş. Malum, İstanbul son

yılların en gözde turistik ülkelerinden birisi. Uzak yakın dünyanın

pek çok ülkesinden turiste yılın her mevsimi rastlamak mümkün

oluyor artık. Böyle olunca da hâliyle turistlere yönelik hizmetlerin

hem sayısında hem de niteliğinde bazı değişiklikler yapmak gere-

kiyor. İşte, Turizm Zabıta Amirliği bu ihtiyaçları karşılamak amacıyla

kurulmuş bir birim. İstanbul’da dört merkezi noktada Taksim, Em-

inönü, Sultanahmet ve Beyazıt Meydanlarında 30 kişiyle hizmet veri-

yor. Personel seçiminde doğal olarak yabancı dil bilmek en önemli

kıstas. Çalışanların tamamı İngilizce biliyor, bunun dışında Fransız-

ca, Arapça ve İspanyolca dillerine de ağırlık veriliyor. Turizm Zabıta

Amirliği, zayıf oldukları diller konusunda ise İSMEK’le iş birliği yaparak

çalışanlarına kurslar verdiriyor.

Amirliğin başlıca görevi, turistlere İstanbul’da yaşayabilecekleri her

türlü probleme karşı çözümler üretmek, danışmanlık yapmak. An-

cak turizm zabıtadaki arkadaşlar, sorumlulukları dışındaki konularla

da ilgilenip hatta kendi imkânlarıyla pek çok turiste yardımcı oluyor-

lar. Mesela, otel arayan, rehberlerini kaybeden turistlere de yardımcı

oluyorlar. Sohbetimiz esnasında telefonlarını şarj eden turistlere ras-

tladık bizde.

Turistler, genellikle nereyi gezeceklerini bilerek geliyorlarmış İstan-

bul’a. Yani öyle nereye gideyim diye sorana pek rastlanmıyormuş

aslında. İstanbul’un pek bilinmeyen güzelliklerini, tarihi köşelerini de

Turizm Zabıtadaki memur arkadaşlar anlatıyormuş. Turizm Zabıta

Amirliği’nin alâmetifarikası, sevimli otomobilleri. Gerçekten bu araç

nereye gitse büyük bir ilgiyle karşılanıyor. Mercedes Smart marka

otomobillerin dizaynı da memurların kıyafeti de, amirliğin ortak

çalışması. Beraberce düşünüp, tasarlamışlar. İnsan trafiğinin çok

yoğun olduğu bu mekânda, Turizm Zabıta Amirliği’nin en büyük

sıkıntısı, mekân gibi görünüyor. Turist trafiğinin yoğun olduğu bu

bölgede, kendilerine ait bir binaya sahip olurlarsa daha da verimli

çalışabilirler. İstanbul gibi muhteşem bir şehre hizmet için çabalayan

Turizm zabıta Amirliğine hizmet yolunda devamlı ve hayırlı başarılar

diliyoruz.

İstanbul BüyükşehirBelediyesi’ninTurizm Elçileri

Page 24: ibbAilesiSayi36

22

Bir Günün Hikayesi

Mehmet EzberDokuz yıldır İBB Ailesinde. 2009 yılında Zabıta Komiseri olmuş.

Bahçeşehir Üniversitesi Kentsel Sistemler ve Ulaştırma Yönetimi

bölümü Yüksek Lisans mezunu. Turizm Zabıta Amirliğinin ku-

ruluşundan bu yana Turizm Zabıta Amiri olarak görev yapıyor.

İngilizce biliyor. Bu birimde çalışmanın; çalışan kişiler açısından

kişisel gelişim, yabancı dil ve genel kültür gibi konularda farkın-

dalık oluşturabilmek için uygun ortamlar sağladığını söylüyor.

Muammer TortopPek çok dilde şikâyet formu hazırladıklarını ve bunları turistler-

in hizmetine sunduklarını söyleyen Muammer Tortop, turistler-

in en çok taksi ve fahiş ücretlendirmeden şikâyetçi olduklarını

söylüyor. Sultanahmet Turizm Zabıta Amirliğinde zabıta komiseri

olarak görev yapan Muammer Bey, turizmle ve bilhassa turis-

tlere yapılan sahtekârlıklarla alakalı yayınları da yakından takip

ediyor. Turistlere özellikle, İstanbul’da kullanabilecekleri en kolay

ve en ucuz ulaşım yolları hakkında yardımcı olduklarını söylüyor.

İngilizce, Almanca ve Arapça biliyor. Fiziki şartlarımız düzelirse

çok daha güzel işler yapacağımıza inanıyorum diyor.

Recep TekinYirmi yıldır turistlere rehberlik yapan Recep Tekin Fransızca,

İngilizce, Almanca ve İtalyanca biliyor. “Ne zaman araçlarımızı

kullanmaya başladık hemen dikkat çektik” diyor. Büroda tanıştığı

turistlerle dostluk kurduğu da oluyormuş. Turizm sektöründe dil

bilmek yeterli değil, kültüre de önem vermeliyiz diyor.

Güneş Yüksel“Renkli ve insanlarla içi içe olduğumuz için mesleğimi çok sevi-

yorum” diyen Güneş Yüksel, Arapça biliyor. Orta Doğu kökenli

turistler Güneş Hanımla karşılaştıklarında çok şaşırıyorlarmış. İl-

ginç buldukları içinde beraberce fotoğraf çektiriyorlarmış. 1990

yılından bu yana Büyükşehir Belediyesi’nde görev yapan Güneş

Page 25: ibbAilesiSayi36

23

Bir Günün Hikayesi

Yüksel, buradaki görevinden öncede yedi sene kadar Su Ürünleri

Hali’nde görev yapmış. Güneş Yüksel “Turizm konusunda, Tur-

izm Bakanlığından daha çok İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne

sorumluluk düşüyor. Çünkü turistler benim kentimi görmeye

geliyorlar. Belediyemiz de şehrin aynası olduğu için bize daha

çok iş düşüyor” diyor.

Yunus TaşdelenMaliye mezunu olan Yunus Taşdelen, iki yıldan bu yana Turizm

Zabıta Amirliği’nde görev yapıyor. En çok ileri seviyede yabancı

dil kurslarına ihtiyacımız oluyor diyor.

Mükremin BulutDaha önceleri Yoksul Sevk biriminde görev yapan Mükremin

Bulut, görevlerinin en ilginç yönünün farklı kültürlerle tanışmayı

sağlaması olduğunu söylüyor. Turizm Zabıta Amirliği, yabancı

dili geliştirmek için çok iyi bir fırsat. Yabancı dilin yanında pratik

zekâ ve güler yüzle yaklaşımında çok önemli olduğuna dikkati

çekiyor.

Serdar TürkoğluYugoslavya göçmeni olan Serdar Türkoğluy’la karşılaşan turis-

tler çok şaşırıyorlarmış. Tarih bölümünden mezun olan, Serdar

Türkoğlu Sırpça ve Hırvatça biliyor. Serdar Bey, “Değişik kültürle-

rden insanlarla tanışmayı ve konuşmayı sevdiğim için işimi sever-

ek yapıyorum” diyor.

Metin Turan Gürcüce ve İngilizce bilen Metin Turan, ayağını burkmuş bir Ja-

pon turisti otele götürdüklerini ve turistin bundan çok duygu-

landığından bahsediyor. Böyle küçük şeylerin hiç unutulmadığını

ve insanları işte bunların bir araya getirdiğini söylüyor.

Page 26: ibbAilesiSayi36

24

Dosya

Sonbahar denince akla sararmış yapraklarla beraber akla hemen

romantizm gelir. Gerçektende o ağır ve uzun sıcak günlerden

sonra sonbaharın hafif rüzgârlarıyla nefes almaya başlar şehir.

Yaz aylarının o rehaveti, yorgunluğu insanın elini kolunu bağlıyor

sanki. Her şey yavaşlıyor. Kızgın güneş altında insanlar sadece

serinlik ve gölge istiyor. Hâliyle işler güçler de geri plana atılıyor.

Ama sonbahar öyle değil. Sonbahar, tabiatın bir nevi uykuya yat-

madan önceki hâline benzetilse de, aslında yeniden bir doğum-

dur. Yeni başlangıçlar, yeni heyecanlar içinde bulunmaz bir

mevsimdir. Yaz aylarının tembelliğinden sonra sonbahar insana

çalışmak için ilham ve güç verir sanki.

Şiirlere, şarkılara da konu olan sonbahar aslında pek de kolay

geçirilecek bir mevsim değil. Vücudumuzda ve ruh ilkimizde

bazı izleri tesirleri de oluyor.

İşte sonbaharın bu zorlayıcı etkisinden kolayca sıyrılabilmek için birkaç tavsiye;• Yürüyüş yapmak için en güzel zamanlar. Hiç üşenmeyin, uzun

ya da kısa gezilerle hem vücudunuzu çalıştırın hem de sonbaharla

beraber değişen doğayı seyredin. Bu yürüyüşler hem aylardır pek

de fazla hareket etmemiş vücudunuzu harekete geçirtecektir.

• Bol bol su için! Su içmek çok eskilerden beri pek çok hastalığın

çaresi olarak görülmüş. İbn Sina’da eserlerinde su içmenin fay-

dalarından bahsetmiş. Pek çok yararının yanında su içmek mev-

sim geçişlerini de kolaylaştırıyor.

• Toprakla uğraşmak bedenimize de ruhumuza da iyi gelen bir

şey. Bu günler de saksılarınızın toprağını değiştirebilir, özellikle

tere, maydanoz, turp gibi bitkileri ekebilirsiniz.

• Hazır ya da paketlenmiş gıdalardan ziyade mevsim sebze ve

meyvelerini tercih edin.

• Şekerli yiyeceklerden uzak durun. Şeker kısa vadede ener-

jimizi yükseltse de sonrasında yorgunluğa neden olur. Şekeri

mümkünse azaltmalı hatta yapabiliyorsak eğer tamamen ha-

yatımızdan çıkarmalıyız.

• Yeni mevsime dinç bir şekilde girmek için, demir ve potasyum

minerali açısından zengin olan yeşil yapraklı sebzeler, kuru yemiş

ve bakliyat ürünlerini kullanabilirsiniz.

• Yeni meşguliyetler, yeni uğraşılar edinin. İnsanoğlu, zor alışıyor

alıştıktan sonra da zor bırakıyor. Uzun günlerle kısa gecelerin

yerini kısa günlerle uzun geceler aldı. İşte sonbahar depresyonu

da denilen bıkkınlık ve can sıkıntısı hâli de bu durumla, güneş

ışınlarının azalmasıyla alakalı. Yaz günlerinin parlak ve uzun gün-

lerinden sonra bazılarımız bir türlü sonbahar günlerine adapte

olamaz. Ancak yeni bir işe başlamak, yeni bir dil öğrenmek gibi

çalışmalar o monotonluğu kırmamıza yardımcı olur. Uyum süre-

cini kolay atlatmamızı sağlayabilir.

• Belki de en güzel önerimiz şu, sevdiklerinizle çokça vakit geçi-

rin ve bol bol gülün…

Tavsiyeler sıralamakla bitmez. Aslında her şey sizde başlar ve biter. Yeni başlangıçlar yapmak siz-in elinizde. Şimdiden başlayabilirsiniz işe…

Sevgi Binnetoğlu - Başkan Danışmanlığı

Sonbahar denince aklıma nedense Eylül ayı gelir. Oysa başka

aylarda vardır, sonbaharda. Eylül de yaşanmışlıklar farklı olduğu

için belki de bizi bu kadar hüzünlendiriyor. Benim hayatımda da

bazı olaylar hep Eylül de yaşandı. O yüzden sonbahar denince

aklıma hüzün gelir. Hayatımın değerlileri sevgilileri babaannem

ve büyükbabam da sonbaharda ebediyete intikal ettiler. Canım

babaannem, hep derdi sen ilkbahar ben sonbahar, hayatıma

düstur edindiğim o kadar sözleri var ki… Hüznün izleri gözlerinde

Sonbahar DeninceAklınızaNe Gelir?

Page 27: ibbAilesiSayi36

25

Dosya

saklı olan, sonbaharım, babaannem… gerçi bizim de sonbaha-

rımızın ne zaman olduğunu bilmek mümkün değil.Yaş otuzbeş

yolun yarısı eder, diyen şairimiz Cahit Sıtkı TARANCI’nın 2 yıl

sonra 37 yaşında ölmesi gibi… Düşen her sarı yaprak yazdan bir

şeyler alıp götürüyor, doğanın biraz daha yalnızlaşmasına neden

oluyor, göçmen kuşlarda yalnız bırakıyor bizleri güller açmıyor,

bülbüller yalnız kalıyor, Sonbahar demek yalnızlık demek, hüzün

demek…

“Bir ÖLÜM vefalı, bir de sonbahar…” demiş, zarif düşünceli

rahmetli şair Cahit Zarifoğlu. Öyle ya hiç aksatmaz, yılın hep bu

zamanları çıkıp geliverir hüzün mevsimi Sonbahar. İnsan, kendi

son mevsimini tamamladığında da başka bir âlemin baharında

uyanmak üzere, yapraklar gibi toprağa düşüverir. Sonbaha-

rı hüzün mevsimi kılan, tabiattaki canlıların yerlerini yenilerine

bırakmaları için görevlerinden birer birer terhis edilmelerinin

yanında, dünya ile cilveleşir gibi kıpır kıpır yaşanan bahar ve yaz

mevsimlerinin zevk ve lezzetlerinin peşinden gelen yoğun ayrılık

hissi olsa gerek. Sonsuzluk isteyen yüreğimizi bağladığımız nice

güzelliğin gözlerimizin önünde solup gitmesi, bizi işte böylesine

kasvetli bir ruh hâline iter.Ancak, nasıl ki, ölüm aslında bir son

değil yeni bir başlangıçtır, sonbahar da canlanma mevsimi olan

ilkbaharın cümbüşlerine bir hazırlık dönemidir. Mevsimler içinde

yaşatılarak, tüm bu tazelikler ile ihtiyarlıklar, ölümler ile dirilmel-

er, ayrılmalar ile kavuşmalara şahit kılınıyor, bilhassa sonbaharda

verilen derslerle, ruhumuza her şeyin geçiciliğini asıl bâki olanın

ise Rabbimiz olduğunu anlatılıyor.

Mânâ âleminde sonbahar, belki de yaşattığı hüzün yüzünden

güzeldir. O hüzün ki, dünyadaki “son”ları hissederek, şimdiye ka-

dar elimizden kayıp giden fırsatlar için üzülmemize, nimetleriyle

tattırıldığımız tüm mevsimler için şükretmemize ve kalan öm-

rümüzü diriltileceğimiz bahar uğruna sarf etmemize kapılar ara-

layabiliyorsa, varsın gönlümüze dolup taşıversin.

Fazile Cebeci - Yazı İşleri Müdürlüğü

Sonbahar bana hüznü, renklerden sarıyı, bir şeyin sonunu ve en

çokta şiiri hatırlatır. Çünkü en güzel şiirlerimi hep sonbaharda

yazdım. Sonbaharı neden seversin diye soracak olursanız, buna

cevap vermek gerçekten de kolay değil benim için. Çünkü insan

ruhunun bir parçasıdır sonbahar. Yeryüzüne adım atmış, nefes

alan her canlının bu dünyayı bir gün terk edeceği gerçeği duru-

rken sonbaharı sevmemek ne mümkün? Ölümü çokça hatır-

layınız diyen bir peygamberin ümmeti olarak sonbaharın apa-

yrı bir yeri ve sevgisi vardır içimizde. Baharda yemyeşil, taptaze

canlanan bir tabiatın yaprak yaprak döküldüğüne şahit olursunuz

sonbaharda. Ve her dem vedalaşırız bu hayatla. Biraz korkutucu

olsa da ben ölümü hatırlattığı için severim sonbaharı. Sonbahar

hayatımda, ruhumda, kalbimde çok başka bir yere sahip. Ne

zaman yapraklar sararıp bir bir dökülmeye başlasa, bulunduğum

yere sığamam. Kendimi sokaklara atıp uzun yürüyüşler yaparım.

Sadece görmek yetmez, duymak da isterim bu emsalsiz zaman

dilimini. Rabbimin bize sunduğu renklerin en şahanesidir sonba-

har. Yürekte ölmüş bir sevgilinin hazin öyküsüdür… Benim ha-

yatımda sonbahar, hüznün, sakin bir esintiyle kulağıma fısıldadğı

aşktır. Ta ezelden ruhuma nakşeden HİCRAN!

Bilge Çoban - Encümen Müdürlüğü

Sonbahar bana hüznü çağrıştırıyor. Çünkü sonbaharın sonu

kıştır. Ben, kış mevsimini hiç sevmem. Çünkü büyük şehirle-

rde kış demek çile anlamına geliyor. Oysa güzel bir manzara

eşliğinde kar yağışını seyretmek elbette çok güzeldir, hoştur.

Ben kışın yaşamayı değil de, sadece kar yağışını izlemeyi tercih

ederim! Sonbaharda, yaprakların sararması ve dökülmesi başlı

başına görsel bir şölendir çünkü. Onu yaşamak da güzel. Aslına

bakarsanız her mevsimin kendine özgü bir güzelliği vardır. Fakat

bahar her hâliyle güzeldir. Bir kere kelime olarak batığımızda in-

sanın kulağına ve ruhuna hoş gelir. o yüzden sonbaharın içinde

bir “bahar” kelimesi bulunduğu için severim bu hazan mevsimi-

ni. İlk ya ada son fark etmez benim için. Hayatınızdaki her şeyi

süpürebilirsiniz ancak sonbaharı asla!

Page 28: ibbAilesiSayi36

26

Deneme

Dünyanın en güzel ülkesi, şu koca dünyanın neresinde olur-

sa olsun bütün insanların ömürleri boyunca bir kez muhakkak

gittikleri ama yaşarken o ülkenin ne kadar eşsiz olduğunu asla

bilmedikleri, bilemedikleri bir ülkedir. Evet şu dünyada ömür

sürmüş herkesin o ülkeye yolu düşer ömründe bir kez, uzun

uzun konaklar da o ülkede bilemez kıymetini. Sefasını sürer ta-

sasızlığın. O ülkede geçen her an yazılsa satır satır, kayda alınsa

kare kare, filme alınsa uzun uzun, yeridir, bir daha yaşanmaz, bir

daha gidilemez, bir daha uğranmaz, yol düşmez o ülkeye çünkü.

Dünya yansa o ülkede yaşayanlar hep mesuttur. Daima kendis-

ine bir eğlence bulur çünkü. Bulduğu eğlence anı geçiştirmek

için değil, yaşamak içindir, saftır, eğlencenin hasıdır. Küçük, basit

şeylerden mutluluk duyar insan bu ülkede, “saf”, “has” bir mutlu-

luk. Koşmak bu ülkede yaşayanların en sevdiği şeylerden biridir,

yaşadıkları mutluluktan arzın da haberi olsun istercesine.

Dünyanın en güzel ülkesine gidip, yolu oradan geçen bir daha

asla o ülkeye uğrayamaz. O ülkeden geçilip gidildikten sonra

da önce fark edilmez o benzersiz neşenin, tatlı şen kahkahanın

solup bir sepya rengi aldığı. Ayrılırken o ülkeden hep acelesi

vardır insanın, hızlı adımlarla yol alır bir vakit, ancak yorulduğun-

da şöyle bir geriye baktığında fark eder o ülkenin ne kadar ırak,

ufukta kaybolmuş, yıldızlara karışmış olduğunu, vah demek ge-

rekir artık, dizleri dövmek, ağlamak, bir ağıt yakmak yapılabilirse

bu kaybedişe. Şimdi başka şehirleri, ülkeleri görmek isterken

bütün insanlar bir vakitler dünyanın en güzel ülkesine gidip gel-

diklerini bilmezler bile. Dünyanın bütün yükünü tatil öncesinde

bırakıp hafiflediklerini zannedip, büyüklü küçüklü, renk renk, ağır

ağır valizlerle seyahat ederken, aslında bir zamanlar, dünyanın

en güzel ülkesinde ne kadar hafif olduklarını hatırlamazlar. Bu

ülkede yaşarken mutsuz olan da vardır elbette ancak dünyanın

en güzel ülkesinde yaşanan öyle anlar vardır ki yorulup da geriye

bakıldığında hissedilen uzaklık, o anları öyle bir çoğaltır ki vaktini

mutsuzlukla geçiren de koşa koşa geri dönmek ister yapamay-

acağını bile bile.

Seyahat şirketleri tur düzenlemezler bu ülkeye. Yapabilselerdi

bu ülkeye yeniden girişi, sıraya girerdi istisnasız bütün insanlar

kayıt yaptırmak için. Fazla yükleri de olmazdı gidebilseler, döne-

bilseler o ülkeye, sadece daha önce o ülkedeyken kullandıkları

eşyalar, birkaç tane. Aynı eşyaları isterler, aynı insanları ve aynı

olayları acısıyla tatlısıyla. Kol aynı yerden kırılsın, ekmek arası do-

matesi saçları henüz tam ağarmamış yine o dinç anne hazırlasın

istenir bağıra çağıra, aynı arkadaşlarla aynı oyunlar oynansın,

aynı kavgalar edilsin gün batana dek, abinin ödevine yine tam

ortasından çizik atılsın yanlışlıkla, kızların atkuyruğu saçı aynı

yerden çekilsin, gece yarısı aynı kâbus görülsün aynı korkusuz

babanın koynunda uyunsun, aynı yeşil tülbent sarılsın körebe

oynanırken, babaannenin, anneannenin aynı yemeği olsun, aynı

tat, aynı koku, köyde, şehirde nerede nasıl yaşanmışsa, hepsi,

her şey aynı olsun. Dönebilseler ah, gidebilseler dünyanın en gü-

zel ülkesine, çocukluğa.

DÜNYANIN EN GÜZEL ÜLKESİMukadder Gemici / İSKİ Basın Müdürlğü

Page 29: ibbAilesiSayi36

27

İçimizden Biri

Sağlıklı, uzun bir ömür sürmek aslında biraz da insanın kendi

elindedir. Vücudumuza zarar verecek besinlerden ve alışkan-

lıklardan uzak durarak bunu başarabiliriz. Zararlı alışkanlıkların

başında da hepimizin tahmin ettiği üzere ‘’ SİGARA ‘’ gelir. Hani

kimimizin arkadaş ortamında, masum bir şekilde başladığı ve an-

lamadan da tiryakisi olduğu sigara! Sigaranın bağımlılık yapması-

na neden olan madde nikotindir. Nikotinin haricinde sigaranın

içinde pek çok zehirli madde daha bulunur. Katran soluduğu-

muz zehirlerin başında gelmektedir. İşte, bir adet sigaranın

içinde bulunan zehirli maddelerden bir kaçı:

• Polonyum - 210 (kanserojen)

• Radon (radyosyon)

• Metanol (füzeyakıtı)

• Toluen (tiner)

• Kadmiyum (akü metali)

• Bütan (tüpgaz)

• DDT (böcek öldürücü)

• Hidrojen Siyanür (gaz odaları zehiri)

• Aseton (oje sökücü)

• Naftalin (güve kovucu)

• Arsenik (fare zehiri)

• Amonyak (tuvalet temizleyicisi)

• Karbon (eksoz Monoksit gazı)

• Nikotin

ve bütün bunlardan başka 3.885 adet başka toksik madde daha…

Bu maddelerin tümü de kanserojen maddedir. Sigaranın vücu-

da verdiği zararları az çok hepimiz biliriz. Pek çok kalp ve ak-

ciğer hastalığı, damar tıkanıklığı, felç ve kanser hastalığının

oluşmasının birinci sebebidir sigara. Etkisi de o kadar hızlı ve

güçlüdür ki; içildiği andan itibaren vücut hemen etkilenmeye

başlar. Nabız yükselir, daha hızlı nefes alınmaya başlanır. Kan

dolaşımı yavaşlar ve sigarada bulunan 3885 çeşit zehirli madde

büyük bir hızla çalışmaya başlar ve vücuda yayılır. Sigara sadece

akciğerleri değil, aslında bütün organları etkiler. Özellikle ağız

kanserinin başlıca sebebidir. Ayrıca diş eti rahatsızlıklarıyla ağız

kokusuna da sebep olur. Sigara içenlerde baş ağrısı da yaygın

olarak görülmektedir. Çünkü ağır kimyasal maddeler içeren siga-

ra beyin damarlarını daraltarak felçlere bile sebebiyet vermek-

tedir. Sigaranın kalbe verdiği zararı ise tam anlamıyla bir yıkım

olarak tanımlayabiliriz.

Yapılan araştırmalara göre sigara tiryakisi erkeklerin %40 ı eme-

klilik yaşına gelmeden hayatını kaybetmektedir. Bu oran sigara

kullanmayanlarda ise %18’dir. Bu kadar iç karartıcı bilgiden sonra

yine de ümitsiz olmamak lazım diye hemen belirtelim. Çünkü

vücuttaki bütün tahribatına rağmen sigara bırakıldığı andan iti-

baren vücut kendi kendini onarmaya başlar. Ve on yıl içinde de,

SAĞLIKLI BİR HAYAT İÇİN

SİGARAYI BIRAKALIMNuray ARDA / Halkla İlişkiler Müdürlüğü

Page 30: ibbAilesiSayi36

28

İçimizden Biri

kişi sanki hiç sigara içmemiş gibi eski hâline döner.

Sigara konusunda fazla bilinmeyen bir konu da; sigaranın içenler

kadar içmeyenleri de etkilediğidir. Pasif içicilik özellikle çocuk-

larda çok daha büyük bir risk oluşturmaktadır. Akciğerleri henüz

gelişmekte olan pasif içici çocuklar bu nedenle sık sık kulak -

boğaz enfeksiyonu ile zatürree ve bronşit geçirirler.

Sigarayı bırakmak isteyen tiryakilerin, her halükarda bu alışkanlık-

tan kurtulması mümkündür. Bunun için, öncelikle kararlı olmak

ve iyi bir hazırlık dönemi geçirmek gerekir. Sigara gerçekten de

günümüzde sağlığımızı tehdit eden önemli unsurlardan birisi.

İşte biz de sigaranın tehlikesine dikkat çekmek amacıyla sigarayı

yeni bırakmış, bu uğurda azim ve kararlılıkla ilerleyen içimizden

biriyle İstanbul Büyükşehir Belediyesi Halkla İlişkiler Müdürlüğü

çalışanı Murat Gül arkadaşımız ile konuştuk.

Murat Bey, öncelikle sigarayı bırakma kararınızdan dolayı sizi tebrik ederiz.Sigarayı bırakmaya nasıl karar verdiniz ve bu kararı almanızda neler etkili oldu?Sigaraya bağlı ölümlere şahit oldum. Yakın arkadaşımın akrabası

sigaranın yol açtığı hastalık sebebiyle vefat etti. Ayrıca spor yap-

arken çok çabuk tıkanıyordum. Futbol oynarken de zorlanmaya

başlamıştım. Koşarken çabuk yoruluyordum.

Günde ne kadar sigara içiyordunuz?En az bir paket içiyordum. Bazen, bir buçuk pakete kadar da

çıkıyordu bu sayı.

Sigarayı bırakma konusunda zorlandığınız, sigara krizine girdiğiniz oldu mu hiç? Sigarayı bıraktıktan sonra vücutta bazı değişimlerin olduğu söylenir. Sinirlilik, asabiyet ve kilo alma gibi… Siz de bu belirtiler ortaya çıktı mı?Çıktıysa nasıl baş ettiniz bunlarla?Sigarayı ilk bıraktığımda daha çok kriz geliyordu. Sürekli sigara

içme isteği duyuyor; her şeye sinirleniyor; kendimi mutsuz ve

boşlukta hissediyordum. Bu boşluk dolmayacak gibi geliyordu.

Ama bir yandan da bu olumsuzlukların zamanla geçeceğini de

biliyordum. Sürekli kendime telkinler verdim. Bu arada kilo alma-

ya da başladım. Bu yüzden spora ağırlık verdim.

Özellikle ilk zamanlarda etrafınızdaki kişil-er sigara içerken kendinizi nasıl hissediyor-dunuz, içme isteği duyuyor muydunuz? Öyle zamanlarda sigara içmeyen insanları düşünmeye çalıştım.

Sigara içme isteğinin içmeyenlerle aynı olacağını biliyordum.

Bunun sadece bir istek olduğu konusunda kendi kendime telkin-

lerde bulunuyordum.

Sigarayı bırakmak için tıbbi bir destek aldınız mı? İlaç ya da sigara bırakma danış-ma merkezine başvurdunuz mu?İlk sigarayı bırakmaya karar verdiğim zaman Sağlık Bakanlığı Alo

171 Sigara Bırakma Yardım Hattını aradım. Bir randevu verdiler.

Ama randevu günü işim olduğu için gidemedim. Ama zaten tek

başına yapabileceğimi biliyordum ve tek başıma mücadele et-

tim.

Sigarayı bıraktıktan sonra kendinizde ne gibi değişiklikler hissettiniz?Sigara kokusunun kötü bir koku olduğunu fark ettim. Koku alma

hissim arttı. Yemeklerden daha fazla lezzet alır oldum. Ağız koku-

su olmamaya başladı. Dişlerim daha sağlıklı artık. Ayrıca spor

yaparken zorlanmıyorum. Özellikle halı saha maçı yaparken

kondisyonumun daha iyi olduğunu fark ettim. Sigarayı bırak-

tığımdan beri psikolojik olarak da kendimi daha iyi hissediyorum.

Sigara içenlere ve bırakmak isteyenlere neler tavsiye edersiniz?Sigarayı kesinlikle bırakmalarını tavsiye ediyorum. Ama öncelikle

kararlı olsunlar. Sigarayı bıraktıklarında zaman geçtikçe sigara

yoksunluğunun kalmayacağını ve sigara kokusunun dışarıdan

daha kötü hissedileceğini bilsinler. Kendi kendilerine yapamıyor-

larsa tıbbi yardım alsınlar. Mutlaka çaba harcasınlar. Çünkü siga-

rasız hayat daha renkli!

Sigarayı bırakalı ne kadar oldu?Sigarayı bırakalı şu anda sekiz ay oldu. Şimdi keşke çok daha

önceden bıraksaydım diye düşünüyorum.

Zararın neresinden dönülürse kârdır diyoruz bizde. Söyleşi için

teşekkürler, size sağlıklı uzun ömürler diliyoruz.

Murat Gül arkadaşımız, ilk günlerde zorlansa da sigarayı ha-

yatından tamamen çıkarmış. Gördüğünüz üzere sigarayı bırak-

mak çok da zor değil aslında. Yeter ki insan kararlı olsun. Sigara

tiryakileri haydi dumansız, renkli hayata adım atmak için siz de

acele edin. Lütfen!

Kaynaklar:

www.sigara.gen.tr

www.e-saglikci.net

Page 31: ibbAilesiSayi36

29

Kişisel Gelişim

Pelin NARİN TEKİNSOY

Ulaşım Koordinasyon Müdürlüğü

Şimdiye kadar bütün çalışmalar ve söylemler, sınava kadar

ebeveynlerin çocuklarına nasıl davranacağı ile ilgili. Peki, sınav

sonrasında nasıl davranacağınız konusunda da bildiğiniz bir

ipucu var mı?

Sınav sonrasında çocuğun zaten sonucun nasıl geleceği ile

ilgili bir fikri oluyor. Ancak çok emin olduğu sınav sonucuyla

alakalı yanılıyor da olabilir. Ve sonuçta kötü bir sürprizle de

karşılaşabilirler.

O hâlde ne yapacağız?

Güven sağlayın. Gençlik çağlarında duyulan güven, sonraki yıllarda oluşacak

olan güven duygu, düşünce ve davranışlarına yansıyor. Sınav-

da beklenmedik bir sonuç dahi olsa ona olan güveninizin sarsıl-

mayacağından bahsedebilirsiniz. Bu şekilde sergileyeceğiniz bir

davranış, beklenmedik bir sonuç karşısında, yenilmiş, kaybetmiş,

başarısız olmuş, değersizlik gibi olumsuz duygu ve düşünceler-

ini savuşturmayı öğrenmesine yardımcı olacaktır. Kim olumsuz

duygu ve düşüncelerin kendinde yer etmesini ister ki? Herkes bu

durumun üstesinden gelmek ve ileriye adım atmak ister. Bu gibi

hâl ve düşünceler de ebeveynlerin çocuklarına gösterecekleri

davranışlarla yerleşecektir. Onlara nasıl davranacağınızı, kişisel

gelişim seminerlerini takip ederek, konu ile ilgili kitaplar okuyarak

zamanla kazanabilir ve uygulayabilirsiniz. Çünkü aile büyüklerin-

den edineceğimiz bilgiler, gelişen çağda her anlamda değişen

uygulamalar için yeterli olmayabilir.

Ötekileşmesine izin vermeyin!Arkadaşlarının sınavı kazanıp, onun kazanamaması, kendisi-

ni değersiz hissetmesine, ötekileştirilmesine sebep olabilir. Bu

durumun geçici olduğunu ona hatırlatın. Ve ömür denen uzun

yolda sadece 1-2 sene sınavı geçememesinin, onun başarısız

olduğu anlamına gelmediğini ifade edin. Çünkü dikkat ederseniz

hiçbir işyerinde, kişilerin okuldan kaç yılda mezun oldukları veya

kaç sene üniversite sınavına hazırlandıkları sorulmaz. Onun yer-

ine okulu hangi derece ile bitirdikleri daha sık sorulur. Bu yüzden

okuldaki notları önemli olmakla birlikte, neticede kişinin yapmak

istediği işte ne kadar gönüllü olduğuna bakılır.

SINAV SONRASINDA

NE YAPMALI?

Page 32: ibbAilesiSayi36

30

Kişesel Gelişim

Motive edin!Her yetişkin gibi ergenlerinde sürekli aynı sözden motive ol-

ması ne kadar gerçekçi olabilir ki? Bazen olumsuz ifadeler in-

sanın başarıya ulaşmasında hırs yapmasına sebep olabilir. Fakat

aynı olumsuz ifadeleri, sürekli duymak, bir yere ulaşmak için her

zaman ne kadar kolaylık sağlayabilir? Gençlerimizin motive ola-

bilmesi için onları nasıl ödüllendiriyoruz? Ödül-ceza sistemimiz

ne kadar yaratıcı? Aynı sıklıkta, aynı kelimelerle ve aynı şekilde

iltifat alan biri, kanıksadığı bu durum karşısında ne kadar motive

olabilir? Buradan çıkarılacak kısa sonuç: Herkesin motive olma

şeklinin farklı olduğudur. Motive olmak; genelde kişilerin içinde

bulundukları duygu durumları ve düşünce kalıpları ile ilgilidir.

Bu yüzden sınav sonrasında söyleyeceğiniz bir olumlu cümle

tam tersine onu olumsuz da güdüleyebilir. Esas önemli olan

çocuğunuzla olan ilişkinizdir. Bu durumu önemsiyorsanız, duru-

mu daha iyi hâle getirmek için seminerlere katılabilir, yaklaşım-

larınızı onu olumlu şekilde davranacak hâlde değiştirebilirsiniz.

Sınav sonrasında kendisini motive etmesi mümkün olmayabilir.

Bazen dış kaynaklı motivasyona da ihtiyaç duyabilir. Güzel bir

söz, küçük bir hediye, olumlu bir tutum da çocukları motive

edebilir. Fakat hediyelerde de aşırıya kaçmamak gerekir. Önce-

likle çocuğunuzu can kulağı ile dinleyip, gerçekten ne iste-

diklerini anlamaya çalışmalısınız.

Kıyaslamayın!Ebeveynler, öğretmenler, veliler ve tüm yetişkinler olarak başka-

larını örnek vererek çocuğunuzu motive etmeye çalışmayın. Bu

ters tepen yegâne davranış biçimidir. Çünkü herkes yeryüzünde

bir tanedir, özeldir. Sizin çocuğunuzun sahip olduğu yeteneklere

de örnek verdiğiniz kişi veya kişiler sahip olmayabilir. Siz bun-

ları bilmeden bu şekilde davranırsanız birbirinizle olan iletişim

kazalarına da sebep olabilirisiniz. Kısacası, başkalarını örnek

vererek kıyaslamada bulunmak, onları motiveden çok demor-

alize edecektir. Bunun yerine onun her şeyin üstesinden gele-

bilecek kabiliyette olduğuna inandıracak sözler kullanabilir, bu

şekilde davranışta bulunabilirsiniz. İnanın, bu davranış şekli, on-

ları başkalarıyla kıyaslamaktan çok daha etkilidir. Aynı zamanda

başkalarının yanında, her zaman yapmadığınız aşırı övgü ya da

eleştiri de onların kafasını karıştıracaktır. Övgü ve eleştirinizin

dozu aşırıya kaçmamalıdır.

Son olarak; biz velilerin, gelecekle ilgili karamsar olması,

gençlerin dalgalanan ruh hâlini daha da olumsuz bir hâle

dönüştürebilir. Gelecekte her zaman yeni bir seçenek ve umut

vardır. Lütfen geçmişteki kötü deneyimlerinizin önünüzdeki

güzel günleri tıkamasına izin vermeyin. “Gün doğmadan neler

doğar” sözünü hep hatırlamanız dileğimle…

Page 33: ibbAilesiSayi36

31

Deneme

YAĞMURLU BİRİSTANBUL SABAHINA UYANMAK

Hasan KÖKMEN / Tarihi Çevre Koruma Müdürlüğü

Sabahın henüz ilk saatleri! Yağmurlu bir İstanbul sabahına açıyorum gözlerimi... Gökten sağanak sağanak

rahmet yağmakta... Kaldırıyorum yüzümü yağmura doğru ve bakıyorum gökyüzünün o muhteşem gü-

zelliğine... Islatıyor rahmet damlaları yüzümü... Aslında ıslanan sadece yüzüm değil bunu anlıyor ve dalıyo-

rum yine düşüncelere... Kurumuş çoraklaşmış gönülleri de ıslatır yumuşatır mı diye geçiriyorum aklımdan.

Yüzüm ıslanırken ruhumda ıslanıyor hissediyorum. Çoraklaşmış gönüllere tesir etmesi için yalvarıyorum

Yaradana. Tabi önce kendi nefsim adına yalvarıyorum. Gölümdeki tüm kirli duyguların silinmesi için bu

yalvarışım. Rahmet damlaları bu konuda yardımcı olacak bana bunu çok iyi biliyorum...

O denli kirlenmiş ki günümüzde her şey. Sadece insani duygular değil kirlenen; çevre, deniz, hava yani

dünyamızın tamamı. Belki de yağan bu yağmurların dünyayı da temizlediğini düşünerek daha bir seviyo-

rum yağmur damlalarını. Nasıl sevmeyeyim ki? Yağmur sonrasında yağmur damlaları ile güneşin aşkından

oluşan gökkuşağı bir yana o mis gibi gelen toprak kokusu yeryüzünün temizlenip güzelleştiğine ilahi bir

işaret sanki. Yağan her yağmurdan sonra içime dolan o ferahlık ve o tarif edilemez mutluluk karşıladı beni.

Bir tarafta yağmur öbür tarafta ben. Ahmak olmaya da razıyım bu sabah. Yeter ki hissedeyim o ilahi rahmeti

tenimde.

Her bir yağmur ve kar tanesinin bir melek tarafından yeryüzüne indirildiği aklıma gelince daha çok

yüzümde hissetmek istiyorum o rahmet damlalarını. Bu büyük haz yavas yavas yeni başlayan günün telaşesine

bırakırken yerini, üzerimde rahmet damlalarından bir izle başlıyorum yepyeni bir güne. Yüreğimde tıka basa

umutla ve her yönüyle tertemiz bir dünya hayaliyle birlikte...

Page 34: ibbAilesiSayi36

32

Deneme

Serzenişler bıraktı beni çıkmaz sokağın ortasında. Umutlar aradı hep ellerim ölmüşlerin

gölüne atılan bir olta misali boşlukta. Neredeydi onlar, o heyecanlar, taze yarınlar. Ne vakit

benim diyeceğim, sadece bana ait olduğuna inanacağım bakir hayalden doğma gerçekler.

Öğrendim, anlattılar bana her şey diyebileceğim bir çok şeyi. Uzak kentlerden bir fısıltı

sessizliğinde düştü yüreğime. Gecekondu misali ansızın, teklifsiz inşa edilen tüm gerçek

sanılanlar, bir arzunun arkıymış besbelli. Bu kaç asırlık hülya imiş bilinmez.

Kaçışları yaşa hey gönlüm, aklım. Rehberi olan yollara düş, sahibi olan kervansaraylara.

Güven dost bildiklerine, sarıl yaren dediklerine, nur ol seni ışık görenlere. Evet ideallerin

uğrunda ölme ama meczup ol gaye edindiklerin için. Unutma! Dünya bir kibrit çöpünün

yanmasıyla başlayan bitişine denk vakitten ibaret. Güzel, tarihe şayan yarınlar için bugün-

lerin açlığını doyur, gider susamışlığını.

..........................

..................................................

Yitmeye hazırlanıyorum sanki gitmeye... Fenomen diyarından göçmeye.

Böylesine munis kabulleneceğimi muhayyileme inandırmak kabil değil yüreğime lakin

hazırım ben gitmeye, belki de yitmeye.

Edası mefruz her şey yapıldıysa ne ala; toprak olmaya hasretle yanan gönüller için...

Lakin!!!

.....................................................................

Hadi... duruyor muyuz? Secdeye kapanmak için kutsal bildiğimiz bu günler vesilemiz

olmalı.....

.............................................................................

.............................................................................

Öyleyse hadi sizinle bir düş kuralım ve diyelim ki:

İsyan gömleği giymenin arefesindeyim. Galeyanlardayım yine her dem olduğu gibi.

Vaftize sebep aramaktayım sırtımdakilerden silkinmek için.

Arzularım çarpışmakta, beklentilerim nisbetinde. Hayat beni oyalamakta, belki de hayallerimi

tehir etmekle. Roller üstlendiriliyorum başroller; belli ki asıl rolüme ramak kala daima!

Asli stilime gayb fani olmaktan ürkmekteyim. Bir hatam mı var da beklemede kalmaktayım

Ya Rabb! Müsaade et hissedeyim Ey Rabb!

Senin zikrine meftun olurum Ey Gaffar! Bilmem gerekenleri bildir bana; yaşamam lüzum

gelenleri yaşat yürek duvarlarıma..

Şükrüne mecbur olduğum! Hamdına yandığım! Zikrinle muhatab kıl zavallı yüreğimi...

İsyan günlerime inat mahcubiyet yaşat yürek duvarlarıma. Duy iniltilerimi, sessiz

çığlıklarımı: Ki ben insandan öte kul olayım kul!...

YÜREK DUVARLARIMEmire Mine EMİRZADE / Mezarlıklar Müdürlüğü

Page 35: ibbAilesiSayi36

33

Maalesef Zülfü Livaneli kitapları konusunda tarafsız kalamaya-

cağım! Okuduğum Livaneli kitaplarının tadı damağımda kal-

mışken, raflarda yeni kitabını görünce büyük bir heyecan duy-

dum. İşte kitabı gördüğüm o günde ne yazmış, neyi anlatmış

diye araştırmadan hatta arka kapağını bile okumadan direkt

kasada buldum kendimi. Livaneli’nin yeni romanı “Kardeşimin

Hikâyesi” de polisiye kurguya sahip bir roman. Yazar, bu sefer

kıdemli okurlarına bu sefer ters köşe yapmış anlaşılan. Bu sefer

kahramanımız, dokunamama hastalığına yakalanmış, duygu-

ları olmayan bir adam. Kahramanımız üzülmüyor, kıskanmıyor,

korkmuyor, hiçbir şey hissedemiyor. Kitap genel olarak “Duygu-

larımız olmasa, hayat daha mı kolay olurdu” sorusunun etrafında

dönüyor. Romanın içeriğinden de bahsedelim biraz. Hikâyemiz

bir balıkçı köyünde güzeller güzeli Arzu’nun kendisinden yaşça

büyük eşinin sergisi için evlerinde verdikleri partiden sonra bir

cinayete kurban gitmesiyle başlıyor. Gazeteci bir kızın da işin

içine karışmasıyla, bu köyde kadının komşusu ve arkadaşı olan

bir adamın yanına gelmesiyle devam ediyor. Olayı soruşturup

güzel bir haber yakalama arzusu kızı tamda bin bir gece ma-

salının içersine hapsediyor. Gazeteci kızla beraber okuyucuda

anlatılacak hikâyenin peşine düşüyor âdeta. Derken fark et-

meden sorular yumağı içinde buluyorsunuz kendinizi. Nedir bu

aşk hikâyesi sonu ne olmuştur? Ne okuyorum ben? Sorular arka

arkaya geliyor. Okuyucuyu böylece etkisi altına alıveriyor işte ya-

zar. Kitapta bir terslik var ki siz de fark edeceksiniz bunu, bir ci-

nayet romanı diye elinize aldığınız kitap, derken bakıyorsunuz ki

bir zaman sonra yazarın ve kahramanların da ifade ettiği gibi tam

bir kara sevda hikâyesine dönüşüyor. Ama emin olun, sayfalar

ilerledikçe göreceksiniz ki, katilin kimliği bu romanın asıl “gizemi”

karşısında küçücük bir detay olarak kalacak… Hatta katilin kim-

liğini öğrendiğinizde çok da önemsemeyeceksiniz. Gerçi baştan

beri katilin kim olduğu ilmek ilmek işlenmiş satırlara. Ancak siz bir

aşk hikâyesine yoğunlaştığınız için cinayeti pek de önemsemi-

yorsunuz. Sonuç ta ne mi oluyor? Her şeyi açıklayan bir karar

yazısıyla bitiyor roman. Aslında daha fazla detay anlatmamak için

kendimi zor tutuyorum. Ama her şeyi söylersek işin tadı da kaçar

değil mi?

Sözün özü Livaneli yine yapmış yapacağını! “Kardeşimin Hikâye-

si”ni Kitap kurtlarına şiddetle tavsiye ediyorum.

Kardeşimin Hikâyesi

Zülfü Livaneli / Doğan Yayınları / 330 sayfa

“Mantıksız gibi geliyor ama o sabah uyandığımda tuhaf bir haber alacağımı biliyordum. Karadeniz’in lacivert dal-

galarıyla baş başa kalmış olan bu ıssız köyde geçen her gün birbirinin aynısı olduğu için buradan insanların heye-

canla konuşacağı olaylara pek rastlanmazdı. O günün de ötekiler gibi sessizce akıp gitmesi gerekirdi ama galiba

başka şeyler olacaktı. O mahmur sabah saatlerinde bir cinayet haberi alacağımı bilmiyordum elbette ama bir

haber gelecekti. Daha yataktan çıkmamıştım, gözlerim kapalıydı, arkalarında fosforlu çizgiler bırakarak yıldırım

hızıyla ilerleyen mor tavşanları izliyordum.”

Kardeşimin Hikâyesi sayfa 11

Seda ÇALIMFİDAN / Yazı İşleri Müdürlüğü

Kültür Atlası

Page 36: ibbAilesiSayi36

34

II. Dünya Savaşının tüm acımasızlığı ile hüküm sürdüğü, yokluk

yıllarının Türkiye’sinde tarih 1941’İ göstermektedir. “Mükellefiyet

Kanunu” gereği Zonguldak’taki 16 - 65 yaş arasında her erkek

kömür madeninde çalışmak zorundadır. Madende çalışmak

istemeyip kaçanların jandarma zoru ile yakalanıp adeta köle

gibi madene zorla götürüldüğü, yokluğun sefaletin ve fukara

hastalığı veremin kan kusturduğu bir ortamda iki romantik şair

Rüştü Onur ve Muzaffer Tayyip Uslu ise hayatın anlamını şiirde

aramaktadırlar. İki kafadarın en büyük hayali de dönemin en

önemli edebiyat dergisi olan Varlık’ta şiirlerinin yayınlanmasıdır.

Her ay umutsuzca şiirlerini gönderip, Varlık dergisinin yayınlanan

son sayısını heyecanla beklemektedirler.

O dönemde Zonguldak Çelikel Lisesi’nde Edebiyat Öğretmeni

olarak görev yapan Behçet Necatigil ise onları anlayıp dertleri

ile hemhal olan tek insandır. Genç şairler şehrin ileri gelenlerin-

den Zikri Bey’in kızı Suzan’ı görür görmez çok beğenirler ve bir

iddiaya girerler...

Her ikisi de bir şiir yazacak ama şiirin altına isimlerini yazmaya-

caklardır. İmzasız şiirler Suzan’a sunulacak; böylece hangisinin

daha iyi bir şair olduğuna Suzan karar verecektir.

Suzan’ın ailesi, kızlarının hastalığın pençesinde kıvranan bu iki

genç ile yakınlık kurmasına karşı çıksa da üçlünün arkadaşlıkları

her geçen gün gelişir hatta Muzaffer’in Suzan’a olan aşkı daha

da artar.

İki kafadarın yeni projesi madenlerdeki dramı ortaya koyan bir

tiyatro oyunu yazıp sahnelemektir. Rüştü bu oyuna öyle çok

inanmıştır ki gecesini gündüzüne katarak yazmaya çalışır ama

temize çekecek daktilosu yoktur. Bir günlüğüne Muzaffer’in iş

yerinde bulunan daktilo’yu ödünç alamaya karar verirler. Gece

karanlığında mum ışığında çalışırken dikkatsizlik sonucu daktilo

balkondan aşağı düşer ve parçalanır. Bu dikkatsizliğin bedelini

Muzaffer işinden kovularak öder. Bin bir zorlukla karşılaşsalar

da sonunda oyunu yazarlar. Artık sıra oyunun sahnelenmesine

Şiir gibi bir film; Kelebeğin RüyasıÖznur ŞAN / Halkla İlişkiler Müdürlüğü

“aşk en güzel bahanesidir şiirin”

Kültür Atlası

Page 37: ibbAilesiSayi36

35

gelmiştir. İki genç şair, Suzan’ın da projeye dâhil olmasını çok

ister ancak prova yaparlarken ansızın Suzan’ın babası çıka gelir

ve iki genci de tehdit eder.

Günler günleri kovalarken Rüştü’nün rahatsızlığı ciddileşir ve

tek çaresi Heybeliada sanatoryumunda tedavi olmaktır. Behçet

Hoca, Rüştü’yü alarak Heybeliada’ya götürür ama kapıdan bile

içeri sokulmazlar çünkü sıra vardır. Umutsuzca eve dönmek

üzere iken tesadüfen başhekimin arabasını görüp durdururlar.

Behçet Hoca güç bela başhekimi ikna eder. Rüştü burada kıs-

men sağlığına kavuşurken aynı zamanda kendi gibi veremli bir

kız olan Mediha’ya âşık olur.

Rüştü tedavi olurken, Suzan ile Muzafferin gizli buluşmaları de-

vam eder. Bir gün Suzan Muzaffer’den bir iyilik ister. Yeraltını

çok merak ettiği için madene inmek istemektedir. Muzaffer ilk

başlarda bu fikre sıcak bakmasa da Suzan’ın ısrarlarına dayana-

mayarak kabul eder. İşçi kıyafetleri giyip yüzlerini kömür karası

ile kamufle ederek madene inerler. İyi koşullarda yetişmiş Su-

zan’ın umduğu şey neydi bilinmez ama aradığı şeyi orada göre-

mez. Yerin altında sadece ve sadece sefalet ve tükenişten başka

hiç bir şey yoktur. Böylesine korkunç bir ortamı kendi gözleri

ile görmesi Suzan’ı fazlası ile rahatsız eder. Bir an önce oradan

kurtulmak isterken bit aramasına takılır ve yakalanırlar. Bu olayı

duyan Suzan’ın babası öfkeden küplere biner. Suzan olaydan bir

tokatla kurtulurken, Muzaffer ise bir araba dolusu dayak yer. Bu

olaydan sonra Muzaffer ile Suzan kati surette bir daha görüşe-

mezler. Muzafferin sağlığı her geçen gün bozulur ve Heybe-

liada sanatoryumuna tedavi olmaya gider. Heybeliada her iki

şair için adeta cennet gibidir. Bir yandan iyi beslenip sağlıklarını

düzeltirlerken öte yandan onlarca daktilo arasında istedikleri

gibi yazabilmektedirler. Muzaffer, Suzan’a düzinelerce mektup

yazmasına rağmen cevap alamamaktadır. Rüştü ise Mediha ile

olan muhabbeti ilerletmiş keyfi yerinde günler sürer iken Medi-

ha’nın taburcu olması güzel günlerin sona ermesine neden ola-

caktır. Rüştü, Mediha’ya evlenme teklifi eder ama Mediha kabul

etmez. Tedavi süreçlerini tamamlamadan hastaneden ayrılırlar.

Rüştü, Mediha’yı evlenmeye ikna eder. İstanbul’da yeni umutlar

devşirmek için çabalarsa da sefalet enselerinden ayrılmaz. Me-

diha’nın ölümü ile Rüştü yıkılır. Günlerce bir odanın içersinde

kan kusarak şiir yazarlar. Önce Rüştü sonra Muzaffer hayata gö-

zlerini yumar.

Kültür Atlası

Page 38: ibbAilesiSayi36

36

Modern dünya, insanı gerçekten de çok yoruyor. O yüzden de

insan sürekli olarak şehirden kaçmayı, uzaklaşmayı arzu ediyor.

İşte Maşukiye, bu hayallerimizi gerçekleştirebileceğimiz şirin bir

yer. Hem şehre çok yakın hem de havasıyla, yeşiliyle tabiatın

içinde bir yer. Arkadaşımız Şeyma Tepekıran bu güzel beldemizi

tanıtıyor.

İstanbul’a yaklaşık 120 km uzaklıkta olan Maşukiye bizim huzur

bulduğumuz mekânlardan birisidir. Ne zaman bu güzel beldeye

gidiversek, Yeşili, havası, kuş sesleri ve dereden akan su sesiyle

ruhumuz tazelenir. Maşukiye’nin adı âşık anlamındaki “maşuk”

kelimesinden gelir. Doğal güzelliklerinden dolayı âşıklar diyarı

olarak adlandırılır. Özellikle son birkaç senedir çok revaçta olan

Maşukiye’ye bu ilginin kuşkusuz en önemli nedeni ulaşımının

son derece kolay olması. Çünkü İstanbul’dan çıktıktan sonra bir

buçuk saat gibi bir sürede Maşukiye’ye varabiliyorsunuz. Maşu-

kiye’ye ulaşmanın en kısa yolu ücretli otoyoldan geçmek. İzmit-

Adapazarı yolundan ilerleyip İzmit (Doğu) sapağından girdikten

sonra etrafı yemyeşil, sağlı sollu et-mangal ve alabalık lokanta-

larıyla dolu bir yol karşılar sizi. Maşukiye demek biraz da alabalık

demek. Zaten buranın bir adı da alabalık vadisi.

Yazı ve Fotoğraflar: Şeyma TEPEKIRAN

Hafta Sonu Şehirden Kaçmak İçin Güzel Bir Neden; Maşukiye

Gezi

Page 39: ibbAilesiSayi36

37

Gezi

Maşukiye’nin tarihi 19. yüzyıla kadar biliniyor. Rivayetlere göre

1860’lardaki Rus ihtilalini engellemek için bölgeye Çerkez asıllı

bir grup gelir. İşte bu grubun arasında bulunan Murat Bey’in

Maşukiye’nin kurucusu olduğuna inanılıyor. 1987 yılında bele-

diye statüsüne geçen Maşukiye’nin kuzeyinde Sapanca gölü,

Güneyinde ise Kartepe ve Samanlı dağları bulunmaktadır. Mar-

mara Bölgesi’nin en önemli mesire yerlerinden sayılan Maşu-

kiye’de Sapanca Gölünün çevresinde bir adet yürüyüş parkuru

ayrıca çok sayıda alabalık restaurantları ile çay bahçesi bulun-

makta…

Maşukiye denilince akla ilk gelen şey balık. Özellikle de kiremitte

alabalık çok revaçta. Ama balık sevmem diyorsanız, bu beldeye

has fırında mantar ve güveçte köy peyniri ya da yayla kahvaltısını

tavsiye ederiz. Meşhur hediyelik dükkânlar ise Maşukiye’nin mey-

danında yer alıyor. Ancak çoğunu Eminönü’nde gördüğüm için

bana pek de ilginç gelmediler doğrusu. Ancak özellikle ahşap

eşyalar çok ilgi çekiyor burada.

Yemek içmek güzel hoş da Maşukiye’ye gelip de Kirazlı Yaylasına

çıkmamak hiç olmaz! Kirazlı Yaylası aslında büyük bir piknik alanı.

Ancak manzara seyretmek için de çok ideal bir yer. Çünkü inanın

bu alandan bölgeyi ve Sapanca Gölü’nü seyretmeye doyum

olmuyor.

Sapanca Gölünde yüzmenin yanı sıra su kayağı yapılabiliyor.

Ancak Maşukiye’ye insanlar spordan ziyade dinlenmek ve huzur

bulmak için geliyorlar. Maşukiye’nin bir diğer görülmesi gereken

köşesi de çiçek seraları. Çiçekler yörenin hayatını öyle etkilemiş

ki, sokaklara da çiçek isimleri verilmiş. Kartepe’yi arkamızda

bırakıp bu kez de sapanca gölü kıyısına uzanıyoruz. Gölde su

kayağı yapılabiliyor. Ayrıca yüzmek isteyenler de göle girebiliyor.

Ama Maşukiye spordan ziyade dinlenmek ve huzur bulmak

isteyenlerin tercihi gibi görünüyor.

Maşukiye’nin önemli bir özelliği de tüm sokak isimlerinin çiçek

adları olması. Belediye ilk kurulduğunda sokaklara Maşukiye

Çiçekçilik’ten alınan listeye göre menekşe, papatya, oya ağacı

sokak, küpe çiçeği caddesi gibi isimler verilmiş.

Son söz olarak size tavsiyem, eğer kendinizi yorgun, bitkin

hissediyor; huzur bulmak biraz kafanızı dinlemek istiyorsanız

Maşukiye işte tam da size göre bir yer.

Nasıl gidilir?

İSTANBUL - MAŞUKİYE 158 KM

*ÜCRETLİ OTOYOLDAN İZMİT YÖNÜNE DOĞRU GİDİLİYOR

*SAPANCA ARİFİYE SAPAĞINDAN GİRİLİYOR

Page 40: ibbAilesiSayi36

38

Beyaz Öyküler

Öylesine Bir SohbetDaha önceden de Beyazmasa’yı duymuştum ama ne yaptıklarını

çok da iyi bilmiyordum açıkçası. Sadece şikâyet yapılan, dilekçe

yazılan bir yer olarak kalmış aklımda. Beyazmasa’nın ne demek

olduğunu ancak orada çalıştıktan sonra anlayabildim. İşe yeni

girdiğim zamanlardı. Sıcak bir sonbahar günü, yirmili yaşlarının

sonunda, ancak çok yıpranmış, çok sıkıntılar çekmiş bu nedenle

de hayli yaşlı gösteren bir hanım sessizce masamın önündeki

koltuğa ilişti. Yumuşak ancak duyulur bir sesle konuşuyordu. İste-

diği bilgileri toparlarken bir taraftan da sohbet etmeye başladık.

Kadıncağız konuşurken bir ara, annemin de yaşadığı bir ra-

hatsızlığın belirtilerinden bahsetmeye başladı. Fakat öyle çok da

önemsemeden konuşuyordu. Yokluktan bir türlü doktora gitm-

eye fırsatı olmamıştı. Yeşilkartın kullandığı senelerdi, ancak ne

yazık ki bu kadıncağızın yeşilkartı da yoktu!

Dedim ya, Beyazmasa’nın nasıl bir yapısı olduğunu o zamanlar

daha kavrayamamıştım. Konuşurken bir ara ben, kadına say-

dığı belirtilerin ciddi bir şey olabileceğini söyledim. Ve sonra da,

Kadın Sağlığı Merkezinden kadıncağız için bir randevu aldım.

Ama Allah biliyor ya, bunları öyle çok da içten, düşünerek yap-

madım. Öylesine gelişmişti her şey. Kadıncağızın işini halledip

yolcu ettikten kısa bir süre sonra da unutup gittim zaten olan-

ları. Derken birkaç hafta sonra bu hanım yine geldi, beni buldu.

Duygulu, ağlamaklı bir şekilde konuşmaya başladı. Öylesine his-

li konuşuyordu ki, gerçekten de bir şeye çok minnet duyduğu

belli oluyordu. Buraya kadarını anlamıştım. Ama gerisi kocaman

bir boşluktu benim için. Kime ve neden minnet duyuyordu, işte

bunu bir türlü anlayamıyordum. Kadın bazen ağlıyor bazen

konuşuyor ve sürekli olarak teşekkür ediyordu. Nihayet biraz

yorgun düştü ve sonunda sustu. Sonra da kesik kesik hikâyesini

en başından anlattı. Beyazmasa’ya aslında çok farklı bir nedenle

geldiğini fakat benimle konuştuktan sonra hiç düşünmediği hâl-

de muayene olduğunu ve kanser hastası olduğunu öğrendiğini

anlattı. Şükürler olsun ki, hastalığın daha ilk evreleriydi ve

ilerlemeye başlamamıştı henüz.

İşte o gün benim için Beyazmasa’ya da, yaptığım işe de bakışımın

değiştiği gündür. Öylesine sıradan bir sohbet, bir insanın hayatını

nasıl etkileyebilir işte o gün bunu da öğrendim.

YUNANİSTAN’DAKİ KAÇAKLARBiri genç, diğeri orta yaşlı iki sinirli kadın koltuklara sertçe kurulup

hemen konuşmaya başladılar. “Her yere başvurduk. Hiçbir şey

olmadı. En sonunda size geldik. Bu işi artık siz çözeceksiniz!”

dediler. Öyle sinirliydiler ki, beni dinlemeyip arka arkaya hep

bunları tekrarlayıp durdular. Sorularla konuyu anlamaya çalıştım.

Fakat soru sorulmasına daha da sinirlendiler. Cevap vermek bir

yana bağırıp çağırmaya da başladılar. Fakat meseleyi anlamadan

nasıl çözüm bulabilirdim ki? Diller döküp, konuşmamız gerek-

tiğini anlatmaya çabaladım. Bayağı bir uğraştıktan sonra nihayet

meseleyi öğrenebildim. Meğerse gelenler, ana-kız imiş. Evin

babası Yunanistan’a kaçak olarak girmeye çalışırken, sınırda ya-

kalanmış ve hapse atılmış. İşte bu ana-kız günlerdir İstanbul’da-

ki Yunanistan konsolosluğunun önünde bekleyip, içeri girmek

için uğraşıyorlarmış. Ancak girmek şöyle dursun kimse yüzlerine

dâhi bakmamış, ilgilenmemiş üstelik bir de kovmuşlar da. O

olayın verdiği sinirle de, konsolosluktan doğruca bize gelmişler.

Konunun bizimle hiçbir alakası yoktu ancak yine de bir şeyler

yapmaya çabaladık. Önce hanımları sakinleştirdik, sonra da Dış

İşleri Bakanlığı ile irtibata geçtik. Daha sonra da bakanlığın verdiği

bilgileri artık yumuşamış ve bir hayli mahcup vaziyetteki hanım-

lara ilettik. Teşekkür edip, girişlerinin aksine sessizce bürodan

ayrıldılar.

Page 41: ibbAilesiSayi36

39

Aramızdan Ayrılanlar

VEFATÇalışma arkadaşlarımızdan, Sosyal ve İdari İşler Müdürlüğünden

Kadir ÖZVEREN ile İtfaiye Daire Başkanlığı’nda görevli

İbrahim BOZKURT Hakk’ın rahmetine kavuşmuşlardır.

Büyükşehir Ailesi olarak Kadir ÖZVEREN ve İbrahim BOZKURT’a

Allahtan rahmet, aile ve çalışma arkadaşlarına da sabırlar dileriz.

EMEKLİZeliha HAYAL - İstanbul Darülaceze Müdürlüğü

Nüzhet Cevdet MÜFTÜOĞLU - Planlama Müdürlüğü

Adem ACAR - 1.Hukuk Müşavirliği

Mehmet KILIÇ - Anadolu Yakası Yol Bak. ve Onr.Müd.

Nurettin YILDIZ - Anadolu Yakası Yol Bak. ve Onr.Müd.

Abdülkadir KARAAĞAÇLI - Avrupa Yakası Yol Bak.ve Onr.Müd

Havva SULA - Stratejik Gelişim Müdürlüğü

Nusret Filiz KUTLAR - Şehir Tiyatroları Müdürlüğü

Yavuz Selim ÖZBUDAK - Zabıta Daire Başkanlığı

Turgut ARSEVEN - Şehir Tiyatroları Müdürlüğü

Figen OĞUZTURGUT ÖZTÜRK - Engelliler Müdürlüğü

Ratip AYRILMAZ - Boğaziçi İmar Müdürlüğü

İsmail Gürol UĞURLU - Avrupa Yakası Yol. Bak. ve Onr. Müd.

Barbaros ARDIVAR - Kent Orkestrası Müdürlüğü

Yusuf EVLİYAOĞLU - Zabıta Daire Başkanlığı

Necip IŞIK - Zabıta Daire Başkanlığı

Bayram ÖZKAL - Makine İkmal Müdürlüğü

Aytekin AKGÜMÜŞ - İtfaiye Daire Başkanlığı

Ali ATAŞ - Levazım ve Ayniyat Müd.

Hayriye BAŞ - Anadolu Yak. Park ve Bahçe. Müd

Erol YENİCE - Makine İkmal Müdürlüğü

Nuri TORAN - İnsan Kaynakları Müdürlüğü

Vasfi GÜLER - İtfaiye Daire Başkanlığı

Saadettin ÖZKAÇAR - Avrupa Yak. İtfaiye Müdürlüğü

Abdülselam GENÇ - Su Ürünleri Hali Müdürlüğü

Yılmaz ÇALIK - Su Ürünleri Hali Müdürlüğü

Muhsin GÜRKAN - Mezarlıklar Müdürlüğü

Abdülselam AÇIK - Avrupa Yakası Park ve Bahçe.Müd.

Ramadan BAYRAKTAR - İnsan Kaynakları Müdürlüğü

Emekli olmuşlardır. Büyükşehir Ailesi olarak, emeklilerimize bundan

sonraki hayatlarında sağlıklı ve huzur dolu günler dileriz.

Page 42: ibbAilesiSayi36

40

Düşün Cevap Ver

36. sayımızdaki Düşün Cevap Ver bölümümüzünsoruları şöyledir:

1- Geçtiğimiz günlerde şiiri bıraktığını açıklayan şair İsmet Özel’in son şiirinin adı nedir?

2- Hz. Peygamber (sav)in taziyeye gittiği küçük çocuğun ölen serçesinin ismi nedir?

3- 35. Sayımızda kimlerle röportaj yapmıştık?

4- Pirpirim ne demektir?

Cevaplarınızı [email protected] adresine bekliyoruz. Bol şanslar…

35. sayımızdaki Düşün Cevap Ver’in doğru cevapları:

1- Burhan Doğançay

2- Kurtuba Camii

3- Abdülgafur Levent

4- Pi’nin Yaşamı

Geçen sayımızdaki Düşün Cevap Ver’e katılarak bizden hediye kazanan talihlerimiz:

1- İsmail AKÇA / Mezarlıklar Müdürlüğü

2- Aygül DEMİR / Yazı İşleri Müdürlüğü

3- Sümeyra IŞIKLI / Bilgi İşlem Müdürlüğü

Page 43: ibbAilesiSayi36

Basın Yayın Halkla İlişkiler Daire BaşkanlığıHalkla İlişkiler Müdürlüğü Yayınıdır.

Her türlü görüş, eleştiri, öneri ve yazılarınız için:Tel: 0212 455 17 47 e-posta: [email protected]

Page 44: ibbAilesiSayi36

www.ibb.gov.tr

Basın Yayın Halkla İlişkiler Daire BaşkanlığıHalkla İlişkiler Müdürlüğü