Herkesin Kaçtığı Yere Koşarak Giden Bir Fotoğrafçı: Uğur ...yayıncılığın hala önde...

12
Her Saniye Sokaklarda Bir Hayvan Can Veriyor Geleceğin Gelenekseli: “İnternet Gazeteciliği” Şifalı Taşlara Neden İlgi Gösteriliyor? Interstellar Sülaymaniye Camii’nin kurufasülyecilerinden başlayıp, deynekçi teyzeye, Suriyeli çocuklardan, Cemal amcaya oradan da kafamdaki bitlere... SAYFA6-7’de “Senelerdir aynı, bu dram bit- miyor, bitmeyecek. Çözüm di- yorsan bunun çözümü Türkiye koşullarında çok zor. Biz veteri- nerler olarak kısırlaştırma yapa- rak çözüm bulmaya çalışıyoruz ama sonra bu hayvanlar tekrar sokağa bırakılıyor. Sahiplendir- me çok zayıf, bu işin çözümü sahiplendirme aslında. Ev orta- mında yaşayacaklar ki sokaktaki bu olaylar bitecek. Belediyeler, bakanlıklar bununla ilgili hiçbir şey yapmıyor, sadece toplama merkezleri var, sadece köpekler için yapılmış, kediler için hiç- bir şey yok. Köpekler o toplama merkezlerinde sürekli yaşayamı- yorlar, operasyon görüp bırakılı- yorlar. Bu belediyelerin açtığı ba- rınaklarda sadece köpekler var. “ SAYFA8’de “Süleymaniye Sokaklarında Bir Gün” Herkesin Kaçtığı Yere Koşarak Giden Bir Fotoğrafçı: Uğur Can SAYFA2-4’de İnternet ortamının gaze- teciliğe farklı bir boyut kazandırdığını belirten Serkut Bozkurt, buna rağmen; geleneksel yayıncılığın hala önde olduğunu ve uzun yıllar devam edeceğini belirtti. SAYFA5’de Taşların, insanlar üzerinde bazı pozitif etkilerin- in olduğuna inanılıyor. Biz de bu konuyu merak ettik; işin uzmanına sor- duk. Bülent Kandemir, merak ettiğimiz soruları bakın nasıl cevapladı! SAYFA10’da Film, 2014’ün Kasım ayında çıkmasına rağmen; şimdiden yılın en çok ilgi çeken konusu oldu. Filmin kurgulanmış bir hikâye olmasına rağmen bilime katkılarda bulunduğu iddia edildi. Peki, neydi bu filmi bu kadar ilgi çekici hale getiren? SAYFA9’da Teknoloji-Toplum İlişkisi Üzerine Veliler Dikkat! En Gelişkin Parçacık Hızlandırıcısı 30 cm 11 12 SAYFA SAYFA Türkiye Esnaf ve Sanatkârları Konfederasyonu (TESK) Genel Başkanı Bendevi Palandöken velileri öğrencilerin eğitim ve öğretim hayatında dikkat etmesi gerekenler konusunda uyardı. Palandöken, öğrencilerin servis yetkisi bulunmayan ve içinde servis personeli olmayan araçlara binmemesi gerektiğini vurguladı. SAYFA11’de Tüm dünyada 67 milyon kullanıcı tarafından oynanan League of Legendsin Kore’de düzenlenen ve 30 gün boyunca çekişmeli maçlara sahne olan Dünya şampiyonasını Samsung Galaxy White kazandı! SAYFA12’de İstanbul Ticaret Üniversitesi gazetesi “Gazetem”e 31. sayısıyla veda ettik. Yeni yılda içerik, isim ve tasarımıyla yeni gazetemiz NegaTif ’in ilk sayısı okuyucularıyla buluşuyor! League of Legends Dünya Şampiyonası Yapıldı Yıl: 1 / Sayı: 1 / Ocak 2015 T.C. İstanbul Ticaret Üniversitesi İletişim Fakültesi Uygulama Gazetesi

Transcript of Herkesin Kaçtığı Yere Koşarak Giden Bir Fotoğrafçı: Uğur ...yayıncılığın hala önde...

Page 1: Herkesin Kaçtığı Yere Koşarak Giden Bir Fotoğrafçı: Uğur ...yayıncılığın hala önde olduğunu ve uzun yıllar devam edeceğini belirtti. SAYFA 5’de Taşların, insanlar

Her Saniye Sokaklarda Bir Hayvan Can Veriyor

Geleceğin Gelenekseli: “İnternet Gazeteciliği”

Şifalı Taşlara Neden İlgi Gösteriliyor?

Interstellar

Sülaymaniye Camii’nin kurufasülyecilerinden başlayıp, deynekçi teyzeye, Suriyeli çocuklardan, Cemal amcaya oradan da kafamdaki bitlere... SAYFA6-7’de

“Senelerdir aynı, bu dram bit-miyor, bitmeyecek. Çözüm di-yorsan bunun çözümü Türkiye koşullarında çok zor. Biz veteri-nerler olarak kısırlaştırma yapa-rak çözüm bulmaya çalışıyoruz ama sonra bu hayvanlar tekrar sokağa bırakılıyor. Sahiplendir-me çok zayıf, bu işin çözümü sahiplendirme aslında. Ev orta-mında yaşayacaklar ki sokaktaki

bu olaylar bitecek. Belediyeler, bakanlıklar bununla ilgili hiçbir şey yapmıyor, sadece toplama merkezleri var, sadece köpekler için yapılmış, kediler için hiç-bir şey yok. Köpekler o toplama merkezlerinde sürekli yaşayamı-yorlar, operasyon görüp bırakılı-yorlar. Bu belediyelerin açtığı ba-rınaklarda sadece köpekler var. “ SAYFA8’de

“Süleymaniye Sokaklarında Bir Gün”

Herkesin Kaçtığı Yere Koşarak Giden Bir Fotoğrafçı: Uğur Can

SAYFA2-4’de

İnternet ortamının gaze-teciliğe farklı bir boyut kazandırdığını belirten Serkut Bozkurt, buna rağmen; geleneksel yayıncılığın hala önde olduğunu ve uzun yıllar devam edeceğini belirtti. SAYFA5’de

Taşların, insanlar üzerinde bazı pozitif etkilerin-in olduğuna inanılıyor. Biz de bu konuyu merak

ettik; işin uzmanına sor-duk. Bülent Kandemir, merak ettiğimiz soruları bakın nasıl cevapladı! SAYFA10’da

Film, 2014’ün Kasım ayında çıkmasına rağmen; şimdiden yılın en çok ilgi çeken konusu oldu. Filmin kurgulanmış bir hikâye olmasına rağmen bilime katkılarda bulunduğu iddia edildi. Peki, neydi bu filmi bu kadar ilgi çekici hale getiren? SAYFA9’da

Teknoloji-Toplum İlişkisi Üzerine

Veliler Dikkat!

En Gelişkin Parçacık Hızlandırıcısı 30 cm 1112 SAYFASAYFA

Türkiye Esnaf ve Sanatkârları Konfederasyonu (TESK) Genel

Başkanı Bendevi Palandöken velileri öğrencilerin eğitim ve

öğretim hayatında dikkat etmesi gerekenler konusunda uyardı.

Palandöken, öğrencilerin servis yetkisi bulunmayan ve içinde

servis personeli olmayan araçlara binmemesi gerektiğini vurguladı.

SAYFA11’de

Tüm dünyada 67 milyon kullanıcı tarafından oynanan League of

Legendsin Kore’de düzenlenen ve 30 gün boyunca

çekişmeli maçlara sahne olan Dünya şampiyonasını Samsung

Galaxy White kazandı!SAYFA12’de

İstanbul Ticaret Üniversitesi gazetesi “Gazetem”e 31. sayısıyla veda ettik. Yeni yılda içerik, isim

ve tasarımıyla yeni gazetemiz NegaTif ’in ilk sayısı

okuyucularıyla buluşuyor!

League of Legends Dünya Şampiyonası

Yapıldı

Yıl: 1 / Sayı: 1 / Ocak 2015

T.C. İstanbul Ticaret Üniversitesi İletişim Fakültesi Uygulama Gazetesi

Page 2: Herkesin Kaçtığı Yere Koşarak Giden Bir Fotoğrafçı: Uğur ...yayıncılığın hala önde olduğunu ve uzun yıllar devam edeceğini belirtti. SAYFA 5’de Taşların, insanlar

2

17 senedir sektörün içinde olan, Filistin, Irak, Güney Sudan gibi çatışmaların yoğun olduğu kriz bölgelerinde foto muhabirliği yapan, Türkiye Gazeteciler Derneği tarafından onur belgesine lâyık görülen, hayatını mesleğine adamış bir savaş fotoğrafçısı:

UĞUR CAN

Elif ARSLAN Uğur CAN

“Amacım, insanlara olanları gösterebilmek”

“Aile Boyu Gazeteciyiz”

“17 senedir objektifin arkasındayım. 1995 sene-sinde Show TV’de kamera asistanı olarak başladım. Sonra kameramanlığa geçiş yaptım. Show TV’den transfer olup Kanal E’ye Kanal E’den Kanal 9’a oradan da BRT kanalına geçtim, bütün şirketlerde kameraman olarak görev yaptım. BRT’den Sabah

Gazetesine geçtiğimde ise 20 yaşındaydım. İlk savaş tecrübemi Sabah Gaze-tesi’nin beni gönderdiği Filistin’de yaşadım. Daha sonra Habertürk’e oradan da; Doğan Haber Ajansı’na geçtim. Şu an Doğan Haber Ajansı’nda çalışıyorum. Be-nim işim insanlara olanları göstermek, ben foto mu-habiriyim.”

“Ailemiz gazeteci kökeni olan bir aile. Babam fotomuhabir, kardeşim ise kameraman. Babanız bu mesleği yapın-ca siz de olayların içinde büyüyorsunuz. Babam tüm yaşadıklarına rağmen fotoğrafa olan tutkumu her zaman destekledi. Filistin’e gittiğimde çek-tiğim görüntülerin o kadar etkili olmadığını fark ettim. Sanki fotoğraf makinem olsa gördüklerimi insan-lara gösterebileceğim gibi

hissettim, sonrasında ise bu tutkumun peşinden gittim. Bir süre sonra baktım ki kamera görüntüleri ekran-dan akıp gidiyor, insanların aklında kalmıyor. Fotoğraf ise insanları etkileyebiliyor. Ben fotoğrafın özgürlüğünü, yaratıcılığını seçtim. Fotoğraf tarihte her zaman önemli olmuştur. Vietnam Savaşı’nı, bir fotoğrafın Amerikan kamuoyunu etkilemesiyle bitirdiği söylenir.”

Page 3: Herkesin Kaçtığı Yere Koşarak Giden Bir Fotoğrafçı: Uğur ...yayıncılığın hala önde olduğunu ve uzun yıllar devam edeceğini belirtti. SAYFA 5’de Taşların, insanlar

3

“İnsanlar Filistin’de Ölümle Yaşıyor”“Filistin’de ya da Güney Sudan’da insanlar yoksulluk içinde yaşıyor. Özellikle Güney Sudan’da insanların içecek suları bile yok.

Birleşmiş Milletler’in ver-diği suları insanlar almak için birbirini eziyor. Küçük çocukların gözlerindeki kini canlı canlı görebi-leceğiniz bir yer. Herkes hasta, her yer hastalık.

Güney Sudan’a girer-ken belirli aşıları olmanız gerekiyor yoksa geçişinize

izin verilmiyor. Kadınlar Sudan’da çocukları sağlıklı diye mutlu olabiliyorlar. Bölgede yaşayan tek şey renkler. Sudan’da insanlar rengârenk giyiniyor. Bence renkler Sudan’da umudu simgeliyor.

Türkiye’den gelen birkaç doktor arkadaşımla Güney Sudan’da Kızılay çadırı açmıştık. İnsanlar çadırın önünde sıra oluşturup orada yaşamaya başladılar. Baraka bile denemeyecek yerlerde yaşıyorlar. Ateş

yakıp etrafını sazlıklarla kaplayıp “ev” diyorlar. Ben Sudan’ı, Filistin’i insanlara göstermeyi tercih ettim, bu yüzden bu mesleği yapıyorum.”

Örneğin, Filistin’de çok fazla çatışmada kaldım ama savaş foto muhabiriyseniz bu göze almanız gereken bir risk. Hayatınız her zam-an için tehlikede. Ülkeye giriş yaparken içeride olan veya olabilecek olaylardan sizin sorumlu olduğunuzu beyan ettiğiniz bir belge

imzalıyorsunuz. Bu bile hiç bir şekilde güvende olmadığınızın sinyallerini veren bir husus. Ben 20 yaşındayken oraya gittiğim-de ikinci intifada(ikinci ayaklanma) başlamıştı.

Filistin’e 8 yıl boyunca sürekli gidip gelmem so-nucu El-Kassam tugaylarıy-la görüşüp fotoğraflarını çekmem için izin alabildim. Gizli bir örgütün içine girebilmem ve medyaya bu fotoğrafları servis edebil-mem benim kariyerimi

olumlu yönde etkileyen bir gelişme oldu.

Filistin’de çocuklar acı içinde büyümeyi öğren-miş, bir sokağın başında cenaze kalkarken, aynı sokağın sonunda düğün oluyor. İnsanlar Filistin’de ölümle yaşıyor. Hastane- lerde aileler, çocuklarının ölmemesi için dualar ediyor. Siz kriz bölgesinde insanların acılarını, sorun-larını kamuoyuna duyur-mak için oradasınız.

“Fotoğrafın peşinden giderken gözünüz hiç bir şeyi görmüyor. Eğer fotoğrafçılığa başladıysanız başka bir meslek sizi asla mutlu edemez. Fotoğraf, sizi alır peşinden götürür, takip edersiniz. Filistin’de iki İsrail askerinin Filistinli bir gruba saldırmasını çektim ve o an bu kareyi fotoğraf olarak çeksem daha fazla etki bırakabileceğimi hisset-tim. Hislerimin peşinden gidip fotoğrafçılığa geçtim. Yurtdışında ise kamera-manlık, belirli eğitimlerden geçmeniz gereken bir meslek. İnsanlar yurtdışın-da önce foto muhabirliği yapıp sonrasında kamera-

manlığa geçiş yapabiliyor. Fotoğrafçılık, beni tatmin eden bir meslek. Sevdiğim, istediğim işi yapıyorum.”

“Freelance Türkiye’de oturmadı”

“Avrupa’daki foto muhabirler artık freelance (serbest) çalışıyor. Ben de freelance çalış-mayı, fotoğrafın peşinden sürüklenmeyi düşündüm. Türkiye’ de serbest çalışma kavramı oturmamış, yeni ortaya çıkan bir kavram. Bu yüzden riskli bir iş olduğunu fark ettiğim için vazgeçtim.”

Page 4: Herkesin Kaçtığı Yere Koşarak Giden Bir Fotoğrafçı: Uğur ...yayıncılığın hala önde olduğunu ve uzun yıllar devam edeceğini belirtti. SAYFA 5’de Taşların, insanlar

4

“Bir gazetecinin en büyük silahı tarafsız olmaktır”

“Düşünmeye başlarsanız, iyi fotoğraf çekemezsiniz”

“Siz taraflı olursanız, işinizi yapamazsınız. Biz, objektifin arkasındaki insanlar, kelimelerle değil fotoğraflarla anlatmayı tercih ederiz. Bazen bir fotoğraf, bir sayfa yazıdan veya bir gün boyunca konuşmaktan daha etkilidir. Biz fotoğrafı çekeriz kara-rını bakan göze bırakırız. Benim işim orada yaşananı objektif bir şekilde insan-lara göstermek.”

“Flash kullanılmaması konusunda uyardım”

“Filistin savaşı döneminde Türk gazetelerinin yap-madığı bir iş yapmak, El-Kassam tugayları adlı gizli örgütün içine gire-bilmek ve operasyonları-na dâhil olmak. Gizli bir örgütten bu izni alabilmek

için öncelikle güvenlerini kazanmanız gerekiyor. O dönemler Sabah Gazetesi’nde çalışıyordum. Türk kamuoyunu etkile- yen fotoğraflar çektim. Fotoğrafları çekmek için izin aldığımda operasyonun gece olacağını ve katıl-mak istediğimi belirttim. Gece operasyon yerinde fotoğraflarını çekmeye çalıştığımda, karanlık çıktığını farkedip çeke-meyeceğimi söyledim. Flaş kullanmama izin verildi. Onlara flash kullanırsam bunun tehlikeli olacağını söyledim. Önemli olma- yacağını söyleyip, çekmem için ısrar ettiler. Fakat flaşlı çekimden sonra İsrail uçaklarının seslerini duy-duk. Çatışmanın ortasında kaldım.”

“Savaşta foto muhabirliği yapmak isteyen insanların en büyük engelleri aile-leri… Yani geride bırak-tıklarını düşünmek oluyor.

Orada kendi canınızı değil eşinizin, çocuklarınızın canını düşünüyorsunuz. Bir çatışma bölgesine gittiğiniz zaman, ciddi risk altın-dasınız. Ve geride kalanları düşünmek, çekeceğiniz fotoğrafı bile etkiliyor. Ne kadar risk alırsanız o kadar iyi fotoğraf çekersiniz. Eğer siz foto muhabiri olmak is- tiyorsanız, her zaman ayak-ta durmak zorundasınız.

Sadece olaya odaklanıp hiçbir şeyi düşünmemek zorundasınız, düşünmeye başlarsanız iyi fotoğraf çekemezsiniz.”

“Her gün farklı bir iş ...”

Bir foto muhabir her gün farklı bir iş yapmak zo-rundadır. Bugün güzel bir iş yaptığınızda ertesi gün insanlar ‘bugün ne yaptın’ diye soruyorlar. Sürek-li kendinizi yenilemek, sürekli iyi fotoğraf çekmek zorundasınızdır. Devamlı iyi şeyler üretmeniz gereki-yor ki akılda kalasınız.

Fotoğrafçılık nankör bir meslektir, arkanızda sürekli işler bırakırsınız. Zam-an hızlı akıyor. İnsanlar fotoğraflarınızı bugün

görüyor, yarın unutuyor. Güzel işler yapmalısınız ki yarına da tutunabilesiniz.”

“Ve sosyal medya…”

“İnsanların çektiği fotoğraflar, beni engel-lemediği sürece rahatsız değilim. İnsanlar artık yaşadığı olayları bile fotoğraflayıp sosyal medya-ya yüklüyor. Eskiden polis telsizi dinleyen muhabirler, artık sosyal medyayı takip ediyor. Vatandaşın çek-tiği fotoğraflar, artık foto muhabirleri de etkilemeye başladı.”

“Foto muhabirlerinin sayısı azalacak”

“Foto muhabirlerin yavaş yavaş sayısının aza- lacağını düşünüyorum. Gazeteler bile modern hayata yetişemezken, foto muhabirlerinin zaman içerisinde gazetelerden ayrılıp haber ajanslarında toplanmaya başlayacağını düşünüyorum.

Daha sonra ise büyük fotoğraf ajanslarının yanın-da artık küçük fotoğraf ajanslarının da kuralabi-leceğini düşünüyorum.”

Uğur Can, yandaki fotoğraf ile Vakıfbank – TFMD Yılın Basın Fotoğrafları 2014 Yarışmasında, özel ödüle layık görüldü.

Page 5: Herkesin Kaçtığı Yere Koşarak Giden Bir Fotoğrafçı: Uğur ...yayıncılığın hala önde olduğunu ve uzun yıllar devam edeceğini belirtti. SAYFA 5’de Taşların, insanlar

5

Serkut Bozkurt, internet ortamının gazeteciliğe farklı bir boyut kazandırdığını, buna rağmen; geleneksel yayıncılığın hâlâ önde olduğunu ve uzun yıllar devam edeceğini belirtti.

Geleceğin Gelenekseli: “İnternet Gazeteciliği”

Serkut Bozkut, Posta Gazetesi İnternet Haber Müdürü… Gazeteciliğe uzun yıllar önce, artık adına geleneksel dediğimiz ve medyanın ‘basın’ olarak adlandırıldığı dönemlerde başlamış. Çeşitli gazeteler ve televizyon kanallarında muhabirlik, prodüktör-lük, arşivcilik, montajcılık ve editörlük yapmış. Yani mesleğe en alttan, ilk basa-mağından başlayarak yavaş yavaş yükselmiş. Bu kadar çok birimde tecrübe sahibi olunca da adına internet denilen uçsuz bucaksız ağa haber hazırlamak konusuna kolayca uyum sağlamış.

Ona göre yeni medya ola- rak adlandırılan süreç, kısa zamanda ve çok büyük bir hızla yaygınlaştı. Bireysel kullanı-

ma evlerde başlayıp mobil teknolojilerin artmasıyla kısa sürede insanların ya-şamında vazgeçilmez hâle gelen uygulamalar, haberci-liği ve haber okuyucularını “tam olarak olmasa da” az çok dönüştürmüş durumda.

“Sosyal medyanın günü-müzde çok büyük bir yeri var. Twitter, Instagram vb.. Ama özellikle Instagram, Twitter’dan daha çok takip ediliyor. Okuyucular bir başlık görüyorlar; ‘şurada katliam oldu’ diye ve he-men merak edip ayrıntısına bakıyorlar. Haber kanalla-rında bulamazlarsa akşam ana haberlerini mutlaka izliyorlar. Dünyanın her yerinde en çok ana haber programları izlenir. Ama ‘entertainment’ haber-ler; yani genelde popüler televizyon kanallarında yer alan haber bültenleridir. Mesela Star, Fox, Kanal D, Show TV gibi. Bu kanalla-rın haberleri izlenir. İnter-

netin, televizyonun önüne geçeceğini sanmıyorum. Televizyon alışkanlığından insanlar hayatta vazgeçmez. Birinci televizyon olur, çün-kü en rahattır ve görseldir. Bu sıralamanın kendini muhafaza edeceğini düşü-nüyorum.”

Bozkurt’a göre geleneksel medya hala en önde. Ona göre insanlar alışkanlıkla-rından kolay kolay vazgeçe-miyor.

“Tabii ki (gelenekseli) tercih edecekler, o ayrı bir lezzet. Elinde tutman ge-rekiyor, görmen gerekiyor. Yani yazılı basının çok daha büyük bir farkı var. İnternet haberciliğinde, haber çok daha uzun,

çok daha zordur. Gazete gibi haber veren internet siteleri daha çok okunurlar. Çünkü gazetenin okunuşu daha rahattır, içinde ekleri vardır. Elinin altında oluşu da sin-dire sindire okumayı sağlar. Sıcak gelişmeleri takip etmeyenler için daha iyidir. Haber izlemeye dayana-mayan insanlar var. Bunu tercih ederler. Ekleri, bul-macası bu bakımdan daha doyurucudur. Geleneksel medyanın bu anlamda bir erozyona uğramayacağını düşünüyorum. Geleneksel medya ile yeni medyanın uyumunun daha güçlü ola-cağına inanıyorum. Gaze-tede gördüğümüz haberin aynısı tablette de var. Nasıl okunacağı tercih- tir. Bu bağlamda geleneksel med-yanın bir kaybının olacağı-nı düşünmüyorum.”Serkut Bozkurt’a göre 2000 yılı ve sonrasında doğan

çocuklar, internetin içine doğdular. 8-9 yaşına geldik-lerinde hepsinin Facebook, Twitter ve Instagram gibi sosyal mec-ralarda birer hesabı oluyor. Bu, onlar için büyük bir iletişim ağı. Bozkurt’a “İnternet ortamında yapı-lan haberler için muhabir bulunduruyor musunuz?”

diye soruyoruz. Bozkurt, haberin daha çok ajans-

lardan alındığına değiniyor ve ekliyor:

“Ağırlıklı olarak haber ajanslarından haber alını-yor. Çok az yerde muha-bir arkadaşlar var. Bizim muhabirlik yapan arkadaş-larımız var. Sağlık sayfası, magazin sayfası olsun arka-daşlarımız gidip röportajlar yapıyorlar. Şehir dışına, yurt dışına gidiliyor. Kendi muhabiriniz olması için bütçeniz olması gerekiyor ve kurumsal bir yerinizin olması gerekiyor.”

Bozkurt’un geleceğin gaze-teci adaylarına bazı öneri-leri var. Ona göre meslek hayatına en kısa sürede, yani daha öğrenciyken atıl-mak gerekiyor.

“Gazeteci olmak isteyen öğrencilerin staj yaparak çalışma hayatını görmesi gerekiyor. İnternet, televiz-

yon, yazılı basın haberci-liği filan çok önemli değil. Öğrencilerin haberi öğrene-cekleri yerler olması gereki-yor. İletişim öğrencileri çok tembeller. Çok çalışmaları, çok okumaları gerekiyor. ‘Ben spiker olacağım’ diyerek, direkt işe başlayan olmaz zaten. Genelde yaz

döneminde staj yapmak için başvururlar; ama yaz dönemi yıllık izinlere denk geldiği için, buradan pek verim alamaz- lar. O yüz-den, yaz dönemi stajları ‘kelebek’ gibidir. Öğrenciler hem okuyup hem çalışma-lıdır.”

R. Mina AYDIN - Beyza AKTAŞ

Page 6: Herkesin Kaçtığı Yere Koşarak Giden Bir Fotoğrafçı: Uğur ...yayıncılığın hala önde olduğunu ve uzun yıllar devam edeceğini belirtti. SAYFA 5’de Taşların, insanlar

6

Süleymaniye Camii’nin kurufasulyecilerinden başlayıp; deynekçi teyzeye, Suriyeli çocuklardan Cemal Amca’ya oradan da kafamdaki bitlere:

Sabahın on buçuğunda rica minnet kurufasülye pilav yememi sağlayan bir amca vardı meselâ camiinin karşısında. Meğer, saat on ikiden önce pilavı-na fasülyesine dokundurtmuyormuş garsonları. Beni zayıf gördü de verdi bir tabak. Bütün dükkânları geçtikten sonra, uzunca merdivenler çıkıyor karşınıza. Tabii merdivenlerden gelen koku, sizi yol başında karşılıyor. İndikten sonra görüyorsunuz ki pek de tekin bir yerde değilsiniz. Ama ayakları çıplak koşuşturan çocuklar var etrafınızda. Sonra bir tanesi fotoğrafını çekmenizi istiyor sizden, belki yıkılmak üzere olan bir evin merdivenlerine oturuyorlar ve poz veriyorlar. Bu sırada evin kapısı aralanıyor ve yaşlı bir teyze hışımla çocukları kovalamaya başlıyor. Daha sonra öğreniyorsunuz ki oraya park eden araçlardan o teyze sorumlu, bildiğin deynekçi yani. Sokakta yaşıyor, ev senin mi diye sorduğumda “beleşçiyim ben” diyor. Suriyelileri hiç sevmiyor. Ne kadar yardım ettiysek de boşa, bunlar yardımları bizden alıp başka yerlerde satıyor, nakite çeviriyor kızım Geceleri bunların babaları arka evde ot partisi veriyor, inanmıyorsan gel bir gece” diyor. Vedalaşıp oradan uzaklaşıyorum.

Suriyeli ÇocuklarSokakların arasında dolaşır- ken gördüğün şeyler, bir süre sonra şaşırtmıyor. Aldığın kokulara burnun o kadar alışıyor ki bir süre sonra far-ketmiyorsun o sokak sidik mi yoksa kurum mu koku-yor. Bir sokak görüyorsun, hep yaşadığım bir şeydir bu “Gireyim mi, girmeyeyim mi?” genelde girerim. Ken-di içimde oynadığım minik bir oyun bu ama tabii bazı durumlarda girmemek en iyisi, kaşınmamak lazım, demişliğim çoktur. Nitekim

giriyorsun sokaktan, diyorum ki işte burası. İlk başta kim-seyi göremiyorsun harabe bir evin penceresinden kafasını gördüğüm bir kız çocuğu var. Yaklaşıyorsun biraz daha bir kaç çocuk aşağıya iniyor. Gelmeleri için bekliyorsun fakat gelmeleri hiç bitmiyor. Sonradan fotoğraflara bakınca farkettim ki belki üç yaşında bile olmayan çocuğun elinde ekmek bıçağı varmış. Çektiğim fotoğraftan kendim etkilendim.

“Süleymaniye Sokaklarında Bir Gün”

Asiye Ceren DURAN

Page 7: Herkesin Kaçtığı Yere Koşarak Giden Bir Fotoğrafçı: Uğur ...yayıncılığın hala önde olduğunu ve uzun yıllar devam edeceğini belirtti. SAYFA 5’de Taşların, insanlar

7

Süleymaniye Camii’nin kurufasulyecilerinden başlayıp; deynekçi teyzeye, Suriyeli çocuklardan Cemal Amca’ya oradan da kafamdaki bitlere:

Bir gün önce oradaydım ve o velet karşımdaydı. Ben ise kız kardeşle- rine bileklik vermekle meşguldüm ve fotoğraf çekip aklım sıra an’ı belgeliyordum. Sonra bir adam geldi. Karşıki evin sahibi, bütün çocukları kovdu. Meğerse ma-hallenin berberiymiş. Deynekçi teyzenin dediklerini benzerini söylüyor “acıma kızım bunları onca yardım ettik sattılar, bunların babasının üç karısı nerden baksan otuz tane çocuğu var, kapıdaki BMW’de bunların” diyor. Hâ-liyle şok geçirdim. Bir hafta önce İncirli Köprüsü’nde Suriyelileri almasınlar diye zabıtalarla kavga

eden bendim. Sabahleyin kuru-fasülye yemeden önce, Suriyeli bir aileyle konuşup “abla iş verseler biz çalışırız, iş yok ki bu kimlikleri yeni verdiler bize ama kimse iş vermiyor, zabıta bizi topluyor paramızı alıyor, başka bir yere bırakıyor” kelimelerini birinci ağızdan duyup kahrolan da ben-dim. Peki şimdi neden kin doldu içim? Berber gayet emin bir şekil-de “sakın bunlara yardım etme, git kızım işin mi yok” diyor. İçimden diyorum ki, evet abi işim yok, bugün “burdayım” diyebileceğim hiç bir yer yok.

Süleymaniye’nin Cemal Amcası

Bir anne atasözü: “Temiz saça gelir”

Şehzade Camii’ne doğru yürüyor-sun, aslında o sokağın oraya çık-tığını bilmiyorsun tabii. Şehzade Camii’ni sana Cemal Amca söylüyor. Yürüdüğün yolda bir ke- mer çıkıyor karşına, kemeri geçtik-ten sonra iki yaşlı adam görüyorsun. Laf atıyorlar “fotoğraf mı çekiyon?” diye, muhabbet başlıyor. Cemal Amca biraz konuştuktan sonra minik tabureleri göstererek otur-mamı istiyor ve “çay koyayım sana” diyor. İlk başta nazikçe teşekkür edip reddediyorum ama yanındaki yaşlı amca da buyur edince ayıp olacağını düşünerek oturuyorum. Cemal Amca çay ko-yarken onu da çekiyorum. Bir yan-dan da vizörden bakmayan gözümle çaya bir şey sallıyor mu bakmaya çalışıyorum. Çaylarımızı içip mu-habbet ederken, birden yanındaki amcanın telefonuna bir mesaj geli-yor. Okuma yazması olmadığından Cemal Amca’ya veriyor. Banka yollamış mesajı, meğerse adamın doğum günüymüş. O da şaşırıyor, kaç yaşında kendi de bilmiyor. Nice yıllara amca sağlıkla diyorum, du-ruma inanamayıp gülüyorum.

Onlar bana kötü ornek olmamak için yakmamışlar; ben de onlara ayıp olmasın diye içememiştim. En sonunda Cemal Amca söy-leyip, yaktı bir tane de birlikte sigara içebildik. O sırada kemerin fotoğrafını çekmek istedim. Ama hiç insan geçmiyordu, bekledim. Sırtında koli taşıyan pala pıyıklı bir amca gelmekteydi. Aradığm bu deyip basıyorsun. Bazı tipler vardır boynunda makinayı görünce bütün hayat hikâyesini anlatır sana. Bu da onlardan. Diyarbakırlı. Düşünce suçundan Diyarbakır Cezaevi’nde yattığını söylüyor. “Çok dövdüler bizi. Ama ne dayak yedik, böyle yarıya kadar su doldururlardı elek-trik verirlerdi, sonra da döverlerdi” diyor. Sigara elimde sönmüş ben hala dinliyorum. Cemal Amca itele-mese anlatacak daha. Sonra adam oradan uzaklaşıyor. Çayı bitirir bitirmez ben de müsade istiyorum. İçinde birşey olup olmadığından şüpheliyim. Bayılacaksam da gidip belediyenin oralarda bir yerde düşeyim diyorum. Teşekkür edi-yorum, vedalaşıp uzaklaşıyorum...

Yağmur başlıyor, Vezneciler’deki yeni metroya kadar yürüyorsun. Tabii hangi duraklara gidiyor bilmeden binip indiğinde Haliç’e yapılan saçma köprüde buluyorsun kendini. Oradan Eminönü tramvaya gidiyorsun ve Cevizlibağ’dan Bakırköy’e... Bir yandan da hatır hatır kaşınıyorum, psikoloji mi acaba diye düşünürken deynekçi teyzenin dediği geliyor aklıma “defolun gidin lan buradan, kızım bakma öyle, acımican bunlara bitlerini döküyor-lar heryere”... Allah be diyorsun içinden. Normalde böyle yerlere giderken, toplarım saçımı ama bileklikler kız çocuklarına yetmediğinden lastik tokamı da vermiştim ve saçlarım açıktı. Sarılıp, oynayıp dip dibe fotoğraf bakınca olacağı buydu. Yalnızca kafam değil, tüm vücudum kaşınıyordu. Eve gelirsin kendin dahil herşeyini yıkarsın, bit şampuanıyla bir buçuk saat dostluk yaşadıktan sonra kafa derini kanatır, bitlerden veya pirelerden arındığını anlarsın. Çıktıktan sonra benim kuşlara aldığım pire engelleyici spreyi deodorant gibi sıktığımı bilirim. Neyse geçer gider, değerdi...

Page 8: Herkesin Kaçtığı Yere Koşarak Giden Bir Fotoğrafçı: Uğur ...yayıncılığın hala önde olduğunu ve uzun yıllar devam edeceğini belirtti. SAYFA 5’de Taşların, insanlar

8

Büyükşehirde yaşamanın binlerce zorlukları var elbet. Ama bu zorluklarla uğraşırken, yaşam alanlarımızı bizlerle paylaşan sokak hayvanlarını çoğu zaman görmezden geliriz. Hatice Çıtak’ın anlattıklarına göre neredeyse günde 150 hay-van araçların altında kalarak can veriyor. Peki, hayvanseverler bu canlılar için neler yapabilir?

Her Saniye Sokaklarda Bir Hayvan Can Veriyor

Sokak hayvanları soğukta nerede kalır, nasıl mü-cadele ederler?

Köpekler koloni halinde yaşarlar, tek başına yaşa-mazlar. Baraka oluyor, yıkık dökük evler oluyor, oralar-da barınıyorlar. Kediler genelde kendilerine buluyor yer, bir ağacın dibinde bile kalabilirler. Onlar tektir, özgür yaşarlar; köpekler gibi grup değillerdir. Bir apartman bahçesinde veya

balkonun altında olabilir, kapalı yağmur almayan bir yerde, yıkık dökük evlerin içinde o şekilde hayatlarını sürdürmeye çalışıyorlar soğuklarda. Bizler, en azından apartmanlarımızın önüne bir kutu yapılabilir, içine çorap içinde sıcak su koyup sokak hayvanları için sıcak bir yuva oluşturabil-iriz. Ama bunlar arasında hasta olan veya güçsüz olanlar ne yazık ki soğuk-lara dayanamıyorlar.

Günde 150 hayvan can veriyor

Sokak hayvanlarının çoğunun kaderinde araç altında can vermek var ne yazık ki. Özellikle yeni doğmuş bebeklerde bu du-rum çok fazla gerçekleşiyor. Günde 150’ye yakını trafik kazasında ölüyor. Özellikle kediler iki aylık olduktan sonra, anneleri yavruları dışarıya alıştırırken or-tam hep düzgün zannedip arabaların altına ya da motorların içine giriyorlar ısınmak için. Araç sahibi de eğer farketmemişse mo-tor çalıştığı anda, kötü bir ölüm küçücük yavruları bekliyor.

Veteriner hekimler sokak hayvanları için üstüne düşeni yapabiliyorlar mı?

Hepimiz kendi çapımız-da bir gün belirliyoruz, o günde işte sokakta yaşayan hayvanları, diyelim siz bahçenizde bakıyor-sunuz, onları alıp kısır-laştırıyoruz ya da tedavi için bize getirdiklerinde muayene ücreti almıyoruz. Sadece kullandığımız ilaçları alıyoruz ya da hiç

ilaç parası veremeyecek olan(özellikle çocuklara uyguluyoruz bunu) kişiden ücret almıyoruz. Bizim en çok istediğimiz veteriner bakımından ziyade son-rası…

Burada bizler gereken tedaviyi uyguluyoruz ama sonra hayvanların bakımı

çok önemli. Klinikleri- mizde sürekli barındıra-bileceğimiz sürekli bir yer yok, mutlaka getiren kişinin bakmasını istiyoruz. Yani sahiplendirmeye çalışıyoruz. Bir kısmı gerçekten sahipleniyor ama büyük bir kısmı ise tedav-iden sonra yaşadığı yere bırakılmak durumunda kalıyor.

Kampanyalar önemli, herkes üstüne düşeni yapmalı?

“Özellikle sokak hayvanları için başlatılan ‘Bir kap su’ artık insanlık görevimiz olmalı. Bunu herkes yap-malı artık. Yaşadığımız yere mama koyuyorsak yanına mutlaka su koymalıyız

özelllikle yazın su çok önemli. Tabi çevreyi de kir-letmemek gerekiyor çünkü herkes sevmiyor hayvanları, onlara da saygı göstererek temiz bir şekilde mamasını suyunu takip ederek koy-makta fayda var. Sokak hayvanlarının yaşamlarını devam ettirebilmeleri için hiç değilse, yiyecek kısmını çözmek biz hayvanseverler-in elinde…”

Beyza AKTAŞ İnternet Arşiv

Page 9: Herkesin Kaçtığı Yere Koşarak Giden Bir Fotoğrafçı: Uğur ...yayıncılığın hala önde olduğunu ve uzun yıllar devam edeceğini belirtti. SAYFA 5’de Taşların, insanlar

9

2014 yılında bilimkurgu dalında en çok beklenen film olan Interstellar (Yıldızlar-arası) filmi, Türkiye’de 7 Kasım 2014 tarihinde vizyona girdi. Film, beklenildiği şekilde tüm dünyada yankı uyandırdı. Günümüzde bir bilimkurgu filminin bu kadar beklenmesi, elbette ki herkesi şaşırtacak bir gelişmeydi. Film, 2014’ün Kasım ayında çıkmasına rağmen şimdiden yılın en çok konuşulan filmi oldu. Kurgulanmış bir hikâye olmasına rağmen; filmin bilime katkılarda bulunduğu iddia edildi. Peki, neydi bu filmi bu kadar ilgi çekici hâle getiren?

Her Saniye Sokaklarda Bir Hayvan Can Veriyor Interstellar (Yıldızlararası)

Bilimkurgu; hayal gücünü zorlayarak gelişecek olay-larla ilgili kişinin ufkunu açmaya çalışır. Tabii ki biz filmin yalnızca bilim-kurgu türünde başarılı bir yapıt olduğu için değil, aynı zamanda filmin en önemli yapımcılarından biri olan Kip Thorne’un ilgi çekmesiyle doğru orantılı olduğunu düşünüyoruz. Kip Thorne’den ufak ufak bahsetmek gerekirse; yapımcımız “solucan deliği” teorisinin en önemli araştırmacılarından biri.

Thorne, 2009 yılına kadar Kaliforniya Teknoloji En-stitüsü’nde Feynman Teorik Fizik Profesörlüğü ünvanını taşımış ve aynı yıl içerisinde Albert Einstein Madalyası almıştır. Karadelikler ve Zaman Bükümleri: Ein-stein’ın Muhteşem Efsanesi isimli kitabıyla bilim alanında büyük bir başarı yakalamıştır. Thorne sadece bu film için Yıl-dızlararasının Bilimi (The science of Interstellar) isimli bir kitap yazmış ve bu kitabı okuyucularına sunmuştur.

Filmin konusuna genel anlamda değinecek olursak; Dünya’da salgın bir bitki hastalığı nedeniyle, tarım ürünleri yok oluyor ve bu nedenle atmosferde azot birikiyor. Biriken azot at-mosferdeki oksijen seviye-

sini hızla düşürüyor. İnsan ırkı, soyunun tükenme tehlikesiyle karşı karşıya kalıyor.

NASA’ da kalan bir grup bilim insanı, yeni ve yaşanabilir bir gezegen bul-ma projesi üretiyorlar. Film de, birçok gezegene öncül astronot gönderip gelen verilerden en iyi koşul-lara sahip olan gezegende bir koloni kurma projesi kapsamında gönderilen 4 astronotun hikâyesi anlatılıyor.Bilimkurgu filmlerinin en büyük sıkıntısı olan mesafe sorunu, şimdiye kadar yapılan en iyi şekil-de Yıldızlararası filminde aktarılıyor.

Yıldızlararası filmi diğer bilim kurgu filmler-inin aksine, amaç en yakınımızdaki yıldızlara ve çevresindeki geze-genlere ulaşmaktır. Film zaman sorununu aşırı hızlı seyehat için tek anahtar olarak görülen solucan delikleriyle çözüyor. Solu-can deliğini temel olar-ak açıklamak gerekirse, uzay-zaman düzlemindeki iki uzak farklı noktayı birbirine bağlayan kanal-lar olduğu düşünülüyor. Düşünülmesinin sebebi,varlıklarının henüz doğrudan gözlenememiş olması ve ispatlanana kadar bir teori olarak kal-

masıdır. Film Einstein’ın Görelilik Teorisi üzerine kurulduğu için solucan delikleri Ein-stein’ın çıkarımlarından birisidir. Einstein’ın karade-lik ve bu gök cisimlerinin yakın çevresindeki tuhaf fizik yasaları hakkındaki çıkarımlarına da filmde değiniliyor.

Filmin baş yapımcısı Kip

Thorne, aynı zamanda bir karadeliği yaratmaktan sorumluydu. Kip Thorne, görsel efekt ekibinin kullandığı veri işleme yazılımının hesaplamak için kullanacağı yepyeni bir set denklem kurdu. Karadelikler etrafında-ki tüm ışıkları emip, uzay-zamanı bükeceklerin-den dolayı X-ışını teleskop-

ları dışında görünmezdirler.

X-Işığı teleskopları da onların saçtığı enerjiyi yakalayabilmektedir. Ancak Thorne ve özel efekt takımı, gerçekçi bir sonuca ulaştı. Thorne ile ekibi düz ve çok renkli bir halka yaratıp, onu tasarladıkları ışık hızında dönen karadeliğin etrafına yerleştirdiler ve gerçeği yansıtan bir karadelik görüntüsü elde ettiler.

Film tabi ki bazı hatalar-da bulunduruyor. Bun-lardan bizce en önemlisi başrolümüzün rahatça girdiği karadelik. Karadelik yoğun kütleçekiminden ibaret olmadığı için olay ufkuna giren bir cisim milisaniyelerde uzayarak atomlarına ayrılacaktır.

Karadeliğin içine giren başrolümüz, bunun hâlâ farkında olabilecek şekilde bilincini ve vücut bütün-lüğünü koruması filmde dikkat çeken en büyük hataydı.

Karadelikler, uzay-zaman kavramını büktüğü için, karadeliklerin etrafında görülen “zaman süzülmesi” olayından dolayı yüksek kütleli cisimlerin etrafında-ki bir gezegendeki 1 saat, Dünya’daki 7 yıla eşit olması bilimin işin içinden çıkıp filmin yönetmeni Christopher Nolan’ın hayal gücünün devreye girdiğiyer. Imperial College

London’da astrofizikçi olan Prof. Dr. Roberto Trotta bu konudan şöyle bahsedi-yor: “Böylesine büyük bir zaman farkının oluşabil-mesi için, Schwarzschild yarıçapı denen bir me-safede olmanız gerekir. Bu, filmde gösterilenden çok daha yakın bir mesafedir. Böylesi bir kütleçekimine dayanabilecek hiçbir geze-gen bulunmamaktadır. Karadeliğin yaratacağı gel-git kuvvetleri, gezegeni paramparça ederdi. Eğer ki bu kütleçekimi altında bir kütlenin üzerine iniş yap-maya çalışacak olsaydınız, o kadar hızlı çakılırdınız ki, hayatta kalmanız mümkün olmazdı. Basitçe, sayılar hatalı!”

Filmdeki hayal gücünün fazla çalışması sonucu ortaya çıkan sahnelerden biri de başka bir gezegen-deki iki erkeğin yumruk yumruğa kavgasıydı. Tabii ki geçmişte insani dürtüler-imiziyitirmemiz bu film için söz konusu edilmediğinden sahne kabul edilebilirdi.

İşin ilginç yanı ise mas-kesinde ki camı kırılan baş astronotumuzun dakikalar boyunca kavgaya devam etmesiydi. Gezegendeki ha-vanın yüksek oranda amon-yak içerdiği düşünülürse, kavga sahnesi haâlâ ak-lımızı kurcalayan bir soru olarak kaldı.

Elif ARSLAN İnternet Arşiv

Page 10: Herkesin Kaçtığı Yere Koşarak Giden Bir Fotoğrafçı: Uğur ...yayıncılığın hala önde olduğunu ve uzun yıllar devam edeceğini belirtti. SAYFA 5’de Taşların, insanlar

10

Adres: Sütlüce Mahallesi, İmrahor CaddesiNo: 90, Beyoğlu 34445, İstanbul Tel: 444 0 [email protected]

Negatif, İstanbul Ticaret Üniversitesi öğrencileri tarafından TifMedya’da hazırlanmıştır. Yazı ve fotoğrafların tüm hakları Negatif ’e aittir. Kaynak gösterilmek suretiyle alıntı yapılabilir.

İstanbul Ticaret Üniversitesi, İletişim Fakültesi öğrencileri tarafından hazırlanan haber ve kültür-sanat

gazetesidir.Yıl: 1 / Sayı: 1 / 2015

5187 sayılı kanunla sahibi ve sorumlu müdürüProf. Dr. Mete ÇAMDERELİ (Dekan)

Genel Yayın YönetmeniElif ARSLAN

Haber MüdürüMert Celal ÖZKAN

EditörlerAsiye Ceren DURANÖmer Selim ŞADOĞLU

Sayfa TasarımıAyça KALE

MuhabirlerBeyza AKTAŞBayram DURSUNEmre TOPÇUHalil İbrahim AKGÜNMert KAPLANM. Tarık KOCABIYIKR. Mina AYDIN

RedaksiyonArş. Gör. Ayşegül KARAGÜLLEArş. Gör. Berk ÇAYCIArş. Gör. Mehmet GÜLNAR

DanışmanlarÖğr. Gör. Nurullah KADİRİOĞLUÖğr. Gör. Dr. Burak YENİTUNAUzm. İhsan EKEN

Milyonlarca yıl boyunca çeşitli minerallerin birleşmesiyle oluşan taşların, onları oluşturan minerallerin enerjisini barındırdığına ve bu enerjinin de insanlar üzerinde bazı pozitif etkilerinin olduğuna inanılıyor. Bu nedenle evlerde, ofislerde ya da aklımıza gelebilecek pek çok yerde bu taşların bulundurulması gerektiği kimileri için hayati bir önem taşıyor. Biz de merak ettik, işin uzmanına sorduk. Bülent Kandemir, merak ettiğimiz soruları bakın nasıl cevapladı!

Şifalı Taşlara Neden İlgi Gösteriliyor?

Doğal taşlar ticari amaçlı mı satılıyor, yoksa şifalı taşlar olduğuna inanıldığı için mi?

Bunun birkaç kolu var. Birincisi, mineral koleksiyoncuları yönü var. Bunlar tamamen jeoloji ve mineroloji bölümünü ilgilendiren kısmı oluşturuyor. Diğer taraftan ise; süs taşı kısmı var. Bazen insanlar evlerine bu taşlardan alıp koyma ihtiyacı hissediyor, sonuçta bu taşlar oldukça güzel oluyor. Ama bir de işin şifalı olduğuna inanılan bir tarafı daha var.

Birçok yerde şi-falı taşların insan sağlığına iyi geldiği konuşuluyor. Peki, şifalı taşların insanlar üzerindeki etkisi tam olarak nedir?

Taşların yine birkaç şekilde insanlar üze- rinde etkisi vardır. Bi- rincisi fiziksel etkileri, içerdikleri maden ve mineraller dolayısıyla. Örneğin; florit de- diğimiz bir taş var, diş macunu içinde kul-lanılmaktadır. Diş ma-cunu içinde kullanılan florit minerali; yani kalsiyum florür cilde temas ettiği zaman asitik etkiye girer erir. Vücudun kalsiyum ihtiyacını bir miktar karşılar, kalsiyum vücudu güçlendirir. Yani bunun inanıp in-anmamakla bir alakası yok. İkincisi renklerin vücudumuza etkileri var. Bunu Rusya’ya gittiğinizde Tıp Fakülte-

lerinde ders olarak kabul edildiğini göre-bilirsiniz. Ama İngiltere’ye gittiğinizde Tıp Fakültesinde taş enerjisinden bahse dersen seni kovalarlar. Yani üniversitelerin hangisi doğrusunu yapıyor bilmiyorum; bu biraz havada bir kısım. İnanca göre de felsefeyle çok uyuşur taşlar. Japon Felsefesi çok yer veriyor; kristal yapıları, evren enerjil-eri, enerji dengeleri... Akapunktur ne ka-dar gerçekse, taşların gerçekliği de o kadar diyebiliriz.

Peki, televizyondan internet sitelerine kadar pek çok yerde bu taşların tanıtımı yapılıyor. Bunlar pazarlama taktiği mi?

Bu ne yazıkki kırk yaşında işi gücü olma-yan teyzenin iki tane ders görüp “ben şifa hocası” oldum diye ortaya çıkıp kendini tatmin etmesi duru-mudur. Evet, gerçekten bu işi yapanlar bu ko-nuda senelerdir uğra- şıp emek verenler de var; ama yine de birçoğu işi ticari amaç-la kullanmaktadır.

Taşların yararını duyup buraya gelip kullandıktan sonra size geri dönüşler nasıl oluyor?

Değişiyor. Bazı şey-lerde yüksek başarı yüzdesi var. Örneğin, tiroid hastaları için kehribar veriyorum.

Heralde aspirinden yüksek başarı yüzdesi var. Hemen hemen yüzde yüze yakın başarı yüzdesi, bunu görebiliyorum. Ama kısmet açar diye de taş verebiliyorum ve bunu ölçemiyorum. Bunların içinde teşekkür eden de oluyor hiç etme- yen de. Bazı şeylerde net kanıtlanabiliyor; kristal kuvars denen bir taş vardır. Kuvars kristalleri radyas-yon içindir. Bu zaten ölçülebilen birşeydir. Kemoterapi ya da radyoterapi gören hastalar için sonrasın-da kullanılmasında, odalarında bulun-durmalarında yarar vardır. Aynı zamanda cep telefonlarının arka kapaklarında da bulunmaktadır, radyasyonu azaltmak için kullanılır. Yani bu dediğim gibi pozitif bilimin kabul ettiği birşey. Örneğin; kuvars kristalini sıkıştırırsan elektirik üretir. Be-nim müşterilerimin bir kısmıda üniver-site öğrencileridir. Ben onlara istedikleri kesimde kristal ver-irim. İçinden lazer geçirirler, elektronik deney yaparlar. Tabii bunlar hem optikte hem de elektronikte kullanılan şeylerdir. Hepsi doğada binlerce yıldır kullandığımız maddelerdir. Misal biz süs taşı olarak bir firu-ze taşından, turkuaz taşından bahsediyoruz. Biz ona firuze, turkuaz olarak bakıyoruz. Ama ben bir metalurji mühendisi olsaydım,

bakır tel diye bak-ardım. Çünkü bakır madenidir; doğada böyle çıkar. Aslında doğadaki minerallere taş demek yanlış olur.

İnsanlara biraz garip geliyor. Ametist aldım iyi geliyor, bunun fay-dasını nasıl anlarız?

Amestist negatif enerjiyi toplar bulun-duğu ortamda negatif enerjiyi temizleyici özelliği vardır. Me-selâ; bunların içinde kültürel kodlar çok etkilidir. Ametise biz negatif enerjiyi top-lar deriz. Bu evrensel kabul edilen birşeydir. Ama aynı zamanda bir Japona sorarsan, ametisti bereket taşı olarak kullanır. Çünkü işin içinde ‘’feng shui’’ yani dört bin yıllık de-karasyon sanatı, din ve evren enerjisine denge-leme girer devreye.

Doğanın bizlere sunduğu bu mine- raller kültürlere göre değişmekte o zaman...

Tabii. Tarih bo-yunca ilk insanlara bakın taşla birşeyler yapmışlardır. Me-selâ biz akik taşını çok kullanırız, Türk Kültüründe çok yay-gındır. İslâm aleminde Peygamber Efendimiz Hz.Muhammed’in kul-landığı bir taştır. Peyg-amber Efendimiz kul-landığı için 1500 yıldır biz ona her anlamı yüklemişizdir. “Akik taşı bak iyidir” ama neye

iyidir doldurmuşuz hep altını. Yeri gelmiş bir dönem yeniçeriler sağ elle- rine akik yüzük

tak-mışlardır. Cevşen gibi yorum-lanmış. Kimi almış kasasına, cebine koy-muş “bolluk bereket taşı” demiş. Anadolu’daki köylü almış tarlasına serpmiş. Biraz inanmakla da ilgili birşey.

İnternet ArşivR. Mina AYDIN

Page 11: Herkesin Kaçtığı Yere Koşarak Giden Bir Fotoğrafçı: Uğur ...yayıncılığın hala önde olduğunu ve uzun yıllar devam edeceğini belirtti. SAYFA 5’de Taşların, insanlar

11

Şifalı Taşlara Neden İlgi Gösteriliyor?

En Gelişkin Parçacık Hızlandırıcısı 30 cm Gelecek Artık Eskisi Gibi Değil

Veliler Dikkat!

Servis şöförlerinin trafik kurallarına dikkat etmesi gerektiğini belirten Bendevi Palandöken, velileri kantinlerin hijyenik olması ve onlara hijyenik gıda ürünleri satan esnafları tercih etmeleri konusunda da uyardı. Okul yönetim-lerini okulların önlerinde ki seyyar ve açık satıcılara dikkat etmesi gerektiğinin altını çizdi.

2014-2015 eğitim-öğretim yılında ortaya çıkan korsan servislerin, öğrencilerin hayatını tehlikeye sok-tuğunu belirten Palandöken, “Okul se-zonunun yaklaşmasıyla birlikte okul çevresinde korsan servis araç işletme-

cileri oldukça fazla çoğal-maya başladı. Geleceğimiz-in teminatı çocuklarımızın daha güvenli bir eğitim ve öğretim yılı geçirme-leri için mutlaka yardımcı personeli ve ilgili mesleki odaya kayıtlı olan servis araçlarının tercih edilmesi daha güvenli olmaktadır.

Tüm öğrenci velilerimiz bu konuda duyarlı olmalı ve çevrelerindeki korsan servis araçlarını barındır-mamalıdırlar. Korsan servis araçlarından öğrencile-rimizi korumak için okul yönetimlerinin ve emniyet yetkililerinin de denetim-lerini arttırmaları gerek-mektedir. Okul yönetimleri de servis araçlarını, düzenli

servis bakımları, hijyen ve yardımcı personel konu-larında da uyarılarda bu-lunmayı ihmal etmemeliler. Ayrıca servislerde rehber personel bulundurmayan servis araç ve şirketlerini mutlaka Servis Araçları Odasına bildirmelidirler” dedi.

TESK Başkanı açıklamasın-da velilere okul kantin-lerinin hijyenine dikkat etmesi konusunda uyarılar-da bulundu. Siz kantinleri hijyenik buluyor musunuz?

“Benim 9 yaşında bir kızım var, her çocuk gibi kızım bağışıklık sistemini koru-ması gereken bir dönemde. Okul kantinleri ne kadar hijyenik olduğunu söylese de son 1 yıldır okul kantin-lerinde ki besinlerden zehirlenen çocuklar ortada. Ben olabildiğince sabahtan hazırlayıp, yanında gön-deriyorum. Okul kantini bir yana, okul tuvaletle- rinde bile hijyen yokken bu konuda ki denetimlerin sıkılaştırılması gerektiğini ve okul kantini için ihâleye

giren kurumların sıkı bir denetimden geçmesi gerek-tiğini düşünüyorum.”

TESK Başkanı 2014-2015 yılında çoğalan korsan servisler konusunda velileri uyardı. Korsan servisler veya servisler hakkında ne düşünüyorsunuz?

“Benim şansım evimizin kızımın okuluna yakın ol-ması, her gün ben götürüp getiriyorum ama orta-okul ve lise seviyesinde ki öğrenciler evlerinden uzak okullara yönlendirelibiliyor. Çocuklarımızı tek başına okula gönderemezken ser-visler bizim için kurtarıcı oluyor, fakat servis per-soneli bile bulundurmayan, trafik kurallarına uymayan servis şöförleri varken ne kadar güvenli olduğu tartış-maya açık bir konu. Geçen sene bir servis kazasında 13-14 çocuk hayatını kay-betmişti, ister istemez bu kazalar her veli gibi benim-de gözümü korkutuyor.”

Okul çevresinde satış yapan seyyar ve açık satıcılar

hakkında neler düşünüyor-sunuz?

“Biz çocuklarımızı sağlıklı ve düzenli beslemeye dik-kat ederken, sokak satışı yapan insanlar içine ne koyduğunu bilmediğimiz malzemeleri okul çıkışların-da satıyor. Ben bu konuda okul kapılarında ki güvenlik veya polisin daha dikkatli olması gerektiğini, okul çevresinde seyyar satışa izin vermemeleri gerektiğine inanıyorum. Ben okula gidip çocuğumu ala-biliyorum; ama çalışan veliler dikkat edemeyebilir. Bu yüzden polis ve güven-lik görevlilerine çok iş düşüyor.”

Yeni geliştirilen bir parçacık hızlandırıcı herhangi bir masaya sığabilecek boyutta, üstelik geleneksel yöntem-lerde yüzlerce kat daha yük-sek hızlara ulaştırabiliyor.Yeni geliştirilen bir parçacık hızlandırıcı, parçacıkların hızlandırılırken kullan-acağı mesafeyi kilometreler mertebesinden santimetre mesafesine indirdi. Elektronları, cm’lerle

ölçülen bir mesafede ışık hızına çok yakın hızlara kadar yaklaştıran bu yeni parçacık hızlandırıcı Na-ture’da yayınlanan bir makaleye göre de ge-leneksel metotlardan 500 defa daha yüksek bir hıza ulaştırabilmiş. Geleneksel parçacık hızlandırıcılardan en ünlüsü, CERN parçacık hızlandırıcısı, 30 kilo-metreden biraz daha az bir mesafeyi parçacıkların hızlandırılması için kul-lanıyor. Gereksinim duyulan bu mesafe, benzeri bir parçacık hızlandırıcı kurmak istiyorsanız ku-

Bu sene 2.si düzenlenen İstanbul Tasarım Bieaneli kapılarını bizlere “Gelecek artık eskisi gibi değil” başlığıyla açtı. Bienalde yer alan birbirinden farklı pro-jelerle tasarımcılar gelecek hakkında fikirlerini yansıt-ma imkanına sahip oldular.

Sergide Dikkat Çeken Projeler

Sergide yer alan eserlerden Ay Yürüyüşü Makinası “Luna Girl” adındaki proje, kadının ay üzerinde topuk-lu ayakkabı ile yürümesi fikriyle karşımıza çıkmakta. Bu proje daha önce Ay’a

gidilmesine rağmen bugüne kadar herhangi bir kadının Ay’a ayak basmaması eleşti-risini yansıtmaktadır.

Dijital araçların üretimini anlamak için kağıttan yapılan devreler(ma-ketler) sizin dijital bir aleti yakından tanımanız için bir fırsat. Aynı zamanda bi-anelde sergilenen Twitrate adlı bir çalışma, telgrafın mucidi Samuel Morse’un telgraf için söylediği “Tanrı nelere kadir” cümlesinden yola çıkarak; twitter için “140 karakter nelere kadir” başlığıyla karşımıza çıkıyor.

Türkiye Esnaf ve Sanatkârları Konfederasyonu (TESK) Genel Başkanı Bendevi Palandöken velileri, öğrencilerin eğitim ve öğretim hayatında dikkat etmesi gerekenler konusunda uyardı. Palandöken, öğrencilerin servis yetkisi bulunmayan ve içinde servis personeli olma-yan araçlara binmemesi gerektiğini vurguladı.

rulum masraflarının en önemli kalemlerinden birini oluşturuyor.Yeni geliştirilen parçacık hızlandırıcısının ne görüntüsü ne de kullanışlı olabilmesi bakımından CERN’deki kardeşini aşan bir yanı yok. CERN hâlâ en kullanışlı parçacık hızlandırıcısına sahip. Fakat; gelecek nesil parçacık hızlandırıcılar için inanıl-maz yer altı tünellerine gereksinim duyulmamasını sağlayan bu yeni parçacık hızlandırıcı, çok büyük bir adım.

Elif ARSLAN İnternet Arşiv

Mert KAPLAN İnternet Arşiv

Page 12: Herkesin Kaçtığı Yere Koşarak Giden Bir Fotoğrafçı: Uğur ...yayıncılığın hala önde olduğunu ve uzun yıllar devam edeceğini belirtti. SAYFA 5’de Taşların, insanlar

12

Teknoloji-Toplum İlişkisi Üzerine

İnsanın kendini tanımaya çalışan ve varoluşunu sorgu-layan bir canlı olarak tanımladığımızda, teknolojinin toplum yaşamını dönüştürme konusunda etkisini in-celemenin gerekliliğinden yola çıkarak bir tanım ile bu yazıya başlamanın doğru olacağını düşündüm. Nedir teknoloji? Nasıl bir anlamı vardır?

Gündelik hayatta farkında olmasanız bile, yazılı, sözlü, görsel, işitsel yöntemler kullanılarak; her an aslında mesajlarla, sembollerle dolu bir etkileşim dünyasının içindeyiz. Bu semboller ve mesajlar insanın varlık sürdürme biçiminin bir ürünü, aynı zamanda varlık sürdürme biçimindeki gelişmelere göre değişimlere uğrayan olgulardır.

Yakın tarihten gelişimi inceleyecek olursak; 1967 yılında dünyamızı “global köye” benzeten Marshall Mcluhan’a günümüz koşulları incelendiğinde hak ver-memek mümkün değil. Mcluhan, Gutenberg Galak-sisi adlı kitabında, insanlık tarihini kabile, matbaa ve elektronik çağ olmak üzere üç sınıfa bölmüş ve matbaa çağının gerçek bir devrim olmasına vurgu yaparak “matbaanın bireyi kabile insanından çıkarıp kişileri karşılıklı bağımlıklarından kurtarmıştır” demiştir. Elektronik çağ ile birlikte modernleşme fikirleri tüm dünyaya hızlı bir şekilde yayılmış ve moderleşmenin insan yaşamı için gerekliliği savunulmuştur. İnsanoğlu, kendini bir anda yeni teknolojik gelişmele-rin etkisiyle karmaşık bir sistemin içinde bulmuştur.

Fakat; bu gelişimin içerisinde, ona yön veren bazı etkenler ya da güçler olduğunu unutmamak gerekir. Özellikle az gelişmiş sayılan toplumlarında teknolo-ji, kültürel miras kayıplarına ve kimlik sorununa yol açmıştır. Bugün İnternet teknolojisinin gelişimiyle Dünya, McLuhan’ın yıllar önce öngördüğü gibi küresel bir köy haline dönüşse de, bu teknolojiler insanlığın sorunlarını azaltmak yerine sorunlarla insan hayatı daha sıkıntılı bir duruma getirmiştir. Çünkü bilginin çok hızlı ve kolay yayılabildiği günümüzde, toplum yaşamı, değerleri, alışkanlıkları sembolleri yeni gelişmelerle eskimiş, bilinçsiz bir tüketici toplumu yaratılmıştır. Teknolojik gelişim kaçınılmazdır; ama doğanın da “atalarımızdan bize miras değil torun-larımızın bize emaneti” olduğu unutulmamalıdır.

Mert Celal ÖZKANTüm Dünyada 67 milyon kullanıcı tarafından oynanan League of Legends’ın, Kore’de düzenlenen ve 30 gün boyunca çekişmeli maçlara sahne olan dünya şampyionasını Samsung Galaxy White kazandı!

League of Legends Dünya Şampiyonası Yapıldı

Samsung Galaxy White Bu Yılın En İyisi

League Of Legends, çevrim-içi çok oyunculu bir savaş oyunu. Bu yıl beşincisi düzenlenen Dünya Şampi-yonası Karşılaşmaları, tüm dünyada büyük bir heye-can yarattı. Riot Games tarafından yaratılan ve baş tasarımcısı Steve Feak olan oyunun piyasaya çıkış tarihi 27 Ekim 2009’dir. Çıktığı günden bugüne kadar her ay 67 milyon kişi tarafından oynanan ve her gün 27 milyon farklı kullanıcının aktif olarak katıldığı oyun, Türkiye’de de yoğun ilgi görüyor. Türkiye’den 2012 yılından bugüne 3 milyonun üzerinde kayıt yaptırıldığı belirtirliyor.

Tüm dünyada hızla yayıl-maya başlayan League Of Legends oyununun bu sezonki dünya şampiyonası-na katılma hakkı kazanan tüm dünyadan takımlar, grup aşamasında eşleşti. Bu yılki turnuva, Kore’nin Busan şehrinde yapıldı. Turnuvada Türkiye’yi Dark

Passage takımı temsil etti; ancak takım, gruplardan bir üst tura çıkamadı. Grup aşamasından sonra kıya- sıya bir mücadele başladı, mücadele sonunda, Kore’yi temsil eden Samsung Galaxy White takımı şampiyon oldu.

League of Legends’in Türkiye de hızla yaygın-laşmasının ve sevilmesinin sebebi nedir?

Öncelikle ücretsiz olması, daha sonrasında bile para harcamaya zorunlu bırak-maması. Diğer oyunlara kıyasla kendini sürekli yenilemesi ve geliştirmesi. Sadece en iyilere değil tüm oyunculara hitaben sürekli ödüllü turnuvalar düzen-lemesi. Oyunu bence uzun bir araştırma sonucu her yaşın her kitlenin oynaya-bileceği bir sistemde kur-muşlar ve sürekli yenilikler getirmesine rağmen; sis-temi değiştirmemiş, bu da oyunu her oynayanın oyun hakkında kendine has bir tarz oluşturmasına imkân sunuyor. Oyun kurulduk-

tan yaklaşık 2 yıl sonra Türkiyeye özel (server) ka-nal açılması, Türkiye’ deki deki oyuncuların kendi- lerine değer verildiğini düşünmeleri sağlandığı için bu kadar çok sevildiğini düşünüyorum.

Türkiyedeki takımlar neden dünya çapında başarı elde edemiyor ?Oyunlar da ki dengesizlik ve sürekli kavgaların ol-ması bunu aslında çok iyi açıklıyor nedeni ise; bence oyuncuların profesyonel olarak çalışmaması, saat-lerini ayırmalarına rağmen sadece vakit geçirmek için oynadıkları sebep sunula-bilir.

Dünya şampiyonasını izle-diniz mi ? İzlenimleriniz ne oldu ?

Evet, yani tabii ki çok heye-can vericiydi ve hakedenin kazandığını düşünüyorum. Ayrıca uzun bir süreç olduğu için, beni bir çok dizi gibi sürükleyen ve kendimi takımımla birlikte geliştirmemi sağlayacak izlenimler elde ettim. En çok üzüldüğüm ise; Türki-yeden sadece bir takımın katılıp malesef ilk turda elenmesi oldu. Yani zaten dünyanın en çok oynan oyunlarından bir tanesi; ama Uzak Doğu Ülkelerinin Kore ve Çin gibi ülkeler-in kendi arasındaki yarışa dönüşmesi Türkiyenin çok fazla etkili olamaması ben-

im gözümde Dünya Şampi-yonasının heyecanının artık azalmasına sebep oluyor. Ancak oyunda Türkiyeye özel bir kanal açılması, her gün oyunda daha da gelişmemizde etkili olacak-tır. Benimde en sevdiğim oyunlardan biridir, lol

neredeyse günde 6-7 saat oynadığım oluyor. Dünya şampiyonasında da hiç bir maçı kaçırmadım; ama önceki seneler kadar heye-can verici değildi ve Uzak Doğu takımlarının gitgide üstünlüğünü arttırması heyecanı azaltıyor.

Ömer Selim ŞADOĞLU İnternet Arşiv