Ehad Dergi Nisan

36

Transcript of Ehad Dergi Nisan

Page 1: Ehad Dergi Nisan
Page 2: Ehad Dergi Nisan

2

ehâd

Allah Ekmek Özgürlük

2014 nisan

Page 3: Ehad Dergi Nisan

3

ehâd

Allah Ekmek Özgürlük

nisan 2014

Dilinden , kültüründen ötürü ötekileştirilen kürt halkının yanında da olduk her zaman. Bayram sabahı gözlerimizi Roboskî’de açtık. Gözü yaşlı annelerimizin acısına ortak olmak istedik.

Haklarını aradığı için işten atılan kim varsa her zaman onların yanında olmaya çalıştık. ‘’İnsana emeğindan başkası yoktur.’’ (Necm 39) ayetini zihin dünyamızdan hiç çıkarmadık. Patronların abdestli olup olmadıklarına bakmadık. İşçilerine zulmeden patron sınıfının karşısın-da durduk hep. İşçilerin de abdestli olup olmadıklarına bakmadık. Emekleri çalınan bütün işçilerin yanında ol-maya çalıştık.

Sadece Ermeni olduğu için katledilen Hrant’a kardeşimiz demekten de gocunmadık.

‘AKP rantın Müslümanlar HRANTín yanında’ pan-kartlarıyla yürüdük.Biliyoruz ki doğunun halkları inanç ayırımı yapmaz. Hepimizin Bir olan ÖZden geldiğimizi bilir ve “haksız yere bir insanı öldürenlerin” karşısında durur.Geziye katıldık. Halkın ortak yaşam alanlarını bir avuç zengine peşkeş çekenlerin karşısında durduk daha ilk günden. “MÜLK ALLAH’INDIR SERMAYE DEFOL” dedik. Kimseye karışmadan ve kimseye benzemeden inançlarımız doğrultusunda “vasat bir ümmet” bilinciyle Gezi’de halklarla kucaklaştık.Kandillerimizin ,namazlarımızın, sofralarımızın nasıl da kapitalizmin beyninde patladığını ve devrimci bir isyan taşıdığını gördük hep birlikte…

YERYÜZÜ SOFRALARI

Yeryüzü sofraları kadim bir gelenektir. Yeryüzü eşitliği, kardeşliği, ortak paylaşımı, bereketi, farklılıklar içinde dostça yaşamayı simgeler.İlk topluluklardan itibaren insanlar yeryüzünü imar etme yoluna gitmişler, çeşitli yapılar ortaya koymuşlardır. Bu yapıları ortaya koyarken, yeryüzünün mülkünü elinde bulunduranlar, başka insanları kendi menfaatleri uğ-runa çalıştırmışlar ve onların emekleri üzerine sahiplik oluşturmuşlardır. Kur’an’da yeryüzünü çıkarları için gasp eden egemenlerin nasıl helak olduklarına dair birçok anlatım vardır:

“Yeryüzünde gezip dolaşmıyorlar mı? Böylece ken-dilerinden öncekilerin nasıl bir sona uğradıkları-nı görsünler. Onlar, güç bakımından kendilerinden daha üstün idiler, toprağı alt-üst etmişler (ekmişler, madenler, sular arayıp çıkarmışlar) ve onu, kendi-lerinin imar ettiğinden daha çok imar etmişlerdi. Elçileri de, onlara açık delillerle gelmişti. Demek ki Allah onlara zulmetmiyordu, ancak onlar kendi ne-fislerine zulmediyorlardı.” (Rum Suresi, 9)Kur’an’da helak edilen kavimler anlatıldığında, bu yöne-timlerin helak edilişleri çoğu zaman Allah’a iman edip-

etmeme meselesinden kaynaklandığı düşünülür. Oysa yukarıdaki ayette ve daha birçok ayette belirtilmek is-tenen şey, yeryüzünde gücü elinde bulunduranların is-tedikleri gibi yeryüzünü imar etmeleri ve kendilerinden güçsüz olanları sömürmeleridir. Bundan dolayı birçok kavim helak edilmiş, yani devrimsel mücadele ile ters yüz edilmiştir.

Devrimci mücadele olduğunun göstergeleri de Kur’an’daki anlatımlarda açığa çıkmaktadır. Bunun için demir örneği verilebilir:William McNeil “Dünya Tarihi” adlı yapıtında I.O. 1200 yıllarından itibaren demirin etkilerinden bahsederken şöyle der: “Demir araçlar ve demir silahlar, zenginle yoksul arasındaki farkın belirginliğini azaltarak savaşı ve toplumu demokratikleştirdi. ( sayfa 104)Çünkü demirden önce tunç metalurjisi bilgisi vardı ve tunç o dönemlerde az bulunduğundan sadece egemen-lerin bilgisi dahilindeydi. Bundan ötürü istedikleri gibi savaş arabaları yaparak geniş kesimler üzerinde kolay-lıkla otorite kurup, sömürebiliyorlardı. Demirin keşfi ile birlikte, toprağa bağımlı köylüler de demirden istifade ederek savaşabilecek araçları oluşturmaya ve böylece eşitlikçi toplumun yolunu açmaya başlamışlardır. Kur’an demir hakkında şöyle der:

“Muhakkak Biz, elçilerimizi, açık delillerle gönder-dik ve insanların adaleti yerine getirmeleri için, be-raberlerinde kitap ve ölçüyü indirdik. Biz, demiri de indirdik ki, onda şiddetli güç ve insanlar için menfa-atler vardır. Bu, Allah’ın, dinine ve elçilerine gaybi olarak yardım edenleri belirlemesi içindir. Muhak-kak Allah, Kavi’dir (kuvvetlidir), Aziz’dir (üstün-şe-reflidir).” (Hadid 25)

McNeil’in bahsettiği eşitlikçi toplumla Kur’an’ın demir ile adalet arasında kurduğu ilişki paralellik arz etmekte-dir. Kur’an, Hz. Davut peygambere demir ilmini öğretti-ğinden dem vurur. Hz. Davut’la birlikte Hz. Süleyman da ezilenlerin iktidarını temsil eden peygamberler olarak tarihteki yerlerini almışlardır.

Ezilenlerin devrimci mücadelesi bütün peygamberlerde karşılığını bulmuştur. Yeryüzü sofralarının belki de en önemli taşıyıcısı Hz. İbrahim’dir. Kur’an’da hanif olarak belirtilen Hz. İbrahim, Babil imparatorluğu döneminde, Babil kulesine karşı Kabe’yi oğlu İsmail’le inşa etmiştir. Babil kulesi dönemin krallığının güç, servet ve kültürünü temsil ediyordu. Halkın emekleri, halktan izole edilmiş bir kule içerisinde heba ediliyordu.

Bunun üzerine Hz. İbrahim, Kabe’yi yatay bir şekilde inşa etti. Kabe’de yatay mimarisi ile tevazuu, dört tarafının da açık olması sebebiyle sınıfsız ve sınırsız bir dünya tasav-vurunu-şeffaflığı, çevresinde tavaf edilmesiyle hiyerarşi-yi değil, eşit toplum yapısını temsil ediyordu.

Page 4: Ehad Dergi Nisan

4

ehâd

Allah Ekmek Özgürlük

2014 nisan

Bir yanda egemenleri temsil eden Babil kulesi, diğer yan-da ezilenlerin medeniyet tasavvurunu yansıtan Kabe…

Yeryüzü Sofrası ÇoğulcudurHz.İbrahim Kabe’nin bu ezilenlerden yana temsiliyetini hem mücadelesinde hem de bireysel hayatında taşımıştır. Hz.İbrahim, halk dilinde de sofra kültürü ile anılır. Babil kulesinin haramzade sofrasına karşı, yeryüzüne serdiği ve herkesin davet edildiği Halil İbrahim sofrası halkların eşit-liğini temsil etmektedir. Anlatılarda çokça geçen, Allah’a inanmayanların da sofrada yerini aldıkları bilinir. Sofra bu yönüyle de çoğulcudur.

Bir barış yurdu temsiliyeti olan yeryüzü sofrası ramazanla birlikte Taksim’de de kuruldu. Kapitalist sistemi resmeden AVM’lere, 5 yıldızlı otellere tepki olarak yeryüzü sofrala-rı İstiklal Caddesi’ne taşınmış oldu. Babil kulesinden bu yana egemenlerin anlayışında bir değişiklik yok. Oysa ki

“O, (arzı yarattıktan sonra) üzerine (kuleler gibi) sar-sılmaz dağlar yerleştirdi, ona (sayısız) nimetler ba-ğışladı ve oradaki geçim araçlarını onları arayanlar arasında eşit şekilde paylaştırdı; (ve bütün bunları) dört evrede (yarattı).” (Fussület 10)

Allah, mülkün sahibi olarak, yeryüzünün nasıl konumlan-ması gerektiğini de gösteriyor. “İhtiyacı oranında–Eşitçe” Bir Müslüman’ın yapması gereken şey, yeryüzünü Allah’ın muradına uygun bir düzen içerisinde işlemesi için mü-cadele etmektir. Bu yeryüzünün işgali bazen kendini Müslüman olarak tanımlayan kapitalist egemenler eliyle de olabilir. Bize düşen zulüm ve sömürü kimden gelirse gelsin karşı koymaktır. Bu karşı koyuşta farklı inanıştan, görüşten insanlarla birliktelik aynı haksızlığa karşı farklı yerlerden taşıdığımız bakış açılarının buluşmasıdır.

Bu buluşma; egemenlerin kamplaştırıcı siyasetlerinden ötürü bir araya gelemeyen insanların birbirlerini tanıma-larına vesile olmuş ve yeni bir toplum modelinin oluşma-sına da öncülük etmiştir. 3 haftalık Gezi Parkı sürecinde yaşananlar zaten yeryüzü sofrasının bir diğer halidir. Pa-ranın geçmediği, kimsenin statüsünün para etmediği bir ortam Kur’an’ın cennet tasavvuruna da çok yakındır. Ra-

mazanın ilk günü de bu kardeşlik ortamını yad etmek ve bir kez daha bütünleşmek için Antikapitalist Müslümanlar olarak yeryüzü sofraları fikrini ortaya attık. Bu fikir çok kısa sürede halkların nazarında karşılık buldu ve yeryüzü sofrası kolektif bir çabanın ürünü olarak upuzun bir sofra haline geldi.Bu sofra oruç tutanı-tutmayanı, inananı-inanmayanı, kadı-nı-erkeği, başörtülüsü- açığı, bütün dillerden, mezhepler-den halkları içinde barındırarak, dayanışma, paylaşım ve eşitlik için binlerce insanın bir araya gelebileceğini ege-menlere göstermiştir. Bunu egemenler fark etmiş olacak-lar ki, İstiklal’ın bitiminde TOMA’yı sofranın önüne çekerek, Gezi Parkı’na kadar uzanacak olan bir yeryüzü sofrasının da önüne geçmeye çalışmışlardır.İktidarların din anlayışı ile ezilenlerin din anlayışı farklı-dır. Bir yandan sponsorlarla kurulan belediye çadırı, diğer yandan halkın kendi rızkını paylaştığı yeryüzü sofrası ve diğer taraftan lüks otel iftarları… Böylelikle Türkiye’deki inanç gruplarına ve bütün halklara ezen-ezilen çelişkisinin fotoğrafını bir kez de kadim değerlerimiz çekmiş oluyor.

Din, bilim, sanat, demokrasi, insan hakları… değer olarak gördüğümüz her ne varsa; gücü ve serveti elinde bulun-duranların tekelinde sömürü, çıkar ve zulme, mülkün ve otoritenin Allah’a ait olduğunu -yani Fussilet 10. ayete göre düşünen ve hareket eden- ezilenlerin mücadelesin-de ise eşitliğe, özgürlüğe ve kardeşliğe dönüşür.Son söz olarak;Bütün halklar için yeni bir çıkış mevcut. Kendi inançları-mızdan , değerlerimizden , dilimizden , kültürümüzden utanmadan , onların verdiği paylaşımcı , eşitlikçi dayanış-macı bir ruhu kuşanıp; Allah’ın ipine sımsıkı sarılarak Da-russelamı kurabiliriz. Şimdi birbirimize denk olmadığımız gerçeğinin farkında olarak EHAD ( Bir ) olma zamanı. Bü-tün halklar olarak Bir olana yönelmekten başka çaremiz yoktur...

Sermayenin gücüyle değil, Alınteriyle yol alan Üniversiteli Antikapitalist Müslümanlar olarak Rabbimizin Muradı he-pimizi aydınlatan yegane yolumuzdur…Biz Ezilenleri yeryüzünde Önderler kılmak istiyoruz ( KASAS 5)

Roboskî’de Son İftar ve Bayram

Page 5: Ehad Dergi Nisan

5

ehâd

Allah Ekmek Özgürlük

nisan 2014

Antikapitalist Müslümanlar Manifestosu

Bağışlayan ve Esirgeyen Allah’ın Adıyla

İTİRAZ

İnsanlık hüsrandadır. Dünya uçuruma yuvarlanmaktadır.

Antik çağların verimlilik, başarı ve altın tanrısı Mamon modern zamanların tanrısı olarak geri döndü.

Medeniyet denilen tek dişi kalmış canavarın totemi para, tabusu mülkiyet oldu. İnsanlık alemi tefeci ban-kerlerin eline düştü.

Ülkelere borç verip halkların faizle kanını emmekte-dirler. “İktisat bilimi” dedikleri bundan başka bir şey değildir.

Haysiyet, şeref, onur, aşk her şey para ile alınır satılır hale geldi. Toprak, hava, su, ateş, rüzgar, yağmur, ekin, doğa her şey Kapitalist oburların kâr hırsına meta yapıldı.

Her gün 1 milyar insan aç sabahlıyor.

Afrika kıtasının açlık sorununu gidermek için 40 mil-yar dolar yeterken, sadece bir kapitalist 72 milyar do-lar servetle yaşıyor.İki tefeci bankerin 99 koyunu varken, geri kalan tüm insanlığa bir koyun düşüyor. Onu dahi almak istiyorlar.

Yeryüzünde kan döküp fesat çıkarıyorlar. Ekini ve nes-li talan ediyorlar. Savaş planları yapıp ülkeleri işgal

ederek kendilerine yeni pazarlar açmak istiyorlar. Allah’ın tüm insanlar eşitçe paylaşsın diye yarattığı yeryüzü nimetlerine, doğal kaynaklarına, rızık ve rızık kaynaklarına iştahla, hırsla, kibirle, hasetle saldırıyor-lar. İnsanlık tümüyle onlara köle olana kadar da bu hırslarından vazgeçmeyecekler.

Kapitalizm Allah’ın düşmanıdır. İnsanlığın, doğanın, yoksulun, açın, mahrumun düşmanıdır. Bu düşmanlık onun varlık nedenidir.

Bizler çağın kalbini arıyoruz.

Cenneti istiyoruz; sınırsız, sınıfsız bir adalet ve barış yurdu (darusselam) istiyoruz.

Allah’ın herkese yetecek mülkü olan dünyasında, Allah’ın kullarının mülkiyet savaşları ile aç ve açıkta kalmamasını, maddi ve manevi temel ihtiyaçlarının susuzluğunu çekmemesini ve güneşin sıcağında yan-mamasını istiyoruz.

Varolan duruma yürekli bir protesto, kalpsiz dünyaya kalp, ruhsuz koşullara ruh gerek.

Mazlumun içli çığlığı gür bir sedaya, insanlık vicdanı yeni bir dile muhtaçtır.

Page 6: Ehad Dergi Nisan

6

ehâd

Allah Ekmek Özgürlük

2014 nisan

KİMLİK“Müslüman”, bütün zamanlarda ve mekanlarda ezeli ve ebedi evrensel adımızdır. Yerlerde ve göklerde bü-tün mülkün Allah’a ait olduğu gerçeğini teslim edenler, bundan razı olanlar, bu nedenle de doğal düzendeki ba-rış halini bozmayanlar, doğal barış halini sürdürmek ve yaşatmak isteyenler demektir.

Kapitalizme karşı oluşumuz ise tarihsel bir vurgudur. Çünkü çağımıza egemen olan sistemin adıdır Kapita-lizm. Her peygamberî mesaj kendi zamanının egemen sistemine karşı durmuştur. Bunun için “Antikapitalist” vurgusu yapıyoruz.Antikapitalist her çıkış ve söylemi dini inancının veya inançsızlığının, ırkının, dilinin, renginin, ideolojisinin ne olduğuna bakmaksızın doğal müttefikimiz olarak gö-rüyoruz. Onlarla aynı platform ve mücadele ortamlarını paylaşmak istiyoruz.

Antikapitalist Müslümanlar kapitalizme karşı oluşları-nı itikadi bir temele dayandırır. Tevhid ilkesini hareke-tin merkezine alır ve Kuran’dan aldığı ilhamla bu ilkeyi güçlü bir şekilde vurgular:“De ki, ey insanlar! Ben sizin hepinize Allah’ın re-sulüyüm. O Allah ki, göklerin ve yerin bütün mülkü O’nundur. O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur…” (A’raf; 158)

Tevhidi üçlü saç ayağına oturtur. Allah’tan başka ilah ,güç, otorite yoktur. Çünkü yerlerin ve göklerin bütün varlıkları ona aittir, mülkün tek sahibi O’dur. Bunu bü-tün Peygamberler dünya insanlarına haykırmışlardır. Peygamberlerin pratiğinde şekillenen yaşam tasavvuru bizim de yolumuzu aydınlatan örnektir.

Antikapitalist Müslümanlar tevhidi, yaşamdan kopuk soyut bir düşünce olarak görmez. Tevhidi, insanlığı bir ve eşit görmek olarak anlar ve onu hayatın içinde ete kemiğe büründürmenin yollarını arar. Tevhidin zıddı olan şirkin temelinin ise “sınıflı toplum” olduğuna inanır.Şirkin en büyük sebebi mülk edinme arzusu olmuştur. Bu arzu toplumda sınıflı yapıları oluşturmuş; mülkiye-ti elinde bulunduranlarla ona bağımlı yaşayan işçiler, yoksullar, gençler, kadınlar arasında adaletsiz bir dün-ya oluşturmuştur. Mülk sahipleri yönetme hakkını da ellerinde bulundurmuşlar, haksız yasalar yoluyla hem mülklerini hem de iktidarlarını garanti altına almışlardır. Geçmişten günümüze bütün peygamberler bu şirk dü-zenlerini ortadan kaldırmak için mücadele etmişlerdir.Antikapitalist Müslümanlara göre değer, Allah’ın nimeti ile emeğin buluştuğu alandır. Ancak emek değer üretir. Sermaye değer üretmez. “İnsana emeğinden baş-kası yoktur” (Necm; 39) ayeti temel dayanak noktaların-dan birini oluşturur.

Anti kapitalist Müslümanlar emeğin dışındaki bütün ka-zanım yollarını reddeder. Faiz (riba) ya da emek sömü-rüsü şirk sisteminin ana unsurudur. Bu yüzden “mülkiyet hakkı”nı özgürlüğün bir göstergesi değil; hegemonya ve otorite kurmanın bir aracı olarak görür. Çünkü sermaye gücünü elinde bulunduranlar, buna sahip olmayanların özgürlüklerini de gasbeder.Buna karşılık Antikapitalist Müslümanlar ortaklaşacılığı savunur. Herkes emeğinin karşılığını almalıdır. Hiç kimse bir başkasının ürettiği emeğin değerine el koymamalı-dır. Bilgi, servet ve iktidar belirli ellerde toplanmamalı, genele yayılmalıdır. Allah’ın nimeti bütün yaratılanlar içindir. Bir grup mutlu azınlık için değil!

“Mallar içinizden sadece zenginler arasında dönüp dolaşan bir devlet olmasın.” (Haşr: 7)

Antikapitalist Müslümanlar bu çerçevede kapitalizm karşıtlığını sadece söylem düzeyinde değil; pratik ola-rak da yaşama geçirme iradesindedir. Alternatif bir çalışma, iş bölümü ve yaşamı örgütler. Antikapitalist Müslümanlar tüm gönüllülerini ihtiyaçtan fazla mal biriktirmemeye, ellerinde ihtiyaç fazlası her türlü bi-rikimi paylaşmaya çağırır. Eldeki birikimin ranta (ih-tiyaç fazlası ev, bina, arsa, altın, para...) yatırılmasını Kuranî tabirle “kenz” (biriktirme) olarak tanımlar ve bunu Allah’a ve halka karşı işlenmiş suç olarak görür.

Keza her tür faiz, emek sömürüsü, kamu imtiyazı ve bilgi tekeli oluşturarak elde edilen servetleri suç içerdiğinden sorgular. Antikapitalist Müslümanlar ; bütün Peygam-berler, erdemli toplumlar ve insanlar gibi kendi gönül-lüleri başta olmak üzere tüm insanları, lüks tüketimden, israftan, gösterişten uzak,gayet sade, mütevazi, zühde dayalı paylaşımcı bir hayat sürmeye ve haklıksızlığa kar-şı adaletin tesisi için devrimci bir mücadeleye çağırır.

Page 7: Ehad Dergi Nisan

7

ehâd

Allah Ekmek Özgürlük

nisan 2014

Yeryüzü nimetlerinde bütün insanlığın hakkı olduğuna ve bu nimetlerin insanlar arasında eşitçe paylaşılması için yaratıldığına inanır:

“Orada ihtiyacı olanlar için eşitçe olmak üzere dört mevsim rızık ve rızık kaynakları takdir etti.” (Fussü-let; 10).

Antikapitalist Müslümanlar; devleti, ilelebet payidar ol-ması düşünülen statükonun dayatma gücü değil; öz-gürlüğün koşullarını oluşturacak bir araç olarak görür. İnsanın bütün benliği ile yaşam süremediği bir ortamda devletin varlığı ancak zulüm üretir. Tek bir kişinin burnu-nun kanamasına dahi devletin bekası adına razı olmaz. Adaletin gerçekleşmesi adına devleti alabildiğine sor-gular.

İnsanların yaratılışından gelen bütün değerlerini savu-nur. “Sizin renkleriniz ve dilleriniz Allahın ayetleridir.” (Rum; 22) vahyi, bakış açısını belirler.

Dilinden, renginden, düşüncesinden, inancından ya da inançsızlığından ötürü kimsenin hakkının yenmesine razı olmaz ve hakkı yenmişlerin yanında olur , onlarla birlikte “Allah’ın ayetleri”nin savunusunu yapar. Anti-kapitalist Müslümanlar, tüm halkların olduğu gibi Kürt halkının hak ve özgürlük taleplerini bu minvalde des-tekler. Ermeni halkının uğradığı zulme karşı çıkar. Her tür inkarı, asimilasyonu, katliamı zulüm ve insanlık suçu olarak görür. “Haksız yere bir insanı öldüren bütün in-sanlığı öldürmüştür” ayeti mucibince tek bir ölümü bile insanlığın tümüne yönelik soykırım girişimi olarak görür.Türk, Kürt, Arap, Çerkes, Arnavut, Rum, Ermeni vb. ol-sun olmasın bütün ezilenleri ve mazlumları tek bir mil-

let olarak telakki eder. Zalimlerden başkasına düşmanlık beslemez. Adem’in çocukları olması sebebiyle ve tevhid

ilkesi gereğince bütün insanları bir ve eşit görür.Devletin her türden ırk, din, mezhep, resmi ideoloji ve şahıs vurgusundan arındırılması gerektiğini savunur.

Ortak iyiye ait kavramlar; hak, hukuk, adalet, özgürlük, eşitlik ve kardeşlik yeterlidir.

Din, Antikapitalist Müslümanlar için hayatın bütününü kapsayan yaşam biçiminin adıdır. Sevgiyi, merhame-ti, adaleti, eşitliği, özgürlüğü savunmak dinin özüdür. Her din ve inanışın bu ulvî amaçlara ulaşmak için bazı ritüelleri vardır. Ve bu her inanışta farklılık arzeder. Anti kapitalist Müslümanlar, devletin tüm inançlar ve ibadet etme biçimleri üzerinde söz sahibi olmasına karşıdır. Alevilik gibi diğer tüm inanç gruplarının da kendi ibadet koşullarını belirlemesi gerektiğine inanır. İnançları, mez-hepleri ve meşrepleri ne olursa olsun, bütün bir insanlık ailesinin eşitliğini savunur.

Antikapitalist Müslümanlar inançsız kesimler için de aynı şeyi düşünür. Kimse Allah’a inanmaya ve bir dine girme-ye zorlanamaz. Hiç kimse bir başkası üzerinde otorite kurma hakkına sahip değildir. İnançları ve ritüelleri yar-gılama, sorgulama ve ötekileştirme aracı olarak görmez. İnsanların sadece zarara yol açan davranışları sebebiyle, ötekine karşı sorumlu ve hesap verme durumunda ol-duklarına inanır.

Sömüren sömürülen ilişkisinde kimlik testi yapmaz. Sö-mürülen insanların inancının önemi olmadığı gibi, sö-mürenlerin inancı da önemsenmez. Zulüm alnı secdeli kişilerden gelse dahi Antikapitalist Müslümanlar zulme karşı durur. Taşeron firmalarda, ne zaman işten çıkarı-lacağını bilmeden açlık sınırının altında yaşayan işçiler, işsizlik sarmalında boğulan milyonlarca genç, etnisite kurbanı ve inanç ayrımına uğrayan halklar, gelenek ve modernite arasında sıkışıp kalarak erkek egemen an-layışın sonucu haksızlığa uğrayan kadınlar için Antika-pitalist Müslümanlar ısrarlı ve tavizsiz bir mücadelenin içindedir.

“Biz ezilenleri yeryüzünde önderler yapmak istiyo-ruz” (Kasas;5) ayeti gereğince ezilenlerin adaleti, eşit-liği, kardeşliği, merhameti ve paylaşımı esas alan iktida-rını savunur.

Page 8: Ehad Dergi Nisan

8

ehâd

Allah Ekmek Özgürlük

2014 nisan

Bundan dolayı Antikapitalist Müslümanlar aynı zaman-da anti-emperyalist bir kimliğe sahiptir. Kapitalizmin yeni hammaddeler bulması ve yeni pazarlar oluşturması adına, milyonlarca insanın öldürülmesi, tecavüze uğra-ması, yerlerinden ve yurtlarından sürülmesi kabul edile-mez. Emperyalist kuşatmaya karşı, halkların birliğini ve ezilenlerin devrimci mücadelesini savunur. Anti emper-yalist duruşumuzun kaynağı da vahiydir:

“Size ne oluyor da Allah yolunda o ezilen erkekler, kadınlar ve yavrular uğruna savaşmıyorsunuz ?” (Nisa 75)

Peygamberlerin yolunu; tarih boyunca ezilenlerin sesi, mazlumların içli çığlığı ve çağımızda devrimci mücade-lelerin esin kaynağı olarak görür ve hepsini selamlar.

Antikapitalist Müslümanlar bu perspektiften yola çı-karak doğaya, insana ve eşyaya bakışını belirler. Hiçbir kişisel, etnik, dini ya da sınıfsal bir gücün insanların tümü üzerinde oto-rite (hegomonya) kurma hakkı yok-tur. Evrenin işleyiş kanunları, doğal yasalar, evrensel ahlak ilkeleri, ortak-laşacı toplulukların gönüllü sözleşme-lerinden doğan hükümlere uymak yeterlidir. “Lailahe-illallah” esasında bu demektir.

Tüm farklılıklarıyla birlikte “adalete da-yalı bir dünya düzeni”ni mümkün görür.Yeryüzündeki tüm dinlerin ideal dünya ülküsünü ifade eden cenneti, sınırsız ve sınıfsız özgür dünya olarak an-lar. Böylesi başka (öteki) bir dünyaya inanır ve gerçek-leşmesi için çaba serfeder…

ÇAĞRI

Zincirleri kırmak ve ‘kölelere özgürlük!’ demek için!Diri diri gömülen kızlara, yok edilen hayatlara, fâil-i meçhûllere “hangi suçlarından dolayı öldürüldüler” demek için!

Bedeni metâlaştırılan, kişilikleri değil; dişilikleri kimlik-leştirilen, din, örf, töre adına hakları elinden alınan ve yok sayılan kadınların özgürlüğü ve eşitliği için!

Başörtüsüne şartsız özgürlük için!Çocuklarımızı robotlaştıran ve senelerce resmi ideoloji yoluyla uyutan ve öğüten zorunlu eğitim dayatmasına hayır demek için!Zorunlu askerliğin zulüm, vicdani reddin ise insanî bir hak olduğunu haykırmak için!Yeryüzünde bozgunculuk yapanlara, ekini ve nesli ifsat edenlere karşı ses çıkarmak: ‘Güneş, rüzgar bize yeter!’

demek için!K a p i t a l i z -me abdest ad ı ran la ra , devletin dav-r a n ı ş l a r ı n ı değiştirme-yip kendi davranışlarını devlet ya-panlara, al-ternatif eko-nomi-politik sistem üret-meyip mev-cut sömürü-cü sermaye sınıfına da-hil olanlara, kamu imtiya-

zı kullanarak servet toplama yarışına girenlere, dindarlık ve muhafazakarlık adı altında şahsi ikbal peşinde koşan-lara “hayır” demek için!

Hırsızlığın, yolsuzluğun, çapulun, yağmanın siyaset zan-nedildiği, talanın ve haram yiyiciliğin küstahça ve hoy-ratça hüküm sürdüğü bir ülkede, ‘Allah, ekmek ve özgürlük’ demek için!

Tüm ezilen insanlarla birlikte Allah’ın bizlere bahşetti-ği haklarımızı almak için Antikapitalist Müslümanlar Hareketi’ni kuruyoruz.

Yüreğimizde başka bir dünya var.Adalet ve barış yurdu var.Kalpsiz dünyanın kalbi var.Mülk Allah’ındır!

Page 9: Ehad Dergi Nisan

9

ehâd

Allah Ekmek Özgürlük

nisan 2014

KAZANMAK İÇİN KAYBEDİYORUZ

Kadir Ziyaoğlu

Kabulleri reddetmek kadar büyük bir savaştan çıkmıştık, seninle üzülürken toplumsal problemlere. Bizi ekmekten, sevmekten, sevişmekten, Allah’tan, meleklerden, göz yaşlarından, Marx’tan, İsa’dan, kızılderi-lilerden ‘yabancılaştıran’ çağın kahpe ruhuyla olan savaşımızdı anlamlı kılan.

Bizi Tanrı’nın gözünde değerli kılacak tek yol idi savaşmamız. ‘Kazanmak’ gibi modern bir kelime yoktu lügatımızda. Bizler bu dünyaya ‘kaybetmeye’ gelen insanlarız yoldaşım. Kazananlar kaybederler, kaybe-denler kazanırlar!

Sizler kapitalizmin tüketici robotları olup, ‘kainatın rahmetini’ karanlığa gömerken, sevişirken ‘sarışın put-larla’ geceleri; bizler ise tütün sarar, bankaları ve gökdelenleri havaya uçurup, güneşi engelsiz görmeyi hayal ederdik. Sınıfsız ve sınırsız barış yurdu olan Darus Selamın hayali ile gözlerimizi açardık şehrin varoşlarında... Elit semtlerinize karşı, Allah’ın varoşlarda olduğuna inananlar(dan)ız biz...

Neden hayallerimizi duyunca bu kadar korktunuz bayım. Korkularınızı bizi öldürerek gideremezsiniz ki... Ne de haklıydı derviş şu sözünde:

Ey aşağılık korkaklar!

Sizin ordunuzdan da hapishanelerinizden de korkmuyoruz! Çünkü bizler Allah’a güvenen kullarız... Afri-kalı çocuklarla yerle yeksan ederken ‘suni dünyanızı’, kokuşmuş gerçeklerinizi silerken yeryüzünden. Bir daha asla çıkmak istemeyeceksiniz aydınlığa. Afrika’nın çöllerine gömüleceksiniz. Kıyametiniz biz olacağız! Çöpten ekmek toplamayacak sizden sonra hiç kimse... Hiç kimse ağlamayacak arkanızdan...

‘Yeryüzünden kovduğunuz’ Tanrı, tekrar şehre ayak bastığında; Gülizâr’a dönecek kainat... Üstünüzde sokak çocukları eğleşerek koşacak...

Page 10: Ehad Dergi Nisan

10

ehâd

Allah Ekmek Özgürlük

2014 nisan

28 Şubat’ın anlaşılabilmesi için Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş yıllarında yapılmış olan İzmir İktisat Kongresi’nden sonra, ikinci en önemli ekono-mi-politik yapılanma olan 24 OCAK KARARLARI’nın ne anlama geldiğinin ve çizdiği yol haritasının nasıl bir harita olduğunun anlaşılması gerektiğini düşünü-yoruz.

Dememiz o ki, 24 Ocak Kararları ve bu kararlarla ülke-ye çizilen yol haritası anlaşılmadan, ne 12 Eylül Askeri Darbesi, ne de 12 Eylül Askeri Darbesi’nin artçı şoku olan 28 Şubat post-modern darbe anlaşılabilir. Başka bir deyişle, 12 Eylül de ,28 Şubat da, 24 Ocak Kararla-rının tatbiki için planlanmış ve uygulamaya konulmuş hareketlerdir .

12 Eylül ‘’operasyonu’’, 24 Ocak Kararlarıyla, ülke ekonomisine döşenen raylara serbest piyasa ekono-misini yerleştirme ameliyesi, 28 Şubat ise, 24 Ocak Kararları çerçevesinde yol alan bu ekonomi treninin, Erbakan hükûmetinin aldığı ekonomik kararlar ile yoldan çıkması ihtimaline karşılık yapılan yolda tut-ma ameliyesidir. 12 Eylül’ün yapılmasın daki gâye, 24 Ocak Kararları’nın, dönemin parçalı koalisyon hükûmetlerince uygulanamayacak olmasıdır.

Neticede 24 Ocak Kararları çerçevesinde ücretler don-durulmuş, sendikal faaliyetler askıya alınmış, özelleş-tirmelerin yolu açılmıştır. Aslında 12 Eylül sonrasında ABD yönetiminin darbeden haberdar olduğunun ve darbe gecesi Başkan Jimmy Carter’a “bizim çocuklar işi bitirdi”

anlamında bir mesajın, bir toplantının ortasında ile-tilmesinin ne anlama geldiği uzun süre anlaşılamadı. Zira bu nitelemede kastedilen, sadece Amerikan yan-lısı olan askerler değil, aynı zamanda kastedilen, Em-peryalist Sermaye ile anlaşan, 24 Ocak Kararları’nın uygulamasına yönelik kararlılıkta olan askerlerdi.

Nitekim, 24 Ocak Kararları’nın mimarı ve zamanın hükûmetinin müsteşarı olan Turgut Özal, askerler tarafından bu kararları eksiksiz uygulaması için tal-tif edilerek, Ekonomiden Sorumlu Başbakan Yardım-cısı yapılmıştır. Fakat Erbakan Hükûmetinin kendine göre oluşturduğu ‘’Adil Düzen’’ mantığı, 24 Ocak Kararları’nı delmiş ve ücretler %50 oranında arttırıl-mış,

24 Ocak Kararları ve 12 Eylül Darbesi

28 şubat ve akp

Page 11: Ehad Dergi Nisan

11

ehâd

Allah Ekmek Özgürlük

nisan 2014

24 Ocak Kararları ve 12 Eylül Darbesi

28 şubat ve akp

Kamu Tek Hesabı (kamuda bilinen ismi ile ‘’havuz sistemi’’) oluşturulmak sûreti ile denk bütçe esası-na geçilmiştir. Yani bir anlamda ekonomi treninin, 24 Ocak’ta döşenen ‘’raydan çıkması’’ ihtimali belir-mişti. Bu defa da 28 Şubat post-modern darbesi ile malum iktidar alaşağı edilerek 24 Ocak Kararları’nın uygulama devamlılığını kabullenen yeni bir iktidar iş başına geçirilmiştir.

Tıpkı 12 eylül sonrasındaki askeri yönetimin bir ge-çiş hükûmeti olması ve akabinde işin ehline veril-mesi gibi, 28 Şubat’ta da Kemal Derviş marifeti ile Mesut Yılmaz ve devamındaki hükûmetler geçişi sağlayarak, günümüzde de aynen 12 Eylül’de

olduğu gibi, AKP Hükûmetine uygulamanın devam-lılığı açısından yol verilmiştir.

Mâlûmunuz, 28 Şubat mantığının ekonomik operas-yonunu gerçekleştiren Kemal Derviş, AKP Hükûmeti için

‘’Bizim ekonomik politikamızı bizden daha iyi uygu-luyorlar’’ demişti. Nitekim AKP Hükûmetinin uygu-ladığı ekonomik politika, 24 Ocak’ta döşenen ve 28 Şubat’ta balans ayarı yapılan ‘’neo-liberal kapitalist’’ ekonomik modeldir.

Bugünkü hükûmetin ekonomik programı, hiç kuş-kusuz tüm yönleri ile 12 Eylül ve 28 Şubat operas-yonları ile hayata geçirilen ekonomik politikalarının ta kendisidir.

Gerçek bir 28 Şubat soruşturması, bir ekonomi-po-litik okumadan bağımsız yapılamaz. Bu günlerde süren şekliyle bu davanın ele alınışı tamamen ger-çekleri örten ve ona bağlı olarak da gerçek failleri gizleyen bir mâhiyette gelişmektedir.

Eğer bu ülkede olayları analiz ederken sebep-sonuç ilişkisi bağlamında bir değerlendirme mantığı ge-lişebilseydi ve olaylar dini, milli, sözde demokratik bazı değerler üzerinden hamâsi okumalarla geçiş-tirilerek gerçeğin örtülmesi ameliyesine karşı duru-labilseydi, bugün ortalıkta hesap sorar konumunda kombine biletle kurulanlar arasında, en az diğer sa-nıklar kadar suçlu oldukları görülecekti.

“Nitekim, 24 Ocak Kararları’nın mimarı ve zamanın hükûmetinin müsteşarı olan Turgut Özal, askerler tarafından bu kararları eksiksiz uygulaması için taltif edilerek, Ekonomiden Sorumlu Başbakan Yardımcısı yapılmıştır.”

Page 12: Ehad Dergi Nisan

12

ehâd

Allah Ekmek Özgürlük

2014 nisan

Dayanışma Kültürü Olarak Tarım Kültürü

Funda Doğan

İnsan ilişkilerinin giderek daha rekabetçi, daha birey odaklı ve bencillik üzerine kurulu olması birçok top-lumda küreselleşmeyle birlikte gözlenen bir durum. Liberal ekonomik politikaların 80 sonrası tüm dünya-da daha açık şekilde uygulanmaya başlamasıyla bu değişim giderek belirgin bir hal alıyor. Bu rekabetçi kültürün aksine dayanışma kültürünün hakim oldu-ğu küçük ve orta ölçekli üreticiliğin yaygın olduğu köyler ise kapitallerin çıkarları ile uyuşmadığı için dö-nüştürücü politikaların ana hedeflerinden biri haline gelmiştir.

Köy kültürü öncelikle dayanışma kültürüdür. Köyler-de mülkiyet ilişkileri şehirdeki gibi keskin çizgilerle belirlenmemiştir. Komşular bir birlerinin tarlasına girip ihtiyacı olan ürünü alabilirler. Şehirdeki kopuk insan ilişkilerinin aksine köy halkı bir birinden haber-dardır. Bu yüzden birbirlerinin sıkıntılara ortak olurlar. Mesela yoksul olduğunu bildikleri kişilere mutlaka destek olurlar. Muhammed Peygamberin “komşusu açken yatan bizden değildir” hadisinin vücut buldu-ğu bir dinamik vardır. Yemek pişiren bir komşu yok-sul olan komşusuna mutlaka bir tabak verir. Şimdi ise büyük şehirlerde artık zengin semtlerin oluştuğunu ve yoksullar ile zenginlerin mahalle olarak ayrıldığını görüyoruz. Bu minvalde köylerin yok olması demek rekabetten beslenen kapitalist sisteme karşı duruş olan dayanışma kültürünün yok olması demektir.

Köylerde halk genellikle kendi toprağına sahiptir. Küçük üretici, sermayeyi tek elde toplamaya çalışan sistemin kendi potasında eritmek istediği bir unsur-dur. Küçük ve orta ölçekli üreticicinin yok olmasının sistem için birçok getirisi vardır. Öncelikle topraklar büyük işletmelerde toplanırsa, sermaye sahipleri için sermaye birikimine olanak veren pazar oluşacak, fiyatların piyasada manipülasyonuna olanak sağla-nacak, GDO gibi insan sağlığına zararlı olan ama karı artıran yöntemler uygulanabilecektir. Bu politikaların sistem için en motive edici yanlarından biri şüphesiz, küçük üreticiyi işçi konumuna getirmesidir. Köylü ya kendi toprağında karın tokluğuna çalışan işçi olacak

ya da şehre göçüp hayatta kalabilmek için orda iş gücüne katılacak. Artan işçi sayısı ise iş bulmayı zorlaştırdığı ve rekabeti artırdığı için güvencesiz işçiliğe ve ucuz emek gücüne olanak sağlayan bir durum olacak. İşte bu gibi birçok getirisinden dolayı köyleri bitirme etkisi olan birçok adım atılmıştır.

2006’da yürürlüğe giren 5553 Nolu Tohumculuk Yasası köylere yapılan vurgunlardan biridir. Bu yasa ile kayıt altına alınmayan tohumla üretilen ürünü satmak yasaklandı ve satmanın cezası 10.000 liraya kadar belirlendi. Tohumun kayıt altına alınması ise tohumun 5 yıl sure ile değişmeksizin aynı kalması şartına bağlandı. Doğal tohum tozlaşma vs ile her sene değişime uğradığı için doğal tohum kayıt altına alınamıyor. Bu durumda köylü daha önce, bir önceki hasattan ücretsiz olarak tohumu elde ediyorken artık parayla almak durumunda kalmaya başladı. Böylece tohum ıslahı yapan şirketlerin yaklaşık yüzde 90’ını çok uluslu şirketlerin oluşturduğu Türkiye’de devlet eliyle bir pazar açılmış oldu.

Ancak tohumun artık paralı olması maliyeti artırdığı için köylünün tarım yapmasını zorlaştıran bir du-rumdur. 10.000 tl olan para cezasının uygulanmaya başlaması zaten yerel tohumla üretilen ürünün ulaşı-mını tüketici için nerdeyse imkânsız hale getirecektir. Yerel seçimlerin yaklaşmasıyla tekrar gündeme gelen büyük şehir yasası köyleri yok etmeye yönelik etkileri olan diğer bir yasadır. Aralık 2012’de çıkan bu yasa ile yeni eklenen illerle büyükşehir sayısı 29’a çıkmıştır. Yasa, Mart, 2014 yerel seçimleri ile köy ve belde be-lediyelerinin tüzel kişiliklerini ortadan kaldırarak köy ve beldeleri mahalleye dönüştüreceği için etkisi daha çok hissedilecektir. Daha önce köy muhtarını, belde belediyesini seçen köylüler, şimdi ise bu birimlerin ve il genel meclisinin kaldırılması ile yerelde söz hakkı-nı kaybetmiş olacak. Mahalle statüsüne geçmesi ile mera, çeşme vs gibi köy malı statüsünde olan yerler ortak mal olmaktan çıkacak.

Page 13: Ehad Dergi Nisan

13

ehâd

Allah Ekmek Özgürlük

nisan 2014

Bir sermayedarın hukuksuz bir eylemde bulunması halinde köy adına dava açılamayacak. Ayrıca, bu de-ğişiklikler ile köylüler daha önce para vermedikleri alt yapı hizmetleri için para vermek durumunda ka-lacaklar ve köyde yaşamanın maliyeti birçok açıdan artacak. Mesela, suya artık daha çok para ödemek zo-runda kalacaklar. Bahçesindeki kuyuya belediye gelip sayaç takacak. 5 yıl ertelenme ile de olsa araziler için şehirdeki gibi vergi ödenecek. Seçimler yaklaşıyorken uygulamaya geçmeye başlayan bazı maddeler köylü-lerin yaşadıkları alan üzerinde söz haklarının ellerin-den alınacağını ortaya koyar nitelikte.

Yakın zamanda bazı ilçelerde köy muhtarlıklarına ile-tilen yazılarda yerleşim alanlarına yakın bölgelerde hayvancılık yapılmasının yasaklandığı bildirildi. Diğer bir yasa olan hal yasası ise bir ürünün pazarda satı-labilmesi için sertifikalanması, faturalanması vb. bel-

gelemelerini gerekli kılıyor. Olumlu gibi görülen bu durum, bahçede sebzesini yetiştirip pazara götüren köylü için büyük zorluk demek. Büyük ihtimalle de za-ten ürününü artık satamaması demek. 2005’de resmi gazetede yayınlanan 5403 sayılı Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Yasasında, 2008’de yapılan ek de, ta-rım arazileri (20 dönüm), meyve bahçeleri(5 dönüm) ve seralar (3 dönüm) için minimum parsel büyüklüğü şartı getirildi. Miras kalan toprağı ortak tapu, hisseli tapu gibi yollarla bölmeden kullanmaya devam eden köylüye minimum parsel büyüklüğünün iki katından az olan tarım arazilerinin bölünmesini engelleyen dü-zenleme 2013’de sunuldu.

Bu düzenleme, 1 yıl içerisinde toprağı mirasçılardan birinin almasını şart koşuyor, ya da mirasçılara şirket-leşmesini söylüyor.

Aksi halde toprağı kendi satışa çıkaracağını belirtiyor. Şirketleşme köylüye çok uzak bir uygulama ve ortak iş yapmanın zorluğu ve şirket kurmanın prosedürle-ri düşünüldüğünde bu yol köylü için çok alternatif görünmüyor. Mirasçılardan her hangi birinin toprağı alması için yeterli parası olmama durumu da düşünü-lünce köylü toprağını satmak zorunda kalacak.

Tüm bu düzenlemeler dünyanın birçok yerinde görülen neoliberal dönüşümlerin bir parçası. Kü-çük ve orta ölçekli tarım ve hayvancılığın dev öl-çekli işletmelere dönüşümünün hikâyesi.

Bu dev işletmelerle hem sermayenin belli ellerde top-

lanmasını sağlayacaklar ve kapitalist ilişkilerden ve tü-ketim kültüründen uzak olan bir toplumu bunun içi-ne çekmesi ile dolaylı birçok kazanım elde edecekler. Yani köylerin dönüşümü salt ekonomik ilişkilerin de-ğişmesinden çok daha fazlası. Bir kültürün yok olması demek. Kapitalizme direnmenin en etkili yollarından biri şüphesiz var olanı korumaktır. Var olan bu değeri, kültürü ve doğayı korumak bu sistem içerisinde yok olmakta olan insanlar arası ilişkiler için bir panzehir olacaktır. Ve üzerinde mücadele edilebilinecek bir do-ğanın kalması için de ayrıca gerekli bir durumdur. Bu yüzden köyleri korumak aslında geleceğimizi koru-manın ön şartlarından biridir.

Page 14: Ehad Dergi Nisan

14

ehâd

Allah Ekmek Özgürlük

2014 nisan

CAMİLER

Ezgi Gürkan

Peygamberin ve ashabının adli, siyasi, askeri, ilmi ve di-ğer toplumsal meseleler için mesken edindiği camiiler, İslam’ın Emevileşmesi ve devlet otoritesini meşru kılan bir araç haline getirilmesiyle birlikte mekansal bir yoz-laşmaya uğramıştır.

Bu yozlaşma en çok camiilerin yoksula, yetime, ezile-ne bir ev, bir aş ve bir sığınakken yalnız namaz kılınan bir yer haline egemenler tarafından dönüştürülmesiyle gerçekleşmiştir.

Peygamber zamanındaki mescid örneğine bakarsak eğer, yapımından başlayarak toplumsal işlevine kadar incelememiz gerekir ki ona göre tarihsel değişimini daha iyi görebilelim. Hz.Muhammed(s.a.v) döneminde ilk mescid yapılırken peygamber efendimiz de bizzat işçi olarak çalışmıştır. Bunu bir lütuf olarak değil Allah’ın emri olarak yapmıştır. Mescidin temeli taştan, duvarları kerpiçten, direkleri hurma ağaçlarından yapılmıştı, ze-mini ise topraktandı.

Kıblesi Kudüs’e doğru olan bu mescidin iki kapısı vardı; birisi kıble taşının karşısındaki ana kapı iken diğeri de Resulullah’ın evine açılan kapıydı.

Müslümanları beş vakit bünyesinde toplayan cami, iba-detlerin yerine getirildiği bir mekân olmanın ötesinde siyasî, sosyal, ilmî, kültürel ve ekonomik meselelerin ko-nuşulduğu bir meclis olup sosyal bütünleşmenin sağ-lanmasında çok önemli bir fonksiyona sahipti. Hz. Mu-hammed 23 yıl devam eden peygamberliğinin on yılını Medine’de geçirdi. Kendisine vahyolunan Kur’an sûre ve âyetlerini ashabına öncelikle camiide, hem erkekle-re hem de kadınlara tebliğ ettiği gibi, kendisine sorulan sorulara, Kur’an’ın anlaşılması için yaptığı açıklamalara burada devam ederdi. Ayrıca haftada bir gününü de ka-dınların sorduğu sorulara cevap vermek ve onlarla soh-bete tahsis etmişti. Yine Mescid-i Nebevî’de meclis adı verilen halkalarda bulunur, sohbet ederdi. Bu halkalar-da İslâm’ı anlatmak, ayrıca okuma yazma dersi vermek üzere Ubâde b. Sâmit ve diğer sahâbîler de kendisine yardım ederlerdi. Ayrıca buralarda insanların dertlerine derman olunurdu.

Hicret’le birlikte Medine’de oluşan devlet yönetimiyle ilgili işler mescidde görüşülüp karara bağlanmış; Pey-gamber (sav) kendisine sorulan sorulara, burada cevap-lar vermiş; şikayetleri burada dinlemiş; dışarıdan gelen kabile heyetlerini burada kabul etmiştir.Medine’de bir evi ve ailesi olamayan yoksul kimseler de Suffa’da yatıp kalkıyor, ihtiyaçlarını da buradan karşılıyordu. Savaş ka-rarları burada verilmiş, seriyye kumandanları burada ta-yin edilmiş, savaşta yaralananlara burada bakılmış, esir edilen düşman askerleri burada muhafaza edilmiş, ga-nimet ve zekatların muhafaza ve dağıtımı camide veya avlusunda yapılmıştır. Hukuk işlerine de burada bakıl-mış, davalar burada sonuçlandırılmış, hatta mahkumlar burada cezalandırılmıştır. Bu Kur’an’daki tevhidin hayata yansımasıdır bir anlamda.

Page 15: Ehad Dergi Nisan

15

ehâd

Allah Ekmek Özgürlük

nisan 2014

Bugün modernizmin hayatımızı parçalara ayırması tev-hidin bozulmasıdır oysa İslam’da her şey birdir, Ehâd’tır. Şimdi, günümüz camiileri ve işlevine gelecek olursak, Peygamber dönemindeki dayanışma,eşitlenme ve kar-deşleşmenin sembolü olan camiiler, bugün egemenle-rin dini devlet kontrolü altında tutması için araç olarak kullanılmaktadır. Bugün siyasal örgütlenmenin devlete doğru evrilmesiyle birlikte,devletin yarattığı eşitsizlik kendisini mescitlerin algılanışında da göstermiştir.Pey-gamber döneminde Mescid-i Nebevi ile peygamberin evi aynı alan üzerine bitişik bir şekilde kurulmuş ve pey-gamberin yani yöneticinin halkla bir araya geldiği yer olarak kullanılıyorken ve siyasi önder olarak peygamber kamusal alanda halkla eşit bir biçimde bulunmakteyken bugün siyasi liderler onlarca koruma ile camiilere gi-derek eşitlenmenin sembolü olan namazın özünü boz-maktadır.

Peygamberimiz zamanında mescid; kerpiç ve hurma dallarından yapılırken imparatorluk zihniyetinin inşa et-tiği ve günümüzde yapılan büyük kubbeli büyük mina-reli şatafatlı, yoksulları ve ezilenleri temsil etmeyen ege-men bir mimari anlayışa dönüşmüştür.

Camiler; aş evinin, evsiz için yatacak yerin, sıcak bir çor-ba ve sevginin yeri olması gerekirken, günümüzde na-maz bitince hızlıca işlerimize koşturduğumuz, bol kame-ralı bol güvenlikli, geceleri kapılarına kilit vurulan yerler olmuştur. Oysaki İslam, yanındakiyle selamı yayanın di-nidir.

Her yere camii yaptırarak, namaz çıkışında para topla-yarak değil, minarelerden mazlumun çığlığını yüksel-terek ve buraları yaşam alanına dönüştürerek camiile-re özünü kazandırmalı.

Meçhul Öğrenci Anıtı

buraya bakın, burada, bu kara mermerin altındabir teneffüs daha yaşasaydıtabiattan tahtaya kalkacak bir çocuk gömülüdürdevlet dersinde öldürülmüştür

devletin ve tabiatın ortak ve yanlış sorusu şuydu:maveraünnehir nereye dökülür?en arka sırada bir parmağın tek ve doğru karşılığı:solgun bir halk çocukları ayaklanmasının kalbine’dir

bu ölümü de bastırmak için boynuna mekik oyalı mor bir yazma bağlayan eski eskici babası yazmıştır:yani ki onu oyuncakları olduğuna inandırmıştım

o günden böyle asker kaputu giyip gizli bir geyikyavrusunu emziren gece çamaşırcısı anası yazdırmıştır:ah ki oğlumun emeğini eline verdiler

arkadaşları zakkumlarla örmüşlerdir şu şiiri:aldırma 128! intiharın parasız yatılı küçük zabit okullarındaher çocuğun kalbinde kendinden daha büyük bir çocuk vardırbütün sınıf sana çocuk bayramlarında zarfsız kuşlar gönderecek.

Ece Ayhan

Page 16: Ehad Dergi Nisan

16

ehâd

Allah Ekmek Özgürlük

2014 nisan

Doğadan kopmamış insanların zamanından kalma bir gün Nevruz. Bütünlüğünü bozmadığı dünyadan, sevinç ve heyecanını bağladığı, ona can veren, yaşatan doğa-nın zamanından. Gelecek mevsimlerden ümitli olduğu, insanın.. Yağacak yağmurun, doğacak güneşin takipçisi olduğu zamanlardan. Öfkenin; zulme ve “benimdir” di-yene olduğu zamanlardan.

İnsanlık binlerce yıldır o yeni günün hayalini kuruyor. Onu bekliyor ve bayram biliyor. Yeni bir perde, yeni bir sayfa… Nevruz, yenigün anlamına geliyor. Yeni olan aslında hiç bilinmedik olan değil. Üzerini karın örttüğü taze çayır-ların, ekin arazilerinin gün yüzüne çıkması... Donmuş suların erimesi.. Nevruz örtülmüş olanın açığa çıkması.. Bu sebepten kendi Nevruzu’nu yaşamamış bir halk var demek zor.Hayatın geri alınmışlığıdır Nevruz... Zulmün sofrasında meze olmuş insan topluluklarının bir araya gelip o sofrayı dağıtmasıdır.. Yağmur hayattır, güneş ha-yattır, toprak hayattır... Allah’ın nimetlerinden insanlığı mahrum edenlere karşı yakılan ateştir Nevruz.

Nevruz ateştir.. Ateş hep yakıp kavurur mu, yok mu eder ? Nevruz var eder.. Yokluğu yok ederek var eder. Öz-gürlüğün ve Hakkın üzerini örten karı, örtüyü yok eder. Nemrudun Hakkı yakmak istediği ateşi değil insanlığa yeniden bir doğuş getiren, nebattan hayvanata, insana her şeye hayat getiren, bağrında kardeşliğin dostluğun ve başkaldırışın hararetini taşıyan bir ateştir. O ne güzel bir şeydir ki gönlüne düştüğü kişiyi en zalim hükümda-rın karşısında haykıran bir kahraman kılar.

Zalim ve mazlum bu topraklardan hiç eksik olmamıştır. Zulmün karşısında ezilenin yüreğine düşen “Yenigün” arzusudur. Yeryüzünün ilahı olduğunu iddia edenler dün de vardılar, bugün de varlar. Biz ezilenler baş kaldı-rışlarıyla onların karşısında. Bazen adımız Demirci Kawa oldu, elimizde zulmün başını ezen bir çekiçle belirdik dünya sahnesinde, bazen de demir kütlelerini eriten ve o Ergenekondan çıkan yalın kılıç süvariler.. Türkiye ve ortadoğu coğrafyası.. Doğu coğrafyası.. İn-sanlığa hep doğanın yapıcı onarıcı hayat verici Nevruz

ateşi ile baktı. Halklar için büyük önem arzeden bugün her zaman silkinmeyi ve yeniden doğuşu simgeler. O ateşin üzerinden atlarken kinini, düşmanlığını, uğursuz-luğunu döktü, arındı. Nerden öğrendik bu ötekileştirmeci ağızı ? Sınır nedir bilmeyen ve Keşmir’den Rabat’a kadar aynı sazın nağ-meleriyle bir bütün olmuş ve her zaman istilacılar kar-şısında yek vücut başkaldırmış bu halk nasıl da öğrendi sen şöylesin böylesin, sen şusun demeyi. Kültür zengin-likti, dil zenginlik unsuruydu hani. Mevduat hesaplarıy-la, hisse senetleriyle, manipülasyonlarla beyni bulanmış zenginliği, bindiği tenekenin modeli zanneden ahmak kafa nasıl da hayat buldu bu topraklarda. Nasıl oldu da binlerce yıldır aklına gelmeyen “Bu dil de neymiş?” so-rusunu sormaya başladı ? Ne olacak peki ? Acemistan’a sen İransın , Farssın koskoca Persepolissin dediğin za-man, Irak’a Kürdistana sen mezopotamyasın büyük yüce medeniyet yatağısın dediğinde, Türkler’e sen bozkurt-sun ergenekonsun dediğinde ne olacak. Tarih öncesin-den bulunmuş arkaik kültürler , milli elbiseler, milli be-denler oluşunca ne olacak. Özgür mü olacağız ? Milli dil, milli kültür, milli milli milli.. Kurbağa için tencerede ısınan su değilde nedir bunlar?

Nevruz ateşisefa genç

Page 17: Ehad Dergi Nisan

17

ehâd

Allah Ekmek Özgürlük

nisan 2014

Aynı medeniyetin çocukları birbirini aşağılayan, nefret eden, öteki gözüyle bakan bir dil öğrendi de ne oldu. Önce sen başlattın desek ne olacak ? Bu nefret ateşi bizi mayınlı arazilere götürdü. “Kirveyiz, kardeşiz, kanla bağlıyız Karşıyaka köyleri, obalarıyla Kız alıp vermişiz yüzyıllar boyu Komşuyuz yaka yakaya Birbirine karışır tavuklarımız Bilmezlikten değil Fıkaralıktan Pasaporta ısınmamış içimiz Budur katlimize sebep suçumuz Gayrı eşkiyaya çıkar adımız Kaçakçıya Soyguncuya Hayına...” Roboskî bundan başka nedir? Bir ateş var dünyanın doğu yakasında. Bir zulüm var! Ya-nan bir ateş var halkların bağrında, aynı evin çocuklarını saran bir ateş var. Sermayenin kutsandığı, yalnızca pazardan ibaret olan ucuz işçi gözüyle bakılan bu topraklarda. Bizi kurtaracak olan şey siyasilerin ağızla-rında –nereden öğrendikleri bilinmez- 150 yıldır hiç değişmeden dönüp duran ayrıştırıcı dili yok etmek, asıl düşmanı ortaya koymak ve bu düzensizlikten nemalanan egemen sınıfın yaktığı ateşi Nevruz’un kardeşleyici, devrimci, Peygamberî olan var edici ateşi ile söndürmek ve yok etmektir.

Ezilmişlik parçalanmışlıktan gelir, aşikar. Bir şeyi bölüp parçalamadığınız müddetçe onu ezemezsiniz de. Biz bir bütünüz, kimiz biz ?

“Dilleriniz ve renkleriniz Allah’ın ayetlerindendir.” (Rum:22) beyanına inanmış yeryüzünde ne kadar dil, renk, millet varsa hepsinin bir bütün olarak parçalana-maz ve aşağılanamaz olduğuna inanmış gençleriz. Biz diyoruz ki saydığı paranın şakırtısını her şeyden üstün tutanlarla, bir ekmeği 5 e bölenler aynı halk değildir.

Aynı acıyı paylaşanlar, aynı dert ile dertlenenler, aynı zul-mün maddi manevi mazlumları kardeştir. Ve halâ içimi kabartarak bana coşku veren bir haz duygusu var mut-luluğun da böylesi yani... Bütün bu çabalara, propagan-dalara, ayrıştıran unsurlara rağmen bu halk kardeşçe ya-şamayı, birbirini sevmeyi hiç bırakmadı. Bırakın egemen sınıfın bölücü ağzını almayı, birbirlerine yan gözle bile bakmıyorlar. Selam ne güzel kelam. Allah’ın selamıyla kapıları açan, onunla “Ben senden eminim, sende ben-den emin ol.” diyen bir topluluğun hangi insan hakları bildirgesine ihtiyacı olur. Kardeşleşmiş ve Ahmet Arif’in deyimiyle “Kız alıp vermişiz yüzyıllar boyu” dediği o yüzyılları.. Birbirine “Selam” adalet barış, huzur dileği ile muamele eden bir toplum nasıl parçalanır, ezilir. Birbiri-mizin farkına varmalıyız, satın aldıkları kalemlerle, onlar-ca televizyon kanallarıyla 24 saat aynı ağzı konuşsalarda, sermayeleriyle insanları tutsak etmiş böylesi bir asimile-ye maruz da bırakmış olsalar, bu kardeşlik için muhtaç olduğumuz kudret damarlarımızda ırk kanı olarak değil kardeş olmuş halkların kanı olarak akmaktadır.

Ne duruyoruz yakalım yüreklerimizde Yeniden Doğuş’un ateşini. Onunla ısınıp sarmalanalım. “Yüzbin yürek gibi çarpar yaprakları” bu ateşle insanlığın.. Ne sen bu gücün farkındasın ne polis ne devlet. Bu budak budak, şerham şerham binlerce yıllık ağacın. Durmayalım yeşertelim yüreğimizdeki ihtiyar cevizin tomurcuklarını. Ve öyle bir uzanalım ki göğe yerin altıyla ve üstüyle öyle bir baş kaldırışla duralım ki, öyle bir Nevruz olsun ki “Şaşarak bakalım” bizde..

Page 18: Ehad Dergi Nisan

18

ehâd

Allah Ekmek Özgürlük

2014 nisan

ANTİKAPİTALİST MÜSLÜMANLAR SEÇİM BİLDİRGESİ

B İ S M İ L L Â H İ R R A H M Â N İ R R A H Î M

Anti-Kapitalist Müslümanlar olarak, 1 Mayıs 2012 tarihinde Fatih Camii’nden başlattığımız yürüyüşümüz, Allah’ın da izniyle hız kesmeden devam ediyor. Bu süreçte, yaşadığımız çağın sorunlarına, kadim değerlerimizin paylaşımcı, ortaklaşacı ve kardeşlik hu-kukuyla örülü yaklaşımlarıyla çözümler getirmeye çalıştık ve çalışmaya devam ediyoruz. Bütün dünyayı etkisi altına alan modern kapitalist sis-temin dünya görüşü karşısında bir bilinç oluşturmak adına; Önce vahyi, sonra başta Hz. Muhammed (S.A.V.) olmak üzere tüm devrimci pey-gamberlerin mücadelesini ve eşitlikçi Ortadoğu Halkları’nın kültürlerini örnek alıyoruz.Hepimizin bildiği üzere, seçim dönemine girmiş bulunmaktayız. Siya-seti, ‘’Temsili Demokrasi’’nin dar kalıplarına sıkıştıran, eşitliğimizi de kardeşliğimizi de bozan, bir avuç HARAM YİYİCİ’ye kendi çıkarları için siyaset yapma alanı açan, Allah’ın nimetleriyle ve halkların emekleriyle ortaya çıkan değerleri yalnızca zengin kodamanların faydalanacağı ya-salarla ranta dönüştüren, bunun üzerinden bize otorite kuran, bizi bir-birimize düşüren, birlikte üretip, birlikte karar alıp, birlikte yönetmemiz gerektiğini bize unutturan bu siyasi modeli reddediyoruz.

Siyaset, bizim anlayışımıza göre, bir “yaşama” biçimidir. Yani iyiye doğru, değişime açık olan ve ihtiyaçları ile duyguları kesişen insanların, yal-nızca karşılıklı faydaları için değil, birbirlerinin ihtiyaçlarını gözetmenin yarattığı etkileşimin ve bunun bir arada ortaklaşacı, eşitlikçi, adaletçi ve özgürlükçü bir yaşama dönüşebilmesinin yoludur. Siyaset, insanlara başkaları tarafından yapılan değil, insanların bizzat özne olup yapması gereken bir eylemin adıdır.

Temsili demokrasinin ‘’neyi seçeceğiz’’ sorusuna karşılık ‘’nasıl yaparız’’ sorusunu, mevcut siyasi kültür içerisinde hep birlikte var kılmaya çalış-malıyız. Sorunlarımızı, yalnızca sermaye sınıfını ve kendi iktidarlarını var etmek üzere siyaset yapan ve halkların çıkarlarını gözetmeyen bu anla-yışa havale etme zorunluluğunu kabul etmemeliyiz. Artık siyaset, yalnızca profesyonel siyasetçilerin yaptığı bir meslek haline gelmiştir. Bu sistem kurgusu içerisinde bize biçilen rol ise, ne yazık ki siyasetçiler için oy vermek olmuştur.

Son yolsuzluk operasyonları da göstermiştir ki, oy verdiğimiz siyasetçiler bundan öncekilerine benzer bir biçim-de hem küresel kapitalizme hizmet etmekte hem de kendileri hâksız kazançlarıyla birlikte kapitalistleşme yoluna gitmektedirler. Bu bir sistem sorunudur. Yolsuzluk dosyasında vitrinde AKP görünüyor olsa bile asıl itibarsızlaşan parlamenter sistemdir. Olaya salt AKP karşıtlığı üzerinden bakılırsa, sistem sorgulaması yerine alternatifler düşü-nülecek ve alternatif olarak var olan siyasi partiler görünecektir.

Bu yolsuzluk dosyasının açığa çıkardığı gerçeklik parlamenter sistemin yerine yeni bir siyasi anlayışı ikame etme zorunluluğudur. Bu anlayışı ikame etmenin ilk yolu sandıkları boykot etmektir. Parlamenter sistem halkın gözünde de itibarsızlaşmalıdır.

Page 19: Ehad Dergi Nisan

19

ehâd

Allah Ekmek Özgürlük

nisan 2014

Yolsuzluğun, hırsızlığın, haksız kazancın panzehiri var olan muhalif siyasi partiler ya da yeni bir siyasi parti değil, yeni bir siyaset anlayışıdır.

Anti-Kapitalist Müslümanlar olarak biz, öncelikle bu bağımlılık ilişkisinden kurtulmamız gerektiğine inanıyoruz. Kur’ân’dan ve Hz. Peygamber’in pratik-lerinden de öğrendiğimiz üzere, bütün insanların yeryüzünde halife olarak yaratıldığına inanıyor ve yönetim anlayışı olarak, kimsenin kimseden üstün olmadığını savunuyoruz. Hayatımızı bütünüyle kıskaca almanın bir aracı olan temsili demokrasinin yerine, Yüce Allah’ın Şûra Sûresi 38. âyette de buyurduğu üzere, o beldede yaşayan herkesin ortaklaşacı yöntemlerle karar aldığı, istişâre ve meşveretin esas alındığı, o toplum içerisinde yaşayan her bireyin özne ol-duğu, herkesin rızasının gözetildiği bir öz yönetim şekli olan ŞÛRA SİSTEMİ’ni gerçek anlamıyla savunuyoruz. Şûra sistemini; halklar arasına örülmüş sûni duvarlardan doğan çatışmayı ortadan kaldıracağından, yasaların sorunun et-kilenen tarafları içerisinde yer alan insanlar tarafından oluşturulmasına fırsat vereceğinden ve temsili demokrasiye bağımlı bireyleri özgür bireylere, kişisel çıkarları da halkın ortak faydalarına dönüştüreceğinden ve bu yöntemle daha çok birbirine kenetlenmiş örgütlü bir halk inşâ edeceğinden dolayı savunu-yoruz. Savunduğumuz usulü öncelikle kendi hareketimiz içinde uygulamaya koyduk. 1 yılı aşkındır süren hareketimizin yönetim anlayışını ‘’eşitler arası sorumluluk bilinci’’ olarak tanımladık. Ne yönetimde, ne de mülkiyete sahip-likte kimsenin kimseden üstün olmadığı bir yöntem uyguladık ve uygulamaya devam ediyoruz. Her ne kadar mevcut siyaset lider kültü üzerinden ilerlese de, kamuoyu her fırsatta bizi belirli isimlerin gençleri olarak göstermeye çalışsa da biz özgün duruşumuzu bozmadan yapılanmaya devam ediyoruz. Bundan dolayıdır ki; Anti-Kapitalist Müslümanlar’ın “eşitler arası sorumluluk bilinci” içerisinde yer almayan hiç kimse, bu hareketi de temsil etmemektir.

İsmi medyada bizim liderimizmiş gibi anılan kişiler başta olmak üzere, hiç bir popüler isim ya da yazar, Anti-Kapitalist Müslümanlar’ın “eşitler arası

sorumluluk bilinci” içerisinde yer almamaktadır.

Bağımsız hareket etmek, bizim temel ilkemizdir. Yaşam içerisinde, yönetimde de mülkiyette de ortaklaşacılık esastır. Bir düşünceyi en iyi şekilde hayata taşıyacak olan hiyerarşi değil, inandığımız ve savunduğumuz düşün-cenin verdiği güçle sorumluluk alarak yola koyulmaktır. Çıktığımız bu yolda, ilk önce kendi pratikliğimiz içerisin-de bu değerleri üretmeye çalışıyoruz. Biz, insan potansiyelini en verimli şekilde değerlendirmek adına sorum-luluğu, bizim adımıza karar verecek bir başkasına havale etmiyoruz. O yüzden liderlik anlayışına sonuna kadar karşıyız ve halkların kendi aralarında ‘’eşitler arası sorumluluk bilinci’’ ile hareket edebileceği özgür ve eşitlikçi bir toplumsal düzen için mücadele ediyoruz.

Bütün bu sözlerimizin ışığında, Önce Allah’a sonra Halkımıza şunları deklare etmek boynumuzun borcudur:

Page 20: Ehad Dergi Nisan

20

ehâd

Allah Ekmek Özgürlük

2014 nisan

HİÇ BİR SİYASİ PARTİYLE, OLUŞUMLA YA DA SERMA-YE SINIFI İLE ORGANİK VE FİNANSAL BİR BAĞIMIZ BULUNMAMAKTADIR VE ASLA OLMAYACAKTIR.

Temsili demokrasi, bir avuç HARAM YİYİCİ’ye hizmet eden ve halkları kandırmaya yönelik bir siyasi yön-tem olduğu için, SEÇİMLERDE HİÇ BİR SİYASİ PAR-TİYE OY ATMAYACAĞIZ VE HİÇ BİR ADAYI DESTEK-LEMEYECEĞİZ ve halkımızın da yeni bir siyaset alanı yaratabilmesi için OY KULLANMAMASI gerektiğine inanıyoruz.

Siyasetin alanını hep birlikte genişletmek zorunda-yız. Siyaset sandığa hapsedilmemelidir. Başka bir yol açılmalıdır ve bu yol siyasetin hayatın tüm alanlarına taşınmasıyla mümkündür. Gezi direnişini de böylesi bir yolun başlangıcı olarak görüyoruz. Bizce Gezi Di-renişi, sadece iktidarı değil, muhalefeti de kapsayan, topyekûn temsili demokrasiye ve Kapitalist sisteme ge-tirilmiş köklü bir sorgulama, eleştiri ve başkaldırıdır. Biz yaşananları tecrübe edinip, Ortadoğu Halkları’nın tüm farklılıklarıyla birlikte eşitlik, özgürlük adalet ve da-yanışma günlerine yol almak istiyoruz. Yolumuz uzun ama bir yol üzereyiz. Bu yoldan sapma gibi bir düşün-cemiz de Allah’ın izniyle olmayacaktır.

Her bir insanin özne olduğu yeni bir hukuk inşa etmeli-yiz. Tüm halkların özgül koşullarının teminat altına alın-dığı çok hukuklu ve çok kültürlü bir toplum sözleşme-sine ihtiyacımız var. Mülkiyeti ortaklaştırarak, kalkınma bahanesiyle küresel sermayeye bağımlı değil, ihtiyaca dayalı bir ekonomik anlayışa ihtiyacımız var. Tüm bun-ları hep birlikte düşünmeye ve geliştirmeye ihtiyacımız var.

Biz bu yola önce kendimizden başladık. Lidersiz, ba-ğımsız, yatay, şeffaf ve herkesin özne olduğu yönetim anlayışını koruyarak yürümeye devam edeceğiz. Bu yürüyüşü halkımızla birlikte yapacağız ve bu sebepten dolayı halkımızı bu kutlu yürüyüşte omuz omuza olma-ya çağırıyoruz. Biz Allah’a ve halka inanıyoruz. Bugü-nün siyasetini bugünün dar kalıplarına sıkıştırmadan, yarına taşımanın yolunu büyütmeye çalışıyoruz.

Mülk ve Otorite Allah’ın oluncaya dek mücadele-miz devam edecek…Rabbimizin muradı neyse biz de bu muradı hâkim kıl-maya çalışıyoruz.

O yüzden ;

BİZ EZİLENLERİ YERYÜZÜNDE ÖNDERLER KIL-MAK İSTİYORUZ..! (KASAS SÛRESİ 5. ÂYET)

Güvenpark, Ankara 2014

Page 21: Ehad Dergi Nisan

21

ehâd

Allah Ekmek Özgürlük

nisan 2014

Mesele Çay Değil

1800’lü yılların başında artan çay tüketimiyle beraber Britanya (İngiltere)’nın Çin’e bağımlılığı artmıştı. Çin ise yerli ekonomisini korumak için İngiliz tüccarlarından mal almayı kısıtlamıştı. İngiltere, Çin’den sınırsız çay satın alabiliyorlarken sınırlı ve çok az miktarda Çin’e mal satabiliyor, Çin pazarında istediği ölçüde söz sahibi olamıyordu. İngilizlerin ihracat-ithalat dengeleri bozulmasa da, üzerinde güneş batmayan impara-torluğun gözünü Çin’e her sene ödediği gümüş ve altın bürümüştü.

İngiliz ekonomisi verdiği bu açığı kapatmak için, her zamanki gibi tek taşla onlarca kuş vurabilecek akıllı bir çözümün peşindeydi. Çin pazarını birşekilde kendilerine bağımlı kılmaları, her yerde olduğu gibi burada da ipleri ellerine almaları lazımdı. Belki sene-lerce üzerine kafa yorup, bir fikre kapıldılar. Böylece çaydan daha çok bağımlılık yapan bir maddeyi Çin’e satmış olacaklardı.AFYON.

Önceleri yavaştan ve gizlice Çinli gümrük memurlarına rüşvetleri birbir yedirerek afyo-nu Çin’e sokup satmaya başladılar. Kısa zamanda 400 milyonluk Çin’de 20 milyon afyon bağımlısı oldu.

Durum ciddileşip Çin hükümdarının kulağına gidince hükümdar, en güvendiği adamını bu işi sonlandırması için görevlendirdi. Rüşvet almayan ve geleneklere bağlı bu adam limana gitti. Çinli ve İngiliz tüccarların afyonlarına el koydu ve imha etti. Afyon satmak ölüm cezası oldu.

Tarihin bize öğrettiği ezber tekrarlandı. Çin’in başlattığı bu afyonla mücadelenin üze-rine İngilizler donanmalarını yolladı ve Çin’in sahil kentlerini 2 yıl boyunca bombaladı. Bu donanmada dünyanın ilk demirden gemisi NEMESİS te donanmadaydı. Boyun eğ-dirmek bu yayılmacılığın işiydi.Sonunda pes eden ve barış istemek zorunda kalan Çin hükümdarı gümrüklerini açmak ve Hongkong’u İngilizlere vermek zorunda kaldı. Tari-he ‘’Afyon savaşı’’ diye geçmiştir bu olay. Hatta bir onbeş sene sonra bu savaşın ikincisi yani II.Afyon Savaşı da patlamıştır.

İngiltere bu olaylarla tüm dünyaya bir mesaj veriyordu aslında. Pazarlarınızı bize açın yoksa endüstri çağının yıkıcı silahları ile sizi bombalarız. Modern zamanların Küresel Kapitalizmi uğruna Küresel Emperyalizm icad edilmişti ve vampir gibi halk-larımızın kanını emmeye de devam ediyor.

Page 22: Ehad Dergi Nisan

22

ehâd

Allah Ekmek Özgürlük

2014 nisan

Hanifi Aktaş

Aslında zihnimde, mitolojik bir kahraman olan Dafni’nin “Defne” oluşunu ve Defne bitkisinin Tür-kiye ekonomisindeki yerini anlatmak vardı. Bu ni-yetle Hatay’ın Yayladağı ilçesinde bir hafta boyunca defne üretimini inceledim. Bununla ilgili fotoğraflar çekip yazılar yazdım belki birkaç dergiye yollayabi-lirim ümidi ile….

Fakat Hatay’daki durum, Zeus’un oğlu Apollon’un Afrodit’in kızı Dafni’ye olan ümitsiz aşkından bah-setmeme müsaade etmedi. Mitolojinin otantik havası, defne yaprağının hoş kokusu ne kadar gü-zeldiyse, savaşın o topraklara sürüklediği Suriyeli sığınmacıların yaşadıkları da bir o kadar korkunçtu çünkü. Zira ölmemek için ülkelerini terk eden bu insanlar başka bir ülkenin topraklarında ölmüyor fakat sürünüyordu…Kimi insanların gözünde terörist, kimi insanların gözünde mücahit olan bu insanlar, yerel ve global kapitalistlerin gözünde ise sadece “ucuz iş gücü” ve “potansiyel tüketici” idi…Güncel siyasetin kutup-laştırıcı havasına kapılıp, bulunduğumuz safa göre ad verdiğimiz bu insanların yaşadığı dram aslında çok daha farklı ve çok daha korkunç durumda. İşin daha vahim yanı, buraya sığınan Suriyeliler de içeri-sine düştükleri büyük çarkın farkında değiller. Onlar da kendilerine gösterilen küçük düşmanı yok etme-nin peşinde ve onlar da kendince bir çember çizip o çemberin dışındakileri “öteki” görmekte. Sonuçta mağdur olan halk, kendisini mağdur eden olarak gösterdiği öteki halkı suçlarken, mağduri-yetin esas kaynağı olan küresel güçleri ve onun yerel işbirlikçilerini es geçiyor.Şimdi bu konuyu burada geri dönmek üzere yarım bırakalım ve alakasızmış gibi görünen fakat –bana göre” tek yumurta ikizi olan diğer bir meseleye ba-kalım. Bu meselenin adı “kürt meselesi”…Neoliberal politikaların tüm dünyada ve ülkemizde hızla yayıldığı bir dönemde Irak’ta bir diktatör bin

lerce Kürdü katletti, Türkiye bu insanlara kapıyı açtı -açmalıydı da-. O dönem birçok milliyetçi/ulusalcı insanların “bu Kürtler başımıza bela olacak” “yahu nereden çıktı bunlar” gibisinden yazılar yazdığını, konuşmalar yaptığını yaşımız yetmediği için eski arşivleri tarayarak görebildim. Yine böylesi politi-kaların kararlı bir şekilde ilerlediği doksanlı yıllarda ülke içerisinde de PKK güçlenmiş, askerle amansız bir savaşa tutuşmuştur. Köyler boşaltılmış, insanlar akın akın metropollere

göç etmiş/ettirilmiştir. Ve metropollerin inşasında, ucuz iş gücünün adı Kürtler olmuştur… Yıllarca İstanbul’da özellikle inşaatlarda, Adana’da pamuktarlalarında, Antalya’da turizm sektöründe ucuz iş

“Dafni” nin Güzelliği, Savaşın Çirkinliği Arasında Bir İşgüzar: “Kapitalizm”

Page 23: Ehad Dergi Nisan

23

ehâd

Allah Ekmek Özgürlük

nisan 2014

gücünü Kürtler yüklenmiştir. Beyaz Türkler’in bi-ricik servetlerine hizmet ettirilmiştir. Aradan yirmi yıl geçti ve o dönemin Kürtleri büyük ölçüde orta sınıfa dahil oldu, kimisi iş veren dahi oldu. Haliy-le eskisi gibi karın tokluğuna çalışmları neredeyse imkansız hale geldi… İyi ama metropollerde ucuz iş gücüne ihtiyaç bitmedi? Peki ne olacak?İşte tam da bu noktada Suriyeli sığınmacılar met-ropollerin Kapitalist çocuklarının yüzünü güldürdü avuçlarını ovdurttu. Bugün İstanbul’da, Hatay’da,

Antepte, Ankarada kaç bin Suriyeli var sayısını bi-len yok. Parklarda yatıp kalkan o insanların haline bizzat şahit oldum. Aç ve barınaksız bir halde yaşa-ma sürüklenen bu insanlar için ikinci aşama yolda: “ya çalışırsın ya ölürsün…”

Dün Kürtlere denilen bugün Suriyelilere denilmek-te.

Metropollerdeki mantığın minyatürünü doğdu-ğum yer olan yedi bin nüfuslu Yayladağı’nda gör-mek beni şaşırttı. Zira savaş öncesi en büyük alış-veriş merkezinin iki bakkal büyüklüğünde olduğu Yayladağı’nda bugün ulusal ölçekli mağazalar zincirinin şubeleri var. Üç katlı konutlara apart-man gözüyle bakılan güzide ilçemde bugün 6-7 katlı binalar yükselmekte. Savaş öncesi kiralık ev-lerin 200-250 tl olduğu evler 500 tl’ye Suriyelilere kiralanmakta. Peki Yayladağı nasıl 3 yılda bu hale geldi? Tabiî ki de dışlanıp ikinci sınıf vatandaş ola-rak görülen Arapların ucuz emekleri ve ihtiyaçları ölçüsünde tükettikleri ile. Hem Araplığı ile dışlanan hem de acımasızca emeğinden faydalanılan bu in-sanlar bize tanıdık gelmiyor mu? Filmlerde dahi kro Kürt, bekçi Kürt, ırgat kürt tiple-melerinin olduğu ve böylesi bir anlayışın yerleşti-rildiği bir ülkede elbette Kürtler asil Türk vatandaş-larına hizmet etmeliydi değil mi. Kim bilir üç beş yıl sonra filmlerimizde kro Suriyeliler görüp güleriz(!)Böylesi küçük bir yerde bile acıyı fırsata çevirme kabiliyetini(!) gösteren akıl, büyük metropollerde hatta dünya ölçeğinde neler yapar varın siz düşü-nün.

Kısacası sevgili dostlar, Kapitalist sistem kartlarını kendince doğru ve ku-sursuz oynuyor. Yerelde birbirine düşman ederek ayrıştırdığı halkı savaştırıp, Amerikanın petrolden sonraki en önemli gelir kaynağı olan silah sanayi-sini ayakta tutuyor, hem de yereldeki ortaklarına ucuz iş gücü sağlayıp piyasayı rahatlatıyor. Umarım bir gün tüm bu tezgahlar yine bu coğrafyanın halkı sayesinde deşifre olacak ve Hatay halkı Harbiye şe-lalesinde Apollon’un güzeller güzeli Dafni’ye olan aşkını yad edecek, bende yalnızca bu güzellikleri dile getiren bir yazı yazacağım.

Page 24: Ehad Dergi Nisan

24

ehâd

Allah Ekmek Özgürlük

2014 nisan

Geçtiğimiz 23 Şubat’taMetin Yüksel’in şehâdetinin 35.yıldönümünü geride bıraktık. Artık bir gelenek haline gelen, her sene Fatih Camii’nde yapılan şehit anmalarıyla beraber Anadolu, Kürdistan ve diğer ümmet topraklarındaki İslami, anti-emperyalist mücadeleleri hatırlıyor, ilham alıyor ve yo-lumuzu aydınlatması için ışık belliyoruz.Hasan El Benna’yla muharref dinin mesajını özmüş gibi sunan teknik din adamlarına aldanmamayıSeyyit Kutup’la zalim, tağuti yönetimlere boyun eğme-meyi, Şex Saîd’le modernist faşizme karşı halkların inançlarını savunmayı,Malcolm X’le dilleri renkleri mezhepleri ve tüm farklı-lıkları ayrım kabul etmeden eşit bir düzlemde yan yana saf tutmayı,Ali Şeriati’yle şirk düzenlerine boyun eğmemeyi, tevhîdi görüşün de bir varoluş mücadelesi olduğunu,Metin Yüksel’le “Sınırsız ve Sınıfız Bir İslam Toplumu” ufkunun çizimini ve Hakkı müdafaanın en büyük ibadet olduğunu hatırlamayı,Mavi Marmara Şehitleri’yle beraber hiçbir denge hiçbir otorite tanımadan faşist devletlere karşı haykırmayı ve uğrunda şehadeti yaşamayı,Hatırlıyoruz, yeniden öğreniyor yeniden ilham alıyo-

ruz.

Metin Yüksel’i Anarken Önceleri bir takım yanlış yönlendirilmiş sosyalistler tara-fından kurşunlanan Metin Yüksel’in son kurşunlanması istikametleri devletçe belirlenmiş ülkücüler eliyle 79’da Fatih Camii’nde bir Cuma çıkışı sonrası olmuştur. Metin Yüksel’i kanaatimizce en iyi şekilde hatırlamak, geçmiş-te devlet eliyle, Sol ve Sağ çeteler eliyle gerçekleştirilen suikastleri, katliamları anlatıp durmak, tarihte varolagel-miş düşmanlıkları yineleyip durmak değildir. Bir ders çı-karmak, yön tayin etmektir. Eğer ders almayacaksak işte

Metinler o zaman ölmüştür. Ki Kitabımız bile esasen devrimci peygamberlerin verdiği iktidarlara karşı tevhîdi mücadeleyi anlatırken bizlere ders vermeyi dahi haddine görmüyor bir hatır-latmayı daha uygun görüyordur.

“Hayır, muhakkak ki O (Kur’an) hatırlatmadır.” Abese, 11

Metin Yüksel’e tekrar gelirsek; Turgut Özal’ın çerçe-vesini belirlediği, esasen kapitalist odakların ülkelere bir dayatma olarak planladığı, 24 Ocak Neoliberaliz-me geçiş kararlarını uygulamak için tezgahlanan 12 Eylül’ün faşist darbesini hazırlayan süreçte MTTB’nin fikirsel düzeyini yeterli bulmayıp İstanbul Akıncılar Birliğinin kuruculuğunu yapmıştır.

SINIRSIZ VE SINIFSIZ İSLAM TOPLUMU UFKUNDA Metin yüksel’i ve şehitlerimizi anmak

Page 25: Ehad Dergi Nisan

25

ehâd

Allah Ekmek Özgürlük

nisan 2014

SINIRSIZ VE SINIFSIZ İSLAM TOPLUMU UFKUNDA Metin yüksel’i ve şehitlerimizi anmak

İstanbul Akıncılar Birliği, yalnızca siyasal bir mücade-le vermeyip, modernist parçalı bakışların tesiri altına da girmeden hem ezilenlerle buluşmuş onların ihtiyaçları-na, hastalıklarına merhem olmuş, hem de bir mesaj ola-rak ezilenlerle egemenleri eşit düzleme getirmeyi amaç-lamıştır. Nihayetinde toplumsal sınıfların tevhîdi bozan bir olgu olduğunu fark ederek “Sınırsız ve Sınıfsız Bir İslam Toplumu”nun kavramsal ve sosyal mücalesini vermiştir.

Metin Yüksel’in yoldaşlarıyla beraber altyapısını oluş-turduğu hareket günümüzde de biz, Antikapitalist Müslümanlar’ın tarihsel olarak varoluşuyla büyük bir paralellik içerisindedir.

Onlarca sene boyunca Türkiyeli tüm halklarımıza bir da-yatma olarak ortaya çıkan Kemalist aydınlanmacılık, AKP iktidarıyla birlikte tüm gerçekliğiyle zihinlerimizi iğdiş etmekten hiç geri durmuyor.

Peşkeş, rant, ihale, yolsuzluk, ahlaksızlık her an apansız-ca artarken diğergamlık, namus, adalet, özgürlük bir bir elimizden alınıyor. Toplumumuz küçük hesaplar peşin-de koşmaya mecbur bırakılıyor.

Sünni’nin, Alevi’nin, Kürd’ün, Türk’ün, Ermeni’nin, Laz’ın tüm farklılıklarıyla beraber bir arada, barış ve huzur için-de yaşamasına uzun zamandır darbe vurulmakta. Özel-likle son on senedir ekseriyetle iktidar tarafından planlı birşekilde izlenen düşmanlaştırıcı politikalar, halklarımı-zı birbirine düşman etmekte, kendisine karşı ses çıkaran tüm unsurları, kesimleri bir ajan bir provokatör bir terö-rist addederek hergün iftiralarda bulunmaktadır.

Adaveti, arsızlığı, riyayı uzaklaştırma; dayanışmayı, vefayı, sıdkı yakın etme vakti gelmiştir. Artık uyanma, ölü toprağını savurma ve dirilme vaktidir.

İşte bu yüzden Metin Yüksel’in ilettiği bu mesaj, bu ufuk günümüzde daha da parlamaktadır. Metin Yüksel’in Akıncılar Birliği’nde birlikte saf tuttuğu çoğu arkadaşla-rının yolları şaşmış; ihalelerin, bir grup kapitalist haram yiyicinin, rantın yolu yolları olmuştur. Biz de bu dönem-de onu ve arkadaşlarını hatırlayıp “Sınırsız ve Sınıfsız İslam Toplumu”nun mücadelesini vermeye çalışıyoruz. Allah’ın da izniyle bu kutlu yürüyüşümüz devam ede-cektir.

İşte biz de bu yüzden Ey Metin Yüksel, Ey şehit yolun yolumuzdur diyoruz,

Çünkü “En büyük ibadet Hakkı müdafaa etmektir.”

Page 26: Ehad Dergi Nisan

26

ehâd

Allah Ekmek Özgürlük

2014 nisan

Lucky Luke (RED KİT) ÜZERİNE

Yusuf Akşeker

Çocukluğumuzun ekran başında geçirdiğimiz büyük-çe bir bölümünü bildiğimiz üzere haber programları değil çizgi filmler almıştır. Çocuk beyni işte ve karşı-mızdaki de bildiğimiz TV. TV ki nasıl giyineceğimize nelerden hoşlanacağımıza ve asıl olarak nasıl düşüneceğimize ve nasıl yaşaya-cağımıza yön veren en etkili silah, egemen sınıf için bulunmaz nimet. Ağaç yaşken eğilir ve çocuklar asla haber programları izlemez. Onlar için renkli, hızlı, daha janjanlı bir şeyler gerek. Başta medya patronları da bu yüzden geleceğin köleleri ve tüketicileri olacak çocuklara sabah kuşaklarını çizgifilm olarak ayırmıştır. Günümüze geldiğimizde de yirmidört saat çizgifilm yayınlayan kanallar ortaya çıkmıştır. Neyse konumuz Lucky Luke yani Red Kit, hani gölge-sinden hızlı iyilerin dostu kötülerin apansız düşmanı batının kahramanı yalnız kovboy…Evvelinde çıkan aynı coğrafyayı konu eden Teksas Tommiks’ler gibi diğer pek çok yapım gibi çizgiro-mandan uyarlamadır, Colombus’dan sonra Avrupa için yeni olan bu kıtaya yerleşmeye başlayan Avrupa-lıların hikayesini anlatır. Zaten Red Kit’i bağımsızlığını anca kazanan Birleşik devletler merkez yönetimi gö-revlendirmiştir. Red Kit’te; tabiri caizse kadim anlatım şekli olan dinî metinlerde ve masallarda da rastladığımız iyi-kötü, siyah-beyaz’lı anlatım şekli benimsenmiştir. Red Kit iyi olduğu gibi Birleşik Devletler, askerler, albaylar, şerif-ler, bankalar, barlar, biralar, hepsi iyidir. Aslında tipik bir modern siyasetin yapay kuşatıcılığıyla Kızılderililer de iyi fakat önyargılı olarak anlatılmıştır, bu önyargıla-rının en büyük sebebi bazı (!) kötü kalpli Amerikalıla-rın onların yaşamsal haklarını tanımamalarıdır.

Bu yüzden Kızılderililer soluk benizli Amerikan hal-kından nefret ediyorlardır, aslında Amerikan halkı da özünde Red Kit gibidir. Tek kötü vardır, Daltonlar…

Amerika’nın erken dönem kapitalizminde ticaret ve yolcu trenlerinin zaman aralıklarını ve açıklarını bilen, bankaları soyan, otoriteyle şerifle arası bozuk adam-lardır bunlar. Bu, Daltonlar’ı kötü mü yapar. Daha doğrusu şöyle soralım, aslında sorusu dahi müsaade edilmez.Nerden biliyoruz belki o eyaletler boyu uzun rayla-rın üstünde başka halklardan kaçırılmış, yağmalan-mış malların, çalıntı altınların gümüşlerin olmadığını veyahut Daltonlar’ın durdurdukları trenlerdeki mal-ları halka dağıtmadıklarını ve hatta bu yüzden çoğu zaman ispiyonlanmadıklarını veya da Kızılderililerin katline imza atacak silahların sevkiyatına engel olma-dıklarını…bunlar neden aklımıza gelmiyor.

Bizim çağımız yetişmedi Teksas Tommiks pek oku-yamadık ama o çizgiromanlarda daha betermiş Red Kit’tekinden, Red Kit’te de Kızılderililer; aynı hareket-leri manasızca pek çok kez tekrarlayan, aptal, vahşi, oportünist ve ilkel olarak yansıtılıyor.

Yalnız Kovboy’umuzun gerçekten kilit bir rolü var. Hem imajı bozuk Amerikalının hem bir beyaz’ın şa-nını düzeltiyor hem de Kızılderililer’in yani mazlum halkların güvenebileceği bir profil yaratıyor. Proble-matiğin şirazesinin kayması da bu oluyor zaten. Yani “çarpıklıklar” yok “çarpık insanlar” var ve “kötü Amerika” yok “kötü Amerikalılar” var. Tarihten biraz ders almamışsak hep bu yanılgıya düşüyoruz. Çünkü “kötü Amerikalılar” da olabilir ama “Amerika kötü-dür” daima. Mesela bizim memlekette çok yaygındır bu, hatta Red Kit yazmama ilham olan şey de budur.

Page 27: Ehad Dergi Nisan

27

ehâd

Allah Ekmek Özgürlük

nisan 2014

Devlet zulmü yok, zulmedenler var. Zalim ordu yok, zalim albaylar var . Erdoğan iyi, çevresi kötü. Hop oradan derin devlet, paralel devlet. Kapitalizm de kötü de kapitalistler bize ekmek veriyor…

He yav hee demek geliyor içten. Neyse ciddileşmek gerek. Devletin veya işte erki bulunduran herhan-gi bir yapının, günümüzde sermaye desteğini almış çoğu yapının, alışkanlığını değiştirip zulüm üretmiş eski politikalarından vazgeçmesi başka ifadeyle kabuğunu değiştirmesi onu paklamıyor. Bizi pek çok zaman ahlaklı da çakal da yapan sistemdir. Misal en basitinden, parası olan adam çalmaya zaten tenezzül etmez, ya da hiçbir kadın bile isteye fahişe olmaz. Bunun gibi, örneği aslında küçük hesapların insanı hâline getirilmiş tüm Türkiye toplumumuz. Düldül ve Rin Tin Tin’i seçtim anlatmak için, tabi o zamanlar daha dünyanın karakolu olmamış Birleşik Devletler.Red Kit’i hatırlayalım. İçtiği Marlborosu gittiği barı ve seyrettiği saloon girl’leri ile tam da Amerikan halk-larının kahramanıdır. Tek yanlışlık bankaların soyul-masıdır zaten. Şimdi kaydadeğer diğer kahramanlara bakalım.Düldül: Red Kit’in atını şöyle tarif etmek zanneder-sem abesle iştigal sayılmaz: Düldül, Red Kit’i olay mahalline ulaştırırken ara ara çok özel yorumlar yapa-biliyor, Red Kit’i de bu benzetmeler içinde bir Ameri-kan yetkilisine benzetirsek , Düldül’ü o zaman başkan danışmanı, ekonomi danışmanı veya misal Ortadoğu Analizcisi gibi tarif edebiliriz

Rin Tin Tin: ‘i de bu kurgu içinde boynundaki yıldızlı tasmayla tanıyoruz. Etrafı usanmadan koklamasına rağmen beceriksizliği bu iş için ideal cins olmamasın-dan kaynaklanmaktadır. Bunu da henüz günümüzdeki gibi 16 kollu olmayan Amerikan istihbaratının oluşu-mu için ihtisaslaşmanın sağlanmadığını görebiliriz. Vahşi batı’nın ilk zamanları tabi bu, yadırgamamak

lazım. Daha dünyanın karakolu olmamış Birleşik Dev-letler.Tüm karakterlere değinmemize de gerek yok zaten pek hatırlamıyorum. Mühim olan Red Kit ve Dalton-lar denklemidir. Daha doğrusu bize dayattıkları, seç dedikleri denklem. Dikkatli gözlerle yaklaştığımızda günümüzde buna pek sık rastladığımızı fark edebi-liriz. Yani ya o ya bu şeklinde karşımıza çıkıyor. Ya Red Kit’tensindir ya Daltonlar’dan. İyi de Kötü de hep önceden belirlenmiş menfaatleri ve imtiyazları belli patronlar tarafından.

Bununla ilgili benim inancım şu, bana para, tüke-tim, oy, imtiyaz, biat vs gibi herhangi bir menfaatle yaklaşan insanı veya grubu iki kere üç kere süzerim. Bir insan Allah rızasıyla yaklaşmıyorsa sana, bil ki menfaati vardır demek mümkün oluyor çoğu zaman. Hele gücü, egemenliği yani mülkü elinde tutup her an propaganda halinde bulunan bir yayına, medyaya asla güvenmemek; hiç değilse itidalle sorgulayarak yaklaşmak gerek.Türkiye’de İktidarların medyası şudur: Şeyh Said İngiliz ajanıydı, Dersimliler vatan hainiydi; 28Şubat’ta başörtüsünü savunanlar gerici, iran’cıydı; Gezi direnişi’nde bulunanlar haindi, dış mihrak piyonuydu, çapulcuydu; HES’lere karşı çıkanlar Türkiye’nin büyü-mesini istemeyenlerdi; yolsuzluktan bahsedenlerin de artniyetleri vardı.Red Kit’e hala iyi mi diyorsun o zaman açıkla siyahi kölelere, hırsız bankalara, kumarhanelere, bedenini satmak zorunda kalan fahişelere, manasız savaşlara, Kızılderili katliamlarına, silah ticaretlerine neden ses etmedi veya karşı çıkmadı? Peki Amerika bu kadar güzel özgürlük satmayı ne zaman öğrendi.

Afiyet olsun :) yersek...

Page 28: Ehad Dergi Nisan

28

ehâd

Allah Ekmek Özgürlük

2014 nisan

Küresel SUcular

Sefa Genç

Her güzel şeye düşman bir canavar tahayyül edin, işte onun adı kapitalizmdir.

O öyle bir canavardır ki hem insanı hem doğayı hem emeği her güzel şeyi sömürmek ister. Bu konuda öyle acımasız öyle vicdansızdır ki onun bu umursa-maz tavrı kendisine olan nefreti ayyuka çıkarmak-tadır. Bunların yanında öyle umursamaz bir tavır takınır ki yaptığı herşeyi normal kılar, karşısında ki bütün sesleri ötekileştirir. Bu topraklar binlerce yıldır insanların yaşama alanı olarak kutsadıkları yerlerdir hiç şüphesiz. Her dağına her deresine bir türkü yazıl-mıştır acı ve sevinç ile. İnsanlık bu coğrafyada gördü kardeşliği içiçeliği samimiyeti. Ticaretin de dövüşün de mertçe yapıldığı yerlerdi bir zamanlar buraları. Lanet ve nefret uğramamıştı daha, akşam evine helal bir lokma götürmek için didinen insanların kapısına. Ve öyle zamanlar gördü ki nemrutlar bile bu toprak-ları bu kadar kimsesiz hissettirmemişti halkına. Se-verdi insan dünyayı, taşı, suyu, yağmuru. Gök kubbe-yi dam yapardı yeryüzü evine ve her dereyi çeşmesi bilirdi, kana kana içerdi bir zaman, hatırla ! Toprağı döşek yapmıştı insanlığa ve koyun koyuna uyuma-yı öğretmişti dünyaya.Ve bugün adına türküler yazılan, kıyısında körpe kız-ların çılgınca atan yürekleriyle sevdalılarını beklediği dere kenarlarında büyük dozerler ve kepçeler do-lanır oldu. Kendilerini medeniyetin bir yükümlü-lüğü ilan eden vahşi makine parçacıkları bizim binlerce yıldır koruyup kolladığımız suları katle koyuldu. Dünyanın öbür ucunda yıllarca hasretini çektiği ağacı söküldü, kurudu, parçalandı insancığın. Ve dahası bir süre aradıktan sonra gözleri oda alıştı bu kıyıma oda savunur oldu. Yazık oldu hep, yazık oldu. Ne adına oldu bütün bunlar? Aslında ne adı-na olursa olsundu. Bir kuru hevesti dünya aslında. “Bir oyun ve oyalanmadan ibaret”ti. Neyin ve ki-min kavgasıydı bu. Normlar, oranlar, endüstriyel şa-lolomlar lakırdılar lakırdılar.. Nerede temiz, tertemiz insanlar. Var idi. Olmayan bir şeyin

Hesaplanmadan Ölü I

Onlardı uzak yerler seçtilerVe sayesiz ilahlarıKalın ovalar kuşları yaklaşan ağaçlarVe taşlaşan boğulu kalan naraBir sarnıç kemeri eğrisindeDünden bugüne seyirtenTelaşsız sular seçti padişah buyurdu kervansaraylarHudutta kraliçe ağızları serhatte yagız duşlarİpe saldıran yığınlar çün Osmanlı kanlarıMelekleşen at yangınlarıÜlkeyi kol gezen projektör bakışlarHayvanlar bile altında rahat uyuyanVe elgizin göğsünde kışlık bahçeleriAğırlaşan bir çiçekteSultan sıcaklığına çarpıpUmmana sıçrayan çekirgelerAşk donanmış bir havadaŞahadet getiren sedir ağaçları gemilerinEl çırpan iskele ve sancakları-Üzülmek fethedilmiştir kışladan haberTevrattan sakıncalı sözler sakınmak gereken gözGerek kanatılan gelinlerDavulun orta yerinden bir baş soğanKatlayıp ince ağızlarında çingenİçlerin boşalan surlarına zurna

Toplanan şimdilik sürgüne eklenenDeğerli çocuklarArkalarında büyük rüzgarlı anne etekleriUcuna takılan yaşmak çeşitleriMavi çok renkli tülbentlerİri gözyaşı boncuklarıİçine kainatlar sıkışanCaminin yürek konmamış kayalıklarındaDurmadan her lahza yeniden arınanHenüz bir böceklik yer açılan

Elleri aynı kumaştanİçlerinde bir haremi tavşanAçık duran kapılarının arkasındaÇocuklar baştan sona kadınlara düğmeliBu bir an yüzümü hayvanlara dikipÇamurlu-Ey Babilin yorulmaz artıkları

Dışımda açıkça bir tazı koşuyorÖlümlerde yorulupBir güle kapananGelincikte bekleşen Cahit Zarifoğlu

Page 29: Ehad Dergi Nisan

29

ehâd

Allah Ekmek Özgürlük

nisan 2014

hayalini de kuruyor değilim olsamda farketmez ya gerçi. Enerji enerji deyip duranlar var ya soruyorum onlara. Ne verdi “insan kaynakları”nı tüketip bir kaç milyon kilowatt elektrik elde edenler dünyaya. Kaç açı doyurdular ve kaç kişiyi “yarın ne yapıcaz.?” sorusundan kurtardılar. İnsanın insan olma vasfın-dan sahip olduğu şeyleri ona bedel biçerek sun-dular. Kendi deresine çark koydular. Ve ürettikleri “enerji”yi ona parayla sattılar. Parası olmayanlar ne o sudan içebilirdi ne de elektriği hakedebilirdi. Bir “AYAZ” vakti gelir camdan içeri, bu vahşetin çığlığı girer işte o an ateş yükselirdi. 40 gün dayanabil-mişti çocuk, 40 gün tutunabilmişti bu vahşi düze-nin zulmünde. HES imiş isimleri bunların. Hadi or-dan! bezirgan çıngırakları. Hemde müslüman ismi taşırlar sorsan. Enerji ihtiyacımızı karşılayamıyoruz sözü yalandan öte birşey değil. Heslerin amacı ku-rulmasıdır. Başka bir dertleri olmadığını bu tesisle-rin ne kadar elektrik ürettiğini ve tesis oranlarının kaçta kaçının kullanıldığını öğrenmek için EUAŞ’a bir dilekçe yazarak herkes öğrenebilir. Nil’i kendi hükümranlğının kaynağı bildi Firavun; ve Alemlerin ve Nil gibi daha nicelerinin Rabb’i olan Allah onu ve hanedanını; hükümranlığın, sahipliğin kendisinin olduğunu tüm insanlığa bir kez daha şiddetle gös-tererek davasını güttükleri sularda boğdu.

Sakarya Nehri, 2011 Öncesi

Firavun ve benzerlerinin ardı arkası kesilmiş değil. Onlara Musa (as) duruşu ile dimdik duracak olan-ların da.

“Biz Eyyub’a “ayağını yere vur! işte yıkanılacak ve içilecek serin bir su” dedik.” (Sad:42)

Suyun bir sahibi var ve o şüphesiz bu katliama razı olamaz. Mesele gerçekten bir insanlık kavgasıdır. Hiçbir rant, iktidar, menfaat, makam ihtirası düşün-meksizin Allah’ın bütün insanlığa sunduğu nimeti belli bezirganlara ve onların oluşturduğu sisteme kurban etmemenin kavgasıdır.Tek başına da olsa küresel çeteler karşısında topra-ğını suyunu memleketini müdafaya kalkan Yurttaş Kazım abinin kavgasıdır. Bu kavga, namuslu onurlu insanların soludukları hava adına içtikleri su adına; tek amacı banka kasalarının, ayakkabı kutularının, milyon dolarlık arabalarının ihtirasına kapılmış gözü dönmüşlerle olan kavgasıdır. Bu haklı dava, serma-yesiyle insanlar ve doğa üzerinde hükümranlık kur-mak isteyenlerin karşısında durmanın davasıdır ve onların karşısında “Gerçek Sahib”in kim olduğunu haykırmanın davasıdır. Dost da kapitalist de bunu böyle bile!

Sakarya Nehri, 2013

Page 30: Ehad Dergi Nisan

30

ehâd

Allah Ekmek Özgürlük

2014 nisan

DUA

Ey Güzel Rabbim,Sen bizlere onuru, güzelliği ve özgürlüğü bağışlamış, bir parçan olan bu tabiatta nimetinlerinle bizleri buluşturmuş rahmetini hiç eksik etmemiş, setler sınırlar yönler hiç çizmemişsin. Bizler eşitce, üstünlük kurmadan, israf etmeden nimetlerini bölüşeceğimize; aramızdan bazıları çıkmış ve nimetlerini kendi hesabına yazmış ve bitmeyecek kavganın tohumlarını atmış bereketli toprağına.

Ey Kadir Rabbim, Bizlere en önce aynı özden geldiğimizi hatırlat. Bizleri ikballeri benliklerini, korkuları umutları-nı, konfor arzuları basiretlerini, ihtirasları adalet hislerini, nefisleri ruhlarını kaplamış kullarından eyleme, bizleri ıslah et. Umutsuz aşksız ve inançsız kalmayı biz seçmedik, bu köhne çark yüzün-den, özlerini yitirmiş kulluklarını unutmuş insanlar yüzünden bu haldeyiz. Kusurlarımızı bağışla.

Allah’ım, Yeryüzünde bazı kulların senden bahsededuruyorlar, az bir bedel karşılığında ismini ağızlarından düşürmüyorlar. Gariban ama şerefli halkımın arasından sıyrılıp imtiyazlar kuruyorlar. Üstünlüğün yalnızca takvayla, ölümlerinin ve kıyametin pek yakın olduğunu unutuyorlar. Seni tanıyıp da bilmezlerden, sana inanıp da güvenmezlerden, senden korkar da sığınmazlardan etme bizi, seni menfaatleri karşılığı satan alçaklardan eyleme.

Ey Mülkün Tek Sahibi,Bizleri adil kıl, başımız dik alnımız yalnızca sana secdede olsun, onurumuzdan asla ödün verme-yelim. Dualarımızı şahsileştirme.Birbirimize güvenelim bizi emin et.Aramızda selâmı esenliği ve kardeşliği yay, umudun ve inancınla kuşat.Bize güneş gibi parlayan Muhammed’in (sav) ve diğer peygamberlerinin kutlu yolunda muzaffer ve daim kıl, bizi rahmetinle buluştur. Senin izninle yeryüzünde tevhîdi hâkim kılalım Amin.

Page 31: Ehad Dergi Nisan

31

ehâd

Allah Ekmek Özgürlük

nisan 2014

Kitap Tanıtımı

İSLAM VE İNSAN

NURETTİN TOPÇU

Muhammed Sağlam

Ferdi olarak yaşamasını bilen insan, isyana aşık-tır, hakkın çiğnendiği yerde haykırmak ister.

NURETTİN TOPÇU

İslam ruhunun en derin hakikatini gün ışığına çı-kararak ‘’insanın’’ var oluşunu; cemaat (toplum) ile gerçekleşeceğini söyleyen Nurettin Topçu, ülkemi-zin en önemli ahlak şuracılarından birisidir.

İslam ve İnsan adlı eseri, ‘’Ben hakkum’’ diyerek iş-kenceyle öldürülen tasavvufun meşhur şehidi Hal-lacı Mansur’un ilmi felsefesini örnek alarak İslam ve insan temelli bir ruhu teşekkül ettirmeye çalışmıştır. Kitabın ilk bölümünde ‘’İnsan’’ algısı üzerinden ant-ropolojik bir değerlendirme yaparak tarihsel sü-reçte, insanın toplum içersindeki ahlaki tutumuna değinmiştir. Ondan sonra İnsanı metafiziğin mer-kezine indirerek İslami felsefenin ahlak çatısı altın-daki ruhunu ortaya koymaktadır.

Fransız felsefesinden Bergson’un, İslam felsefesin-den Gazali ve Mevlana’nın düşüncelerini sistemleş-tirerek insanın değerine hitap eder. Batıda Kant’ın ahlak felsefesi ile doğuda İslam ahlakı

arasındaki akıl ve sezgisel metodların birleşmesi, doğu ve batı kültürlerindeki insanın ahlaki var olu-şunu da ortaya çıkardığını söyler.

Ali Şeriati’nin ‘’Dine karşı din’’ algısını Nurettin Topçu: ‘’ Anarşist ve Komünist kırıp yıkabilir, çün-kü bu onların mesleğidir. Ama dinci bunu yapamaz. Yaparsa din adamı ve dinci olmaktan çıkar. O da anarşist ve maddeci olur. Sade nüfus cüzdanı ile Müslüman olmak ve yalnız camide kulluk yapmak (ibadet), bu ne Allah’ı tanımaktır, ne de gerçek-ten Müslüman olmaya yeterlidir…’’ ( s.23) Nurettin Topçu’nun kitap genelinde vermek istediği öz: İs-lam ahlakına tam olarak vakıf olamamamızdır. Bu-nun sebebini ise oryantalist İslam ahlakının doğu kültüründe kendisine yer bulmasıdır. Buna karşı ya-pılması gerekenin ise ‘’Kul hakkının yendiği yerde haykırmak’’ düsturunu, İslam’ın ahlak felsefesi ha-line getirerek İslam adı altında ‘’İsyan ahlakını’’ var etmektir.

Günümüzde küresel dünyanın en büyük unsur-larından biri olan kapitalizmin, İslam’ı kullanarak kendi zulmünü meşrulaştırmasına karşı Nurettin Topçu’nun ahlak anlayışı, devrimsel niteliktedir. Bu yönüyle İslam felsefesi ve sosyolojisi, bu devri-min gerçek teorik ve pratik unsurunu oluşturacağı-nı öne sürer.

İslam ve İnsan, kitabını okuduğumuz zaman Nu-rettin Topçu’nun devrim algısını Kur’anı Kerim’de ‘’ Zulmedenler nasıl bir devrimle devrilecekleri-ni yakında göreceklerdir.’’ (Şuara,227) ayetindeki anlamından çıkarmak mümkündür. Öyle ki ‘’ Za-manımız İslam’ı, habis yüzlerine maske yapan ve hırslarını tanrısallaştıran zenginlerin, haksız ve za-lim saadetlerini devam ettirmek için, bir yanda İs-lam maskesi kullanırken öbür taraftan masona da zalime de şerire ve müraiye de el uzattıkları devir-dir. Bu devri kapatmakla başlayacak olan İslam’ın uyanış çağı, peygamberler devrinin ahlak ve ima-nıyla, dünya ilim ve felsefesinin ulaşabileceği zir-velerde, tasavvufun bayrağı altında ilan edilecektir.’’ (s.55) Nurettin Topçu’nun bu sözü de gençliğin ‘’ isyan ahlakına’’ malik bireyler olarak, İslam adı al-tında zulmedenlere karşı, hakiki İslam ile haykırma-yı hedeflemesini söylüyor. Bu bakımdan bu kitap, hafızalarımızda -geçmişten beri var olan bir takım tasavvufçular tarafından açığa çıkartılıp o dönem içersindeki statüko tarafından öldürülen- İslam’ın ve İnsanın ruh-ı mücerredini ortaya çıkartır.

Page 32: Ehad Dergi Nisan

32

ehâd

Allah Ekmek Özgürlük

2014 nisan

FİLM TANITIMI

DIE WELLE

Ayşenur Uyma

Film, Ron Jones adında bir öğretmenin yaptığı üçüncü hare deneyine dayanır.1967 yılında Kaliforniya’da yaşanmış gerçek bir ola-yı günümüz Almanya’sına uyarlayan film, faşizmin köklerine dair trajik bir hikâye olarak bir toplumda, özellikle toplumun dinamiğini oluşturan ergenler üzerinde, her zaman otokratik bir sosyal grubun yaratılabileceğini göstermektedir.

Filmden bahsetmeden önce faşizm hakkında biraz kafa yormak daha doğru olacaktır. Her ne kadar faşizmin direkt karşılığı ırkçılık olsada günümüz-de daha geniş bir anlam ifade etmektedir. Kabaca faşizm; bir ırkın, milletin veya topluluğun kendi-ni diğerlerinden üstün görmesi, kendi varlığını ve çıkarlarını herşeyin önünde tutmasını öğreten bir ideolojidir. Bu toplumun her alanına hakim olantek ideolojidir. Diğer ideolojilerin asla yeri yoktur.Yönetim bir liderin elindedir ve kim gelirse onun

Dennis Gansel

Dram

Almanya, 2008

dünya görüşüne göre şekillenir. Lider sorgulana maz, eleştirilemez ve ona baş kaldırılamaz.Bu nok-tada faşizmin, lideri tanrısal bir konuma getirdiğini açıkça görebiliriz. Mussolini’nin şu sözleri de bizi destekleyecek niteliktedir: ‘ Faşizm, dini bir kon-septtir.’ Allah’ın tek ve bütün eksikliklerden münez-zeh sıfatlarını bir insana atfetmek açıkça O’na ortak koşmaktır.. Bütün hayatlar hakim bir ideolojiye, bir grup insan için harcanıyorsa böyle bir sisteme şirk yönetimi demek yanlış olmayacaktır. Hz. Peygam-berin veda hutbesinde de bahsettiği gibi ‘ Arabın Arap olmayana, Arap olmayanın da Arap üzerine üstünlüğü olmadığı gibi; kırmızı tenlinin siyah üze-rine, siyahında kırmızı tenli üzerinde bir üstünlüğü yoktur.’ Faşizme etimolojik açıdan bakarsak, Latince ‘fasces’ kelimesinden türemiş demet, sıkı bağlara sahip grup, çete anlamındadır. Ayrıca, Eski Roma da kralın arkasındakİ iki cellat ellerinde tuttukları sopa ve balta demetiyle birlik ve kuvveti temsil eder. Fil-me geçecek olursak; Almanya’da bir lisede öğret-men olan Rainer Wegner, anarşi dersini almak iste-mesine rağmen okul yönetimi ona otokrasi uygun görür. Zira öğretmenin anarşist oluşu, bu dersin

Page 33: Ehad Dergi Nisan

33

ehâd

Allah Ekmek Özgürlük

nisan 2014

amacına ulaşmasına engel teşkil edebilir ki bu amaç demokrasinin en iyi sistem olduğunu göstermektir. İlk derste öğrencilerin bu zamandan sonra faşizm çamuruna batma ihtimallerinin olmadığını çünkü artık herkesin bilinçli ve eğitimli olduğu gibi söy-lemlerinden ilham alarak yeni şeyler denemeye ka-rar verir. Sıra dışı bir öğretmen olan Rainer öğren-cilerin isteksizliğini de göz önüne alarak bir haftalık bu derste öğrencilerine otokrasiyi yaşatır. Amacı bir haftalık bu süreçte otokratik sistemin yanlışlarına tanık olup gereken dersleri çıkarmalarını sağla-maktır. Kendisini lider ilan eder ve normalde adıyla seslenilmesini rağmen artık herkes ona Mr. Wenger diye seslenmek zorundadır. öğretmenin sınıfa her girdiğinde ve ders içerisinde söz alanların ayağa kalkarak konuşmaları gerektiğini anlatır. nitekim bu onların sağlığı ve daha iyi konsantre olmaları içindir (!).

‘Disiplin aracılığıyla güç’ sloganını seçerler, birlik ve beraberliklerini herkese göstermek adına ünifor-ma olarak beyaz gömlek giyerler giymeyenlere söz hakkı tanınmaz ve dışlanır ki bu uygulama bize

uzak değildir. Bir logo yaratırlar ve selamlaşmalarıvardır. Kendilerine de ‘dalga’ derler. Rainer iyi bir iş yürüttüğünü düşünür çünkü grup her geçen gün büyür. 30 kişiyle başlanan derste son gün kayıtlı 200 öğrenci vardır. Fakat öğretmenimiz bir şeyi gözden kaçırmıştır: Bu yaştaki insanların psikolo-jileri. Öğrenciler iyice moda girerler ve iş çığırın-dan çıkmaya başlar. Gruptan olmayanları dışlarlar, liderleri ne derse sorgulamadan yerine getirirler . Rainer geç de olsa karısı ve ‘stop die welle’ kam-panyası başlatan iki öğrencisi sayesinde durumu fark eder. Bütün grup üyeleri konferans salonunda toplanır ve öğrencilere bir haftada nasıl da değiş-tiklerini anlatmaya çalışır. Liderlerinin kendisi de-ğil Hitler olduğunu, fark etmeden onun yolunda olduklarını anlatır. Sonuç olarak, dalgayı bitirme

kararı alır. Fakat işler yolunda gitmez. Bir gruba ait olmanın hayatındaki en önemli şey olduğunu söyleyen bir öğrencisi herkesin önünde cebinden çıkardığı silahla intihar eder ve Rainer hapishane-lik olur. Fakat, filmi sorgulayarak izlemenizi tavsiye ederim. faşizm böyle bir filmi izlerken bile etkisi al-tına alabiliyor. ;)

Page 34: Ehad Dergi Nisan

34

ehâd

Allah Ekmek Özgürlük

2014 nisan

Mihail Nuayme’den bir pasaj...

“Kendisiyle, öldüren ve yaşatan, cezalandıran ve ödüllendiren bir Tanrıyı yücelttikleri boruya üfle-miştim insanlarla birlikte.Bugün ise yaşam ve ölü-mün üstünde, cezalandırmadan ve ödüllendirmeden daha yukarıda bir Tanrının borusuna üflüyorum.Çün-kü Tanrı diye adlandırdığımız gücün ‘’bütün’’ün için-deki “bütün” olduğunu, hallerinin, sıfatlarının, kendi-sinden başka hakikatın bulunmadığını, bir şeyin onun içinden başka bir yerde varlığının olmadığını gördüm.Eğer beni öldürürse bu güç, kendi benliğini öldür-müş gibi olur, çünkü ben ondanım ve onun içinde-yim. Tanrı kendini kendi benliğiyle yok eder mi? Eğer beni cezalandırırsa kendi benliğini cezalandırmış ve kendisinden kendi benliği için intikam almış gibi olur bu güç. Tanrı kendisine karşk günah işler mi oysa? Deniz, çöldeki bir sarnıcın karnından çekip kendi kar-nına aldığı zaman bir su damlasını, onu öldürmez ki. Ancak su damlası, yaşamın bütününün sarnıçtaki yaşamdan ibaret olduğu kuruntusuna kapılır ve ne-reye giderse gitsin ve nerede durursa dursun daima denizin eli altında olduğunu unutursa, işte o zaman kendisini öldürür. Deniz, bir çiğ tanesini bir dağın te-pesindeki çiçeğin göz kapakları arasından alış vadi-nin bir çukurundaki bir kurdun perçemine koysa, onu cezalandırmış olmaz. Aksine çiğ damlası, çiçeğin göz kapaklarının kurdun perçeminden daha iyi olduğu kuruntusuna kapılırsa kendisini öldürür. Bunun için parçaladım öldüren, dirilten, cezalandıran ve ödüllen-diren tanrının borusunu.

Yaşamı sevme ve ölümden nefret etme borusuna üflemiştim insanlarla birlikte, bir seferinde kendi ruhumdan ölüm ve yaşamı yemeğe davet edinceye dek. Bir de ne göreyim, bir çanaktan bir kaşıkla yiyor-lar ve bir bardaktan içiyorlar. Ruhum da şu ana kadar hâlâ yaşam ve ölüm için kurulmuş bir sofra. Bunun için parçaladım yaşamı sevme ölümden nefret etme borusunu. İlerleme borusuna üflemiştim insanlarla birlikte ve “yaşamın ileri düzeyi vardır, geri kalmışı vardır, ileri düzeyinde olanlar geri kalmış kısmında olanlardan daha iyidir” demiştim onlarla beraber.Kervanın başını aramaya çıktığımda ise onu ker-vanın sonuna bağlanmış olarak buldum, yaşamın da kendi etrafında döndüğünü gördüm, ve insanların yaşam karşısındaki konumunun bir kayadan çıkan pı-narı seyredenin konumu gibi olduğunu anladım. Ki o seyirci pınardan, gözlerinin alabildiği kadarından baş-kasını görmez. Fakat hayal gözüyle ona baksa başının da sonunun da denizde olduğunu görecek.

Ben hayal gözümle bakmayı öğrendiğim için insan-lar içinde ileri geçeni veya geri kalanı görmüyorum, insanlar yaşamdan sanki bir yarış alanıymış gibi bah-settikleri zaman anlamıyorum onları. Bir yarış ise eğer yaşam, bu yarışın nerede başlayıp nerede bittiğini bil-mediğimiz halde ben ve siz nasıl belirleyeceğiz geçeni ve kalanı? İleri doğru yürüyen geriye doğru yürüyen gibidir. Her ikisi de yürümektir çünkü, ve olduğu yere dönecektir kesinlikle. Bunun için parçaladım ilerleme borusunu.

Gelişme borusuna üflemiştim insanlarla birlikte, böylece onların gözüyle baktım etrafımdakilere, bit-kilerin geliştiğini, hayvanların geliştiğini, insanın ge-liştiğini gördüm. İnsan eylemlerinin geliştiğini, aynı şekilde insan top-luluklarının da aileden kabileye, köye, şehre, millete ve ülkeye doğru geliştiğini gördüm. Ne var ki ben, bu gelişmenin sırrını aradığımda onu insanların bana ta-nımladığının zıddına buldum. Onlara göre gelişme-nin sırrı artmada, şişmede ve uzamadadır. Oysa yaşam bana bunun sırrının eksilmede, çekilmede ve öze dönüşte olduğunu öğretti. Ağacın gelişme-si gövdesinin kalınlaşmasında, dallarının uzamasında, çiçeklerinin ve meyvelerinin çoğalmasında değildir. Aksine çekirdeğe dönüştedir. İnsanın gelişimi bütün fazlalıklardan kurtulmada ve kendisini ruhuna karşı örten bütün sargıların parça-lanmasındadır. Ve Tanrı insanı, odunun bünyesindeki gizli ateşin odunu yakıp kül ettiği gibi yutmadıkça, in-san, içinde var olan tanrıyı göremeyecektir. Bunun için parçaladım gelişme borusunu.

Özgürlük borusuna üflemiştim insanlarla birlik-te ve özgür birini aramaya çıktığımda mülk sahipleri buldum, onların “Mülkiyetimize bak, ne kadar geniş! Biz özgürüz burada, istediğimizi yapıyoruz”dediklerini duydum. Ne var ki ben, mal varlıklarının çevresinde dikenli tellerden çitler, kalplerinin de bu tellerin di-kenlerine asılmış olduğunu gördüm. Ve pek çok para biriktiricisi buldum, onların “Biriktirdiğimiz parala-ra bak, ne kadar çok! Bizler ögürüz dilediğimiz gibi harcıyoruz”dediğini duydum. Ne var ki ben, onların paralarını çelik kasalarda sakladıklarını, sonra da çelik kasalarını boyunlarına astıklarını gördüm. Ve ben hal-kı milyonlarla sayılan nice memleketler gördüm, onla-rın “Bak biz güçlüyüz, bizler özgürüz, kendi kendimizi idare ediyoruz”dediklerini duydum. Ne var ki ben, bu memleketlerde kalabalık ordular ve büyük donanma-lar gördüm. Ve anladım ki insanlar özgürlüğün haya-lini bile tanımıyorlar.

Page 35: Ehad Dergi Nisan

35

ehâd

Allah Ekmek Özgürlük

nisan 2014

Çünkü onlar yaşamlarından çitlerden korkunç bir ağ ya-ratmışlardır. Bu çitlerin dikenli teller, çelik kasalar, ordular, yasalar, gelenekler yahut barış antlaşmaları olması fark etmez. Ve onlar güneş ışığını bir şişede hapsedebildikle-rinden daha fazla özgürlüğü çitlerle çeviremeyeceklerini anlamıyorlar. Bütün çitleri de pençeleri kalplerinde takı-lıp kalan endişelerin sembollerinden başka bir şey değil oysa. Peki öyleyse kalbi endişenin pençelerinde olan kişi özgürlüğü nasıl duyumsar?

İnsanların mülkerini, evlerini, ve sahip oldukları her şeyi çitlerle çevirdiklerini, ruhlarını ise her türlü çirkin düşün-cenin, kötü niyetin ve bayağı arzunun yayılma yeri olarak bıraktıklarını gördüm. Kendi pisliğinden kurtulamayanlar nerede başkalarının pisliğinden kurtulacaklar? Atina halkı köle olup hapishane dışında şaraplarını yu-dumladıkları sırada, Sokrat hapishanede zehri içerken özgürdü. Özgürlük bana kendisini insanların çitlerinde değil, ruhumda aramamı öğretti. Ve insanların en yok-sulunun en fazla çite sahip olanı, en çok köle olanının başkalarını köleleştirebileceğini zannedeni, memle-ketlerin en zayıfının en fazla ordu ve en büyük do-nanmaya sahip olanı, milletlerin en aşağılığının da başka bir milletin kendisinden özgürlüğü çalabilece-ği kuruntusuna kapılanı olduğunu anlattı. Bunun için parçaladım insanların özgürlük adına üfledikleri boruyu.

İnsanların borularını parçalamadan önce bana göre in-sanlar pek çok ses ve sayısız yüz sahipleri idi. Sesleri ku-laklarımda gürültü, yüzleri gözlerime perde idi. Onlara kulak veriyor, fakat duymuyordum, onlara bakıyor, fakat görmüyordum. Bu gün ise, insanlara kulak verdiğim za-man bir tek ses duyuyorum: fezanın yerin ve göğün bü-tün seslerini taşıdığı gibi yaşamın bütün seslerini taşıyan insanın sesi. Bu da kulaklarıma daha tatlısı gelmeyen bir ses. Onlara baktığım zaman bir tek yüz görüyorum: Gök-yüzünün bir su damlasında belirdiği gibi kendisinde ya-şamın bütün yüzlerinin belirdiği gibi kendisinde yaşamın bütün yüzlerinin belirdiği insanın yüzü. Bu da gözüme daha güzeli görünmeyen bir yüz. Haydi, yüceltsenize in-sanı benimle birlikte. Yüceltiniz onu çünkü bütün eylem-lerinden yücedir o. İnci ve sedefleri atan, fakat içindeki bütün inci ve sedeflerden daha büyük olan deniz gibidir o. Yüceltiniz insanı, çünkü beşiği ezelde, tabutu ebettedir onun. Yüceltiniz onu;çünkü o her gün kendini haça gerer ve defneder. Ve her gün haçı ve mezarı yener. Yücelti-niz onu;çünkü o bütündür. Ve bütün yaşamın adresidir. Onun bütünlüğünü kavradığınızda parçalayınız onu yü-celtmek için üflediğiniz boruyu. Yükseltilmekten daha yüksek ve yüceltilmekten daha yücedir çünkü bütünlük.”

Page 36: Ehad Dergi Nisan

36

ehâd

Allah Ekmek Özgürlük

2014 nisan