Bengütaş Duvar Gazetesi Sayı: 5 Tarih: Haziran 2014

32

description

 

Transcript of Bengütaş Duvar Gazetesi Sayı: 5 Tarih: Haziran 2014

Page 1: Bengütaş Duvar Gazetesi Sayı: 5 Tarih: Haziran 2014
Page 2: Bengütaş Duvar Gazetesi Sayı: 5 Tarih: Haziran 2014

1

Editör

Doç. Dr. Özer ġENÖDEYĠCĠ

Editör Yardımcısı

H. Sercan KOġĠK

Tashih

Kübra ĠLDAġ

Merve KALAYCI

Yavuz (Ferman) KILIÇ

İletişim Sorumları

Ġhsan BAYRAK

Röportaj

H. Sercan KOġĠK

Haberler Yunus Emre BOLAT

Bilgisayar ve Jenerik

Yunus Emre BOLAT

Bayram AKI

Pano ve Arşiv

Nuray ACAR

Meral ġEKER

Gülsüm KANOĞLU

Meryem ZENGĠN

Adres: Karadeniz Teknik Üniversitesi Edebiyat

Fakültesi

Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü, Trabzon.

bengutasduvargazetesi.blogspot.com

[email protected]

Her hakkı saklıdır.

BengütaĢ Duvar Gazetesi‟nin yazılı izni olmaksızın herhangi

bir vasıtayla kısmen de olsa çoğaltılamaz.

Kaynak göstermek Ģartıyla alıntı yapılabilir. Gazetede

yayınlanan yazıların tüm sorumluluğu

yazarlarına aittir.

Copyright©2014

Editör’den

Doç. Dr. Özer ġENÖDEYĠCĠ

Elvedâ ey der ü dîvârına kurbân elvedâ

Elvedâ ey her yanın cây-gâh-ı irfân elvedâ

(Ey kapısına ve duvarına kurban

olduğum! Elveda. Ey her yanı irfan yer olan!

Elveda.)

DemiĢtim üniversiteden ayrılıĢım

vesilesiyle… Dört sene sığındığım ilim ve irfan

yuvasını terk ediĢim, aynı zamanda bir

müptelâlığın da baĢlangıcı oldu. Okuyup

öğrenme iĢtiyakı, daha fazlasını yapmam için

beni zorlayan bir alıĢkanlık haline geldi. Hala,

her defasında ne kadar da cahil olduğumun

farkına varmama vesile olan yeni bir Ģeyler

öğrenmek için çabalıyorum. Hiçbir zaman

kemale eremeyeceğini bilerek sürekli

olgunlaĢmaya çalıĢmak, insana mahsus bir durum

olsa gerek.

Her sayısında ayrı bir güzelliğe imza

attığımız BengütaĢ‟ın bu sayısını, dördüncü sınıf

öğrencilerimizden ayrılmanın hüznü ve onları iyi

yetiĢtirmiĢ olmanın gururuna tahsis ettik. AlmıĢ

olduğunuz eğitimin hakkını vermeniz ve

yüzümüzü ağartmanız, tek temennimizdir.

Gittiğiniz yerlere BengütaĢ hissiyatını götürünüz,

millî ve manevî değerlerimize her zaman sahip

çıkınız. Unutmayın ki biz, ilim yolunda birlikte

yürüdüğümüz yoldaĢlarımıza elveda demeyiz.

Biz, yalnızca cahillerin boĢ sözlerine elveda

ederiz:

Ey Özer hem-râh-ı ilmiz elvedâ olmaz revâ

Söyleriz yalnızca güftügûy-ı nâdân elvedâ

Page 3: Bengütaş Duvar Gazetesi Sayı: 5 Tarih: Haziran 2014

2

Söyleşi

DURSUN ALİ TÖKEL’LE DİVAN

EDEBİYATI ÜZERİNE SÖYLEŞİ

Halil Sercan KOġĠK

Dursun Ali Tökel’in Biyografisi

1962 yılında Samsun'da doğdu. Orta ve lise öğrenimini aynı

ilde tamamladı. Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve

Edebiyatı Bölümü'nü bitirdi. Mezuniyet sonrası çeĢitli okullarda bir

müddet öğretmenlik yaptıktan sonra, 1992 yılında Samsun Ondokuz

Mayıs Üniversitesi Eğitim Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü'ne

araĢtırma görevlisi olarak girdi ve aynı üniversitede, 1994 yılında yüksek

lisansını, 1998 yılında da doktorasını tamamladı. Hâlen aynı

üniversitenin Fen-Edebiyat Fakültesi'nde öğretim üyesi olarak görev

yapmaktadır. Ġlk kitabı 2000 yılında Divan ġiirinde Mitolojik Unsurlar:

ġahıslar Mitolojisi adıyla yayımlanmıĢtır. Bunun dıĢında Divan ġiirinde

Harf Simgeciliği ve Deneysel Edebiyat Yönüyle Divan ġiiri adlı

yayınlanmıĢ iki kitabı daha vardır.

Hocam bizimle röportaj yapmayı kabul

ettiğiniz için teşekkür ederiz. İlk olarak bize eğitim

hayatınızdan ve neden Eski Türk Edebiyatı

alanında çalışmayı seçtiğinizden bahsedebilir

misiniz?

Aslında hayatımız kaderimizin tecellisinden

ibaret. YaĢadığımız hayattan daha farklı bir hayat

yaĢayabilir miydik? Hayatımızın akıĢ ve istikametinde

tercihlerimizin rolü nedir? Bu ve benzeri sorular

insanın kendisiyle ilgili en karmaĢık sorunları

dillendirmektedir. Hayatımız veya eğitim hayatımız

bu sorular çerçevesinde ele alınsa herhalde daha

isabetli olur.

Eğitim hayatım, babamın çeĢitli iĢleri gereği

farklı yerlerde geçti. Ġlkokul bir ve ikiyi Merzifon‟un

bir köyünde, üçü Merzifon‟un merkezinde; dördüncü

sınıfı Merzifon‟un baĢka bir köyünde, beĢinci sınıfı

Havza‟nın bir köyünde, ortaokulu Havza‟da, liseyi de

Samsun‟da okudum. Daha sonra üniversite için

Ankara‟ya gittim. Parça bölük mekân ve coğrafyalarda

okumak zorunda kaldığım, her sene farklı yerlerde

bulunduğum ve sürekli çevre, arkadaĢ, okul ve

öğretmen değiĢtirdiğim için olacak okul hafızam yok

gibi bir Ģey. Kendimi çocukluk çağlarımda sürekli bir

kamyonun arkasında üç-beĢ eĢya eĢliğinde bir yerden

bir yere göçerken hatırlıyorum. Bu kadar değiĢikler

içinde bir eğitim hayatı yaĢamak acaba doğru bir Ģey

miydi? Böylesi bir eğitim süreci bir çocuğun

dünyasında olumsuz veya olumlu nasıl etkiler

uyandırırdı diye sorsam cevabını ben de bilmiyorum.

Ġlkokuldan sonra iki yıl bir ara verdiğimi hatırlıyorum.

O zaman zarfında Ordu‟nun Korgan ilçesinin bir

köyünde yatılı olarak bir Kur‟an kursunda kalmıĢtım.

Orada tecvidiyle, kıraatıyla Kur‟an okumayı ve daha

da önemlisi Osmanlıcasından Mevlit okumayı

öğrenmiĢtik. Zor yıllar ve zamanlardı. Ama Ģimdi

düĢünüyorum da o yılların zorluğu gelecek hayatın

pek çok zorluğunu kolaylığa çevirmeye yardımcı

olmuĢtu.

Ortaokul ve liseyi farklı yerlerde ama her

ikisini de Ġmam-Hatip okulunda okumuĢtum. 1983

yılında liseyi bitirdim ve aynı yıl Ankara‟ya üniversite

eğitimi için gittim. Edebiyat eğitimi doğası gereği iyi

bir klasik dil, edebiyat, din ve tarih bilgisi gerektiriyor.

Lise yıllarında bugüne göre bakıyorum da bayağı ağır,

çok yönlü ve disiplini katı bir eğitim almıĢtık. O

eğitimin hemen her safhasının bana üniversite

yıllarında fevkalade yardımcı olduğunu gördüm. Yani

eğitim bilimleri tanımıyla söylersek, üniversite

eğitimine baĢladığım da hazır bulunulmuĢluk

düzeyimiz hiç de fena seviyede değildi.

Meyillerimiz doğamızla koĢut bir seyir

izliyor kanısındayım. Yapısı gereği dıĢ dünyayı

fazlasıyla çekici bulmayan, oturmayı, okumayı, kapalı

alanlarda bulunmayı daha fazla seven; arkadaĢ sayısı

yok denecek kadar az, vaktini daha çok kendi içine

dönük harcamayı seven bir mizacım vardı. Ortaokul

yıllarında çizgi romanlarla baĢlayan okuma maceram,

daha sonra tarihi romanlar, deneme kitapları, dini

eserler, Batı ve Doğu klasikleriyle lise yıllarında da

devam etti. Üniversite yıllarında biraz sevgi, biraz

gizem, belki de biraz hiç kimsenin muhabbet

Page 4: Bengütaş Duvar Gazetesi Sayı: 5 Tarih: Haziran 2014

3

duymaması hatta hep bir ikrah duygusuyla yaklaĢması

beni divan edebiyatı metinlerine karĢı ilgili kıldı.

Dediğim gibi doğamızın meylettiği yere kendimizin

karĢı koyması ne kadar mümkün olabilirdi ki?

Dolayısıyla üniversite yıllarında divan edebiyatı

derslerinde baĢarısız olmadım, aksine bu edebiyata

karĢı olan derin tutkum beni baĢarılı kıldı.

Okuduğum lisenin çok büyük bir

kütüphanesi vardı. Oradaki klasik Batı edebiyatı

eserlerinin büyük bir kısmını okumuĢtum. Mesela

Shakespeare‟nin ve Molliere‟nin kütüphanede bulunan

tiyatro eserlerini, Hugo‟yu, Tolstoy‟u, Dostoyevski‟yi,

Goethe‟yi bulabildiğim eserlerinden okumuĢtum. Bu

Batılı yazarlar evrensel yazar ve Ģâirlerdi, eserleri hâlâ

insanlığa ıĢık tutuyordu ama bizim Ģâirlerimiz

hayattan ve hakikaten kopuktu (Öyle deniyordu). AĢk,

kadın ve Ģarap Ģairiydiler. Halktan kopuk, saraya

hizmet eden, para için Ģiirler yazan, anlaĢılmaz, ağır

ve ağdalı bir dil kullanan ve haliyle eski Türk

edebiyatı Ģairiydiler. Eski kelimesinin yeni demek

olmadığı, yeni olmayanın pek de matah bir Ģey

olmayacağı, “eskiye rağbet olsa bitpazarına nur

yağardı” sözünden anlaĢılıyordu. Ġyi ama Fuzulî‟yle

aynı çağda yaĢayan Shakespeare niye eski Ġngiliz Ģairi

diye anılmıyordu da, Ġngiliz Ģairi diye anılıyordu?

Niye Shakespeare‟nin eserleri tarihçiler, psikologlar,

eğitim bilimciler, teologlar tarafından da inceleniyor;

eserleri sinemaya uyarlanıyor; tiyatrolarında insan

karakterlerin en derin gizemleri bulunuyordu da iĢ

bizim Ģâirlere gelince eski gazel veya kaside Ģairi

oluyorlardı?

Soruların nihayeti yok. Bendeniz beĢ yıl

öğretmenlik yaptıktan sonra kaderin baĢka bir

cilvesiyle Samsun‟da yüksek lisansa baĢladım. Ġlk

önce Halk edebiyatı çalıĢmak nasip oldu, ikinci yarıyıl

eski edebiyata intikal ettik. Daha sonra doktora

aĢamasında da divan edebiyatı çalıĢma saham oldu.

Bendeniz eski edebiyata, kendi kariyerimi geliĢtirecek

bir araç olarak bakmadım. “Nasıl olur da bu edebiyatı

anlamaya, anlatmaya çalıĢabilirim”e gayret ettim. Yüz

yıldır bu ülkede divan edebiyatı dersleri

üniversitelerde okutuluyor, bugün yüzlerce araĢtırmacı

bu edebiyat sahasında at koĢturuyor, yüzlerce insan

bilimsel eserlerini bu sahada hazırlıyor ve hala sağda

solda bu edebiyat için bir yığın olumsuz laf ediliyor,

her sene üniversiyeye baĢlayan gençlerimize bu

edebiyat sorulduğunda alınan cevaplar Namık

Kemal‟in yaftalarından bir adım öteye gitmiyorsa

bizim daha yapacak çok iĢimiz var demektir.

Pek çok yazınızda daha çok Batı

edebiyatıyla Yeni Türk edebiyatı sahasında

kullanılan yapısalcılık, metinlerarasılık, Rus

biçimciliği vb. yöntemlerden divan şiiri

araştırmalarında da faydalanılması gerektiğini

söylüyorsunuz. Bununla birlikte Eski Türk

Edebiyatı uzmanı pek çok akademisyen batı

kaynaklı bu yöntemlerin divan şiirine

uygulanamayacağını, uygulandığında da bizi yanlış

sonuçlara götüreceğini belirtmektedir. Bu konuda

neler söylemek istersiniz?

Edebiyat güzel sanatların bir kolu değil mi?

Evet temel yedi sanattan birisi, sözle yapılanı. Peki

güzel sanatlar hangi bilim dalının inceleme

alanındadır? Tabii ki Estetik‟in, estetik de genelde

Felsefe‟nin bir alt dalıdır. Edebiyat dille yapılıyorsa

ayrıca dille ilgili bilim dallarına (anlambilim, dilbilim,

sitilistik, sesbilim, göstergebilim vb.) baĢvurmadan dil

anlaĢılamayacağına, dil anlaĢılmadan da edebiyat

anlaĢılamayacağına göre eski olsun, yeni olsun bir

edebi metni anlamak için felsefenin, estetiğin, dille

ilgili bilimlerin yardımı olmadan biz metinleri nasıl

çözeceğiz?

Merak ediyorum, yanlıĢ sonuçlara

götüreceğini söyleyenler bunu uygulayıp da mı

söylüyorlar, yoksa gerçekliği temsil etmeyen bir kaç

yanlıĢ örneğe bakarak mı konuĢuyorlar? 500 yıl sonra

bile hala dünyanın en çok okunan insanlarından biri

olan Montaigne kendi konumuyla ilgili Ģunları

söylüyor: “DüĢüncelerimi ne savunma ne de onlara

bağlı kalma yükümlülüğü altına giriyorum. canım

istediğimde onları terk edebilirim; kuĢkularıma,

güvensizliğime geri dönebilirim; tinsel bakımdan bana

egemen olan konuma, yani bilgisizliğime geri

dönebilirim.” Burada arayan adamın hikâyesi var,

bulan değil. Konum olarak kendimizin ebedi

misyonunun arama üzerine kurulması gerektiği

kanısındayım, bulma değil. Bulduğunu iddia edenlerin

kesinlikçiliğine karĢın Ġtalo Calvino Ģöyle diyor:

“Bana böyle öğretilmiĢti: dünyadan, cevapları kesin

sorulardan, büyük gruplardan Ģüphe et.” Mevlana‟nın

“Allah‟ım bana eĢyayı (Ģeyleri) olduğu gibi göster!”

demesi boĢuna değildir. ġeyler olduğu gibi değildir,

bizim onlara baktığımızda gördüğümüz yanı bizim

birikimimiz kadardır. Kim diyebilir ki biz bir Ģeyi her

yönüyle bir bakıĢta anlıyoruz? Varlık daima bir gizem

arkasındadır. Varlık kendisini sizin ona olan ilginiz,

onu anlama çabanız oranında açar. Bir edebi metin

estetik bir varlık olarak belki de en karmaĢık Ģeydir.

Çünkü gerçekliği tümüyle dil üzerine inĢa edilmiĢtir.

Dilin çoğul gösterilenleri üzerine.

Hiçbir kuram metni anlatmaz, sadece

anlamamıza yardımcı olur. Rollo May, o muhteĢem

Yaratma Cesareti adlı eserinde, insanı ve varlığı

anlamak için geliĢtirdiği kuramlar olduğunu, bunlara

önceleri iman ettiğini ama sonra bazı insanlar ve

olaylarla karĢılaĢtığında kuramlarının çöktüğünü ve

bunun üzerine hemen sonuçları değil kuramları

değiĢtirmeye/geliĢtirmeye/tamir etmeye çalıĢtığını

söyler. Todorov da Fantastik adlı kitabının giriĢinde

yapısalcılık hususunda aĢırı gittiklerini, Ģimdi bunu

daha iyi anladığını itiraf eder. Kuramlar ilahi yasalar

değil ki. Batılı olsun Doğulu olsun hepimizin derdi Ģu:

Fuzûlî bize ne diyor, Shakespeare bize ne diyor;

Dante, Gazali bize ne diyor? Ben bunu hangi yönteme

baĢvurarak anlayabilirim? Kuramın veya teorinin

gerekliliği Ģundan: Gadamer diyor ki, “Yorumcu ve

Page 5: Bengütaş Duvar Gazetesi Sayı: 5 Tarih: Haziran 2014

4

okur edebiyat yapıtı ile baĢ baĢa kaldığında, yapıt

yorumcunun ve okurun önünde kendi tarihsel

bağlamından soyutlanmıĢ bir halde durmaktadır. Öyle

ki, genellikle sanat yapıtı, bu yönüyle sürekli

Ģimdidedir.” Tarihsel eleĢtiride metin tarihtedir.

Modern kuramların pek çoğu metni bugüne de getirir.

Batılı kuramcılar o kuramlarla sanatın, edebiyatın,

sözün, metnin sırları üzerine atomik çalıĢmalar

yaptılar ve metinleri eskimez kıldılar; bugünün insanın

varoluĢuna anlam katar kıldılar; onları tarihsel birer

yığın olmaktan çıkardılar.

1930‟lu yılların baĢında Ali Nihat Tarlan

Hocamız eski metinleri anlamaya çalıĢmıĢ. Batılı

yöntemleri beğenmemiĢ. Enteresan bir Ģekilde bunları

beğenmeme sebebi pedagojiye fazlaca bulaĢmıĢ olmak

olarak açıklıyor, tam olarak ne demekse? Ama bizim

üniversitelerimizde kanon olarak Ali Nihat Tarlan

Hocamızın kurmacası esas olduğu için hiç kimse onun

bu kurgusu üzerine yeni bir kurgu inĢa etmeye cesaret

etmemiĢ, gerek de görmemiĢ.

Batı insanı yüz yıldan fazla bir süredir, dinî,

edebî, tarihî, mitolojik, kültürel pek çok metni

anlamak için çok büyük mücadeleler vermiĢ. Bazen

felsefeden, bazen antropolojiden, bazen psikiyatriden,

bazen teoloji, bazen mitoloji, bazen tabiat

bilimlerinden yardım almıĢ. Edebi metnin dil yapısı

üzerine metnin atomlarına varan incelemeler yapmıĢ.

Saussure‟den sonra Batılı insanın dile bakıĢı tamamen

değiĢmiĢ. Saussure sadece Batılı dili mi anlatıyor?

Tabii ki hayır, insanların dili algısına kökten eleĢtiriler

getiriyor ve dili söz ve dil olarak iki temel bileĢene

ayırıyor ve insanların edebi metinleri incelerken

bunları birbirine karıĢtırdığını söylüyor ve ayrıca dili

eĢsüremli ve artsüremli olarak iki farklı kategoride

inceliyor ve edebi metni artsüremli değil eĢsüremli

olarak ele alıyor. Saussure‟nin bu yaklaĢımı Batı‟da

dinî, edebî, mitsel hemen bütün metinlere bakıĢı

kökten değiĢtiriyor ve pek çok farklı kuramın ortaya

çıkmasına sebep oluyor. Sausure‟den sonra pek çok

kuram ve teori geldi geçti. Batılı insan hâlâ metni

anlamanın en iyi yolunu arıyor. Bizim 1920 yılların

baĢında el yordamıyla bulduğumuz ve hâlâ

uyguladığımız yöntem kusursuz, mükemmel de

yüzlerce insanın metinleri anlamak için harcadığı onca

ömüre mal olmuĢ yöntemler mi sakıncalı, yanlıĢ ve

hatalı? Bugün Propp‟un masalları inceleme yöntemi

pek çok Türk masalına uygulandı, bu yöntemle

doktora tezleri yapıldı, Türk masalları ne kaybetti?

Şu da var ki, Divan Ģiirinin dayandığı

estetik, tarihi, dinî-tasavvufî temeller bilinmeden

modern kuramları bu Ģiirlere uygulamanın bazı

sakıncaları da vardır. Ve eğer uygulanacaksa her iki

yön de çok iyi bilinmelidir. Biz, çeĢitli

makalelerimizde bu hususlara ayrıntılı olarak

değindik. Batılı yöntemleri her bilim dalında

kullanırken bir sakınca yok da edebiyatta mı sakınca

olacak? Olacaksa da uygulamadan bu anlaĢılmaz.

Bendeniz Gremias‟ın Eyleyenler kuramını Leyla vü

Mecnun mesnevisine uyguladım ve bu kuramın bu

mesneviyi anlamada kimi eksik yönlerine iĢaret ettim.

Yine Bildungsroman olarak Leyla vü Mecnun‟u

inceledim ve kuram ile metin arasındaki bazı uyuĢmaz

noktaları göstermeye çalıĢtım. Tamam, bu yöntemleri

reddedelim de bizim elimizde Divan Ģiirini anlamak

için bir yöntem mi var, Allah aĢkına?

Bu soruya olan cevabıma–kusura bakmayın biraz uzun

oldu ama- Ģöyle bir örnekle son vermek istiyorum:

Shakespeare‟nin MACBETH adlı eserini

Türkçe‟ye çeviren bir mütercim kitabın giriĢinde

okurlarına Ģöyle sesleniyor:

“Yaşadıklarınız hakkında, aşk hakkında,

müzik ya da yaşlılık hakkında söyleyecek anlamlı bir

şeyler bulamıyorum diyorsanız bu konuda

Shakespeare‟ye güvenebilirsiniz. Sevgilinizin

gururunu okşamak ve onu yüceltmek istiyorsanız

Büyük Şâir‟in „Bir yaz gününden farkın nedir, bilir

misin sevgilim‟ diye başlayıp “ama sendeki sonsuz yaz

hiç solmayacak… Nefes aldıkça insanlar, gördükçe

gözler bu şiirim yaşayacak ve seni de yaşatacak‟ diye

biten 18. Sonesinden yardım alabilirsimiz. Bu

dünyanın çivisi çıkmış diyorsanız ve tak etmişse

canınıza artık dünyadaki yolsuzluklar „vaz geçtim bu

dünyadan. Tek ölüm paklar beni‟ diye başlayıp devam

eden 66. Sone duygularınıza tercüman olur belki de.

Evlatlarınızın vefasızlığından canı yanmış bir

ebeveynseniz, „vefasızlığın keskin dişlerini, tam

yüreğime sapladı bir akbaba gibi. Nankör bir evlada

sahip olmak daha da can yakıcı keskin bir yılanın

dişlerinden‟ diyerek dert ortağınız olabilir Kral

Lear...”(Shakespeare, Macbeth, (Çev: Safiye Gül

Yazıcı), Paraf Yay., Ġstanbul 2011. GiriĢten)

Bir Türk okuru, kendi duygularını ifade için

16. yüzyıldaki bir Ġngiliz‟e baĢvurmak yerine 16.

yüzyıldaki bir Türk Ģâirine baĢvursa nasıl olur? “On

altıncı yüzyıldaki bir divan Ģâiri 21. yüzyıldaki benim

duygularıma nasıl tercüman olabilir ki?” mi

diyorsunuz? Sizinle aynı dili konuĢan ve aynı

medeniyetin insanı on altıncı yüzyıldaki bir Türk Ģâiri

size tercüman olamıyor da, on altıncı yüzyıldaki bir

Ġngiliz Ģairi nasıl tercüman olabiliyor?

Bütün o modern veya gayr-ı modern

yöntemlere baĢvurmadan sadece kelimelerin peĢine

düĢerek bu iĢi yapmaya çalıĢacaksak Fuzulî‟ler,

Nâbî‟ler, ġeyh Gâlib‟ler ilanihaye bir tozlu raflarda

eski Ģâirler olarak kalmaya ve bizim insanımız da

duygularını ifade için Shakespearelere yalvarıp

yakarmaya devam edecektir.

Hocam size göre Eski Türk Edebiyatı

araştırmacılarının daha çok hangi tarz çalışmalara

yönelmesi gerekir?

Bu sorunun cevabı için bir destan yazmayı

ne çok isterdim!

Victoria Holbrook, ġeyh Galib'in Hüsn ü

AĢk'ı üzerine yazdığı Aşkın Okunmaz Kıyıları adlı o

Page 6: Bengütaş Duvar Gazetesi Sayı: 5 Tarih: Haziran 2014

5

ünlü eserinin giriĢinde ülkemizdeki eski Türk

edebiyatı çalıĢmaları hakkında bazı eleĢtirilerde

bulunur. Holbrook'a göre Türkler zorluğu icat

etmiĢlerdir. Ona pek çok kimse, Hüsn ü AĢk'ın zor bir

eser olduğunu söyler ve baĢka bir çalıĢma yapmasını

tavsiye eder. Hâlbuki onlar için (Batılılar) zorluk diye

bir Ģey yoktur, çalıĢma veya çalıĢmama; araĢtırma

veya araĢtırmama; bir eser ortaya koymak gibi

muazzam bir iĢin üstesinden gelecek sabrı ve

tahammülü gösterme veya gösterememe vardır.

Holbrook, "Eğer Türkiye'de harf inkılâbı olmasaydı

acaba Türkler tez olarak ne çalıĢacaktı" diye ince bir

istihzada da bulunur.

Hakikaten bu soru çok anlamlıdır. Eğer harf

inkılâbı olmamıĢ olsaydı, yüksek lisans/doktora tezi

deyince metin neĢrini anlayanlar ne yapacaktı? Bu

metinlerin neĢri, yeni alfabeye aktarılması, yeni dille

ifadesi çok önemlidir. Ama niçin önemlidir? Bu

eserler yeni harflere aktarılıp raflardaki yerlerine

yeniden dönüyorlar, eskiden Arap harfli olarak

raftaydılar Ģimdi de Latin harfli olarak, peki ne

değiĢti? Biz bu metinler üzerinde araĢtırma

yapmayacak mıyız? Yapacaksak nasıl yapacağız?

Dikkat edenlerin pek iyi bileceği bir

husustur: Divan Ģiiri metinleri incelenirken genellikle

en büyük sorun Türkçe'de çıkar. Çünkü bu Ģiirin Arap

ve Fars dili üzerine tarih boyunca yapılmıĢ onlarca

sözlük vardır. Ama iĢte Divan Ģiirindeki arkaik veya

arkaik olmayan Türkçe kelimeler üzerine

sözlük(ler)imiz yoktur. Tarama sözlüğü fevkalade

kifayetsizdir. Dilimiz Arapça ve Farsça'dan kelimeler

almıĢ ama bunların pek çoğunu TürkçeleĢtirmiĢtir.

Divan Ģiirinde bütün bu kelimeler çift karakteriyle

kullanılır. Arap için sûret olan kelime biz de surat

olmuĢtur; Fars için endiĢe düĢünmektir; bizde

düĢünmekten ziyade kaygıya, korkuya gönderme

yapar, hatta tehlikeli bir eylem biçimidir. Harf

kelimesinin Arapçadaki asıl anlamı bir şeyin sivri

tarafıdır. Bu yüzden divan Ģiirinde harf atmak deyince

genellikle ok, kılıç gibi kesici varlıklarla kullanılır.

Bizim için kelime anlamlı bir ses topluluğudur, ama

Arap için bazen bir cümle bir kelimedir (kelime-i

tevhit) gibi. Demek istediğim Ģu: ġimdiye kadar bizler

Divan Ģiirinin onlarca, belki yüzlerce sözlüğünü

hazırlamalıydık. Divan Ģiirinin kaynağı olarak

âyetlerin, hadislerin, ilm-i kelam, ilm-i tefsir, ilm-i

fıkıh vb. ilimlerin, mitoloji, destanlar, menkıbeler, dini

ve tarihi Ģahsiyetler, mekânlar, zamanlar, eĢyalar,

oyunlar, meslekler vs. pek çok sahanın terim, deyim,

kavram, kiĢi ve varlıklarının sözlüklerini yapmalıydık.

Eskiler sözlük için ilm-i âlet demiĢler. O aletler

olmadan metine nasıl nüfuz edilir? Bugün

Shakespeare‟nin metinlerini anlamak için Türkçe‟de

bile binlerce sayfalık sözlükler var. Ama bizler

Fuzulî‟yi, Ahmed PaĢa‟yı, ġeyh Galib‟i, Yunus

Emre‟yi, artık kimi sayarsanız sayın bütün bu Ģairleri

Ferid Devellioğlu lügatiyle anlamaya çalıĢıyoruz.

Bizim elimizde Ģimdi Fuzulî‟nin genel anlamda bir

gösterilenler sözlüğü özel anlamda her bir eserinin

müstakil sözlükleri olması lazımdı. Bunları yaptık mı?

Türlerin, biçimlerin ve bunların bizim

edebiyatımızdaki seyriyle diğer milletlerdeki seyri

arasındaki farklılıkları bir bir ortaya koymaya

çalıĢmalıydık. O zaman, “Divan Ģiiri Arap ve Fars

Ģiirinden aynen etkilenmiĢ taklit bir edebiyattır”

sözünün hakikati ortaya çıkardı. Yahya Kemal‟in de

dediği gibi, Türk Divan Ģiirindeki gazellerin hemen

hemen yüzde ellisi rediflidir, ama Arap ve Fars Ģirinde

böyle değildir? Bunun sebebi nedir? Sadece dil farkı

mıdır? Neden mevlit, miraciye, hilye vb. türler bizde

pek fazladır da Arap ve Ġran edebiyatında o kadar

görülmez? Nizami Leyla vü Mecnun‟unda mesnevi

arasında gazel nazım biçimiyle Ģiirler yazmaz da

neden Fuzulî böyle bir yola baĢvurur? Neden ġeyh

Galib Nizami‟yi eleĢtirirken rindân-ı acem âdâb

gözetmez der. Bunun anlamı nedir? Türkler metin

kurarken âdâba fazlasıyla mı riâyet ederler? Ġran

edebiyatı Rubâi‟ye bunca önem verirken neden Arap

ve Türk edebiyatında bu türe (biçime) bu denli önem

verilmez? Fuzulî sadece bir divan Ģâiri midir? Katip

Çelebi onun Matlau‟l-İtikad‟ı için “kelam ilmi

hakkındadır”diyor. Acaba biz hiç araĢtırdık mı? Divan

Ģâirlerinin kelam, akaid, felsefe vb. farklı ilim

dallarına katkısı ne olmuĢtur ve kelam ilmini bilmeyen

bir kiĢi Fuzulî‟nin bu eserinden ne kadar anlayabilir?

Dolaysıyla divan Ģiiri metinleri için ne zaman

disiplinler arası ortak çalıĢmalar yapılacaktır?

Fuzulî‟nin de bugünün insanın arayıĢlarına cevap

verecek bir donanım ve enginliğe sahip olduğunu kim

yazacak, söyleyecek, bulup çıkaracak? Sadece divan

Ģairi uzmanları mı? Diğer sosyal bilimciler ne zaman

bu her yönlü insanlarla ilgilenecekler? “Ben

psikanalizi Freud‟dan değil Dostoyevski‟den

öğrendim” diyen Nietzsche edebiyatın hangi yönüne

iĢaret ediyor ve Fuzulî‟nin edebiyatının o yön

bakımından fakir olduğunu kim iddia edebilir?

Bugün Dostoyevski‟nin eserleri hukuk

fakültelerinde bir hukuk metni olarak okutuluyorsa,

edebiyatın hangi yönü hukuk gibi keskin bir alana

kaynaklık yapabilmektedir? Fuzulî, bugün için bir

hukukçuya hi bir Ģey ifade etmemekte midir?

Shakespeare hakkında bunca yorum, hala açıklığa

kavuĢturulamamıĢ bunca mesele, sinema, tiyatro,

felsefe, davranıĢ bilimleri, dil, teoloji dallarında onca

Shakespeare uygulaması, çalıĢması, araĢtırması...

Çünkü Shakespeare‟i sadece eski Ġngiliz edebiyatı

uzmanları okumuyor, zaten böyle bir anabilim dalı da

yok!

Bir de Ģuna dikkat edilecek; hele hele de

bizim kültürümüzde Ģiir sadece Ģiir değildir: Hilmi

Yavuz‟un Ģu sözleri kulaklarımda çınlıyor: “Batı'da

Ģiir ve roman söylemleri ayrılmıĢ, Ģiir ve felsefe

ayrılmıĢ, bizde ise her Ģey aynı söylemin içinde

kalmıĢ, Ģiir her Ģeyi kuĢatıyor.”

Page 7: Bengütaş Duvar Gazetesi Sayı: 5 Tarih: Haziran 2014

6

Bendenize kalırsa çalıĢılacak o kadar konu

var ki! Geçen sene Ġstanbul‟da yapılan uluslar arası

tapu kadastro sempozyumuna baĢvurmuĢtum. Bana

“divan edebiyatı ile tapu kadastronun ne alakası var?”

dediler ve baĢvurmamı yadırgadılar. Onlara kalsa

divan Ģiiri biraz aĢk, biraz meĢk, kadın, meyhane ve

Ģaraptan ibaretti. Asıl tapunun divan Ģiiri olduğunu

söyledim onlara. Binlerce Ģâir, Osmanlı coğrafyasının

hemen her yerindeki eserler üzerine binlerce tarih

kıtası, kaside, nazım yazmıĢlardı. O camiler, çeĢmeler,

köprüler, dergâhlar, medreseler vb. binalar bugün

yerinde olmayabilirdi ama Ģiir duruyordu ve tarihi bir

vesikaydı. Hayretle karĢıladılar, ama yine de pek

akılları kesmedi. Çünkü onların kafalarını da iğdiĢ

eden sonuç da bizlerdik. Bizler divan Ģiirinin tarihi

kıymeti, belge niteliği, sosyal ve tarihi olayları

anlamada bu Ģiirin değeri, değerler eğitimi ve insan

psikolojisi üzerine hangi açılımları sunduğu (Ģiir-

terapi) üzerine araĢtırmalar yapıp eserler ortaya

koyduk mu?

Metin neĢrinde artık nihayete geldik, artık

metinlerin iç âlemine yolculuk yapmanın, metinler,

disiplinler, kuramlar arası çalıĢmalarda bulunmanın

zamanı gelip de geçmektedir. Bir metin sadece tarihsel

olarak incelenemez. Okur merkezli, yazar merkezli,

metin merkezli onlarca değiĢik kuramla bu metinleri

incelemeli ve Türk Divan Ģiirinin (eğer varsa) dünya

edebiyatındaki yer ve önemini insanlığa sunmaya

çalıĢmalıyız! Divan Ģiirinin poetikası ve bu poetikanın

inĢası üzerine tezkireler, mecmualar, divan Ģiir

metinleri, dibaceler ayrıntılı olarak incelenmeli.

Eminim o zaman insanlar Shakespeare kadar

Fuzulî‟ye de kulak vermeye baĢlayacak, zira cümle

şâir dost bahçesi bülbülüdür.

“Deneysel Edebiyat Yönüyle Divan şiiri”

kitabınız alana yaptığı özgün katkıyla çok ses

getiren bir çalışma oldu. Divan şiiri hakkında

bildiğimiz pek çok şeyi yeniden sorgulayıp

düşündürten böyle bir çalışmanın nasıl ortaya

çıktığı konusunda bizi bilgilendirebilir misiniz?

Bir önceki soruda dediğimiz gibi yapılacak

o kadar çok iĢ var ki! Tanzimatçılar daha yaĢarken

Divan Ģiirini rafa kaldırmıĢlardı. Bir kanon kurucu

olan Namık Kemal‟in görüĢleri ortada. Ondan sonra

kimse de bu edebiyata yaklaĢmaya, onun olumlamaya

cesaret edemedi. Tanzimatta abes-muktebes

tartıĢmasını baĢlatan Menemenli-zâde Tâhir bir gün

bir mersiye ile Recâizâde Ekrem‟e geliyor. Malum

Recâizâde ebedî ve edebî Ģeftir. Ekrem mersiyeyi

okuyor ve hıĢımla Tâhir‟e dönerek “Bugün eli kalem

tutan herkesin yazdığı her Ģeyi kendisine borçlu

olduğu Fuzulîler, Bâkîler, Nef‟îler unutulmuĢ ve hiç

bahsedilmiyorken, bir Türk düĢmanına sen nasıl

mersiye yazarsın!” diyerek onu azarlıyor hem de

öfkeyle. Mersiye o günlerde yeni ölen Victor Hugo‟ya

yazılmıĢtır. Ve Hugo, Türk-Yunan savaĢında

Yunanlıları destekleyen hararetli metinler yazmıĢtır.

Buradan ne anlaĢılıyor? Demek ki daha Tanzimat

döneminde Divan Ģiiri unutulmuĢ gitmiĢ.

Yakup Kadri bile yirminci yüzyılın baĢında

lisede okuduğunu ve bir iki beyit hariç hemen hiç

Divan Ģiiri görmediklerini, Yahya Kemal‟in Paris‟ten

dönünce gazeller okumasını fevkalade

yadırgadıklarını söyler. Cumhuriyetle beraber eski ile

olan bağ hemen her sahada askıya alındığı için bu

edebiyat da ebedi uykusuna terk edildi ve

bahsedildiğinde de hiç hayırla yad edilmedi. Yüksek

kanon ona sağlıklı bir gözle bakmaya hep engel oldu.

Hâkim karakterin reddedici olması Divan Ģiiriyle ilgili

her türlü göndermeyi düĢmanlık üzerine kurdu. Bu

Ģiirin deneysel tarafı da bu olumsuzlamalardan

nasibini aldı.

Bir gün aykırı, örneği olmayan, tuhaf,

orijinal metinler kurma demek olan deneysel edebiyat

üzerine bir yazı okuyordum. Yazar, bu edebiyatın

Fransa‟da George Perec ve arkadaĢları tarafından

Oilipo adıyla kurulduğunu, bunların o zamana kadar

örneği olmayan çok ilginç metinler ürettiklerini –

mesela George Perec, içinde hiç e harfi/sesi geçmeyen

bir roman yazar. Üstelik de Fransızcada e sesini

çıkardığınızda kullanacağınız kelimelerin sayısı yüzde

otuz civarındadır. George Perec‟in bu romanını

okuyan hiç kimse bu romanda e sesinin

kullanılmadığını uzun yıllar fark etmez- bizde

deneysel edebiyat çalıĢmalarının yeni yeni baĢladığını,

bu iĢin modern zamanların iĢi olduğunu, halk

Ģiirimizde lebdeğmez gibi birkaç deneysel oyunun

olduğunu ama bunun bir edebiyat iĢi olarak çok hafif

kaldığını, divan Ģiirinde ise böyle Ģeylere hiç

rastlanmadığını, rastlanmamasının da normal

olduğunu söylüyordu.

Divan Ģiirinin deneysel karakterinin

olmadığının zannedilmesi tabii ki bir vehimden ibaret.

O gün için hiçbir araĢtırma yapmamıĢ olmama rağmen

aklıma gelen birkaç örnek bile o yazarı yalanlamaya

yeterdi. Nedense bunu bir onur iĢi yaptım. Ve elime ne

kadar divan geçtiyse kelime kelime okumaya

baĢladım. Tabii bazen koca bir divanı okuyorsunuz ve

hemen hiçbir örnek bulamıyorsunuz. Böylece takriben

yüz elli eser üzerinde yaklaĢık sekiz yıl çalıĢtım ve

ortaya çok az örneğini sunabildiğim o kitap çıktı.

Sadece benim bulabildiğim birkaç mütevazı örneğe

bakıldığında bile divan Ģirinin ne muazzam bir hazine

üzerine inĢa edildiği, deneysel denince bugünkü

insanın akıl ve havsalasının almayacağı ne muhteĢem

uç örnekler verildiği görülecektir. Bu vesileyle fark

ettiğim hususlardan biri de bizim edebi sanatlar

üzerine olan bilgimizin ne kadar sathi olduğudur.

Çocuklarımızın baĢına bir bela olarak sardığımız edebi

sanatların her biri aslında deneysel edebiyat gözüyle

bakıldığında ne muhteĢem örnekler, ne harika yaratıcı

misaller olarak durmaktadır. Bir baĢka husus da

bizlerin bugün edebi sanatları Tanzimatçı birkaç Ģâir

ve yazarın gözüyle tanımamızdır. Buralarda bazı

eksiklikler olduğu muhakkak. Zira mevcut

Page 8: Bengütaş Duvar Gazetesi Sayı: 5 Tarih: Haziran 2014

7

kitaplarımızdaki kimi edebi sanat tarifleriyle

tezkirelerdeki örnekler birbiriyle çeliĢmektedir. Bugün

bizler divan Ģâirinin gözüyle edebi sanatların ne

olduğunu bilmekten bile mahrumuz. Onların deneysel

edebiyat dünyasına hakkıyla nasıl girelim? Bu

edebiyatın deneysel yönü klasik Ģiirin saf Ģiir tarafı

üzerine çok önemli veriler sunmaktadır. Bir gün

inĢallah ideolojik yaklaĢımlar ortadan kalkacak ve bu

edebiyat bir iman ve inkâr nesnesi olmaktan çıkıp da

bir araĢtırma objesi haline getirildiğinde bu metinlerin

kıymeti çok daha iyi anlaĢılacaktır. Bizim kitabımız

deneysel edebiyatın karakteristik tarafı üzerine birkaç

örnekten oluĢmaktadır. Yeni araĢtırmalarla çok daha

komplike, çok daha zengin örneklerin bulunacağından

hiç Ģüphem yoktur.

Sizce bugün kültürümüze daha doğrusu

Osmanlı kültürü ve edebiyatına hakkıyla sahip

çıkıp bu yüksek kültürü yeni nesillere tanıtabiliyor

muyuz? Bu konudaki düşünceleriniz ve bu alanda

çalışmak isteyen gençlere tavsiyeleriniz nelerdir?

Bugün üniversite sınavına çalıĢan

öğrencilerin önündeki tanımlarda Divan Ģiirini

güzelleyici bir tek vasfın bile yer almaması sorunuza

olumlu cevap vermeme mani oluyor maalesef. Her yıl

edebiyat bölümlerimize gelen çocuklarımıza Divan

Ģiir hakkındaki bilgi, kanaatlerini soruyoruz. Nedir

cevapları: Hayattan kopuk, saray civarında geçen,

anlaĢılmaz, soyut, Arapça Farsça tamlamalarla ağır bir

dili olan, yüksek zümre Ģiiri… Bu tanımı onlara

kimler belletiyor, edebiyat öğretmenleri mi, okul mu,

modernizm mi, sistem mi, hepsi mi, hiçbiri mi? Bazen

Ģaka tarafı az, ciddi tarafı çok Ģöyle bir cümle sarf

ediyorum: Türk‟ün Türk‟ten baĢka düĢmanı yoktur.

Alman‟ı, Ġngiliz‟i, Amerikalı‟sı, Fransız‟ı, bizim

klasik edebiyatımızı araĢtırır, nice eserler verir ve

genellikle bu edebiyatın ihtiĢamı üzerinde dururken

(Gibb, Hammer, D‟istria, V. Holbrook, W.

Andrews…) bizler bu edebiyattan hiç de hayırla

bahsetmeyiz. Bendeniz âcizane Divan Ģiirimize

Türklerden baĢka düĢman olan bir millet evladı

görmedim/okumadım. Bu neden böyle olmaktadır?

Neden kimi Türkler kendi tarihinden, edebiyatından,

atasından, geçmiĢinden nefret etmekte ve neden bu

zaman ve zemine tarihsel bir mesafeden bugüne dönük

yüzüyle ne alabileceğimiz açısından bakamamaktadır?

Bir nesnenin varlık değeri bizim onunla olan

mesafemizi de belirler. Bugün devletimizin resmi

eğitim kurumları (MEB, YÖK, ÖSYM) bu Ģiirin insan

zihni, insan eğitimi, tarih bilinci, aidiyet kimliği

oluĢturma süreçlerinde etkin rolüne inanamamaktadır

yahut da bana inanmıyormuĢ gibi gelmektedir. Mevcut

durumdan bu anlaĢılıyor.

Kıymetlerinin kıymetini bilmeyen milletler

sonuçta hiçbir kıymet üretemeden tarihten silinip

gidiyor. Tarihsel, mekânsal, zamansal hafızamız o

derecede kopuk ve parça bölük ki! Bizim gibi tarihsel

mirasını beĢ ayrı coğrafyadan, beĢ ayrı dinden, beĢ

ayrı alfabeden okumak zorunda bırakılan kaç millet

vardır? Gördüğüm kadarıyla yoktur ve zaten olmazdı

da. Bu kopukluğu bunca tarihsel yoksunluğa ve

yoksulluğa rağmen nasıl gidereceğiz? Ne zaman

geçmiĢimizi bir iman ve inkar nesnesi olmaktan

çıkaracağız?

Bendenizin Batılı yazarları okuma

serüvenimde gördüğüm ve beni hep hayrete düĢüren

bir yön var. Bir Batılı araĢtırmacı, bilim adamı,

sanatkâr nerdeyse kendisini sadece ama sadece

aramaya kodlayan adam. Bulan değil, arayan adam.

Aradığını bulduğu anda, hemen onu bulmanın

sarhoĢluğunu bir yana bırakıp, yeni bulmaları aramaya

çıkma hazzına kapılan adam. Bu yüzden sürekli bir

Ģeyler buldukça aslında bulunacakların sonsuz

olduğunu görüyor ve hayretlerini hep muhafaza

ediyorlar. Bizler ise bulmanın sarhoĢluğuyla ilelebet

yatmanın hazzına esir oluyoruz. Bulduğumuzu

bulmamız gereken, olduğumuz yeri gelmemiz ve

gelinmesi gereken yer zannediyoruz/vehmediyoruz.

Aramanın hazzını kaybetmiĢiz. Bulduğumuzu yeter

zannediyoruz. Çok fazla kesbiyiz!

İnsan bir sürekli baktığını, bir de hiç

bakmadığını görmezmiĢ. Farklı disiplinlerde

gezinmedikçe aynı disiplin içindeki çalıĢmalar bizim

sadece körlüğümüzü artırır. Sadece kendi zihniyeti

çerçevesinde yüz bin eser okusa da bir kiĢi cahildir.

Zira baktığına birileri tarafından nasıl bakıldığından

haberi yoktur. Bu yüzden üniversitelerdeki anabilim

dalları fevkalade bölücü olmuĢ ve her ana bilim dalı

çalıĢanı yanındaki arkadaĢından bihaber gökte uçurma

uçurmuĢtur. Bendeniz eski, yeni, halk, dil gibi

uyduruk bölümlemelere hiç itibar etmedim. Bu

bölümlemeler sınıflı toplumların icadıdır ve her

yönüyle inceltici, yanlı ve kapsayıcı olmaktan

tamamen uzaktır.

Bendeniz arkadaĢlarımıza âcizane hep Ģu

telkinde bulunmaya çalıĢıyorum: Sadece kesbî

çalıĢmalarla hiçbir yere varamayacağız, lütfen artık

hasbî çalıĢalım. Kesbîlik de olsun ama esas vurgu

hasbiyette bulunsun. Çok çıkar merkezli, ben

merkezli, unvan, titr, mevki, haz ve sunum merkezli

çalıĢıyoruz, hatta yaĢıyoruz. Kendimizi değil amma

iĢimizi fazlasıyla ciddiye alalım.

Hocam ileriye dönük projeleriniz

hakkında bizi bilgilendirebilir misiniz?

Hani meĢhur bir söz vardır “denizde

kum…” diye baĢlar. Denizde kum bizlerde proje.

Amma hayale, amma gerçeğe yaslanmıĢ, her

halükarda çalıĢılması düĢünülen pek çok çalıĢma

planımız var. Mitoloji kitabımızın önsözünde de

dediğimiz gibi benim en büyük hayalim divan Ģiirinin

kaynaklarını çalıĢmaktı. Ġki tanesini kısmen de olsun

çalıĢabildim, fakat onlarcası hâlâ duruyor. Hayat ile

edebiyat arasındaki temel, reel, hakiki iliĢkiyi bulmak

ve onun üzerinden yeni metinler inĢa etmek; Rollo

May‟in “Herhangi bir tarih döneminin psikolojik ve

tinsel mizacını anlamak istiyorsanız, bunu o dönemin

sanatının derinlerinde aramaktan daha iyisini

Page 9: Bengütaş Duvar Gazetesi Sayı: 5 Tarih: Haziran 2014

8 Deneme

SOMA ŞEHİTLERİNE

Sevgi CANOĞLU

Örtün üstünü. Soğuktur onun elleri.Örtün onun üzerini soğuktur ayakları, sırtı ,yüzü. Örtün

bembeyaz kefeni. Sarın sarmalayın onu. Utanmasın beyaz kendinden. Bilsin en çok emekçi

Ģehidinin bedenine yakıĢtığını.

Dokunun onun ellerine son kez. Ellerindedir çektiği cefa. Son kez bakın onun yüzüne.

Musallaya gelmeden dünyevi kirini atmıĢlardır onun. Bakın da görün ekmek parasının nurunu

yüzünde. Seslenin son kez ona helal ettik biz sana hakkımızı . Ama geçirmeden de uyumayın

içinizden sende helal et hakkını bize diye. Gidin toprağına dokunun belki çeker acısını geride kalan

faninin bedeninden. Koklayın onun ebedi örtüsünü. Kokusunu bırakmıĢtır o siz gelirsiniz diye.

Dökmeyin gözyaĢlarınızı o toprağa. Bilin ki Ģehit makamıdır onun yattığı yer. Geride kalanlarını

soracaktır aydınlık görmeyen yüzlerinin cennet kuĢanmıĢ yürekleriyle uzaklardan. Allah'ın

emanetidir bize deyin sessizce onlara. Sessizce söyleyin ki korkmasınlar. Ölüm çok sesli geldi,

anlamadan yanaĢtı yanlarına. Bırakın onları Ģimdi ebedi sessizliklerine. Ve son bir kez daha helallik

isteyin onlardan. Sadece ölümün soğuk yüzü ile karĢılaĢtığımızda böyle andığımız için adlarını.

Helal etsinler haklarını, helal etsinler canlarını.

yapamazsınız” sözünde iĢaret ettiği Ģiir ve tarihsel

devir iliĢkisi bağlamından yola çıkarak Ģiir ve

bugünün insanı arasındaki telepatik hatta gerçekçi

fayda iliĢkisini kurabilmek, küçük denemelerle

yaptığım ve geliĢtirmek istediğim çalıĢmalar. Bir diğer

hayalim, divan Ģiirinin arkaik ve mitolojik Türkçe

kelimeler sözlüğünü yazmak. Bunun arkaik kelimeler

kısmıyla uğraĢıyorum. Diğeri fazlasıyla zaman istiyor

ve malum zaman da olmayan Ģeyin adı. Bunca ders

yükü altında o çalıĢmalar bir hayal-hanede mahfuz

kalmaz inĢallah. ġunu anladım: Yazı, yazdığımız

Ģeydir; kitap kitap olarak sunulan Ģeydir; konu benim

onu ele aldığım sınırlar içinde olabilen Ģeydir: Zira

hepsinin ötesi var amma benim ötem yok, sınırlarım,

zamanım, imkânım belli. Ġnsan yapabildiğinden

sorumlu ve onurlu olmalı; yapamadığından sorumlu

ve onursuz değil! Buradaki temel ölçütün ben

tamamen hasbiyete bağlı bir samimiyet olduğuna

inanıyorum. Samimiyetimiz eserlere siner,

samimiyetsizliğimiz de aynen öyle.

Son olarak Bengütaş Duvar Gazetesine

neler söylemek istersiniz?

Derginin adı fevkalade isabetli olmuĢ.

Zamana, zemine düĢen her söz ebediyete, bengiliğe

ısmarlanmıĢ bir emanettir. Zaman emaneti zayi

etmiyor. Küçük veya büyük, y aygın yahut sınırlı, az

veya çok demeksizin insanlık için yaptığımız her

gayret muhakkak kaydediliyor. “MahĢer gününde,

edip eylediklerimizi yazan kitaplar gökten karlar gibi

yağdığında bizim kitabımızı ak eyle!” diyor bir divan

Ģairimiz.

Aslında her edebiyat bölümünün böyle bir

çabası ve meyvesi olsa ne güzel olurdu. Amma iĢte

her hayırlı iĢ için delice bir fedakâr lazım. Siz

bulmuĢsunuz, darısı baĢımıza. Eskiden söz ve öz

ebediyete intikal etsin diye devasa bengütaĢlar

dikiliyordu, Orhun taĢları gibi. ġimdi iĢte, küçücük bir

ekran karĢısında çok daha kalıcı, çok daha etkili, çok

daha insana, zamana, mekâna uzanan bengütaĢlar

dikiliyor. Sizin yaptığınız gibi.

Necip Fazıl‟ın o eĢsiz benzetmesinde de

dediği gibi oluklar çifttir: Birinden nur akar,

diğerinden kir. ġu dünyaya bakıldığında görülecektir

ki, kir akıtan olukları beslemek için oluk oluk paralar,

imkânlar akıtılır. Lâkin öbür oluklar daima yetimdir.

Onların destekçileri az, ama ruhaniyetleri yüksektir.

Kanatlarını insanlığın hayrına açanlar için

yükselecekleri göğün sınırı yoktur! Sizlere, uçsuz

bucaksız semalar gibi açık bahtlar diliyorum. Ve

ayrıca böylesi bir imkân tanığınız için de kalbi

teĢekkürler.

Page 10: Bengütaş Duvar Gazetesi Sayı: 5 Tarih: Haziran 2014

9

Mektup

SENSİZKEN TUTULDUĞUM YAĞMURLAR

Yunus Emre BOLAT

Ben yağmur altında ıslanmayı ilk kez seninle yaĢamak isterdim.

Küçüktüm ve sen yoktun. Hatırladığım ilk yağmur damlaları

mahvetmiĢti kıyafetlerimi. AğlamıĢtım, korkmuĢtum. Eve gidersem annem

gözyaĢlarımı silecek, babam korkmama engel olacaktı. Eve uzaktım,

koĢuyordum. Çamurlar içine dalıp çıkan ayakkabılarımı asla unutamam.

Hayatımda hiç bu kadar büyük bir korku yaĢamam demiĢtim

yağmurdan korktuğumda. Bu benim hatırladığım ilk büyük korkumdu…

Çocukken daha nicelerini yaĢamıĢtım bu korkuların. Ağlıyordum; ama yağmurla gözyaĢımı

birbirinden ayırt edemiyordum. Küçüktüm, masumdum. KoĢup eve gittiğimde, beni rahatlatmak için

büyük balkona çıkardıklarını hatırlıyor gibiyim. Oradan yolu izlediğimde küçücük bir serçenin, yolun

biraz çukur olan bir yerinde birikmiĢ olan yağmur suyunu içtiğini gördüm. Demek ki yağmur

faydalıydı. Korku salacak bir Ģey değildi. Bunu o gün anladım. Yağmurdan korkacak kadar küçüktüm;

fakat -o kuĢ yağmurdan faydalandığı için- korkumu unutacak kadar da büyüktüm.

Zaman geçti ve ben çok kez yağmurlarda ıslandım. Büyüdükçe daha da ısınır oldum

yağmura. Korkup eve kaçmak yerine, saatlerce yağmur altında kalıp ıslanmayı tercih ettim.

Büyüyordum ve büyüdükçe yağmurların bana zarar vermediğini fark ediyordum. Rahatlıyordum

izlediğimde, huzur buluyordum ıslandığımda. O kadar çok sevmiĢtim ki, bazen yağsın diye dua

ederdim. BaĢkasıyla da tadı çıkmıyordu yağmurun. Yalnız seyretmeyi severdim, yalnız ıslanmayı.

Seni tanıyana kadar…

Bir gün yine yağmur yağıyordu. O gün benim senden çok uzaklara gidiĢimin günüydü.

Hatırlar mısın seninle ıslanmıĢtım o yağmurda? Hep isterdim seninle ıslanmayı. Gördüğüm, tanıdığım,

sevdiğim günden beri… O gün gelip çatmıĢtı. Tam da veda ederken yağmıĢtı ince ince. Ben senden

alamıyordum gözlerimi. Veda zamanı gelmiĢti; ama bende zaman kavramı yoktu o gün. Yağmurun

sesini dinliyordum, seni izliyordum ve nasıl veda edeceğimi düĢünüyordum. Bir anda kaybolup

gitmiĢtin gözlerimin önünden. Ben ilk yağmur altında ıslandığımda yağmurdan korkuyordum. Ben

seninle yağmur altında ıslandığımda ise sensizken tutulacağım yağmurlardan korktum. Yine ayırt

edemedim gözyaĢlarımla yağmur tanelerini.

Ben gitmiĢtim çok uzaklara. Gitmek zorundaydım. Bir yağmur bekliyordu gözlerim. Onu

duymak istiyordu kulaklarım. Hüznü istiyordum bile bile. Üzüleceğini bile bile neden ister ki insan

hüznü? Ġstiyordum iĢte... Günlerce bekledim. Ben hep hüzünlüydüm; ama biliyordum yağmurla

hüznümün katlanacağını.

Beklenen gün yine gelmiĢti. Yağmur yağıyordu. Ağlıyordum. Sensizliğe, sensiz yağan

yağmura ağlıyordum. Hüznüm tahmin ettiğim gibi katlanmıĢtı. Seni düĢündüm, seni özledim.

Yağmurların yüzümüze damla damla dökülüĢü geldi aklıma. Çıktım dıĢarı, yine ağladım, ıslandım.

Korkularımı yeniden yaĢıyordum. Evet, sensizken yağmura tutuluyordum.

Sensizken tutulduğum yağmurlardan nefret ediyorum. Hem istiyorum onları, hem de nefret

ediyorum. Bana verdiği tatlı hüzün olmasa, bende hiçbir değeri olmayacak o

damlaların. O ses ancak kulağımı rahatsız edecek; fakat öyle olmuyor... Ne kadar sevmesem de

istiyorum yağmuru. Korkuyorum sensizim, yalnız ıslanıyorum… ġimdi Ģu Ģiiri yazıyorum:

Page 11: Bengütaş Duvar Gazetesi Sayı: 5 Tarih: Haziran 2014

10

İnce ince yağıyor toprağa

Her damlası işliyor yüreğime

Bambaşka anıları var bana

Eziyet ediyor ıslanmış bedenime

Ömrüm gibi gelip geçiyor

Onu seyrediyor, onu yaşıyorum

Gözlerime bir anlam katıyor

Bakışımın değerini yükseltiyorum

Toprağın adını “çamur” koydu

Hepsi birden yağıyor saçlarıma

Sokaklar boş, herkes evine doldu

Bıraktı beni yine bir başıma

Bir söz, bir şiir, hatta roman

Anlatamaz, yapamaz tasvirini

Baktıkça ona yüreğimi yakan

Bilemez kimse, mahvedersin beni

Sen hüzün yağmurusun bunu bilesin

Bendeki değerine söylenemez sözler

Kalemimi elime aldım, belki seversin

Şiirler yazdım sana, artık benimsin.

Küçürek Öykü

KUTSAL GÖÇ

Ġskender KELEġ

Kutlu ormanda oturmuĢ etrafı seyrediyordum. Birden yapraklar gıcırdadı.

Arkamı döndüm. Ağaçların arasında iki geyiğin otladığını gördüm. Beni görüp

kaçmasınlar diye çam ağaçlarının arkasına gizlendim. Geyiklerin yayılıĢını

izliyordum. O sırada bir tüfek sesi duydum. Geyiklerin biri yere düĢtü. Arkadan

bir avcı belirdi. Bir kurĢunla kaçan geyiği de yere indirdi. Sonra avladığı

geyikleri bir çuvala koydu. Çuvalı sırtına alıp ormandaki avına devam etti. O anda gökyüzünü

simsiyah bir bulut kapladı. Kutlu ormanın kuĢları toplanmıĢ göçüyorlardı.

Şiir

KOR

Mesut YILMAZ Gök buluĢtu denizle

Dereler tepeler el ele

Hatırlatır gözlerini

Gözlerindeki cenneti

UzanmıĢ güneĢ tel tel

Vurur beline

Dökülür bir bir

Yapraklar sessizce

DüĢtüğü yeri yakar

Kor gibi cehennemde

Page 12: Bengütaş Duvar Gazetesi Sayı: 5 Tarih: Haziran 2014

11

Kitap Tanıtımı

KARANLIK ESİNTİLER’E DAVET

Ġrem ERTEN

Özer ġenödeyici‟nin

“Karanlık Esintiler” adlı Ģiir

kitabı Gece Kitaplığı

Yayınları tarafından

yayınlanmıĢtır. Karanlık

esintiler ince ve derinlikli

konulardan oluĢan, zaman,

mekan unsurları iĢleyiĢ çeĢitliliği içinde

parıldayan, ahengin her rengini içinde barındıran

bir Ģiir kitabı. Okuyucuyu iç sesiyle

buluĢturabilecek bir üslup esere tümüyle hakim

olmuĢ.ġiirin her harfini içine sindirmenin

yanında eseri okurken yeryüzüyle olan iliĢkiniz

değiĢiyor Eseri okumaya baĢladığınız andan

itibaren eserin ahengi okuyucuya kendi sesini

duyma olanağını sağlıyor. ġiirlerde bulunan

baĢkaldırı, aĢk ve romantizm, tasavvuf, toplum ve

sanat gibi konuların varlığı eserde ıĢıltılı bir

çeĢitlilik göstermekle beraber bunlar arasında

kurulan anlam bütünlüğünün kusursuzluğu gözler

önüne seriliyor. Kitabın ince ve zarif kapak

tasarımında bulunan kelebekler gizli bir bahar

kompozisyonu çiziyor. ġiirlerde görülen anlatım

unsurlarını zorlayan gizemlilik adeta kapak

tasarımı ile baĢlamıĢ, okuyucuya ilk mesajı veren

bir izlenim ortaya koyuyor. Kitabın tanıtım

bültenini “Baba Bana At Gözlüğü Alsana” adlı

Ģiirinden bir bölüm meydana getiriyor.

“ Özgürüz, Özgürsünüz, Özgürler…

Ama özgür değilim.

Efendimi seçmek istememe hakkım yok.

Yolumca gidemiyorum,

Kenarlara dizilmiĢler;

Özgürlük vaat ediyorlar.

Görmek istemiyorum.

Baba bana at gözlüğü alsana.” ( Baba

Bana At Gözlüğü Alsana)

Özer ġenödeyici burada aksak ve yanlıĢ

bulduğu düzeni Ģiirinde çağrıĢımsal bir eleĢtiri

dili kullanarak ifade etmiĢtir. Karanlık Esintiler

adlı kitabın giriĢinde Hasbihal kısmından sonra

“Şiir Hakkında Birkaç Söz” baĢlıklı bir yazı ile

karĢılaĢıyoruz. Burada Özer ġenödeyici‟nin Ģiire

bakıĢ açısını oluĢturan görüĢler edebi bir dille

aktarılmıĢtır :

“ġiir, içinde kendimizi bulduğumuzdan dolayı

değer kazanan bir yaratı değildir; Ģiir, içinde

kendimizi kaybettiğimiz bir arayıĢın ta

kendisidir”.

Benim Şiirim adlı kısımda Özer

ġenödeyici‟nin kendi Ģiir anlayıĢının izlerini,

Ģiirde mananın nasıl olması gerektiğine dair

düĢüncelerini ve Ģiirinde ki mana anlayıĢının

kesitlerini sunan edebi bir dilin hakim olduğu

anlatım okura sunulmuĢtur :

“Benim Ģiirim, binlerce yıllık bir duanın

aminidir. Esasen aradığım da, Ģiirin yeryüzüne ilk

düĢtüğü andaki saflığı; Adem‟in , oğlu Habil için

yaktığı ağıttaki samimiyeti aksettirebilmektedir.

Bu yüzden yeni olmadığımı, göğsümü kabartarak

söyleyebilirim. Hasılı, içime doğan aĢkı ve isyanı

en halis biçimiyle dıĢa vurmak dıĢında bir

amacım yok. Zaten bu amaçtan daha yüce bir

mertebe de bilmiyorum.”

“Manaya gelince… Onun, insan

zihninden bağımsız bir gerçeklik olduğunu

düĢünüyorum. ġair, orijinal bir hayale ulaĢtığını

düĢündüğünde, aslında gizli bir hazineyi

keĢfetmiĢtir. Bu eylemin, var etmek, yaratmak ya

da icat etmek ile değil; var olanı ortaya

çıkarmakla ilgili olduğu kanaatindeyim.”

Page 13: Bengütaş Duvar Gazetesi Sayı: 5 Tarih: Haziran 2014

12

Karanlık Esintiler ; “Yeni Dünya Aşkı”,

“Melamet Taşları”,”Malihulya” ve “Köhne

Bahar “ baĢlıklı dört kısımdan meydana

gelmektedir . Bu dört kısım konuların ele alınıĢı

yönüyle farklı özellikler taĢımaktadır. Ġlk kısımda

genellikle aĢk ve romantizmi ele alan Ģiirler lirik

bir dille okuyucuya sunulmaktadır.“Melamet

Taşları” adlı ikinci kısımda baĢkaldırının hakim

olduğu Ģiirler, “ Malihulya” adlı üçüncü kısımda

tasavvufi ögelerin izleri ,”Köhne Bahar” adlı

dördüncü kısımda ise gazel tarzında yazılmıĢ iki

Ģiirle beraber, Nesimi‟nin dilinden yazılmıĢ beĢ

Ģiir ve bu beĢ Ģiirin içinde yer alan tuyuğları

takiben kitabın sonlanıĢı zengin bir estetik dilin

hüküm sürdüğü beyitlerle sona ermiĢtir. ġiirlerde

bulunan estetik lirizm, iç ahenkler, imgeler, söz

sanatları, akıcı dil gibi unsurlar kitabı

tanımlarken kullanılacak anahtar

sözcüklerdendir. Eseri geniĢ yelpazeli konular ve

iĢleyiĢ tarzı çeĢitliliği açısından

değerlendirdiğimizde bu anahtar sözcükler olarak

adlandırdığım genel özelliklerin eserin yalnızca

bir kısmını oluĢturduğunu vurgulamak isterim.

Kitabın ilk kısmı “Yeni Dünya Aşkı”

adlı bölümden alıntıladığım bu Ģiirlerde lirizmin

yanı sıra imgelerin varlığı dikkatimizi çekiyor

ancak buradaki imgeler yapmacık edadan çok

uzak olup doğal bir tavrın ele alındığı sade açık

ve duru sözcüklerden oluĢmaktadır:

“Ne ebedi ıstırap ne de ölüm korkusu…

Kalbimde bir felaket, cehennemin ta dibi!

Ne bir kapı çarpması, ne rüzgar uğultusu;

Sessiz olur gidiĢim, can tenden kopar

gibi…” (GidiĢim)

Kitabın ikinci kısmını oluĢturan

“Melamet Taşları” adlı bölümden alıntıladığım

Ģiirlerde eleĢtirilen hususların bir kısmının

doğrudan bir kısmının da dolaylı yollarla ele

alınmıĢ olduğunu görmekteyiz :

“Talandır ruhumun kutsal toprakları,

ÇekilmiĢ surlara isyan bayrakları!”

(Ġsyan Bayrakları)

“ Doğrudur köleyim tıpkı sen gibi

Benim de mekanım cehennem dibi

Lakin ben ne ikna ne iflah oldum

Cömert efendimden bu yüzden buldum

AteĢten bir gömlek, demir leblebi…”

(Köle)

Aksak ve eksik görülen hususlar bazı

Ģiirlerde taĢlama yoluyla aktarılmıĢtır.

Kitabın üçüncü kısmını oluĢturan

“Malihulya” adlı bölümde karĢımıza çıkan

Ģiirlerde tasavvufi ögelere rastlamak mümkün.

Ölümün ele alındığı Ģiirlerde mizahi bir üslup

kullanılarak dile getirilen birkaç Ģiir mevcut,

Ġkinci kısımda ele alınan tenkit anlayıĢı üçüncü

kısımda bulunan bazı Ģiirlerde de yer yer kendini

göstermiĢtir :

“Yine Meryem gibi Ġsalara ruhum

gebedir ;

Kelimem ,tek gözü kör, kanlı,bunak bir

ebedir…” (Poetik UçuĢ)

“Çürümek, varlığı örten kara bir perde

gibi;

KuĢatır her Ģeyi, gelmez dile, yoktur

sebebi.” ( Yıldız Tozu)

Kitabın son kısmını oluĢturan “ Köhne

Bahar” adlı bölümden örnek verdiğim Ģiirlerde

ilk olarak diğer üç bölüme kıyasla daha ağır bir

dilin kullanıldığını söyleyebiliriz. Son kısım Eski

Ģiir geleneğinin yansımaları ve eski Ģiirin ince

ahengi ve estetik zevki ile vücuda gelmiĢ

Ģiirlerden oluĢmaktadır:

“Tiğin bileyip katlime ferman mı

yazarsın

Halim gözetip kalbime derman mı

yazarsın” ( Gazel 1)

“Habibim sanmasın meydan-ı sevda

Ģimdi tenhadır

Mesiha öldü derdinden benim gönlüm

müheyyadır” ( Beyitler)

Karanlık Esintiler yalnızca Ģiiri

anlamak isteyen ve asırlarca söylenen bu duaya

inanmıĢ olan okuyucuları mehtaplı gecelerde

kendi öz sesiyle buluĢturmaya çağıran sıra dıĢı

bir Ģiir kitabı. Özer ġenödeyici zengin ve görsel

bir üslupla yazmıĢ olduğu eserinde adeta

okuyucuyu Ģiirin ihtiĢamlı ülkesine davet

ediyor…

“VaroluĢun bulutundan nem kapmıĢ,

devasız derde düĢmüĢ gönüllerin mehtaplı

gecelerdeki sayıklamasıdır Ģiir… Bir anda gönle

düĢer ve tecelli edeceği kâğıtları bir savaĢ

meydanına çevirir… Sonu meçhul kabulleniĢin

çaresizliğine bir baĢkaldırıdır Ģiir. BaĢkaldırının

mabedidir ki içine yalnızca Ģiirin dininden olanlar

girebilir, yalnızca art niyetten arınmıĢlar

girebilir.”

Page 14: Bengütaş Duvar Gazetesi Sayı: 5 Tarih: Haziran 2014

13

Araştırma

TRABZON’DA YAŞAMAYA DEVAM EDEN

BİR GELENEK: ARZUHALCİLİK

Kevser BEYAZIT

Günümüzde unutulmaya yüz tutmuĢ bir gelenek arzuhalcilik. Öyle ki

teknoloji ile birlikte çoğumuz iĢlerimizi elektronik cihazlarla halleder olduk.

Arzuhalin kelime anlamını da mesleğini de unuttuk. Unutulmaya doğru itilen bu

gelenek, Ģiirlerde dizelere konuk olmakla yetindi. Belki bir türküde "katip

arzuhalim Ģaha böyle yaz" dizesi hatıra getirdi onu.

Arzuhalcilik geleneğinin tarihine

baktığımızda bu geleneğin Osmanlı dönemine

dek uzandığını görürüz. Arapça arz-ı hâl

kelimesinden bozma arz-u hâl "yapan kiĢi"

anlamında kullanılır.

Arzuhacilik ise "durumu belirtmek"

anlamında bir meslek adı olarak Osmanlı Devleti

döneminde icra edilmekteydi. Eski adı istida

olarak bilinmektedir. Osmanlı'da bu mesleği icra

etmek isteyen bir kiĢi arzuhacibaĢı, Divan-ı

hümayun çavuĢları, ocağın zabitlerinden çavuĢlar

emini ve katibinden oluĢan müteĢekkil bir kurul

önünde imtihan verir, kazandığı taktirde

arzuhalciliğe kabul edilirdi. Ġmtihanda kanun

bilgisi ve yasak edilen Ģeyleri bilmek gibi vasıflar

aranırdı. Bu Ģekilde teĢkilata bağlı olarak resmi

müsade ile yapılan arzuhalcilik, 1762'de padiĢah

fermanı ile baĢlayan 1865'te ise çıkarılan bir

baĢka yasa ile sona erdirilir. Arzuhalcinin yegane

sermayesi küçük bir masa birkaç divit veya kamıĢ

kalem bir miktar kağıt, zarf ve kurutma tozundan

ibaretti. Sonraki yıllarda divit ile kalemin yerini

daktilolar aldı. Genellikle gün görmüĢ, halkın

sempatisini kazanmıĢ kiĢilerdir arzuhalciler.

Halkın çeĢitli arzularına cevap veren bazen

acelesi olanlar için hazır yazılmıĢ dilekçe ve

mektup bulunduran kiĢilerdir.

Tam da unutulmaya yüz tuttu dediğimiz

bu geleneğin canlı bir örneğine Trabzon'da

rastladık. Arzuhalcilik geleneğini hala yaĢatan

arzuhalci Ekrem Öksüz.

Bu gelenek hakkında bize bilgi veren Ekrem

Amca, arzuhalciliğin bir amme hizmeti olduğunu

belirtti. 11 yaĢından beri 35 yıl bu iĢe gönül veren

Ekrem Amca postanenin önünde kurduğu

masasında daktilosu ve kağıtları ile bu geleneği

hala yaĢatıyor. Bu geleneği anlatırken, hayatı

hakkında da bize bilgiler aktaran Ekrem Amca

tiyatro ile de uzun zaman ilgilendiğinden

bahsetti. Lise eğitiminden sonra tiyatro

sınavlarına hazırlanan Ekrem Amca 1985'te

sınavı kazanmasının ardından eğitim alarak

Trabzon'da amatör olarak Ġzmir'de profesyonel

olmak üzere tiyatro oyunculuğu yapmıĢ. Ferhan

ġensoy, Ali Poyrazoğlu gibi profesyonel

oyunculardan eğitim almıĢ. Kendisi de tiyatro

eserleri kaleme almıĢ ve Trabzon Özel Gençler

tiyatrosunda da Tiyatro Öğretmenliği yapmıĢtır.

Bu uzun hasbihalin ardından "Arzuhalci Hatırası"

olarak bize daktilosunda yazdığı yazıyı hediye

etti. Geleneğin unutulmadığını görmenin

mutluluğu ile biz de bu anı fotoğraflarla

ölümsüzleĢtirdik.

Page 15: Bengütaş Duvar Gazetesi Sayı: 5 Tarih: Haziran 2014

14

BÖLÜM ÖĞRETİM ELEMANLARINDAN

MEZUNLARIMIZA MESAJLAR

Prof. Dr. Asiye Mevhibe COġAR

Yine zaman göz açıp kapayıncaya kadar geçti… Bir gün gibi,

sadece bir gün…

Köklerle, eklerle, seslerle baĢladık. Sesler ki birer hoĢ sada Ģimdi,

asıldı asumana. Sözler de öyle, kalakaldı gönüllerde…

Sizler ki bir zincirin en sondan bir önceki halkalarısınız, hep öyle

hep orada kalacaksınız; gideceksiniz fakat sadece gitmiĢ olacaksınız. Haberleriniz gelecek zaman

zaman, ansızın… Adlarınız geçecek, simalarınız hayal meyal… Biliyoruz; çünkü aynı ayak izlerini

takip ettik, aynı yollardan geldik ve gittik. Sizler de öyle, bunu hep hissedeceksiniz: Zincirin halkaları

geniĢledikçe, arttıkça hep geleceksiniz… Gittiğiniz kadar geleceksiniz.

Şimdi geldiğinizden daha baĢka; ilk gençlik anıları ile dolu, dört yılın heyecanları, telaĢları

ile değiĢmiĢ, “yarın?” sorusuna cevap aramaya devam ederek gidiyorsunuz.

Artık gidin! Gidin; çünkü siz kendi dünyalarınızda herĢeyin farkında ve gereğini yapacak

kadar bilgi ve beceriye sahipsiniz artık. Muzip bakıĢlarınız altında milletimizin kıvrak zekâsını; içten

gülüĢlerinizde kavmimizin engin sabrını ve dayanma gücünü taĢıyorsunuz. Bundan sonrasına “devam

etme azmi” ve “ kendinizi geliĢtirme çabanızın sürmesi” kalıyor.

Gidin, safları sıklaĢtırmaya, ay-yıldızı yükseltmeye gidin!

Yrd. Doç. Dr. Gülseren ÖZDEMĠR

"El tutuĢa tutuĢa

Ne kadar çok elimiz oldu baksana

Bir orman yangını gibi"

Can Yücel

Canlar,

Zaman her Ģeyi çözemez ama ölçer. Değer, gün gelir görünür olur.

Doğru bilinenleri tartıĢanlar, söylenenleri sorgulayanlar ve kurallara "bağımlı" yaĢamayanlardır

insanlığın hafızasında kalanlar. Bir de baĢlama cesareti gösterenler... Size sürekli sözünü ettiğim Latin

Ģair Horatius Ģöyle demiĢ: "Dimidium facti qui coepit habet: sapere aude, incipe." Yani; "BaĢlayan

yarısını bitirmiĢ demektir: Aklını kullanma yürekliliğini göster ve baĢlamaktan korkma."

SıradanlaĢmadığınız, umutlarınızın karĢılık bulduğu mutlu yarınlar ve her daim heyecanlı

yeni baĢlangıçlar dilerim size. Söylememe gerek yok, sizleri sevdiğimi anlamıĢsınızdır. Ve umarım

sizin bende kaldığınız gibi, ben de hatırınızda güzel kalmıĢımdır. Yolunuz açık olsun.

ArĢ. Gör. Pelin SEÇKĠN

Üniversiteyi kazandığınızda yaĢadığınız gurur, mezun olduğunuzda

hüzünle birlikte karĢınıza çıkar; dört sene önce yeni bir hayata baĢlarken

taĢıdığınız heyecan ve endiĢe kendini tekrar size hatırlatır. Yine heyecan, gurur ve

hüzün haleleri baĢınızda dolaĢır. Habersiz geçen dört yılın size kattıklarıyla Ģimdi

daha cesur ve daha sağlam... Yolunuz açık olsun.

Page 16: Bengütaş Duvar Gazetesi Sayı: 5 Tarih: Haziran 2014

15

Doç. Dr. Mücahit KAÇAR

Yine bir ayrılık yazısı… Ama bu defa birinci sınıftan beri

derslerine girdiğim, yani ürkek hallerini de kendine güvenen tavırlarını

da bildiğim öğrencilerime yazıyorum. Dört sene önce sizin birinci sınıf

öğrencileri olarak geldiğiniz bölüme ben de doktora eğitimimi

tamamlamak üzere gönderildiğim Ġstanbul‟dan henüz dönmüĢtüm. Yani

sizler benim ilk öğrencilerimsiniz. Ne kadar Ģanslısınız, değil mi? Dönüp

de birlikte geçirdiğimiz zamana baktığımda, kendi adıma mutlu

olduğumu görüyorum. Her Ģey gerçekten çok güzeldi. Bunu uzakta kaldığım altı ay içinde –malum

SarıkamıĢ günleri- çok daha iyi anladım.

Hayat hepimizi parçalıyor ve galiba her parçamız bir daha geri dönmeyeceğimiz yerlerde

kalıyor. Çoğunuz bu Ģehrin değiĢik köĢelerinde kim bilir kalbinin hangi parçasını bırakarak bir daha

dönmemek üzere terk edecek bu Ģehri. Umarım heybeleriniz umut, bilgi ve sevgiyle dolu olarak terk

edersiniz Trabzon‟u. Kim bilir belki de dört sene boyunca sizi canınızdan bezdiren yağmur da haziran

ayı olmasına rağmen son bir kez daha ıslatır mezuniyet töreninizde sizi hüzün gözyaĢlarıyla (Burada

Hüsn-i talîl var; umarım gerçekleĢir).

Belki yazının bu kısmında size nasihatlerde bulunmam gerekiyor. Malum, ayrılık yazılarında bu kısım

da önemlidir, atlanmaması gerekir. Ama zaten biz sizinle bunları derslerde konuĢmuĢtuk değil mi? Ne

diyordu Nedîm ve ġeyh Gâlib;

Bir nîm neĢ‟e say bu cihânın bahârını

Bir sâgar-ı keĢideye tut lâle-zârın

HoĢça bak zatına kim zübde-i âlemsin sen

Merdüm-i dîde-i ekvân olan âdemsin sen

Beraber olduğumuz süre içinde belki bazen kızdınız/kırıldınız bana. Hakkınız da geçmiĢtir

muhakkak. Hiçbirinize karĢı kalbimde kırgınlık olmadığını ve her birinizi ayrı ayrı (dikkat ettiyseniz

sınıf olarak demedim) çok sevdiğimi bilmenizi isterim. Bazılarınızla çok samimi olduk, bazılarınızla

gözlerimizle anlaĢtık ama sonuçta hepinizi çok sevdim. Haklarınızı helal edin lütfen. Ben olmayan

haklarımı çoktan helal ettim zaten. Bu yazıdan sonra oluĢacak haklarımı da Hüsn ü AĢk ve Leylâ vü

Mecnûn mesnevilerini bir daha okumanız Ģartıyla helal ettim gitti.

Yeni hayatınızda hepinize sağlık, mutluluk ve baĢarı diliyorum. Ġleride yolunuz benim

bulunduğum bir yerden geçerse uğramazlık etmeyin, olur mu?

HoĢça bakın zatınıza.

MEZUNLARIMIZA

Yrd. Doç. Dr. Bahadır GÜNEġ

Her mezuniyet döneminde içimde bir hüzün beliriverir. Ortaokula

veda partimizde Türkçe öğretmenimizin tahtaya yazdığı “Hayatta en acı Ģey,

merhaba diye kavuĢan ellerin elveda diye ayrılmasıdır.” cümlesini hatırlarım.

Yine bir ayrılık öncesinde yüreğimiz buruk olsa da umutla zamanın

dolmasını bekliyoruz. Ülkemin yarınlarını yeĢertmeye ant içmiĢ, aydın

dimağlı gençlerimizi kutlu yolculuklarına uğurlamak için güzel temennilere

sarılıyoruz. Onların gidiĢi kökü burada olan dalların, meyvelerini uzaklara

verme sürecidir sadece. Yesevi atadan beri asaların peĢine adanmıĢ yolculuklara eĢ bir yolculuktur. Bu

manada 2014 eğitim-öğretim dönemini tamamlayarak geleceğimizin teminatı olan bu görklü

kardeĢlerime asaların ıĢığında pırıl pırıl yarınlar diliyorum.

Page 17: Bengütaş Duvar Gazetesi Sayı: 5 Tarih: Haziran 2014

16

TALEBE DÖRT TÜRLÜDÜR

Doç. Dr. Özer ġENÖDEYĠCĠ

Değerli Öğrenciler,

Her insanın kendi hatasını yapmaya hakkı olduğunu

düĢündüğümden mi yoksa kendimi hala nasihat verebilecek kadar yaĢlı

hissetmediğimden mi bilmiyorum, ama sizi nasihatlerle değil güzel

temennilerle uğurlamak istiyorum. Yolunuz açık olsun. Ne mutlu size ki

diğer sıfatların üstünde “öğretmen adayı” sıfatı kazanıyorsunuz. Umarım

sizin de öğrencileriniz, kendiniz gibi olup size ayna tutarlar.

Şimdiden sonra dünyaya bakıĢ açınız değiĢecek. Ters köĢe olduğunuz sınav soruları hoĢ birer

anı olacak. Onun yerine geçim kaygısı, hayata bir an evvel dâhil olabilme telaĢı ile uğraĢacaksınız..

Birilerinin omuzlarına basıp baĢarıya ulaĢmak için her Ģeyi mubah gören bir anlayıĢla mı yoğruldunuz,

yoksa geride kalanları da sırtlanıp topyekûn ilerleme algısı mı kazandınız? “Ne pahasına olursa olsun”

mu dediniz, yoksa hakkınız olana rıza göstermeyi erdem mi bildiniz? ĠĢte bu sorulara nefsinizde

verdiğiniz cevap, gelecekte nasıl biri olacağınızı da belirleyecektir.

Akıl vermek değil, fakat hasbıhal etmek maksadıyla bazı tespitlerimi paylaĢmak istiyorum.

Bu sayede sizler de gelecekte karĢılaĢacağınız öğrencilerinizin profilini çıkarabilesiniz. Dedem

Korkut, avretleri dört kısma ayırıp bunlardan üç tanesini beğenmediğini söylemiĢti / soylamıĢtı. Ben

de naçizane, tâife-i talebeyi tasnif edip soylayım:

Hânım Hey!

Talebe taifesi dört dürlüdür. Bunlardan ilki solduran soptur. Oturup kalkmayı bilmez, kapının

icat edilme amacından habersiz yaĢar ve geldiği yerin ne idüğin bilmez. Her fırsatta Ģartlardan,

imkânsızlıklardan dert yanar, hiçbir iĢe teĢebbüs etmez, sınav akĢamlarında çalıĢmak yerine kopya

hazırlar. Sınav ertesinde ise kabahati Hoca‟da bilir. Sosyal paylaĢım sitelerinde bir oraya bir buraya

gezer, vaktini harcar, ancak bir kitap okumayı kendisine yük bilir. Hak Sübhânehû ve Teâlâ bunların

Ģerrinden korusun.

İkincisi tolduran toptur. Bunlar, sahip oldukları zekânın ekserini kurnazlık için harcarlar.

Ġnsanî sohbeti maddî bir beklenti ile yaparlar. Hocalara selamı bile puan karĢılığında verirler.

ArkadaĢlarından not gizleyip hırs u ihtiras ile merdivenin tepesine çıkmak için her teĢebbüste

bulunurlar. “Formasyon isterüük!” diye her fırsatta ortaya dökülüp isyân u tuğyân ederler. Ağızlarına

bir parmak bal çalındı mı kuyruk kıstırıp otururlar. Nottan, dersten, çan eğrisinden gayrı bir nesne

bilmezler. Hak Sübhânehû ve Teâlâ bunlardan ve bunların yetiĢtireceği öğrenciden cemî‟-i Müslimîn‟i

hıfz etsin.

Üçüncüsü bayağıdır. Bunlar, her nasılsa üniversiteye yolu düĢüp çile dolduran taliplerdir.

Onlar için üniversite dört ya da beĢ sene çekilmesi gereken bir çiledir. Bir kapıdan giren vasıfsız

Ģahsın bile diğer kapıdan öğretmen adayı çıktığını düĢünüp ekmek kaygısıyla yollara düĢerler. Sosyal

bir faaliyette boy göstermezler, iĢtirak ettikleri faaliyetten ekmek beklerler. Her Ģeyden Ģikâyet edip

bahaneler ileri sürerek ortaya hiçbir Ģey koymazlar. Hak Sübhânehû ve Teâlâ bunların köküne kibrit

suyu döksün.

Dördüncüsü ise bölümün dayağıdır. Bunlar, hem insanî erdemleri hem de öğrencilik

vasıflarını bünyesinde barındıran yüksek seciyeli taliplerdir. Edebe de, zekâya da, sorumluluğa da

sahiptirler. Yüz ağartıp yüz güldürürler. Ġmtihan için değil, öğrenmek için derslere duhûl ederler.

ArkadaĢlarını rakip olarak görmezler. Ekmek telaĢından ziyade, insanlığa hizmet etmeyi amaç

edinirler. Hak Subhânehû ve Teâlâ üniversitelerden bunları eksik etmesin, bunların yetiĢtirdiği

öğrencileri aziz kılsın.

Page 18: Bengütaş Duvar Gazetesi Sayı: 5 Tarih: Haziran 2014

17

Doç. Dr. Ülkü ELĠUZ

Sevgili düĢ avcıları…

İnsan, evrenin merkezidir. Her Ģeyin yöneldiği, bilen, hakim, akılsal ve

duygusal bu özne, öğrendiklerini kavrayarak içselleĢtirirse kalbi ve ruhu yara

almadan yaĢam yolculuğuna devam edebilir. Yok oluĢlar girdabını binbir kapısı

olan büyülü denize çevirmek isteyen birey, bilgiye, düĢünceye ve söze tutunarak

ayakta durabilir. Çünkü bilgi, daima bilinci gerektirir; söz ve düĢünce ise dünyayı

değiĢtirebilir. Bu üç kutlu alan, herkesleĢmeyi, yığına dönüĢmeyi engelleyerek insanın varlığını

anlamlandırma ve yaratma hedefinin ifadesi olan pozitif düĢüĢü yaĢamasına olanak tanır.

Sevgili hayal kuran dâhiler..

Dünyaya doğan nesnelerden değil dünyada doğan öznelerden olmak sizin elinizde. Her Ģeyin,

bütün değerler dizgelerinin hızla silindiği, içi boĢaltılarak anlamsızlaĢtırıldığı modern dünyada biz

insanlar, hep eĢikteyiz. Bu durum bizi Ģairin ifadesiyle “kalbinin yerlisi değil yabanı” olmaya zorluyor.

VaroluĢumuzu bilerek, kavrayarak, anlayarak kendimizi gerçekleĢtirebiliriz. Kendi sesinizi bulmak

istiyorsanız kendi farkınızı yaratın, normların kıskacında parantezlenen bir yaĢam sürmeyin.

Unutmayın ki hayal kuran dâhilere dönüĢmek aydınlığın sesi, rengi ve kokusu olmakla mümkündür.

Sevgili rahatı kaçanlar/ kaçırılanlar..

VaroluĢsal tüm yitimlere dur! diyebilecek kadar zihinsel ve tinsel güce sahip olursanız ıĢığa

karıĢabilirsiniz. ArayıĢ ve farkediĢler bütünü olan yaĢama anlam katan bireyler olmak için idealleri ve

inancı tam anlamıyla uyumlu, sorunsal düĢünen, çalıĢma azmi her dem yenilenen, ilmin ve gönlün

rehberliğinde ilerleyen özneler olun. Kendi olmanın farkındalığında nesne/ sürü olmadan

yolculuğunuzun hedefini ve rotasının belirleyin. Ağlamak değil gülmek için sebepler arayarak

yarınlara umutla bakın.

Ve sevgili çocuklarım..

Kifayetsizliğini duyumsadığım bu sözlerimin bireysel, milli ve evrensel değerlerle donanımlı

sizler ile dünyalık zamanda yolumuzun kesiĢtiğine niĢane olması ve keĢkesiz bir yarın dileğiyle..

Yrd. Doç. Dr. Fırat CANER

Mezunlar,

Öğrenciler, öğrenenler, daha güzel daha olgun, daha bilge olmaya

çalıĢanlar, yarınların bugünlerden daha güzel, daha huzurlu, daha barıĢçıl olması

için hayata dokunmaya baĢladılar bile. Ümit ediyorum hayat onları girdikleri bu

güzel yoldan çevirecek çirkinliklerle güçsüz düĢürmez. Öğrenci olmaktan asla vazgeçmeyin. Zira

öğrenmeyen bir insanın kalbi taĢlaĢır, ruhu ölür. Artık kimse dinlemez onu.

Arş. Gör. Seda UYSAL BOZASLAN

Meslek hayatımın ikinci mezunları,

Nasıl da geçti o güzel yıllarınız, bazen gözyaĢı oldu bazen içli bir Ģarkı…

Evet, hatırlamak istemeyeceğinizi sandığınız koskoca 4 yıl ve kuzulanan deniziyle

gri bir Trabzon. ġehir gri anılar sıcak. Üniversite kapısından daha çıkmadan

özlemeye baĢlayacak ve sımsıcak anıların yer aldığı sınıfların duvarlarını, kantini, dersleri,

arkadaĢlarınızı ve belki de bizleri hatırlayacaksınız özlemle. “Oh be!” diyerek sonlandırdığınız bu yol

kim bilir ne ufuklar açacak ve hangi maceranın koynunda bulacaksınız kendinizi.

Nerede ve kimlerle olursa olsun bu macerada zorluklarla baĢa çıkarak hayatınızı daha anlamlı

kılarken sağlıklı, mutlu, huzurlu ve baĢarılı bireyler olmanızı diliyorum.

Page 19: Bengütaş Duvar Gazetesi Sayı: 5 Tarih: Haziran 2014

18

“İNSANLIK” YALANINA KARŞI

“İNSAN”IN DEĞERİ

ArĢ. Gör. Hüseyin AYAZ

Hayatın bir bütün olduğu ve her yeni günün bir önceki güne

eklemlendiği zamanlar çok gerilerde kaldı. Artık parçalanmıĢ ve bölümlere

ayrılmıĢ bir hayat anlayıĢı hâkim. Bu nedenle her bir aĢamadan diğerine geçiĢ, kiĢi için sorunlu ve zor

bir süreci beraberinde getirir oldu. Çünkü karĢısında daha önce deneyimleyemediği ve hazırlanamadığı

bir süreç var. Bu durumda yapılabilecek en doğru Ģey, kiĢinin yeni konumuna bir an önce alıĢması ve

uyum sağlamasıdır. Freud‟un, insanın maymundan geldiğini söylediği küçük dipnot cümleciğinden 3

sayfa önce ifade ettiği ve tezinin omurgasını oluĢturan „çevresine uyum sağlayabilen türlerin hayatta

kalabileceği‟ fikri hâlâ geçerliliğini sürdürüyor. Burada temel mesele kiĢinin neye nasıl uyum

sağlayacağı veya uyum sağlamaktan sakınacağı sorunudur.

En derin duygularımla hepinize, insan değerinin, ölmemesi için alınacak önlemlere

harcanacak bedeli karĢılamadığı düĢüncesiyle pâyimâl edildiği ve ne anlama geldiği belirsiz

„ĠNSANLIK‟ı kurtarmak adına insanların açlıktan ölmelerine göz yumulurken göklerde siteler kurma

yarıĢının devam ettiği; insan haklarını koruyacak demokrasiyi tesis etmek adına insan kıyımının

görmezden gelindiği Ģu günlerde tüm bunlara inat, erdem ve onurun akıllardan ve yüreklerden silinip

atılmadığı,„ĠNSAN‟ın unutulmadığı yarınları inĢa edecek yüreklere temas edilebilir mutlu ve umutlu

yarınlar diliyorum.

ArĢ. Gör. Ahmet AKDAĞ

Değerli tullâb-ı tâlib-i fenn ü edeb! Hayatta bazı Ģeyler vardır ki onlar ilktir

ve hiçbir zaman unutulmaz. Evvelki gün doğdunuz, dün çocukluğunuzu yaĢadınız,

bugün gençliğinizi yaĢıyorsunuz; sabah üniversiteye kaydınızı yaptırdınız ve bu

akĢam üzeri mezun oluyorsunuz. ĠĢte hayat bu kadar hızlı akıp gitmektedir. Elbette

ki bu hayat serüveninde hepinizin geleceğe yönelik bir takım idealleri vardır;

kavuĢmaya çalıĢtığınız ve karanlık gecelerde ıĢığınız olan idealler… Dört yıl önce

baĢlayan üniversite tahsiliniz çeĢitli meĢakkat ve endiĢelere rağmen bu gün nihayete

ermektedir. Bu adımınızla ideallerinize giden yolun kapısını aralamıĢ bulunmaktasınız. Artık yepyeni

bir hayat ve yepyeni bir dünya sizleri beklemektedir. ĠnĢallah hepiniz arzuladığınız bir geleceğin

dünyasını inĢa eder ve o istikamette hayatınızı idame ettirirsiniz.

Dünya hayatı bir yolculuktur. Nitekim Peygamberimiz (s.a.v) "ġu yeryüzündeki halim, bir

ağacın altında gölgelenip azıcık dinlendikten sonra yoluna devam eden yolcunun haline benzer."

diyerek bu duruma atıfta bulunmuĢtur. ĠĢte okul hayatı da bu yolculuğun kesitlerinden birisini

oluĢturmaktadır. Sizler bu yolculuğunuzda, üniversitemizin gölgesinde oturdunuz, dinlendiniz ve artık

gidiyorsunuz. ĠnĢallah bu süre içerisinde doldurduğunuz edeb ve ilim testinizle memleketimizin dört

bir yanını gül ü gülistana çeviren birer "muallim" olursunuz.

Zamân-ı hicr dem-i vasl-ı yâr olur giderek

Zamânedir bu zemistân bahâr olur giderek (Nâbî)

Figen DEMĠR

Bölüm Sekreteri

Sevgili mezunlarımız,

Sizleri dört yıllık bir eğitimin sonunda iĢ hayatına uğurluyoruz. Eminim

buraya ait çok farklı anılarla ayrılıyor, çok karmaĢık duygular içerisinde

bulunuyorsunuz. Her türlü sorumsuzluklarınıza, çalıĢmamalarınıza, çocuksu

tavırlarınıza, üzmelerinize, hatta kızdırmalarınıza rağmen ben sizleri çok sevdim. Hepinize ayrı ayrı

mutluluklar dilerim.

Page 20: Bengütaş Duvar Gazetesi Sayı: 5 Tarih: Haziran 2014

19

EN GÜZEL GÜNLER SİZİN OLSUN

ArĢ. Gör. Halil Sercan KoĢik

ArkadaĢlar öncelikle hepinizi tebrik ederim. Dört yıl boyunca büyük bir

azim ve sebat göstererek çalıĢtınız ve mezun olmaya hak kazandınız. Bu mutluluk

artık sizin. Bunun sevincini doya doya yaĢayın.

Ümit ediyorum ki üniversitede geçirdiğiniz bu dört yıl size çok Ģey

katmıĢtır. Bundan sonra üniversite havasını dört yıl boyunca teneffüs etmiĢ bir

insan olarak hayata farklı bir gözle bakacaksınız. Yıllar sonra burada geçirdiğiniz

acı tatlı pek çok anı yüzünüzde bir gülümseme ortaya çıkaracak. Bundan emin olun. Geriye dönmek,

aynı Ģeyleri tekrar yaĢamak isteyecekseniz. Ama bu tabii ki gerçekleĢmeyecek. Çünkü önünüzde artık

yeni bir hayat olacak. Bundan sonra bu yeni hayat için çalıĢıp çabalayacaksınız. Biliniz ki bu yeni

hayat eskisinden daha kolay olmayacak. Belki de daha büyük problemlerle karĢılacaksınız. Ama

bunların hepsinin üstesinden birer birer geleceksiniz. Çünkü siz dört yıllık eğitiminiz boyunca Türk

Dili ve Edebiyatı formasyonunun yanında problemlere çözüm üretecek yaratıcı bir düĢünceye de

sahip oldunuz.

Gördüğünüz gibi zaman çok hızlı akıyor. Belki de Türk Dili ve Edebiyatı bölümüne kayıt

oluĢunuzu dün gibi hatırlıyorsunuzdur. Hızla geçen bu dört yılda sizler büyük meĢakkatlere göğüs

gerdiniz. Türk dilini, edebiyatını ve kültürü yakından öğrendiniz. Bu öğrenme ve çalıĢma safhasında

kimi zaman yoruldunuz, zorlandınız. Ama kimi zaman da baĢarınızın sevincini doya doya yaĢadınız.

Bilgi ne yazık ki kolay elde edilemiyor. Bunun için çalıĢmak, belli bir zaman sıkıntı çekmek

gerekiyor. ĠĢte siz bu sıkıntıyı çekip bugün karĢılığını alan Türk Dili ve Edebiyatı bölümü

mezunlarısınız.

Genç meslektaĢlarım! Artık hepiniz birer Türkologsunuz. Türk dilinin, edebiyatının ve

kültürünün bayrağını bundan sonra siz taĢıyacaksınız. Atalarımızın bizlere bıraktığı kadim medeniyeti

sizler araĢtıracak ve ortaya çıkaracaksınız. Türk dilinin genç neferleri olarak dilimizi koruyacak ve

yeni neslin onu en iyi Ģekilde öğrenip konuĢmasına yardımcı olacaksınız. Bundan sonra necip Türk

milletinin dilini ve edebiyatını öğretme görevi sizin omuzlarınızdadır. Bu nedenle de kendinizle ne

kadar gurur duysanız azdır.

Sözlerimi burada noktalarken siz, milli kültürümüzün bilincinde olan Türk Dili ve Edebiyatı

uzmanı gençlerin Türklük Bilimi‟nin geliĢip yükselmesinde önemli bir misyonu yerine getireceğinize

inandığımı belirtme gereği duyuyorum.

Umarım bu hayatta her Ģey gönlünüzce olur. Hepinize üstün baĢarılar dilerim.

ArĢ. Gör. GülĢen ÖZÇAMKAN

İlk günüdür; üniversitelidir artık... O gün çoktan dündür; kepi cübbesi

telaĢı... Kanımıza mı nispet ediyor zaman?

Akla karanın dansında ne nefretim yalnız ne de muhabbetim

karĢılıksız. Yazıp çizdiklerim, ezber ettiklerim kime doğrulacak; kimleri

doğrultacak? Tarafımı seç ben!

Bu Ģehirde uzayan gölgeler kim bilir nerelere doğacak. Günlerimiz

aydın olsun!

ArĢ. Gör. Merve Esra POLAT

Sizi hayata hazırlayan dört yıllık bir sürecin sonuna geldiniz. Artık tam

anlamıyla hayata atılma zamanı. Umarım hepiniz beklentileriniz doğrultusunda

yolunuza devam eder, güzel yerlere gelirsiniz. Her Ģey gönlünüzce olsun.

Page 21: Bengütaş Duvar Gazetesi Sayı: 5 Tarih: Haziran 2014

20

Hikâye

PEMBE KANATLAR

Nazlı ÖZLEMĠġ

„Ey insanoğlu! Ben Adalet

Meleği Dike. Bakmayın

kanatlarımın olmadığına.

Toz pembe kanatlarımı

çaldınız. Uzun beyaz

elbisemi kirlettiniz. Size

güvenimi göstermek için gözlerime bağladığım

kumaĢı çoktan söktünüz. Yetmedi. Uzun

saçlarımı da kestiniz. Artık benim için özgürlük

vakti. Görüyorsunuz sol elimdeki teraziyi. Bu

zamana kadar siz koydunuz iyiliklerinizi

kötülüklerinizi içine. Kalbiniz gibi terazime de

fesat karıĢtırdınız. Sağ elimdeki kılıç ise bu

zamana kadar hiç isabet etmedi birinize. ġimdi

aldıklarınızı geri verme vakti. Pembe kanatlarımı

çalanlardan baĢlayalım Justitia‟ dedi, Dike.

Justita elleri kan dolu ilk mahkumu

getirdi. Diline zincir vuruldu önce. Sonra gerildi

bir çarmıha. Çarmıhsa öyle altın kaplı bir çarmıh.

„Hangi elinle çaldın‟ dedi, Dike.

Sustu mahkum 1.

Tekrar etti Dike.

„Hangi elin‟

Tekrar sustu Mahkum 1. Tekrarladı

Dike son kez. Mahkum 1 cevap vermek zorunda

olduğunu anladı. Cevap vermezse boynunda

vurulacaktı. Dilinin zincirini çözdü Justita.

„Sağ‟ dedi Mahkum 1.

Sağ elindeki kılıcı salladı Dike. Aldım

Mahkum 1‟in sağ kolunu.

„Bu ilk pembe kanadım için. ġimdi bütün

hırsızların sağ kolu derhal alınsın‟ dedi, Dike.

Justitia Dike‟nin diğer yardmcılarına

sağ kaĢını kaldırdı ve alındı tüm sağ kollar.

Kolları koydular terazinin sağ kefesine.

Dengelendi terazi. Hırsızlar için ayrılık vakti.

Bir suçlu cezalandırıldıkça bir pembe

kanat ekleniyordu Dike‟nin sırtına. ġimdiden beĢ

bin kanada sahipti. Gururlanıyordu Dike.

Üzülüyordu da aynı zamanda, görevini

zamanında iyi yapamadığına.

„Ben Adalet Meleği Dike. Sana adalet

vermeye geldim insanoğlu. ġimdi herkes çekecek

cezasını. Bu zamana kadar kapattığım gözlerime

iyi bakın ve doğru cevap verin. Sıradaki suçluyu

getir Justitia‟ dedi, Dike.

Mahkum 2 geldi tüm tecavüzcüler adına.

„Niçin‟ dedi, Dike.

„Nefis‟ dedi, Mahkum 2.

Dike emir verdi diğer yardımcılarına.

„Hemen kesilsin tüm bel altları.‟ Kimse sözünden

çıkamadı Dike‟nin. Çıkamazdı da. Kesilen tüm

bel altlarını teker teker getirdiler teraziye.

Eklendi pembe kanatlar yerine.

„Ben Adalet Meleği Dike. Sana adalet

vermeye geldim insanoğlu. Sağ elimdeki kılıcın

Ģahidisiniz. Bu kanatların hepsi tamamlanacak.

Sıradaki gelsin Justitia‟ dedi, Dike.

Justitia kolundan çeke çeke zorla getirdi

Mahkum 3‟ü. Tüm çocuk katilleri adına.

„Sen Mahkum 3. Evet sen. Ne istedin.

Nasıl cesaret geldin. Adaletin hiç gelmeyeceğini

mi sandın.‟

Mahkum 3 sustu. Tek kelime etmedi.

Etmesine de izin verilmedi. Önce Mahkum 3‟ün

sonra tüm çocuk katillerinin boynu vuruldu.

Çınladı çocuk çığlıkları tüm evrende. Dike‟nin

tüm yardımcıları getirdiler vücutları tek tek

teraziye. Dengelendi terazi zar zor.

Kanatları tamamlandıkça gözleri

parlıyordu Dike‟nin. Yıllardır sağlayamadığı

belki de aksattığı adaleti sonunda getirmiĢti.

Devlet yöneticilerinden en fakir halka

kadar, ne kadar suçlu varsa hepsini teker teker

sağ elinde ki kılıç ile öldürdü ve öldürttü. Candan

sevdiği insanlar artık huzur içinde olacaklar ve

katledilemeyecekler, kandırılamayacaklardı.

Artık dünya temizdi dünya. Tertemiz.

Sol elindeki teraziyi bıraktı yere. Yanına da sağ

elinde ki devasa kılıcı.

„Ben Adalet Meleği Dike. Ölüm

getirmedim her birinize. ġimdi sağlandı adalet.

Bakın kanatlarıma. Hepsi yerinde. ġimdi bu

teraziyi bırakıyorum buraya. Yanına da kılıcımı.

Rehberlik etmesi için Justitia‟yı da bırakıyorum

sizinle. Artık kendi adaletinizi kendiniz

sağlayacaksınız. Ben herkesi layık olduğu Ģekilde

cezalandırdım. ġimdi sıra yeryüzünün temiz

kalmasında. Bunu da siz sağlayacaksınız. O

terazi ve o kılıcı hiç kullanmamanız dileğiyle‟

dedi, Dike.

Aldı uzun saçlarını omuzlarının yanına,

açtı devasa pembe kanatlarını ve uçtu göklere.

Page 22: Bengütaş Duvar Gazetesi Sayı: 5 Tarih: Haziran 2014

21

Hikâye

ÖLÜMLE İKİ DAKİKALIK SOHBET

Ġhsan BAYRAK

Yüz karası değil kömür karası

Böyle kazanılır ekmek parası

Orhan Veli

GüneĢli bir gündü. Sabahın ilk saatlerinde gökyüzü bulutsuz,

masmaviydi. Öğleden sonra kara bir bulut ara ara güneĢin önüne geçiyor, yeryüzünü ıĢıktan mahrum

bırakıyordu. GüneĢ kapandıkça kuĢ cıvıltıları kesiliyor, yerini büyük bir sessizlik alıyordu. Sonsuzluğa

uzanan bir sessizliğin habercisiydi belki de.

Yunus, çocuğunu kucağına alıp öptükten sonra gelecek vardiya için yola çıktı. BeĢ yıldır

maden ocağında çalıĢıyordu. Ġki yaĢında bir kız çocuğu ve sekiz yaĢında bir erkek çocuğu vardı. Erkek

çocuğu okuldaydı. Sabah vedalaĢmıĢtı kendisiyle, yanağına bir öpücük kondurarak. Madene doğru

yola çıktı. Ocakta bugün bir huzursuzluk vardı. Hemen herkesin yüzü solgundu. Her gün Ģen Ģakrak

herkese takılan ġen Osman bile sessizdi bugün. Her gün kahkahaların eksik olmadığı bu yerde bu

sessizliğe kimse anlam veremiyordu. Aslında her gün Ģen Ģakrak olmalarının nedeni iĢlerinin kolay

olması, mutlu olmaları, sıkıntıları olmamaları değildi. Kömür iĢi zor iĢti; öyle sessiz sessiz çalıĢmakla

zamanın geçeceği yoktu. Hal böyle olunca her Ģeye rağmen gülüp eğleniyorlardı, hayata inat. Belki de

bu iĢin en zevkli yönü atılan kahkahalar, yapılan espriler, içilen çaylar, yenilen peynir ekmeklerdi.

Yunus'un olduğu bölümde Yunus ile birlikte 21 iĢçi çalıĢıyordu. Bu bölüm diğer bölümlere

göre çıkıĢa daha uzaktı. Yunus aceleyle iĢ elbiselerini giyip çizmeleri ayağına geçirerek madene indi.

Biraz geç kalmıĢtı ama fazla azar iĢitmedi. AlıĢmıĢlardı artık böyle Ģeylere. Kendi bölümüne doğru

ilerlerken o da farketmiĢti bu sessizliği. Hayırdır inĢallah, dedi içinden. Vardiya değiĢimi olduğu için

kalabalığı yararak gidiyordu. ArkadaĢlarının yanına yeni varmıĢtı ki sesler yükselmeye, çığlıklar

gelmeye baĢladı. Herkes bir yana doğru koĢuyor, kimse ne yapacağını bilmiyordu. Sesler ocakta

yankılanıyordu. "Yangın var", "kaçın", "hemen dıĢarı çıkın", "koĢun" cümleleri havada uçuĢuyordu.

Çok geçmeden yangın yayılmaya baĢladı. Patlamadan dolayı yer yer göçükler oluĢtu. Bu göçükler

galerilerin birçoğuna ulaĢımı kesti. ÇıkıĢa yakın olanlar kendilerini dıĢarı atmayı baĢardı. ÇıkıĢa uzak

olup yerin metrelerce altında olanlar ise yolları kesildiği için bir Ģey yapamıyordu. Yunus'un olduğu

bölümde sessizlik hakimdi. Göçük yollarını kesmiĢ, oldukları yerde kalmıĢtılar. Ġçlerinden biri

dudaklarındaki kömür tozlarını silerek:

- Yangın çıkmasa belki bir umudumuz vardı ama bu yangın kolay kolay sönmez. Birazdan

karbon monoksit gazı buraya ulaĢır, dedi.

Sanki kimse bunları duymadı, herkes kendi halindeydi. Ama her Ģeye rağmen panik yoktu.

Çaresizliğin, umutsuzluğun içindeydiler. ġaĢkın değildiler, zaten hayatları hep bu çaresizlikler içinde

geçmiĢti. Ġçlerinden en yaĢlı olanı gayet sakin bir sesle:

- Bu saatten sonra yapacak bir Ģey kalmadı, kalkın iki rekat namaz kılalım.

İlginç olan bir Ģey vardı: herkes oturmuĢ gayet sükunetli bir Ģekilde ölümü bekliyordu.

Kimseden çıt çıkmıyordu. Herkesin yüzünde bir belirsizlik vardı. "Biz öleceğiz de ailemiz,

çocuklarımız, eĢimiz ne olacak" sorusu herkesin zihnini meĢgul ediyordu. Haklı bir soruydu, belki de

onların bu hayatta cevaplayamayacakları en zor ve en son soruydu. Haklarıydı bu soru, oysa böyle bir

vedayı ise kimse hak etmemiĢti.

Yunus bir köĢede oturuyordu. Cebinden kağıt ve kalemini çıkardı. Ara sıra boĢ zamanlarında

bir Ģeyler karalıyordu. Belli ki Ģimdi de ömrünün son dakikalarını karalayarak geçirmek istiyordu.

Evet, karalayarak... Bazıları pet ĢiĢelerdeki sularla abdest alıyor bazıları kara kara düĢünüyordu. YavaĢ

yavaĢ yanık kömür kokusu gelmeye baĢladı. Havada ölümün kokusu süzülüyordu. Veda edin artık

dercesine. YaĢlı adam:

Page 23: Bengütaş Duvar Gazetesi Sayı: 5 Tarih: Haziran 2014

22

- ArkadaĢlar, dedi, fazla zamanımız kalmadı.

Yunus daha hızlı karalıyordu. Namaz kılacak kadar vakitleri olmadığını anladılar. Kelime-i

Ģehadet getirip dua etmeye baĢladılar. Gaz giderek yayılıyordu. Yunus kalemi bırakıp kağıdı sıkıca

ellerinin arasına alarak kelime-i Ģehadet getirdi. YavaĢ yavaĢ hepsi yere yığılıyordu. Birkaç dakika

içinde ayakta kimse kalmadı.

Aradan günler geçtikten sonra arama kurtarma ekipleri Yunus'un olduğu galeriye ulaĢtılar.

Hepsi vefat etmiĢti. Cansız bedenlerini yeryüzüne çıkardılar, tekrar toprağa vermek için. Belki de

hayatın en trajik yönüydü, toprak altından çıkıp tekrar toprak altına girmek.

Otopsiler yapılırken Yunus'un avucunda bir Ģey olduğunu farkettiler. Kağıdı alıp ailesine

teslim ettiler. Acılı eĢi bu kağıdı okuyacak halde olmadığı için oğluna verdi. Oğlu da buruĢmuĢ kağıdı

özenle düzelttikten sonra kısık bir sesle okumaya baĢladı:

"Göçük olduğunda kaçacak bir yerimiz, sığınacak bir korunağımız kalmadı. Hayatımız film

Ģeridi gibi gözümüzün önünde geçti. En çok da sizi yalnız bırakacağıma üzülüyorum. Kendinize iyi

bakın. Son dakikalarımızda birbirimiz ile sohbet etmek yerine ölümle iki dakikalık sohbete daldık"

Kağıdın ön yüzünde bunlar yazılıydı. Oğlu tam kağıdı katlayacakken arkada birkaç mısra

gözüne iliĢti:

"Ölümle iki dakikalık sohbet,

Ve sona kalan iki hacet;

Biri vuslat,

Biri hasret...

Ölmek için çok erken,

YaĢamak için çok geç."

Şiir

EN SON DEMDEYİZ ŞİMDİ…

Yavuz (Fermân) KILIÇ

Son demlerin de sonunda, bir uçurum kenârındayız Ģimdi

Tut ellerimden…

Ya hayata tutunalım, ya da al götür beni bu dünyâdan

Tatlı bir rüyâdan uyandırır gibi…

Farkında mısın, tüm yolların sonuna geldik biz

Artık, söylenecek söz kalmadı hazînemde

Tâkatsiz sözlerim… Vakit, vedâ vaktidir henüz

Ardıma bakmak yasak, hayâllerim matemde

Mihribân, farkındasın, tüm yolların sonundayız biz.

Ne hâlden anlayan bulunur, ne bu gidiĢe çâre

Rahatı kaçan ağaç misali, dalım kırık, yaprağım dökük

Uzak gideceğim bütün yollar… Gönlüm sensiz âvâre

Kalmayacak en azından Ģiirin, sözün bende manâsı

Zehirden acı dedikleri, vedânın eline düĢtüm Ģimdi

O, rengini anlayamadığım gözlerinden ayrılık vakti geldi

Gözlerin, vuslatsız bir aĢkın, tek, gerçek hâtırası.

(Uzak gideceğim yollar, ardıma bakmak yasak, bu gurbet bir sürgün)

Page 24: Bengütaş Duvar Gazetesi Sayı: 5 Tarih: Haziran 2014

23

Kitap Tanıtımı

ÖLÜMÜNÜN YÜZÜNCÜ YILINDA RECAİZADE MAHMUT EKREM’İN

GÖZÜNDEN DİVAN ŞAİRLERİ:

ESKİLERDEN BİRKAÇ ŞAİR -KUDEMÂDAN

BİRKAÇ ŞÂİR-

Burcu Bekiroğlu

Recaizade Mahmut

Ekrem (1847-1914), son

dönem Osmanlı Ģair ve

yazarlarının önde gelen

isimlerinden birisidir. 13

Mart 1847 tarihinde

Ġstanbul‟da doğan Ekrem, Takvimhane

nazırlarından Recai Efendi‟nin oğlu,Ercüment

Ekrem Talu‟nun da babasıdır. O, Arapça ve

Farsçayı babasından öğrenmiĢ, Mekteb-i

Ġrfaniye‟yi bitirmiĢ, sağlık sorunları nedeniyle

Harbiye Ġdadisi‟ndeki öğrenimini yarıda

bırakarak Hariciye Mektubi Kalemi‟ne girmiĢtir.

ġura-yı Devlet (DanıĢtay) muavinliği,Tanzimat

ve Nafıa daireleri baĢmuavinliği, ġura-yı Devlet

üyeliği, Mülkiye Mektebi ve Galatasaray

Sultanisi‟nde de edebiyat öğretmenliği yapmıĢtır.

Gerek Galatasaray Sultanisi‟nde, gerekse de

Mülkiye Mektebi‟ndeki edebiyat hocalığı

sırasında otoriter kiĢiliğiyle öğrencilerinin saygı

ve sevgisini kazanmıĢ, bundan dolayı da haklı bir

biçimde “Üstat Ekrem”unvanıyla anılmıĢtır.

Ekrem, ayrıca Temyiz Mahkemesi üyesi,

Tanzimat Dairesi baĢkanı, Evkaf ve Maarif nazırı

ve Ayan üyesi de olmuĢtur. Recaizade Mahmut

Ekrem, 31 Ocak 1914„te Meclis-i Ayan

üyesiyken vefat etmiĢtir. Ölümünde okullar tatil

edilerek büyük bir tören hazırlanmıĢ ve

Anadoluhisarı‟nda oğlu Nijad‟ın yanına

gömülmüĢtür.

Namık Kemal‟le tanıĢtıktan sonra

Encümen-i ġuara topluluğuna katılan Ekrem,

onun Fransa‟ya kaçıĢından sonra da Tasvir-i

Efkar‟ı yönetmiĢtir.Ġlk yazılarını baĢta Tasvir-i

Efkar olmak üzere çeĢitli gazete ve dergilerde

yayımlayan Recaizade Mahmut Ekrem, eskiyi

savunan Muallim Naci ve yandaĢlarıyla girdiği

tartıĢmalarla Edebiyat-ı Cedide‟ye ortam

hazırlamıĢtır. Tevfik Fikret‟in Servet-i Fünun

dergisinin baĢına geçmesini sağlayarak Halit Ziya

ve Cenap ġahabettin gibi gençlerin bu dergi

çevresinde bir topluluk oluĢturmalarına önayak

olmuĢ, sanatta güzellik ilkesine bağlı, doğaya

dönük, insanı doğa içinde ele alan bir anlayıĢla

Ģiirler kaleme almıĢtır. ġiirlerinde daha çok aĢk

ve ölüm temalarını iĢleyen Ģairde, özellikle oğlu

Nijad‟ın ölümü, ölüm karĢısında sızlayan,

gözyaĢı ve acı dolu bir duyarlılık ortaya

çıkarmıĢtır. Türk edebiyatının bir dönemine

damgasını vuran Recaizade M. Ekrem‟in, Ģiir,

roman, hikaye,oyun ve tenkit türlerinde çeĢitli

eserleri bulunmaktadır.

Recaizade Mahmut Ekrem‟in 19. asrın sonlarında kaleme aldığı ve divan

edebiyatının önde gelen bazı Ģairlerinin biyografileri ile onların edebi Ģahsiyetleri

ve Ģiirlerini içeren Kudemadan Birkaç Şair adlı eseri, Prof. Dr. Adem Ceyhan ve

Halil Sercan KoĢik tarafından yayına hazırlanarak, Eskilerden Birkaç Şair -

Kudemadan Birkaç Şair- ismiyle Nisan ayında Büyüyenay yayınları arasından

çıktı. Recaizade Mahmut Ekrem‟in, Sinan PaĢa, Fuzuli, Ebu‟s-Suud Efendi, Baki,

Nef‟i, Nabi, Nedim, Çelebizade Asım, ġeyh Galib, Pertev PaĢa ve Sami PaĢa

hakkında verdiği önemli bilgileri içeren ve tenkit ile biyografi türünü bir arada

bulunduran bu çalıĢma, dört bölümden meydana gelmektedir:

Page 25: Bengütaş Duvar Gazetesi Sayı: 5 Tarih: Haziran 2014

24

1. Ekrem‟in “Tâlîm-i Edebiyât”ına Zeyli:

Kudemâdan Birkaç ġâir (s. 7-30)

2. Eskilerden Birkaç ġair / Kudemadan

Birkaç ġair -Günümüz Türkçesiyle-(s.

35-145)

3. Kudemadan Birkaç ġair -Asıl Metin- (s.

149-196)

4. Ek: Fuzuli‟yi Tanıyalım (s. 197-204)

“Ekrem„in „Talim-i Edebiyat‟ına Zeyli:

Kudemadan Birkaç ġair” adlı ilk bölüm giriĢ

mahiyetinde olup, söz konusu eser hakkında ön

bilgiler vererek eseri okuyucuya iyi bir biçimde

tanıtmaktadır. Bu bölümde ilk olarak Ģiir teorisi

ve tenkidinin mazisi hakkında kısa bir bilgi

verilmiĢ ve Recaizade Mahmut Ekrem‟in eserde

ele alınan edebi Ģahsiyetlerin

değerlendirilmesinde belirli bir zaman sırası

gözettiği belirtilmiĢtir. Kitapta Recaizade‟nin ele

aldığı edebi Ģahsiyetlerin hayat hikayeleri

hakkında verilen bilgilerin yeterli sayılmamasının

sebebi Ģu Ģekilde açıklanmıĢtır:

“Onun eserini neşrettiği H.1305

(M.1888) yılında Kastamonulu Latifi, Aşık

Çelebi, Kınalızade Hasan Çelebi, Seyyid Rıza,

Kazasker Salim, Safayi, Esrar Dede vs. edebi

şahsiyetlerin şuara tezkireleri, bazı Şakayıku‟n-

Nu‟maniyye zeyilleri, vefeyatnameler gibi tarihi-

biyografik kaynaklarımızın çoğunun basılmadığı,

kütüphane kataloglarının yeni yeni hazırlanıp

yayımlanmaya başladığı hatırlanırsa,şair ve

yazarlarımızın hayatlarını araştırmanın ve

eserlerini tesbit, tedkik,tarif ve tenkit etmenin ne

kadar zor bir iş olduğu,herhalde daha iyi

anlaşılabilir” (s.12).

Ayrıca Recaizade Mahmut Ekrem‟in bu

eserinin nasıl ortaya çıktığı hususunda çalıĢmanın

bu kısmında Ģu bilgiler verilmiĢtir:

“…söz konusu eser, Talim-i Edebiyat

(Edebiyat Öğretimi) isimli kitabında örnek

verdiği şairlerin önemli bir kısmının sınıflarda

edebi vasıflarını bildirme ve tarihi derecelerini

belirleme sırasında kendisine hatırlatıcı olmak

üzere yazdığı notlarından ibarettir. Recaizade,

edebiyat öğretimiyle meşgul olduğu sırada,bu

notlardan on sene faydalanmıştır. Müellif, daha

sonra onları genişleterek Talim-i Edebiyatına bir

zeyl (ek) halinde bastırmak düşüncesindedir.

Ancak tarihin derinliklerinde kalmış şair ve

yazarların biyografilerini araştırma ve yazmanın

ne kadar zor bir iş olduğunun farkındadır. Ekrem

yıllarca faydalandığı mezkur ders notlarının

kaybolmaması için,bu haliyle bastırılmasını

uygun görmüştür” (s.9-10).

Bu kısımda anlatıldığına göre Ekrem,

eserinde bahsettiği Ģair ve yazarlar hakkında bilgi

verirken bazı biyografik, ontolojik ve tarihi

eserlerden de olabildiğince yararlanmaya

çalıĢmıĢtır:

“Latifi, Kafzade Fa‟izi,Salim, Fatin gibi

yazarların şuara tezkireleri,Karaçelebizade

Abdülaziz Efendi‟nin Ravzatü‟l-ebrar adlı

tarihi,bunlardandır”(s.13).

“Eserin Tesirleri” baĢlıklı kısımda (s.18-

30)ise müellifin eserinde yer verdiği edebi

Ģahsiyetlerin ayrıntılı biyografisini yazacak

kiĢilerin iĢine yarayabilecek bazı bilgiler

verilmiĢtir. Ayrıca bu yazıda Tahir Olgun,

Süleyman Nazif, Ġbnü‟l-Emin Mahmud Kemal

Ġnal, Fuad Köprülü, Vasfi Mahir Kocatürk,

Abdülkadir Karahan gibi yazarların söz konusu

eser hakkındaki tenkitlerine de yine bu kısımda

yer verildiği görülmektedir.

Page 26: Bengütaş Duvar Gazetesi Sayı: 5 Tarih: Haziran 2014

25

“Eskilerden Birkaç ġair / Kudemadan

Birkaç ġair - Günümüz Türkçesiyle-”(s. 35-145)

baĢlığını içeren ikinci bölümde ise, Sinan PaĢa,

Fuzuli, Ebu‟s-Suud Efendi, Baki, Nef”i, Nabi,

Nedim, Çelebizade Asım, ġeyh Galib, Pertev

PaĢa ve Sami PaĢa gibi adı geçen edebi

Ģahsiyetlerin biyografileri ve Ģiirlerine dair

bilgiler günümüz okurunun anlayabileceği bir

dile çevrilerek sunulmuĢtur. Bu bölümde sözü

edilen Ģairler hakkında Talim-i Edebiyat‟tan

alınan bilgiler de ilgili Ģair/yazarın anlatıldığı

kısmın sonuna eklenmiĢtir. Bu kısımda Ģair ve

yazarların isimlerinin yer aldığı baĢlıkların

hemen altında onların birer minyatür veya temsili

resmine yer verilmiĢtir.Ayrıca dipnotlarda bu

Ģairlerle ilgili çeĢitli kaynaklarda yer alan

bilgilere de kimi zaman müracaat edildiği

görülmektedir. Eserde yer alan Ģiirlerin de aynı

Ģekilde parantez içerisinde günümüz Türkçesine

çevirilmiĢ halleri bulunmaktadır:

''Kimdür benümle fenn-i meanide bahs iden

Bilsin ki ana hamle-i tab'um bela yeter

Bir Rüstem -i keman-keş-i nazmum ki tab'uma

Terkeş-i mukattaat-ı Siham-ı Kaza yeter''

(Belagat dalında benimle iddiaya girişen kimdir? Bilsin ki, yaratılışımın hamlesi ona bela

olarak yeter! Ben, nazım yayını çeken bir Rüstem'im ki,yaratılışıma Siham-ı Kaza (Kaza Okları)

kıt'alarının sadakı (okluğu) yeter...)(s.82).

“Kudemadan Birkaç ġair -Asıl Metin-” (s. 149-196) baĢlıklı üçüncü kısımda ise eserin

orijinal hali Latin harfli olarak araĢtırmacıların hizmetine sunulmuĢtur. Bu kısımda müellifin eserini

ağır bir dille kaleme aldığı, onu yazarken Arapça ve Farsça terkipleri çok sık kullandığı açık bir

biçimde görülmektedir:

“Sinan Paşa ise mazbut olan terceme-i haline göre, daha sıgar-ı sinninde iken bu cihan-ı

maddiyi nazar-ı rağbetten bi'l-külliyye ıskat ile fıtraten bir meyl-i külli ile müncezib olduğu ruhaniyyat

alemine hasr-ı fikr ü kalb etmiş bir hakim-i ahiret-bin olduğu için, dünyaya müteallik umur ve

ezvakdan bahseden şi're iltifat etmemiştir” (s.152).

Kitabın dördüncü ve son bölümü olan “Ek: Fuzuli'yi Tanıyalım”(s. 197-204) baĢlıklı

bölümde ise, Recaizade Mahmut Ekrem‟in H. 1303-1304(M. 1887-88) yıllarında Mehmed Ziver

müstear ismiyle Nihal dergisinde Fuzuli hakkında kaleme aldığı yazılar bulunmaktadır:

“Şairin yaşadığı asırla zamanımız beyninde güzeran eden üç yüz yetmiş bu kadar senelik bir

fasıla-i eyyam, asar-ı Fuzuli'ye enzar-ı kadr-şinasandan ıskat edememişdir.Bir cemiyyet-i

mütemeddine içinde isbat-ı iktidar-ı şairiyetten edebil(m)ek ve bu azamet-i iktidarı bir ruhaniyyet-i

fikriyye ile ibkaya muvaffak olmak ne büyük bir marifettir” (s.198).

Kitabın sonunda okuyuculara kolaylık olması açısından kitapta geçen Ģahıs, yer ve eser

isimlerini içeren bir de dizine yer verilmiĢtir (s. 205-208).

Sonuç olarak Prof. Dr. Adem Ceyhan ile Halil Sercan KoĢik tarafından hazırlanan bu

çalıĢma, 19. yüzyılın en önemli edebi Ģahsiyetlerinden birisi olan Recaizade Mahmut Ekrem‟in divan

Ģairleri hakkında sahip olduğu ve taĢıdığı bilgi ve düĢüncelerin yanında onun klâsik Türk edebiyatına

olan vukufunu göstermesi açısından da büyük bir öneme sahiptir.

Page 27: Bengütaş Duvar Gazetesi Sayı: 5 Tarih: Haziran 2014

26

Deneme

YOLCULAR: HATIRLARDA KALSIN SURETİMİZ

Arzu KÜÇÜKOSMAN

Bugün yüreğimin koridorları gitme

vaktinin sirenleriyle inliyor. Bir telaĢ var her

zaman tenha olan sokaklarında yüreğimin.

Kelimeleri yutmaya çalıĢtıkça, boğazımda

düğümleniyor kalabalıklar. Yalnızlığımda

büyüttüğüm ve görmüyorlar deyip sitem ettiğim

ama Ģimdi gördüklerine inanmaya baĢladığım o

kalabalıklar…

Ve dıĢarıda bir telaĢ, bir koĢturmaca…

Hancıların sesi… Evet, bunlar hancıların sesi!

Gitme vaktinin geldiğini söylüyorlar ferman

okurcasına bir edayla… Ve gitme vaktinin henüz

gelmediğine inanmak isteyen hüzünlü ve yorgun

yolcular…

İki kafile... Dört yıldır konaklıyorlar bu

handa: “Ġlim Hanı” nda. Meyleri hissetmek,

mezeleriyse hissettirmek. Onlar mey ve mezeye

düĢkünlükten vakti anlayamadılar. Tatlılığının

sarhoĢluğundan mı acılığının ıstırabından mı

bilmem ana anlayamadılar iĢte…

Hancıların sesi yüreklerini çarpacak

kadar inlediğinde anladılar vaktin geldiğini…

Kiminin gözü yaĢ ile doldu, kiminin yüreği

ĢaĢkınlıktan taĢ oldu. Diretmeyeceklerdi. Öyle

anlaĢmıĢlardı en baĢtan. Vakit dört yıl.

Toparlanmaya baĢladılar. En baĢta anıları, sonra

umutları koydular sırtlarından düĢmeyen o bin bir

renkli heybeye. Kimisi soru iĢaretleriyle doldurdu

heybesini, kimisi diyemedikleriyle… Kimisininki

doldu taĢtı sığmadı, kimisininkinin içi bomboĢ

kaldı. Bazılarının ağır geldi bedenine bu heybe,

bir kısmını bıraktı bir gün döner alırım diye. Ġçi

bomboĢ kalanlarsa tekrar döndü geriye, belki fark

etmemiĢimdir bıraktığım var diye.

GüneĢin tam batmadığı ve akĢamın tam

olmadığı o anda girdiler yola. Gündüz ve gece

devir teslim yapmaya hazırlandığı zamanda…

Baktılar birbirlerine uzun uzun. Çünkü bundan

sonrası meçhul bir durum… Yollar ayrılıyor.

Herkes inandığı ya da inandırıldığı yolu tutacaktı.

Tutmaya, o yolda tutunmaya çalıĢacaktı.

Biliyorlardı ki o yolu tutmak kolaydı ama o yolda

tutunmak o kadar kolay değildi. Artık yoldaĢlık

bitiyor, “yolcu” luk baĢlıyordu. Buna hazırlıklı

veya değillerdi. Bu saatten sonra ne değiĢirdi ki?

Kim bilir, belki de baĢka bir handa yolları

kesiĢecek, aynı meyden, aynı mezeden tat

alacaklar, bu handa yaĢadıklarından gülerek dem

vuracaklar… Kim bilir, belki kimileri yolunu

beğenmeyecek, bir diğer dostun yolundan devam

edecek. Kim bilir, yollar belki zirveye çıkacak,

belki çıkmaz sokaklarda tıkanacak… Ya da en

ürkütücü olanı, yollar uzadıkça uzayacak ve bir

anda peydah olan sisten daha yol alınamayacak…

Kim bilmiĢ, kim bildi, kim biliyor, kim bilecek,

kim bilir? KeĢke bilse, bilebilse? ASLINDA

BĠLMELĠ? BĠLSĠN!

Usullerince vedalaĢtılar ama giderayak

bir Ģeyler söylemek lazımdı hancılara. Hüzünden

yere düĢen bakıĢları, lal olan dilleri, kilit tutmuĢ

ayakları gören “bir yolcu” aldı sözü, yormadan

“her bir yolcu” yu:

Geldik dört yıl evvel ki bir sabi kadar acemi

Gidiyoruz dört yıl sonra kalfa olacak kadar bilgili

Sitemler inletiyordu daha ilkten bu hanı ki

Ne zaman bitecekti bu yıllar, sanki bu durak ebedî

Page 28: Bengütaş Duvar Gazetesi Sayı: 5 Tarih: Haziran 2014

27

Uzun söze ne gerek gelelim öze direk

Kimi vakit güldük, kimi vakit ağladık

Öyle ya da böyle anlamadan alıĢtık

Hayatın gerçeği bu, en baĢta yabancıydık

Giderayak yerlisi olduğumuz hissiyatındaydık

Ey hancılar!

Yeri geldi çattınız kaĢlarınızı yüzümüze

Yeri geldi bizimle güldünüz ölesiye

Her Ģeye rağmen borçluyuz sizlere

ġunun da bilincindeyiz ki; elbette

Biz gitmeliyiz, yeni yolcular gelsin diye

Gidiyoruz Ģimdi kendi yolumuzu çizmeye

Sen durmalısın yeni filizler yeĢersin diye

Bu han ki alnı ak, ebedî kalsın yeryüzünde.

Tek isteğimiz var HATIRLARDA KALSIN SURETĠMĠZ

O da mümkün değilse EN AZINDAN GÖZLERĠMĠZ

(YAZAN: Bu hana bir baĢka handan gelip, ilk yıl gece vakti konaklayıp yalnız mey içen,

ikinci ve üçüncü yıl gündüz vakti konaklayıp mey içip meze yiyen ve bu handa Ģunu öğrenen: Bir

handan baĢka bir hana fiziksel geçiĢ yapmak mümkünken ancak bir handan bir “hanın ruhu” na geçiĢ

yapmak mümkün değildir. Büyük bir miktar ki fiziksel geçiĢte muvaffak olmuĢ lakin ruhsal geçiĢte bir

kuyuda zindan olmuĢ. Öğreten ve öğrenebilenlere teĢekkürlerimle…)

Şiir

BEN

Oğuzcan Kıymık

Ben mirasyedi gencin nankör bakıĢları

GeniĢ cüsseli adamların menfaat alkıĢları

Aynı yola çıktıklarımın geride kalıĢları

Ben tecavüze uğramıĢ kızın haykırıĢları

Ben dilenci çocuğun kesik avuçlarında kir

Torpille yerleĢilmiĢ makamdaki sır

Bak bu yola çıktığım yemyeĢil kır

Ben el kadar çocukların cesaret bakıĢları

Ben, terör elinde askeri vuran silah

Gencecik çocuğu toprağa veren siyah

Dağı, taĢı, beni yaratan tek Ġlah

Ben silahları susturan o sahte barıĢları…

Ben, Ģehit anasının kızgın sözleri

Vatan sağolsun diyenlerin ıslak yüzleri

Bir bir yaksalar da tepeden düzleri

Ben, o Ģehit gençlerin ölüme atıĢları

Ben, bütün bu olanların sebebi, failler

Sırıtan dudakları, gözleri kör cahiller

Beklese de beni yolun sonunda ölümler

Ben, onurlu insanımın saygıyla anıĢları…

Page 29: Bengütaş Duvar Gazetesi Sayı: 5 Tarih: Haziran 2014

28

Hikâye

ÇEKMECE DOLUSU MEKTUPLAR

Serap CENGĠZ

Baharın son damlalarını hissettirdiği güne uyandı. Papatyaların toprakta

kalmıĢ yapraklarını kokladı. Saati tik takın dıĢında baĢka dünyaya yürüyordu. On

dört baharın yedi yılı kadar beklediği gün nihâyet gelmiĢti. Bir mucize gerekti.

Pencereyi açtı. Ġki kuĢ belirdi gökte. KuĢlar ki; yine nöbette. Üstâd hayat

kısa kuĢlar uçuyor diyordu. Akasya kokulu sabahlarını geri istiyordu. Öyle dalmıĢtı ki Ģarkının

sözlerine, arkadan gelen sâyeyi fark etmedi. Ürktü, bir kere daha ürktü.

Pencereden gelen gün ıĢığıyla birlikte saçlarını taradı, gözlerini belirginleĢtirdi ve kadim

dostunun yapraklarını son kez inceleyerek, yeĢil oyayla iĢlenmiĢ beyaz heybesine yerleĢtirdi. Pazar

günü geleneğini gerçekleĢtirmek üzere yola koyuldu. Etrafta ikinci baharını yaĢayan çiftleri, al

yazmasını bağlayanları, selvi boylusunu arayanları gördü. Ölü bir kelebeğin kanatlarını izledi. Tanrım,

ne çok yaĢanmıĢlık vardı! Papatya takmıĢtı saçlarına. Mucize geldi.

En son ırmakla çevrili bir parkta görmüĢtü onu. ġimdi ise beton yığınları arasında merhaba

diyordu. Saçlarında papatyaları görünce neyin var dedi. KuĢları izleyen kadim dostunun sayfalarını

çeviren kız gülümsedi. Bundan yedi bahar önce sorulardan biri de meĢhur olmayı düĢünüyor musun

sorusuydu. O zaman da bilmem, bir sözüm olur belki demiĢti. Mırıldandığı sözler o yöndeydi.

Sayıklama günden güne artıyordu, derin bir sessizlik oldu. Sustukça konuĢtular sanki. Çekmece dolusu

mektupları okumanın zamanı gelmiĢti. YeĢil oyalı heybesinden çıkardığı kadim dostunun sayfalarını

açtı. Önce haĢiyeler çekti dikkatini sonra darb-ı meseller… Ġlk satırlar Ģöyleydi:

Âh sevgilim Ģu saatte bir depremzedenin kuĢu ötüyor. Bir çocuk uçan balonuyla konuĢup

temiz kalsın mektuplarım sözleriyle heceliyor dünyayı. Etrafımda ateĢi olmadığı için birini

söndürmeden diğer sigarasını yakanlar, küçücük deliklere nağmeleri sığdırıp dizini bükenler var. O

sırada -ki diyorum ne garip ek. Bir türlü anlayamadım bu eki. Vurgulamak istediğimde yanlıĢ

anladılar, sustuğumda dinlemediler. Böyle garip bir Ģey yazmak. Daha bir satırı bitirmeden bir eke

takılabiliyorsun. TaĢlara bak bayım biri mavi diğeri gri ortasından kırmızı geçiyor, insanlar gibi…

Bunu düĢünebilirsin mesela, hatta Ģimdi düĢün sonra devam edelim.

İlk okuduğu cümle bu oldu. Sustular, mucize düĢündü, kız okumaya devam etti…

“Kaynayan çaydanlığın mutfağa diktiği o koku” burnuna geldi. ġiirsel bir ziyafete her ikisi de

hazırdı. Ne de olsa yedi bahar önce çokça yapıyorlardı bunu. O annesinin kurabiyelerinden getiriyor,

mucize de hormonlu çilekleri Ģekere basıp kahvaltıda sunuyordu. Önce Mungan‟dan sonra Turgut

Uyar‟dan ardından Attilâ Ġlhan‟dan mısralar okudular.

Zamanı yıllarla tartanlar yanılırlar, hiçbir Ģey tartılmaz baĢka bir Ģeyle. Hatta çoğu zaman

kendiyle bile diyordu Mungan. Sayfayı çevirdi. ġarkılar söylemiĢtim pencereden, uyanıp uyanıp yine

dalmıĢım diyordu Turgut Uyar. Biraz soluk alıp devam etti. SanmıĢtık ki ikimiz yeryüzünde ancak

birbirimiz için varız. Ġkimiz sanmıĢtık ki tek kiĢilik bir yalnızlığa bile rahatça sığarız. Duraksadı,

birlikte okudukları ayrılık sevdaya dahil Ģiirini yedi bahar sonra ürkek sesiyle o kız tekrar okuyordu.

Çayını yudumladı her ikisi de. Ardından saçında solmuĢ çiçeği sevdi. Ayrılık sevdaya dahil dedi.

Sustular..

Büyümeyen adam gözlerini kıstı. Ona sesiyle sarıldığı kızı kucakladı ve Ģöyle söyledi:

“Mavilik de çocukluk gibi, unutulmayacak hiç.”

Bir türkü söyle dedi yanık olsun. Bir söz söyle söylenmemiĢ olsun.

Page 30: Bengütaş Duvar Gazetesi Sayı: 5 Tarih: Haziran 2014

29

Kız usulca kadim dostunun yapraklarına veda etti. Çekmece dolusu mektupları bir kenara

bırakıp papatya kokulu saçlarına baktı. Türkü değil ama bir zamanlar usulca kulağına fısıldadığı Ģu

mısraları söyledi:

Bir bahar akĢamı rastladım size

Sevinçli bir telaĢ içindeydiniz

Derinden bakınca gözlerinize

Neden baĢınızı öne eğdiniz?

Ġçimde uyanan eski bir arzu

Dedi ki: yıllardır aradığım bu!

ġimdi soruyorum büküp boynumu:

Âhhh!

Daha önceleri neredeydiniz?

Şiir

DİLEKÇE

Vural YILMAZ

Çehreme geceden bir Ģey sürüldü

Dilimde dualar kat kat dürüldü

Sana meftûn sînem yanarken yine

BaĢımdan akan nur gürül gürüldü

Ruhuma ĢîĢenden bir mey sürüldü

AkĢam oldu yine güneĢ süzüldü

Birkaç saat evvel gündü ortalık

Zemin tene serin su ruha ılık

Böyle bir vakitti her yer karanlık

Andım seni birden buzlar çözüldü

Ezelimden piĢman ebed üzüldü

Yürümedi ayaklarım bu yolu düzgün

Elim, gözüm, yüzüm; çamur ve kir

Çoğu kez kalbimden dua gecikir

Ne yasaklar dinler ne de bir emir

Yürümedi ayaklarım bu yolu düzgün

Rotasından piĢman dümen üzgün

Yeis yok. Çare çok. Sonsuz rahmet var

Ġsterse birleri bin yapacak var

Ġsterse de çöle boran boran kar

Yağdırır bir anda yer suya kanar

Bilirim eksiktir bu yazılan dilekçem

Fakat günahlardır söze geçen bilekçem

Diyeceğim budur çoktur benim kederim

Gereğinin yapılmasını arz ederim

Page 31: Bengütaş Duvar Gazetesi Sayı: 5 Tarih: Haziran 2014

30

Hikâye

ESNAF SOKAĞINDA DUA

Ünal DERELĠ

Herkesin zilzurna ayık olduğu bir gündü. Yağmur yağmıyor,

yağamıyordu.Çünkü insanlar; yağmuru hak edemiyordu.Yağmur,onu sokakta

görünce eli ayağı birbirine dolanıyor,bir iki damlasını düĢürüveriyordu adamın

gözlerine.Bu durum fazla sürmüyor, hemen toparlanıveriyordu.Çünkü onun dıĢındaki bütün insanların

duaları, sadece camilerde ve seccadelerde kalıyor, sokaklarda kimse dua etmiyordu.

Saat sabah altı civarıydı. Esnaf sokağında yağmurla buluĢabilmek ümidiyle evden erken

çıkmıĢtı. Gerçekte böyle bir sokak vardı fakat adı baĢkaydı. Adı olan bu sokağa, tekrar bir ad verme

gereksinimi duymuĢtu. Bunun bir kaç tane sebebinin olduğu aĢikârdı. Ancak bu soruyu, yani neden

esnaf sokağı, sorusunu kendine hiç sormadı. Sadece burası esnaf sokağı olsun demiĢti, o kadar. Esnaf

sokağı sakinleri belli ki hala uyanmamıĢtı. Evet, saat daha çok erkendi belki. Ama ya, yağmur yağarsa

diye aklından geçirmedi, yüreğinden de. O an bir sokak köpeği değdi yüreğine. AkĢamdan kalma

çöpleri karıĢtırıyor, kendinden önceki köpeklerden arta kalan bir Ģeyler arıyordu. Belli ki geç kalmıĢtı

ya da akĢamdan beri hiçbir Ģey bulamamıĢ, son çare olarak bu çöplere gelmiĢti. Zayıflığı

utandırmayacak kadar da olmasa, zayıf bir erkek köpekti. Genç olduğunu herkes anlamayabilirdi

ancak o bir çırpı da anlayıvermiĢti. Genç dedi içinden genç... Köpek onu duymuĢ olacak ki; açlığını bir

kenara fırlatıp, adamın gözlerindeki yağmura baktı. Ağlayacak oldu adam. Sonra, yağmur da

gelmemiĢti esnaf sokağına. Köpek açtı. Oğlum dedi, evladım... Kafasını okĢadı köpeğin. Yürüdü biraz,

sonra döndü arkasına baktı. Köpek arkasında yoktu, önünde yürüyordu. Ağlayacak oldu. Cebindeki

ellerine bir Ģey değdi. ġükretti. Uyanın diye kimse duymayacak bir Ģekilde bağırdı. Uyanın, uyanın da;

vefa görün, uyanın da; sokakta edilen bir duanın nasıl kabul olduğu, hem de bir köpeğin duasının nasıl

kabul olduğunu görün. Kemik yağmıyor, yağmur yağıyordu. Kalkın, kalkın da; açın Ģu dükkânları

evladım aç, çocuğum aç, sokaklar aç...

-Selamünaleyküm. Bir ekmek verir misin, ha bir de Ģu keklerden?

-Aleykümselam. Bu saatte açmazdım. Ġyi rastladın bana.

Açlıktan ölsem alır mıydım, acaba bunları? Vefaya olan inancımı kaybetmediğimden

alıyorum bunları, esnaf sokağının esnafı.

Bunların hiçbirini adama söylememiĢti. DıĢarı çıktığında köpek oturmuĢ onu bekliyordu.

Ekmeğin yarısını kırıp, köpeğe uzattı. Kokladı önce sonra adamın gözlerine baktı. Kırdığı ekmeği alıp

poĢete koydu adam, sonra aldığı keki çıkardı poĢetten, kırıp köpeğe verdi. Kokladı önce sonra adamın

gözlerine baktı. Kalktı adamın önünde yürüdü.

Adam önce bir anlam veremedi bu duruma. Gözüyle görmüĢtü çöpleri karıĢtırdığını, açtı.

Sonra aklına geldi; bir köpekti o, insan değildi. O yüzden karĢılık beklemezdi, adama gösterdiği

vefaya karĢı. Adamın aldığı ekmekle keki yerse vefasının karĢılığını almıĢ olurdu. Ama bu durum

onun doğasına aykırıydı. Evet, o bir köpekti. Hiçbir Ģeyden karĢılık beklemezdi, beklemezdiler.

İki gün sonra aynı sokakta; yani esnaf sokağında, yağmur da yağmıyorken, saat altı değil ona

geliyorken ve bütün esnaf dükkânları açıkken, köpeği ilk gördüğü yere geldiğinde, Ģöyle dedi içinden;

''Hiç inanmamam gereken bir günde,

Aklımı ısırdığım bu sokakta;

Evet, gözlerimden dua bekler bulutlar.''

Page 32: Bengütaş Duvar Gazetesi Sayı: 5 Tarih: Haziran 2014

31

BÖLÜM HABERLERİ

BÖLÜM TANITIM VİDEOMUZ HAZIRLANDI!

Genel yayın yönetmenliğini Doç. Dr. Özer

ġenödeyici‟nin üstlendiği, Karadeniz Teknik

Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü‟nün

tanıtım videosu uzun süreli bir çalıĢma

sonucunda izleyicileriyle buluĢtu. Ekipte,

BengütaĢ duvar gazetesinde görev üstelenen

öğrenciler yer aldı. ÇalıĢmalara ilk olarak tanıtım

videosunda seslendirilecek metnin

hazırlanmasıyla baĢlandı. Bölüm baĢkanımız

Prof. Dr. A. Mevhibe CoĢar, çalıĢma ekibine

metni ulaĢtırdı. Bununla beraber Ahmet

Aksu‟nun stüdyosunda, bölümümüz

öğrencilerinden Serap Cengiz, metni seslendirdi.

Kampüsün, bölümümüzün, personellerin

fotoğrafları, çeĢitli videolar ise BüĢra DemirtaĢ

tarafından hazırlandı. Eldeki bütün malzemeler,

genel yayın yönetmeni Doç. Dr. Özer

ġenödeyici‟nin elinden geçerek videoda

kullanılacak olan materyaller belirlendi.

Belirlenen materyaller bölümümüz

öğrencilerinden Yunus Emre Bolat‟a ulaĢtırıldı

ve tüm materyaller birleĢtirilip düzenlendikten

sonra bölüm tanıtım videosu hazırlandı. Böyle

uzun bir çalıĢmanın ardından, bölümümüzü

tanımak, bölümümüz hakkında bilgi edinmek

isteyen kiĢiler için bir video ortaya konuldu.

Karadeniz Teknik Üniversitesi Türk

Dili ve Edebiyatı Bölümü tanıtım videosuna

sosyal medya üzerinden ve bölümümüzün ağ

sayfası olan http://www.ktu.edu.tr/tdedebiyat

linkinden ulaĢmak mümkün.

Bir An Bir Hikâye…

Güven ġerbetçi

2012'nin Ağustos ayında 7. Sakarya

Uluslararası Motosiklet Festivali'nde çekildi bu

an... Bu kare tek baĢına belki çok Ģey

anlatamıyor, kısaca hikayesini de vermek lazım:

Çocukların yarıĢtığı bir çuval yarıĢı...

Bu güzel kız yüzünde böyle mutlu bir ifadeyle

bitiĢe doğru gelirken yarıĢ çoktan bitmiĢ ve bütün

rakipleri çizgiyi geçmiĢti... Ama o, her mutlu

insan gibi birilerini yenmenin değil anın tadını

çıkarmanın önemli olduğunu öğrenmiĢti

ailesinden...

Çocuklarınıza kazanmanın da

kaybetmenin de hayatın bir parçası olduğunu

öğretin... Ki kaybettiklerinde de aslında

kazansınlar... Ve asıl mutluluğun kazanmakta

değil elinden geleni yapmakta olduğunu

bilsinler...

İyi seyirler…