Bengütaş Duvar Gazetesi Sayı: 5 Tarih: Haziran 2014
-
Upload
yunus-emre-bolat -
Category
Documents
-
view
230 -
download
7
description
Transcript of Bengütaş Duvar Gazetesi Sayı: 5 Tarih: Haziran 2014
1
Editör
Doç. Dr. Özer ġENÖDEYĠCĠ
Editör Yardımcısı
H. Sercan KOġĠK
Tashih
Kübra ĠLDAġ
Merve KALAYCI
Yavuz (Ferman) KILIÇ
İletişim Sorumları
Ġhsan BAYRAK
Röportaj
H. Sercan KOġĠK
Haberler Yunus Emre BOLAT
Bilgisayar ve Jenerik
Yunus Emre BOLAT
Bayram AKI
Pano ve Arşiv
Nuray ACAR
Meral ġEKER
Gülsüm KANOĞLU
Meryem ZENGĠN
Adres: Karadeniz Teknik Üniversitesi Edebiyat
Fakültesi
Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü, Trabzon.
bengutasduvargazetesi.blogspot.com
Her hakkı saklıdır.
BengütaĢ Duvar Gazetesi‟nin yazılı izni olmaksızın herhangi
bir vasıtayla kısmen de olsa çoğaltılamaz.
Kaynak göstermek Ģartıyla alıntı yapılabilir. Gazetede
yayınlanan yazıların tüm sorumluluğu
yazarlarına aittir.
Copyright©2014
Editör’den
Doç. Dr. Özer ġENÖDEYĠCĠ
Elvedâ ey der ü dîvârına kurbân elvedâ
Elvedâ ey her yanın cây-gâh-ı irfân elvedâ
(Ey kapısına ve duvarına kurban
olduğum! Elveda. Ey her yanı irfan yer olan!
Elveda.)
DemiĢtim üniversiteden ayrılıĢım
vesilesiyle… Dört sene sığındığım ilim ve irfan
yuvasını terk ediĢim, aynı zamanda bir
müptelâlığın da baĢlangıcı oldu. Okuyup
öğrenme iĢtiyakı, daha fazlasını yapmam için
beni zorlayan bir alıĢkanlık haline geldi. Hala,
her defasında ne kadar da cahil olduğumun
farkına varmama vesile olan yeni bir Ģeyler
öğrenmek için çabalıyorum. Hiçbir zaman
kemale eremeyeceğini bilerek sürekli
olgunlaĢmaya çalıĢmak, insana mahsus bir durum
olsa gerek.
Her sayısında ayrı bir güzelliğe imza
attığımız BengütaĢ‟ın bu sayısını, dördüncü sınıf
öğrencilerimizden ayrılmanın hüznü ve onları iyi
yetiĢtirmiĢ olmanın gururuna tahsis ettik. AlmıĢ
olduğunuz eğitimin hakkını vermeniz ve
yüzümüzü ağartmanız, tek temennimizdir.
Gittiğiniz yerlere BengütaĢ hissiyatını götürünüz,
millî ve manevî değerlerimize her zaman sahip
çıkınız. Unutmayın ki biz, ilim yolunda birlikte
yürüdüğümüz yoldaĢlarımıza elveda demeyiz.
Biz, yalnızca cahillerin boĢ sözlerine elveda
ederiz:
Ey Özer hem-râh-ı ilmiz elvedâ olmaz revâ
Söyleriz yalnızca güftügûy-ı nâdân elvedâ
2
Söyleşi
DURSUN ALİ TÖKEL’LE DİVAN
EDEBİYATI ÜZERİNE SÖYLEŞİ
Halil Sercan KOġĠK
Dursun Ali Tökel’in Biyografisi
1962 yılında Samsun'da doğdu. Orta ve lise öğrenimini aynı
ilde tamamladı. Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve
Edebiyatı Bölümü'nü bitirdi. Mezuniyet sonrası çeĢitli okullarda bir
müddet öğretmenlik yaptıktan sonra, 1992 yılında Samsun Ondokuz
Mayıs Üniversitesi Eğitim Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü'ne
araĢtırma görevlisi olarak girdi ve aynı üniversitede, 1994 yılında yüksek
lisansını, 1998 yılında da doktorasını tamamladı. Hâlen aynı
üniversitenin Fen-Edebiyat Fakültesi'nde öğretim üyesi olarak görev
yapmaktadır. Ġlk kitabı 2000 yılında Divan ġiirinde Mitolojik Unsurlar:
ġahıslar Mitolojisi adıyla yayımlanmıĢtır. Bunun dıĢında Divan ġiirinde
Harf Simgeciliği ve Deneysel Edebiyat Yönüyle Divan ġiiri adlı
yayınlanmıĢ iki kitabı daha vardır.
Hocam bizimle röportaj yapmayı kabul
ettiğiniz için teşekkür ederiz. İlk olarak bize eğitim
hayatınızdan ve neden Eski Türk Edebiyatı
alanında çalışmayı seçtiğinizden bahsedebilir
misiniz?
Aslında hayatımız kaderimizin tecellisinden
ibaret. YaĢadığımız hayattan daha farklı bir hayat
yaĢayabilir miydik? Hayatımızın akıĢ ve istikametinde
tercihlerimizin rolü nedir? Bu ve benzeri sorular
insanın kendisiyle ilgili en karmaĢık sorunları
dillendirmektedir. Hayatımız veya eğitim hayatımız
bu sorular çerçevesinde ele alınsa herhalde daha
isabetli olur.
Eğitim hayatım, babamın çeĢitli iĢleri gereği
farklı yerlerde geçti. Ġlkokul bir ve ikiyi Merzifon‟un
bir köyünde, üçü Merzifon‟un merkezinde; dördüncü
sınıfı Merzifon‟un baĢka bir köyünde, beĢinci sınıfı
Havza‟nın bir köyünde, ortaokulu Havza‟da, liseyi de
Samsun‟da okudum. Daha sonra üniversite için
Ankara‟ya gittim. Parça bölük mekân ve coğrafyalarda
okumak zorunda kaldığım, her sene farklı yerlerde
bulunduğum ve sürekli çevre, arkadaĢ, okul ve
öğretmen değiĢtirdiğim için olacak okul hafızam yok
gibi bir Ģey. Kendimi çocukluk çağlarımda sürekli bir
kamyonun arkasında üç-beĢ eĢya eĢliğinde bir yerden
bir yere göçerken hatırlıyorum. Bu kadar değiĢikler
içinde bir eğitim hayatı yaĢamak acaba doğru bir Ģey
miydi? Böylesi bir eğitim süreci bir çocuğun
dünyasında olumsuz veya olumlu nasıl etkiler
uyandırırdı diye sorsam cevabını ben de bilmiyorum.
Ġlkokuldan sonra iki yıl bir ara verdiğimi hatırlıyorum.
O zaman zarfında Ordu‟nun Korgan ilçesinin bir
köyünde yatılı olarak bir Kur‟an kursunda kalmıĢtım.
Orada tecvidiyle, kıraatıyla Kur‟an okumayı ve daha
da önemlisi Osmanlıcasından Mevlit okumayı
öğrenmiĢtik. Zor yıllar ve zamanlardı. Ama Ģimdi
düĢünüyorum da o yılların zorluğu gelecek hayatın
pek çok zorluğunu kolaylığa çevirmeye yardımcı
olmuĢtu.
Ortaokul ve liseyi farklı yerlerde ama her
ikisini de Ġmam-Hatip okulunda okumuĢtum. 1983
yılında liseyi bitirdim ve aynı yıl Ankara‟ya üniversite
eğitimi için gittim. Edebiyat eğitimi doğası gereği iyi
bir klasik dil, edebiyat, din ve tarih bilgisi gerektiriyor.
Lise yıllarında bugüne göre bakıyorum da bayağı ağır,
çok yönlü ve disiplini katı bir eğitim almıĢtık. O
eğitimin hemen her safhasının bana üniversite
yıllarında fevkalade yardımcı olduğunu gördüm. Yani
eğitim bilimleri tanımıyla söylersek, üniversite
eğitimine baĢladığım da hazır bulunulmuĢluk
düzeyimiz hiç de fena seviyede değildi.
Meyillerimiz doğamızla koĢut bir seyir
izliyor kanısındayım. Yapısı gereği dıĢ dünyayı
fazlasıyla çekici bulmayan, oturmayı, okumayı, kapalı
alanlarda bulunmayı daha fazla seven; arkadaĢ sayısı
yok denecek kadar az, vaktini daha çok kendi içine
dönük harcamayı seven bir mizacım vardı. Ortaokul
yıllarında çizgi romanlarla baĢlayan okuma maceram,
daha sonra tarihi romanlar, deneme kitapları, dini
eserler, Batı ve Doğu klasikleriyle lise yıllarında da
devam etti. Üniversite yıllarında biraz sevgi, biraz
gizem, belki de biraz hiç kimsenin muhabbet
3
duymaması hatta hep bir ikrah duygusuyla yaklaĢması
beni divan edebiyatı metinlerine karĢı ilgili kıldı.
Dediğim gibi doğamızın meylettiği yere kendimizin
karĢı koyması ne kadar mümkün olabilirdi ki?
Dolayısıyla üniversite yıllarında divan edebiyatı
derslerinde baĢarısız olmadım, aksine bu edebiyata
karĢı olan derin tutkum beni baĢarılı kıldı.
Okuduğum lisenin çok büyük bir
kütüphanesi vardı. Oradaki klasik Batı edebiyatı
eserlerinin büyük bir kısmını okumuĢtum. Mesela
Shakespeare‟nin ve Molliere‟nin kütüphanede bulunan
tiyatro eserlerini, Hugo‟yu, Tolstoy‟u, Dostoyevski‟yi,
Goethe‟yi bulabildiğim eserlerinden okumuĢtum. Bu
Batılı yazarlar evrensel yazar ve Ģâirlerdi, eserleri hâlâ
insanlığa ıĢık tutuyordu ama bizim Ģâirlerimiz
hayattan ve hakikaten kopuktu (Öyle deniyordu). AĢk,
kadın ve Ģarap Ģairiydiler. Halktan kopuk, saraya
hizmet eden, para için Ģiirler yazan, anlaĢılmaz, ağır
ve ağdalı bir dil kullanan ve haliyle eski Türk
edebiyatı Ģairiydiler. Eski kelimesinin yeni demek
olmadığı, yeni olmayanın pek de matah bir Ģey
olmayacağı, “eskiye rağbet olsa bitpazarına nur
yağardı” sözünden anlaĢılıyordu. Ġyi ama Fuzulî‟yle
aynı çağda yaĢayan Shakespeare niye eski Ġngiliz Ģairi
diye anılmıyordu da, Ġngiliz Ģairi diye anılıyordu?
Niye Shakespeare‟nin eserleri tarihçiler, psikologlar,
eğitim bilimciler, teologlar tarafından da inceleniyor;
eserleri sinemaya uyarlanıyor; tiyatrolarında insan
karakterlerin en derin gizemleri bulunuyordu da iĢ
bizim Ģâirlere gelince eski gazel veya kaside Ģairi
oluyorlardı?
Soruların nihayeti yok. Bendeniz beĢ yıl
öğretmenlik yaptıktan sonra kaderin baĢka bir
cilvesiyle Samsun‟da yüksek lisansa baĢladım. Ġlk
önce Halk edebiyatı çalıĢmak nasip oldu, ikinci yarıyıl
eski edebiyata intikal ettik. Daha sonra doktora
aĢamasında da divan edebiyatı çalıĢma saham oldu.
Bendeniz eski edebiyata, kendi kariyerimi geliĢtirecek
bir araç olarak bakmadım. “Nasıl olur da bu edebiyatı
anlamaya, anlatmaya çalıĢabilirim”e gayret ettim. Yüz
yıldır bu ülkede divan edebiyatı dersleri
üniversitelerde okutuluyor, bugün yüzlerce araĢtırmacı
bu edebiyat sahasında at koĢturuyor, yüzlerce insan
bilimsel eserlerini bu sahada hazırlıyor ve hala sağda
solda bu edebiyat için bir yığın olumsuz laf ediliyor,
her sene üniversiyeye baĢlayan gençlerimize bu
edebiyat sorulduğunda alınan cevaplar Namık
Kemal‟in yaftalarından bir adım öteye gitmiyorsa
bizim daha yapacak çok iĢimiz var demektir.
Pek çok yazınızda daha çok Batı
edebiyatıyla Yeni Türk edebiyatı sahasında
kullanılan yapısalcılık, metinlerarasılık, Rus
biçimciliği vb. yöntemlerden divan şiiri
araştırmalarında da faydalanılması gerektiğini
söylüyorsunuz. Bununla birlikte Eski Türk
Edebiyatı uzmanı pek çok akademisyen batı
kaynaklı bu yöntemlerin divan şiirine
uygulanamayacağını, uygulandığında da bizi yanlış
sonuçlara götüreceğini belirtmektedir. Bu konuda
neler söylemek istersiniz?
Edebiyat güzel sanatların bir kolu değil mi?
Evet temel yedi sanattan birisi, sözle yapılanı. Peki
güzel sanatlar hangi bilim dalının inceleme
alanındadır? Tabii ki Estetik‟in, estetik de genelde
Felsefe‟nin bir alt dalıdır. Edebiyat dille yapılıyorsa
ayrıca dille ilgili bilim dallarına (anlambilim, dilbilim,
sitilistik, sesbilim, göstergebilim vb.) baĢvurmadan dil
anlaĢılamayacağına, dil anlaĢılmadan da edebiyat
anlaĢılamayacağına göre eski olsun, yeni olsun bir
edebi metni anlamak için felsefenin, estetiğin, dille
ilgili bilimlerin yardımı olmadan biz metinleri nasıl
çözeceğiz?
Merak ediyorum, yanlıĢ sonuçlara
götüreceğini söyleyenler bunu uygulayıp da mı
söylüyorlar, yoksa gerçekliği temsil etmeyen bir kaç
yanlıĢ örneğe bakarak mı konuĢuyorlar? 500 yıl sonra
bile hala dünyanın en çok okunan insanlarından biri
olan Montaigne kendi konumuyla ilgili Ģunları
söylüyor: “DüĢüncelerimi ne savunma ne de onlara
bağlı kalma yükümlülüğü altına giriyorum. canım
istediğimde onları terk edebilirim; kuĢkularıma,
güvensizliğime geri dönebilirim; tinsel bakımdan bana
egemen olan konuma, yani bilgisizliğime geri
dönebilirim.” Burada arayan adamın hikâyesi var,
bulan değil. Konum olarak kendimizin ebedi
misyonunun arama üzerine kurulması gerektiği
kanısındayım, bulma değil. Bulduğunu iddia edenlerin
kesinlikçiliğine karĢın Ġtalo Calvino Ģöyle diyor:
“Bana böyle öğretilmiĢti: dünyadan, cevapları kesin
sorulardan, büyük gruplardan Ģüphe et.” Mevlana‟nın
“Allah‟ım bana eĢyayı (Ģeyleri) olduğu gibi göster!”
demesi boĢuna değildir. ġeyler olduğu gibi değildir,
bizim onlara baktığımızda gördüğümüz yanı bizim
birikimimiz kadardır. Kim diyebilir ki biz bir Ģeyi her
yönüyle bir bakıĢta anlıyoruz? Varlık daima bir gizem
arkasındadır. Varlık kendisini sizin ona olan ilginiz,
onu anlama çabanız oranında açar. Bir edebi metin
estetik bir varlık olarak belki de en karmaĢık Ģeydir.
Çünkü gerçekliği tümüyle dil üzerine inĢa edilmiĢtir.
Dilin çoğul gösterilenleri üzerine.
Hiçbir kuram metni anlatmaz, sadece
anlamamıza yardımcı olur. Rollo May, o muhteĢem
Yaratma Cesareti adlı eserinde, insanı ve varlığı
anlamak için geliĢtirdiği kuramlar olduğunu, bunlara
önceleri iman ettiğini ama sonra bazı insanlar ve
olaylarla karĢılaĢtığında kuramlarının çöktüğünü ve
bunun üzerine hemen sonuçları değil kuramları
değiĢtirmeye/geliĢtirmeye/tamir etmeye çalıĢtığını
söyler. Todorov da Fantastik adlı kitabının giriĢinde
yapısalcılık hususunda aĢırı gittiklerini, Ģimdi bunu
daha iyi anladığını itiraf eder. Kuramlar ilahi yasalar
değil ki. Batılı olsun Doğulu olsun hepimizin derdi Ģu:
Fuzûlî bize ne diyor, Shakespeare bize ne diyor;
Dante, Gazali bize ne diyor? Ben bunu hangi yönteme
baĢvurarak anlayabilirim? Kuramın veya teorinin
gerekliliği Ģundan: Gadamer diyor ki, “Yorumcu ve
4
okur edebiyat yapıtı ile baĢ baĢa kaldığında, yapıt
yorumcunun ve okurun önünde kendi tarihsel
bağlamından soyutlanmıĢ bir halde durmaktadır. Öyle
ki, genellikle sanat yapıtı, bu yönüyle sürekli
Ģimdidedir.” Tarihsel eleĢtiride metin tarihtedir.
Modern kuramların pek çoğu metni bugüne de getirir.
Batılı kuramcılar o kuramlarla sanatın, edebiyatın,
sözün, metnin sırları üzerine atomik çalıĢmalar
yaptılar ve metinleri eskimez kıldılar; bugünün insanın
varoluĢuna anlam katar kıldılar; onları tarihsel birer
yığın olmaktan çıkardılar.
1930‟lu yılların baĢında Ali Nihat Tarlan
Hocamız eski metinleri anlamaya çalıĢmıĢ. Batılı
yöntemleri beğenmemiĢ. Enteresan bir Ģekilde bunları
beğenmeme sebebi pedagojiye fazlaca bulaĢmıĢ olmak
olarak açıklıyor, tam olarak ne demekse? Ama bizim
üniversitelerimizde kanon olarak Ali Nihat Tarlan
Hocamızın kurmacası esas olduğu için hiç kimse onun
bu kurgusu üzerine yeni bir kurgu inĢa etmeye cesaret
etmemiĢ, gerek de görmemiĢ.
Batı insanı yüz yıldan fazla bir süredir, dinî,
edebî, tarihî, mitolojik, kültürel pek çok metni
anlamak için çok büyük mücadeleler vermiĢ. Bazen
felsefeden, bazen antropolojiden, bazen psikiyatriden,
bazen teoloji, bazen mitoloji, bazen tabiat
bilimlerinden yardım almıĢ. Edebi metnin dil yapısı
üzerine metnin atomlarına varan incelemeler yapmıĢ.
Saussure‟den sonra Batılı insanın dile bakıĢı tamamen
değiĢmiĢ. Saussure sadece Batılı dili mi anlatıyor?
Tabii ki hayır, insanların dili algısına kökten eleĢtiriler
getiriyor ve dili söz ve dil olarak iki temel bileĢene
ayırıyor ve insanların edebi metinleri incelerken
bunları birbirine karıĢtırdığını söylüyor ve ayrıca dili
eĢsüremli ve artsüremli olarak iki farklı kategoride
inceliyor ve edebi metni artsüremli değil eĢsüremli
olarak ele alıyor. Saussure‟nin bu yaklaĢımı Batı‟da
dinî, edebî, mitsel hemen bütün metinlere bakıĢı
kökten değiĢtiriyor ve pek çok farklı kuramın ortaya
çıkmasına sebep oluyor. Sausure‟den sonra pek çok
kuram ve teori geldi geçti. Batılı insan hâlâ metni
anlamanın en iyi yolunu arıyor. Bizim 1920 yılların
baĢında el yordamıyla bulduğumuz ve hâlâ
uyguladığımız yöntem kusursuz, mükemmel de
yüzlerce insanın metinleri anlamak için harcadığı onca
ömüre mal olmuĢ yöntemler mi sakıncalı, yanlıĢ ve
hatalı? Bugün Propp‟un masalları inceleme yöntemi
pek çok Türk masalına uygulandı, bu yöntemle
doktora tezleri yapıldı, Türk masalları ne kaybetti?
Şu da var ki, Divan Ģiirinin dayandığı
estetik, tarihi, dinî-tasavvufî temeller bilinmeden
modern kuramları bu Ģiirlere uygulamanın bazı
sakıncaları da vardır. Ve eğer uygulanacaksa her iki
yön de çok iyi bilinmelidir. Biz, çeĢitli
makalelerimizde bu hususlara ayrıntılı olarak
değindik. Batılı yöntemleri her bilim dalında
kullanırken bir sakınca yok da edebiyatta mı sakınca
olacak? Olacaksa da uygulamadan bu anlaĢılmaz.
Bendeniz Gremias‟ın Eyleyenler kuramını Leyla vü
Mecnun mesnevisine uyguladım ve bu kuramın bu
mesneviyi anlamada kimi eksik yönlerine iĢaret ettim.
Yine Bildungsroman olarak Leyla vü Mecnun‟u
inceledim ve kuram ile metin arasındaki bazı uyuĢmaz
noktaları göstermeye çalıĢtım. Tamam, bu yöntemleri
reddedelim de bizim elimizde Divan Ģiirini anlamak
için bir yöntem mi var, Allah aĢkına?
Bu soruya olan cevabıma–kusura bakmayın biraz uzun
oldu ama- Ģöyle bir örnekle son vermek istiyorum:
Shakespeare‟nin MACBETH adlı eserini
Türkçe‟ye çeviren bir mütercim kitabın giriĢinde
okurlarına Ģöyle sesleniyor:
“Yaşadıklarınız hakkında, aşk hakkında,
müzik ya da yaşlılık hakkında söyleyecek anlamlı bir
şeyler bulamıyorum diyorsanız bu konuda
Shakespeare‟ye güvenebilirsiniz. Sevgilinizin
gururunu okşamak ve onu yüceltmek istiyorsanız
Büyük Şâir‟in „Bir yaz gününden farkın nedir, bilir
misin sevgilim‟ diye başlayıp “ama sendeki sonsuz yaz
hiç solmayacak… Nefes aldıkça insanlar, gördükçe
gözler bu şiirim yaşayacak ve seni de yaşatacak‟ diye
biten 18. Sonesinden yardım alabilirsimiz. Bu
dünyanın çivisi çıkmış diyorsanız ve tak etmişse
canınıza artık dünyadaki yolsuzluklar „vaz geçtim bu
dünyadan. Tek ölüm paklar beni‟ diye başlayıp devam
eden 66. Sone duygularınıza tercüman olur belki de.
Evlatlarınızın vefasızlığından canı yanmış bir
ebeveynseniz, „vefasızlığın keskin dişlerini, tam
yüreğime sapladı bir akbaba gibi. Nankör bir evlada
sahip olmak daha da can yakıcı keskin bir yılanın
dişlerinden‟ diyerek dert ortağınız olabilir Kral
Lear...”(Shakespeare, Macbeth, (Çev: Safiye Gül
Yazıcı), Paraf Yay., Ġstanbul 2011. GiriĢten)
Bir Türk okuru, kendi duygularını ifade için
16. yüzyıldaki bir Ġngiliz‟e baĢvurmak yerine 16.
yüzyıldaki bir Türk Ģâirine baĢvursa nasıl olur? “On
altıncı yüzyıldaki bir divan Ģâiri 21. yüzyıldaki benim
duygularıma nasıl tercüman olabilir ki?” mi
diyorsunuz? Sizinle aynı dili konuĢan ve aynı
medeniyetin insanı on altıncı yüzyıldaki bir Türk Ģâiri
size tercüman olamıyor da, on altıncı yüzyıldaki bir
Ġngiliz Ģairi nasıl tercüman olabiliyor?
Bütün o modern veya gayr-ı modern
yöntemlere baĢvurmadan sadece kelimelerin peĢine
düĢerek bu iĢi yapmaya çalıĢacaksak Fuzulî‟ler,
Nâbî‟ler, ġeyh Gâlib‟ler ilanihaye bir tozlu raflarda
eski Ģâirler olarak kalmaya ve bizim insanımız da
duygularını ifade için Shakespearelere yalvarıp
yakarmaya devam edecektir.
Hocam size göre Eski Türk Edebiyatı
araştırmacılarının daha çok hangi tarz çalışmalara
yönelmesi gerekir?
Bu sorunun cevabı için bir destan yazmayı
ne çok isterdim!
Victoria Holbrook, ġeyh Galib'in Hüsn ü
AĢk'ı üzerine yazdığı Aşkın Okunmaz Kıyıları adlı o
5
ünlü eserinin giriĢinde ülkemizdeki eski Türk
edebiyatı çalıĢmaları hakkında bazı eleĢtirilerde
bulunur. Holbrook'a göre Türkler zorluğu icat
etmiĢlerdir. Ona pek çok kimse, Hüsn ü AĢk'ın zor bir
eser olduğunu söyler ve baĢka bir çalıĢma yapmasını
tavsiye eder. Hâlbuki onlar için (Batılılar) zorluk diye
bir Ģey yoktur, çalıĢma veya çalıĢmama; araĢtırma
veya araĢtırmama; bir eser ortaya koymak gibi
muazzam bir iĢin üstesinden gelecek sabrı ve
tahammülü gösterme veya gösterememe vardır.
Holbrook, "Eğer Türkiye'de harf inkılâbı olmasaydı
acaba Türkler tez olarak ne çalıĢacaktı" diye ince bir
istihzada da bulunur.
Hakikaten bu soru çok anlamlıdır. Eğer harf
inkılâbı olmamıĢ olsaydı, yüksek lisans/doktora tezi
deyince metin neĢrini anlayanlar ne yapacaktı? Bu
metinlerin neĢri, yeni alfabeye aktarılması, yeni dille
ifadesi çok önemlidir. Ama niçin önemlidir? Bu
eserler yeni harflere aktarılıp raflardaki yerlerine
yeniden dönüyorlar, eskiden Arap harfli olarak
raftaydılar Ģimdi de Latin harfli olarak, peki ne
değiĢti? Biz bu metinler üzerinde araĢtırma
yapmayacak mıyız? Yapacaksak nasıl yapacağız?
Dikkat edenlerin pek iyi bileceği bir
husustur: Divan Ģiiri metinleri incelenirken genellikle
en büyük sorun Türkçe'de çıkar. Çünkü bu Ģiirin Arap
ve Fars dili üzerine tarih boyunca yapılmıĢ onlarca
sözlük vardır. Ama iĢte Divan Ģiirindeki arkaik veya
arkaik olmayan Türkçe kelimeler üzerine
sözlük(ler)imiz yoktur. Tarama sözlüğü fevkalade
kifayetsizdir. Dilimiz Arapça ve Farsça'dan kelimeler
almıĢ ama bunların pek çoğunu TürkçeleĢtirmiĢtir.
Divan Ģiirinde bütün bu kelimeler çift karakteriyle
kullanılır. Arap için sûret olan kelime biz de surat
olmuĢtur; Fars için endiĢe düĢünmektir; bizde
düĢünmekten ziyade kaygıya, korkuya gönderme
yapar, hatta tehlikeli bir eylem biçimidir. Harf
kelimesinin Arapçadaki asıl anlamı bir şeyin sivri
tarafıdır. Bu yüzden divan Ģiirinde harf atmak deyince
genellikle ok, kılıç gibi kesici varlıklarla kullanılır.
Bizim için kelime anlamlı bir ses topluluğudur, ama
Arap için bazen bir cümle bir kelimedir (kelime-i
tevhit) gibi. Demek istediğim Ģu: ġimdiye kadar bizler
Divan Ģiirinin onlarca, belki yüzlerce sözlüğünü
hazırlamalıydık. Divan Ģiirinin kaynağı olarak
âyetlerin, hadislerin, ilm-i kelam, ilm-i tefsir, ilm-i
fıkıh vb. ilimlerin, mitoloji, destanlar, menkıbeler, dini
ve tarihi Ģahsiyetler, mekânlar, zamanlar, eĢyalar,
oyunlar, meslekler vs. pek çok sahanın terim, deyim,
kavram, kiĢi ve varlıklarının sözlüklerini yapmalıydık.
Eskiler sözlük için ilm-i âlet demiĢler. O aletler
olmadan metine nasıl nüfuz edilir? Bugün
Shakespeare‟nin metinlerini anlamak için Türkçe‟de
bile binlerce sayfalık sözlükler var. Ama bizler
Fuzulî‟yi, Ahmed PaĢa‟yı, ġeyh Galib‟i, Yunus
Emre‟yi, artık kimi sayarsanız sayın bütün bu Ģairleri
Ferid Devellioğlu lügatiyle anlamaya çalıĢıyoruz.
Bizim elimizde Ģimdi Fuzulî‟nin genel anlamda bir
gösterilenler sözlüğü özel anlamda her bir eserinin
müstakil sözlükleri olması lazımdı. Bunları yaptık mı?
Türlerin, biçimlerin ve bunların bizim
edebiyatımızdaki seyriyle diğer milletlerdeki seyri
arasındaki farklılıkları bir bir ortaya koymaya
çalıĢmalıydık. O zaman, “Divan Ģiiri Arap ve Fars
Ģiirinden aynen etkilenmiĢ taklit bir edebiyattır”
sözünün hakikati ortaya çıkardı. Yahya Kemal‟in de
dediği gibi, Türk Divan Ģiirindeki gazellerin hemen
hemen yüzde ellisi rediflidir, ama Arap ve Fars Ģirinde
böyle değildir? Bunun sebebi nedir? Sadece dil farkı
mıdır? Neden mevlit, miraciye, hilye vb. türler bizde
pek fazladır da Arap ve Ġran edebiyatında o kadar
görülmez? Nizami Leyla vü Mecnun‟unda mesnevi
arasında gazel nazım biçimiyle Ģiirler yazmaz da
neden Fuzulî böyle bir yola baĢvurur? Neden ġeyh
Galib Nizami‟yi eleĢtirirken rindân-ı acem âdâb
gözetmez der. Bunun anlamı nedir? Türkler metin
kurarken âdâba fazlasıyla mı riâyet ederler? Ġran
edebiyatı Rubâi‟ye bunca önem verirken neden Arap
ve Türk edebiyatında bu türe (biçime) bu denli önem
verilmez? Fuzulî sadece bir divan Ģâiri midir? Katip
Çelebi onun Matlau‟l-İtikad‟ı için “kelam ilmi
hakkındadır”diyor. Acaba biz hiç araĢtırdık mı? Divan
Ģâirlerinin kelam, akaid, felsefe vb. farklı ilim
dallarına katkısı ne olmuĢtur ve kelam ilmini bilmeyen
bir kiĢi Fuzulî‟nin bu eserinden ne kadar anlayabilir?
Dolaysıyla divan Ģiiri metinleri için ne zaman
disiplinler arası ortak çalıĢmalar yapılacaktır?
Fuzulî‟nin de bugünün insanın arayıĢlarına cevap
verecek bir donanım ve enginliğe sahip olduğunu kim
yazacak, söyleyecek, bulup çıkaracak? Sadece divan
Ģairi uzmanları mı? Diğer sosyal bilimciler ne zaman
bu her yönlü insanlarla ilgilenecekler? “Ben
psikanalizi Freud‟dan değil Dostoyevski‟den
öğrendim” diyen Nietzsche edebiyatın hangi yönüne
iĢaret ediyor ve Fuzulî‟nin edebiyatının o yön
bakımından fakir olduğunu kim iddia edebilir?
Bugün Dostoyevski‟nin eserleri hukuk
fakültelerinde bir hukuk metni olarak okutuluyorsa,
edebiyatın hangi yönü hukuk gibi keskin bir alana
kaynaklık yapabilmektedir? Fuzulî, bugün için bir
hukukçuya hi bir Ģey ifade etmemekte midir?
Shakespeare hakkında bunca yorum, hala açıklığa
kavuĢturulamamıĢ bunca mesele, sinema, tiyatro,
felsefe, davranıĢ bilimleri, dil, teoloji dallarında onca
Shakespeare uygulaması, çalıĢması, araĢtırması...
Çünkü Shakespeare‟i sadece eski Ġngiliz edebiyatı
uzmanları okumuyor, zaten böyle bir anabilim dalı da
yok!
Bir de Ģuna dikkat edilecek; hele hele de
bizim kültürümüzde Ģiir sadece Ģiir değildir: Hilmi
Yavuz‟un Ģu sözleri kulaklarımda çınlıyor: “Batı'da
Ģiir ve roman söylemleri ayrılmıĢ, Ģiir ve felsefe
ayrılmıĢ, bizde ise her Ģey aynı söylemin içinde
kalmıĢ, Ģiir her Ģeyi kuĢatıyor.”
6
Bendenize kalırsa çalıĢılacak o kadar konu
var ki! Geçen sene Ġstanbul‟da yapılan uluslar arası
tapu kadastro sempozyumuna baĢvurmuĢtum. Bana
“divan edebiyatı ile tapu kadastronun ne alakası var?”
dediler ve baĢvurmamı yadırgadılar. Onlara kalsa
divan Ģiiri biraz aĢk, biraz meĢk, kadın, meyhane ve
Ģaraptan ibaretti. Asıl tapunun divan Ģiiri olduğunu
söyledim onlara. Binlerce Ģâir, Osmanlı coğrafyasının
hemen her yerindeki eserler üzerine binlerce tarih
kıtası, kaside, nazım yazmıĢlardı. O camiler, çeĢmeler,
köprüler, dergâhlar, medreseler vb. binalar bugün
yerinde olmayabilirdi ama Ģiir duruyordu ve tarihi bir
vesikaydı. Hayretle karĢıladılar, ama yine de pek
akılları kesmedi. Çünkü onların kafalarını da iğdiĢ
eden sonuç da bizlerdik. Bizler divan Ģiirinin tarihi
kıymeti, belge niteliği, sosyal ve tarihi olayları
anlamada bu Ģiirin değeri, değerler eğitimi ve insan
psikolojisi üzerine hangi açılımları sunduğu (Ģiir-
terapi) üzerine araĢtırmalar yapıp eserler ortaya
koyduk mu?
Metin neĢrinde artık nihayete geldik, artık
metinlerin iç âlemine yolculuk yapmanın, metinler,
disiplinler, kuramlar arası çalıĢmalarda bulunmanın
zamanı gelip de geçmektedir. Bir metin sadece tarihsel
olarak incelenemez. Okur merkezli, yazar merkezli,
metin merkezli onlarca değiĢik kuramla bu metinleri
incelemeli ve Türk Divan Ģiirinin (eğer varsa) dünya
edebiyatındaki yer ve önemini insanlığa sunmaya
çalıĢmalıyız! Divan Ģiirinin poetikası ve bu poetikanın
inĢası üzerine tezkireler, mecmualar, divan Ģiir
metinleri, dibaceler ayrıntılı olarak incelenmeli.
Eminim o zaman insanlar Shakespeare kadar
Fuzulî‟ye de kulak vermeye baĢlayacak, zira cümle
şâir dost bahçesi bülbülüdür.
“Deneysel Edebiyat Yönüyle Divan şiiri”
kitabınız alana yaptığı özgün katkıyla çok ses
getiren bir çalışma oldu. Divan şiiri hakkında
bildiğimiz pek çok şeyi yeniden sorgulayıp
düşündürten böyle bir çalışmanın nasıl ortaya
çıktığı konusunda bizi bilgilendirebilir misiniz?
Bir önceki soruda dediğimiz gibi yapılacak
o kadar çok iĢ var ki! Tanzimatçılar daha yaĢarken
Divan Ģiirini rafa kaldırmıĢlardı. Bir kanon kurucu
olan Namık Kemal‟in görüĢleri ortada. Ondan sonra
kimse de bu edebiyata yaklaĢmaya, onun olumlamaya
cesaret edemedi. Tanzimatta abes-muktebes
tartıĢmasını baĢlatan Menemenli-zâde Tâhir bir gün
bir mersiye ile Recâizâde Ekrem‟e geliyor. Malum
Recâizâde ebedî ve edebî Ģeftir. Ekrem mersiyeyi
okuyor ve hıĢımla Tâhir‟e dönerek “Bugün eli kalem
tutan herkesin yazdığı her Ģeyi kendisine borçlu
olduğu Fuzulîler, Bâkîler, Nef‟îler unutulmuĢ ve hiç
bahsedilmiyorken, bir Türk düĢmanına sen nasıl
mersiye yazarsın!” diyerek onu azarlıyor hem de
öfkeyle. Mersiye o günlerde yeni ölen Victor Hugo‟ya
yazılmıĢtır. Ve Hugo, Türk-Yunan savaĢında
Yunanlıları destekleyen hararetli metinler yazmıĢtır.
Buradan ne anlaĢılıyor? Demek ki daha Tanzimat
döneminde Divan Ģiiri unutulmuĢ gitmiĢ.
Yakup Kadri bile yirminci yüzyılın baĢında
lisede okuduğunu ve bir iki beyit hariç hemen hiç
Divan Ģiiri görmediklerini, Yahya Kemal‟in Paris‟ten
dönünce gazeller okumasını fevkalade
yadırgadıklarını söyler. Cumhuriyetle beraber eski ile
olan bağ hemen her sahada askıya alındığı için bu
edebiyat da ebedi uykusuna terk edildi ve
bahsedildiğinde de hiç hayırla yad edilmedi. Yüksek
kanon ona sağlıklı bir gözle bakmaya hep engel oldu.
Hâkim karakterin reddedici olması Divan Ģiiriyle ilgili
her türlü göndermeyi düĢmanlık üzerine kurdu. Bu
Ģiirin deneysel tarafı da bu olumsuzlamalardan
nasibini aldı.
Bir gün aykırı, örneği olmayan, tuhaf,
orijinal metinler kurma demek olan deneysel edebiyat
üzerine bir yazı okuyordum. Yazar, bu edebiyatın
Fransa‟da George Perec ve arkadaĢları tarafından
Oilipo adıyla kurulduğunu, bunların o zamana kadar
örneği olmayan çok ilginç metinler ürettiklerini –
mesela George Perec, içinde hiç e harfi/sesi geçmeyen
bir roman yazar. Üstelik de Fransızcada e sesini
çıkardığınızda kullanacağınız kelimelerin sayısı yüzde
otuz civarındadır. George Perec‟in bu romanını
okuyan hiç kimse bu romanda e sesinin
kullanılmadığını uzun yıllar fark etmez- bizde
deneysel edebiyat çalıĢmalarının yeni yeni baĢladığını,
bu iĢin modern zamanların iĢi olduğunu, halk
Ģiirimizde lebdeğmez gibi birkaç deneysel oyunun
olduğunu ama bunun bir edebiyat iĢi olarak çok hafif
kaldığını, divan Ģiirinde ise böyle Ģeylere hiç
rastlanmadığını, rastlanmamasının da normal
olduğunu söylüyordu.
Divan Ģiirinin deneysel karakterinin
olmadığının zannedilmesi tabii ki bir vehimden ibaret.
O gün için hiçbir araĢtırma yapmamıĢ olmama rağmen
aklıma gelen birkaç örnek bile o yazarı yalanlamaya
yeterdi. Nedense bunu bir onur iĢi yaptım. Ve elime ne
kadar divan geçtiyse kelime kelime okumaya
baĢladım. Tabii bazen koca bir divanı okuyorsunuz ve
hemen hiçbir örnek bulamıyorsunuz. Böylece takriben
yüz elli eser üzerinde yaklaĢık sekiz yıl çalıĢtım ve
ortaya çok az örneğini sunabildiğim o kitap çıktı.
Sadece benim bulabildiğim birkaç mütevazı örneğe
bakıldığında bile divan Ģirinin ne muazzam bir hazine
üzerine inĢa edildiği, deneysel denince bugünkü
insanın akıl ve havsalasının almayacağı ne muhteĢem
uç örnekler verildiği görülecektir. Bu vesileyle fark
ettiğim hususlardan biri de bizim edebi sanatlar
üzerine olan bilgimizin ne kadar sathi olduğudur.
Çocuklarımızın baĢına bir bela olarak sardığımız edebi
sanatların her biri aslında deneysel edebiyat gözüyle
bakıldığında ne muhteĢem örnekler, ne harika yaratıcı
misaller olarak durmaktadır. Bir baĢka husus da
bizlerin bugün edebi sanatları Tanzimatçı birkaç Ģâir
ve yazarın gözüyle tanımamızdır. Buralarda bazı
eksiklikler olduğu muhakkak. Zira mevcut
7
kitaplarımızdaki kimi edebi sanat tarifleriyle
tezkirelerdeki örnekler birbiriyle çeliĢmektedir. Bugün
bizler divan Ģâirinin gözüyle edebi sanatların ne
olduğunu bilmekten bile mahrumuz. Onların deneysel
edebiyat dünyasına hakkıyla nasıl girelim? Bu
edebiyatın deneysel yönü klasik Ģiirin saf Ģiir tarafı
üzerine çok önemli veriler sunmaktadır. Bir gün
inĢallah ideolojik yaklaĢımlar ortadan kalkacak ve bu
edebiyat bir iman ve inkâr nesnesi olmaktan çıkıp da
bir araĢtırma objesi haline getirildiğinde bu metinlerin
kıymeti çok daha iyi anlaĢılacaktır. Bizim kitabımız
deneysel edebiyatın karakteristik tarafı üzerine birkaç
örnekten oluĢmaktadır. Yeni araĢtırmalarla çok daha
komplike, çok daha zengin örneklerin bulunacağından
hiç Ģüphem yoktur.
Sizce bugün kültürümüze daha doğrusu
Osmanlı kültürü ve edebiyatına hakkıyla sahip
çıkıp bu yüksek kültürü yeni nesillere tanıtabiliyor
muyuz? Bu konudaki düşünceleriniz ve bu alanda
çalışmak isteyen gençlere tavsiyeleriniz nelerdir?
Bugün üniversite sınavına çalıĢan
öğrencilerin önündeki tanımlarda Divan Ģiirini
güzelleyici bir tek vasfın bile yer almaması sorunuza
olumlu cevap vermeme mani oluyor maalesef. Her yıl
edebiyat bölümlerimize gelen çocuklarımıza Divan
Ģiir hakkındaki bilgi, kanaatlerini soruyoruz. Nedir
cevapları: Hayattan kopuk, saray civarında geçen,
anlaĢılmaz, soyut, Arapça Farsça tamlamalarla ağır bir
dili olan, yüksek zümre Ģiiri… Bu tanımı onlara
kimler belletiyor, edebiyat öğretmenleri mi, okul mu,
modernizm mi, sistem mi, hepsi mi, hiçbiri mi? Bazen
Ģaka tarafı az, ciddi tarafı çok Ģöyle bir cümle sarf
ediyorum: Türk‟ün Türk‟ten baĢka düĢmanı yoktur.
Alman‟ı, Ġngiliz‟i, Amerikalı‟sı, Fransız‟ı, bizim
klasik edebiyatımızı araĢtırır, nice eserler verir ve
genellikle bu edebiyatın ihtiĢamı üzerinde dururken
(Gibb, Hammer, D‟istria, V. Holbrook, W.
Andrews…) bizler bu edebiyattan hiç de hayırla
bahsetmeyiz. Bendeniz âcizane Divan Ģiirimize
Türklerden baĢka düĢman olan bir millet evladı
görmedim/okumadım. Bu neden böyle olmaktadır?
Neden kimi Türkler kendi tarihinden, edebiyatından,
atasından, geçmiĢinden nefret etmekte ve neden bu
zaman ve zemine tarihsel bir mesafeden bugüne dönük
yüzüyle ne alabileceğimiz açısından bakamamaktadır?
Bir nesnenin varlık değeri bizim onunla olan
mesafemizi de belirler. Bugün devletimizin resmi
eğitim kurumları (MEB, YÖK, ÖSYM) bu Ģiirin insan
zihni, insan eğitimi, tarih bilinci, aidiyet kimliği
oluĢturma süreçlerinde etkin rolüne inanamamaktadır
yahut da bana inanmıyormuĢ gibi gelmektedir. Mevcut
durumdan bu anlaĢılıyor.
Kıymetlerinin kıymetini bilmeyen milletler
sonuçta hiçbir kıymet üretemeden tarihten silinip
gidiyor. Tarihsel, mekânsal, zamansal hafızamız o
derecede kopuk ve parça bölük ki! Bizim gibi tarihsel
mirasını beĢ ayrı coğrafyadan, beĢ ayrı dinden, beĢ
ayrı alfabeden okumak zorunda bırakılan kaç millet
vardır? Gördüğüm kadarıyla yoktur ve zaten olmazdı
da. Bu kopukluğu bunca tarihsel yoksunluğa ve
yoksulluğa rağmen nasıl gidereceğiz? Ne zaman
geçmiĢimizi bir iman ve inkar nesnesi olmaktan
çıkaracağız?
Bendenizin Batılı yazarları okuma
serüvenimde gördüğüm ve beni hep hayrete düĢüren
bir yön var. Bir Batılı araĢtırmacı, bilim adamı,
sanatkâr nerdeyse kendisini sadece ama sadece
aramaya kodlayan adam. Bulan değil, arayan adam.
Aradığını bulduğu anda, hemen onu bulmanın
sarhoĢluğunu bir yana bırakıp, yeni bulmaları aramaya
çıkma hazzına kapılan adam. Bu yüzden sürekli bir
Ģeyler buldukça aslında bulunacakların sonsuz
olduğunu görüyor ve hayretlerini hep muhafaza
ediyorlar. Bizler ise bulmanın sarhoĢluğuyla ilelebet
yatmanın hazzına esir oluyoruz. Bulduğumuzu
bulmamız gereken, olduğumuz yeri gelmemiz ve
gelinmesi gereken yer zannediyoruz/vehmediyoruz.
Aramanın hazzını kaybetmiĢiz. Bulduğumuzu yeter
zannediyoruz. Çok fazla kesbiyiz!
İnsan bir sürekli baktığını, bir de hiç
bakmadığını görmezmiĢ. Farklı disiplinlerde
gezinmedikçe aynı disiplin içindeki çalıĢmalar bizim
sadece körlüğümüzü artırır. Sadece kendi zihniyeti
çerçevesinde yüz bin eser okusa da bir kiĢi cahildir.
Zira baktığına birileri tarafından nasıl bakıldığından
haberi yoktur. Bu yüzden üniversitelerdeki anabilim
dalları fevkalade bölücü olmuĢ ve her ana bilim dalı
çalıĢanı yanındaki arkadaĢından bihaber gökte uçurma
uçurmuĢtur. Bendeniz eski, yeni, halk, dil gibi
uyduruk bölümlemelere hiç itibar etmedim. Bu
bölümlemeler sınıflı toplumların icadıdır ve her
yönüyle inceltici, yanlı ve kapsayıcı olmaktan
tamamen uzaktır.
Bendeniz arkadaĢlarımıza âcizane hep Ģu
telkinde bulunmaya çalıĢıyorum: Sadece kesbî
çalıĢmalarla hiçbir yere varamayacağız, lütfen artık
hasbî çalıĢalım. Kesbîlik de olsun ama esas vurgu
hasbiyette bulunsun. Çok çıkar merkezli, ben
merkezli, unvan, titr, mevki, haz ve sunum merkezli
çalıĢıyoruz, hatta yaĢıyoruz. Kendimizi değil amma
iĢimizi fazlasıyla ciddiye alalım.
Hocam ileriye dönük projeleriniz
hakkında bizi bilgilendirebilir misiniz?
Hani meĢhur bir söz vardır “denizde
kum…” diye baĢlar. Denizde kum bizlerde proje.
Amma hayale, amma gerçeğe yaslanmıĢ, her
halükarda çalıĢılması düĢünülen pek çok çalıĢma
planımız var. Mitoloji kitabımızın önsözünde de
dediğimiz gibi benim en büyük hayalim divan Ģiirinin
kaynaklarını çalıĢmaktı. Ġki tanesini kısmen de olsun
çalıĢabildim, fakat onlarcası hâlâ duruyor. Hayat ile
edebiyat arasındaki temel, reel, hakiki iliĢkiyi bulmak
ve onun üzerinden yeni metinler inĢa etmek; Rollo
May‟in “Herhangi bir tarih döneminin psikolojik ve
tinsel mizacını anlamak istiyorsanız, bunu o dönemin
sanatının derinlerinde aramaktan daha iyisini
8 Deneme
SOMA ŞEHİTLERİNE
Sevgi CANOĞLU
Örtün üstünü. Soğuktur onun elleri.Örtün onun üzerini soğuktur ayakları, sırtı ,yüzü. Örtün
bembeyaz kefeni. Sarın sarmalayın onu. Utanmasın beyaz kendinden. Bilsin en çok emekçi
Ģehidinin bedenine yakıĢtığını.
Dokunun onun ellerine son kez. Ellerindedir çektiği cefa. Son kez bakın onun yüzüne.
Musallaya gelmeden dünyevi kirini atmıĢlardır onun. Bakın da görün ekmek parasının nurunu
yüzünde. Seslenin son kez ona helal ettik biz sana hakkımızı . Ama geçirmeden de uyumayın
içinizden sende helal et hakkını bize diye. Gidin toprağına dokunun belki çeker acısını geride kalan
faninin bedeninden. Koklayın onun ebedi örtüsünü. Kokusunu bırakmıĢtır o siz gelirsiniz diye.
Dökmeyin gözyaĢlarınızı o toprağa. Bilin ki Ģehit makamıdır onun yattığı yer. Geride kalanlarını
soracaktır aydınlık görmeyen yüzlerinin cennet kuĢanmıĢ yürekleriyle uzaklardan. Allah'ın
emanetidir bize deyin sessizce onlara. Sessizce söyleyin ki korkmasınlar. Ölüm çok sesli geldi,
anlamadan yanaĢtı yanlarına. Bırakın onları Ģimdi ebedi sessizliklerine. Ve son bir kez daha helallik
isteyin onlardan. Sadece ölümün soğuk yüzü ile karĢılaĢtığımızda böyle andığımız için adlarını.
Helal etsinler haklarını, helal etsinler canlarını.
yapamazsınız” sözünde iĢaret ettiği Ģiir ve tarihsel
devir iliĢkisi bağlamından yola çıkarak Ģiir ve
bugünün insanı arasındaki telepatik hatta gerçekçi
fayda iliĢkisini kurabilmek, küçük denemelerle
yaptığım ve geliĢtirmek istediğim çalıĢmalar. Bir diğer
hayalim, divan Ģiirinin arkaik ve mitolojik Türkçe
kelimeler sözlüğünü yazmak. Bunun arkaik kelimeler
kısmıyla uğraĢıyorum. Diğeri fazlasıyla zaman istiyor
ve malum zaman da olmayan Ģeyin adı. Bunca ders
yükü altında o çalıĢmalar bir hayal-hanede mahfuz
kalmaz inĢallah. ġunu anladım: Yazı, yazdığımız
Ģeydir; kitap kitap olarak sunulan Ģeydir; konu benim
onu ele aldığım sınırlar içinde olabilen Ģeydir: Zira
hepsinin ötesi var amma benim ötem yok, sınırlarım,
zamanım, imkânım belli. Ġnsan yapabildiğinden
sorumlu ve onurlu olmalı; yapamadığından sorumlu
ve onursuz değil! Buradaki temel ölçütün ben
tamamen hasbiyete bağlı bir samimiyet olduğuna
inanıyorum. Samimiyetimiz eserlere siner,
samimiyetsizliğimiz de aynen öyle.
Son olarak Bengütaş Duvar Gazetesine
neler söylemek istersiniz?
Derginin adı fevkalade isabetli olmuĢ.
Zamana, zemine düĢen her söz ebediyete, bengiliğe
ısmarlanmıĢ bir emanettir. Zaman emaneti zayi
etmiyor. Küçük veya büyük, y aygın yahut sınırlı, az
veya çok demeksizin insanlık için yaptığımız her
gayret muhakkak kaydediliyor. “MahĢer gününde,
edip eylediklerimizi yazan kitaplar gökten karlar gibi
yağdığında bizim kitabımızı ak eyle!” diyor bir divan
Ģairimiz.
Aslında her edebiyat bölümünün böyle bir
çabası ve meyvesi olsa ne güzel olurdu. Amma iĢte
her hayırlı iĢ için delice bir fedakâr lazım. Siz
bulmuĢsunuz, darısı baĢımıza. Eskiden söz ve öz
ebediyete intikal etsin diye devasa bengütaĢlar
dikiliyordu, Orhun taĢları gibi. ġimdi iĢte, küçücük bir
ekran karĢısında çok daha kalıcı, çok daha etkili, çok
daha insana, zamana, mekâna uzanan bengütaĢlar
dikiliyor. Sizin yaptığınız gibi.
Necip Fazıl‟ın o eĢsiz benzetmesinde de
dediği gibi oluklar çifttir: Birinden nur akar,
diğerinden kir. ġu dünyaya bakıldığında görülecektir
ki, kir akıtan olukları beslemek için oluk oluk paralar,
imkânlar akıtılır. Lâkin öbür oluklar daima yetimdir.
Onların destekçileri az, ama ruhaniyetleri yüksektir.
Kanatlarını insanlığın hayrına açanlar için
yükselecekleri göğün sınırı yoktur! Sizlere, uçsuz
bucaksız semalar gibi açık bahtlar diliyorum. Ve
ayrıca böylesi bir imkân tanığınız için de kalbi
teĢekkürler.
9
Mektup
SENSİZKEN TUTULDUĞUM YAĞMURLAR
Yunus Emre BOLAT
Ben yağmur altında ıslanmayı ilk kez seninle yaĢamak isterdim.
Küçüktüm ve sen yoktun. Hatırladığım ilk yağmur damlaları
mahvetmiĢti kıyafetlerimi. AğlamıĢtım, korkmuĢtum. Eve gidersem annem
gözyaĢlarımı silecek, babam korkmama engel olacaktı. Eve uzaktım,
koĢuyordum. Çamurlar içine dalıp çıkan ayakkabılarımı asla unutamam.
Hayatımda hiç bu kadar büyük bir korku yaĢamam demiĢtim
yağmurdan korktuğumda. Bu benim hatırladığım ilk büyük korkumdu…
Çocukken daha nicelerini yaĢamıĢtım bu korkuların. Ağlıyordum; ama yağmurla gözyaĢımı
birbirinden ayırt edemiyordum. Küçüktüm, masumdum. KoĢup eve gittiğimde, beni rahatlatmak için
büyük balkona çıkardıklarını hatırlıyor gibiyim. Oradan yolu izlediğimde küçücük bir serçenin, yolun
biraz çukur olan bir yerinde birikmiĢ olan yağmur suyunu içtiğini gördüm. Demek ki yağmur
faydalıydı. Korku salacak bir Ģey değildi. Bunu o gün anladım. Yağmurdan korkacak kadar küçüktüm;
fakat -o kuĢ yağmurdan faydalandığı için- korkumu unutacak kadar da büyüktüm.
Zaman geçti ve ben çok kez yağmurlarda ıslandım. Büyüdükçe daha da ısınır oldum
yağmura. Korkup eve kaçmak yerine, saatlerce yağmur altında kalıp ıslanmayı tercih ettim.
Büyüyordum ve büyüdükçe yağmurların bana zarar vermediğini fark ediyordum. Rahatlıyordum
izlediğimde, huzur buluyordum ıslandığımda. O kadar çok sevmiĢtim ki, bazen yağsın diye dua
ederdim. BaĢkasıyla da tadı çıkmıyordu yağmurun. Yalnız seyretmeyi severdim, yalnız ıslanmayı.
Seni tanıyana kadar…
Bir gün yine yağmur yağıyordu. O gün benim senden çok uzaklara gidiĢimin günüydü.
Hatırlar mısın seninle ıslanmıĢtım o yağmurda? Hep isterdim seninle ıslanmayı. Gördüğüm, tanıdığım,
sevdiğim günden beri… O gün gelip çatmıĢtı. Tam da veda ederken yağmıĢtı ince ince. Ben senden
alamıyordum gözlerimi. Veda zamanı gelmiĢti; ama bende zaman kavramı yoktu o gün. Yağmurun
sesini dinliyordum, seni izliyordum ve nasıl veda edeceğimi düĢünüyordum. Bir anda kaybolup
gitmiĢtin gözlerimin önünden. Ben ilk yağmur altında ıslandığımda yağmurdan korkuyordum. Ben
seninle yağmur altında ıslandığımda ise sensizken tutulacağım yağmurlardan korktum. Yine ayırt
edemedim gözyaĢlarımla yağmur tanelerini.
Ben gitmiĢtim çok uzaklara. Gitmek zorundaydım. Bir yağmur bekliyordu gözlerim. Onu
duymak istiyordu kulaklarım. Hüznü istiyordum bile bile. Üzüleceğini bile bile neden ister ki insan
hüznü? Ġstiyordum iĢte... Günlerce bekledim. Ben hep hüzünlüydüm; ama biliyordum yağmurla
hüznümün katlanacağını.
Beklenen gün yine gelmiĢti. Yağmur yağıyordu. Ağlıyordum. Sensizliğe, sensiz yağan
yağmura ağlıyordum. Hüznüm tahmin ettiğim gibi katlanmıĢtı. Seni düĢündüm, seni özledim.
Yağmurların yüzümüze damla damla dökülüĢü geldi aklıma. Çıktım dıĢarı, yine ağladım, ıslandım.
Korkularımı yeniden yaĢıyordum. Evet, sensizken yağmura tutuluyordum.
Sensizken tutulduğum yağmurlardan nefret ediyorum. Hem istiyorum onları, hem de nefret
ediyorum. Bana verdiği tatlı hüzün olmasa, bende hiçbir değeri olmayacak o
damlaların. O ses ancak kulağımı rahatsız edecek; fakat öyle olmuyor... Ne kadar sevmesem de
istiyorum yağmuru. Korkuyorum sensizim, yalnız ıslanıyorum… ġimdi Ģu Ģiiri yazıyorum:
10
İnce ince yağıyor toprağa
Her damlası işliyor yüreğime
Bambaşka anıları var bana
Eziyet ediyor ıslanmış bedenime
Ömrüm gibi gelip geçiyor
Onu seyrediyor, onu yaşıyorum
Gözlerime bir anlam katıyor
Bakışımın değerini yükseltiyorum
Toprağın adını “çamur” koydu
Hepsi birden yağıyor saçlarıma
Sokaklar boş, herkes evine doldu
Bıraktı beni yine bir başıma
Bir söz, bir şiir, hatta roman
Anlatamaz, yapamaz tasvirini
Baktıkça ona yüreğimi yakan
Bilemez kimse, mahvedersin beni
Sen hüzün yağmurusun bunu bilesin
Bendeki değerine söylenemez sözler
Kalemimi elime aldım, belki seversin
Şiirler yazdım sana, artık benimsin.
Küçürek Öykü
KUTSAL GÖÇ
Ġskender KELEġ
Kutlu ormanda oturmuĢ etrafı seyrediyordum. Birden yapraklar gıcırdadı.
Arkamı döndüm. Ağaçların arasında iki geyiğin otladığını gördüm. Beni görüp
kaçmasınlar diye çam ağaçlarının arkasına gizlendim. Geyiklerin yayılıĢını
izliyordum. O sırada bir tüfek sesi duydum. Geyiklerin biri yere düĢtü. Arkadan
bir avcı belirdi. Bir kurĢunla kaçan geyiği de yere indirdi. Sonra avladığı
geyikleri bir çuvala koydu. Çuvalı sırtına alıp ormandaki avına devam etti. O anda gökyüzünü
simsiyah bir bulut kapladı. Kutlu ormanın kuĢları toplanmıĢ göçüyorlardı.
Şiir
KOR
Mesut YILMAZ Gök buluĢtu denizle
Dereler tepeler el ele
Hatırlatır gözlerini
Gözlerindeki cenneti
UzanmıĢ güneĢ tel tel
Vurur beline
Dökülür bir bir
Yapraklar sessizce
DüĢtüğü yeri yakar
Kor gibi cehennemde
11
Kitap Tanıtımı
KARANLIK ESİNTİLER’E DAVET
Ġrem ERTEN
Özer ġenödeyici‟nin
“Karanlık Esintiler” adlı Ģiir
kitabı Gece Kitaplığı
Yayınları tarafından
yayınlanmıĢtır. Karanlık
esintiler ince ve derinlikli
konulardan oluĢan, zaman,
mekan unsurları iĢleyiĢ çeĢitliliği içinde
parıldayan, ahengin her rengini içinde barındıran
bir Ģiir kitabı. Okuyucuyu iç sesiyle
buluĢturabilecek bir üslup esere tümüyle hakim
olmuĢ.ġiirin her harfini içine sindirmenin
yanında eseri okurken yeryüzüyle olan iliĢkiniz
değiĢiyor Eseri okumaya baĢladığınız andan
itibaren eserin ahengi okuyucuya kendi sesini
duyma olanağını sağlıyor. ġiirlerde bulunan
baĢkaldırı, aĢk ve romantizm, tasavvuf, toplum ve
sanat gibi konuların varlığı eserde ıĢıltılı bir
çeĢitlilik göstermekle beraber bunlar arasında
kurulan anlam bütünlüğünün kusursuzluğu gözler
önüne seriliyor. Kitabın ince ve zarif kapak
tasarımında bulunan kelebekler gizli bir bahar
kompozisyonu çiziyor. ġiirlerde görülen anlatım
unsurlarını zorlayan gizemlilik adeta kapak
tasarımı ile baĢlamıĢ, okuyucuya ilk mesajı veren
bir izlenim ortaya koyuyor. Kitabın tanıtım
bültenini “Baba Bana At Gözlüğü Alsana” adlı
Ģiirinden bir bölüm meydana getiriyor.
…
“ Özgürüz, Özgürsünüz, Özgürler…
Ama özgür değilim.
Efendimi seçmek istememe hakkım yok.
Yolumca gidemiyorum,
Kenarlara dizilmiĢler;
Özgürlük vaat ediyorlar.
Görmek istemiyorum.
Baba bana at gözlüğü alsana.” ( Baba
Bana At Gözlüğü Alsana)
Özer ġenödeyici burada aksak ve yanlıĢ
bulduğu düzeni Ģiirinde çağrıĢımsal bir eleĢtiri
dili kullanarak ifade etmiĢtir. Karanlık Esintiler
adlı kitabın giriĢinde Hasbihal kısmından sonra
“Şiir Hakkında Birkaç Söz” baĢlıklı bir yazı ile
karĢılaĢıyoruz. Burada Özer ġenödeyici‟nin Ģiire
bakıĢ açısını oluĢturan görüĢler edebi bir dille
aktarılmıĢtır :
“ġiir, içinde kendimizi bulduğumuzdan dolayı
değer kazanan bir yaratı değildir; Ģiir, içinde
kendimizi kaybettiğimiz bir arayıĢın ta
kendisidir”.
Benim Şiirim adlı kısımda Özer
ġenödeyici‟nin kendi Ģiir anlayıĢının izlerini,
Ģiirde mananın nasıl olması gerektiğine dair
düĢüncelerini ve Ģiirinde ki mana anlayıĢının
kesitlerini sunan edebi bir dilin hakim olduğu
anlatım okura sunulmuĢtur :
“Benim Ģiirim, binlerce yıllık bir duanın
aminidir. Esasen aradığım da, Ģiirin yeryüzüne ilk
düĢtüğü andaki saflığı; Adem‟in , oğlu Habil için
yaktığı ağıttaki samimiyeti aksettirebilmektedir.
Bu yüzden yeni olmadığımı, göğsümü kabartarak
söyleyebilirim. Hasılı, içime doğan aĢkı ve isyanı
en halis biçimiyle dıĢa vurmak dıĢında bir
amacım yok. Zaten bu amaçtan daha yüce bir
mertebe de bilmiyorum.”
“Manaya gelince… Onun, insan
zihninden bağımsız bir gerçeklik olduğunu
düĢünüyorum. ġair, orijinal bir hayale ulaĢtığını
düĢündüğünde, aslında gizli bir hazineyi
keĢfetmiĢtir. Bu eylemin, var etmek, yaratmak ya
da icat etmek ile değil; var olanı ortaya
çıkarmakla ilgili olduğu kanaatindeyim.”
12
Karanlık Esintiler ; “Yeni Dünya Aşkı”,
“Melamet Taşları”,”Malihulya” ve “Köhne
Bahar “ baĢlıklı dört kısımdan meydana
gelmektedir . Bu dört kısım konuların ele alınıĢı
yönüyle farklı özellikler taĢımaktadır. Ġlk kısımda
genellikle aĢk ve romantizmi ele alan Ģiirler lirik
bir dille okuyucuya sunulmaktadır.“Melamet
Taşları” adlı ikinci kısımda baĢkaldırının hakim
olduğu Ģiirler, “ Malihulya” adlı üçüncü kısımda
tasavvufi ögelerin izleri ,”Köhne Bahar” adlı
dördüncü kısımda ise gazel tarzında yazılmıĢ iki
Ģiirle beraber, Nesimi‟nin dilinden yazılmıĢ beĢ
Ģiir ve bu beĢ Ģiirin içinde yer alan tuyuğları
takiben kitabın sonlanıĢı zengin bir estetik dilin
hüküm sürdüğü beyitlerle sona ermiĢtir. ġiirlerde
bulunan estetik lirizm, iç ahenkler, imgeler, söz
sanatları, akıcı dil gibi unsurlar kitabı
tanımlarken kullanılacak anahtar
sözcüklerdendir. Eseri geniĢ yelpazeli konular ve
iĢleyiĢ tarzı çeĢitliliği açısından
değerlendirdiğimizde bu anahtar sözcükler olarak
adlandırdığım genel özelliklerin eserin yalnızca
bir kısmını oluĢturduğunu vurgulamak isterim.
Kitabın ilk kısmı “Yeni Dünya Aşkı”
adlı bölümden alıntıladığım bu Ģiirlerde lirizmin
yanı sıra imgelerin varlığı dikkatimizi çekiyor
ancak buradaki imgeler yapmacık edadan çok
uzak olup doğal bir tavrın ele alındığı sade açık
ve duru sözcüklerden oluĢmaktadır:
“Ne ebedi ıstırap ne de ölüm korkusu…
Kalbimde bir felaket, cehennemin ta dibi!
Ne bir kapı çarpması, ne rüzgar uğultusu;
Sessiz olur gidiĢim, can tenden kopar
gibi…” (GidiĢim)
Kitabın ikinci kısmını oluĢturan
“Melamet Taşları” adlı bölümden alıntıladığım
Ģiirlerde eleĢtirilen hususların bir kısmının
doğrudan bir kısmının da dolaylı yollarla ele
alınmıĢ olduğunu görmekteyiz :
“Talandır ruhumun kutsal toprakları,
ÇekilmiĢ surlara isyan bayrakları!”
(Ġsyan Bayrakları)
“ Doğrudur köleyim tıpkı sen gibi
Benim de mekanım cehennem dibi
Lakin ben ne ikna ne iflah oldum
Cömert efendimden bu yüzden buldum
AteĢten bir gömlek, demir leblebi…”
(Köle)
Aksak ve eksik görülen hususlar bazı
Ģiirlerde taĢlama yoluyla aktarılmıĢtır.
Kitabın üçüncü kısmını oluĢturan
“Malihulya” adlı bölümde karĢımıza çıkan
Ģiirlerde tasavvufi ögelere rastlamak mümkün.
Ölümün ele alındığı Ģiirlerde mizahi bir üslup
kullanılarak dile getirilen birkaç Ģiir mevcut,
Ġkinci kısımda ele alınan tenkit anlayıĢı üçüncü
kısımda bulunan bazı Ģiirlerde de yer yer kendini
göstermiĢtir :
“Yine Meryem gibi Ġsalara ruhum
gebedir ;
Kelimem ,tek gözü kör, kanlı,bunak bir
ebedir…” (Poetik UçuĢ)
“Çürümek, varlığı örten kara bir perde
gibi;
KuĢatır her Ģeyi, gelmez dile, yoktur
sebebi.” ( Yıldız Tozu)
Kitabın son kısmını oluĢturan “ Köhne
Bahar” adlı bölümden örnek verdiğim Ģiirlerde
ilk olarak diğer üç bölüme kıyasla daha ağır bir
dilin kullanıldığını söyleyebiliriz. Son kısım Eski
Ģiir geleneğinin yansımaları ve eski Ģiirin ince
ahengi ve estetik zevki ile vücuda gelmiĢ
Ģiirlerden oluĢmaktadır:
“Tiğin bileyip katlime ferman mı
yazarsın
Halim gözetip kalbime derman mı
yazarsın” ( Gazel 1)
“Habibim sanmasın meydan-ı sevda
Ģimdi tenhadır
Mesiha öldü derdinden benim gönlüm
müheyyadır” ( Beyitler)
Karanlık Esintiler yalnızca Ģiiri
anlamak isteyen ve asırlarca söylenen bu duaya
inanmıĢ olan okuyucuları mehtaplı gecelerde
kendi öz sesiyle buluĢturmaya çağıran sıra dıĢı
bir Ģiir kitabı. Özer ġenödeyici zengin ve görsel
bir üslupla yazmıĢ olduğu eserinde adeta
okuyucuyu Ģiirin ihtiĢamlı ülkesine davet
ediyor…
“VaroluĢun bulutundan nem kapmıĢ,
devasız derde düĢmüĢ gönüllerin mehtaplı
gecelerdeki sayıklamasıdır Ģiir… Bir anda gönle
düĢer ve tecelli edeceği kâğıtları bir savaĢ
meydanına çevirir… Sonu meçhul kabulleniĢin
çaresizliğine bir baĢkaldırıdır Ģiir. BaĢkaldırının
mabedidir ki içine yalnızca Ģiirin dininden olanlar
girebilir, yalnızca art niyetten arınmıĢlar
girebilir.”
13
Araştırma
TRABZON’DA YAŞAMAYA DEVAM EDEN
BİR GELENEK: ARZUHALCİLİK
Kevser BEYAZIT
Günümüzde unutulmaya yüz tutmuĢ bir gelenek arzuhalcilik. Öyle ki
teknoloji ile birlikte çoğumuz iĢlerimizi elektronik cihazlarla halleder olduk.
Arzuhalin kelime anlamını da mesleğini de unuttuk. Unutulmaya doğru itilen bu
gelenek, Ģiirlerde dizelere konuk olmakla yetindi. Belki bir türküde "katip
arzuhalim Ģaha böyle yaz" dizesi hatıra getirdi onu.
Arzuhalcilik geleneğinin tarihine
baktığımızda bu geleneğin Osmanlı dönemine
dek uzandığını görürüz. Arapça arz-ı hâl
kelimesinden bozma arz-u hâl "yapan kiĢi"
anlamında kullanılır.
Arzuhacilik ise "durumu belirtmek"
anlamında bir meslek adı olarak Osmanlı Devleti
döneminde icra edilmekteydi. Eski adı istida
olarak bilinmektedir. Osmanlı'da bu mesleği icra
etmek isteyen bir kiĢi arzuhacibaĢı, Divan-ı
hümayun çavuĢları, ocağın zabitlerinden çavuĢlar
emini ve katibinden oluĢan müteĢekkil bir kurul
önünde imtihan verir, kazandığı taktirde
arzuhalciliğe kabul edilirdi. Ġmtihanda kanun
bilgisi ve yasak edilen Ģeyleri bilmek gibi vasıflar
aranırdı. Bu Ģekilde teĢkilata bağlı olarak resmi
müsade ile yapılan arzuhalcilik, 1762'de padiĢah
fermanı ile baĢlayan 1865'te ise çıkarılan bir
baĢka yasa ile sona erdirilir. Arzuhalcinin yegane
sermayesi küçük bir masa birkaç divit veya kamıĢ
kalem bir miktar kağıt, zarf ve kurutma tozundan
ibaretti. Sonraki yıllarda divit ile kalemin yerini
daktilolar aldı. Genellikle gün görmüĢ, halkın
sempatisini kazanmıĢ kiĢilerdir arzuhalciler.
Halkın çeĢitli arzularına cevap veren bazen
acelesi olanlar için hazır yazılmıĢ dilekçe ve
mektup bulunduran kiĢilerdir.
Tam da unutulmaya yüz tuttu dediğimiz
bu geleneğin canlı bir örneğine Trabzon'da
rastladık. Arzuhalcilik geleneğini hala yaĢatan
arzuhalci Ekrem Öksüz.
Bu gelenek hakkında bize bilgi veren Ekrem
Amca, arzuhalciliğin bir amme hizmeti olduğunu
belirtti. 11 yaĢından beri 35 yıl bu iĢe gönül veren
Ekrem Amca postanenin önünde kurduğu
masasında daktilosu ve kağıtları ile bu geleneği
hala yaĢatıyor. Bu geleneği anlatırken, hayatı
hakkında da bize bilgiler aktaran Ekrem Amca
tiyatro ile de uzun zaman ilgilendiğinden
bahsetti. Lise eğitiminden sonra tiyatro
sınavlarına hazırlanan Ekrem Amca 1985'te
sınavı kazanmasının ardından eğitim alarak
Trabzon'da amatör olarak Ġzmir'de profesyonel
olmak üzere tiyatro oyunculuğu yapmıĢ. Ferhan
ġensoy, Ali Poyrazoğlu gibi profesyonel
oyunculardan eğitim almıĢ. Kendisi de tiyatro
eserleri kaleme almıĢ ve Trabzon Özel Gençler
tiyatrosunda da Tiyatro Öğretmenliği yapmıĢtır.
Bu uzun hasbihalin ardından "Arzuhalci Hatırası"
olarak bize daktilosunda yazdığı yazıyı hediye
etti. Geleneğin unutulmadığını görmenin
mutluluğu ile biz de bu anı fotoğraflarla
ölümsüzleĢtirdik.
14
BÖLÜM ÖĞRETİM ELEMANLARINDAN
MEZUNLARIMIZA MESAJLAR
Prof. Dr. Asiye Mevhibe COġAR
Yine zaman göz açıp kapayıncaya kadar geçti… Bir gün gibi,
sadece bir gün…
Köklerle, eklerle, seslerle baĢladık. Sesler ki birer hoĢ sada Ģimdi,
asıldı asumana. Sözler de öyle, kalakaldı gönüllerde…
Sizler ki bir zincirin en sondan bir önceki halkalarısınız, hep öyle
hep orada kalacaksınız; gideceksiniz fakat sadece gitmiĢ olacaksınız. Haberleriniz gelecek zaman
zaman, ansızın… Adlarınız geçecek, simalarınız hayal meyal… Biliyoruz; çünkü aynı ayak izlerini
takip ettik, aynı yollardan geldik ve gittik. Sizler de öyle, bunu hep hissedeceksiniz: Zincirin halkaları
geniĢledikçe, arttıkça hep geleceksiniz… Gittiğiniz kadar geleceksiniz.
Şimdi geldiğinizden daha baĢka; ilk gençlik anıları ile dolu, dört yılın heyecanları, telaĢları
ile değiĢmiĢ, “yarın?” sorusuna cevap aramaya devam ederek gidiyorsunuz.
Artık gidin! Gidin; çünkü siz kendi dünyalarınızda herĢeyin farkında ve gereğini yapacak
kadar bilgi ve beceriye sahipsiniz artık. Muzip bakıĢlarınız altında milletimizin kıvrak zekâsını; içten
gülüĢlerinizde kavmimizin engin sabrını ve dayanma gücünü taĢıyorsunuz. Bundan sonrasına “devam
etme azmi” ve “ kendinizi geliĢtirme çabanızın sürmesi” kalıyor.
Gidin, safları sıklaĢtırmaya, ay-yıldızı yükseltmeye gidin!
Yrd. Doç. Dr. Gülseren ÖZDEMĠR
"El tutuĢa tutuĢa
Ne kadar çok elimiz oldu baksana
Bir orman yangını gibi"
Can Yücel
Canlar,
Zaman her Ģeyi çözemez ama ölçer. Değer, gün gelir görünür olur.
Doğru bilinenleri tartıĢanlar, söylenenleri sorgulayanlar ve kurallara "bağımlı" yaĢamayanlardır
insanlığın hafızasında kalanlar. Bir de baĢlama cesareti gösterenler... Size sürekli sözünü ettiğim Latin
Ģair Horatius Ģöyle demiĢ: "Dimidium facti qui coepit habet: sapere aude, incipe." Yani; "BaĢlayan
yarısını bitirmiĢ demektir: Aklını kullanma yürekliliğini göster ve baĢlamaktan korkma."
SıradanlaĢmadığınız, umutlarınızın karĢılık bulduğu mutlu yarınlar ve her daim heyecanlı
yeni baĢlangıçlar dilerim size. Söylememe gerek yok, sizleri sevdiğimi anlamıĢsınızdır. Ve umarım
sizin bende kaldığınız gibi, ben de hatırınızda güzel kalmıĢımdır. Yolunuz açık olsun.
ArĢ. Gör. Pelin SEÇKĠN
Üniversiteyi kazandığınızda yaĢadığınız gurur, mezun olduğunuzda
hüzünle birlikte karĢınıza çıkar; dört sene önce yeni bir hayata baĢlarken
taĢıdığınız heyecan ve endiĢe kendini tekrar size hatırlatır. Yine heyecan, gurur ve
hüzün haleleri baĢınızda dolaĢır. Habersiz geçen dört yılın size kattıklarıyla Ģimdi
daha cesur ve daha sağlam... Yolunuz açık olsun.
15
Doç. Dr. Mücahit KAÇAR
Yine bir ayrılık yazısı… Ama bu defa birinci sınıftan beri
derslerine girdiğim, yani ürkek hallerini de kendine güvenen tavırlarını
da bildiğim öğrencilerime yazıyorum. Dört sene önce sizin birinci sınıf
öğrencileri olarak geldiğiniz bölüme ben de doktora eğitimimi
tamamlamak üzere gönderildiğim Ġstanbul‟dan henüz dönmüĢtüm. Yani
sizler benim ilk öğrencilerimsiniz. Ne kadar Ģanslısınız, değil mi? Dönüp
de birlikte geçirdiğimiz zamana baktığımda, kendi adıma mutlu
olduğumu görüyorum. Her Ģey gerçekten çok güzeldi. Bunu uzakta kaldığım altı ay içinde –malum
SarıkamıĢ günleri- çok daha iyi anladım.
Hayat hepimizi parçalıyor ve galiba her parçamız bir daha geri dönmeyeceğimiz yerlerde
kalıyor. Çoğunuz bu Ģehrin değiĢik köĢelerinde kim bilir kalbinin hangi parçasını bırakarak bir daha
dönmemek üzere terk edecek bu Ģehri. Umarım heybeleriniz umut, bilgi ve sevgiyle dolu olarak terk
edersiniz Trabzon‟u. Kim bilir belki de dört sene boyunca sizi canınızdan bezdiren yağmur da haziran
ayı olmasına rağmen son bir kez daha ıslatır mezuniyet töreninizde sizi hüzün gözyaĢlarıyla (Burada
Hüsn-i talîl var; umarım gerçekleĢir).
Belki yazının bu kısmında size nasihatlerde bulunmam gerekiyor. Malum, ayrılık yazılarında bu kısım
da önemlidir, atlanmaması gerekir. Ama zaten biz sizinle bunları derslerde konuĢmuĢtuk değil mi? Ne
diyordu Nedîm ve ġeyh Gâlib;
Bir nîm neĢ‟e say bu cihânın bahârını
Bir sâgar-ı keĢideye tut lâle-zârın
HoĢça bak zatına kim zübde-i âlemsin sen
Merdüm-i dîde-i ekvân olan âdemsin sen
Beraber olduğumuz süre içinde belki bazen kızdınız/kırıldınız bana. Hakkınız da geçmiĢtir
muhakkak. Hiçbirinize karĢı kalbimde kırgınlık olmadığını ve her birinizi ayrı ayrı (dikkat ettiyseniz
sınıf olarak demedim) çok sevdiğimi bilmenizi isterim. Bazılarınızla çok samimi olduk, bazılarınızla
gözlerimizle anlaĢtık ama sonuçta hepinizi çok sevdim. Haklarınızı helal edin lütfen. Ben olmayan
haklarımı çoktan helal ettim zaten. Bu yazıdan sonra oluĢacak haklarımı da Hüsn ü AĢk ve Leylâ vü
Mecnûn mesnevilerini bir daha okumanız Ģartıyla helal ettim gitti.
Yeni hayatınızda hepinize sağlık, mutluluk ve baĢarı diliyorum. Ġleride yolunuz benim
bulunduğum bir yerden geçerse uğramazlık etmeyin, olur mu?
HoĢça bakın zatınıza.
MEZUNLARIMIZA
Yrd. Doç. Dr. Bahadır GÜNEġ
Her mezuniyet döneminde içimde bir hüzün beliriverir. Ortaokula
veda partimizde Türkçe öğretmenimizin tahtaya yazdığı “Hayatta en acı Ģey,
merhaba diye kavuĢan ellerin elveda diye ayrılmasıdır.” cümlesini hatırlarım.
Yine bir ayrılık öncesinde yüreğimiz buruk olsa da umutla zamanın
dolmasını bekliyoruz. Ülkemin yarınlarını yeĢertmeye ant içmiĢ, aydın
dimağlı gençlerimizi kutlu yolculuklarına uğurlamak için güzel temennilere
sarılıyoruz. Onların gidiĢi kökü burada olan dalların, meyvelerini uzaklara
verme sürecidir sadece. Yesevi atadan beri asaların peĢine adanmıĢ yolculuklara eĢ bir yolculuktur. Bu
manada 2014 eğitim-öğretim dönemini tamamlayarak geleceğimizin teminatı olan bu görklü
kardeĢlerime asaların ıĢığında pırıl pırıl yarınlar diliyorum.
16
TALEBE DÖRT TÜRLÜDÜR
Doç. Dr. Özer ġENÖDEYĠCĠ
Değerli Öğrenciler,
Her insanın kendi hatasını yapmaya hakkı olduğunu
düĢündüğümden mi yoksa kendimi hala nasihat verebilecek kadar yaĢlı
hissetmediğimden mi bilmiyorum, ama sizi nasihatlerle değil güzel
temennilerle uğurlamak istiyorum. Yolunuz açık olsun. Ne mutlu size ki
diğer sıfatların üstünde “öğretmen adayı” sıfatı kazanıyorsunuz. Umarım
sizin de öğrencileriniz, kendiniz gibi olup size ayna tutarlar.
Şimdiden sonra dünyaya bakıĢ açınız değiĢecek. Ters köĢe olduğunuz sınav soruları hoĢ birer
anı olacak. Onun yerine geçim kaygısı, hayata bir an evvel dâhil olabilme telaĢı ile uğraĢacaksınız..
Birilerinin omuzlarına basıp baĢarıya ulaĢmak için her Ģeyi mubah gören bir anlayıĢla mı yoğruldunuz,
yoksa geride kalanları da sırtlanıp topyekûn ilerleme algısı mı kazandınız? “Ne pahasına olursa olsun”
mu dediniz, yoksa hakkınız olana rıza göstermeyi erdem mi bildiniz? ĠĢte bu sorulara nefsinizde
verdiğiniz cevap, gelecekte nasıl biri olacağınızı da belirleyecektir.
Akıl vermek değil, fakat hasbıhal etmek maksadıyla bazı tespitlerimi paylaĢmak istiyorum.
Bu sayede sizler de gelecekte karĢılaĢacağınız öğrencilerinizin profilini çıkarabilesiniz. Dedem
Korkut, avretleri dört kısma ayırıp bunlardan üç tanesini beğenmediğini söylemiĢti / soylamıĢtı. Ben
de naçizane, tâife-i talebeyi tasnif edip soylayım:
Hânım Hey!
Talebe taifesi dört dürlüdür. Bunlardan ilki solduran soptur. Oturup kalkmayı bilmez, kapının
icat edilme amacından habersiz yaĢar ve geldiği yerin ne idüğin bilmez. Her fırsatta Ģartlardan,
imkânsızlıklardan dert yanar, hiçbir iĢe teĢebbüs etmez, sınav akĢamlarında çalıĢmak yerine kopya
hazırlar. Sınav ertesinde ise kabahati Hoca‟da bilir. Sosyal paylaĢım sitelerinde bir oraya bir buraya
gezer, vaktini harcar, ancak bir kitap okumayı kendisine yük bilir. Hak Sübhânehû ve Teâlâ bunların
Ģerrinden korusun.
İkincisi tolduran toptur. Bunlar, sahip oldukları zekânın ekserini kurnazlık için harcarlar.
Ġnsanî sohbeti maddî bir beklenti ile yaparlar. Hocalara selamı bile puan karĢılığında verirler.
ArkadaĢlarından not gizleyip hırs u ihtiras ile merdivenin tepesine çıkmak için her teĢebbüste
bulunurlar. “Formasyon isterüük!” diye her fırsatta ortaya dökülüp isyân u tuğyân ederler. Ağızlarına
bir parmak bal çalındı mı kuyruk kıstırıp otururlar. Nottan, dersten, çan eğrisinden gayrı bir nesne
bilmezler. Hak Sübhânehû ve Teâlâ bunlardan ve bunların yetiĢtireceği öğrenciden cemî‟-i Müslimîn‟i
hıfz etsin.
Üçüncüsü bayağıdır. Bunlar, her nasılsa üniversiteye yolu düĢüp çile dolduran taliplerdir.
Onlar için üniversite dört ya da beĢ sene çekilmesi gereken bir çiledir. Bir kapıdan giren vasıfsız
Ģahsın bile diğer kapıdan öğretmen adayı çıktığını düĢünüp ekmek kaygısıyla yollara düĢerler. Sosyal
bir faaliyette boy göstermezler, iĢtirak ettikleri faaliyetten ekmek beklerler. Her Ģeyden Ģikâyet edip
bahaneler ileri sürerek ortaya hiçbir Ģey koymazlar. Hak Sübhânehû ve Teâlâ bunların köküne kibrit
suyu döksün.
Dördüncüsü ise bölümün dayağıdır. Bunlar, hem insanî erdemleri hem de öğrencilik
vasıflarını bünyesinde barındıran yüksek seciyeli taliplerdir. Edebe de, zekâya da, sorumluluğa da
sahiptirler. Yüz ağartıp yüz güldürürler. Ġmtihan için değil, öğrenmek için derslere duhûl ederler.
ArkadaĢlarını rakip olarak görmezler. Ekmek telaĢından ziyade, insanlığa hizmet etmeyi amaç
edinirler. Hak Subhânehû ve Teâlâ üniversitelerden bunları eksik etmesin, bunların yetiĢtirdiği
öğrencileri aziz kılsın.
17
Doç. Dr. Ülkü ELĠUZ
Sevgili düĢ avcıları…
İnsan, evrenin merkezidir. Her Ģeyin yöneldiği, bilen, hakim, akılsal ve
duygusal bu özne, öğrendiklerini kavrayarak içselleĢtirirse kalbi ve ruhu yara
almadan yaĢam yolculuğuna devam edebilir. Yok oluĢlar girdabını binbir kapısı
olan büyülü denize çevirmek isteyen birey, bilgiye, düĢünceye ve söze tutunarak
ayakta durabilir. Çünkü bilgi, daima bilinci gerektirir; söz ve düĢünce ise dünyayı
değiĢtirebilir. Bu üç kutlu alan, herkesleĢmeyi, yığına dönüĢmeyi engelleyerek insanın varlığını
anlamlandırma ve yaratma hedefinin ifadesi olan pozitif düĢüĢü yaĢamasına olanak tanır.
Sevgili hayal kuran dâhiler..
Dünyaya doğan nesnelerden değil dünyada doğan öznelerden olmak sizin elinizde. Her Ģeyin,
bütün değerler dizgelerinin hızla silindiği, içi boĢaltılarak anlamsızlaĢtırıldığı modern dünyada biz
insanlar, hep eĢikteyiz. Bu durum bizi Ģairin ifadesiyle “kalbinin yerlisi değil yabanı” olmaya zorluyor.
VaroluĢumuzu bilerek, kavrayarak, anlayarak kendimizi gerçekleĢtirebiliriz. Kendi sesinizi bulmak
istiyorsanız kendi farkınızı yaratın, normların kıskacında parantezlenen bir yaĢam sürmeyin.
Unutmayın ki hayal kuran dâhilere dönüĢmek aydınlığın sesi, rengi ve kokusu olmakla mümkündür.
Sevgili rahatı kaçanlar/ kaçırılanlar..
VaroluĢsal tüm yitimlere dur! diyebilecek kadar zihinsel ve tinsel güce sahip olursanız ıĢığa
karıĢabilirsiniz. ArayıĢ ve farkediĢler bütünü olan yaĢama anlam katan bireyler olmak için idealleri ve
inancı tam anlamıyla uyumlu, sorunsal düĢünen, çalıĢma azmi her dem yenilenen, ilmin ve gönlün
rehberliğinde ilerleyen özneler olun. Kendi olmanın farkındalığında nesne/ sürü olmadan
yolculuğunuzun hedefini ve rotasının belirleyin. Ağlamak değil gülmek için sebepler arayarak
yarınlara umutla bakın.
Ve sevgili çocuklarım..
Kifayetsizliğini duyumsadığım bu sözlerimin bireysel, milli ve evrensel değerlerle donanımlı
sizler ile dünyalık zamanda yolumuzun kesiĢtiğine niĢane olması ve keĢkesiz bir yarın dileğiyle..
Yrd. Doç. Dr. Fırat CANER
Mezunlar,
Öğrenciler, öğrenenler, daha güzel daha olgun, daha bilge olmaya
çalıĢanlar, yarınların bugünlerden daha güzel, daha huzurlu, daha barıĢçıl olması
için hayata dokunmaya baĢladılar bile. Ümit ediyorum hayat onları girdikleri bu
güzel yoldan çevirecek çirkinliklerle güçsüz düĢürmez. Öğrenci olmaktan asla vazgeçmeyin. Zira
öğrenmeyen bir insanın kalbi taĢlaĢır, ruhu ölür. Artık kimse dinlemez onu.
Arş. Gör. Seda UYSAL BOZASLAN
Meslek hayatımın ikinci mezunları,
Nasıl da geçti o güzel yıllarınız, bazen gözyaĢı oldu bazen içli bir Ģarkı…
Evet, hatırlamak istemeyeceğinizi sandığınız koskoca 4 yıl ve kuzulanan deniziyle
gri bir Trabzon. ġehir gri anılar sıcak. Üniversite kapısından daha çıkmadan
özlemeye baĢlayacak ve sımsıcak anıların yer aldığı sınıfların duvarlarını, kantini, dersleri,
arkadaĢlarınızı ve belki de bizleri hatırlayacaksınız özlemle. “Oh be!” diyerek sonlandırdığınız bu yol
kim bilir ne ufuklar açacak ve hangi maceranın koynunda bulacaksınız kendinizi.
Nerede ve kimlerle olursa olsun bu macerada zorluklarla baĢa çıkarak hayatınızı daha anlamlı
kılarken sağlıklı, mutlu, huzurlu ve baĢarılı bireyler olmanızı diliyorum.
18
“İNSANLIK” YALANINA KARŞI
“İNSAN”IN DEĞERİ
ArĢ. Gör. Hüseyin AYAZ
Hayatın bir bütün olduğu ve her yeni günün bir önceki güne
eklemlendiği zamanlar çok gerilerde kaldı. Artık parçalanmıĢ ve bölümlere
ayrılmıĢ bir hayat anlayıĢı hâkim. Bu nedenle her bir aĢamadan diğerine geçiĢ, kiĢi için sorunlu ve zor
bir süreci beraberinde getirir oldu. Çünkü karĢısında daha önce deneyimleyemediği ve hazırlanamadığı
bir süreç var. Bu durumda yapılabilecek en doğru Ģey, kiĢinin yeni konumuna bir an önce alıĢması ve
uyum sağlamasıdır. Freud‟un, insanın maymundan geldiğini söylediği küçük dipnot cümleciğinden 3
sayfa önce ifade ettiği ve tezinin omurgasını oluĢturan „çevresine uyum sağlayabilen türlerin hayatta
kalabileceği‟ fikri hâlâ geçerliliğini sürdürüyor. Burada temel mesele kiĢinin neye nasıl uyum
sağlayacağı veya uyum sağlamaktan sakınacağı sorunudur.
En derin duygularımla hepinize, insan değerinin, ölmemesi için alınacak önlemlere
harcanacak bedeli karĢılamadığı düĢüncesiyle pâyimâl edildiği ve ne anlama geldiği belirsiz
„ĠNSANLIK‟ı kurtarmak adına insanların açlıktan ölmelerine göz yumulurken göklerde siteler kurma
yarıĢının devam ettiği; insan haklarını koruyacak demokrasiyi tesis etmek adına insan kıyımının
görmezden gelindiği Ģu günlerde tüm bunlara inat, erdem ve onurun akıllardan ve yüreklerden silinip
atılmadığı,„ĠNSAN‟ın unutulmadığı yarınları inĢa edecek yüreklere temas edilebilir mutlu ve umutlu
yarınlar diliyorum.
ArĢ. Gör. Ahmet AKDAĞ
Değerli tullâb-ı tâlib-i fenn ü edeb! Hayatta bazı Ģeyler vardır ki onlar ilktir
ve hiçbir zaman unutulmaz. Evvelki gün doğdunuz, dün çocukluğunuzu yaĢadınız,
bugün gençliğinizi yaĢıyorsunuz; sabah üniversiteye kaydınızı yaptırdınız ve bu
akĢam üzeri mezun oluyorsunuz. ĠĢte hayat bu kadar hızlı akıp gitmektedir. Elbette
ki bu hayat serüveninde hepinizin geleceğe yönelik bir takım idealleri vardır;
kavuĢmaya çalıĢtığınız ve karanlık gecelerde ıĢığınız olan idealler… Dört yıl önce
baĢlayan üniversite tahsiliniz çeĢitli meĢakkat ve endiĢelere rağmen bu gün nihayete
ermektedir. Bu adımınızla ideallerinize giden yolun kapısını aralamıĢ bulunmaktasınız. Artık yepyeni
bir hayat ve yepyeni bir dünya sizleri beklemektedir. ĠnĢallah hepiniz arzuladığınız bir geleceğin
dünyasını inĢa eder ve o istikamette hayatınızı idame ettirirsiniz.
Dünya hayatı bir yolculuktur. Nitekim Peygamberimiz (s.a.v) "ġu yeryüzündeki halim, bir
ağacın altında gölgelenip azıcık dinlendikten sonra yoluna devam eden yolcunun haline benzer."
diyerek bu duruma atıfta bulunmuĢtur. ĠĢte okul hayatı da bu yolculuğun kesitlerinden birisini
oluĢturmaktadır. Sizler bu yolculuğunuzda, üniversitemizin gölgesinde oturdunuz, dinlendiniz ve artık
gidiyorsunuz. ĠnĢallah bu süre içerisinde doldurduğunuz edeb ve ilim testinizle memleketimizin dört
bir yanını gül ü gülistana çeviren birer "muallim" olursunuz.
Zamân-ı hicr dem-i vasl-ı yâr olur giderek
Zamânedir bu zemistân bahâr olur giderek (Nâbî)
Figen DEMĠR
Bölüm Sekreteri
Sevgili mezunlarımız,
Sizleri dört yıllık bir eğitimin sonunda iĢ hayatına uğurluyoruz. Eminim
buraya ait çok farklı anılarla ayrılıyor, çok karmaĢık duygular içerisinde
bulunuyorsunuz. Her türlü sorumsuzluklarınıza, çalıĢmamalarınıza, çocuksu
tavırlarınıza, üzmelerinize, hatta kızdırmalarınıza rağmen ben sizleri çok sevdim. Hepinize ayrı ayrı
mutluluklar dilerim.
19
EN GÜZEL GÜNLER SİZİN OLSUN
ArĢ. Gör. Halil Sercan KoĢik
ArkadaĢlar öncelikle hepinizi tebrik ederim. Dört yıl boyunca büyük bir
azim ve sebat göstererek çalıĢtınız ve mezun olmaya hak kazandınız. Bu mutluluk
artık sizin. Bunun sevincini doya doya yaĢayın.
Ümit ediyorum ki üniversitede geçirdiğiniz bu dört yıl size çok Ģey
katmıĢtır. Bundan sonra üniversite havasını dört yıl boyunca teneffüs etmiĢ bir
insan olarak hayata farklı bir gözle bakacaksınız. Yıllar sonra burada geçirdiğiniz
acı tatlı pek çok anı yüzünüzde bir gülümseme ortaya çıkaracak. Bundan emin olun. Geriye dönmek,
aynı Ģeyleri tekrar yaĢamak isteyecekseniz. Ama bu tabii ki gerçekleĢmeyecek. Çünkü önünüzde artık
yeni bir hayat olacak. Bundan sonra bu yeni hayat için çalıĢıp çabalayacaksınız. Biliniz ki bu yeni
hayat eskisinden daha kolay olmayacak. Belki de daha büyük problemlerle karĢılacaksınız. Ama
bunların hepsinin üstesinden birer birer geleceksiniz. Çünkü siz dört yıllık eğitiminiz boyunca Türk
Dili ve Edebiyatı formasyonunun yanında problemlere çözüm üretecek yaratıcı bir düĢünceye de
sahip oldunuz.
Gördüğünüz gibi zaman çok hızlı akıyor. Belki de Türk Dili ve Edebiyatı bölümüne kayıt
oluĢunuzu dün gibi hatırlıyorsunuzdur. Hızla geçen bu dört yılda sizler büyük meĢakkatlere göğüs
gerdiniz. Türk dilini, edebiyatını ve kültürü yakından öğrendiniz. Bu öğrenme ve çalıĢma safhasında
kimi zaman yoruldunuz, zorlandınız. Ama kimi zaman da baĢarınızın sevincini doya doya yaĢadınız.
Bilgi ne yazık ki kolay elde edilemiyor. Bunun için çalıĢmak, belli bir zaman sıkıntı çekmek
gerekiyor. ĠĢte siz bu sıkıntıyı çekip bugün karĢılığını alan Türk Dili ve Edebiyatı bölümü
mezunlarısınız.
Genç meslektaĢlarım! Artık hepiniz birer Türkologsunuz. Türk dilinin, edebiyatının ve
kültürünün bayrağını bundan sonra siz taĢıyacaksınız. Atalarımızın bizlere bıraktığı kadim medeniyeti
sizler araĢtıracak ve ortaya çıkaracaksınız. Türk dilinin genç neferleri olarak dilimizi koruyacak ve
yeni neslin onu en iyi Ģekilde öğrenip konuĢmasına yardımcı olacaksınız. Bundan sonra necip Türk
milletinin dilini ve edebiyatını öğretme görevi sizin omuzlarınızdadır. Bu nedenle de kendinizle ne
kadar gurur duysanız azdır.
Sözlerimi burada noktalarken siz, milli kültürümüzün bilincinde olan Türk Dili ve Edebiyatı
uzmanı gençlerin Türklük Bilimi‟nin geliĢip yükselmesinde önemli bir misyonu yerine getireceğinize
inandığımı belirtme gereği duyuyorum.
Umarım bu hayatta her Ģey gönlünüzce olur. Hepinize üstün baĢarılar dilerim.
ArĢ. Gör. GülĢen ÖZÇAMKAN
İlk günüdür; üniversitelidir artık... O gün çoktan dündür; kepi cübbesi
telaĢı... Kanımıza mı nispet ediyor zaman?
Akla karanın dansında ne nefretim yalnız ne de muhabbetim
karĢılıksız. Yazıp çizdiklerim, ezber ettiklerim kime doğrulacak; kimleri
doğrultacak? Tarafımı seç ben!
Bu Ģehirde uzayan gölgeler kim bilir nerelere doğacak. Günlerimiz
aydın olsun!
ArĢ. Gör. Merve Esra POLAT
Sizi hayata hazırlayan dört yıllık bir sürecin sonuna geldiniz. Artık tam
anlamıyla hayata atılma zamanı. Umarım hepiniz beklentileriniz doğrultusunda
yolunuza devam eder, güzel yerlere gelirsiniz. Her Ģey gönlünüzce olsun.
20
Hikâye
PEMBE KANATLAR
Nazlı ÖZLEMĠġ
„Ey insanoğlu! Ben Adalet
Meleği Dike. Bakmayın
kanatlarımın olmadığına.
Toz pembe kanatlarımı
çaldınız. Uzun beyaz
elbisemi kirlettiniz. Size
güvenimi göstermek için gözlerime bağladığım
kumaĢı çoktan söktünüz. Yetmedi. Uzun
saçlarımı da kestiniz. Artık benim için özgürlük
vakti. Görüyorsunuz sol elimdeki teraziyi. Bu
zamana kadar siz koydunuz iyiliklerinizi
kötülüklerinizi içine. Kalbiniz gibi terazime de
fesat karıĢtırdınız. Sağ elimdeki kılıç ise bu
zamana kadar hiç isabet etmedi birinize. ġimdi
aldıklarınızı geri verme vakti. Pembe kanatlarımı
çalanlardan baĢlayalım Justitia‟ dedi, Dike.
Justita elleri kan dolu ilk mahkumu
getirdi. Diline zincir vuruldu önce. Sonra gerildi
bir çarmıha. Çarmıhsa öyle altın kaplı bir çarmıh.
„Hangi elinle çaldın‟ dedi, Dike.
Sustu mahkum 1.
Tekrar etti Dike.
„Hangi elin‟
Tekrar sustu Mahkum 1. Tekrarladı
Dike son kez. Mahkum 1 cevap vermek zorunda
olduğunu anladı. Cevap vermezse boynunda
vurulacaktı. Dilinin zincirini çözdü Justita.
„Sağ‟ dedi Mahkum 1.
Sağ elindeki kılıcı salladı Dike. Aldım
Mahkum 1‟in sağ kolunu.
„Bu ilk pembe kanadım için. ġimdi bütün
hırsızların sağ kolu derhal alınsın‟ dedi, Dike.
Justitia Dike‟nin diğer yardmcılarına
sağ kaĢını kaldırdı ve alındı tüm sağ kollar.
Kolları koydular terazinin sağ kefesine.
Dengelendi terazi. Hırsızlar için ayrılık vakti.
Bir suçlu cezalandırıldıkça bir pembe
kanat ekleniyordu Dike‟nin sırtına. ġimdiden beĢ
bin kanada sahipti. Gururlanıyordu Dike.
Üzülüyordu da aynı zamanda, görevini
zamanında iyi yapamadığına.
„Ben Adalet Meleği Dike. Sana adalet
vermeye geldim insanoğlu. ġimdi herkes çekecek
cezasını. Bu zamana kadar kapattığım gözlerime
iyi bakın ve doğru cevap verin. Sıradaki suçluyu
getir Justitia‟ dedi, Dike.
Mahkum 2 geldi tüm tecavüzcüler adına.
„Niçin‟ dedi, Dike.
„Nefis‟ dedi, Mahkum 2.
Dike emir verdi diğer yardımcılarına.
„Hemen kesilsin tüm bel altları.‟ Kimse sözünden
çıkamadı Dike‟nin. Çıkamazdı da. Kesilen tüm
bel altlarını teker teker getirdiler teraziye.
Eklendi pembe kanatlar yerine.
„Ben Adalet Meleği Dike. Sana adalet
vermeye geldim insanoğlu. Sağ elimdeki kılıcın
Ģahidisiniz. Bu kanatların hepsi tamamlanacak.
Sıradaki gelsin Justitia‟ dedi, Dike.
Justitia kolundan çeke çeke zorla getirdi
Mahkum 3‟ü. Tüm çocuk katilleri adına.
„Sen Mahkum 3. Evet sen. Ne istedin.
Nasıl cesaret geldin. Adaletin hiç gelmeyeceğini
mi sandın.‟
Mahkum 3 sustu. Tek kelime etmedi.
Etmesine de izin verilmedi. Önce Mahkum 3‟ün
sonra tüm çocuk katillerinin boynu vuruldu.
Çınladı çocuk çığlıkları tüm evrende. Dike‟nin
tüm yardımcıları getirdiler vücutları tek tek
teraziye. Dengelendi terazi zar zor.
Kanatları tamamlandıkça gözleri
parlıyordu Dike‟nin. Yıllardır sağlayamadığı
belki de aksattığı adaleti sonunda getirmiĢti.
Devlet yöneticilerinden en fakir halka
kadar, ne kadar suçlu varsa hepsini teker teker
sağ elinde ki kılıç ile öldürdü ve öldürttü. Candan
sevdiği insanlar artık huzur içinde olacaklar ve
katledilemeyecekler, kandırılamayacaklardı.
Artık dünya temizdi dünya. Tertemiz.
Sol elindeki teraziyi bıraktı yere. Yanına da sağ
elinde ki devasa kılıcı.
„Ben Adalet Meleği Dike. Ölüm
getirmedim her birinize. ġimdi sağlandı adalet.
Bakın kanatlarıma. Hepsi yerinde. ġimdi bu
teraziyi bırakıyorum buraya. Yanına da kılıcımı.
Rehberlik etmesi için Justitia‟yı da bırakıyorum
sizinle. Artık kendi adaletinizi kendiniz
sağlayacaksınız. Ben herkesi layık olduğu Ģekilde
cezalandırdım. ġimdi sıra yeryüzünün temiz
kalmasında. Bunu da siz sağlayacaksınız. O
terazi ve o kılıcı hiç kullanmamanız dileğiyle‟
dedi, Dike.
Aldı uzun saçlarını omuzlarının yanına,
açtı devasa pembe kanatlarını ve uçtu göklere.
21
Hikâye
ÖLÜMLE İKİ DAKİKALIK SOHBET
Ġhsan BAYRAK
Yüz karası değil kömür karası
Böyle kazanılır ekmek parası
Orhan Veli
GüneĢli bir gündü. Sabahın ilk saatlerinde gökyüzü bulutsuz,
masmaviydi. Öğleden sonra kara bir bulut ara ara güneĢin önüne geçiyor, yeryüzünü ıĢıktan mahrum
bırakıyordu. GüneĢ kapandıkça kuĢ cıvıltıları kesiliyor, yerini büyük bir sessizlik alıyordu. Sonsuzluğa
uzanan bir sessizliğin habercisiydi belki de.
Yunus, çocuğunu kucağına alıp öptükten sonra gelecek vardiya için yola çıktı. BeĢ yıldır
maden ocağında çalıĢıyordu. Ġki yaĢında bir kız çocuğu ve sekiz yaĢında bir erkek çocuğu vardı. Erkek
çocuğu okuldaydı. Sabah vedalaĢmıĢtı kendisiyle, yanağına bir öpücük kondurarak. Madene doğru
yola çıktı. Ocakta bugün bir huzursuzluk vardı. Hemen herkesin yüzü solgundu. Her gün Ģen Ģakrak
herkese takılan ġen Osman bile sessizdi bugün. Her gün kahkahaların eksik olmadığı bu yerde bu
sessizliğe kimse anlam veremiyordu. Aslında her gün Ģen Ģakrak olmalarının nedeni iĢlerinin kolay
olması, mutlu olmaları, sıkıntıları olmamaları değildi. Kömür iĢi zor iĢti; öyle sessiz sessiz çalıĢmakla
zamanın geçeceği yoktu. Hal böyle olunca her Ģeye rağmen gülüp eğleniyorlardı, hayata inat. Belki de
bu iĢin en zevkli yönü atılan kahkahalar, yapılan espriler, içilen çaylar, yenilen peynir ekmeklerdi.
Yunus'un olduğu bölümde Yunus ile birlikte 21 iĢçi çalıĢıyordu. Bu bölüm diğer bölümlere
göre çıkıĢa daha uzaktı. Yunus aceleyle iĢ elbiselerini giyip çizmeleri ayağına geçirerek madene indi.
Biraz geç kalmıĢtı ama fazla azar iĢitmedi. AlıĢmıĢlardı artık böyle Ģeylere. Kendi bölümüne doğru
ilerlerken o da farketmiĢti bu sessizliği. Hayırdır inĢallah, dedi içinden. Vardiya değiĢimi olduğu için
kalabalığı yararak gidiyordu. ArkadaĢlarının yanına yeni varmıĢtı ki sesler yükselmeye, çığlıklar
gelmeye baĢladı. Herkes bir yana doğru koĢuyor, kimse ne yapacağını bilmiyordu. Sesler ocakta
yankılanıyordu. "Yangın var", "kaçın", "hemen dıĢarı çıkın", "koĢun" cümleleri havada uçuĢuyordu.
Çok geçmeden yangın yayılmaya baĢladı. Patlamadan dolayı yer yer göçükler oluĢtu. Bu göçükler
galerilerin birçoğuna ulaĢımı kesti. ÇıkıĢa yakın olanlar kendilerini dıĢarı atmayı baĢardı. ÇıkıĢa uzak
olup yerin metrelerce altında olanlar ise yolları kesildiği için bir Ģey yapamıyordu. Yunus'un olduğu
bölümde sessizlik hakimdi. Göçük yollarını kesmiĢ, oldukları yerde kalmıĢtılar. Ġçlerinden biri
dudaklarındaki kömür tozlarını silerek:
- Yangın çıkmasa belki bir umudumuz vardı ama bu yangın kolay kolay sönmez. Birazdan
karbon monoksit gazı buraya ulaĢır, dedi.
Sanki kimse bunları duymadı, herkes kendi halindeydi. Ama her Ģeye rağmen panik yoktu.
Çaresizliğin, umutsuzluğun içindeydiler. ġaĢkın değildiler, zaten hayatları hep bu çaresizlikler içinde
geçmiĢti. Ġçlerinden en yaĢlı olanı gayet sakin bir sesle:
- Bu saatten sonra yapacak bir Ģey kalmadı, kalkın iki rekat namaz kılalım.
İlginç olan bir Ģey vardı: herkes oturmuĢ gayet sükunetli bir Ģekilde ölümü bekliyordu.
Kimseden çıt çıkmıyordu. Herkesin yüzünde bir belirsizlik vardı. "Biz öleceğiz de ailemiz,
çocuklarımız, eĢimiz ne olacak" sorusu herkesin zihnini meĢgul ediyordu. Haklı bir soruydu, belki de
onların bu hayatta cevaplayamayacakları en zor ve en son soruydu. Haklarıydı bu soru, oysa böyle bir
vedayı ise kimse hak etmemiĢti.
Yunus bir köĢede oturuyordu. Cebinden kağıt ve kalemini çıkardı. Ara sıra boĢ zamanlarında
bir Ģeyler karalıyordu. Belli ki Ģimdi de ömrünün son dakikalarını karalayarak geçirmek istiyordu.
Evet, karalayarak... Bazıları pet ĢiĢelerdeki sularla abdest alıyor bazıları kara kara düĢünüyordu. YavaĢ
yavaĢ yanık kömür kokusu gelmeye baĢladı. Havada ölümün kokusu süzülüyordu. Veda edin artık
dercesine. YaĢlı adam:
22
- ArkadaĢlar, dedi, fazla zamanımız kalmadı.
Yunus daha hızlı karalıyordu. Namaz kılacak kadar vakitleri olmadığını anladılar. Kelime-i
Ģehadet getirip dua etmeye baĢladılar. Gaz giderek yayılıyordu. Yunus kalemi bırakıp kağıdı sıkıca
ellerinin arasına alarak kelime-i Ģehadet getirdi. YavaĢ yavaĢ hepsi yere yığılıyordu. Birkaç dakika
içinde ayakta kimse kalmadı.
Aradan günler geçtikten sonra arama kurtarma ekipleri Yunus'un olduğu galeriye ulaĢtılar.
Hepsi vefat etmiĢti. Cansız bedenlerini yeryüzüne çıkardılar, tekrar toprağa vermek için. Belki de
hayatın en trajik yönüydü, toprak altından çıkıp tekrar toprak altına girmek.
Otopsiler yapılırken Yunus'un avucunda bir Ģey olduğunu farkettiler. Kağıdı alıp ailesine
teslim ettiler. Acılı eĢi bu kağıdı okuyacak halde olmadığı için oğluna verdi. Oğlu da buruĢmuĢ kağıdı
özenle düzelttikten sonra kısık bir sesle okumaya baĢladı:
"Göçük olduğunda kaçacak bir yerimiz, sığınacak bir korunağımız kalmadı. Hayatımız film
Ģeridi gibi gözümüzün önünde geçti. En çok da sizi yalnız bırakacağıma üzülüyorum. Kendinize iyi
bakın. Son dakikalarımızda birbirimiz ile sohbet etmek yerine ölümle iki dakikalık sohbete daldık"
Kağıdın ön yüzünde bunlar yazılıydı. Oğlu tam kağıdı katlayacakken arkada birkaç mısra
gözüne iliĢti:
"Ölümle iki dakikalık sohbet,
Ve sona kalan iki hacet;
Biri vuslat,
Biri hasret...
Ölmek için çok erken,
YaĢamak için çok geç."
Şiir
EN SON DEMDEYİZ ŞİMDİ…
Yavuz (Fermân) KILIÇ
Son demlerin de sonunda, bir uçurum kenârındayız Ģimdi
Tut ellerimden…
Ya hayata tutunalım, ya da al götür beni bu dünyâdan
Tatlı bir rüyâdan uyandırır gibi…
Farkında mısın, tüm yolların sonuna geldik biz
Artık, söylenecek söz kalmadı hazînemde
Tâkatsiz sözlerim… Vakit, vedâ vaktidir henüz
Ardıma bakmak yasak, hayâllerim matemde
Mihribân, farkındasın, tüm yolların sonundayız biz.
Ne hâlden anlayan bulunur, ne bu gidiĢe çâre
Rahatı kaçan ağaç misali, dalım kırık, yaprağım dökük
Uzak gideceğim bütün yollar… Gönlüm sensiz âvâre
Kalmayacak en azından Ģiirin, sözün bende manâsı
Zehirden acı dedikleri, vedânın eline düĢtüm Ģimdi
O, rengini anlayamadığım gözlerinden ayrılık vakti geldi
Gözlerin, vuslatsız bir aĢkın, tek, gerçek hâtırası.
(Uzak gideceğim yollar, ardıma bakmak yasak, bu gurbet bir sürgün)
23
Kitap Tanıtımı
ÖLÜMÜNÜN YÜZÜNCÜ YILINDA RECAİZADE MAHMUT EKREM’İN
GÖZÜNDEN DİVAN ŞAİRLERİ:
ESKİLERDEN BİRKAÇ ŞAİR -KUDEMÂDAN
BİRKAÇ ŞÂİR-
Burcu Bekiroğlu
Recaizade Mahmut
Ekrem (1847-1914), son
dönem Osmanlı Ģair ve
yazarlarının önde gelen
isimlerinden birisidir. 13
Mart 1847 tarihinde
Ġstanbul‟da doğan Ekrem, Takvimhane
nazırlarından Recai Efendi‟nin oğlu,Ercüment
Ekrem Talu‟nun da babasıdır. O, Arapça ve
Farsçayı babasından öğrenmiĢ, Mekteb-i
Ġrfaniye‟yi bitirmiĢ, sağlık sorunları nedeniyle
Harbiye Ġdadisi‟ndeki öğrenimini yarıda
bırakarak Hariciye Mektubi Kalemi‟ne girmiĢtir.
ġura-yı Devlet (DanıĢtay) muavinliği,Tanzimat
ve Nafıa daireleri baĢmuavinliği, ġura-yı Devlet
üyeliği, Mülkiye Mektebi ve Galatasaray
Sultanisi‟nde de edebiyat öğretmenliği yapmıĢtır.
Gerek Galatasaray Sultanisi‟nde, gerekse de
Mülkiye Mektebi‟ndeki edebiyat hocalığı
sırasında otoriter kiĢiliğiyle öğrencilerinin saygı
ve sevgisini kazanmıĢ, bundan dolayı da haklı bir
biçimde “Üstat Ekrem”unvanıyla anılmıĢtır.
Ekrem, ayrıca Temyiz Mahkemesi üyesi,
Tanzimat Dairesi baĢkanı, Evkaf ve Maarif nazırı
ve Ayan üyesi de olmuĢtur. Recaizade Mahmut
Ekrem, 31 Ocak 1914„te Meclis-i Ayan
üyesiyken vefat etmiĢtir. Ölümünde okullar tatil
edilerek büyük bir tören hazırlanmıĢ ve
Anadoluhisarı‟nda oğlu Nijad‟ın yanına
gömülmüĢtür.
Namık Kemal‟le tanıĢtıktan sonra
Encümen-i ġuara topluluğuna katılan Ekrem,
onun Fransa‟ya kaçıĢından sonra da Tasvir-i
Efkar‟ı yönetmiĢtir.Ġlk yazılarını baĢta Tasvir-i
Efkar olmak üzere çeĢitli gazete ve dergilerde
yayımlayan Recaizade Mahmut Ekrem, eskiyi
savunan Muallim Naci ve yandaĢlarıyla girdiği
tartıĢmalarla Edebiyat-ı Cedide‟ye ortam
hazırlamıĢtır. Tevfik Fikret‟in Servet-i Fünun
dergisinin baĢına geçmesini sağlayarak Halit Ziya
ve Cenap ġahabettin gibi gençlerin bu dergi
çevresinde bir topluluk oluĢturmalarına önayak
olmuĢ, sanatta güzellik ilkesine bağlı, doğaya
dönük, insanı doğa içinde ele alan bir anlayıĢla
Ģiirler kaleme almıĢtır. ġiirlerinde daha çok aĢk
ve ölüm temalarını iĢleyen Ģairde, özellikle oğlu
Nijad‟ın ölümü, ölüm karĢısında sızlayan,
gözyaĢı ve acı dolu bir duyarlılık ortaya
çıkarmıĢtır. Türk edebiyatının bir dönemine
damgasını vuran Recaizade M. Ekrem‟in, Ģiir,
roman, hikaye,oyun ve tenkit türlerinde çeĢitli
eserleri bulunmaktadır.
Recaizade Mahmut Ekrem‟in 19. asrın sonlarında kaleme aldığı ve divan
edebiyatının önde gelen bazı Ģairlerinin biyografileri ile onların edebi Ģahsiyetleri
ve Ģiirlerini içeren Kudemadan Birkaç Şair adlı eseri, Prof. Dr. Adem Ceyhan ve
Halil Sercan KoĢik tarafından yayına hazırlanarak, Eskilerden Birkaç Şair -
Kudemadan Birkaç Şair- ismiyle Nisan ayında Büyüyenay yayınları arasından
çıktı. Recaizade Mahmut Ekrem‟in, Sinan PaĢa, Fuzuli, Ebu‟s-Suud Efendi, Baki,
Nef‟i, Nabi, Nedim, Çelebizade Asım, ġeyh Galib, Pertev PaĢa ve Sami PaĢa
hakkında verdiği önemli bilgileri içeren ve tenkit ile biyografi türünü bir arada
bulunduran bu çalıĢma, dört bölümden meydana gelmektedir:
24
1. Ekrem‟in “Tâlîm-i Edebiyât”ına Zeyli:
Kudemâdan Birkaç ġâir (s. 7-30)
2. Eskilerden Birkaç ġair / Kudemadan
Birkaç ġair -Günümüz Türkçesiyle-(s.
35-145)
3. Kudemadan Birkaç ġair -Asıl Metin- (s.
149-196)
4. Ek: Fuzuli‟yi Tanıyalım (s. 197-204)
“Ekrem„in „Talim-i Edebiyat‟ına Zeyli:
Kudemadan Birkaç ġair” adlı ilk bölüm giriĢ
mahiyetinde olup, söz konusu eser hakkında ön
bilgiler vererek eseri okuyucuya iyi bir biçimde
tanıtmaktadır. Bu bölümde ilk olarak Ģiir teorisi
ve tenkidinin mazisi hakkında kısa bir bilgi
verilmiĢ ve Recaizade Mahmut Ekrem‟in eserde
ele alınan edebi Ģahsiyetlerin
değerlendirilmesinde belirli bir zaman sırası
gözettiği belirtilmiĢtir. Kitapta Recaizade‟nin ele
aldığı edebi Ģahsiyetlerin hayat hikayeleri
hakkında verilen bilgilerin yeterli sayılmamasının
sebebi Ģu Ģekilde açıklanmıĢtır:
“Onun eserini neşrettiği H.1305
(M.1888) yılında Kastamonulu Latifi, Aşık
Çelebi, Kınalızade Hasan Çelebi, Seyyid Rıza,
Kazasker Salim, Safayi, Esrar Dede vs. edebi
şahsiyetlerin şuara tezkireleri, bazı Şakayıku‟n-
Nu‟maniyye zeyilleri, vefeyatnameler gibi tarihi-
biyografik kaynaklarımızın çoğunun basılmadığı,
kütüphane kataloglarının yeni yeni hazırlanıp
yayımlanmaya başladığı hatırlanırsa,şair ve
yazarlarımızın hayatlarını araştırmanın ve
eserlerini tesbit, tedkik,tarif ve tenkit etmenin ne
kadar zor bir iş olduğu,herhalde daha iyi
anlaşılabilir” (s.12).
Ayrıca Recaizade Mahmut Ekrem‟in bu
eserinin nasıl ortaya çıktığı hususunda çalıĢmanın
bu kısmında Ģu bilgiler verilmiĢtir:
“…söz konusu eser, Talim-i Edebiyat
(Edebiyat Öğretimi) isimli kitabında örnek
verdiği şairlerin önemli bir kısmının sınıflarda
edebi vasıflarını bildirme ve tarihi derecelerini
belirleme sırasında kendisine hatırlatıcı olmak
üzere yazdığı notlarından ibarettir. Recaizade,
edebiyat öğretimiyle meşgul olduğu sırada,bu
notlardan on sene faydalanmıştır. Müellif, daha
sonra onları genişleterek Talim-i Edebiyatına bir
zeyl (ek) halinde bastırmak düşüncesindedir.
Ancak tarihin derinliklerinde kalmış şair ve
yazarların biyografilerini araştırma ve yazmanın
ne kadar zor bir iş olduğunun farkındadır. Ekrem
yıllarca faydalandığı mezkur ders notlarının
kaybolmaması için,bu haliyle bastırılmasını
uygun görmüştür” (s.9-10).
Bu kısımda anlatıldığına göre Ekrem,
eserinde bahsettiği Ģair ve yazarlar hakkında bilgi
verirken bazı biyografik, ontolojik ve tarihi
eserlerden de olabildiğince yararlanmaya
çalıĢmıĢtır:
“Latifi, Kafzade Fa‟izi,Salim, Fatin gibi
yazarların şuara tezkireleri,Karaçelebizade
Abdülaziz Efendi‟nin Ravzatü‟l-ebrar adlı
tarihi,bunlardandır”(s.13).
“Eserin Tesirleri” baĢlıklı kısımda (s.18-
30)ise müellifin eserinde yer verdiği edebi
Ģahsiyetlerin ayrıntılı biyografisini yazacak
kiĢilerin iĢine yarayabilecek bazı bilgiler
verilmiĢtir. Ayrıca bu yazıda Tahir Olgun,
Süleyman Nazif, Ġbnü‟l-Emin Mahmud Kemal
Ġnal, Fuad Köprülü, Vasfi Mahir Kocatürk,
Abdülkadir Karahan gibi yazarların söz konusu
eser hakkındaki tenkitlerine de yine bu kısımda
yer verildiği görülmektedir.
25
“Eskilerden Birkaç ġair / Kudemadan
Birkaç ġair - Günümüz Türkçesiyle-”(s. 35-145)
baĢlığını içeren ikinci bölümde ise, Sinan PaĢa,
Fuzuli, Ebu‟s-Suud Efendi, Baki, Nef”i, Nabi,
Nedim, Çelebizade Asım, ġeyh Galib, Pertev
PaĢa ve Sami PaĢa gibi adı geçen edebi
Ģahsiyetlerin biyografileri ve Ģiirlerine dair
bilgiler günümüz okurunun anlayabileceği bir
dile çevrilerek sunulmuĢtur. Bu bölümde sözü
edilen Ģairler hakkında Talim-i Edebiyat‟tan
alınan bilgiler de ilgili Ģair/yazarın anlatıldığı
kısmın sonuna eklenmiĢtir. Bu kısımda Ģair ve
yazarların isimlerinin yer aldığı baĢlıkların
hemen altında onların birer minyatür veya temsili
resmine yer verilmiĢtir.Ayrıca dipnotlarda bu
Ģairlerle ilgili çeĢitli kaynaklarda yer alan
bilgilere de kimi zaman müracaat edildiği
görülmektedir. Eserde yer alan Ģiirlerin de aynı
Ģekilde parantez içerisinde günümüz Türkçesine
çevirilmiĢ halleri bulunmaktadır:
''Kimdür benümle fenn-i meanide bahs iden
Bilsin ki ana hamle-i tab'um bela yeter
Bir Rüstem -i keman-keş-i nazmum ki tab'uma
Terkeş-i mukattaat-ı Siham-ı Kaza yeter''
(Belagat dalında benimle iddiaya girişen kimdir? Bilsin ki, yaratılışımın hamlesi ona bela
olarak yeter! Ben, nazım yayını çeken bir Rüstem'im ki,yaratılışıma Siham-ı Kaza (Kaza Okları)
kıt'alarının sadakı (okluğu) yeter...)(s.82).
“Kudemadan Birkaç ġair -Asıl Metin-” (s. 149-196) baĢlıklı üçüncü kısımda ise eserin
orijinal hali Latin harfli olarak araĢtırmacıların hizmetine sunulmuĢtur. Bu kısımda müellifin eserini
ağır bir dille kaleme aldığı, onu yazarken Arapça ve Farsça terkipleri çok sık kullandığı açık bir
biçimde görülmektedir:
“Sinan Paşa ise mazbut olan terceme-i haline göre, daha sıgar-ı sinninde iken bu cihan-ı
maddiyi nazar-ı rağbetten bi'l-külliyye ıskat ile fıtraten bir meyl-i külli ile müncezib olduğu ruhaniyyat
alemine hasr-ı fikr ü kalb etmiş bir hakim-i ahiret-bin olduğu için, dünyaya müteallik umur ve
ezvakdan bahseden şi're iltifat etmemiştir” (s.152).
Kitabın dördüncü ve son bölümü olan “Ek: Fuzuli'yi Tanıyalım”(s. 197-204) baĢlıklı
bölümde ise, Recaizade Mahmut Ekrem‟in H. 1303-1304(M. 1887-88) yıllarında Mehmed Ziver
müstear ismiyle Nihal dergisinde Fuzuli hakkında kaleme aldığı yazılar bulunmaktadır:
“Şairin yaşadığı asırla zamanımız beyninde güzeran eden üç yüz yetmiş bu kadar senelik bir
fasıla-i eyyam, asar-ı Fuzuli'ye enzar-ı kadr-şinasandan ıskat edememişdir.Bir cemiyyet-i
mütemeddine içinde isbat-ı iktidar-ı şairiyetten edebil(m)ek ve bu azamet-i iktidarı bir ruhaniyyet-i
fikriyye ile ibkaya muvaffak olmak ne büyük bir marifettir” (s.198).
Kitabın sonunda okuyuculara kolaylık olması açısından kitapta geçen Ģahıs, yer ve eser
isimlerini içeren bir de dizine yer verilmiĢtir (s. 205-208).
Sonuç olarak Prof. Dr. Adem Ceyhan ile Halil Sercan KoĢik tarafından hazırlanan bu
çalıĢma, 19. yüzyılın en önemli edebi Ģahsiyetlerinden birisi olan Recaizade Mahmut Ekrem‟in divan
Ģairleri hakkında sahip olduğu ve taĢıdığı bilgi ve düĢüncelerin yanında onun klâsik Türk edebiyatına
olan vukufunu göstermesi açısından da büyük bir öneme sahiptir.
26
Deneme
YOLCULAR: HATIRLARDA KALSIN SURETİMİZ
Arzu KÜÇÜKOSMAN
Bugün yüreğimin koridorları gitme
vaktinin sirenleriyle inliyor. Bir telaĢ var her
zaman tenha olan sokaklarında yüreğimin.
Kelimeleri yutmaya çalıĢtıkça, boğazımda
düğümleniyor kalabalıklar. Yalnızlığımda
büyüttüğüm ve görmüyorlar deyip sitem ettiğim
ama Ģimdi gördüklerine inanmaya baĢladığım o
kalabalıklar…
Ve dıĢarıda bir telaĢ, bir koĢturmaca…
Hancıların sesi… Evet, bunlar hancıların sesi!
Gitme vaktinin geldiğini söylüyorlar ferman
okurcasına bir edayla… Ve gitme vaktinin henüz
gelmediğine inanmak isteyen hüzünlü ve yorgun
yolcular…
İki kafile... Dört yıldır konaklıyorlar bu
handa: “Ġlim Hanı” nda. Meyleri hissetmek,
mezeleriyse hissettirmek. Onlar mey ve mezeye
düĢkünlükten vakti anlayamadılar. Tatlılığının
sarhoĢluğundan mı acılığının ıstırabından mı
bilmem ana anlayamadılar iĢte…
Hancıların sesi yüreklerini çarpacak
kadar inlediğinde anladılar vaktin geldiğini…
Kiminin gözü yaĢ ile doldu, kiminin yüreği
ĢaĢkınlıktan taĢ oldu. Diretmeyeceklerdi. Öyle
anlaĢmıĢlardı en baĢtan. Vakit dört yıl.
Toparlanmaya baĢladılar. En baĢta anıları, sonra
umutları koydular sırtlarından düĢmeyen o bin bir
renkli heybeye. Kimisi soru iĢaretleriyle doldurdu
heybesini, kimisi diyemedikleriyle… Kimisininki
doldu taĢtı sığmadı, kimisininkinin içi bomboĢ
kaldı. Bazılarının ağır geldi bedenine bu heybe,
bir kısmını bıraktı bir gün döner alırım diye. Ġçi
bomboĢ kalanlarsa tekrar döndü geriye, belki fark
etmemiĢimdir bıraktığım var diye.
GüneĢin tam batmadığı ve akĢamın tam
olmadığı o anda girdiler yola. Gündüz ve gece
devir teslim yapmaya hazırlandığı zamanda…
Baktılar birbirlerine uzun uzun. Çünkü bundan
sonrası meçhul bir durum… Yollar ayrılıyor.
Herkes inandığı ya da inandırıldığı yolu tutacaktı.
Tutmaya, o yolda tutunmaya çalıĢacaktı.
Biliyorlardı ki o yolu tutmak kolaydı ama o yolda
tutunmak o kadar kolay değildi. Artık yoldaĢlık
bitiyor, “yolcu” luk baĢlıyordu. Buna hazırlıklı
veya değillerdi. Bu saatten sonra ne değiĢirdi ki?
Kim bilir, belki de baĢka bir handa yolları
kesiĢecek, aynı meyden, aynı mezeden tat
alacaklar, bu handa yaĢadıklarından gülerek dem
vuracaklar… Kim bilir, belki kimileri yolunu
beğenmeyecek, bir diğer dostun yolundan devam
edecek. Kim bilir, yollar belki zirveye çıkacak,
belki çıkmaz sokaklarda tıkanacak… Ya da en
ürkütücü olanı, yollar uzadıkça uzayacak ve bir
anda peydah olan sisten daha yol alınamayacak…
Kim bilmiĢ, kim bildi, kim biliyor, kim bilecek,
kim bilir? KeĢke bilse, bilebilse? ASLINDA
BĠLMELĠ? BĠLSĠN!
Usullerince vedalaĢtılar ama giderayak
bir Ģeyler söylemek lazımdı hancılara. Hüzünden
yere düĢen bakıĢları, lal olan dilleri, kilit tutmuĢ
ayakları gören “bir yolcu” aldı sözü, yormadan
“her bir yolcu” yu:
Geldik dört yıl evvel ki bir sabi kadar acemi
Gidiyoruz dört yıl sonra kalfa olacak kadar bilgili
Sitemler inletiyordu daha ilkten bu hanı ki
Ne zaman bitecekti bu yıllar, sanki bu durak ebedî
27
Uzun söze ne gerek gelelim öze direk
Kimi vakit güldük, kimi vakit ağladık
Öyle ya da böyle anlamadan alıĢtık
Hayatın gerçeği bu, en baĢta yabancıydık
Giderayak yerlisi olduğumuz hissiyatındaydık
Ey hancılar!
Yeri geldi çattınız kaĢlarınızı yüzümüze
Yeri geldi bizimle güldünüz ölesiye
Her Ģeye rağmen borçluyuz sizlere
ġunun da bilincindeyiz ki; elbette
Biz gitmeliyiz, yeni yolcular gelsin diye
Gidiyoruz Ģimdi kendi yolumuzu çizmeye
Sen durmalısın yeni filizler yeĢersin diye
Bu han ki alnı ak, ebedî kalsın yeryüzünde.
Tek isteğimiz var HATIRLARDA KALSIN SURETĠMĠZ
O da mümkün değilse EN AZINDAN GÖZLERĠMĠZ
(YAZAN: Bu hana bir baĢka handan gelip, ilk yıl gece vakti konaklayıp yalnız mey içen,
ikinci ve üçüncü yıl gündüz vakti konaklayıp mey içip meze yiyen ve bu handa Ģunu öğrenen: Bir
handan baĢka bir hana fiziksel geçiĢ yapmak mümkünken ancak bir handan bir “hanın ruhu” na geçiĢ
yapmak mümkün değildir. Büyük bir miktar ki fiziksel geçiĢte muvaffak olmuĢ lakin ruhsal geçiĢte bir
kuyuda zindan olmuĢ. Öğreten ve öğrenebilenlere teĢekkürlerimle…)
Şiir
BEN
Oğuzcan Kıymık
Ben mirasyedi gencin nankör bakıĢları
GeniĢ cüsseli adamların menfaat alkıĢları
Aynı yola çıktıklarımın geride kalıĢları
Ben tecavüze uğramıĢ kızın haykırıĢları
Ben dilenci çocuğun kesik avuçlarında kir
Torpille yerleĢilmiĢ makamdaki sır
Bak bu yola çıktığım yemyeĢil kır
Ben el kadar çocukların cesaret bakıĢları
Ben, terör elinde askeri vuran silah
Gencecik çocuğu toprağa veren siyah
Dağı, taĢı, beni yaratan tek Ġlah
Ben silahları susturan o sahte barıĢları…
Ben, Ģehit anasının kızgın sözleri
Vatan sağolsun diyenlerin ıslak yüzleri
Bir bir yaksalar da tepeden düzleri
Ben, o Ģehit gençlerin ölüme atıĢları
Ben, bütün bu olanların sebebi, failler
Sırıtan dudakları, gözleri kör cahiller
Beklese de beni yolun sonunda ölümler
Ben, onurlu insanımın saygıyla anıĢları…
28
Hikâye
ÇEKMECE DOLUSU MEKTUPLAR
Serap CENGĠZ
Baharın son damlalarını hissettirdiği güne uyandı. Papatyaların toprakta
kalmıĢ yapraklarını kokladı. Saati tik takın dıĢında baĢka dünyaya yürüyordu. On
dört baharın yedi yılı kadar beklediği gün nihâyet gelmiĢti. Bir mucize gerekti.
Pencereyi açtı. Ġki kuĢ belirdi gökte. KuĢlar ki; yine nöbette. Üstâd hayat
kısa kuĢlar uçuyor diyordu. Akasya kokulu sabahlarını geri istiyordu. Öyle dalmıĢtı ki Ģarkının
sözlerine, arkadan gelen sâyeyi fark etmedi. Ürktü, bir kere daha ürktü.
Pencereden gelen gün ıĢığıyla birlikte saçlarını taradı, gözlerini belirginleĢtirdi ve kadim
dostunun yapraklarını son kez inceleyerek, yeĢil oyayla iĢlenmiĢ beyaz heybesine yerleĢtirdi. Pazar
günü geleneğini gerçekleĢtirmek üzere yola koyuldu. Etrafta ikinci baharını yaĢayan çiftleri, al
yazmasını bağlayanları, selvi boylusunu arayanları gördü. Ölü bir kelebeğin kanatlarını izledi. Tanrım,
ne çok yaĢanmıĢlık vardı! Papatya takmıĢtı saçlarına. Mucize geldi.
En son ırmakla çevrili bir parkta görmüĢtü onu. ġimdi ise beton yığınları arasında merhaba
diyordu. Saçlarında papatyaları görünce neyin var dedi. KuĢları izleyen kadim dostunun sayfalarını
çeviren kız gülümsedi. Bundan yedi bahar önce sorulardan biri de meĢhur olmayı düĢünüyor musun
sorusuydu. O zaman da bilmem, bir sözüm olur belki demiĢti. Mırıldandığı sözler o yöndeydi.
Sayıklama günden güne artıyordu, derin bir sessizlik oldu. Sustukça konuĢtular sanki. Çekmece dolusu
mektupları okumanın zamanı gelmiĢti. YeĢil oyalı heybesinden çıkardığı kadim dostunun sayfalarını
açtı. Önce haĢiyeler çekti dikkatini sonra darb-ı meseller… Ġlk satırlar Ģöyleydi:
Âh sevgilim Ģu saatte bir depremzedenin kuĢu ötüyor. Bir çocuk uçan balonuyla konuĢup
temiz kalsın mektuplarım sözleriyle heceliyor dünyayı. Etrafımda ateĢi olmadığı için birini
söndürmeden diğer sigarasını yakanlar, küçücük deliklere nağmeleri sığdırıp dizini bükenler var. O
sırada -ki diyorum ne garip ek. Bir türlü anlayamadım bu eki. Vurgulamak istediğimde yanlıĢ
anladılar, sustuğumda dinlemediler. Böyle garip bir Ģey yazmak. Daha bir satırı bitirmeden bir eke
takılabiliyorsun. TaĢlara bak bayım biri mavi diğeri gri ortasından kırmızı geçiyor, insanlar gibi…
Bunu düĢünebilirsin mesela, hatta Ģimdi düĢün sonra devam edelim.
İlk okuduğu cümle bu oldu. Sustular, mucize düĢündü, kız okumaya devam etti…
“Kaynayan çaydanlığın mutfağa diktiği o koku” burnuna geldi. ġiirsel bir ziyafete her ikisi de
hazırdı. Ne de olsa yedi bahar önce çokça yapıyorlardı bunu. O annesinin kurabiyelerinden getiriyor,
mucize de hormonlu çilekleri Ģekere basıp kahvaltıda sunuyordu. Önce Mungan‟dan sonra Turgut
Uyar‟dan ardından Attilâ Ġlhan‟dan mısralar okudular.
Zamanı yıllarla tartanlar yanılırlar, hiçbir Ģey tartılmaz baĢka bir Ģeyle. Hatta çoğu zaman
kendiyle bile diyordu Mungan. Sayfayı çevirdi. ġarkılar söylemiĢtim pencereden, uyanıp uyanıp yine
dalmıĢım diyordu Turgut Uyar. Biraz soluk alıp devam etti. SanmıĢtık ki ikimiz yeryüzünde ancak
birbirimiz için varız. Ġkimiz sanmıĢtık ki tek kiĢilik bir yalnızlığa bile rahatça sığarız. Duraksadı,
birlikte okudukları ayrılık sevdaya dahil Ģiirini yedi bahar sonra ürkek sesiyle o kız tekrar okuyordu.
Çayını yudumladı her ikisi de. Ardından saçında solmuĢ çiçeği sevdi. Ayrılık sevdaya dahil dedi.
Sustular..
Büyümeyen adam gözlerini kıstı. Ona sesiyle sarıldığı kızı kucakladı ve Ģöyle söyledi:
“Mavilik de çocukluk gibi, unutulmayacak hiç.”
Bir türkü söyle dedi yanık olsun. Bir söz söyle söylenmemiĢ olsun.
29
Kız usulca kadim dostunun yapraklarına veda etti. Çekmece dolusu mektupları bir kenara
bırakıp papatya kokulu saçlarına baktı. Türkü değil ama bir zamanlar usulca kulağına fısıldadığı Ģu
mısraları söyledi:
Bir bahar akĢamı rastladım size
Sevinçli bir telaĢ içindeydiniz
Derinden bakınca gözlerinize
Neden baĢınızı öne eğdiniz?
Ġçimde uyanan eski bir arzu
Dedi ki: yıllardır aradığım bu!
ġimdi soruyorum büküp boynumu:
Âhhh!
Daha önceleri neredeydiniz?
Şiir
DİLEKÇE
Vural YILMAZ
Çehreme geceden bir Ģey sürüldü
Dilimde dualar kat kat dürüldü
Sana meftûn sînem yanarken yine
BaĢımdan akan nur gürül gürüldü
Ruhuma ĢîĢenden bir mey sürüldü
AkĢam oldu yine güneĢ süzüldü
Birkaç saat evvel gündü ortalık
Zemin tene serin su ruha ılık
Böyle bir vakitti her yer karanlık
Andım seni birden buzlar çözüldü
Ezelimden piĢman ebed üzüldü
Yürümedi ayaklarım bu yolu düzgün
Elim, gözüm, yüzüm; çamur ve kir
Çoğu kez kalbimden dua gecikir
Ne yasaklar dinler ne de bir emir
Yürümedi ayaklarım bu yolu düzgün
Rotasından piĢman dümen üzgün
Yeis yok. Çare çok. Sonsuz rahmet var
Ġsterse birleri bin yapacak var
Ġsterse de çöle boran boran kar
Yağdırır bir anda yer suya kanar
Bilirim eksiktir bu yazılan dilekçem
Fakat günahlardır söze geçen bilekçem
Diyeceğim budur çoktur benim kederim
Gereğinin yapılmasını arz ederim
30
Hikâye
ESNAF SOKAĞINDA DUA
Ünal DERELĠ
Herkesin zilzurna ayık olduğu bir gündü. Yağmur yağmıyor,
yağamıyordu.Çünkü insanlar; yağmuru hak edemiyordu.Yağmur,onu sokakta
görünce eli ayağı birbirine dolanıyor,bir iki damlasını düĢürüveriyordu adamın
gözlerine.Bu durum fazla sürmüyor, hemen toparlanıveriyordu.Çünkü onun dıĢındaki bütün insanların
duaları, sadece camilerde ve seccadelerde kalıyor, sokaklarda kimse dua etmiyordu.
Saat sabah altı civarıydı. Esnaf sokağında yağmurla buluĢabilmek ümidiyle evden erken
çıkmıĢtı. Gerçekte böyle bir sokak vardı fakat adı baĢkaydı. Adı olan bu sokağa, tekrar bir ad verme
gereksinimi duymuĢtu. Bunun bir kaç tane sebebinin olduğu aĢikârdı. Ancak bu soruyu, yani neden
esnaf sokağı, sorusunu kendine hiç sormadı. Sadece burası esnaf sokağı olsun demiĢti, o kadar. Esnaf
sokağı sakinleri belli ki hala uyanmamıĢtı. Evet, saat daha çok erkendi belki. Ama ya, yağmur yağarsa
diye aklından geçirmedi, yüreğinden de. O an bir sokak köpeği değdi yüreğine. AkĢamdan kalma
çöpleri karıĢtırıyor, kendinden önceki köpeklerden arta kalan bir Ģeyler arıyordu. Belli ki geç kalmıĢtı
ya da akĢamdan beri hiçbir Ģey bulamamıĢ, son çare olarak bu çöplere gelmiĢti. Zayıflığı
utandırmayacak kadar da olmasa, zayıf bir erkek köpekti. Genç olduğunu herkes anlamayabilirdi
ancak o bir çırpı da anlayıvermiĢti. Genç dedi içinden genç... Köpek onu duymuĢ olacak ki; açlığını bir
kenara fırlatıp, adamın gözlerindeki yağmura baktı. Ağlayacak oldu adam. Sonra, yağmur da
gelmemiĢti esnaf sokağına. Köpek açtı. Oğlum dedi, evladım... Kafasını okĢadı köpeğin. Yürüdü biraz,
sonra döndü arkasına baktı. Köpek arkasında yoktu, önünde yürüyordu. Ağlayacak oldu. Cebindeki
ellerine bir Ģey değdi. ġükretti. Uyanın diye kimse duymayacak bir Ģekilde bağırdı. Uyanın, uyanın da;
vefa görün, uyanın da; sokakta edilen bir duanın nasıl kabul olduğu, hem de bir köpeğin duasının nasıl
kabul olduğunu görün. Kemik yağmıyor, yağmur yağıyordu. Kalkın, kalkın da; açın Ģu dükkânları
evladım aç, çocuğum aç, sokaklar aç...
-Selamünaleyküm. Bir ekmek verir misin, ha bir de Ģu keklerden?
-Aleykümselam. Bu saatte açmazdım. Ġyi rastladın bana.
Açlıktan ölsem alır mıydım, acaba bunları? Vefaya olan inancımı kaybetmediğimden
alıyorum bunları, esnaf sokağının esnafı.
Bunların hiçbirini adama söylememiĢti. DıĢarı çıktığında köpek oturmuĢ onu bekliyordu.
Ekmeğin yarısını kırıp, köpeğe uzattı. Kokladı önce sonra adamın gözlerine baktı. Kırdığı ekmeği alıp
poĢete koydu adam, sonra aldığı keki çıkardı poĢetten, kırıp köpeğe verdi. Kokladı önce sonra adamın
gözlerine baktı. Kalktı adamın önünde yürüdü.
Adam önce bir anlam veremedi bu duruma. Gözüyle görmüĢtü çöpleri karıĢtırdığını, açtı.
Sonra aklına geldi; bir köpekti o, insan değildi. O yüzden karĢılık beklemezdi, adama gösterdiği
vefaya karĢı. Adamın aldığı ekmekle keki yerse vefasının karĢılığını almıĢ olurdu. Ama bu durum
onun doğasına aykırıydı. Evet, o bir köpekti. Hiçbir Ģeyden karĢılık beklemezdi, beklemezdiler.
İki gün sonra aynı sokakta; yani esnaf sokağında, yağmur da yağmıyorken, saat altı değil ona
geliyorken ve bütün esnaf dükkânları açıkken, köpeği ilk gördüğü yere geldiğinde, Ģöyle dedi içinden;
''Hiç inanmamam gereken bir günde,
Aklımı ısırdığım bu sokakta;
Evet, gözlerimden dua bekler bulutlar.''
31
BÖLÜM HABERLERİ
BÖLÜM TANITIM VİDEOMUZ HAZIRLANDI!
Genel yayın yönetmenliğini Doç. Dr. Özer
ġenödeyici‟nin üstlendiği, Karadeniz Teknik
Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü‟nün
tanıtım videosu uzun süreli bir çalıĢma
sonucunda izleyicileriyle buluĢtu. Ekipte,
BengütaĢ duvar gazetesinde görev üstelenen
öğrenciler yer aldı. ÇalıĢmalara ilk olarak tanıtım
videosunda seslendirilecek metnin
hazırlanmasıyla baĢlandı. Bölüm baĢkanımız
Prof. Dr. A. Mevhibe CoĢar, çalıĢma ekibine
metni ulaĢtırdı. Bununla beraber Ahmet
Aksu‟nun stüdyosunda, bölümümüz
öğrencilerinden Serap Cengiz, metni seslendirdi.
Kampüsün, bölümümüzün, personellerin
fotoğrafları, çeĢitli videolar ise BüĢra DemirtaĢ
tarafından hazırlandı. Eldeki bütün malzemeler,
genel yayın yönetmeni Doç. Dr. Özer
ġenödeyici‟nin elinden geçerek videoda
kullanılacak olan materyaller belirlendi.
Belirlenen materyaller bölümümüz
öğrencilerinden Yunus Emre Bolat‟a ulaĢtırıldı
ve tüm materyaller birleĢtirilip düzenlendikten
sonra bölüm tanıtım videosu hazırlandı. Böyle
uzun bir çalıĢmanın ardından, bölümümüzü
tanımak, bölümümüz hakkında bilgi edinmek
isteyen kiĢiler için bir video ortaya konuldu.
Karadeniz Teknik Üniversitesi Türk
Dili ve Edebiyatı Bölümü tanıtım videosuna
sosyal medya üzerinden ve bölümümüzün ağ
sayfası olan http://www.ktu.edu.tr/tdedebiyat
linkinden ulaĢmak mümkün.
Bir An Bir Hikâye…
Güven ġerbetçi
2012'nin Ağustos ayında 7. Sakarya
Uluslararası Motosiklet Festivali'nde çekildi bu
an... Bu kare tek baĢına belki çok Ģey
anlatamıyor, kısaca hikayesini de vermek lazım:
Çocukların yarıĢtığı bir çuval yarıĢı...
Bu güzel kız yüzünde böyle mutlu bir ifadeyle
bitiĢe doğru gelirken yarıĢ çoktan bitmiĢ ve bütün
rakipleri çizgiyi geçmiĢti... Ama o, her mutlu
insan gibi birilerini yenmenin değil anın tadını
çıkarmanın önemli olduğunu öğrenmiĢti
ailesinden...
Çocuklarınıza kazanmanın da
kaybetmenin de hayatın bir parçası olduğunu
öğretin... Ki kaybettiklerinde de aslında
kazansınlar... Ve asıl mutluluğun kazanmakta
değil elinden geleni yapmakta olduğunu
bilsinler...
İyi seyirler…