2011 yılı 1-2. sayılar

382

Transcript of 2011 yılı 1-2. sayılar

Page 1: 2011 yılı 1-2. sayılar
Page 2: 2011 yılı 1-2. sayılar
Page 3: 2011 yılı 1-2. sayılar
Page 4: 2011 yılı 1-2. sayılar
Page 5: 2011 yılı 1-2. sayılar

BİLİM HAKEM KURULU

Ünvan Ad - Soyad Üniversite

Prof.Dr. Abdülkadir BULUŞ Selçuk Üniversitesi

Prof.Dr. Adem ÖĞÜT Selçuk Üniversitesi

Prof.Dr. Ahmet KALENDER Selçuk Üniversitesi

Prof.Dr. Ali ACAR Selçuk Üniversitesi

Prof.Dr. Aliye Mavili AKTAŞ Selçuk Üniversitesi

Prof.Dr. Coşkun ATAYETER Karamanoğlu Mehmetbey Üniversitesi

Prof.Dr. Çağatay ÜNÜSAN Selçuk Üniversitesi

Prof.Dr. Emine YENİTERZİ Selçuk Üniversitesi

Prof.Dr. Fehmi KARASİOĞLU Selçuk Üniversitesi

Prof.Dr. H. Kürşat GÜLEŞ Selçuk Üniversitesi

Prof.Dr. Halim SÖZBİLİR Kocatepe Üniversitesi

Prof.Dr. Haluk Hadi SÜMER Selçuk Üniversitesi

Prof.Dr. Kemalettin CONKAR Kocatepe Üniversitesi

Prof.Dr. M. Sami DENKER Dumlupınar Üniversitesi

Prof.Dr. M. Şerif ŞİMŞEK Selçuk Üniversitesi

Prof.Dr. Mahmut TEKİN Selçuk Üniversitesi

Prof.Dr. N. Ata ATABEY Selçuk Üniversitesi

Prof.Dr. Orhan GÖKÇE Selçuk Üniversitesi

Prof.Dr. Osman OKKA Selçuk Üniversitesi

Prof.Dr. Raif PARLAKKAYA Selçuk Üniversitesi

Prof.Dr. Serdar ALTINOK Gazi Üniversitesi

Prof.Dr. Seval Kardeş SELİMOĞLU Anadolu Üniversitesi

Prof.Dr. Sıtkı GÖZLÜ İstanbul Teknik Üniversitesi

Prof.Dr. Şahin AKINCI Selçuk Üniversitesi

Prof.Dr. Tahir AKGEMCİ Selçuk Üniversitesi

Prof.Dr. Vasfi HAFTACI Kocaeli Üniversitesi

Prof.Dr. Yılmaz GÖBENEZ Marmara Üniversitesi

Doç.Dr. Abdullah KOÇAK Selçuk Üniversitesi

Doç.Dr. Abitter ÖZULUCAN Niğde Üniversitesi

Doç.Dr. Akif ÇUKURÇAYIR Selçuk Üniversitesi

Doç.Dr. Ali ALAGÖZ Selçuk Üniversitesi

Page 6: 2011 yılı 1-2. sayılar

Doç.Dr. Ali ŞAHİN Selçuk Üniversitesi

Doç.Dr. Aykut BEDÜK Selçuk Üniversitesi

Doç.Dr. Doğan UYSAL Selçuk Üniversitesi

Doç.Dr. Hüseyin ALTUNBAŞ Selçuk Üniversitesi

Doç.Dr. Hüseyin MUŞMAL Selçuk Üniversitesi

Doç.Dr. Mikail ALTAN Selçuk Üniversitesi

Doç.Dr. Muammer ZERENLER Selçuk Üniversitesi

Doç.Dr. Muhittin ACAR Hacettepe Üniversitesi

Doç.Dr. Nurhan ÜNÜSAN Selçuk Üniversitesi

Doç.Dr. Özdemir KOÇAK Selçuk Üniversitesi

Doç.Dr. Rıfat İRAZ Selçuk Üniversitesi

Doç.Dr. Salim ŞENGEL Bilecik Üniversitesi

Doç.Dr. Süleyman KARAÇOR Selçuk Üniversitesi

Doç.Dr. Veysel BAŞPINAR Ankara Üniversitesi

Doç.Dr. Veysel KULA Kocatepe Üniversitesi

Doç.Dr. Yunus CERAN Niğde Üniversitesi

Doç.Dr. Zeynep KARAÇOR Selçuk Üniversitesi

Yrd.Doç.Dr. Aykut BEDÜK Selçuk Üniversitesi

Yrd.Doç.Dr. Baki YILMAZ Selçuk Üniversitesi

Yrd.Doç.Dr. Fatma TAŞ Selçuk Üniversitesi

Yrd.Doç.Dr. İsa ALTINIŞIK Selçuk Üniversitesi

Yrd.Doç.Dr. M. Ali HACIGÖKMEN Selçuk Üniversitesi

Yrd.Doç.Dr. M. Nejat Özüpek Selçuk Üniversitesi

Yrd.Doç.Dr. Mehmet YILDIZ Selçuk Üniversitesi

Yrd.Doç.Dr. Melek Acar BOYACIOĞLU Selçuk Üniversitesi

Yrd.Doç.Dr. Ömer BAKAN Selçuk Üniversitesi

Yrd.Doç.Dr. Savaş ÇEVİK Selçuk Üniversitesi

Yrd.Doç.Dr. Savaş ERDOĞAN Selçuk Üniversitesi

Yrd.Doç.Dr. Semra TUNÇ Selçuk Üniversitesi

Yrd.Doç.Dr. Vural ÇAĞLAYAN Selçuk Üniversitesi

Page 7: 2011 yılı 1-2. sayılar

İÇİNDEKİLER

2008 Küresel Finansal Krizinin Konya Otomotiv Yan Sanayii Sektörüne Etkileri Üzerine Bir Uygulama Hasan Sencer PEKER, Öğr. Gör. Mehmet Levent YILMAZ .............................. 1

Birey-Örgüt Uyumunun İş Stresi ve Verimlilik Üzerine Etkisi: Dalaman Havalimanı Çalışanları Üzerine Bir Alan Araştırması Dr. Mehmet ULUTAŞ ........................................................................................ 13

Cizre’de Sınır Ticareti Yapan Firma Sahiplerinin Sosyo-Ekonomik Durumlarına Genel Bakış – 2010 Yrd. Doç. Dr. Mete Cüneyt OKYAR, Yrd. Doç. Dr. Bülent DALICI, Yrd. Doç. Dr. Fatih Mehmet ÖCAL................................................................... 31

Doğrudan Pazarlamanın Bir Yöntemi Olarak İnternette Pazarlama Ve Konaklama İşletmeleri İçin İnternette Pazarlama Süreci Öğr. Gör. Gamze İLKER ................................................................................... 49

Employment Expectations of Undergraduate Level Public Relations Students (The Case of Public Universities and Private Universities) Öğr. Gör. E. Fazıl ÇÖLLÜ ................................................................................. 67

Örgütlerde Güven ve Bağlılığın Çatışma İle İlişkisi: Dalaman Uluslar Arası Havalimanı Çalışanları Üzerinde Bir Alan Araştırması Dr. Mehmet ULUTAŞ ........................................................................................ 79

Homonadlar Savaşı Okutman Mustafa ARSLAN .............................................................................. 97

İnternet Bankacılığı ve E-Ticaretin Türkiye Ekonomisi Üzerindeki Etkileri Öğr. Gör. Yusuf Yalçın İLERİ, Yrd. Doç. Dr. Hüseyin İLERİ ....................... 109

Kazanç Yönetimi Yrd. Doç. Dr. Abdullah TEKİN, Nurcan KABADAYI ................................... 127

Konya Bankacılık Sektöründe Eğitim ve Kariyer Fırsatları Açısından İş Tatmininin Örgütsel Bağlılık Üzerine Etkisi Öğr. Gör. Mehmet Emin DEMİR, Öğr. Gör. Mehmet Akif ÇİNİ .................... 161

Kriz Döneminde Kurumsal İtibar Yönetiminin Önemi Öğr. Gör. Dr. Esra BİLMEZ ............................................................................ 173

Küresel Rekabet Ortamında Elektronik Ticaretin Muhasebe Bilgi Sistemi Açısından Değerlendirilmesi Yrd. Doç. Dr. Baki YILMAZ ........................................................................... 189

Macera Turizmi Pazarına Genel Bir Bakış Öğr. Gör. Dr. Betül GARDA ........................................................................... 201

Page 8: 2011 yılı 1-2. sayılar

Örgütsel Bağlılığın Çalışan Performansı Üzerine Etkilerini Ölçmeye Yönelik Bir Çalışma Doç. Dr. Rıfat İRAZ, Öğr. Gör. Özlem Akgün ............................................... 225

Örgütsel Etiğin Çalışan Memnuniyeti Üzerindeki Etkisi Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi Örneği Öğr. Gör. Yusuf Yalçın İLERİ, Öğr. Gör. Yasemin Soylu .............................. 251

Örgütsel Sağlık Kriterlerinin Kuramsal Boyutta İncelenmesi Öğr. Gör. Dr. Betül GARDA ........................................................................... 269

Propaganda ve Dış Politika Öğr. Gör. İbrahim Uğur ERKIŞ, Öğr. Gör. Dr. M. Erhan SUMMAK ............. 293

Tarımsal Faaliyetlerin Muhasebeleştirilmesinin Türkiye Muhasebe Standardı-41 Çerçevesinde İncelenmesi: Bir Tarım İşletmesinde Örnek Uygulama Öğr. Gör. Dr. Hacı Arif TUNÇEZ ................................................................... 311

Terörizmde Yeni Milad: 11 Eylül 2001 Öğr. Gör. Metehan TEMİZEL.......................................................................... 329

Türkiye Muhasebe Standardı-41 Tarımsal Faaliyet Kapsamında Devlet Teşvikleri ve Muhasebe İşlemleri Öğr. Gör. Dr. Hacı Arif TUNÇEZ ................................................................... 349

Uzaktan Eğitim ve Uygulamaları Okutman Dr. Tugay ARAT, Yrd. Doç. Dr. Ömer BAKAN ............................. 363

Page 9: 2011 yılı 1-2. sayılar

1

2008 KÜRESEL FİNANSAL KRİZİNİN KONYA OTOMOTİV YAN SANAYİİ SEKTÖRÜNE ETKİLERİ ÜZERİNE BİR

UYGULAMA Hasan Sencer PEKER*

Mehmet Levent YILMAZ**

ÖZET

Dünyanın giderek daha fazla bir bütün haline gelmesi ve bu bütünün unsurlarının her geçen gün birbiriyle daha fazla etkileşimde bulunmaları, her bir ekonomik birimin, sektörden, ülkeden ve mesafeden bağımsız olarak diğer bir ekonomik birimin karar ve davranışlarından etkilenmesi sonucunu doğurmaktadır.

Bu çalışmada, Konya’da faaliyet gösteren otomotiv yan sanayisinde imalat yapan firmaların durumları, faaliyetlerine etki eden nitelikleri, istihdam ettikleri personel, krizden etkilenme durumları ile ilgili bilgiler yapılan anket çalışması ile elde edilmiştir. Bu bilgiler ışığında ihracat ile performansları, bu performansın krizden etkilenme durum ve bu performansın yükseltilmesi için gerekli yapılması gerekenler belirtilmiştir.

Anahtar Kelimeler: Konya, Otomotiv, Sanayi, Kriz, İhracat,

Jel Kodları: A13, H12, R11

AN AMPIRICAL STUDY ON THE EFFECTS OF 2008 GLOBAL FINANCIAL CRISIS ON KONYA AUTOMOTIVE SIDE

INDUSTRY

ABSTRACT

That the World is being united gradually and every component’s increasing interaction with each other results in, regardless of sector, country and distance, that each economic unit is affected by another one’s decisions and actions. Financial liberty, export, import, money transfers, foreign investments and money – fund markets are the instruments and transmission mechanisms of this interaction.

In this study, the situation of the companies, the features that affect their operations, personnel quality they employ and the effect of 2008 financial crisis on those companies are the information derived from survey study among automotive side industry manufacturers in Konya. With data, export performances and the magnitude of the effect of the crisis and the factors that accompany this crisis are shown and suggestions for a sustainable increasing performance are implied.

Keywords: Konya, Automotive, Industry, Crisis, Export,

Jel Codes: A13, H12, R11

* Doktora Öğrencisi, Selçuk Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü İktisat Bölümü ** Öğretim Görevlisi, Gazi Üniversitesi, Tapu Kadastro Meslek Yüksekokulu

Page 10: 2011 yılı 1-2. sayılar

2

GİRİŞ

Küreselleşme olgusu ile beraber, dış ticaret hareketleri, hiçbir engel ile karşılaşmadan gerçekleşmektedir. Bu süreçte ortaya çıkan çok uluslu şirketler güçlü sermayeleri, nitelikli personeli, tecrübeleri ve vizyonları ile küresel ticaretin en önemli oyuncularıdır. Dolayısıyla dünya pazarında söz sahibi olmanın yolu, bu çok uluslu şirketler ile etkileşim içinde olmaktan geçmektedir.

Otomotiv sektörünün ticaret hacmi, teknolojinin gelişmesi, fiyatların düşmesi ile bütün dünyaya hitap eden bir büyüklüğe ulaşmıştır. Otomotiv sektörünün unsurlarının yalnız pazarlaması değil, üretimi de artık dünyanın her bölgesinde yapılmaktadır. Otomotiv sektörünün ağır sanayiye geçiş için kullanılabilmesi, birçok sektör ile bağlantılı olması ve teknoloji gerektirmesi, inşaat sektörü ile birlikte en önemli sektörlerden biri olarak görülmesini sağlamıştır.

Otomotiv sektörünün Türkiye’deki gelişimi bundan 60 yıl öncesine gitmektedir. O dönemlerde montaj sanayi olarak kurulmuş olan otomotiv sektörü, şu anda Türkiye’nin yabancı yatırım ve ihracat gibi büyüklüklerinde en ön sıralardadır.

Otomotiv sektörünün ve ihracatının Konya ili açısından önemi ise, Konya’da kurulu olan KOBİ’lerin sayısının 30.000’i aşması Konya Organize Sanayi Bölgesinde 278 sanayi kuruluşunun faaliyet göstermesi ve bunların %55’inin ihracat yapıyor olmasıdır. Konya’daki otomotiv yan sanayi, imalat ve ihracat değerleri açısından çok önemlidir. Bu büyüklükler göz önüne alındığında, Konya’da faaliyet gösteren otomotiv yan sanayi imalatçılarının ihracat ile ilgili problemlerini belirlemek ve bunlar için çözüm önerileri sunmak, bu sektörün gelişimi ve ihracatının ve dolayısıyla dünyadaki pazar payının artmasına giden yola ışık tutacaktır.

I. LİTERATÜR

Şah (2007), Türkiye otomotiv sektörünü ve ihracatını ele aldığı çalışmasında, Özellikle de 2002’den sonra otomotiv sektöründeki ihracatın, diğer sektörlere oranla çok daha hızlı arttığı bulgusuna ulaşmıştır. Ayrıca bu ileri teknoloji ve ihracatın en önemli sebeplerinden birisi, Türkiye’deki yabancı yatırımlarının büyük bölümünün otomotiv sektörüne yapılmış olması ve bu şirketlerin Türkiye’nin ilk 500 firması içinde ön sıralarda olmasıdır.

Sarıboğa, (2007), Türkiye’nin otomotiv sektörünün gelişimini ve ihracatı arttırma stratejilerini araştırdığı çalışmasında, otomotiv sektörünün hem sanayi olarak hem de ihracat gerçekleşmesi olarak ülkenin en önemli sektörü olduğunu belirtmiştir ve sektör çalışanlarının eğitim düzeyinin, rekabet ve pazarlamaya bakış açılarının farklı olduğunu ve bu farklılığın, hizmet içi eğitimlerle kapatılabileceğini söylemiştir.

Page 11: 2011 yılı 1-2. sayılar

3

Ünver, (2008), Konya’daki otomotiv yan sanayi üreticileri ile yaptığı deneysel çalışmada ve sektör yöneticileri ile yaptığı yüz yüze görüşmelerde, kapasite kullanımına yönelik tedbirlerin alınması gerektiğini, dövizdeki dalgalanmaların hem ithalatçı hem de ihracatçıyı olumsuz etkilediğini, ihracat için yeterli kalite belgelerinin eksik olduğunu, kalifiye işgücünün yetersiz kaldığını, vizyon, yatırım, ar-ge gibi alanlarda Konya sanayisinin eksiklikler yaşadığını belirtmiştir.

Dalyanoğulları (2007), otomotiv sektörüne genel olarak ve küreselleşme açısından yaklaşmıştır. Otomotiv sektörünün ülke ekonomisine katkısından ve yabancı sermaye yatırımlarının faydalarından bahsetmiş ve teknoloji kullanımının, vizyon ve rekabetçiliğe sahip olmanın ülke ekonomisine yapacağı katkıları ortaya koymuştur.

II. KONYA İLİ SOSYO-EKONOMİK DURUMU

Sektör ile ilgili verilere geçmeden önce, Konya ilinin genel durumuna bakmak, potansiyelini görmek açısından önemlidir. Konya ili, DPT’nin en son 2003 yılında yaptığı araştırmaya göre, sosyo-ekonomik açıdan 81 il içinde 26., nüfus açısından 4., sanayi çalışanlarının istihdama oranında 28., okur yazar nüfus oranında 15.’dir (DPT, 2003).

Sanayi göstergeleri açısından bakıldığında, organize sanayi bölgesi parsel sayısında 4., küçük sanayi sitesi işyeri sayısında 2., imalat sanayi işyeri sayısında 8., İmalat sanayi yıllık çalışanlar ortalama sayısında 13., imalat sanayi kurulu güç kapasite miktarında 9., fert başına imalat sanayi elektrik tüketiminde 17. Ve fert başına imalat sanayi katma değerinde 35.’dir (DPT, 2003).

Mali göstergelere bakıldığında GSYİH içindeki payında 9., fert başına teşvik belgeli yatırım tutarında 36., fert başına ihracat miktarında 36., fert başına ithalat miktarında ise 41.’dir (DPT, 2003).

Bu sıralamalara bakıldığında, sanayi olarak Konya’nın iyi bir yerde olduğu, eğitim açısından yeterli olduğu görülmektedir. Ancak, imalat sanayinde katma değerin, yatırım, ihracat ve ithalat miktarları açısından, potansiyelini tam olarak kullanamadığı söylenebilir (DPT, 2003).

Konya sanayisini Türkiye sıralamasında üst sıralara çıkartan en önemli alt dallardan birisi otomotiv yan sanayidir. Bu bakımdan çalışmamızda öncelikle Konya otomotiv yan sanayisiyle ilgili bilgi verilmiştir.

III. OTOMOTİV YAN SANAYİ, KONYA’DAKİ DURUM

Birleşmiş Milletler (BM)’in Uluslararası Standart Sanayi Sınıflandırması istatistiklerine göre otomotiv sanayi, C-29 bölümünde yer almaktadır. Buna

Page 12: 2011 yılı 1-2. sayılar

4

göre otomotiv sanayi, insan ve yük taşıyan iki ve üç tekerlekli araçlar, treylerler, otomobil, minibüs, midibüs, otobüs, karavan, kamyonet, kamyon ve çekici imalatını kapsamaktadır (BM, 2008).

Otomotiv yan sanayi, yukarıdaki tanıma göre otomotiv sanayi kapsamında olan taşıt veya araçların üreticilerine montaj ve/veya yedek parça üreten firmaların dâhil olduğu bir sektördür ve tanımdan da anlaşılacağı üzere, her türlü unsuru kapsamaktadır (Dalyanoğulları, 2007: s. 100).

Otomotiv yan sanayisinin ortaya çıkmasının temel nedeni, asıl üretici firmaların ürettiği bir ürünün binlerce parçadan meydana gelmesi ve bu parçaların her birinin şirket bünyesinde üretilmesinin ekonomik olmamasındandır (Şah, 2007: s.6).

Tarım toplumundan sanayi toplumuna geçişin etkilerinin en yoğun hissedildiği bu dönemde, Türkiye özellikle otomotiv sanayi ve yan sanayi dallarında hissedilir bir atılım içerisindedir. Toplam ihracat kaleminin önemli bir kısmını teşkil eden otomotiv ihracatı ile beraber yan sanayi dallarında da ülkemiz gün geçtikçe iddialı bir konuma gelmektedir.

Türk otomotiv üreticileri yerel otomotiv parçaları üreticileri ile doğrudan irtibat halindedirler ve bunların %70’i KOBİ statüsündedir. Türkiye’deki otomotiv yan sanayi üreticilerinin sayısı yaklaşık 4.000’dir. Otomotiv parçaları satış hacmi 2009 yılında 13,3 milyar dolara ulaşmıştır (IGEME, 2010: 6).

Türk otomotiv ve yedek parça sanayisi ağırlıklı olarak Marmara Bölgesi’nde yoğunlaşmıştır. İki büyük otomobil fabrikası ve organize sanayi bölgesi Bursa’dadır. Bu sektör açısından diğer önemli şehirler ise İstanbul, İzmir, Kocaeli, Ankara, Konya, Adana ve Manisa’dır (IGEME, 2010: 6). Gelişen organize sanayi bölgeleri ile birlikte Konya otomotiv yan sanayi alanında hızlı bir gelişme kaydetmektedir.

Konya’da otomotiv yan sanayinde 1.000’in üzerinde firma faaliyet göstermektedir ve bu firmalardan yaklaşık 300 tanesi ihracat yapmaktadır. Konya’nın bu sektördeki ihracat potansiyelini çok iyi kullanamadığı görülmektedir. Bunun yanında otomotiv sanayi mal kalemlerinden, fren grubu, dizel ekipmanları, rulman yatağı, süspansiyon, ön düzen, rotil, sübap, dişli pompa, piston ve gömlek aksamlarının üretimi gerçekleşmektedir. Bu kadar çeşidin üretiminin bir Konya’da yapılması, Konya’nın sahip olduğu teknik altyapıyı ve potansiyeli göstermektedir. (DPT, 2007, s.27).

Page 13: 2011 yılı 1-2. sayılar

5

IV. KONYA İLİ OTOMOTİV YAN SANAYİ SEKTÖRÜNDE BİR UYGULAMA

Konya ilinde faaliyet gösteren otomotiv yan sanayi imalatçılarının yaşadığı ekonomik sorunlar ve 2008 yılında yaşanan küresel ekonomik krizin sektör üzerine etkilerini analiz etmek amacıyla, sektörde faaliyet gösteren 110 işletmeye ulaşılmış ve hazırlanan anket sorularına cevap vermeleri istenmiştir. Verilen cevaplar SPSS programı ile analize tabi tutulmuştur.

Çalışmamızda öncelikle sektörün mevcut durumu ile ilgili bilgi alınmış, ardından da sektörün yaşadığı ekonomik sorunların çeşitleri ile ilgili tespit yapılmış ve ardından 2008 yılındaki krizin sektörü ne dere etkilediği tespit edilmiştir.

Çalışmamıza konu olan ve Konya organize sanayi bölgelerinde faaliyet gösteren işletmelerin % 33’ü anonim şirket, % 57’si limited şirket ve kalan %10’luk kısmı ise diğer hukuki niteliğe sahip işletmelerden oluşmaktadır.

Ankete katılan işlemelerin ücretli çalışan personel sayıları incelendiğinde yılları itibarıyla artış trendine giren işçi sayısında, 2008 küresel krizinin etkilerinin hissedilmesiyle beraber düşüş gözlemlenmiştir. Bu durum aşağıdaki şekilde açıkça görülmektedir.

Şekil 1. Ankete Katılan İşletmelerin Ücretli Çalışan Personel Sayısı (2005-2010)

Page 14: 2011 yılı 1-2. sayılar

6

100-250 ve 50-100 arası işçi çalıştıran işletmeler yılları itibarıyla artış gösterirken 2008 yılından itibaren bu sayı düşmüştür. Örneğin, 50 - 100 işçi çalıştıran işletme sayısı 2005 yılında 19 iken, 2007 yılında 25 olmuş, ancak 2008 yılındaki kriz ile beraber bu sayı 14’e düşmüştür. Toplam işçi sayısına ilişkin veriler incelendiğinde, işletmelerin işçi sayısını azalttığı görülmektedir.

Anketimize katılan işletmelerin kullandığı yatırım-sermaye kaynakları incelendiğinde işletmelerin yaklaşık olarak % 68’inin yatırımların finansmanında özvarlıklarını kullandığı görülmektedir. Konya’da faaliyet gösteren otomotiv yan sanayi işletmelerinin krizden diğer illere göre daha az etkilenmelerinin sebeplerinden birisi, Konya’nın muhafazakâr yapısı gereği kredi ve benzeri faizli finansman araçlarının yerine özvarlıklarını tercih etmesidir.

Ancak, 2008 yılından itibaren o güne kadar özvarlıkları ile yatırımlarını finanse eden işletmelerin %25’lik bir kısmının diğer finansman araçlarından olan leasing, faktoring ve yurtiçi banka kredilerine yöneldiği gözlemlenmektedir.

Anketimize katılan işletmelerin yıllara göre karlığına ilişkin bilgiler aşağıda Şekil 2’de verilmiştir.

Şekil 2. Ankete Katılan İşletmelerin Yıllara Göre Karlılık Durumları (2005-2009)

Page 15: 2011 yılı 1-2. sayılar

7

Sektörün karlılık durumunun yılları itibarıyla, bir önceki yıla göre düştüğü ve 2008 yılında sektörde faaliyet gösteren işletmelerin % 30’unun da zarar ettiği görülmüştür. Bunun sebebi olarak, petrol, hammadde vb. girdi fiyatlarının artışlarının maliyetleri yükseltmesi ve bu artışın nihai ürün fiyatına değil, yan sanayi üreticilerinin üzerine yüklenmiş olması gösterilebilir. Alınan önlemler ile beraber otomobil sektörü üzerindeki ÖTV’nin kaldırılması toplam talebi arttırıcı bir etki yaratmış, bu durum otomobil satışlarına olumlu şekilde yansımış ve 2009 yılı ile beraber sektör bir toparlanma sürecine girmiştir.

Ankete katılan işletmelerin % 46’sı içinde bulunduğumuz ekonomik konjonktür içerisinde finansman temini sorunları yaşadıklarını ifade etmişlerdir. Finansman temini yaşayan işletmelerin en önemli sorunları sırasıyla “işletme sermayesi ihtiyacının hızla artması – (%50)”, “kredi maliyeti yüksekliği – (%20)” ve “uygun koşullu kredi bulamamak – (%14,5)” şeklindedir.

Ankete katılan işletmelerin yıllar itibarıyla özellikle makine ve teçhizat yatırımlarını arttırırken, küresel krizin etkileri ile beraber yatırımlarını neredeyse durdukları ve yeni yatırımlarını erteledikleri gözlemlenmektedir. Bu durum Şekil 3’te gösterilmiştir.

Şekil 3. Ankete Katılan İşletmelerin Yıllar İtibarıyla Sabit Sermaye Yatırımları (2005-2010)

Page 16: 2011 yılı 1-2. sayılar

8

Ankete katılan işletmelerin 2005-2010 döneminde rekabet gücü bakımından karşılaştığı en temel sorunların başında sermayenin finansmanının yetersizliği, kalifiye eleman sıkıntısı ve işletmelerini yurtdışına açamamaları gelmektedir. Ayrıca, sektör üzerindeki ağır vergi yükü de işletmelerin en temel problemlerinden birisidir.

Anketimize katılan işletmelerin %60’ı ihracat yaptığını ifade etmiştir. Bu işletmelerin 2008 krizinde kar oranlarını düşürmeleri ile beraber ihracatlarını arttırdıkları gözlemlenmiştir. Bunun sebebi ise, AB ülkelerine oranla Türkiye’deki iş gücünün ucuz olması neticesinde firmaların nihai ürün teminini Türkiye’ye yönlendirmeleridir. Türkiye’nin coğrafi olarak hem yan sanayi ürününü girdi olarak kullanan ülkelere hem de nihai ürün pazarına yakın olması ülkemizi, Çin gibi diğer yan sanayi üreticilerine nispetle avantajlı duruma getirmiştir. Ayrıca anketimize katılan ve ihracat yapan işletmelerin toplam satışları içerisindeki ihracatın payı 2008 krizi ile beraber artmıştır. Sorulara cevap veren işletmelerin %79’u devletin ihracata yönelik teşviklerini yeterli bulmadıklarını belirtmişlerdir.

Anketimize katılan işletmelerin küresel krizden korunmak için aldıkları önlemlerin başında eleman çıkarmak, ihracata önem vermek ve çalışma saatlerini azaltmak vardır.

Anketimize katılan işletmeler yılları itibarıyla satış-tahsilat oranların düştüğünü ve bu durumun ihtiyaç duydukları işletme sermayesinin karşılanması noktasında problem yarattığını belirtmişlerdir. Bu durum aşağıda Şekil 4’te gösterilmiştir.

Page 17: 2011 yılı 1-2. sayılar

9

Şekil 4. Ankete Katılan işletmelerin Yıllar İtibarıyla Satış-Tahsilât Durumları (2005-2010)

2008 yılındaki krizin ardından iç pazar taleplerini geri çevirip dış pazara yönelen işletmeler akreditif gibi satıcının tahsil edememe riskini ortadan kaldıran ve peşin satış sağlayan yöntemleri tercih etmesi ile beraber bu durumun 2010 yılında tersine döndüğü gözlemlenmiştir.

2008 yılında yaşanan küresel finansal krizin Konya’da faaliyet gösteren otomotiv yan sanayinde faaliyet gösteren işletmelere en büyük etkisinin piyasadaki nakit sıkışıklığı ile beraber tahsilatların düşmesi, nakit yerine kullanılan diğer ödeme araçlarının tercih edilmesi ve bu araçlardan birisi olan çeklerin karşılıksız çıkma oranlarının artması ve senetlerin ise protesto edilmesi olduğu görülmüştür. Bunun dışında sektörün en büyük problemlerinin başında kar oranlarının ve satışların azalması olduğu söylenebilir. Bununla beraber bankaların kendilerini garanti altına almak maksadıyla kredilerini geri çağırmaları ve yeni kredi arzını kısmaları sektörün en önemli problemi olmuştur. Krizin etkilerinin geçmeye başladığı bugünlerde bankalar yeniden

Page 18: 2011 yılı 1-2. sayılar

10

kredi desteği sağlamaya başlamış, bu durum işletmelerin sermaye finansmanında rahatlatıcı bir etki yaratmıştır.

SONUÇ VE ÖNERİLER

Son yıllarda hızla gelişen sanayisi ile Konya özellikle otomotiv yan sanayinde önemli bir yere sahiptir. Yurtdışında faaliyet gösteren otomobil firmalarına nihai mal ve ara mal üretiminde önemli bir ivme yakalayan Konya’da özvarlıkları ile faaliyet gösteren işletmeler 2008 yılında yaşanan küresel finansal krizden diğer illere oranla daha az etkilenmişlerdir.

AB ülkelerindeki pahalı işgücünün, bu bölgede faaliyet gösteren işletmelerin eleman çıkartması ve bir kısmının faaliyetlerini durdurması neticesine yol açması ile beraber Türkiye’deki üreticiler önemli bir avantaj sağlamış, KOBİ olmanın getirdiği esneklik yeteneğini doğru kullanmaları ile beraber ihracatlarını arttırmıştır. Karlılığı ikinci plana atarak satışlara önem veren Konya’daki işletmeler sektörün krizden güçlenerek çıkmasını sağlamışlardır. Daralan iç talebin yerine ihracata önem vererek satış-tahsilat oranlarını artırması başaran işletmeler krizi fırsata çevirmeyi başarmışlardır.

Öteyandan halen Konya’da faaliyet gösteren otomotiv yan sanayi işletmelerinin düzeltilmesi gereken önemli problemleri bulunmaktadır. Bunların başında tamamına yakınının aile işletmesi niteliğinde olması ve dolayısıyla profesyonelleşememe gelmektedir. Kurumsallaşmasını tamamlayamayan işletmelerin özellikle finansal anlamda sıkıntıları devam etmektedir.

Sermayenin finansmanında sürekli özkaynaklarını kullanan işletmelerin bir kısmı krizi kendi öz varlıkları ile finanse etmek zorunda kalmış ve küçülme yolunu tercih etmişlerdir.

Konya’da otomotiv yan sanayisinde faaliyet gösteren işletmeler, kurumsallaşma sürecini tamamlamalı ve önümüzdeki dönemlerde yürürlüğe girecek olan Basel II kriterlerine kendilerini hazır hale getirmelidir. Aksi takdirde özellikle finansal açıdan işletmeler büyük bir problem ile karşı karşıya kalacaklardır.

KAYNAKÇA

DALYANOĞULLARI, Muhterem, (2007), “Küreselleşme, Küreselleşmenin Otomotiv Ana ve Yan Sanayi Sektörüne Etkileri” Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Anadolu Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Eskişehir.

DPT, (2003), “Konya İli Gelişmişlik Performansı”, http://www.dpt.gov.tr/bgyu/ ipg/icanadolu/konyaper.pdf (Erişim Tarihi: 02.02.2010).

Page 19: 2011 yılı 1-2. sayılar

11

IGEME, (2010), “Automotive and Autoparts Industries in Turkey”, Export Promotion Center of Turkey.

ŞAH, Ömer Faruk, (2007), “Türkiye Otomotiv Sektörünün İhracat Performansı Analizi”, Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayımlanmamış Yüksel Lisans Tezi, Ankara.

SARIBOĞA, Nursal, (2008), “Türkiye Otomotiv Sektörünün Gelişimi ve İhracatı Arttırma Stratejileri”, Marmara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul.

ÜNVER, İsmail, (2008), “Konya’da Faaliyet Gösteren Otomotiv Yan Sanayi İşletmelerinin İhracatta Yaşadığı Sorunlar ve Çözüm Önerileri”, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Konya.

UNITED NATIONS, (2008), “International Standartd Industrial Classification of All Economi Activities, Revision 4”. Statistical Papers, Series M No.4/Rev 4. http://unstats.un.org/unsd/cr/registry/regcs.asp?Cl=17&Lg=1& Co=34 (erişim tarihi: 31.01.2010)

Page 20: 2011 yılı 1-2. sayılar

12

Page 21: 2011 yılı 1-2. sayılar

13

BİREY-ÖRGÜT UYUMUNUN İŞ STRESİ VE VERİMLİLİK ÜZERİNE ETKİSİ: DALAMAN HAVALİMANI ÇALIŞANLARI

ÜZERİNE BİR ALAN ARAŞTIRMASI*

Mehmet ULUTAŞ**

ÖZET

Genel mahiyeti itibariyle, bireyin değerleri ile örgütün değerleri arasındaki uygunluk ya da benzerlik derecesi olarak tanımlanan birey-örgüt uyumu, örgütlerin başarısı için gerekli olan temel faktörlerden biridir. Örgütler, kültürel değerlerde uygunluk esaslı işgören seçme ve yerleştirme süreçlerini kullanarak ya da sosyalizasyon taktiklerine başvurarak örgütlerinde birey-örgüt uyumunu gerçekleştirmelidir. Araştırma ile birey-örgüt uyumu ile iş stresi ve verimlilik arasındaki ilişkinin incelenmesi amaçlanmıştır. Bu çerçevede Dalaman Uluslararası Havalimanı çalışanları üzerinde anket çalışması yapılarak birey-örgüt uyumu ve sonuçlarına ilişkin önemli verilere ulaşılmıştır. Buna göre araştırma sonuçları; birey-örgüt uyumu ile iş stresi arasında negatif yönde ve güçlü, verimlilik ile pozitif yönde güçlü bir ilişki bulunduğunu göstermiştir.

Anahtar Kelimeler: Birey-örgüt uyumu, iş stresi, verimlilik

THE EFFECT OF PERSON-ORGANİZATİON FİT ON JOB STRES AND PRODUCTİVİTY

ABSTRACT

Person-organization fit is generally described which a degree of compatibility or similarity between person’s values and organization’s values is one of a base factor required for organization’s successfull. Organizations should come true person-organization fit in their organizations by using employee selection and hiring process which based values congruence or socialization tactics. We proposed finding a correlation in this study between person-organization fit and commitment and job satisfaction. In this context, we have reached important findings about person-organization fit and its outcomes by conducting a survey on employees of Dalaman International Airport. The findings showed us there is a statistically significant and negative correlation between person-organization fit and job stress and a statistically siginficant and positive correlation between person-organization fit and productivity.

Key Words: Person-organization fit, job stress, productivity

* Bu çalışma, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü İşletme Ana Bilim Dalı, Yönetim ve Organizasyon Bilim Dalı’nda, 2010 yılında Prof. Dr. M. Şerif Şimşek danışmanlığında tamamlanmış, “Birey-Örgüt Uyumu Kuramı ve Dalaman Havalimanı Çalışanları Üzerine Bir Alan Araştırması” başlıklı doktora tezinin özetidir. ** Dr.

Page 22: 2011 yılı 1-2. sayılar

14

GİRİŞ

Birey-örgüt uyumu, örgütleri amaçlarına ulaştıran en önemli araçlardan biridir. Kendi içinde uyumu temin etmiş, temel amaçlara doğru çalışanlarını yöneltmiş bir işletme, verimlilik gibi uyum nimetlerinden istifade edecektir. Aksi durumda, çalışanlarda artan iş stresinin verimsizliğe yol açacağı ve işletmenin amaçlarına ulaşmasının önünde büyük bir engel oluşturacağı çalışmanın temel varsayımını teşkil etmektedir.

Bu çerçevede bu çalışmanın amacı, birey-örgüt uyumunu kapsamlı biçimde inceleyerek, uyumun iş stresi ve verimlilik üzerinde ne gibi etkilere yol açtığını analitik bir yaklaşımla ortaya koymaktır. Çalışmanın uygulama kısmı, Dalaman Uluslararası Havalimanı’nda farklı sektörlerde faaliyet gösteren işletmelerin yönetici ve çalışanları üzerinde yapılan anket çalışmasının sonuçlarından meydana gelmektedir.

1. BİREY-ÖRGÜT UYUMU

Esas olarak, literatürde birey-örgüt uyumu, kişinin özellikleriyle örgütünkiler arasında bir ahenk olduğu zaman uyumun meydana geleceğini öne sürmektedir. Aksi halde, bireyin özellikleri ile örgütün mutlak değerleri çakışmadığında bir uyumsuzluk durumu doğar. (Brigham vd., 2007, 29-39)

Birey-örgüt uyumu çalışmaları, yönetime psikoloji biliminden geçmiştir. Davranış bilimciler, yönetim bilimi içinde birey-örgüt uyumu fikri ile 1950’lerde karşılaşmışladır. Bu tarihten sonra da, mesleklerde, iş seçiminde, örgütsel çevre hususunda bireyler uyum teorilerini dikkate almaya başlamışlardır (Xiaojun ve Shizong, 2010, 120).

İşgören seçiminde, boş pozisyonları doldurmak için özel nitelikleri olan bireyleri işe almada başvurulan geleneksel yöntem, birey-iş uyumu (person-job fit)’dur. Bu yöntem, 1.Dünya Savaşında yetenek testlerinin yapılmasıyla başlamıştır. Ancak iş dünyası daha karışık ve daha dinamik olmaya başladıkça birçok firma esnek kadro oluşturmanın yararlı olacağını dile getirmiştir. Bu ihtiyacın karşılanması hususunda birey-örgüt uyumu öne çıkmaktadır (Kristof-Brown, 2000, 644).

Schneider, birey-çevre uyumu mekanizmasını esas alarak örgütsel davranış teorisinin hem birey odaklı olmak üzere mikro boyutunu, hem de örgüt odaklı olmak üzere makro boyutunu birleştiren bir kavramsal çerçevenin ana hatlarını ortaya koymuştur. Bu görüş, örgütün temelini ve esasını oluşturan kurucular tarafından oluşturulan örgütsel hedefleri ortaya koymaktadır. Örgütsel hedeflerin ve bu hedeflere ulaşmak için ortaya çıkan kültürün, kurucuların

Page 23: 2011 yılı 1-2. sayılar

15

kişisel tutumlarının bir yansıması olduğuna inanılmaktadır. Bu, örgütteki çeşitli insanların belirlediği, çekim, seçim, çekişme olarak ifade edilen karşılıklı ilişkili üç dinamik sürecin bir sonucudur. Buna göre, belirli tipteki insanlar, belirli tipteki örgütlerden etkilenir ve tercihlerini bu örgütten yana yaparlar; yine örgütler de örgütlerine dahil etmek için biçimsel ya da biçimsel olmayan bir yöntemle belirli tipteki bireyleri seçmektedir. Çekişme süreci, insanlar örgütün önceden belirlenmiş yapısına uyum sağlayamadıklarında ortaya çıkmakta ve uyum sağlayamayan bireylerin ayrılması ile sonuçlanmaktadır. Örgütün bir parçası haline gelen insanlar ise, bu süreçler temelinde örgütte varlıklarını sürdürürler ve örgütün doğasını, yapısını, süreçlerini ve kültürünü belirlerler. Schneider bu durumu, “insanlar yerini yapar” diyerek izah etmeye çalışmıştır (Schneider vd., 2000, 67). Birçok araştırmacı, iş arayanların örgütsel çekim algısını araştırma konusu yapan çeşitli yaklaşımları kabul etmektedir. Bunlardan biri olan Schneider’in Çekim-Seçim-Çekişme (ASA) modeli, iş arayanların, tutum, kişilik ve değerler bakımından üyeleri ile benzerlik gösterdiklerini düşündükleri örgütlerin çekim gücüne kapıldıklarını iddia etmektedir (Walker vd., 2006, 486). Bu döngü, örgütler tarafından istihdam ettikleri insan tipinde bir benzerlik yaratmaktadır ve bu benzerliği Schneider, “homojenite teorisi” olarak adlandırmıştır (Billsberry, 1992, 1).

Birey-örgüt uyumuna ilişkin literatürde tanımlanan birçok tür sözkonusudur. Bununla birlikte tanımların birçoğu, Kristof tarafından geliştirilen yaklaşımdan bir şeyler ihtiva etmektedir. Kristof, birey-örgüt uyumunun, bireylerle örgütler arasında şu üç durumun meydana gelmesi halinde gerçekleşen uyumluluk durumu olduğunu ifade etmiştir; (a) en azından bir taraf diğer tarafın ihtiyaçlarını karşılar ya da (b) benzer temel nitelikleri paylaşırlar ya da (c) her ikisi bir arada olur. Bu tanım, Muchinsky ve Monahan’ın bütünleştirici (supplementary) ve tamamlayıcı (complementary) yaklaşımları ile Caplan ve Edwards’ın ihtiyaçlar-karşılananlar (needs-supplies) ve beklenen-kabiliyet (demands-abilities) yaklaşımlarını içeren dört farklı birey-örgüt yaklaşımını birbirine yaklaştırmıştır (Piasentin, 2007, 8-9).

Bütünleştirici Uyum (Supplementary Fit); Bütünleştirici uyum, bir bireyin sahip olduğu karakteristik özelliklerin, örgütteki diğer bireylere benzemesi olarak tanımlanmıştır. Araştırmacılar, bireylerin, örgütsel özellikler ya da örgütteki diğer çalışanlar ile olan benzerliklerini anladıkları zaman, daha olumlu tavır ve davranış sergileme eğiliminde olduğunu; (a) daha yüksek iş doyumu, örgütsel desteği hissetme, işe katılma, örgütsel bağlılık, (b) artan iş performansı, (c) daha az işten ayrılma eğilimi ve işten ayrılma’nın gerçekleştiğini tespit etmişlerdir (Piasentin, 2007, 13).

Tamamlayıcı Uyum (Complementary Fit); Örgüte uygun birey tespiti ve seçimi, verimli ve bağlılık düzeyi yüksek işgücü temin etmek bakımından kilit unsurdur. İşgören uyumu ile ilgili yaygın görüş, kişilerin karakteristik özellikleri ile örgütün niteliklerinin benzer olmasına (supplementary fit) ilişkin

Page 24: 2011 yılı 1-2. sayılar

16

değerlendirmelerden oluşmaktadır. Literatürdeki bu genel kanaatin aksine birey-örgüt uyumu aynı zamanda birey ile örgütsel özellikler arasında tamamlayıcılık (complementarity) davranışı dolayısıyla da meydana gelebilmektedir (Piasentin ve Chapman, 2007, 341). Nahavandi ve Malekzadeh’e göre, birey-örgüt uyumu, “uyumluluk” ve “çeşitlilik” olarak iki biçimde tarif edilebilir; Uyumluluk, değerler ve hedefler bakımından örgütle eşleşen bireyleri işe almak ve böylece örgütteki mevcut kültürü kuvvetlendirmek, pekiştirmek ve dayanışmayı artırmaktır. Çeşitlilik ise, çeşitliliği sağlamak ve uyumun kapsamını genişletmek için örgütten farklı bireyleri işe almaktır (Nahavandi ve Malekzadeh, 1999, 557-558). Buna göre, tamamlayıcı uyum, kişinin özellikleri örgütte eksikliği hissedilen bir şeyi telafi ettiğinde yahut örgüt kişinin bir ihtiyacını giderdiğinde ortaya çıkar. Bu özelliği sebebiyle literatürde ihtiyaçlar-karşılananlar ve beklenen-kabiliyet uyumları ile birlikte ele alınmaktadır (Allison, 2007, 5);

a)İhtiyaçlar-Karşılananlar Uyumu (Needs-Supplies Fit); İhtiyaçlar-karşılananlar uyumu yaklaşımı, uyumun örgütün bireysel arzu, ihtiyaç ve tercihleri tatmin ettiği zaman gerçekleşeceğini öngörmektedir (Ferratt vd., 2004, 25). İhtiyaçların karşılanmasına ilişkin teoriler, ihtiyaçlar-karşılananlar uyumunun tutum ve davranışları etkileyen ana mekanizma olduğunu ortaya koymaktadır. Tüm bu teorilerin ortak noktası, ihtiyaçlar tatmin edildiğinde bireylerde pozitif iş davranışlarının görüleceği biçimindedir (Kristof-Brown vd., 2005, 288);

b)Beklenen Kabiliyet Uyumu (Demands-Abilities Fit); Beklenen-kabiliyet uyumu, esasen, işin gerekleri ile kişinin yetenekleri arasındaki uygunluğu kapsar. Bireyin sahip olduğu bilgi, beceri ve yeteneklerin, işin gerektirdikleri ve istenilenler ile uyumuna vurgu yapılmaktadır. Bu uyum türü, bir çeşit birey-iş (person-job) uyumu olarak da literatürde ele alınabilmektedir (Scroggins, 2007, 1651).

2. BİREY-ÖRGÜT UYUMUNUN SONUCU OLARAK İŞ STRESİ VE VERİMLİLİK

Birey-örgüt uyumunun yokluğunda örgüt içinde iş stresinin düzeyin ve birey-örgüt uyumunun gerçekleşmesi halinde işgören verimliliği, birey-örgüt uyumunun çalışmada incelenecek iki önemli sonucunu teşkil etmektedir.

2.1. İş Stresi

Örgütte birey-örgüt uyumunun bulunmaması halinde çalışanların hissedecekleri en önemli sonuçlardan birinin iş ortamındaki gerginlik ve bunun beraberinde getirdiği stres olduğu varsayılmaktadır.

Page 25: 2011 yılı 1-2. sayılar

17

Psikolojik stres’in yapısı, fiziksel ortamın insanların huzurunu nasıl etkilediğini anlamak bakımından yararlıdır. Psikolojik stres, organizmanın uyum kapasitesini zorlayan ya da aşan çevresel taleplere gösterilen davranışsal ve psikolojik reaksiyonlarla ilgilidir. Bu talepler, stres yaratanlar (stressors) olarak adlandırılır (Evans, 2001, 3019).

İş stresi araştırmalarına ilk önemli katkıyı sağlayan araştırmalar Michigan Üniversitesi Sosyal Araştırmalar Enstitüsünde 30 yıldan fazla bir süre önce yapılan çalışmalara dayanmaktadır. İş-ortam uyumu (person-enviroment fit) olarak adlandırılan teorik konsept, bu araştırmalara yol göstermiştir. Bu modelde, işte yaşanılan stresin kavramsal çerçevesi, iki yol ile oluşturulmuştur; ilki, kişinin ihtiyaçlarını karşılamada yeterli desteği sağlayamayan iş ortamlarındaki tecrübe; ikincisi ise, kişinin yeteneklerinin, destek alması için gereksinim duyulan talepleri karşılamada yetersiz kalması. Her iki durum da, ihtiyaçlar, çalışanın kabiliyetleri ve talepler ya da iş ortamındaki fırsatlar arasındaki uyumsuzluktan kaynaklanmaktadır (Siegrist, 2001, 15176).

2.2. Verimlilik

Bireylerin, bulundukları işletmenin örgütsel yapısına uyumu verimliliği olumlu olarak etkilemektedir. Çünkü kişi, örgütle uyum içerisine girince, amaçları ve örgütsel işleyişi benimseyecektir. Çalışanlar, işletmenin amaçlarını ne ölçüde benimserlerse, bu amaçların gerçekleşmesi için de o ölçüde katkıda bulunacaklardır. Yine personelin iş arkadaşlarına, işin sosyal ve tabii çevresine uyum sağlaması da verimi olumlu yönde etkileyecektir (Dinçer ve Fidan, 2003: 53). Elde edilecek yüksek birey-örgüt uyumu derecesi, olumlu iş sonuçları ve örgüt kültürünü güçlendirmesi bakımından arzu edilir. Bundan dolayı, Hoffman ve Woehr, davranışsal sonuçlar ve birey-örgüt uyumu arasındaki ilişkiyi incelediği araştırmasında, birey-örgüt uyumunun iş performansı, örgütsel vatandaşlık ve işgören devri arasında zayıf bir ilişki olduğunu göstermektedir. Son araştırmasında Kristof-Brown, birey-örgüt uyumu ile iş doyumu ve örgütsel bağlılık arasında güçlü, işten ayrılma ile ortanın üstünde bir korelasyon olduğunu tespit etmiştir. Birey örgüt uyumu ile doyum arasındaki ilişki önemli ölçüde yüksek iken, iş arkadaşlarından memnuniyet, yöneticiden memnuniyet ve yönetime güven ile birey-örgüt uyumu arasındaki ilişki ortadır. Özellikle performans konusunda Kristof-Brown, genel iş performansı ve görev performansı ile birey-örgüt uyumu arasında düşük korelasyon tespit etmiştir (Morley, 2007: 111).

O’Reilly’e göre birey-örgüt uyumu, değerlerde uyumluluk ya da çalışılan kurumlarla bireylerin değer uygunluğudur. Bireyler ve örgütleri arasındaki daha yüksek değer uyumunun, birey için daha olumlu subjektif deneyimler ve örgüt için ise daha yüksek performans ile ilişkili olduğu hususunda araştırmacılar ikna olmuştur (Huang vd., 2005: 39). Son dönemlerde yapılan araştırmalar, birey-örgüt uyumu ile örgütsel kimlik, algılanan örgütsel destek, örgütsel

Page 26: 2011 yılı 1-2. sayılar

18

bağlılık, iş doyumu ve iş performansı arasında ilişki olduğunu göstermektedir (Vuuren vd., 2007: 1737).

3. BİREY-ÖRGÜT UYUMUNUN İŞ STRESİ VE VERİMLİLİK ÜZERİNE ETKİSİ: DALAMAN HAVALİMANI ÇALIŞANLARI ÜZERİNE BİR ALAN ARAŞTIRMASI

Bu bölümde, Dalaman Uluslararası Havalimanında farklı sektörlerde faaliyet gösteren yirmi işletmenin yönetici ve çalışanları üzerinde yapılan araştırmanın bulgularına dayanılarak birey-örgüt uyumu ve bu uyumdan etkilenen değişkenler incelenecektir.

3.1. Araştırmanın Amacı ve Önemi

Araştırma ile güdülen amaçlar şöyle sıralanabilir: a)Birey-örgüt uyumu ile iş stresi arasındaki ilişkinin tespit edilmesi, c) Birey-örgüt uyumu ile verimlilik arasındaki ilişkinin tespit edilmesi.

3.2. Araştırmanın Kapsamı

Yapılan bu çalışmada ana kütle olarak Muğla ili Dalaman ilçesinde bulunan “Dalaman Uluslararası Havalimanında” faaliyet gösteren işletmelerin yönetici ve çalışanları seçilmiştir. Dalaman Havalimanı, İç ve Dış Hatlar Terminallerinde yıllık üç milyonun üzerinde yolcu trafiği ile Marmaris’ten Fethiye’ye kadar uzanan Güney Ege yöresinin turizm kapısı olarak hizmet gösteren, binbeşyüz’den fazla personel ile oldukça büyük bir organizasyondur. Havalimanında, Emniyet, Gümrük, Gümrük Muhafaza, Maliye, Hudut Sağlık, PTT, DHMİ gibi kamu kuruluşlarıyla, free shop işletmeleri, yiyecek-içecek işletmeleri, yer hizmet kuruluşları, havayolu şirketleri, temizlik firmaları, güvenlik firmaları gibi özel kuruluşlar koordineli olarak yerli ve yabancı yolculara hizmet vermektedir. Personel yapısını, yurdun her bölgesinden, her etnik kökenden, farklı kimlik ve kişiliklere sahip, devlet memuru ya da özel sektör çalışanlarının oluşturduğu bu büyük organizasyon, bu araştırmanın temel veri kaynağı olmuştur. Katılımcı özel sektör kuruluşları arasında, Mc.Donald’s, KFC, Pizza Hut, USAŞ Gate Gourmet gibi, kendi kural, prosedür ve standartlarına dayalı olarak faaliyet gösteren uluslararası kuruluşlar da yer almaktadır.

3.3. Araştırmanın Kısıtları

Her sosyal nitelikli araştırmada olduğu gibi, bu araştırmada da birtakım kısıtlarla karşılaşılmıştır. Bu sebeple varılacak sonuçlar ve bunlara dayalı olarak yapılacak yorumların ihtiyatla ve dikkatle değerlendirilmesi gerekir. Araştırma bulguları verilen kısıtlar için geçerlidir. Bu kısıtlar; fayda-maliyet ve pratik

Page 27: 2011 yılı 1-2. sayılar

19

olma açısından belirlenmiştir. Buna göre, araştırmanın kısıtları aşağıdaki gibi sıralanabilir:

• Kanaatler, bölgelere ya da örnek şirketlerin genel yapısına ve yönetici ya da işgören tutumuna göre farklı olabilecektir.

• Katılımcılar, çeşitli dış ya da iç etkilerle sorulara doğru cevaplar vermeyebilirler. Anket formlarında araştırmanın bilimsel içerikli olduğı izah edilmiş olsa da, kimi çalışanlar kendileri için olumsuz sonuçlar doğurabileceği endişesi ile sorulara gerçek dışı yanıtlar vermiş olabilir.

• Katılımcıların, eğitim düzeyleri, algılama düzeyleri farklı olabileceğinden sorulardan farklı şeyler anlamış olabilecekleri ihtimalini dikkate almak gerekir.

• Araştırmanın zaman darlığı ve maliyeti de dikkate alınarak nispeten küçük bir örneklem üzerinde yapılmış olduğu, bu sebeple araştırma grubunun geneli temsil etme yeteneğinin sınırlı olacağı ve sonuçların genellenemeyeceği göz önüne alınmalıdır.

• Araştırmanın yapıldığı dönemde tüm dünya ekonomilerini derinden sarsan küresel finans krizinin etkilerinin devam ediyor olmasının işgören davranışlarında farklılıklara yol açabileceği yadsınmamalıdır.

• Araştırmanın konusunu teşkil eden birey-örgüt uyumunun soyut bir süreç olması, hem ölçülmesi hem de genel geçer sonuçlara ulaşılmasının zor olması.

3.4. Araştırmanın Kavramsal Modeli

Bu araştırmada birey-örgüt uyumu bağımsız değişken; iş stresi ve verimlilik ise bağımlı değişken olarak seçilmiştir. Burada bağımlı ve bağımsız değişkenler arasındaki ilişkiler (pozitif veya negatif) araştırılmış ve ölçülmüştür. Bu konu ile ilgili olarak hipotezler geliştirilmiş ve bu hipotezlerin doğrulukları ve hipotezlerin desteklenip desteklenmediği araştırılmıştır. Değişkenlerin birlikte değişip değişmedikleri, birlikte bir değişme varsa bunun nasıl olduğu öğrenilmeye çalışılmış ve korelasyon aranmıştır.

Tablo 1: Bağımlı ve Bağımsız Değişkenler

Bağımsız Değişken (Neden) X

Birey-Örgüt Uyumu (X) X

Bağımlı Değişken (Sonuç) Y

İş Stresi Y1 Verimlilik Y2

Page 28: 2011 yılı 1-2. sayılar

20

Araştırmanın modeli aşağıdaki gibidir;

Şekil 1: Birey-Örgüt Uyumunun İş Stresi ve Verimlilik Üzerine Etkisi

Araştırmanın kavramsal modeline uygun olarak iki hipotez geliştirilmiştir;

Hipotez 1: Birey-örgüt uyumunun, çalışanların iş stresleri üzerinde negatif bir etkisi vardır.

Hipotez 2: Birey-örgüt uyumunun, çalışanların verimlilikleri üzerinde pozitif bir etkisi vardır.

3.5. Araştırmanın Örneklemi ve Metodolojisi

Araştırmanın temel aracı olarak “Birey-Örgüt Uyumu Kuramı ve Dalaman Havalimanı Çalışanları Üzerine Bir Alan Araştırması” adlı bir anket formu kullanılmıştır. Anket formunda yer alan sorularla; işletmelerde birey-örgüt uyumu, iş stresi ve verimlilik ile ilgili veriler elde edilmeye çalışılmıştır. Anket sorularının cevapları, değerlendirme ve karşılaştırma kolaylıkları sağlaması nedeniyle önceden verilecek seçeneklere göre düzenlenmiştir. Cevaplamada istenen bakış açısını davet etmesi, kaynak kişi için cevaplama kolaylığı sağlaması ve değerlendirme kolaylığı vermesi bakımından kapalı uçlu sorulara ağırlık verilmiştir. Anket sorularına verilen cevaplar, beşli seçenekleri olan sıralamalı Likert tipi (1:Kesinlikle katılmıyorum; 2:Katılmıyorum; 3:Fikrim Yok; 4:Katılıyorum; 5:Kesinlikle katılıyorum) ölçek ile alınmıştır. Anketin baş sayfasında ve sorulardan önce, soruların nasıl cevaplandırılacağını belirten açıklamalara yer verilmiştir.

Araştırmanın kavramsal modelinden yola çıkılarak kapsamlı ve geçici bir soru listesi hazırlanmıştır. Listede yer alan sorular literatürde önceden kullanılmış olan sorulardan oluşturulmuştur.

Birey-Örgüt Uyumu Ölçeği: Bireylerin birey-örgüt uyumunun belirlenmesinde Aumann (Aumann, 2007, 170-180), Vilela vd. (Vilela vd. 2008, 15) ve Piasentin (Piasentin, 2007, 179-186)’in çalışmalarında kullanılan ölçeklerden yararlanılmıştır.

İş Stresi Ölçeği: Bireylerin iş streslerinin belirlenmesinde Staples ve Ratnasingham’in (Staples ve Ratnasingham, 2009, 129) çalışmalarında kullanılan ölçeklerden yararlanılmıştır.

Verimlilik Ölçeği: Bireylerin verimliliklerinin belirlenmesinde Staples ve Ratnasingham’in (Staples ve Ratnasingham, 2009, 129) çalışmalarında kullanılan ölçeklerden yararlanılmıştır.

Verimlilik (Y2)

Birey-Örgüt

Uyumu (X)

İş Stresi (Y1)

Page 29: 2011 yılı 1-2. sayılar

21

Araştırmada kullanılacak veri toplama aracı tespit edildikten sonra, sorular anket şeklinde hazırlanmıştır. Taslak anket formundaki sorular araştırmanın amaçları ve hipotezleri ile karşılaştırılarak araştırmanın amaç ve hipotezleri ile uyumlu olup olmadığı tespit edilmiştir.Araştırmanın amaç ve hipotezleriyle uygun olduğu kanaati oluştuğunda taslak anket formuna son halini vermek için ön test süreci gerçekleştirilmiştir. Burada amaç soruların yeterli olup olmadığına, seçilen kelimelerin anlaşılabilir olup olmadığına, soru kök ve cümlelerinde bir uyuşmazlık olup olmadığına karar vermektir. Bu bağlamda taslak anket formu, ön test için birbirini takip eden iki süreçten geçirilmiştir.

İlk aşamada, Dalaman Havalimanı operatör firma çalışanlarından oluşan bir gruptan anketi değerlendirmeleri istenmiştir. Anketlerin doldurulması ortalama yirmi dakika sürmüştür. Daha sonra anketi dolduran her çalışan ile birebir görüşülerek anket formu ile ilgili değerlendirmeleri alınmıştır. Bu değerlendirme süreci soruların anlaşılabilirliği, anket formundaki soru sayısı ve anketin doldurulma süresi gibi konularda değerlendirmeler yapılmasına olanak sağlamış olup; yabancı dilden Türkçe’ye birebir çeviri yönteminin sıkıntılarından kaynaklanan, anlaşılmayan ya da yanlış anlaşılan ifadeler düzeltilmiştir. İkinci aşama, uygulama yapılacak işletmelerden bir grup üzerinde yapılan pilot çalışmadır. Sözkonusu işletme çalışanlarından oluşan belirli bir gruptan, anket formunu doldurmaları ve anket formunda yer alan soruların anlaşılabilirliği, yeterliliği ve kapsamı hakkında yorum yapmaları istenmiştir. Sonuçta herhangi bir karışıklık ve ikilemin olmadığı, soruların anlaşılabilir olduğu değerlendirmesi yapılmıştır. Sonuç olarak yapılan ön testler sonucunda anket formu başarılı olarak değerlendirilmiş olup soruların kolay ve sade olduğu, tereddüte yol açmadığı ve formun doldurulması için ortalama yirmi dakikalık bir sürenin yeterli olduğu sonucuna ulaşılmıştır.

Dalaman Uluslararası Havalimanı; özellikle yaz aylarında yaşanan turizm yoğunluğu sebebiyle, hem kamu hem de özel kuruluşlar tarafından çok sayıda çalışana istihdam imkanı sağlayan büyük bir organizasyondur. elliye yakın işletme ile yaklaşık personel sayısının binbeşyüz civarında olduğu düşünülecek olursa, yirmi işletmenin örnek kütle olarak seçilmesinin uygulama için yeterli olacağı düşünülmüştür.

Anket formuna son şekli verildikten ve örnek kütle seçildikten sonra anket formlarının elden dağıtımına başlanmıştır. Gönüllülük esası ile yönetici ve çalışan düzeyindeki 500 kişiye anket formları dağıtılmış ve bunların 383 adedi geri dönmüştür. Geri dönen anket formlarından 16’sı, gelişigüzel doldurulması ve işaretlenmemiş soruların çok olması sebebiyle analizlere dahil edilmemiş olup, toplam kullanılan anket formu sayısı 367 olmuştur. Buna göre; değerlendirmeye alınan anket formlarının geri dönüşüm oranı % 73,4 olmuştur.

Page 30: 2011 yılı 1-2. sayılar

22

3.6. Verilerin Analizi

Araştırma kapsamına alınan örneklemde toplam 367 adet anket formundan elde edilen veriler, SPSS 15.0 istatistik programı kullanılarak çalışmanın amaçları ve hipotezler doğrultusunda çeşitli istatistiksel analizlere tabi tutulmuştur. Bu analizlere tabi tutulmadan önce anket cevaplarının daha sağlıklı olması adına sorulan ters sorular ile ilgili gerekli dönüşümler yapılmış ve daha sonra analizlere geçilmiştir.

Yapılan araştırmada değişkenler arasında ilişki olup olmadığını belirlemek; şayet ilişki var ise bu ilişkinin yönünü ve şiddetini belirlemek amacıyla ilişkileri incelemeye yönelik anlam çıkarıcı istatistik tekniklerden yararlanılmıştır. Araştırmada bir bağımlı değişken ile bir veya daha fazla bağımsız değişken arasındaki ilişkiyi incelemek için regresyon analizi yapılmış; uygulanan faktör analizi ile de anketin geçerliliğinin test edilmesi amaçlanırken, birbirlerine yakın değişkenlerin daha az sayıda faktör altında toplanması sağlanmaya çalışılmıştır.

4. BULGULAR

Yapılan analizler ve sonuçları sırasıyla aşağıda açıklanmıştır.

4.1. Demografik Özellikler

Araştırmanın katılımcılarına ilişkin demografik özellikler aşağıdaji gibidir;

Ankete 273’ü bay (% 74,4), 94’ü bayan (% 25,6) olmak üzere toplam 367 kişi katılmıştır.

Ankete katılanlar; yaş durumlarına göre % 77,4’ü (284) 18-35, % 21’i (77) 35-50, % 1,6’sı (6) 50 yaş üstü grubuna girmektedir.

Eğitim durumlarına göre, ankete katılanlar arasında en yüksek oran % 45,8 (168) ile lise mezunlarına aittir. Lise mezunlarını % 31,1 (114) ile üniversite mezunları ve % 23,2 (85) ile ilköğretim mezunları takip etmektedir.

Katılımcıların % 56,4’ü (207) mavi yaka işçi; % 30,8’i (113) idari görevlerde bulunan beyaz yaka özel sektör çalışanları ile kamu kurumlarında çalışan memurlardan oluşmakta; % 12,8’i (47) ise yönetici grubunu temsil etmektedir. Buna göre katılımcıların büyük çoğunluğunu, yönetici grubu dışında kalan işçi ve memurlardan oluşan çalışanlar oluşturmaktadır.

Katılımcıların % 30,2’si (111) 1 yıldan az süredir; % 49’u (180) 1-6 yıl arası; % 20,7’si (76) ise 6 yıldan fazla süredir işletmelerinde görevini sürdürmektedir. Buna göre katılımcıların büyük çoğunluğunu, çalışma süresi 6 yıldan az olan çalışanlar oluşturmaktadır.

Page 31: 2011 yılı 1-2. sayılar

23

Çalıştıkları alanlara baktığımızda ankete katılanların % 86,6’sı (318) özel sektör; % 13,4’ü (49) ise kamu kurumu çalışanıdır. Buna göre katılımcıların büyük çoğunluğunu özel sektör çalışanları oluşturmaktadır.

4.2. Faktör Analizi

Faktör analizinde, bağımlı ve bağımsız değişkenler ayrı ayrı ele alınmış ve değişkenler analiz edilmiştir. Bağımlı değişkene ait faktör analizi sonuçları ve toplam açıkladığı varyans %62,514 olarak gerçekleşmiştir. Herbir değişkene ait faktör yükleri Tablo 2’de verilmiştir. Faktör analizi sonucunda oluşan ölçeklerin yapısal geçerliliğe sahip olduğu söylenebilir.

Tablo 2: Bağımlı ve Bağımsız Değişkenlere Ait Faktör Yükleri

Bağımsız Değişken Sorular Bileşen (Component)

Birey-Örgüt Uyumu (X)

B.1 ,619

B.2 ,645

B.5 ,682 B.6 ,669

Bağımlı Değişken Sorular Bileşen (Component)

İş Stresi (Y1)

İS.1 ,750

İS.2 ,770

İS.3 ,737

İS.4 İS.3

,774 ,604

Verimlilik (Y2)

V.2 ,776 V.3 ,626

V.4 ,756

Rotasyon Yöntemi: Kaiser Normalizasyonu ile Varimax.

Rotasyon 6 iterasyonda sonuçlanmıştır.

4.3. Güvenilirlik Analizi

Güvenilirlik analizinde herbir değişkenin alfa katsayılarına bakılmıştır. Tablo 3’de değişkenlere ait Cronbach alfa güvenilirlik katsayıları verilmiştir.

Tablo 3: Güvenilirlik Analizi Sonuçları Değişkenler Soru Sayısı Cronbach Alfa Katsayısı (αααα)

Birey-Örgüt Uyumu (X) 4 ,719

İş Stresi (Y1) 4 ,875

Verimlilik (Y2) 4 ,655

Değişkenlere ait Cronbach alfa güvenilirlik katsayıları, uluslararası literatürde belirtilen ve genel kabul gören 0,6 değerinin üzerinde çıkmıştır.

Page 32: 2011 yılı 1-2. sayılar

24

4.4. Korelasyon Analizi

Tablo 4’de değişkenlere ait Pearson korelasyon katsayılarına ait değerler görülmektedir. Korelasyon tablosunda, bağımlı değişkenlerin bağımsız değişken ile ilişkisine bakılmıştır.

Tablo 4: Korelasyon Değerleri Değişkenler X Y1 Y2

X Birey-Örgüt Uyumu 1,000

Y1 İş Stresi -,392(**) 1,000

Y2 Verimlilik ,416(**) 1,000

Pearson Kor. (Korelasyon) ve Sig. (Anlamlılık).

**. Korelasyon, ρ=0,01 seviyesinde anlamlı ilişki.

Tablo 4’e bakıldığında;

• Çalışanların “birey-örgüt uyumları” ile “iş stresleri” arasında negatif yönde anlamlı (ρ=0,01) ve güçlü bir ilişkinin (β=-,392) olduğu görülmektedir.

• Çalışanların “birey-örgüt uyumları” ile “verimlilikleri” arasında pozitif yönde anlamlı (ρ=0,01) ve güçlü bir ilişkinin (β=,416) olduğu görülmektedir.

4.5. Regresyon Analizi

Araştırma hipotezlerinde de belirtildiği üzere, birey-örgüt uyumu ile çalışanların iş stresi ve verimliliklerinin karşılıklı bir ilişki ve etkileşim içerisinde olduğu varsayılmaktadır. Araştırma modelinde ileri sürülen değişkenler arasındaki ilişkilerin varlığı korelasyon analizi ile belirlenmiştir. Bununla birlikte korelasyon analizi, değişkenler arasındaki ilişkinin derecesi ve yönüyle ilgilidir. Hangi değişkenin diğer değişkenleri ne oranda etkilediğini göstermemektedir. Bu sebeple korelasyon analizi sonucunda belirlediğimiz değişkenler arası ilişkilerin niteliğinin açıklanması amacıyla doğrusal regresyon analizi yapılmıştır. Bu doğrultuda, birey örgüt uyumunun çalışanların iş stresi ve verimliliklerine etkisinin irdelenmesi amaçlanmıştır.

Burada bağımsız değişken X, birey-örgüt uyumunu ifade etmektedir. Benzer şekilde bağımlı değişkenlerden Y1, iş stresini; Y2, verimliliği; göstermektedir. Regresyon analizi sonucunda değişkenlerin β katsayıları ve anlamlılık seviyelerine (ρ) göre hipotezlerimiz kabul ya da reddedilecektir. Bu tablolarda gösterilen unsurlar; bağımlı değişken, bağımsız değişken, beta katsayıları (β), anlamlılık (ρ), R2 ve F değerleridir. Regresyon tablolarında bu değerlerin aynı formatta verilmesine dikkat edilmiştir.

Page 33: 2011 yılı 1-2. sayılar

25

Tablo 6’da görüldüğü gibi, analizde bağımlı değişken olarak “İş Stresi” alınmış ve bunu etkileyen bağımsız değişken “Birey-örgüt uyumu” seçilerek regresyon analizi yürütülmüştür. Bu regresyon modelinde; R2= ,153; ρ= ,000 ve F=66,174 değerleri elde edilmiştir. Elde edilen R2 ve F değerleri, modelde kullanılan değişkenin “İş Stresini” açıkladığını göstermektedir.

Tablo 6: İş Stresini (Y1) Etkileyen Bağımsız Değişken Bağımsız Değişken Beta (ββββ) Anlamlılık (ρρρρ)

Birey-Örgüt Uyumu (X) -,392** ,000

R2 = ,153

F= 66,174 (Anova Testi)

**. Korelasyon, ρ= ,01 seviyesinde anlamlı ilişki

Tablo 6’daki regresyon analizi özet tablosuna göre; araştırmaya katılan çalışanların iş streslerinde ortaya çıkan değişikliği, bireyin örgüt ile uyumu açıklamaktadır. Bu çerçevede (R2) determinasyon katsayısı, iş stresinde ortaya çıkan değişikliğin %15,3’ünün birey-örgüt uyumu ile açıklanabileceğini göstermektedir. Çalışanların birey-örgüt uyumundaki bir birimlik artış, iş stresinde 0,392 birimlik bir azalışa yol açmaktadır. Bu sonuçla H1 hipotezimiz desteklenmektedir. Yani; bireyin, örgüt ile uyumlu olduğunu algılaması ve hissetmesi iş stresini azaltmaktadır..

Tablo 7’de görüldüğü gibi, analizde bağımlı değişken olarak “Verimlilik” alınmış ve bunu etkileyen bağımsız değişken “Birey-örgüt uyumu” seçilerek regresyon analizi yürütülmüştür. Bu regresyon modelinde; R2= ,173; ρ= ,000 ve F=76,499 değerleri elde edilmiştir. Elde edilen R2 ve F değerleri, modelde kullanılan değişkenin “Verimliliği” açıkladığını göstermektedir.

Tablo 7: Verimliliği (Y2) Etkileyen Bağımsız Değişken Bağımsız Değişken Beta (ββββ) Anlamlılık (ρρρρ)

Birey – Örgüt Uyumu (X) ,416** ,000

R2 = ,173

F= 76,499 (Anova Testi)

Tablo 7’deki regresyon analizi özet tablosuna göre; araştırmaya katılan çalışanların verimliliklerinde ortaya çıkan değişikliği, bireyin örgüt ile uyumu açıklamaktadır. Bu çerçevede (R2) determinasyon katsayısı, verimlilikte ortaya çıkan değişikliğin %17,3’ünün birey-örgüt uyumu ile açıklanabileceğini göstermektedir. Çalışanların birey-örgüt uyumundaki bir birimlik artış, verimliliklerinde 0,416 birimlik bir artışa yol açmaktadır. Bu sonuçla H2 hipotezimiz desteklenmektedir. Yani; bireyin, örgüt ile uyumlu olduğunu algılaması ve hissetmesi verimliliğini arttırmaktadır.

Page 34: 2011 yılı 1-2. sayılar

26

Aşağıda Şekil:2’de birey-örgüt uyumu ile iş stresi ve verimliliğe ait regresyon sonuçları şematik olarak gösterilmiştir. Kabul edilen hipotezlere ait ilişkiler sürekli ve kalın çizgili oklarla gösterilmiştir.

Şekil 2: Birey-Örgüt Uyumu ile İş Stresi ve Verimlilik Arasındaki İlişki

4.6. Hipotezlere İlişkin Sonuçlar Tablosu

Hipotezlere ilişkin sonuçlar, Tablo 8’de gösterilmiştir. Modeldeki hipotezlerin tamamı tek yönlü olup, çift yönlü hipotezler bulunmamaktadır. Toplam iki adet hipotezin sıralandığı Tablo 8’de sonuçlara ilişkin olarak; R2, Beta (β), Anlamlılık (ρ) ve KABUL/RED (K/R) durumları görülmektedir. Buna göre; iki adet hipotez % 1 seviyesinde anlamlı olduklarından kabul edilmiştir.

Tablo 8: Hipotezlere İlişkin Sonuçlar No Hipotezler R² ββββ ρρρρ K/R

H1 Birey örgüt uyumunun, çalışanların iş iş stresi üzerinde negatif bir etkisi vardır.

,153 -,392 ,000 K

H2 Birey örgüt uyumunun, çalışanların verimlilikleri üzerinde pozitif bir etkisi vardır.

,173 ,416 ,000

K

5. SONUÇ VE ÖNERİLER

Bu araştırma ile araştırma kapsamındaki işletmelerde birey-örgüt uyum düzeyi ölçülerek, birey-örgüt uyumu ile iş stresi ve verimlilik arasında anlamlı herhangi bir ilişkinin olup olmadığının incelenmesi amaçlanmıştır.

İlk olarak, örgütü ile uyum ilişkisini kurmuş çalışanların iş stresinin daha az olacağı araştırmamızın sonuçları arasında yerini almıştır. Buna göre, birey-örgüt uyumu ile iş stresi arasında negatif yönde anlamlı ve güçlü bir ilişki tespit edilmiştir. Lovelace ve Rosen (Lovelace ve Rosen, 1996, 712)’in bulguları da bu sonucu desteklemektedir. Pervin araştırmasında, bireyin özellikleri ile örgütün özellikleri arasında bir çakışma olması halinde performans ve memnuniyetin yüksek, stres’in düşük olacağı kuramını oluşturmuştur (Brigham vd., 2007, 29-39). Vancouver ve Schmitt ise, bütünleştirici uyum ile stres ve işten ayrılma eğilimi arasında negatif yönlü ilişki tespit etmiştir (Autry ve Wheeler, 2005, 60).

İkinci olarak, birey-örgüt uyumu ile verimlilik arasında pozitif yönde anlamlı ve güçlü bir ilişki tespit edilmiştir.Benzer görüşler, bir çok araştırmacı tarafından da kanıtlanmıştır. Westerman ve Vanka (Westerman ve Vanka, 2005, 415), Arthur Jr vd. (Arthur Jr vd., 2006, 794), Bright (Bright, 2007, 373), Elfenbein

Verimlilik (Y2)

Birey-Örgüt

Uyumu (X)

İş Stresi (Y1)

,416**

-,392**

Page 35: 2011 yılı 1-2. sayılar

27

ve O’Reilly III (Elfenbein ve O’Reilly III, 2007, 116-126), Xie ve Yan (Xie ve Yan, 2007, 6566) gibi araştırmacıların uyum ile verimlilik arasındaki ilişkiyi ortaya koyan bulguları da araştırmamızın sonuçlarını desteklemektedir.

YARARLANILAN KAYNAKLAR

KİTAPLAR

Dinçer, Ömer, Fidan, Yahya, (2003), İşletme Yönetimine Giriş, 6.Baskı, Beta Yay., İstanbul, S: (53)

Nahavandi, Afsaneh, Malekzadeh, Ali R., (1999), Organizational Behavior The Person-Organization Fit, Prentice Hall Inc., New Jersey, S: (557-558)

MAKALELER

Allison, Leslie, (2007), The Effects of Person-Organization Fit, Needs-Supplies Fit and Type of Change on Resistance to Change, Wayne State University, UMI Microform, Michigan, S: (5)

Arthur Jr., Winfred, Bell, Suzanne T., Villado, Anton J., Doverspike, Dennis, (2006), The Use of Person-Organization Fit in Employment Decision Making an Assesment of It’s Criterion-Related Validity, Journal of Applied Psycology, Vol 91, No 4, American Psycological Assoc., S: (794)

Aumann, Kerstin Annette, (2007), Being A Stranger in a Strange Land: The Relationship Between Person-Organizastion Fit on Work Related and Broad Cultural Value Dimensions and Outcomes Related to Expatriastes' Success, Columbia University, PreQuest Information and Learning Company, s: (170-180)

Autry, Chad W., Wheeler, Anthony R., (2005), Post-hire Human Resource Management Practices and Person-Organization Fit: A Study of Blue-Collar Employees, Journal of Managerial Issu, Vol 17, Number 1, S: (60)

Billsberry, Jon, (1992), ASA Theory: An Empirical Study of the Attraction Proposition, Centre for Human Resource and Change Management, Open University Business School, S: (1)

Brigham, Keith H., De Castro, Julio O., Shepherd, Dean A., (2007), A Person-Organization Fit Model of Owner-Managers’ Cognitive Style and Organizational Demands, Baylor University, ET&P Blackwell Publishing Ltd, S: (1042-2587)

Bright, Leonard, (2007), Does Person-Organization Fit Mediate Relationship Between Public Service Motivation and the Job Performance of Public

Page 36: 2011 yılı 1-2. sayılar

28

Employees, Reviev of Public Personnel Administration, Sage Publications, Volume 27, Number 4, S: (373)

Elfenbein, Hillary Anger, O’Reilly, Charles A., (2007), Fitting in The Effects of Relational Demography and Person –Culture Fit on Group Process and Performance, Group & Organization Management, Sage Publications, Volume 32, Number 1, S: (116-126)

Evans, G.W., (2001), Crowding and Other Environmental Stressors, International Encyclopedia of the Social & Behavioral Science, Elsevier Sci Ltd, S: (3019)

Ferratt, Thomas W., Enns, Harvey G., Prasad, Jayesh, (2004), Employement Arangement Fit for IT Professionals: An Examination of the Importance osf Fit Components, ACM, Tucson, Arizona, S: (25)

Huang, Min-Ping, Cheng, Bor-Shiuan, Chou, Li-Fong, (2005), Fitting in Organizational Values The Mediating Role of Person-Organization Fit between CEO Charismatic Leadership and Employee Outcomes, International Journal of Manpower, Emerald Group, Vol 26, No 1, S: (39)

Kristof-Brown, Amy L., (2000), Perceived Applicant Fit: Distinguishing Between Recruiters’ Perceptions of Person-Job and Person-Organization Fit, Personnel Psycology Inc., S: (644)

Kristof-Brown, Amy L., Zimmerman, Ryan D., Johnson, Erin C., (2005), Consequences of Individuals’ Fit at Work: A Meta-Analysis of Person-Job Person-Organization Person-Group and Person-Supervisor Fit, Personnel Psychology 58, Blackwell Pub., S: (288)

Lovelace, Kay, Rosen, Benson, (1996), Differences in Achieving Person-Organization Fit among Diverse Groups of Managers, Journal of Management, Vol.22, No.5, JAI Pres Inc., S: (712)

Morley, Michael J., (2007), Person-Organization Fit, University of Limerick, Journal of Managerial Psychology, Emerald Group, Vol.22, No.2, S: (111)

Piasentin, Kelly A., Chapman, Derek S., (2007), Perceived Similarity and Complementarity as Predictors of Subjective Person-Organization Fit, Journal of Occupational and Organizational Psycology, British Psycological Society, University of Calgary, Canada, S: (341)

Piasentin, Kelly A., (2007), How do Employees Conceptualize Fit? Development of a Multidimensional Measure of Subjective Person-Organization Fit, University of Calgary, A Thesis Submitted to The Faculty of Graduate Studies in Partial Fulfillment of The Requirements For The Degree of Doctore of Philosophy, Dep. of Psychology, Calgary, Alberta, Library and Archives Canada, Pub. Heritage Branch, Ottawa, S: (8-9)

Page 37: 2011 yılı 1-2. sayılar

29

Schneider, Benjamin, Smith, D. Brent, Goldstein, Harold W., (2000), Atraction-Selection-Attrition: Toward A Person-Environment Psychology of Organizations, Person-Environment Psychology Second Edition New Directions and Perspectives, Edited by W.Bruce Walsh, Kenneth H.Craik, Richar H.Praice, Lawrence Erlbaum As., Mahwah, S: (67)

Scroggins, Wesley A., (2007), An Examination of the Additive Versus Convergent Effects of Employee Perceptions of Fit, Journal of Applied Social Psyc., Blackwell Pub., S: (1651)

Siegrist, J., (2001), Stress at Work, International Encyclopedia of the Social &Behavioral Sciences, Elsevier Science Ltd., S: (15176)

Staples, D.Sandy, Ratnasingham, Pauline, (2009), Trust: The Panacea of Virtual Management?, The University of Melbourne, Australia, S: (129)

Vilela, Belen Bande, Gonzalez, Jose A. Varela, Ferrin, Pilar Fernandez, (2008), Person-Organization Fit, OCB and Performance Appraisal: Evidence from Matched Supervisor-Salesperson Data Set in Spanish Context, Industrial Marketing Management, IMM-06211; www.sciencedirect.com, S: (15)

Vuuren, Mark van, Veldcamp Bernard P., de Jong, Menno D.T., Seydel, Ervin R., (2007), The Congruence of Actual and Perceived Person-Organization Fit, Int.J.of Human Resource Manage., Routledge, S: (1737)

Walker, H. Jack, Feild, Hubert S., Giles, William F., Bernerth, Jeremy B., Jone-Farmer, L.Allison, (2006), An Assesment of Attraction toward Affirmative Action Organizations: Investigating the Role of Individual Differences, Journal of Organizational Behav., JohnWiley&Sons, S: (486)

Westerman, James W., Vanka, Sita, (2005), A Cross-Cultural Empirical Analysis of Person-Organization Fit Measures as Predictors of Student Performance in Business Eduacation: Comparing Students in the United States and India, Academy of Management Learning & Education, Vol 4, No 4, S: (415)

Xie, Xiaoyun, Yan, Jim, (2007), P-O Fit as an Alternative Predictor of Employee Service Performance: Do Shared Cognitions Matter, NSFC Project, S: (6566)

Xiaojun, Wu, Shizong, Li, (2010), The Research on Knowledge Worker’s Person-Organization Fit, IEE, Computer Society, S: (120)

Page 38: 2011 yılı 1-2. sayılar

30

Page 39: 2011 yılı 1-2. sayılar

31

CİZRE’DE SINIR TİCARETİ YAPAN FİRMA SAHİPLERİNİN SOSYO-EKONOMİK DURUMLARINA GENEL BAKIŞ – 2010

Mete Cüneyt OKYAR ∗∗∗∗

Bülent DARICI ∗∗∗∗∗∗∗∗

Fatih Mehmet ÖCAL ∗∗∗∗∗∗∗∗∗∗∗∗ ÖZET Tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de Küçük ve Orta Büyüklükte İşletmeler (KOBİ)’lerin önemi oldukça fazladır. Ticaretin her aşamasında faaliyet gösteren KOBİ’ler dış ticaret açısından da büyük öneme sahiptir. Değişen ve gelişen dünya şartlarına hızlı ve çeviklikleri ile daha çabuk ayak uydurabilirler. Bu çevikliklerine rağmen, KOBİ’lerin ihracat yapma oranları büyük işletmelere göre daha az seviyelerdedir. Çalışmada, Cizre’de faaliyet gösteren sınır ticareti, ihracat ve ithalat yapan işletmelerin sosyo-ekonomik durumları göz önünde bulundurularak bir anket çalışması yapılmış ve anket sonuçları tablolar halinde analiz edilmiştir. Çalışma sonucu ortaya çıkan durumlara uygun bölge gereksinimlerini karşılamaya yönelik farklı çözüm önerileri geliştirilmiştir.

Anahtar Kelimeler: Küçük ve Orta Büyüklükte İşletmeler (KOBİ), Dış Ticaret, Sınır Ticareti, İhracat, İthalat, Şırnak İli.

A GENERAL OVERVIEW ON THE SOCIO-ECONOMIC CONDITIONS OF THE FRONTIER TRADE COMPANY

OWNERS IN CIZRE- 2010

ABSTRACT

As in the whole world, small and medium sized enterprises(SMEs) have great importance in our country too. SMES, functioning at every stage of trade, have also great importance in terms of foreign trade. They can easily keep up with the conditions of changing and developing world with their quickness and agility. In spite of their agility, the foreign trade rates of SMEs are less than the big companies’. In this study, a survey is conducted by taking into consideration the frontier trade functioning in Cizre and the socio-economic conditions of the importing and exporting companies and the results of the survey are analysed in the form of tables. Different solution offers are suggested to expect the needs of the region according to the conditions determined as the result of this study.

Key Words: Small and Medium Sized Enterprises(SME), Foreign Trade, Frontier Trade, Import, Export, Şırnak City.

∗Yrd. Doç. Dr., Şırnak Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, İktisat Bölümü ∗∗ Yrd. Doç. Dr., Şırnak Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, İşletme Bölümü ∗∗∗ Yrd. Doç. Dr., Şırnak Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, İktisat Bölümü

Page 40: 2011 yılı 1-2. sayılar

32

GİRİŞ

Ülkeler arası iş birliğinin gelişmesinde uluslararası ticaretin etkisi önemlidir. Ülkeler arasındaki sınırların kalkması yönündeki çalışmaların temelini, bölgesel ekonomik ilişkiler oluşturmaktadır. Bölgesel ticaret, tercihli ticaret ve iş birliği anlaşmalarıyla sağlanmaktadır. Sınır ticareti, tercihli ticaret anlaşmalarının çeşitlerinden yalnızca bir tanesidir.

Bir ülkenin kalkınması, ekonomik olarak büyümesi ve rekabet gücünü geliştirebilmesi için üretim gücünü artırması dolayısıyla diğer ülke ekonomileri ile olan ticari ilişkilerini geliştirmesi amaçlanmalıdır. Bu amaç çerçevesinde, Küçük ve Orta Büyüklükte İşletmeler (KOBİ)’lere önemli görevler düşmektedir. KOBİ’lerin büyük bir kısmının ticari faaliyetle iştigal etmeleri, sınır ticaretinin gelişmesi açısından bir fırsat yaratmaktadır. KOBİ’ler, değişen durumlara karşı esnek bir yapıya sahip olmaları, bölgesel kalkınmışlık farklarının azaltılmasında önemli bir faktör olması, yeni istihdam olanakları sağlaması sebebiyle ekonomik ve sosyolojik olarak önem arz etmektedir. Sınır ticareti yapan KOBİ’lerin sorunlar da diğer KOBİ’lerle benzer özellikler göstermektedir. Sermaye yetersizliği, öz sermaye azlığı ve dolayısıyla kredi sağlamada sorunlar yaşanmaktadır.

Çalışma beş bölümden oluşmaktadır. Çalışmanın birinci bölümünde KOBİ’lerin karakteristik özelliklerine değinilecek, ardından KOBİ’lerin dış ticarette yeri ve öneminden söz edildikten sonra sınır ticareti yapan küçük ölçekli firmaların sosyo-ekonomik özelliklerinden bahsedilecektir. Dördüncü bölümde, Cizre’de sınır ticareti yapan firma sahiplerinin sosyo-ekonomik durumlarına yönelik anket uygulaması ve son bölümde anket sonuçlarının değerlendirilmesi yapılacaktır.

1. KÜÇÜK VE ORTA BÜYÜKLÜKTE İŞLETMELER (KOBİ)’LERİN KARAKTERİSTİK ÖZELLİKLERİ

KOBİ’ler ekonomik sistemdeki işletmelerin önemli bölümünü oluşturmaktadır. Bu işletmelerden elde edilen gelirle hayatlarını sürdüren işletme sahipleri ve ücretle çalışan işçilerin sayısı oldukça fazladır. KOBİ’leri tanımlayan, üzerinde fikir birliğine varılmış, ortak bir ölçüt söz konusu değildir. KOBİ’leri tanımlamakta ülkeden ülkeye ve yapılan çalışmanın amacına yönelik hatta bazen aynı ülke içinde bile KOBİ tanımı değişmektedir.

Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD) tarafından; 31 Ocak 2003 tarihi itibariyle Türkiye’de mevcut KOBİ envanteri belirlenmeye çalışılmış, araştırma sonucunda KOBİ’lerin çok büyük bir oranının Türkiye Esnaf ve Sanatkârlar Konfederasyonu (TESK) ile Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) üyesi oldukları anlaşılmıştır. Söz konusu tarih itibariyle TESK

Page 41: 2011 yılı 1-2. sayılar

33

kayıtlarına göre, esnaf veya sanatkâr unvanıyla KOBİ olarak faaliyet gösteren üye sayısı yaklaşık 2.76 milyondur. Ticaret ve sanayi sektörlerini kayıt altına alan TOBB’da ise bu değerin; 2003 yılı sonu itibariyle, yaklaşık 1.2 milyon olması beklenmektedir (OECD Issues and Policies, 2004:27).

Avrupa Birliği (AB)’nin KOBİ tanımı çerçevesinde; AB’nin 1 Ocak 2005’te yürürlüğe giren KOBİ’ler çalışan kişi sayısı, yıllık ciroları veya bilanço büyüklüğü ve bağımsızlık kriterleri Tablo 1’de gösterilmiştir. (www.tepav.org.tr., E.T.: 08.09.2010).

Tablo 1: AB’de KOBİ Tanımı

KOBİ Tanımı Çalışan Say. Yıllık Ciro Bilanço

Mikro Ölçekli İşl. 10’dan az €2 milyon’a kadar €2 milyon’a kadar

Küçük Ölçekli İşl. 50’den az €10 milyon’a kadar €10 milyon’a kadar

Orta Ölçekli İşl. 250’den az €50 milyon’a kadar €43 milyon’a kadar

Kaynak: www.tepav.org.tr., E.T.: 08.09.2010

Türkiye’deki KOBİ tanımı, 18.11.2005 tarihli Resmi Gazete’de KOBİ’nin tanımı, nitelikleri, ve sınıflandırılması hakkında yönetmelik çerçevesinde Tablo 2’de verilmiştir(www.tepav.org.tr. E.T.: 08.09.2010).

Tablo 2: Türkiye’de KOBİ Tanımı

KOBİ Tanımı Çalışan Say. Yıllık Hâsılat veya Bilanço Top.

Mikro Ölçekli İşl. 10’dan az 1 milyon TL’ye kadar

Küçük Ölçekli İşl. 50’den az 5 milyon TL’ye kadar

Orta Ölçekli İşl. 250’den az 25 milyon TL’ye kadar

Kaynak: www.tepav.org.tr., E.T.: 08.09.2010

Bu konu hakkında tek bir tanıma ulaşmakta oldukça güçtür bunun en önemli nedeni ise kavramı belirleyen özelliklerin işletmenin yerine, zamana ve ortama göre değişmesidir (http://www.usak.org.tr., E.T.: 11.09.2010). Ülkemizde Küçük ve Orta Ölçekli Sanayi Geliştirme ve Destekleme İdaresi Başkanlığı (KOSGEB)’nın yaptığı tanım; “İmalat Sanayi sektöründe 1-50 arası işçi çalıştıran Sanayi İşletmeleri küçük sanayi işletmelerini; 51-150 arası işçi çalıştıran Sanayi İşletmeleri orta ölçekli sanayi işletmelerini ifade eder” şeklindedir (Tikici ve Diğerleri, 2009: 71). Hazırlanan yeni yönetmelikle KOBİ tanımı daha da genişlemiş ve buna bağlı olarak önceleri sadece imalat sanayini kapsayan KOBİ tanımı hizmet sektörünü, yerel medya kuruluşlarını ve küçük tarım işletmelerini de kapsayacak hale getirilmiştir(Darıcı ve Coşkun, 2010: 4).

Page 42: 2011 yılı 1-2. sayılar

34

Şekil 1: KOBİ’lerin Sektörler İtibariyle Görünümü

KOBİlerin Sektörlere göre Dağılımı

47%

15%2%9%

14%

5% 8%

Ticaret İmalat Sanayi

İnşaat Otel/Lokanta

Ulaştırma Sosyal Hizmetler

Diğer sektörler

Kaynak: www.tepav.org.tr., E.T.: 08.09.2010.

Yukarıdaki şekilde KOBİ’lerin sektörler veya iş kollarına göre dağılımı, pasta grafik aracılığı ile gösterilmiştir. Buna göre, en yüksek oran (%47) ticaret sektörüne en düşük oran ise inşaat sektörü (%2)’ne aittir. Bunun nedenleri arasında, KOBİ’lerin riski çok sevmemeleri, yatırımın hemen geri dönüşünün beklenmesi, çabuk kazanç sağlayacak bir sektör olarak görülmesi vb sayılabilir.

KOBİ’ler, değişen ve gelişen durumlara hızla uyum sağlayabilmeleri, esnek üretim yapısına sahip olmaları, bölgesel kalkınmaya katkı sağlamaları ve yöresel farklılıkları azaltmaları, yeni iş imkanları yaratarak istihdama önemli katkılarda bulunmaları vb. özellikleriyle ülkelerin ekonomik ve sosyal kalkınmalarında stratejik öneme sahiptirler (DPT, 2007: s.1).

Ülkemizde, KOBİ’lerin önemi giderek daha fazla anlaşılırken KOBİ destek politikalarının ve araçlarının istenilen düzeyde olmaması, yeterli kaynak ayrılamaması, sermaye birikiminin yetersizliği, genel iş ortamının elverişsiz olması, makroekonomik dalgalanmalara uyum sağlamakta yaşanan güçlükler, sürekli yüksek enflasyon oranları, yüksek vergi oranları, üretimde girdi maliyetlerinin yüksekliği, teknolojik gelişmelere ve yeniliklere ayak uydurmada yaşanan zorluklar, yeni ürün ve teknoloji üretmede yetersizlikler KOBİ’lerin, AB ve diğer gelişmiş ülkelerle rekabet edebilme gücünü olumsuz etkilemektedir (DPT, 2007: s.1).

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) 2008 yılı İş kayıtlarına göre, Türkiye’de Mikro Ölçekli (1-9) İşletme %95,7, Küçük Ölçekli İşletme (10-49) %3,7, Orta Ölçekli İşletme (50-249) %0,5 orana sahiptir. Yani, 1-249 kişi istihdam eden işletme oranı %99,9’dur. 250 ve yukarı kişi istihdam eden işletme ise 0,10 orana

Page 43: 2011 yılı 1-2. sayılar

35

sahiptir. 2008 yılı itibari ile toplam 3.452.763 işletme bulunmakta ve 3.449.795 işletme 1-249 kişi istihdam eden mikro, küçük ve orta büyüklükte işletmelerden oluşmakta ve sadece 2.965 işletme 250 ve yukarı kişi istihdam eden büyük işletme niteliğindedir (www.marka.org.tr., E.T.: 21.09.2010).

Küçük ve orta büyüklükteki ölçeklerine rağmen KOBİ’ler, ülke ekonomilerinde önemli bir paya sahiptir. KOBİ’lerin önemli bir paya sahip olmalarının nedenleri bu işletmelerin; büyük işletmelere göre daha az yatırımla daha çok üretim ve ürün çeşitliliği sağlama, istihdam imkânı yaratma, teknolojik yeniliklere yatkın olma, bölgeler arası dengeli kalkınmayı sağlama gibi özellikleriyle açıklanabilmektedir (KOSGEB, 2003: 1).

2. KOBİ’LERİN DIŞ TİCARETTE YERİ VE ÖNEMİ

Uluslararası ticaretin karşılıklı olarak her ülkeye yararlar sağlayacağı görüşü klasik iktisat öğretisine dayanmaktadır. Ülkeler arasındaki ilişkilerin geliştirilmesinde ticaretin etkisi son derece büyüktür. Ulusal sınırların kalkması yönünde çalışmaların arttığı günümüz dünyasında bölgesel ekonomik ilişkiler kalkınmanın temel taşlarını oluşturmaktadır (Kara, 2005: 61).

Dış ticaretin başlıca iki kalemini ihracat ve ithalat faaliyetleri oluşturmaktadır. İhracat yapma, ithalat yapmaya göre daha karmaşık ve zordur. Çünkü ihracat yapmak anlaşılması kolay yasal düzenleme, üretim fazlalığı ucuz maliyet, kaliteli ürün, ürünün yurtdışı talep esnekliği modern pazarlama ve tanıtım ağı, bilgi, deneyim, sermaye, yabancı dil bilen yetişmiş personel ve etkin bir yönetim organizasyon gerektirmektedir. İthalat yapmak için ise, yukarda belirtilen aşamaların pek çoğuna gerek kalmadan yurtdışından yapılan firma tekliflerini değerlendirmek ve bedelini ödemek suretiyle, işlemleri ihracata göre daha kolayca yapabilmektedir (Kızılay, 2009: 22).

Prosedür bakımından yukarıda özetlenen zorluklarına rağmen; geleneksel politik iktisat yaklaşımının 20.yüzyıl başlarına kadar gelen tarihi serüveni boyunca ihracat, makro ekonomik dengesizlikleri gideren önemli bir araç olarak kullanılmıştır. Bu durum, hem mono metalist hem de Bretton Woods sonrası dönemlerde önemini korumuştur. Ancak 1970’lerde yaşanan petrol ve dolar şokları ile 1980’lerde uluslararası sermaye pazarlarının liberalleşmesi sonrasında, ihracata bakış açısının değiştiği söylenebilir. Ekonomik bakımdan 1970 sonrası dönemin iki lokomotif ülkesi konumunda olan A.B.D. ve Japonya’nın yaşadığı tecrübeler, sermaye piyasalarının önlenemeyen yükselişi sonucunu tüm çıplaklığı ile gözlerimizin önüne sermektedir. Petrol ithalatçısı konumunda olan A.B.D., bütçe açıklarını giderebilmek için mecburen sermaye piyasalarına yönelmiştir. Marris gibi dönemin önde gelen iktisatçıları; Japonya’nın yüksek ihracat tutarlarını dikkate alarak, A.B.D.’nin Japonya ile rekabet edemeyeceğini öngörmüşlerdir. 1990’lı yılların başlarında Clinton

Page 44: 2011 yılı 1-2. sayılar

36

başkanlığındaki Amerikan ekonomisi; bankacılık sektöründe yaşanan yüksek küresel riski, Japonya’ya göre çok daha hafif atlatmayı başarmıştır (Jones, 63: 2009).

Dünya ekonomisinin küreselleşme ile ulaştığı tek ve büyük bir pazara dönüşme aşaması, öncelikle kendisini, kurulan Gümrük Birlikleri, Serbest Ticaret Bölgeleri ve Bölgesel Ekonomik İşbirliğiyle göstermiştir. Hızlı büyüme, riskleri azaltma, pazar payını artırma ve coğrafi genişleme zorunluluğu altında; işbirliği, ittifak ve rekabet kavramları 1980’den itibaren dışa açık ve ihracata dayalı büyümeyi hedeflemiş olan ülkemizde de vazgeçilmez unsurlar haline gelmiştir. Döviz kurları, faiz hadleri ve dış ticareti belirleyen etkenlerin, serbest piyasa kuralları çerçevesinde belirlenmesi, gelişmekte olan ülkelerin ekonomik yapılarını da zorlamış ve sanayinin yeni tip organizasyonlara yönelmesine yol açmıştır (Öz ve Yılmaz, 16-17: 2007).

Modern ekonomilerde dış ticarette rekabet edebilmenin asli unsurlarından birisi; belki de en önemlisi, inovasyona dayalı patent geliştirmektir. Acs ve Audretsch tarafından 1988 yılında yapılan araştırmada, üretim oranı ile patent miktarları arasındaki korelasyon analiz edilmiştir. Buna göre korelasyon katsayısı, KOBİ’lerde çok yüksek çıkmıştır. Büyük firmaların inovasyonda KOBİ’lere göre başarısız olduğu söylenebilir (Acs et al., 1997:8).

Dokuzuncu Kalkınma Planı KOBİ Özel İhtisas Raporu’nda Teknoloji ve yeniliklere ilişkin şunlar söylenmektedir; “4691 sayılı Teknoloji Geliştirme Bölgeleri Kanununa istinaden, teknoloji transferine yardımcı olmak, yüksek ve ileri teknoloji sağlayacak yabancı sermayenin ülkeye girişini teşvik edici teknolojik altyapıyı ve insan kaynağını oluşturmak, bilgi ve teknoloji tabanlı, yenilikçi KOBİ’lerin kurulmasını sağlamak amacıyla, 20 adet Teknoloji Geliştirme Bölgesi (TGB) kuruluş süreci başlamıştır. Halen, TGB’lerde 500’e yakın işletme Ar-Ge çalışması yapmaktadır. Plan döneminde, hem TGB’lerin sayısının hem de TGB’lerde Ar-Ge çalışması yaparak desteklenen KOBİ’lerin sayısında önemli artış olması beklenmektedir” (DPT, 2002: s.7).

Dünyada gerçekleştirilen toplam ihracat içinde KOBİ’lerin payı, 1990’lı yılların başlarına kadar düşük seviyelerde seyretmiştir. 1990’lı yıllarla birlikte küreselleşme süreci hızlanmıştır. Bu süreci sağlıklı bir çerçeve içinde geliştirebilmek amacıyla, Dünya Bankası tarafından yapısal uyum programları gerçekleştirilmiştir. Bu programlar, genelde KOBİ’leri ilgilendiren ekonomik reformlardan oluşmuştur. Böylece KOBİ’lerin toplam ihracat içindeki paylarında, küreselleşme öncesi döneme göre iyileşme olduğu söylenebilir (Cook ve Nixson, 5: 2000).

Page 45: 2011 yılı 1-2. sayılar

37

Tablo 3. Türkiye’de KOBİ’lerin İhracatı

Çalışan Sayısı İşletme Sayısı İhracat Tutarı ($)

1-150 10.179 8.289.120.000

151-250 15 94.880.000

1-250 10.184 8.384.549.000

Kaynak: DPT, 2007: s.11

Yukarıdaki tablo incelendiğinde, 2004 yılı için toplam ihracat yaklaşık 68 milyar $ civarındadır. Buna göre, KOBİ’lerin toplam ihracattaki payı yaklaşık %23’tür. Bu rakam dış ticaret açısından bakıldığında KOBİ’lerin ne kadar az ihracat yaptığını gözler önüne sermesi bakımından önemlidir.

KOBİ’ler, ihracat yaparken ortaya çıkan bazı sorunları şu şekilde belirtebiliriz (Kızılay, 25-26: 2009);

• Üründen kaynaklanan sorunlar,

• Fiyatlarla ilgili sorunlar,

• Dağıtım sorunları,

• Tanıtım,

• İhracatın finansmanı,

• İhracat elemanları,

• İhracat mevzuatı.

2000 yılında Alman Kalkınma Enstitüsü tarafından; gelişmekte olan ülkelerde yapılan bir araştırmada, Ulusaşırı şirketler ile KOBİ’ler arasında kurulan bağlantılar analiz edilmiştir. Bu bağlantılar sayesinde, yukarıda isimleri zikredilen sorunların büyük kısmının başarıyla üstesinden gelindiği tespit edilmiştir. Bu başarı, imalat sanayinin üç farklı sektöründe daha çok ön plana çıkmıştır. Bu sektörler; elektronik donanım, otomotiv ve giyim endüstrileridir (Altenburg, 9: 2000).

3. SINIR TİCARETİ YAPAN KÜÇÜK ÖLÇEKLİ FİRMALARIN SOSYO-EKONOMİK ÖZELLİKLERİ

Küçük ölçekli işletmelerin genel yapısı hemen hemen tüm sektörler için birbirine benzerlik göstermektedir. Ölçeklerinin küçük olması, az kişi çalıştırması, sermaye miktarlarının sınırlı olması, kazançlarının büyük miktarlarda olmaması vb özellikler KOBİ’lerin genel karakteristiğidir.

Page 46: 2011 yılı 1-2. sayılar

38

Sınır Ticareti yapan işletmelerin de özellikleri KOBİ’lerin sosyo-ekonomik yapısına benzemektedir. Sınır Ticareti yapan işletmelerin özelliklerine sosyo-ekonomik açıdan yaklaşıldığında, sermaye miktarlarının azlığı ilk sıralarda yer almaktadır. Ardından öz varlıklarının yetersizliği gelmekte ve bu da kredi bulma zorunluluğunu beraberinde getirmektedir. Bu hususla ilgili olarak Gelir İdaresi Başkanlığının hazırlamış olduğu Kayıtdışı Ekonomiyle Mücadele Stratejisi Eylem Planı (2008-2010)’nda “Türkiye’de yerleşik KOBİ’lerin banka finansmanına erişimleri son derece kısıtlıdır. Bu durum, bir taraftan KOBİ’lerin ayakta kalabilmesi için fason üretim yapan işletmelere dönüşmelerine; diğer taraftan da bazı faaliyetlerini kayıt dışı alanlara kaydırmasına ya da gelirlerinin bir kısmını beyan dışı bırakarak daha az vergi ödemelerine yol açmaktadır” denilmektedir (Gelir İdaresi Başkanlığı, 2009: s. 13).

Strengths, Weaknesses, Opportunities, and Threats (SWOT) analizinde, Dokuzuncu Kalkınma Planı KOBİ Özel İhtisas Raporunda Güçlü, Zayıf, Fırsatlar ve Tehditler (GZFT) olarak, KOBİ’lerin sorun alanları (DPT, 2007: s.40-41);

• Aile İşletmeciliği, Profesyonel Yönetim ve Kurumsal Yönetim

• Devletin KOBİ Politikası

• Finansman ve Devlet Yardımları

• Pazarlama

• Teknoloji ve Yenilikçilik, şeklinde ortaya konmuştur.

4. CİZRE’DE SINIR TİCARETİ YAPAN FİRMA SAHİPLERİNİN SOSYO-EKONOMİK DURUMLARINA YÖNELİK ANKET UYGULAMASI: AMAÇ, KAPSAM VE YÖNTEM

Cizre’de sınır ticaretiyle uğraşan firma sahiplerinin sosyo-ekonomik durumlarının ortaya çıkarılması amacına yönelik yapılan anket uygulaması ve sonuçları aşağıda açıklanarak değerlendirilmesi yapılmıştır.

4.1. Araştırmanın Amacı ve Önemi

Bu çalışmada, Cizre’de sınır ticareti yapan firma sahiplerinin 2010 yılı ilk yarısı itibariyle sosyo-ekonomik durumlarının ortaya konulması amacıyla yapılan anket uygulaması ve sonuçları, elde edilen veriler ışığında yorumlanmıştır.

4.2. Anket Uygulamasının Örneklem Kitlesi

Bu anket uygulamasında 2010 yılı ilk yarısı itibariyle Şırnak ilinin Cizre ilçesinde kömür üretimi alanında faaliyet gösteren toplam 38 firmaya ulaşılarak anket uygulamasına katılımları sağlanmıştır.

Page 47: 2011 yılı 1-2. sayılar

39

4.3. Araştırmanın Yöntemi

Bu çalışmada, anket çalışmalarında sürekli olarak değişkenlerin geçmişteki belli bir zaman dilimindeki değişiklikleri gösteren zaman serisi ile firmaların belli bir andaki verilerinin gözlemlenen durumlarını ortaya koyan yatay kesit verileri (Uygur, 2001: s. 102) kullanılarak, 2010 yılı başı itibariyle firma sahiplerinin sosyo-ekonomik durumları değerlendirilmiştir.

4.4. Anket Uygulaması Aşamaları ve Analizi

Cizre’de sınır ticareti alanında faaliyet gösteren firma sahiplerinin sosyo-ekonomik durumlarını açıklamaya yönelik bu anket çalışmasının amacı, önemi, kapsamı, nasıl doldurulacağı firma sahiplerine 2010 yılı Mayıs ayında izah edilmiş ve Temmuz ayında söz konusu anketin doldurulmuş vaziyette geri alınacağı belirtilmiştir. Anket formlarında bilgiler MS Office Excel programına aktarılmış, sonra Statistical Package for Social Sciences 15.0 programı (SPSS-Sosyal Bilimler İstatistik Paketi) kullanılarak analizi yapılmıştır. Çözümleme tekniği olarak, frekans tabloları, çapraz tablolar, grafikler, bağımsız örneklem t testi, ki kare testi kullanılmıştır. İki farklı grubun karşılaştırılmasında bağımsız örneklem t testi kullanılarak anlamlı fark olup olmadığı tespit edilmiştir. İki değişken arasında ilişki olup olmadığını belirlemek amacıyla ki kare testinden yararlanılmıştır.

4.5. Güvenirlik Analizi

Anket sorularına ilişkin yapılan güvenirlik analizi sonucunda Cronbach’s Alpha değeri 0,730 olarak hesaplanmıştır. Söz konusu değere bakıldığında anket soruları güvenilir olduğu söylenebilir. Ayrıca, güvenirlik değerini azaltan herhangi bir soru da bulunmamaktadır.

5. ANKET SONUÇLARININ DEĞERLENDİRİLMESİ

Cizre’de faaliyet gösteren firma sahiplerinin sosyo-ekonomik durumlarının ortaya konulması amacıyla yapılan anket çalışması sonuçları, elde edilen veriler ışığında incelenerek analizi yapılmıştır.

5.1. Anket Uygulamasına Katılımın Değerlendirilmesi

2010 yılı ilk yarısı itibariyle Cizre’de sınır ticaretiyle uğraşan 38 firmanın anket uygulamasına katılımları sağlanmıştır. Bu firmalardan bazıları bu tür anket uygulamalarını, kendilerine ekonomik anlamda bir fayda sağlamayacağı ve ticari bilgilerini vermek istememeleri düşüncesiyle sıcak karşılamamışlar, ancak araştırmanın niteliği, kapsamı ve amacı anlatıldıktan sonra anketi doldurmayı kabul etmişlerdir.

Page 48: 2011 yılı 1-2. sayılar

40

5.2. Firma Sahipleri’nin Yaş Gruplarına Göre Dağılımı

Cizre’de sınır ticaretiyle uğraşan firmaların sahiplerinin yaşları itibariyle elde edilen veriler aşağıdaki Tablo’da gösterilmektedir.

Tablo 4. Firma Sahiplerinin Yaş Gruplarına Göre Durumu

Firma Sahiplerinin Yaşı Firma Sayısı %

20-29 2 5,3

30-39 23 60,5

40-49 10 26,3

50-59 3 7,9

Toplam 38 100,0

Tablo 4 incelendiğinde, 20-29 yaş grubunun (sadece 2) en az olması, genç girişimcilik anlayışının henüz olmadığını göstermesi bakımından önemlidir. Bu sonuç aynı zamanda ülkemizin de içinde bulunduğu üniversite okuma yaşı aralığında olduğundan, teorik çalışmanın yapıldığı ancak pratik uygulamanın azınlıkta olduğu bir dönemi yansıtmaktadır. Ülkemizde genç işsizliği önleyebilmek için bu yaş grubuna yönelik girişimci eğitimlerinin aksatılmadan verilmesi ve kendi işyerlerini açmaları özendirilmelidir. Yaşları 30-49 arası olan işyeri sahiplerinin oranı %86,8 dir. Bu oran orta yaş çalışma grubunu temsil etmekte olduğundan normal görünmekte ancak, elli yaş ve üzeri firma sahibi kişilerin az olması yıpranma, erken emeklilik tercihi, işyerini devretme gibi seçenekleri akla getirmektedir.

5.3. Firma Sahipleri’nin Memleketlerine Göre Dağılımı

Cizre’de sınır ticaretiyle uğraşan firmaların sahiplerinin memleketleri itibariyle elde edilen veriler aşağıdaki Tablo’da gösterilmektedir.

Tablo 5. Firma Sahiplerinin Memleketlerine Göre Dağılımı Memleket

Firma Sayısı %

Şırnak 33 86,9

Şırnak Dışı 5 13,1

Toplam 38 100,0

Tablo 5’te görüldüğü gibi sınır ticaretiyle uğraşan firma sahiplerinin 33’ünün (% 86,9) Cizre’li (Şırnak) ve sadece 5’inin (%16,7) değişik şehirlerden olması, işadamlarının kendi memleketlerinde ekonomik faaliyetlerini sürdürmeleri ve istihdam sağlamaları açısından olumlu bir yaklaşım şeklinde değerlendirilebilir. Ancak sınır ticaretiyle uğraşan işadamlarının çoğunluğunun Cizrelilerle sınırlı kalması ve burada faaliyet gösteren işadamlarının sayısı ile çeşitliliğinin

Page 49: 2011 yılı 1-2. sayılar

41

artırılamaması, Cizre’nin, Habur Gümrük Kapısı’nın ve Irakla yapılan/yapılacak karşılıklı ekonomik alış verişin başta bölge halkı olmak üzere ülke ekonomisine yapacağı katkının (üretim, ihracat, ithalat, istihdam) öneminin kavranılamadığını göstermektedir. Bu konuda başta Cizre Ticaret ve Sanayi Odası olmak üzere tüm kamu ve sivil toplum kuruluşlarına önemli görevler düşmekte ve Cizre’nin ekonomik, tarihi ve kültürel özellikleri, önemi ulusal ve uluslararası arenada tanıtılmalıdır. Ayrıca, olumsuz yatırım koşullarının (terör, altyapı, uzmanlaşmış eleman eksikliği vb) burada söz konusu olmasından dolayı bu durumun ortaya çıkması olağan görünmektedir.

5.4. Firmaların Hukuki Niteliklerine Göre Dağılımı

Cizre’de sınır ticaretiyle uğraşan firmaların hukuki nitelikleri itibariyle elde edilen veriler aşağıdaki Tablo’da gösterilmiştir.

Tablo 6: Firmaların Hukuki Niteliklerine Göre Dağılımı Hukuki Nitelik Firma Sayısı %

Anonim Şirket 1 2,6

Limited Şirket 37 97,4

Toplam 38 100,0

Cizre’de sınır ticaretiyle uğraşan firmaların 37 tanesi (% 97,4) Limitet Şirket, geri kalan 1 tanesi ise (% 2,6) anonim şirket olarak faaliyet göstermektedirler. Sınır ticaretiyle uğraşan firmaların tamamının şirket şeklinde faaliyetlerini sürdürmeleri, kurumsallaşmada önemli bir aşama içinde olduklarını göstermekte ise de bu olguyu, firmaların vergisel kolaylıklar sağlaması, ihalelere girebilmedeki sağladığı kolaylıklar, ticari ilişkilerde muhatapları tarafından daha ciddiye alınmaları ve şirket şeklinde faaliyet göstermenin firmalarının imajını artıracağına olan düşünceyle açıklamak mümkündür.

5.5. Firma Sahiplerinin Eğitim Düzeylerine Göre Dağılımı

Cizre’de sınır ticaretiyle uğraşan firma sahiplerinin eğitim düzeyleri itibariyle elde edilen veriler aşağıdaki Tablo’da gösterilmiştir.

Tablo 7: Firma Sahiplerinin Firmalarını Kurma Türüne Göre Dağılımı Eğitim Düzeyi Firma Sayısı %

Üniversite 4 10,5

MYO 3 7,9

Düz Lise 16 42,2

Ortaokul 4 10,5

İlkokul 11 28,9

Toplam 38 100,0

Page 50: 2011 yılı 1-2. sayılar

42

Tabloda görüldüğü gibi Cizre’de sınır ticaretiyle uğraşan firma sahipleri eğitim düzeyleri ile ilgili soruya firmaların 7’si (% 18,4) lisans veya ön lisans mezunu, 31’i ise (% 81,6) ilkokul, ortaöğrenim ve lise mezunu şeklinde cevaplamışlardır. Yüksek okullaşma oranındaki düşüklüğün bir sonucu olarak, dış ticarette ve sınır ticaretinde mevzuat değişikliklerinin anlaşılıp hemen hayata geçirilmesi imkanlarının sınırlı kalması ile de birebir etkili olduğu düşünülmektedir. Dünyanın adeta büyük bir köy haline geldiği, herkesin herkesle her alanda rekabet içinde olduğu günümüzde, Cizre’de sınır ticareti alanında faaliyetlerini sürdüren her beş firma sahibinden dördünün orta öğrenim üzerinde bir eğitim almaması, dünyadaki gelişmelerin takip edilebilmesi açısından vizyon ve misyonlarının uluslararası çapta geniş düşünülememesi şeklinde bir yorum, haklı olarak çıkarılabilir. Üniversite ve dengi okullar açısından okullaşma oranlarının düşüklüğü sosyal açıdan okula gitme ve yüksek düzeyde bir okuldan mezun olma bilincinin yerleşmemesi, işyerlerinde genç ve eğitimsiz kişilerin çalıştırılması sonucunu ortaya çıkarmıştır. Acilen, yüksek öğrenim gören elemanların firmalarda çalıştırılmaları gereklidir. Bununla birlikte sivil toplum kuruluşları, işadamlarının dünyaya bakış perspektiflerini geliştirecek ve ekonomik açıdan gelişimlerini hızlandıracak pazarlama, finansman, yabancı dil, dış ticaret gibi konularda ücretsiz seminerler düzenlemeli ve firma sahiplerinin düşünce ufuklarını genişletecek bu ve benzeri faaliyetlere yönelmeleri gerekmektedir.

5.6. Firma Sahiplerinin Yabancı Dil Bilmelerine Göre Dağılımı

Cizre’de sınır ticaretiyle uğraşan firmaların sahiplerinin yabancı dil bilmesi itibariyle elde edilen veriler aşağıdaki Tablo’da gösterilmektedir.

Tablo 8: Firma Sahiplerinin Yabancı Dil Bilmelerine Göre Dağılımı

Cevap Firma Sayısı

% Yabancı Dil Firma Sayısı

%

Evet 9 23,6 İngilizce 2 22,2

Hayır 29 76,4 Diğer 7 77,8

Toplam 38 100,0 Toplam 9 100,0

Cizre’de sınır ticaretiyle uğraşan firma sahipleri, yabancı dil bilmeleri açısından incelendiğinde firma sahiplerinin 29 tanesinin (% 76,4) yabancı dil bilmediği ve sadece 9 firma sahibinin (% 23,6) yabancı dil bildiği sonucu ortaya çıkmıştır. Bu verilere göre sınır ticaretiyle uğraşan firmaların ilk bakışta sadece yerel ölçek bazında faaliyet gösterdiklerini, ulusal ve uluslararası piyasalara yönelik ticari girişimlerde bulunma gibi ciddi boyutta bir düşüncelerinin olmadığı sonucuna varılabilir. Ancak bilinen yabancı dillerle ilgili soruya firma sahipleri İngilizce ve diğer diller olarak ta Arapça şeklinde cevap vermişlerdir. Sınır ticareti yapan firmalar tarafından sınır ticaretiyle ilgili belgelerin

Page 51: 2011 yılı 1-2. sayılar

43

doldurulmasında genellikle İngilizce, Arapça ve Türkçe kullanılmaktadır. Bununla birlikte karşılıklı ticari ilişkilerde, ürünlerin anlaşma aşamasına alım satımına kadarki süreçte, hem Cizreli hem de Iraklı işadamları tarafından halkın kullandığı yerel dil olan Kürtçe kullanılmaktadır. Firmaları sadece halkın kullandığı yerel dil olan Kürtçeye bağımlı kalmaktan kurtarmak ve dünya pazarlarında rekabet gücünü artırmak için Cizre Ticaret ve Sanayi Odası, ücretsiz olmak koşuluyla firma sahipleri başta olmak üzere çalışan kesimi de kapsayacak şekilde bölgenin durumunu da göz önüne alarak öncelikle İngilizce olmak üzere Arapça kursları düzenlemeli, karşılıklı menfaat ilişkileri çerçevesinde sınır ticaretinin geliştirilmesi sağlanmalıdır.

5.7. Firmaların Karşılıklı İktisadi Değişkenlerle İlgili Veriler ve Sonuçları

Cizre’de sınır ticaretiyle uğraşan firmaların ve firma sahiplerinin bazı ekonomik yaklaşımları itibariyle verdikleri yanıtlara göre elde edilen veriler aşağıda gösterilmiştir.

Tablo 9: İktisadi Değişkenler Arasındaki İlişkiler

Değişkenler Arasında Karşılıklı Bağlantılar

Ki-Kare Değeri-

Serbestlik Derecesi/ Sd

Anlamlılık Değeri/ Asymp. Sig. 2-sided-p)

Firmanın Hukuki Niteliği/ Firmanın Faaliyet Süresi

7, 368 11 0,439 > 0.05

Firmanın Hukuki Niteliği/ Ar-GE Yatırımı Yapılması

3,565 3 0,348 > 0.05

Firmanın Hukuki Niteliği/Kalite Belgelerine Sahip Olması

1,782 2 0,462 > 0.05

Firmanın Hukuki Niteliği/ Ulusal Fuarlara Katılım

1,332 2 0,415> 0.05

Firmanın Hukuki Niteliği/ Firmaların Personel Çıkarımı

0,028 1 0,822 > 0.05

Firmanın Hukuki Niteliği/ Firmaların Yabancı Ortalığa Bakışları

3,245 3 0,354> 0.05

Firmanın Hukuki Niteliği/ Ulusal Fuarlara Gezi, Stand Bazında Katılım

1,379 1 0,240 > 0.05

Firmanın Hukuki Niteliği/ Firmaların Yurtiçi Teşviklerden Faydalanmaları

0,852 1 0,340 > 0.05

Page 52: 2011 yılı 1-2. sayılar

44

Değişkenler Arasında Karşılıklı Bağlantılar

Ki-Kare Değeri-

Serbestlik Derecesi/ Sd

Anlamlılık Değeri/ Asymp. Sig. 2-sided-p)

Firma Sahiplerini Eğitim Durumu/Personel Çıkartılması

2,758 4 0,453 > 0.05

Firma Sahiplerinin Eğitim Durumu/Küresel Krizden Etkilenmeleri

9,894 8 0,243 > 0.05

Firma Sahiplerinin Eğitim Durumu/Üniversite Mezunlarının Yeterlilik Düzeyleri

3,478 4 0,442 > 0.05

Firma Sahiplerinin Eğitim Durumu/Kalite Belgelerine Sahip Olmaları

3,196 4 0,412 > 0.05

Firma Sahiplerinin Eğitim Durumu/Kalite Belgelerine Sahip Olmaları

7,985 9 0,324 > 0.05

Firma Sahiplerinin Eğitim Durumu/Ticaret ve Sanayi Odası Çalışmalarından Memnuniyetlik

10,214 8 0,265 > 0.05

Firma Sahiplerinin Eğitim Durumu/Hizmetiçi Eğitim Faaliyetinin Yapılması

1,394 4 0,001 < 0.05

Firma Sahiplerinin Eğitim Durumu/Ar-Ge Yatırımı Yapılması

19,405 4 0,001 < 0.05

Firmanın Hukuki Niteliği/ Firmaların Yabancı Ortalığının Olması

Yabancı Ortaklığı Olan Firma Bulunmamaktadır

Firmanın Hukuki Niteliği/ Firmaların Yurtdışı Teşviklerden Faydalanmaları

Yurtdışı Teşviklerden Faydalanan Firma Bulunmamaktadır

Firmanın Hukuki Niteliği/ Üniversite-Sanayi İşbirliğinin Yeterliliği

Üniversite-Sanayi İşbirliğinin Yeterliliğini Belirten Firma Bulunmamaktadır.

Tablo 9’a göre firma sahiplerinin eğitim durumu ile Hizmet içi eğitim faaliyeti ve Ar-Ge yatırımı yapması dışındaki tüm değişkenler arasında ilişkiler anlamlılık düzeyinde çıkmamıştır. Bu verilerden anlaşılacağı gibi firma

Page 53: 2011 yılı 1-2. sayılar

45

sahiplerinin eğitim düzeyleri ve firmalarının hukuki nitelikleri ile çeşitli ekonomik ve kültürel açılardan anlamlı ilişkinin ortaya çıkmaması, sınır ticaretiyle uğraşan firmaların ve sahiplerinin önemli sorunlarının bulunduğunu göstermektedir. Bu veriler bize firma sahiplerinin ekonomik faaliyetlerini geliştirecek, büyümelerini hızlarını artıracak, sorunlarını kısa sürede çözüme kavuşturacak kısaca firma sahiplerinin vizyonunu genişletecek çalışmaların bu zamana kadar yapılmadığını göstermektedir. Bu eksiği gidermede temel görev; firma sahiplerinin hem kültürel ve sosyal açıdan dünya görüşünü (vizyon, misyon) genişletmek hem de ekonomik açıdan daha hızlı gelişmelerinin sağlanması için seminer, panel ve konferanslar organize etmek suretiyle, Cizre Ticaret ve Sanayi Odasına düşmektedir. Bu noktada başarılı olunması, firmaların dünya ile kısa sürede ekonomik olarak entegre olmasını sağlayacaktır. Firmaların büyümeleri daha fazla üretim ve istihdam demek olduğundan, başta terör olmak üzere Cizre’nin olumsuz imajının silinmesiyle Cizre’nin ekonomi ve sosyo-ekonomik açıdan kısa sürede gelişmesinin paralel olduğu kabul edilen bir olgudur.

SONUÇ VE ÖNERİLER

Bu çalışmada, Cizre ilinde faaliyet gösteren ve sınır ticareti yapan işletmelerin sosyo-ekonomik durumları analiz edilmiştir. 38 adet firmaya uygulanan anketlerin sonuçları aşağıda verilmiştir;

Firma sahiplerinin yaş gruplarına göre dağılımına bakıldığında, 20-29 yaş grubunun (sadece 2) en az olması, genç girişimcilik anlayışının henüz olmadığını göstermesi bakımından önemlidir. Bu sonuç aynı zamanda ülkemizin de içinde bulunduğu üniversite okuma yaşı aralığında olduğundan, teorik çalışmanın yapıldığı ancak pratik uygulamanın azınlıkta olduğu bir dönemi yansıtmaktadır. Ülkemizde genç işsizliği önleyebilmek için bu yaş grubuna yönelik girişimci eğitimlerinin aksatılmadan verilmesi ve kendi işyerlerini açmaları özendirilmelidir.

Sınır ticaretiyle uğraşan firma sahiplerinin nereli oldukları ile ilgili soruya 33 kişi (% 86,9) Cizre’li (Şırnak) ve sadece 5 kişi ise (%16,7) diğer şehir cevabını vermiştir. şehirlerden olduğu görülmektedir. Bu bağlamda, sınır ticaretiyle uğraşan işadamlarının çoğunluğunun Cizrelilerle sınırlı kalması ve burada faaliyet gösteren işadamlarının sayısı ile çeşitliliğinin artırılamaması, Cizre’nin, Habur Gümrük Kapısı’nın ve Irakla yapılan/yapılacak karşılıklı ekonomik alış verişin başta bölge halkı olmak üzere ülke ekonomisine yapacağı katkının (üretim, ihracat, ithalat, istihdam) öneminin kavranılamadığını göstermektedir. Bu konuda başta Cizre Ticaret ve Sanayi Odası olmak üzere tüm kamu ve sivil toplum kuruluşlarına önemli görevler düşmekte ve Cizre’nin ekonomik, tarihi ve ekonomik özellikleri, önemi ulusal ve uluslararası arenada tanıtılmalıdır.

Page 54: 2011 yılı 1-2. sayılar

46

Cizre’de sınır ticaretiyle uğraşan firmaların 37 tanesi (% 97,4) Limitet Şirket, geri kalan 1 tanesi ise (% 2,6) anonim şirket olduğu görülmektedir. Sınır ticaretiyle uğraşan firmaların tamamının şirket şeklinde faaliyetlerini sürdürmeleri, kurumsallaşmada önemli bir aşama içinde olduklarını göstermekte ise de bu olguyu, firmaların vergisel kolaylıklar sağlaması, ihalelere girebilmedeki sağladığı kolaylıklar, ticari ilişkilerde muhatapları tarafından daha ciddiye alınmaları ve şirket şeklinde faaliyet göstermenin firmalarının imajını artıracağına olan düşünceyle açıklamak mümkündür.

Cizre’de sınır ticaretiyle uğraşan firma sahipleri eğitim düzeyleri ile ilgili soruya firmaların 7’si (% 18,4) lisans veya ön lisans mezunu, 31’i ise (% 81,6) ilkokul, ortaöğrenim ve lise mezunu şeklinde cevaplamışlardır. Yüksek okullaşma oranındaki düşüklüğün bir sonucu olarak, dış ticarette ve sınır ticaretinde mevzuat değişikliklerinin anlaşılıp hemen hayata geçirilmesi imkanlarının sınırlı kalması ile de birebir etkili olduğu düşünülmektedir. Üniversite ve dengi okullar açısından okullaşma oranlarının düşüklüğü sosyal açıdan okula gitme ve yüksek düzeyde bir okuldan mezun olma bilincinin yerleşmemesi, işyerlerini genç ve eğitimsiz kişilerin yer alması sonucunu ortaya çıkarmıştır. Acilen bu bilinci aşılamak için, sivil toplum kuruluşları, işadamlarının dünyaya bakış perspektiflerini geliştirecek ve ekonomik açıdan gelişimlerini hızlandıracak pazarlama, finansman, yabancı dil, dış ticaret gibi konularda ücretsiz seminerler düzenlemeli ve firma sahiplerinin düşünce ufuklarını genişletecek bu ve benzeri faaliyetlere yönelmeleri gerekmektedir.

Cizre’de sınır ticaretiyle uğraşan firma sahipleri, yabancı dil bilmeleri açısından incelendiğinde firma sahiplerinin 29 tanesinin (% 76,4) yabancı dil bilmediği ve sadece 9 firma sahibinin (% 23,6) yabancı dil bildiği sonucu ortaya çıkmıştır. Bu verilere göre sınır ticaretiyle uğraşan firmaların ilk bakışta sadece yerel ölçek bazında faaliyet gösterdiklerini, ulusal ve uluslararası piyasalara yönelik ticari girişimlerde bulunma gibi ciddi boyutta bir düşüncelerinin olmadığı sonucuna varılabilir. Ancak bilinen yabancı dillerle ilgili soruya firma sahipleri İngilizce ve diğer diller olarak ta Arapça şeklinde cevap vermişlerdir. Sınır ticareti yapan firmalar tarafından sınır ticaretiyle ilgili belgelerin doldurulmasında genellikle İngilizce, Arapça ve Türkçe kullanılmaktadır. Bununla birlikte karşılıklı ticari ilişkilerde, ürünlerin anlaşma aşamasına alım satımına kadarki süreçte, hem Cizreli hem de Iraklı işadamları tarafından halkın kullandığı yerel dil olan Kürtçe kullanılmaktadır. Firmaları sadece halkın kullandığı yerel dil olan Kürtçeye bağımlı kalmaktan kurtarmak ve dünya pazarlarında rekabet gücünü artırmak için Cizre Ticaret ve Sanayi Odası, ücretsiz olmak koşuluyla firma sahipleri başta olmak üzere çalışan kesimi de kapsayacak şekilde bölgenin durumunu da göz önüne alarak öncelikle İngilizce olmak üzere Arapça kursları düzenlemeli, karşılıklı menfaat ilişkileri çerçevesinde sınır ticaretinin geliştirilmesi sağlanmalıdır.

Page 55: 2011 yılı 1-2. sayılar

47

Cizre’de faaliyet gösteren, küçük ölçekli sınır ticareti firmaları, yapısı itibariyle tipik KOBİ niteliğine haiz işletmelerden oluşmaktadır. KOBİ’lere ilişkin sorunlar büyük ölçüde Cizre’deki firmalar için de söz konusudur. Bu sorunların çözümü için toplum bilinçlendirilmelidir. Bu yöreye has KOBİ ofisleri açılmalı ve tanıtım-bilinçlendirme faaliyetleri başlatılmalıdır. Ofislerin açılması ile birlikte değişen ve gelişen durumlara daha çabuk uyum sağlamak mümkün olacaktır.

YARARLANILAN KAYNAKLAR

KİTAPLAR

TİKİCİ, M. ve Diğerleri (2009), Girişimcilik ve Küçük İşletmeler, 1. Basım, Ankara, Nobel Yayınları.

UYGUR, E.,(2001) Ekonometri Yöntem ve Uygulama, Ankara, İmaj Yayıncılık.

DERGİLER

ACS, Zoltan J. et al. (1997), “The Internationalization of Small and Medium-Sized Enterprises: A Policy Perspective”, Small Business Economics 9, Kluwer Academic Publishers, The Netherlands. (pp.7-20)

ALTENBURG, Tilman. (2000), Linkages and Spill-overs between Transnational Corporations and Small and Medium-Sized Enterprises in Developing Countries – Opportunities and Policies, German Development Institute, Reports and Working Papers 5/2000, Berlin.

COOK, Paul and Frederick NİXSON. (2000), Finance and Small and Medium-Sized Enterprise Development, Working Paper Series (Paper No 14), Institute for Development Policy and Management, University of Manchester, Manchester.(P.14)

JONES, Erik. (2009), “Shifting the Focus: The New Political Economy of Global Macroeconomic Imbalances”, SAIS Review vol. XXIX no.2 (Summer-Fall 2009), The Johns Hopkins University Press, Bologna, Italy (pp.61-73)

KARA, Mehmet, (2005), Ekonomik Etkileri Açısından Türkiye’deki Sınır Ticaretinin Değerlendirilmesi, Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Cilt, Sayı:3, İzmir, 2005

Page 56: 2011 yılı 1-2. sayılar

48

ORGANISATION FOR ECONOMIC CO-OPERATION AND DEVELOPMENT (OECD). (2004), Small and Medium-Sized Enterprises in Turkey (Issues and Policies), OECD Publications, Paris, France.

İNTERNET

ÖZ E. ve YILMAZ B. http://www.ceis.org.tr/dergiDocs/makale 228.pdf. E.T. 20.10.2010. KOBİ’lerin Dış Ticarete Açılımında Dış Ticaret Şirketlerin Rolü. www.ceis.org.tr

Devlet Planlama Teşkilatı (DPT). http://plan9.dpt.gov.tr/oik14_kobi/ kobi.pdf, E.T. 10.09.2010 (2007-2013), KOBİ Özel İhtisas Komisyon Raporu.www.dpt.org.tr

T.C. Sanayi ve Ticaret Bakanlığı, Küçük ve Orta Ölçekli İşletmeleri Geliştirme ve Destekleme İdaresi Başkanlığı. 2003.www.kosgeb.gov.tr

www.marka.org.tr/uploaded/file/KOSGEB_Yeni_Donem_Vizyonu.ppt E.T. 21.09.2010.

http://www.sbe.yildiz.edu.tr/Kobi.pdf. E.T.20.10.2010.

www.tepav.org.tr/tur/admin/dosyabul/.../KOBI.ppt. E.T.08.09.2010.

http://www.usak.org.tr/makale.asp?id=258. E.T. 11.09.2010.

DİĞER

DARICI, B. ve COŞKUN, D.,(2010), “Şırnak İlinde Faaliyet Gösteren Küçük ve Orta Boy İşletmeler ve Finansal Yönetim Uygulamaları”, Uluslararası Şırnak ve Çevresi Sempozyumu, 14-16 Mayıs 2010, Şırnak.

Gelir İdaresi Başkanlığı, Kayıt Dışı Ekonomiyle Mücadele Stratejisi Eylem Planı (2008-2010), Gelir İdaresi Başkanlığı Strateji Geliştirme Daire Başkanlığı Yayın No: 87, Ankara, 2009.

KIZILAY, Emine, KOBİ’ler ve Dış Ticarette Karşılaştıkları Temel Sorunlar, Mesleki Uygulama Bitirme Tezi, Bursa, 2009.

Page 57: 2011 yılı 1-2. sayılar

49

DOĞRUDAN PAZARLAMANIN BİR YÖNTEMİ OLARAK İNTERNETTE PAZARLAMA VE KONAKLAMA İŞLETMELERİ

İÇİN İNTERNETTE PAZARLAMA SÜRECİ

Gamze İLKER*

ÖZET

Bu çalışma, doğrudan pazarlamanın bir yöntemi olarak internette pazarlamanın mevcut durumuna ve konaklama işletmeleri için internette pazarlama sürecine genel bir bakış açısı oluşturmak amacıyla hazırlanmıştır. Çalışmanın birinci kısmında doğrudan pazarlama kavramına, doğrudan pazarlama yöntemlerine ve internette pazarlama kavramına değinilecektir. İkinci kısımda konaklama işletmeleri için internette pazarlama süreci; web sitelerinin hazırlanması, pazarlama karması elemanlarına ilişkin uygulamalar ve internette rezervasyon ve satış kapsamında incelenecektir. Son kısımda ise internette pazarlamanın konaklama işletmelerine sağladığı avantajlara yer verilecektir.

Anahtar Kelimeler: Doğrudan Pazarlama, İnternette Pazarlama, İnternette Pazarlama Süreci.

INTERNET MARKETING AS A METHOD OF DIRECT MARKETING AND THE INTERNET MARKETING PROCESS IN

HOSPITALITY ENTERPRISES

ABSTRACT

This study has been prepared to constitude a general point of view about the current situation of internet marketing, which is one of the devices of direct marketing, and the internet marketing applications in hospitality industry.

In the first first part of the study, the concept of direct marketing, methods of direct marketing and the concept of internet marketing will be mentioned. In the second part, the internet marketing process for hospitality enterprises will be investigated within the scope of the preparation of web sites, the applications about marketing mix and online reservation and sales. İn the last part, the advantages of internet marketing for accomodation enterprises will take part.

Key Words: Direct Marketing, Internet Marketing.

* Öğretim Görevlisi, Selçuk Üniversitesi, Turizm İşletmeciliği ve Otelcilik Yüksekokulu Bu çalışma Bu çalışma S.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü İşletme Ana Bilim Dalı Yönetim Organizasyon Programında yapılmış “Konaklama İşletmelerinde İnternette Pazarlama” isimli Yüksek Lisans Tez çalışmasından çıkmıştır.

Page 58: 2011 yılı 1-2. sayılar

50

1. GİRİŞ

Hızla gelişen teknolojinin sağladığı imkânlardan en etkin şekilde faydalanabilmek, günümüz iş dünyasında işletmelerin temel amaçlarından biri haline gelmiştir. Çağımız bilgi ve iletişim çağıdır. Bilginin yüksek hızla yayıldığı ve bireyler arası etkileşimin sağlandığı internet, bilgi çağının en etkin kavramıdır. İnternetin gelişimi son yıllarda hızlı bir şekilde artmakta ve dünyada birçok ülke ve işletme internet hizmetlerini arttırmak için çaba sarf etmektedir. İnternet, işletmeler için yeni bir dağıtım kanalı haline gelmekte ve işletmelere ürünlerini doğrudan tüketiciye sunma imkânı sağlamaktadır. Böylelikle işletmeler, pazarlama faaliyetleri açısından internetin sunduğu eşsiz iletişim imkânlarından yararlanmaktadırlar.

Diğer sektörlerde olduğu gibi turizm sektöründe de internetin etkinliğinin farkına varılmış ve internet bir pazarlama aracı olarak kullanılmaya başlanmıştır. Dünyada ve ülkemizde binlerce turizm işletmesi kendi internet sitelerini oluşturarak veya gelişmiş seyahat portalları olarak adlandırılan seyahat siteleri aracılığıyla internette yer almışlardır. Birçok çalışma internetin turizm sektörü için önemli bir pazarlama aracı olduğunu ortaya koymuş ve internete turizm ve seyahat endüstrisinde artan bir ilgi olmuştur. Web sitelerinin pazarlama faaliyetlerine önemli katkıları bulunmaktadır. İnternet yoluyla hızlı bir iletişim ve yeni kullanıcılara ulaşım imkânının olması turizm ve seyahat işletmelerinin interneti bir pazarlama aracı olarak kullanmalarını arttırmıştır (Birkan, 1998: 30).

2. DOĞRUDAN PAZARLAMA İÇİNDE İNTERNETTE PAZARLAMA

2.1. Doğrudan Pazarlama Kavramı ve Doğrudan Pazarlamanın Bir Yöntemi Olarak İnternette Pazarlama

Doğrudan pazarlama, mal ya da hizmetlerin satışında veya dağıtımında uygulanan ve kendine özgü kuralları olan bir pazarlama yöntemidir. Bu yöntem, doğrudan satın alma eylemi yaratılması için reklam mesajının doğrudan müşteriye iletilmesini amaçlar. Geleneksel dağıtım kanallarını kullanan işletmelerin müşterilerine ulaşmak için kullandıkları aracılık sistemleri, pazarın büyümesiyle birlikte müşteri-işletme ilişkilerinin daha biçimsel olmasına neden olmaktadır. Bu nedenle işletmeler müşterilerle daha sıcak ve içten ilişkiler kurabilmek için doğrudan pazarlama yöntemlerini kullanırlar (Kırçova, 1999: 4). İşletmelerin müşterilerine daha hızlı ve etkin bir şekilde ulaşmasını sağlayan doğrudan pazarlama diğer taraftan müşteriye ulaşım maliyetlerini düşürmekte ve fiyatları aşağıya çekmektedir (Odabaşı, 1998: 21).

Page 59: 2011 yılı 1-2. sayılar

51

Doğrudan pazarlama faaliyetleri bünyesinde müşteriye ulaşmak ve beklentilerini karşılamak için; doğrudan satış, doğrudan postalama, katalogla pazarlama, telefonla pazarlama, televizyon pazarlaması, otomatik makinelerle satış ve internette pazarlama gibi yöntemler kullanılabilir.

Doğrudan pazarlamanın bir yöntemi olan internette pazarlama, mal ve hizmetlerin var olan veya potansiyel müşterilere internet tabanlı araçlar vasıtası ile tanıtılması işlemidir. İnternette pazarlama, hedef pazarlara yönelik olarak internet ortamında mamullerin geliştirilmesi, fiyatlandırılması, tutundurulması ve dağıtılmasına ilişkin stratejik bir süreçtir (Mucuk, 2004: 244). Bu süreçte ağ modelleri sadece kâr amaçlı ticari şirketlerin değil aynı zamanda vakıf, dernek ve sivil toplum organizasyonları ile yerel yönetimler ve devletin de tüm kurumlarıyla yer aldığı sistemlere dönüşecektir. Günümüzde özellikle gelişmiş ülkelerde, her kişi ve kurum ağ ortamına bir şekilde bağlanmaktadır. İnternet kullananlardan oluşan internet nüfusu gün geçtikçe artmaktadır (Kırçova, 1999: 10).

3. KONAKLAMA İŞLETMELERİ İÇİN İNTERNETTE PAZARLAMA SÜRECİ

3.1. Pazarlama Ortamının Hazırlanması

İnternet, “International Network” (uluslararası ağ) sözcüklerinin kısaltılıp birleştirilmesiyle oluşmuş bir kavramdır. Uluslararası ağların en önemlisi olarak tanımlanması mümkündür (Öçer, 1999: 266). İnternet, kişilerin değişik amaçlarla ve içerikte, karşılıklı iletişim kurmalarını ve bilgi alış verişinde bulunmalarını sağlayan ortak bir haberleşme altyapısıdır. İnternet, çok sayıda iletişim ağından (network) oluşan, güvenilir, sıralı ve uçtan uca bilgi transferini sağlamak için TCP (Transmission Control Protocol)/IP (Internet Protocol) protokolünü kullanan şebekeler topluluğudur. TCP/IP olarak adlandırılan bu ortak dil, yüksek kapasiteli telefon hatları üzerinden bilgisayarların birbirleri ile iletişim kurabilmelerine ve karşılıklı bilgi alışverişinde bulunabilmelerine imkân tanır (Erol, 2001: 57).

Dünya’da ve Türkiye’de bilişim teknolojilerindeki hızlı gelişim ve internetin yaygınlaşması zaten dinamik bir özelliğe sahip olan turizm sektörünü de bu alanda gelişmeye zorlamaktadır. Web kullanıcılarının günden güne artmasıyla birlikte, turizm işletmelerinin birçoğu, daha çok kitleye ulaşmak ve internetin diğer avantajlarından yararlanmak için, kendilerine ait web siteleriyle internet dünyası içinde yerlerini almaktadırlar (Hançer ve Ataman, 2006: 193).

Konaklama işletmeleri internette pazarlama faaliyetlerini sürdürmek için bir web sitesine sahip olurlar. Web siteleri tanıtım amaçlı kullanılırlar. Web siteleri, işletmelerin tarihçesini, vizyon ve misyonunu, adres bilgilerini, telefon ve fax

Page 60: 2011 yılı 1-2. sayılar

52

numaralarını, ürün ve hizmetlerini, rezervasyon formunu, bazen de fiyatlarını içerir. Bu siteler sadece amaçlı kullanılmakta ve müşterilerin sorularına e-posta ile cevap verilmektedir (Kırçova, 2001: 53). Konaklama endüstrisinde internetin doğrudan dağıtım aracı olarak öneminin giderek artmasıyla, etkili web sitelerinin geliştirilmesi ve korunması işletme başarısında kritik rol oynamaktadır (Jeong vd., 2003: 162).

3.2. Web Sitesinin Hazırlanması

Web sitesi oluşturmak için öncelikle bir alan adı alınması gerekmektedir. Elektronik işletmeciliğin en önemli amaçlarından birisi de site adresinin kolay hatırlanabilir olduğundan emin olmaktır ve alan isminin (domain name) şirketin adı ya da markası olması çok önemlidir (www.rixos.com, www.dedeman.com, www.hilton.com gibi). (Jonathan, 2001: 49). Web sitesinin servis sağlayıcıya aktarılması, teknik ağırlıklı bir çalışma olmasına rağmen işletmenin pazarlama bölümü elemanlarıyla birlikte hazırlanması gereklidir. Web sitesi etkili bir iletişim sağlayabilecek renk, ses, grafik gibi kullanım özellikleri ile hızlı ve kolay bağlanabilme gibi teknik özelliklere sahip olmalıdır (Kırçova, 1999: 55).

3.3. Web Sitesinin İçeriğinin Belirlenmesi

Otel web sitelerinin, kullanıcılarının ziyaretlerini arttırmak için otelin ürün ve hizmetleri ile ilgili eksiksiz, yararlı ve güvenilir bilgi sunmaları gerekmektedir. Ayrıca (Morosan ve Jeong, 2008: 290):

• Sitenin iyi çalışan, inanılır ve zengin içeriğe sahip olması bir üstünlük belirtisidir.

• Görülebilir navigasyon butonlarıyla web siteleri kullanıcı dostu olarak tasarlanmalıdır.

• Sitenin eğlenilebilir olması tekrar ziyaret edilmesini arttırmaktadır.

• Tasarımcılar, harita ve yön talimatları, sanal turlar ve hatta destinasyonun ve işletmenin dikkat çeken noktalarını içeren online oyunlar gibi etkileşimli özelliklere odaklanmalıdırlar.

• Sitenin kullanımının ve anlaşılmasının kolay olmasını gerektirmektedir.

Birçok sayfayla büyük bir web sitesine sahip olan işletmelerin site haritası veya kullanıcıların sayfalar arasında geçiş yapabilmesini sağlayan kılavuz kullanmaları gerekir. İyi bir web sitesi için temel kural; menüler, site haritası, yazı, renk ve tüm diğer unsurların uyumudur (Cox ve Dale, 2002: 870). İnternet kullanıcıları tarafından bir web sitesinin başarılı olarak nitelendirilmesinde içeriğinin çekici olması da rol oynamaktadır. Bazı internet kullanıcıları sitede özel tur programlarının ve indirimli aktivitelerin, online rezervasyon ve ödeme faaliyetlerinin kullanımı için hatıra ve hediyelerin ve indirim kuponlarının

Page 61: 2011 yılı 1-2. sayılar

53

sunulmasını beklemektedirler. Ayrıca online döviz çeviricinin olması da siteye değer katan diğer bir özellik olarak nitelendirilmektedir (Chu, 2001: 99).

Otel işletmeleri web sitelerinde yukarıda sıraladığımız bilgilerin yanı sıra hava durumu, döviz kurları, haritalar, rezervasyon bilgileri, rezervasyon formu, ödemeler hakkında bilgi, güvenli online ödeme, fotoğraflar, sanal tur, ülke ve bölge ile ilgili kapsamlı bilgi, işletmenin en yakın havalimanına ve şehir merkezine uzaklığı ve ulaşım bilgileri gibi bilgilere yer vermelidirler. Örneğin http://www.swissotel.com.tr/ sitesinde “Swissotel Hotels and Resorts” oteller zincirinin Türkiye otelleri tanıtılmaktadır. Sitenin ana sayfasında zincirin; Swissotel the Bosphorus, Swissotel Ankara, Swissotel Grand Efes İzmir ve Swissotel Göcek Marina ve Resort otellerine link verilmektedir. Ayrıca ana sayfada; Swissotel oteller zinciri hakkında genel bilgi, dünyadaki diğer şubeleri, iletişim bilgileri, Türkiye’deki şubelerinde yer alan Amrita spa & wellness merkezi hakkında bilgi, Swissotel’de kariyer yapmak isteyen çalışma arkadaşları aradıklarını ilan ettikleri özgeçmiş yollama adresi ve rezervasyon formu yer almaktadır. Zincirin yurtiçi ve yurtdışı bütün otellerine ait web siteleri aynı tasarıma sahiptir. http://www.swissotel.com.tr/ adresinden ulaşılan “Swissotel the Bosphorus-İstanbul” oteline ait sayfaya bakıldığında sayfanın içeriğinde; otelin konumu hakkında kısa bir bilgi, otelin odalar ve yiyecek-içecek bölümlerine ait fotoğraflar, e-broşür, ödüller ve promosyonlar hakkında bilgi, harita, otel ile ilgili son haberler, şehir rehberi, iletişim bilgileri, otelin sunduğu hizmetler, restoran ve barlar ile ilgili bilgi, toplantı salonları ve balo salonları hakkında bilgi, düğün ve davet organizasyonları ile ilgili bilgi, spa ve wellness merkezi hakkında bilgi, odalar bölümü ile ilgili bir online rezervasyon formu, müsaitlik ve fiyat bilgilerine yer verildiği görülmektedir. Sitede odalar bölümü ile ilgili rezervasyon online yapılabilirken; düğün, davet ve toplantı organizasyonlarında yapılacak rezervasyonlar için “ziyafet ve banket” ofisinin iletişim bilgileri, ilgili kişi telefon, faks ve e-mail adresi belirtilmiştir.

3.4. Web Sitesinin Tasarımı

Kullanım kolaylığı, web site tasarımının en önemli parçalarından biridir. Bir web sitesi yazıların, grafiklerin ve animasyonların kullanımıyla tüketicilerle iletişim kurmaya imkân vermelidir. Ayrıca bağlantılar ve aramalar ile de tüketicilere yardımcı olmalıdır. Tüm bu faktörler web site tasarımı ve onun kullanılabilirliği ile ilişkilidir. Tasarımın zayıf bir niteliğe sahip olması durumunda tüketiciler aradıklarını bulamayacaklar ve muhtemelen alış veriş yapmayacaklardır (Cox ve Dale, 2002: 863). Göz önünde bulundurulması gereken temel unsurlardan bir tanesi de web sitesinin sade olmasıdır. Sitenin sade olması, sadece sitenin görünüşü hoş kılmamakta ayrıca da sitenin daha hızlı yüklenmesini sağlamaktadır (Rosen ve Printon, 2004: 793).

Web sitesi planlanırken; ana sayfa ve alt sayfaların çerçeveleri, sitenin içinde gezinmek için kullanıcılara sunulacak yöntem, gerekli sayfalar ve siteler

Page 62: 2011 yılı 1-2. sayılar

54

arasında kurulacak linkler, kullanılmakta olan uygulamalar ile uyumluluk, internet bağlantı performansı, doküman standardı, tahmini site trafiği, bu trafiğin yoğunlaşacağı sayfalar ve saatlere ilişkin bilgilerin değerlendirilmesi gerekmektedir (Deniz, 2001: 44). Web sitesinin tasarımında ise şu hususlar göz önünde bulundurulmalıdır (Dolanbay, 2000:142):

• İşletme ismi ve logosu her sayfada bulunmalı ve logo üzerine tıklandığında ana sayfaya gönderme işlemine sahip olmalıdır.

• Web sitesi 100 sayfadan fazla ise ara butonu bulunmalıdır.

• Başlıklar ve sayfa isimleri açık ve kolay anlaşılır şekilde belirtilmelidir.

• Web sitesinde yer alan sayfalara geçişler kolay olmalıdır.

• Herhangi bir ürün ya da konu ile ilgili olarak aynı sayfayı çok uzun tutmak yerine ilgili kullanıcıların ulaşmak istediklerinde ulaşabilecekleri şekilde giriş sayfalarına bağlı olarak ikinci ve üçüncü sayfalar oluşturulmalıdır.

• Ürün ve hizmetlere ait fotoğraflar sitede yer almalıdır.

• Ürün ve hizmetlerle ilgili olarak en önemli ve en fazla ilgi çekecek bilgi ve detaylar web sitesinde yer almalıdır.

• Bağlantı butonlarına açıklama ifadeleri koyularak tıklanmadan önce görülebilmesi sağlanmalıdır.

• Kullanıcıların tüm önemli sayfalara kolaylıkla ulaşabildiklerinden emin olunmalıdır.

• Belli başlı büyük web siteleri incelenmeli ve onların yöntemleri izlenmelidir.

3.5. Web Sitesinde Güvenlik

Finansal bilgiler iletimi güvenli bir şekilde yapılmadığında tüketiciler ürün veya hizmetler için web üzerinden ödeme yapmayacaklardır. Güvenli alışveriş, başarı için kritik öneme sahiptir (Liu ve Arnett, 2000: 23). Tüketiciler için alışveriş yaptıkları sitenin kuralları hakkında haberdar olmak çok önemlidir. Eğer web sitesinin e-işletmecilik kapsamında sertifikaları varsa bunları siteye koyabilir. Satıştan vazgeçme durumunda işletme, tüketicinin web sitesinde bulabileceği şartlar kapsamında iptallerin geçerli olabileceğini garanti etmeli ve bunu sitede tüketicilerin erişimine sunmalıdır. Ayrıca ekstra ödeme veya vergiler söz konusu ise bunlar sitede sunulmalıdır (Cox ve Dale, 2002: 864).

Page 63: 2011 yılı 1-2. sayılar

55

3.6. Web Sitesinin Tanıtılması

Web sitesi yayınlandıktan sonra sitenin adresinin duyurulması gerekmektedir. Web sitesi geleneksel medya araçları ya da internet aracılığı ile duyurulur. İşletmenin web adresi tüm personel tanıtım kartlarında, antetli kağıtlarda, e-maillerde, broşürlerde, kataloglarda ve otomatik yanıtlama telefonlarında belirtilmelidir. Ayrıca web sitesi e-posta listelerine ulaşılarak, çok sayıda ziyaretçi çeken sektörle ilgili web sitelerine reklam verilerek, haber gruplarına ve tartışma listelerine duyurular yapılarak ve arama motorlarına kayıt olunarak tanıtılabilir (Deniz, 2001: 44-46). Web sitelerinin arama motorlarına yapılan aramalarda üst sıralarda yer alması için bazı konulara dikkat edilmelidir (Özbay ve Jan, 2000: 72-73):

• Uygun anahtar kelimelerin seçilmesi gerekir. Arama motorları genelde belli sayıda kelimeyi kriter olarak kabul eder ve sonrasını ihmal ederler. Bu nedenle işletmeyi en iyi şekilde tanıtacak az sayıda anahtar kelime seçilmelidir ve seçilen anahtar kelimeler sitenin içeriğine uygun olmalıdır. Birden fazla dilde içerik varsa anahtar kelimelerin her dildeki karşılıkları bulunmalıdır. Örneğin bir otel işletmesi anahtar kelime olarak otel, tatil, seyahat, konaklama, online rezervasyon gibi kelimeleri kullanabilir.

• Sitenin kaydedileceği arama motorunun seçimi önemlidir. Yüzlerce arama motoru vardır. Ama bunların içinden www.google.com, www.hotmail.com, www.yahoo.com gibi en sık kullanılanların seçilmesi gereklidir. Ayrıca web sitesi yerel arama motorlarına da kaydettirilmelidir.

• Arama motorlarında genellikle katalog servisleri vardır. Sayfaları uygun başlıklar altında kaydettirmek de önem taşır. Örneğin; turizm işletmeleri "travel" kataloguna kaydedilmelidir.

• Arama motorları ve katalog servisleri kısa aralıklarla kontrol edilerek arama sonuçları sıralamalarındaki yerinin belirlenmesi, gerekli olursa değişikliklere gidilmesi gerekir.

• Arama motorlarına kayıt yaptırılırken yol gösterici programlardan ve uzmanlardan yararlanılmalıdır.

3.7. Pazarlama Araştırması

Konaklama işletmeleri pazarlama faaliyetlerini internet üzerinden yürütmek amacıyla öncelikle bir web sitesi hazırlar, siteyi yayınlar ve sitenin tanıtımını yaparlar. Bu sayede pazarlama ortamı hazırlanmış olur. Bundan sonraki adımda yapılması gereken, pazarlama faaliyetlerini sürdürmek için pazarlama araştırmasının yapılmasıdır. Pazarlama araştırması; kâr amaçlı veya kâr amacı

Page 64: 2011 yılı 1-2. sayılar

56

olmayan örgütlerin karşı karşıya oldukları, spesifik bir pazarlama olayına ilişkin olarak karar almaya yardımcı olacak şekilde, objektif bir yaklaşımla sistematik bilgi geliştirip sağlamaktır. Pazarlama araştırması karar alma sürecinin her aşamasına yardımcı olacak bir araçtır (Tek, 1999: 133). Amerikan Pazarlama Derneği'ne göre ise pazarlama araştırması "mallar ve hizmetlerin pazarlamasındaki sorunlarla ilgili bilgilerin sistematik olarak toplanması, kaydedilmesi ve analiz edilmesidir" (İçöz, 1996: 61).

Pazarlama araştırması yapabilmek için öncelikle bilgi toplamak gerekmektedir. Bilgi deyince de akla büyük bir bilgi deposu olan internet gelmektedir. İnternet düşük maliyetli bir bilgi kaynağıdır. İnternet üzerinden yapılan pazarlama araştırması işletmelerin kolay ve güvenli sonuçlar elde etmesini sağlar (Kırçova, 1999: 106). İnternet üzerinden pazarlama araştırmasının birçok avantajı vardır. Bunlar (Kırçova, 1999: 107):

• Geleneksel pazarlama araştırmasına göre ulaşım, konaklama ve benzeri konularda harcama yapılmadığı için maliyeti düşüktür.

• Doğrudan pazarlama üzerine odaklanarak amaca uygun araştırma yapabilme imkânı sağlar.

• İşletmenin satış yapmayı düşündüğü bütün pazarlama hedefleri için coğrafi sınırlar olmasızın geniş bir bilgi kaynağı sağlar.

• Araştırma araçlarının gücü ve kullanım kolaylığı daha yüksektir.

• Toplanan bilgilerin kalitesi ve güvenirliği yüksektir. Bilgi kaynakları çok az hata içermekte ve orijinal kaynaklara dayanmaktadır.

• Hızlı ve etkileşimli bir iletişim sağlar.

3.8. Pazar Bölümlendirme ve Hedef Pazar Seçimi

İşletmeler bütün tüketicilere aynı anda hizmet vermenin zorluğu karşısında pazarı bölümlere ayırmak durumundadır. Pazar bölümlendirme "Heterojen bir bütün pazarın nispeten benzer mamullere ihtiyaç duyan tüketici gruplarına (veya pazar bölümlerine) ayrılması işlemidir (Mucuk, 1990: 105). Pazar bölümlendirmede amaç, pazarı oluşturan tüketicilerin ihtiyaç ve isteklerini, demografik yapılarını, satın alma davranışlarını öğrenerek bu bilgilere göre pazarlama stratejisini belirlemektir. Başlıca pazar bölümlendirme çeşitleri; coğrafi bölümlendirme, demografik bölümlendirme, psikolojik bölümlendirme ve davranışsal bölümlendirmedir (Hacıoğlu, 2002: 34). Pazar bölümlenmesi yapıldıktan sonra işletme kendisine en uygun hedef pazarı belirler.

3.9. Pazarlama Karmasının Oluşturulması

Bu bölümde internet yoluyla pazarlamada, pazarlama karması elemanlarına ilişkin politikalar ele alınacaktır.

Page 65: 2011 yılı 1-2. sayılar

57

3.9.1. Ürün

İnternet yoluyla pazarlamada da geleneksel pazarlamada olduğu gibi mal ve hizmetlerle ilgili bazı kararlar alınır. Geleneksel pazarlamada, pazarlama bilgi sistemi aracılığıyla toplanan bilgilerin değerlendirilmesi sonucunda tüketicilerin istek ve beklentilerine uygun mal ve hizmet geliştiren işletmeler, internet ortamında bu sürece farklı bir boyut kazandırabilmektedirler. Özellikle yeni mal ya da hizmetlerin geliştirilmesi sürecinde, tüketicinin daha etkin bir rol oynaması amacıyla web sitesi üzerinden tüketicilerin aktif katılımına izin veren bir sistem oluşturulabilir. Geleneksel pazarlamanın tek yanlı iletişimine karşı internetin sağladığı karşılıklı iletişim, tüketicinin pazarlama sürecinin her aşamasında işletmenin beklediği mesajları kolay ve hızlı şekilde iletmesine imkân sağlar (Kırçova, 1999: 64).

Konaklama işletmelerinin sundukları hizmetler soyuttur. Yani bir mal satın alındığında ona sahip olunur ve tüketilebilir (Üner, 1999: 3). İnternet konaklama işletmelerinin hizmetlerine ilişkin fotoğraf ve görüntüler, tesislere ait sanal turlar gibi görsel içerikli tanıtım materyalleri sayesinde hizmetlerin bu soyut yapısını gözle görülür hale getirmektedir. Konaklama işletmelerinin ürünleri internet sayesinde sanal ortamda tecrübe edilebilir olmaktadır. İnternet üzerinden müşteri destek hizmetlerinin gerçekleştirilmesi de daha kolay, pratik ve düşük maliyetlidir. Aynı tip sorulara otomatik cevap verme yöntemi ile belli konulardaki sorularla ilgili olarak e-posta ile müşterilere aynı anda bilgi verilebilmektedir (Kırçova, 1999: 67-70).

3.9.2. Fiyat

Geleneksel pazarlamada olduğu gibi internette de tüketicilerin dikkatini çeken etkenlerden en önemlisi sunulan mal veya hizmetin fiyatıdır. İnternet geniş insan grupları arasında anında bilgi değiştirme imkânı vermesi nedeniyle işletmelerin fiyat bilgilerini etkin ve hızlı bir şekilde analiz imkânına sahiptir. Gerçektende internet, fiyat karşılaştırmasının dinamiklerini değiştirmiştir. İnternet sayesinde tüketicilerin en düşük fiyata sahip mal veya hizmete ulaşmaları eskiye oranla son derece hızlanmış durumdadır. Dolayısıyla işletmelerin pazarlama karması elemanı olan fiyat faktörünün ayrı bir önem ve ağırlığa sahip olduğunu göz önüne alarak fiyat koşullarını ve satış politikalarını belirlemeleri gerekmektedir (Deniz, 2001: 32).

3.9.3. Dağıtım

Pazarlama karmasının en önemli elemanlarından biri de dağıtım ve dağıtım kanalının seçilmesidir. Dağıtım, bir mal veya hizmetin üretildiği yerden tüketildiği yere götürmek için gerekli tüm çabalardır (Arpacı vd., 1994: 145). Turizmde ise dağıtım kanalı; turistik ürünleri, kullanma haklarıyla birlikte üreticiden tüketiciye ulaştırmak için girişilen çabaları düzenleyen, işletme içi birimlerin ya da işletme dışı pazarlama kurumlarının oluşturduğu bir yapıdır

Page 66: 2011 yılı 1-2. sayılar

58

(Tuncer, 1996: 37). Turizmde geleneksel dağıtım sisteminde yer alan işletmeler; üreticiler (konaklama işletmeleri, yiyecek-içecek işletmeleri, ulaşım işletmeleri, eğlence işletmeleri), aracılar (tur operatörleri, seyahat acentaları) ve tüketiciler, yani turistlerdir (Ahipaşaoğlu, 2003: 26).

Seyahat acentaları ve tur operatörleri konaklama işletmeleri gibi üretici işletmeler ile turistler, yani tüketiciler arasında aracı kurum olarak hizmet vererek konaklama işletmelerinin hizmetlerini dağıtım işlevini yerine getirmektedirler. İnternet üzerinden turizm dağıtımı sayesinde tüketiciler internet üzerinden rezervasyon yaptırabilmektedirler. Bu durum aracı kurumların, yani seyahat acentaları ve tur operatörlerinin işlevini azaltmaktadır. Bu kurumlardan tur operatörleri seyahat acentalarına oranla daha az etkilenmektedirler. Tur operatörleri ürettikleri paket tatillerini yine internet aracılığıyla doğrudan tüketiciye ulaştırabilmektedirler. Hem tur operatörleri hem de konaklama işletmeleri müşterileri internet aracılığıyla seyahat acentası kullanmadan rezervasyon yaptırabildikleri için acentalara ödenen komisyonlar; dolayısı ile dağıtım maliyetleri düşecektir.

3.9.4. Tutundurma

Tutundurma, herhangi işletmenin mal ya da hizmetini kolaylaştırmak amacıyla üretici-pazarlamacı işletmenin denetimi altında yürütülen, müşteriyi ikna etme amacına yönelik, bilinçli, programlanmış ve eş güdümlü faaliyetlerden oluşan bir haberleşme süreci olarak tanımlanabilir (Öztürk, 2003: 72).

İletişim tutundurma faaliyetlerinin temelini oluşturan bir kavramdır. İnternetin sağladığı yazılı, sesli ve görüntülü iletişim ortamı tutundurma faaliyetlerinin etkinliği açısından önemli bir fırsattır. İnternet aracılığı ile işletmeler mevcut ve potansiyel müşterileri ile birebir iletişime geçebilmekte ve onlardan anında geri bildirim alabilmektedirler. Ayrıca tüketiciler kendi aralarında da iletişim kurabilmekte ve sahip oldukları bilgiyi internet ortamında paylaşabilmektedirler. İnternetin sağlamış olduğu bu iletişim ortamı tutundurma faaliyetlerinin etkinliğini arttırmaktadır. İnternet aracılığı ile mal ve hizmet tanıtımı yapmak ve satış yapabilmek için şirketin web sitesinin zengin içerikli ve geniş bilgiyi içermesi gerekmektedir. İşletmeler ürünlerinin satışlarını arttırmak için sıklıkla şu tutundurma karması elemanlarını kullanırlar: Satış geliştirme, kişisel satış, halkla ilişkiler ve reklam (Kocabaş vd., 1999: 54).

3.9.4.1. Satış Geliştirme

Tutundurma karması elemanlarından satış geliştirme, turistik ürünü denemeye teşvik eden, tüketicide istenen yönde tutum geliştirmeyi ve onları ürünü tekrar almaları için harekete geçirmeyi amaçlayan bir unsurdur (Kocabaş vd., 1999: 55). Satış geliştirme, işletmenin satışlarını arttırmak için tüketicileri satın almaya ve aracıları ürüne çekmeye özendirmek için yapılan; reklam, halkla ilişkiler ve kişisel satış dışındaki tutundurma faaliyetlerinden biridir. Satış

Page 67: 2011 yılı 1-2. sayılar

59

geliştirme faaliyetleri internet ortamında, web siteleri vasıtasıyla geleneksel satış geliştirme araçlarına oranla daha etkin bir şekilde yapılabilmektedir. Konaklama işletmeleri iyi tasarlanmış ve etkileşimli web sitelerine sahip olarak bu alan üzerinden satış ve pazarlama faaliyetlerini sürdürebilirler.

3.9.4.2. Kişisel Satış

Bir diğer öğe olan kişisel satış; mal veya hizmetlerin kısa sürede tanıtılarak, satışının gerçekleşmesi için tanıtımını ve satışı yapacak kişi ya da kişilerin olası alıcı ya da alıcılarla yüz yüze gelerek, tanışmaları görüşmeleri ve satışı gerçekleştirme çabalarıdır (Arpacı vd., 1994: 206). İnternetin sağladığı e-posta ve web sitesi uygulamalarıyla işletmeler müşterilere direk ulaşabilmektedirler. Bu sayede satış elemanlarının bizzat müşteriye gitmelerine daha az ihtiyaç duyulmaktadır. Bu durum işletmelerin kişisel satış maliyetlerini azaltmaktadır.

3.9.4.3. Halkla İlişkiler

Halkla ilişkiler, kamu ve özel kurum faaliyetlerini, onların adına tanıtma, açıklama ve geliştirme amacı ile kamunun ve belirli halk kesimlerinin hedef kitle bilgilendirmesi ve bunlardan gelecek tepkilerin değerlendirilmesine dönük yürütülen planlı iletişim çalışmalarının bütünüdür. Halkla ilişkiler konaklama işletmesinin turistik ürünlerinin tanıtımında kullanılan ve tüketicilerin işletmeye karşı olumlu yönde tutum geliştirmelerini sağlamayı amaçlayan bir pazarlama aracıdır.

3.9.4.4. Reklam

Reklam ise mal, hizmet ve fikirlerin, geniş kitlelere duyurulması ve benimsetilmesi amacıyla, bir ücret karşılığında kişisel olmayan bir biçimde sunulmasıdır. Reklam pazarlama iletişiminin bir öğesi olup, reklam verenden tüketiciye akan bir iletiler bütünüdür. Reklam ile tüketiciler bilgilendirilmeye ve ikna edilmeye çalışılır. Reklam mesajlarında mallar, hizmetler, vaatler, ödüller ve sorunlara ilişkin çözümler yer alır (Kocabaş vd., 1999: 66).

İnternet işletmelere, geleneksel medya araçlarına oranla daha etkili ve ucuz reklam imkânı sunmaktadır. Konaklama işletmelerinin sahip oldukları web siteleri, reklam faaliyetlerini sürdürmeleri için etkili bir araçtır. Web siteleri aracığıyla yapılan reklamlar şöyle çeşitlenmektedir:

Banner Reklamlar: Web sitesi ekranının üstüne veya altına yerleştirilen, dikdörtgen biçimindeki resim, yazı ve şekiller içerebilen grafik reklamlardır. Bannerlar sitelerin ilk sayfalarında doğrudan işletmeye ya da ürüne yönelik olarak yapılan reklamlar olup işletmenin ana sayfasına bağlantı (link) vermek amacıyla kullanılırlar (Kırçova, 1999: 132).

İçerik Sponsorluğu: Satış mesajlarını doğrudan aktarmak yerine ürün özellikleriyle tüketici arasında bağ kurarak markayı tanıtma amaçlı

Page 68: 2011 yılı 1-2. sayılar

60

gerçekleştirilen reklamlardır. Reklam veren belli bir süre için internette belli bir alanı satın alır. Bu alanda, ürün ya da hizmetini tanıtmak amacıyla, hedef kitleye istenilen mesajı aktarmak üzere özel olarak kurgulanmış içerikleri yayınlar. Sponsorluk reklamları işletme imajına olumlu katkı sağlarlar.

Hiperlink Reklamlar: Web sitelerinin herhangi bir yerine yerleştirilen ve işletmenin web sitesine bağlantı (link) yapan reklamlardır.

Tam Ekran ya da Küçük Ekran Pop-up Reklamlar: Kullanıcıların sayfalar ya da siteler arasında gezerken karşılarına çıkan reklamlardır.

Affiliate (satış ortaklığı) Reklamlar: Online satış yapan büyük mağazaların, küçük site operatörlerinin işlettiği sitelere ya da kişiye özel sayfalara linkler koyarak satış yapmaları sayesinde oluşan bir reklam uygulamasıdır. Bu uygulamayı kullanan siteler, satın almayı yapan kişinin hangi site üzerinden geldiğini kolayca belirleyebildikleri için, reklamı yayınlayan site sahibine satışlar üzerinden komisyon vermektedir. Bu sayede sadece satış başına komisyon ödeyen reklam verenler, reklamlarını binlerce site üzerinden ve düşük maliyetlerle yapma fırsatı bulmaktadırlar (Gen Bilişim İnteraktif).

3.9.5. İnternette Rezervasyon ve Satış

İnternet müşterilere, bilgisayarları başında herhangi bir seyahat acentesine gitmeden istediği zaman ve kısa bir süre içerisinde rezervasyon yapma imkânı sağlamaktadır. Ayrıca müşteri web sitesi üzerinden kredi kartı ile ödeme yapıp rezervasyonu tamamlama imkânına sahip olabilmektedir (Birkan, 1998: 30).

Konaklama işletmeleri internet aracılığı ile işletmelerini ve sundukları hizmetleri tanıtabildikleri gibi web sitelerinde yer verdikleri online rezervasyon yapma seçeneği ile rezervasyon ve satış işlemlerini gerçekleştirebilirler. Müşteri sitede yer alan online rezervasyon formunu doldurarak, herhangi bir seyahat acentasına gitmeksizin formunu online olarak işletmeye yollar. Konaklama işletmesi talebi değerlendirerek tüketiciye e-posta yoluyla yanıt verir. Müşteri bu bilgi neticesinde, yine online olarak web sitesi üzerinden ödeme yaparak satın alma işlemini gerçekleştirir. Bu işlem sayesinde hem tüketici aracı kullanmamış, hem de işletme seyahat acentasına komisyon ödememiş olur. Ayrıca online rezervasyon her iki taraf için telefonla yapılan rezervasyondan daha düşük maliyetlidir.

İnternet diğer sektörlerde olduğu gibi turizm sektörüne de büyük fırsatlar sunmaktadır. Özellikle internet üzerinden yapılan rezervasyonlar konaklama işletmelerinin bel kemiği olan rezervasyon aşamasının etkinliğini arttırmakta, uluslar arası pazarlardan müşterilere aracısız ulaşılmasına imkân sağlamakta ve konaklama işletmelerinin seyahat acentalarına ve tur operatörlerine olan bağımlılığını azaltmaktadır. Konaklama işletmeleri kendi web siteleri üzerinden rezervasyon yapabildikleri gibi online aracı işletmelerin web sitelerinden de rezervasyon yapabilirler. Konaklama işletmeleri Travelocity, Expedia,

Page 69: 2011 yılı 1-2. sayılar

61

TravelWeb, Bookinturkey gibi online seyahat siteleri gibi aracı sitelerle tüketicilere ulaşırlar. İşletmeler, bu siteler aracılığı ile oda ve tesis tanıtımı, fotoğraf ve video görüntüleri ile tüketicilere bilgi verebilir ve rezervasyon yapma imkânı sunabilirler (Emeksiz, 2002: 38).

4. PAZARLAMA ARACI OLARAK İNTERNETİN TURİZM İŞLETMELERİNE SAĞLADIĞI AVANTAJLAR

Bir pazarlama aracı olarak internet, konaklama işletmelerine çeşitli avantajlar sağlamaktadır. İnternette web sitesine sahip olmanın bir işletmeye sağlayacağı faydaların başında işletmeye ait detaylı bilgilerin, işletmenin isminin, telefon ve faks numarasının tek sayfada ve bir bütün halinde yer alması gelir (İçöz vd., 1999: 30).

İnternet, iletişim medyasından daha yüksek derecede karşılıklı iletişim içerir. İşletmelerin internet üzerinde sahip oldukları web siteleri, müşterilerin veya sitede gezinti yapan ziyaretçilerin doldurabileceği formlar içermektedir. Formu dolduran müşterilerle internet üzerinden iletişime geçmek çok kolaydır. Bu karşılıklı ilişki tüketici sadakatinin ve güveninin oluşturulmasında büyük bir fırsat sunar. Web siteleri, diğer iletişim araçlarından daha fazla bilgi geçişine izin verir. Bu durum ziyaretçilere seçme ve istediğini bulma imkânı sağlar. Bu sayede internet ortamında düzenlenmiş broşürler veya rehberler bir tuşla ulaşılabilir konumda bulunurlar. İnternet turizm işletmeleri için özellikle ilişkisel pazarlama durumlarında çok yararlı bir araç olmaktadır. İnternetin sağladığı iki yönlü iletişim, ilişkisel pazarlamanın önemli bir parçası olmuş ve müşteri sadakatinin oluşmasını sağlamıştır (İçöz, 1996: 39-45). İnternet sayesinde pek çok işletmeye ve işletmelerin hizmetlerine ulaşma imkânı bulabilen müşteriler için soyut olan turizm ürünü somutlaşmakta ve durum işletmeler açısından bir avantaj olmaktadır.

Web geleneksel iletişim araçlarından daha esnek bir pazarlama aracıdır. Bir web sayfasının işletme ve ürünleri için bir reklam veya katalog olduğu düşünülürse fiziksel reklam ya da kataloglardan daha esnek olduğu görülmektedir. İnternet üzerinden yapılan reklam ve kataloglarda geri bildirim anında alınır ve bu bilgiler doğrultusunda gerekli olması durumunda anında değişiklik yapılabilir. Yine internet sayesinde işletmeler yeni ürünlerini, fiyat değişikliklerini ve satış promosyonlarını tüketiciye anında iletme imkânı bulurlar. İnternetin bu özellikleri konaklama işletmelerine büyük avantaj sağlamaktadır. Konaklama işletmeleri geleneksel yollarla katalog ve broşürlerini bir yıl öncesinden hazırlamaktadırlar ve bu katalog veya broşürlerde yer alan ürünler ile ilgili oluşabilecek bir değişikliği yansıtmak mümkün olmamaktadır. İnternet yolu ile bu katalog ve broşürler çok kısa sürede ve az maliyetle yayınlanabilmekte ve olası değişiklikler anında yansıtılabilmektedir. Oysa geleneksel yollarla

Page 70: 2011 yılı 1-2. sayılar

62

hazırlanacak katalog ve broşürlerin hazırlık ve dağıtım maliyetleri çok daha yüksektir (İçöz, 1996: 39-45). Ayrıca rakip işletmelerin uygulamalarında meydana gelen bir yeniliği ya da değişimi izlemek gerektiği durumlarda da web sitelerinin sunduğu esnek ortam ve anında müdahale edebilme imkânı işletmeler için avantaj olmaktadır.

İnternet işletmelere yılın 365 günü ve 24 saat boyunca mevcut ve potansiyel müşterilere ulaşma ve coğrafi sınırlama olmaksızın tüm dünya genelinde insanlarla kontak kurma imkânı sağlar. İnternet bu sayede tüm çeşit ve büyüklükteki turizm işletmeleri için yeni pazarlara girmede eşit fırsat sunmaktadır. İnternet aynı zamanda turizm işletmelerine, geleneksel yollarla girilmesi mümkün olmayan pazarlara teknolojik imkânlarla, yani video ve ses unsurlarını kullanarak, faaliyetlerini ve ürünlerini üç boyutlu görüntülerle ulaştırma imkânı sağlar. İnternet sayesinde işletmeler yabancı pazarlara girme ve pazar payını genişletme yönünde daha geniş bir tüketici havuzundan yararlanma fırsatı bulurlar. Ayrıca internet konaklama işletmelerine, internet üzerinden ve görsel olarak milyonlarca kişiye zaman ve reklam alanı sınırlaması olmaksızın ulaşma imkânı vermekte ve limitsiz bilgi paylaşımına olanak tanımaktadır (İçöz, 1996: 39-45).

İnternet işletmelere satış öncesi, satış süreci ve satış sonrasında hizmetlerinin kalitesini geliştirerek büyük avantaj sağlamaktadır. Web siteleri geniş oranda ürün ve hizmet seçenekleri sunabildiklerinden tüketicilere seçim yapabilme imkânı sunarlar. Ayrıca kredi kartı ve diğer ödeme araçları ile tüketicilere otomatik ödeme imkânı sağlarlar. İnternet sayesinde ürünlerin dağıtım zamanı da kısalmaktadır (Birkan, 1998: 30). İnternet turizm ürünlerine ilişkin grafik ve animasyonların sunulması için multimedya kullanımına; ayrıca videolar, haritalar ve etkileşimli sunumlara imkân sağlayarak ürün tanıtımında kaliteyi ve etkinliği arttırmaktadır. Tüketiciler internet sayesinde sanal olarak gitmeyi düşündükleri yerleri ve tesisleri tanıma fırsatı bulabilmektedirler. İnternet geleneksel pazarlama araçlarına oranla tüketicilerin daha fazla tatmin olmasını sağlamaktadır (İçöz, 1996: 39-45).

İnternetin turizm işletmelerine sağladığı avantajlardan en önemlisi maliyetleri azaltmasıdır. İnternette pazarlama; rezervasyon, ödeme ve satış maliyetlerini, dağıtım maliyetlerini, reklam ve promosyon maliyetlerini, otomasyon yolu ile iş gören eğitim maliyetlerini, işletmelerin kırtasiye ve telefon gibi genel giderlerini azaltır.

Konaklama işletmeler bir defa yapılan bir yatırımla kısa sürede bir Web sayfasına sahip olabilirler. Bu maliyet, turizm işletmelerinin geleneksel medyada yaptıkları 10 milyonlarca dolarlık reklamlarla karşılaştırıldığında çok düşük kalmaktadır. Çok basit bilgi içeren ve iletişim sağlayan bir web sitesi bile işletmelerin telefon ve kırtasiye giderlerini azaltmaktadır. Konaklama işletmeleri internet üzerinden rezervasyon yapabildikleri bir web sitesine sahip

Page 71: 2011 yılı 1-2. sayılar

63

oldukları takdirde haberleşme ve rezervasyon maliyetlerini de düşürmektedirler (İçöz, 1996: 39-45).

5. SONUÇ

İnternet üzerinden yapılan pazarlama faaliyetlerinde internet kullanımının yaygınlaşması için gerekli güvenlik önlemlerinin alınması ve işletmelerin daha etkin çalışan web sitelerine ve teknik altyapıya sahip olmaları gerekmektedir. Web sitelerinin etkinliği zengin içerik, güncellik, fonksiyonellik ve görsellikle sağlanabilir.

İnternet turizm işletmelerine sağladığı iletişim ve tüketicilere doğrudan ulaşma fırsatı sayesinde işletmelerin aracılara verdiği büyük komisyonlardan kurtulmasını ve doğrudan tüketiciye ulaşmasını sağlamaktadır. Bu durum pazarlama ve satış maliyetlerini düşürmektedir.

İnternet küçük veya büyük her işletmeye eşit şartlarda rekabet ortamı sağlamaktadır. İşletmeler internete ve internetin sağladığı sınırsız iletişim imkânlarına önem vermeli ve interneti pazarlama amaçlı kullanarak rekabet üstünlüğü elde etmelilerdir.

KAYNAKLAR

Ahipaşaoğlu, Suavi (2003). Seyahat İşletmeleri Yönetimi ve Ulaştırma Sistemleri, Ankara, Detay Yayıncılık.

Arpacı, Tamer ve diğerleri, (1994). Pazarlama, Ankara, Gazi Yayınları.

Birkan, İ. (1998). “Bilgisayar Teknolojisindeki Gelişmelerin Turizm Pazarlaması Üzerindeki Etkileri”, Anatolia Turizm Araştırmaları Dergisi, Eylül.

Chu, R. (2001). “What Online Hong Kong Travelers Look for on Airline / Travel Websites?” Hospitality Management, volume 20.

Cox, J. ve Dale, B.G. (2002). “Key Quality Factors in Web Site Design and Use, an Examination”, International Journal of Quality & Reliability Management, volume 19, issue 7.

Deniz, Recep Baki (2001). İnternette Pazarlama ve Türkiye’deki Boyutları, İstanbul, Beta Basım Yayın.

Dolanbay, Coşkun (2000) E-ticaret Strateji ve Yöntemler, Ankara, Meteksan Sistem Yayınları.

Erol, A. (2001). “Elektronik Ticaret Uygulamaları, Finansmanı ve Muhasebeleştirilmesi, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü”.

Page 72: 2011 yılı 1-2. sayılar

64

Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü İşletme Anabilim Dalı Muhasebe-Finansman Bilim Dalı.

Emeksiz, Murat (2002). “Otel İşletmelerinde İçsel ve Dışsal Bilgi Sistemleri”, Anatolia Turizm Araştırmaları Dergisi, Mart.

Gen Bilişim İnteraktif, http://www.medya-planlama.com/affiliate.htm, (Erişim tarihi: 10.02.2011).

Hacıoğlu, Necdet (2002). Turizm Pazarlaması, Bursa, Vipaş A.Ş.

Hançer, M. ve Ataman, C. (2006). “Seyahat Acentelerinde İletişim Teknolojisinin Kullanımı ve Web Sitelerinin Değerlendirilmesi: Ege Bölgesi Örneği”, Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, cilt 8, sayı:3, İzmir.

İçöz, Orhan (1996). Turizm İşletmelerinde Pazarlama, Ankara, Anatolia Yayıncılık.

İçöz, O. ve diğerleri (1999). “Hizmet Pazarlamasında İnternet Kullanımı” Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, cilt 1, sayı:3, İzmir.

Jeong, M., Oh, H. ve Gregoire, M. (2003). "Conceptualizing Web Site Quality and its Consequences in the Lodging Industry", International Journal of Hospitality Management, vol. 22 no.2.

Jonathan W. (2001). E-Business Matters: A Guide for Small And Medium-Sized Enterprises. Harlow: Prentice Hall.

Kırçova, İbrahim (1999). İnternette Pazarlama, İstanbul, Beta Basım Yayın Dağıtım.

Kırçova, İbrahim (2001). İşletmeler arası Elektronik Ticaret, İstanbul, İTO Yayınları.

Kocabaş, Füsun ve diğerleri (1999). Marketing P.R., Ankara, Media Cat Yayınları.

Liu L. ve Arnett K.P. (2000). “Exploring The Factors Associated With Website Success in The Context of Electronic Commerce”, Information And Management, volume 38, issue 1.

Morosan C. ve Jeong M. (2008). “Users’ Perceptions of Two Types of Hotel Reservation Web Sites”, International Journal of Hospitality Management, 27.

Mucuk, İsmet (1990). Pazarlama İlkeleri, İstanbul, Beta.

Mucuk, İsmet (2004). Pazarlama İlkeleri ve Örnek Olaylar, İstanbul, Türkmen Kitapevi.

Page 73: 2011 yılı 1-2. sayılar

65

Odabaşı, Yavuz (1998). “Doğrudan Pazarlama Kavram ve Özellikleri”, Pazarlama Dünyası, Eylül-Ekim.

Öçer ,A. (1999). “İnternette Pazarlamanın Büyüyen Rolü ve World Wide Web”, Anadolu Üniversitesi İİBF Dergisi, cilt:15, sayı:1-2.

Özbay, Adem ve Jan, Devrim (2000). E-ticaret Rehberi, İstanbul, Hayat Yayınları.

Özbay, Sabahat ve Akyazı, Selma (2004). Elektronik Ticaret, Ankara, Detay Yayıncılık.

Öztürk, Ayşe (2003). Hizmet Pazarlaması, Eskişehir, Ekin Kitabevi.

Rosen D.E. ve Purinton E. (2004). “Website Design: Viewing The Web as a Cognitive Landscape”, Journal of Busines Research, volume 57, issue 7.

Taşkın, Erdoğan (1992). “Satışta Telefonun Etkili Kullanımı”, Pazarlama Dünyası, Mayıs-Haziran.

Tavmergen, İge Pırnar (2002). Doğrudan Pazarlama Yöntemi, Ankara, Seçkin Yayınevi.

Tek, Ömer Baybars (1999). Pazarlama İlkeleri, İstanbul, Beta Basım Yayın.

Tuncer, D. (1996). “Turizmde Dağıtım sistemi ve Türkiye için Bir Model Önerisi”, Hacettepe Üniversitesi İİBF Yayını, no:14, Ankara.

Usta, Öcal (1992). Turizm, İstanbul, Altın Kitaplar Yayınevi.

Üner, M. Mithat (1999). “Pazarlama Literatürümüzde Yer Alan Tutundurma Karması Elemanlarının Gözden Geçirilmesi”, Pazarlama Dünyası, yıl:8, sayı:43.

Page 74: 2011 yılı 1-2. sayılar

66

Page 75: 2011 yılı 1-2. sayılar

67

EMPLOYMENT EXPECTATIONS OF UNDERGRADUATE LEVEL PUBLIC RELATIONS STUDENTS (THE CASE OF PUBLIC UNIVERSITIES and PRIVATE UNIVERSITIES)♦

E. Fazıl ÇÖLLÜ**

ABSTRACT

The number of enterprises and institutions that recognize the importance of public relations are increasing and the standards of the public relations agencies that are serving to these enterprises and institutions are better of in the Turkish environment which is trying to keep pace with globalization. The existence of some agencies that trace the developments in the world and achieve successful projects is observed in Turkey.

However, most of the undergraduate students are facing problems relating to the employment opportunities caused by the lower development level of the sector and high rates of employment from the sectors out of public relations.

This study aims to find and compare the expectations and apprehensions of public university and private university undergraduate students studying at the faculty of communication upon their graduation.

This research is managed at the Communication Faculties of Selcuk University and Baskent University and there are 100 respondents that are still studying at the faculties from each University.

SPSS Windows is used to analyze the gained data from the research.

Keywords: Public relations, Public relations education, Public Universities, Private Universities, Employment.

♦ This Article, as a papers presented that at the; İnte-2011 İnternational Conference on New Horizons in Education, 08-10 June 2011, Guarda/Portekiz ** Lecturer, Selcuk University, Vocational School of Social Sciences, Konya/TURKEY

Page 76: 2011 yılı 1-2. sayılar

68

INTRODUCTION

Undoubtedly there are a lot of reasons why the public relations has been an overemphasized phenomenon after the first quarter of the twentieth century, especially 1950s. The rapid development in information exchange and sudden change in communication technology are the leading reasons. Continuous information exchange among the countries, organizations and groups in which mass medium is widespread, has led the sense of social responsibility to strengthen and opportunities of interaction to increase. The fact that the managers are increasingly more sensitive to their environment has made necessary to give more importance to the justice and sincerity in communication and to place the public benefit to forefront.

That the public relations is gradually more demanded as a “profession” as a result of its ever increasing importance has created need for both an intensive research and legal regulations related to this department. At this point, the public relations education is an important process of change and development as it is innovational and essential.

The product of information age, in other words the era of communication, and ever becoming widespeared in all countries, the public relations has followed a historical process of development to arrive today and turned into awareness management industry by big budgets.

So called as “the child of the twentieth century”, the republic relations has led to the controversies whether it is an art or science just as in other social sciences. In fact, it is defined as the oldest of the arts and the newts of the sciences.

In the research, it will be briefly included the republic relations in Türkiye and following mentioned about the implementation of the republic relations education in the world. Then the results of survey applied on the students of Selçuk University and Başkent University Communication Faculty will be included, the findings of survey data will be presented and lastly the research will be concluded.

PUBLIC RELATIONS

Whether the public relations is accepted by its place in marketing communication or in management function, the common point is its proximity to the target audience and the continuousness of communication it has established. In behalf of management, the public relations has to meet the needs of target audience changed with the rapid change and development on technological and social fields. Now then, republic relations is a method of strategic importance which helps individuals and institutions to reach the objectives, and is carried by the target audience whose order of importance

Page 77: 2011 yılı 1-2. sayılar

69

differing in accordance with the structure of the institution such as sometimes consumer, sometimes distributer and workers. (Peltekoğlu, 2001: 6).

Public relations serves an important function in terms of adopting the policy followed by the management of the individual and intuitions to the public, providing support and safety of the public, effectively and continually announcement of studies carried or planned to be carried by the management to the public, creating a positive atmosphere to the management and so to the institution. Moreover, public relations has a particular importance in terms of carrying out the function of providing cooperation with the public at what the society thinks about the institution, what the target audience expects ands wants from the intuition (Altintas, 2005: 52).

One of the other conditions providing the republic relations to gain importance is that there is a tendency to the necessity of cognition, consciousness and behavior shaping and routing in the management mentality of the public and private sector. And this is supported by the effort of rising the profit and maximizing the fertility and also increases the necessity of orientation, formation, reformation and orientation of the human psychology. So, enterprises for development and implemantation of communication strategies have increased, too. However, the training of the managers, institutions and organizations inside and outside the public relations activities have started to gain importance. (Erdogan, 2006: 173).

The public relations is a planned and constant effort to establish and maintain the good faith and mutual understanding between an organization and the target audience. (Jefkins, 1995: 7)

That the term “social benefit” has gradually gained importance in making strategic decision on managements has led the place and importance of republic relations departments in the institution and especially on the board of management to increase. The communication ability of the managements with internal and external target audiences in access to the target has an important role. The communication is the most efficient mean. In this regard, the public relations taking the task of communication and development this communication constantly has an important role for the managements. (Sabuncuoğlu, 2004:5-6).

Among the other tasks of the public relations on behalf of the organization, there are some tasks such as to make a positive image interorganizational, to build good relationships with the media and to plan the budget of their own programmers. Including the above mentioned, the general aims of the public relations are as follows (Altıntaş, 2005: 43-44):

• To introduce the institution,

Page 78: 2011 yılı 1-2. sayılar

70

• To mediate to create a strong communication between the public and institution

• To be in touch with media (Press and TV)

• To strengthen the corporate image

• To strategies for communication

• To keep open the communication channels in-house in order to get personnel have knowledge about the plans and policies of the institution.

• To establish a relation between the institution and the target audience with methods such as press releases, documentations, exhibitions, fairs, mailings and so on.

• To establish close relationships with the customers, institutions, press and opinion leaders

• To fit the commercial and corporate identity of the institution

• To illuminate all the public having direct or indirect communication with institution by transmitting necessary information on the institution and its policies.

• To make a positive approach to the management

• To ensure convenience on the works of the public related to the management

• To ask advice of the public for the right decisions

• To ensure the public to obey the rules and regulations and illuminate them on them

• To move with the public and provide rapid and easy service

• To ensure the fulfillment of social responsibility the institution by carrying out activities for the benefit of both private and public, and so to make a strong image.

THE EDUCATİON AND EMPLOYMENT PROBLEM OF PUBLIC RELATIONS

When looking at the distribution of department quotas in Turkey according to the ownership structure, there is a rate of 29.26 percent (755) quota. However, there is a rate of 45.99 percent (1066 people) for private universities. While the

Page 79: 2011 yılı 1-2. sayılar

71

state universities have 2, 33 percent of quota (60 people) for other departments, the state universities have 26,66 percent of quota (618 people).

In our day, a large part of the regular training programmers in the field of public relations has fallen behind the procedural training in the traditional fields such as medicine and law which reached the level for many years ago. This is because the information necessary for the profession of public relations is on more different fields other than other fields and the necessity of successful public relations practitioners having a broad knowledge about these different fields. This necessity makes the studies of education. (Erendağ, 2008: 27).

To be successful in the field of public relations which necessitate a wide range of knowledge and skill, it is a must to have the management, organizational skills, and honesty and above all to have a strong personality and leadership qualities as well as having information about communication methods. (Peltekoğlu, 1998: 99).

That the fact that the public relations gradually develops its strategic identity and so there is a need fort he qualified staff growing in this field has raised the level of the education of public relations. To carry out the strategic function of this management function, there will be a need for the staff with skill and education level to perform this task. (Asna, 1997: 256-258)

Extracurricular activities, work-professional associations, student-run agencies, communication with close profession groups, public relations career days on campus, guest speakers, non-governmental organizations projects, competitions such as the development of their professional skills following their training will be important factors on the development of their professional skills. (Erendağ, 2008: 29).

One of the important problems of public relations training courses is to provide the balance of theoretical and practical application in graduate-level education. The researches show that the theoretical courses are more dominant than the practices in public relations programs. This is one of the leading issues which the students complain (Cöllü and Selvi, 2010:629)

Public relations problems related to education are found not only in Turkey but also in other countries too. Apart from the education of public relations, the debate on even the definiton of the public relations has lasted. Public relations has an interdisciplinary structure and this results in not only difficulties of its position but also prevents the determination of an effective curriculum.

In one study, the number of communication faculty graduates is the average one third of total employment ratio. (Gurel, 2005: 359)

In the same research, as response to the question of “Do you have any privilege or priority for the communication faculty graduates”, 50% of them are positive,

Page 80: 2011 yılı 1-2. sayılar

72

50% of them are negative. It is also added that he ones who say that “I only prefer the communication faculty graduates” agree that the ones having taken the education of economics, psychology, and sociology can accommodate themselves to the communication sector more easily. (Gurel, 2005: 362)

For these reasons, the public relations graduates face some problems on employment as both the importance of the public relations is not felt enough and the graduates from other departments are rival to the graduates from the public relations.

Having a job has not only economic consequences. Craft knowledge and professional experience facilitate the transitions of people to higher status as well as bringing prestige to them. Prestigiousness in social life is an important factor raising the prestige. (Sumak and Cöllü, 2011: 44)

EMPLOYMENT EXPECTATIONS OF UNDERGRADUATE LEVEL PUBLIC RELATIONS STUDENTS (THE CASE OF PUBLIC UNIVERSITIES AND PRIVATE UNIVERSITIES)

Methods and Techniques

This study states that the views of the public relations students on finding a job after graduation. During the study, firstly literature review is examined with the theoretical background and then the questionnaire form is conducted to the students of Selcuk University Faculty of Communication and Public Relations and Publicity Department, Baskent University Faculty of Communication, Public Relations and Publicity Department.

Data Collection

Primarily a theoretical research has been conducted. The field study is done in the second part and within this scope the results of survey applied on the students of Selcuk University Faculty of Communication and Public Relations and Publicity Department, Baskent University Faculty of Communication, Public Relations and Publicity Department.

Sample Selection and Implementation

These survey data are obtained from the application performed on the students of Selcuk University Faculty of Communication and Public Relations and Publicity Department. These two universities are selected as samples by taking into consideration that the former is a state university and the latter is a private university and it is also tried to present the educational status of the both private and state university students. 200 students were surveyed with the method of face to face in November, 2008.

Page 81: 2011 yılı 1-2. sayılar

73

A total of 22 questions were asked in the research and while the first ones were about the education of public relations, the last questions were intended to detect the social-demographic qualities of the surveyors. The questionnaire was included the closed end questions. Thought as appropriate to the nature of the equal interval scale, 5- Likert type scale was used for some questions in the research.

1. Students' opinions on finding applications in the sector outside of schools of education;

1 Aways

2 Generally

3 Little

4 Slghtly

5 Never

SELÇUK ÜNİV. %0 %22 %38 %22 %18

BAŞKENT ÜNİV.

%0 %18 %50 %12 %20

SÜ+BAŞKENT ÜNİV.

%0 %20 %44 %17 %19

When asked to the surveyors participated in the research whether they find any field of application except for their training at school, 22% of the Selcuk University Faculty of Communication, Public relations and Publicity Department students have stated that they can generally find the fields of application in other sectors, 38% of them have stated that they can find several fields of application in other sectors, 22% of them have stated that they can find few fields of application in other sectors and the remaining percent, 18% have said that they cannot find any fields of application.

The results show that the most of the students from both universities cannot find fields of application in other sectors. To fill this deficiency, the faculties can corporate with the private sector so that the students can practice.

2. . The opinions of students on finding job in the field of public relations after graduating;

1 Certainly yes

2 no

3 no

4 Certainly no

5 Neutral

SELÇUK ÜNİV.

%12 %38 %16 %0 %34

BAŞKENT ÜNİV.

%20 %42 %7 %8 %23

SÜ+BAŞKENT ÜNİV.

%16 %40 %11,5 %4 %28,5

The surveyors participated in the research were asked their views on finding job in the field of public relations after graduating. 12% of the Selcuk University Faculty of Communication Public Relations and Publicity Department students have checked the “certainly yes”, 38% have checked “yes”, 16% have checked

Page 82: 2011 yılı 1-2. sayılar

74

“no” and 34% have checked “neutral”. 20% of Baskent University Faculty of Communication Public Relations and Publicity Department students participated in the research have checked “certainly yes”, 42% have checked “yes”, 7% have checked “no”, 8% have checked “certainly no” and 23% have checked “neutral.

In conclusion, a 50% rate of students participating in the training of research from the University of Selcuk, and then finding a job in public relations related to the positive opinions, while this proportion was 62% for Başkent University. Find jobs for people having a negative opinion of the university are evaluated every two rates is very close to each other seen. That title must be specified in the employment rates of university students both in and above 50% although the rate of those undecided on this issue draws attention to the size.

When the results are evaluated, 50% of Selçuk University students have expressed positive opinion on finding job after the graduation while 62% of Baskent University students have positive opinion. When the rate of the ones who have negative view on finding job, it is seen that the rates of both universities are too close to each other. It also should be stated that although the rates of both universities on finding job is over 50%, the high rate of neutral ones is remarkable.

3. The views of students related to their negative opinions on finding job;

1 I dont think ı have adequate hands-on training

2 I am insufficient on education developing creative thinking

3 I am insufficient on personal education

4 The education criteria on employement is not taken into consideration

5 Other

SELÇUK ÜNİV.

%32 %6 %10 %50 %2

BAŞKENT ÜNİV.

%19 %17 %14 %33 %17

SÜ+BAŞKENT ÜNİV.

%25,5 %11,5 %12 %41,5 %9,5

The surveyors participated in the research were asked their negative ideas on finding job. 32% of Selcuk University Faculty of Communication, Public relations and Publicity Department students have stated that they do not think that they have adequate hands on training, 6% of them have stated that they are insufficient on education developing creative thinking, 10% have stated that they are insufficient on personal education, 50% have stated that the education criteria on employment is not taken into consideration. The remaining 2% have

Page 83: 2011 yılı 1-2. sayılar

75

expressed different opinions expressed. The same question is answered by students of University of Baskent. 17% of them have stated that they are insufficient on education developing creative thinking, 14% have stated that they are insufficient on personal education, 33% have stated that the education criteria on employment is not taken into consideration.

Looking at the results in a comparative way, for the half of the students from Selcuk University, the reason of their negative views on finding job is that the education criteria on employment is not taken into consideration while nearly other part (32%) have given the reason that they have not adequate hands on training. On the other hand, 33% of Başkent University students have expressed that the sector have not taken the education into consideration while other choices are close to each other for the remaining part

4.Öğrencilerin Sektörde Uygulama imkânı bulamamalarının nedenleri ile ilgili görüşleri;

SELÇUK ÜNİV.

BAŞKENT ÜNİV.

SÜ+BAŞKENT ÜNİV.

1 Sektör öncülerinin bu alanda eğitimli personele ihtiyaç duymaması

%6 %0 %3

2 Okul yönetiminin yönlendirici olmaması

%34 %15 %24,5

3. Okuldaki dersler nedeniyle zaman yetersizliği

%2 %12 %7

4. Okul ile sektör arasında iletişim kopukluğu ve işbirliğinin olmaması

%30 %52 %41

5. Ekonomik ve sosyal çevre açısından Konya ili/Ankara ilinin yetersizliği

%8 %0 %4

6 Profesyonel kurum ve kuruluşların eksiliği

%6 %12 %9

7. Diğer %4 %9 %6,5

When the results are evaluated, it is remarkable that for most of the students from both universities, the reason that they cannot find field of application in sector is the lack of communication between the school and the sector.

5. Öğrencilere eğitimini almakta oldukları halkla ilişkiler mesleğinin zayıf yönleri ile ilgili görüşleri;

1 Sektörel ilgisizlik

2 Toplumsal açıdan önemsenme eksikliği

3 Örgütlenme eksikliği

4 Yasal düzenlemelerin olmaması

5 Diğer

SELÇUK ÜNİV. %34 %36 %6 %20 %4

BAŞKENT ÜNİV.

%37 %49 %13 %1 %0

SÜ+BAŞKENT ÜNİV.

%35,5 %42,5 %9,5 %10,5 %2

Page 84: 2011 yılı 1-2. sayılar

76

The surveyors participated in the research were asked about their views on weak aspects of the profession of public relations. 34% of Selcuk University Faculty of Communication Public Relations and Publicity students have emphasized the sectoral indifference, 36% have emphasized the lack of being considered important in the eye of public, 6% have emphasized lack of organization, and 20% have emphasized lack of legal regulation. And the remaining 4% have offered different suggestions for the weak aspects of the public relations. The same question was answered by students from Baskent University Faculty of Communication Public Relations and Rublicity and the results were 37% sectoral indifference, 49% lack of lack of being considered important in the eye of public, 13% lack of organization and 1% lack of legal regulation.

6. Aylık harcamanız ne kadar? (TL)

1 100-200

2 201-300

3 301-400

4 401-500

5 501-+

SELÇUK ÜNİV. %14 %18 %18 %28 %22

BAŞKENT ÜNİV.

%10 %10 %16 %17 %47

SÜ+BAŞKENT ÜNİV.

%25,5 %14 %17 %22,5 %34,5

The surveyors participated in the study were asked about their monthly expense, the results were: 25.5% of the students' monthly expense is between 100-200 TL, the monthly expense of 14% of them is between 201-300 TL, 22.5% of them is between 401-500 TL and the remaing’s monthly expense is 500 TL and over in Selcuk University. The most students from Baskent University have expressed that their monthly expense is 500 TL and over. It can be concluded from these results that while Selcuk University Faculty of Communication has students from every segment of society whose economic status is different, the students with much better economic status prefer Baskent University Faculty of Communication.

CONCLUSION AND RECOMMENDATIONS

Researches show that the students have not enough information in advance about the university department which they have chosen. Therefore, some students including public relations students fail at school life and later business life. To avoid this, the students should be informed pre-university and guided considering their abilities and skills.

Page 85: 2011 yılı 1-2. sayılar

77

Determining the curriculum of the public relations, it should be taken into consideration the necessities of the business life and the applied courses should be concentrated on.

Besides the theoretical and practical training, the students will find opportunities to work together with public relations associations, to open up the sector by establishing agencies, contact with professional groups and civil society organizations, to invite successful speakers in their profession on career days, speakers have been successful in calling in the profession in the fields of activities such as participation in competitions will have the opportunity to develop their professional skills.

It can be concluded that a remarkable part of students from both universities cannot find any field of application in sector. The practices should be provided for students in their school life by cooperating with the business life. Internship periods should be provided so that the students can see the business life.

On finding job related to the public relations, the students of Baskent University Faculty of Communication have more positive views than the students of Selcuk University have. This can be explained with the fact that the public relations sector is more developed in Ankara where Baskent University Faculty of Communication is situated. That the economic situations of Baskent University students, a private university, are much better than Selcuk University Students’ is assumed as another reason.

For the most of the students from both universities participated in the research, the weak aspects of public relations profession are lack of being considered important in the eye of public and the sectoral indifference. The universities and public relations firms should study together to resolve this problem.

REFERENCES

ALTINTAŞ, Emine (2005) “Hastanelerde Kurumsal İmaj Oluşturmada Halkla İlişkilerin Rolü ve Kütahya SSK Hastanesinde Bir Uygulama”, (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Dumlupınar Üniversitesi, S.B.E. 2005.

ASNA, Alaeddin, PR Dünden Bugüne Bir Sanat-Meslek Öyküsü. Sabah Kitapları, İstanbul, 1997.

ÇÖLLÜ, Fazıl, SELVİ Özgür, (2010), Halkla İlişkiler Öğrencilerinin Halkla İlişkiler Eğitimi Algılamaları Hakkında Karşılaştırmalı Bir Alan Araştırması (Selçuk Üniversitesi Ve Başkent Üniversitesi Örneği), 2.Balkanlarda Sosyal Bilimler Kongresi Biliri Kitabı, S, 619-632, Kosova,.

Page 86: 2011 yılı 1-2. sayılar

78

ERDOĞAN, İrfan, (2006), Teoride ve Pratikte Halkla İlişkiler, Erk Yayınları, İstanbul.

JEFKİNS, F. (1995), “Public Relations Techniques”, Butterworth-Heinemann Ltd., London.

PELTEKOĞLU, F.B. (2001) “Halkla İlişkiler Nedir?”, Beta Yayım Dağıtım, İstanbul.

SABUNCUOĞLU, Zeyyat, (2004), “İşletmelerde Halkla İlişkiler”, Rota Ofset, Bursa.

SUMMAK Erhan, ve ÇÖLLÜ Fazıl, (2011), Davranış Bilimleri, Selçuk Ünv. Matbaası, Konya.

ŞATIR, Çiğdem, ERENDAĞ, Fulya, (2008), Sümer, Kurum İtibarının Bileşenleri Üzerine Bir Araştırma:Sağlık Hizmeti Üreten Bir Kamu Kurumunda İç Paydaşlar İtibarı Nasıl Algılıyor? Selçuk İletişim, S.15-25, Konya.

TUĞÇE, Gürel, (2006), Halkla İlişkiler Profesyonelleri, İletişim Fakülteleri Mezunlarında Neler Arıyorlar: Ajans Yöneticilerinin Bakış Açıları, II. Ulusal Halkla İlişkiler Sempozyumu, Kocaeli.

Page 87: 2011 yılı 1-2. sayılar

79

ÖRGÜTLERDE GÜVEN VE BAĞLILIĞIN ÇATIŞMA İLE İLİŞKİSİ: DALAMAN ULUSLAR ARASI HAVALİMANI ÇALIŞANLARI ÜZERİNDE BİR ALAN ARAŞTIRMASI*

Mehmet ULUTAŞ**

ÖZET

Örgütler, insanlar tarafından oluşturulan, insanlar tarafından ayakta tutulan ve yine insanlar tarafından varlıkları sona erdirilen yapılardır. Örgüt içinde meydana gelebilecek anlaşmazlıklar, yıkıcı çatışmalar organizasyonun varlığını çoğu zaman tehlikeye düşürmektedir. Güven ve bağlılık kavramları ise, insan ilişkilerinde daha düşük anlaşmazlıklara yol açmaktadır. Birbirlerine ve örgütüne güven duyan çalışanların bulunduğu bir işletmede çatışma düzeyinin daha düşük seyredeceği çalışmanın temel varsayımlarından birini oluşturmaktadır. Birbirlerine ve örgütlerine bağlılık düzeyleri yüksek olan işletmelerde çatışma düzeyinin düşük olacağı, diğer varsayımı ifade etmektedir.

Bu çerçevede, Dalaman Uluslararası Havalimanı’nda faaliyet gösteren yirmi ayrı işletmenin yönetici ve işgörenlerinden oluşan 367 katılımcı üzerinde, uluslararası araştırmacıların geliştirdiği ölçekler kullanılarak hazırlanan bir anket çalışması yapılmıştır. Toplanan veri seti üzerinde paket program yardımıyla, Cronbach Alpha Güvenirlik Testi ve Faktör Analizleri, Pearson Corelasyon Testi ve Regresyon Analizleri yapılmıştır.

Araştırma sonuçları, hem ‘güven’ ile ‘çatışma’ arasında hem de ‘bağlılık’ ile ‘çatışma’ arasında negatif yönde ve anlamlı bir ilişki bulunduğunu göstermektedir.

Anahtar Kelimeler: Güven, Bağlılık, Çatışma

THE RELATİONSHİP ON CONFLİCT OF TRUST AND COMMİTMENT İN THE ORGANİZATİONS

ABSTRACT

The organizations are the structures which are constituted by people, sustained by people and ended its presence by people. The disagreements and destructive conflicts in organizations have mostly endangered its presence. The trust and commitments have engandered to lower conflicts about human relations. One of hypothesis of the study is becoming lower conflict in organizations which have employees who have trust each other and their organizations. Besides according to the other hypothesis, in

* Bu çalışma, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü İşletme Ana Bilim Dalı, Yönetim ve Organizasyon Bilim Dalı’nda, 2010 yılında Prof. Dr. M. Şerif Şimşek danışmanlığında tamamlanmış, “Birey-Örgüt Kuramı ve Dalaman Havalimanı Çalışanları Üzerine Bir Alan Araştırması” başlıklı doktora tezi verilerinden yola çıkarak hazırlanmıştır. ** Dr.

Page 88: 2011 yılı 1-2. sayılar

80

organizations which have employees who have high level commitments to each other and their organizations will be lower conflicts.

In this study, a total of 367 employees or managers working in 20 companies in Dalaman International Airport were selected as the study sample. A questionnaire prepared by researcher using surveys developed by international researchers was used. In order to analyze the data set by using the analyzing program, Cronbach Alpha Reliability Tests and Factor Analysis, Pearson Corelation and Regression Analysis were used.

The findings showed us there is a statistically significant and negative correlation between trust and conflicts; and there is a significant and negative correlation between commitments and conflicts.

Key Words: Trust, Commitment, Conflict

GİRİŞ

Organizasyonlar, çalışanlarını güven ve bağlılık temelinde bir araya getirerek örgüt hedeflerine motive etmelidirler. Çalışanların hem birbirlerine hem de örgütlerine karşı güven ve bağlılık duymalarının organizasyona kazandıracağı bir çok faydanın yanında, örgüt içi çatışmaları hatırı sayılır biçimde azaltması çok büyük önem arz etmektedir. Ancak, organizasyonlarda yaratıcılığı ortaya çıkarabilecek fonksiyonel çatışmaların çalışma dışı tutulduğu burada belirtilmelidir.

Birbirleriyle didişmekten, yöneticileriyle ve işletmeleriyle uğraşmaktan işlerini yapamaz hale gelen çalışan profili, işletmelerin üstesinden gelmesi gereken konulardan biridir. Güven ve bağlılık kavramları, bu sorunla mücadelede işletmelere çok büyük katkılar sağlamaktadır.

Bu çerçevede çalışmada öncelikle, güven, bağlılık ve çatışma konularına ilişkin literatürden taranan bilgilere yer verilecek; daha sonra ise alan araştırmasının bulgularından yola çıkarak araştırmanın sonuç ve önerilerine yer verilecektir.

1.GÜVEN

Güven, bir kişi ya da organizasyonun doğruluğu, dürüstlüğü ve güvenilirliğine karşı duyulan inanç olarak tanımlanmıştır. Mc. Allister güveni; bilgi esaslı güven (cognition-based trust) ve duygu esaslı güven (affect-based trust) olmak üzere iki boyutta incelemiştir. Bilgi esaslı güven, yetenek ve sorumluluk gerektiren işlerde güvenilirlik kanıtı oluşturmaya dayanır. Duygu esaslı güven ise, birbirinin mutluluğunu halisane gözeten taraflar arasında var olan duygusal bağa dayanır (Staples ve Ratnasingham, 2009, 129).

Page 89: 2011 yılı 1-2. sayılar

81

Ortak güven duygusu, bilgi paylaşımına yol açmaktadır. Sherif’in (1966) yapmış olduğu bir dizi çalışma, tekrar edilen ortak çabaların ve iletişimin güven yarattığını; bunun daha sonra, yöntemler ve fikirlerin paylaşılmasını sağladığını göstermiştir (Celep ve Çetin, 2003, 101).

Güven sürecine etkisi olabilecek dört etmen vardır; süreçle ilgili farkındalık ya da bilinç düzeyi (apaçık ya da göze görünmeyen) ve tercihin kaynağı (kafa ya da kalp); 1)Apaçık güven; Güven kimi zaman çok bariz bir şekilde ortadadır (sürücü kursu öğretmeninin uzman biri olduğuna güven), 2)Göze görünmeyen güven; Güven gözönünde olmayan bir biçime de bürünebilir (arkadaşın dürüst tavsiyelerde bulunacağına güven), 3)Kafayla güven; Bilgisel güven türüdür, 4)Kalple güven; Görüş oluşturmak için başvurulan duygusal ya da içten gelen değerlendirmedir (Cope, 2005, 156).

Karşılıklı bağlılık ve güven işbirliği davranışı sergilemeye teşvik eder. Karşılıklı güven, taraflar arasındaki etkileşimde belirsizliklerin azalmasına yardım eder (Jih vd., 2007, 84). Altılar’a göre güven, belki de her ilişkinin en güç yanıdır. Duygusal anlamda incinmiş insanlar, güven duymakta büyük zorluk çekerler. Bu zorluk iki şekilde ortaya çıkar; Birincisi, güvenilebilir olup olmadıklarına bakmadan başkalarına safça güvenmektir. Bu kişilerin, kendi haklarını sürekli olarak başkalarının hizmetine sunmaları yüzünden ortaya çıkar. Güvenen kişi, diğerlerinden gelecek sevgi ve şefkat kırıntılarını, çoğu zaman duygusal bir açlıkla kabul eder. Bunun sonucunda, onu kullanmak isteyenler tarafından kolayca istismar edilecek hale gelir. İkinci güçlük, kişinin kimseye derinden güvenmemesidir. Erken yaşlardan itibaren bir kişilik zırhıyla yaşamaya alışmış kişiler, yıkıcı aile ve okul ortamlarında geliştirdikleri bu güvensizlik tarzını yetişkinlikteki ilişkilerine de taşırlar (Altılar, 2004, 466).

Dubrin, güven temini konusunda liderler için şu dört hususun hayati değere sahip olduğunu ifade etmektedir; a)Düşüncelerinizle davranışlarınız birbiriyle tutarlı olmalıdır, b)Örgüt ya da örgütteki herhangi bir birim bir problemle karşılaştığında, işlerin neden yanlış gittiği konusunda suçlayacak birilerini aramak yerine problemi çözmek için harekete geçin, c)Kişisel bilgilerin gizliliğine saygı ilkesiyle hareket edilmelidir; aksi halde gizli bilgileri ifşa edilen kişide dönüşü olmayan güven kayıpları yaşanmaktadır, d)Güvenilirlik ve dürüstlük düzeyinin yüksek tutulması sağlanmalıdır (Dubrin, 1998, 412).

Fleet güven hususunda; “Çalışanlarınız arasında sorumluluk duygusu geliştirerek kendi aralarında ve üstlerine karşı saygılı olmalarını ve birbirlerine güven duymalarını sağlarsanız; çalışanlarınızı motive ederken, yaptıkları işte onlara güven duyduğunuzu gösterirseniz, sahip oldukları bütün yetenekleri kullanarak size karşılık vereceklerdir. Çalışanlarınızın sorumluluklarını çoğaltmanız, onun kendine olan güvenini ve iş yapma becerisini arttırır, kendisiyle ve sizin için yaptığı işlerle gurur duyar.” ifadelerini kullanmaktadır (Fleet, 1999, 181).

Page 90: 2011 yılı 1-2. sayılar

82

2.ÖRGÜTSEL BAĞLILIK

İnsan kaynakları yönetimi’nin Harvard modeli olan 4C’den (Commitment-bağlılık, Congruence-uyum, Competence-yetkinlik, Cost effectiveness-etkinliğin maliyeti) biri olan örgütsel bağlılığın (Shahnawaz ve Juyal, 2006, 173) literatürde çeşitli tanımları yapılmıştır. Bunlardan bazıları, aşağıdaki gibidir;

Örgütsel bağlılık, bireylerin belirli bir organizasyona karşı hissettikleri adanma ve özdeşleşme duygularının göreli gücü olarak tanımlanmaktadır (Bogler ve Somech, 2004, 279). Feinstein’in anlatımıyla Porter ve Smith, örgütsel bağlılığı; a)örgütün hedeflerinin ve değerlerinin kabulü, b)organizasyon adına efor harcamaya isteklilik, c)organizasyon üyeliğinin sürdürülmesine ilişkin şiddetli arzu, olarak tanımlamışlardır (Feinstein, 2009, 9).

Bağlılık, esas olarak örgütte kalma yönündeki davranışsal eğilimi ifade eden doğru yönde bir adım olarak da tanımlanmaktadır (Camp, 1993, 2). Burke’e göre, genel anlamda örgütsel bağlılık, birey ve diğer toplumsal birim olarak örgüt arasında tutucu bir bağdır. Bu bağ, bireylerin, daha büyük menfaat ve avantajlar peşinde koşmalarını önlemek için yeterli miktarda güçlüdür (Burke ve Stets, 199, 348).

Örgütsel bağlılık, iyi günde de kötü günde de örgütü yalnız bırakmama, birey ile örgütün psikolojik bütünleşmesi olarak tanımlanmaktadır (Cox vd., 1997, 80). Örgütüne yüksek bağlılığı olan çalışanların, örgütlerinde çalışmayı sürdürmeye istekli oldukları ifade edilebilmektedir (Cohen, 1993, 1140). Bu tür çalışanlar, örgütün değerlerine ve hedeflerine karşı güçlü bir kabul ve inanca sahiptirler (Ozag ve Duguma, 2000, 7).

Allen ve Meyer, örgütsel bağlılığı üç ayrı grupta ele almıştır; a)Duygusal (affective) Bağlılık; Çalışanın organizasyona duygusal olarak bağlanması, organizasyonla bütünleşmesi ve bağlılığı ile ilgilidir. Duygusal bağlılığı güçlü olan çalışanlar, gerçekten istedikleri için örgütte kalmaya devam ederler, b)Devam (continuance) Bağlılığı; Örgütten ayrılmanın maliyetiyle ilgili farkındalıktır. Devam bağlılığıyla örgütlerine bağlı olan çalışanlar, öyle yapmaya ihtiyaç duydukları için (kıdem ve yararlanmaları sebebiyle) örgütlerinde kalırlar, c)Normatif (normative) Bağlılık; Örgütte kalmak için (ahlaki) zorunluluk duymayı ifade eder. Normatif bağlılık duyan çalışanlar, örgütte kalmaları gerektiğine inandıkları için kalırlar (Brown, 2003, 30).

Fletcher’in anlatımıyla, O’Reilly ve Chatman, örgütsel bağlılığı, üç bağımsız yapı üzerine inşa edilen, örgüte psikolojik bağlanma olarak tanımlamışlardır; a)Uyma (compliance); Dışsal ödüller için bağlılık olarak ifade edilmektedir, b)Özdeşleşme (identification); Psikolojik bağlanmayı geliştiren süreçlerde önemli bir mekanizmadır ve bağlanma arzusunun bir sonucu olarak örgütsel bağlılığı ifade eder, c)İçselleştirme (internalization); Bireylerin örgütün

Page 91: 2011 yılı 1-2. sayılar

83

değerlerini kabulüne dayanan bağlılık türünü ifade etmektedir (Fletcher, 1998, 3).

Huselid ve Day’in anlatımıyla, “Blau ve Boal”, örgütsel bağlılığı kapsayan iki ayrı faktör olduğunu tespit etmişlerdir; a)Davranışsal bağlılık (attitudinal commitment); Çalışanların duygusal olarak örgütüne bağlanması ve örgütün hedefleriyle kendi hedefleri arasında bir uygunluk hissetmeleridir, b)Devam Bağlılığı (continuance commitment); Çalışanın organizasyonla ilişkisinin bir menfaat ilişkisinden kaynaklanmasıdır (Huselid ve Day, 1991, 381).

Arnott ve Juban’ın anlatımıyla, Mayer ve Schoorman, örgütsel bağlılığı, değer bağlılığı (value commitment) ve devam bağlılığı (continuance commitment) olmak üzere iki grupta incelemişlerdir. Araştırmanın ampirik bulgularına göre, devam bağlılığı, güçlü bir biçimde işten ayrılma eğilimi ile ilgiliyken; değer bağlılığı, kurumsal vatandaşlık, iş doyumu ve iş performansı ile ilişkilidir (Arnott ve Juban, 2000, 5-6).

Couzes ve Posner’e göre, liderler için bağlılığı elde etmek ve bunu muhafaza etmek önemlidir (Kouzes ve Posner, 1995, 252). İşletmeler, çalışanlarını ellerinde tutmak ve onların enerjilerini organizasyonun hedeflerine yönlendirmek için bağlılıklarını elde etmek zorundadırlar. Bağlılık, çalışanların faaliyetlerini ve katkılarını sağlamak için hayati öneme sahiptir (Hougland ve Wood, 1980, 85).

Angel ve Perry, yaptıkları araştırmada, örgütsel bağlılığın, örgütsel etkinliğin göstergeleri sayılan, çalışanın adaptasyonu ile pozitif; geç kalma (tardiness) ve işten ayrılma eğilimi (turnover intention) ile negatif yönde anlamlı ilişki tespit etmişlerdir (Angle ve Perry, 1981, 8-9).

3.ÇATIŞMA

Çatışma (conflict), iki veye daha çok insan arasında uyumsuzluk sonucu ortaya çıkan anlaşmazlıklardır. Örgütlerde kişiler ve gruplar uyum içinde çalışabilirler; ancak bazı durumlarda bu uyum kaybolabilir ve çatışma başlar. Özellikle sorun çözmede değişik fikirlerin olması, herkesin kendi fikrinde ısrar etmesi çatışma yaratabilir (Özkalp ve Kırel, 2001, 387).

İnsanlar gün boyunca farklı kişilerle, farklı ortamlarda ve faklı sürelerde etkileşime girerler. Etkileşimde bulunan kişiler, o anda aralarında cereyan eden etkileşimin niteliğinden memnun olabilirler ya da memnun olmayabilirler. Kişilerarası sorunlar, etkileşimde bulunan taraflardan en az birinin, mevcut etkileşim biçimi ile ideal etkileşim biçimi arasındaki farkı algıladığı, bu fark yüzünden gerginlik hissettiği, gerginliği ortadan kaldırmak için girişimlerde bulunduğu, ancak girişimlerinin engellendiği bir durum olarak tanımlanabilir. Sorunlar, kişisel ve toplumsal yaşamımızı geliştirmeye yönelik girişimlerin itici

Page 92: 2011 yılı 1-2. sayılar

84

gücüdür. Önemli olan herhangi bir sorun çıkmaması için çalışmak ya da sorunlardan kaçınmak değil, sorunların üstesinden gelebilmektir (Öğülmüş, 2001, 9-10).

Çatışma, biri kazanınca, diğerinin kaybetmesi sonucu ortaya çıkar. İşbirliği ise, biri kazanınca diğerinin de kazanmasıdır. Rekabet ise, işbirliği içinde yuvalanmış çatışmadan oluşur. Örneğin, tenis oynarken bir kişi kazanır, fakat asıl amaç sağlıksa, bu her iki taraf için de bir kazançtır (Değirmenci, 2007, 111).

Anlaşmazlıklara görüşme yoluyla etkili bir çözüm yolu bulmanın ilk adımı, tarafların hemen hemen eşit güçlerde olduğunun ortaya konulmasıdır. Bunun yanında, tartışmacıların, her iki tarafın anlaşmazlığı farklı olarak değerlendirdiğini ve bu yüzden doğru veya yanlış, haklı veya haksız gibi kavramları kullanmanın faydalı bir yaklaşım olmayacağını kabul etmesi gerekir. Bir tartışmacı, kendini haklı olarak gördüğünde, bu karşı tarafın haksız olduğu anlamına gelir ve tartışma stratejisi karşı tarafı haksız olduğuna ikna etmeye yönelir. Oysa, haklı ve haksız kavramlarını bir kenara bırakmak, soruna çözüm bulma yolunda ilerlemeye başlanmasını kolaylaştırır (Jandt, 2002, 54-55).

4.ÖRGÜTLERDE GÜVEN VE BAĞLILIĞIN ÇATIŞMA İLE İLİŞKİSİ: DALAMAN ULUSLAR ARASI HAVALİMANI ÇALIŞANLARI ÜZERİNE BİR ALAN ARAŞTIRMASI

Bu bölümde, Dalaman Uluslararası havalimanında faaliyet gösteren yirmi işletmenin yönetici ve çalışanları üzerinde yapılan araştırmanın bulgularına dayanılarak, “güven” ve “bağlılık”’ın “çatışma” ile ilişkisi incelenecektir. Konu hakkında bu bölüme kadar söylenenlerle araştırmamızdan elde edeceğimiz bulgular arasında ilişki kurulmaya çalışılacaktır.

4.1.Araştırmanın Amacı

Bu araştırma ile;

a) “Güven” ile “çatışma” arasındaki ilişkinin,

b) “Bağlılık” ile “çatışma” arasındaki ilişkinin,

incelenmesi amaçlanmaktadır.

4.2.Araştırmanın Yöntemi

Bu bölümde, araştırmanın kavramsal modeli, hipotezleri, örneklemi ve metodolojisi ile sınırlılıklarından bahsedilecektir.

Page 93: 2011 yılı 1-2. sayılar

85

4.2.1.Araştırmanın Kavramsal Modeli

Bu araştırmada “güven” ve “bağlılık”, bağımsız değişken; “çatışma” ise bağımlı değişken olarak seçilmiştir. Burada bağımlı ve bağımsız değişkenler arasındaki ilişkiler (pozitif veya negatif) araştırılmış ve ölçülmüştür. Konu ile ilgili olarak hipotezler geliştirilmiş ve bu hipotezlerin doğrulukları ve hipotezlerin desteklenip desteklenmediği araştırılmıştır. Değişkenlerin birlikte değişip değişmedikleri, birlikte bir değişme varsa bunun nasıl olduğu öğrenilmeye çalışılmış ve korelasyon ilişkisi aranmıştır.

Tablo 1: Bağımlı ve Bağımsız Değişkenler

Bağımsız Değişken (Neden) X

Güven X1

Bağlılık X2

Bağımlı Değişken (Sonuç) Y

Çatışma Y1

Araştırmanın kavramsal modeli olarak da aşağıdaki model kullanılmıştır;

Şekil 1: Örgütlerde Güven ve Bağlılığın Çatışma ile İlişkisi Kavramsal Modeli

4.2.2.Araştırmanın Hipotezleri

Araştırmanın kavramsal modeline uygun olarak iki hipotez geliştirilmiştir;

Hipotez 1: Örgütlerde güvenin çatışma üzerinde negatif bir etkisi vardır.

Hipotez 2: Örgütlerde bağlılığın çatışma üzerinde negatif bir etkisi vardır.

4.2.3.Araştırmanın Örneklemi ve Metodolojisi

Araştırmanın temel aracı olarak, bir anket formu kullanılmıştır. Anket formunda yer alan sorularla, “güven” ve “bağlılığın” çatışma ile ilişkisine dair veriler elde edilmeye çalışılmıştır. Anket sorularına verilen cevaplar, beşli seçenekleri olan sıralamalı Likert tipi (1:Kesinlikle katılmıyorum; 2:Katılmıyorum; 3:Fikrim Yok; 4:Katılıyorum; 5:Kesinlikle katılıyorum) ölçek ile alınmıştır.

Araştırmanın kavramsal modelinden yola çıkılarak kapsamlı ve geçici bir soru listesi hazırlanmıştır. Listede yer alan soruların tamamı literatürde önceden kullanılmış olan sorulardan oluşturulmuştur.

Bağlılık (X2)

Çatışma (Y1)

Güven (X1)

Page 94: 2011 yılı 1-2. sayılar

86

• Güven Ölçeği: Araştırmada, “güven”, T Staples ve Ratnasingham (Staples ve Ratnasingham, 2009, 129) ölçeği esas alınarak ölçülmektedir.

• Bağlılık Ölçeği: Araştırmada bağlılığın ölçülmesinde, Staples ve Ratnasingham (Staples ve Ratnasingham, 2009, 129), Piasentin (Piasentin, 2007, 123), Valentine vd., (Valentine vd., 2002, 349-360) ve Wasti (Wasti, 2000, 401)’nin ölçeği kullanılmıştır.

• Çatışma Ölçeği: Araştırma’da çatışmanın ölçülmesinde,Wright’in (Wright, 2000, 1753) ölçeği kullanılmıştır.

Ölçekler kullanılmak suretiyle, sorular anket formatında hazırlanmıştır. Taslak anket formundaki sorular, araştırmanın amaçları ve hipotezleri ile karşılaştırılarak araştırmanın amaç ve hipotezleri ile uyumlu olup olmadığı tespit edilmiştir. Araştırmanın amaç ve hipotezleriyle uygun olduğu kanaati oluştuğunda taslak anket formuna son halini vermek için ön test süreci gerçekleştirilmiştir. Burada amaç soruların yeterli olup olmadığına, seçilen kelimelerin anlaşılabilir olup olmadığına, soru kök ve cümlelerinde bir uyuşmazlık olup olmadığına karar vermektir. Bu bağlamda taslak anket formu, ön test için birbirini takip eden iki süreçten geçirilmiştir.

İlk aşamada, havalimanı işletmecisi firmadaki bir grup çalışandan, anketi değerlendirmeleri istenmiştir. Anketlerin doldurulması ortalama yirmi dakika sürmüştür. Daha sonra anketi dolduran her çalışan ile bire bir görüşülerek anket formu ile ilgili değerlendirmeleri alınmıştır. Bu değerlendirme süreci soruların anlaşılabilirliği, anket formundaki soru sayısı ve anketin doldurulma süresi gibi konularda değerlendirmeler yapılmasına olanak sağlamış olup; anlaşılmayan ya da yanlış anlaşılan ifadeler düzeltilmiştir.

İkinci aşama, uygulama yapılacak işletmelerdeki bir grup üzerinde yapılan pilot çalışmadır. Sözkonusu işletmelerdeki belirli bir gruptan, anket formunu doldurmaları ve anket formunda yer alan soruların anlaşılabilirliği, yeterliliği ve kapsamı hakkında yorum yapmaları istenmiştir. Sonuçta herhangi bir karışıklık ve ikilemin olmadığı, soruların anlaşılabilir olduğu değerlendirmesi yapılmıştır. Sonuç olarak yapılan ön testler sonucunda anket formu başarılı olarak değerlendirilmiş olup soruların kolay ve sade olduğu, tereddüte yol açmadığı ve formun doldurulması için ortalama yirmi dakikalık bir sürenin yeterli olduğu sonucuna ulaşılmıştır.

Örneklem olarak, Dalaman Uluslararası havalimanında farklı sektörlerde faaliyet gösteren yirmi kurum seçilmiş olup, turizm sezonunda havalimanı içerisinde çalışan personel sayısının binbeşyüz civarında olduğu dikkate alınacak olursa, örnek kütlenin uygulama için yeterli olacağı düşünülmektedir.

Page 95: 2011 yılı 1-2. sayılar

87

Anket formuna son şekli verildikten ve örnek kütle seçildikten sonra anket formlarının elden dağıtımına başlanmıştır. Gönüllülük esası ile yönetici ve çalışan düzeyindeki 500 kişiye anket formları dağıtılmış ve bunların 383 adedi geri dönmüştür. Geri dönen anket formlarından 16’sı, gelişigüzel doldurulması ve işaretlenmemiş soruların çok olması sebebiyle analizlere dahil edilmemiş olup, toplam kullanılan anket formu sayısı 367 olmuştur. Buna göre; değerlendirmeye alınan anket formlarının geri dönüşüm oranı % 73,4 olmuştur

4.2.4. Araştırmanın Sınırlılıkları

Her sosyal nitelikli araştırmada olduğu gibi, bu araştırmada da birtakım kısıtlarla karşılaşılmıştır. Bu sebeple varılacak sonuçlar ve bunlara dayalı olarak yapılacak yorumların ihtiyatla ve dikkatle değerlendirilmesi gerekir. Buna göre, araştırmanın kısıtları aşağıdaki gibi sıralanabilir:

• Kanaatler, bölgelere ya da örnek şirketlerin genel yapısına ve yönetici ya da işgören tutumuna göre farklı olabilecektir.

• Katılımcılar, çeşitli dış ya da iç etkilerle sorulara doğru cevaplar vermeyebilirler. Anket formlarında araştırmanın bilimsel içerikli olduğı izah edilmiş olsa da, kimi çalışanlar, kendileri için olumsuz sonuçlar doğurabileceği endişesiyle sorulara gerçek dışı yanıtlar vermiş olabilir.

• Katılımcıların, eğitim düzeyleri, algılama düzeyleri farklı olabileceğinden sorulardan farklı şeyler anlamış olabilecekleri ihtimalini dikkate almak gerekir.

• Araştırmanın zaman darlığı ve maliyeti de dikkate alınarak nispeten küçük bir örneklem üzerinde yapılmış olduğu, bu sebeple araştırma grubunun geneli temsil etme yeteneğinin sınırlı olacağı ve sonuçların genellenemeyeceği göz önüne alınmalıdır.

4.3. Araştırma Verilerinin Analizi ve Bulguların Değerlendirilmesi

Araştırma kapsamına alınan örneklemde toplam 367 adet anket formundan elde edilen veriler, SPSS istatistik programı kullanılarak çalışmanın amaçları ve hipotezler doğrultusunda çeşitli istatistiksel analizlere tabi tutulmuştur. Bu analizlere tabi tutulmadan önce, anket cevaplarının daha sağlıklı olması adına sorulan ters sorular ile ilgili gerekli dönüşümler yapılmış ve daha sonra analizlere geçilmiştir.

Yapılan araştırmada değişkenler arasında ilişki olup olmadığını belirlemek; şayet ilişki var ise bu ilişkinin yönünü ve şiddetini belirlemek amacıyla ilişkileri incelemeye yönelik anlam çıkarıcı istatistik tekniklerden yararlanılmıştır. Araştırmada bir bağımlı değişken ile iki bağımsız değişken arasındaki ilişkiyi incelemek için regresyon analizi uygulanmıştır. Uygulanan faktör analizi ile de

Page 96: 2011 yılı 1-2. sayılar

88

anketin geçerliliğinin test edilmesi amaçlanırken, birbirlerine yakın değişkenlerin daha az sayıda faktör altında toplanması sağlanmaya çalışılmıştır.

4.3.1. Araştırmaya Katılanların Demografik Özellikleri

Katılımcıların demografik özellikleri aşağıdaki gibidir;

Ankete 273’ü bay (% 74,4), 94’ü bayan (% 25,6) olmak üzere toplam 367 kişi katılmıştır.

Ankete katılanlar; yaş durumlarına göre % 77,4’ü (284) 18-35, % 21’i (77) 35-50, % 1,6’sı (6) 50 yaş üstü grubuna girmektedir.

Eğitim durumlarına göre, ankete katılanlar arasında en yüksek oran % 45,8 (168) ile lise mezunlarına aittir. Lise mezunlarını % 31,1 (114) ile üniversite mezunları ve % 23,2 (85) ile ilköğretim mezunları takip etmektedir.

Katılımcıların % 56,4’ü (207) mavi yaka işçi; % 30,8’i (113) idari görevlerde bulunan beyaz yaka özel sektör çalışanları ile kamu kurumlarında çalışan memurlardan oluşmakta; % 12,8’i (47) ise yönetici grubunu temsil etmektedir. Buna göre katılımcıların büyük çoğunluğunu, yönetici grubu dışında kalan işçi ve memurlardan oluşan çalışanlar oluşturmaktadır.

Katılımcıların % 30,2’si (111) 1 yıldan az süredir; % 49’u (180) 1-6 yıl arası; % 20,7’si (76) ise 6 yıldan fazla süredir işletmelerinde görevini sürdürmektedir. Buna göre katılımcıların büyük çoğunluğunu, çalışma süresi 6 yıldan az olan çalışanlar oluşturmaktadır.

Çalıştıkları alanlara baktığımızda ankete katılanların % 86,6’sı (318) özel sektör; % 13,4’ü (49) ise kamu kurumu çalışanıdır. Buna göre katılımcıların büyük çoğunluğunu özel sektör çalışanları oluşturmaktadır.

4.3.2. Veri Toplama Aracının Güvenilirliği ve Faktör Analizi

Faktör analizi, değişkenler arasındaki ilişkinin kökenini araştırmak, verileri daha anlamlı ve özet bir biçimde sunabilmek amacıyla gerçekleştirilen çok değişkenli bir analiz yöntemidir. Faktör analizi vasıtasıyla ortak özelliğe sahip değişkenler bir faktör altında ifade edilir. Faktör analizi ayrıca, ölçeğin teorik özelliklere uygun bir yapı gösterip göstermemesi ile ilgili olan yapısal geçerliliğin test edilmesi amacıyla kullanılmaktadır.

Faktör analizinde, bağımlı ve bağımsız değişkenler ayrı ayrı ele alınmış ve analiz edilmiştir. Faktör analizi sonuçları ve toplam açıkladığı varyans %58,307 olarak gerçekleşmiştir. Herbir değişkene ait faktör yükleri Tablo 2 ve Tablo 3’de verilmiştir. Faktör analizi sonucunda oluşan ölçeklerin yapısal geçerliliğe sahip olduğu söylenebilir.

Page 97: 2011 yılı 1-2. sayılar

89

Tablo 2: Bağımsız Değişkenlere Ait Faktör Yükleri Bağımlı Değişken Sorular Bileşen (Component)

Güven (X1)

G.1 ,696

G.2 ,821

G.3 ,781

G.4 ,660

Bağlılık (X2)

B.1 ,664

B.2 ,750

B.3 ,845

B.4 ,614

Tablo 3: Bağımlı Değişkene Ait Faktör Yükleri

Bağımlı Değişken Sorular Bileşen (Component)

Çatışma (Y)

Ç.1 ,687

Ç.2 ,776

Ç.3 ,660

Ç.4 ,732

Ç.5 ,710

Güvenilirlik analizinde herbir değişkenin alfa katsayılarına bakılmıştır. Tablo 4’de değişkenlere ait Cronbach alfa güvenilirlik katsayıları verilmiştir.

Tablo 4: Güvenilirlik Analizi Sonuçları

Değişkenler Soru Sayısı Cronbach Alfa Katsayısı (αααα)

Güven (X1) 4 ,791

Bağlılık (X2) 4 ,748

Çatışma (Y1) 5 ,785

Sonuç olarak; değişkenlere ait Cronbach alfa güvenilirlik katsayıları, uluslararası literatürde belirtilen ve genel kabul gören 0,6 değerinin üzerindedir.

4.3.3. Araştırmanın Hipotezlerine İlişkin Bulgular

Araştırmanın hipotezlerine ilişkin olarak boyutlar arası korelasyon ve regresyon analizleri yapılmıştır.

Page 98: 2011 yılı 1-2. sayılar

90

4.3.3.1. Boyutlararası Korelasyon Analizine İlişkin Bulgular

Tablo 5’de değişkenlere ait Pearson korelasyon katsayılarına ait değerler görülmektedir. Korelasyon tablosunda, bağımlı değişkenin bağımsız değişkenler ile ilişkileri ve bağımlı değişkenlerin kendi aralarındaki birebir ilişkilerine bakılmıştır.

Tablo 5: Korelasyon Değerleri

Değişkenler X1 Güven X2 Bağlılık Y1 Çatışma

X1 Güven 1,00

X2 Bağlılık ,363(**) 1,00

Y1 Çatışma -,377(**) -,308(**) 1,00

Pearson Kor. (Korelasyon) ve Sig. (Anlamlılık).

**. Korelasyon, ρ=0,01 seviyesinde anlamlı ilişki.

Tablo 5’e bakıldığında;

• “Güven” ile “çatışma” arasında negatif yönde anlamlı (ρ=0,01) ve güçlü bir ilişkinin (β= -,377) olduğu görülmektedir.

• “Bağlılık” ile “çatışma” arasında negatif yönde anlamlı (ρ=0,01) ve güçlü bir ilişkinin (β= -,308) olduğu görülmektedir.

4.3.3.2. Boyutlararası Regresyon Analizine İlişkin Bulgular

Modele ait hipotezler, regresyon analizleri yapılarak da test edilmiştir. Burada bağımsız değişkenler X1, “güveni”; X2, “bağlılığı” ifade etmektedir. Bağımlı değişken olarak ise Y1, “çatışmayı” göstermektedir.

Regresyon analizi sonucunda değişkenlerin β katsayıları ve anlamlılık seviyelerine (ρ) göre hipotezlerimiz kabul ya da reddedilecektir. Bu tablolarda gösterilen unsurlar; bağımlı değişken, bağımsız değişken, beta katsayıları (β), anlamlılık (ρ), R2 ve F değerleridir. Regresyon tablolarında bu değerlerin aynı formatta verilmesine dikkat edilmiştir.

Araştırma hipotezlerinde de belirtildiği üzere, güven ve bağlılık kavramlarının çatışma ile karşılıklı bir ilişki ve etkileşim içerisinde olduğu varsayılmaktadır. Araştırma modelinde ileri sürülen değişkenler arasındaki ilişkilerin varlığı korelasyon analiziyle belirlenmiştir. Bununla birlikte korelasyon analizi, değişkenler arasındaki ilişkinin derecesi ve yönüyle ilgilidir. Hangi değişkenin diğer değişkenleri ne oranda etkilediğini göstermemektedir. Bu sebeple korelasyon analizi sonucunda belirlediğimiz değişkenler arası ilişkilerin niteliğinin açıklanması amacıyla doğrusal regresyon analizi yapılmıştır.

Page 99: 2011 yılı 1-2. sayılar

91

Tablo 6: Çatışmayı (Y) Etkileyen Güven (X1) Bağımsız Değişkeni

Model Bağımsız Değişken Bağımlı Değişken R Kare Beta Anlamlılık

1 Güven Çatışma 0,157 -0,218 0,002

ANOVA Testi; F= 16,852; p<0,001

Tablo 6’da görüldüğü üzere, bağımlı değişken “çatışma” ve bağımsız değişken “güven” olmak üzere bir regresyon analizi yürütülmüştür. Bu regresyon modelinde; R2= ,157; ρ= ,002 ve F=16,852 değerleri elde edilmiştir. Elde edilen R2 ve F değerleri, modelde kullanılan güven değişkeninin “çatışma”yı açıkladığını göstermektedir. Özet tabloya göre; araştırmaya katılan çalışanların çatışma düzeylerini, “güven” kavramı açıklamaktadır. Bu çerçevede, R2 determinasyon katsayısı, çatışma düzeyindeki değişikliğin %15,7’sinin güven ile açıklanabileceğini göstermektedir. Güven düzeyindeki bir birimlik artış, çatışma düzeyinde 0,218 birimlik azalışa yol açmaktadır. Bu sonuçla H1 hipotezimiz desteklenmektedir. Yani; güven düzeyindeki artış çatışmada azalışa sebep olmaktadır.

Tablo 7: Çatışmayı (Y) Etkileyen Bağlılık (X2) Bağımsız Değişkeni

Model Bağımsız Değişken Bağımlı Değişken R Kare Beta Anlamlılık

2 Bağlılık Çatışma 0,95 -0,137 0,000

ANOVA Testi; F=10,874; p<0,001

Tablo 7’de görüldüğü üzere, bağımlı değişken “çatışma” ve bağımsız değişken “bağlılık” olmak üzere bir regresyon analizi yürütülmüştür. Bu regresyon modelinde; R2= ,195; ρ= ,000 ve F=10,874 değerleri elde edilmiştir. Elde edilen R2 ve F değerleri, modelde kullanılan bağlılık değişkeninin “çatışma”yı açıkladığını göstermektedir. Özet tabloya göre; araştırmaya katılan çalışanların çatışma düzeylerini, “bağlılık” kavramı açıklamaktadır. Bu çerçevede, (R2) determinasyon katsayısı, çatışma düzeyindeki değişikliğin %19,5’inin bağlılık ile açıklanabileceğini göstermektedir. bağlılık düzeyindeki bir birimlik artış, çatışma düzeyinde 0,137 birimlik azalışa yol açmaktadır. Bu sonuçla H1 hipotezimiz desteklenmektedir. Yani; bağlılık düzeyindeki artış çatışmada azalışa sebep olmaktadır.

Page 100: 2011 yılı 1-2. sayılar

92

Şekil 2: Güven ve Bağlılığın Çatışma İle İlişki

Tablo 8: Hipotezlere İlişkin Sonuçlar

No Hipotez R² ß p Kabul/Ret

H1 Güvenin çatışma üzerinde etkisi vardır 0,157 -,218 0,002 K

H2 Bağlılığın çatışma üzerinde etkisi vardır 0,195 -,137 0,000 K

Hipotezlere ilişkin sonuçlar, Tablo 8’de toplu olarak gösterilmiştir. Modeldeki hipotezlerin tamamı tek yönlü olup, çift yönlü hipotezler bulunmamaktadır. Tablo’da sonuçlara ilişkin olarak; R2, Beta (β), Anlamlılık (ρ) ve Kabul/Red (K/R) durumları görülmektedir. Buna göre; iki adet hipotez % 1 seviyesinde anlamlı olduklarından kabul edilmiştir.

SONUÇ

Bu araştırmayla, araştırma kapsamındaki işletmelerde ‘güven’ ve ‘bağlılık’ kavramlarının ‘çatışma’ ile arasında anlamlı herhangi bir ilişkinin var olup olmadığının incelenmesi amaçlanmıştır.

Buna göre araştırmadan elde edilen bulgular ile ulaşılan sonuçlar aşağıdaki gibidir;

1. Araştırmanın ilk sonucu, “güven” ile “çatışma” arasında negatif yönde ve anlamlı ilişkinin bulunmasıdır. Buna göre, organizasyonlarda güven olduğu zaman çatışma daha düşük gözlenmektedir. Memili ve Barbett’e göre de güven, karşılıklı özveri, karşılıklı anlaşma, finansal olmayan aile hedefleri gibi yönetim davranışlarından uzaklaşan aile firmaları, çatışmaya eğilimli hale gelir (Memili ve Barnett, 2007, 3).

2. Araştırmanın bir diğer sonucu ise, “bağlılık” ile “çatışma” arasında negatif yönde ve anlamlı ilişkinin bulunmasıdır. Buna göre, organizasyonlarda bağlılık varsa çatışma daha düşük gözlenmektedir.

Son söz olarak söylenebilecek olan şey ise şudur; Yöneticiler işletmelerinde güven ve bağlılığı tesis ederek, çatışmanın yıkıcı etkisinden organizasyonlarını koruyabileceklerdir.

Bağlılık (X2)

Çatışma (Y)

Güven (X1)

-,137**

-,218**

Page 101: 2011 yılı 1-2. sayılar

93

YARARLANILAN KAYNAKLAR

KİTAPLAR

Altılar, Niyazi, 2004), Liderliğin Yeni Yol Haritası Liderliğe Yolculuk, İstanbul, Okumuş Adam Yayıncılık.

Celep, Cevat, Çetin, Buket, (2003), Bilgi Yönetimi Örgütlerde Bilgi Paylaşım Kültürü Yaratma, Ankara, Anı Yayıncılık.

Cope, Mick, (2005), İlişki Sihirbazı, Çev. Şensoy, Ümit, İstanbul, Optimist Yy.

Değirmenci, Mehmet, (2007), Amaçlı Canlılar Yönetimde Üçüncü Nesil Sistem Düşüncesi, İstanbul, Hiperlink Yayınları.

DuBrin, Andrew J., (1998), Leadership Resarch Findings Practice and Skills, Second Edition, Boston, Houghton Mifflin Company.

Fleet, James K.Van, (1999), Kazanmanın Anahtarları Dinamik Motivasyon (Dynamic Motivation), Çev. Arslan, Alp E., İstanbul, Emre Yay.

Jandt, Fred E., (2002), “Yönetim Sorunlarına Etkili Çözümler (Straight Answers to People Problems)”, Çev. Akın, Levent, Diker, Vedat, G., İstanbul, Hayat Yayıncılık.

Öğülmüş, Selahaddin, (2001), Kişilerarası Sorun Çözme Becerileri ve Eğitimi, Ankara, Nobel Yayın Dağıtım.

Özkalp, Enver, Kırel, Çiğdem, (2001), Örgütsel Davranış, Eskişehir, T.C Anadolu Üniversitesi Eğitim Sağlık ve Bilimsel Araştırma Çalışmaları Vakfı Yayın No:149.

MAKALELER

Angle, Harold L., Perry, James L., (1981), An Empirical Assesment of Organizational Commitment and Organizational Effectiveness, Administrative Science Quarterly JSTOR, Vol.26, No.21, Cornell, S: (8-9)

Arnott, Dave, Juban, Rusty, (2000), Organizational Commitment and Corporate Cults, Christian Business Faculty Association Annual Meeting, Dallas, S: (5-6)

Bogler, Ronit, Somech, Anit, (2004), Influence of Teacher Empowerment on Teachers’ Organizational Commitment Professional Commitment and Organizational Citizenship Behavior in Schools, Teaching and Teacher Education 20, Elsevier, Haifa, S: (279)

Brown, Barbara B., (2003), Employees’ Organizational Commitment and Their Perception of Supervisors’ Relationas-Oriented and Task-Oriented Leadership Behaviors, Dissertation Doctor of Philosophy, Faculty of the Virginia Polytechnic and State Univ., Falls Church, S: (30)

Page 102: 2011 yılı 1-2. sayılar

94

Burke, Peter J., Stets, Jan E., (1999), Trust and Commitment through Self-Verification, Social Psychology Quarterly, Vol.62, No.4, Washington, S: (348)

Camp, Scott D., (1993), Assessing the Effects of Organizational Commitment and Job Satisfaction on Turnover: An Event History Approach, The Prison Journal, 74/3, Sage Publications, Phoenix, S: (2)

Cohen, Aaron, (1993), Organizational Commitment and Turnover: A Meta Analysis, Academy of Management Journal, Vol.36, No.5, Haifa, s: (1140)

Cox, Chante L., Wexler, Michael O., Rusbult, Caryl E., Gaines Jr, Stanley O., (1997), Prescriptive Support and Commitment Processes in Close Relationships, Social Psychology Quarterly, Vol.60, No.1, American Sociological Association Published, S: (80)

Feinstein, Andrew Hale, (2000), A Study of Relationships Between Job Satisfaction and Organizational Commitment among Restaurant Employees, University of Nevada, Las Vegas, S: (9)

Fletcher, Dona E., (1998), Effects of Organizational Commitment Job Involvement And Organizational Culture on the Employee Voluntary Turnover Process, Dissertation of Doctor of Philosophy, Faculty of Texas Tech. University, Texas, S: (3)

Hougland Jr, James G., Wood, James R., (1980), Control in Organizations and the Commitment of Members, Social Forces, Vol. 59, No.1, University of North Carolina Pres Published, S: (85)

Huselid, Mark A., Day, Nancy E., (1991), Organizational Commitment Job Involvement and Turnover: A Sustantive and Methodological Analysis, Journal of Applied Psychology, Vol. 76, No.3, Amerikan Psychological Association Inc., S: (381)

Jih, Wen-Jang (Kenny), Lee, Su-Fang, Tsai, Yuan-Cheng, (2007), Effects of Service Quality and Shared Value on Trust and Commitment: An Emprical Study of 3CS Product Customers in Taiwan, International Journal of Business Studies, Vol.15, No.22, S: (84)

Kouzes, James M., Posner, Barry Z., (1995), The Leadership Challange How to Keep Getting Extraordinary Things Done in Organizations, Jossey-Bass Publishers, San Francisco, S: (252)

Memili, Esra, Barnett, Tim, (2007), Non Family Employees’ Perceptions of Person-Organization Fit and Voluntary Turnover in Family Firms, Mississipi State University, Academy of Management, S: (3)

Page 103: 2011 yılı 1-2. sayılar

95

Ozag, David, Duguma, Bahiru, (2000), The Relationship Between Cognitive Processes and Perceived Usefulness: An Extension of TAM2, Organizational Commitment and Perceived Usefulness, S: (7)

Piasentin, Kelly A., (2007), How do Employees Conceptualize Fit? Development of a Multidimensional Measure of Subjective Person-Organization Fit, University of Calgary, , A Thesis Submitted to The Faculty of Graduate Studies in Partial Fulfillment of The Require, S: (123)

Shahnawaz, M. G., Juyal, Rakesh C., (2006), Human Resource Management Practices and Organizational Commitment in Different Organizations, Journal of the Indian Academy of Applied Psyc., Vol.32, No.3, New Delhi, S: (123)

Staples D.Sandy, Ratnasingham, Pauline, (2009) Trust: The Panacea of Virtual Management?, The University of Melbourne, Australia, S: (129)

Valentine, Sean, Godkin, Lynn, Lucero, Margaret, (2002), Ethical Context, Organizational Commitment and Person-Organization Fit, Journal of Business Ethics, 41:349-360, Kluwer Academic Publishers, Netherlands, S: (349-360)

Wasti, S. Arzu, (2000), “Meyer ve Allen’in Üç Boyutlu Örgütsel Bağlılık Ölçeği’nin Geçerlilik ve Güvenirlilik Analizi”, 8. Ulusal Yönetim ve Organizasyon Kongresi Bildirileri, 25-27 Mayıs, Nevşehir, S: (401)

Wright, Norman S., (2000), Harmony and Participation in Arab and Western Teams, Alfaisal University, Riyadh, Kingdom of Saudi Arabia, Hadyn Bennett, University of Ulster, Belfast, UK, Emerald Group Publishing Limited, 1753-7983, Education, Business and Society, S: (1753)

Page 104: 2011 yılı 1-2. sayılar

96

Page 105: 2011 yılı 1-2. sayılar

97

HOMONADLAR SAVAŞI

Mustafa Arslan*

ÖZET

Homonadlar Suğla Gölü’nün güney ve doğusunda yaşam sürmüş, geçimini yağmacılıkla sürdürme yolunu seçmiş, barbar bir kavimdir. Bu topluluk çevrede yaşayan barışçı kavimleri baskı altında tutmakta ve onların mallarını yağmalamaktaydı. Roma, Anadolu’daki siyasetini, desteklediği krallar yardımı ile sürdürmekteydi. Galatya Kralı olarak atadığı Amyntas’ın Homonadlar tarafından öldürülmesi, onun korsanlığa karşı radikal kararlar almasına sebep olmuştur. Bunu için ilk önce problemli bölge içinde ve çevresinde koloniler kurmuştur. Burada kurduğu kolonilere yerleştirdiği veteranlara ek olarak bölge dışından lejyonlar da getirerek Homonadlara savaş açılmıştır. Savaşı kazanan Augustus, koloniler arasındaki iletişimi sağlamak ve askerlerini daha iyi sevk etmek için bir yol ağı da inşa etmiştir. Bu yol sayesinde Roma’nın bölgedeki hakimiyeti pekişmiştir.

Anahtar Kelimeler: Korsanlık, Via Sebaste Yolu, Roma Kolonileri.

HOMONADENSIAN WAR

ABSTRACT

Homonadeis were a community that had chosen brigandage and piracy for a living. They lived on the top of mountains stiuated in the south and east of Lake Sugla. These brigands and pirates were a serious danger for the native settlements of surrounding lands. Rome had conducted its own policy by supporting client kings. Rome took radical precuations against pirates and brigands after Amyntas the Galatian King had been murdered by these people. As a result of this event Rome planted some colonies in and around this area. Veterans were given land in these new colonies and then in addition to these soldiers, legions were transferred into the area to conduct a war against the Homonadeis. After winning the war, Via Sebaste road system was built to police the trade and communication routes in the area by Augustus. By the help of this road system, Rome controlled the area better.

Key Words: Piracy, Via Sebaste Road, Roman Colonies.

* Okutman Dr., Selçuk Üniversitesi, Beyşehir Ali Akkanat Meslek Yüksekokulu

Page 106: 2011 yılı 1-2. sayılar

98

GİRİŞ

Suğla Gölü’nün çevresi tarihte önemli olaylara vesile olmuş Homonadların da yaşadığı bir yerdir. Homonadların yaşadıkları bölge günümüze kadar bilim insanlarını meşgul etmiş, bu yer hakkında da bir çok lokalizasyon çalışmaları yapılmıştır. Antik kaynaklardan ve çağdaş bilim insanlarının çalışmalarından bu bölgenin sınırlarını ortaya çıkarmaya çalışacağız.

Plinius, bölge hakkında bilgi verirken Homonadların, Homona adındaki şehirlerinden ve vadilere gizlenmiş daha başka 44 kalesinden bahsetmektedir (Plinius, N.H; V, 27). Plinius’un bu tanımından Homonadların topraklarını daha dağlık bir alanda aramamız gerektiği sonucunu çıkarabiliriz. Bahsettiği toplam 45 kale ise Homonadların bölgede ne kadar güçlü bir halk olduğunun göstergesidir. Zaten Suğla Gölü’nün sadece Kuzeybatısı Yalvaç-Beyşehir-Suğla Oluğu’nun bir parçası olduğu için düzlüktür. Güneyi Yalıhüyük, Ahırlı ve Bozkır ilçelerini kapsayan nispeten dağlık bir alandır ve bu engebeli coğrafya bu ilçeleri ve bunlara bağlı yerleşim yerlerini birbirine bağlayan bir yol ağına sahiptir.

Strabon İsaurialıların ve Homonadların Kilikia Trakheia’ya sınırdaş olduklarından ve bu ulusların Toros Dağları’nın kuzeyinde yaşamlarını sürdürdüklerinden bahsetmekte, hatta Homonadlar ve Kilikia Trakheia halkının aynı olduğunu bile söylemektedir (Strabon, XIV 5,1). Ancak Strabon’un Amyntas’ın öldürülmesi hadisesini anlatırken bir yerde onun Kilikialılar tarafından (Strabon, XII 6,3) bir diğer yerde de Homonadlar tarafından (Strabon XII 6,5) öldürüldüğünden bahseder. Bu anlatımlar biraz karmaşık olsa da Homonadların bölgesinin bir yerde Kilikia ile kesiştiğini düşünebiliriz. Strabon’a göre Homonadların Pisidialılar ile de ortak bir sınırları vardır (Strabon XIV 5,24).

Ramsay’e göre Vasada Homonadların sınırları içinde bulunmamaktaydı ve Karalis Gölü ile Trogitis Gölü arasındaki vadi bu kavmin etki alanı dışında kalmaktaydı (Ramsay, 1917; 252, 263). Homonadların güney sınırları ise Selge ile komşu olan Katenne’ye kadar uzanmaktadır (Strabon XII 7,1).

Homonadlar Pamphylia ve Lykaonia psikoposluk listelerinde bahsedildiği için (Ramsay, 1960; 370) yaşadıkları alan Strabon’un aktardığı daha sonraki verilerle de uyuşmaktadır. Ramsay, Anadolu’nun Tarihi Coğrafyası adlı eserinde Homonadlara ait herhangi bir sikkenin o ana kadar bulunamayışını bu halkın küçük topluluklar halinde ve dağınık olarak yaşadıklarına bağlamaktadır (Ramsay, 1960; 370).

Bu bilgilere göre Homonadlar Suğla Gölü’nün üç tarafına hakim ve dağlık alanlarda yaşayan bir halktır(Ramsay, 1902; 269). Bu halk aynı zamanda bölgelerinde bulunan verimli bir ovayı işlemekte ve buraya hâkim tepelerde ve mağaralarda yaşamaktaydı (Strabon, XII 6,5). Strabon’nun yukarıda anlattığı

Page 107: 2011 yılı 1-2. sayılar

99

yeri, Jüthner Beyşehir’in güneyinde yer alan Gembos Ovası olarak düşünmüştür (Broughton, 1933; 137). Bölgede 1902 yılında araştırma yapan Avusturya ekibi de ön raporunda Homanadların yaşadığı yer olarak Gembos Ovası’nı işaret etmişlerdir (Calder, 1910; 76). Aslında Homonadları mağaralarda ve dağların yüksek tepelerinde yaşayıp verimli bir ovayı işleyen bir halk olarak kabul ettiğimizde Ramsay, Jüthner ve Avusturya ekibinin tespitlerinin antik kaynaklarda anlatılanlar ile örtüştüğünü görebiliriz. Bu bölgeler mağara oluşumu yönünden de oldukça zengindir. Konya genelinde tespit edilmiş mağara sayısı 184 adettir. Bunlardan 160 tanesi Seydişehir (46 adet), Derebucak (45 adet), Beyşehir (39 adet), Bozkır ve Hadim (15 er adet) ilçelerinde bulunmaktadır (Nazik, 2005; 53). Rakamlardan da anlaşılacağı gibi mağaralarda yaşamlarını sürdüren ve 45 adet kaleyi kontrol altına alabilecek kadar nüfusa sahip bir topluluk için çalışma alanımızın ne kadar elverişli olduğunu görebiliriz. Ancak Homonadların yaşadığı bölge olarak Gembos Ovasını gösteren herhangi bir belge şu ana kadar ortaya çıkmamıştır.

1. ROMA KOLONİLERİ VE HOMONADLAR SAVAŞI

Augustus, Aktium Savaşı’ndan sonra sadece kendi veteranlarını değil aynı zamanda da artık kendi askerleri diyebileceğimiz Antonius ve Lepidus’un askerlerini de kendi ülkesi içinde uygun yerlere yerleştirme çabası içine girmiştir. Bu askerlerin yerleştirilmesi için Asia’da koloniler kurulmuştur. Bunlardan başlıcaları; Antiokheia, Parlais, Kremna, Olbasa, Komama ve Lystra’dır (Mitchell, 1995; 90).

Augustus, Amyntas’ın öldürülmesinden sonra onun topraklarının mirasçısı olarak bölgeye yerleşme çabası içine girer ve onun öcünü almayı kendine dini bir görev olarak kabul eder (Ramsay, 1917; 235).

Pisidia ve Isaura bölgesi şimdiye kadar her hangi bir otoriteye tam olarak boyun eğmemiştir. Zaman zaman yenilgiler alsa da ilerleyen yıllarda durumunu düzeltmiş ve eski günlerine dönmüştür. Augustus böyle problemli bir bölgeyi ancak kültürel olarak asimile ederek kazanmayı düşünmüş olmalıdır. Bunun için bölgede daha önceden kurulmuş olan Antiokheia çok uygun bir konumdaydı. Antiokheia pozisyonu gereği Limnai ve Karalis göllerinin etrafındaki arazileri kontrol altına alabilecek stratejik bir yerdeydi. Ayrıca Antiokheia problemli bölgelerden de yeteri kadar uzakta olduğundan (Mitchell, 1995; 73) askeri hareketliliği ve ikmali problemsiz bir biçimde yönetebilecekti. Roma aldığı bu stratejik karar ile Pisidia’nın en kuzeyine yerleşmiş ve sırtını güvenli bir bölge olarak kabul ettiğimiz Phrygia’ya dayamıştır. Bu yerleşimde koloni kurulmasının muhtemel amaçlarından birisi de göller etrafında yer alan verimli arazilerin dağ kabilelerinin saldırılarına maruz kalmasına engel olmak olabilir (Broughton, 1933; 138). Augustus bu amaca ulaşmak için Antiokheia

Page 108: 2011 yılı 1-2. sayılar

100

kolonisine veteranlarını yerleştirmiştir. Bunlardan bazıları V. Gallica lejyonu askerleridir (Syme, 1933; 18-19). Bu veteranlar yerleştikleri bölgeye Roma kültürünü de beraberlerinde getirecekler ve yaşam tarzlarını, düşünce biçimlerini koloniye yerleştireceklerdi. Drew-Bear, buraya yerleşen kolonist askerlerin iç ve kuzey İtalya’nın fakir halkları arasından çıktığını ve daha iyi bir yaşam aradıkları için bu mesleği seçtiklerini bildirmektedir (Drew-Bear, 1997; 76). Kendi vatanlarında fakir bir hayat yaşayan insanlara, verimli ve güzel bir ülkede üst sınıf olma fırsatının verilmesi, iki ülke arasındaki medeniyet farkını da göstermektedir.

Veteranlar koloniye gelmeden önce Antiokheia’da M.Ö 189-40 arasında şehir yönetiminde dini ailelerin yönetimi söz konusudur. Ancak Amyntas Men Tapınağı arazilerini yağmalayarak bunlara el koymuştur. Onun ölümüyle de bu araziler tüm bölge gibi Augustus’a geçmiştir (Broughton, 1934; 220), (Ramsay, 1916; 85). Bu ailelerin Antiokheia’da çok uzun süre hayatlarını sürdürmelerini Ramsay koloninin elverişli açık hava yaşantısına ve sıtma tehlikesinin olmamasına bağlamaktadır (Ramsay, 1924; 174).

Antiokheia’da kurulan Roma garnizon kentinin adı “Colonia Caesarea” olarak belirlenmiş ve bu adı Claudius dönemine kadar kullanmıştır (Ramsay, 1916; 100). Antiokheia’da yerleşen veteranlar koloninin kültürel dönüşümüne katkıda sağlamanın yanında buradaki güvenlik işleriyle de ilgilenmekteydiler. Ramsay, Phrygia, Lykaonia ve güney Galatia’da yaşayan toplumların Grek-Anadolu tarzı bir yaşam sürdüğünden ve bunların yaşadıkları şehirlerin yarı Helenistik bir yapı içinde olduklarından bahseder. Bu şehirlerin yarı Helenistik yaşantıları, kabile yaşamının sonucu olarak ortaya çıkan olumsuzlukları ortadan kaldırma hususunda Roma’nın desteklediği bir yaşam tarzı olmuştur. Roma da bunu Asia’yı asimile etmekte kullanmıştır (Ramsay, 1922; 149). Roma’nın Galat toplumlarını asimile etmede uyguladığı yöntem bölgemiz için de geçerli olabilir. Calder de, Apollonia, Antiokheia, Neapolis, Pappa ve Misthia’yı Galatic Phrygia şehirleri olarak saymaktadır (Calder, 1912; 83). Bu şehirlerdeki kültür birikimi bunların asimilasyonlarını hızlandırmaya yetmektedir.

Antiokheia ve Suğla Gölü arasında yaşayan diğer toplumlar tam şehir düzeyine gelememiş yerlerde kabileler halinde yaşamaktaydılar. Galatic Phrygia şehirlerindeki kültürel değişim şüphesiz komşu toplumları da etkileyecekti. Ancak belki de sayılarının az olmasından, Antiokheia’da yaşamaya başlayan veteranların güvenlik anlayışları saldırı odaklı olmayıp, koloniyi Homonad saldırılarından koruma şeklindedir (Ramsay, 1924; 172). Eğer Ramsay’ın aktardıklarına bakarsak, Homonadlar oldukça uzun bir yol kat ederek Antiokheia’a kadar ulaşmaktaydılar. Antiokheia’nın hemen doğusunda yer alan Karakuyu Tepesi’nde bulunan Men Tapınağı’nın (Calder, 1912; 78). mülklerinin Limnai gölünün kuzeyinden Karalis Gölü’nün doğu kıyılarına dek uzandığını bilmekteyiz (Ramsay, 1905; 418). Bu bilgiler ışığında veteranların alan savunması mı yoksa şehir savunması mı yaptıkları sorusu ortaya

Page 109: 2011 yılı 1-2. sayılar

101

çıkmaktadır. Kanaatimize göre veteranlar bu bölgede devriye görevi icra ederek caydırıcı bir güç olarak bulunmaktaydı. Zaten Homonadların, Karalis Gölü’nün doğu ve kuzey kıyıları gibi düz bir arazide, savaş deneyimi olan veteranlara karşı bir şansları olamazdı. Vur-kaç ve pusuya düşürerek saldırma taktikleri olduğunu düşündüğümüz dağ kabileleri hiçbir zaman meydan savaşına girememiş olmalıdır. Meydan savaşı için hem çok fazla askere hem de iyi bir eğitime ihtiyaç duyulmaktadır. Bu şartlar altında saldırılar küçük gruplar halinde hareket eden düzensiz dağ kabileleri tarafından yapılmaktaydı.

Yukarıda bahsettiğimiz Limnai Gölü ve Karalis Gölü etrafındaki arazileri yağmalayan grupların bir kısmı Karalis Gölü’nün batısında yer alan Dedegül ve Anamas Dağları’nı kendilerine yurt edinmiş olabilirler. Kurucuova beldesinde bulunan eski yerleşim yerlerinin yoğunluğu bu bölgede önemli miktarda insanın yaşadığına bir delildir. Bu bölgenin stratejik konumu ise burayı çok kolay savunulabilir yapmaktadır. Karalis Gölü, Yalvaç-Beyşehir-Suğla Oluğu ile bu bölge arasında doğal bir engel oluşturmaktadır. Karalis Gölü’nün sarp batı kıyıları da buraya gölden bir saldırıyı neredeyse imkânsız kılmaktadır. Karalis Gölü’nün batı kıyılarında çıkarma yapmaya elverişli sınırlı sayıda düzlük bulunmasına rağmen bunlar çok küçüktür ve buraya çıkan askeri birlikler çok kolay püskürtülebilir. Günümüzde kıyıdan giden Kurucuova-Neapolis (Şarkikaraağaç-Kıyakdede) yolu Cumhuriyet Döneminde açılmıştır. Daha eskiden Neapolis’e giden yolun Yenişarbademli-Gedikli arasında kalan 15 kilometresi Karalis Gölü kıyısından değil dağların arasından geçmekteydi. Bunların yanı sıra Gelendost-Sarıidris ile Gedikli arasında yer alan eski göç yolunun varlığı, Karalis Gölü’nün batı kıyısı toplumları ile Ouramma toplumları arasında bir ilişki olduğunu göstermektedir. Bu bölgede yapılacak epigrafik çalışmalar Karalis Gölü’nün batısında kalan yerler hakkında daha yeterli bilgiler sunacaktır.

Augustus, Publius Sulpicius Quirinus’u (Tacitus, Annals; III 48). Suriye valisi olarak görevlendirip Homonad Savaşı’na bu şekilde başlamıştır. Ramsay, M.Ö 12-6 tarihleri arasını, savaşın planlanması, icra edilmesi ve bitirilmesi olarak kabul etmektedir (Ramsay, 1917; 239). Ancak Mitchell Homonad savaşının M.Ö 6 – M.S 4 yılları arasında yapılmış olduğu görüşündedir (Mitchell, 1995; 77). Bu savaş için Galatların başkenti Ancyra kadar önemli olduğu düşünülen Antiokheia merkez üs olarak seçilmiştir (Robinson, 1924; 436). Asker kökenli olarak sadece veteranların yaşadığı Antiokheia, Homonad savaşı için yeterli sayı ve donanıma sahip birlikleri barındırmamaktaydı. Bu operasyon için savaşçı birliklere ihtiyaç duyulmuştur. Operasyona en uygun birlikler olan Lejyonlar, veteranlara ek olarak Antiokheia’ya kaydırılmışlardır (Mitchell, 1976; 298). V. Gallica lejyonunun veteranlarına ilaveten en uygun birlik olarak Suriye’den VII. Lejyon da bu savaş için bölgeye sevk edilmiştir (Mitchell, 1976; 307), (Ramsay, 1917; 230- 242), (Syme, 1933; 24). Roma’nın Pisidia’da uygulamaya koyduğu savaş planı Bruoughton’a göre Pisidia’dan

Page 110: 2011 yılı 1-2. sayılar

102

Kappadokia’ya kadar olan unsurların saf dışı bırakılmasını amaçlayan daha büyük bir alanı kapsamaktaydı. Ancak tarihi kaynaklar burada yaşayan en zorlu kavim olan Homonadlardan bahsetmektedir (Broughton, 1933; 144). Ramsay’e göre Homonad Savaşı’na Roma Antiokheia’dan başlamış, Trogitis Vadisi’ni işgal etmiştir. Antiokheia’dan başlayan harekat Misthia üzerinden Trogitis’e yönelmiş, Homonadlar ise bu vadide bir çarpışmaya girmekten kaçınmışlardır. Homonadları bu vadide çarpışmaktan uzak tutan etken buranın bir ordunun manevra yapabilecek kadar geniş olmasıdır. Savaş Homonad merkezlerini kuşatma altına alarak onları teslim olmaya zorlamakla kazanılmıştır. Homonadların eli silah tutan bütün erkekleri öldürülmüş, 4000 tutsak erkek komşu şehirlere yerleştirilmiştir (Ramsay, 1917; 256-258). Bu başarı o kadar önemli bulunmuş olmalı ki Antiokheia’da bulunan “Pisidialı Tutsak” kabartması Augustus’un karalardaki zaferlerini betimlemek için kullanılmıştır (Ramsay, 1924; 439). Savaş sona erdikten sonra Homonadların ülkesi en az iki bölgeye ayrılmıştır. Bunlardan Homonada, Trogitis Gölü’nün doğu kıyısında kalırken, Dalisandos ise gölün kuzeybatısında yer almıştır (Ramsay, 1917; 262).

2. VIA SEBASTE YOLU

Homonadları kuşatma harekâtıyla teslim alan Roma, lehine dönen durumunu korumak için bölgede kurduğu kolonilerinin daha işlevsel bir hale gelip fonksiyonlarını ilerleyen zamanlarda da devam ettirmeleri için yeni bir projeyi ortaya koymuştur. Bu proje, kolonilerin birbirleriyle daha iyi iletişim kurmalarına ve Homonadlar bölgesini çepeçevre sarmalarına yarayacak bir yol projesidir. Bu yol ağı sayesinde problemli bölgelere birlik ve malzeme sevkiyatı gayet hızlı yapılabilecekti. Aslında Helenistik Dönem’de Pisidia bölgesinde yer alan şehirlerin haberleşmeleri bir bakıma patika yollar sayesinde yapılabilmekteydi (Mitchell, 1995; 70). Ancak bu yollar, askeri amaçlar için kurulmuş olan kolonilerin ihtiyaçlarını karşılamaktan oldukça uzak olduklarından, Roma bölgede Amyntas’ın öldürülmesi ile aleyhine olan durumu kontrol altına almak için bu eski yol sistemi ile yetinmemiştir. Çünkü düzenli ve tam donanımlı askeri birlikleri seri ve güvenli bir biçimde geçirmek mevcut olan yollardan ziyade ancak daha geniş ve kullanışlı yollar ile mümkün olabilirdi.

M.Ö 6 yılında savaşın bitmesi ile Roma, burada bir yol yapım çalışmasına Cornutus Arruntius Aquila nezaretinde hemen başlamıştır (Robinson, 1924; 436), (Cronin, 1902; 109), (Levick, 1965; 54). Ancak bu yolların yapımı sadece Lejyon askerlerinin çalışmasıyla yapılabilecek projeler olmayıp (Mitchell, 1995; 126) muhtemelen yerel halkın emeğinden de yararlanılmıştır. Taş döşeme olarak yapıldığını bildiğimiz bu yol ağının inşasında birçok birim çalışmış olmalıdır. Lejyoner unsurlar bu yol ağının inşası sırasında güvenliği sağlamanın yanında projenin mühendislik kısmına katkıda bulunmuş olabilirler. Yol

Page 111: 2011 yılı 1-2. sayılar

103

döşemesinde kullanılan taşların kaynağı konusunda elimizde bir bilgi bulunmamakla beraber bu malzemeler çevrede bol bulunan taş ocaklarından sağlanmış olmalıdır. Karalis Gölü’nün kuzey doğu kıyılarından geçen yol güzergâhlarının yapımı için yeterli malzeme daha uzak bölgelerden sağlanmış olmalıdır. Ramsay, bu yol projesinin savaş esnasında Homonad tehlikesine rağmen hayata geçirilemeyeceğini ileriye sürmüştür (Ramsay, 1917; 238). Homonadların savaşçı özellikleri ve bölgeye hakim konumları düşünüldüğünde bu yol ağının savaştan önce hayata geçirilemeyeceği çok açıktır. Robinson da bu savaş sonucunda 300 milden fazla mesafe içinde Toroslar bölgesinin pasifleştirildiğinden bahsetmektedir (Robinson, 1924; 436). Robinson’un aktardığı bilgi, bu savaşın daha önceden bahsettiğimiz daha büyük bir projenin parçası olduğunu söyleyen Broughton’ı destekler mahiyettedir.

Savaş sonunda sadece Homonadlar etkisiz hale getirilseydi diğer Pisidia kavimleri bu yolun tamamlanmasına engel olabilirlerdi. Yine de bizim bilgilerimiz sadece Homonadların saf dışı bırakılıp bu yol projesinin ondan sonra başladığı yönündedir. Bu dönemde bölgede yapılan yolların “Via Sebaste” olarak tek bir ad altında anılması bu yolların bütünlüğünü ve aynı amaç doğrultusunda yapıldıklarının bir göstergesidir (Ramsay, 1916; 87). Bu yol ağının başlangıç noktası olarak Antiokheia kabul edilmektedir çünkü yolların mesafesi ölçülürken Antiokheia başlangıç noktası olarak kabul edilmektedir (Ramsay, 1916; 87). French, Antiokheia’dan başlayıp Phrygia Paroreis üzerinden kuzeye Philomelium’a ve yine aynı yerden başlayarak batıya, Synnada’ya açılan yolları tespit etmiştir (French, 1984; 124). Asia’da görmeye alıştığımız yayalar ve yük hayvanları için planlanmış basamaklı yollardan ayrı olarak bu yol yük arabalarının kullanımı için tasarlanmış geniş ve döşeme bir yoldur. Antiokheia’yı güneye bağlayan bir başka güzergâh ise Kestrus vadisinden geçip Cremna üzerinden Sagalassos’a veya bir başka kol vasıtası ile Adada üzerinden Limnai Gölüne ulaşan yoldur (Mitchell, 1995; 70).

Daha dağlık bir bölge olan Manavgat ve Akseki bölgesinde yer alan yolların basamaklı olması (French, 1993; 202), (Ercenk, 1992; 363). buradaki güzergâhın sadece yaya ulaşımı veya binek hayvanları için yapılmış olduğunu göstermektedir. Zaten bu güzergâhlardan tekerlekli taşıma araçlarının geçirilmesi oldukça dağlık olan bölgede güvenlik zafiyetini de beraber getirecektir.

Antiokheia’dan başlayıp Neapolis’e ulaşan Via Sebaste, Kıyakdede’nin doğusundan, günümüzdeki Hüyük yolu ayrımında iki kola bölünmekteydi. Yolun Kıyakdede’den geçtiğinin delili burada bulunan 3 adet mil taşıdır. Via Sebaste’nin 44. ve 45. mil taşları Selki’de bulunmaktadır. Görünmez üzerinden Selki’ye ulaşan bu hat Pappa’ya varmaktaydı. Pappa’dan sonra Bağırsak Deresi’ni takip eden yol, günümüzdeki yol ile hemen hemen aynı noktalardan geçmekteydi. Ancak Pappa’dan sonra Via Sebaste’nin normalde sadece İkonium’a gitmesi gerekirken, Cronin bu yolun Pappa’dan sonra muhtemelen

Page 112: 2011 yılı 1-2. sayılar

104

Kızılören’den önce doğuya saparak Lystra’ya gitmiş olabileceğini de düşünmektedir (Cronin, 1902; 110).

Kıreli’de bulunan büyük bir mil taşı Kıyakdede’den ayrılan yolun buradan Beyşehir’e gittiğinin en büyük delilidir. Ayrıca Beyşehir yakınlarında yol kenarlarında bulunan Roma dönemi taşları ve Beyşehir’de bulunan Taş Köprü’den önce kullanılan köprüdeki Roma taşları bu yolu tamamlayan parçalardır (Cronin, 1902; 105-109). Taş Köprü’nün yapımından sonra Beyşehir’e gelen Ramsay su seviyesinin düşük olduğu zamanlarda bu köprünün yanında eski Roma köprüsünün kalıntılarının görülebildiğini rapor etmiştir (Ramsay 1924; 200). Bu durumda yol, günümüzdeki adı ile Çarşamba Kanalı’nı aynı noktada geçmekte idi. Çarşamba kanalını geçen Via Sebaste muhtemelen Gembos Ovası üzerinden Side’ye (Mitchell, 1995; 70) ulaşmaktaydı.

Bölgede araştırmalar yapan Bahar, Gembos Ovasını geçen ve Gölcük dağı kesiminde Döşeme mevkiinde bulunan yolun da Manavgat ve Akseki bölgelerindeki yollar gibi basamaklı olduğunu ve Antik Çağ’da köle ticareti yapılan Side ile bağlantıyı sağladığını düşünmektedir. Yol inşasında kullanılan büyük blok taşlar da buradaki trafiğin boyutlarını ve yola verilen önemi göstermektedir (Bahar, 2006a; 96). Yöre halkı tarafından Demirkapı olarak adlandırılan bu geçit 1960’lı yıllara değin yerel halk tarafından kullanılmıştır. Buradan dik bir sırtı aşan yol gittikçe irtifa kaybederek Side’ye ulaşmaktadır.

Döşeme mevkiinden Side’ye ulaşan Roma yollarının bağlantılarını araştıran Bahar, Dumanlı kesiminde bu yolun bağlantılarının var oladuğuna işaret etmektedir. Ona göre Dumanlı-Saraycık yol güzergâhı Manvgat’a ulaşan yolların başlangıcını oluşturmakta, hatta tarihi Alanya-Beyşehir yolu ile de ilişkisi bulunmaktadır (Bahar, 2006a; 98).

Karalis Gölü’nün güneybatısından Side’ye ve Manavgat’a ulaşan bu yan yollara ek olarak Levick, Antiokheia’dan başlayıp Anabura üzerinden gölün batı kıyısını geçerek, dağların içinden Adada’ya ulaşan eski bir yolun varlığını öne sürmektedir (Levick, 1967; 15).

Cronin’in Gökçimen, Avşar ve Akçalar’da tespit ettiği mil taşları (Cronin, 1902; 110) Via Sebaste’nin Trigotis’e bu güzergâhtan ulaştığını göstermektedir. Trigotis üzerinden Isauria Palaia’ya ulaşan (Bahar, 2006b; 261) Via Sebaste, Homonad Savaşı’ndan sonra, bölgeyi kontrol altında tutma ve gerektiğinde buraya askeri birlikler kaydırma hususunda çok önemli bir vazife görmüş olmalıdır.

Karalis Gölü’nden güneye açılan bu iki hattın güvenliği de Neapolis, Kıreli, Vasada, Akkise, Artanada ve belki de Lystra çevrelerinde konuşlanmış garnizonlar tarafından sağlanmaktaydı (Mitchell, 1995; 122). Antiokheia’da konuşlanmış olan “ala Antiochiensium” adlı bir atlı birlik (Mitchell, 1995; 74) Roma’nın bölgedeki problemlere ne kadar çabuk müdahalede bulunmak

Page 113: 2011 yılı 1-2. sayılar

105

istediğinin de bir kanıtıdır. Bu atlı birlikler yol güvenliğini sağlamada caydırıcı bir güç olarak da kullanılmış olabilir.

Bu yolların kullanımı bazen yöre halkı ve kullanıcılar arasında anlaşmazlıklara sebebiyet vermiş olmalıdır. Sagalassos’ta bulunan bir yazıta göre; Tiberius zamanında yolu kullananların ve burada hizmet sağlayan yerel halkın uyması gereken kurallar bir düzenlemeye tabi tutulmuştur. Bu düzenleme ile kamu görevlilerinin keyfi uygulamalarına ve yöre halkının bunlardan olumsuz etkilenmesine son verilmek istenmiştir (Mitchell, 1995; 109).

SONUÇ

Galatya Kralı Kastor’un ölümüyle yerine geçen Amyntas’ın Pisidia bölgesinde harekatlara girişmesi ve Homonadlar tarafından öldürülmesi, bölgenin hala kontrol altına alınamadığını göstermektedir. Galatya Kralı Amyntas’ın bu bölgede öldürülmesi bu coğrafyanın zorluğunu bir kez daha gözler önüne sermektedir. Daha önce yerel krallara güvenen ve Pisidia bölgesinde toprak edinmeyen Roma, geçici askeri harekatlar yerine, korsanlarla mücadelede radikal kararlar alarak koloni kurma faaliyetlerine başlamıştır. Bu, bölgenin sadece askeri önlemler ile pasifize edilemeyeceğinin Roma tarafından anlaşıldığının da bir göstergesidir.

Augustus, kurduğu koloniler ile bölgenin güvenliğini sağlama konusunda zamana yayılan sistematik bir çalışmayı başlatmıştır. Kurduğu askeri koloniler ilk başlarda askeri bir ikmal ve karakol merkezi olarak görev yapmaktaydı. Roma burada kurduğu kolonileri “Via Sebaste” adlı bir yol sistemi ile bir birine bağlamak istemiştir. Daha önceki dönemlerde kullanıldığını bildiğimiz bu yol güzergahlarında, Roma yönetimi sayesinde, mühendislik çalışmaları ile inşa edilmiş döşemeli yollar yapılmıştır. Ulaşımda sağlanan kolaylık ile beraber Homanadlar gibi bir kavim kontrol altına alınmıştır.

YARARLANILAN KAYNAKLAR

KİTAPLAR

LEVICK, Barbara. (1967). Roman Colonies in Southern Asia Minor. Oxford: Clarendon Press.

MITCHELL, Stephen. (1995). Anatolia-Land Men, and Gods in Asia Minor. New York: Clarendon Press.

PLINIUS, Naturalis Historia, ed. H. R. Rackham (Loeb), London, 1947.

RAMSAY, W. M. (1960). Çev. Mihri Pektaş. Anadolunun Tarihi Coğrafyası. İstanbul: Milli Eğitim Basımevi.

Page 114: 2011 yılı 1-2. sayılar

106

STRABON, Geographika, Çev. H. C. Hamilton ve W. Falconer, London, 1857.

TACITUS, Annales, ed. J. Jacson (Loeb), London, 1962.

DERGİLER

BAHAR, Hasan. (2006a). Konya-Karaman İlleri ve İlçeleri 2004 Yılı Yüzey Araştırmaları. 23. Araştırma Sonuçları Toplantısı. 1, 30 Mayıs-3 Haziran 2005. S: (95-106)

BAHAR, Hasan. (2006b). Beyşehir-Suğla Havzası Erken Tarihi. T.C. Selçuk Üniversitesi Beyşehir Meslek Yüksekokulu I. Uluslararası Beyşehir ve Yöresi Sempozyumu. 11-13 Mayıs 2006. S:(252-268)

BROUGHTON, T. R.S (1934). Roman Land Holding in Asia Minor. Transactions and Proceedings of the American Philological Association. Sayı: 65. S: (207-239)

BROUGHTON, T. R.S. (1933). Some Notes on the War with the Homonadeis. American Journal of Philology. Sayı:54 (2). S: (133-144)

CALDER, W. M. (1912). Colonia Caesareia Antiokheia. Journal of Roman Studies. Sayı: 2. S: 79-109

CALDER, W. M (1910). A Cult of the Homonades. Classical Review. Sayı: 24 (3). S: (76-81)

CRONIN, H. S. (1902). First report of Journey in Pisidia, Lykaonia, and Pamphylia. Journal of Hellenic Studies. Sayı: 22. S: (94-125)

DREW-BEAR, Thomas. (1997). Pisidia Antiocheiası’ndan Yeni Yazıtlar. XIV. Araştırma Sonuçları Toplantısı. 27 Mayıs-31 Mayıs. S: (73-78)

ERCENK, G. (1992): Pamphylia Bölgesi ve Çevresi Eski Yol Sistemi. Belleten. Sayı: 56 (216). S: (361-369)

FRENCH, David. (1993). 1991 Yılı Roma Yolları, Miltaşları ve Yazıtları Araştırması. X. Araştırma Sonuçları Toplantısı. 25-29 Mayıs. S: (199-206)

FRENCH, David. (1984). Roma Yolları ve Miltaşları. II. Araştırma Sonuçları Toplantısı. 16-20 Nisan. S: (123-129)

LEVICK, B. (1965). Two Inscriptions from Pisidian Antioch. Anatolian Studies. Say: 15. S: (53-62)

MITCHELL, S. (1976). Legio VII and the Garrison of Augustan Galatia. The Classical Quarterly, New Series. Sayı: 26 (2). S: (298-308)

NAZİK, Lütfi. (2005). Konya (Genel), Beyşehir ve Derebucak Mağaraları. Ulusal Mağara Günleri Sempozyumu. 24-26 Haziran. S: (47-60)

Page 115: 2011 yılı 1-2. sayılar

107

RAMSAY, W. M. (1924). Studies in the Roman Province Galatia: VI. Some Inscriptions of Colonia Caesarea Antiokheia. Journal of Roman Studies. Sayı: 14. S: (172-205)

RAMSAY, W. M. (1917). Studies in the Roman Province Galatia: I. The Homonadeis and the Homonadensian War. Journal of Roman Studies. Sayı: 7. S: (229-283)

RAMSAY, W. M. (1916). Colonia Caesarea (Pisidian Antioch) in the Augustan Age. Journal of Roman Studies. Sayı: 6. S: (83-134)

RAMSAY, W. M. (1905). Lykaonian and Phrygian Notes. Classical Review. Sayı: 19 (8). S: (413-429)

RAMSAY, W. M. (1902-1903). Pisidia and the Lykaonian Frontier. Annual of the British School at Athens. Sayı: 9. S: (243-273)

ROBINSON, D. M. (1924). A Preliminary Report on the Excavations at Pisidian Antioch and at Sizma. American Journal of Archaeology. Sayı: 28 (4). S: (435-444).

SYME, R. (1933). Some Notes on the Legions Under Augustus. Journal of Roman Studies. Sayı: 23. S: (14-33)

Page 116: 2011 yılı 1-2. sayılar

108

Page 117: 2011 yılı 1-2. sayılar

109

İNTERNET BANKACILIĞI VE E-TİCARETİN TÜRKİYE EKONOMİSİ ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ

Yusuf Yalçın İLERİ*

Hüseyin İLERİ**

ÖZET

Teknolojinin hızlı bir biçimde değişmesi ekonomik hayatta karşımıza internet bankacılığı, e- ticaret gibi yeni kavramlar çıkarmıştır. Teknolojinin yarattığı bu yeni kavramlar sayesinde bilginin dolaşım hızı artmış, bilgiye ihtiyaç duyanlar dünyanın çeşitli yerlerindeki bilgiye ulaşarak onları harmanlama ve katma değer içeren bilgileri üretme olanağına kavuşmuştur. Yapılan bu çalışmada, bilgiye ulaşmanın kolaylaştığı ticaret ortamında e- ticaret ve internet bankacılığının yarattığı etkilerin Türkiye ekonomisi üzerinde ne yönde bir değişim yarattığı ortaya konulmaya çalışılmıştır.

Anahtar kelimeler: E- Ticaret, İnternet Bankacılığı, Türkiye Ekonomisi.

THE EFFECTS OF E-COMMERCE AND INTERNET BANKING ON TURKISH ECONOMY

ABSTRACT

Rapidly changing face of technology in economic life has arisen new concepts like internet banking and e-commerce recently. Thanks to these new concepts created by the increased speed of movement of information technology, those who need the information in various parts of the world can reach any information to combine and produce value-added information. In this study, the direction of changes caused by the effects of e-commerce and internet banking in Turkish economy was carried out.

Key Words: E-Commerce, Internet Banking, Turkish Economy.

1. GİRİŞ

Teknolojinin ticaret hayatında kullanılmasıyla alıcı ve satıcı arasındaki duvarlar yıkılmış, sonuçta ise ticarette aracılık yapan firmalar popülaritesini kaybetmeye başlamışlardır. Ticaretin sanal ortama taşınmasıyla oluşan elektronik ticaret (e-ticaret) sayesinde dünyanın herhangi bir yerindeki alıcı ve satıcılar aracı kullanmadan görüşebilmektedir. Bu sanal ortam tüm alıcı ve satıcılara piyasa hakkında tam bilgiye ulaşma imkânı sunmuştur. E-ticaret sayesinde geleneksel ticaret kavramı yok olmakta, günde 24 saat yılda 365 gün çalışan ticari zeminler

* Öğretim Görevlisi, Selçuk Üniversitesi, Teknik Bilimler Meslek Yüksekokulu ** Yrd. Doç. Dr., Selçuk Üniversitesi, Sosyal Bilimler Meslek Yüksekokulu

Page 118: 2011 yılı 1-2. sayılar

110

oluşmaktadır. İnternet üzerinden bilgi ve para çok hızlı yayılmaktadır. Yatırımlar internet üzerinden yapılmakta, şube bankacılığı yerini alan telefon bankacılığından sonra bankalar internet bankacılığı alanında birbirleriyle yarışmaya başlamışlardır.

İnternet ve e-ticaret sınır tanımayan yapısıyla küreselleşme olgusuna hız kazandırmıştır. İnternet sayesinde pazarlar olduğundan daha yakın, ticaret ise olduğundan daha kolay hale gelmiştir.

Rekabet yapısı içerisinde bilişim teknolojileri, bankaların kullanmış olduğu önemli rekabet araçlarından birisidir. İnternetin işletmecilik anlayışını ve biçimini kökten değiştirmeye başlamasıyla birlikte bankaların da kullanmış olduğu pazarlama ve satış yöntemleri bu süreç içerisinde değişim göstermiştir. İnternetin web üzerinde kullanılmaya başlanılması ile birlikte bankalar ürünlerini internet bankacılığı aracılığı ile müşterilerine iletmeye başlamışlardır. Teknolojinin yakın takipçisi konumunda olan bankalar; hız, zaman ve maliyetin önem kazandığı günümüzde, internet bankacılığı ile en yüksek faydayı sağlamayı planlamaktadırlar. Bunu da maksimum müşteri memnuniyeti ile yerine getirmeyi hedeflemektedirler.

Bankaların elektronik ticaret stratejilerinin bir parçası olan internet bankacılığı, bankalar tarafından alternatif bir araç olarak kabul görmektedir. Bankalar şubelerindeki müşteri kuyruklarının ve yoğunluğunun getirdiği olumsuzlukları internet bankacılığı alternatifi ile gidermeye çalışmaktadırlar. Kısa vadede göz önünde bulundurulan amaç, personel ve şube giderlerinin azaltılmasından çok şubelerin normal potansiyelleri kapsamında işlem yapmalarına olanak sağlayan bir ferahlamanın sağlanmasıdır.

2. E-TİCARETİN TANIMI

Dünya Ticaret Örgütü e-ticareti; üretim, dağıtım, pazarlama, ürün ve hizmet tesliminin elektronik anlamda yapılması olarak tanımlamaktadır. E-ticaret sadece internet yoluyla ürün satmak ya da satın almak değildir, satış sürecini destekleyen tüm diğer aktiviteleri de kapsar. Şüphesiz ki e-ticaret iş süreçlerini değiştirmekte ve yeni süreci değiştirecek şekilde organizasyonel yapıyı da değiştirmektedir (Quaddus ve Achjari, 2005, s:473). OECD’nin belirlemiş olduğu tanımda ise e-ticaret iş odakları, ev sakinleri, bireyler, hükümetler diğer resmi ya da özel kuruluşlar arasında bilgisayar ağları üzerinden ürün ve hizmet satın alma ya da satış olarak gerçekleştirilen elektronik işlemlerdir. Ürün ve hizmetler bu ağlar aracılığıyla sipariş edilir fakat ödeme ya da ürün hizmet teslimi çevrimiçi de (online) çevrimdışı da (offline) olabilir (Numberger ve Rennhak, 2005, s:269). E-ticaret yalnızca internet yoluyla ürün almak ve satmak değil fakat aynı zamanda müşterilere servis vermek, iş ortaklarıyla ilişkileri artırmak ve organizasyon içi iş idaresidir. Bu tanım e-ticaretin 3 katmanını ifade

Page 119: 2011 yılı 1-2. sayılar

111

etmektedir: (i) organizasyon içi ya da iş içi e-ticaret idaresi ana temsilcisi şirket içi ağ (intranet) ya da iç e-mail sistemidir. (ii) organizasyonlar arası ya da diğer iş ortaklarıyla iş idaresi temel temsilcisi ortaklara açık ağ (extranettir) (iii) en sonuncusu da herkese açık olan genel bir alandır (Piris ve diğ, 2004, s:54).

Tablo 1: E-Ticaret Tanımları Yazar Yıl E-Ticaret Tanımları

Berkowitz 2000 Hizmetlerin ve ürünlerin stok, değişim, reklam, dağıtım ve ödenmesinde elektronik haberleşme formlarını kullanan aktivitedir.

Kaya 2001 Bilgisayar ağları aracılığıyla üretilen ürünlerin satılması, reklamının yapılması, satıştan sonra teknik destek verilmesi ve ödemelerin yapılması faaliyetleridir

WTO 2002 Mal ve hizmetlerin üretim, reklam, satış ve dağıtımlarının telekomünikasyon ağı üzerinden yapılmasıdır

Carter 2003 Ekonomik işlemlerin, elektronik iletişim araçları ya da bilgisayar ağı aracılığıyla gerçekleştirilmesidir.

Piris ve diğ 2004 E-ticaret yalnızca internet yoluyla ürün almak ve satmak değil fakat aynı zamanda müşterilere servis vermek, iş ortaklarıyla ilişkileri artırmak ve organizasyon içi iş idaresidir.

3. E-TİCARETTE TARAFLAR

Literatürde e-ticareti taraf ilişkisi boyutunda temel olarak ele alan bir sınıflandırma kabul görmüştür (Rayport ve Jaworski, 2003, s:40). Bu sınıflandırma aşağıda açıklanmaya çalışılmıştır.

3.1. B2B (Firmadan Firmaya E-Ticaret)

İki organizasyon arasındaki tüm e-ticaret aktivitelerini ifade eder. Tüm diğer aktivitelerin arasında satın alma, tedarik, tedarikçi ilişkileri stok yönetimi, kanal yönetimi, satış aktiviteleri, ödeme yönetimi, servis ve desteği içerir (Bertschek ve diğ, 2006, s:387). E-ticarette en hızlı büyüyen pazar bölümüdür. B2B sayesinde firmalar arabuluculuk faaliyetlerine gerek kalmadan internet ortamında iletişime geçebilmektedir. Bu kapsamda internet üzerinden ürün kataloğu aranması, sipariş, faturalama ve ödeme işlemleri yürütülmektedir (Canpolat, 2001, s: 12). B2B e–ticaret, ilk olarak EDI (Elektronik Veri Değişimi- Electronic Data Interchange) tabanlı uygulamalarla başlatılmıştır. İnternet aracılığıyla yapılan e-ticaret işlemlerinde firmalar ihtiyaçlarını hızlı ve düşük maliyette karşılayabilmekte, etkin stok kontrolleri yapabilmektedir. B2B e-ticaret sayesinde de firmalar ve tedarikçiler sınır ötesi pazarlara kolaylıkla ulaşabilmektedir (Çak, 2002, s: 239-275).

Page 120: 2011 yılı 1-2. sayılar

112

Tablo 2: E-Ticaret İşlem Hacminin Hızlı Gelişimi Yıllar Firma-Firma(B2B) İşlem Hacmi (Milyar Dolar)

1999 145

2000 403

2001 953

2002 2180

2003 3950

2004 7290

Kaynak: http://www.inet-tr.org.tr

Tablo 2’deki sayısal verilere bakıldığında firmaların internete hızlı bir şekilde adapte oldukları ve geleneksel olarak yaptıkları B2B ticaret faaliyetlerini internet ortamına taşıdıkları görülmektedir. Bu artışta ekonomide önemli yeri olan KOBİ’ lerin de e-ticareti kullanmaya başlamasının önemli bir rolü bulunmaktadır.

3.2. B2C (Firma Tüketici Arası E-Ticaret)

Firma-tüketici arası (B2C) e-ticaret firmanın internet üzerinden tüketiciye çeşitli ürünler satması veya bankacılık ve borsa aracı kurumculuğu gibi hizmetler vermesi olarak tanımlanmaktadır. E-ticaretin sadece beşte birlik bir bölümü tüketici odaklı gerçekleşmektedir (Çak, 2002, s:40). Henüz B2C e-ticaret oranının bu kadar düşük olmasının nedenleri arasında, tüketicinin elektronik ortama ulaşmasının maliyetinin görece yüksek oluşu, tüketicilerin e-ticareti tam olarak tanımaması ve internetteki bazı güvenlik sorunları gösterilebilir. Her geçen gün internete bağlanan kullanıcı sayısının artması, işletmelerin bu alandaki potansiyeli görmelerine sebep olmuştur. İşletmeler internet müşterilerine hizmet verecek şekilde örgütlenmeye başlamıştır. B2C e–ticarette, firma ürünlerinin çeşitli özelliklerini web sayfalarında görüntülemekte, müşterilere değişik ödeme olanakları sunmaktadır. Firma açısından B2C e–ticarette amaç; daha çok tüketici kitlesine ulaşmak, ürünlerinin reklam ve pazarlamasını daha az maliyette gerçekleştirmektir. Firmalar web sayfaları sayesinde daha çok müşteriye ulaşmayı hedeflemektedir. Firmalar, web sayfalarında tüketiciye daha cazip ödeme planları sunarak, malın satışını gerçekleştirmektedir. B2C e–ticaret, tüketici açısından, istediği ürünü kolayca bulabileceği, mevcut ürünler arasında karsılaştırma yapabileceği, değişik ödeme planları arasından kendisine en uygun ödeme planını seçebileceği, alış verişini bir aracıya gerek kalmadan yapabileceği bir ortam sunmaktadır (Çak, 2002, s:46).

E-ticaret sayesinde tüketiciler günün 24 saati internet üzerinden alışveriş yapabilme imkanına sahiptir. Tüketiciler tüm dünya üzerindeki perakendeci veya üreticiler arasında geniş bir tercih seçeneği içerisinde evlerinden alışveriş

Page 121: 2011 yılı 1-2. sayılar

113

yapabilmektedir. E-ticaret sayesinde tüketiciler çeşitli malların fiyatlarını internet üzerinden karsılaştırıp karar verme olanağına sahiptir. Özellikle internet üzerinden sipariş edilen ürünlerde teslim kolaylığı sağlanması, internet tabanlı firmalar için bir rekabet unsuru oluşturmaktadır. Bankacılık sektörü teknolojik gelişmeleri yakından takip eden öncü sektörlerden olduğu için internete hızlı bir seklide adapte olmuştur. Bankalar internet sayesinde müşterilerine kredi talebinde bulunmaktan, hesap hareketlerini incelemeye varıncaya kadar geniş bir hizmet yelpazesi sunmaktadır. Borsa işlemlerinin internet üzerinden yapılması giderek yaygınlaşan bir uygulamadır. İnternet sayesinde hisse senedi sahipleri borsadaki değişmelerden anında haberdar olmaktadır. Hisse senedi sahipleri dünyanın bütün borsalarındaki gelişmeleri anında takip edebilirken, aynı zamanda da tam bilgiye sahip olmaktadır. Dünyada ve Türkiye’de özellikle hava yollarında bilet alım satımı internet üzerinden yapılmaya başlanmıştır. Bunun yanında çeşitli seyahat organizasyonları, oto kiralama hizmetleri de internet üzerinden yapılabilmektedir. Birçok medya kuruluşu internette kendi sitelerini oluşturarak internet kullanıcılarının haberlerden anında haberdar olmasını sağlamaktadır. Bunun yanında günlük gazetelerin birçoğu yayınlarını internet üzerinden de gerçekleştirmekte, isteyen internet kullanıcılarına arşivlerini kullandırmaktadır (Çak, 2002, s:48-51).

Firmalar açısından B2C e-ticarette başarılı olmanın en önemli şartı, tüketiciyi web sayfasında uzun süre tutabilmektir. Bu yüzden firmalar ürünlerini tanıttıkları web sayfalarında sürekli güncelleme yaparak web sayfalarını daima canlı tutmaya çalışmaktadır (Özbay ve Devrim, 2000, s:42).

3.3. B2G (Firma Devlet arasında ve Vatandaş Devlet Arasında E-Ticaret)

Vergiler, sosyal güvenlik, istatistik ve izinlerin elektronik yoldan izlenmesi ve düzeltilmesi, kamu ihalelerine elektronik yollarla başvurulması gibi işlemler işletmelerle devlet arasındaki e-ticaret (B2G) olarak adlandırılmaktadır. B2G e-ticaretle, devletin firmalara daha iyi hizmet götürülmesi amaçlanmaktadır. Bu sayede firmaların devletle olan ilişkileri yeniden düzenlenmekte, gereksiz zaman kaybı ortadan kaldırılarak firmalar için maliyetler azaltılmaktadır. Firmaların karşılaştıkları bürokratik engellerin elektronik ortamda aşılmasına çalışılmaktadır. Bu kavram içerisinde devlet, firmalarla olan ilişkilerini düzenlemenin yanında, firmalar hakkında doğru bilgilere hızlı bir şekilde ulaşma olanağına da kavuşmaktadır (Çak, 2002, s:55).

Vatandaş devlet arasında (C2G) yapılan e–ticaret kavramında vatandaşların devlet ile olan ilişkilerinin düzenlenmesi ve internet üzerinden yapılması amaçlanmaktadır. C2G e–ticarette sosyal güvenlik ödemelerinin internet yoluyla yapılması, kişilerin vergi borcunu ve cezalarının internet yoluyla ödenmesi, kişilerin devlet sınavları sonuçlarının internet yoluyla öğrenmesi, çeşitli kimlik numaralarının internet yoluyla öğrenilmesi, farklı konularda

Page 122: 2011 yılı 1-2. sayılar

114

devletten bilgi sağlanması gibi kolaylıklar amaçlanmıştır. ÖSYM’nin (Öğrenci Seçme ve Yerleştirme Merkezi) yapmış olduğu sınav sonuçlarının internetten öğrenilmesi, İstanbul Emniyet Müdürlüğü’ne internet üzerinden pasaport müracaatı yapılabilmesi bu kolaylıklara örnek verilebilir (Özbay ve Devrim, 2000, s:46).

4. İNTERNET BANKACILIĞI

Bankacılık sektörü dünyada büyük bir değişim içindedir. Teknolojinin hızlı gelişimi, müşteri hizmetinin boyutlarının çeşitlenmesi, rekabetin her alanda artması ve daralan kar marjları, bankaları daha çok bireylere dönük uygulamalar geliştirmeye yöneltmiştir. Türk bankacılık sisteminin de giderek küreselleşen dünyadaki gelişmelerden etkilenmemesi mümkün değildir. Türkiye'de bankacılık sektörü, bilgi ve iletişim teknolojisini en yoğun kullanan sektördür. Bankalar, teknolojik gelişmeleri iş alanlarına bir an önce yansıtmaya ve rekabet avantajı sağlamaya çalışmaktadırlar. Türkiye'de bankaların elektronik ticaretin gelişmesine bu anlamda öncülük ettikleri görülmektedir (Aparikyan,2000, s:40).

İnternet bankacılığı, bankacılık hizmetlerinin satışını sağlayan en yeni dağıtım kanalıdır. İnternet bankacılığı, müşterilerin evlerinden veya işyerlerinden ayrılmadan bir telekomünikasyon ağı aracılığıyla yapabilecekleri, bakiye görüntüleme, hesaplar arası transfer yapma, ödeme yapma, çeşitli konularda bilgi alma gibi hizmetleri kapsamaktadır (Aparikyan,2000, s:41).

İnternet bankacılığı, işlemlerin daha az maliyet ve personel desteğiyle yapılmasını sağladığı gibi, şube ortamlarından farklı olarak yöresel bir erişim kısıtlılığını içermemesi bakımından en önemli kanallardan biri haline gelmiştir (Kırçova, 1999, s:23).

Finansal hizmet sunan firmalar için yepyeni bir dağıtım kanalı olan interneti kullanmada amaç; finansal ürün ve hizmetlerin bazılarını, tüm potansiyel müşterilere daha az maliyetle, fakat eşit kalitede sunabilmek ve interneti dünyanın her yerinden gece ve gündüz bir kontak noktası olarak kullanmaktır. Elbette ki bunun anlamı finansal kurumların pazar alanlarını ve paylarını, yeni şube ya da ofis açmadan genişletme imkânına sahip olabilecek bir ortamın sağlanmasıdır (Kırçova, 1999, s:28).

Artık günümüzde "İnternet" finansal kurumlar için stratejik bir araç olarak kabul edilmektedir. Finansal kurumların interneti kullanım sebepleri dört başlık altında toplanabilmektedir (Argan, 2000, s:70):

• Bilgilendirme aracı,

• Müşterilerle çift yönlü iletişim,

• Müşteri ilişkilerinin geliştirilmesi ve müşteri sadakatinin sağlanması,

Page 123: 2011 yılı 1-2. sayılar

115

• Şubelerde gerçekleştirilen bankacılık işlemlerinin müşteriye internet üzerinden sunulması.

Gelecekte rekabet unsurundan daha çok "olmazsa olmaz" özelliği taşıyacak olan internet bankacılığı ile müşteriler hem işlemlerini 24 saat gerçekleştirebilmekte hem de tüm portföyünü 24 saat boyunca kontrolü altında tutabilmektedir. Bankacılık sektöründeki bu tür gelişmeler müşteriler açısından değerlendirildiğinde, yeni uygulamalar "en iyi hizmet veren bankayı seçme" şansını verdiğinden, müşterilerin sadakati de azalmaya başlamaktadır.

Bu nedenle, internet bankacılığı bankalar için daha da önemli bir konu haline gelmektedir (Argan, 2000, s:77).

5. İNTERNET BANKACILIĞI ARACILIĞIYLA SUNULAN HİZMETLER

İnternet bankacılığı uygulamalarının ilk başladığı 1997 yılında az sayıda bankacılık işlemi internet üzerinden gerçekleştirilebilmekteydi. İnternet bankacılığı aracılığıyla sunulan hizmetlerin sayısı her geçen gün artmakta, bankalar ise internet üzerinden sundukları hizmet yelpazesini genişletmek için birbirleriyle yarışmaktadırlar. Günümüzde internet bankacılığında gelinen noktada, şubeden yapılan hemen bütün işlemler internet şubesinden de gerçekleştirilebilmektedir. Günümüzde, internet üzerinden sunulan hizmetler aşağıda sıralanmıştır (Aksoy, 2000, s:49):

Hesap Açılışları: Müşteriler, bankaların internet şubelerinde, vadeli hesap, vadesiz hesap ve yatırım hesabı açtırabilmektedirler. Bu hesaplar, ilgili bankanın, müşterinin istediği şubesine bağlı olarak açılabilmektedir. Bu hesapların yanı sıra bankaların, faklı özellikler ve isimler altında müşterilerine sundukları hesap çeşitlerinin açılış işlemleri de internet üzerinden gerçekleştirilebilmektedir. Bu tür hesaplara örnek olarak Garanti Bankası'nın müşterilerine sunduğu “ELMA” ve “Biriktiren Hesap” verilebilir. Hesaplar TL veya istenilen döviz cinsiyle açılabilmekle beraber vadeli döviz hesabı açtırabilmek için müşterilerin bankada vadesiz döviz hesabına sahip olmaları gerekmektedir (Aksoy, 2000, s:49).

Para Transferleri: Bankalar, müşterilerine internet şubelerinden havale, EFT ve hesaplar arası transfer işlemlerini ücretsiz olarak yapabilme imkânı sunmaktadır. Bu işlemlerin yanı sıra, düzenli ödeme emri ve kayıtlı ve ileri tarihli havale/EFT emri verilebilmektedir. Her iki işlem için de isme veya hesap numarasına olmak üzere iki seçenek bulunmaktadır. İşlemler yapılırken her aşamada müşterinin onayı alınmakta ve bilgilerde düzeltme yapma imkânı sağlanmaktadır. İşlem sonucunda dekont anında düzenlenip müşterinin e-posta adresine gönderilmekte veya müşteri istediği takdirde yazıcıdan anında

Page 124: 2011 yılı 1-2. sayılar

116

dekontunun çıktısını alabilmektedir. Ayrıca, bankalar internet şubelerinde, bu işlemler için kayıt yapma, toplu havale gönderme gibi kolaylıkları da müşterilerine sunmaktadır (Aksoy, 2000, s:49).

Yatırım İşlemleri: Bankaların internet şubelerinden, yatırım fonu alım-satımı, repo, döviz alım-satımı, hisse senedi, hazine bonosu, vadeli hesap, halka arz, gibi yatırım işlemleri yapılabilmektedir. Bu işlemler için ileri tarihli alım-satım emri verme imkânı sağlayan bankalar, müşterilere büyük avantaj ve kolaylık sağlamaktadır. Yatırım işlemleri, internet şubesi müşterileri tarafından yoğun olarak kullanılmaktadır (Aksoy, 2000, s:50).

Ödeme İşlemleri: Bankaların, internet şubeleri üzerinden sundukları ödeme hizmetleri, anlaşmalı oldukları kurumlara bağlı olarak farklılıklar göstermektedir. Bankaların, sunduğu ödeme hizmetleri her geçen gün artmaktadır. Genel olarak, bankaların internet şubelerinden sunulan hizmetleri, Türk Telekom'a ait telefon faturaları, cep telefonları fatura ödemeleri, su ve elektrik faturaları olarak sıralanmaktadır. Henüz Türkiye'nin bütün şehirleri için geçerli olmayan su ve elektrik faturası ödemeleri bankalar arasında giderek daha da yaygınlaşmaktadır. Bu ödemelerin yanı sıra, vergi, sigorta, SSK, trafik cezalan ve üniversite harcı ödemeleri ise, görülen uygulamalardır. Bu ödemeler için otomatik ödeme talimatı verilebildiği gibi tesisat veya sözleşme numaraları ile de ödeme yapmak da mümkündür. Her ay düzenli ödemesi yapılan faturaların, internet üzerinden yapılabilmesi müşterilere büyük kolaylık sağlamaktadır. Bankaların, internet şubelerinde sundukları ajanda hizmeti ile kaydedilen faturalar müşterilere gününde hatırlatılmaktadır (Aksoy, 2000, s:50).

Kredi Kartı İşlemleri: Müşteriler, bankaya ait kredi kartı bilgilerine internet şubesinden erişebilmekte, ödemelerini yapabilmektedir. Müşteriler, kendi kredi kartlarının yanı sıra, üçüncü şahıslara ait veya başka bankalara ait kendi kredi kartı ödemelerini de internet üzerinden gerçekleştirebilmektedir. Ödeme hizmetlerinde olduğu gibi, kredi kartı ödemeleri için de otomatik ödeme talimatı da vermek mümkündür. Ayrıca, kredi kartı başvurusu da internet üzerinden yapılabilmektedir (Aksoy, 2000, s:51).

Başvuru İşlemleri: İnternet şubelerinden, kredi (tüketici kredisi, taşıt kredisi gibi) başvurusu, firmaların elektronik ticaret başvuruları, telefon bankacılığı hizmetlerinden yararlanabilmek için başvurular yapılabilmektedir. İnternet şubesinden yararlanabilmek için gerekli olan, şifre ve parola için de yine internet üzerinden başvuruda bulunmak mümkündür (Aksoy, 2000, s:52).

Bilgi Hizmetleri: Bankaların internet şubeleri, bankacılık hizmetleri konusunda geniş bilgilere yer vermektedir. İnternet bankacılığı, sunulan hizmetler ve güvenlikle ilgili tüm bilgileri içeren sıkça sorulan sorular' bölümü bütün bankaların internet şubelerinde bulunmaktadır. Müşteri, bu bölümden istediği her konuda bilgi alabilmekte ve sorularını, elektronik postayla banka yetkililerine ulaştırabilmektedir. Repo, faiz oranları, kredi faizleri, döviz alış ve

Page 125: 2011 yılı 1-2. sayılar

117

satış fiyatları, kredi kartları faiz oranları gibi bilgiler de bankaların internet şubelerinde bulunmaktadır.

Bankaların internet şubesinden, bankayla ilgili her türlü bilgiye (kuruluş, bilânço bilgileri gibi) , şube adres ve telefonları, günlük ekonomi haberlerine de ulaşılabilmektedir. Ayrıca birçok banka, oluşturdukları sanal mağazalar aracılığıyla müşterilerine online alışveriş imkanı da sağlamaktadır (Aksoy, 2000, s:53).

6. İNTERNET BANKACILIĞI VE E-TİCARETİN TÜRKİYE EKONOMİSİ ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ

E-ticaret hacminin, internet kullanım oranıyla yakından ilişkisi bulunmaktadır. Gelişmiş ülkelerin, diğer ülkelerle karsılaştırıldığında internet alt yapısına büyük önem verdikleri görülmektedir. İnternet alt yapısına verilen önem, gelişmiş ülkelerin sahip olduğu e-ticaret hacminin diğer ülkelerden daha yüksek olmasının en önemli nedenleri arasında yer almaktadır (Bozkurt, 2000, s: 248).

E-ticaretin istihdam ya da iş gücü üzerinde iki farklı şekilde etkisinden söz edilebilir. İlk olarak e-ticaretin gelişimi ile yeni iş alanlarının ortaya çıkması ve bu iş sahalarında yeni istihdam sağlamasından kaynaklanan olumlu etkileri, diğer bir yönden ise var olan iş sahalarında e-ticaret sebebiyle görevlerin yeniden oluşturulması sürecinde bazı sahaların ortadan kalkmasından kaynaklanan olumsuz etkileri söz konusu olmaktadır (Bozkurt, 2000, s: 248).

Türkiye’nin Ar-Ge çalışmalarına ayırdığı kaynakların azlığı ve BİT alt yapısının yetersiz olması dezavantajlarının yanı sıra, genç ve öğrenmeye açık genç nüfusu önemli bir avantaj oluşturmaktadır. Bu nedenle Türkiye e-ticaret konusunda hızla gelişmekte ve yüksek gelişme potansiyel varlığını sürdürmektedir. Örneğin; Türkiye’nin ilk online süper marketini 1997’de Migros kurmuş ve kayıtlı müşteri sayısı kurulduktan üç yıl sonra 40 bine ulaşmıştır (Bozkurt, 2000, s: 252).

Özellikle 1999 yılı sonrası hem bilgisayar sahipliğindeki artış hem de internet kullanımındaki artış Türkiye’deki işletmelerin internet ortamına taşınmasında en etkili faktörlerden birisi olmuştur. Bu durum daha önce katalog şeklinde tasarımı yapılan web sayfalarının müşterilerle etkileşimi sağlayan, müşterilere istediği bilgileri sunan aktif alış-veriş siteleri haline gelmelerine yol açmıştır. Bütün dünyada yaşandığı gibi, Türkiye’de de e-ticaretin ilk ürünleri müzik ve film CD’leri, tiyatro, sinema, konser biletleri vb. olmuştur. Tüketicilerin internete ısınmasını sağlayan bu alışma aşamasından sonra süper marketler, bilgisayar parçaları satısı yapan firmalar, hediyelik eşya satıcıları, çiçekçiler vb. de internet üzerinde online olarak yerini almaya başlamışlardır (Özbay ve Devrim, 2000, s: 84-85).

Page 126: 2011 yılı 1-2. sayılar

118

Türkiye’de 1995-1999 yılları arasındaki dönemde internet kullanıcı sayısı artışına, radyo 75 yılda, televizyon 50 yılda kablo televizyonun 10 yılda geldiği belirtilmektedir. Buradan da anlaşılmaktadır ki günümüz dünyasında teknolojiye adaptasyon hiç olmadığı kadar hızlı gerçekleşmektedir (www.hurriyet.com.tr).

Son yıllarda yapılan altyapı yatırımları sayesinde internet hızının düşüklüğünden dolayı e-ticaret yapmayanların ise çok düşük bir oranla son sırada yer aldıkları görülmektedir. Tablo 6’da hane halkı bireylerinin internet üzerinden alışveriş yapmama nedenleri gösterilmiştir.

Tablo 3: Hane halkı Bireylerinin İnternet Üzerinden Alışveriş Yapmama Nedenleri

Nedenler Oran(%)

İhtiyaç duyulmadığı için 75.37

Ürünün görülerek alınması tercih edildiği için 20.01

İş üzerinden alış-veriş yapmaya yeterli bilgisi olmamamsı 4.52

Çok pahalı olduğu için 4.88

Malın ulaşımının çok zaman aldığı için 1.44

Sipariş edilen malın eve ulaşmasında sorun (evde olunmaması vb) 1.91

Güvenlik nedeniyle kredi kartı detaylarının verilmek istenmemesi 22.56

Kişisel bilgilerin internet üzerinden verilmek istenmemesi 10.42

Ürünü teslim alma ya da iade etme konusunda güvensizlik 1.14

İnternet bağlantı hızının çok düşük olması 0.04

Kaynak: http://www.tuik.gov.tr

İnternet sayesinde e-ticaret platformunda çok sayıda alıcı ve çok sayıda satıcı karsılaşabilmektedir. Gerek alıcıların gerekse müşterilerin internette ticaret yapmaları önünde herhangi bir engel bulunmamaktadır. İnternet ortamında bilginin dolaşım hızı düşünüldüğünde gerek alıcılar gerekse satıcıların piyasa bilgisine ulaşmaları çok kolaylaşmaktadır. E-ticaret bu özelliklerinden dolayı ideal piyasa örneği olarak verilen tam rekabet piyasasına en yakın piyasa olarak örnek verilebilmektedir. Tam rekabet piyasasını temel özellikleri şu şekilde sıralanmaktadır. Tam rekabet piyasasında (Erdoğan, 2005, s:220-275);

• Alıcı ve satıcılar birbirlerini etkileyemeyecek kadar çoktur,

• Alıcı ve satıcıların piyasaya girişleri serbesttir,

• Tüm alıcı ve satıcılar piyasa hakkında tam bilgiye sahiptir,

• Aynı mallar aynı özelliklere sahiptir.

Page 127: 2011 yılı 1-2. sayılar

119

Krizin tüm sektörleri dikine düşüşlere zorladığı 2009 yılını, 2008 yılına göre ufak da olsa bir yükselişle 10 milyar TL’lik bir işlem hacmiyle kapatan e-ticaret sektörü, 2010’un ilk çeyreğinde geçen yıla göre %64 oranında artış göstermiştir (www.bkm.com.tr).

Kriz öncesi dönemde yani 2008 yılına kadar her geçen sene, bir önceki seneye göre işlem hacmini ikiye katlayarak büyüyen e-ticaret sektörü, her sektörde olduğu gibi 2008 yılında krizin sinyallerini vermeye başlamış ve büyüme oranını 2007 yılına göre % 64 olarak tamamlamıştı. Krizin büsbütün etkisini gösterdiği 2009 yılının son çeyreğindeki hareketlilikle 2008’i ancak geçebilmiş ve büyüme oranını %13 olarak kayıtlara geçirmiştir (www.bkm.com.tr).

Bankalar arası Kart Merkezinin (BKM) son açıkladığı verilere göre 2010 yılı ilk çeyreğinde 2009 yılı aynı dönemine göre %64 artış gösteren e-ticaret sektörünün üç aylık dönemde işlem hacmi 3,3 Milyar TL olarak gerçekleşmiştir (www.bkm.com.tr).

2003 yılına oranla 2004 yılı artışı %147, 2004 yılına oranla 2005 yılı artışı %114, 2005 yılına oranla 2006 yılı artışı %74, 2006 yılına oranla 2007 yılı artışı %129, 2007 yılına oranla 2008 yılı artışı %64, 2008 yılına oranla 2009 yılı artışı %13, 2009 yılı ilk çeyreğine oranla 2010 yılı ilk çeyreği artışı %64 olarak gerçekleşmiştir.

Türkiye'de e-ticaret hacmi 2005’te 1 milyar 388 milyon TL, 2006'da 2 milyar 412 milyon TL, 2007'de 5 milyar 537 milyon TL, 2008’de ise 9 milyon 88 milyon TL olmuştur. 2010 yılın Ocak ayı dâhil 12 aylık dönemde ise e-ticaret sitelerinde 68 milyon 660 bin adet işlem sonucu 9 milyar 617 milyon TL’lik alışveriş yapıldı. Verilere göre, internetten alışveriş imkânı sunan iş yeri sayısının ise Türkiye genelinde 22.252 adete yükseldiği görülüyor. Bu iş yerlerinden 2.924 adeti ise “3-D Secure Güvenlik Sistemi”ne sahiptir (www.bkm.com.tr).

Bölgelere bakıldığında, sanal alışveriş imkânı sunan en çok iş yerine sahip bölge, 10.167 adet ile Marmara Bölgesi, onu 3.809 adet ile İç Anadolu ve 3.377 adet ile Ege Bölgesi izlemektedir. Akdeniz Bölgesi'nde ise 1.951, Karadeniz Bölgesi'nde 1.679, Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nde 677 ve son olarak da Doğu Anadolu Bölgesi'nde 592 adet sanal iş yeri bulunmaktadır. İller bazında ise İstanbul 7.804 adet, Ankara 2.415 adet, İzmir ise 1.454 adet iş yeriyle en çok sanal iş yerine sahip illerimizdir (www.bkm.com.tr).

2009 yılında İnternet üzerinde 90 trilyon e-mail gönderildi. Türkiye’de e-ticaret siteleri en çok %29,42 oranla doğrudan pazarlama, %13,43 oranla havayolları ve %11,66 oranla sigorta alanlarında faaliyet göstermektedir (www.bkm.com.tr).

Page 128: 2011 yılı 1-2. sayılar

120

İnternetten yapılan alışverişlerde en çok tercih edilen ürün kategorilerinin ilk sıralarında %26 ile “Elektronik/Bilgisayar”, ardından %13 ile “Kitap” ve %12 ile “Giyim” bulunmaktadır (www.bkm.com.tr).

Online alışverişin tercih edilmesinin ilk sebepleri arasında %25′lik oranıyla “Düşük Fiyat”, %21 ile “Zaman Tasarrufu” ve %20 ile “Ürün Çeşitliliği” bulunmaktadır (www.bkm.com.tr).

Online alışverişlerde %83 ile “Kredi Kartı” en çok tercih edilen ödeme tipi konumunda iken 2. sırada %16 ile “Havale/EFT”, son sırada ise %1 ile “Mobil Ödeme” bulunmaktadır (www.bkm.com.tr).

Online alışverişi tercih edenlerin %59′u 50TL ile 250TL arasında ortalama alışveriş yapmaktadır. %12′si 25TL ile 50TL arasında, %16′sı ise 250TL ile 500TL arasındaki meblağlarda alışveriş yapmaktadır (www.bkm.com.tr).

Tablo 4: Türkiye’de E-Ticaret Harcamaları ve Oransal Değerler

Kaynak: www.socialmediatr.com.tr

BKM’nin verilerine baktığımızda Türkiye’de kredi kartı ile yapılan e-ticaret harcamaları Ocak 2005 ayında toplam 746.917 adet işlemle 63,12 milyon TL seviyesinde iken bu rakamın en son veriler olan Şubat 2010 tarihli verilerde 6.247.043 işlemde 990 milyon TL’ye yükseldiğini görmekteyiz. Ocak 2005 ayında toplam kredi kartı işlemleri içerisinde adet olarak %0,78, işlem tutarı

Page 129: 2011 yılı 1-2. sayılar

121

olarak %1,19 olan e-ticaret işlemlerinin oransal payının ise Şubat 2010 ayında sırasıyla %4,36 ve %6,65′e yükselmiştir (www.bkm.com.tr).

Şekil 1: Türkiye’de E-Ticaret Harcamalarının Toplam İşlemler İçerisindeki Payı.

Kaynak: www.socialmediatr.com.tr

E-ticaret harcamalarının toplam harcamalar içerisinde işlem adedi açısından payının Temmuz 2007 ve Ocak 2010 ayları arasındaki dönemde %3,5 – %4 seviyelerinde yatay bir seyir izlemesi ve işlem tutarındaki büyümeye paralel bir seyir izlememesi ilgili dönemde e-ticaret satış adedinin fazla bir gelişim göstermemesine karşın e-ticaret yoluyla satılan malların değerinde bir artış olduğuna ilişkin ipuçları veriyor olabilir (www.socialmediatr.com.tr).

Avrupa'da, Rusya dışında en hızlı büyüyen internet pazarı Türkiye’dir. 2006 yılındaki kırılma noktası sonrası ( Kullanıcı oranı nüfusun %25'ini geçmişti), 2012 yılının da e-ticaret ve kullanıcı acısından bir kırılma noktası olacağı öngörülmektedir. 42 milyon kullanıcı ve e-ticaret hacminin, şu anki duruma göre 5-6 kat artması öngörülmektedir. 2010, bu denklemin çatısını oluşturacak bir yıldır. 2009 e-ticaret pazarının, geçen seneye göre %25 artışla, 12 Milyar TL'lik bir hacimle kapanması bekleniyor. 2010 ise, kriz sonrası hızla yükselme gösterecek senelerden biri olacak ve hacim en az 1,5 katına çıkacak gibi görünüyor (www.socialmediatr.com.tr).

Page 130: 2011 yılı 1-2. sayılar

122

7. SONUÇ

E-ticaret yeni bir kavram olmasına karsın hızlı bir şekilde gelişmektedir. E- ticaretin hızlı bir şekilde gelişmesinin nedeni geleneksel ticaretle karsılaştırıldığında, bünyesinde çeşitli avantajları barındırmasından kaynaklanmaktadır. Elektronik ödeme ve para sistemleri e-ticaretin en önemli araçlarını oluşturmasının yanında e-ticaretin gelişmesi içinde en önemli paya sahiptir. Geliştirilen çeşitli elektronik ödeme araçlarının olmasına rağmen, bu ödeme araçlarıyla ilgili ciddi güvenlik sorunları bulunmaktadır. E-ticarette, bu ödeme araçlarının kullanılarak güvenli bir şekilde ödeme yapılmasına yönelik olarak yapılan çeşitli çalımsalar günümüzde de sürmektedir.

İnternet, e-ticaretin ayrılmaz bir unsurudur. Başlangıç noktasına göre internet, hem amacı hem de fonksiyonları bakımından önemli gelişmeler ve değişimler göstermiştir. İnternet sayesinde coğrafik uzaklıklar önemini yitirmiştir. İnternet, tüketicilere global pazarda seçme imkanı verirken üreticilere de uluslararası pazara açılma imkanı sunmuştur.

E-ticaretin gelişmesine yönelik yapılan çalışmalar sadece ulusal bazda kalmamaktadır. Bunun nedeni e-ticaret hacminin yüksek bir potansiyele sahip olması ve geleneksel ticaretin zaman içersinde e-ticarete doğru kaymasıdır. Bu sebepten dolayı ulusal bazda yapılan çalışmaların yanında uluslararası platformda da e-ticaretin gelişmesine yönelik çeşitli çalışmalar yürütülmektedir. Çeşitli uluslar arası kuruluşlar e-ticaretin gelişmesine yönelik kendi ilgi alanlarında farklı çalışmalar yapmaktadır.

E-ticaretin gelişmesi; bilgisayar kullanımının artması, internet alt yapısının gelişmesi ve internet hizmetlerinin ucuzlamasıyla yakından ilgilidir. Ülkelerin bilgi ve iletişim teknolojilerine ayırdığı pay ise e-ticarete verdikleri önemim en ciddi göstergeleri arasında yer almaktadır.

E-ticaretin gelişmesi yeni iş olanaklarını da beraberinde getirmektedir. E-ticaretin gelişmesiyle birlikte firmaların örgüt yapısında meydana gelecek değişiklikler ve firmaların istihdam yapısının zaman içerisinde değişeceği beklenmektedir. Bu değişime ayak uydurabilmek için gerek kamu gerekse eğitim kurumlarınca yeni istihdam yapısına yönelik eğitimler verilmesi büyük önem göstermektedir.

E-ticaretin yoğun bir şekilde kullanılması sonucunda, firmaların sağlamış oldukları maliyet tasarrufları, ürünlerin kalitesi ve fiyatı üzerinde olumlu etki yapmaktadır. Bu sayede firmalar üretim düzeylerini arttırırken, piyasanın rekabete açılması ve maliyetlerde meydana gelen düşüşler fiyat istikrarına da olumlu etki yapmaktadır.

E-ticaretin geliştirilmesi ve yaygınlaştırılabilmesi için, e-ticarete olan güvenin sağlanması öncelikli konular arasındadır. E-ticaret konusunda güven oluşturulabilmesi için hem devlet hem de özel sektöre önemli görevler

Page 131: 2011 yılı 1-2. sayılar

123

düşmektedir. Özel sektörün ticari faaliyetlerini belirli standartlar üzerinde yürütmesi, ticari faaliyetlerin güvenliğini yeni teknolojiler gözetilerek sağlaması gerekmektedir. Devletin ise e-ticaretin gelişmesi için gerekli olan yasal düzenlemeleri hızlı bir şeklide yapması gerekmektedir.

Her sektörde olduğu gibi finans ve bankacılık sektöründe de telekomünikasyon ve BT altyapısının yoğun bir şekilde kullanılmakta olması internetin bu sektörde de kullanımını zorunlu hale getirmektedir. Özelikle gelişen teknoloji ile birlikte artan rekabet şartları bu zorunluluğu tetikleyen bir unsur olarak karsımıza çıkmaktadır. Teknolojik gelişmelere adapte olan bankacılık sektörü web üzerinde internet bankacılığı uygulamalarını müşterileri ile paylaşmaktadırlar. İnternet, yeni alternatif dağıtım kanalı olarak basta bankacılık olmak üzere işletmelerin performans ve mevcut dağıtım kanalı yapısını etkilemiş ve değiştirmiştir. Maliyetlerin azalması ve internet tabanlı ürünlerin günlük hayata yerleşmesi ile yeni ürün ve hizmet modellerinin müşterilere sunulacağı görülmektedir. Bankacılık sektörü diğer sektörler gibi köklü ve hızlı bir değişim içindedir. Bu değişim, geleceği zor tahmin edilebilen yapılar ortaya çıkartmaktadır. Diğer hizmetlerle birlikte bankacılık hizmetlerini de pazarlayan siteler, sadece online bankacılık yapan siteler ve fiyat karşılaştırması yapan siteler de ortaya çıkmaktadır. Ülkemizde internet bankacılığı bankalar tarafından amaç yerine alternatif bir araç olarak kabul görmektedir. Bankalar şubelerindeki müşteri kuyruklarının ve yoğunluğunun getirdiği olumsuzlukları internet bankacılığı alternatifi ile gidermeye çalışmaktadırlar. Bu gereklilikle birlikte, bankalar internet bankacılığı kapasitelerini hızla geliştirmektedirler. Türkiye’de birçok banka internet üzerinden servislerini vermeyi işletme stratejilerinin temel bileşeni olarak benimsemektedirler.

KAYNAKLAR

AKSOY Tamer. Elektronik Ticare, Sistem Yayınları, Ankara, 2000.

ALLAN Afuah and CRİSTOPHER L.Tucci. Internet Business Models And Strategies, Mc Graw Hill, Higher Education, 2001.

APARİKYAN Berç, Bankacılıkta Teknoloji Kullanımı, Banka ve Para Teknolojileri Dergisi, S.6 Y.2 İstanbul, 2000.

ARGAN Metin. İnternet Teknolojileri, Alfa Yayınları, İstanbul, 2000.

BERTSCHEK, I., FRYGES, H. and KAİSER, U. B2B or not to be : Does B2B Ecommerce Increase Labour Productivity, International Journal of Economics of Business, 13- 3. 2006

BİÇKES Mehmet. Elektronik Ticaret, Pazarlama Dünyası Y.14 S.2 İstanbul, 2000.

Page 132: 2011 yılı 1-2. sayılar

124

BÜYÜKDEMİR Burak. İnternet Bankacılığını Düş Olarak Görenler, Bankacılar Dergisi, S.22, İstanbul, 1997.

BOZKURT, Veysel. Enformasyon Toplumu ve Türkiye. Sistem Yayıncılık, İstanbul, Ekim 2000.

CANPOLAT, Önder. E-Ticaret ve Türkiye’deki Gelişmeler T.C. Sanayi Bakanlığı Hukuk Müşavirliği, Sayı: 89. 2001,

CHU, S., LEUNG, L., HUİ, W., and CHEUNG, W. Evolution of e-commerce Web sites : A conceptual framework and longitudinal study. Information and Management, 44. 2007.

ÇOROĞLU, Çağlar. Yeni Ekonomide Yönetim ve Pazarlama. İstanbul, Alfa Yayınları, Ocak 2002.

ÇAK, Murat. Dünyada ve Türkiye’de E-Ticaret ve Vergilendirilmesi, İstanbul Ticaret Odası (ATO), Yayın No: 2002/6, İstanbul.

ÇAKIR, Ozan. Elektronik Ticarete Adaptasyonda Rekabetçi Örgütsel Dönüşüm, Mercek Dergisi, MESS Yayını, Nisan 2003.

DAVİD, Siegal. Şirketinizi Geleceğe Taşıyın. Çev. Kutluk Özgüven, İstanbul, Literatür Yayınları, 2001.

ERDOĞAN, Engin. İktisat I (Ders Notları). Çanakkale Onsekiz Mart Ünv. Matbaası, Çanakkale. 2005,

E-DÖNÜŞÜM TÜRKİYE PLANI, Kısa Dönem Eylem Planı, Sonuç Raporu, Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığı Bilgi Toplumu Dairesi Yayını, 2010, Ankara.

EMANET, Leyla. KOBİ’ler Güç İçin Birleşin, İnfomag Dergisi, Yıl:6, Sayı: 2006/02, İstanbul.

ENE, S. Elektronik Ticarette Tüketicinin Korunması ve Bir Uygulama, Pusula Yayıncılık ve İletişim Ltd, İstanbul. Eylül 2002.

İŞYAPAN, Osman. İnternet Bankacılığı, Bilgi Yayınları, Ankara, 1998.

KIRÇOVA, İbrahim, İnternette Pazarlama, Beta Yayınları, İstanbul, 1999.

KULABAŞ, Yiğit. Elektronik Veri Değişimi, Seçkin Yayınları, İstanbul, 2003

MATTEW, Reynolds. Beginning e-commerce with visual Basic, Birmingham, ASP, SQL server 7.0 and MTS, Wrox Press Ltd., 2000.

MİCHAEL R. SOLOMON, ELNORA W. STUART. The Brave New World of E-Commerce, New Jersey, Von Hoffman Graphics, 2000.

NUMBERGER, S. and RENNHAK,C. The Future of B2C E-Commerce, Electronic Markets, 15:3. 2005

Page 133: 2011 yılı 1-2. sayılar

125

ÖZBAY VE DEVRİM, Eylül. E-Ticaret Rehberi, Bilgi Teknolojileri Dizisi:7, Hayat Yayınları. 2000,

ÖZGENER, Sevki, Küçük ve Orta boy İşletmelerin E-Ticarete Adaptasyonu ve Devletin Rolü, Kocaeli Üniversitesi İ.İ.B.F II. Ulusal Bilgi, Ekonomi ve Yönetim Kongresi Bildiriler Kitabı, 17-18 Mayıs 2003, İzmit.

PETER Fingar, Internet World, Penton Media, Inc., Clevland, Jul 2002.

PİRİS, L., FİTZGERALD, G. and SERRANO, A., 2004. International Journal of Information Management, 24.

RAYMOND JR. Mcleod. Management Information System, New York, Maxwell Macmillan International Editions,1990.

RAYPORT, J. and JAWORSKİ, B. Introduction To E-commerce, McGraw-Hill, Singapoure. 2003

STEPHEN J Gold. E-Business Technology Improves Service, New York, Apsen Publishers Inc., May 2003.

KOÇEL, Tamel. İşletme Yöneticiliği, İstanbul, Beta Basım, Eylül 2003.

TÜRKOĞLU, Yusuf. Bilgi Çağında Elektronik Ticaretin Dış Ticarete Etkileri, Bilgi Sistemleri Başkanlığı Uzmanlık Tezi, T.C. Başbakanlık Dış Ticaret Müsteşarlığı İhracatı Geliştirme Etüd Merkezi, Ankara. 2004.

TÜRKÜN, Mine. CRM’in Abisi; İnsani İlişki, İnfomag, Yıl:6, Sayı: 2006/01, İstanbul.

QUADDUS M and ACHJARİD. A model for electronic commerce success, Telecommunications Policy, 29, 127-152. 2005

http://www.activefinans.com/activeline/sayi6.htm, Erişim: 08.10.2010

www.tuik.com.tr, Erişim:11.11.2010

www.bkm.com.tr, Erişim: 02.11.2010

www.denizbank.com.tr, Erişim: 18.10.2010

www.deloittedanismanlik.com, Erişim: 15.11.2010

www.hurriyet.com.tr, Erişim: 12.11.2010

www.metu.edu.tr, Erişim: 12.11.2010

www.socialmediatr.com.tr, Kaynak: 10.11.2010

http://elektronikticaretrehberi.com/eticaret_guvenlik.php Erişim: 23 Ekim 2008

Page 134: 2011 yılı 1-2. sayılar

126

Page 135: 2011 yılı 1-2. sayılar

127

KAZANÇ YÖNETİMİ

Abdullah TEKİN*

Nurcan KABADAYI**

ÖZET

Finansal tablolar işletmenin başarısın yansıtarak piyasa değerini belirleyen en önemli araçlardır. İşletmeler, muhasebe sistemindeki alternatif uygulamaların sağladığı esneklikten yararlanarak, finansal tabloları gerçekte olduğundan farklı gösterecek şekilde düzenlemek suretiyle kazanç yönetimi uygularlar. Kazanç yönetimi, özel kazançlar elde etmeye yönelik dışsal finansal raporlama sürecine bu amaçlara uygun olarak müdahale etmektir. Kazanç yönetimi ile yatırımcıların ve diğer finansal bilgi kullanıcılarının karar ve düşüncelerini etkilemek amaçlanmaktadır. Bu çalışmanın amacı, Türkiye ve diğer ülkelerdeki kazanç yönetimi yaklaşımları ve kazanç yönetimi konusuyla ilgili bireylerin etik değer anlayışlarının ortaya konulmasıdır.

Anahtar Kelimeler: Şirketlerde Kazanç Yönetimi, Finansal Bilgi Manipülasyonu, Muhasebe Hata ve Hileleri, Yaratıcı Muhasebe, Hileli Finansal Raporlama.

ABSTRACT

Financial tables are the most important tools that identify the market price of a company by reflecting the operational success. Companies, by use of the flexibility of alternative applications in accounting system, apply profit management by organizing the financial tables unequal to the real situations. Profit management is to interfere external financial reporting process in order to gain special profits. With profit management, the main aim is to affect decisions and plans of the investors and the other financial information users. The purpose of this study is to present ethical understanding of the individuals about profit management issue and profit management approaches in Turkey and other countries.

Key Words: Earnings Management Companies, Financial Information Manipulation, Accounting Error and Cheats, Creative Accounting, Fraudulent Financial Reporting.

GİRİŞ

Finansal tablolar işletmenin başarısını yansıtarak piyasa değerini belirleyen en önemli göstergedir. Dolayısıyla yönetici ve muhasebe ilişkisinin en önemli boyutu finansal raporlamadır. Yöneticiler işletmenin durumunu daha iyi

* Yrd. Doç. Dr., Selçuk Üniversitesi, Sosyal Bilimler Meslek Yüksekokulu ** Yüksek Lisans Öğrencisi, Selçuk Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü

Page 136: 2011 yılı 1-2. sayılar

128

gösterebilmek, işletme sürekliliğini sağlamak için finansal tabloların belirli hedeflere yönelik olarak değişimini istemektedirler.

Finansal raporların üretildiği muhasebe sistemi, ortaya çıkabilecek farklı durumlarda uygulanabilirliği sağlamak için alternatifli düzenlemeler içermektedir. Muhasebe sistemindeki alternatif uygulamaların sağladığı esneklikten yararlanan yöneticiler finansal tabloları gerçekte olduğundan farklı göstererek kazanç yönetimi uygularlar. Kazanç yönetimi ile yatırımcıların veya diğer finansal bilgi kullanıcıların karar ve düşüncelerini etkilemek, işletme lehinde değiştirmek amaçlanmaktadır. Bu nedenle kârın daha önceden yönetici tarafından belirlenmiş ya da finansal analist veya yatırımcı tarafından tahmin edilmiş bir noktaya doğru manipüle edilmesi söz konusudur. Dolayısıyla kazanç yönetimi ile muhasebe bilgisinin bilinçli olarak yanlış açıklanması ya da hiç açıklanmaması mümkün olmaktadır.

Yöneticiler muhasebe teknikleri üzerindeki takdir haklarını işletmelerinin çıkarlarına uygun finansal sonuçlar elde etmek üzere kullanmaktadırlar. Kazanç hedeflerine ulaşma ve analistlerin kazanç tahminlerini yakalama çabası yöneticiler üzerinde büyük baskı yaratmaktadır. Bu baskı yöneticilere vaat edilen finansal teşviklerle de birleşince yöneticileri agresif muhasebe uygulamaları ve doğru olmayan muhasebe yorumları yapmaya yöneltmiştir. Kazanç yönetimi genel kabul görmüş muhasebe ilkeleri dâhilinde yapılabildiği gibi, muhasebe standartlarındaki esnekliği zorlayan, ilkeleri ihlal eden uygulamalar olarak da karşımıza çıkıp finansal tablo ve raporlarda ciddi manipülasyonlara yol açabilmektedir.

Kazanç yönetimi, başta yöneticiler olmak üzere işletmede çalışan muhasebeciler, serbest muhasebeciler, iç ve dış denetçiler, finansal analistler, akademisyenler, muhasebeci ve işletme yöneticisi adayı öğrenciler için son yıllarda önemini hızla artıran bir konudur. Yukarıda adı geçen meslek gruplarına dâhil insanların kazanç yönetimine yaklaşımlarında mesleki donanımlarının yanında kişisel algılamaları da çok önemli farklar yaratabilmektedir.

Kazanç yönetimi tanımı ile ilgili farklı görüşler, Türkiye ve diğer ülkelerdeki kazanç yönetimi yaklaşımları ve de kazanç yönetimi konusuyla ilgili bireylerin etik değer anlayışlarının araştırılması bu çalışmasının konusunu oluşturacaktır.

Çalışmada kazanç yönetimi üzerinde durularak, kazanç yönetimin nedenleri, amaçları, araçları, teknikleri ve ölçüm modelleri tek tek açıklanmıştır. Ayrıca, finansal bilgi ve manipülasyon kavramları açıklanmış, muhasebe hile ve hataları konularına değinilmiştir. Son olarak da Türkiye’de ve Dünya’da kazanç yönetimi etiği hakkındaki çalışmalar ve görüşlere yer verilmiştir.

Page 137: 2011 yılı 1-2. sayılar

129

1. KAZANÇ YÖNETİMİ İLE İLGİLİ TEMEL KAVRAMLAR

1.1.Kazanç Yönetimi Kavramı

Kazanç yönetimi, özel kazançlar elde etmeye yönelik dışsal finansal raporlama sürecine bu amaçlara uygun olarak müdahale etmektir. Diğer bir tanımlamayla, kazanç yönetimi, yöneticilerin şirketin performansı hakkında herhangi bir hak sahibini yanıltmak veya rapor edilen sonuçlara dayanarak elde edilecek anlaşmaları etkilemek için finansal raporları değiştirmek amacıyla kullandıkları bazı işlemlerdir.

Schipper’e göre kazanç yönetimi; bir takım özel çıkarlar elde etmek amacı ile dış finansal raporlama sürecine yönelik müdahaledir. Bu tanım ile Davidson, Stcikney ve Weil’in tanımları arasında ki belirgin fark, faaliyetler için genel kabul görmüş muhasebe ilkelerine uygunluğunun konu edilmemiş olması ve özel çıkarlar elde etmek amacı ile sadece dış finansal raporları etkilemenin hedeflendiğinin ifade edilmesidir. Kazanç yönetiminin bir diğer tanımı ise Healy ve Wahlen’e (1999) aittir. Onların tanımına göre kazanç yönetimi; gerek paydaşları, firmanın ekonomik durumu hakkında yanıltmak, gerek finansal raporlardaki muhasebe kalemlerine bağlı kimi sözleşmelerin yaptırımlarını hafifletmek amacı ile yöneticilerin finansal raporları değiştirebilecek karar ve uygulamalarından oluşur. Levitt ise kazanç yönetimini; finansal raporları hazırlayıp kamuya açıklayanların, piyasa analizcilerinin kâr beklentilerini karşılamak ve istikrarlı bir kâr görünümü yaratabilmek için yaptıkları bütün işlemler olarak tanımlamıştır (Kurşunel, vd. 2005, 172).

Pekçok faktör yatırımcıların ilgilendikleri işletmeyle ilgili kazanç kalitesini algılamalarını etkileyebilir. Bu sebeple yönettikleri işletmeyi olduğundan iyi göstermek isteyen yöneticiler muhasebe politikası seçimlerini belirlerken bu durumu göz önünde bulundurmaktadırlar. Bu faktörlerden biri işletmeyle ilgilenenlerin o işletme hakkındaki izlenimleridir. Bu sebeple yöneticiler işletmeyle ilgili olarak bilinçli bir biçimde işletmenin imajıyla oynamaktadırlar. Bir kişinin başarısında donanımı kadar kişisel olarak algılanması da son derece etkilidir. Benzer olarak şirketin gelecekteki piyasa başarısında algılanan kazanç kalitesi şirketin gerçek kazanç kalitesi kadar önemlidir. Yöneticiler bunun farkında oldukları için sürekli olarak işletmenin finansal durumunun iyi olduğunu göstermeye çalışmaktadırlar. Bu sebeple aynı finansal durumda olan iki şirket kazanç yönetimi uygulamalarıyla farklı kaliteye sahipmiş gibi algılanabilir (Ayres, 1994, 27-28).

Kazanç yönetimi araştırmalarının 1980’lerin ikinci yarısında Healy (1985) ile birlikte başladığı kabul edilir. Ancak literatürde kazanç yönetimi ile karıştırılan ve belki de kazanç yönetiminin öncüsü kabul edilebilecek gelir düzeltme faaliyetlerine ilişkin araştırmaların daha eskiye dayandığını söylemek

Page 138: 2011 yılı 1-2. sayılar

130

mümkündür. Bu konudaki ilk çalışma Hepwort’a (1953) aittir. Hepwort yönetici teşviki ile hissedar memnuniyeti arasındaki ilişkiyi araştırmıştır.

Kazanç yönetiminin tanımı üzerinde bir uzlaşma bulunmamaktadır. Bu bağlamda, kazanç yönetimini, firmanın ve/veya yöneticilerin çıkarlarına hizmet etmek amacı ile kısa dönemli ve gelecek dönem etkinin nötrleştirileceği karar ve eylemlerle desteklenen genel kabul görmüş muhasebe ilkelerine bağlı faaliyet ve muhasebe manipülasyonları olarak tanımlayabiliriz. Kazanç yönetimi bu şekilde değerlendirildiğinde, genel kabul görmüş muhasebe ilkeleri ile tutarlılığı ve yapılan manipülasyonun bir sonraki dönem nötrleştirilmesi onun muhasebe hilesi, yolsuzluk ve aldatma gibi kavramlardan kolaylıkla ayrılabileceği görülür (Kurşunel, vd. 2005, 174).

Kazanç yönetimindeki temel hedef, zararları önlemek, kazançlardaki azalmayı önlemek, analist tahminlerini karşılamak, analist tahminlerini geçmek olarak sıralanabilir. Kazanç yönetimi tekniklerinden biri olan gelirin düzgünleştirilmesi ise bir işletme için normal olarak kabul edilen gelirdeki dalgalanmaların bilinçli olarak azaltılması şeklinde tanımlanabilir. Gelirin düzgünleştirilmesi de düzgün veya artan bir kazanç rapor etme çabalarıdır. Yöneticiler, düzgün kazancın daha fazla değerli olduğunu, düzgün kazançların olası borç ve temettü anlaşmalarının ihlalleri riskini azalttığını, yönetim ikramiyelerini artırdığını düşündükleri için yönettikleri işletmelerin gelirlerini düzgünleştirmeye çalışmaktadırlar (Çıtak, 2009, 102).

Yöneticilerin bunu denemelerinin nedenleri şunlar olabilir. Yöneticiler (Çıtak, 2009, 87);

• Düzgün kazancın daha fazla değerli olduğunu,

• Düzgün kazançların olası borç ve temettü anlaşmalarının ihlalleri riskini azalttığını,

• Yönetim ikramiyelerini artırdığını düşünmektedirler.

Genel olarak, düzgünleştirilen ya da yönetilen kazançların yatırımcılar, kredi verenler ve diğer kullanıcılar için daha az bilgilendirici ve dolayısıyla da düşük kalitede olduğu düşünülmektedir. Her ne kadar bazı kazanç yönetimleri finansal tablo okuyucularına açıkça görünmese de, bazılarının tespit edilme olasılığı bulunmaktadır.

1.1.1. Finansal Bilgi ve Manipülasyon Kavramları

Son yıllarda finansal bilgi manipülasyonu üzerine yapılan akademik çalışmaların sıklığı, bu alanda yapılan çalışmaların özellikle Enron, WorldCom ve Parmalat skandallarından sonra ne kadar da gerekli olduğunu gözler önüne sermiştir. Özellikle Anglo-Sakson literatüründe geniş kapsamlı yer bulan bu çalışmaların temelinde, finansal tabloların gerçeği ne kadar yansıttığına

Page 139: 2011 yılı 1-2. sayılar

131

bakılmaktadır. Gelişmiş sermaye piyasalarında yatırım aracı olarak hisse senetlerini seçen bireysel ve kurumsal yatırımcılar finansal tabloları inceleyerek yatırım kararı almakta ve bu tabloların ortaya koyduğu ekonomik değerlere göre portföy çeşitlendirmesi yapmaktadırlar. Bu piyasalarda, finansal tablolarda sunulan bilgilerin içeriği ve tutarlılığı bilinçli yatırımcılar tarafından sorgulanmaktadır. Ülkemizde ise yatırımcı tarafından sorgulama alışkanlığı tam olarak tesis edilememiştir (Küçükkocaoğlu, vd. 2005, 161).

“Finansal tablolar, muhasebe sistemi içinde kaydedilen ve toplanan bilgilerin, belirli zaman aralıkları ile bilgi kullanıcılarına iletilmesini sağlayan araçlardır” şeklinde tanımlanmaktadırlar.

Finansal tablolar, muhasebenin tanımında yer alan raporlama işlevinin yerine getirilmesi gereği ortaya çıkan tablolardır. Muhasebeden beklenen en önemli görevlerden biri de işletmede meydana gelen olayları belirli dönem aralıklarıyla işletme sahiplerine, kredi verenlere ve diğer ilgililere aktarmaktır (Akdoğan, vd. 2007, 3).

Finansal raporlar farklı gruplara bilgi vermek amacıyla ortaya konmasına rağmen bu raporlardan sağlanan yarar, kullanıcılarının bu bilgiyi ne şekilde değerlendirecekleri ve ne amaçla kullanacaklarıyla yakından ilgilidir. Örneğin; dönemsel olarak raporlanan temel finansal tablolar işletmeye borç verecek bir kişi ya da kurum tarafından kullanıldığı gibi, şirkete ortak olmayı düşünen yatırımcılar tarafından da kullanılabilir. Ancak iki grup da ellerindeki finansal raporlardan kendi bakış açılarına uygun ve davranış belirlemelerine yardım edecek, belirsizliği azaltıcı enformasyonu ön plana alırlar. Doğal olarak aynı raporun farklı çıkar grupları üzerinde doğuracağı etkiler de farklı olabilir.

Finansal raporlarla sunulan enformasyonun temel ekonomik etkileri aşağıdaki başlıklar altında toplanabilir (Özer, 1996, 13).

• Varlıkların yatırımcılar arasındaki dağılımını etkiler.

• Maruz kalınan toplam risk ve riskin seçimler arasındaki dağılımını etkiler.

• Toplumun sahip olduğu toplam varlığın tüketim ve yatırım arasındaki dağılımını, dolayısıyla ekonomi genelinde sermaye birikim oranını etkiler.

• Finansal bilgi açıklamalarının ortaya çıkması, belgelendirilmesi, yayılması, işleme tabi tutulması, analizi ve yorumlanması çabalarına ayrılan kaynakların miktarını etkiler.

• Açıklanmamış bilgiyi elde etmek için yatırımcılar ve yatırımcılara destek veren gruplar tarafından kullanılan kaynakların miktarını etkiler.

Page 140: 2011 yılı 1-2. sayılar

132

Şirketlerin finansal tablo ve raporlarında yer alan verilerin yöneticilerin istekleri ile uyumlu olmasını sağlamak amacıyla, finansal raporlama sürecine (muhasebe standartları çerçevesinde ya da bunun dışında) müdahalede bulunulması” olarak tanımlanabilen finansal bilgi manipülasyonu ile şirketlerin finansal durumu, faaliyetleri ve faaliyet sonuçları hakkında ilgililere gerçeğe aykırı bir bilgi sunulabilmektedir (Küçüksözen, 2004, 43).

Finansal bilgi manipülasyonunun çeşitli yöntemleri, görünümleri ve tanımları olmakla birlikte çok temel bir amacı bulunmakta olup, bu amaç; Şirketle ilgili risk hakkında piyasa katılımcılarındaki izlenimi ya da algıyı ve şirketin vurgulanması gereken farklılıklarını etkileme arzusudur.

Etkin bir piyasada finansal bilgi manipülasyonunun ortaya çıkarılarak kamuya açıklanması durumunda üç aşamalı bir tepki söz konusudur;

1. Finansal bilgi manipülasyonunun açıklanmasına piyasa, etkin piyasalar hipotezini destekler şekilde, önce olumsuz tepki göstermekte ve hisse senedi fiyatları düşmektedir.

2. Açıklama sonrasında, hisse senedi fiyatı aşırı tepki hipotezini destekler şekilde toparlanmakta, diğer bir ifade ile hisse senedi fiyatı düşüş kadar olmasa da biraz yükselmektedir.

3. Finansal bilgi manipülasyonunun açıklanması sürecinde, hisse senedi fiyatlarındaki dalgalanma, belirsiz bilgi hipotezini destekler şekilde başlangıçta çok yüksek, sonra daha düşük oranda gerçekleşmektedir.

Dolayısıyla, finansal bilgi manipülasyonuna karşı yatırımcı tepkisi oldukça sert olup, ilk sonuç ilgili hisse senedi fiyatının düşmesidir. Bu olumsuz etki sadece ilgili şirket hissedarları ve yöneticileri ile sınırlı kalmamakta, bütün sermaye piyasasında olumsuz bir tepki oluşmasını da tetiklemektedir (Küçükkocaoğlu, vd. 2005, 168).

Bir işletmede güvenilir finansal tablo hazırlamak, özellikle işletmenin hisse senetlerine yatırımcı çekmek ve işletmeye kredi bulmak için ön şart olup, işletmenin piyasada belli sözleşmeler yapması ve belli tedarikçilerle çalışabilmesi açısından çok önemlidir. Bu nedenle yatırımcılar, kredi verenler, müşteriler, tedarikçiler işletme yönetiminin performansını değerlendirmek ve diğer firma ve yatırımcılarla karşılaştırmak için güvenilir finansal tablo istemektedirler. Güvenilir finansal tablo ise, Genel Kabul Görmüş Muhasebe İlkeleri ve standartlarına uygun düzenlenmiş ve gerçeğe uygun bir şekilde sunulmuş finansal bilgiler içeren tablo anlamına gelir (Doyrangöl, 2007, 53).

Türkiye’de finansal bilgi manipülasyonu tespitine rağmen ilgili şirket hisse senedi fiyatlarında yükseliş olması ya da beklenen düzeyde bir düşüşün gerçekleşmemesi aşağıdaki şekillerde yorumlanabilir (Küçüksözen, 2004, 109):

Page 141: 2011 yılı 1-2. sayılar

133

• Türkiye’deki finansal bilgi manipülasyonu uygulamalarından kamuya açıklananların çoğunluğunda, finansal bilgi manipülasyonu örtülü kâr aktarımı şeklinde gerçekleşmektedir. Dolayısıyla yatırımcılar bu durumu şirketlerin gerçekte kamuya açıklanandan daha kârlı olduğu biçiminde değerlendirmekte ve örtülü kâr aktarımının SPK tarafından düzelttirileceğini de dikkate alarak, şirket hisse senetlerine daha yüksek bir değer atfetmektedirler. Bu nedenle hisse senedi fiyatları yükselmekte ya da beklenen düzeyde düşmemektedir.

• Finansal bilgi manipülasyonu açıklaması ile birlikte işlemleri durdurulan şirketlerde, işlemler en az 7,5 ay gibi uzun bir süre sonra tekrar başladığı için piyasa finansal bilgi manipülasyonu bilgisini artık dikkate almamaktadır.

• Finansal bilgi manipülasyonu uygulaması daha önce SPK’nın denetimleri nedeniyle piyasa tarafından öğrenilerek, hisse senedi fiyatlarına yansıtıldığı için, finansal bilgi manipülasyonunun açıklanmasının piyasada önemli bir etkisi olmamaktadır.

• Yatırımcılar şirketlerle ilgili finansal bilgilere çok önem vermemektedirler.

1.2. Muhasebe Hileleri ve Türleri

Muhasebe hilelerinin yapılmasının temelinde yatan sebepler; zimmetlerin gizlenmesi, ortakların birbirini yanıltma isteği, daha az kâr dağıtma isteği, yolsuzlukların gizlenmesi, teşviklerden haksız yere yararlanma arzusu ve vergi kaçırma düşüncesidir (Altındağ, 2001, 548).

Muhasebe hilelerinde sıkça rastlanan başlıca hile türleri aşağıda maddeler halinde açıklanmıştır.

1.2.1. Bilinçli Hatalar

Muhasebe hatalarının kasıtlı olarak yapıldığı durumlarda muhasebe hatasının yerini muhasebe hilesi alır. Zira hataları hilelerden ayıran temel unsur kasıt unsuruydu. Ancak burada kasıt unsurunun tespiti bir hayli zordur. Hatalarda kasıt yoktur, bilgisizlik, dikkatsizlik ve ihmal vardır. Hile ise, kara dayanan bir harekettir ve yanıltmaya yönelik kasıt içermektedir. Değerlemesi çok zor olan kasıt unsurunda, bir düzensizlik kasıtlı olarak yapılıyorsa, bu hile kapsamına girmektedir (Bozkurt, 2000, 66).

Yapılan herhangi bir düzensizliğin temelinde kasıt unsurunun olup olmadığını anlayabilmek için bazı genellemeler yapmak mümkündür (Gürbüz, 1995, 62).

• İşletmede yapılan hatalar hep aynı yönde ve sık sık tekrarlanıyorsa, bu hataların hile olduğu anlaşılır.

Page 142: 2011 yılı 1-2. sayılar

134

• Yapılan yanlışlığın işletme düzeyinde değer olarak yüksek olması durumunda söz konusu yanlışlığa hile gözü ile bakılır.

• İşletmede yapılan bir hatanın kolayca ortaya çıkabilmesi mümkün olmasına rağmen bunu örtmeyi sağlayıcı bir yanlışlık yapılmışsa bu hatanın hile olduğu anlaşılır.

1.2.2. Kayıt Dışı İşlemler

Muhasebede gerçekleştirilen her işlemin kural olarak bir belgeye dayandırılması gerekmektedir. Bir kısım işlemlerin kasıtlı olarak belgesiz yapılması veya kanuni defter kayıtlarına yansıtılmaması şeklinde gerçeklesen hilelerdir. Bu tür hileler fatura almamak, vermemek veya belgeleri kaydetmemek şeklinde yapılmakta olup, bunların amacı da daha az vergi ödemektir.

TTK’nda belge düzeni ile ilgili hükümler yer almaktadır. Ancak VUK daha ayrıntılı ve sınırlayıcı hükümler getirmektedir. Bu iki kanunun temel yaklaşımları farklıdır. Çünkü vergi hukuku, ilişkilerinde sadece yükümlü ile devletin yararları değil tüm toplumun yararları da düşünmektedir. Bu sosyal hukuk, sosyal maliye düşüncesinin bir gereğidir. TTK ise, kişiler arasındaki ticari ilişkileri göz önünde bulundurarak üçüncü kişilerin de korunmasını dikkate almaktadır (Karakoç, 1997, 98).

1.2.3. Zamanından Önce veya Sora Yapılan Kayıtlar

Muhasebede mali nitelikli işlem ve olaylar defterlere kaydedilirken, söz konusu işlem ve olayın oluş tarihi önemli bir husustur. Zira, bu hususu gözardı eden bazı muhasebeciler çıkar amacıyla işlemi olduğundan önce ve sonra defterlere kaydedebilmektedirler. İşte bu şekilde yapılan hileler zamanından önce veya sonra yapılan kayıtlar ismiyle anılmaktadır.

VUK’nda belirtilen bu süre mükelleflere iş yoğunluğu gibi nedenlerle tanınan bir süre olup, mükelleflerin dönemler itibariyle matrah ayarlamalarına imkân veren bir süre değildir. Yani işlemler vergiyi doğuran olayın vuku bulduğu vergilendirme döneminde beyan edilmelidir. İşlemlerin oluş zamanı ile kayıt zamanı karıştırılmamalıdır. Bazen işletmeler bir kısım işlemlerini zamanından önce kayıtlarına yansıtabilmektedirler. Örneğin; işletmenin likidite durumunu iyi göstermek amacıyla bilânço kapandıktan sonra gelecek nakdi, önceden kaydetmesi gibi (Irmak, vd. 2002, 43).

1.2.4. Bilânço Maskelemesi

İşletmenin mali durumunun olduğundan farklı olarak gösterebilmek amacıyla, bilânçoda usul ve esaslara aykırı olarak yapılan düzenlemelere bilânço maskelemesi denilmektedir.

Bilânço maskelemesinin, bilânço hesaplarının düzenli olarak sıralanması, bilânçonun açıklığını bozucu hesaplara yer verilmesi nedeniyle meydana geldiği

Page 143: 2011 yılı 1-2. sayılar

135

ve daha önce yapılmış bulunan muhasebe hilelerine yönelik bulunduğu, bazı yazarlar tarafından ileri sürülmekte ise de bilânço maskelenmesine; üçüncü şahısları yanıltmaya yönelen ve onların zararını amaçlayan ayrı bir muhasebe hilesi olarak bakılması da düşünülebilir. Bilânço maskelemesinin temel amacı; işletmenin ekonomik ve mali yapısı ile kârlılık ve likiditesi hakkında, yanlış ve yanıltıcı bilgi vererek çeşitli hak ve menfaatler sağlamaktır (Bozkurt, 2000, 64).

1.2.5. Defter ve Belgeleri Yok Etmek, Defter Sayfalarını Yok Etmek

İşletmelerde tutulması zorunlu olan defterlerin kayıt şekilleri ve şartları ile saklama zamanları VUK ve TTK’da ayrı ayrı belirtilmiştir. Ayrıca tutulan defterlerin notere tasdiki ve istenildiğinde yetkililere ibraz ve teslim edilmesi de gene ilgili yasalar tarafından belirlenmiştir.

VUK’nun 218. maddesi gereği tutulması zorunlu olan defterlerde, kayıtlar arasında usulen yazılmaya mahsus olan satırlar, çizilmeksizin boş bırakılamaz ve atlanamaz. Ayrıca, ciltli defterlerde, defter sayfaları ciltten koparılamaz, tasdikli yaprakların sırası bozulamaz, bunlar yırtılamaz ve yenileri konulamaz. Söz konusu yasada belirtilen usul ve esasların aksi durumlarının yapılması halinde muhasebe hileleri ortaya çıkacaktır.

İşletmelerde bir sene boyunca usul ve esaslara uygun olarak tutulan defterlerden VUK’nun 220. maddesinde belirtilenleri tasdike tabi olup, kanunda belirtilen sürelerde notere tasdik ettirilmelidirler. Ayrıca, yine VUK’nun 253. maddesi gereği tasdik ettirilen bu defterler beş yıl süreyle muhafaza edilmek zorundadırlar. Bu süre zarfında defter tutmak zorunda olan gerçek ve tüzel kişiler, istenildiğinde bu defterler ile birlikte, belge ve karneler ile vermek zorunda bulunulan bilgilere ilişkin mikro fiş, mikro film, manyetik teyp, disket ve benzeri ortamlardaki kayıtlarını ve bu kayıtlara erişim veya kayıtları okunabilir hale getirmek için gerekli tüm bilgi ve şifreleri yetkili makam ve memurlara ibraz etmek zorundadırlar.

2. KAZANÇ YÖNETİMİNİN NEDENLERİ

İşletme yöneticileri, işletme ile ilgili alacakları kararlarda rasyonellik ilkesini göz önünde bulundururlar. Yöneticilerin alacakları kararlar işletme kârlılığını, pazar payını ve verimliliğini arttırmaya yönelik işletme yararına olabileceği gibi, yöneticinin kişisel gelirini ve ününü arttırmaya yönelik de olabilir (Fudenberg, vd. 1995, 78).

Kazanç yönetimine neden olan şartlar tüm yaratıcı muhasebe uygulamalarında olduğu gibi; zayıf iç kontrol yapısı, deneyimsiz yönetim, karmaşık işlemler, zayıf bir yönetim kurulu olarak sıralanmaktadır.

Page 144: 2011 yılı 1-2. sayılar

136

İşletmenin iç kontrol yapısının güçlü olması; varlıkların korunmasını, hatalı ve hileli işlerin önlenmesini, muhasebe kayıtlarının eksiksiz ve geçerli olmasını finansal bilgilerin zamanında hazırlanmasını sağlamakta ve yönetimin gerçek verileri olduğundan farklı göstermesinde azaltıcı rol üstlenmektedir. Ayrıca, iç kontrol yapısı zayıf olan bir işletmede etik kurallara uymayan çalışanların ceza almayacağından emin olması, kazanç yönetiminin yapılmasına neden olacaktır.

Teşvik ve fırsatın algılanması, işletmelerde muhasebe hilelerinin var olmasındaki en büyük etkendir. Bunun dışında ulaşılması gereken hedefler vardır ki, bu hedeflere hangi yollardan ulaştığının bir önemi olmamaktadır. Çünkü bazı işletmeler için sonuca gidebilmiş olmak her şeyden önemlidir. Eğer uygun şekilde tasarlanıp uygulanırlarsa iç kontroller hileye bağlı önemli yanlış bildirim riskini azaltabilirler. Böylece, hile riskini tespit ederken denetçi, müşterinin düzgün bir iç kontrol yapısı olup olmadığını kontrol etmelidir çünkü düzgün iç kontroller hileyi başlamadan bile önce önleyebilirler (Çatıkkaş, 2005,6).

Firma açısından kazanç yönetimi faaliyetlerini gerçekleştirme arzusu, politik maliyet hipotezi ile açıklanabilir. Politik maliyet hipotezine göre, servet transferi yaptığı düşüncesi ile ilgili devlet birimleri tarafından denetlemeye tabi tutulma olasılığı olan firmaların, bu olasılığı düşürmek için kârı yönetmeye çalışacağı kabul edilir. Politik maliyet; antitröst incelemelerini, mali düzenlemeleri, vergileri, hükümet yardımlarını ve teşvikleri kapsar. Ancak bunlara ek olarak petrol krizi, körfez savaşı gibi küresel olaylar ile uluslararası ya da yerel ekonomik kriz ve dalgalanmalar da bu konu ile ilişkilendirilir ve bu gibi durumlar için de firmaların kâr yönetim faaliyetleri araştırılır. Politik maliyet hipotezi içinde yer almasa da uygun koşullarla borç bulma isteği, diğer sebeplerden kaynaklanan aşırı kârı gizleme arzusu ya da düşük performansı perdelemek için antidamping faaliyetleri de, kârı yönetmek için güçlü sebepler arasında sayılabilir (Kurşunel, vd. 2005, 7).

Duncan’a göre ise; kazanç manipülasyonuna sebep olan 3 faktörün bileşeni olan 20 neden bulunmaktadır(Dunca, 2001, 32).

a) Dışsal Faktörler

– Analistlerin öngörüleri,

– Kredi verenlerin beklentileri,

– Rekabet,

– Kontrat yükümlülükleri,

– Ayı piyasası,

– Yeni finansal işlemler,

– Pazarın işletmeye ilgisizliği.

Page 145: 2011 yılı 1-2. sayılar

137

b) İşletme Kültürü

– Birleşmenin çekiciliği,

– Yönetim tavizleri,

– Kısa dönemli odaklanma,

– Gerçek olmayan plan ve bütçeler,

– Amirlerin dönem sonu beklentileri,

– Aşırı kâr sonrası düşüş korkusu,

– Hukuk dışı işlemleri gizleme.

c) Kişisel Faktörler

– Kişisel ikramiyeler,

– Promosyonlar,

– Takım çalışması (takımlara da promosyon verilebilir),

– İş kaybı korkusu,

– Kahramanlık,

– Denetçileri önemsememe

2.1. Kazanç Yönetimi Amaçları

Kâr manipülasyonunun en önemli amacı, daha düşük maliyetle kaynak temin edebilmek ve borç sözleşmelerindeki koşulları karşılayamamaktan kaçınmaktır. Literatürde ortaya konan kâr manipülasyonu amaçlarına bakıldığında bunlar arasında (Kurşunel, vd. 2005, 4),

• Şirketin hisse senedi fiyatını ve riskini etkilemek,

• Kredi verenler, yatırımcılar ve çalışanlarla ilişkileri iyi tutmak,

• Yönetici ücretlerini manipüle etmek,

• Politik ve düzenlemelerden kaynaklanan riskleri bertaraf etmek,

• Yatırımcıların şirketle ilgili olarak algıladıkları riski azaltmak,

• Şirketin gelecekteki performansı hakkında piyasaya olumlu sinyal göndermek,

• Vergi avantajı sağlamak sayılabilir.

Page 146: 2011 yılı 1-2. sayılar

138

2.2. Kazanç Yönetimi Araçları

Muhasebe rakamlarının manipülasyonu için kullanılan yöntemler birbirlerinden ayrı olarak düşünülmemelidir. Bu yöntemler raporlama sürecinde ayrı ayrı kullanabildiği gibi bir bütün olarak da meydana gelebilmektedirler. GKGMİ dahilinde olan ve GKGMİ’ni ihlal eden manipülasyon yöntemleri aşağıda açıklanmıştır.

2.2.1. Gelir İstikrarlaştırma

Gelir, günlük ekonomik faaliyetlerin tamamında yer alır ve yatırım kararları ve vergilendirme gibi en önemli ekonomik olguların hedefindedir. Bu nedenle gelir, işletme çıktılarında ekonomik gerçekliğe uygun şekilde yer almalıdır.

Gelirin periyodik olarak istikrarlaştırıldığını ilk olarak ortaya koyan Hepworth’a göre gelir istikrarlaştırmanın başlıca sebepleri aşağıdaki gibi sıralanabilir:

• Gelir ve gider kalemlerinin göreceliliğini kullanarak vergi yükümlülüğünü azaltmak,

• İstikrarlı bir gelir akışı oluşturarak yatırımcının güvenini istikrarlı bir kâr payı edineceği yönünde sağlamak,

• Keskin bir gelir artışını engelleyerek çalışanların daha yüksek maaş istemesine engel olmak,

• İstikrarlı bir gelir akışı ile bireysel ve genel ekonomide olumlu bir psikoloji yaratmak.

Fudenberg ve Tirole’e göre gelir istikrarlaştırmanın tek suçlusu yöneticiler değil aynı zamanda onlarla işletme geliri üzerinden uzun dönemli kontrat yapan işletme ortak veya hissedarlarıdır. Bu durumda yapılan kontratın vadesi gelir istikrarlaştırma için önemlidir. Çünkü gelirin dönemler içinde belirli istikrarının olması için önemli düzeyde kontrat vadesinin olması gerekmektedir (Fudenberg, vd. 1995, 82).

Finansal tablo hileleri, genellikle, aktiflerin, gelirlerin ve kârların fazla bildirimini ve pasiflerin, giderlerin ve zararların eksik bildirimi şeklinde görülmekle birlikte bazen bunun tam tersinin yapıldığı da görülebilmektedir. Yüksek kâr edilen yıllarda kârın, izleyen dönemlerde düşük olma olasılığı dikkate alınarak gizlenmesi şeklinde bir değerleme de finansal tablo hilesi olarak adlandırılabilir (Çıtak, 2009, 87).

2.2.2. Yaratıcı Muhasebe Uygulamaları

Yaratıcı muhasebe, ilke ve kuralları, değerleme ölçüleri ve uygulamaya yönelik düzenlemelerin eksikliğinden yararlanmak suretiyle muhasebe rakamları üzerinde oynamak finansal tabloların biçimini veya finansal tablolarda yer alan

Page 147: 2011 yılı 1-2. sayılar

139

bilgilerin sunuluşunu değiştirerek finansal durumu olduğundan farklı göstermek amacıyla yapılan işlemlerin tümü olarak tanımlanabilir (Saltoğlu, 2003, 108).

Yaratıcı muhasebe uygulamalarının tanımı ve içeriği konusunda bir konsensüs bulunmamaktadır, dolayısıyla yaratıcı muhasebe finansal bilgi manipülasyonunun diğer yöntemlerinin bir karışımıdır. Bununla birlikte, yaratıcı muhasebe uygulamalarının bilanço, gelir tablosu ve nakit akım tablosu gibi finansal tablo kalemlerinin sınıflandırılması üzerinde yoğunlaştığı söylenebilir. Gerek akademik literatürde ve gerekse uygulamada yaratıcı muhasebe uygulamalarına örnek olarak gösterilen bazı işlem ve uygulamalar aşağıdaki gibi sıralanabilir (Küçükkocaoğlu, vd. 2005, 5);

• Fiktif gelir yaratılması ya da gelirin tahakkuk etmeden muhasebeleştirilmesi,

• Faiz giderlerinin agresif bir şekilde aktifleştirilmesi veya amortisman periyodunun uzatılması,

• Varlık ve yükümlülüklerin gerçeğe aykırı olarak açıklanması,

• Olağanüstü gelirlerin faaliyet gelirleri olarak, faaliyet giderlerinin ise olağan üstü giderler olarak gösterilmesi gibi işlemlerle gelir tablosu kalemlerinin sınıflandırılmasının değiştirilmesi,

• Şirketin nakit üretme gücünün yüksek olduğu izlenimi yaratmak üzere nakit akım tablosunda yatırımlardan ya da diğer faaliyetlerden sağlanan nakdin, faaliyetlerden sağlanan nakit gibi gösterilmesi.

Yaratıcı muhasebe uygulamalarının örneklerini her ülkede yaşanan şirket skandallarında görmek mümkündür. Ancak halkın %75’inin elinde hisse senedi bulunan bir ülke olması sebebiyle bu ülkede yaşanan skandallar toplumun büyük bir kesimini etkilediği için en dikkat çeken uygulamalar olarak literatürde konu olmuş örneklerdir.

Enron 1985 yılında Teksas eyaletinin Houston kentinde Houston Natural Gas ve InterNorth şirketlerinin birleşmesiyle kurulan bir şirkettir. Kısa bir süre içinde ABD’nin büyük şirketlerinden biri olan Enron, esas faaliyet alanı doğalgaz boru hattı (iletimi) olan bir şirket idi. Ancak Enron zamanla esas faaliyet alanından uzaklaşarak pek çok değişik alanda faaliyet göstermiş ve bu amaçla ikincil şirketler kurmuştur. Fakat esas faaliyet konusu olmayan yatırımlarında büyük zararlara uğramış, ancak bu zararları, denetim şirketinin de yardımıyla bir süre gizlemeyi başarmıştır (Toraman, 2002, 84).

Enron’un hemen ardından Worldcom skandalı gerçekleşmiştir. Telekomünikasyon sektöründe olan Worldcom’da açığa çıkarılan skandal, Enron skandalından farklı olarak, karmaşıklığı ve karanlığının düzeyi için değil, daha çok basitliği için hayrete düşürücüdür. Enron ve Worldcom skandalları

Page 148: 2011 yılı 1-2. sayılar

140

arasında farklılıklar olmasına karşın, bu iki şirketi birbirine bağlayan ortak bir bağ bulunmaktadır, o da daha fazla kazanmak. Worldcom’un CFO’su tarafından uygun olmayan bir şekilde, bilerek GKGM’ni ihlal ederek birkaç milyar dolar değerindeki giderleri aktifleştirmiş ve böylece 2001’de ve 2002’nin ilk yarısında rapor edilen giderlerini azaltmış ve yapay olarak kârı şişirmiştir.

Worldcom’ un 2001 ve 2002’nin ilk çeyreği için kazançlarını yeniden bildirmesi gerektiğinin ilan edilmesinden bir hafta sonra, şirket çalışanlarından 17.000 kişiyi, (iş gücünün %20’sini), işten atmıştır. Buna ek olarak, Worldcom’un bu yaptıkları hisselerini değersiz hale getirmiş ve Worldcom hisselerinin yaklaşık 30 milyar dolarını tehlikeye atmıştır. Worldcom hat maliyetleri (line costs) olarak adlandırılan tutarların bir kısmını varlık hesaplarına kaydetmek suretiyle giderlerini azaltmış ve kârın 7.97 milyon dolar daha fazla açıklanmasını sağlamıştır (Özbirecikli, 2006, 10).

2.2.3. Agresif Muhasebe

Agresif muhasebe, yürürlükteki genel kabul görmüş muhasebe standartlarına uygun ya da uygun olmayan yöntemler kullanılarak arzulanan bir finansal sonuca ulaşmak üzere muhasebe ilkelerinin bilinçli ve zorlayıcı şekilde tercih edilmesi ve uygulanmasıdır.

Agresif muhasebe uygulamalarında belirli dönemlerde kârı yüksek göstermek amacıyla, genellikle muhasebe standartlarının zorlanması suretiyle, konsinye satışların ve faturası kesilmiş ancak henüz müşteriye sevk edilmemiş mal tutarlarının satış gelirleri olarak kaydedilmesi, ayrıca gelir olarak kaydedilen faaliyetlere ilişkin bazı harcama ve giderlerin sonraki dönemlere ertelenmesi gibi uygulamalar yapılmaktadır (Yayla, 2006, 185).

Yaratıcı muhasebe uygulamaları, finansal tablolarda nasıl bir bilgi açıklandığında nasıl bir tepki alınacağının önceden kestirilerek, finansal bilgi kullanıcılarının beklentilerini de göz önünde bulundurarak finansal tablolardaki görünümün değiştirilmesi esasına dayanmaktadır. Bu değiştirme işlemi yapılırken tabii ki; bağımsız dış denetçilerin ve kamu denetçilerinin beklentileri de göz önünde bulundurulmaktadır. Çünkü bu denetçiler muhasebe bilgisi kullanıcılarının haklarını savunma pozisyonunda olan kişilerdir. Griffiths’e göre; firmaların yaratıcı muhasebeye yönelmesinin gerçek sebebi, finansal bilgi kullanıcıları için gerçeği hayalden ayırmanın giderek güçleşmesidir (Bayırlı, 2006, 64).

Yaratıcı muhasebe kavramı zaman zaman hile ve manipülasyon kavramıyla eş anlamlı kullanılsa da yaratıcı muhasebe teknikleri kullanılarak yapılan hileli finansal raporlamayı ifade eder. Manipülasyon daha çok borsada işlem gören hisse senedi fiyatlarını etkilemeye yönelik hileli işlemlerdir. Şüphesiz içinde özellikle kâr manipülasyonlarına yönelik yaratıcı muhasebe uygulamaları barındırabilir (SPK, 2003, 2-3).

Page 149: 2011 yılı 1-2. sayılar

141

Yaratıcı muhasebe uygulamalarının göstergelerini şu şekilde sıralayabiliriz (Çıtak, 2009, 108).

• Raporlanan kazançların kalitesinin ve tutarının sürekli bozulması,

• Nakit akışının yetersizliği,

• Stokların fazla bildirimi,

• Uygun olmayan gelir tanınması,

• Diğer işletme varlıklarının fazla bildirimi,

• Borçların ve diğer yükümlülüklerin eksik bildirimi,

• Uygun olmayan açıklamalar.

Söz konusu uyarı işaretleri teknik olarak daha önce açıklandığı için burada tekrar edilmeyecektir. Ancak denetçiler ve analistler mesleki özen borcu çerçevesinde denetim ve analiz tekniklerini etkili bir şekilde kullandıkları taktirde bu uygulamaların belirtilerini çok daha kolay ortaya çıkarabilirler.

2.2.4. Büyük Temizlik Muhasebesi

Bir şirketin kötü sonuçlar yaratan gelir tablosunu daha da kötü göstermek amacıyla uygulanan bir kâr yönetimi stratejisidir. Bu strateji, daha çok gelecek yılların kârlarını suni olarak arttırmak için faaliyet sonuçları kötü geçen yıllarda uygulanmaktadır. Genelde şirketlerde prim esaslı çalışılan durumlarda kârlarda yaşanacak büyük artışlar yöneticiler için olağanüstü primler ile sonuçlanmaktadır. Bu durumu değerlendirmek amacıyla yönetim değişikliği sonucu işe başlayan yeni genel müdürler bazen önceki genel müdürleri şirketin kötü performansından sorumlu tutabilmek ve gelecek yılların gelişmelerinden kredi(pay) sağlamak amacıyla bu uygulamayı sıklıkla kullanmaktadır (Özcan, 2007, 30).

Büyük temizlik muhasebesi konusunda en eski çalışmayı yapan Moore‘e göre (1973), uygulamanın özü “yeni yöneticilerin, geçmişte değeri sık olarak düzeltilmiş bazı aktiflerin değeri konusunda oldukça kötümser oldukları kabulüne dayanmaktadır. Moore bu çalışmasında, bir şirkette yönetim değiştiğinde yeni yönetimin ihtiyari olarak gelir azaltıcı muhasebe kararları uygulayıp uygulamadığı hususunu araştırmıştır. Burada amaç, muhasebe politikası değişikliklerinin yönetimin değişmesi sürecinde, tesadüfen seçilen diğer finansal tablo dönemlerine göre daha yaygın olarak uygulanıp uygulanmadığını belirlemektir. Sonuç olarak Moore bu çalışmasında, şirket yönetimlerinin değiştiği dönemlerde gelir azaltıcı muhasebe politikaları değişikliklerinin, yönetim değişikliği olmayan dönemlere göre önemli ölçüde yüksek olduğu bulgusuna ulaşmıştır (Bayırlı, 2006, 52).

Page 150: 2011 yılı 1-2. sayılar

142

Büyük temizlik muhasebesi bir anlamda politik olaylara benzer. Politikada bir hükümet değiştiğinde yerine gelen hükümet eski hükümetin çok kötü bir yönetim gösterdiği belirterek bir enkaz devraldıklarını belirtir. Daha sonra ise yaptığı uygulamaların nedeni olarak her zaman eski yönetimi suçlar. Bu şekilde yeni hükümet istediği uygulamayı kolayca yapabilmektedir. Bu durum firmalar için de geçerlidir. Bir firmanın üst yönetimi değiştiğinde yeni gelen yönetim finansal tablolardaki sorunlu kalemleri ortadan kaldıracak bir temizlik uygulamasına başvurabilir. Yapılan işlem, finansal tabloların bir anlamda yıkanması olarak nitelendirilebilir. Ayrıca yeni yönetim bu şekilde bir uygulama yapılmasının asıl sorumlularının eski yönetim olduğunu vurgulayarak suçlamalardan da kurtulabilmektedir. Yeni yönetim bu şekilde bir uygulamaya başvurarak geleceğini garanti altına almayı hedefler. Çünkü yeni yönetim gelecekte kârın istikrarlı hale getirilmesi ya da yükseltilmesi için kullanabilecek kalemleri finansal tablolardan temizlediği için, kendi yönetimindeki dönemlerde kârı arttırma imkanına sahip olabilecektir(Ayarlıoğlu, 2007, 21).

Bir işletmede çalışanlarla birlikte şirket tepe yöneticilerinin de öncelikli amaçları işlerini ve mevkilerini muhafaza etmektir. Ancak buna rağmen pek çok firmada zaman zaman yönetim değişikliğine gidilmektedir. Değişiklik kimi zaman ölüm, hastalık, emeklilik gibi sebeplerden kaynaklanırken, kimi zaman yöneticilerin daha iyi bir teklif almaları sebebi ile istifa etmelerinden veya yönetim kurulunun takdiri ile tepe yönetici ile yollarını ayırma isteğinden kaynaklanabilir. Akademik literatürde yönetim değişikliklerinin sebeplerini araştıran çok sayıda çalışma vardır. Bu çalışmalar özellikle firma performansı ve hisse senedi getirileri ile yönetim değişiklikleri arasında güçlü bir ilişkinin olduğunu ifade ederler (Aren, 2009, 1).

2.2.5. Hileli Finansal Raporlama

Hile bir kişinin yasal olmayan bir faaliyette bulunduğunda ortaya çıkmaktadır. Finansal tabloları oluştururken, satışları yüksek göstermek için fatura üretmek hile; konsinye satışları sıradan satışlar olarak yorumlamak bir hatadır. Bununla birlikte hile ve hata arasındaki fark herkes tarafından anlaşılabilir değildir. Hileli finansal raporlamayı incelemek amacıyla kurulan Amerikan Komisyonu, hileyi “finansal tabloları önemli ölçüde yanlış gösteren herhangi bir eylem” olarak tanımlamaktadır. Gerçek hile olarak tanımladığımız eylem ise, belge ve dokümanları değiştirmek, kayıtlardan işlemleri silmek, hayali işlemleri kaydetmek veya önemli bilgileri yok etmek örnekleri ile açıklanmaktadır (Demir, 2007, 106).

Finansal tablo hileleri, finansal tablo kullanıcılarını aldatmak için, finansal tablolarda tutarları veya elde edilen sonuçları kasıtlı olarak yanlış bildirme veya atlama yaparak, bir işletmenin finansal durumunu bilinçli olarak yanlış bildirmektir. Finansal tablo hileleri genellikle, kendisi bir sonuç olmaktan çok,

Page 151: 2011 yılı 1-2. sayılar

143

bir sonuca gitme aracıdır. Bunun yapılmasındaki nedenler aşağıdaki gibi sıralanabilir (ACFE, 2003, 303);

• Şirketin beklenen veya hedeflenen kazançlarına ulaşmak,

• Kredi almalarını engelleyen iş problemlerini çözümlemek,

• Daha fazla zaman yaratmak,

• Dürüst finansal tablolar verildiğinde alınamayacak veya daha az olacak kredileri almak veya yenilemek,

• Hisse satışı yoluyla yatırımcıları yüreklendirmek,

• Artan hisse basına kazanç veya ortaklık kârı yararlarını artırmak, böylece artan kâr payı ödemeleri sağlamak,

• Olumsuz piyasa algılamalarını gidermek,

• Finansman taahhütlerine uyumu sergileyebilmek,

• Şirket amaç ve hedeflerini karşılayabilmek,

• Performansla ilgili ikramiyeler almak.

2.2.6. Muhasebe Hata ve Usulsüzlükleri

Finansal tablolarda kasıtlı olmayarak yanlış bilgi açıklanması ya da bazı bilgilere yer verilmemesi ya da bazı bilgilerin açıklanmaması şeklinde tanımlanan hata aşağıdaki durumlarda söz konusu olabilmektedir (Küçükkocaoğlu, vd. 2005, 6);

Finansal tabloların hazırlanması sürecinde bilgilerin toplanması ve işlenmesi sırasında yanlışlık yapılması,

Olayların gözetimi, izlenmesi veya değerlendirilmesinden kaynaklanan muhasebe tahminlerinin doğru olmaması,

Finansal bilgilerin tutar, sınıflandırma, sunum ve kamuya açıklanması ile ilgili muhasebe standart ve prensiplerinin uygulanması sırasında yapılan yanlışlıklar, hatalar.

2.3. Kazanç Yönetimi Teknikleri

Kazanç yönetimi tekniklerinin oluşmasının nedeni, muhasebe standartlarındaki esnekliktir. Bazı muhasebe kuralları vardır ki, kişiden kişiye işletmeden işletmeye farklılık göstermektedir. Tek bir doğrunun olmaması ve kurallardaki esneklikler sebebiyle işletmeler de istedikleri hedeflere ulaşmak amacıyla kazanç yönetimi tekniklerine başvurmaktadırlar.

Kazanç yönetimi için kullanılabilecek olası kazanç yönetimi teknikleri veya muhasebe faaliyetlerinin örnekleri aşağıda sıralanmıştır. Bu noktada bu

Page 152: 2011 yılı 1-2. sayılar

144

tekniklerin veya faaliyetlerin kullanılmasının GKGM esnekliği sınırları dışında kalıp kalmamasına göre sıralanmıştır (Mulford, vd. 2002, 60).

• Amortisman yöntemlerini değiştirmek (örn. Eşit oran yerine hızlandırılmış amortisman kullanmak),

• Amortisman için kullanım ömürlerini değiştirmek,

• Amortisman için hurda değer tahminlerini değiştirmek,

• Tahsil edilemeyen alacakların karşılıklarını değiştirmek,

• Garanti giderleri için karşılıkları değiştirmek,

• Ertelenmiş vergilerin karşılıklarını belirlemek,

• Değerini yitirmiş aktiflere ve gerekli zarar tahakkuklarının varlığına karar vermek,

• Koşullu borçların gerçekleşmesi olasılığını tahmin etmek,

• Stoklardaki değer düşüklüğüne ihtiyaç olup olmadığını ve miktarını kararlaştırmak,

• Tazminat tahakkukları varsayımlarını belirlemek veya değiştirmek,

• Satın alma işleminin araştırma ve geliştirmeye atılacak kısmını belirlemek,

• Duran varlıkların amortisman sürelerini belirlemek veya değiştirmek,

• Yazılım geliştirme gibi maliyetlerin ne kadarının aktifleştirileceğine karar vermek,

• Bir yatırımın piyasa değerindeki azalmanın geçici olup olmadığına karar vermek.

2.4. Kazanç Yönetiminin Ölçümü

Finansal bilgi manipülasyonunu ortaya çıkarmaya diğer bir ifadeyle, tahmin etmeye çalışan modellerde öncelikle toplam tahakkuklar üzerinde durulmaktadır.

Bazı çalışmalarda ise toplam tahakkuklar, faaliyetlerin gerektirdiği (ihtiyari olmayan) ve gerektirmediği (ihtiyari) tahakkuk şeklinde ayrıştırılmakta ve ihtiyari tahakkuk tutarları şirketin aktif toplamına veya satış hasılatı tutarına endekslenerek, bu endekste yıllar itibariyle ortaya çıkan eğilim, çeşitli amaçlara yönelik finansal bilgi manipülasyonunun göstergesi olarak kabul edilmektedir. Yukarıda belirtilen şekilde tahakkukları esas alan modeller dışında, tahakkuklar yanında finansal tablolardaki bilgiler çerçevesinde yapılan çeşitli analizleri de

Page 153: 2011 yılı 1-2. sayılar

145

çalışma kapsamına alan modeller söz konusu olup, belirtilen modeller incelenecektir (Küçükkocaoğlu, vd. 2005, 15).

2.4.1. Healy Modeli

Healy modeli, literatürde geliştirilen ilk modeldir. Son derece basit olup ihtiyari tahakkukları tahmin etmekte oldukça yetersiz olduğu ifade edilmiştir.

Model, bu yılki ihtiyari tahakkukların geçen yılki toplam tahakkukların bir bileşeni olduğu varsayımına dayanır. Model çerçevesinde ihtiyari tahakkukların sıfır olması beklenir. İhtiyari tahakkukları sıfır olmayan her firmanın kâr yönetimi yaptığı; sıfırdan düşük olanlar kârları arttırma; sıfırdan büyük olanların ise kârları düşürme yönünde faaliyetlerde bulunduğu kabul edilir (Aren, 2003, 34).

Modelde, yöneticilere firmanın performansına bağlı olarak maaşından ayrı ikramiye veya prim verilmesi durumunda, yöneticilerin kendilerine verilecek olan bu ek kazançlarını artırmak için toplam tahakkukları kullanarak kâr yönetimi uygulamalarına başvurabileceklerini belirtmiş ve bu hipotezini test etmiştir. Healy çalışmasında kârların, faaliyetlerden kaynaklanan nakit akımları, isteğe bağlı olmayan tahakkuklar ve isteğe bağlı tahakkuklardan oluştuğunu belirtmiştir. İsteğe bağlı olmayan tahakkukların genellikle muhasebeleştirme ile ilgili kuralları koyan SEC ya da FASB gibi kural koyucular tarafından belirlenen nakit akışları ile ilgili işlemler olduğunu, isteğe bağlı tahakkukların ise, yöneticiler tarafından belirlenen nakit akışları ile ilgili işlemler olduğunu ifade etmiş ve yöneticilerin isteğe bağlı tahakkuklarla oynamak suretiyle kâr tutarını dönemler itibariyle etkileyebilecekleri varsaymıştır (Ayarlıoğlu, 2007, 99).

Healy çalışmasında, teşvik primleri ile ödüllendirilen yöneticilerin alacakları teşvik primi tutarlarını artırmak için toplam tahakkukları kullanarak finansal bilgi manipülasyonu yaptıkları hipotezini ortaya atmış ve bunu aşağıdaki modeli kullanarak test etmiştir.

∑=τ −τ

τ

1t

A

TA

n

1NDA

NDA = İhtiyari tahakkukları

TA = Toplam tahakkuklar

A = Toplam varlıklar

2.4.2. DeAngelo Modeli

DeAngelo, firmanın kârını düşük gösterme isteğinden kaynaklanmasa da, amortisman tutarlarının tahakkuk esasına dayalı olarak oluşturulan kalemler içinde önemli bir paya sahip olduğunu belirtmiş ve amortisman gibi isteğe bağlı

Page 154: 2011 yılı 1-2. sayılar

146

olmayan tahakkuklar nedeniyle birçok firma için toplam tahakkukların negatif değer alacağını belirtmiştir. Bu nedenle tahakkuklar için kıyaslama yapılabilecek bir ölçü oluşturmayı amaçlayarak, bir önceki dönemin toplam tahakkuklarını ölçü olarak kullanmıştır. Bu doğrultuda çalışmasında kullandığı teste, toplam tahakkuklardaki bir önceki döneme göre değişimleri esas almış ve bunları standardize etmek amacıyla yine bir önceki döneme göre aktif toplamındaki değişime bölmüştür. Ayrıca, inceleme döneminde isteğe bağlı olmayan tahakkuklardaki değişim oranının sabit kalacağını varsaymış, dolayısıyla toplam tahakkuklardaki değişimin isteğe bağlı tahakkuklardan kaynaklanacağını belirtmiştir. Bu anlayışla, normal şartlarda toplam tahakkuklardaki değişimin yıllar itibariyle sıfır olmasını beklemekte ve hisse senetlerinin geri alındığı dönemde toplam tahakkukların belirgin bir şekilde negatif olması halinde ise, yöneticilerin kâr yönetimi uygulamalarına başvurduğunu belirtmektedir(Küçüksözen, 2004, 139).

DeAngelo (1986) çalışmasında, halka açık bir şirketin yatırımcıların elindeki hisse senetlerini geri alarak halka kapalı özel bir şirket statüsüne getirilmesi sırasında, yöneticilerin hisse senetlerinin değerini düşük göstermek amacıyla finansal bilgi manipülasyonu (kâr yönetimi) yaptıkları hipotezini aşağıdaki modeli kullanarak test etmiştir(Küçükkocaoğlu, vd. 1997, 168) .

2t

1tt

A

TANDA

−=

NDA = İhtiyari tahakkukları

TA = Toplam tahakkuklar

A = Toplam varlıklar

2.4.3. Jones Modeli

Jones (1991) modeli, daha sonra yapılan pekçok araştırmaya referans olmuş bir modeldir. Jones çalışmasında, standart zaman serisi modelini kullanmıştır. Jones modelin temel varsayımı, ihtiyari tahakkukların aktiflerle ilişkilendirilmesi sonucu bu ilişki ya da orantıda temel bir sapmanın kâr yönetimi uygulamasının varlığını ortaya koyacağıdır. Bu modelle yapılan çalışma, ABD’deki şirketlerin gümrük tarifelerinin yükseltilmesi ya da kotaların kısıtlanması gibi gümrük bağışıklıklarından yararlanmak için, ABD Ticaret Komisyonu tarafından inceleme yapılan dönemde, kâr yönetimi ile kârlarını düşük gösterip göstermediklerini test etmek üzere yapılmıştır(Bayırlı, 2006, 248).

Daha önceki Healy (1985) ve DeAngelo (1986) modellerinden farklı olarak Jones modeli firmanın toplam tahakkuklarının firmanın ekonomik durumlarındaki değişmelere bağlı olarak farklılaşmasına imkan sağlar. Jones (1991) tahakkukların nakdi olmayan çalışma sermayesi hesaplarındaki ve

Page 155: 2011 yılı 1-2. sayılar

147

amortisman gibi nakit çıkışı gerektirmeyen harcamalardaki değişimlerle ortaya çıktığını belirtmiştir. Yazar ayrıca çalışma sermayesi kalemlerindeki değişimlerin ve nakit çıkışı gerektirmeyen harcamaların finansal tablolardaki diğer kalemlerle ilişkili olduğunu fark etmiş ve isteğe bağlı olmayan tahakkuk düzeyinin ilişkili hesap kalemlerinin dengelenmesi ile tahmin edilebileceğini belirtmiştir. Bu Jones modelinin temelini oluşturur.

Jones modelinde, toplam tahakkuklar iki tane firmaya özgü değişkenle regresyona tabi tutulmuştur. Bu değişkenler satışlardaki değişim ve maddi duran varlıklardır. Alacaklar veya stoklar gibi çalışma sermayesi hesaplarında isteğe bağlı olmayan değişimleri ortaya koymada satışlardaki değişim değişkeninin etkili olacağını, aynı şekilde isteğe bağlı olmayan amortisman harcamalarını ortaya koymada ise maddi duran varlıklar değişkeninin etkili olacağını belirtmiştir. Bu açıklamalar ışığında gözlem dönemine ait yıllar için tahakkukların isteğe bağlı olmayan kısmı aşağıdaki denklem yardımıyla hesaplanmıştır (Ayarlıoğlu, 2007, 105).

Jones çalışmasında, ABD’deki şirketlerin bulundukları sektördeki gümrük tarifelerinin yükseltilmesi ya da kotaların kısıtlanması gibi gümrük korumalarından yararlanmak için, ABD Ticaret Komisyonu tarafından inceleme yapılan dönemde, finansal bilgi manipülasyonu (kâr yönetimi) ile kârlarını düşük gösterip göstermediklerini aşağıdaki modeli kullanarak test etmiştir.

it1it

i21it

i11it

i1it

it

A

PPE

A

REV

A

1

A

TAε+β+

∆β+α=

−−−−

TA = Toplam tahakkuklar,

A = Toplam Varlıklar,

∆REV = Gelirlerdeki değişim,

PPE = Brüt maddi duran varlıklar.

2.4.4. Düzeltilmiş Jones Modeli

Jones modelinde zımni olarak, gerek finansal bilgi manipülasyonunun yapıldığı dönemde ve gerekse tahmin döneminde ihtiyari tahakkuk kârarlarının satış gelirleri ile ilgili olmadığı varsayımı yapılmaktadır. Dechow, Sloan ve Sweeney’e göre ise model, yöneticiler tarafından finansal bilgi manipülasyonunun gelirler üzerinden yapılması halinde ihtiyari tahakkukları hatalı olarak ölçmekte, dolayısıyla bu varsayım modelde ihtiyari tahakkukların hesaplanmasında sorun yaratmaktadır. Bu kapsamda, tahakkukların hesaplanmasında sadece gelirlerdeki değişimin kullanılması yerine, gelirlerdeki değişimin alacaklardaki net değişimden (içinde bulunulan yıldaki alacaklar – bir önceki yıldaki alacaklar) çıkartılmak suretiyle kullanılması, diğer bir ifade ile

Page 156: 2011 yılı 1-2. sayılar

148

gelirlerdeki değişimin alacaklardaki değişim dikkate alınarak bir ayarlamaya tabi tutulması yöntemine başvurulmuştur.

Düzeltilmiş Jones modelinde, kredili satışlar tutarındaki bütün değişimlerin finansal bilgi manipülasyonundan kaynaklandığı zımni olarak varsayılmaktadır. Bu varsayım, kredili satışlarda gelirin tanımlanması hususunda takdir hakkı kullanmanın nakit satışlarda gelirin tanımlanmasına göre daha kolay uygulanabileceği, dolayısıyla kredili satış işlemleri ile finansal bilgi manipülasyonunun daha kolay gerçekleştirilebileceği kabulüne dayanmaktadır (Küçükkocaoğlu, vd. 2005, 4).

1t

t3

1t

tt2

1t1t

TA

PPE

TA

RECREV

TA

1NDA

−−−

α+∆−∆

α+=α=

NDA = İhtiyari tahakkukları

TA = Toplam Varlıkları,

∆REV = Gelirlerdeki değişim,

∆REC = Alacaklardaki değişim,

PPE = Brüt maddi duran varlıkları göstermektedir.

2.4.5. Endüstri Modeli

Jones modeline paralel olarak, Endüstri modeli, ihtiyari olmayan tahakkukların bütün dönemlerde sabit olduğu varsayımını gevşetmekte, bununla birlikte, ihtiyari tahakkukların belirleyicilerini doğrudan modellemek yerine, bu belirleyicilerdeki değişimin aynı sektördeki bütün şirketlerde aynı olduğu varsayımından hareket etmektedir. Yöntem, incelemeye alınan örnek şirketler dışında aynı sektörde yer alan şirketlerin aktif büyüklüğüne göre ölçeklendirilmesi suretiyle hesaplanan toplam tahakkuk oranlarının medyan değerlerinin kullanılmasına dayanmaktadır.

1t

tj21t

A

TAMedyanNDA

=β+β=

NDAt = İhtiyari tahakkuklar

TA = Toplam Varlıklar.

Dechow, Sloan ve Sweeney (1995), yukarıda belirtilen tahakkuk bazlı finansal bilgi manipülasyonunu ortaya çıkarmaya yönelik modelleri test etmişlerdir. Yaptıkları çalışma sonucuna göre, Düzeltilmiş Jones Modeli finansal bilgi manipülasyonunun ortaya çıkarılması açısından yukarıdaki modellere göre en güçlü model olarak ortaya çıkmaktadır (Küçükkocaoğlu, vd. 2005, 5).

Page 157: 2011 yılı 1-2. sayılar

149

İsteğe bağlı tahakkukların hesaplanmasındaki ölçüm hatalarını azaltmayı hedefleyen endüstri modeli, eleştirilebilecek iki faktöre dayanmaktadır. İlk olarak, endüstri modeli aynı sektördeki firmalar arasında ortak olan isteğe bağlı olmayan tahakkuklardaki değişimi (variation) ortaya koyar. Eğer isteğe bağlı olmayan tahakkuklardaki değişimler firmaya özgü durumlardaki değişimlerin bir sonucu olarak ortaya çıkmışsa, bu durumda endüstri modeli isteğe bağlı olmayan tahakkuklardan isteğe bağlı tahakkuk göstergelerini çıkartamayacaktır. İkinci olarak, endüstri modeli aynı sektördeki firmalar arasında karşılıklı ilişki içinde olan isteğe bağlı tahakkukları ortaya koyar. Bu durum hatalı bir şekilde araştırmacıları “kâr yönetimi vardır” sonucuna ulaştırabilir (Ayarlıoğlu, 2007, 109).

2.4.6. Beneish Modeli

Beneish (1997), (1999) oluşturduğu modelde, finansal bilgi manipülasyonuna başvuran işletmelerin her zaman agresif olarak tahakkuk kullanan şirketler olmadığını, finansal bilgi manipülasyonunu tespit için bir takım farklı değişkenlerin de kullanılması gerektiğini söylemektedir. Bu değişkenler, finansal tablolarda yer alan bilgilerden üretilen ve gerçekleştirilen finansal bilgi manipülasyonlarını ortaya çıkaracak nitelikte olup, işletmelerin genel kabul görmüş muhasebe standartlarına aykırı işlem yapma durumunu tespite yöneliktir. Modelde, finansal bilgi manipülatörü şirketlerle, finansal bilgi manipülasyonu yapmadığı kabul edilen kontrol şirketlerinin aşağıda belirtilen açıklayıcı değişkenler şeklindeki finansal verileri probit analize tabi tutulmaktadır. Probit analiz, aşağıdaki denklemde yer alan bağımlı değişkenlerin (Mi; ikili değişken; manipülatörler için 1, kontrol şirketleri için 0 değerini almaktadır) kullanıldığı olaylar için uygun olduğu kabul edilen bir regresyon analizi türüdür.

Beneish (1997), (1999) modelinde; finansal bilgi manipülatörü şirketlerle kontrol şirketlerinin verilerini probit analize tabi tutarak her bir değişken için katsayılar bulmaktadır. Bu katsayıları kullanarak her bir şirketin finansal bilgi manipülasyonu yapıp yapmadığını, Mi sonucunun 0 (sıfır)’a yakın olması halinde manipülatör değil, 1’e yakın olması halinde manipülatör şeklinde değerlendirmek üzere model çerçevesinde hesaplamaktadır.

Bu çerçevede Beneish (1997), (1999) Modeli (Probit Model);

Mi= βi Xi + єi

şeklinde olup burada;

Mi = Kukla değişkeni (İkili değişken; Finansal bilgi manipülasyonu yapan şirketler için 1 değeri almakta, finansal bilgi manipülasyonuna başvurmayan şirketler için 0 değerini almaktadır),

βi = Model çerçevesinde her bir bağımsız değişken için bulunan katsayıyı,

Page 158: 2011 yılı 1-2. sayılar

150

Xi = Açıklayıcı değişkenlerin oluşturduğu matrisi,

єi = Hata terimini ifade etmektedir.

Modelde kullanılan önemli açıklayıcı (bağımsız) değişkenler aşağıda açıklanmıştır(Küçükkocaoğlu, vd. 205, 6).

• Ticari alacaklar endeksi,

• Brüt kâr marjı endeksi,

• Aktif kalitesi endeksi,

• Amortisman endeksi,

• Pazarlama, Satış, Dağıtım ve Genel Yönetim Giderleri endeksi,

• Toplam Tahakkukların Toplam Varlıklara Oranı,

• Satışlardaki yıllık değişim,

• Stoklardaki Değişim endeksi,

• Hisse senetleri fiyatlarındaki yıllık değişim.

Dechow, Sloan ve Sweeney’e (1996) göre, Beneish’in (1997) modeli Jones (1991) modelindeki gibi sadece ticari alacaklar üzerinden gerçekleştirilecek finansal bilgi manipülasyonları yanında, bir şirketin finansal durum ve performansı ile ilgili değişik görünümleri ele alarak finansal tablo kullanıcılarının şirketi değişik açılardan gözden geçirebilmelerine imkan sağlamaktadır. Ayrıca modelde kullanılan değişkenler hem şirketin gerçekleştirdiği manipülatif işlemleri tespite yönelik, hem de şirketin manipülatif işlemleri gerçekleştirme niyetini kavramaya yöneliktir. Diğer taraftan Beneish’e (1997) göre, kendi modeli, Jones’un (1991) tahakkuk modelini güçlendirmektedir. Bu kapsamda model büyük tutarlarda ihtiyari tahakkuk kullanan şirketlerdeki olası finansal bilgi manipülasyonu (kâr yönetimi) uygulamalarını da doğru bir şekilde ortaya koymaktadır. Zira ihtiyari tahakkuklar finansal bilgi manipülasyonu için yapılabileceği gibi, bundan bağımsız olarak şirketin stratejik hedeflerine yönelik faaliyet kârarlarına dayalı olarak da yapılabilmektedir.

2.4.7. Barton ve Simko Modeli

Barton ve Simko (2002) yapmış oldukları çalışmada, daha önce yapılan kâr manipülasyonlarının yöneticilerin yeniden kâr manipülasyonu yapmalarını zorlaştırıp zorlaştırmadığını araştırmışlardır. Modelin varsayımları bilançonun daha önce yapılan muhasebe yöntemi seçimlerinin etkilerini (diğer bir ifade ile daha önce yapılan kâr yönetiminin etkilerini) yansıttığı bu nedenle net faaliyet varlıklarının kısmen bu etkiyi yansıttıklarıdır.

Page 159: 2011 yılı 1-2. sayılar

151

Modelin temel değişkeni “Net Faaliyet Varlıkları” (Net Operating Assets) kalemidir. Gösterge olarak ise “Net Faaliyet Varlıkları /Satışlar“ oranı kullanılmıştır. Bunun gerekçesi ise bilanço ile gelir tablosunun bütünüyle ilişkili olduğu, kârı artırmak için yapılan bir uygulamanın doğal olarak aktiflerin de olduğundan yüksek görünmesi sonucunu doğurması olarak gösterilmiştir.

Bu model çerçevesinde yapılan analizlerde, başlangıçta satışlara göre yüksek düzeyde “net faaliyet varlıkları” oranına sahip olan şirketlerin sürpriz kâr açıklama imkanlarının azaldığı bulgusuna ulaşılmıştır. Modelde yapılan uygulama ile daha önce yapılan kâr yönetimi uygulamalarının bilançoda birikerek, aktiflerin olduğunun üzerinde gösterilmesine, bunun da “net faaliyet varlıklarının satışlara oranının” yükselmesine neden olduğu, sonuçta bu durumun kâr yönetimi yapma imkanını azalttığı ortaya konmuştur. Sonuç olarak, şirketlerin cari dönemde kâr manipülasyonu yapabilme imkanı, geçmiş dönemlerde yaptıkları kâr manipülasyonlarının bir fonksiyonu olmaktadır (Bayırlı, 2006, 253).

2.4.8. Imhoff ve Eckel Modeli

Imhoff (1977) ve onu takiben Eckel (1981) tarafından ayrı ayrı geliştirilen modeller “gelirin istikrarlı gösterilmesini” ölçmede kullanılmak üzere geliştirilmiş modellerdir. Modellerde kârın sapması satışların sapması ile test edilmiştir. Imhoff ve Eckel kârın belirli ölçüde satışlara bağlı bir değişken olduğunu varsaymışlardır. Varsayıma göre, satışlardaki bir değişim, belirli bir oranla, göreli olarak daha geniş bir etki ile kâr üzerinde de bir değişime neden olmalıdır. Dolayısıyla eğer kârdaki değişim satışlardaki değişimden daha az ise, bu durumda kârın istikrarlı gösterildiği sonucuna ulaşabilir (Bayırlı, 2006, 254).

2.5. Türkiye Kazanç Yönetimi Etiği Hakkındaki Çalışmalar ve Görüşler

Ülkemizde sermaye piyasalarının gelişmiş ülkelerin oldukça gerisinde olması sebebiyle hileli finansal raporlamanın toplumsal etkisi ABD ve diğer gelişmiş ülkelerde olduğu gibi, kamuoyunda bir tepki yaratmamaktadır. Ancak bizde asıl kriz halkın tasarruflarını değerlendirdiği banka ve bankerlik skandallarında ortaya çıkmıştır. Bu finansal krizler toplumun her kesimini derinden etkilemiştir. Gelişmekte olan bir piyasa olsa da sermaye piyasasında hileli finansal raporlamanın örnekleri bizde de küçümsenmeyecek boyuttadır. Gerek halka açık şirketler, gerek bankalar-halka açık olsun olmasın- SPK ve ilgili mevzuat çerçevesinde bağımsız denetime tabidir. Bu bağımsız denetim şirketleri üzerinde de gerek Sermaye Piyasası Kurulu’nun gerek BDDK’nın kamu gözetim görevi vardır. Ancak özellikle batan banka örneklerinde bağımsız denetimin kalitesi hep tartışılmıştır (Önder, 2001, 5).

Hileli raporlama işaretleri olarak Türk İşletmelerinde aşağıdaki hususların varlığını ortaya koymuştur (Çıtak, 2009, 155).

Page 160: 2011 yılı 1-2. sayılar

152

• Bir kerelik satışlarla yüksek tutarda kâr elde edilmesi,

• Şirketin yönetim kurulu üyelerine ve ortaklarına faizsiz borç verilmesi,

• Şirket aleyhine açılan davalar hakkında tam bilginin verilmemesi,

• Şüpheli hale gelen alacaklar için karşılık ayrılmaması, Stokların olduğundan yüksek gösterilmesi,

• Geçerli bir nedene dayanmaksızın stok değerleme yönteminin değiştirilmesi sonucu satış maliyetinin artması.

Piyasalarda yaşanan skandallar sebebiyle bunların engellenmesi yönünde yapılan çeşitli çalışmalar ışığında finansal bilginin sermaye pazarlarındaki önemi göz önüne alınarak hemen her ülkede belli konular üzerinde düzenlenmeler yapılmıştır.

Bu düzenlemeler(Kayacan, 2006, 87);

• Uluslararası finansal raporlama standartlarına uygun şeffaf tablo ve raporların üretilmesi,

• Kurumsal yönetim ilkeleri ışığında yöneticilerin, yönetim ve denetim kurullarının yeniden yapılandırılması ve daha ayrıntılı kontrol edilerek, yaptıkları işlemlerden dolayı daha fazla sorumlu tutulmaları,

• Şirketlerin kurumsal yönetim açısından değerlendirilebilmeleri için, kurumsal yönetim derecelerinin yapılması,

• Bağımsız denetim standartlarının uluslararası seviyeye çekilmesi ve denetçinin de denetlenmesi.

Ülkemizde 2002 yılından beri yaratıcı muhasebeye ışık tutabilecek sınırlı sayıda teorik ve uygulamalı çalışma yapılmıştır. Bu konuda yapılmış teorik çalışmalardan bir tanesi muhasebe skandallarının nedenleri ve bu skandallar sonrası denetleyici ve düzenleyici kuruluşlar ile muhasebe standardı düzenleyici kuruluşların düzenlemelerindeki değişiklikler üzerine yoğunlaşmıştır. Bununla birlikte denetleyici ve düzenleyici kuruluşların muhasebe manipülasyonlarını tespit ve ölçümünde kullanılan Beneish Modelinin Türkiye uygulaması da yapılmıştır. Bu modelin Türkiye şartlarında da bu amaçla kullanılabileceği gösterilmiştir (Süer, 2004, 38).

Olumsuz ve şartlı görüş bildiren bağımsız denetim raporları esasen denetlenen şirketlerdeki kötü yönetimin ve hileli finansal raporlamanın göstergesi olmakla birlikte bunlarda ne gibi hilelerin yapıldığı, hileli finansal raporlamanın asıl nedenlerinin ne olduğu, nasıl bir kurumsal kültür ve anlayışın buna yol açtığı toplumun ilgili kesimleriyle hiçbir zaman paylaşılmamış olup hiçbir kurumda bunlara ilişkin verilere ulaşma olanağı da bulunmamaktadır.Kurumlar bu tür bilgileri paylaşmadıkları gibi dolaylıda olsa bir araştırmaya imkan verecek veri

Page 161: 2011 yılı 1-2. sayılar

153

tabanına-örneğin hangi şirketler için hangi yıllar itibariyle olumsuz ya da şartlı denetim raporları yayınlanmış-dahi sahip değillerdir. Dolayısıyla ülkemizde hileli finansal raporlama konusunda ABD’ne benzer somut çeşitli örnekler ortaya koymak mümkün olamamaktadır (Çıtak, 2009, 153).

Türkiye’de halka açık şirketler açısından finansal bilgi manipülasyonu uygulamaları SPK’nın yaptığı denetim ve incelemeler sonucunda ortaya çıkarılmaktadır. Bunun yanında, halka açık şirketlerden bağımsız denetime tabi olanlarda, bağımsız denetim şirketlerinin yaptıkları çalışmalar sırasında finansal bilgi manipülasyonu uygulamaları ortaya çıkarılabilmekte ve bu durum bağımsız denetim raporlarında yer alan şartlı görüşler ile kamuya açıklanmaktadır.

Türkiye’de ortaya çıkarılan finansal bilgi manipülasyonu uygulamalarındaki bulgular çerçevesinde bu amaçla kullanılan tekniklerin (Küçüksözen, 2005, 483);

• % 65’i gelirleri artırmaya diğer bir ifadeyle, finansman giderlerinin cari dönem gideri olarak gelir tablosuna yansıtılması yerine aktifleştirilmesi, şüpheli alacaklar için eksik karşılık ayrılması, döviz bazında olan borçların döviz satış kuru yerine döviz alış kuru üzerinden değerlenerek döviz kuru değerlemesinden doğan giderlerin daha düşük tutarda gösterilmesi ve konsinye satışların satış hasılatı olarak kaydedilmesi gibi dönem kârını yükseltmeye,

• % 22’si dönem kârını düşürmeye,

• Diğerleri ise, o dönemdeki kârı değiştirmemekle beraber, finansal tablolarda yer alan hesapların sınıflandırılmasını ve/veya tutarlarını değiştiren nitelikte işlem ve uygulamalardan oluşmaktadır.

2.6. Dünyada Kazanç Yönetimi Etiği Hakkındaki Çalışmalar ve Görüşler

Ekim 1987’de şirketlerin finansal raporlama sistemlerini iyileştirmek amacıyla yayınlanan Hileli Raporlama Konusunda Ulusal Komisyon Raporunda SEC’in yeni yaptırımları, suçla ilgili daha geniş kovuşturmalar, bağımsız denetim mesleği konusunda düzenlemelerin geliştirilmesi, SEC kaynaklarının yeterliliğinin sağlanması, finansal kurumlarla ilgili federal düzenlemelerin iyileştirilmesi konularını kapsayan açıklamalara yer verilmiştir. Son bölümde, finansal raporlamada hilenin önlenmesi, ortaya çıkarılması ve caydırılmasına yönelik bilgi, yetenek ve etik değerleri sağlanması için eğitim konusuna ağırlık verilmiş ve eğitime yönelik girişimin bu bağlamda teşvik edilmesi amacıyla, Komisyon işletme ve muhasebe ders programında olduğu kadar mesleki sınavlar ve sürekli mesleki eğitim konusunda da değişiklikler önermiştir.

Page 162: 2011 yılı 1-2. sayılar

154

Raporda belirtildiği üzere komisyonun halka açık şirketlere tavsiyelerde bulunma amacı bu şirketlerin finansal raporlama sistemlerini iyileştirmek ve hileli finansal raporlama yapılmasını önlemek veya bunlar meydana geldiğinde derhal ortaya çıkarılabilmesi imkânını artırmaktadır. Komisyonun tavsiyeleri aşağıda belirtilen 5 başlıktan oluşmaktadır. Bunlar (Çıtak, 2009, 121):

• Tepe Yönetiminin Tutumu: Hileli finansal raporlamanın önlenmesinde tepe yönetimin tutumu çok önemlidir. Çünkü tepe yönetim finansal raporlamanın oluştuğu kurumsal ortamı etkileyen bir unsurdur. Üst yönetim doğru tavır almak için hileli finansal raporlamaya yol açabilecek faktörleri tanımlamalı ve değerlendirmelidir. Bütün halka açık şirketlerin hileli finansal raporlamayı önleyecek ya da erken ortaya çıkaracak olan ve bu konuda makul bir güvence sağlayan iç kontrolleri sürekli bir şekilde yapmaları gerekir.

• İşletme İçi Muhasebe ve Denetim Fonksiyonları: Komisyonun tavsiyeleri şirket içinde finansal raporlama sürecine katılan kişilerin yeteneklerine bağlı olarak hileli finansal raporlamayı önlemek veya ortaya çıkarmak amacına yöneliktir. Bu amaç çerçevesinde işletmenin muhasebe fonksiyonu halka açık bir şirketin finansal raporlama sorumluluğunu yerine getirecek şekilde tasarlanmalıdır. Bundan da öte bütün halka açık şirketler etkili ve tarafsız bir iç denetim fonksiyonuna sahip olmalıdır. İç denetçilerin nitelikleri, kadrosu, şirket içindeki konumu, rapor akışı, yönetim kurulu ve denetim komitesi ilişkisi iç denetim fonksiyonunun etkililiğini ve tarafsızlığını sağlayacak yeterlikte olmalıdır. İç denetçi, şirketin finansal tablolarında kendi denetim bulgularını dikkate almalı ve kendi çalışmaları ile bağımsız dış denetçinin çalışmalarını boyutuna göre uygun şekilde koordine etmelidir.

• Denetim Komitesi: Komisyon tüm halka açık şirketlerdeki denetim komitelerinin gözetim görevini objektif ve etkili biçimde yerine getirmesinde tamamen bağımsız yöneticilerden oluşması gerektiği görüşündedir. Yönetim kurulu komitenin görev ve sorumluluklarını yazılı hale getirmelidir. Denetim komitesinin yapması gereken diğer bir iş de yönetimin bağımsız denetim firması hakkındaki değerlendirmesini gözden geçirmek ve yönetimin bağımsız denetçiden alınacak yönetim danışmanlığı hizmetlerine ilişkin planlarını incelemektir.

• Yönetim ve Denetim Komitesi Raporları: Finansal tabloların kullanıcılarının, işletme yönetiminin ve denetim komitesinin finansal raporlama sürecinde oynadığı rol konusunda daha iyi bilgi sahibi olması gerekir. Komisyon, finansal tabloların firmaya ait olduğunu ve üst yönetimin firmanın finansal raporlama sürecinden sorumlu olduğunu

Page 163: 2011 yılı 1-2. sayılar

155

bildiren bir yönetim raporu hazırlamasını tavsiye etmektedir. Bu rapor işletme yönetiminin iç kontrollerin etkililiği ile ilgili görüşünü içermelidir. Komisyon ayrıca denetim komitesi başkanı tarafından komitenin faaliyetlerini açıklayan bir mektup yazılmasını tavsiye eder. Her iki rapor ve mektubun ortaklara sunulan yıllık raporda yer alması gerekir.

• İkinci bir bağımsız denetim firmasından görüş alınması: Komisyonun halka açık şirketlere yönelik tavsiyeleri, finansal raporlama sürecinin dürüstlüğünü güçlendirecek iki fırsat üzerinde durmaktadır. Yönetimin önemli bir muhasebe çıktısı hakkında ikinci bir görüş istemesi durumunda bunu denetim komitesine bildirmesi ve söz konusu muhasebe işleminin neden seçildiğini açıklaması gereklidir. Ayrıca komisyon bağımsız denetçinin değişmesi halinde bu değişikliğin nedeninin açıklanmasını tavsiye etmektedir. Bundan başka komisyon, üç aylık raporlama sürecinde denetim komitesinin gözetimde bulunmasını önermektedir.

Bağımsız denetçinin finansal bilgi manipülasyonundaki sorumluluğunda meydana gelen (bağımsız denetçilerin lehindeki) bu değişiklik, finansal bilgi manipülasyonu uygulamalarının yaygınlaştığı dönemle çakışmıştır. Özellikle 2001’de yaşanan Enron skandalı sonrasında, Enron şirketinin bağımsız denetimini üstlenen ve beş büyük bağımsız denetim şirketinden biri olan (dolayısıyla kaliteli bağımsız denetim yaptığı ve finansal bilgi manipülasyonu girişimlerini önlediği varsayılan) Arthur Andersen’in bağımsız denetim işinden çekilmek zorunda kalması, bağımsız denetim şirketlerinin finansal bilgi manipülasyonu uygulamalarındaki sorumluluklarını tekrar gündeme getirmiş ve ABD’de 2002 yılında çıkarılan Sarbanes-Oxley Kanunu ile bu konudaki düzenlemelerde; bağımsız denetçilerle şirketler arasında ortaya çıkabilecek olası çıkar çatışmalarının önlenmesi (bağımsız denetim kuruluşları tarafından, bağımsız denetimini üstlendikleri şirketlere danışmanlık hizmetinin verilememesi), bağımsızlığın sağlanması (sorumlu ortak baş denetçi rotasyonu) ve finansal bilgi manipülasyonuna neden olanlar için öngörülen müeyyidelerin artırılması gibi önemli değişiklikler yapılmıştır (Küçüksözen, 2005, 470).

SONUÇ

Türkiye’de yaşanan ekonomik krizlerin şirketlere olan etkilerini kamudan gizlemek amacıyla şirketler finansal manipülasyonlara başvurmaktadır. Kamuyu aydınlatmak zorunda olan halka açık anonim şirketler, finansal manipülasyonuna daha çok başvuran şirketlerdir.

İşletmelerde kazanç yönetiminde en çok uygulanan manipülasyon, muhasebe kayıt manipülasyonlarıdır. Ayrıca denetçilerin ve yöneticilerin en çok karşı

Page 164: 2011 yılı 1-2. sayılar

156

çıktıkları manipülasyon da yine muhasebe kayıtlarında yapılan manipülasyonlardır.

Farklı unvanlara sahip denetçilerin, muhasebe standartlarına, mevzuata, işletme politikalarına uygunluğunu inceleyen kazanç yönetimi uygulamalarına yönelik olarak, üst yönetimce verilen kararlar karşısındaki etik yargı farklılıklarını içindeki manipülasyon türleri arasındaki ilişkiler de farklılık arz etmektedir.

Kârı yükseltmeye yönelik manipülasyon sıkça rastlanan bir durum olmakla beraber, örtülü kâr dağıtımı şeklinde, kârı düşürmeye yönelik manipülasyon uygulamaları da azımsanamayacak düzeydedir.

Finansal piyasalarda yatırımcılar, manipüle edilmiş muhasebe kayıtlarından dolayı en çok kaybeden kesimi oluşturmaktadır. Bir manipülasyonla işletmelerin dönem kârları olduğundan yüksek gösterilirse, piyasada hisse senetlerine yatırım yapanlar aldatılmış olur, kârlar olduğundan düşük gösterilirse, bu kez de piyasada hisse senetlerini satan yatırımcılar zarar eden taraf olurlar.

İşletmelerin bu şekilde manipülasyon yapmaları, kaynakların verimsiz alanlara tahsis edilmesine neden olmakta, sermaye piyasasının kaynakların verimli alanlara tahsisi ile ilgili fonksiyonunun gerçekleşmesini önlemektedir.

Diğer yandan yatırımcıların sermaye piyasasına olan güvenleri de sarsılmaktadır. Hâlbuki yatırımcıların sermaye piyasasına olan güvenlerinin sağlanıp sürdürülmesi, sermaye piyasasının ekonomik büyümeyi finanse etme fonksiyonun gerçekleşmesinde hayati önem taşımaktadır.

Finansal bilgi manipülasyonu yapan şirketlere danışmanlık hizmeti veren mali kurumlar ile bu şirketlerin menkul kıymetleri hakkında tavsiyede bulunan mali müşavirlerin, finansal manipülasyonların ortaya çıkarılması konusunda beklenen katkıyı sağlayamamaları, finansal manipülasyon uygulamalarının sürdürülmesini sağlamaktadır.

Manipüle muhasebe uygulamaları ile ulaşılmak istenen sonuçlar, işletme açısından kısa vadeli avantajlar oluşturacaktır. Bu nedenle işletmelerin üst düzey yönetimi kısa vadede büyük kârlar elde etmek yerine, uzun vadede toplumda güven yaratıp, itibar kazanmak suretiyle daha büyük kârlar elde edilebileceğini anlamalıdır. Bu anlayışı işletme genelinde etkili kılacak dürüstlük ve etik kuralları benimsemelidir.

Muhasebe manipülasyonu yöntemleri ve teknikleri incelendiğinde, yapılan muhasebe manipülasyonlarının genellikle işletme kaynaklı olduğu ve sıklıkla da muhasebe ilke ve standartları kullanılarak yapıldığı görülmektedir.

İşletmelerin yaptıkları muhasebe manipülasyonlarının, kamuya zarar vermesini önlemek için muhasebe ilke ve standartları ile denetim ilke ve standartlarının

Page 165: 2011 yılı 1-2. sayılar

157

uygulama alanlarının çoğaltılması ve meslek mensuplarının mesleki yargılarının eğitim ve uygulamalar yardımıyla geliştirilmesi gerekmektedir.

YARARLANILAN KAYNAKLAR

KİTAPLAR

AKDOĞAN, Nalân. Nejat Tenker. (2007) Finansal Tablolar ve Mali Analiz Teknikleri. Ankara. Gazi Kitabevi.

ALTINDAĞ, Mehmet. (2001) Vergi ve Revizyon Rehberi. Ankara. Yaklaşım Yayınları.

DOYRANGÖL, Nuran. (2007) İşletmelerde İç Kontrol ve İç Denetim. İstanbul. Deloitte Academy.

GÜRBÜZ, Hasan. (1995) Muhasebe Denetimi. İstanbul. Bilim Teknik Yayınları.

IRMAK, Ramazan. vd, (2002) Muhasebenin Genel Esasları Muhasebe Hata ve Hileleri ile Bunların Tespit Yöntemleri. Ankara. Şafak Matbaacılık.

KARAKOÇ, Yusuf. (1997) Türk Vergi Yargılaması Hukukunda Delil Denge. İzmir. YMM AS Yayınları.

MULFORD, Charles W. Euqene Comiskey. (2002)The Financial Numbers Game Detection Creative Accounting Practicies, John Wiley&Sons Inc.

ÖNDER Türkan, (2001)Batan Bankalar Bağımsız Denetim ve Meslek Ahlakı, İstanbul. Beta Basım Yayın.

ÖZER Gökhan, (1996) Muhasebe Kârları ile Hisse Senedi Verimleri Arasındaki İlişkiler: İMKB’de Deneysel Bir Analiz, Ankara. Sermaye Piyasası Kurulu Yayını.

DERGİLER

AREN, Selim. (2010) Yönetim Değişikliği ve Finansal Rapor Manipülasyonları. Doğuş Üniversitesi Dergisi. Cilt:10 Sayı: 1 S: 1-10

BOZKURT, Nejat. (2000) İşletme Çalışanları Tarafından Yapılan Hileleri Doğuran Nedenler. Yaklaşım Dergisi. S: 63-68

Breton, STOLOWY H. G. (2000) A Review of Research on Accounts Manipulation. Paper for the Annual Congress of European Accounting Association. S: 29-31

Page 166: 2011 yılı 1-2. sayılar

158

DEMİR, Volkan. Bahadır OĞUZHAN. (2007) Muhasebe Manipülasyonu:

Yöntemler ve Teknikler. Mali Çözüm Dergisi, İSMMMO Yayınları, Sayı:

84. S: 103-119

FUDENBERG, Drew. Jean TİROLE. (1995) A Theory of Income and Dividend Smooting Based on Incumbeny Rents. Journal of Political Economy. S: 75-93

KURŞUNEL, Fahri. Alkan Alper Tunga. (2005) İşletmelerde Kazanç Yönetimi Uygulamalarının Arkaplanı. Selçuk Üniversitesi MYO Dergisi, S. 171-182.

KÜÇÜKSÖZEN, Cemal. Güray KÜÇÜKKOCAOĞLU (2005) Gerçeğe Aykırı Finansal Tabloların Ortaya Çıkarılması: İMKB Şirketleri Üzerine Ampirik Bir Çalışma. Muhasebe ve Finansman Dergisi. S: 161-171.

ÖZBİRECİKLİ, Mehmet. (2006) Bağımsız Denetçinin Müşteri Firmanın Yolsuzluk Eylemi Karsısındaki Tutumu: Şirket Yolsuzluk Vakaları ve Yasal Düzenlemeler Çerçevesinde Bir İnceleme. Muhasebe ve Denetime Bakış. S:1-17

SALTOĞLU, Müge. (2003) Yaratıcı Muhasebede Özel Amaçlı şirketlerin Rolü ve Enron Örneği. Muhasebe ve Denetime Bakış. S: 107-116

TORAMAN, Cengiz. (2002) Enron Olayı ve Bu Olaydan Çıkarılması Gereken Dersler. MUFAD. Muhasebe ve Finansman Dergisi. S: 84-90

YAYINLANMAMIŞ TEZLER

AREN, Selim. (2003) Yöneticilerin Kâr Yönetimi İle İlgili Tutumları ve İMKB’de Bir Uygulama. (Yayınlanmamış Doktora Tezi), Gebze Yüksek Teknoloji Enstitüsü Sosyal Bilimler Enstitüsü.

AYARLIOĞLU, Akif. (2007) Kâr Yönetimi Uygulamaları ve İstanbul Menkul Kıymetler Borsası’nda Test Edilmesi. (Yayınlanmamış Doktora Tezi). Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü.

BAYIRLI, Rıdvan. (2006) Yaratıcı Muhasebe: Etik, Firma Değeri ve Örnek Bir Uygulama. (Yayınlanmamış Doktora Tezi). Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü.

ÇATIKKAŞ, Özgür. (2005) Bankalarda İç Kontrol Sistemi ve İç Denetim Fonksiyonunun Etkililiği. (Yayınlanmamış Doktora Tezi). Marmara Üniversitesi Bankacılık ve Sigortacılık Enstitüsü.

KÜÇÜKSÖZEN, Cemal. (2004) Finansal Bilgi Manipülasyonu: Nedenleri, Yöntemleri, Amaçları, Teknikleri, Sonuçları. (Yayınlanmamış Doktora Tezi), Ankara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü.

Page 167: 2011 yılı 1-2. sayılar

159

ÖZCAN, Murat. (2007) Kâr Yönetimi Uygulamalarına İlişkin Etik Yargı Farklılıkları. (Yayınlanmamış Doktora Tezi). Gebze Yüksek Teknoloji Enstitüsü Sosyal Bilimler Enstitüsü.

SÜER, Ayça Zeynep. (2004) Muhasebe Mesleğinde Enron Vakası ve Getirdikleri. (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi). İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü.

YAYLA, Hilmi Erdoğan. (2006) Güç ve Yetki İlişkilerinin Muhasebe Bilgisi Kararları Üzerindeki Etkisi. (Yayınlamamış Doktora Tezi). Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü.

SEMPOZYUM BİLDİRİSİ

KAYACAN, Murad. (2006) Kurumsal Yönetim İlkeleri ve Ulusal Finansal Raporlama Standartları Açısından Gelişmeler. İzmir Serbest Muhasebeci ve Mali Müşavirler Odası, Türkiye Muhasebe Standartları Sempozyumu-X, 6-10 Aralık, Kıbrıs.

İNTERNET

AYRES, Frances L. www.austincc.edu/njacobs/ Acct_Theory/09.05.2011 Perceptions of earnings quality: what managers need to know., March 1994 v75 n9 p27(3), http://www.austincc.edu/Management Accounting.

ÇITAK, Nermin. www.archive.ismmmo.org.tr/docs/malicozum/ 23.09.2009. Yaratıcı Muhasebe Hileli Finansal Raporlama Mıdır? www.archive.ismmmo.org.tr/

DUNCAN, James R. ftp.cba.uri.edu/Classes/Jelinek/MAC_508/Articles/ 22.10.2009 Twenty Pressures to Manage Earnings. ftp.cba.uri.edu

KÜÇÜKKOCAOĞLU, Güray. vd. 18.11.2009 www.baskent.edu.tr/~gurayk/kisiselfinbilmanneuraltur. Finansal Bilgi Manipülasyonunun Tespitinde Yapay Sinir Ağı Modelinin Kullanımı. www.baskent.edu.tr

(2001) Twenty Pressures to Manage Earnings. The CPA Journal, July

Sermaye Piyasası Kurulu; Hisse Senedi Piyasasında Manipülasyon, Kullanılan Yöntem Örnekleri Manipülatif İşlem Kalıbı Örnekleri Korunma Yolları. Aralık 2003, S: 2-3. www.spk.gov.tr, Erişim Tarihi, 20.01.2010.

Page 168: 2011 yılı 1-2. sayılar

160

Page 169: 2011 yılı 1-2. sayılar

161

KONYA BANKACILIK SEKTÖRÜNDE EĞİTİM VE KARİYER FIRSATLARI AÇISINDAN İŞ TATMİNİNİN ÖRGÜTSEL

BAĞLILIK ÜZERİNE ETKİSİ

Mehmet Emin DEMİR∗

Mehmet Akif ÇİNİ∗

ÖZET

Örgütlerin en önemli amacı varlığını sürdürebilmektir. Bu amacı gerçekleştirecek olan ise insan faktörüdür. İnsan faktörü ancak etkin ve verimli olduğunda nihai amaca ulaşılacaktır. Etkinlik ve verimliliğe ise tatmin edilmiş ve mutlu olmuş işgörenlerle ulaşılabilir. Bu durum örgütler açısından bilgiyi kullanacak olan nitelikli insan kaynağının önemini artırmaktadır. Dolayısıyla örgütsel bağlılığın sağlanması, örgütlerin amaçlarına ulaşmasında kritik bir rol oynamaktadır. Bu çalışmada Konya bankacılık sektöründe çalışanların iş tatmin faktörlerinden eğitim ve kariyer fırsatlarının örgütsel bağlılığına olan etkisi incelenecektir. Çalışma üç kısımdan oluşmaktadır. Birinci kısımda iş tatmini ve örgütsel bağlılık arasındaki ilişki eğitim ve kariyer fırsatları açısından incelenecek, ikinci kısımda çalışmanın metodolojisi anlatılacak ve üçüncü kısımda çalışmaya ilişkin bulgular verilecek ve sonuçlar yorumlanacaktır.

Anahtar Kelimeler: İş Tatmini, Örgütsel Bağlılık, Eğitim ve Kariyer Fırsatları

THE EFFECT OF EDUCATION AND CAREER OPPORTUNITIES OF EMPLOYEES IN KONYA BANKING

SECTOR REGARDING TO ORGANIZATIONAL COMMITMENT

ABSTRACT

The most important objective of the organizations is to sustain their existence. Human factor will perform this objective. But, when the human factor is effective and productive final objective will be accessed. The effectiveness and productivity is reached only by satisfied and happy employees. This case increases the importance of qualified human resource regarding the organizations that will use information. So providing organizational commitment plays a critical role at reaching to the goal of organizations. In this study, the effect of education and career opportunities of employees in Konya banking sector to organizational commitment will be analyzed. The study composes three sections. At the first section, the relation between job satisfaction

∗ Öğretim Görevlisi, Selçuk Üniversitesi, Cihanbeyli Meslek Yüksekokulu

∗ Öğretim Görevlisi, Selçuk Üniversitesi, Cihanbeyli Meslek Yüksekokulu

Page 170: 2011 yılı 1-2. sayılar

162

and organizational commitment will be examined regarding education and career opportunities; at the second section, the methodology of the study will be mentioned and at the third section, concern findings about the study will be provided and conclusions will be pretended.

Key Words: Job Satisfaction, Organizational Commitment, Education and Career Opportunities

GİRİŞ

Günümüz iş dünyasında yaşanan değişim ve yenilikler örgütleri de etkisi altına alarak piyasadaki rekabetin yapısını da değiştirmiştir. Çalışma yaşamında bu değişimin hızını yakalamak, çağa ayak uydurabilmek; günümüz örgütlerinin sahip olduğu en değerli hazine olan insan kaynağını en iyi şekilde yönetmek ve sonuçta çalışma yaşamında mutlu, tatmin olmuş bir işgücü yaratmakla mümkündür. Bunun sağlanabilmesi için bireyin temel ihtiyaçları doğrultusunda ortaya koyduğu kendi bireysel hedefleri ile çalıştığı örgütün geleceğe dönük hedefleri arasında eşgüdüm sağlanarak yapmakta olduğu işi daha iyi yapabilmesi için mevcut yeniliklerin geliştirilmesi ve ilerde üstlenebileceği pozisyonlara yerleşme olanağının tanınması gerekmektedir (Şimşek vd, 2007:1).

Zira insanlar hayatlarını, beğenmedikleri, yaratıcı ve güçlü yönlerini ortaya çıkarmasına izin vermeyen ve yeteneklerini geliştirme imkanı tanımayan işlerde sürdürmek istemezler. Bu sebeple, çalışanlarda iş tatmini duygusunun yaratılması gerekir. İş tatmini çalışanın iş tecrübesi sonucu oluşan zevkli veya olumlu hisler şeklinde tanımlanabilir (Luthans, 1992:114). Stephen’e göre ise iş tatmini, iş görenin işine karşı hissettiği memnuniyet veya memnuniyetsizliğin derecesidir (1991:160). Bu tanımdan yola çıkarak kişinin işine karşı tutumunun olumlu ya da olumsuz olabileceği düşünülerek “iş görenin iş deneyimlerinin sonucunda ortaya çıkan olumlu ruh halidir” şeklinde tanımlamak, iş görenin işine karşı olumsuz tutumuna da iş tatminsizliği demek uygun olacaktır (Erdoğan, 1996: 231). İş tatmininin düzeyi iş görenin;

• İşinden sağladığı maddi olanaklar,

• Yan faydalar, otonomi,

• İş gereklilikleri,

• Personel politikaları,

• Üstlerle ve diğer iş görenlerle etkileşim,

• Profesyonel statü, rehberlik,

• İş birliği,

Page 171: 2011 yılı 1-2. sayılar

163

• Tanınma,

• Geleceğin güvence altına alınması,

• Kariyer avantajları gibi değişkenlerle bağlı olarak değişmektedir (Kantabutra vd., 2007:215).

İnsanlar kendi yeteneklerine uygun iyi bir meslek seçmek, seçtikleri mesleklerine uygun bir işte çalışmak ve çalışma yaşamları boyunca mesleklerinde kariyer yapmak, yukarılara doğru çıkmak arzusu duyarlar (Bingöl, 2003:244). Kariyer, insanın iş hayatı boyunca yer aldığı basamaksal mevkiler ve yaptığı işleri, bulunduğu konumla ilgili tutum ve davranışlarını inceleyen, örgüt içinde verilen iş rolüne bağlı beklenti, amaç, duygu ve arzularını gerçekleştirebilmesi için eğitilmesi ve böylece sahip olduğu bilgi, beceri, yetenek ve çalışma ile beraber ilerleyebilme sürecidir (Argüden, 1998:7). Kariyer süreci üzerinde hem çalışan hem de örgütün etkisi vardır. Kariyer yönetimini bu anlamda örgütsel ve bireysel kariyer yönetimi olarak değerlendirmek mümkündür. Örgütsel kariyer yönetimi örgütün, çalışanların kariyerlerinin iyileştirilmesini içine alan çeşitli politika ve uygulamalarıdır. Örgütsel kariyer yönetimi ile çalışanların kariyerlerinden beklentileri ortaya çıkarılabilir, çalışanlar için uygun kariyer fırsatları sağlanabilir, kariyer fırsatları için uygun çalışanlar bulunabilir ve kariyer yönetim programının sonuçları değerlendirilebilir. Bireysel kariyer yönetimi, kişinin kendi kariyer hedefleri için gösterdiği bireysel çabalardır. Bireysel kariyer çabalarında işvereninde bir parçası olduğu etkin bir kariyer yönetim programına ihtiyaç vardır. Hall ve Foster’ın psikolojik başarı modeline göre çalışanlar, kariyer yönetim programı ile kendi kariyer hedeflerini gerçekleştirebilecek örgütlerde çalışırlar (Kitapçı vd., 2002:221). Hem çalışana hem de örgüte büyük faydası olan kariyer yönetimi örgütün bir parçasıdır. Çalışanlarına kariyer imkanları veren örgütlerde çalışanların daha fazla sorumluluk aldığı, daha çok çalıştığı, etkinlik ve verimlilikleri arttığı, gelecek kaygıları azaldığı ve sonuç olarak örgütsel bağlılıkları etkilendiği görülmektedir.

Küreselleşen dünyada örgütler arası rekabet giderek artmakta ve bu ortamda bütün örgütler için, kaynakların optimum kullanımı ve maliyetlerin düşürülerek verimliliğin artırılması giderek önem kazanmaktadır. Bu kaynakların en başında da iyi yetişmiş iş gücü gelmektedir. İş gücünün kendisi kaynak durumunda olmakla birlikte hem kendinde var olan potansiyeli hem de diğer kaynakları kullanacak olan bir güç haline gelmiştir. Bu durum örgütlerde insan kaynağına verilen önemi her geçen gün artırmaktadır (Çetin, 2004:93).

Bireylerin iş yaşamlarındaki olumlu tutumları artan verimlilik, yüksek performans, düşük iş devamsızlıkları ve işe geç gelme, düşük işgören devir hızı ve iş tatminine neden olurken, olumsuz tutumlar ise tersi sonuçlara sebep olabilmektedir. İşletmelere rekabet üstünlüğü sağlayacak unsurlar ancak değerli

Page 172: 2011 yılı 1-2. sayılar

164

insan kaynağı ile gerçekleştirilebilmektedir. Değerli insan kaynağını tatmin etmek ve örgütte kalmasını sağlamak örgütsel başarı ve etkinlik için son derece önemli olmaktadır. Bu durumda, örgütün amaç ve hedeflerine bağlanma, örgüt adına çaba harcamayı isteme ve örgütte kalmaktan memnun olma etmenlerinin tamamını bünyesinde barındıran örgütsel bağlılık olgusunun önemi ortaya çıkmaktadır ( Keleş, 2006:1).

Örgütsel bağlılık kavramı ise, işgörenin çalıştığı örgütün hedeflerini benimsemesi ve örgüt içindeki varlığını sürdürmek istemesidir (Ferik, 2002:38). Luthans’a göre örgütsel bağlılık, örgütün üyesi olarak varlığını sürdürmek için yoğun istek duyma, örgüt yararı için normalden fazla çaba gösterme ve örgütün değer ve hedeflerine inanma ve kabul etmedir. İşgörenlerin örgüte sadakatleriyle ilgili bir tutumdur (1992:124). Yapılan tanımlar ışığında örgütsel bağlılık kavramının tanımını; işgörenlerin örgütte kalmak istemeleri, örgütün tüm etkinliği, çıkarı ve başarısı ile kimliklenme, işgörenin örgüte karşı olan sadakat tutumu ve çalıştığı örgütün başarılı olabilmesi için gösterdiği ilgi şeklinde özetlememiz mümkün olabilecektir (Bayram, 2005:128). Mowday örgütsel bağlılığı karakterize eden özellikleri şu şekilde sıralamıştır (1979:227):

• Örgütün amaçlarını ve değerlerini kabul ve sıkı sıkıya bağlılık,

• Örgüt için gönüllü ve istekli bir çalışma gayreti içinde bulunma,

• Örgüte üyeliğin devam etmesi konusunda güçlü bir isteğe sahip olmak.

Literatürde örgütsel bağlılığın çeşitli sınıflandırmaları bulunmaktadır. Meyer’e göre duygusal bağlılık, işletmede çalışan bireylerin duygusal olarak kendi tercihleri ile işletmede kalma arzusu olarak tanımlanmıştır. Devamlılık bağlılığı, çalışanların işletmeden ayrılmanın beraberinde getireceği maliyeti yani, olumsuzlukları dikkate alması ve bir zorunluluk olarak işletmeye devam etmesi olarak tanımlanmıştır. Son olarak, normatif bağımlılık, çalışanların ahlaki bir görev duygusuyla ve işletmeden ayrılmama gerektiğine inandıkları için kendilerini örgüte bağlı hissetmeleri olarak ifade edilmiştir (Meyer vd, 1997:11). Etzioni’ye göre ise örgütsel bağlılık; amaçları, değerleri ve normlarını içselleştirme ile otoriteyle özdeşleşme temeline dayanmakta olan ahlaki bağlılık, örgüt üyeleri arasındaki alışveriş ilişkisini temel alan hesapçı bağlılık ve bireylerin davranışlarının sınırlandırıldığı durumlarda oluşan ve örgüte doğru olumsuz bir yönelimi ifade eden yabancılaştırıcı bağlılık olarak sınıflandırılmıştır (Bayram, 2005:129).

Örgütsel bağlılık tutumu kişisel ve örgütsel değişkenlerle belirlenebilmektedir. Örgütsel bağlılığı etkileyen kişisel faktörler; yaş, cinsiyet, eğitim düzeyi, çalışma süresi, medeni durum ve kariyerdir. Örgütsel faktörler ise; örgüt büyüklüğü ve yapısı, örgüt kültürü, ücret, işin niteliği, yönetim tarzı ve liderlik, rol çatışması, ödüller, stres, sosyal güvenlik, takım çalışması ve iletişimdir (Gözen, 2007:54-66).

Page 173: 2011 yılı 1-2. sayılar

165

Karşımıza çıkan bu iki kavram son yıllarda birçok araştırmacı için ilgi odağıdır. Bu iki kavram üzerine hem ayrı ayrı hem de birbiri arası ilişkiyi açıklamaya çalışan birçok araştırma yapılmıştır.

Bu araştırmanın amacı birçok konuda işlenen iş tatmini ve örgütsel bağlılık arasındaki ilişkinin kariyer yönetimi açısından bankacılık sektöründe incelenmesidir.

2. MATERYAL VE METOT

Çalışma verileri Konya ili Selçuklu ve Karatay bölgelerinde bulunan 201 banka çalışanlarına anket düzenlenerek elde edilmiştir. Anket iki bölümden oluşmaktadır. Anketin ilk bölümünde iş tatmini ile ilgili sorular, ikinci bölümünde ise örgütsel bağlılık ile ilgili sorular yer almaktadır. Çalışmada katılımcıların örgütsel bağlılık ile ilgili olumlu ve olumsuz katılım derecelerine göre, iş tatminlerinin derecesi ölçülmeye çalışılmıştır. Sonuç olarak örgütsel bağlılık ve iş tatmini arasındaki ilişki kariyer yönetimi açısından incelenmiştir. Çalışmanın istatistiksel analizleri SPSS 15 programı yardımıyla yapılmıştır. Araştırmada, kategorize edilen anket verileri, Crosstabs Khi-kare ve Fisher Exact Khi-kare testleriyle, ayrıca araştırmaya katılanların cinsiyet, yaş, eğitim durumu ve çalışma süresi gibi bir takım tanıtıcı özellikleri ise tanımlayıcı istatistik testler yardımıyla değerlendirilmiştir.

Çalışma ile ilgili belirlenen hipotezler aşağıdaki gibidir:

H0: İş tatmini faktörleri ile örgütsel bağlılık arasında herhangi bir ilişki yoktur.

H1: İş tatmini faktörlerinden eğitim ve geliştirme olanakları ile örgütsel bağlılık arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki vardır.

H2: İş tatmini faktörlerinden kariyer geliştirme fırsatları ile örgütsel bağlılık arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki vardır.

3.BULGULAR

Çalışmanın bu kısmında öncelikle katılımcıların demografik özelliklerinden bahsedilecek ve ikinci kısımda katılımcıların iş tatmini ve örgütsel bağlılık sorularına verdikleri cevaplar kıyaslanarak değerlendirilecektir.

Tablo 1. Katılımcıların cinsiyet özellikleri Cinsiyet Sayı Yüzde (%)

Kadın 52 % 25,9

Erkek 149 % 74,1

TOPLAM 201 % 100

Page 174: 2011 yılı 1-2. sayılar

166

Tablo 1.’de görüldüğü üzere anket çalışmasına 201 kişi katılmıştır. Katılan katılımcıların % 25,9’u kadın, % 74,1’ i erkektir.

Tablo 2. Katılımcıların yaş dağılımı Yaş grupları Sayı Yüzde (%)

21-26 37 % 18,4

27-32 101 % 50,2

33 ve üzeri 63 %31,3

TOPLAM 201 % 100

Tablo 2.’de görüldüğü üzere katılımcıların % 18,4’ü “21-26” yaş arasında, %50,2’si “27-32” yaş arasında ve % 31,3’ü ise “33 yaş ve üzeri” grubunda yer almaktadır.

Tablo 3.Katılımcıların Çalışma Süreleri Çalışma Süresi (Ay) Sayı Yüzde (%)

0-12 74 % 36,8

13-36 51 % 25,4

37 ve daha fazla 76 % 37,8

TOPLAM 201 % 100

Tablo 3.’de görüldüğü üzere anket katılımcılarının % 36,8’i örgütte “0-12 ay arasında”, %25,4’ü “13-36” ay arasında % 37,8’i ise “37 ve daha fazla” zamandır çalışmaktadır.

Tablo 4. Katılımcıların Eğitim Durumu Eğitim Durumu Sayı Yüzde (%)

Lisans 168 % 83,6

Yüksek Lisans 33 % 16,4

TOPLAM 201 % 100

Tablo 4’de görüldüğü üzere anket katılımcılarının % 83,6’sı “Lisans” eğitimi mezunu iken %16,4’ü “Yüksek Lisans” eğitim programından mezunudur.

Tablo 5. Eğitim ve Geliştirme Olanaklarının Örgütsel Bağlılık İle İlişkisi

Yaş Grupları Memnuniyet Yüzdeleri p Anlamlılık Değerleri

21-26 % 100 p<0,001

27-32 % 100 p<0,001

33 ve üzeri % 100 p<0,001

Page 175: 2011 yılı 1-2. sayılar

167

Eğitim ve geliştirme olanakları maddesine memnun olduğunu belirten bütün yaş gruplarındaki katılımcıların tamamı “Bu örgütte kariyerim için zaman harcamaktan mutluyum”, “Eğer bu örgütte kendimi geliştiremediğimi düşünürsem başka bir örgütte çalışmayı düşünebilirim” ve “Çalıştığım kuruma çok şey borçluyum” kombine maddelerine katıldıklarını belirtmişlerdir. Bütün yaş gruplarındaki katılımcılar için “Eğitim ve geliştirme olanakları” açısından verilen cevaplar arasındaki ilişki istatistiksel olarak anlamlıdır. Kombine olarak hazırlanmış maddelere katılımcıların, katılıp katılmamaları memnuniyet düzeylerine göre farklılık göstermektedir (p<0,05). “Bu örgütte kariyerim için zaman harcamaktan mutluyum”, “Eğer bu örgütte kendimi geliştiremediğimi düşünürsem başka bir örgütte çalışmayı düşünebilirim” ve “Çalıştığım kuruma çok şey borçluyum” maddelerine katılanların %100’ü çalıştıkları örgütteki eğitim ve geliştirme olanaklarından memnun olduklarını belirtmişlerdir. Bu da günümüz bilgi çağında çalışanların eğitime, bilgiye, kariyere ne denli önem verdiklerini göstermektedir. Böylece eğitim ve kariyer olanaklarının üst seviyede olduğu iş örgütlerinde tatmin olmuş işgörenlerin örgütsel bağlılığının arttığı gözlenmektedir. “İş tatmini faktörlerinden eğitim ve geliştirme olanakları ile örgütsel bağlılık arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki vardır” şeklindeki bir numaralı hipotezimiz kabul edilmiştir.

Tablo 6. Kariyer Fırsatlarının Örgütsel Bağlılık İle İlişkisi

Yaş Grupları Memnuniyet Yüzdeleri p Anlamlılık Değerleri

21-26 % 93,8 p=0,848

27-32 % 90,1 p<0,001

33 ve üzeri % 100 p<0,001

“Kariyerimi geliştirmek için fırsatların olması” maddesine memnun olduğunu belirten “21-26“ yaş arası katılımcıların % 93,8’i, “27-32” yaş arası katılımcıların % 90,1’i ve “33 ve üstü” yaş grubundaki katılımcıların ise tamamı, “Bu örgütte kariyerim için zaman harcamaktan mutluyum”, “Eğer bu örgütte kendimi geliştiremediğimi düşünürsem başka bir örgütte çalışmayı düşünebilirim” ve “Çalıştığım kuruma çok şey borçluyum” kombine maddelerine katıldıklarını belirtmişlerdir.

“21-26“ yaş arası katılımcılar için “Kariyerimi geliştirmek için fırsatların olması” kriteri açısından verilen cevaplar arasındaki ilişki istatistiksel olarak anlamlı değildir (p>0,05). “Bu örgütte kariyerim için zaman harcamaktan mutluyum”, “Eğer bu örgütte kendimi geliştiremediğimi düşünürsem başka bir örgütte çalışmayı düşünebilirim” ve “Çalıştığım kuruma çok şey borçluyum” maddelerine katılanların % 6,2’si çalıştıkları örgütteki kariyer geliştirmek için fırsatların olması açısından memnun olduklarını belirtmişlerdir.

Page 176: 2011 yılı 1-2. sayılar

168

“27-32” yaş arası ve “33 ve üstü” yaş grubundaki katılımcılar için “Kariyerimi geliştirmek için fırsatların olması” kriteri açısından verilen cevaplar arasındaki ilişki istatistiksel olarak anlamlıdır. Kombine olarak hazırlanmış maddelere katılımcıların, katılıp katılmamaları memnuniyet düzeylerine göre farklılık göstermektedir (p<0,05). “Bu örgütte kariyerim için zaman harcamaktan mutluyum”, “Eğer bu örgütte kendimi geliştiremediğimi düşünürsem başka bir örgütte çalışmayı düşünebilirim” ve “Çalıştığım kuruma çok şey borçluyum” maddelerine “27-32” yaş grubu katılımcıların % 90,1’i, “33 ve üstü” yaş grubu katılımcıların % 100’ü çalıştıkları örgütten kariyer geliştirme fırsatları açısından memnun olduklarını ifade etmişlerdir. Kariyer aşamaları göz önüne alındığında; 21-26 yaş grubundaki katılımcıların üniversiteden yeni mezun olup iş hayatına atıldıkları ve keşif aşamasında oldukları, ihtiyaç, yetenek ve becerilerini; kurumun beklentileriyle uyumlaştırmaya çalıştıkları düşünüldüğünde sonucun bu şekilde çıkması olağandır. Bu aşamada bireyler açısından en ciddi konu “gerçek şoku” dur. Gerçek şoku; kişinin beklentileri ile yeni iş ve örgütün gerçekleri arasındaki açığı anlatır ve genelde kişiler ilk işe başladıklarında gerçekçi olmayan yüksek beklentiler içerisindedirler (Şimşek vd., 2004:17-18). 27-32 yaş grubundaki katılımcıların kariyer aşamalarından pekiştirme ve sürdürme aşamasında olduklarını kabul edersek: Pekiştirme aşamasında birey, iş ortamı ve kuruluşun beklentileri hakkında daha iyi bir anlayış kazanmaktadır. Bu süreçte bireyin, değer ve liyakatini örgüt içinde belirleme çabası gündemdedir. Sürdürme aşamasında birey, genellikle kendine örgüt içinde güçlü ve sağlam bir yer edinmiş bulunmaktadır. Bu aşamada, bireyin örgütle arasında oldukça güçlü bağlar kurulduğu göze çarpmaktadır. Bu aşamadaki bir örgüt çalışanının, mevcut işini veya iş yerini terk edip, farklı bir iş veya işyeri seçeneğini değerlendirmesi neredeyse hiç gündemde yoktur. 33 ve üzeri yaş grubundaki katılımcıların kariyer aşamalarından azalma aşamasında olduklarını kabul edersek: Azalma aşamasında, örgüt bireyi, emekliliğe doğru yaklaşmaktadır. Çoğunlukla fiziki yaş, düşünsel yaşı yansıtmamakta ve bireyler örgüte, kuruluşun istediğinin çok daha ötesinde katkıda bulunabilme istek ve olanağında bulunabilmektedirler. Dolayısıyla “İş tatmini faktörlerinden kariyer geliştirme fırsatları ile örgütsel bağlılık arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki vardır” şeklindeki iki numaralı hipotezimiz kabul edilmiştir.

4.SONUÇ

Konya’daki banka çalışanlarına sunulan iş tatminini etkileyen faktörlerden eğitim ve kariyer fırsatları ile örgütsel bağlılığın bir ilişkisinin olup olmadığını araştıran bu çalışmada, işgörenlere sunulan eğitim ve kariyer fırsatlarının iş tatminini sağladığı ve tatmin edilmiş işgörenlerin örgütsel bağlılığının etkilendiği görülmüştür.

Page 177: 2011 yılı 1-2. sayılar

169

Anket katılımcılarının % 25,9’u kadın, % 74,1’i erkektir ve katılımcıların % 18,4’ü “21-26” yaş aralığında, %50,2’si “27-32” yaş aralığında, % 31,3’ü ise “33 yaş ve üzeri”dir. Katılımcıların % 83,6’sı “Lisans” mezunu, %16,4’ü “Yüksek Lisans” mezunu olup, tamamı eğitim seviyesi yüksek kişilerden oluşmaktadır. Örgütte çalışma sürelerine bakacak olursak; % 36,8’i “0-12 ay arasında”, %25,4’ü “13-36” ay arasında, % 37,8’i ise “37 aydan daha fazla” süredir çalışmaktadırlar.

Çalışmada eğitim ve geliştirme olanakları ile kariyer fırsatları sunulan işgörenlerin iş tatmini sağladıkları ve bu yolla örgütsel bağlılıklarının arttığı öne sürülmektedir.

İş tatmini faktörlerinden eğitim ve geliştirme olanaklarına bakıldığında, örgütteki eğitim ve geliştirme faaliyetlerinden memnun olduklarını dile getiren tüm yaş gruplarındaki işgörenlerin tamamı çalıştıkları örgütte kariyerleri için zaman harcamaktan memnun olduklarını söylemişler ve iş tatmini sağlanarak işgörenlerin örgüte olan bağlılıklarının arttığı ortaya konmuştur. Görülmektedir ki günümüz bilgi çağında bilgi en değerli hazinedir. Bilgiyi kullanacak olan ise insan faktörüdür ve yetişmiş insan gücü örgütler için en önemli kaynaktır. Katılımcıların tümü çalıştıkları örgütte eğer kendilerini geliştiremediklerini düşünürlerse başka bir örgütte çalışmayı düşünebileceklerini belirtmişlerdir. Bu anlamda bireysel çıkarlarla örgütsel çıkarların ortak bir paydada buluşması gerekmektedir. Örgüt işgörenlerin beklentilerini karşılayacak, eğitim imkanı, kendini geliştirme imkanı sunacak; işgörenler ise beklentilerinin karşılanması ve onlara sunulan imkanlar karşısında örgütlerine daha fazla bağlanacak ve oluşan örgüt iklimi içerisinde işgörenlerin etkinlik ve verimliliklerinde artış meydana gelecektir. Zira aidiyet duygusu gelişmiş bir işgören kendini örgütün bir parçası gibi hissedecek ve her türlü fedakarlıktan kaçınmayacaktır. Yine katılımcıların tamamı çalıştıkları kuruma çok şey borçlu olduklarını söylemişlerdir. Bu cümleden de anlaşılacağı üzere örgütsel bağlılık gerçekleşmiş demektir.

İş tatmini faktörlerinden kariyer fırsatları incelendiğinde; işgörenlerin kariyerlerini geliştirmek için fırsatların olması açısından kariyer aşamaları dikkate alınırsa yaş gruplarına göre anlamlı sonuçların çıktığı da ortadadır. Dolayısıyla işgörenler kendilerine kariyer fırsatları sunan örgütlerde çalışmak istemektedirler ve kendi çıkarları ile örgütsel çıkarları bağdaştırdıkları ölçüde tatmin olmakta ve örgüte daha fazla bağlanmaktadırlar.

Küresel rekabet ortamında örgütleri ayakta tutacak olan ve örgütün performansının geliştirilmesinde etkili olan en önemli faktör insandır. Zira bir işin yapılması için gerekli makine ve malzemeyi (hardware) veya sistemleri (software) her örgüt belirli mukabilinde satın alabilir. Farkı yaratan yaptığı işe deneyimini, bilgisini, şevkini ve yaratıcılığını katan insan unsurudur. Bu nedenle örgütler işe aldıkları işgörenleri eğitime tabi tutmakta, gelişmelerine

Page 178: 2011 yılı 1-2. sayılar

170

katkıda bulunmakta ve onlara kariyer fırsatları sunarak öğrenen örgütü meydana getirmeye çalışmaktadırlar. Yaşadığımız bilgi çağında sürekli bilgi eskimesi meydana geldiği düşünüldüğünde; insanlar sürekli yenilik, sürekli gelişme ve sürekli büyümeyi kendilerine hedef almalılardır. Günümüzde yaşam boyu öğrenme ilkesi benimsenmektedir ve işgörenler kendilerini sürekli yenileyebildikleri, çağın gereklerine ayak uydurabildikleri, yükselme olanakları olan işleri tercih etmekte ve kişisel amaçlarıyla örgütsel amaçları bağdaştırarak iş tatminine ulaşmaktadırlar. Tatmin olmuş işgörenlerin örgütsel bağlılıklarının arttığı da açık bir şekilde ortaya konulmuştur.

KAYNAKLAR

ARGÜDEN, M. (1998). Örgütsel Kariyer Yönetimi ve Yapı Kredi Bankası Uygulaması. A.Ü. Sosyal Bil. Ens. Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi.

BAYRAM, Levent. (2005). Yönetimde Yeni Bir Paradigma: Örgütsel Bağlılık. Sayıştay Dergisi. No: 59. S: (125-139)

BİNGÖL, Dursun. (2003). İnsan Kaynakları Yönetimi. İstanbul: Beta Yayınevi.

ÇETİN, Münevver Ölçüm. (2004). Örgüt Kültürü ve Örgütsel Bağlılık. Ankara: Nobel Yayınları.

ERDOĞAN, İlhan. (1996). İşletme Yönetiminde Örgütsel Davranış. İstanbul Üniversitesi İşletme Fakültesi İşletme İkdisadi Enstitüsü. Yayın No:266/158.

FERİK, Funda. (2002). Öz Yeterliliğe Bağlı olarak Personel Güçlendirme ve İş Tatmini, Örgüte Bağlılık, Personel Devri Arasındaki İlişkiler. Active Mart-Nisan.

GÖZEN, Emine Dağdeviren. (2007). İş Tatmini Ve Örgütsel Bağlılık Sigorta Şirketleri Üzerine Bir Uygulama. YayınlanmamışYüksek Lisans Tezi. Atılım Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü İşletme Ana Bilim Dalı.

KANTABUTRA, S.; AVERY, G.C. (2007). Vision Effects in Custumer and Staff Satisfaction: An Emprical Investigation. Leadership & Organization Development Journal. Vol: 28. No: 23. S: (209-229)

KELEŞ, Hatice Necla Çelik. (2006). İş Tatmininin Örgütsel Bağlılık Üzerindeki Etkisine İlişkin İlaç Üretimi Ve Dağıtımı Firmalarında Yapılan Bir Araştırma. Doktora Tezi. Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yönetim ve Organizasyon Bilim Dalı.

KİTAPÇI, Hakan; SEZEN, Bülent. (2002). Çalışanların Tatminini Belirleyici Unsurlar Üzerine Bir Araştırma: Kariyer Süreci Örneği. Fırat Ün. Sosyal Bil. Dergisi. Cilt 12. Sayı 1. S: (219-230)

Page 179: 2011 yılı 1-2. sayılar

171

LUTHANS, Fred. (1992). Organizationel Behavior. Newyork: McGraw Hill Company.

MEYER, John P.; ALLEN, Natalie J. (1997). Commitment in the Work Place: Theory, Research and Application Thousand Oaks. California: Sage publications

MOWDAY, Richard T.; STEERS, Richard M.; LYMAN, W. Porter. (1979). The Measurement of Organizationel Commitment. The Journal of Vocational Behavior. Sayı: 14. S: (224-247)

STEPHAN, E.Catt; DONALD, S.Miller. (1991). Supervision: Working With People. Boston: Irwin Inc.

ŞİMŞEK, M. Şerif; ÇELİK, Adnan; AKGEMCİ, Tahir; SOYSAL, Abdullah. (2004). Kariyer Yönetimi. Ankara: Gazi Kitabevi.

ŞİMŞEK, Şerif; ÇELİK, Adnan; AKATAY, Ayten. (2007). Kariyer Yönetimi ve İnsan Kaynakları Yönetimi Uygulamaları. Ankara: Gazi Kitabevi.

Page 180: 2011 yılı 1-2. sayılar

172

Page 181: 2011 yılı 1-2. sayılar

173

KRİZ DÖNEMİNDE KURUMSAL İTİBAR YÖNETİMİNİN ÖNEMİ

Esra Bilmez*

ÖZET

Bugünün dünyasında hemen her alanda sınırların giderek ortadan kalkması ve beraberinde yaşanan rekabet, kurumları daha iyi değil en iyi olmaya zorlamaktadır. Gerek iç gerekse dünya pazarlarında yaşanan rekabet her geçen gün daha da sertleşmektedir. Kurumsal değişimi gerekli kılan rekabetin sertleşmesi beraberinde sorunları ve krizleri de getirmektedir. Organizasyonların varlıklarını sürdürebilmesi ya da itibarlarını koruyabilmesi krizin iyi yönetilmesi ile mümkündür.

Bu çalışmanın amacı, kurumsal itibar yönetiminin sürdürülebilirlik açısından önemini irdelemek ve özellikle de kriz döneminde kurumsal itibar yönetiminin şirketlere sağladığı faydaları ortaya koymaktır. 2000’lerin başında Enron ile ayak sesleri duyulan ve son iki yılda başta Amerika Birleşik Devletleri olmak üzere, Türkiye’de de pek çok şirketin sarsılmasına, hatta tarih olmasına yol açan finansal kriz nedeniyle artık şirketler kurumsal itibar yönetimiyle daha yakından ilgilenmeye başlamışlardır. “Değerler yüzyılı” olarak ifade edilen günümüzde, şeffaflık, duyarlılık, dürüstlük gibi kavramların şirketler tarafından oldukça önemsenmeye başlanması ve kriz dönemlerinde de rekabet avantajının sürdürülebilmesi bu çalışmanın temel noktalarıdır.

Anahtar Kelimeler: Kurumsal İtibar Yönetimi, Kriz Yönetimi, Rekabet Avantajı

THE IMPORTANCE OF CORPORATE REPUTATION MANAGEMENT IN TIME OF CRISIS

ABSTRACT

In today’s world, the disappearance of the borders almost in all areas, together with competition, drives the corporations not to be better but to be the best. The competition both in the domestic and global markets increases and becomes harsh by the time passes. Such a competition which necessitates an intuitional change brings about problems and crisis. The survival of the corporations or protection of their reputation depends on effective crisis management.

The aim of this study is to examine the importance of the sustainability of the corporate reputation management and in particular to put forth the benefits of corporate reputation management in a crisis. Due to the Enron scandal at the beginning of the 2000’s and the financial crisis which has led to the bankruptcy of many companies in Turkey and especially in the USA in the last two years, the companies have begun to pay more attention to reputation management. The fundamental points of this study are

* Öğretim Görevlisi Dr., Afyon Kocatepe Üniversitesi, Bayat Meslek Yüksekokulu

Page 182: 2011 yılı 1-2. sayılar

174

the importance of such concepts as transparency, sensitivity, honesty for the companies and the sustainability of the advantage of the competition in a crisis.

Keywords: Corporate Reputation Management, Crisis Management, Competitive Advantage

GİRİŞ

Bugünün dünyasında hemen her alanda sınırların giderek ortadan kalkması ve beraberinde yaşanan rekabet, kurumları daha iyi değil, en iyi olmaya zorlamaktadır. Gerek iç, gerekse dünya pazarlarında yaşanan rekabet her geçen gün daha da sertleşmektedir. Kurumsal değişimi gerekli kılan rekabetin sertleşmesi beraberinde sorunları ve krizleri de getirmektedir. Organizasyonların varlıklarını sürdürebilmesi ya da itibarlarını koruyabilmesi ise krizin iyi yönetilmesi ile mümkündür. (Solmaz, 2009)

Sürekli değişen koşullar karşısında kurumlar ekonomik, sosyal, kültürel ve benzeri pek çok alanda tehditlerle karşılaşırken fırsatları da yakalayabilmektedir. Bu değişim sürecinde organizasyonların bazıları kriz yaşarken, bazıları da faaliyet gösterdikleri alanda satışlarını ya da cirolarını arttırmaktadır.

Dolayısıyla, itibarı koruma çalışmalarının odak noktası kriz yönetimi ile ilişkilidir. Kriz yönetimi alanındaki uzmanların çoğu, sürekliliği olan ve itibar riskini, kriz öncesi olarak nitelendirebilecek bir dönemde yönetebilecek programları önermeye başlamışlardır. (Green, 1996:13)

Özellikle kriz dönemlerinde zedelenen kurum itibarı bir kurumun en büyük ve en önemli değeridir. Kaybedilen itibarı kazanmak kadar mevcut itibarın korunması da işletmeler açısından önemli bir yönetim süreci olarak görülmelidir.

1. İTİBAR, İTİBAR YÖNETİMİ VE KURUMSAL İTİBAR KAVRAMLARI

İtibar, paydaşların şirket hakkındaki genel yargıları olarak tanımlanabilir. Bir başka deyişle, şirketin paydaşlarının beklentilerini karşılayabilme konusunda algının dengesidir. İtibar yönetimi ise, paydaşları tarafından nasıl algılandıkları ve değerlendirildiklerini şekillendirmek için şirketlerin izledikleri sistematik süreçtir. Dönüşümden farklı olarak itibar yönetimi, içeriden başlar dışarıya doğru ilerler. Şirketin niteliklerini dış dünyaya temsil eder. (Wessels, 2003:8)

İtibar, imaj ya da marka ile aynı şey değildir. İtibar şirketin değerlerinin kendisidir. İmajlar şirketin genel algı profillerini tarif ederler ama değerlendirme içermeleri gerekmez. Markalar şirketlerin kendileri ile ilgili

Page 183: 2011 yılı 1-2. sayılar

175

taahhütleri ve ifadelerin tarifidir. Şirketin kontrolü altındadırlar. Bunun tersi olarak itibar ise, paydaşların zihinlerinde bulunur ve doğrudan şirketin kontrolü altında değildir. İtibar yönetimi şirketler için giderek daha da önemli hale gelecektir. (Tanlasa, 2005:31)

Kurumsal itibar ise daha geniş kapsamlıdır. İtibar denilince genellikle marka itibarı akla gelmesine rağmen kurumsal itibar daha geniş kapsamlıdır. Kurumsal itibar, bir firmanın rakipleriyle karşılaştırıldığında ürün ve hizmetlerinin kalitesiyle ilgili hedef grupları bilgilendirmek için iletişim kurmasına hizmet eden firmanın geçmişinin bir aynası olarak görülebilir. Bir firma, fiyatı, ürün kalitesi, yenilikçiliği, yönetim kalitesi gibi her bileşeni için çeşitli ve ayrı ayrı itibar değerlerine sahiptir. (Nguyen ve diğerleri, 2001:228) Kurumsal itibar, müşterilerin, yatırımcıların, çalışanların ve kamuoyunun, iyi ya da kötü, zayıf ya da kuvvetli olarak şirketin yaptığı isme net duygusal tepkilerini ifade eder. (Wessels, 2003:8)

Kurumsal itibar, sirketin defter değeri ile piyasa değeri arasındaki farkın önemli bir bölümünü ifade etmektedir. Marka değeri ya da şerefiye olarak ortaya çıkmakta ve çogu kez bir işletmenin sahip olduğu en değerli varlık olmaktadır. (Green, 1996:2)

İtibar sahibi olmak, bankada paranız olmasına benzer. Sürekli hesabınıza para yatırırsanız , aleyhinize bir suçlama durumunda itibarınız zarar görse de, sonuçta iflas etmezsiniz. Tabii yarattığınız skandal, bankadaki hesabınızdan daha büyük değilse. İtibarınıza yatırım yaparsanız, elde edeceğiniz getiri, iyi eleman, sermaye veya müşteri arayışında olduğunuz zaman faydalanacağınız rekabet avantajı olacaktır. (Carruthers, 2003:18)

1.1. İşletmeler Açısından İtibarın Önemi ve İtibar Bileşenleri

Günümüzün artan rekabet ortamında tüketiciler artık daha bilinçli hale gelmiştir. Tüketiciler işletmeleri sadece ürün ve hizmetleri ile değil toplumda sahip oldukları rol ile bir bütün olarak değerlendirmektedirler. Artık satın alma kararlarında etik, sosyal sorumluluk gibi manevi değerler de etkili olmaya başlamıştır. (Tucker ve Melewar, 2005:377) İşletmeler ise sürdürülebilir rekabet avantajı için gerekli olan bu değerleri iyi bir itibar yönetimi ile kazanmaktadırlar. İşletmelerin kurumsal itibar düzeylerini kontrol altında tutmak için önem vermeleri gereken boyutlar aşağıdaki Şekil 1’de gösterilmektedir. Ürün ve hizmetlerin kalitesi, finansal performans, çalışanların eğitimi, çevresel sorumluluk, sosyal sorumluluk ve liderlik boyutları kurumsal itibarın kazanılmasında ve sürdürülmesinde gerekli olan unsurlardır.

Kurumsal itibar hem işletmelerin sahip olduğu varlık ve kaynakları etkilemekte hem de onlardan etkilenmektedir. Örneğin, kaliteli ürün ve hizmetler, işletmenin büyüklüğü ve finansal ve performansı onun itibarını da olumlu

Page 184: 2011 yılı 1-2. sayılar

176

yönde etkilemektedir. Buna karşın itibarlı şirketlerin finansal performansı daha iyi olmaktadır.

Şekil 1. İtibarın Altı Boyutu

Kaynak: Stewart LEWIS. (2003) Reputation and Corporate Responsibility, Journal of Communication Management, 7 (4) , 362

Bu altı boyut içinde sosyal ve çevresel sorumluluklar özel faktörlerdir. Kurumsal ve çevresel sosyal sorumluluk, firmanın topluma karşı duyarlı olduğunun bir göstergesi olmakla birlikte, firmanın dürüstlüğüne dair bir işaret olarak da algılanmaktadır. Firmanın müşterileri tarafından da desteklenmesini sağlamaktadır.

Tüm bu faktörler ile birlikte kurumsal itibarın işletmelere; sürdürülebilir rekabet avantajının kazanılması, sunulan ürün ve hizmetlere ekstra değer kazandırması, olumlu müşteri tutumları sağlaması, hisse senedi değerleri ve pazar payının arttırılması, medyanın kurum haberlerine daha fazla yer vermesi, çalışanların motive edilmesi, algılanan riskin azaltılarak kişilerin kuruma olan güveninin arttırılması, kriz dönemlerinde hayat kurtarıcı olması gibi faydaları olmaktadır. (Uzunoğlu ve Öksüz, 2008:113)

1.2. Rekabet Avantajı Olarak İtibar Yönetimi

İtibar bir firmanın en değerli varlığıdır. İyi bir kurumsal vatandaş olarak itibar yaratma, bir rekabet avantajı elde etme ve işletme dışından gelecek tehditlerin risklerini azaltmada öncülük edebilir. (Connolly: 2002)

Ürün ve hizmetlerin kalitesi Finansal

Performans

Çalışanların

Eğitimi

Liderlik

Sosyal Sorumluluk Çevresel

Sorumluluk

İTİBAR

Page 185: 2011 yılı 1-2. sayılar

177

Şirketler itibar kazandıkça, marka değerlerini ve dolayısıyla şirket değerlerini yükseltebilmektedirler. Bu nedenle, sürdürülebilir kârlılık için itibarlarına özel önem vermektedirler. İtibar kazanmak için de birçok boyutta tutarlı davranış göstermek gereklidir. Öncelikle, şirketler sundukları ürün ve hizmetlerle farklılık yaratarak ekonomik değer yaratmalıdırlar. Rekabette başarılı olmak, büyümek ve karlı olmak itibar kazanmanın önemli adımlarından birini oluşturmaktadır.

Yapılan araştırmalar, insanların hangi işyerinde çalışacakları, hangi firmadan ürün ya da hizmet alacakları, hangi firmalara yatırım yapacakları gibi kararları üzerinde itibarın güçlü bir etkisinin olduğunu göstermektedir. (Alsop, 2004:22) Fortune dergisinde en itibarlı 10 şirket ve sıralamanın en sonundaki 10 şirket arasında yapılan kıyaslamalara göre, itibarlı şirketler ürünlerini 7 kat daha kolay ve yüksek fiyatla satabilirken, itibarı düşük şirketlere göre 5 kat daha az stok tutuyorlar, iş arayanlar için 4 kez daha sık “iyi işverendir” diye tavsiye ediliyorlar ve 1,5 kez daha kolay affediliyorlar (Odabaşı ve Oyman, 2003:144).

Ancak, sadece büyük ve karlı olmak itibarlı olmak için yeterli değildir. Aynı zamanda başarı kazanırken hukuk ve toplumsal beklentileri oluşturan etik kurallarına da uymak gerekmektedir. Bunların yanısıra şirketlerin kurumsal sosyal sorumluluk kavramı kapsamında bilgi ve diğer kaynaklarını toplumsal sorunların çözümü için gönüllü olarak harekete geçirmeleri de toplumda itibar kazanmalarına yardımcı olacaktır. İtibar kazanmak için şirketlerin sadece ürün ve hizmetlerini değil, kurumun kendisini de tanıtmak için iletişime önem vermeleri gerekmektedir (Argüden, 2003) .

Şekil 2: Kurumsal Rekabet Avantajının Yaratılma Süreci

Kaynak: Edmund R. GRAY, John M. BALMER, Managing Corporate Image and Corporate Reputation, Long Range Planning, Vol. 31, No.5, 1998, s.696

Kurumsal iletişim çeşitli kaynaklardan aldıkları mesajları medya yoluyla izleyicilere ve paydaşlara ulaştırarak belli bir kamuoyu yaratır ve kurumsal itibar şirketin dışarıdaki gözleridir. Şekil 2’de de görüldüğü gibi kurumsal

Kurumsal Kimlik

Kurumsal İletişim

Kurumsal İmaj ve Kurumsal İtibar

Rekabet Avantajı

Geribildirim

Geribildirim

Page 186: 2011 yılı 1-2. sayılar

178

iletişim, kurumsal imaj ve itibarı yaratarak kurumsal kimlik oluşturur ve şirkete rekabetçi bir avantaj sağlayabilir (Gray ve diğerleri, 1998:696).

Vestel CEO’su Ömer Yüngül, “Krizde başarının anahtarı kesintisiz iletişim ve yenilikçiliktir. Bu düşünceden hareketle, kriz döneminde kurumsal itibarımızı korumak için iletişime yatırım yaptık” diyerek konunun önemine vurgu yapmaktadır. Yüngül, pazarlama bütçelerinin yüzde 50’sinden fazlasını imaj kampanyalarına ayırdıklarını ve sektör çapında, imaj kampanyalarına en çok bütçe ayıran şirket olduklarını da belirtmektedir. Unilever iseTürkiye’de 2009’da Türkiye’nin en büyük reklam vereni olmuştur. Şirketin CEO’su İzzet Karaca, kurumsal itibar anlamında başarıyı getiren en önemli faktörün iletişimde süreklilik olduğunu ifade etmekte “Kriz dönemlerinde genellikle ilk vazgeçilenlerden biri olan medya ve reklam yatırımlarını, bu yıl da tam hız devam ettirdik. Krize uygun daha ekonomik ürünler çıkartmaya önem verdik. Raflardaki ürün çeşidimizin, herkese ve her keseye hitap etmesine yönelik pazarlama ve satış stratejileri geliştirdik. Reklam ve marka yatırımlarında bütçemizi de rakiplere göre çok daha yüksek tuttuk” diyerek başarının anahtarını göstermektedir (Aydın, 2009).

Aslında itibar yönetiminin bir rekabet avantajı olarak konumlandırılması, sosyal ortaklarla olan ilişkilerin metodolojik ve stratejik bir biçimde ele almasından geçmektedir. İtibar yönetimi, bilgi altyapısını kurumsal yönetişim ve sürdürülebilir kalkınma kavramlarının üst yönetimlerce yorumlanması ve karar verilen uygulamalarının geliştirilmesi ile sağlamaktadır. Kurumsal yönetişim ve sürdürülebilir kalkınma süreçlerinin sağladığı bilgi altyapısının rekabet gücü ve iletişimin etkili ve stratejik kullanımı itibar yönetiminin rekabetçi bir avantaj olmasını sağlamaktadır. Bunun tam tersi durumlarda ise kurumlar rekabet güçlerini yitirmekte, çalışanlarına, müşterilerine ve yatırımcıları başta olmak üzere tüm sosyal ortaklarına ürettikleri değerler gittikçe azalmaktadır (Kadıbeşegil, 2009).

1.3. Güçlü Kurumsal İtibar İçin Stratejiler

Kurumsal itibar, çalışanlarının ve diğerlerinin onun hakkında söylediklerinden, nasıl davrandıklarından ve güvenilir stratejilerden, her şeyden meydana gelir. Kurumsal liderler arzu edilen imaj ve itibarın devamı için aşağıda tartışılan güçlü kurumsal itibar stratejilerini geliştirmek zorundadır : (Nakra, 2001:411-412)

1.3.1. Ekolojiyle Bağdaşabilir Ürün-Pazar Stratejileri

Maliyetlerde, farklılaşmada veya pazarda yer edinme stratejisinde güçlendirilmiş değişkenlerin birleştirilmesini içerir. Güçlendirilmiş bu değişkenler kullanıma hazır gelişme, ilişki sunumu, çalışan-tüketici eğitimi ve toplum-nüfus etkisini içerir. Avrupa’daki lider kurumlar, Avrupa’da yapılan tescilli ürünler üzerinde eko etiket kullanımına başladılar ve bu strateji

Page 187: 2011 yılı 1-2. sayılar

179

dünyanın diğer bölümlerinde tescilli eko etiket olmaksızın pazarlanan rakip ürünlere karşı rekabet avantajı sağlamaktadır. Çevreye önem veren ve ürünlerini buna göre tasarlayan işletmeler her zaman için tüketicinin gözünde daha iyi bir konumda olmuşlardır.

1.3.2. Güvenilirlik ve Sorumlulukla Kurumsal İtibar Yönetimi

Başarılı global liderler, kalite, hizmet ve yeniliğin kesinleşmesinde tüketiciler arasında güvenilirlik için itibar elde ederler. Onlar, organizasyonel, sosyal ve doğa değerlerini ihtiyatla koruyarak seçmenler ve topluluklar arasında sorumlulukları için itibar kazanırlar. İşletmeler, tüketicilere karşı olduğu kadar çalışanlarına karşı da sorumluluklarını yerine getirmelidirler. Ayrıca kurumsal yönetim gereği olarak işletmeler, şeffaf, adil, hesap verebilir ve sorumlu olmalı ve çalışanlarını da bu yönde eğitmelidirler. Bunu başardıkları takdirde; işletmeler kriz dönemlerinde dahi itibarlarını koruyabilirler.

1.3.3. Pazarlama İletişimiyle İtibar

Kurumsal itibar, reklam, promosyon, doğrudan pazarlama, kişisel satış, ticari ilişkiler ve halkla ilişkiler gibi pazarda ele alınan niyetli ve niyetsiz olarak yapılan bütün iş faaliyetleri ve iletişimden meydana gelir. Bu nedenle konumlandırma çalışmaları da iyi bir itibarın yaratılmasında önemli rol almaktadır. Sonuçta, insan zihninde önemli bir yer edinen markalar değerli ve itibarlı olarak algılanıyor. Reklam ve promosyon çalışmalarının yanısıra sıkça karşılaştığımız sponsorluk aktiviteleri de bu amaca hizmet etmektedir.

1.3.4. Yönetim Uygulamaları ve Politikalarıyla Kurumsal İletişim Yönetimi

Global strateji liderleri örnek yönetim uygulamalarıyla çalışanlar arasındaki güvenilirlik-çalışanların elde tutulması ve yetkilendirilmesi ve gururu paylaşmayı öğrenmek için itibar elde etmek zorundadırlar. İyi bir kurumsal itibar, yönetim kurulu üyelerinden ve kilit yetkililerden başlar. İtibar, şirketin sıkı çalışması ve geniş anlamda bilgi paylaşımıyla paydaşlarının dürüst kazançları, politikaları ve uygulamaları, sağlam standartları uyguladığı ve geliştirdiği şekilde kurulur. Günümüzün paydaşları, bütün faaliyetleri için şirketleri sorumlu tutmaktadır. Bu doğrultuda, kurumsal itibarın kazanılması ve devam ettirilmesi büyük ölçüde kurumsal yönetim ilkelerinin iyi bir şekilde uygulanabilmesine bağlıdır.

1.4. İtibar Yönetiminde Sorumluluk Kimde Olmalı?

Kimilerine göre itibar yönetimi CEO’ların işi, kimilerine göre ise bu iş iletişimcilerin yani iletişim departmanının işidir. Bu bazen başkan yardımcılığı ve altındaki bir ekip olabilir, bazen de kurumsal iletişim departmanı olabilir. Gerçekte ise firmadaki herkes bundan sorumludur.

Page 188: 2011 yılı 1-2. sayılar

180

Copenhagen Business School’dan Prof. Majken Schultz da itibarı korumanın ve desteklemenin tek bir birimin işi olduğunun düşünülmesinin riski artıran bir faktör olduğunu savunarak, “İtibar tüm kurum çalışanları tarafından yaratılır, PR firması tarafından değil. PR şirketleri itibar yönetiminde yardımcı bir boyutu oluşturabilirler sadece” demektedir. Ancak Schultz CEO’nun önemini de vurguluyor ve CEO’nun kurumun itibarından ilk başta sorumlu olan kişi olduğunu söylüyor. PRWeek/Burson-Marsteller’ın CEO’lar üzerinde yaptığı son araştırmalar, CEO’ların büyük çoğunluğunun (%69), kurum itibarını yönetme görevini şirket içindeki halkla ilişkiler birimine vermeye başladıklarını ortaya koyuyor. Bir halkla ilişkiler birimi olmayan şirketler ise bu görevi PR firmalarına outsource ediyorlar. 2004 yılında yine Burson-Marsteller’ın yaptığı Fortune 1000 yöneticiler araştırmasında ise şirketin zedelenen itibarını onarma sorumluluğunun kimin olduğu sorulduğunda, %68’inin CEO’nun omuzlarında geri kalan %32’sinin ise yönetim kurulunun sorumluluğunda olduğu ortaya çıkmıştır. (Tanlasa, 2005:34)

Türkiye’de En Beğenilen Şirketler listesinde yer alan firmalara bakıldığında, sorumluluğun genel olarak Kurumsal İletişim Birimleri tarafından üstlenildiği görülmektedir. Arçelik, Unilever, Coca-Cola ve Turkcell itibar yönetimini Kurumsal İletişim Bölümleri’nin üstlendiğini belirtmektedirler (Sezen, 2005).

2. KRİZDE İTİBAR NASIL YÖNETİLİR?

2001 finansal krizi iyi bir itibar üzerinde ne kadar büyük bir finansal değer olduğunu ve şirketin güvenilirliğinin ve adının lekelenmesi durumunda değerin ne kadar çabuk kaybedildiğini ortaya koymuştur. Enron, Global Crossings, Tyco International gibi şirketler hatta Arthur Andersen gibi dev bir firma üst düzey yöneticilerinin finansal raporları yanlış yönettiklerinin ortaya çıkması üzerine yıkılma aşamasına geldiler. Fransa’dan Vivendi, Hollandalı gıda devi Royal Ahold, İtalya’dan Parmalat ve Shell Group gibi diğer uluslar arası şirketler de benzer sorunlarla karşılaştılar. Eğer itibarları aktif olarak ölçülseydi, yönetilseydi ve değerlendirilseydi bunlar olmayacaktı (Tanlasa, 2005:31).

1982 yılında Şikago'da Tylenol ürününe siyanür karıştığı için yedi kişi ölmüştü. Bu aşamada Johnson&Johnson ne yaptı? Büyük bir hızla tüm ürünleri piyasadan çekti ve bunun sonucu olarak da bugün hâlâ Johnson&Johnson diye bir marka vardır, bugün de hâlâ kurumsal itibar sıralamalarında üstlerde yer almaktadır. O ürünleri toplamak zarar etmek demekti, ama işte itibar, o esnada edilen zarardan daha fazla para etmektedir. En azından şirketi batmaktan kurtarıyor ve markanın yaşamasını sağlıyor. Bu da az şey değildir. Yeni Rakı (Mey İçki) da milyonlarca YTL'lik (30 milyon dolar civarında) zararı göze alıp, piyasadaki tüm 70'lik rakılarını toplamıştır, bunun sonucunda da kâr hanesinden çok sayıda sıfır attığı ortadadır. Ama itibarından sıfır atmamıştır (Akyol, 2005).

Page 189: 2011 yılı 1-2. sayılar

181

Kadıbeşegil’in de dediği gibi, “Kriz ortamları, normal dönemlerde kurum itibarına yatırım yapan şirketlerin, bu yatırımlarının meyvelerini topladıkları ortamlardır. Çünkü, toplumun geniş kesimlerinden kurum itibarını etkileyen konularda göstermiş oldukları performans nedeniyle avans almışlardır. Bu avansı, kriz döneminde tutarlı ve toplumun duyarlılıklarına paralel kararlarla yönetme becerisine sahip şirketler kriz sonrasında doğal olarak ciddi bir rekabet avantajı kazanacaklardır. Panik halinde yıllarca yatırım yaptıkları çalışanları ani bir kararla kapının önüne koyan yöneticiler, kriz sonrasında bunun hesabını veremeyebilirler ve giden itibarı uzun yıllar geri getiremeyebilirler (Kadıbeşegil, 2009). Bunun örnekleri son yaşanan krizde de görüldü. Krizi fırsat bilip çoğu çalışanını kapı önüne koyan çok işletme oldu. Çünkü kriz dönemlerinde işletmeler uzun dönemli düşünmekten çok yanlış bir şekilde kısa dönemli maliyetlere odaklanmaktadırlar.

İtibarın en önemli yapı taşlarından biri nitelikli insan kaynağı yaratmak, geliştirmek ve onu her zaman en önemli bir sermaye olarak görmek olarak ifade edilmektedir. Türkiye’nin en beğenilen şirketleri de daralan pazar koşullarına ve azalan iş hacimlerine rağmen insan kaynaklarını korumaya gayret etmektedirler. Krizde çalışanlarına değer verdiğini gösteren en özel projelerden birini en beğenilen üçüncü şirket olan Koç Holding gerçekleştirdi. Arçelik-LG, Türk Traktör ve Ford Otosan’ın dahil olduğu projede, çalışanların gönüllü olduğu bir programla istihdam fazlası olan şirketlerdeki çalışanlar bir süreliğine istihdam ihtiyacı olan grup şirketlerinde görev aldı. Bu uygulama ile çalışanların iş ve gelir kaybı önlendi. Bu kapsamda toplam 506 çalışan geçici süreyle Koç Holding’in farklı şirketlerinde görev almıştır. Borusan Holding CEO’su Agah Uğur da Borusan Akademi geliştirme programlarına ara vermediklerini belirtmektedir. Uğur, insan kaynakları eğitim ve gelişim bütçelerinin 2009 yılında 1 milyon 209 bin dolar olarak gerçekleşeceğini söylerken 2010 yılında da Borusan Akademi’ye 1 milyon 965 bin dolarlık bir bütçe ayırdıklarını ifade ediyor. Toyota Genel Müdürü Tamer Ünlü, kriz döneminde büyük işçi çıkarımları yapan otomotiv sektörünün aksine kendilerinin hiç eleman çıkarmadıklarını dile getiriyor. (Aydın, 2009)

Krizler, kurum itibarının adeta bir ‘er’ meydanıdır ve burada temel öncelik ‘güven inşa’ etmektir. Çalışanları, tedarikçileri, müşterileri ve hissedarları/yatırımcıları başta olmak üzere şirketler tüm paydaşları karşısında kriz ortamını kısa vadeli değil, uzun vadeli stratejilerle yönetmeleri halinde başarılı olabileceklerdir (Kadıbeşegil, 2009).

Kriz yaşayan ya da kriz atlatan şirketler itibarın yılda bir kere ölçülen algılamayla bir ilişkisi olmadığını kavramışlardır. Bu sürekli bir süreçtir ve 24 saat aktif bir şekilde yönetilmesi gerekmektedir. Ayrıca şirketler şunu da çok iyi öğrendiler ki, halk güçlü bir itibarı olan şirketleri krizlerde daha kolay bağışlama eğilimindedir. Buna itibar sermayesi denilmektedir ve şirketler de bunun yatırıma değer bir alan olduğuna inanmaktadırlar. (Alsop, 2004).

Page 190: 2011 yılı 1-2. sayılar

182

Alsop, kriz dönemlerinde itibar yönetiminin nasıl yapılması gerektiği konusunda şirketlere 10 temel tavsiyede bulunmaktadır: (http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/haber.aspx?id=279311&p=2, 7Aralık 2004).

1. İşi baştan sıkı tutun. Krizlerin ilk birkaç günü nasıl davrandığınız çok kritik önem taşır. Bu sırada doğru bir tutum ve politika izleyebilirseniz, itibarınızın mümkün olduğunca az hasar ile bu işten sıyrılmasını sağlayabilirsiniz.

2. Şeffaf olmalısınız. Bir skandal ile karşılaştığınızda asla kamudan bilgi saklamaya kalkışmayın. Sessizliğe de bürünmeyin. Sessiz kalırsanız hakkınızda şüpheler oluşmasına yol açarsınız. Kriz dönemlerinde hemen uygulamaya alabileceğiniz iyi bir iletişim planınız olsun. Hatanızı kabullenin.

3. İnternetten faydalanın. Web sitenizde veya kriz için özel olarak açacağınız sitede kriz ile ilgili gelişmeleri yayınlayın. Bu bilgileri şirket içindeki ve dışındaki paydaşlarınızla paylaşın. Sizin kontrolünüz dışındaki chat odalarında ve e-posta gruplarında hakkınızda neler konuşulduğunu takip edin.

4. Panik havası yaratmayın. Krizler ve skandallar aniden gelişen olaylardır ama siz asla şirkette paniğe kapılmamalısınız. Kimi durumlarda tüm gerçeklere ve bilgilere sahip olduktan sonra açıklama yapacağınızı söylemek en iyisidir.

5. Özür dilemesini bilin. Kibirli olmayın ve hemen savunmaya geçmeyin. Gerektiğinde özür dilemeyi bilin. Özür dilemek kurumsal itibarı korumak açısından olumlu bir tutumdur. Avukatlarınız özür dilemenizi tavsiye etmeyebilir. Ancak toplumun güvenini tekrar kazanmanın maliyeti hukuki masraflardan daha yüksek olabilir, bu noktayı da göz önüne alın. Örneğin, Toyota geçtiğimiz aylarda hatalı olan araçları hemen toplatmıştır. Buna karşılık Audi şirketinin araçlarında açıklanamayan hızlanmayı reddetmesinin itibarı üzerinde bıraktığı yıkıcı etkinin telafi edilmesi neredeyse on yıl almıştır. (Cravens ve Oliver 2006: 295).

6. İsim değişikliği konusunu iyi düşünün. Şirketin adını değiştirmek her derde deva bir çözüm değildir. İsim değişikliği yapmak son çaredir. Bu konuda aceleci davranmayın. İsminizin itibarından ve geçmiş başarılarınızın size sağladığı kredilerden faydalanın.

7. Zamanlamayı iyi ayarlayın. İsim değiştirecekseniz ne zaman değiştireceğiniz büyük önem taşıyor. Worldcom ismini MCI olarak değiştirmek konusunda çok erken davrandı. Şirket ile ilgili yasal ve finansal sorunların yankıları uzun süre devam etti. Şirketi boykot eden www.boycottworldcom sitesi www.boycottmci.com’a yönlendirildi ve “kendinden kaçamazsın” sloganıyla uzun süre eleştirilmiştir.

8. Kriz sonrası iletişimi ihmal etmeyin. Yaşanan kriz atlatıldıktan sonra tekrar kurumsal imaj ve reklam kampanyalarına başlayabilirsiniz. Ancak tüm

Page 191: 2011 yılı 1-2. sayılar

183

olumsuzlukları arkanızda bıraktığınıza emin olun. Bir boykot veya olumsuz bir manşet ile aynı zamanda yapılan kampanyaların etkisi azalır.

9. İtibarınızı ölçün. Kurumsal itibar politikanızı ve hareket planınızı hayata geçirirken analistlerin, gazetecilerin, müşterilerin ve diğer üçüncü kişilerin gözündeki kurumsal itibarınızı sürekli ölçün. Kriz sonrası bir olumlu gelişme saptarsanız yeni bir imaj kampanyasına başlamak için uygun zaman demektir.

10. Krizi atlatmak ne kadar sürüyor? İletişim danışmanlığı yapan Burson Marsteller şirketinin araştırmasına göre, iş ve ekonomi dünyasının önde gelen insanları krizleri atlatmanın ortalama 4 yıl sürdüğünü düşünüyor. Eğer itibarlı bir şirketseniz kendinizi daha çabuk toparlayabilirsiniz. Audi’nin 5000 serisi hakkındaki hata raporları nedeniyle oluşan satış düşüşü durdurabilmesi neredeyse 10 yıl sürmüştür.

2.1. Sosyal Sorumluluk ve Kurumsal İtibar

Kurumsal sosyal sorumluluğun itibar yaratmada önemli bir rolü vardır. Kurumsal Sosyal Sorumluluk, firmanın topluma karşı duyarlı olduğunun bir göstergesi olmakla birlikte, firmanın dürüstlüğüne dair bir işaret olarak da algılanmaktadır. Kurumsal Sosyal Sorumluluk, birçok alandaki gelişmelerde de görülmektedir (Middlemiss, 2003:354,355).

• Kurumsal İmaj/itibar: Şirket Sosyal Sorumluluğu şirketin müşteri tabanı tarafından talep edilen kurumsal imaj ve itibar geliştirme ve korumada önemlidir.

• İtibari Riski Yönetmek:. Kurumsal sosyal sorumluluk kurumsal itibarı geliştirmede önemli bir role sahipken, itibarın devam etmesinde de çok önemlidir. Bir şeyler yanlış gitmeye başladığında kurumsal sosyal sorumluluk firma için bir kalkan görevi görebilir. Örneğin kriz dönemlerinde ya da şirket itibarını olumsuz etkileyebilecek tehditler oluştuğunda, kurumsal sosyal sorumluğa sahip işletmelerin bunu daha kolay aşabildiği söylenebilir. Çünkü işletme hata bile yapsa, kurumsal sosyal sorumluluğa katkısı dolayısıyla paydaşların gözünde tekrar güven kazanması kolaylaşacaktır.

• Çalışanlarla ilişkiler: Kurumsal sosyal sorumluluk eylemleri ile firmalar için yüksek kapasiteli ve yetenekli işgücünü işe alma, işgücünün motivasyonu ve verimlilik arasında bir bağlantı vardır.

• Tedarik Zinciri: Tüketicilerin beklentileri çok hızlı bir şekilde tüketim malları üreten örgütlere de yansımaktadır. Bu yansıma ihtiyaçları karşılamak için ortaklar ve tedarik zinciri boyunca bir standart oluşturulmasını sağlamaktadır. BOC firmasının halkla ilişkiler yöneticisi Peter Gavigan, “daha geniş bakış açısıyla kurumsal sosyal sorumluluk bizi daha fazla müşteri yönlü düşünmeye sevkediyor. Belli

Page 192: 2011 yılı 1-2. sayılar

184

bir şeyi yapmak için ortaklarımızla bizi işbirliği içine sokuyor” diyerek kurumsal sosyal sorumluluğun tedarik zinciri üzerindeki etkilerini de vurgulamaktadır.

• Sürdürülebilirlik: Günümüzde toplumda oluşan eylemlere karşı farkındalığın artması nedeniyle işletmeler gelecekteki eylemleri için bir pazar ve fırsat yaratabilmek için kendilerini garanti altına almaya çabalarlar. Örneğin, 11 Eylül saldırısı sonrasında işletmeler, daha dengeli bir sosyal çevre, daha başarılı bir gelecek için sürekli bir istikrar yakalama çabası içine girmişlerdir.

Kurumsal Sosyal Sorumluluk, firmanın topluma karşı duyarlı olduğunun bir göstergesi olmakla birlikte, firmanın dürüstlüğüne dair bir işaret olarak da algılanmaktadır. Firmanın müşterileri tarafından desteklenmesini sağlamaktadır. Kurumsal Sosyal Sorumluluk ülkeden ülkeye değişen bir kavram olmakla birlikte, zaman içinde de değişik şekillerde algılanmıştır. İlk ortaya çıkışı 1950’lerde olmakla beraber o zamanlar iş dünyasının topluma borcu olarak yorumlanmıştır. 60’larda daha gönüllü bir hareket haline gelirken, 70’lerde ve 80’lerde toplumla ilişkiler firmalarda kurumsal anlamda kabul görmeye başlamıştır. 90’larda yönetim ile ilgili pek çok konuyla karıştırılmışsa da 2000’lerde hak ettiği netliği kazanmaya başlamıştır. Tüketiciden medyaya kadar her katılımcı ve ortak itibarı, artan bir güçle yönlendirir. Ayrıca, Kurumsal Sosyal Sorumluluk firmaları global yatırımlarda oluşacak tehditlere karşı korur (Lewis, 2003:362).

Sosyal sorumluluğa ve kurumsal yönetim ilkelerine önem veren ve faaliyetlerini bu ilkeler ışığında yürüten işletmelerin itibari değerlerini yükseltmeleri ve bunu sürdürmeleri kolaylaşmaktadır. Dolayısıyla işletmeler sürdürülebilir verimlilik ve sürdürülebilir karlılık elde etmektedirler.

2.2. Türkiye’nin En İtibarlı Şirketleri ve Krizle Başa Çıkma Yöntemleri

Daha ucuz fiyat vermek, daha kaliteli olmak, daha yaygın pazarda bulunmak artık rekabette bir işe yaramıyor. Müşterinin ne kadar önemli olduğunun kavranmaya başlaması ve günümüzde çoğu işletmenin müşteriyi odak noktasına yerleştirmesiyle beraber hem rekabet anlayışı değişti hem de bu değişime paralel olarak iş yapma ve işi yönetme anlayışı da değişti. (Kadıbeşegil, 2009:197)

Günümüz rekabet ortamında iş dünyası, ürün ve hizmetler ile rekabet etmenin ötesinde kurum itibarı ve “elle tutulamayan varlıkları” ile de rekabet etmektedir. Bu noktanın gündemdeki yerini alması ve hızla yükselen değerler arasında olmasının bağlandığı nokta ise “defter değeri” ile “pazar değeri” arasında oluşan farktır. Bir firmanın piyasa değeri firmanın gelecekteki potansiyelinin değerlendirilmesine dayanır. Bu da kurumsal itibarı güçlendirmenin, gerçekte

Page 193: 2011 yılı 1-2. sayılar

185

firma için değer yaratmak anlamına geldiğini göstermektedir. (Kadıbeşegil, 2009:179)

Tablo 1: Türkiye’nin En Beğenilen İlk 20 Şirketi

Kaynak: Özlem AYDIN, Zor Dönemlerde Beğenilme Formülleri, Capital Dergisi. (Aralık 2009)

2008 yılında zorluklar yaşayan Wall Street ve geçtiğimiz aylarda Toyota’nın başına gelenler "itibar" kavramının yeniden masaya yatırılmasına neden oldu. Çünkü o güne kadar, sektörlerinde oldukça itibarlı olan bu gibi şirketlerin de hata yapabilecekleri veya zorluklarla karşılacabilecekleri ortaya çıktı. Bu dönemlerde önemli olan yaşanılan krizi iyi yönetebilmektir. Bunun için işletmeler değişik stratejiler uygulamaktadır. Kimisi iletişime önem vermekte, kimisi paydaşlarıyla güçbirliği yapmakta, kimisi ise sosyal sorumluluk projelerine ağırlık vermektedir.

Bir işletmenin sahip olduğu itibarını yitirmesi, o işletmenin ekonomik olarak değer kaybetmesinden çok daha fazlasını ifade etmektedir. Kaybedilen ekonomik değer tekrar kazanılabilir fakat zedelenen itibarın yeniden kazanılması uzun süreç alabilir. Bu gibi durumlarda üst yönetimin tutumu oldukça önemlidir. Tüm süreçlerin gözden geçirilerek hızlı ve doğru çözüm yolları üretilmelidir. Ayrıca piyasadaki mevcut kritik faktörlerin kurum itibarı ve markası açısından yaratacağı zarar önceden kolayca farkedilmeyebilir. Bu amaçla da yöneticilerin, sosyal sorumluluk, kurumsal iletişim, sosyal ve

Page 194: 2011 yılı 1-2. sayılar

186

ekonomik değişimler gibi konularda iyi eğitilmeleri ve geliştirilmeleri gerekmektedir.

Türkiye’nin en beğenilen şirketleri sıralamasında ilk sıralarda yer alan işletmelerin de genellikle kurumsal iletişim açısından başarlı oldukları ve paydaşlarıyla olan iletişime önem verdikleri görülmektedir. Turkcell buna örnek olarak gösterilebilir. İlk sıralarda yer alan bir başka örnek Sabancı Holding ise sosyal sorumluluk projelerine yaptığı katkılarla öne çıkmaktadır.

SONUÇ

Küreselleşmeyle birlikte ortaya çıkan yoğun rekabet ortamında başarılı olmak için işletmelere güçlü bir itibar yaratılması gerekmektedir. Günümüzde rekabette bir adım daha önde olabilmek için işletmelerin güçlü bir itibara sahip olması ve bunu koruması oldukça önemlidir. Bir başka ifadeyle; işletmeye finansal açıdan, pazar açısından ve insan kaynakları açısından büyük değer kattığı görülen itibarın; yaratılması kadar korunması ve yönetilmesi de artık bir zorunluluktur.

İyi bir itibara sahip olmak kısa dönemli kara odaklanmak yerine uzun dönemli düşünmeyi gerektirir. Bir şirketin kurumsal itibarının iyi olması o şirketin krizleri daha kolay atlatabilmesinde oldukça faydalı olmaktadır. Ancak bu dönemlerde de kısa dönemli düşünmek yerine uzun dönemli düşünerek, paydaşlarla ve halkla sürekli iletişim içinde olunmalıdır.

İşletmelerin stratejileri uzun dönemli başarı ve sürdürülebilir rekabete yönelik olmalıdır. Bu durum kurumsal itibarın korunması için de gereklidir. Özellikle kriz dönemlerinde, iyi bir isim, kurumlar açısından önemli bir servet olabilmektedir. İtibarlı şirketler bu gibi dönemleri daha kolay atlatırken, itibardan yoksun şirketler büyük satış kayıplarına uğrayabilmektedir. Olaylar ya da krizler meydana geldiğinde önemli olan krizin nasıl yönetileceğini bilmektir. İtibar, organizasyonun kriz yönetim planının diğer bir parçası olmalıdır.

Kurumlar, çalışanları ve hedef kitleleri ile her zaman için iyi bir iletişim akışı içinde olmalı, bilgi ve talimatlar yerinde ve zamanında iletilmelidir. Tedarikçi ve bayilerle olan iletişim kriz dönemlerinde daha da arttırılmalı ve sorunlar birlikte çözülmeye çalışılmalıdır. Ayrıca kurumların sosyal sorumluluk projelerine önem vermeleri de iyi bir itibar oluşturmada önemli faktörlerden biridir. Kurumlar kriz dönemlerinde de bu tip projeleri sürdürmeye devam etmelidirler. Çünkü yapılan araştırmalarda halkın sosyal sorumluluğa önem veren kurumlara daha çok güvendiği ve onların mal ve hizmetlerini daha çok tükettiği ortaya konulmuştur.

Page 195: 2011 yılı 1-2. sayılar

187

Sonuçta bir şirketin, kriz döneminde finansal kayıpları çok olsa da güçlü bir itibarı varsa yeniden yapılanma sürecinde çok çabuk toparlanacak ve ayakta kalabilecektir.

KAYNAKÇA

AKYOL T. (18.03.2005). İtibarınızdan Kaç Sıfır Atabilirsiniz?. Milliyet Cumartesi eki.

ALSOP R. J. (2004). Corporate Reputation, Anything but superficial- the deep but fragile nature of corporate reputation. Jouranl of Business Strategy. 25(6)

ARGÜDEN Y. (25.07.2003). İtibar Yönetimi. Dünya Gazetesi.

AYDIN Ö. (2009). Zor Dönemlerde Beğenilme Formülleri. Capital Dergisi. (Aralık)

CARRUTHERS S. (2003). İtibar Yönetimi Emanet Edilemez. Sabah Business (Eylül)

CONNOLLY M. (2002) Reputation Management – A social environmental perspective, Corporate Communication Institute Symposium. (May). http://www.corporatecomm.org/pdf/2002Connolly.pdf adresinden alınmıştır

CRAVENS K S ve OLİVER E. G. (2006) Employees: The Key Link To Corporate Reputation Management, Business Horizons, 49 (4), 293-302.

GRAY E. R., BALMER J. M. (1998). Managing Corporate Image and Corporate Reputation, Long Range Planning, 31(5)

GREEN, P. S. (1996). Şirket Ününü Korumanın Yolları. İstanbul: Milliyet Yayınları

KADIBEŞEGİL, S. (2009). İş Dünyasında Kimler Ayakta Kalacak? http://www.orsa.com.tr/cgi-bin/asp/content.asp?type=normal&lang=TR& id=197 adresinden alınmıştır

KADIBEŞEGİL, S. (2009). Sürdürülebilir Rekabet. http://www.orsa.com.tr/cgi-bin/asp/content.asp?type=normal&lang=TR&id=179 adresinden alınmıştır.

LEWIS S. (2003) Reputation and Corporate Responsibility. Journal of Communication Management. 7(4)

MIDDLEMISS N. (2003). Authentic not cosmetic: CSR as brand enhancement, Brand Management. 10(4)

NAKRA Prema, “Kurumsal itibar Yönetimi: ‘KİY’ Stratejik Bir Dönüşüm mü?”, Kurgu Dergisi, S:18, 2001

Page 196: 2011 yılı 1-2. sayılar

188

NGUYEN N., LEBLANC G. (2001). Corporate Image and Corporate Reputation in Customers’ Retention Decisions in Services, Journal of Retailing and Consumer Services. V:8

ODABAŞI Y., Oyman M. (2001) Pazarlama İletişimi Yönetimi. İstanbul: Kapital Medya A.Ş.

OKTAR S. (2003) Değeri Olan Herşey Ölçülür. Sabah Business. (Ekim)

ÖNCEL Ş. (2003). En Gözde Yatırım. Capital Dergisi. (Ocak)

SEZEN A. (17.03.2005) .Kurumsal İtibar, www.insankaynaklari.com, adresinden alınmıştır

TANLASA B. T. (2005). Yükselen Değer: Kurumsal İtibar. Marketing Türkiye. (Mart)

TUCKER L. , MELEWAR T. C. (2005) Corporate Reputation and Crisis Management: The Threat and Manageability of Anti-Corporatism. Corporate Reputation Rewiev. 7(4), 377-387

URAL E.G. (1999). Değer Yaratan Bir Halkla İlişkiler Çalışması Olarak İtibar Yönetimi. İstanbul Ticaret Üniversitesi Dergisi, 83-93

UZUNOĞLU E., ÖKSÜZ B. (2008).Kurumsal İtibar Riski Yönetimi: Halkla İlişkilerin Rolü. Selçuk Üniversitesi İletişim Fakültesi Akademik Dergisi. 2008/7, 111-123

WESSELS C. (2003). İtibar Mabedinde Bumerang İbadeti. Sabah Business (Aralık)

(18.11.2008). Krizde İtibar Yönetimi. www.tumgazeteler.com/?a=4352198- adresinden alınmıştır

(1.12.2005) Kaybedilen İtibar Kaç Yılda Kazanılır?. www.capital.com.tr/haber.aspx?HBR_KOD=3235 adresinden alınmıştır.

(2004). Measuring Corporate Reputation. http://www.instituteforpr.org /research/reputation_and_trust/ adresinden alınmıştır.

(7.12.2004). Türkiye’nin en beğenilen şirketleri. hurarsiv.hurriyet.com.tr/ goster/haber.aspx?viewid=507026 adresinden alınmıştır.

Page 197: 2011 yılı 1-2. sayılar

189

KÜRESEL REKABET ORTAMINDA ELEKTRONİK TİCARETİN MUHASEBE BİLGİ SİSTEMİ AÇISINDAN

DEĞERLENDİRİLMESİ Baki YILMAZ*

ÖZET

Günümüzün küresel rekabet ortamında faaliyet gösteren işletmeler arasında rekabetin giderek artması isletmelerde bilgi teknolojilerinin hızlı ve sürekli gelişmesine neden olmuştur. Bilgi teknolojilerindeki hızlı ve sürekli gelişmelerin sonucunda ortaya çıkan ve rekabetin en dinamik yönlerinden biri olan elektronik ticaret (e-ticaret); hem kuruluşları hem de bireyleri ilgilendiren, ticari etkinliklere ait her türlü işlemlerin elektronik ortam üzerinden yapılmasını sağlayarak, işletmeler arasında rekabetin, esnekliğin, kalitenin ve hızın yükselmesi sürecini başlatmıştır.

E-Ticaret, işletme süreçleri ve işlemlerinde değişiklikler meydana getirir ve bu değişiklik işletme varlıklarını ve kaynaklarını etkiler, gelirlere ve giderlere neden olur ve finansal tablolarda açıklanması gereken olay ve işlemleri ön plana çıkarır. Bu nedenle e-ticaret, işletmelerde süreç ve işlemleri etkileyen yönüyle muhasebe bilgi sisteminin bir parçası olarak ön plana çıkmaktadır.

Anahtar Kelimeler: Küresel Rekabet: Elektronik Ticaret: Muhasebe Bilgi Sistemi

EVALUATION OF ELECTRONIC COMMERCE IN TERMS OF ACCOUNTING INFORMATION SYSTEM IN GLOBAL

COMPETITIVE ENVIRONMENT

ABSTRACT

Ever-increasing competition between companies carrying on activities in today’s global competitive environment medium has caused fast and permanent development of information technologies in companies. Electronic commerce (e-commerce), which has appeared in the result of fast and permanent developments in information technologies and is one of the most dynamic aspects of competition, has started the process of the rise in competition, flexibility, quality and speed by providing every kind of operations pertaining to commercial activities, in which both institutions and individuals are interested, to be made through electronic media.

E-commerce creates changes in the business processes and operations and these changes affect the business assets and resources, cause incomes and expenditures and bring events and operations necessary to be explained in financial tables to the foreground. So e-commerce, with its aspect affecting processes and operations in companies, comes to the foreground as a part of accounting information system.

Key Words: Global Competition: Electronic Commerce (e-commerce): Accounting Information System (AIS)

* Yrd.Doç.Dr., Selçuk Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi

Page 198: 2011 yılı 1-2. sayılar

190

1. GİRİŞ

Bilgi toplumuna geçişle birlikte bilgi ve iletişim teknolojilerindeki gelişmeler, dünyanın her yanında faaliyet gösteren işletmeleri yeni fırsatlarla karşı karşıya bırakmıştır. Bu fırsatlar özellikle ekonomik faaliyetlerin yapısında etkili olmuştur.

Küreselleşme tartışmaları; ekonomik, siyasal, kültürel ve sosyal bir çok açılımları beraberinde getirmektedir. Bu tartışmalar ile ön plana çıkan en önemli kavram "rekabet olgusu"dur. Rekabet, günümüzdeki değişimi net bir şekilde ifade eden kavramdır (Sevim, 2009;95)

Küresel rekabet ortamında ekonomik faaliyetlerin yapısı bilgi teknolojilerinin gelişim sürecine paralel olarak köklü bir biçimde değişmiştir. Bu değişim süreci bilginin doğuşunda, aktarılmasında ve üretilmesinde elektronik teknolojilerinin kullanımını artırmıştır.

Günümüzde yüz yüze, yazılı kayıt sistemine dayanan iş yapma şekilleri ve uzaklık-zaman kavramlarının ortaya koyduğu ticari engeller ortadan kalkarak yerini giderek artan bir biçimde elektronik/web tabanlı bilgi işlem sürecine bırakmıştır. Teknolojik gelişmelerin etkisiyle işletmelerin faaliyet gösterdiği alanlarda üretim biçimlerinden dağıtım biçimlerine, iş yapma biçimlerinden müşterilerine ulaşma yöntemlerine kadar çok sayıda ciddi değişimler yaşanmaktadır. Bu süreçte e-ticaret, özellikle uluslararası ticari işlemlerde internet kullanımı ile hem birçok sanal malın hem de geleneksel fiziki malların alım satımına olanak sağlayarak ticarette yeni ve büyük bir ticaret kanalı biçimine gelmiştir. Günümüzde hemen hemen tüm sektörlerde geleneksel pazarlama ve müşteri ilişkileri faaliyetleri, internet’in sağladığı pazarlama, bilgiye ulaşma ve maliyeti düşürme gibi kolaylıklardan yararlanacak biçimde yeniden düzenlenmiştir (Seyidoğlu, 2000;123).

Elektronik ticaret günümüzde giderek artarak güçlü bir dağıtım ve ticaret aracı haline gelmiştir. Dağıtım ve ticaret işlemlerinin elektronik ortamda yapılması diğer işletme süreçlerinin yanında özellikle muhasebe uygulamalarını etkileyerek, elektronik ticaretin muhasebe bakış açısıyla değerlendirilmesi gereğini ortaya çıkarmıştır.

Çalışmamızda önce elektronik ticaretle ilgili genel bilgiler verilmiş, daha sonra elektronik ticaretin muhasebe bilgi sistemi açısından değerlendirilmesi yapılmıştır.

2. ELEKTRONİK TİCARET VE KAPSAMI

Günümüzde küresel rekabetin artmasıyla yaşanan teknolojik gelişmelerin ve işletmelerin bilgi sistemi yönetimi anlayışı yapısının değişmesi, işletmeleri

Page 199: 2011 yılı 1-2. sayılar

191

büyük ölçüde etkileyerek daha yenilikçi, daha verimli, daha esnek ve daha dinamik olmaya zorlamıştır. Bu gelişmeler, ticari faaliyetler için gerekli bilgi, belge, veri ve kayıtların elektronik ortama aktarılmasına ve işlemlerin bu ortamda yapılabilmesine olanak sağlayarak elektronik ticareti, ticaretin önemli bir aracı haline getirmiştir.

İki taraf arasında bir değişim aracı ile yapılan mal ve hizmet alış ve satışı olarak tanımlanabilen ticaretin elektronik ortamda bir araç ile yapılması sonucu ortaya çıkan e-ticaretin pek çok tanımı yapılmaktadır.

Elektronik Ticaret (WTO, 1998; Carter, 2002; 2 ;www.eticaret.org/kavram.htm, 2009);

• Dünya Ticaret Örgütü (World Trade Organization-WTO): “Mal ve hizmetlerin üretim, reklam, satış ve dağıtımlarının telekomünikasyon ağları üzerinden yapılmasıdır”.

• Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı (Organization for Economic Co-operation and Development-OECD): “Sayısallaştırılmış yazılı metin, ses ve görüntünün işlenmesi ve iletilmesine dayanan, kişileri ve kurumları ilgilendiren tüm ticari işlemlerdir”.

• Birleşmiş Milletler Yöntem, Ticaret ve Ulaştırma İşlemlerini Kolaylaştırma Merkezi (United Nations Centre for the Facilitation of procedures and practices for Administration, Commerce and Transport-UN-CEFACT): “İş, yönetim ve tüketim faaliyetlerinin yürütülmesi için yapılanmış ve yapılanmamış iş bilgilerinin, üreticiler, tüketiciler ve kamu kurumları ile diğer organizasyonlar arasında elektronik araçlar üzerinden paylaşılmasıdır”.

• Wurman ve diğerleri elektronik ticareti, ilgililer arasında buluşma, anlaşma ve gerçekleştirme adımlarının otomatikleştirdiği bir sistem ve hizmetlerin ve ürünlerin stok, değişim, reklam, dağıtım ve ödenmesinde elektronik iletişim kanallarını kullanan faaliyetler birliği (Wurman ve diğ., 1998;17-24) şeklinde tanımlamıştır.

• Elektronik Ticaret bilgisayar ağları aracılığı ile ürünlerin üretiminin, tanıtımının, satışının, ödemesinin ve dağıtımının yapılmasıdır (Schoop, 2005; 65). Elektronik Ticaret yoluyla mal ve hizmet ticareti, ürün tasarımı, üretim, pazarlama, reklam, tanıtım, sipariş verme, sözleşme yapma, banka işlemleri ve fon transferi, mühendislik hizmetleri, kamu alımları, elektronik para (sanal para) çıkarma, borsa işlemleri, e-noterlik, fikri mülkiyet haklarının devri, kiralama işlemleri vb. yapılmaktadır (Bozkurt, 2000;7).

Page 200: 2011 yılı 1-2. sayılar

192

• Türkiye’de ise Elektronik Ticaret Koordinasyon Kurulu (ETKK) elektronik ticareti, “bireyler ve kurumların açık ağ (internet) ya da sınırlı sayıda kullanıcı tarafından ulaşılabilen kapalı ağ ortamlarında yazı, ses ve görüntü biçimindeki sayısal bilgilerin işlenmesi, iletilmesi ve saklanması temeline dayanan ve bir değer yaratmayı amaçlayan ticari işlemlerin tümünü ifade etmektedir” şeklinde tanımlanmıştır (ETKK, 1998;.200; Parlakkaya, 2005;169).

• Elektronik ticaret, bir firmanın tedarikçiler, müşteriler, ortaklar, yatırımcılar ve tüm ilgili kişi ve gruplarla olan karşılıklı etkileşim yollarını geliştirmek üzere, bağlantı ağları ve iletişim teknolojisindeki gelişmelerin sistematik olarak kullanılmasıdır (Alagöz, 2007; 11).

Elektronik ticaret kavramının gelişimiyle birlikte bilgisayar sistemleri, veri tabanları ve çeşitli elektronik sistemler, elektronik ticaret uygulamalarının tüm dünyada yaygınlaşmasına; uygulamaların kültürel, sosyal ve ekonomik alanları da kapsamına olarak bu yönlerde pek çok değişiklik meydana gelmesine sebep olmuştur.

Elektronik ticaret, bir araç ile ticaret yapmak ya da ticaretin elektronik ortamda yapılan şekli olarak tanımlanabilir. Herhangi bir ticari sonuç doğuran elektronik işlemler e-ticaretin kapsamına girmektedir. Elektronik ticaret, her türlü bilgisayar ağları üzerinden, ürün tasarımı, üretilmesi, tanıtımın yapılması, ticari muameleler hesapların ödenmesi ile ilgili tüm etkinlileri kapsar (www.elektronikticaretrehberi.com/e-ticaret_genel_bilgiler.php,2009). Elektronik ticaret bu boyutuyla mal ve hizmet alımı, sayısal içeriğin anında dağıtılması, elektronik fon transferi, elektronik hisse alışverişi, elektronik konşimento, elektronik açık arttırma, ortaklaşa tasarım ve mühendislik, anında kaynaktan sunma, kamu alımları, doğrudan tüketiciye pazarlama, satış sonrası servisler ve ödemelerin dijital olarak yapılması gibi geniş bir kapsama sahiptir (Özbay ve Devrim, 2000; 33; Parlakkaya, 2005;169).

Elektronik ticaret, örgütsel ve bireysel seviyede tüm ticari faaliyetlerle ilgili işlemleri kapsamaktadır. Bu alanda üretilmiş, işlenmiş ve aktarılmış tüm sayısal veriler, metinler, sesler ve görsel imajların işlenmesi ve aktarılmasına dayanmaktadır. Bu alandaki önemli konular arasında tüketicinin korunması, rekabet, finans ve ödeme sistemleri, vergilendirme, fikri, sınai ve ticari mülkiyet hakları, güvenlik, yasal düzenlemeler, uyuşmazlıkların sona erdirilmesi mekanizmaları bulunmaktadır (Canpolat, 2001; 12).

Elektronik ticarette her türlü bilginin elektronik ortamda saniyeler içerisinde dünyanın herhangi bir yerinden başka bir yerine nakledilmesi kendi başına bir devrim olduğu gibi diğer devrimlere de ivme kazandırabilecek ve insanlık

Page 201: 2011 yılı 1-2. sayılar

193

hayatının her boyutunu hızla değiştirebilecek bir potansiyele sahip olmasıyla da ayrı bir önem taşımaktadır (Şahin, 2008;38).

3. ELEKTRONİK TİCARETİN ARAÇLARI VE MODELLERİ

Elektronik ticaretin yapılabilmesini sağlayan araçlar şu şekilde sıralanabilir (Randall, 1999; 14) :

• Telefon

• Faks

• İnternet

• Televizyon

• Bilgisayar

• Elektronik ödeme ve para transfer sistemleri

• Elektronik veri değişimi

• Telekomünikasyon

Şekil 1: Elektronik Ticaret Araçları

• Telefon, faks ve televizyon geleneksel elektronik ticaret araçlarıdır. Telefon alıcı ve satıcı arasında karşılıklı iletişim sağlanmasında, faks doküman transferinde, televizyon ise ürünlerin reklam ve tanıtımının yapılmasında kullanılır (Parlakkaya, 2005; 169-170). Televizyonun

Telekomünikasyon Elektronik Veri Değişimi Elektronik Ödeme ve Para Transfer

Faks Televizyon Telefon Bilgisayar İnternet

Elektronik Ticaret Araçları

Page 202: 2011 yılı 1-2. sayılar

194

internete bağlanması ile kullanıcı elektronik ticaret yapabilir hale gelmektedir (Özbay ve Akyazı, 2004;17).

• Elektronik ödeme ve para transfer sistemleri, elektronik ticarette kullanılmaları nedeniyle, Elektronik Ticaret’i önemli ölçüde kolaylaştırmakta ve ayrılmaz bir parçası haline gelmektedirler. Ancak otomatik gişe makineleri olan ATM (Automated Teller Machines)’ler, kredi, borç ve akıllı kartlar sadece para aktarılmasında kullanıldıkları için ticarette sınırlı bir işleve sahiptirler (Yenigün, 2003;8) .

• Elektronik veri transferi, ticaret yapan iki işletme arasında, bilgisayar ağları aracılığı ile belge, bilgi ve veri değişimini sağlayan bir sistem olarak elektronik ticaretin araçlarından biridir.

• Günümüzde e-ticaretin ayrılmaz ve hızlı bir şekilde gelişen temel aracı olan internet, çok yönlü iletişim sağlayan bir ticaret aracıdır ve işlemler internet sayesinde bilgisayar ortamında ve oldukça hızlı bir şekilde yerine getirilebilmektedir (Canpolat, 2001; s.17).

• Elektronik ticaretin altyapısını sağlayan telekomünikasyon, bilgi paylaşımını en üst düzeye ulaştıran ve yaygın bir hale gelmesini sağlayan klasik ama en önemli araçlardan biridir.

Elektronik ortamda ticaret yapan tarafların işlemlerini kolaylaştıran ve hızlandıran elektronik ticaret araçları günümüzde teknolojinin gelişimine bağlı olarak sürekli yenilenmektedir.

Elektronik ticaret modelleri şu şekilde sıralanabilir (Zerenler, 2007; 73-100):

• İşletmeden işletmeye elektronik ticaret

• İşletmeden müşteriye elektronik ticaret

• İşletme içi elektronik ticaret

• Tüketiciden tüketiciye elektronik ticaret

• Devletten tüketiciye ve işletmeye elektronik ticaret

• Devletler arasında elektronik ticaret

• Ürünün niteliğine göre elektronik ticaret

Elektronik Ticaret Modelleri şekil 2’de gösterilmiştir.

Page 203: 2011 yılı 1-2. sayılar

195

Şekil 2: Elektronik Ticaret Modelleri

İşletmeden işletmeye yapılan elektronik ticaret, işletmelerin internet üzerinden satın alma ve satma eylemlerinin alıcı, tedarikçi ve diğer ilgililerin bir araya gelip geliştirdikleri bilgi değişimi olarak yapılan ticaret modelidir (Trepper, 2000; 13).

İşletmeden müşteriye yapılan elektronik ticaret, elektronik araçlar kullanılarak doğrudan müşterilere çeşitli ürünlerin satılması işlemlerini kapsayan ticaret modelidir.

İşletme içi elektronik ticaret, işletme birimleri arasında yapılan ve bir iş akışı uygulamasını kapsayan ticaret modelidir.

Tüketiciden tüketiciye elektronik ticaret, tüketicilerin kendi aralarında kendilerine ait bir takım ürünlerini belli şartlar altında ve bir işletme aracı ile alıp sattıkları ticaret modelidir.

Devletten tüketiciye ve işletmeye elektronik ticaret, kamu kurumları ile vatandaşlar arasındaki tüm ilişkilerin bilgi ve iletişim teknolojileri ile “daha iyi bir yönetime ulaşma” (Torres ve Diğ., 2005; 218) amacının gerçekleşmesini kapsayan ticaret modelidir.

Elektronik Ticaret Modelleri

İşletmeden İşletmeye Elektronik Ticaret

İşletmeden Müşteriye Elektronik Ticaret

İşletme İçi Elektronik Ticaret

Tüketiciden Tüketiciye Elektronik Ticaret

Devletten Tüketiciye ve İşletmeye Elektronik Ticaret

Devletten Devlete Elektronik Ticaret

Ürünün Niteliğine Göre Elektronik Ticaret

Page 204: 2011 yılı 1-2. sayılar

196

Devletler arasında elektronik ticaret, kamu kuruluşlarının diğer ülkelerdeki kamu kuruluşlarından yaptıkları ithalat ve ihracata ilişkin elektronik ortamda yapılan ticaret modelidir.

Ürünün niteliğine göre elektronik ticaret, dolaylı ve dolaysız olmak üzere iki grupta değerlendirilebilir (Zerenler, 2007; 97-98). Dolaylı ticarette ürünün tanıtımı ve siparişi elektronik ortamda yapılırken, ürünün teslimi geleneksel usullere göre kargo ve posta aracılığıyla yapılmaktadır; dolaysız ticarette ise ürünün teslimi de tamamen elektronik ortamda gerçekleşmektedir.

4. MUHASEBE BİLGİ SİSTEMİ VE ELEKTRONİK TİCARET

Muhasebe bilgi sistemi, temel yönetim bilgi sistemlerinin en önemlisi ve eskisidir (Sürmeli, 1994;7). Muhasebe bilgi sistemi, bir örgütün kaynaklarının oluşumu, bu kaynakların kullanılma biçimi, örgütün faaliyetleri sonucunda bu kaynaklarda meydana gelen artış ve azalışları ve örgütün finansal açıdan durumunu açıklayan bilgileri üreten, bunları ilgili kişi ve kuruluşlara ileten bir sistemdir. Bu süreç, karar alma durumunda olanların tutarlı karar alabilmeleri amacıyla varlıklar, kaynaklar ve faaliyet sonuçlarına ilişkin doğru ve güvenilir bilgileri zamanında sağlama amacına yönelik olarak faaliyet gösterir (Atabey ve Diğ., 2006;7).

Şekil 3: Muhasebe Bilgi Akışı-Finansal Nitelikli Olay ve İşlemler

Kaynak: Sürmeli, 1994: 39

Şekil 3’de görüldüğü gibi işletme faaliyetlerine ilişkin muhasebe bilgi akışı, her sistemde olduğu gibi girdi, süreç ve çıktı akışını izler.

İşletmede meydana gelen finansal nitelikli olaylar, işletmenin varlık ve kaynak yapısı ile faaliyet sonuçları üzerinde değişmeye yol açarlar. Bu nedenle, muhasebe bilgi sisteminin ilgi alanını işletmede ortaya çıkan finansal nitelikli olay ve işlemler oluşturur. Muhasebe bilgi sisteminde bilginin güvenli, zamanlı, tarafsız, anlaşılır ve tutarlı olması onu daha kullanışlı ve yararlı hale getirir (Karasioğlu, 2001;2).

İşletmeler açısından son derece önemli olan muhasebe bilgi sisteminin ekonomik ve teknolojik gelişmelere uyum sağlamasının gerekliliği tartışılmazdır. Günümüzde elektronik ticaretin hacmi çok uluslu amerikan firmalarının öncülüğünde tüm dünyada hızla yayılmaktadır (Karataş ve

SÜREÇ

Defterler Mizanlar

ÇIKTI

Mali Tablolar

GİRDİ

Bilgi ve Belgeler

Page 205: 2011 yılı 1-2. sayılar

197

Yılmazsoy, 2001; 182). Elektronik ticaret yapan firmalar geleneksel usulde ticaret yapan firmaların kullanacağı temel muhasebe ilke ve kurallarını kullanmaktadırlar. Bu sebeple geleneksel ticarette kullanılan muhasebe düzeni elektronik ticaret için de geçerli olacak ve kullanılacaktır (Semerci, 2007;59).

Elektronik ticaretin işletme süreçleri ve işlemlerinde meydana getirdiği değişikliklerden muhasebe sistemlerinin de etkilenmesi kaçınılmazdır. E-ticaret sadece ticaretin şeklini değiştirmekle kalmamış, işletmelerde muhasebe sistemini etkileyen elektronik faturalama, elektronik arşivleme gibi kavramları da ortaya çıkmıştır (Parlakkaya, 2005;172). Kullanılan defterlerin ve oluşturulan tabloların elektronik ortamlarda yapılması, işlerde hızlanma, doğruluk oranının yüksekliği, kağıt ve kırtasiye tasarrufu gibi değişikliklerin olmasını mümkün kılmaktadır (Yükçü ve Gönen, 2009;7-8).

Elektronik ticaret uygulamalarının muhasebe bilgi sistemi açısından getirdiği en önemli sorun sistemin girdi sürecinde yer alan belge düzeninin elektronik olması ve bununla ilgili olarak hukuki düzenlemelerin tam yer almaması ve bu nedenle farklı uygulamaların yapıldığının görülmesidir (Yıldız ve Canbaz, 2008; 72).

İşletmelerde muhasebe bilgi sistemi bakış açısıyla elektronik ticaret uygulamalarının etkilerini şu şekilde özetlemek mümkündür:

• Muhasebe bilgi sisteminin temeli olan finansal nitelikli olay ve işlemlerin dijital ortamlarda sunulması, elektronik ticaret uygulamalarının etkilerini daha da genişletecektir.

• Bir işletmede elektronik ticaret uygulamalarının genişlemesi durumunda; işletmeyle ilgili tüm finansal bilgiler daha düzenli ve kolay erişilebilir bir şekilde olacağından yöneticiler ihtiyaç duydukları bilgileri zamanında ve istedikleri biçimde elde edebileceklerdir.

• İşletme yöneticilerinin geleceğe ait finansal bilgi öngörülerinin ve yönetsel planlarının dayandığı kararların tutarlılığı ve doğruluk derecesinde artış olacaktır.

• Elektronik ticaret yapan işletmelerin, diğer işletmelere oranla finansal yapıları daha etkin olacaktır.

• Çok hızlı bilgi iletilmesi nedeniyle muhasebe bilgi akışı ilgili taraflara daha etkin ve verimli bir şekilde ulaşacaktır.

• Elektronik ticaret işleminde teslim ve ödeme şekilleri ile işletmede kullanılan bilgisayar programı da muhasebe bilgi sistemi uygulamalarını kolaylaştıracaktır.

• Elektronik ticaret uygulamaları muhasebe belge sayısında ve maliyetlerde önemli ölçüde azalmaya neden olacaktır.

Page 206: 2011 yılı 1-2. sayılar

198

• Belge ve kayıt düzeni için yeni programların geliştirilmesi sağlanacaktır.

• Elektronik ticaret muhasebecilerine olan talep artacaktır (Akkaş, 2000;1)

• Varlıklar, kaynaklar ve faaliyet sonuçlarına ilişkin doğru ve güvenilir bilgilerin tam zamanında sağlama amacı elektronik ticaretin güvenilirliğini artıracaktır.

5. SONUÇ

Küreselleşmenin dinamik gücü bilgi ve iletişim teknolojilerindeki hızlı gelişmelerdir. Bu gelişmeler özellikle elektronik ticaret uygulamaları ile dijital çağın ticaret şeklini, anlayışını ve uygulanışını belirlemektedir. Dünyada yaşanan küreselleşme olgusuyla birlikte rekabet olgusu her geçen gün artmakta, tüketicilerin kendi ihtiyaç ve beklentilerine uygun bir şekilde sunulan ürünlerin talep edilmesi nedeniyle ürün talep süreleri giderek kısalmakta ve ürün çeşidi hızla çoğalmaktadır. Bu gelişmeler sonucunda işletmeler, rekabet üstünlüğü sağlayabilmek için çok çeşitli ürünleri hızlı bir şekilde uygun maliyetle ve istenilen kalite düzeyinde piyasaya sürmek durumundadırlar. Bu durumu sağlayan elektronik ticaret uygulamaları yeni ekonomi ve yönetim modellerinin önemli bir işlem aracıdır. Bilgi ve iletişim teknolojileriyle sürekli yenilenen elektronik ticaret uygulamaları, kaliteli, sürekli, eş zamanlı ve güvenilir hizmetlerin sağlanması ve sunulmasına olanak sağlamaktadır.

Küresel rekabet ortamında bilgi ve iletişim teknolojilerinden muhasebe bilgi sistemi uygulamalarında yararlanma olanakları arttıkça, muhasebenin işletmelerin yönetimine yönelik işlevi ve önemi de artmaktadır. İşletmelerde finansal bilgi üretimini sağlayan muhasebe bilgi sisteminin, küresel rekabet ortamında işletme yönetiminin ihtiyaç duyduğu finansal nitelikli bilgileri tam, açık, anlaşılır, zamanlı ve güvenilir düzeyde dijital muhasebe organizasyonu içerisinde sağlaması, işletme faaliyetlerinin daha hızlı, esnek, yenilikçi ve planlı bir yapıda olmasını sağlayacaktır.

YARARLANILAN KAYNAKLAR

KİTAPLAR

Adem Özbay, Jan Devrim (2000), E-Ticaret Rehberi, Bilgi Teknolojileri Dizisi 7, Hayat Yayınları, İstanbul.

Ali Şahin (2008), Türk Kamu Yönetiminde Yapısal Dönüşüm ve E-Devlet, Çizgi Kitabevi, Konya.

Page 207: 2011 yılı 1-2. sayılar

199

Charles Trepper (2000), E-Commerce Strategies, Washington, Microsoft Pres.

Fehmi Karasioğlu (2001), İnternet Tabanlı Finansal Raporlama, Nobel Yayın Dağıtım, Ankara.

Halil Seyidoğlu (2000), Uluslararası Elektronik Ticaretin Gelişimi, Halil Aksu’ya Armağan Kitabı, İTÜ, İşletme Fak. Yay. İstanbul.

J. Carter (2002), Developing E-Commerce Systems, Prentice Hall., New Jersey.

Muammer Zerenler (2007), Dijital İş Yaşamı: Tüm Boyutlarıyla Elektronik Ticaret, Gazi Kitabevi, Ankara.

Murat Semerci (2007), Elektronik Ticaretin İşleyişi, Denetimi ve Muhasebeleştirilmesi, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Sütçü İmam Üniversitesi, Kahramanmaraş.

N.Ata Atabey, Raif Parlakkaya, ve Ali Alagöz, (2006), Genel Muhasebe, Atlas Kitabevi, Konya.

Ömer Canpolat (2001),E-Ticaret ve Türkiye’deki Gelişmeler, T.C. Sanayi ve Ticaret Bakanlığı Tüketicinin ve Rekabetin Korunması Genel Müdürlüğü Yay., Ankara.

Sabahat Özbay ve Selma Akyazı (2004), Elektronik Ticaret, Detay Yayıncılık, Ankara.

Veysel Bozkurt (2000), Elektronik Ticaret , Alfa Yay., Ankara.

DERGİLER

Ali Alagöz (2007), “Web Sitesi Maliyetlerinin Muhasebeleştirilmesi”, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Sayı:18, s.11.

Fehmi Yıldız ve Serdar Canbaz (2008), “Türkiye’de Elektronik Ticaret Uygulamasında Karşılaşılan Muhasebe Sorunları İle İlgili Bir Araştırma”, Muhasebe ve Finansman Dergisi, Sayı:37, Ocak, s.72.

Jale Akkaş (2000), “Elektronik Ticaret ve Elektronik İş Uygulamaları Muhasebe ve Finansal Raporlamayı Nasıl Etkileyecek ?”, Active Bankacılık ve Finans Dergisi, No:14, Ağustos-Eylül, s.1.

Lourdes Torres, Vicente Pina ve Basilio Acerete, (2005), “E-goverment Develompent on Delivering Public Services Among EU Cities, Government Information Quarterly, Vol.:22, Issue:2, 217-218.

Mareike Schoop (2005), “A Language-Action Approach to Electronic Negotiations An International” Journal on Communication, Information Technology and Work, Vol. 1, No. 1, 62–79.

Page 208: 2011 yılı 1-2. sayılar

200

N. Karataş,. ve M.Yılmazsoy (2001), “Sorular ve Cevaplar”, Vergi Dünyası Dergisi, Sayı: 234, ss. 182–183.

P.Wurman, W. Walsh ve M.Wellman (1998), Flexible Double Auctions for Electronic Commerce: Teheory and Implementation, Decision Support Systems, 17-24.

Raif Parlakkaya (2005), “Elektronik Ticaret ve Muhasebe Uygulamalarına Etkileri”, Selçuk Üniversitesi Karaman İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi, Sayı:2, Cilt:5.

Süleyman Yükçü ve Seçkin Gönen (2009), “Türkiye’de Elektronik Ticaretin Muhasebeleştirilmesine İlişkin Uygulama Önerileri”, Atatürk Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi, Cilt: 23, Sayı: 2.

İNTERNET

Adnan Sevim, “Dijital Uygulamaların Muhasebe Eğitimi Üzerine Etkileri, http://www.mu.edu.tr/iibf/tmes24/kitap/2-2.pdf, 2009.

Cüneyt Yenigün, “Küresel Pazar ve Elektronik Ticaret, http://www.bilgiyonetimi.org/cm/pages/mkl_gos.php?nt=458, 08/05/2009.

WTO(World Trade Organization), (1998), “Study from WTO Secretariat Highlights Potential Trade Gains From Electronic Commerce”, http://www.wto.org, 05/01/2004.

www.eticaret.org/kavram.htm, 01/04/2009.

Page 209: 2011 yılı 1-2. sayılar

201

MACERA TURİZMİ PAZARINA GENEL BİR BAKIŞ

Betül GARDA∗∗∗∗

ÖZET

Ürün çeşitliliğinin, başarının anahtarı olduğu bu çağda, hizmet sektörünün arz profilinde, büyük değişimler yaşanmaktadır. 1990’lı yıllardan bu yana, seyahat ve turizm sektörünün sunduğu ürün ve hizmetlerin, farklılaşan ziyaretçi istek ve ihtiyaçlarına göre çeşitlendiği gözlemlenmektedir. Macera turizmi gibi yeni tanımlanan turizm tiplerinin portföyü, küresel turizm endüstrisinde gerçek bir niş pazar olarak yerini almaktadır. Etkinlik temelli turizm gezilerine olan ilginin artması, kuş ve balina izleme turları, bisikletle dünya turu, kanoculuk, dağ tırmanışları gibi geniş ürün çeşitliliği ile karakterize edilen çok özel ve karlı bir pazar olan macera turizminde, pek çok işletmenin faaliyet göstermesine neden olmuştur.

Turizmin aktif ve hareketli formu olan macera turizmi, turistlerle etkileşimli ve eğitsel bir iletişim kurma potansiyeline sahiptir. Bu tip bir iletişimin sonucunda, turizm işletmeleri ürün çeşitliliğini artıracak ve her tipteki tüketicilerin beklentilerini tam olarak tatmin ederek, sadık müşterilere sahip olacaktır. Böylece uluslararası turizmde sadece mevcut karlılık korunmakla kalmayacak, aynı zamanda, pazar payının da yükseltilmesi için bir fırsat elde edilebilecektir. Bu çalışmada macera turizmi pazarı kavramsal çerçevede incelenerek, müşterilerin, macera etkinliklerine katılımını etkileyen faktörler sınıflandırılmıştır.

Anahtar Kelimeler: Macera, Macera turizmi, Macera turizmi pazarı

PANORAMA OF THE ADVENTURE TOURİSM MARKET

ABSTRACT

In this era where product diversification is the key to business success, the service industry has been experiencing great variations in its supply profile. Since 1990, the travel and tourism sectors have seen several variations in the product and services offered to visitors according to a more varied sets of needs and wants. Newly defined portfolios of activities, such as adventure tourism, have allowed the identification of what is seen as a true niche market within the global tourism context. The rise in interest towards activity- based tourism has allowed many players to enter what is now a highly specialised and profitable market characterised by enormous variety of products such as bird watching trips, cycling trips, canoening, hitchiking, trekking etc.

The adventure tourism, which is the active and vibrant form of tourism, has the potential to establish an interactive and educational communication with tourists. As a

∗ Öğretim Görevlisi Dr., Selçuk Üniversitesi, Sosyal Bilimler Meslek Yüksekokulu

(Bu makale “Macera Turizmi Pazarlaması: Antalya Yöresine Gelen Turistlerin Macera Turizmine Yönelik Eğilimleri Üzerine Bir Araştırma” adlı Doktora tezinden uyarlanarak hazırlanmıştır.)

Page 210: 2011 yılı 1-2. sayılar

202

result of this type of communication, tourism businesses will increase the variety of products and fully satisfied the expectations of all types of consumers. So they will have loyal customers. In conclusion, the current profitability of the international tourism will not only be prevention, but also its market share may be obtained from the opportunity to upgrade. This study inquired the definitions and marketing requirements of adventure tourism and also examined how it is perceived by the tourists taking part in.

Keywords: Adventure, Adventure tourism, Adventure Tourism Market

GİRİŞ

Uluslar arası turizm pazarı, dış çevre koşullarından yoğun bir şekilde etkilenir ve sürekli bir değişim içindedir. Gelişmiş ülkelerdeki refah düzeyinin yükselmesi, boş zaman artışı, kişilerin seyahat konusunda deneyim kazanmaları ve sosyo-demografik yapılarının değişmesi, 1990lardan itibaren seyahat pazarının üzerinde olumlu değişikliklere neden olmuştur. Aktif genç nüfus artışı, geç evlenme yaşı, birden fazla gelire sahip ailelerin sayısındaki artış, çocuksuz aileler ve yalnız yaşayan yetişkin sayısındaki artış gibi faktörler; sosyo-demografik yapı, seyahat ve boş zaman talebinde önemli değişiklere neden olmuştur. Bunun sonucunda oluşan turist tiplerinin ve ihtiyaçlarının çeşitliliği, daha özellikli seyahat türlerinin ve etkinliklerinin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Bu bağlamda, açık hava turizm pazarının en hızlı büyüyen sektörlerinden birinin, macera turizm pazarı olduğu iddia edilmektedir.

Bazı araştırmalarda macera turizmi geçmişi çok eskiye dayanan, günümüzdeki taleplere göre güncellenmiş bir turizm türü olarak ifade edilmektedir. Macera turizminin ayırıcı özelliklerini ve diğer turizm çeşitleriyle hangi boyutlarda örtüştüğünü anlayabilmek için, ‘macera’ kelimesinin anlamını bilmemizde fayda vardır. Macera terimine hayal gücünün etkisiyle de yüklenecek anlamlar, tercih edilecek macera etkinliklerinin çeşidini belirleyen bir faktör olarak karşımıza çıkacaktır.

Macera seyahatinde, turistler aktif tatille ilgilenmektedirler. Aktif tatil seçeneklerinin artışı, gerekli teçhizat üretiminin hızlı büyümesi ve dolayısıyla tur operatörlerinin ve seyahat acentelerinin ürün çeşitliliğinin artmasıyla doğrudan bağlantılıdır. Macera etkinliğine katılım, turistik ürünü satın alma veya almama seçimiyle ilgili karar verme sürecindeki en önemli faktör olarak kabul edilebilir. Bu sebeple, turizm ve seyahat alanındaki araştırmalarda, öncelikli olarak tüketicinin davranışsal değişkenleri ve katılım öğeleri (merkezcilik, önem, memnuniyet, ilgi ve kendini ifade etme) arasındaki ilişkiyi keşfetmek gerekmektedir.

Page 211: 2011 yılı 1-2. sayılar

203

1. MACERA KAVRAMI

Macera teriminin en genel tanımı, rutin yaşamdan uzaklaşma olarak ifade edilebilir. Ewert’e göre (1994) maceranın algısı, kişiden kişiye değişen ve sübjektif bir husustur. Ayrıca, macera bireyin fiziksel kapasitesinden çok, zihinsel ve duygusal algısına bağlı kişisel bir fikirdir (Gyimothy and Mykletun, 2004: 856). Güzellik gibi, macerada katılımcının hisleriyle algılanır. Başka bir ifade ile, macera spesifik etkinlikler tarafından saptanmayan, katılımcının fikir ve görüşleri tarafından şekillendirilen bir kavramdır. Örneğin, macera seyahati deneyimleri; deneyimsiz seyahatçilerinin, maceracı gezilerinde hem başarma hem de kaybetme şansının bulunduğu, çok farklı maceralara katılmaktır (Aktaran: Williams ve Soutar, 2005: 248; Weber, 2001: 361).

Swarbrooke vd’e göre, (2003: 7), macera kelimesinin magazin, broşür, internet gibi turizmle ilgili kullanılabilecek bilgi kaynaklarında macera ürünleri ile ilgili yaptığı çağrışım: heyecan, adrenalin, coşku, gezinti, zahmet, mücadele, aşırı, gurur, dehşet, keşif, heybetli, risk, zafer, başarı veya cesur olarak ifade edilebilir. Teorik açıdan bakıldığında bütün turizm aktiviteleri monotonluktan kaçış, yenilik ve değişiklik içerdiği için “macera” olarak kabul edilebilir. Ancak, macera teriminin doğasını, sınırlı niteliklerle özetlemek mümkün değildir. Bu sebeple, macera teriminin birbiriyle ilişkili veya bağımsız olan temel nitelikleri aşağıdaki gibi özetlenebilir (Williams and Soutar, 2009: 415; Shephard ve Evans, 2005: 202; Cater, 2006: 322; Page vd, 2005: 382; Pomfret, 2006: 117; Elsrud, 2001: 601):

• Belirsiz sonuç

• Tehlike ve risk

• Mücadele

• Beklenen ödül

• Yenilik

• Uyarılma ve coşku

• Gerçeklerden kaçma ve uzaklaşma

• Tetkik etme ve buluş

• İçine çekme ve odaklanma

• Duygusal tezat

Page 212: 2011 yılı 1-2. sayılar

204

2. MACERA TURİZMİ KAVRAMI

Macera seyahati, geleneksel açık hava rekreasyonlarının gelişmiş şeklidir. Ewert (1994) göre, macera seyahatini diğer rekreaktif faaliyetlerden ayıran en önemli özellik, katılımcısına daha riskli bir deneyim yaşatmasıdır. Rekreasyonların geleneksel biçimleri, genellikle, ‘özel bir açık hava ortamındaki yetenek unsurlarını’ içerir. Bu ortam, doğaya bağımlı olarak gerçekleşen doğa turizmi veya ekoturizm gibi özel ilgi seyahatlerindeki, ilk çekimi sağlayan unsurdur. Yine de, macera seyahatinde seyahatçileri, katılıma yönelten ilk sebep ‘etkinliklerdir’. Bu durumda, macera seyahatinin büyümesi; organize olmuş ve ticari uzmanlar tarafından hazırlanan geniş etkinlik çeşitlerinin bulunmasına bağlıdır (Buckley, 2010: 4; Page vd., 2005: 382; Sung vd., 1996).

Esasında, macera etkinlikleri, özel çevresel ortamda gerçekleştirilen deneyimler ve alınan kontrollü risklerin yanında, fiziksel ortamdaki ‘psikolojik durum ve katılımla’ da ilgilidir. Dolayısıyla, macera seyahatinde, çevresel ortam, belirli etkinliklerde bulunma deneyimi ile son derece alakalıdır (Buckley, 2010: 4). Macera seyahati, spesifik etkinliklerle ilişkili olduğu kadar, katılımcıların bu ortamlardaki deneyimlerinden bekledikleri ‘tatmin düzeyleriyle’ de son derece ilişkilidir (Tanrısevdi, 2009: 13-14; Weber, 2001: 364).

Macera seyahatinin diğer ayırt edici özelliği, bu etkinliklerin içerdiği ‘risk miktarıdır’ (Bentley ve Page, 2008: 858). Etkinlik, deneyim ve çevre gibi bu anahtar öğeler risk, motivasyon ve performans gibi diğer öğeler ile birbirini tamamlamaktadır. Macera seyahati, doğal bir çevredeki veya egzotik bir açık hava ortamındaki kişisel mücadele ile ilgili algılanmış risk veya kontrollü tehlike içeren, katılım amacı yeni bir deneyimi keşfetmek olan, özel hedefli bir seyahat olarak ifade ediebilir (Elsrud, 2001: 601-604; Weber, 2001: 360-364; Sung vd, 1996; Ewert, 1994: 8).

Macera seyahati etkinliklerini, diğer geleneksel açık hava rekreasyonlarından ayıran unsur ‘sıklıkla macera olarak kast edilen, sonucun belirsizliği ve riskin kasıtlı uğraşısıdır’. Burada, bir birey çoğunlukla artan seviyede risk ve kişisel tehdit ile karşılaşır. Ewert ve Hollenhorst(1989), böyle deneyimleri ‘risk ve tehlike değeri’ ile eşleşen ‘yetenek(yeterlilik) arayışı’ olarak da tanımlamışlardır (Aktaran: Sung, 2004; Ewert, 1993). Başka bir değişle, risk eksikliği tatminde ve katılım isteğinde eksilmeye neden olabilir. Bu durumda, risk, açık hava macera etkinliklerini, diğer açık hava etkinliklerinden ayıran en önemli unsurdur (Bentley ve Page, 2008: 858; Cater, 2006: 318-321; Page vd., 2005: 382; Ryan, 2002: 21). Yine de Sung ve diğerleri (1996) risk kavramının, macera turizmine uyarlanması gerektiğini, sadece, tehlike içeren risk koşulu yerine, algılanmış riskin tanımlanması gerektiğini savunmaktadırlar.

Page 213: 2011 yılı 1-2. sayılar

205

Iso-Ahola(1980), macera deneyimlerinin meydan okuyucu doğasının ‘durumsal risk’ ve ‘kişisel yeterlilik’ etkileşiminden geldiğini vurgular. Yani, risk alma derecesinin, katılımcının becerisi ve deneyim seviyesi ile pozitif bir ilişkisi olduğu görülmektedir. Geçmişteki rekreasyon çalışmalarında, macera seyahatindeki performans ve katılımcının beceri seviyelerinin etkileşim halinde olduğu belirtilmiştir. Laarman ve Durst, macera turizmini, ‘doğa seyahati’ veya ‘doğaya yönelik geziler‘ terimlerini kullanarak, ‘eğitim, eğlence ve çoğunlukla macera’ ile ilişkilendirilen bir turizm stili olarak ifade etmiştir (Aktaran: Sung, 2004). Bu çoğunlukla açık hava rekreasyonunun, geleneksel biçimlerinin elle tutulabilir sonuçlarından ziyade, kişisel ve soyut hedeflerin başarılması ile bağlantılıdır (Cater, 2006: 318; Weber, 2001: 366; Sung vd, 1996; Ewert, 1994: 8).

Macera turizmi, küresel boyutta yapılan turistik etkinlikler sınıflandırıldığında, ziyaretçilere çekici gelen unsurlar açısından büyüyen endüstrilerden biridir. Giderek büyüyen macera turizminin ayırt edici ve kilit çekicilikleri şekil 1’de özetlenmiştir (Page vd., 2005: 382):

Şekil. 1. Macera Turizminde Çekicilik Süreci

Kaynak: Page vd., 2005: 382

2.1. Macera Turizminin Tanımı

Turizm alanında yapılan herhangi bir tipteki çalışma, genellikle, gerçek yaşamın karmaşıklığını farklı şekilde analiz etmek için, arz ve talep, turizm pazarlaması veya operasyon yönetimi gibi disiplinlere ayırmayı içerir. Turizm endüstrisini kurgu sürecinde küçük parçalara ayırıp, karmaşıklığı daha anlaşılır hale getirilmeye çalışılmaktadır. Ancak, turizmle ilgili olarak bu şekilde elde edilmiş bazı olgular, hassas bir şekilde tanımlanmadığı ve ayrımı yapılmadığı için farklı bir karmaşaya neden olmaktadır (Swarbrooke vd., 2003: 4).

Robert ve Hall’da (2001), turizm çalışmalarının genellikle devamlılık ve değişim, sürdürülebilirlik ve sürdürülemezlik gibi karşılıklı zıtlık içeren terimler

Macera Turizmi için motivasyon unsurları

Katılım Sonuçlar

Heyecan

Mücadele

Risk

Belirsizlik

Tehlike

Yenilik

Öngörme ve Hazırlık

Mücadele

Keşif

*Devredilmiş tehlike ve risk, gelişen kişisel beceri *Kişisel gelişim *Bir durumda kişinin kendi

becerilerine başvurması *Tecrübe ederek öğrenme *Başarı

Page 214: 2011 yılı 1-2. sayılar

206

üzerine kurulu olduğunu vurgulamıştır (Aktaran: Swarbrooke vd., 2003: 4). Ayrıca, bütün bu terimlerin niş, endüstri ve ürün gibi daha görünürde olan nitelikleri belirtmek için kullanıldığını belirtmişlerdir. Bu görüş, macera turizmi keşfinin oturtulmak istediği zemine aykırıdır. Geniş çaplı kabul gören ancak belirsiz olan bu terimlerle ilgili problemleri çözmek için yeniden yapılandırma gerekmektedir (Trauer, 2006: 184; Bentley ve Page, 2008: 858).

Turizm endüstrisindeki eleştirmenler, ‘macera turizmi’ teriminin varlığını kabul etmektedirler. Fakat tanımı ile ilgili genel fikir birliği bulunmamaktadır. Bu terim, kırsal çevrede yapılan bir yürüyüşten, uzaya yapılan bir uçuşa kadar pek çok etkinlik için kullanılabilmektedir. Çoğu eleştirmen macera turizminin de; ‘ekoturizm, etkinlik turizmi, doğa turizmi’ gibi turizm endüstrisinin niş bir pazarı olduğunu kabul etmektedir. Tanımsal sorun, niş pazarların karakteristiklerinin ayırt edici yönlerinin tespit edilmesindeki zorluktan ileri gelmektedir. Çünkü macera turizmi yerine kullanılan ‘macera seyahati’, macera rekreasyonları, soft (düşük riskli) ve hard (yüksek riskli) macera gibi terimlerde bulunmaktadır (Bentley ve Page, 2008: 858; Buckley, 2007: 1428; Mihalic, 2006: 114; Williams ve Soutar, 2005: 248; Shephard ve Evans, 2005: 204; Page vd., 2005: 382; Swarbrooke vd.,2003: 4; Björk, 2000; 197).

Aynı şekilde, Sung ve diğerleri (1996), macera seyahatinin kapsamlı bir tanımasını yapmak için, tedarikçiler üzerinde yaptıkları deneysel bir araştırmada, boş zaman ve eğlence uğraşıları teorilerini analiz etmişlerdir. Bu analiz sonucunda, macera turizminin, aynı zamanda, ‘açık hava macera deneyimi’, ‘macera eğlencesi’, ‘yüksek macera’, ‘doğa ile mücadele aktiviteleri’, ‘açık hava uğraşıları’ veya ‘risk eğlencesi’ şeklinde de ifade edildiğini tespit etmişlerdir. Görüldüğü gibi bu tip deneyimler doğa ile etkileşim ve risk unsurlarına sahiptir (Sung, 2004, Weber, 2001: 360). Addison (1999) ise, macera etkinliklerini ‘yüksek macera, macera rekabeti, rekreasyon ve boş zaman’ olarak dörde ayırmıştır (Aktaran: Swarbrooke vd., 2003: 32).

Macera turizmi ile ilgili olarak kullanılan bu terimler, bazı eleştirmenlere göre tanımsal bir yanılgıya sebep olmaktadır, bazılarına göre ise, macera turizminin potansiyel genişliğinin anlaşılmasına katkıda bulunmaktadır. Macera turizmi karmaşık ve anlaşılması güç güncel bir konudur (Buckley, 2007: 1428).

Literatürde, macera turizmi ile ilgili olarak çeşitli tanımlamalara rastlanmıştır. Bunlar; Meier (1978), macera turizmini, fiziksel tehlikeye neden olan her tür boş zaman uğraşısı olarak tarif ederek genel bir tanımlama yapmıştır. Bu tanıma, Progen (1979) macera turizmi katılımcılarının, doğal çevrede karşılaşılabilecek risklerle mücadelesini de ekleyerek, tanımı genişletmiştir. Progen’e göre, macera turizmi, fiziksel ve doğal çevre tarafından sunulan ve mücadele gerektiren etkinliklere insan katılımını içermektedir. Benzer şekilde, Darst ve Armstrong yaptıkları tanımda (1980), macera turizminin açık hava çevreleriyle direk olarak ilgili olduğunu belirtmiştir. Ayrıca, macera

Page 215: 2011 yılı 1-2. sayılar

207

etkinliğinin, katılımcıya anlamlı bir tecrübe kazandırması gerektiğini de vurgulamışlardır (Tangeland ve Aas, 2009: 824).

Yerkes (1985), ise, macera turizminin odak nokta noktasını; katılımcının doğal çevreyi algılaması olarak göstererek, katılımcısına, bilinmeyen doğal çevrenin etkileri ile mücadele etmeyi gerektiren açık hava etkinliklerinin ‘macera turizmi’ kapsamında değerlendirilebileceğini savunmuştur. Johnston’a (1992) göre ise macera turizmi, risk içeren eğlenceyi amaçlayan seyahatlerdir (Aktaran: Sung, 2000: 20; Sung vd., 1996).

Diğer bir tanımda, Macera turizmi (Ewert, 1989), katılımcı ve ortam tarafından yönlendirilen, gerçek veya görünürde tehlike unsurları içeren, doğal çevre ile etkileşimli bir çeşit etkinlik olarak ifade edilmiştir. Ayrıca Ewert (1989) sosyo-psikolojik açıdan macera turizmini ‘risk ve belirsiz sonuçlarını arayış’ olarak da tanımlamaktadır (Aktaran: Ryan, 2003: 55; Weber, 2001: 361; Sung vd., 1996). Ewert’ in (2000) yaptığı diğer bir macera turizmi tanımına göre, doğal çevre yakın bir iletişim içinde olduğu kabul edilen bu rekreasyon etkinliği olan macera turizmi, genellikle seyahat ve konaklama unsurlarını içerir. Bu etkinlik, yapısal olarak, ‘algılanan ve gerçek risk’ unsurlarını içermektedir. Ayrıca, katılımcılar veya çevreden etkilenebilen belirsiz sonuçlara sahiptir. Bu tanımlama aşağıdaki temel karakteristikleri içermektedir. Bunlar (Ewert ve Jamieson, 2003: 68; Williams ve Soutar, 2005: 249; Ewert, 1994: 8):

• Seyahat ve geceleme unsurları

• Doğal çevre ile ilişki

• Risk ve tehlike unsurları

• Belirsiz sonuç ve

• Katılımcılar ve çevre tarafından etkilenmesidir.

Hall (1992) ise macera turizmini; katılımcının tecrübelerinin, zaman ve ortamın yönetiminden etkilenen, bünyesinde risk unsurları barındıran ve katılımcının ikamet alanı dışındaki çevre ile etkileşimini içeren, ticari, açık hava etkinliklerinin geniş bir görüntüsü olarak kabul etmiştir (Aktaran: Sung, 2000: 20).

Kanada Turizm Komisyonunun (1995: 5) tanımına göre, macera turizmi; nadir, alışılmamış, yabancı veya vahşi destinasyonlara, geleneklere uymayan biçimlerde ulaşımı içeren, düşük veya yüksek derecede etkinlikle ilişkili olma eğiliminde olan açık havada yapılan boş zaman etkinliğidir. (Aktaran: Fennell,1999: 49; Bentley vd., 2003: 86; Page vd., 2005: 382)

Smith ve Jenner (1999: 44), bir macera tatilinin ayırt edici özelliğinin keşif nitelikli olması veya gezinin süresi olduğunu iddia etmiştir. Addison ise (1999: 416), etkinlik, doğa ve kültürden oluşan üçlü kombinasyonun, macera

Page 216: 2011 yılı 1-2. sayılar

208

seyahatinin bütün mücadelelerini gösterdiğini belirtmiştir. Muller ve Cleaver (2000: 156), macera turizmini, deneyimlerinde başarı kazanmak için harcadığı fiziksel mücadele sebebiyle, turistin yüksek derecede uyarılmasını sağlama yeteneğine sahip bir turizm türü olarak tanımlamıştır (Aktaran: Swarbrooke vd, 2003: 29).

Bu tanımlarda vurgulanan en önemli unsurlar; etkinlikler, deneyim ve çevredir. Bu çerçevede Sung’ un (1996) yaptığı kapsamlı tanımda, macera turizmi, doğal bir çevre veya alışılmamış açık hava ortamında, genellikle kişisel meydan okuyuş ile ilişkili algılanan risk ve kontrollü tehlike içeren, yeni bir deneyimi keşfetmek için yapılan özel amaçlı bir gezi olarak tanımlanmıştır (Cater, 2005: 157; Swarbrooke vd, 2003: 29; Sung, 2000: 21).

Macera seyahati terimi sık sık literatürde macera turizminin alternatif ifadesi olarak kullanılmaktadır (Sung, 2000; 10; Swarbrooke vd, 2003: 6). Bu çerçevede, Addison (1999: 417) macera seyahatini doğaya yakın gerçekleştirilen herhangi bir etkinlik olarak tanımlamıştır. Yani macera seyahati, bilinen çevresinden ayrılan bir kişinin, keşif, çalışma, iş, iletişim, rekreasyon, spor, gezip görme gibi amaçlarla gittiği yerlerde tesadüfen karşılaştığı insanlarla karşılıklı ilişkilerinden doğan bir olaydır.

2.2. Macera Turizminin Temel Unsurları

Turizm alanında yapılan pazarlama araştırmalarında önemli değişkenler olarak ekipman (ürün) ve kişi katılımı yaygın bir şekilde incelenmektedir. Buna göre, ego katılımı kavramı ve boş zaman uğraşları arasında, sosyal ve psikolojik bir bağlantı kurulmaya çalışılmaktadır. Dolayısıyla, tüketici davranışlarını temel alan turizm çalışmalarda en çok araştırılan konu, kişi katılımıdır (Cater, 2005: 155-156; Sung, 2000: 22-24; Sung vd., 1996; Tanrısevdi, 2009: 1317).

Boş zaman katılımı, ‘rekreasyonal etkinliklere veya ilgili ürünlere karşı fark edilemeyen bir tahrik, ilgi veya motivasyon durumu’ olarak tanımlanabilir (Sung vd, 2001: 47). Selin ve Howard (1988) yaptıkları çalışmalarda, ego katılımını kapsayan beş unsur belirlemiştir. Bunlar; merkezcilik, önem, memnuniyet, ilgi ve öz-ifade (kendini ifade etme) dir. Bir bireyin, boş zaman etkinliklerine katılımı, bu etkinlikten (ilgi), kişisel bir anlam (önem) beklediğinde ve bu tip katılımdan elde ettiği kazanç, onu tatmin ettiği (memnuniyet) zaman ortaya çıkmaktadır (Aktaran: Sung, 2000: 24; Dimanche ve Havitz, 1994). Memnuniyet miktarının, önem ve ilginin düzeyi ile pozitif bir ilişki kurduğu gözlemlenmektedir. Boş zaman etkinliklerine katılımın temelinde, kendi ihtiyaçları zevki ve tutumu olan, farklı bir yaşam tarzına sahip birey vardır. Yani, bireyin söz konusu boş zaman aktivitesine nasıl katıldığı ve böyle bir alışkanlığı nasıl kazandığı, psikolojik bir bakış açısıyla tanımlanmaya çalışılır (Sung vd, 2001: 47; Sung, 2004: 344; Trauer, 2006: 190 ).

Page 217: 2011 yılı 1-2. sayılar

209

Selin ve Howard’ ın ego katılımları teorisine göre, insanların nelere vakit harcamaktan hoşlandıkları; memnuniyeti, neleri önemli kabul edip dikkate aldıkları; önem ve ilgiyi, hoşlandıkları şekilde vakit geçirirken kendilerini nasıl hissettikleri ise; öz ifade kapsamında değerlendirilebilir. Bütün bu unsurlar birleşip; merkezcilik olarak kabul edilen, hal ve hareket tarzının nitelediği, yaşam biçimini oluşturacaktır (Aktaran: Sung, 2000: 25; Trauer, 2006: 190). Bu bağlamda, Havitz ve Dimanche ise (1997), ego katılımının unsurlarından olan, önem, ilgi ve memnuniyetin, boş vakit değerlendirme ve turizm kapsamında, cazibe özellikleri arasında yer alabileceğini iddia etmiştir ( Sung vd, 2001: 48; Sung vd., 2004: 344 Trauer, 2006: 191).

Ewert ve Jameieson’a göre ise (2003: 70-72) macera turizminin temel unsurları ‘pazar, destinasyon ve bağlantıdır’. Buna göre pazarı ‘belirlenen topluluktan gelen turist olarak değerlendirilebilen tüm insanlar’ oluşturmaktadır. Bu turistlerin, ilgi alanlarına göre pazar bölümlendirmesi yapılıp, bağlantı kurulabilecek uygun pazarlama stratejileri tespit edilecektir.

Sung ve diğerleri, yaptıkları macera seyahati araştırmasında, etkinlik, çevre ve deneyimin, macera seyahatinin kapsamının belirlenmesinde anahtar değişkenler olduklarını belirtmiştir. Sonuçta, bir bireyin, macera seyahati çerçevesinde bir boş zaman etkinliğine katılım amacı; memnuniyet ve deneyim kazanmak olacaktır (Sung vd., 1996; Sung, 2004: 344). Özel bir açık hava ortamında, kişisel yetenek unsurları içeren, geleneksel macera rekreasyon biçimlerinden farklı olarak, turistleri, macera seyahatine katılmaya yönelten sebep etkinliklerdir. Etkinlikler, katılım için ilk çekiciliği sağladıktan sonra, dayanıklılık aşaması ile macera seyahatinin çekiciliği sürdürülmesini sağlar. Bu açıdan, macera (risk) rekreasyonunun temelini oluşturan faktörlerden biri olarak kabul edilebilir (Tangeland ve Aas, 2009: 824; Trauer, 2006: 195; Sung, 2000: 27; Sung vd, 2001: 48; Ewert, 1994: 7).

Addison’a göre ise (1999), maceranın turizminde yaşanacak maceranın derecesini belirleyen iki önemli unsur vardır. Bunlardan ilki, ‘tehlike elemanları ve ihtiyaç duyulan teknik beceridir.’ Böylece, mücadelenin boyutu belirlenebilir. Diğeri ise, katılımcının deneyimindeki ‘bağımsızlık derecesidir.’. Turistin deneyimi gerçekleştirebilmek için, tedarikçiye olan bağımlılığı ile alakalıdır. (Aktaran: Swarbrooke vd, 2003: 32; Tanrısevdi, 2009: 1318).

Iso- Ahola, insanları, bir açık hava rekreasyonuna katılmaya yönelten temel motivasyonların iki kavramsal boyutu olduğunu savunmuştur. Bunlar: ‘bir şeyi başarmaya çalışmak’ ve ‘ bir şeyden kaçınmaya çalışmak’ olarak ifade edilebilir. Selin ve Howard ise, macera seyahatine olan bağlılığın, ancak, açık hava rekreasyonlarının, bireyin ihtiyaç duyduğu bir alışkanlık haline gelmesiyle, gerçekleşebileceğini savunmaktadır. Bu, ego katılımının unsurlarından olan öz ifadenin temel varsayımlarından biridir. Belirli boş

Page 218: 2011 yılı 1-2. sayılar

210

zaman etkinliklerine bağlılığının artırılabilmesi için, katılımcıya kendini ifade etme şansının verilmesi gerekmektedir (Sung, 2004: 345; Cater, 2006: 318; Trauer, 2006: 195).

Şekil 2’de gösteridiği gibi, Manning’e göre (1986); açık hava rekreasyonlarına katılım için gereken güdüler ‘başarı, bağlılık, kontrol, kaçış ve öz-farkındalık (self-awareness)’ arzusundan oluşmaktadır. Hall ise, macera seyahati ile ilgili güdüleri ‘risk arama, kendini keşfetme, kendini gerçekleştirme, doğayla bağlantı kurma ve sosyal bağlantı’ şeklinde gruplandırmıştır. Bu öğeler, ego katılımı teorisi unsurlarından olan merkezcilik ve kendini ifade etme ile gruplandırılabilir. Kendinin farkında olma, kendini keşfetme, başarı ve kendini gerçekleştirme öğeleri bireyin değer sisteminin merkezidir ve merkezcilik unsuru ile özdeş olarak kabul edilebilir (Cater, 2006: 318; Trauer, 2006: 184).

Oysaki kontrol, ilişki, başarı ve sosyal bağlantı kişinin öz-kavram kategorisine giren bir ifadedir ve kendini ifade etme unsuru kapsamında değerlendirilebilir. Bu açıklamalar çerçevesinde, Sung, macera seyahatinin, etkinlik ve ödül ile ilişkili olarak tartışılabileceğini savunmaktadır. Çünkü etkinlik, geziye katılım için ilk güdüdür. Ödül ise, özel çevredeki katılımcıların deneyimlerinden beklenen sonuçtur (Sung vd, 2001: 47).

Şekil 2. Macera Turizmi Deneyimi

Kaynak: Trauer, 2006: 195; Garrod, 2008: 39

Bireysel Güdüler İtme kuvveti

Ürün özellikleri Çekme kuvveti

Çekicilik

Merkeziyetçilik Macera turizmi kariyer patikası

Yüksek

Gerçek risk/Tehlike Alanı Yüksek Mücadele Alanı Seyahat Uzmanı Macera Turizmi Uzmanı (Çeşitli macera ürünlerini Sunar) Düşük Yüksek Keşif ve Araştırma Alanı Refah Alanı Hem macera hem seyahat Seyahat Uzmanı Macera Rekreasyon Uzmanı Düşük

Macera Turizmi Deneyimleri

Macera rekreasyonlarına katılım Davranışsal, zihinsel ve duygulanım

Page 219: 2011 yılı 1-2. sayılar

211

Bu açıklamalara ilave olarak, Iso-Ahola, macera deneyimlerindeki doğaya meydan okumanın ‘durumsal risk ve kişisel yeterliliğin etkileşiminden’ türediğini belirtmiştir. Bundan dolayı, risk alma derecesinin, katılımcının tecrübe ve beceri seviyesi ile pozitif bir ilişkisi olduğu söylenebilir. Ayrıca, macera etkinliğindeki performans düzeyi, doğrudan, katılımcının beceri seviyesine bağlıdır. Beceri seviyesi ise, katılımcının etkinliğe verdiği öneme göre değişir ( Sung, 2000: 28; Weber, 2001: 363).

Geleneksel risk rekreasyon teorisine göre, açık hava macera deneyimleri, iki temel yapıdan oluşmaktadır. Bunlar, algılanan risk ve algılanan yeterliliktir. Algılana risk, macera etkinliğinin içeriği ile alakalıdır. Risk unsuru, macera etkinliklerine katılım için, önemli bir çekicilik yaratmaktadır. Bu sebeple, macera turizmi ile ilgili yapılan çalışmaların çoğunda, ayırt edici özellik olarak vurgulanmıştır. Algılanan yeterlilik ise, katılımcının geçmiş macera etkinliği deneyimlerine bağlıdır. Algılanan risk ile mücadele etme yeterliliğine sahip olduğunu hisseden katılımcının ( merkezcilik), memnuniyet (ödül) düzeyi de yüksek olacaktır. Havitz ve Dimanche, risk rekreasyon ortamlarında, merkezcilik unsurunun da güvenilirliği artırarak, en az risk kadar güçlü bir çekicilik yarattığını savunmaktadırlar (Cater, 2006: 319; Page vd., 2005: 382).

Kısacası, boş zaman etkinliklerine katılım, ego katılım unsurları olan merkezcilik, önem, memnuniyet, ilgi ve öz-ifade ile bütünleştirilebilir. Bu açıdan, macera kavramının önemli öğeleri olan etkinlik, çevre, deneyim, güdü ve performans, seyahatçilerin macera gezisine katılımını etkileyen davranışsal kalıpları açıklayan güçlü faktörler olarak kullanılabilir.

2.3. Macera Turizminin Tarihsel Gelişimi

Geçmişten günümüze kadar yapılan macera seyahati türlerinin bazıları şunlardır (Swarbrooke vd, 2003: 41-50):

• Kâşifler ve maceracılar: Yirminci yüzyılın başlarında çoğu topraklar ve denizler kâşifler tarafından keşfedilmiştir.

• Paralı Askerler: Yüzyıllardır para ve adrenalin bazı erkek ve kadınlara asker olmaları için ilham vermektedir. Paralı askerler savaşta karşılaştıkları tehlikelerin yanında, çeşitli kültürel maceralarla yüz yüze gelmektedirler.

• Hac: Bazı dini inanışlardaki hacca gitmek turizmin en eski çeşitlerinden biridir. Ayrıca macera turizminin ilk çeşitleri arasında da görülmektedir.

• Mevsimsel Göçmenler: Yüzyıllardır dünyanın çeşitli yerlerindeki insanlar özellikle kırsal kesimlerden mevsimlik iş bulmak için göç etmektedirler.

Page 220: 2011 yılı 1-2. sayılar

212

• Misyonerler: Misyonerler yüzyıllarca kendi dini inançlarını yaymak için çeşitli macera niteliğindeki yolculuklara çıkmışlardır. Özellikle gelişmekte olan ülkelerde yardım amaçlı bulunan misyonerler günümüzde hala bulunmaktadır. Seçilmiş hedef bölgelerde terör, hükümet baskıları gibi olumsuzluklarla karşılaşabileceklerinden, seyahatleri hala macera kapsamında değerlendirilmektedir.

• Doğa Tarihçileri: Doğa tarihçileri yeni bitki ve hayvan türlerini keşfetmek için yaptıkları flora, fauna seyahatleriyle kendi macera turizmi türlerini oluşturmuşlardır. Güçlü keşif arzuları, onları tehlikeli ve az bildikleri bölgelere seyahat etmeye yönlendirmiştir.

• Kadın Seyahatçiler: Macera turizminin gelişmesinde, geçtiğimiz yüzyılda, özellikle Amerika ve Avrupa’da kadın seyahatçilerde önemli bir rol oynamıştır. Kadın seyahatçiler sadece fiziksel macera ile değil, aynı zamanda, toplumda kadınlara olan kadınlara olan bakış açısıyla da mücadele etmişlerdir.

• Seyahat Maceraları Yazarları: 1990lardan itibaren seyahatle ilgili medyanın gelişmesi, seyahat maceraları yazarlarının ortaya çıkmasına neden olmuştur. Bu tip seyahatçiler, tecrübelerini yazılarında anlatırlar. Günümüzde macera yazarlarının yeni tip seyahatleri de görülmektedir. Bu tip maceralara, bisikletle dünyayı dolaşmak veya soyunu araştırmak gibi spesifik bir konu için seyahat etmek, örnek olarak verilebilir.

• Avcılık: Av alanlarının zorlu çevresel şartlara sahip, tehlikeli vahşi hayvanlarla karşılaşılabilecek alanlardır. Bu tip alanlarda yüksek mücadele gerektiren hatta avcının yaralanabileceği durumlarla karşılaşılabilir. Günümüzde ise çoğu ülkede avcılık toplum tarafından daha az kabul gören ve yasaklanmış bir macera turizmi dalı haline gelmiştir.

• Ev Takası: Macera yaşamak isteyen insanlar bazı insanlar farklı bölgelerdeki ev değişimi yapmak isteyenlerle geçici bir süre için evlerini değiştirirler. Burada kişiler normal günlük alışkanlıkların sürdürebilecekleri bir tatil seçmektedirler. Tercih ettikleri macerada herhangi bir fiziksel tehlike ile yüz yüze gelmemektedirler. Ayrıca herhangi bir çabada sarf etmelerine gerek kalmamaktadır. Günümüzde oldukça ilgi gören bir turizm pazarı olarak görülmektedir.

• Son Dakikada Turistleri: Burada macera gidilecek yer veya seçilen etkinlikle ilgili hiçbir planlama yapmamaktır. Risk insanların nereye gideceklerini veya gittikleri yerde ne ile karşılaşacaklarını bilmemeleridir. Bu tip tatilin tercih edilmesindeki ana neden riskin sadece bilinmeyen bir yere gitmek olması ve oldukça ucuz olmasıdır.

Page 221: 2011 yılı 1-2. sayılar

213

Genellikle günlük yaşantısından uzaklaşmak yaşam tarzını değiştirmek isteyen insanlar tarafından tercih edilmektedir.

• Gönüllü Yardım Çalışanları: 1990lardan itibaren farklı bir ülkeye gönüllü olarak çalışmak için gidilmesi oldukça popüler hale gelmiştir. Bu tip bir etkinlikte, terörist grupların saldırıları ve hırsızlık gibi risklerle karşı karşıya kalınabilmektedir. Gönüllü yardım çalışanları karşılaşabilecekleri bütün risklere rağmen faydalı bir iş yaptıklarına inandıklarından dolayı bu amaçla seyahat etmekten vazgeçmemektedirler.

• Öğrenci Değişimi: Dünya çapında yüksek öğrenimin gelişmesi, öğrenci değişimini ülke sınırlarının ötesine taşımıştır. Macera turizminin bu tipinde öğrenciler farklı bir kültür ve dilde aldıkları eğitimde başarısız olma riski ile karşı karşıya kalmaktadırlar. Ayrıca küçük yaştaki öğrenciler yabancı bir ailenin yanında geçimini sağlayamayarak mağdur durumda kalabilirler.

3. MACERA TURİZMİ PAZARININ GENEL GÖRÜNÜMÜ

Uluslar arası turizm pazarı, dış çevre koşullarından yoğun bir şekilde etkilenir ve sürekli bir değişim içindedir. Gelişmiş ülkelerdeki refah düzeyinin yükselmesi, boş zaman artışı, kişilerin seyahat konusunda deneyim kazanmaları ve sosyo-demografik yapılarının değişmesi, 1990lardan itibaren seyahat pazarının üzerinde olumlu değişikliklere neden olmuştur (Williams ve Soutar, 2005: 248; Sung, 2000: 51).

Değişen seyahat harcama kalemleri ve bu harcama kalemlerinin pazarda meydana getirdikleri sonuçlar, bu değişimin önemli bir delili olarak görülebilir. Tüketicilerin tatmin düzeyinin büyüyen önemi, yeni boş zaman modelinin temellerini, ‘ucuz kelepir arzdan’, ‘değer yaratma’ ve ‘aktif tatile’ doğru değiştirmiştir (Williams ve Soutar, 2009: 415; Ünüsan ve Sezgin, 2004: 91). Bu durumda, özel ilgi seyahati pazarın talepleri doğrultusunda yönlendirilmektedir. Pazar, çeşitli etkinliklerin bulunduğu, özel amaçlı boş zaman seyahatlerini talep etmektedir. Turizm endüstrisi, pasif tatil anlayışının yerini alan bu yeni eğilime doğru kayışı göz ardı etmemelidir. Bu yeni yapıcı, ödüllendirici, onarıcı rekreasyon fikri, en az eğlence için rekreasyon fikri kadar önemlidir. Benzer şekilde, Martin ve Mason’da (1993), macera seyahatinin iki ana unsuru olan, ‘etkinlik’ ve ‘deneyimi’, gelecekteki çekiciliklerin temel unsuru olarak görmektedir (Sung, 2000: 51-52).

Macera turizmi pazarının küresel boyutlarda genel görünümünü belirlerken beş teme boyutta incelenebilir. Bunlar (Buckley, 2009: 5; Buckley, 2007: 1428; Richards ve Wilson, 2006: 42; Ferguson ve Todd, 2005: 149-150):

Page 222: 2011 yılı 1-2. sayılar

214

• Genel kabul görmüş macera turizmi tanımının yapılamaması. Sung (2000: 52) geleneksel turizm tanımlarında yer alan ‘seyahatçinin ikamet alanından, belirli bir mesafe uzaklıktaki destinasyonlarda, en az bir gece konaklaması’ koşulunun, macera seyahati için gerekli olmadığını iddia etmektedir. Bu fikrini, macera turizminde birincil önceliğin, özellikli ortamlarda, spesifik etkinlikler olduğunu ifade ederek savunmaktadır. Bu bağlamda, macera seyahatindeki alışılmamış (egzotik) çevresel ortamın, katılımcıları spesifik etkinliklere yönelten güdülerden daha önemli bir seyahat ürünü etmeni olduğu söylenebilir. Macera turizmi pazarı olarak toplanan çoğu veri kentsel olmayan yerlere yapılan aktif gezilere odaklanmaktadır. Bu yolla yapılan macera turizminin tanımındaki ima, dinlere ait hac ziyaretlerinden, kapalı alan eğlencelerine kadar pek çok macera kapsamındaki etkinliği hariç tutmaktadır (Swarbrooke vd, 2003: 91).

• Macera turizmi fenomeni oldukça yeni ve çok karmaşıktır. Aynı zamanda pazar verilerinin toplanması ile ilgili oldukça az çaba harcanmıştır. Açık hava etkinlikleri temelli macera turizmi haricinde, macera turizminin diğer biçimleriyle ilgili oldukça az miktarda veri mevcuttur.

• Var olan toplanmış veriler, akademik veya genel yayın düzeyine uygun değildir. Genellikle girişimciler tarafından pazarlama amaçlı olarak toplanan ve gizli tutulan verilerdir. Girişimci araştırmacıyla kendi pazarları hakkında konuşmaya gönüllü olsa bile pazar boyutlarını abartıp, kendilerini olduklarında daha başarılı gösterebilirler veya bilgileri vergi dairesine aktaracakları korkusuyla pazarla ilgili rakamları olduğundan düşük gösterebilirler.

• Hükümet ve endüstrinin macera turizmine ilgisi ve farkındalığı, bu pazarın dünyadaki büyümesine eş değer değildir. Önemli oranda macera turizmi etkinliğinin olduğu bazı ülkelerde, bu ilgi eksikliğinden dolayı ya az miktarda veri toplanmış ya da hiç veri toplanmamıştır.

• Macera turizmi hakkında verilerin bulunduğu ülkeler olmasına rağmen, karşılaştırma yapabilecek diğer ülke verilerinin bulunmaması problemin devam etmesine neden olmaktadır. Değişik ülkelerdeki macera turizmi tanımlarının farklı olması, veri biriktirme metotlarındaki farklılıklar ve verilerin farklı zaman periyotları içinde toplanmış olması bu zorluğun artmasına neden olmaktadır.

Macera seyahatinin gelişimini çeşitli faktörlere bağlıdır. Bunlardan biri, 1980lerin başlarından itibaren, macera turizmi ile ilgili ekipman üretimindeki, teçhizatçı, perakendeci sayısındaki artış ve medyanın hızlı büyümesidir. Örneğin, Kuzey Amerika’da macera seyahati, turizm endüstrisinin en hızlı

Page 223: 2011 yılı 1-2. sayılar

215

gelişen pazar bölümü olarak görülmektedir. Ayrıca, macera seyahatinin, doğal çevresel ortama sahip, az gelişmiş bazı bölgelerin önemini artırarak, yerel ekonominin gelişimi üzerinde önemli bir etki yarattığı da gözlemlenmektedir (Sung, 2000: 53). Turistik ürünün kalitesi, kullanıma hazırlığı ve yarattığı değer, macera seyahat pazarlarında tercih edilen etkinlik türlerinde bazı değişiklikler olmasına rağmen, baskın faktörler olarak görülebilir.

Sung ve diğerlerinin (1999) bu etkinliklerle ilgili olarak, tedarikçiler üzerinde yaptıkları araştırmada, macera seyahati ürünlerini: seyahat ürünleri ile ilişkilendirilen etkinler ve macera seyahat uzmanları ile ilişkili hizmetler adı altında, iki kategoride değerlendirmişlerdir. Doğal çevrelerde yapılan geleneksel açık hava macera etkinlikleri arasında en popüler olanlarının, rafting, kayak, kültürel ve çevresel geziler, trekking, safari ve kanoculuk olduğunu tespit etmişlerdir. Hizmet temelli macera seyahat ürünlerinin arasında ise, ‘alışılmamış destinasyonlardaki çoklu etkinlik seyahat paketlerinin’ en popüler ürün olduğunu belirlemişlerdir (Aktaran: Sung, 2000: 54-56; Schott, 2007: 259).

Tablo 1. Açık Hava Macera Turizmi Etkinlikleri Kutup Bölgesi keşfi Backpacking(Sırt Çantası ile Seyahat)

Balon Seyahati Bisikletçilik

Kuş İzleme Turları Bungy Jumping

Kampçılık Kanoculuk

Scuba & Sky Diving Snorkelle Dalış Balıkçılık sürüş gezileri

Planörcülük Hiking(gezip görme)

Atçılık Avcılık

Balta Girmemiş Orman Keşfi Nehir&Deniz Kayağı Motosikletçilik Dağ bisikletçiliği Dağ Tırmanışları Doğa Turları

Orienteering(Yön bulma) Yamaç Paraşütü

Rafting Safari

Yelkencilik Skydiving(paraşütlü gösteri)

Kar Kayağı Snowmobiling

Mağaracılık Trekking( Doğa Yürüyüşü)

Survival gezileri Rüzgâr sörfü

Yürüyüş Turları

Kaynak: Sung, 2000: 55; Weber, 2001: 364

Ayrıca, Sung ve diğerleri (1997), yaptıkları çalışmada, macera seyahat pazarının tam boyutlarının bilinmemesine rağmen, macera seyahati kapsamında değerlendirilen Tablo 1’de gösterilen, etkinliklerle ilgili genel fikir birliği saptamışlardır. Bu çalışmaya göre, doğal çevrelerde gerçekleştirilen dağcılık, kayak ve kanoculuk macera seyahatiyle doğrudan bağlantılıdır. Ancak, motorlu

Page 224: 2011 yılı 1-2. sayılar

216

teçhizat kullanılan motosikletçilik, kar motosikletçiliği dört-çeker sürüş gezileri ve avcılık, macera seyahati unsurlarını daha az ihtiva etmektedir (Aktaran: Sung, 2000: 55). Pomfret (2006: 114) ise, macera etkinliklerini geleneksel macera etkinlikleri ve çağdaş macera etkinlikleri olarak sınıflandırmıştır. Tablo 2’de görüldüğü gibi bu etkinlikleri kara, su, hava ve karma temelli etkinlikler olmak üzere dört başlık altında incelemiştir.

Tablo 2. Geleneksel ve Çağdaş Macera Turizmi Etkinlikleri

Kara Temelli Su Temelli Hava Temelli Karma (kara-hava-su)

Backpacking(Sırt Çantası ile Seyahat)

Kanoculuk Balon Seyahati Macera Yarışları

Bisikletçilik Kanyon Seyahatleri Bungee Jumping Hayırseverlik Mücadeleleri

Mağaracılık Gemi ile Keşif Seyahati

Planörcülük Doğayı Koruma Turları

Tırmanma Su Kayağı Asılı Planör Uçuşları Kültürel Deneyimler

Kızakla Gezme Yelkencilik Yamaç paraşütü Hedonistik deneyimler (Hazcılık)

Hiking(gezip görme) Scuba Dalışları Paraşütçülük Ruhsal Aydınlanma

Avcılık Şnorkelle Dalış Paraşütle Hava Gösterileri

Vahşi Yaşam İzleme Turları

Atçılık Sörfcülük

Motosikletçilik Rüzgâr Sörfçülüğü

Dağ bisikletçiliği

Dağcılık

Orienteering (Yön Bulma)

Kayakçılık

Snowmobiling (KarMotosikletçiliği)

Sahra Deneyimleri

Kaynak: Pomfret, 2006: 114

Millington’a (2001) göre, 2000’lerden itibaren uluslar arası macera turizmi pazarı 4 ila 5 milyon geziyi kapsamaktadır. Bu göstergenin %7’si civarındaki uluslar arası gezilere o yıl içinde çıkılmıştır. Macera turizminin tanımı spor ve

Page 225: 2011 yılı 1-2. sayılar

217

doğa turizmi, kültürel turizm, kentsel olmayan vahşi yerleşim yerlerinde yapılan turizm türlerine odaklanmıştır (Aktaran: Swarbrooke vd, 2003: 93; Schott, 2007: 258).

4. MACERA TURİZMİ PAZARININ ÖZELLİKLERİ

Macera turizminin üretici ve tedarikçilerinin sunduğu ürün ve deneyimler, farklı amaçlara sahiptir. Bu fark, tedarikçi ve üreticilerin pazarlama görüşünü etkilemektedir. Bazı firmalar için, macera turizmi sağlıklı kar için yapmak istedikleri bir iştir. Kar amacı gütmeyen, gönüllü olarak bu işi yapanların amacı ise daha sosyal içeriklidir. Bu amaçlı macera etkinlikler örneğin, mağdur çocuklar için yapılan ‘yardımseverlik, karakter oluşturma, fikir yayma’ tatilleridir. Ayrıca, macera turizmi ile profesyonellerinin ‘eski hobilerini’ ticari bir girişim haline getirmeleri de macera seyahatlerinin farklı amaçları arasında sayılabilir. Amaçları kar maksimizasyonu değil, hoşlandıkları yaşam tarzını yeterli kazanç sağlayarak sürdürmektir (Swarbrooke vd, 2003: 155).

Macera turistleri sayısız motivasyonlara sahiptir. Aynı deneyim ve turistin yaptığı harcamalar arasında bu motivasyonlar çeşitlenmektedir (Sung vd, 2001: 48). Bu motivasyonlar macera turizminin herhangi bir çeşidinde başarılı olmak için yapılacak her şeyi kapsayabilir. Mesela günlük yaşamdaki insanlarla yapılan monoton paylaşımlardan kaçmak veya sağlığı korumak ve iyileştirmek bir motivasyon unsuru olarak karşımıza çıkabilir. Spesifik macera turizmi gezilerine katılan aynı gruptaki insanlara bakarsak, her birinin farklı özel bir motivasyonu olduğunu gözlemleriz.

Bazı macera turizmi ürünleri somutken, bazıları oldukça soyuttur. Nehirler ve dağlar gibi bazı fiziksel macera gezileri oldukça somuttur. Bu tip fiziksel doğal kaynaklar, rafting ve dağcılık gibi deneyimlerin temelidir. Diğer taraftan, soyut yararları tercih eden macera turistinin zihinsel gelişim için, soyut varlıklar üzerine kurulu bir takım deneyimleri başarması gerekir. Örneğin hacca gidip o havayı hissetmek, dini eğitimler gibi. Bu tip soyut deneyimlerin pazarlaması zordur. Çünkü potansiyel müşterilerle, ürünün doğasıyla kolay bir iletişim kurulamaz(Swarbrooke vd, 2003: 156).

Bazı macera turizmi ürünleri sezonluk iken, bazıları bütün yıla yayılmıştır. Mevsimsel macera turizmi ürünlerinin iki temel özelliği bulunmaktadır. Bunlar: çekicilik ve erişilebilirliktir. Macera turizminin çekicilikleri arasında bulunan kar, dalga gibi bazı özel olaylar yüksek derecede sezonluktur. Özellikle bazı yerlerde, yılın belli mevsimlerinde kötü hava şartları veya ulaştırma hizmetlerindeki azalma gibi nedenlerden dolayı, ürünün sezonluk olmasından ziyade, erişilebilir olması bir çekicilik oluşturmaktadır. Diğer taraftan, çekiciliğin sürekli ulaşılabilir olduğu ürünlerde vardır. Turizmle alakalı olarak mevsimsellik hem fiyatları hem de potansiyel talebin miktarını etkilemektedir.

Page 226: 2011 yılı 1-2. sayılar

218

Bazı ürünler paket tur olarak hazırlanırken, diğerleri bağımsız seyahatçiler için kişiye özel olarak hazırlanır. Bir macera turizmi çekiciliği paket tur olmasından kaynaklanabileceği gibi, kişiye özel olarak hazırlanan bir deneyim olmasında da kaynaklanabilir.

Bazı macera turizmi ürünleri kişiye özgü biçimde tüketilirken, diğerleri grup halinde yapılan deneyimlerdir. Bazı macera turizmi deneyimleri oldukça kişisel, yalnız yapılan etkinliklerdir. Bazı bağımsız turistler bir gruba dâhil olmak yerine, etrafta başka turistlerin olmadığı destinasyonları tercih ederler. Bunun tersine, bir kısım macera deneyimleri eğlencenin kısmi olarak katılımcıların etkileşiminden kaynaklanan, grup etkinliği olma eğilimindedir.

Ürünlerin fiyatları çok düşükten, çok yükseğe doğru çeşitli değerlerde fiyatlandırılabilir. Bazı macera turizmi biçimleri örneğin belli bir bölgedeki doğal çekicilikleri bakımından ücretsizdir.

Dağıtım kanalları oldukça karmaşıktır. Macera turizmi ürünlerinin dağıtımı birçok dağıtım kanalları aracılığıyla gerçekleşir. Örneğin, turistik bir destinasyonda kurulan küçük bir macera etkinliği organizatörü ürünlerini tüketicilere farklı şekillerde ulaştırabilir. Öncelikle ofise gelen bireysel müşterileriyle veya grup müşteriyle direkt olarak iletişim kurar. Yerel otel ve seyahat acentelerine özel paket turlar hazırlayabilir veya yabancı tur operatörleri için özel paket turlar hazırlayabilirler. Ayrıca son günlerde internet üzerinden bireysel veya grup müşterilere direk olarak ulaşmak oldukça kullanılan bir yöntemdir. Bu tip dağıtım kanallarında ürün fiyatları, organizatör tarafından tanıtım kampanyaları da göz önünde bulundurularak belirlenir (Swarbrooke vd, 2003: 157).

Bazı macera turizm pazarları uluslar ötesidir. Macera turizminin kültür veya ülke sınırlarının ötesine geçen bu fenomeni, uzun mesafe seyahatlerin ve küresel turizm pazarının büyüyen ilgisine bağlı olarak gelişmektedir. Bu tip uluslar ötesi turizm, tedarikçiler ve üreticiler için, pazarlar ve destinasyonlar arasındaki kültür bağdaştırmasını içeren pazarlama faaliyetlerinin boyutlarını çeşitlendirmektedir. Örnek olarak, reklamı yapılan turistik ürün olan macera deneyimi nedeniyle meydana gelen riske karşı ihtiyaç olan etik standartları ve davranış kalıpları, yiyecek tercihleri, yabancı dil gibi faktörleri verebiliriz(Swarbrooke vd, 2003: 158).

Macera turizmi ürünü birkaç dakikadan, birkaç haftaya kadar olan bir süreyi kapsayabilir. Örneğin, Bungee Jumping gibi bir deneyim dakikalarla ifade edilecek bir zaman dilimini kapsarken, trekking veya keşif turları birkaç haftayı kapsayabilir. Macera etkinliklerinin temeli kapsadığı sürede katılımcıya sağlayacağı tatmin düzeyidir.

Page 227: 2011 yılı 1-2. sayılar

219

SONUÇ

Hızlı pazar büyümesi ve yeni ürün geliştirme zorunluluğu dikkate alındığında, macera turizmi ile ilgili en iyi hedef pazar bölümlendirme temellerinin seçimi oldukça büyük önem taşımaktadır. Bu konuda karşılaşılan en büyük sorun, teorik gelişimin henüz tamamlanmış olmamasıdır. Pazarlama bakış açısına göre, pazarlama çabalarının nihai amacı, daha büyük sayıda misafiri, turizm harcamalarının miktarını yükseltmek için turistik ürün ve hizmet satın almaya yöneltmektir. Bu amaçla, turizm pazarlamacıları, ürün ve hizmetlerini potansiyel tüketicileri cezp edecek şekilde hazırlayabilmek için, onların satın alma karar yöntemlerini öğrenmek zorundadırlar

Macera seyahatinde, etkinlik anahtar ürün olarak kabul edilebilir. Etkinliklerin incelenmesi, uygun hedef pazar bölümlendirmesinde kullanılan etkili turizm kaynaklarına rehberlik etmektedir. Ayrıca, etkinlikler, var olan turistik ürün çeşitleri ile birleştirilebilir.

Turizm etkinliklerinin çeşitliliğinin artırılması, potansiyel turistlerin farklı beklentilerinin daha etkin karşılanmasını sağlayarak, hem müşteri bağlılığını artıracak hem de turistik hareketliliğin kıyılardan iç bölgelere doğru kaymasını sağlayarak bölge ekonomisine katkıda bulunacaktır.

Turizmin çeşitlendirilmesine olanak tanıyacak özgün turistik ürünlerin geliştirilmesinde, turizmin etkinliğini artıracak çevresel faktörlerin korunmasında, turizm potansiyelinden maksimum düzeyde yararlanılmasında, potansiyel macera turist profilinin ve beklentilerinin tespit edilmesi önem taşımaktadır. Bu nedenle, yöresel kaynaklardan ekonomik değer yaratacak şekilde faydalanmayı yollarını belirlemeyi hedefleyen, turizm türleri konusunda yapılan araştırmalarda, potansiyel tüketici profilinin ve tercihlerinin belirlenmesi fayda sağlayacaktır.

Diğer turizm çeşitleriyle karşılaştırıldığında, macera turizmi, doğal ve kültürel zenginliklerin korunmasını teşvik etmekte ve yöreye en yüksek ekonomik katkıyı sağlamaktadır. Bu nedenle, özellikle gelişmekte olan ülkelerin hükümetleri, ulusal ve uluslar arası sivil toplum örgütleri ve turizm işletmeleri macera turizminin tanıtımına öncelik vermelidir. Çünkü turizmden karşılıklı fayda sağlanması; turist, yerel halk, ilgili kurum ve kuruluşların birlikte çalışması ile mümkün olacaktır.

Page 228: 2011 yılı 1-2. sayılar

220

YARARLANILAN KAYNAKLAR

KİTAPLAR

BENTLY, Tim, Page, Stephen J. ve Laird, Ian (2003). Managing Tourist Safety: The Experience of the Adventure Tourism Industry. (Edited by Jeff Wilks and Stephen J. Page). Managing Tourist Health and Safety in the New Millenium. UK: Elsevier Science Ltd. Pp. 85-97.

BURKLEY, Ralf. (2009). Adventure Tourism Management (First Edition). USA: Elsevier Science & Technology. Pp. 3-15, 215-230.

CATER, Carl. (2005). Looking The Part: The Relation Between Adventure Tourism and The Outdoor Fashion Industry. (Edited by Michelle Aicken). Taking Tourism To The Limits: Issue, Concepts And Managerial Perspectives (First Edition). UK: Elsevier Science Ltd. Pp.155-165.

EWERT, Alan ve Jamieson, Lynn (2003). Current Status and Future Directions in Adventure Tourism Industry. (Edited by Jeff Wilks and Stephen J. Page). Managing Tourist Health and Safety in the New Millenium. UK: Elsevier Science Ltd. Pp. 67-84.

FERGUSON, Shelagh ve Todd, Sarah. (2005). Acquiring Status Through the Comsumption of Adventure Tourism (Edited by Michelle Aicken). Taking Tourism To The Limits: Issue, Concepts And Managerial Perspectives (First Edition). UK: Elsevier Science Ltd.Pp. 149-155.

HONEY, Martha S. (2008). Ecotourism and Sustainable Development: Who Owns Paradise? USA Washington: Island Press.

MİHALİC, Tanja. (2006). Nature- Based Products, Ecotourism and Adventure Tourism. (Edited by Dimitrios Buhalis, Carlos Costa). Tourism Business Frontiers: Consumers, Products and Industry (First Edition). Oxford UK: Elsevier Ltd. 111-117.

RİCHARDS, Greg ve Wilson, Julie. (2006). Youth and Adventure Tourism (Edited by Dimitrios Buhalis, Carlos Costa). Tourism Business Frontiers: Consumers, Products and Industry (First Edition). Oxford UK: Elsevier Ltd. Pp. 40-48.

RYAN, Chris (2003). Risk Acceptance in Adventure Tourism. (Edited by Jeff Wilks and Stephen J. Page). Managing Tourist Health and Safety in the New Millenium. UK: Elsevier Science Ltd. Pp. 55-66.

SHEPHARD, Graham and Evans, Sarah. (2005). Adventure Tourism Hard Decisions, Soft Options and Home For Tea: Adventure on the hoof. (Edited by: Marina Novelli). Niche Tourism: Contemporary Issues, Trends and Cases. UK: Elsevier Science Ltd. Pp. 201-211.

Page 229: 2011 yılı 1-2. sayılar

221

SUNG, Hyesook Heidi (May 2000). An Analysis of The Adventure Travel Market: From Conceptual Development to Market Segmentation, PhD. USA: Purdue University.

SWARBROOKE, John, Beard, Colin, Leckie, Suzanne and Pomfret, Gill (2003). Adventure Tourism: The New Frontier. USA: Elsiver Science Ltd

TISDELL, Clement A. (1995). Investment in Ecotourism: Assessing its Economics. Brisbane: University of Queensland. Dept. of Economics.

ÜNÜSAN, Çağatay ve Sezgin, Mete (2004). Turizm Pazarlaması. Konya: Atlas Kitabevi.

DERGİLER

BENTLEY, Tim A. ve Page, Stephen J. (2008). A Decade of Injury Monitoring in the New Zealand Adventure Tourism Sector: A Summary Risk Analysis. Tourism Management. Vol. 29, 857-869.

BJÖRK, Peter. (May/Jun 2000). Ecotourism from a Conceptual Perspective, an Extended Definition of a Unique Tourism Form. The International Journal of Tourism Research. Vol. 2, Iss. 3, 189- 202.

BUCKLEY, Ralf. (2007). Adventure Tourism Products: Price, Duration, Size, Skill, Remoteness. Tourism Management. Vol. 28, 1428-1433.

BUCKLEY, Ralf. (2008). Testing Take-Up of Acedemic Concepts in an Influential Commercial Tourism Publication. Tourism Management. Vol. 29, 721-729.

CATER, Carl I. (April, 2006). Playing with risk? Participant Perceptions of Risk and Management Implications İn Adventure Tourism. Tourism Management, Vol. 27, Iss. 2, 317-325.

ELSRUD, Torun (2001). Risk Creation In Travelling: Backpacker Adventure Narration. Annals of Tourism Research, Vol. 28, No. 3, 597-617.

Gyimothy, Szilvia and Mykletun, Reidar J. (2004). Play In Adventure Tourism: The case of Arctic Trekking. Annals of Tourism Research, Vol. 31, No. 4, 855-878.

EWERT, Alan W. and Hollenhorst, S. Veal (1991). Adventure travel: Risky business for a risky customer. Leisure and Tourism: Social and Environmental Change. World Leisure and Recreation Association. Ontario, Canada. pp. 563-566.

EWERT, Alan W.(1993). Differences in the Level of Motive Importance Based on Trip Outcome, Experience Level and Group Type. Journal of Leisure Research, Vol. 25.

Page 230: 2011 yılı 1-2. sayılar

222

EWERT, Alan W.(January 1994). Playing the Edge: Motivation and Risk Taking ina High-Altitude Wilderness Like Environment. Environment and Behavior, Vol. 26, No. 1, 3-24.

GYIMOTHY, Szilvia ve Mykletun, Reidar J. (2004). Play In Adventure Tourism: The case of Arctic Trekking. Annals of Tourism Research, Vol. 31, No. 4, 855-878.

HILL, Brain J. (Sep 1995). A Guide to Adventure Travel. Parks&Recreation Academic Research Library. Vol 30, Iss 9, 56- 65.

MANSUROĞLU, Sibel. (2006). Turizm Gelişmelerine Yerel Halkın Yaklaşımlarının Belirlenmesi: Akseki/Antalya Örneği. Akdeniz Üniversitesi Ziraat Fakültesi Dergisi, No: 19(1), 35-46.

PAGE, Stephen J., Bentley, Tim A. and Walker, Linda. (2005). Scoping the nature and extent of adventure tourism operations in Scotland: How safe are they? Tourism Management, Vol. 26, 381-397.

POMFRET, Gill (February 2006). Mountaineering adventure tourists: a conceptual framework for research. Tourism Management. Vol 27, Iss 1, 113-123.

RYAN, Chris (2002). Equity, Management, Power Sharing and Sustainability- Issues of the ‘New Tourism’. Tourism Management. Vol 23, 17-26.

SCHOTT, Christian. (2007). Selling Adventure Tourism: a Distribution Channels Perspective. International Journal of Tourism Research, Vol. 9, 257-274.

SUNG, Heidi H., Morrison, Alastair M. ve O’Leary, Joseph T.(Ocak 1996). Definition of Adventure Travel: Conceptual Framework for Emprical Application from the Providers’ Perspective. Annual Society of Travel and Tourism Educators Conference in Ottawa, Canada http://www.hotel-online.com Erişim Tarihi: 23.12.2005

SUNG, Heidi H., Morrison, Alastair M.,Hong, Gong-Soog ve O’Leary, Joseph T.(February, 2001). The Effects Of Household and Trip Characteristics on Trip Types: A Consumer Behavioral Approach for segmenting the U.S. Domestic Leisure Travel Market. Journal of Hospitality & Tourism Research, Vol. 25, No. 1, 46-68.

SUNG, Heidi H. (May 2004). Classification of Adventure Travelers: Behavior, Desicion Making and Target Markets. Journal of Travel Research, Vol. 42, 343-356.

TANGELAND, Torvald ve Aas, Qystein. (2009). Household Composition And The İmportance Of Experience Attributes Of Nature Based Tourism Activity

Page 231: 2011 yılı 1-2. sayılar

223

Products- A Norwegian Case Study Of Outdoor Recreationists. Tourism Management, Vol. 32, 822-832.

TANRISEVDİ, Abdullah (2009). Türk Özel İlgi Gezginleri Sansasyon Arama Özelliği Sergilemekte midir? Ege Akademik Bakış. Cilt 9, Sayı 4, 1313-1340.

TRAUER, Birgit (2006). Conceptualizing Special Interest Tourism-Frameworks for Analysis. Tourism Management, Vol 27, 183-200.

WEBER, Karin. (2001). Outdoor Adventure Tourism A Review of Research Approaches. Annals of Tourism Research, Vol. 28, No. 2, 360-377.

WILLIAMS, Paul and Soutar, Geoffrey (September 2005). Close to “Edge”: Critical Issues for Adventure Tourism Operators. Asia Pacific Journal of Tourism Research. Vol. 10. No. 3. Pp 247-261.

Page 232: 2011 yılı 1-2. sayılar

224

Page 233: 2011 yılı 1-2. sayılar

225

ÖRGÜTSEL BAĞLILIĞIN ÇALIŞAN PERFORMANSI ÜZERİNE ETKİLERİNİ ÖLÇMEYE YÖNELİK BİR ÇALIŞMA

Rıfat İRAZ*

Özlem AKGÜN**

ÖZET

Son yıllarda rekabet şartlarının değişmesi ve gelişmesi ile örgütsel bağlılık ve çalışan performansı kavramları daha çok tartışılır hale gelmeye başlanmıştır. Örgütsel bağlılık, bireyin çalışmış olduğu kurumla kendini özdeşleştirmesi, kurum için türlü fedakârlıklarda bulunması, kurumun tüm amaçlarını benimsemesi ve uzun süre aynı kurumda çalışmak istemesidir. İş hayatında uygulanabilirliliği her geçen gün daha da zorlaşan bir kavram olarak karşımıza çıkan örgütsel bağlılık, işletmeler için son derece kritik ve üzerinde tartışılması gereken bir konudur. Yapılan bu çalışmanın amacı, Konya ilinde bulunan banka çalışanlarının örgütsel bağlılıklarının performansları üzerindeki etkilerini ölçmek ve bu yolla yöneticilere bir ışık tutabilmektir.

Anahtar Kelimeler: Örgütsel Bağlılık, Çalışan Performansı, Banka Çalışanları

Çalışmanın Türü: Araştırma Makalesi

A STUDY ON THE EFFECTS OF THE ORGANIZATIONAL COMMİTMENT TO THE PERFORMANCE OF EMPLOYEE

ABSTRACT

In recent years, with the changes as well as the developments of competitive conditions concepts of organizational commitment and employee performance, started to be more questionable. Organizational commitment means the individual's self identification with the company he is working for,making sacrificies for the company ,embracing all the objectives and the desire to work for the company for a long time. Organizational commitment that has turned out to be a more difficult concept in enforceability is a highly critical issue to be discussed on. The purpose of this study is to measure the effects of organizational commitment on performance of the bank workers in province of Konya and in this way to keep a light to the managers.

Keywords: Organisational Commitment, Employee Performance, Bank Workers

Type of the Study: Research Paper

* Doç.Dr., Selçuk Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi ** Öğretim Görevlisi, Selçuk Üniversitesi, Kadınhanı Faik İçil Meslek Yüksekokulu

Page 234: 2011 yılı 1-2. sayılar

226

1. GİRİŞ

Örgütsel bağlılık özellikle son yıllarda tüm işletmelerin yakından takip ettiği bir konu haline gelmiştir. Örgütsel bağlılık, iş görenin çalıştığı kuruma hissettiği bağın derecesini, gösterdiği sadakati ifade eden bir kavramdır.

Çalışanların bağlılığı, örgütsel başarıyı yakalamada en önemli faktörlerdendir. İşletmelerin ayakta kalabilmeleri, müşteri tatminini istenilen seviyelerde ve istenilen zamanında karşılayabilme yeteneğine bağlıdır. Bu durum çalışanların göstereceği performans derecesi ile doğru orantılıdır. Çalışan tatmini sağlamak için ise, öncelikle entelektüel sermayenin öneminin kavranmış olması gerekmektedir. Çalışanın yaptığı işten maddi ya da manevi beklentilerinin neler olduğunu doğru tespit etmek büyük önem arz eder.

Bununla birlikte çalışanların örgütlerine karşı olumlu bir tutum geliştirmelerini sağlayacak her türlü teşvik örgütsel bağlılığı artırma noktasında büyük önem taşımaktadır. Aksi halde, çalışanları örgüte bağlama başarısızlığı ortaya çıkacak, bu da kurumun rekabet edebilme derecesinde önemli kayıplara neden olacaktır.

2. ÖRGÜTSEL BAĞLILIK KAVRAMI

İşletmelerin en önemli amaçlarından birisi, iş görenlerin yetenek ve becerilerini geliştirerek onlardan en üst düzeyde verim almayı ve işletmeye olan bağlılıklarını artırmayı sağlamaktır (Yalçın ve İplik, 2005; 396). Kişinin kendisine çalışacak yer olarak seçtiği örgütün sunacağı olanaklar şüphesiz çalışanın o örgüte olan bağlılığını önemli ölçüde etkileyecek ve olumlu sonuçlar doğuracaktır. Örgüt çalışanları örgüte ne kadar bağlıysa, örgütün o derece güçlü olduğu ve rekabet etme düzeyinin yüksek olduğu düşünülmektedir. İş görenlerin işle ilgili tutumlarından biri olan örgütsel bağlılık, üzerinde fazla durulan bir konu olmasına rağmen, henüz bu kavramın tanımı üzerinde tam bir fikir birliğine varılamamıştır.

Örgütsel bağlılıkla ile ilgili farklı tanımlamaların olduğu görülmektedir. Bunun nedeninin, özellikle psikoloji, sosyoloji ve örgütsel davranış gibi farklı disiplinlerde çalışan araştırmacıların, konuyu kendi bakış açısı ile ele almalarına bağlanmaktadır (Can vd., 2009; 230).

Yapılan çalışmalar, örgütsel bağlılık kavramının iş görenlerin örgüt ile ilişkilerini nitelendiren psikolojik bir durumu ifade ettiği konusunda ortak bir noktada birleşmektedir. İş görenler örgüt için faaliyet göstermekte ve zihinlerinde oluşturdukları örgütsel izlenimlere göre iş görenlerin örgütsel bağlılık düzeyleri değişmektedir (Güçlü, 2006).

Page 235: 2011 yılı 1-2. sayılar

227

Örgütsel bağlılıkla ilgili ilk tanımlamalardan birisi, Grusky tarafından yapılmıştır. Gusky'e göre örgütsel bağlılık; bireyin örgüte olan bağının gücüdür (Grusky, 1966; 490).

Mowday, Steers ve Porter örgütsel bağlılığı çalışan ile işletme arasındaki duygusal bir bağ olarak tanımlamışlardır. Onlara göre örgütsel bağlılık, bireyin belirli bir örgütle özdeşleşmesinin ve katılımının izafi gücüdür (Mowday vd., 1982 ; 443).

Mowday, Steers ve Porter örgütsel bağlılığı tanımlayan üç unsuru; güçlü bir güven, örgütsel değerlere ve amaçlara olan inanç ve bu amaç ve değerleri kabullenme, örgütsel amaçların başarılması adına kayda değer bir çaba gösterme isteği ve örgüt üyeliğini güçlü bir şekilde sürdürme isteği şeklinde belirtmişlerdir (Çetin, 2004).

Allen ve Meyer; çalışmalarında örgütsel bağlılık kavramını “bireyi örgüte bağlayan psikolojik bir durum” olarak tanımlanmaktadırlar ve örgütsel bağlılığın duygusal bağlılık, devam bağlılığı ve normatif bağlılık seklinde üç bileşenden meydana geldiğini belirtmişlerdir (Allen ve Meyer, 1990; 2).

Yüksel'e göre örgütsel bağlılık, sadece işverene sadakat demek değil, örgütün iyiliği ve başarısının sürmesi için örgüte dâhil olanların düşüncelerini açıklayıp, çaba gösterdikleri bir süreçtir (Yüksel, 2000).

Celep ise örgütsel bağlılığı; "bir örgütün bireyden beklediği formal ve normatif beklentilerin ötesinde, bireyin bu amaç ve değerlere yönelik davranışlarıdır" şeklinde tanımlamıştır (Celep, 2000).

Yapılan tanımlar ışığında örgütsel bağlılık kavramı; iş görenlerin örgüte duydukları kuvvetli bağ gereği örgütte kalma istekleri, örgüte karşı geliştirmiş oldukları sadakat duygusu ve bu duygunun da etkisiyle çalıştığı örgütün başarılı olması için gereken her türlü özveride bulunmayı göze alması şeklinde tanımlanabilir.

3. ÇALIŞAN PERFORMANSI KAVRAMI

Günümüzde örgütlerde karşılaşılan en önemli sorunlardan bir tanesi, çalışanlara verilen görevlerin ne ölçüde gerçekleştirildiğinin ya da onların iş görme yeteneklerinin ne olduğunun belirlenmesidir. Bu sorun, örgütlerde özellikle performans kavramının hızla önem kazanmasına yol açmıştır (Bayram, 2006; 50).

Performans, planlanmış bir etkinliğin amaca ulaşma derecesidir. Performans, belli bir zaman sonucu elde edilen çıktıdır, başka bir anlatımla ulaşılan hedeftir. Performans sözcüğü, kurum açısından belirli bir zamanda üretilen mal veya hizmetin miktarı olarak tanımlanmakta iken, birey açısından performans, hedefe

Page 236: 2011 yılı 1-2. sayılar

228

ulaşma konusunda gösterilen bireysel verimlilik ve etkinlik düzeyidir (Tutar ve Altınöz, 2010; 198).

Campell, performansın sadece faaliyetin sonucu değil aynı zamanda faaliyetin kendisi olduğunu ortaya koymuş ve iş görenin katkı düzeyine göre ölçülebilen ve örgütün amaçlarına uygun olan hareketler ya da davranışlar olarak nitelendirilmesini ileri sürmüştür ve etkililiğe göre bireylerin ödüllendirilmesi ya da cezalandırılmasının adaletsiz sonuçlar doğurabileceğini ortaya koymuştur (Uygur, 2007; 75). Ona göre performans, iş görenin örgütsel amaçlara katkı düzeyine göre ölçülebilen ve örgütün amaçlarına uygun olan davranışlar olarak nitelendirilmektedir (Suliman, 2001; 51).

Performans, bir iş görenin veya grubun, ilgili oldukları birimin ve örgütün amaçlarına, niteliksel ve niceliksel katkılarının toplam ölçüsü olarak da tanımlanabilir (Bayram, 2006; 48).

Çalışan performansı kavramı ise, her örgütün üzerinde hassasiyetle durması gereken bir kavram olarak karşımıza çıkmaktadır. Günümüz işletmeleri için çalışan performansının istenilen seviyelerde sağlanması, işletmenin etkinliği ve devamlılığı için bir zorunluluk haline gelmiştir.

Çalışan performansının sağlanmasında birçok faktör rol oynamaktadır. Çalışanın moralinin yüksek olması bu faktörler arasında ilk sıralarda yer almaktadır. Bu da, ücretlerin istenilen seviyelerde olması, terfi sisteminin zamanında uygulanması, gerekli ödül ve prim mekanizmalarının hatasız işlemesi, sosyal hak ve imkânların verilmesi, çalışana ilgi, samimiyet ve içtenlik gösterilmesi ve çalışanın fikirlerine, düşüncelerine saygı gösterilmesi ile mümkün olmaktadır. Çalışan performansı ne kadar yüksek olursa, örgütün kazanımlarının da o kadar yüksek olacağı görüşü yaygındır.

4. ÖRGÜTSEL BAĞLILIK VE ÇALIŞAN PERFORMANSI KAVRAMI ARASINDAKİ İLİŞKİ

Örgütsel bağlılık ve çalışan performansı arasında güçlü bir bağ vardır. Çalışanlar ve göstermiş oldukları performanslar örgüt başarısının ve etkinliğinin temel anahtarıdır. Örgütler yalnızca çalışanlarının göstermiş oldukları performansla doğru orantılı olarak başarılı olabilirler (Benligiray, 2004). Literatürde örgütsel bağlılık ve çalışan performansı arasındaki ilişkiyi inceleyen çalışmalar mevcuttur.

Gouldner (1957) örgütsel bağlılık ile performans arasındaki ilişkinin bireyin şehir ya da kırsal bölgelerde yaşama durumuna göre değişiklik göstereceğini ortaya koymuştur.

Page 237: 2011 yılı 1-2. sayılar

229

Salancik (1977) davranış ya da eylemin; bağlılığın kanıtı olduğunu, bu nedenle bireyin ortaya koyduğu davranışsal eylemlere bakarak bağlılığın değerlendirilebileceğini ileri sürmüştür.

Weiner ve Vardi (1980) örgütsel bağlılığın iş performansıyla ilişkisinin açık olmadığını ortaya koymuştur.

Mayer ve Schoorman da (1992) örgütsel bağlılık ve çalışan performansı üzerinde yaptıkları çalışmanın sonucunda, performansın güçlü bir biçimde bağlılığı etkilediğini göstermişlerdir.

Baugh ve Robets (1994) ve Ward ve Davis (1995) örgütsel bağlılık ve çalışan performansı arasında pozitif bir korelasyon olduğunu ifade eden bir çalışma yapmışlardır.

Kalleberg ve Marsden (1995) çalışan performansı ve örgütsel bağlılık arasında bir ilişki olduğunu ifade etmiştir.

Ancak Wright (1997) yapmış olduğu çalışmada, örgütsel bağlılık ve çalışan performansı arasında negatif bir ilişki olduğunu bulmuştur. Yani örgütsel bağlılık artarken çalışan performansının azalması , ya da çalışan performansı artarken örgütsel bağlılığın artması gibi sonuçlar Wright'in yapmış olduğu çalışmada gözlemlenmektedir.

Ford ve Gioia (2000) ise örgütlerin sürekli iyileştirme, yenilik yapma ve uyum sağlama baskısıyla karşılaştığı bir ortamda, yaratıcılığın çalışan performansının kritik bir unsuru haline geleceğini ileri sürmüştür. (Ford ve Gioia, 2000; 705-732).

Jung ve diğerleri (2003) işletmelerin, çalışanların yaratıcı çabalarını teşvik etme arzusuyla, yaratıcı şekilde çalışmaları sürdürme ve yeni beceriler gerektiren çabaları içsel ve dışsal olarak ödüllendirdiğinde sürekli olarak güçleneceğini öne sürmüştür (Jung vd., 2003 ; 3-21).

Einsteine ve Hwang (2007) ise, örgütsel yaratıcılığı etkileyen en önemli faktörlerin, otonomiye verilen örgütsel destek ve açık iletişim olduğunu ortaya koymuşlardır. Yazarlar, örgüt düzeyinde sergilenen liderlik özelliklerinin ve açık iletişimin örgütsel yaratıcılığı açıklayan en önemli değişkenler olduğunu bulmuşlardır (Einsteine ve Hwang, 2007; 1049 ).

Page 238: 2011 yılı 1-2. sayılar

230

5. ÖRGÜTSEL BAĞLILIK DÜZEYİNİN ÇALIŞAN PERFORMANSINA ETKİSİ

5.1 Araştırmanın amacı

Bu araştırmada Konya ilinde çalışan bankacıların örgütsel bağlılık düzeylerinin performans ve verimliliğe etkisi irdelenerek elde edilen bulguların ortaya konması amaçlanmıştır.

Yukarıda belirtilen bu temel amacın dışında yapılacak olan çalışma ile elde edilmek istenen diğer bilgiler ise aşağıdaki şekilde sıralanabilir.

• Çalışanların demografik özelliklerinin belirlenmesi

• Çalışanların örgütsel bağlılık düzeylerinin belirlenmesi

• Çalışanların iş performansı düzeylerinin belirlenmesi

5.2 Araştırma evreni (Ana kütle) ve örneklem

Bu araştırmada, hakkında çıkarımlarda bulunacağımız ana kütleyi, 2011 yılı içerisinde Konya ilinde bulunan ve bankacılık sektöründe görev alan çalışanların tamamı oluşturmaktadır.

Araştırma örneklemi ise, 2011 yılı içerisinde Konya ilinde bulunan ve bankacılık sektöründe görev alan çalışanların içerisinden rassal olarak seçilen 115 kişinin tamamıdır.

5.3 Veri toplama yöntemi

Araştırmada veri toplama yöntemi olarak alanda anket uygulaması seçilmiştir. Söz konusu uygulama kapsamında, araştırmada deneklerle yüz yüze görüşülerek yanıtlar anket formuna kaydedilmiştir.

5.4 Araştırma hipotezleri

Örgütsel bağlılığın, çalışan performansı üzerine etkilerini ölçmeye yönelik yapılan bu araştırma, tanımlayıcı araştırma modeli ile hazırlanmıştır.

Çalışmanın önceki aşamalarında belirtilen amaç doğrultusunda geliştirilip, bu araştırmadan elde edilen veriler esas alınarak test edilen hipotez:

H1: Normatif bağlılık düzeyi ile performans düzeyi arasında anlamlı bir ilişki vardır.

H2: Rasyonel bağlılık düzeyi ile performans düzeyi arasında anlamlı bir ilişki vardır.

H3: Araçsal bağlılık düzeyi ile performans düzeyi arasında anlamlı bir ilişki vardır.

Page 239: 2011 yılı 1-2. sayılar

231

H4: Sadakat bağlılığı düzeyi ile performans düzeyi arasında anlamlı bir ilişki vardır.

H5: Örgütsel bağlılık düzeyi ile performans düzeyi arasında anlamlı bir ilişki vardır.

5.5 Araştırmada kullanılan istatistiksel yöntemler

Anket uygulaması sonucu elde edilen veri seti SPSS 15,0 (Statistical Package for Social Sciences) paket programında analiz edilmiştir. Analiz kapsamında, frekans tabloları, KMO testi, faktör analizi, güvenirlik ve geçerlilik analizi( Reliability Analysis), ve Pearson Korelâsyon testinden( Pearson Correlation) faydalanılmıştır.

Verilerin analizinde 5’li likert ölçeği kullanılmıştır, ölçeğin değerlendirilmesinde dağılım ortalaması:

1 – 1.49’a kadar olanlar “Hiç katılmıyorum”

1.50 – 2.49’a kadar olanlar “Katılmıyorum”

2.50 – 3.49’a kadar olanlar “Kararsızım”

3.50 – 4.49’ a kadar olanlar “Katılıyorum”

4. 50 ve üstü olanlar “Tamamen katılıyorum”

şeklinde yorumlanacaktır.

5.6 Bulguların değerlendirilmesi

Araştırma bulgularının analiz edildiği bu bölümde, öncelikle örgütsel bağlılık sorularına ilişkin faktör analizi ve güvenirlik analizi yapılmış, sonraki bölümde ise araştırmaya katılanların demografik özellikleri sunulmuş daha sonra anket formunda yer alan sorulara verilen cevaplar analiz edilmiştir. Analiz sonuçları ise, ankette yer alan her soruya verilen cevaplar ayrı ayrı ele alınarak aşağıdaki şekilde sunulmuştur. Son bölümde ise ölçeğe ilişkin gerekli karşılaştırmalar yapılarak araştırma hipotezleri test edilmiştir.

Page 240: 2011 yılı 1-2. sayılar

232

6. VERİ SETİNİN ANALİZİ

6.1. Faktör Analizi

6.1.1 KMO Testi

Tablo:1 Kaiser-Meyer-Olkin Değeri Anlamlılık Değeri (p)

0,804 0,000

Yapılan KMO testi sonucunda KMO değeri 0,804 ve anlamlılık değerinin 0,000 olduğu görülmektedir. Bu durumda veri setinin faktör analizi işlemi için uygun olduğu sonucuna varılmıştır .

6.1.2 Ortak Varyans Değerlerinin Belirlenmesi

Tablo:2 Maddeler Ortak Varyans

Madde 1 0,706

Madde 2 0,559

Madde 3 0,611

Madde 4 0,587

Madde 5 0,672

Madde 6 0,767

Madde 7 0,733

Madde 8 0,469

Madde 9 0,500

Madde 10 0,702

Madde 11 0,589

Madde 12 0,660

Madde 13 0,598

Madde 14 0,727

Madde 15 0,611

Madde 16 0,414

Madde 17 0,451

Madde 18 0,806

Madde 19 0,589

Madde 20 0,442

Ortak varyans tablosu incelendiğinde tüm maddelere ilişkin ortak varyans değerlerinin 0,40’ın üstünde olduğu görülmektedir. Yukarıdaki 20 madde ile faktör analizi işlemine devam edilmesi kararlaştırılmıştır.

Page 241: 2011 yılı 1-2. sayılar

233

6.1.3 Özdeğer İstatistiğine Bağlı Faktör Sayısı ve Açıklanan Varyansın Yüzdesi

Tablo:3 Özdeğer İstatistiği Açıklanan Varyans

Toplam % Varyans

Birikimli % Toplam % Varyans

Birikimli %

1 6,635 33,174 33,174 3,953 19,763 19,763

2 2,349 11,746 44,920 3,502 17,509 37,272

3 1,977 9,887 54,808 3,195 15,975 53,247

4 1,233 6,165 60,972 1,545 7,725 60,972

5 0,997 4,985 65,957

6 0,971 4,855 70,812

7 0,795 3,976 74,788

8 0,725 3,627 78,414

9 0,633 3,165 81,580

10 0,551 2,757 84,337

11 0,523 2,615 86,952

12 0,488 2,439 89,391

13 0,413 2,063 91,453

14 0,373 1,864 93,317

15 0,336 1,678 94,995

16 0,301 1,506 96,500

17 0,224 1,118 97,619

18 0,201 1,004 98,623

19 0,147 0,734 99,357

20 0,129 0,643 100,000

Yukarıdaki tabloda özdeğer istatistiği 1’den büyük olan 4 faktör söz konusudur. Birinci faktör toplam varyansın %19,76’sını, ikinci faktör toplam varyansın %37,72’sini, üçüncü faktör %53,24’ünü ve dördüncü faktör ise toplam varyansın %60,97’sini açıklamaktadır.

Page 242: 2011 yılı 1-2. sayılar

234

6.1.4 Rotasyon

Söz konusu 4 faktör rotasyona tabi tutulduğunda oluşan rotasyon matrisi aşağıdaki gibidir.

Tablo:4 1 2 3 4

Madde 6 0,772 0,246 0,327 0,064

Madde 5 0,706 0,360 0,083 0,190

Madde 20 0,661 0,068 0,009 0,017

Madde 14 0,639 0,078 0,529 0,180

Madde 19 0,634 0,387 0,113 0,156

Madde 4 0,615 -0,414 -0,192 0,033

Madde 10 0,598 0,485 0,326 -0,053

Madde 8 0,523 0,124 0,424 -0,010

Madde 2 0,507 0,495 0,200 -0,132

Madde 18 0,045 0,850 0,122 -0,257

Madde 1 0,248 0,792 -0,123 0,048

Madde 15 0,083 0,748 0,179 0,112

Madde 13 0,269 0,677 0,260 -0,006

Madde 12 0,192 0,070 0,764 0,186

Madde 11 0,146 0,147 0,714 0,192

Madde 9 -0,182 0,228 0,633 0,120

Madde 17 0,249 -0,015 0,621 -0,052

Madde 16 0,106 0,149 0,493 -0,371

Madde 7 0,180 -0,095 0,046 0,831

Madde 3 0,058 0,081 0,414 0,656

6.1.5 Maddelerin faktörlere atanması

Faktör yükü 0,30 dan büyük olan Maddeler, ilgili alt boyutlara aşağıdaki şekilde dağıtılmıştır.

A. Normatif Bağlılık Alt Boyutu

• Madde 2

• Madde 4

• Madde 5

• Madde 6

• Madde 8

Page 243: 2011 yılı 1-2. sayılar

235

• Madde 10

• Madde 14

• Madde 19

• Madde 20

B. Rasyonel Bağlılık Alt Boyutu

• Madde 1

• Madde 13

• Madde 15

• Madde 18

C. Araçsal Bağlılık Alt Boyutu

• Madde 9

• Madde 11

• Madde 12

• Madde 16

• Madde 17

D. Sadakat Bağlılığı Alt Boyutu

• Madde 3

• Madde 7

6.2. Güvenirlik Analizi

6.2.1 Normatif Bağlılık Alt Boyutuna İlişkin Güvenirlik Analizi

Tablo:5

Madde Silindiğinde Ölçek Ort.

Madde Silindiğinde Ölçek Var.

Madde-Toplam Korelasyonları

Madde Silindiğinde Alfa Değeri

Madde 2 25,652 43,720 0,560 0,854

Madde 4 27,730 47,672 0,238 0,883

Madde 5 26,330 41,714 0,689 0,842

Madde 6 25,887 39,487 0,817 0,829

Madde 8 26,504 43,463 0,546 0,855

Madde 10 25,834 42,332 0,703 0,842

Madde 14 26,278 40,711 0,698 0,840

Madde 19 26,443 41,530 0,656 0,845

Madde 20 26,834 43,174 0,507 0,860

Page 244: 2011 yılı 1-2. sayılar

236

Tablo:6

Cronbach's Alfa Madde Sayısı

0,865 9

Yapılan güvenirlik analizi sonucunda alfa değeri % 86,5 olarak hesaplanmıştır. Söz konusu değere bakılarak ölçeğin güvenilir olduğu söylenebilir. Ayrıca Madde-toplam korelâsyonları 0,238 ile 0,817 arasında değişmektedir. Bunun yanında güvenirliği kayda değer biçimde düşüren ve analiz dışı bırakılması gereken bir maddeye rastlanmamıştır.

6.2.2 Rasyonel Bağlılık Alt Boyutuna İlişkin Güvenirlik Analizi

Tablo:7

Madde Silindiğinde Ölçek Ort.

Madde Silindiğinde Ölçek Var.

Madde-Toplam Korelasyonları

Madde Silindiğinde Alfa Değeri

Madde 1 12,921 7,248 0,662 0,775

Madde 13 13,043 7,024 0,650 0,783

Madde 15 12,582 7,737 0,612 0,797

Madde 18 12,660 7,928 0,695 0,766

Tablo:8

Cronbach's Alfa Madde Sayısı

0,826 4

Yapılan güvenirlik analizi sonucunda alfa değeri % 82,6 olarak hesaplanmıştır. Söz konusu değere bakılarak ölçeğin güvenilir olduğu söylenebilir. Ayrıca Madde-toplam korelasyonları 0,612 ile 0,695 arasında değişmektedir.

Bunun yanında güvenirliği kayda değer biçimde düşüren ve analiz dışı bırakılması gereken bir Maddeye rastlanmamıştır.

Page 245: 2011 yılı 1-2. sayılar

237

6.2.3 Araçsal Bağlılık Alt Boyutuna İlişkin Güvenirlik Analizi

Tablo:9

Madde Silindiğinde Ölçek Ort.

Madde Silindiğinde Ölçek Var.

Madde-Toplam Korelasyonları

Madde Silindiğinde Alfa Değeri

Madde 9 14,226 11,826 0,446 0,689

Madde 11 14,417 10,684 0,619 0,614

Madde 12 14,704 11,157 0,585 0,631

Madde 16 13,756 13,905 0,301 0,735

Madde 17 13,504 12,182 0,457 0,683

Tablo:10

Cronbach's Alfa Madde Sayısı

0,721 5

Yapılan güvenirlik analizi sonucunda alfa değeri % 72,1 olarak hesaplanmıştır. Söz konusu değere bakılarak ölçeğin güvenilir olduğu söylenebilir. Ayrıca madde-toplam korelâsyonları 0,301 ile 0,619 arasında değişmektedir.

Bunun yanında güvenirliği kayda değer biçimde düşüren ve analiz dışı bırakılması gereken bir maddeye rastlanmamıştır.

6.2.4 Sadakat Bağlılığı Alt Boyutuna İlişkin Güvenirlik Analizi

Tablo:11

Madde Silindiğinde Ölçek Ort.

Madde Silindiğinde Ölçek Var.

Madde-Toplam Korelasyonları

Madde Silindiğinde Alfa Değeri

Madde 3 2,652 1,703 0,397 -

Madde 7 3,330 1,942 0,397 -

Tablo:12

Cronbach's Alfa Madde Sayısı

0,567 2

Yapılan güvenirlik analizi sonucunda alfa değeri % 56,7 olarak hesaplanmıştır. Söz konusu değere bakılarak ölçeğin güvenilir olduğu söylenebilir. Ayrıca madde-toplam korelâsyonu 0397 değerini almıştır.

Page 246: 2011 yılı 1-2. sayılar

238

6.2.5 Örgütsel Bağlılık Ölçeğine İlişkin Güvenirlik Analizi (Genel)

Madde- Toplam İstatistikleri

Tablo:13

Madde Silindiğinde Ölçek Ort.

Madde Silindiğinde Ölçek Var.

Madde-Toplam Korelasyonları

Madde Silindiğinde Alfa Değeri

Madde 1 66,243 151,554 0,418 0,869

Madde 2 66,356 147,442 0,594 0,863

Madde 3 67,060 150,795 0,344 0,873

Madde 4 68,434 161,529 0,050 0,881

Madde 5 67,034 145,420 0,651 0,861

Madde 6 66,591 141,788 0,754 0,857

Madde 7 67,739 156,756 0,185 0,878

Madde 8 67,208 147,675 0,554 0,864

Madde 9 66,965 152,981 0,308 0,873

Madde 10 66,539 144,795 0,734 0,859

Madde 11 67,156 146,326 0,538 0,865

Madde 12 67,443 146,881 0,542 0,865

Madde 13 66,365 146,058 0,589 0,863

Madde 14 66,982 141,842 0,728 0,858

Madde 15 65,904 151,017 0,465 0,867

Madde 16 66,495 155,796 0,283 0,873

Madde 17 66,243 150,624 0,422 0,869

Madde 18 65,982 154,280 0,393 0,870

Madde 19 67,147 144,934 0,630 0,861

Madde 20 67,539 150,654 0,400 0,870

Güvenirlik İstatistikleri

Tablo:14

Cronbach's Alfa Madde Sayısı

0,873 20

Ölçeğe ilişkin yapılan güvenirlik analizi sonucunda alfa değeri % 87,3 olarak hesaplanmıştır. Söz konusu değere bakılarak ölçeğin oldukça güvenilir olduğu

Page 247: 2011 yılı 1-2. sayılar

239

söylenebilir. Ayrıca Madde-toplam korelâsyonları 0,050 ile 0,754 arasında değişmektedir.

Bunun yanında güvenirliği kayda değer biçimde düşüren ve analiz dışı bırakılması gereken bir Maddeye rastlanmamıştır.

7. ARAŞTIRMADA YER ALAN KATILIMCILARIN DEMOGRAFİK ÖZELLİKLERİ VE FİRMA YETERLİLİĞİ GÖRÜŞLERİ HAKKINDA BİLGİLER

Tablo:15

Yaş

< 20 21-30 31-40 41-50 51 ve +

n % n % n % n % n %

- - 45 39,1 59 51,3 11 9,6 - -

Cinsiyet

Kadın Erkek

n % n %

50 43,5 65 56,5

Medeni durum

Evli Bekar

n % n %

85 73,9 30 26,1

Öğrenim düzeyi

İlköğretim Lise Ön lisans Lisans Lisansüstü

n % n % n % n % n %

- - 6 5,2 11 9,6 79 68,7 19 16,5

Toplam çalışma süresi (Yıl)

< 1 1-3 4-6 7-9 10 ve +

n % n % n % n % n %

1 0,9 12 10,4 37 32,2 22 19,1 43 37,4

İşteki çalışma süresi (Yıl)

< 1 1-3 4-6 7-9 10 ve +

n % n % n % n % n %

9 7,8 35 30,4 45 39,1 14 12,2 12 10,4

Gelir düzeyi ( TL)

< 1.000 1001-1500

1501-2000 2001-2500 2501-3000 3001 ve +

n % n % n % n % n % n %

2 1,7 16 13,9 28 24,3 27 23,5 20 17,4 22 19,1

Page 248: 2011 yılı 1-2. sayılar

240

Katılımcılar demografik özellikleri bakımından incelendiğinde, %39,1 inin 21-30 , % 51,3 ünün 31-40 ve %9,6 sının ise 41-50 yaş aralığında olduğu,

%43,5 inin kadın, %56,5 inin erkeklerden oluştuğu,%73,9 gibi büyük bir çoğunluğunun evli ve %68,7 lik çoğunluğun lisans düzeyinde öğrenim düzeyine sahip olduğu görülmektedir.

Hanede gelir sahibi kişi

Hayır Evet

n % n %

25 21,7 90 78,3

Çalışılan kurum eve uzak mı?

Hayır Evet

n % n %

36 31,3 79 68,7

Yöneticilik göreviniz var mı?

Hayır Evet

n % n %

65 56,5 50 43,5

Kurum görsel olarak yeterli mi?

Hayır Evet

n % n %

15 13,0 100 87,0

Mesleki donanımı yeterli mi?

Hayır Evet

n % n %

30 26,1 85 73,9

Sosyal etkinlikler yeterli mi?

Hayır Evet

n % n %

90 78,3 25 21,7

Bölüm

Pazarlama Operasyon

n % n %

70 60,9 45 39,1

Şehrin yaşam koşullarının motiv. etkisi

Olumlu Olumsuz Etkilemedi

n % n % n %

53 46,1 21 18,3 41 35,7

Page 249: 2011 yılı 1-2. sayılar

241

Çalışanların %60,9 u pazarlama , %39,1 inin ise operasyon bölümünde görev alırken, %43,5 i bu bölümlerde yöneticilik görevi yapmaktadır.

Toplam iş süresi dağılımına bakıldığında %37,4 lük bir oranla 10 yıl ve üzeri çalışanlar birinci sırada yer alırken, kurumdaki çalışma süresi bakımından ise çalışanların %39,1’ i 4 yıl ve 6 yıl arası değişen sürelerde kuruma hizmet ettiklerini belirtmişlerdir.

Katılımcıların gelir düzeyleri çoğunluk olarak 1501 ila 2500 TL arasında değişmektedir. Hanesinde kendisinden başka gelir sahibi olan katılımcılar %78,3 lük dilimi oluşturmaktadır.

Bunların yanında katılımcılar yine çoğunluk olarak, şehrin yaşam koşullarının iş motivasyonlarına olumlu etki yaptığını (%46,1), görev yaptıkları firmanın sosyal etkinliklerini yeterli bulmadıklarını (%78,3), mesleki donanımını yeterli bulduklarını (%73,9) ve görsel öğelerin yeterli olduğunu belirtmişlerdir. (%87)

8. LİKERT SORULARA İLİŞKİN FREKANS ANALİZİ

8.1 Araştırmada yer alan katılımcıların örgütsel bağlılık sorularına verdikleri yanıtlara ilişkin frekans analizi ve ortalamaların karşılaştırılması

Tablo:16

YARGILAR

Asla

Seyrek

Bazen

Sık

Her

Zaman

Ortalama

n % n % n % n % n %

Çalıştığım kurumun başarısına yardımcı olabilmek için beklenenin üzerinde çaba gösteriyorum.

4 3,5 12 10,4 6 5,2 34 29,6 59 51,3 4,14

Çevremdeki insanlara çalıştığım kurumun üst standartlarda olduğunu söylerim.

5 4,3 9 7,8 10 8,7 44 38,3 47 40,9 4,03

Çalıştığım kuruma kendimi çok bağlı hissetmiyorum.

31 27,0 31 27,0 10 8,7 31 27,0 12 10,4 2,66

Bu kurumda çalışmayı sürdürmek için her türlü işi kabul ederim.

61 53,0 16 13,9 26 22,6 6 5,2 6 5,2 1,95

Page 250: 2011 yılı 1-2. sayılar

242

Kendi değerlerim ile çalıştığım kurumun değerleri birbirleriyle çok uyuşmaktadır.

9 7,8 18 15,7 26 22,6 47 40,9 15 13,0 3,35

Çevremdeki insanlara çalıştığım kurumun bir parçası olmaktan gurur duyduğumu söylerim.

8 7,0 10 8,7 16 13,9 44 38,3 37 32,2 3,80

Görevimin aynı olması durumunda başka kurumlarda çalışabilirim. Çalıştığım kurum beni performans açısından en iyi şekilde motive etmektedir

15 13,0 14 12,2 27 23,5 34 29,6 25 21,7 3,34

Çalıştığım kurum beni performans açısından en iyi şekilde motive etmektedir

11 9,6 23 20,0 26 22,6 44 38,3 11 9,6 3,18

Sahip olduğum mevcut koşullarda meydana gelebilecek en ufak olumsuz bir değişiklik işten ayrılmama neden olabilir.

33 28,7 22 19,1 30 26,1 21 18,3 9 7,8 2,57

Çalışmak için diğer kurumlar yerine, bu kurumu seçmiş olmaktan çok memnunum.

4 3,5 10 8,7 19 16,5 48 41,7 34 29,6 3,85

Sürekli bu kurumda çalışarak çok fazla şey kazanacağımı sanmıyorum

26 22,6 19 16,5 38 33,0 20 17,4 12 10,4 2,76

Çalıştığım kurumun personel ile ilgili yaptığı önemli politikalara katıldığımı söylemek çok zordur

17 14,8 16 13,9 42 36,5 24 20,9 16 13,9 3,05

Page 251: 2011 yılı 1-2. sayılar

243

Çalıştığım kurumun gelecekteki başarısı benim için çok önemlidir

7 6,1 8 7,0 14 12,2 32 27,8 54 47,0 4,02

Bu kurum benim için çalışılabilecek en iyi kurumdur

14 12,2 10 8,7 25 21,7 47 40,9 19 16,5 3,40

Benim için bu kurumda çalışma kararı kesinlikle bir hatadır.

87 75,7 11 9,6 10 8,7 - - 7 6,1 1,51

Yapılacak maaş artışı, bu kuruma olan bağlılığımı artıracaktır

3 2,6 10 8,7 24 20,9 37 32,2 41 35,7 3,89

Bu kurumda uygulanan terfi ve yükselme politikaları, motivasyonum üzerinde olumlu etkiye sahiptir.

8 7,0 7 6,1 6 5,2 33 28,7 61 53,0 4,14

Yöneticinin çalışanlara yaklaşımı, kurumda çalışmaya devam etme kararımda önemli bir kıstastır.

3 2,6 5 4,3 5 4,3 31 27,0 71 61,7 4,40

Çalıştığım bu kuruma çok şey borçluyum

13 11,3 15 13,0 35 30,4 35 30,4 17 14,8 3,24

Burada çalışan diğer insanlara karşı duyduğum sorumluluklar nedeniyle, bu kurumdan ayrılmayı hiç düşünmüyorum

27 23,5 8 7,0 45 39,1 25 21,7 10 8,7 2,85

Yukarıdaki tabloda çalışanların kendilerine yöneltilen yargılara verdikleri yanıtlar ve yanıt ortalamaları görülmektedir. Bu bağlamda yargılara verilen yanıtlar tek tek incelendiğinde,

Page 252: 2011 yılı 1-2. sayılar

244

“Burada çalışan diğer insanlara karşı duyduğum sorumluluklar nedeniyle, bu kurumdan ayrılmayı hiç düşünmüyorum” yargısına 2,58 yanıt ortalaması ile “kararsızım”,

“Çalıştığım bu kuruma çok şey borçluyum” yargısına 3,24 yanıt ortalaması ile “kararsızım”,

“Yöneticinin çalışanlara yaklaşımı, kurumda çalışmaya devam etme kararımda önemli bir kıstastır.” yargısına 4,40 yanıt ortalaması ile “katılıyorum”,

“Bu kurumda uygulanan terfi ve yükselme politikaları, motivasyonum üzerinde olumlu etkiye sahiptir.” yargısına 4,14 yanıt ortalaması ile “katılıyorum”,

“Yapılacak maaş artışı, bu kuruma olan bağlılığımı artıracaktır” yargısına 3,89 yanıt ortalaması ile “katılıyorum”,

“Benim için bu kurumda çalışma kararı kesinlikle bir hatadır.” yargısına 1,51 yanıt ortalaması ile “katılmıyorum”,

“Bu kurum benim için çalışılabilecek en iyi kurumdur” yargısına 3,40 yanıt ortalaması ile “kararsızım”,

“Çalıştığım kurumun gelecekteki başarısı benim için çok önemlidir” yargısına 4,02 yanıt ortalaması ile “katılıyorum”,

“Çalıştığım kurumun personel ile ilgili yaptığı önemli politikalara katıldığımı söylemek çok zordur” yargısına 3,05 yanıt ortalaması ile “kararsızım”,

“Sürekli bu kurumda çalışarak çok fazla şey kazanacağımı sanmıyorum” yargısına 2,76 yanıt ortalaması ile “kararsızım”,

“Çalışmak için diğer kurumlar yerine, bu kurumu seçmiş olmaktan çok memnunum.” yargısına 3,85 yanıt ortalaması ile “katılıyorum”,

“Sahip olduğum mevcut koşullarda meydana gelebilecek en ufak olumsuz bir değişiklik işten ayrılmama neden olabilir.” yargısına 2,57 yanıt ortalaması ile “kararsızım”,

“Çalıştığım kurum beni performans açısından en iyi şekilde motive etmektedir” yargısına 3,18 yanıt ortalaması ile “kararsızım”,

“Görevimin aynı olması durumunda başka kurumlarda çalışabilirim.” yargısına 3,34 yanıt ortalaması ile “kararsızım”,

“Çevremdeki insanlara çalıştığım kurumun bir parçası olmaktan gurur duyduğumu söylerim.” yargısına 3,80 yanıt ortalaması ile “katılıyorum”,

“Kendi değerlerim ile çalıştığım kurumun değerleri birbirleriyle çok uyuşmaktadır.” yargısına 3,35 yanıt ortalaması ile “kararsızım”,

Page 253: 2011 yılı 1-2. sayılar

245

“Bu kurumda çalışmayı sürdürmek için her türlü işi kabul ederim.” yargısına 1,95 yanıt ortalaması ile “katılmıyorum”,

“Çalıştığım kuruma kendimi çok bağlı hissetmiyorum.” yargısına 2,66 yanıt ortalaması ile “kararsızım”,

“Çevremdeki insanlara çalıştığım kurumun üst standartlarda olduğunu söylerim.” yargısına 4,03 yanıt ortalaması ile “katılıyorum”,

“Çalıştığım kurumun başarısına yardımcı olabilmek için beklenenin üzerinde çaba gösteriyorum.” yargısına 4,14 yanıt ortalaması ile “katılıyorum”,

Yargılara ilişkin yanıt ortalamaları incelendiğinde, en yüksek katılım düzeyine sahip oldukları konuların, “Yöneticinin çalışanlara yaklaşımı, kurumda çalışmaya devam etme kararımda önemli bir kıstastır.”,“Çevremdeki insanlara çalıştığım kurumun üst standartlarda olduğunu söylerim.” , “Çalıştığım kurumun başarısına yardımcı olabilmek için beklenenin üzerinde çaba gösteriyorum. “ ve “Bu kurumda uygulanan terfi ve yükselme politikaları, motivasyonum üzerinde olumlu etkiye sahiptir. “ şeklinde oluştuğu görülmektedir. En düşük katılım düzeyine sahip konu ise, “Benim için bu kurumda çalışma kararı kesinlikle bir hatadır. “şeklinde ortaya çıkmıştır.

9. KARŞILAŞTIRMALAR

9.1 Örgütsel Bağlılık ve Performans Düzeylerinin Belirlenmesi

Tablo:17 Normatif Rasyonel Araçsal Sadakat Örgütsel

Ortalama 3,298 4,267 3,530 2,991 3,519

Ortalamalar incelendiğinde katılımcıların en yüksek bağlılık düzeyinin rasyonel bağlılığa ilişkin olduğu ve yanıt ortalamasının “katılıyorum” biçiminde ortaya çıktığı görülmektedir.

2. ve 3. sırada ise 3,53 ve 3,51 (katılıyorum) toplam puan ortalaması ise araçsal ve örgütsel bağlılık düzeyleri yer almaktadır.

Çalışanların en düşük bağlılık düzeyine sahip oldukları konular ise “kararsızım” biçiminde ortaya çıkan, normatif ve sadakat bağlılığıdır.

Performans değerlendirmesinde ise katılımcılara iş performansları ve verimlerine ilişkin kendilerine 100 üzerinden puan vermeleri istenmiş ve sonuçları aşağıdaki gibi ortaya çıkmıştır.

Page 254: 2011 yılı 1-2. sayılar

246

Performans değerlendirmesi

Tablo:18 Frekans %

0-20 4 3,5

21-40 12 10,4

41-60 6 5,2

61-80 34 29,6

81-100 59 51,3

Total 115 100,0

Görüldüğü gibi çalışanların %3,5 i kendi performanslarına 0-20 arası puan, %10,4 ü 21-40 arası puan, %5,2 si 41-60 arası, %29,6 sı 61-80 arası ve %51,3 ü ise 81-100 arası puan vermişlerdir.

9.2 Örgütsel bağlılık düzeyi ve alt boyutları ile performans düzeyinin karşılaştırılması

Test edilecek hipotez:

H0: Örgütsel bağlılık düzeyi ve alt boyutları ile performans düzeyi arasında anlamlı bir ilişki yoktur.

H1: Örgütsel bağlılık düzeyi alt boyutları ile performans düzeyi arasında anlamlı bir ilişki vardır.

Söz konusu hipotezin testi için Pearson Korelâsyon analizi yapılmış ve sonuçları aşağıda verilmiştir.

Tablo:19 Normatif Rasyonel Araçsal Sadakat Örgütsel

Performans Pearson Korelasyon 0,400(**) 0,822(**) 0,087 0,039 0,490(**)

Anlamlılık değeri (p) 0,000 0,000 0,356 0,681 0,000

N 115 115 115 115 115

Yapılan korelasyon analizi sonucunda,

1. Kişinin normatif bağlılık düzeyi ile performans düzeyi arasında anlamlı bir ilişki olduğu saptanmıştır. (p < 0,05, α = 0,05)

Korelâsyon katsayısı incelendiğinde normatif bağlılık düzeyi ile performans düzeyi arasındaki ilişkinin pozitif yönlü ve orta şiddette olduğu görülmektedir. Yani kişinin normatif bağlılık düzeyi arttıkça performans düzeyi de artmaktadır.

Page 255: 2011 yılı 1-2. sayılar

247

2. Kişinin rasyonel bağlılık düzeyi ile performans düzeyi arasında anlamlı bir ilişki olduğu saptanmıştır. (p < 0,05, α = 0,05)

Korelâsyon katsayısı incelendiğinde rasyonel bağlılık düzeyi ile performans düzeyi arasındaki ilişkinin pozitif yönlü ve güçlü olduğu görülmektedir. Yani kişinin rasyonel bağlılık düzeyi arttıkça performans düzeyi de artmaktadır.

3. Kişinin araçsal bağlılık düzeyi ile performans düzeyi arasında anlamlı bir ilişki olmadığı saptanmıştır. (p > 0,05, α = 0,05)

Bir başka ifade ile kişinin araçsal bağlılık düzeyi performansını etkilememektedir.

4. Kişinin sadakat bağlılığı düzeyi ile performans düzeyi arasında anlamlı bir ilişki olmadığı saptanmıştır. (p > 0,05, α = 0,05)

Bir başka ifade ile kişinin sadakat bağlılığı düzeyi performansını etkilememektedir.

5. Kişinin örgütsel bağlılık düzeyi ile performans düzeyi arasında anlamlı bir ilişki olduğu saptanmıştır. (p < 0,05, α = 0,05)

Korelâsyon katsayısı incelendiğinde örgütsel bağlılık düzeyi ile performans düzeyi arasındaki ilişkinin pozitif yönlü ve orta şiddette olduğu görülmektedir. Yani kişinin örgütsel bağlılık düzeyi arttıkça performans düzeyi de artmaktadır.

10. SONUÇ VE ÖNERİLER

Çalışanların performans ve örgütsel bağlılık düzeylerine ilişkin verdikleri yanıtlara uygulanan çeşitli testler sonucu bir takım göze çarpan sonuçlar elde edilmiştir. Yapılan testler sonucunda özet olarak,

Katılımcılar çoğunluk olarak,

Şehrin yaşam koşullarının iş motivasyonlarına olumlu etki yaptığını,görev yaptıkları firmanın sosyal etkinliklerini yeterli bulmadıklarını , mesleki donanımını yeterli bulduklarını ve görsel öğelerin yeterli olduğunu belirtmişlerdir.

Bunun yanında en yüksek katılım düzeyine sahip oldukları konuların, “Yöneticinin çalışanlara yaklaşımı, kurumda çalışmaya devam etme kararımda önemli bir kıstastır.”,“Çevremdeki insanlara çalıştığım kurumun üst standartlarda olduğunu söylerim.” , “Çalıştığım kurumun başarısına yardımcı olabilmek için beklenenin üzerinde çaba gösteriyorum. “ ve “Bu kurumda uygulanan terfi ve yükselme politikaları, motivasyonum üzerinde olumlu etkiye sahiptir. “ şeklinde oluştuğu görülürken,

Page 256: 2011 yılı 1-2. sayılar

248

En düşük katılım düzeyine sahip konu ise, “Benim için bu kurumda çalışma kararı kesinlikle bir hatadır. “şeklinde ortaya çıkmıştır.

Bağlılık düzeyleri ele alındığında katılımcıların en yüksek bağlılık düzeyinin rasyonel bağlılığa ilişkin olduğu tespit edilmiştir.2. ve 3. sırada araçsal ve örgütsel bağlılık düzeyleri yer almaktadır. Çalışanların en düşük bağlılık düzeyine sahip oldukları konular ise normatif bağlılık ve sadakat bağlılığıdır.

Son olarak performans ve bağlılık düzeylerine ilişkin yapılan karşılaştırmalarda, kişinin normatif, rasyonel ve örgütsel bağlılık düzeylerinin pozitif yönde performansı etkilediği buna karşın performansın araçsal bağlılık ve sadakat bağlılığı düzeylerinden etkilenmediği ortaya çıkarılmıştır.

KAYNAKÇA

ALLEN, Natalie J. ve Meyer, John P. (1990). “The Measurement and antecedens of affective, continuance and normative commitment to the organization”, Journal of occupational psychology, 63, s. 1-18.

BAUGH, S. ve ROBERTS, R. (1994). “Professional and organizational commitment among engineers: conflicting or complementing?” Engineering Management, 41, 2, s.108-114.

BAYRAM, Levent (2005). “Yönetimde Yeni Bir Paradigma: Örgütsel Bağlılık”, Sayıştay Dergisi, sayı:59, s. 125-139.

BAYRAM, Levent (2006). "Geleneksel Performans Değerlendirme Yöntemlerine Yeni Bir Alternatif: 360 Derece Performans Değerlendirme" Sayıştay Dergileri, sayı:62, s. 47-65.

BENLİGİRAY, S. BİLGİN L., KAĞNICIOĞLU D., TONUS Z. “İnsan kaynakları yönetimi”, Eskişehir Anadolu Üniversitesi, AÖF Yayınları, 2004.

CAN, Yusuf, SOYER, Fikret, BAYANSALDUZ, Mehmet (2009). “Sporcuların İş Tatmini İle Lider Bağlılığı Ve Örgütsel Bağlılık Duyguları Arasındaki İlişkilerin İncelenmesi”, Niğde Üniversitesi Beden Eğitimi ve Spor Bilimleri Dergisi, cilt 3, sayı 3, s.228-238.

CELEP, C. “Eğitimde Örgütsel Adanma ve Öğretmenler”, Ankara: Anı Yayıncılık, 2000.

ÇETİN, Ölçüm Münevver. “Örgüt Kültürü ve Örgütsel Bağlılık”, Ankara Nobel Yayın Dağıtım, 2004.

EINSTEINE, P. ve HWANG, K. P. (2007). “An Appraisal for Determinants of Organizational Creativity and Impacts on Innovative Behavior”, Proceedings of the 13th Asia Pacific Management Conference, Melbourne, Australia, s. 1041-1055.

Page 257: 2011 yılı 1-2. sayılar

249

FORD, C., VE GIOIA, D. (2000). “Factors Influencing Creativity in The Domain Of Managerial Decision Making”, Journal Of Management, 26(4), s. 705-732.

GOULDNER, A. W.; (1957), “Cosmopolitans and Locals: Toward an Analysis of Latent Social Roles – I”, Administrative Science Quarterly, 2, s. 281-306.

GRUSKY.O. (1966). “Career Mobility and Organizational Commitment”. Administrative Science Quarterly”, Vol.10, No.4, s. 488-503.

GÜÇLÜ, Hatice. Turizm Sektöründe Durumsal Faktörlerin Örgütsel Bağlılık Üzerindeki Etkisi, Eskişehir Anadolu Üniversitesi Yayınları, 2006.

GÜNER Ahmet Resat (2007). “Sağlık Hizmetlerinde Örgütsel Bağlılık, İşe Bağlılık ve İş Tatmini Arasındaki İlişkilerin Modellenmesi”,Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Akdeniz Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Antalya.

JUNG, D.I., CHOW, C., WU, A. (2003). “The Role of Transformational Leadership in Enhancing Organizational Innovation: Hypothese and Some Preliminary Finding”, The Leadership Quarterly, 14(4-5):s. 525-544.

KALLEBERG, Arne L. ve MARSDEN V. P. (1995). "Organizational Commitment and Job Performance in the U.S. Labor Force." Research in the Sociology of Work 5 s. 235-257.

MAYER, R.C., SCHOORMAN, F. D., (1992). “Predicting Participation and Production Outcomes Through A Two Dimentional Model Of Organizational Commitment”, Academy Of Management Journal, s.3, ss. 371-684

MOWDAY, R.T. PORTER, L.W. ve STEERS, R.M. (1982). “Employee-Organizational Linkages: The Psychology of Commitment, Absenteeism and Turnover”, Academic Press Inc., New York, s. 443-455.

SALANCIK, G.R. “Commitment and The Control of Organization Behavior and Belief, New Directions in Organization Behavior,” der, B. M. Sraw ve G. R. Salancik, Chicago, Illionis.St. Clair Pres, 1977.

SULIMAN, A. M. T. (2001). “Are we Ready to Innovate? Work Climate-Readiness to Innovate Relationship: The Case of Jordan,” Creativity and Innovation Management, 10/1, s.49-59.

TUTAR, Hasan ve ALTINÖZ, Mehmet, (2010). "Örgütsel İklimin İşgören Performansı Üzerine Etkisi: Ostim İmalat İşletmeleri Çalışanları Üzerine Bir Araştırma", Ankara Üniversitesi SBF Dergisi, s. 195-218.

Page 258: 2011 yılı 1-2. sayılar

250

UYGUR, Akyay. (2007). “Örgütsel Bağlılık İle İş gören Perfornansı İlişkisini İncelemeye Yönelik Bir Alan Araştırması” Ticaret ve Turizm Eğitim Fakültesi Dergisi, Sayı: 1, s. 71-85.

YALÇIN, Azmi ve İPLİK, Fatmanur (2005). “Beş Yıldızlı Otellerde Çalışanların Demografik Özellikleri İle Örgütsel Bağlılıkları Arasındaki İlişkiyi Belirlemeye Yönelik Bir Araştırma: Adana İli Örneği”, Çukurova Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, cilt: 14, sayı:1, s.395-412.Dergisi, Sayı: 18 (2007)

YÜKSEL, Ö. “İnsan Kaynakları Yönetimi”, Ankara: Gazi Kitabevi, 2000.

WAHN, J.C. (1998). “Sex Differences in The Continuance Component Of Organizational Commitment”, Group and Organization Management, Vol. 23, No.3, s. 256–266.

WARD, E.A. and Davis E. (1995). “The effect of benefit satisfaction on organizational commitment”, Compensation and Benefits Management 11 s.35-40.

Wright, D.L. (1997). “The Effect of Organizational and Individual Learning on job Satisfaction and Organizational Commitment”, Doktora Tezi, ABD, College of Administration and Business Louisiana Tech University

WEINER, Y. ve VARDI, Y. (1980). “Relationships Between Job, Organization and Work Outcomes: An Integrative Approach”, Organizational Behavior and Human Performance, cilt 26, s..81-96.

Page 259: 2011 yılı 1-2. sayılar

251

ÖRGÜTSEL ETİĞİN ÇALIŞAN MEMNUNİYETİ ÜZERİNDEKİ ETKİSİ SELÇUK ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ ÖRNEĞİ

Yusuf Yalçın İLERİ*

Yasemin SOYLU**

ÖZET

Bu çalışmanın hedefi, örgütsel etiğin çalışanların örgütte ki memnuniyetlerinin ne yönde etkilendiğinin belirlenmesidir. Bu amaçla Konya Selçuk Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi ve Selçuklu Tıp Fakültesi mensupları üzerinde anket çalışması uygulanmıştır. Ulaşılan sonuçlar, örgütsel etiğin çalışanların örgütteki memnuniyetlerini nasıl etkilediği konusunda bilgiler içermektedir.

Anahtar Kelimeler: Örgütsel etik, örgütsel bağlılık, çalışan memnuniyeti.

EFFECTS OF ORGANIZATIONAL ETHICS ON ORGANIZATIONAL SATISFACTION: A CASE OF SELCUK

UNIVERSITY FACULTY OF MEDICINE

ABSTRACT

The aim of this study is to determine the effects of organizational ethics in the direction of organizational satisfaction. For this purpose, a survey was carried out in Selçuk University Meram Faculty of Medicine and Selçuklu Faculty of Medicine. The achieved results contain detailed information on how organizational ethics effect organizational satisfaciton.

Key Words: Organizational Ethics, Organizational Commitment, Employee Satisfaction.

1. GİRİŞ

Ekonomik hayat, hangi yüzyılda ve nerede olursa olsun sadece dış faktörlerin bir araya gelmesinden oluşan bir madde dünyası olarak görülemez. Bütün olay ve olgularda olduğu gibi, ekonomik olay ve olguların arkasında kendine has bir değerler kümesi vardır. Başka bir deyişle, her çağ ve toplumda iktisadi ve sosyal hayat, sadece dış kalıplar ve maddi unsurlarla değil, etik değerlerle de varlık bulmuştur. Ancak, 20. yüzyılın son çeyreği bu bağlılık ve derinliğin

* Öğretim Görevlisi, Selçuk Üniversitesi, Teknik Bilimler Meslek Yüksekokulu ** Öğretim Görevlisi, Selçuk Üniversitesi, Akören Ali Rıza Ercan Meslek Yüksekokulu

Page 260: 2011 yılı 1-2. sayılar

252

görmezlikten gelindiği etik yozlaşma ve kirliliğin zemin bulduğu zamanlar olarak ifade edilmiştir. 1970’li yıllardan bugüne kadar ortaya çıkan yolsuzluk olayları, rüşvet, aldatıcı reklam, tüketici koruma ihlalleri etik bir yöntem ve sürecin kaçınılmazlığına işaret etmiştir. Sonuçta yaşanılan çok yönlü kirlilik örnekleri, etiğe geri dönüş sürecini başlatırken, ekonomik hayatın etiği dışarıda bırakan bir faaliyet alanı olmayacağını göstermiştir (Bayrak, 2003:117).

Bir işletmenin ekonomik olmayan amaçları ve sosyal sorumlulukları, işletmenin çevresi ile ilgilidir. İşletmenin çevresi denince, aklımıza çıkar grupları gelmektedir. İşletmeden yarar bekleyen baslıca çıkar grupları ise, işçi kuruluşları (sendikalar), müşteriler, kamu teşekkülleri (devlet ve yerel yönetimler) ve halktır. Aslında bu kuruluşların yararlarını maksimize edebilmeleri için isletme nezdinde girişmiş oldukları faaliyetler kendileri için ekonomik bir amaçtır. Ancak, isletme açısından bu durum, birtakım ödünler vermeyi gerektirdiği için, bazı hallerde ekonomik amaçlara ters düsen ekonomik olmayan amaçlarını oluşturur. Çünkü isletme birtakım ödünler verirken maddi yönden bazı özverilerde bulunmak zorundadır (Eren, 2000:82).

Farklı etnik, dinsel, kültürel ve siyasal kimliklere sahip örgütlenmelerin kendilerini ifade olanağı bulup, sosyal taleplerini dile getirmeye ve bu doğrultuda baskı yapmaya başlamalarıyla birlikte, sosyal sorumluluk kavramı anlam genişlemesine uğramış, süreç içerisinde de radikalleşmiştir. Çünkü sosyal sorumluluk, sosyal taleplere bağlı olarak ortaya çıkan ve kapsamı değişebilen bir anlayıştır. Düne kadar sadece işletmelerin sosyal sorumluluklarından söz edilirken; bu gün artık amacı, boyutu ne olursa olsun her türlü örgütün sosyal sorumluluk anlayışı çerçevesinde hareket etmesi beklenmektedir (Biber, 2002:133).

Çalışmamızda etik ve etik algılamasının çalışan memnuniyeti üzerindeki etkileri incelenmeye çalışılmıştır. Konuyla ilgili Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültelerinde bir anket çalışması yapılmaya çalışılmış ve sonuçları irdelenmeye çalışılmıştır.

2. ÖRGÜTSEL ETİK VE TANIMI

İşletmeler insanların ihtiyaçlarını karşılamak üzere, yine insanlar tarafından belirli bir kâr sağlamak amacıyla kurulmuş ekonomik bir varlıktır. Ancak, ekonomik hayat sosyal veya toplumsal hayattan ayrı düsünülemez106. Her işletmenin kendine özgü bir çevresi vardır, işletme belirli bir çevrenin etkisi altında kalır ve yine her işletme belirli bir çevreyi etkiler. Bu çevre ekonomik, sosyal ve yasal nitelik ve içerik taşıyan bir yapı sunar. Söz konusu çevreye karşı kuşkusuz işletmenin çok yönlü sorumlulukları da vardır. İşletmenin sosyal çevresi de en az ekonomik çevre kadar önem taşır (Bayramoğlu, 1993:27).

İşletmeler faaliyette bulundukları toplumun alışkanlıkları, gelenek ve görenekleri ile ahlâkından etkilenirler. İşletmenin karar organları o toplumun

Page 261: 2011 yılı 1-2. sayılar

253

içinde büyümüş, eğitim görmüş ve çalışmış bireylerden oluşur. İşadamı, girişimci ve yöneticiler karar verirken içinde bulundukları koşulları ve toplumun değer yargılarını göz ardı edemezler (Ülgen, 2004:48)

Etik davranışların geliştirilmesi, “ahlaki standartlar konulması ve başarıyı engelleyen ya da tehdit eden bir konu olarak değil; iş yöntemlerinin iyileştirilmesinde önemli bir fırsat” olarak algılanmalıdır. İş yaşamında sergilenen kimi davranışlarda, çeşitli etkenlerin de etkisiyle örgütsel etik dışına çıkılabilir. Hiç de arzulanmayan bu tür olumsuzlukların giderilerek, etik davranış bütününe ulaşılması her yönetimin temel görevidir (Şimşek vd., 2003:86).

Günümüz iş örgütlerinde, özellikle informel yapıların da desteklemesiyle, gerek bireysel ve gerekse örgütsel düzeyde stres, çatışma vb. olgular gündeme gelebilir. Önemli olan bunları iş ve örgütsel etik içinde değerlendirerek, uyum yönünde hareket etmektir (Şimşek vd., 2003:88).

Örgütsel etik, örgütün tüm ekonomik ve toplumsal faaliyetlerinde dürüstlüğü, güveni, saygıyı, adaleti ilke edinerek topluma destek olacak şekilde hareket etmesiyle ilişkili olup, toplum tarafından görüş birliğine varılmış ilke, norm ve standartlar ile tutarlı olmasını gerektirmektedir. Bu çerçevede örgütte hissedilen bir etik iklimin var olup olmadığı veya bu iklimin oluşması ve geliştirilmesi için örgütte neler yapıldığı, örgütün sadece çalışanlarına değil tüm paydaşlarına karşı sorumluluklarını hangi boyutta yerine getirdiği örgütsel etik açısından büyük önem taşımaktadır (Şimşek vd., 2003:108).

Basit olarak iş etiği, iş dünyasındaki davranışları yönlendiren, onlara rehberlik eden etik ilkeler ve standartların toplamıdır. Bu ilkelere uygun olarak yapılan eylemler etiksel olarak kabul edilir. Belli bir davranışın doğru mu yanlış mı etik veya etik dışı olduğu genelde yatırımcılar, müşteriler, çıkar grupları işçiler, yasal sistem ve toplum gibi sermayedar gruplarınca belirlenir (Sabuncuoğlu, 1987:88).

Genel olarak iş etiği; bütün ekonomik faaliyetlerde dürüstlük, güven, saygı ve hakça davranmayı ilke edinmek ve çevreyle temas halinde bulunurken aynı çevreyi paylaşan topluma destek olmaktır (Özgener, 2000:132).

İş etiğinde ahlak norm ve kurallarının bir analizi iş kurumlarında çalışan insanları davranışlarına uygulanır. Bu analiz, iş kararları verecek yönetici ve işçilere ahlaki sorumluluk ve yükümlülüklerini bildiren bir uygulamalı etik tipidir (Bucholz, 1998:248).

İş etiği, iş dünyasında kabul edilebilir davranışları belirler. İş alanlarında iyi ve kötünün, doğru ve yanlışın, adil ve adil olmayan durumları içine alır. Etik yöneticiler, yanlış yapmaktan sakınır, doğru olanı yapmaya çalışırlar. Ne tür davranışların kabul edilebilir olduğunu gösteren ilkeler, değerler ve normlar bu yöneticilere rehberlik etmesi için ortaya atılır. Bu bağlamda iş etiği, genelde

Page 262: 2011 yılı 1-2. sayılar

254

işyerinde doğru ve yanlışın ne olduğunu bilmek ve doğru olan şeyi yapmaktır (Özgener, 2000:39).

Birçok insan, yüksek etik standartlarının hem işletmeleri hem de bireyleri sağlam ahlak ilkelerine uydurması konusunda hem fikirlerdirler. Bununla birlikte etiği iş yerinde uygularken bazı özel yönler de dikkate alınmalıdır. Birincisi, mevcudiyetlerini devam ettirmek için işletmeler kâr etmek zorundadır. Eğer kazanç yolsuzlukla elde edilirse bu, genellikle kurumun ömrünün kısa olacağı anlamına gelir. İkincisi, işletmeler toplumun istek ve ihtiyaçları ile kendi kâr istekleri arasında bir denge kurmak zorundadırlar. Bu dengeyi koruma genelde uzlaşmalar gerektirir. İş dünyasının bu eşsiz özelliklerine hitap etmek için toplum hem yasal hem dolaylı kurallar geliştirmiştir. Bu kurallar bireylere ya da genel anlamda topluma zarar vermeyen yollardan kazançlarını elde etmeye çabalayan şirketlere rehberlik eder (Ferrel, 1994:186).

İş etiği ele alınırken, bireysel etik de göz ardı edilemeyecek kadar önemlidir. Bireysel etik, iş etiğinin oluşmasında önemli rol oynar. Çünkü işletmelerde kararlar çoğunlukla yönetim kademesindeki bireyler tarafından verilmektedir. Bir yöneticinin hatalı kararı veya etik olmayan bir davranışı, işletmelerin imajını zedeleyebilir. Öte yandan, bir yöneticinin çok önemli ve kritik bir andaki etik cesareti, bulunduğu işletmedeki tüm etik olmayan davranış temayüllerinin önünü kesebilir. Böylesi bir eğilime sahip olanların fikirlerini değiştirmelerine neden olabilir. Böylece yönetim, etik değerleri esas alan sorumlu bir vizyon yaratabilir (Özgener, 2000:48).

Örgütsel etiğin günümüzde değer kazanmasının bir başka nedeninin de, örgütsel etiğin olmadığı durumlarda getireceği zararlara bağlı olduğu söylenebilir. Örgütsel etiğin yokluğu şu sonuçları doğurabilecektir (Şimşek vd., 2003: 403) :

• Örgütün sahip, ortak ve yöneticilerine duyulan güvenin yitirilmesi,

• İtibar kaybı,

• Grup çalışmalarının azalması veya zarar görmesi,

• Örgütsel iletişimin azalması veya zarar görmesi,

• Özsaygının kaybolması,

• Bağlılık duygusunun azalması, “biz” ruhunun kaybolması,

• Personel devir hızı ve oranının yükselmesi,

• Motivasyon eksikliğine bağlı olarak oluşan performans kaybı.

Bu nedenlere bağlı olarak örgütsel etik kavramının, günümüzde artık tüm örgütler için başarıya ulaşmada bir anahtar niteliğinde olduğu söylenebilir. Çünkü örgütleri başarıya götürecek olan çalışanlar, ahlaki davranış standartları

Page 263: 2011 yılı 1-2. sayılar

255

oturmuş olan bir örgütte faaliyetlerini huzurla yerine getirecek, hem çevresiyle hem de örgütle uyum içinde olacaklardır. Çalışanların bu memnuniyetleri de doğal olarak örgütlerinin başarısına yansıyacaktır. Çalışanların memnuniyetlerinde ve sosyal sorumluluk bilinciyle hareket etmelerinde etik ilkeler doğrultusunda yapılandırılmış bir örgüt kültürünün büyük önem taşıdığı söylenebilir (Freeman, 1999: 351).

3. ÖRGÜTSEL ETİĞİN ÖNEMİ

Birbirinden farklı ne kadar meslek varsa o kadar da etik vardır denebilir. Hatta farklı olmakla da kalmaz, birbiriyle zıtlık içine dahi düşebilirler. Örneğin; bir doktorun görevleri ile tüccarın görevleri farklıdır. Bazen doktorlar bildiği gerçeği gizlemek zorunda da kalabilirler. Meslek etiğinin ayırt edici özelliği, kamu vicdanının ona karşı gösterdiği ilgisizliktir. Bir mesleki görevi yerine getirmede yapılan hata, söz konusu meslek çevresinin dışında pek eleştirilmez. Çünkü, herkes o mesleğin gerektirdiği sorumlulukların ne olduğunu tam olarak bilemeyebilir. Zaman içerisinde kültürel, bilimsel, ekonomik ve teknolojik gelişmelere bağlı olarak meslekler de değişime uğramaktadır. Toplumun büyük bölümünün meslek etiğiyle ilgilenmemesi, toplumda meslek etiğini oluşturacak ve işlemesini sağlayacak bir takım meslek gruplarının organize olmasını gerekli kılmıştır (İşveroğlu, 2004:126).

Tüm insanlar, ürettikleri mal veya hizmet ile yaşamlarını sürdürmektedirler. Bu insanların, üretip-sattıkları mal veya hizmetin değerini tam olarak almak istemeleri en doğal haklarıdır. Aynı şekilde satın aldıkları mal ve hizmetlerin gerçek değerlerini vermeleri, o mal veya hizmetleri üretenleri sömürmemeleri de bir insanlık görevidir. Sömürü düzeninden uzak, insani değerlerin ön plana çıkarıldığı ve taraflarca kabul gören bir düzene geçilmesi ise ancak iş etiği ile mümkündür (Şimşek vd., 2003:241).

İşletmeyi ilgilendiren etik soru ve sorunlar, çıkar grupları ile ilişkilerden meydana gelmektedir. Çıkar gruplarının istekleri arasında oluşan uyuşmazlıklar, işletme yöneticisini etik ikilemlerle karşı karşıya bırakacaktır. Bu nedenle işletme yöneticisi çıkar grupları ile olan ilişkileri sağlamakla sorumludur. İşletmede etik standartların ve etiksel bir iklimin sağlanması bu ikilemlerin oluşumunu azaltacaktır (Sabuncuoğlu, 2001:41).

Son yirmi yılda iş etiği, çoğunlukla iş okullarında öğretilen ve akademisyenler tarafından tartışılan bir konu olmuştur. Bunun, bir sözleşmeyi müzakere ederken her şeyi mubah görmenin egemen tutum olduğu uluslararası iş dünyasının gerçekliği üzerinde pek etkisi olmamıştır. Öte yandan büyük çokuluslu şirketlerin büyümesiyle birlikte, çok daha sofistike ve sosyal açıdan çok daha bilinçlenmiş bir müşteri kitlesi bu kavramı akademik bir disiplinden gerçek yasamda işleyen bir güce dönüştürmüştür. Bugün dünyada yolsuzluk ve

Page 264: 2011 yılı 1-2. sayılar

256

rüşvetle ilgili kabul görmüş geçerli görüş, bunların rekabeti önlediği, ticareti tahrif ettiği, tüketicilere ve vergi ödeyenlere zarar verdiği ve halkın hükümetlere olan desteğinin altını oyduğu yönündedir. Sonuç olarak şirketler iş etiğini ihtiyari bir ahlak sorunu olarak değil, çok önemli bir sorun olarak görmektedir. Etiğin, şirketin faaliyet kâr ya da zararlarına katkıda bulunan bir şey olarak kabulü demek, her zamankinden çok daha fazla dikkate alınacağı anlamına gelmektedir (Mitchell, 2002:187).

4. ETİK İLKELER VE ÖRGÜTSEL BAĞLILIK

Çalışan memnuniyetinin temelinde örgütsel bağlılık yatmaktadır. Bir örgütte çalışanların örgüte bağlılıkları ne kadar yüksekse memnuniyetleri de o kadar yüksek demektir. Bağlılık kısaca çalışanların örgütleriyle psikolojik olarak özdeşleşip bütünleşmelerinin bir göstergesi olarak tanımlanabilir. Bir başka yönden bağlılık çalışanların örgütlerine karşı olan sadakat tutumu ve çalıştıkları örgütün başarılı olabilmesi için gösterdikleri ilgidir (Özsoy vd., 2004:88).

Çalışanları için çeşitli yatırımlar yapan bir örgüt, buna rağmen çalışanlarını kaybediyorsa, bu örgütün bağlılık konusunda problemleri olduğu düşünülebilir. Bu açıdan çalışanlarının işlerinde sürekliliğini isteyen örgütlerin, öncelikle onların bağlılıklarını kazanmaları gerekmektedir (Seidl, 2007:63).

1997-2001 yılları arasında Amerika, İngiltere, Almanya ve Japonya’daki 350 örgütün 3.000.000 çalışanı üzerine yapmış olduğu bu araştırmada, çalışanları örgütlerine bağlı olanlar (%18), olmayanlar (%64,5) ve aktif olarak örgütten kopmuş olanlar (%17,5) olmak üzere 3 ayrı kategoriye ayırmıştır. Yapılan bu geniş çaplı araştırmada ayrıca çalışma süresi arttıkça bağlılığın azaldığı da tespit edilmiştir. ABD’de Saratoga Enstitüsü tarafından 2003 yılında yapılan ve 18 kuruluşun 20.000 çalışanını kapsayan bir başka araştırmaya göre; çalışanların %88’i işlerini terk etmelerindeki en büyük etkenleri sırasıyla yöneticiler, örgüt kültürü ve örgüt etiği, çalışma şartları veya iş ortamına bağlı nedenler olarak açıklamışlardır. Aynı araştırma yöneticileri de kapsamaktadır. Bu araştırmaya göre yöneticilerin %89’u çalışanların maddi nedenlerle işlerini terk ettiklerine inanmaktadır. Oysa çalışanların işlerini terk etmelerindeki asıl nedenin para değil de yöneticilerle ilişkileri, örgüt kültürüne ve etik kurallarına uyum sağlayamamaları, çalışma şartları ve iş ortamına bağlı etkenlerle alakalı olduğunu araştırma sonuçları göstermektedir (Seidl, 2007:64).

Page 265: 2011 yılı 1-2. sayılar

257

Tablo 1: Örgütte Bağlılık İçin Gerekli Olan Temel Faktörlere İlişkin Beklenti ve Çözüm Yolları

Faktörler Beklentiler Çözüm Yolları

Liderlik Çalışanların haklarına saygılı, onları peşinden sürükleyebilen güçlü bir lider.

Liderlik becerilerinin eğitimle geliştirilmesi, sürekli eğitim.

Güçlendirme İşinin sahibi konumundaki çalışanlar.

Güçlendirmenin, örgütsel anlamda belirli bir plan dâhilinde uygulanması

Takım Çalışması Örgütsel başarıyı destekleyen üretken ve yaratıcı takımlar.

Takım çalışmalarını destekleyen yönetim ve etkin takım faaliyetleri.

Etik ve Güven Güven ve etik kavramlarının hakim olduğu bir örgüt yapısı.

Çalışanlara adil, dürüst ve samimi davranarak güven ve etiğin hakim olduğu bir çalışma ortamının oluşturulması.

Mesleki Gelişim Mesleki anlamda gelişim ve kariyer imkânları,

Çalışanların beceri ve yeteneklerinin gelişimi için, eğitim programlarının yapılması ve örgütte esaslı bir kariyer gelişim programının uygulanması.

Hedefler ve Değerler Örgütün hedeflerini benimseyen ve örgütün değerleriyle bütünleşen çalışanlar

Örgütün tüm kademelerinde takım çalışmalarının desteklenmesi.

Kaynak: (Phillips ve Connell, 2003:204)

Etik ilkelerin örgütsel bağlılık ve memnuniyeti sağlamasındaki rolü ise; etik ilkeler, çalışanların neyin doğru olup olmadığını ayırt edebilecekleri, rüşvetin yapılmaması gereken bir iş olarak algılandığı, dürüstlüğün önemsendiği, çalışanların birbirlerine değer verdikleri, yükseliş kriterlerinin açık ve adil biçimde ortaya konulduğu, yetenekli, bilgili ve çalışkan insanların söz sahibi olduğu bir kültür yaratmayı önermekte ve hedeflemektedir (Özmen, 2003:188).

Yapılan araştırmalar, mutlu çalışanlara sahip örgütlerin diğerlerine göre daha başarılı olduğunu göstermektedir. Çünkü düzenli olarak mükemmel müşteri hizmeti sunmanın en önemli yolu, mutlu çalışanlara sahip olmaktan geçmektedir. Bu durumda eğer örgüt çalışanlarına değer veriyorsa, çalışanlar da müşterilere değer verecektir. Konuyla ilgili olarak yapılan bir araştırma, işyerindeki mutluluk seviyesinde yaşanan ortalama bir artışın bile sonuçları ve başarıyı % 20 oranında artırdığını göstermektedir. Bir başka araştırma ise en mutlu çalışanlara sahip örgütlerin, sıradan olanlarla kıyaslandığında kazanç yönünden üç kat daha fazla karlı olduğunu ortaya koymaktadır (Pehlivan, 2001:160).

Page 266: 2011 yılı 1-2. sayılar

258

Yöneticilerin etik ilkelerle uyuşan davranışları çalışanlarda güven hissi uyandırırken, tersi işe güvenlerinin kaybolmasına neden olmaktadır. Etik ilkeler çerçevesinde adil muamele gören çalışanlar, motive olacaklarından işlerine daha sıkı sarılacak, örgütlerini daha fazla sahipleneceklerdir. Yöneticilerinin davranışlarından emin olmayan ve ondan sadece korktukları için itaat eden çalışanların ise, örgütlerinin menfaatlerini gerçek anlamda sahiplenecekleri söylenemeyecektir. Çünkü daha iyi şartlarda çalışma imkânı bulduklarında örgütlerini terk edeceklerdir. Bu konuyla ilgili olarak yapılan bir araştırma sonucuna göre araştırma kapsamındaki çalışanların büyük bir kısmı, örgütlerini terk etmemelerindeki temel nedeni, örgütlerinin etik ilkelerle göstermiş olduğu uyum ve tutarlılığa bağlamaktadır. Ayrıca, etik ilkelere sahip olan örgütlerin personel devir hızı, bu ilkelere sahip olmayanlardan daha düşüktür (http://www.josephsoninstitute.org).

Etik ilkeler doğrultusunda davranışlar sergilemeyen yöneticiler, kendilerininkiyle beraber örgütün itibarını da zedelemektedirler. Rüşvet veya işe alımlarda yapılan usulsüzlükler, örgüt adına büyük kayıplara neden olmaktadır. Bu durumla ilgili bir örnek, ABD’de 1985 yılında kurulan ve 2001 yılında iflas eden, dünyanın en büyük enerji şirketlerinden birisi Enron ile ilgili olarak verilebilir (BBC News, 2003). Enron’un 2001 yılında çok büyük yankılar uyandıran iflasında, kendi danışmanlık ve denetim şirketi olan Arthur Anderson’ın etik olmayan faaliyetlerinin büyük rolü olduğu da söylenmektedir. Şirket, Enron yöneticilerinin de desteği ile resmi belgelerde sahtekârlık yaparak, Enron’un gelirlerini yüksek göstermiş ve böylece Enron hisse senetlerinin değerini gerçek olmayan seviyeye çıkarmayı başarmıştır. Ancak, 2000 yılında Enron’un beyan ettiği gelirden çok daha az gelirinin olduğunun ortaya çıkmasıyla soruşturmalar da başlamıştır. Bu soruşturmaları başka soruşturmalar izlemiş ve 40 ülkede 21.000 kadar çalışanı olan Enron, ortaya çıkan yolsuzlukları nedeniyle sonuçta iflas etmiştir. (a.g.e). Enron olayının, dünya çapında bir danışmanlık şirketi olan Anderson için de büyük bir kayıp olduğu söylenebilir. Bu olaydan sonra Anderson şirketinin güvenilirliği sarsılmış, itibarı zedelenmiştir. Enron olayı, yöneticilerin ahlaki olmayan davranışlarının yani etik ilkelerle bağdaşmayan davranışlarının, örgüt itibarı açısından çok büyük yıkımlara sebebiyet verebileceğini açıkça göstermektedir (Özmen, 2003:184).

Etik ilkelerin bir örgütte tüm etik problemleri tamamen ortadan kaldırabileceğini de beklememek gerekmektedir. Ancak, çalışanların belirlenen ahlaki standartlar doğrultusunda davranış göstermelerinde etik ilkeler teşvik edici özellik taşımaktadır. Ayrıca, örgüt içinde etik olmayan davranışlara karşı bir uyarıcı kimliği de olan etik ilkelerin, bu özelliği ile çalışanların davranışlarından dolayı kendilerini sorumlu hissetmelerini sağlamak gibi bir işlevinin olduğu da söylenebilir (Gorlin, 1999: 530-531).

Page 267: 2011 yılı 1-2. sayılar

259

Örgütsel etik kurallarının yer etmesi ve örgüt çalışanları tarafından özümsenmesi temel olarak yöneticilerin tutum ve davranışlarına bağlıdır. Bir yönetimde her şey tepeden başlayıp alta doğru yayıldığına göre, yöneticilerin de çalışanlarına karşı son derece saygılı olmaları, yönetimden aldıkları güçle etik kurallara aykırı davranışlar içerisine girmemeye özen göstermeleri önemli bir konudur. Bu noktada yöneticilerin tutum ve davranışları çalışan memnuniyeti ile de doğrudan ilişkilidir. Etik davranışları olan yöneticiler çalışanları için olumlu örnek olabilirken, etik dışı davranışları olan yöneticiler de olumsuz örnek olabileceklerdir (Özmen, 2003:185).

Harris ve ekibi tarafından A.B.D.’de 1988 yılında yapılan ve 1031 çalışanı kapsayan bir araştırmanın sonucuna göre (Ciulla, 1998: 6); araştırma kapsamındaki çalışanların %89’unun yöneticilerinde aradığı özelliklerin başında “dürüstlük” gelmektedir. Ayrıca, yine bu araştırmaya katılanların %77’si işleri ile ilgili kararları kendilerinin vermesi gerektiğine inanmaktadırlar. Yine aynı araştırmanın kapsamında olan 150 üst düzey yöneticiden sadece %37’si çalışanların işleriyle ilgili olarak kendi kararlarını vermelerinin gerçekten önemini kabul etmektedir. Bu durum bazı yöneticilerin, kararlara katılımda hala merkeziyetçi bir görüşü devam ettirmekte olduklarını göstermektedir. Ayrıca, çalışanların % 76’sı açık iletişimin önemini belirtirken; yöneticilerin sadece %38’i örgütlerinde açık iletişim ortamına sahip olduklarını itiraf etmişlerdir (a.g.e). Yapılan bu geniş çaplı araştırma özetle, çalışanların açık bir iletişim ortamını, işleriyle ilgili söz sahibi olmayı yani kararlara katılmayı ve etik değerlere sahip olan yöneticileri desteklediklerini ortaya koymaktadır (Özkalp, 2002:185).

Tablo 2: Çalışan memnuniyetini artırmak için yöneticilerin özen göstermesi gereken etik davranışlar.

Etik Davranış Açıklama

Adalet ve Eşitlik

Örgüt açısından adalet, çalışanlara, örgüte katkıları oranında haklarının, kurallara aykırı davranmaları oranında da cezalarının verilmesini gerektirmektedir. Ayrıca örgüt içinde görevlerin, yükümlülüklerin ve sorumlulukların adil bir şekilde dağıtılması da gerekmektedir.

Dürüstlük ve Açıklık

İlişkilerinde dürüst, açık, samimi ve olduğu gibi davranan, örgütünde de açık iletişimi destekleyen yöneticiler, karşılıklı güven ve hoşgörüye dayalı bir çalışma ortamının oluşmasına zemin hazırlayacaktır.

Tarafsızlık

Yöneticiler, çalışanlarına bir ailenin fertleri gibi davranarak, ayrımcılık yapmadan çatışmaları çözüme kavuşturacak ve uyumlu bir çalışma ortamı oluşturabilirlerse örgüt içerisindeki çalışan memnuniyetini ileri düzeylere çıkarabilirler.

İnsan Hakları ve Hümanizm

Hümanizm düşüncesinin hâkim olduğu bir örgütte çalışanlar, toplumun refahı için daha verimli ve isteyerek çalışacaklar ve bencillik kavramından uzaklaşacaklardır. Çünkü her çalışan kendi görevinin aslında insanı memnun etmek için var olduğunu bilecektir.

Page 268: 2011 yılı 1-2. sayılar

260

Bağlılık ve Sorumluluk

Çalışanların örgüt üyeliklerini sürdürmelerini, örgütte kalmak istemelerini yani memnuniyetlerini isteyen yöneticilerin çalışanlarının mesleki gelişimlerine destek olarak, eğitimlerine önem vererek, onları bilgiyle donatarak, ortak bir amaç etrafında toplayarak ve ortaklaşa bir çaba göstermelerini sağlayarak gerçekleştirebileceklerdir

Hukukun Üstünlüğü ve Demokrasi

Örgütlerin ve yöneticilerin yasal çerçeveler içinde hareket etmeleri ve çalışanlar gibi kendi davranışları için de kanunların uygulanabileceğini kabul etmeleri hukukun üstünlüğünü, bu durum ise demokrasinin örgüte yayılmasını beraberinde getirecek ve yönetimin keyfi hareketlerini sınırlandıracaktır.

Sevgi, Saygı ve Hoşgörü

Yöneticiler, aynı takımın üyeleri olarak algılanması gereken çalışanlarına sevgiyle yaklaşmalı ve onları örgütsel amaçlara ulaşmada vazgeçilmez unsurlar olarak görmelidirler, kendisine saygı duyan çalışanlar ise bu bilinç doğrultusunda diğerlerine de saygı duyacaklar ve çalışan memnuniyet seviyesi çok yükselecektir.

Hak ve Özgürlükler

Yöneticilerin çalışanlarıyla ilişkilerinde keyfi uygulamalara gitmemeleri; onların izin, istirahat, rapor gibi en doğal haklarını kullanmalarında sağlam gerekçeler göstermeksizin engeller çıkarmamaları ve yasa dışı eylem ve işlemlerde yetkilerini kullanarak çalışanlarını da bu yasadışı işleri yapmaya zorlamamaları çalışanların iş içi ve özellikle iş dışındaki hak ve özgürlüklerine saygı göstermelidir.

Kaynak: (Siedl, 2007:36).

Bütün bunlarla beraber yöneticilerin;

• Ayrımcılık yapmaları,

• Adam kayırma ve torpile tenezzül etmeleri,

• Görev ve yetkilerini kötüye kullanarak rüşvet alma veya yolsuzluk yapmaları,

• Yönetim gücünü kullanarak çalışanları yıldırma ve korkutmaya çalışmak,

• Çalışanlara karşı sömürü ve ihmal,

• Bencil davranmak,

• Şiddet, baskı, saldırganlık, hakaret, küfür, bedensel taciz gibi etik dışı davranışlar,

• İş ilişkilerine politika karıştırma

gibi etik dışı davranışların birini veya birkaçını yapmaları durumunda örgüt içerisinde huzur ve güven kalmayacak ve çalışan memnuniyetini bu durumdan çok olumsuz etkilenecektir. Çalışanlar kendilerine sürekli başka bir iş aramaya başlayacaklar, örgütü ve örgütteki işlerini sahiplenmeyecekler ve sonuçta örgüt içinden çok zorlukla çıkacağı bir kurumsal atalet dönemine girecektir (Özkalp, 2002:191).

Page 269: 2011 yılı 1-2. sayılar

261

5. ÖRGÜTSEL ETİĞİN ÇALIŞAN MEMNUNİYETİ ÜZERİNDEKİ ETKİSİ: SELÇUK ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ ÖRNEĞİ

5.1. Amaç ve Yöntem

Anket %95 güven aralığı ve %5 örneklem hatası esasına göre tesadüfî örnekleme metodu ile Selçuk Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi ve Selçuklu Tıp Fakültesi’nde çalışmakta olan öğretim üyeleri, memurlar, sağlık çalışanları ve hizmetlilerle yapılmıştır. Anketimiz toplam 108 kişiye verilmiş olup 90 kişiden geri dönen anketler çalışmaya dâhil edilmiştir.

Araştırma kapsamında ortaya çıkan en önemli kısıt zaman olduğundan araştırma 2 kurumla yapılabilmiştir. Örgütsel etiğin, çalışan memnuniyetini ne yönde etkilediğini incelemek için sağlık kurumu çalışanları üzerinde yapılan bu araştırma, başka örneklem grupları için de uygulanabilir.

Bu çalışmada belirlenen hipotezleri test edebilecek verileri toplayabilmek amacıyla bir anket formu hazırlanmıştır. Anket formu, çalışanların işlerindeki memnuniyet düzeylerini ve kurumlarındaki örgütsel etiği algılamalarını ölçmeye yönelik yargı ifadelerinden (beş aşamalı Likert tipi ölçek) oluşmaktadır. Yapılan anket çalışması ile elde edilen veriler neticesinde, çalışanların kurumlarında algıladıkları örgütsel etiğin, memnuniyetlerine etkisinin ne yönde olduğunun belirlenmesi amaçlanmıştır.

Araştırmada iki hipotezimiz bulunmaktadır:

H1: Çalışma şartlarıyla ilgili algılanan örgütsel etik düzeyinin, çalışma ortamından ve işten duyulan memnuniyet düzeyine etkisi vardır.

H2: Kurumsal sorumlulukla ilgili algılanan örgütsel etik düzeyinin, çalışma ortamından ve işten duyulan memnuniyet düzeyine etkisi vardır.

Çalışma sonucunda elde edilen veriler SPSS 16.0 istatistik paket programında analiz edilmiştir.

5.2. Bulgular ve Yorumlar

Ankete katılan 90 örgüt çalışanının %42,3 kadın iken %57,7 erkektir. Çalışanların %35,5 20-30 yaş aralığında, %48,9 31-41 yaş aralığında ve %15,6 ise 41 yaş ve üstü yaş aralığında bulunmaktadır.

Çalışmaya katılan örgüt çalışanlarının %20’si lise ve altı eğitim düzeyine sahipken, %50’si lisans, %14,5’i yüksek lisans, %15,5’i doktora eğitim düzeyindedir.

Page 270: 2011 yılı 1-2. sayılar

262

Katılımcıların %15,5’i doktor, %25,5’i hemşire, %20’si hasta bakıcı, %16,6’sı teknik eleman, % 22,4’ü diğer meslek grubunda yer almaktadır.

Ankete katılanların büyük bölümü “hastalara daima doğrular söylenmektedir” yargısına katılmaktadırlar. Katılanların % 82,3 ‘ü katılıyorum ve kesinlikle katılıyorum şeklinde cevap verirken, %17,7’si ne katılıyorum ne katılmıyorum şeklinde cevap vermişlerdir.

Ankete katılanların önemli bölümü “çalışanlara değer verilmektedir” yargısına katılmaktadırlar. Katılanların %75,5’i katılıyorum ve kesinlikle katılıyorum şeklinde cevap verirken %13,3’ü ne katılıyorum ne katılmıyorum şeklinde cevap verirken %11,2’si katılmıyorum cevabı vermişlerdir. Çalışanlara değer verildiğine katılmayan çalışanların önemli bölümü hastabakıcılardan oluşmaktadır. Bununla beraber öğretim üyelerinin tamamının soruya katılıyorum ve kesinlikle katılıyorum şeklinde cevap vermişlerdir.

Ankete katılanların önemli bölümü “sahtekârlık, torpil, adam kayırma gibi davranışlar yapılmamaktadır” yargısına katılmaktadırlar. Katılanların %67,7’si katılıyorum ve kesinlikle katılıyorum şeklinde cevap verirken %21,1’i ne katılıyorum ne katılmıyorum şeklinde cevap verirken %11,2’si katılmıyorum cevabı vermişlerdir.

Ankete katılanların önemli bölümü “iş güvenliği ile ilgili kurallara ve yasalara uyulmaktadır ” yargısına katılmaktadırlar. Katılanların %71,1’i katılıyorum ve kesinlikle katılıyorum şeklinde cevap verirken %26,6’sı ne katılıyorum ne katılmıyorum şeklinde cevap verirken %2,3’ü katılmıyorum cevabı vermişlerdir.

Ankete katılanların önemli bölümü “çalışma şartlarından memnunum” yargısına katılmaktadırlar. Katılanların %64,4’ü katılıyorum ve kesinlikle katılıyorum şeklinde cevap verirken %6,8’i ne katılıyorum ne katılmıyorum şeklinde cevap verirken %28,8’i katılmıyorum cevabı vermişlerdir.

Ankete katılanların önemli bölümü “son 1 yıl içinde işten ayrılmayı düşünmedim” yargısına katılmaktadırlar. Katılanların %64,4’ü katılıyorum ve kesinlikle katılıyorum şeklinde cevap verirken %6,8’i ne katılıyorum ne katılmıyorum şeklinde cevap verirken %28,8’i katılmıyorum cevabı vermişlerdir. Görüldüğü gibi çalışma şartlarından memnun olduğunu söyleyen deneklerin sayısı, son 1 yıl içerisinde işten ayrılmayı düşünmediğini söyleyenlerin sayısı birbirine eşittir. Yani çalışma şartlarından memnun olduğunu söyleyen çalışanların hiçbirisi son 1 yıl içerisinde işten ayrılmayı düşünmediğini bildirmiştir.

Çalışmamızın ilk hipotezi olan çalışma şartlarıyla ilgili algılanan örgütsel etik düzeyinin çalışma ortamından ve işten duyulan memnuniyet düzeyi üzerine etkisinin olduğu hipotezi doğrulanmıştır. Çalışmamızda iş güvenliği ile ilgili kurallara ve yasalara uyumun %71,1 çıktığı bulunmuştur. Ayrıca diğer bir anket

Page 271: 2011 yılı 1-2. sayılar

263

sorusu olan çalışanlara verilen değerin çalışanlar tarafından ne şekilde algılandığı ölçülmeye çalışılmıştır. Bu soruda ise %75,5 oranında çalışanlara değer verildiği yönünde bir sonuç çıkmıştır. Çalışma şartlarının ölçümüne yönelik olan bu sorulara verilen cevapların çalışan memnuniyetine verilen cevaplarla uyumlu olması beklenmekteydi. Sonuçlardaki uyum hipotezimizi doğrulamaktadır. Öyle ki; çalışanların %64,4’ü çalışma şartlarından memnun olduklarını, %64,4’ünün ise son 1 yıl içerisinde işten ayrılmayı düşünmediklerini söylemişlerdir. Çalışan memnuniyeti seviyesi çalışma şartlarında olduğu gibi %70 seviyelerine ulaşamamakla birlikte yüksek bir oranda çıkmıştır. Ayrıca çalışanların işlerinden ve çalışma ortamlarından memnun olsalar da sorulan cevaplara çalışma ortamının daha da iyileştirilebileceği düşüncesiyle memnuniyet seviyesi için çok yüksek notlar vermemiş olmaları ihtimal dâhilindedir.

Çalışmamızın diğer hipotezi olan kurumsal sorumlulukla ilgili algılanan örgütsel etik düzeyinin çalışma ortamından ve işten duyulan memnuniyet düzeyi üzerine etkisinin olduğu hipotezi doğrulanmıştır. Çalışmamızda sorulan hastalara daima doğrular söylenmektedir sorusuna çalışanların %82,3’ü katıldığını bildirmiştir. Benzer şekilde sahtekarlık, torpil, adam kayırma gibi davranışların örgüt içindeki durumu sorulduğunda çalışanların %67,7’si böyle davranışlarla karşılaşmadığını belirtmiştir. Kurumsal sorumluluk ve etikle ilgili davranışların ölçümüne yönelik olan bu sorulara verilen cevapların çalışan memnuniyetine verilen cevaplarla uyumlu olması beklenmekteydi. Sonuçlardaki uyum hipotezimizi doğrulamaktadır. Öyle ki; çalışanların %82,3’ü hastalara daima doğruların söylendiğini düşünmektedir, %67,7’sinin ise sahtekârlık, torpil, adam kayırma gibi davranışların örgüt içinde olmadığını düşündüklerini söylemişlerdir. Çalışan memnuniyeti seviyesi çalışma şartlarında olduğu gibi %64,4 seviyelerinde çıkmıştır. Bu durumda örgütün etik ilke ve davranışları ile çalışanlarının memnuniyeti arasında güçlü bir bağ olduğu söylenebilir.

6. SONUÇ

Farklı ahlaki davranış ve inançlara sahip olan çalışanlar için, örgütsel anlamda davranış standartlarının oluşturulmasında etik ilkeler büyük önem taşımaktadır. Çalışanlar, aynı etik davranış standartlarının uygulandığı bir örgütte, etik ilkeler yardımıyla hangi davranışların etik olduğu hangilerinin etik olmadığı konusunda bir ikileme düşmeyeceklerdir. Etik ilkeler, özellikle etik olmayan ve örgütte yapılması istenmeyen davranışlar konusunda onlara rehberlik edecektir. A.B.D. ve diğer gelişmiş Avrupa ülkelerinde örgütler etik ilkelerini belirleyerek çalışanlarının davranışlarını olumlu yönde geliştirmekte ve bununla bağlantılı olarak etik dışı davranışları da önlemektedir. Yöneticilerin de kararlarında daha dürüst ve daha güvenilir olmasında yine etik ilkeler önemli bir rol

Page 272: 2011 yılı 1-2. sayılar

264

oynamaktadır. Ayrıca etik ilkeler çerçevesinde yapılandırılmış örgütler, günümüzde gerek çalışanlar gerekse müşteriler tarafından daha çok tercih edilmekte ve böylece rakiplerinin önüne geçerek hedeflerine daha kısa yoldan ulaşabilmektedir. Kısaca, etik ilkeler hem örgütsel etiğin oluşturulmasında, hem de örgütün başarıya ulaşmasında büyük önem taşımaktadır.

Yapılan araştırma ile örgütsel etiğin çalışan memnuniyetini ne yönde etkilediği ortaya konmaya çalışılmıştır. Araştırma kapsamında, S.Ü. Tıp Fakültesi çalışanlarının kurumlarında algılamış oldukları örgütsel etiğin, memnuniyet düzeylerini ne yönde etkilediği belirlenmeye çalışılmıştır. Yapılan araştırma sonucunda, çalışanların demografik özelliklerine ilişkin bulgular ve yorumlar söyle özetlenebilir:

Sağlık sektöründe faaliyet gösteren çalışanlardan büyük bir kısmının genç olması bu sektör açısından bir avantajdır. Çünkü sağlık sektörü, hem bedenen hem de zihnen daha fazla gayret isteyen oldukça önemli bir alandır.

Katılımcıların % 43’ünün lisans ve üstü seviyesinde eğitim görmesi, anketlerin daha bilinçli bir şekilde doldurulması ve bunun neticesinde daha güvenilir bulgular edinilmesi açısından önemli bir etkendir.

Yapılan bu araştırma neticesinde, örgütsel etiğin gerek çalışanlarla insani ilişkilerin oluşturulmasında büyük önem taşıdığı görülmektedir. Çünkü örgütsel etik ile örgütlerin tüm ekonomik ve toplumsal faaliyetlerinde dürüstlük, güven, saygı ve adaleti ilke edinerek topluma destek olması hedeflenmektedir. Bu açıdan örgüt davranışlarının toplum tarafından görüş birliğine varılmış ilke, norm ve standartlar ile tutarlı olması gerekmektedir. İşte örgütlerde bunu sağlayacak olan bir etik ortamın var olup olmadığı veya bu ortamın oluşması geliştirilmesi için yapılması gerekenler ve örgütün sadece çalışanlarına değil tüm paydaşlarına karsı sorumluluklarını hangi boyutta yerine getirdiği örgütsel etik kapsamında yer almaktadır. Örgütsel etiğin sağlanmasında da etik ilkelerin önemli bir yeri ve önemi bulunmaktadır.

Yapılan araştırmada ankete katılanların etik ilkelerle ilgili yargılara katılım oranları incelendiğinde, genel olarak çoğunluğunun etik ilkelerin yararlarına katıldıkları ve çalışılan kurumda etik ilkelerin uygulanmasının çalışanların memnuniyet ve bağlılıklarını artıracağı fikrini destekledikleri görülmektedir.

Etik ilkeler, bazı erdemlerin kazandırılmasıyla ilgili yükümlülükleri kapsamakta ve çalışanları doğru davranışlara sevk etmektedir. Bu çerçevede etik ilkeler, çalışanlar tarafından genel olarak kabul görmüş ve onların davranışlarını yönlendiren çeşitli standartlardan oluşmaktadır. Bu standartlar, etik sorunlarla karsılaştıklarında, çalışanlara yerinde ve etik kararlar vermelerinde yardımcı olmakta ve onları doğru olanı yapmaları konusunda yönlendirmektedir. Böylece çalışanlar etik ilkeler doğrultusunda etik davranışlar gösterdiklerinden, uyumlu ve huzurlu bir çalışma ortamının oluşmasına da olanak sağlamaktadır. Ancak

Page 273: 2011 yılı 1-2. sayılar

265

etik ilkelerin, örgütsel anlamda her etik problemi çözeceği de beklenmemelidir. Etik ilkelerin, etik davranışlar göstermeleri konusunda çalışanları teşvik edeceği ve yol göstereceği söylenebilir. Etik ilkelerin bu işlevlerini yerine getirebilmesi için sadece yazılı kurallar dizisi olarak kalmaması, örgütün değerleriyle bütünleşerek çalışanlarca takip edilip uygulanması büyük önem taşımaktadır. Bunun için de, konunun önemiyle ilgili olarak seminerler verilmesi, eğitim ile çalışanların bilinçlendirilmeleri gerekmektedir.

Çalışanların kendi kurumlarında algılamış oldukları örgütsel etik seviyesinin, işlerine karşı bağlılıkları ile yakından ilgisi bulunmaktadır. Çünkü etik davranışlarla muamele gören çalışanlar yine bu davranışlarla karşılık vereceklerdir. Böylece, çalışanların memnuniyetleri de artacaktır. Memnun çalışanlar da islerinde ellerinden gelen gayreti göstererek örgütün kurduğu ilişkilerinde başarılı olmasına yardımcı olacaklardır.

Meslek etiğine dikkat eden ve etik ilkelerini gerçekten uygulayan örgütlerde sahtekârlık, hırsızlık, dolandırıcılık gibi etik olmayan davranışlarda azalmalar görülecektir. Daha da önemlisi, böyle örgütlerin itibar ve değeri, müşterilerinin gözünde dürüstlük ve güvenirliğine bağlı olarak sürekli artacaktır. Çünkü müşteriler güvenilirliği esas aldıkları için, tercih haklarını sürekli olarak etik ilkeler doğrultusunda hareket eden örgütlerden yana kullanacaklardır. Sadece müşteriler değil, başta çalışanlar olmak üzere örgütle ilişkileri olan tüm paydaşların da tercihleri bu yönde olacaktır. Rekabete dayalı günümüz ekonomisinde, müşterilerin sayısız tercih imkânlarına sahip olmaları, örgütlerin faaliyetlerinde etik davranışlar göstermelerini gerektirmektedir. Müşterilerine, çalışanlarına, çevrelerine ve tüm topluma etik davranmayı bir kültür haline getiren, her şeyden önce insan unsurunu ön plana çıkaran örgütler rakiplerine karsı üstünlük kazanacaktır. Bu açıdan örgütlerin öncelikli amaçlarının sadece kar elde etmek değil, gerek çalışanların gerekse toplumun beklentilerine cevap verebilmek olması da gerekmektedir. Değer vermenin bir göstergesi olarak beklentilerin karşılanmasının, memnuniyetin sağlanmasındaki en temel koşullardan biri olduğu söylenebilecektir. Sınırların kalktığı, küreselleşen dünyada örgütlerde etik kavramının her geçen gün öneminin artması da bu anlayışa yani insana verilen değerin artmasına bağlı olacaktır.

KAYNAKLAR

AKAT, Ömer; Uygulamaya Yönelik İşletme Politikası ve Stratejik Pazarlama, 2. Baskı, Ekin Kitabevi, Bursa 2000.

AKGEMCİ, Tahir; Adnan Çelik; Şevki Özgener; “Sosyal Denetim Kavramına Genel Bir Yaklaşım (Değerlendirme)”, İstanbul Üniv. Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, Sayı: 23-24, Ekim 2000-Mart 2001.

Page 274: 2011 yılı 1-2. sayılar

266

AY, Ünal; “İşletmelerin Sosyal Sorumluluğu”, 8. Ulusal Yönetim ve Organizasyon Kongresi Bildiriler, 25-27 Mayıs 2000, Nevşehir.

BAYRAK, Sabahat; “Türk İmalat İşletmelerinin İş Ahlakı ve Sosyal Sorumluluğa Yönelik Tutumları”, Afyon Kocatepe Üniversitesi 11. Ulusal Yönetim ve Organizasyon Kongresi, 22-24 Mayıs Afyon 2003.

BİBER, Ayhan; “Bir Halkla İlişkiler Politikası Olarak Sosyal Sorumluluk Anlayışı”, Başkent Üniversitesi İletişim Fak. Dergisi, Sayı: 15, Ankara 2002.

CARTER McNamara, Complete Guide to Ethics Management: An Ethics Toolkit for Managers, http://www.mapnp.org/library/ethics/ethxgde.html (18.10.2001).

DİNÇER, Ömer; Stratejik Yönetim ve İşletme Politikası, 5. Baskı, Beta Basım Yayım Dağıtım, İstanbul, 1995.

EREN, Erol; İşletmelerde Stratejik Yönetim ve İşletme Politikası, Beta Basım Yayım Dağıtım, İstanbul 2000.

FREDERICK, William C.; Keith Davis and James E. Post; Business and Society: Corporate Strategy, Publicity, Ethics, Sixth Edition, McGraw-Hill Pub., New York. 1998.

HALICI, Ali; İşletmelerde Sosyal Sorumluluk Stratejileri: Çanakkale İlinde Bir Araştırma”, http://iktisat.uludag.edu.tr/dergi/9/09-ali/ali.htm.

HICKMAN, Craig; Michael A. Silva, Gelecek 500: Yarının Organizasyonlarını Bugünden Yaratmak, (Çev. Hüseyin Kanbur), İnkılâp Kitabevi, İstanbul 1990.

İŞSEVEROGLU, Gülsün; “Meslek Ahlakı”, http://www.isguc.org/arc_view.php?ex=106 (İnsan Kaynakları Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 1).

KIREL, Çiğdem; Örgütlerde Etik Davranışlar: Yönetim ve Bir Uygulama Çalışması, Anadolu Üniv. İ.İ.B.F. Yayınları, No: 168, Eskişehir 2000.

MONDY, R. Wayne; Shane R. Premeaux; Management, Concepts, Practices, and Skills, Seventh Edition, Prentice Hall, New Jersey, 1995.

NUTTALL, Jon; Ahlâk Üzerine Tartışmalar: Etiğe Giriş, (Çev. Abdullah Yılmaz), Ayrıntı Yayınları, İstanbul 1997.

ÖZGENER, Sevki; “İş Ahlâkı ve Sosyal Sorumluluk: İmalat Sanayinde Bir Uygulama”, S.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü İşletme Anabilim Dalı, Basılmamış Doktora Tezi, Konya 2000.

Page 275: 2011 yılı 1-2. sayılar

267

ÖZKALP, Enver ve dig.; Davranış Bilimlerine Giriş, Anadolu Üniversitesi Yayınları, Eskişehir 2002.

ÖZTÜRK, Namık Kemal; “Kamu Yöneticilerinin Kararlarında Etik Değerler”, Siyasette ve Yönetimde Etik Sempozyumu, 24-26 Aralık 1997, Sakarya Üniversitesi. İ.İ.B.F. Adapazarı 1998, ss. 11-21.

PEHLİVAN, İ.; Yönetsel, Mesleki ve Örgütsel Etik, Pegem A Yayınevi, Ankara, 2001.

SABUNCUOGLU, Zeyyat ve Tuncer Tokol; İşletme I-II, Örnek Kitabevi, Bursa 1987. İşletme, Ezgi Yayınları, Bursa 2001.

ŞİMSEK, Birgül; “İşletmelerde Çıkar Çatışmasından Kaynaklanan Etik Sorunlar”, http://www.isguc.org/arc_view.php?ex=98 (İnsan Kaynakları Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 1).

ŞİMSEK, M. Şerif; Sevki Özgener; “Organizasyonlarda Sosyal Duyarlılık”, http://www.stratejiyonetim.net/sosyalduyar.htm

ŞİMSEK, M. Şerif; Tahir Akgemci; Adnan Çelik; Davranış Bilimlerine Giriş ve Örgütlerde Davranış 3. Baskı, Adım Matbaacılık, Konya 2003.

TENEKECİOĞLU, Birol; “İşletmelerin Sosyal Sorumlulukları” Eskişehir Ticari İlimler Akademisi Dergisi, Cilt: 13, Sayı: 2, Eskişehir 1977, ss. 42-47.

TEPE, Harun; Etik ve Meta etik: 20. Yüzyıl Esiğinde Normatiflik Tartışması, Türkiye Felsefe Kurumu, Türk Felsefesi: 2, Meteksan A.S., Ankara 1992.

TORLAK, Ömer; Şuayıp Özdemir; “Küçük ve Orta Ölçekli İşletme Yöneticilerinin İş Ahlakı ve Sosyal Sorumluluk Anlayışları Üzerine Bir Alan Araştırması”, Afyon Kocatepe Üniversitesi 11. Ulusal Yönetim ve Organizasyon Kongresi, 22-24 Mayıs Afyon 2003.

TÜRKEL, Asuman; Nihat Gültekin; “Sosyal Sorumlulukta Yöneticinin Rolü ve Gap Bölgesi Yöneticilerinin Sosyal Sorumluluk Anlayışlarını Belirlemeye Yönelik Bir Araştırma”, Afyon Kocatepe Üniversitesi 11. Ulusal Yönetim ve Organizasyon Kongresi, 22-24 Mayıs Afyon 2003.

UYSAL, F.; G. Ofluoğlu; “Kalite, İş Güvenliği ve Çevresel Performansın Birbiriyle Bağlantılı Olarak Geliştirilmesi”, I. Ulusal Üretim Araştırmaları Sempozyumu Bildiriler Kitabı, İstanbul 1997.

UZKESİCİ, Nuray; İşletmelerde Etik Yönetimi – İşletmelerde Etik Kalitesinin Yönetimine Geçiş, http://www.isguc.org/arc_view.php?ex=162

ÜLGEN, Hayri; S. Kadri Mirze; İşletmelerde Stratejik Yönetim, Literatür Yayınları, İstanbul 2004.

Page 276: 2011 yılı 1-2. sayılar

268

YURTSEVEN, H. Rıdvan; “İşletme Yönetiminde Etik; Toplum ve İşletmeler Açısından Çanakkale Kenti’nde Karşılaştırmalı Bir Araştırma”, 8. Ulusal Yönetim ve Organizasyon Kongresi Bildiriler, 25-27 Mayıs, Nevşehir 2000.

İNTERNET KAYNAKLARI

http://www.josephsoninstitute.org, Erişim: 08.11.2010

http://www.isguc.org/arc_view.php?ex=98, Erişim: 11.12.2010.

Page 277: 2011 yılı 1-2. sayılar

269

ÖRGÜTSEL SAĞLIK KRİTERLERİNİN KURAMSAL BOYUTTA İNCELENMESİ

Betül GARDA*

ÖZET

Dünyadaki hızlı ekonomik ve teknolojik değişimler tüm endüstrilerdeki rekabet koşullarını değiştirmiştir. Gelecekteki ekonomik dönemde, işletmeler ürün/hizmetlerini sunarken; maliyet, kalite, esneklik, hız ve yeniliğe çok daha fazla önem vermek zorunda kalacaklardır. Dünya genelinde öncü işletmeler örgütsel sağlık üzerine odaklanacaktır. Örgütsel sağlığa önem vermek, sahip olunan özellikleri ve nitelikleri gelecekte yüksek performans sağlayacak şekle getirmektedir. Ayrıca, örgütsel sağlık, iş çevresindeki sağlıklı davranışları anlamaya ve sağlık problemlerine sebep olan parametreleri tanımlamaya yardımcı olmaktadır. Çünkü çalışanların bedensel ve ruhsal sağlığının etkin bir maliyetle korunması ile ilgili direk önlemlerin alınması, örgütte acil olarak giderilmesi gereken bir ihtiyaç haline gelmiştir. Böylece örgütte güçlü çalışanlar olacak ve verimlilik artacaktır.

Sağlıklı örgütler; güven, açıklık sağlayan, katılımı teşvik eden, sürekli öğrenme ve gelişme sağlayan bir kültüre sahiptir. Değişen iç ve dış çevrede bir işletmenin karlılığı, örgütün ve örgüt çalışanlarının rakiplerinden daha etkili bir şekilde bu değişen koşullara uyum sağlamalarına bağlıdır. Sağlıklı örgütlerin çalışanları, hızlı değişime yeterince uyum sağlama yeteneğine sahiptir ve dış çevreden etkilenmeden kalabilirler. Ayrıca stresin negatif etkileriyle de mücadele edebilirler. Kısacası, örgütsel sağlık, işletmenin verimliliğini ve karlılığını doğrudan artırmaktadır.

Anahtar Kelimeler: Örgütsel sağlık, örgütsel sağlık kriterleri

THEORETICAL INVESTIGATION OF ORGANIZATIONAL HEALTH CRITERIA

ABSTRACT

The rapid change in the economy and technology of the world has changed the competition conditions in all industries. The coming economic era will require businesses to think about cost, quality, resiliency, velocity and novelty in ways that they have never consider before. Across the globe, leading edge enterprises are adopting a dual focus on organizational health. Give importance to organizational health of the enterprises is about having properties and qualities today that create the conditions for high performance tomorrow. Besides, organizational health has its share to contributing to the understanding of healthy behaviors within working environments and identifying parameters that can be cause of health problems. Because the need to

* Öğretim Görevlisi Dr., Selçuk Üniversitesi, Sosyal Bilimler Meslek Yüksekokulu

(Bu makale “Örgütsel Sağlık” adlı Yüksek Lisans çalışmasından uyarlanarak hazırlanmıştır.)

Page 278: 2011 yılı 1-2. sayılar

270

raise awareness of this health problems in organization are emphasized worldwide with the aim of adopting direct measures to protect employees’ physical and advance their mental health cost-effectively for organizations.

Healthy organizations typically have a culture which promotes trust, openness and engagement and enables continuous learning and improvement. In a changing internal and external environment, the profitability of an enterprise is increasingly dependent on the extent to which an organization and its members are able to transform and adapt to these changing circumstances more effectively than their competitors. The “fittest” employee is who has the ability to adjust adequately to these rapid changes and can remain undistracted from external factors. Furthermore such a person manages to cope with negative effects of stress. In short, organizational health directly increases the productivity and profitability of all enterprises.

Keywords: Organizational health, criteria of organizational health

GİRİŞ

Örgütler, ihtiyaçları ve hayat eğrileriyle yaşayan sistemlerdir. Canlılar gibi büyüyüp, gelişirler. Yapıları, dinamik iç ve dış çevrenin etkisi altındadır. Bu nedenle deneyim ve izlenimlerine dayanarak çevreleriyle uyum sağlamaya çalışırlar. Uyum için, bünyelerinde var olan sınırsız enerji ve mükemmelliği birleştirmeleri gerekmektedir.

Günümüzde, örgütlerin başarısının en önemli kaynağı ise insandır. Örgüt başarısı, çalışanların varlık sebepleri ile yaptıkları iş arasında köprü kurmalarına imkan sağlamaktan geçmektedir. Bunun için en önemli adım, heyecan veren ortak bir amaç oluşturmaktır. Ortak amaç; tüm çalışanlar arasında güçlü iletişim köprüleri kurmakla gerçekleştirilir. İletişimi güçlendirmek, kişilere hissettiklerini ifade etme özgürlüğü vermekle mümkün olacaktır. Yaptığı işin sonucunu ve bu sonuçların diğer insanların hayatını veya işin bütününü nasıl etkilediğini gören çalışanın kendine olan saygısı yükselir ve verimliliği artar. Bu da örgütü başarıya götürür.

Örgütsel sağlık tüm dünyada bilinen idealist bir kavramdır. İncelendiğinde, bu kavramın, örgütlerin başarısı ve başarısızlığı arasındaki farkı belirlediği görülecektir. Sağlıklı örgütler, kendileri için olduğu kadar toplum içinde fayda sağlarlar. Bu çalışmada, örgütsel sağlık kavramı ayrıntılı olarak incelenmiş ve örgütsel sağlığın temel kriterleri ortaya konmaya çalışılmıştır.

Page 279: 2011 yılı 1-2. sayılar

271

1.ÖRGÜTSEL SAĞLIK KAVRAMI

1.1.Anlamı

Örgüt, belirli bir amacın gerçekleşmesi için birden fazla kişinin birlikte çalışmasının gerektiği durumlarda, bu kişilerin arasında ortaya çıkan işbölümü ve ilişkiler bütünüdür (Şimşek, 2001: 137). Örgütün konusunu; insanlar arası ilişkiler ve işbölümü oluşturmaktır. Bu sebeple örgüt, dinamik bir yapıya ve insanı teşvik eden canlı bir atmosfere sahip olmalıdır. Böylece, çalışanlar, görevlerini yerine getirmekte coşkulu ve hevesli olacaklar, ayrıca, zor işlerin üstesinden gelmek için iş birliği yaparak, karşılıklı fikir alışverişinde bulunacaklardır. İşlerini seven ve takım arkadaşlarına saygı gösteren çalışanlar, verilen her türlü görevi aynı önem ve sorumluluk duygusu ile yerine getirecektirler. Bu gayretli çalışanlar sürekli olarak üretim performanslarını artırmalarını sağlayacak düzeltici ve geliştirici yollar arayarak, kişisel becerilerini geliştirme çabasında olacaktırlar (Rosen and Berger, 1992: 1).

Çalışanlar önem derecesi gözetmeden herhangi bir göreve gönüllü olduklarında, takım arkadaşları karşılıklı yardımlaşma anlayışı ile bu kişiye yardım etmeye çalışırlar. Çünkü asıl amaç, görevin en iyi şekilde yerine getirilmesidir. Ayrıca, belki daha sonra kendilerinin de yardıma ihtiyaçları olacaktır. Çalışanlar, fikirlerine önem verildiğinde, bu atmosfer içinde daha üretken olabilmekte ve uyum içinde çalışmaktadırlar. Dolayısıyla sağlıklı bir örgütte sıradan bencillik, çıkar çatışmaları, kıskançlıklar yerini, işbirliği ve sorumlulukların paylaşılmasına bırakmıştır. Örgütün yapısındaki katı hiyerarşi bulunmamaktadır. Yani, sağlıklı örgüt, çalışanları ile ilgilenir ve çalışanlarına önem verir. Böylece örgütte karşılıklı sadakat ve güven duygusunu oluşturur.

Sağlıklı örgüt bir hayal ürünü veya gerçek üstü bir kavram olarak görülebilir. Bazı örgütler için hayata geçirilmesi gerçekten zordur. Ancak milyonlarca örgüt içinden bir çoğununda kararlı bir şekilde sağlıklı örgütlere dönüşmekte oldukları veya bu konuda çaba gösterdikleri de unutulmaması gereken bir durumdur. Çünkü sadece sağlıklı örgütlerin gelecekte varlığını sürdüreceği ve rekabet gücünü koruyacağı bilinmektedir (Rosen and Berger, 1992: 2).

2.2. Tanımı

Genel olarak ‘sağlık’ terimi canlı bir organizmanın işlevlerini eksiksiz olarak yerine getirmesi, acı, sızı ve hastalık bulunmaması durumudur. Aksi halde, organizmada bozulma meydana gelir ve ölümle sonuçlanabilecek hastalıklar ortaya çıkar. Bir çok otorite, sağlık ve hastalık mecazını örgütleri tarif ederken kullanır. Örgütleri anlatan bu mecazlar üç ayrı bakış açısına göre sıralanabilir (WHO, 2000):

• Dünya Sağlık Örgütü (WHO) sağlığı ‘sağlık sadece hastalığın olmaması durumu değildir.’ şeklinde tanımlar. WHO sağlığı bütün

Page 280: 2011 yılı 1-2. sayılar

272

fiziksel durum, zihinsel ve sosyal refah olarak kabul eder ve sadece hastalık ve zayıflık yokluğu olarak görmez .

• Sağlık üretimlerle değil yöntemlerle ilgilidir. Sağlık literatürü ve özellikle sağlık tanıtımında hasta ve sağlıklı olabilecek bir kişi tarafından sağlık biyolojik, psikolojik ve sosyal yöntemler olarak tanınır.

• Sağlık ikilemi güçlü davranışsal bölümlere aittir. Sağlık, sigarayı bırakmak, egzersiz, diyet uygulamaları ve sağlıklı kalma şansımızı artıran stres yönetimi gibi davranışlardır. Otoriteler, bir örgüt sağlığının incelenmesinin, ancak, bir örgütün nasıl işlevsiz olabileceğine ilişkin bulguların araştırılması ile mümkün olabileceğini savunurlar.

Örgütsel sağlık ve ‘etkinlik’ kavramları arasında da sıkı bir ilişki vardır. Nicholas ve Katz’a (1985: 838) göre: etkinlik, değişen bir çevrede uygun amaçları yerleştirme ve bu amaçlara ulaşmayı; sağlık ise, örgüt içinde insan kaynaklarının entegrasyonu, kullanımı ve motivasyonunu gösterir.

Bir örgütün iç çevresinin yanında, sürekli etkileşim halinde bulunduğu dış çevresi, fiziki çevre, sosyal ve kültürel çevre olarak veya teknolojik çevre olarak ele alınabileceği gibi bütün bu çevrelerin bir bileşimi olarak da ele alınabilir. Her şekilde dış çevrenin temel niteliği “değişim” olarak kabul edilmektedir (Sağlam, 1979: 106). Sağlıklı bir örgüt, değişken bir dış çevrede hayatta kalmayı başarma ve aktivitelerini sürdürme çabası içinde olan bir örgüt olmalıdır. Geleceğe adapte olma ve değişim ile başa çıkma örgütün devamlılık yeteneğinin bir sonucudur. Warren G. Bennis (1993: 18), örgütün durumunun, örgütsel sağlık kavramıyla açıklanabileceğini ileri sürmektedir. Bu bağlamda, uyum sağlayıcı ve problem çözücü bir yapıya sahip olan sağlıklı örgütler, karmaşık ve değişken dış çevreleriyle olan etkileşimlerini, ana görevlerini yerine getirebilmek için faaliyetlerini belirlemede temel kriter olarak tespit etmelidirler.

Örgütler ortaya çıkan sorunları çözümleyebilmek için birtakım tekniklerden faydalanırlar. Bu teknikler bilimsel tutum öğelerinden oluşur. Örgütsel sağlık için gerekli olan bilimsel tutum öğeleri; uyum, kişilik sorunu ve gerçeği sınamadan oluşan üç ölçüte dayanmaktadır. Örgütlerin sağlık ölçütleri aşağıdaki şekilde açıklanabilir (Can, 1994: 268-269; Dinçer ve Fidan, 1995: 62-63):

• Uyum: Problem çözme ve değişen şartlara göre davranabilme yeteneğini ifade etmekte olup, örgüt içi esneklikle mümkün olmaktadır.

• Kişilik sorunu: Örgütün uyum yeteneğini kazanabilmesi için, hedeflerinin ve stratejilerinin bütün çalışanlar tarafından net olarak anlaşılması ve kendi kişisel hedefleriyle bütünleştirilerek benimsenmesi gerekir.

Page 281: 2011 yılı 1-2. sayılar

273

• Gerçeği sınama: Örgüt bulunduğu ortamın gerçeklerini belirleyebileceği uygun teknikler geliştirmelidir.

George H. Rice Jr’a (1977: 11) göre, sağlıklı örgüt, sağlıklı bireylerin ve sağlıklı grupların oluşturduğu çalışma ortamında sorumluluklarının bilincinde, etkili ve karlı bir şekilde amaçlarını gerçekleştiren örgüttür. Örgütsel sağlık tanımı, belli bir zaman periyodunda örgütün amaçlarını gerçekleştirme, canlılığını sürdürme ve çevresel değişikliklere uyum sağlama yeteneğini kapsamaktadır. Ancak, örgütsel sağlık sadece bir boyutta ele alınmamalıdır. Çünkü örgütün sağlığı, zaman periyoduna göre, iyi veya kötü yönde değişim gösterebilir. Bu nedenle örgütsel sağlık değerlendirilirken, örgüt sağlığının şu andaki durumu ve gelecekte ne olacağı ile ilgili eğilimler göz ardı edilmemelidir (Owens, 1970: 154). Bu çerçevede örgütsel sağlık, örgütü oluşturan bireyler ve grupların kendi büyüme kapasitesi içinde iç ve dış çevre ile dengeye ulaşması olarak tanımlanabilir. Bu bağlamda, sağlıklı örgüt; otorite yapısı, değerler sistemi, normları, ödüllendirme ve yaptırım sistemleri ile örgütsel başarısını, çevresini, çalışanlarının refah ve mutluluğunu desteklemektedir (Bruhn and Chesney, 1994: 24).

Sonuç olarak, örgütsel sağlık, örgütlerin çevrelerine uyum sağlaması, kendini tanıması ve yaşadığı çevrede varlığını devam ettirebilmesi için gerekli teknikler geliştirmesi olarak tanımlamaktadır (Bennis,1993: 18). Dolayısıyla sağlıklı bir örgüt; çalışanlarını birer makine olarak görmeyen, çalışanlarına değer veren ve iş yerini, sadece, bir kar merkezi olarak kabul etmeyip, burada çalışanları istihdam eden, rahatlatan, güçlendiren kapsamlı bir ortam olarak gören işletmedir (Rosen and Berger, 1992: 9-10).

1.3. Önemi

Örgütler, rekabete kapalı oldukça, çalışanlarının yeteneklerini boşa harcayacaklardır. Başarılı olmak için örgütler kişilerin, grupların ve toplumun pozitif yönde iyi olma duygularını desteklemelidirler (Newell, 1995: 1). Örgütün hedefleri ve beklentileri ile çalışanların hedefleri ve beklentileri birbiriyle örtüşmelidir. Aksi halde örgütsel çatışma ortaya çıkabilir ve bu çatışma nedeniyle örgütte, anlaşmazlık, zıtlaşma, uyumsuzluk ve birbirine ters düşme meydana gelebilir (Şimşek vd, 2001: 238).

Rekabet, yarışma halindeki tarafların amaçlarını uzlaştırmanın mümkün olmadığı, fakat, hedefe varma çabalarında birinin diğerine müdahale etmediği durumlarda söz konusu olmaktadır. Örgütün çalışanları arasındaki rekabet, örgütü, olumlu veya olumsuz yönde etkileyebilir. Çünkü rekabete müdahale edilirse, çatışmaya dönebilmektedir. Çatışmayı önlemek için ve rekabete doğrudan müdahale etmemek için, örgütte işbirliği ortamının oluşturulması gerekmektedir. İşbirliği, ortak amaçlara ulaşmak, birlikte çalışmak şeklinde tanımlanabilir (Şimşek vd, 2001: 241-242). Sağlıklı örgütlerde, rekabetin

Page 282: 2011 yılı 1-2. sayılar

274

çatışmaya dönüşmemesi için, işbirliği daima özendirilerek, örgütlerin verimlilik ve etkinlik düzeyleri maksimize edilmektedir.

2000’lerin rekabet ekonomisinde ayakta kalabilen günümüz örgütleri, artık müşterilerini her yönden tatmin etmeyi amaçlamaktadır. Müşteri tatmininin unsurları zamana bağlı olarak değişmektedir. Geçmişte en önemli unsur; ürün veya hizmet özelliği ve fiyatı iken, daha sonraları buna kalite, esneklik ve yenilik ilave olmuştur. Günümüzde ise örgütün başarısı için sosyal ve ahlaki sorumluluk, moral düzeyi gibi kriterler ön plandadır. Örgüt içinde veya toplumda insan haklarına önem vermeyen örgütler, bir yandan nitelikli eleman bulmada zorlanmakta, diğer yandan ise, geniş müşteri kitleleri tarafından ürün veya hizmetlerinin boykot edilmesi tarzında cezalandırılmaktadırlar. Sağlıklı örgütler çevrelerindeki etkin kuvvetlerin farkına varan ve bunlardan yararlanan örgütlerdir. Çalışma hayatındaki bu etkin kuvvetler şunlardır (Newell, 1995: 1-2):

-İnsan Gücü: İnsan gücü tüm kuvvetleri etkileyen en birincil kuvvettir.

İnsanların işine bağlılığı ve sevgisi yaratıcılığını ve verimliliğini doğrudan etkiler. Çağımızda çalışanlar satıcı, işverenler ise alıcı konumundadır. Artık bireyler örgütlerin can damarı haline gelmiştir ve yanlış yönetilmelerinin bedeli örgütün yok olma riskidir. Yönetim, kabiliyetli insan gücünü istihdam edip, geliştirmeyi seçmezse, rekabette başarısız olma riskiyle karşı karşıya kalacaktır.

-Farklı Niteliklerdeki Çalışanların Yer Aldığı Bir Örgüt: Günümüzde etkin olan diğer bir kuvvet ise değişen insan yapısıdır. Artık çalışanlar sadece orta yaşlı erkekler değil kadınlar, farklı etnik kökene sahip insanlar, yaşlılar ve bedensel engellilerden oluşan bir mozaiktir. İnsanlarda eğitim düzeyi ve kültürel alt yapıları hakkındaki kabul gören kriterler uzun süreli işlerliklerini kaybetmişlerdir. Bu farklı mozaiğin oluşturduğu örgütte hem yöneticilerin hem de çalışanların birbirleri hakkında öğrenecekleri çok şey vardır.

-Dinamik Kaynaştırıcı: Yeni iş fırsatlarının değerlendirilmesini sağlayan bir değişkeni ifade eder. Bu fırsatları görebilen örgütler ve yöneticiler, farklı çalışanlarla nasıl çalışabileceğini öğrenen, insanların değişim özelliğini yönetebilen, teknolojik ve rekabete dayalı atılımların sağlayacağı avantajları algılayabilen kimselerdir. Örneğin internet kullanımının yaygınlaşması yepyeni pazarlama imkanlarının ortaya çıkmasına neden olmuştur ve yönetim hatası yapan birçok örgüt bu gelişmeye ayak uyduramamıştır.

-Yeni Psikolojik Anlaşma: Ekonomik hayat, değişen pazarlara ve pazarda ortaya çıkan fırsatlara gereken cevabı verecek esneklikte olmayı ve bunu hızla geliştirebilme yeteneğine sahip olmayı zorunlu kılmaktadır. Örgütlerin, kendilerine bağlı çalışanlara ihtiyacı vardır. Fakat aynı zamanda çalışanlarına kişisel ve profesyonel gelişmeleri için daha fazla imkan sağlamalıdır. Çalışanlar

Page 283: 2011 yılı 1-2. sayılar

275

özverili çalışmayı, işverenlerinin kendileriyle dürüst ve açık ilişki kurduğunu ve işlerinde söz haklarının olması şartıyla kabul edeceklerdir.

-Beşeri Kriz: Örgütler çalışanlarını bir bütün olarak ele almalı, onların fiziksel ve zihinsel rahatsızlıkları veya aile yaşamının bir stres kaynağı olduğunu göz önünde bulundurmalıdır. Bazı örgütler bu krizi çalışanlarına yeni sosyal imkanlar sağlayarak aşmaya çalışırlar. Eski dar kapsamlı tanımıyla sağlık sigortası ve emeklilikte kazanılan haklar şimdilerde bir kazanılmış hak olarak görüldüğünden eski önemini yitirmiştir. Böylece işverenler yaşam boyu sosyal imkanları daha da geliştirmek zorunda kalmaktadır.

1.4. Amacı

Örgütlerin başarılı olmak için; kişilerin, grupların, toplumların refahını artırmaya yönelik çabalar içinde olmaları gerekmektedir. Sağlıklı örgütler, çalışanlarının kişisel gelişimleri için, onların bedensel ve ruhsal açıdan nasıl destekleneceklerini araştırmaktadırlar. İş çevresindeki stres nedenlerini azaltma ve sağlıklı bir iş çevresini oluşturma çabası içindedirler. Böylece, örgütler, çalışanlarının gerçek potansiyelleri ortaya çıkarılabilecektir. Örgütsel sağlık, tehdit olabilecek olası faktörlerden uzaklaşıp, olumlu ve üretici faktörleri desteklemekle elde edilir. Pasif olarak sorunlardan kaçınmak yerine, sorunlarla aktif olarak başa çıkmak temel amaçlarından biridir (Miles, 1969: 377).

Örgütlerin; kalite, yenilik, esneklik ve örgütsel sorumluluğa ulaşması, çalışanların işbirliği ve katılımı ile mümkün olmaktadır (Newell, 1995: 2). İşlerin monotonluğu, sürekli tekrar etmesi ve yetkisiz sorumluluk gibi olumsuz etkenlerden uzaklaşmak için, çalışanlara hünerlerinin kullanma izni verilmeli ve kendilerini geliştirmelerine fırsat tanınmalıdır. Çalışanların üzerindeki yaptırım gücünün ve kontrolün baskısı, sadece, olumsuz etkenlerin örgütsel sağlığı bozması ile sonuçlanır.

Örgütsel sağlık, çalışanların yetki ve sorumluluklarının denk olması ile kazanılır. Kimse, kendisine yürütme yetkisi verilmeyen işlerin sonuçlarından sorumlu tutulmamalıdır. Böylece, yetki sahibi kılınan çalışanlar, yeni bilgi ve tecrübe kazanma şansına sahip olacaktır. Ayrıca, çalışanlar kendilerine devredilen yetkiler sayesinde, örgüt için önemli olduklarını hissederek, moral kazanmakta ve kendine güven gibi önemli bir kişisel duyguyu geliştirmektedirler (Eren, 2001: 236-237). Sağlıklı örgütlerde bu şekilde motive olan çalışanlar, faaliyetlerinin sonucunda iç huzur ve zevki tadacak, aynı zamanda, elde ettikleri başarı ölçüsünde tatmin olacaklardır. Dolayısıyla çalışanların performansı da yükselecektir (Şimşek vd, 2001: 136-139). Yüksek performanslı çalışanların oluşturduğu bir örgütün, hedeflere ulaşması ve sağlık seviyesinin artması, beklenen bir sonuç olarak karşımıza çıkmaktadır. Tablo 1’de sağlıklı ve sağlıksız örgütlerin sonuçları özet olarak verilmiştir.

Page 284: 2011 yılı 1-2. sayılar

276

Tablo 1. Sağlıklı ve Sağlıksız Örgütleme Sonuçları Sağlıklı Örgütün Sonuçları Sağlıksız Örgütün Sonuçları

Sağlıklı liderler Kaliteli hizmet Sağlıklı çalışanlar Güvenilir ve sorumlu çalışanlar Çalışan sadakati Yaratıcılık ve yenilik Beşeri ilişkilerde başarılı yöneticiler İşyeri cazibesi Yeterlilik Azalan israf ve kazalar Bireysel ve örgütsel amaç uyumu Yüksek performans İşbirliği Örgütsel öğrenme Net misyon ve vizyon Esneklik Geleceğin tahmini Müşteriye ilgi Düşük işgücü devri Canlılık ve enerji İş tatmini Açık ve doğrudan iletişim Sağlıklı ve güvenli işler Gücünün farkında olma Krizlerin azalması Kendini yöneten ekipler Maliyet kontrolü

İş hoşnutsuzluğu Düşük moral Düşük performans Azalan iş kalitesi Azalan iş miktarı İşi yavaşlatma Kazalar Disiplin önlemleri Kararsızlık Yüksek işgücü devir hızı İşe hile karıştırma ve sabotaj Çalışanlara tazminat Motivasyonun azalması İşe gecikme Uzun öğle tatilleri Dedikodu Gergin iş ilişkileri Zayıf muhakeme Aşırı sağlık harcamaları Şikayet eden çalışanlar Bitkinlik ve yılgınlık Zihinsel engeller Terfide liyakatsizlik Planlanmamış eylemler Devamsızlık Düşük verimlilik Düşük performansı liderler

Kaynak: (Rosen and Berger, 1992: 9-10).

Sağlıklı örgütün çalışanları daha sorumlu ve üretkendir, ekip arkadaşlarının ve işverenin ne düşüneceği hakkında kaygı duymazlar ve zaman kaybetmezler. Böylece örgüt insan kaynaklarını tam kapasiteyle kullanır ve gereksiz personel harcamalarından kurtulur. Kriz ve örgütsel değişimle ilgili ilişkileri yapılandırır, örgüt ve başarısı hakkında sorumluluk sahibi, enerjik çalışanlar ve çalışanları takdir etmeyi bilen yöneticiler kazanır (Rosen and Berger, 1992: 12).

Ancak bazı örgütlerde bu gerçeklikler anlamsız bulunmakta ve çalışanların potansiyelleri ve yetenekleri, stres ve önyargılarla bastırılmaktadır. Oysa örgütsel sağlık ve başarı için yeteneklerin tam kapasiteyle kullanılması hayati önem taşımaktadır. Yönetim, çalışanları kontrol gerektiren mekanizmalar olarak görmemelidir. Çalışanların, yönetimi, kendi deneyimlerini aktaran ve böylece onları destekleyen bir mevki olarak algılamaları sağlanmalıdır (Newell, 1995: 6-7).

Sonuç olarak, sağlıklı örgütler için ürün/hizmet ve kar ilk hedef değildir. Bu hedefler, her şeyi doğru yapmanın bir sonucudur. Ekonomik başarıları, kaliteleri, rekabet üstünlükleri ortak değerlerinin ve birleşik çabalarının sonucudur. Bu değerler örgütün devamını sağlayacak can suyudur ve tüm

Page 285: 2011 yılı 1-2. sayılar

277

örgütü yoğun bir şekilde etkilemektedir (Rosen and Berger, 1992: 16). Öngörülen bu değerler bireysel düzeyde gelişir, grupları, yöneticileri ve daha sonra da dışarıya doğru genişleyerek tüm örgütün inanç ve tutumlarını etkiler. Buda örgütsel bir değişimi beraberinde getirir. Bu olumlu değişme bir öncü olarak kabul edilerek önemsenirse, sağlıklı olmak için olumlu bir adım atılmış olur. Örgütsel sağlığa ait özelliklerin çoğu insanlar ve iş gruplarının davranışlarından kaynaklanmaktadır ve etkileşim halindedir. Sağlıklı örgütler oluşturabilmek için en önemli unsur, örgütte meydana gelen her şeyin aslında birbiriyle bağlantılı olmasıdır (Miles, 1969: 378). Bir olay, diğer bir olay için sebep oluştururken, başka bir olayın sonucu olabilir.

2. ÖRGÜTSEL SAĞLIĞIN KRİTERLERİ

Sağlık, örgütün çalışanları veya örgütün dışındakiler tarafından farklı tanımlanabilecek göreceli bir kavramdır. Sağlık değer yüklüdür, değerler ise davranışın nasıl sunulduğu ve algılandığıyla ilgilidir. Bu nedenle bir örgütün sağlık durumu daha çok nasıl algılandığına bağlıdır.

Albrecht’e göre sağlıklı örgüt; otorite yapısı, değer sistemi, normları, ödül sistemi ve yaptırımlarının örgütün başarısını, çerçevesini ve çalışanların refahını destekleyen bir örgüttür (Aktaran: Bruhn and Chesney, 1994: 24). Brian M. Cook (1992: 64) ise, pazarlamanın başarıda araç olarak çok önemli olduğunu, ancak mükemmel çözümün örgütsel sağlık olduğunu belirtir. Örgütsel sağlık kriterleri yıllara ve kaynaklara göre farklılıklar göstermektedir. Bu çalışmada, örgütsel sağlığın kriterleri dokuz başlık altında incelenmiştir.

2.1. Tanımlanmış Amaçlar

Sağlıklı örgütleri, diğer örgütlerden ayıran en önemli unsur, çalışanların tüm enerjisinin, amaçların başarılması etrafında yoğunlaşmasıdır. Örgütün itici gücünü, geniş biçimde tanımlanmış, gerçekçi, ulaşılabilir ve ölçülebilir: karlılık, büyüme, pazar liderliği gibi iş amaçları oluşturmaktadır (Weiss, 1993: 48). Sağlıklı örgütlerde gruplar bu amaçlar üzerine yoğunlaşmakta ve işbirliği içine girmektedir. Bu şekilde sinerji oluşturulması hedeflenir. Başarı için amaçla ilgili ortak bağlar bulunur ve üst yönetimden, alt kademe çalışanlarına kadar örgütün tüm mensupları arasında sınırları bulunmayan ilişkiler kurulur.

Örgütler bir ürün/hizmet üretmek için oluşturulmuşlardır. Örgütün başarısı için çalışanlarının da amaçlara ulaşmak konusunda fikir birliğine sahip olması gerekmektedir. Çalışanların amaçları doğru algılamaları, gereken görevleri yerine getirmelerini etkileyecektir. Amaçların ve hedeflerin ulaşılabilir olması, çalışanlara, çabalarının boşa gitmeyeceğini gösterecektir. Aksi takdirde grubu, bu amaçlar etrafında toplamak mümkün olmayacaktır. Bu nedenle çalışanlar

Page 286: 2011 yılı 1-2. sayılar

278

ÖRGÜT KÜLTÜRÜ

LİDERLİK ÇALIŞANLAR

için standartlar ve kurallar oluşturulmalıdır. Bir örgüt çalışanların davranışlarını düzenlemek için bir ödül ve ceza sistemine sahip olmalıdır (Owen, 1970: 152).

Örgüt kültürü, ”bir grubun dışa uyum sağlama ve iç bütünleşme sorunlarını çözmek için oluşturduğu ve geliştirdiği belirli düzendeki temel varsayımlar” olarak tanımlanmaktadır (Şimşek vd, 2001: 31). Örgüt kültürü, büyük oranda örgütün lideri tarafından oluşturulur. Örgüt amaçlarının çalışanlarca benimsenmesi ve örgütün amaçlarına ulaşabilmesi etkin liderlerle mümkün olabilir (Eren, 2001: 438). Bu nedenle lider değiştiği zaman örgüt kültürü de değişir. Çalışanların değişmesi de örgüt kültüründe değişmeye yol açar, ancak, bunun etkileri daha küçüktür. Sağlıklı bir örgüt kültürü ancak takım uyumuyla oluşur (Bruhn and Chesney, 1994: 24). Tablo 2’de örgütlerde sağlığın bulgularının örgüt kültürü, liderlik ve çalışanlar açısından değerlendirilmesi verilmiştir.

Tablo 2- Örgütlerde Sağlığın Bulguları

Şeffaf, kalıcı misyon ve belirlenmiş prensipler

Örgütsel demokrasi

Otonomi ve müteşebbislik

Yetkilendirmek

Açık iletişim ve bilgi paylaşımı

Sınırları oluşturma ve tartışma özgürlüğü

Değişim için plan, değişim ve yenilenmeyi başlatma ve yönetme

Kaynak: (Bruhn and Chesney, 1994: 25).

Açık değerler ve beklentiler

Ortak karar verme

Katılımcı yönetim

Güven üzerine kurulu delegasyon

Geri beslemeyi teşvik

Çelişkiyle ağırdan almaksızın mücadele

Paradoksları iyi yönetme

Öncelikli planlama ve belirleme

Açık ve belli ödüller

Kişisel yaratıcılık ve gelişmenin en üst düzeyde getirilmesi

Çalışanın misyona katılımı

Performans hakkında geri besleme

Kendilerini değerli, etkili ve kontrolde

hissetmeleri

Risk alma ve tavsiyede bulunma özgürlüğü

Page 287: 2011 yılı 1-2. sayılar

279

ÖRGÜT KÜLTÜRÜ

Sağlıklı örgütler kişilerin yetenekleri, tutum ve davranışlarıyla uyumlu, ahenk içinde olan topluluklardır. Sağlıksız örgütler ise bu ahenkten yoksundurlar. Bir yöneticinin, örgüte en önemli hizmetleri ahenk sağlama ve örgütü doğru yönlendirmedir. Bir örgütün sağlığını tehlikeye atmadan bir kişinin isteklerini örgüte empoze etmek çok zordur. Bu liderliğe yer yok demek değildir. Elbette liderliğe ihtiyaç vardır, ancak lider toplumdan bağımsız değildir. Liderler örgütlerini anlamak zorundadırlar ve yetenekleri doğrultusunda gidebilecekleri yere kadar örgütlerini götürmelidirler. Önemli olan güçlü bir imaj, geleneksel değerleri koruyan anlayış ve örgüt adını kalite ile özdeşleştirmektir. Bu nedenle reklamdan çok daha önemli değerler de vardır. Bunlar örgüt kimliğini tanımak, örgüt değerlerini, gelenekleri ve kültürünü açığa çıkartmaktadır (Thorbeck, 1991: 55). Liderler ve onun izleyicileri olan çalışanlar ortak tanımlanmış bir amaca hizmet ederler. Ancak izleyiciler güç ve otoritelerini liderlerden değil, örgütün amacı ve bu amaca ulaşmada sağladıkları katkıdan alırlar (Chaleff, 1996: 16-17). Sağlıksız örgütlerde amaçlar ve örgüt kültürü belirsizdir ve kuşku yaratır. Tablo 3’de örgütlerde sağlıksızlığın bulgularının örgüt kültürü, liderlik ve çalışanlar açısından değerlendirilmesi verilmiştir.

Tablo 3- Örgütlerde Sağlıksızlığın Bulguları

Güvensizlik, yöneticiye rapor veriliyor kuşkusu

Keşfedememe ve yaratıcılık noksanlığı

Olagelen eleştiri,kınama ve dertlenmeye hazır olma

Minimal risk alma, yeni fikirler için isteksizlik

İdarecilerin sık değişimi

Örgütte aşırı mikro yönetim

İletişimde yetki ve delegasyona aldırmazlık

Yöneticilerin işleri astlarından öğrenmesi

Page 288: 2011 yılı 1-2. sayılar

280

LİDERLİK ÇALIŞANLAR

Yönetimde toplanmış kontrol ve güç Yüksek personel devir oranı

Kin tutma ve kişisellik gütme Sık hastalanma

İyi işi daha fazla işle ödüllendirme Minimum girişim

Değişimin liderce başlatılması Kızgın patlamalar ve istifalar

Çalışanların açık eleştirilmesi Kötümserlik ve düşük moral

Çalışanlar mikro yönetim Değişime isteksizlik ve direnç

Tüm yönetim faaliyetlerinin Pasif girişkenlik

örgüt için iyi olarak kabulü İlgisizlik

Kaynak: (Bruhn and Chesney, 1994: 28).

Sonuç olarak, liderler belirli amaçlar için yoğunlaşırlar ve bu süreç içinde zamanlarını nereye harcayacaklarını iyi bilirler. Amaçlara yoğunlaşırken çevresel etkenleri göz önünde bulundururlar (Drucker, 1994: 8). Dolayısıyla bir örgüt amaçlarına müşterilerinin, ortaklarının, çalışanlarının görüşlerini göz önünde tutarak ulaşabilir (Frovost and Leddick, 1993: 489). Bu bağlamda, örgütün sağlık ve başarısını lider belirlemektedir, ancak, başarıyı liderin takipçileri yaratır. Ayrıca, işyerini sağlıklı yapan unsurun, lider ve çalışanlar arasındaki ilişkiler olduğu da belirtilmektedir (Bruhn and Chesney, 1994: 21). Lider ve çalışanlar arasında kurulan olumlu ilişki, örgütsel sağlığa ulaşmak için büyük bir adım olarak karşımıza çıkacaktır (Orosz, 1994: 43).

2.2. Açık Haberleşme

Bireyler arası haberleşme, bilgi, fikir ve duyguların bir kimseden diğerine geçme sürecidir. İşletme ve kuruluşlarda, etkin bir yönetim, iyi bir haberleşme sürecine dayanmaktadır. Yönetim fonksiyonları ile ilgi kararları oluşturan fikirler çeşitli biçimlerde gönderici ve alıcının karşılıklı duygu ve jestlerini de içererek iletilmektedir. Kısaca haberleşme, örgütsel faaliyetin temelini oluşturmaktadır (Eren, 2001: 395).

Sağlıklı organizasyonlarda kararların oluşturulmasında, bireyler arasında fikir, bilgi ve duyguların transferi haberleşme sürecine güzel bir örnek teşkil etmektedir. Örgütlerde ast üst ilişkileri, yatay ve çapraz ilişkiler aslında biçimsel ve biçimsel olmayan haberleşme türlerini oluşturur. Bir örgütte haberleşmeden bahsedilmesi için, bireyler arasında karşılıklı olarak fikir, bilgi

Page 289: 2011 yılı 1-2. sayılar

281

ve duygu alışverişini zorunlu kılan bir ilişki kurulması gerekmektedir. Bu ilişki bir üstü organ tarafından önceden belirlenmiş ve zorunlu kılınmış ise buna biçimsel ilişki denir. Eğer bu ilişki herhangi bir zorunluluk olmadan haber gönderici ile alıcı arasında herhangi bir ihtiyaçtan dolayı ortaya çıkan bir ilişki ise buna biçimsel olmayan haberleşme adı verilir. Örgütlerde biçimsel haberleşme kadar biçimsel olmayan ve kendiliğinden oluşan haberleşmede çok yaygın ve gerek kişisel gerekse grup ve örgüt yaşamı bakımından etkindir. Bireyler arası haberleşmede diğer önemli hususlardan biri de, kişilerin haberleşirken bulundukları sosyo-kültürel ortamın özelliklerine göre hareket etmeleridir (Eren, 2001: 396-403).

Toplumun kültürel değer ve alışkanlıkları, örf ve adetler kültür düzeyi gibi bazı hususlar haberleşmede mesajın oluşturulması, iletilmesi, kodun çözülmesi ve kişisel kabul alanları ve toleransları belirlenmesinde oldukça önemli roller oynamaktadır (Şimşek vd, 2001: 106).

Sağlıklı örgütlerde haberleşme, bilgileri içtenlikle sıklıkla çalışanlarla paylaşmaktadır. Eğer çalışanlar, örgütün bir şeyi niçin yaptığını tam olarak anlarlarsa onu daha kolayca kabul ederler. Çalışanlar çoğu zaman, değişim, kalite veya dönüşüm programlarını arkasındaki ilkeleri anlamakta başarısız olabilirler. Örgüt çalışanlarının haberleşme ve bilgiyi kaynak/güç olarak görmeleri gerekmektedir. Kapsamlı bir haberleşme planı çok önemli bir kaynaktır. Çalışanlar, sadece örgütte neler olup bittiğini değil, aynı zamanda herhangi bir değişimin işlevini ve kariyerlerini niçin ve nasıl etkileyeceğini de bilirler (Guarnaccia, 1994: 9).

Etkin bir haberleşme için göz önüne alınması gereken önemli noktalar şu şekilde sıralanabilir (Şimşek vd, 2001: 113-114):

• Mesajın gerektiğinde tekrar edilmesi

• Sonucu izleme ve gerekiyorsa ilave önlemler alma

• Haber ve bilgi akışının ihtiyaç duyan birimlere yönlendirilmesi

• Empati kurulması

• Haberleşmede sade bir dilin kullanılması

• Haberleşme kanallarının artırılarak çapraz kontrol olanağı sağlanması

• Haberleşmede bilgisayar kullanımının özendirilmesi

Küçük gruplardaki yüz yüze haberleşme sistemi aslında en geçerli iletişim şeklidir. Ancak tüm örgütlerde bunu uygulamak mümkün değildir. Bu nedenle bilginin hareketi daha fazla önem kazanmaktadır. Sağlıklı örgütlerde, haberleşme kanalları akıcı bilgi aktarımı için uygun, ayrıca, bilgilendirme engellenmeden ve çarpıtılmadan gerçekleştirilmektedir. Bu

Page 290: 2011 yılı 1-2. sayılar

282

sayede iç gerginliklere vaktinde ve uygun cevaplar verilir. Sistemin zorluklarının iyi bir teşhisi yapılır ve bu durum, sistemi güvence altına alır. Kişiler ihtiyaç duydukları her türlü bilgiye sahiptirler, bilgiyi almak için fazladan bir çaba göstermelerine gerek yoktur. Bu bilgiler sekreterlik tahsis edilerek, bülten veya gazeteler çıkarılarak veya özel toplantılar düzenlenerek dağıtılır (Miles, 1969: 380) .

Sağlıklı örgütlerde, hakim olan iç politikalar, gizli planlar ve uygulamalar ancak açıklık ilkesiyle önlenebilir. Ancak açıklık son derece karmaşık ve ince sınırları olan bir kavramdır. Yalnızca zihinsel modeller ve takım çalışması disipliniyle anlaşılır. Örgütlerde açık haberleşme için birtakım yöntemler uygulanmaktadır. Açıklıkta iki önemli faktörün üstünde durulur. Bunlar katılımcı açıklığı ve düşünme açıklığıdır (Senge, 1996: 297-301). Bu iki faktör birleştirilmeden gerçek anlamda haberleşmeden söz edilemez. Katılımcı açıklığı, çalışanların konuşmalarına; düşünme açıklığı ise çalışanların düşüncelerini analiz etmelerine fırsat verir.

Sonuç olarak, sağlıklı örgütler, serbestçe örgütün durumları hakkında seçenekleri ve planları tüm örgüt çalışanları arasında paylaşılır, insanlar gizli bilgilere saygı gösterir ve onların gizliliklerini bağışlarken açık tartışmaları da dürüstçe karşılar (Guarnaccia, 1994: 6). Sağlıklı örgütlerde eylemler sözcüklerden daha etkilidir. Verilen sözler tutulur.Yöneticilerin söyledikleri ve yaptıkları arasında nadiren yüzeysellik vardır. Yarı doğruların, kaçamak yanıtların yada yalanların üstü örtülmez. Yöneticiler çalışanlarla içten ve samimidir. Bilgilerini ve hatta duygularını dürüstçe paylaşırlar. Sağlıklı örgütlerde ödüller ve eleştiriler başarılara ve belgelere göre yapılır. Açıklık tüm ilişkiler için temel kuraldır. Geri bildirimler içten, yardımcı, dürüst ve tutarlıdır (Rosen and Berger, 1992: 12).

2.3. İşbirliği Ve Takım Çalışması

Sağlıklı bir örgütte sorumluluk ve yetki dağılımı hakkaniyet ölçüleri içinde olmalıdır. Eğer resmi bir otorite dağılımı varsa astlar üstleri etkileyebilir. Böyle bir örgütte, grup içinde terfi için, hoşa gitmeyen, yıkıcı ve amansız tarzda rekabet söz konusu değildir. Örgütün birimleri olan çalışanlar ve çalışma grupları bir bütün halinde, birbirine bağımlı ilişkilerde bulunurlar (Miles, 1969: 380).

Sağlıklı örgütlerde, çalışanlar bireysel farklılıklara saygı duyar. Bir çalışma yerini farklı bakış açıları olan, farklı davranan ve farklı kültürlerden olan bireylerin oluşturduğu bilinir. Bireyler farklı kapasite ve değerdedirler. Çalışanlar ve yöneticiler ayırım gözetilmeksizin, birbirine benzemeyen insanların işe kattıkları farklı ve zengin fikirlere değer verilir. Çalışanlar bireysel farklılıklarını ifade etme özgürlüğüne sahiptirler. Çalışanlar arasında ikinci sınıf muamelesi yoktur. Sadece farklı rol ve sorumlulukları olan eşit

Page 291: 2011 yılı 1-2. sayılar

283

değerdeki çalışanlar vardır (Rosen and Berger, 1992: 13). Personel her birimde etkili olarak kullanılır. Bu şekilde tüm çalışanlar kendi sorumluluklarını ve işlerindeki ilerleme ve büyümeyi görebilirler. Bu durumu sağlamak için gerekli olan çalışanları mümkün mertebe görevine uygun şekilde yetkilendirmektir (Owens, 1970: 243).

Sağlıklı örgütlerde, örgütsel bağlılık gelişmiş düzeydedir. İşlerin yapılması için takımlar oluşturmak geçerli bir yöntemdir. Takım ruhu örgütün güçlü inançlarından biridir. Ortak çabaların gücüne, takım çalışmasının değerine ve ortaklığın doyumuna inanmak sağlıklı örgütlerin özelliklerindendir. Kişisel olarak yeteneklerin önemli olmasına rağmen yöneticilerde, çalışanlarda takımın oluşturacağı sinerjinin gücünün erişilmez olduğuna inanırlar. Sorumlu çalışanlar ve yetki veren yöneticiler özel bir takım oluşturur. İlişkiler güçlüdür. Çünkü büyük bir takıma liderlik etmenin ve bu takımda çalışmanın kendi bilgi ve becerilerini geliştireceğine inanırlar. Böyle bir takımda herkes bir liderdir, herkes bir izleyicidir (Rosen and Berger, 1992: 13).

2.4. Öğrenme ve Yenilenme

Öğrenme fırsatları, çalışanların bilgisini geliştirerek örgütsel sağlığa katkı sağlar. Bu fırsatlar, çalışanlarda yeterlilik duygusunun gelişmesine, görev sorumluluğunun ve takım etkinliğinin artmasına yardım eder. Öğrenme fırsatları ayrıca, çalışanlara yeni teknikler, yaklaşımlar ve amaçlar kazandırarak beceri çeşitliliğini yükseltirken, aynı zamanda sıklıkla ortaya çıkan belirsizlikleri de aza indirir.

Artık üretim ve hizmet sadece müşteri istek ve ihtiyaçlarına cevap veren basit bir işlem değildir. Yeni ürün ve hizmet tasarımları ile potansiyel müşteri taleplerini karşılamak üzere yeni sahalar yaratılmaktır. Yenilik, çalışanların yeni fikirler aramaya yetenekli ve istekli olmaları durumunda gerçekleşir. Örgütte çalışanların yeni fikirler üretmeye yönelmeleri için, kendilerini değerli hissetmeleri ve ortamın yenilenmeye açık olması gerekir. Eğer çalışanlar kendilerini değersiz görüyorlarsa ve sömürüldüklerini düşünüyorlarsa, böyle bir ortamda yeni fikirler geliştirmeleri imkansızlaşır (Newel, 1995: 5).

Örgütsel sağlık, sistemin özellikle personel olmak üzere girdilerini etkin olarak kullanmasını çağrıştırmaktadır. Örgüt çalışanlarının, ne görev verilmeden boş kalmalarını ne de fazla iş yüklenmelerini ister. Sağlıklı bir örgütte kişiler, gerçekten çok zorlu şartlarda çalışıyor olsalar bile, bu durumlarının kendilerinin veya örgüt aleyhine olmadığını bilirler. Yani çok çalışmalarının kendilerinin ve örgütün yararına olduğunun farkındadırlar ve şikayetçi değildirler. Kişilerin kendi yetenekleri ile rol talepleri arasındaki uygulama uyumludur. İşlerinde kendilerini sadece iyi hissetmekle kalmayıp, örgüte katkıda bulunurlarken kendilerini geliştirdiklerini, öğrendiklerini samimi olarak hissetmektedirler (Miles, 1969: 380).

Page 292: 2011 yılı 1-2. sayılar

284

Sağlıklı örgütler, çalışanlarının bilgi ve hünerlerinin geliştirilmesine yönelik teklifleri ve fırsatları onlara yaratır ve sunar. Çalışanlar, örgütlerin ömür boyu öğrencileri kabul edilir. Bilgi, tüm örgütte paylaşılır (Guarnaccia, 1994: 10). Ayrıca, deneysellik, dürüstlük, tolerans, birlikte hareket etme ve demokrasi gibi değerler; açıklığı, birlikte çalışmayı, uzlaşmayı, oybirliğini, kişinin kendisine bağlı olan ödüllendirmeyi, takım liderliğini ve gerçekçi ilişkiler kurmayı sağlamaktadır (Bennis, 1993: 19).

Bir örgütün varlığını sürdürmesi için, yönetim sürekli olarak dış çevredeki gelişmeleri gözlemlemeli ve sürekli olarak değişiklikler için hazır olmalıdır. Ancak örgütsel değişiklikler arzu edilir olmalarına karşılık sık yapılan değişiklikler, sonuçta bezginlik, yorgunluk ve tedirginlik yaratır. Bu duyguların önlenmesi ve pozitif duygulara çevrilmesi önemlidir. Bunun içinde gelecek için yararlı olacak yeni değerli ve zenginleştirici şeylerin öğrenilmesi ekstra kişisel çaba ile olacaktır (Westlander, 1989: 335).

Sağlıklı örgütlerde, çalışanların kendini bilgilendirmeye ve geliştirmeye önem vermesi beklenir. Kişisel düzeyde bu değere sahip olan insanlar, kendilerini eleştirebilen, ilkelere göre hareket eden ve sürekli olarak kendileri hakkında öğrenen insanlardır. Kendini bilgilendirmeye önem veren örgütler öğrenme kurumlarıdır. Eğitime büyük harcamalar yapılır. Yöneticiler, çalışanların etkinliğini ve başarılarını kazanır, çalışanlar ise yenilik yapmayı ve risk almayı öğrenirler. Bu örgütler için yönetme-öğrenme işi tüm günlük iştir, kesintisiz sürdürülür. Örgütlerin her zaman büyümeye devam edebilmesi için her çalışanının büyümek ve gelişmek zorunda olduğu unutulmamalıdır (Rosen and Berger, 1992: 11).

Örgütlerin öğrenebilmesinin, ancak, öğrenen çalışanlar aracılığıyla gerçekleşebileceğinin farkında olan sağlıklı örgütlerde, bireysel öğrenme olmadan örgütsel öğrenmenin meydana gelmeyeceği anlayışı hakimdir. Örgütlerin, çalışanlarının öğrenmesini sağlamak için yerine getirmesi gereken sorumlulukları vardır. Bunlar; öğrenmeyi destekleyen bir yapı oluşturmak, öğrenmenin önündeki engelleri kaldırmak, öğrenme için zaman ve mekan ayırmak, öğrenmeye organizasyon kültürü ve değerleri içinde yer vermek, hatalarının olabileceğini kabullenmek, geriye dönük değil ileriye dönük öğrenmeyi benimsemek, işi antrenman gibi görmek, çalışanları öğrenme konusunda ödüllendirmek şeklinde özetlenebilir (Senge, 1996: 155-157).

2.5. Değerli Farklılaştırma

Farklılaştırma, çalışanların işi planlama ve gerçekleştirmedeki yöntemleri belirlemede özgürlüğü olarak tanımlanabilir Farklılaştırma, örgüt düzeyinde katılımla ilişkili olup, çalışanların alınan kararlar üzerindeki etkinliğini yansıtır. Başka bir ifade ile, farklılaştırma, kendini belirleme olarak ifade edilmektedir. Kendini belirleme, çalışanın işine karşı ilgisini artırmada odak noktasıdır.

Page 293: 2011 yılı 1-2. sayılar

285

Kendini belirleme hakkına sahip olan kişi, rahatlıkla yaptığı işin sonuçlarından doğan sorumlulukları alır. Başarı için sorumluluk alma, yüksek düzeyde motivasyon ve başarılı olan uygulamaların devamının gelmesini sağlar. Buna karşın kişisel sorumluluk, başarısızlık durumunda çalışanları, işi gerçekleştirmede kullandığı yöntemleri yeniden gözden geçirmeye ve gerekirse hareket tarzını değiştirmeye yöneltir (Balay, 2000: 125-126).

Farklılaştırma, örgüte ve değerlerine olan bağlılığı geliştirmektedir. Çünkü çalışanlar, yaptıkları işi, örgütün amaçlarına ulaşmasına katkı sağlayacak şekilde düzenleyebilirler. Farklılaştırmaya önem verilen sağlıklı bir örgütte, örgüt davranışlarının, dış çevre ile uyumu önemlidir. Sağlıklı bir örgüt dış çevreden gelen taleplere karşı pasif olarak cevap vermez ve kendini dış çevrenin basit bir aracı olarak görmez. Ancak, bu çevrenin taleplerine karşı bir başkaldırı olarak değerlendirilmemeli, sadece kendini çevreden bağımsız olarak hareket etmeye yönlendirmesi olarak görülmelidir (Miles, 1969: 381). Çünkü sağlıklı örgütler, kendi değerlerine ve varlıklarının gerekliliğine inanırlar. Ayrıca, örgüt çalışanları, dışarıya göre daha fazla yeni fikirlere sahip olduklarında, örgütler daha çabuk gelişmek için dış baskıdan bağımsız hareket edebilme özelliğine sahip olmaktadır. Buda örgütsel gelişime katkı sağlamaktadır (Owens, 1970: 243).

Örgütte, kurumsal dürüstlük çerçevesinde, farklı fikirde olan çalışanlara saygı göstermek, eşitlik, gizliliği korumak ve çalışanları ilerletmek gereklidir. Çalışanlar politikalara ve örgüt uygulamalarına saygı gösterir, riayet eder ve iş ilişkilerinin kalitesini düzelterek sorumlulukları paylaşırlarsa, haksızlıklar ve mağdur edilmiş çalışanların olması önlenerek örgütsel sağlığa ulaşılır (Herndon, 1992: 47).

Sağlıklı örgütler için önemli olan, politika, prosedür ve pratiklerdir. Örgüt politikaları tüm çalışanları kapsamalı ve yönetim ile çalışanlar arasındaki engelleri ortadan kaldırmalıdır. Tüm politikalar yürürlükte oldukları sürece sürekli olarak uygulanmalı ve herkes için tek bir standart olmalıdır. Politika, prosedür ve pratikler örgütün çalışanlarına duyduğu güvene verilmiş örnekleridir. Örgütün çalışanlarına sunduğu imkan ve faydalar esnek çalışma saatleri, evde çalışma imkanı ve kısa mesailer şeklinde olabilir (Lambert, 1995: 146).

2.6. Örgütsel Bağlılık

Örgütsel bağlılık, bireyin örgüte psikolojik bağlılığıyla ilgilidir. Psikolojik bağlılık, çalışanın işe sarılma duygusunu, sadakatini ve örgüt değerlerine inancını kapsar (Balay, 2000: 95). Çalışanın bağlılığını sağlamak, kişisel ve örgütsel değerlerin karşılıklı uyum içinde olmasıyla gerçekleştirilebilir. Bu boyut, kişisel değerlerin örgütsel değerlerle uyumluluğunu sağlamaya ve

Page 294: 2011 yılı 1-2. sayılar

286

örgütsel değer sisteminin, çalışanın tutum ve davranışları üzerindeki etkileri üzerinde yoğunlaşmaktadır (Balay, 2000: 101).

Sağlıklı örgütler, çalışanlarına birlikte çalışmayı özendirerek, bu düzende kalmayı istemelerini sağlamayı amaçlamaktadır. Örgüt çalışanlarına örgüt düzeni benimsetilir (Owens, 1970: 243). Sonuçta, örgütlerde uyumun artırılması beraberinde bağlılığı getirir. Sağlık takibiyle çalışanlara yol gösterilir. Hastalıklardan oluşabilecek fazla masraflar önlenir. Örgütlere sağlık hizmeti verecek sağlık personeli alınır. İşyeri emniyet kuralları yerine getirilir. Çalışma şartlarının en iyi, en elverişli ve en yüksek düzeyde olması sağlanarak bağlılık artırılabilir (Guarniccia,1994: 10). Kısacası, sağlıklı örgütlerde her bir çalışan bir yatırım olarak görülür. Çalışanın büyüme ve gelişmesine izin verilmesinin tüm örgütün güçlenmesi anlamına geleceği fikriyle hareket edilir (Bruhn and Chesney, 1994: 24).

Çalışanlara, anlamlı görevler verilerek de, örgüte olan bağlılıklarının artması sağlanabilir. Yapılan işlerde değişkenlik, dürüstlük, bütünlük, önem ve sorumluluk vardır. Çalışanlara sağlanacak hizmet ve ürünlerin yüksek kalitede olmasına önem verilir (Şimşek vd, 2001: 31). Buna karşılık, çalışanların yaptıkları işlerin kalitesi yüksek seviyededir. Müşteri tatmini, bu işlerin kalitesiyle doğru orantılı olarak artış gösterir.

Sağlıklı bir örgüte doğru gidiş için, iş hakkındaki tutum, insanların birbirlerine karşı tutumları, yönetim şekli ve iş atmosferi gibi pek çok faktör değişmelidir. Ancak bu değişimler için acele edilmemeli, çalışanlarla beraber yol alınmalı ve karşılaşılan engeller pek birlikte aşılmalıdır. Dolayısıyla, sağlıklı örgütlerde takım çalışmasıyla da örgütsel bağlılık artırılır. Çünkü takım halinde çalışmanın oluşturacağı sinerji, beraberinde başarıyı getirerek çalışanların işinden tatmin olma düzeylerini ve dolayısıyla işyerine olan bağlılıklarını artıracaktır (Lambert, 1995: 148-149).

2.7. Eşit Ödüller Ve Tanınma

Sağlıklı örgüt, çalışanlarını, örgüt değerlerini takviye edecek şekilde motive eder. Örgüt, çalışanlarının potansiyel gücünü geliştirmek amacıyla; kişisel yardımlarını onaylar, performansını ödüllendirir ve kârı paylaşır. Böylece çalışanlar, görevlerine değer verir (Guarnaccia, 1994: 10). Bu durum, hoşnutluk ve refah duygularını gösterilmesi yanında iyi olduğunu hissetme ve tatmin duygularını oluşturur. Böylece çalışanların iş tatminlerinin sağlanması amaçlanır. Ayrıca, örgüt çalışanları, örgüte katkıları doğrultusunda eşit muamele gördüklerini hissederlerse, üretkenlikleri artar (Şimşek vd, 2001: 137).

Sağlıklı bir örgütte ise insanların kendilerini gerçek anlamda iyi hissetmesi amaçlanır. Onlara değer verilerek kendilerini geliştirmeleri için eşit fırsatlar sağlanır. Sorumlulukların paylaşılmasıyla hoşgörü arttırılır, ayırımlar ve önyargılar eleştirilir. Bireysel katılımlar, çalışanların yeteneği olarak görülür.

Page 295: 2011 yılı 1-2. sayılar

287

Çalışma yerindeki egemen olan kültüre adapte olmak, diğer çalışanların kıymetini anlamaktır (Guarnaccia, 1994: 10). Bu bağlamda, sağlıklı bir örgütte çalışmak arzu edilir bir durumdur. Tüm örgüt çalışanları, büyük bir ailenin bireyleri gibidir. Böyle bir örgütün her bir üyesi, eşit muamele gördüğünden emindir (Lifson, 1984: 37).

Sağlıklı örgütlerde insanlar risk almaktan korkmazlar. Çünkü yaptıkları bir yanlış nedeniyle cezalandırılmayacaklarını bilirler. İyi fikirlerin ödüllendiriliyor olması yaratıcılık ve buluşları arttırır, çalışmayı zevkli hale getirir. Örgüt kültüründeki adalet, çalışanları bir arada tutar ve örgüte yüksek düzeyde güven duyarlar (Lambert, 1995: 148). Sağlıklı örgütlerde çalışanlara başarıyla tamamladıkları işlerin karşılığı adaletli olarak verilir. Çalışanlar, kişisel olarak ödüllendirilmek isterler. Çünkü karşılık görmek, başarı için gerekli motivasyonu sağlar. Çalışanlar hedeflerine ulaştıklarında elde edecekleri kazanımları öğrenirler. Bu durum, onları daha zor amaçları başarmaya yöneltir.

2.8. Sosyal Sorumluluk ve İş Ahlakı

Çevrenin korunması, çalışma hayatının niteliğinin geliştirilmesi, fiyat indirimleri, kaliteli ve gelişmiş mamullerin sunulması, kapasiteli ve işinin ehli elemanların yetiştirilmesi, yeni ve daha uygun teknolojilerin araştırılması, üretim ve tüketimi teşvikte israf ve firelerin önlenmesi, hurda ve kullanılmış mamullerin yeniden üretim sürecine sokulması, yatırımların toplumun ihtiyaçlarının önceliğine göre yapılması, uzun vadede tüketicilere ve topluma zarar verecek yatırımların çok karlı bile olsa terk edilmesi, eğitim ve geliştirme faaliyetlerinin teşvik edilmesi ve desteklenmesi, fakir ülkelerle iş anlaşmalarına öncelik verilmesi gibi faaliyetler birer sosyal sorumluluk konusudur. Toplumda yardıma muhtaç ve sakatlara iş imkanı vererek, maddi yardımda bulunarak veya onların beklentilerine destek sağlayarak yardım etmek, eğitim kültür ve sanat faaliyetlerini desteklemek, milli sporun gelişmesine katkıda bulunmak örgütün sosyal sorumluluk içeren diğer görevleri arasında yer alır (Newel, 1995: 5-6).

Sağlıklı bir örgütte kişisel değerler ile iş değerleri arasında kesin bir ayrım yoktur, bilakis bireyin kişisel değerleri ile işte yaptıkları arasında sıkı bir bağ vardır. Örgüt ne kadar büyük ve çalışanlar ne kadar çok olursa olsun ahlaki iklim belirlenmeli ve insanların birbirlerine eşit olarak davrandığı bir iş atmosferi yaratılmalıdır (Rosen and Berger, 1992: 51-58).

Bir sağlıklı örgütün en değerli varlıkları arasında ahlaki değerleri de yer alır. Ahlak kontrol mekanizması, örgüt içinde yaşanan çifte standardı, haksızlık ve hoşnutsuzluğu açığa çıkarır. Ahlak kontrolü, örgüt sağlığının toplam kontrol listesidir. Bir örgütün misyonuna, sadakatine, personeline, gönüllülerine ve müşterilere olan tutumuna bakar. Sermaye artırımı, pazarlama, finansal yönetim çalışmalarını ve örgütün toplumla olan ilişkisini inceler. Örgütün çalışanlara ve gönüllülere yönelik değerlendirme işlemine, maaş yapısına ve bunun

Page 296: 2011 yılı 1-2. sayılar

288

prosedürlere olan olumsuz etkisine bakar. Örgüt yapısında güven, saygı, profesyonellik, birlik duygusu gibi değerlerin ön plana çıkmasına yardımcı olur. Sağlıklı örgütün, toplumsal sorumlukla ilgili olan ahlaki değerlerini kontrol etmesi, geniş çaplı bir öz eleştiri yapmasını amaçlar. Kontrol ile çalışanlar, hissettiği ancak tanımlayamadığı sorunlarını açık olarak dile getirilirler (Allen, 1995: 51-55).

2.9. Örgütsel Stres

Stres insanların esenliği ve huzuru için bir tehlike işareti veren, bir uyarı olarak algılanan ve dolayısıyla yetersiz bir şekilde ele alınan olaylara gösterilen ve belirgin olmayan fizyolojik ve psikolojik tepki şeklinde tanımlanabilir. Başka bir ifadeyle çevrenin potansiyel tehditlerine fiziksel ve duygusal tepki şeklinde de ifade edilebilir (Şimşek, 2001: 297). Örgüt çalışanlarının iş çevresinin en önemli stres kaynakları iş yerindeki kaza ve hastalık tehlikeleri, iş bölümü ve iş akışı ve düzensizlikleri, örgüt yapısında rol, görev ve sorumlulukların dağılımındaki bozukluklar, ücret yetersizliği şeklinde gruplandırılabilir Örgütsel çevre ve rekabetin neden olduğu stres, küreselleşen iş ortamında rekabet daha ağırlaşmakta, belirsizlikler artmakta, bu durumla başa çıkmak isteyen örgüt yöneticiler başarı şanslarını zorlayarak stres oluşturmaktadır (Eren, 2001: 295).

Stresle baş edebilmek için çeşitli prosedürlerden faydalanılabilir. Steven Briggs’e (1981) göre, etkin şikayet prosedürü örgütsel sağlığın ayrılmaz bir parçasıdır. İşçi-işveren ilişkisi kaçınılmaz olarak çatışma yaratır. Ancak bu çatışma hem çalışana hem de yöneticiye aynı derecede yararlı olabilecek usullerde çözümlenebilir. İşverenlerin kullanabileceği en yaygın yönetim vasıtası resmi şikayet usulüdür. Bu tarz şikayet düzenli ve kabul edilebilirdir. Çalışanlara örgütle ilgili memnuniyetsizliklerini dille getirme imkanı tanır. Resmi usuller çözümlenmemiş olan şikayetleri birbiri ardından daha yüksek analiz seviyelerine çıkartır. Böylece örgütteki bir nedene dayanmadan işten çıkarmak, başka yere nakletmek ve ayrım yapmak gibi gizli anlaşmanın etkisini azaltır. Şikayet usulleri çalışan temsilcileri ve amirin geliştirilmesini arttırarak hem sendikal hem de iş verenleri güçlendirmeye yardım edebilir.

İş yeri tartışmalarında ‘arabuluculuk’ örgütsel sağlık için bir gerekliliktir. İki kişi veya takım arasında bir uyuşmazlık durumunda üçüncü bir kişi veya kişilerin arabuluculuk yapması gerekir. Tarafsız bir arabulucu taraflara zorla bir şeyler kabul ettirmeye çalışmaz. Onları dinler, alternatifler sunar ve kendi çözümlerine rehberlik eder. Arabuluculuk, haklı ile haksızı ayırt etmeyi amaçlayan hakemlikten farklıdır. Çünkü hakemlikte taraflar yönetimi ve kararı tamamen hakeme bırakırlar ve hakem bağlayıcı karar alır. Arabuluculuktan amaç yönetim ve çalışanlar arasındaki uyuşmazlıklarda işbirliği ile davasız çözümler üretmektedir. Arabuluculuk ile çözüm hızlı, basit, ucuz ve etkili bir çözümdür. Ayrıca taraflar çözüme katıldığından kalıcıdır. Aynı zamanda çalışanlar direkt olarak problem çözme proseslerinin ve karar verme

Page 297: 2011 yılı 1-2. sayılar

289

mekanizmalarının içine alınmış olmaktadırlar. Ayrıca taraflar kendileri örgütleri ve ilişkileri hakkında bir şeyler öğrenme fırsatı bulurlar ve karşılıklı güven sağlamlaştırırlar ( Conti, 1985: 292).

SONUÇ

Örgütsel sağlığa önem vermek, sahip olunan özellikleri ve nitelikleri gelecekte yüksek performans sağlayacak şekle getirmektedir. Ayrıca, örgütsel sağlık, iş çevresindeki sağlıklı davranışları anlamaya ve sağlık problemlerine sebep olan parametreleri tanımlamaya yardımcı olmaktadır. Çünkü çalışanların bedensel ve ruhsal sağlığının etkin bir maliyetle korunması ile ilgili direk önlemlerin alınması, örgütte acil olarak giderilmesi gereken bir ihtiyaç haline gelmiştir.

Örgütlerin sağlık düzeyleri belirlenmesi, yenilik ve değişime uyum sağlamalarını kolaylaştırarak, örgütsel sağlığı iyileştirme planları hazırlanmasını amaçlamaktadır. Örgütün sağlıksız olması, yoğun rekabet koşulları altına yok oluşa çıkarılan bir davetiyedir. Bu sebeple, örgüt sağlığının ölçülmesi ile örgütün güçlü ve zayıf yönleri tespit edilerek, değerlendirmesi gereken fırsatlar ve önlem alması gereken tehditler ortaya çıkarılmış olacaktır.

Örgütsel sağlık, çalışan refahı ve örgütsel etkinlik kavramlarını bütüncül bir bakış açısı ile incelemektedir. Bu çalışma, örgüt sağlığının geliştirilmesi ile örgüt etkinliği, iş tatmini, örgütsel bağlılık, örgütsel performans, çalışan sağlığı gibi pek çok faktörün olumlu yönde etkilenmesini, ayrıca, verimliliğin artırılmasını ve faaliyetler sonucu katlanılan maliyetlerin azaltılmasını öngörmektedir.

YARARLANILAN KAYNAKLAR

KİTAPLAR

BALAY, Refik (2000). Örgütsel Bağlılık. Ankara: Nobel Yayın Dağıtım.

CAN, Halil (1994). Organizasyon ve Yönetim (3.Baskı). Ankara: Siyasal Kitabevi.

DİNÇER, Ömer ve Fidan, Yahya (1995). İşletme Yönetimine Giriş. İstanbul: Marmara Ünv. İktisadi ve İdari Bil. Fak. Yayını.

DRUCKER, Peter F. (1994). Etkin Yöneticilik (Çeviren: Ahmet Özden ve Nuray Tunalı). İstanbul: Eti Kitapları.

MILES, Matthew B. (1969). “Planned Change and Organizational Health” Organizations and Human Behavior. USA: McGraw-Hill Book Company.

Page 298: 2011 yılı 1-2. sayılar

290

NEWELL, Susan (1995). The Healthy Organization: Fairnss, Ethics and Effective Management (First Published). London ; New York: Routledge.

OWENS, Robert G. (1970). Organizational Behavior in Schools. New Jersey : Prentice-Hall International.

ROSEN, H. Robert and Berger, Lisa (1992). The Healthy Company: Eight Strategies to Develop People, Productivity and Profits. Washington USA: First Tarcher, Perigee Edition.

SAĞLAM, Mehmet (1979). Örgütsel Değişme. Ankara: Türkiye ve Ortadoğu Amme İdaresi Enstitüsü Yayınları. No:185.

SENGE, Peter M. (1996). Beşinci Disiplin (Çev., Ayşegül İldeniz ve Ahmet Doğukan). İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.

ŞİMŞEK, M. Şerif (2001). Yönetim ve Organizasyon (6. Baskı). Konya: Güney Ofset.

ŞİMŞEK, M. Şerif, Akgemci, Tahir ve Çelik, Adnan (2001). Davranış Bilimlerine Giriş ve Örgütlerde Davranış (2. Baskı). Ankara: Nobel Yayınları.

WEISS, Donald H. (1993). Başarılı Ekip Oluşturma (Çeviren: Erhan Tuksan). İstanbul: Rota Yayınları.

DERGİLER

ALLEN, Micheal B.(1995). The Ethics Audit. Nonprofit World. Vol. 13, Iss. 6.

BENNİS, Warren G. (1993). Change Agents. Executive Excellence. Vol. 10. Iss. 9. pp. (18-19).

BRIGGS, Steven (1981). The Grievence Procedure and Organizational Health. Personnel Journal. Vol 60. Iss 6, Pp (471-474).

BRUHN, John G. and CHESNEY, Alan P. (1994). Diognasing The Health of Organization. Health Care Supervisor. Vol 13, Iss 2. pp. (21-24).

CHALEFF, Ira (1996). Effective Follewership. Executive Excellence. Vol. 13. Iss. 4. pp. (16-28).

CONTI, Adam J. (1985). Mediation of Work-Place Disputes: A Prescription for Organizational Health. Employee Relations Law Journal, Vol 11, Iss 2.

COOK, Brian M. (1992). Global Competition-The Europen Way. Industry Week. Vol 241. Iss 13. pp. (64).

FROVOST, Lloyd and Leddick, Susan (1993). How to Take Muptiple Measures to Get a Complete Picture of Organizational Performance. National Productivity Review. Vol 12, Iss 4. pp. (489

Page 299: 2011 yılı 1-2. sayılar

291

GUARNACCIA, Steven (1994). In Practice-Healthy Companies. Training & Development Journal. Vol 48, Iss 3, pp. (6-9 .

HERNDON, Mark (1992). The Fairness Factor: Business Lessons from L.A. Riots. Management Review. Vol 81. Iss 10. Pp (45-47).

LAMBERT, Bobbi (1995). Give Your Company A Checkup. Personel Journal. Vol 74, Iss 9. Pp (143-149).

LIFSON, Thomas B. (1984). Adaptation: A Key to Organizational Health. Research Managament. Vol 27. No 4. pp. 37-40

NICHOLAS, John M. and Katz, Marsha (1985). Research Methods and Reporting Practices in Organization Development. Academy of Management Review. Vol 10. Iss 4.pp. (837-847).

OROSZ, Foley, Janet (1994). The Language of State Agency Executive Transitions. American Review of Public Administration. Vol 24. Iss 1. Pp (43-66).

RİCE, George H. Jr. (1977). Structural Limits on Organizational Development. Human Resource Management. Vol 16. Iss 4. pp. (9-13).

THORBECK, John (1991). The Turnaround Value of Values. Harvard Business Review,Vol. 69. Iss. 1. pp. (55-64).

WESTLANDER, Gunnela (1989). Organizational Change and Health at Work. İnternational Journal of Health Services. Vol 19. Iss 2. pp (335-348).

İNTERNET

Bulletin of the World Health Organization (2000). Vol. 78 (6) .

http://www.scielosp.org/pdf/bwho/v78n6/v78n6a17.pdf 03.12. 2001. Scielosp.org: www.scielosp.org

Page 300: 2011 yılı 1-2. sayılar

292

Page 301: 2011 yılı 1-2. sayılar

293

PROPAGANDA VE DIŞ POLİTİKA

İbrahim Uğur ERKIŞ*

M. Erhan SUMMAK**

ÖZET

Bu çalışma propaganda kavramını tarihsel bir perspektiften alarak günümüze kadar geçirdiği dönüşümü ele almaktadır. Bu çerçevede öncelikli olarak kavram ayrıntılı bir şekilde tanımlanmış ardından tarihsel bir bakış açısıyla günümüze kadar gelinen süreçte kazandığı önem vurgulanmaya çalışılmıştır. Propagandanın kaynakları, çeşitleri ve amaçları tanımlandıktan sonra dış politika ile olan ilgisi irdelenmiş ve pratik bir örnek olarak Ermeni toplumunun I. Dünya Savaşı sonrası sözde Ermeni Soykırımı temelinde kimliklerini korumak uğruna uyguladıkları propaganda çalışmaları incelenmiştir.

Anahtar Kelimeler: Propaganda, Dış Politika, Siyaset, Telkin, Kimlik,

PROPAGANDA AND FOREIGN POLICY

ABSTRACT

This study deals with the concept of propaganda in historical perspective which had a transformation until today. Within this framework, firstly, the concept was described in detail and then, with a historical perspective, the importance it gained during the process until today was aimed to be described. After the sources, the kinds and the aims of propaganda was described, its relation with the foreign policy was scrutinized and for a practical example, The Armenian society’s propaganda studies, which were under the skin of the so called Armenian Genocide after World War I, were examined, which they applied for the sake of saving their identity.

Key Words: Propaganda, Foreign Policy, Politics, Isnpiration, İdentity

* Öğretim Görevlisi, Selçuk Üniversitesi, Sosyal Bilimler Meslek Yüksekokulu ** Öğretim Görevlisi Dr., Selçuk Üniversitesi, Sosyal Bilimler Meslek Yüksekokulu

Page 302: 2011 yılı 1-2. sayılar

294

GİRİŞ

Propaganda küreselleşen dünya ile birlikte önemini daha da arttırmıştır. Günümüzde hemen hemen tüm aktörler tarafından iç/dış politika aracı olarak kullanılan propaganda, kitleleri etkileme konusunda önem değerini artırmaktadır. Son olarak devletlerin üzerinde baskı kurarak devrimlere yol açan (Örneğin Gürcistan’daki Kadife Devrimi esnasında Rusya ve ABD’nin baskıları veya 2011 yılının ilk döneminde Libya’da yaşanan süreç), ülkelerin içerden yıkılmasına neden olan modern propaganda yöntemleri hakkında uluslararası hukukta herhangi bir kural bulunmaması (Gönlübol, 1993, 438) propagandayı daha önemli kılmaktadır. Özellikle ideolojik çatışmaların da araya girmesiyle, Batı anlayışında demokrasinin egemen olduğu ülkelerde olduğu kadar, Doğu anlayışında Demokrasiye yöneltilen ülkelerde de propaganda görülmemiş bir yoğunluk ve etkinlik kazanmıştır.(Domenach, 1995, s. 176)

1. KAVRAMIN TANIMLANMASI

Propaganda tarih boyunca çeşitli şekillerde tanımlanmıştır. Latince “propagare” kelimesinden gelen Türk Dil Kurumu sözlüğüne göre “herhangi bir düşünceyi kanıyı yaymak ve ondan yana olanları çoğaltmak için söz yazı ya da başka araçlarla yapılan etki olarak tarif edilmektedir.(Özsoy, 1998, s. 8) Ancak tek bir kelimeyle tanımlamak istersek “yaymaca” kelimesi uygun düşebilir.

Propaganda terimi 1622 yılında Roma Katolik Kilisesi tarafından oluşturulan Congragatio de Propaganda Fide, ya da İtikatı Yayma Cemaatinden kaynaklanmıştır. Bu dönem aslında Protestan kiliselerinin ortaya çıkmasıyla sonuçlanan dinsel devrim dönemiydi. (Reformasyon) Anılan cemaat, Roma Katolik kilisesinin karşı devriminin bir parçasıydı. (Bektaş, 2002, 66) Terim; 18.yy’a kadar sadece kilise tarafından kullanılmış, bu dönemden itibaren Fransız literatüründe de kullanılmaya başlanmıştır.

Günümüzde propaganda ile ilgili birçok tanım bulunmaktadır. Bu konudaki ilk kapsamlı tanımlama Laswell (I. Dünya Savaşı’nda Propaganda Tekniği, 1927) tarafından kullanılmıştır. Laswell’e göre propaganda “anlamlı semboller ya da... öyküler, söylentiler, haberler, resimler ve toplumsal iletişimin diğer biçimleriyle düşüncelerin denetimini ifade eder.” (Bektaş, 2002, 20) olarak tanımlamıştır. Yine bu dönemin araştırmacılarından Lumley; 1933’te propagandayı, “belli bir fikir ve davranışın kökenini, bununla ilgili çıkarı, kullandığı yöntemleri, yaymak istediği içeriği, ve benimseyenlerin karşılayacağı sonuçları göz önünde tutarak, bu hususlardan birini, bir kaçını veya hepsini göz etmek suretiyle onu yayma ve kabul ettirme gayretidir. . (Bektaş, 2002, 66) II. Dünya savaşı esnasında propaganda tekniğinde meydana gelen büyük değişimlerden sonra yapılan tanımlamalar gelişmiştir. 1949’da Albig kavramı “yalın olarak tüm iletişim, eğitim ve tanıtımı kapsayan fikir ve kanaatleri kapsayan fikir ve

Page 303: 2011 yılı 1-2. sayılar

295

kanaatleri etkilemek amacıyla yapılan girişim” olarak ifade etmiştir. II. Dünya Savaşı’nın ardından şekillenen propaganda olgusunu 1966’da psikolojik açıdan ele alan Doob ise “bireylerin bir sonuç elde etmeyi amaçlamaksızın ya da bir propaganda sürecinin oluştuğunun dahi farkında olmaksızın kanaatler yaymak yoluyla diğerlerini ikna etme çabası” olarak nitelendirmiştir.

1969’da Frankel Propagandayı “belirli bir grubun, aklını, duygularını ve eylemlerini genel nitelikli amaçlar doğrultusunda etkilemeye yönelik sistematik ve tasarlanmış çabalar” olarak tanımlamıştır.(Sönmezoğlu, 2000b, 344) Soğuk savaş sonrası yapılan tanımlamalar ise Doob’un açıklamalarına benzer (psikolojik) nitelikler içermektedir. 1996’da Pratkanis ve Turner Propaganda işlevini “alıcıyı, düşünceyi, önyargı ve duygularla oynayarak güdükleştiren basit imajlar ve sloganlar kullanarak, kararlaştırılmış bir noktaya getirme girişimi” olarak tanımlamaktadır. (Bektaş, 2002, 25) Jowett ve O’Donnell ise Pratkinas ve Torner’ın tersine Propagandayı “algılamaları şekillendirme, kavrayışları yönlendirme ve propagandacının arzuladığı amaca ulaşmasına yardım edecek bir cevabın alınmasını sağlayacak davranışları tavsiye etmesi niyetiyle yapılan önceden tasarlanmış ve sistemli girişimler” olarak tanımlamaktadır. (Bektaş, 2002, 26) Son olarak propaganda “bir düşünce, tutum ve davranışı başkalarına tanıtma ve benimsetme amacıyla bilinçli olarak seçilmiş bilgi, olgu ve savlar sistemli bir şekilde ve çeşitli araçları kullanarak yayma etkinliğidir. (Sönmezoğlu, 2000b, 581) Bu tanımlardan yola çıkarak propaganda tanımında aşağıdaki öğelerin ortak bulunması gerekmektedir;

1- Diğerlerin tutumlarını, fikirlerini, ve davranışlarını değiştirmek amacıyla hareket eden bir iletişimcinin ya da propaganda yapıcısının bulunması,

2- Yazı, söz veya davranışlarla anlatılan simgelerin (sembollerin) kullanılması

3- İletişim araçlarının bulunması

3- Bir hedefin bulunması gerekmektedir.(Gönlübol, 1993, 438)

2. PROPAGANDANIN TARİHSEL GELİŞİMİ

Propaganda faaliyetleri ve ikna teknikleri zaman içerisinde gelişim göstermesine rağmen, özü itibariyle toplumlarla yaşıt denecek kadar eskidir ve yeni versiyonları hariç kökü çok eskilere dayanmaktadır.(Özsoy, 1998, 22-23) İnsanoğlunun gruplar halinde bir arada yaşamaya başlaması ile birlikte bu toplulukların nasıl yönetilecekleri sorunu ortaya çıkmış buna bağlı olarak da liderlik meselesi gündeme gelmiştir. Dolayısıyla propagandanın gerçek başlangıç tarihinin liderlik mücadelesi veya siyaset mücadelesi başladığı dönemlerden itibaren yapıldığını öne sürmek daha doğru olacaktır.

Propagandanın tarihi iç içe geçmiş üç unsurla yakından ilişkilidir. Birincisi uygarlığın gelişimi ve ulus devletlerin yükselişiyle “halkın düşüncesiyle

Page 304: 2011 yılı 1-2. sayılar

296

egemen olma savaşın”da kazanılacak zafere duyulan gereksinimin hızlı bir biçimde artışı. İkincisi eldeki propaganda mesajlarını ileten iletişim araçlarının artan sofistikasyonu ve nihayet üçüncü olarak da propaganda psikolojisini daha anlaşılır hale gelmesi ve benzeri davranışsal uygulamaların aynı oranda artışıdır. Tarihsel süreç boyunca bu üç unsur, propaganda kullanımını, mevcut davranışları değiştirmek ve yeni düşünceler ve görüş açıları yaratmak amacıyla teşvik etmek ve propaganda kullanım sahasını genişletmek için çeşitli şekillerde bir araya gelmişlerdir. (Bektaş, 2002, 65)

Propaganda tarihine bakacak olursak; siyasi olarak propagandayı ilk kullananlar Firavunlardır. “Yaşayan Tanrı” vurgusuyla halklarını kendilerine bağlayan Firavunlar güçlerini yaptıkları ayin ve törenlerle sürekli kullanmışlardır.

Yaklaşık M.Ö. 800’lerde Yunan uygarlığı kuruluncaya kadar ne savaş dönemlerinde ne de sivil yaşamda sistemli propaganda uygulamalarının da başlamadığı görülmektedir. Özgür bireylerin giyim kuşamları, bedenlerini temiz ve sağlıklı tutma konusundaki özenleri, şiir ve felsefe ile uğraşmaları öncelikle bu özgür kesim üyelerinin kendi meşruluklarının farklılıklarının meşruluğuna kendilerini inandırmalarını amaçlayan merasimlerdi. Bu atmosfer içinde “iconography” (heykel, resim veya oyma ile canlandırma) ile yapılan propaganda gelişti ve büyük tapınaklar ve anıtsal heykeller diğer heybetli binalar şehir devletlerin gücünü simgeleyen önemli sembolleri oldular.(Bektaş, 2002, 67) Dilin bir propaganda aracı olarak kullanılması da bu döneme rastlamaktadır. Yunan filozofların hitabet güçlerini kullanarak halka üzerinde etkili olmaları Yunan şehir devletlerinin güçlenmesinde ve/veya birleşmesinde etkili olmuştur. (ikna gücü-hitabet)

Propaganda analistlerine ve liderlere örnek olan ve siyasal bağlamda günümüze ulaşan ilk liderlik propagandası örneğini Makedonya Kralı Büyük İskender (M.Ö. 356-323) uygulamıştır. “Helenistik Dönemin” mimarı olan Büyük İskender halkı üzerinde kurduğu güçlü propaganda ağı sayesinde güçlü bir imparatorluk meydana getirmiştir. Roma İmparatorluğunun Büyük İskender’den etkilenmiş olması bu bağlamda göze çarpan bir noktadır. Büyük İskender’in İskenderiye’yi ve Kendini yüceltmesi Roma İmparatorluğuna Krallarını (Sezar) ve Roma’yı yüceltmeleri konusunda ön ayak olmuştur. Halkın Sezar’a ve Roma’ya olan bağlılığı İmparatorluğun uzun süre ayakta kalmasını sağlamıştır. Benzer politikalara Osmanlı İmparatorluğu’nda da rastlayabiliriz. Gerek Padişaha tanınan geniş yetkiler (Divan’da önemli kararlar alınırken Padişaha sadece bir üyenin destek vermesinin yeterli olması - Padişahın divan üyelerini istediği şekilde değiştirebilme yetkisi) gerekse de başkent İstanbul’da uygulanan mimari yapılar ve ihtişam etkili olmuştur. Hem Osmanlı halkı (Padişahım çok yaşa) bu durumdan etkilenmiş hem de yabancı ülkelerden gelen elçiler (özellikle Batı’dan) Osmanlı’nın bu gücüne hayran kalmışlardır.

Page 305: 2011 yılı 1-2. sayılar

297

Propaganda kavramı çeşitli dönemlerde dini yaymak ve/ya taraftar toplamak içinde kullanılmıştır. Özellikle Hıristiyanlığın yayılması kapsamlı propaganda faaliyetleri sonucunda olmuştur. Roma İmparatorluğunun elinde bulunan, o günün şartlarına göre gelişmiş medya araçlarından mahrum oldukları halde, İsa’nın havarileri ve inananları, yüz yüze temas yoluyla ve birtakım semboller kullanarak (özellikle ağaçlara, duvarlara, herhangi bir yere çizilen mesajlarla) birbirlerine mesaj iletirlerdi. (Bektaş, 2002, 73-74) Bu havariler ile Yunan sofistleri arasında bağlantı kurmak pek zor olmayacaktır. Hitabet güçleri yüksek Antik Çağ Yunan Filozofları da sürekli dolaşmışlar ve insanlarla iletişim kurarak bir bakıma propaganda faaliyetinde bulunmuşlardır. İsa’nın Havarileri o dönemin şartlarında kendilerine en uygun örneğin bu kişiler olduğunu düşünmüşlerdir. Hıristiyanlığın yayılmasında kullanılan Propagandanın bir benzeri 15. yy.’da Hıristiyanlar tarafından mezhep çatışmaları esnasında kullanılmıştır. Katolik kilisesi önemini kaybetmemek; Protestanlar ise yeni taraftarlar kazanmak için propagandayı kullanmışlardır.

18. yy’dan itibaren ise milliyetçilik kavramı gerek ABD’de gerekse de kıta Avrupa’sında propaganda gücü kullanılarak yayılmaya çalışılmıştır. Özellikle Osmanlı’ya bağlı ülkelerde yapılan yoğun propaganda çalışmaları bu bölgelerde isyanlar çıkmasına sebep olmuş; zamanla bu ülkelerin bağımsızlık için Osmanlı Devleti ile savaşmasına ön ayak olmuştur. ABD’de ise İngiliz Koloniliğinden kurtulmak için bildiriler yayınlanmış, halk örgütlü bir hale getirilmiş ve yapılan savaşlar sonucu Amerika İngiltere’den ayrılarak bağımsızlığını kazanmıştır. Günümüzde ABD’de yaklaşık 10.000 personele sahip Birleşik Devletler Enformasyon Dairesi (United States Information Agency; USIA) (Arı, 2000, 117) propaganda faaliyetlerinin yürütülmesi ve kontrolü için uğraşmaktadır.

20.yy’da ise I. ve II. Dünya Savaşlarında propaganda büyük bir önem kazanmış, özellikle Birinci Dünya Savaşında propaganda gücünün önemini kavrayan devletler bu gücü II. Dünya Savaşı’nda propagandanın (ahlaki olarak) tüm sınırlarını ortadan kaldırarak kullanmışlardır. Birinci Dünya Savaşında uçaklar propagandanın en önemli silahı olarak kullanılmıştı. Örneğin İngilizler I. Dünya Savaşı’nın sonlarına doğru Alman cephesinin çözülmesinde ve cephe gerisindeki halkın savaşa karşı motivasyonunun bozulmasında uçaklarla havadan atılan bildirilerin büyük etkisi oldu. Çünkü İngiliz uçakları 1918 Ağustosuna gelindiğinde Alman hatlarına günde asgari 100.000 bildiri atar hale gelmişlerdi. Bunun en yoğun örneği Nortcliffe’de yaşanmıştı. (Özsoy, 1998, 99) Bunun bir benzeri Kurtuluş Savaşı esnasında Yunan askerlerin moralini bozmak için Türk uçakları tarafından yapılmıştı. Yunanistan’da Muhalefet partisine bağlı gazeteyi sürekli olarak Yunan askerlerine havadan atan Türk pilotları böylece Yunan ordusunu bir bakıma içten çökertmeye çalışmıştı. Bu dönemde E.H. Carr savaş dönemleri gibi özel koşullar altında Propagandayı gerekli bir kötülük olarak tanımlamıştır.(Carr, 2002, 129-157) Yine bu dönemde propaganda idealistlerin fikir babalarından Woodrov Wilson’un ilkelerinden de

Page 306: 2011 yılı 1-2. sayılar

298

etkilenmiştir. Savaş sonrası Wilson’un ilkelerinden olan “Açık Diplomasi” ilkesi de propagandayı tetikleyen unsurlardan biri olmuştur. Tümüyle kamuoyuna açık yürütülen diplomatik görüşmeler, büyük ölçüde, görüşmelere taraf olanların birbirleriyle pazarlık yapmalarını ve karşılıklı ödünlerde bulunmalarını önlemiştir. Bu tür görüşmelerde, taraflar uluslarının saygınlığını ön plana alarak kendi kamuoylarınca bir korkaklık ya da geri çekilme olarak yorumlanabilecek davranışlarda bulunmaktan kaçınmışlardır. Bunun sonucu tarafların tutumları katılaşmış, uzlaşma bir kural olmaktan çıkarak, kuraldışı duruma gelmiş ve görüşmeciler birbirleri yerine, kamuoylarını karşılarına almayı yeğlemiştir. Böylelikle Diplomasi, Diplomasi olmaktan çıkarak, bir propaganda öğesi durumuna dönüşmüştür.(Tuncer, 1995, 60)

II. Dünya Savaşı öncesi dönemde propagandayı sistemli olarak ve yaygın bir biçimde ilk kullanan devletler Sovyetler Birliği ve Nazi Almanya’sı olmuştur. İki savaş arası dönemde propaganda o kadar ilerlemişti ki Hitler 1933’te Halk Aydınlatımı ve Propaganda Bakanlığı’nı kurmuş, başına da en önemli adamlarından Gobbels’i geçirmiştir. Bakanlık görevde kaldığı sürece tüm propaganda faaliyetlerini yönetmiş ve Hitler’in konuşma metinlerini hazırlamıştı. Bu devletlerin diplomasilerinde propaganda aracını kullanmalarının önemli bir nedeni bunların var olan uluslararası sistemi yıkarak, yerine kendi anlayışlarına göre yeni bir düzen getirme yönündeki istekleridir.(Tuncer, 1955, 68-69) Savaş döneminde ise; -Özellikle siyah propagandanın uygulandığı bu dönemde- insanlar gerçekler yerine yalan ve uydurma haberlerle bu dönemi geçirmişlerdir. Özellikle işgal edilen ülkelerine ve kendi vatandaşlarına yalan propaganda faaliyetleri yürüten Hitler uzunca bir süre bu konuda başarılı olmuştur. Ancak çözülme sürecine girildiğinde ve lojistik desteğin azaldığı zamanlarda bu propaganda faaliyetlerinin gerçek yüzü ortaya çıkmış ve Hitler’in çözülme süreci hızlanmıştır.(Hart, 2000, 605-625)

Ancak Hitlerden sonra (İkinci Dünya Savaşı’nın ardından) propaganda taktik bir ilerlemeye bağlı kalmamıştır. Kendi başına bir taktik, kendine özgü yasaları bulunan tıpkı diplomasi ve ordu gibi kullanılan, özel bir sanat olmuştur. Kendi öz gücü açısından ele alınınca, gerçek bir “psikolojik topçuluk”tur. Vurucu değeri bulunan her şey kullanılır bu sanatta söz ereğine ulaştıktan sonra hiçbir şeyin öneminin kalmadığı bir propaganda sistemi oluşturulmuştur.

Tarihçe kısmı bitirilmeden önce son Irak Savaşından (İkinci) bahsedilmesi oldukça faydalı olacaktır. Savaş öncesi, esnasında ve sonrası (savaşın bitmiş olduğu şu anda ne kadar şüpheli olsa da) propaganda gücü sonuna kadar kullanılmıştır. Özellikle savaşın ilk aylarında medya unsurunun ön planda tutulduğu, insanların televizyonlardan canlı bir şekilde takip ettikleri savaşta Irak (Baas Partisi); El Cezire Televizyon kanalını, Amerika ise hemen hemen Batı kaynaklı tüm televizyon kanallarını kullanmıştı. Örneğin Amerikan askerleri Bağdat’ı ele geçirdiğini tüm dünyaya duyurduğu esnada Irak Enformasyon Bakanı, Bağdat’ın bir başka köşesinden “Bağdat’ı kanlarının son

Page 307: 2011 yılı 1-2. sayılar

299

damlalarına kadar savunacaklarını” ve Bağdat’ın hale Irak’ın kontrolü altında olduğunu söylüyordu. Medyanın sürekli ön planda tutularak kullanıldığı savaşta objektif bilgilere ulaşmak neredeyse imkansız bir hale geldi. Savaş sonrası ciddi anlamda yapılan televizyon programlarında ve konferanslarda bilim adamları, savaş esnasında kullanılan propaganda gücünü ön plana çıkararak yeniden şekillenen bu kavramı yeni boyutlarıyla tartışma haline getirdiler.

3. PROPAGANDANIN KAYNAKLARI, ÇEŞİTLERİ VE AMAÇLARI

Propagandanın çeşitlerini açıklamadan önce kaynaklarını tanımlamada fayda vardır. Hemen hemen tüm propagandalar aynı kaynaklardan faydalanmaktadır. Domenach’a göre iki türlü kaynak vardır. Bunlar Politik Düşüngü (ülkü) ve Reklamdır. Totaliter eğilimi sahip olan Politik Düşüngü sıkı sıkıya taktik ilerlemeye ve insan yeteneklerine bağlı olarak oluşmaktadır. Bu propaganda yakın tarihimize büyük ve fetihçi politik düşüngülerin (Jakobenizm, Marksizm, Faşizm) girmesi ve yeni savaşlarda ulusların ve ulus bloklarının karşı karşıya gelmeleriyle ilgilidir. Bir diğer propaganda kaynağı olan reklam ise propagandacının reklamın karşılığı olan “inanç açıklaması” önemlidir. Propagandanın daha çok reklamın buluşlarından ve başarılarından yararlandığını, halkın hoşuna gideceğini umduğu bir biçemi kopya ettiğini düşünmek doğru olacaktır. (Domenach, 1995, 24-29) Reklam bağlamında propaganda faaliyetleri çeşitli iletişim araçları vasıtasıyla yapılmaktadır.

Propaganda yapımcısı bir mesajın hedefe ne tür bir iletişim aracı ile iletileceğine karar verirken başlıca iki noktayı dikkate almak durumundadır. İlkin mesajın sözel, görsel, yazılı veya davranışsal sembollerden hangisi veya hangileri ile ifade edileceği, kullanılacak iletişim araç ve araçlarının seçiminde dikkate alınmak durumundadır. İkinci olarak ise mesajın yöneldiği hedefin eğitim ve kültür düzey,, alışkanlıkları ve beğenileri gibi faktörler de mesajın iletileceği aracın seçiminde önem taşımaktadır.(Sönmezoğlu, 200b, 346) Propagandanın kaynaklarına yapılan bu kısa atıftan sonra propagandanın çeşitlerine geçebiliriz.

Propaganda kavramı; Sahası (iç ve dış), Kapsamı (genel, sınırlı, ferdi), Konusu (Siyasi, ekonomik, kültürel, Askeri), Doğruluğu (beyaz, siyah, gri), Biçim (enformatik, psikolojik savaş, kültürel) ve Süresi (Kısa, Orta, Uzun) bakımından olmak üzere beşe ayrılır.

3.1. Sahası bakımından Propaganda

İç ve dış propaganda olmak üzere ikiye ayrılmaktadır.

Dış propaganda: Dış politikanın yürütülmesinde çok önemlidir. Özellikle devlet tarafından yürütülür. Ancak son yıllarda lobilerin bulunduğu ülkelerde

Page 308: 2011 yılı 1-2. sayılar

300

etkinliğini artması, bu aktörü de uluslar arası politika üretirken kullanılan propagandanın kullanılmasında önemli bir konuma koymuştur. Ancak dış propaganda yürütülürken halk desteği çok önemlidir.

İç Propaganda: özellikle seçim dönemlerinde görülmektedir. İktidar ve/veya muhalefet partileri başkanlarını/basın sözcülerini seçerken hitabet ve ikna gücü yüksek kişileri ön planda tutmaktadır.

3.2. Konusu Bakımından Propaganda

Siyasi, ekonomik, kültürel ve askeri propaganda olmak üzere dörde ayrılır. Siyasi Propaganda: Konusu bakımından en önemli propaganda türüdür. Çünkü devletin olduğu kadar toplumu oluşturan hemen hemen tüm unsurların da ilgisini çekmektedir.

Ekonomik Propaganda: milletlerarası ilişkilerde bir ülkenin genel menfaati göz önüne alınarak yapılan ve o ülkenin ekonomik politikasını yansıtan propaganda türüdür.

Kültürel Propaganda: bir milletin, dinin; diğerlerinden sempatizan kazanmak için seçiği propaganda türüdür. Özellikle Osmanlı İmparatorluğunun son dönemlerinde Fransız ve Amerikalı misyonerler tarafından açılan okul ve kiliseler bu türdendir.

Askeri propaganda: Askeri kaynakları güçlü ve yeterli olan hemen her devlet bu gücünü çeşitli şekillerde diğer ülkelere göstermek istemektedir. Uluslar arası tatbikatlar, askeri törenler; Askeri propaganda kavramının içine sokulabilir.

3.3. Kapsamı Bakımından Propaganda

Genel, sınırlı ve ferdi olmak üzere üçe ayrılmaktadır.

Genel propaganda: genel propaganda büyük kalabalıklara hitap etmektedir kapsam baz alındığında en geniş kitleye sahiptir. Daha çok uluslararası nitelik taşıyan genel propagandanın sonuçları uluslar arası ilişkileri etkileyen tüm aktörler üzerinde etkili olmaktadır.

Sınırlı (Mevzii) propaganda: bir ülkenin belirli bir bölgesinde meydana gelen bir hoşnutsuzluğu gidermek veya bölge halkını belli istikamete yönlendirmek için yapılan propaganda eylemidir. Daha çok ekonomik hedeflerin ön planda tutulduğu sınırlı propaganda siyasetin/politikanın direk olarak ekonomiyi etkilediği bölgelerde görünmektedir.

Ferdi propaganda: şahıslara yönelik yapılır ki bunun en çok kullanıldığı alan dış politikanın yürütüldüğü alandır.(Özsoy, 1998, 18-19) (diplomatlar) yürütülen propaganda tek kişi tarafından yapılabildiği gibi; tek kişiye de yönelik yapılabilir. Örneğin Irak Savaşı esnasında yapılan eylemlerin bir çoğu Amerika’ya yönelik değil de Başkan George Bush’a yönelik olmuştur.

Page 309: 2011 yılı 1-2. sayılar

301

3.4. Doğruluğu Bakımından Propaganda

Beyaz, Siyah ve Gri propaganda olarak üçe ayrılmaktadır.

Beyaz Propaganda: kaynağın resmi, güvenilir ve kolayca ulaşılabilir olduğu propaganda türüdür. Kaynak alınırken ve ya verilirken oldukça dikkat edilmesi gerekir. Kaynaktan duyulacak en küçük bir şüphe büyük sorunlar yaratabilir. Doğru bilinenin savunmasının yapıldığı propaganda türüdür. Beyaz Propagandaya örnek olarak Dış İşleri bakanlığının açıklamaları ve Internet adresi verilebilir.

Siyah Propaganda: asılsız propagandanın yapıldığı; yalan uydurma ve kaynaklarının nereden elde edildiğinin bilinmediği propaganda türüdür. Her türlü yaratıcı hileleri kapsar ve yapıldığında büyük ilgi çeker. Özellikle savaş zamanlarında psikolojik baskı aracı olarak kullanılmaktadır. İkinci Dünya Savaşı esnasında Hitler ve Stalin’in kullandığı propaganda bu türdendir. Kısaca siyah propaganda; beyaz propagandanın tam zıttıdır.

Gri Propaganda: beyaz ile siyah propaganda arasında yer alan bir propaganda yöntemidir. Bu tür propaganda da haberin ya da mesajın kaynağı bazen açıkça ortaya konulurken bazen de gizlenir. Bu nedenle verilen haberin ya da iletilen mesajın güvenilirliği sorgulanabilir. Bu tür propaganda da çoğu zaman yalan ve gerçek iç içe girer. Bu propaganda yöntemi ile iletilen mesajlar abartılarak ilgi çekici hale getirilir. (Ayrıntılı Bilgi İçin Bkz. Bektaş, 2002, 35-40

3.5. Biçim Bakımından Propaganda

Enformatik Propaganda, Psikolojik Savaş ve Kültürel Propaganda olmak üzere 3’e ayrılmaktadır.

Enformatik Propaganda: büyük ölçüde hazırlayan ve sunan ve kişiye bağlı olan enformasyonun mutlak anlamda tarafsız olacağını öne sürmek oldukça güçtür. Sahibinin niyetiyle de ilgili olmakla beraber enformasyon çoğu zaman psikolojik savaşın bir parçası olabilir. Dolayısıyla devletler enformasyonu çeşitli şekillerde ulusal çıkarlarına aykırı bulabilmekteler veya onları ulusal çıkarları doğrultusunda kullanabilmektedirler.

Psikolojik Savaş: ideolojik, politik, ekonomik ve toplumsal alanlar gibi birçok konuda yapılan propagandayı da kapsayan bir içeriğe sahiptir. Psikolojik savaşın amacı hedef ülkenin halkının hükümete olan bağlılığını bozmak veya kendi değerlerinden uzaklaştırmaktır.

“Kültürel Propaganda: geçmişten günümüze kültürel ilişkilerle ve sanat ve bilim etkinlikleri aracılığıyla diğer ülkeler üzerinde etkili olmak ve uluslararası prestij kazanmak için tüm devletler tarafından kullanılan bir yöntemdir. Fransa özellikle 1930’ların başından itibaren bu sistemi en çok kullanan devlettir.(Arı, 2000, 287-297)

Page 310: 2011 yılı 1-2. sayılar

302

3.6. Süreleri Bakımından Propaganda

Süreleri bakımından propagandayı kısa, orta ve uzun süreli olarak ayırmak mümkündür. Kısa süreli propaganda, genel siyasal kampanyalardır.. Orta ve uzun soluklu siyasal propagandalar ise gerek içerik gerekse de kullandığı iletişim kanalları açısından farklılık gösterir. (Aziz, 2011, 77)

3.7. Propagandanın Amaçları

a- Dost (müttefik) devletlerin desteğini kazanmak veya kuvvetlendirmek. Bu sayede propaganda yapan aktör kendini sağlama almak ister. Hasmına veya rakibine karşı uluslararası meşruluk kazanmak propagandanın sürdürülebilmesi açısından çok önemlidir.

b- Olaylar veya fikirlere karşı tutum oluşturmak veya tutumu değiştirmek. Propagandacı kesin bir kanaate sahip olmalıdır. Kendi içinde gireceği fikir çatışmaları propagandanın etkisini azaltacaktır. Öne sürdüğü fikrin tüm eksik yönlerini iyi kavramalı bunları göstermemeye çalışmalı aynı zamanda da bunları gidermeye çalışmalıdır.

c- Düşmana (rakibe) yol açan devletlerin program ve politikalarını zayıflatmak, etkisizleştirmek. Düşman ile iyi ilişkileri olan devletlerin üzerinde ekonomik ve/ya askeri baskı kurmak suretiyle üçüncü ülkenin geri çekilmesini sağlamak önemlidir. Ancak bunu yaparken dikkatli olunmalıdır. Çünkü bu durum uzun vadede her türlü platformda karşına çıkabilir.

d- Düşman (rakip) diğer grupların programlarını önlemek ve karşılık vermek olarak sıralamamız yeterli olacaktır.

3.8. Propagandanın En Etkili Yöntemi: Telkin

Propagandacının muhatapları üzerinde istediği telkinleri uyandırması ve halka istediği hareketi yaptırmasına telkin denir. Toplumların en önemli karakterlerinden biri aşırı derecede telkine kapılma yeteneğine sahip olmalarıdır.(Özsoy, 1998, 192)

Telkin için kullanılan temel yöntemler ise;.

1.Kalıplaşmış İmajların Kullanışı; İnsanları kategoriler içine sokmak doğal bir eğilimdir; herhangi bir kategori içinde düşünen bu tanımlama yerleştiğinde gerçek durum hatırlanmaz olur. Özellikle iç politikada kullanılan bu durum siyasetçilerin eksik ve/veya hatalarını kapatmak için kullanılır

2.İsimleri Bir Başka Lakapla Değiştirme; Propagandacı muhataplarını etkilemek için genellikle lehte ya da aleyhte olan deyimler kullanılır; bu deyimler duygusal çağrışımlara sahiptir. Bundan dolayı Komünist ya da Rus yerine Kızıl, sendika liderleri için sendika patronları kullanılır.

Page 311: 2011 yılı 1-2. sayılar

303

3.Seçme; Propagandacı karmaşık gerçekler yığınından yalnızca amacına uygunluk arzedenleri seçer. Böylece karmaşıklıktan kurtulmaya çalışır. Hedef kitlenin kafasının karışmamasını sağlar.

4. Tümüyle Yalan; Birinci Dünya Savaşı sırasındaki hammadde olarak insan kullanan sabun fabrikaları hikayelerinden Hitlercilerin büyük yalan tavsiyelerine kadar yalan, propagandacıların her zaman sermayelerinin bir parçası olmuştur.

5.Tekrar; Propagandacı, ifadelerini yeterince tekrarladığı takdirde zaman içinde muhataplarınca kabul edileceğinden emindir. Bu tekniğin bir değişik şekli sloganların ve anahtar kelimelerin kullanılmasıdır.

6.İddia; Propagandacı nadiren tartışır. Tezi lehine iddialar ileri sürme konusundaysa cesurdur.

7. Düşmanın Tanımlanması; Propagandacı, yalnızca bazı şeyler lehine değil, ama aynı zamanda bazı gerçek ya da mutasavver düşmanlar aleyhine de olan bir mesaj ileri sürmesi halinde düşmanın tanımlanması faydalıdır. Bu sayede hedefin sapması engellenerek; propagandanın başka amaçlar için kullanılması engellenmeye çalışılır.

8. Otoritenin Teyidine Sığınma; Otoriteye sığınma telkinin tabiatında vardır. Kendisine sığınılan otorite, tanınmış bir politik kişiliğe bağlı olarak dini otorite olabilir. (Brown, www.ankara.edu.tr)

4. PROPAGANDANIN ÖRGÜTLENMESİ; LOBİ-CİLİK VE BASKI GRUPLARI

Gelişmiş batı ülkelerinde propagandanın örgütlü yapılma biçimini Lobi kuruluşları üstlenmiş durumdadır. Nitekim çoğulcu demokratik parlamenter sistemlere özgü olan ve demokratik katılım açısından son derece önemli bulunan baskı gruplarının bu ülkelerde yönetim ve yasama üzerindeki etkileri çok bilinen ve üzerinde sıkça araştırma araştırmalar yapılan bir konudur. Baskı grupları kavramının yanı sıra lobi, çıkar grubu, örgütlü grup, siyasal grup, sivil toplum kuruluşları vb. siyasal karar verme sürecinin etkilemeyi amaçlayan topluluklar kabaca ve kısaca baskı grupları kavramıyla ifade edilmektedir. Lobici ise lobi faaliyetlerini şekillendiren, siyasi bir amacı olan veya baskı grupları için çalışan profesyonellerdir. (Weissberg, 1988: 646).

Baskı grupları birtakım ortak çıkarlar etrafından toplanmış olan ve işbirliği içerisinde resmi kurumlarla temas kurarak görüş ve isteklerini bu yolla ilettikleri takdirde daha iyi sonuç alabileceklerini düşünen örgütlü kurumlardır. Bazı baskı grupları tüm enerjilerini ve zamanlarını yasama sürecini etkilemeye ayırırken, diğer bazıları da tüm mesailerini yürütme erki üzerinde

Page 312: 2011 yılı 1-2. sayılar

304

yoğunlaştırmaktadır. Baskı gruplarının önemli bölümünü ekonomik amaçlı olan örgütler oluşturmaktadır. İşçi örgütleri de en az işveren örgütleri siyasal süreç üzerinde etki ve baskı kurmaya çalışan ve bu konuda oldukça iddialı olan gruplardır. Basın lobisi ise yasama ve yürütmeyi etkileyen etkin çıkar gruplarından bir diğeridir. Hemen her ülkede karar alma süreci üzerinde oldukça etkili olan bir organdır.

Baskı gruplarının başvurduğu en etkili yöntem, doğrudan temas kurma yöntemidir. Bu yüz yüze görüşme şeklinde olabileceği gibi, telefonla, dilekçeyle veya mektupla da olabilir. Bu özellikle seçim dönemlerinde tekrar seçilmek istenen başkanlar için önemlidir. Baskı grupları etkilerini artırmak için propaganda yöntemlerini kullanmaktadır. İşin bu noktasında unutulmaması gereken bir detay vardır. Baskı gruplarının ilk önce etkilemeleri gereken topluluk kendi üyeleridir. Baskı grupları öncelikle kendi üyelerini; kendi faaliyetleri konusunda ikna etmek ve onların tam desteğini almak zorundadır.

Baskı gruplarının kullandıkları yöntemler ve etkili olmaları o ülkedeki siyasal kültürle de çok yakından ilgilidir. Nitekim bazı siyasal sistemlerde baskı gruplarının faaliyetleri toplum tarafından hoş karşılanmamaktadır. Bütün bunların yanında lobicilerin imkansızı başaran kişiler oldukları sanılmamalıdır. Bunların başarılı olmaları da çeşitli şartlara bağlıdır. Ancak her lobici için söylenebilecek ortak bir şey varsa oda işlerin daha çabuk yürümesini sağlamada gösterdikleri becerilerdir. Bu insanların hukuksal mevzuatı çok iyi bilmeleri, işlerini çok kolaylaştırmaktadır. Ayrıca lobicilikte kişisel yetenek ve mesleki bilgi de neticeyi etkileyen son derece önemli argümanlardır.

Bir örgütün veya lobinin süreci etkilemedeki başarısı onun argümanlarından çok üye sayısına, arkasındaki seçmen kitlesine, finansal gücüne ve örgüt temsilcilerinin becerilerine bağlıdır. Araştırmaların gösterdiği en önemli sonuç baskı gruplarının arkasında temsil ettiği grupların oy kitlesi ne kadar fazlaysa ve /veya ne kadar ulusal değerleri ilgilendiriyorsa o oranda daha çok netice almış olmalarıdır. (Bu kısa özet için bkz; Özsoy, 1998: 235-240, Arı, 2000: 206-218, Dinçer, 1998: 46-51)

Görüldüğü gibi lobicilik ve baskı grupları propagandayı yürütme açısından oldukça önemlidir. Aşağıda yapılacak analizde Ermeni Lobi ve Diasporası’nın yapmış/yapmakta olduğu lobilerin faaliyetlerine dikkat edilecektir. Bu analiz yapılırken 1915’te Ermenilere yapıldığı öne sürülen sözde soykırımın hangi şekillerde günümüze ulaştığı ön plana çıkartılacaktır. Bunun en önemli nedeni devletlerin dış politika araçlarından1 sadece propagandanın Ermeniler için uygun olmasıdır. Diğer etkileme araçlarında ise Türkiye Ermenilerden tartışmasız olarak üstündür. Propaganda ağı çerçevesinde Ermeniler “4T” –

1 Diplomatik, Ekonomik, Askeri Etkileme, Propaganda olmak üzere 4 çeşit dış politika aracı bulunmaktadır.

Page 313: 2011 yılı 1-2. sayılar

305

Terör, Tanınma, Tazminat, Toprak- olarak bilinen faaliyetlerini gerçekleştirmeye çalışmaktadır. (Özkan, 2001, 264) İlter Ermeni sorununu “XX. yüzyılın propaganda tarihi yazıldığında, herhalde en etkili kampanya olarak” tanımlar ve bunu Ermenilerin Türklere karşı açtıkları propaganda savaşı gösterir. Asılsız Ermeni Meselesi, Türkiye’yi tedirgin etmek yanında, dünyadaki Ermeni millî bilincini ve Kiliseye bağlılığı dinç tutmak için devamlı gündeme getirilmektedir. Nitekim, Kuzey Amerika’daki ve Batı Avrupa’daki Ermeni kiliseleri, 20 yıl önce tenhalaşmış ve yoksullaşmış oldukları hâlde, şimdi tıklım tıklımdır, inanılmayacak kadar etkindir, muazzam fonlara kavuşmuşlardır. (İlter, www.meb.gov.tr)

5. DIŞ POLİTİKA ARACI OLARAK PROPAGANDA

Bir devletin dış politikası ve dünyadaki yeri iç ve dış potansiyeli toplamına eşittir. dış potansiyel sınırları geniştir. Büyük devletler, dünya politikasında büyük rol oynamak isteyenler bu sınırları genişletmeye çalışırlar. Menfaat sahaları oluştururlar. (İnan, 1999, 38) Daha önce belitmiş olduğumuz gibi propagandanın temel öğelerinden birisi propagandanın yönelmiş olduğu hedeftir. Bu hedefi propagandanın amacına uygun olarak belirlenmesi, propagandanın başarılı olması açsından büyük önem taşır. Bir uluslararası propaganda yapımcısı açısından dört genel hedef türünden bahsetmek mümkündür. (Söznmezoğlu, 2000b, 345)

Propaganda yapımcısının kendi halkı; propagandanın benimsenmesi ve/veya kabul görmesi için öncelikli olarak propagandacının kendi halkı tarafından onaylanması gerekmektedir. Propagandacılar hedeflerine ulaşabilmek için her türlü kaynağı kullanarak - propaganda öncesi- savundukları konuyu en uygun şekilde halklarına sevdirmeye çalışırlar. Ermeni Halkı 1915-1965 yılları arasında bir soykırıma uğradıklarına inandırılmak için 50 yıllık bir propaganda döneminden geçmiştir. Öncelikli olarak II. Dünya Savaşı’nda Yahudilerin uğramış oldukları Soykırım sonrası Alman devletinden aldıkları (2030’a kadar almaya devam edecekleri) tazminat Ermeni vatandaşlara örnek gösterilerek Ermeni Halkına bu konu sevdirilmek istendi. Yine ekonomik bağlamda sözde Ermeni soykırımı büyük bir iş alanı yaratmış, bu iş 75-80 milyon dolarlık bir sermayeye sahip endüstriye dönüşmüştür. (eğer bugün sözde soykırımı kabul etsek en aşağı 20.000 Ermeni işsiz kalacak) kitaplar yazıyorlar, toplantılar yapıyorlar, para aktarıyorlar ve heykeller dikiyorlar. (Köni, www.turkstudent.net)

Dost veya Tarafsız Ülkelerin Halkları; Bilindiği gibi, uluslararası nitelikli bir propagandanın temel hedefi diğer ülkelerin halkları olmaktadır. (Sönmezoğlu, 2000b, 346) Birbirinden farklı kategorilerde yer almasına rağmen propaganda alanında fazla bir farklılığı bulunmayan halklardır. Zaten propagandanın

Page 314: 2011 yılı 1-2. sayılar

306

amaçlarından bir tanesi de (dolaylı olarak) tarafsız ülkeleri; dost haline getirmektir. Daha önce belirttiğimiz 1915-1965 yılları Ermeni Diasporası’nın2 Türk düşmanlığı propagandasının Amerikan halkına (dünyaya) telkin edildiği yıllar olarak değerlendirebiliriz.(Kantarcı, 2001, 139-172) Bu dönemlerde ekonomik bir güce ulaşmış olan Ermeni Lobi ve Diasporası dünyanın çeşitli yerlerine (sözde) soykırım anıtı dikmişlerdir/dikmektedirler. (Anadol, 2002, 168-174) Bunlardan 3’ü ABD’de, 3’ü Beyrut’ta, 4’ü Ermenistan’da ve Suriye, Fransa, İtalya, Filibe, .Sao ve İskenderiye’de olmak üzere 16 adet sözde soykırım anıtı bulunmaktadır. Hasım ülkelerin halkları ile bağlantılı olarak Ermeniler terörist faaliyetlerinden Dost ülkelerin halklarına zarar vermeye başlayınca vazgeçmişlerdir. 1975’te ASALA aracılığıyla Türk Diplomatlara karşı başlattıkları terörist eylemleri; 1983’te Fransa’da Türk Diplomata giriştikleri Suikast eylemi esnasında 6 Fransız sivilin ölmesiyle bırakmışlardır.

Hasım ülkelerin Halkları; propagandanın çözüm aşamasına geçebilmesi için çok önemlidir. Halkı etkilemek veya istenilen yöne çekmek hasım devletin hareket olanağını daraltacaktır. Bu bağlamda Ermeniler’in yaptıklarına örnek vermek istersek yakın tarihlerde denemiş oldukları bir propaganda sürecine gidebiliriz. Ermeni Cemaati’nin yayın organı Agos’ta 6 şubat 2004’te yer alan habere göre Atatürk’ün manevi kızı ve ilk kadın pilot Sabiha Gökçen’in Ermeni asıllı olduğunu belirtmiştir. Genelkurmay Başkanlığı ve Dışişleri Bakanlığı bu haberlerin yalan olduğunu yaptıkları açıklamalarla belirtmiştir. Zira bu haberlerin Sabiha Gökçen vefat ettikten kısa bir süre sonra ortaya atılması hem olayın çarpıklığını hem de Sabiha Gökçen’in kendini savunma hakkının verilmek istenmediğini göstermektedir. Bu asılsız haberler ile Türkiye’nin içinde sözde Ermeni soykırımı hakkında ikilik yaratılmaya çalışılmakta ve Türk halkını bu sorun perspektifinde germeye çalışmaktadır.

6. KİMLİK, ERMENİLER VE PROPAGANDA

Ermenilerin sözde Soykırımı ortaya atmalarının önemli bir sebebi de kimlik sorunlarıdır. Ermenilerin tarih boyunca iz bırakan bir devlet kuramadıkları bilinmektedir. Bu durum Ermeni birliği için hayati bir sorun teşkil etmektedir. Ermeniler bu sorunu 1915 tarihli tehcir yasasının soykırım yapmaya yönelik olduğunu vurgulayarak 1920’den itibaren başlattıkları Siyah Propaganda ile kendilerine bir kimlik aramaktadırlar. Radikal Ermeniler, - Naziler tarafından soykırıma uğramış Yahudilerden esinlenerek – Osmanlı’nın son zamanlarında zorunluluktan çıkardıkları tehcir yasası sonrası gelişen olayları bir soykırımmış gibi anlatarak bir kimlik oluşturma çabasının içine girmişlerdir. Bu propaganda

2 XVIII.yy’dan itibaren Osmanlı topraklarında dünyanın diğer bölgelerine göç ederek günümüze kadar örgütlenmiş hale gelen Ermeni Toplumu (İlter, 1994, 36-55)

Page 315: 2011 yılı 1-2. sayılar

307

ağı çerçevesinde 1989’da kurulan Ermenistan Devleti’ni bir bütünlük içinde tutmayı planlamışlardır.

Ancak Ermeni sorunu ile Yahudilere yapılan soykırım arasındaki farklar kesin hatlarla çizilmelidir. Çünkü Holocaust, tüm dünyanın gözleri önünde sergilenmiş bir katliam, diğeri ise devletlerin stratejik hedefleri paralelinde yürütülen siyasi yapıdaki propaganda amaçlı kanıtlanmamış bir iddiadır. (www.diplomatikgozlem.com)

Yurtdışında gündeme getirdikleri Ermeni tasarıları, Ermeni Diasporası açısından maliyeti olmayan ve büyük kar getiren bir buluştu. Çünkü hem bulundukları üçüncü ülkeler içindeki siyasal etkisi artıyor, hem de böyle bir ‘milli dava’ Diasporanın o ülke içinde asimile olup gitmesini önlüyordu.(Oran, 2002, 234) Ermeniler’in yaptıkları bu işlerin maddi desteğini ise 4 başlık altında toplayabiliriz. Bunları; Ermeni kuruluşları ile Ermeni zenginlerinin bağışları, Ermeni vakıflarından temin edilen yardımlar, toplanan aidatlar, himayesinde bulundukları devletlerden temin edilen yardımlar. (İlter, 1994, 39) olarak sıralamak mümkündür. Bu sorun sürdükçe bu endüstri her geçen gün daha da büyüyecektir. Özellikle Ermeni sineması hemen hemen tüm gücünü sözde soykırımın ayakta kalmasını sağlamaya harcamaktadır. Bunun son örneği büyük miktarlarda para harcanan (özellikle tanıtımına) ve Ermeni yönetmen Atom Egoyan tarafından çekilen ‘Ararat’ filmidir. Film sinema eleştirmenleri tarafından ağır bir şekilde eleştirilmiştir. Ancak filmin propaganda yönü insanları filmi izlemeye çekmiştir.

Senaryonun en çarpıcı sahnesi, filmin içerisinde çekilecek bahsi geçen tarihi olayların kaynağının bir Ermeni ya da Türk değil, sözde tarafsız bir Amerikalı misyoner olduğudur. (Kantarcı, www.stradigma.com) Burada aslında çok önemli bir şey anlatılmaktadır. Bilindiği gibi Ermeni propagandasının en önemli ayağını üçüncü ülkeleri etkilemek ve yine onları bu sorunun içine çekmektir. Daha önce de bahsettiğimiz gibi duygusallık ön plana çıkartılmaya çalışılmaktadır. Burada asıl amaç; Ermeni Diasporası’nın en etkin olduğu ülkenin vatandaşları olan Amerikan vatandaşlarına sözde Ermeni soykırımını kendilerine yapılıyormuş gibi hissettirmektir.

Kimlik sorununun üçüncü ayağını ise; üçüncü ülke veya uluslar arası örgütler oluşturmaktadır. Bunlara göre; Ermeni tasarılarının herhangi bir maliyeti olmamakla birlikte, yararı çoktu. Çünkü politikacılar el kaldırıp bir tasarıyı oyladıkları zaman hem belli bir seçmen desteğini garanti ediyor, hem de Türkiye’ye karşı kullanılacak siyasal hatta ekonomik koz elde ediyorlardı. Olayın ekonomik boyutunu büyük şirketlerin pazarlıklarında veya devletlerin açtıkları ihalelerde görebilmekteyiz. Çünkü bu pazarlıkların değeri arttıkça araya bu şirketlerin bağlı bulundukları devletler girmekteydi. Türkiye’den ihale alabilmek için bu tasarıları (Ermeni tasarıları) o yıl geçirmemeye çaba harcamak, kimi şirketler için büyük bir bonservisti. (Oran, 2002, 234).

Page 316: 2011 yılı 1-2. sayılar

308

Ancak Ermeni tasarılarının siyasal boyutu daha önemlidir. Ermenistan dışındaki aktörlerin bu sorunu kullanması etik olarak aykırı görünmektedir. Özellikle uluslararası ilişkilerimizin büyük bir kısmını ilgilendiren ABD ve Avrupa Birliği’nin bu sorun üzerine bu kadar çok eğilmeleri ve sorunu, tek taraflı olarak, Türkiye üzerinde çözümleme çalışmaları karşılıklı ilişkileri gerginleştirmekte ve akıllarda soru işaretleri uyandırmaktadır. Geçmişte Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkım aşamasında kullanılan Ermeniler; günümüzde Türkiye’den uluslararası arenada faydalanmak ve tavizler koparmak amacıyla propaganda unsuru ön planda tutularak kullanılmaktadır.

Yürütülen propaganda faaliyetleri Türkiye’nin imajını zedelemektedir. Olayın gerçek boyutlarını bilmeyen hem Ermeni jenerasyonu hem de özellikle üçüncü ülke vatandaşları Türkiye’ye karşı kin duymakta ve/veya Türk insanından nefret etmektedir. Böyle bir görüntü Türkiye’nin uluslararası iletişimini karşısına çıkan her platformda zorlaştırmaktadır.

SONUÇ

Propagandanın günümüzde kullanılmadığı alan kalmamış gibidir. Dünyanın internet aracılığıyla ve bilgisayarın tuşları vasıtasıyla insanoğlunun elinin altına sığdığı bir dönemde propagandanın varlığını göz ardı etmek ve kayıtsız kalmak mümkün değildir. Çünkü insanoğlunun hizmetine sunulan her yeni teknoloji, insanların rahatını ön planda tutmaktan daha çok karşı tarafın insanlarını istismara yönelik olarak kullanılmaktadır. (Özsoy, 1998, 391) gerek iç politikada (özellikle seçim/kampanya dönemlerinde) gerekse de dış politikada davayı meşru hale getirme hedefinin ilk ayağını propaganda üstlenmektedir.

Propaganda “doğru” ya da “yanlış” gibi nesnel olmayan değer yargılarından bağımsız biçiminde ele alınmalıdır. Propagandanın “iyi” yada “kötü” olduğu tartışması genellikle psikolojik yönlendirme, beyin yıkama, yanlış bilgilendirme gibi olumsuz bağlamlarda gündeme getirilir. (Bektaş, 2002, s. 251) Ancak (özellikle) kültürel propagandanın, ülkenin tanıtımı, yeni değer yargılarının ön plana çıkartılması, yanlış anlamaların gündeme getirilerek düzeltilmesi gibi iyi yanları da bulunmaktadır.

Uluslararası sahnede saygın bir yere sahip olmak ve ulusal çıkarları etkili bir şekilde gerçekleştirecek dış politika yürütebilmek için, ulusal gücün bir bütün olarak geliştirilmesi gerekmektedir. Çünkü uluslararası arenada güç, hala en önemli faktördür. (Aktulga, 2003, 86-94) Bu gücü kullanma araçlarından biri de daha önce analizini yapmış olduğumuz propagandadır. ABD dışındaki aktörlerin askeri kuvvet kullanmaya korktuğu bir uluslararası arenada; propaganda her geçen gün önemini artıracak bir izlenim sunmaktadır.

Page 317: 2011 yılı 1-2. sayılar

309

YARARLANILAN KAYNAKLAR

KİTAPLAR

ANADOL, Cemal. (2002) Ermeni Dosyası, İstanbul: IQ Kültür-Sanat

ARI, Tayyar. (2000) Amerika’da Siyasal Yapı Lobiler ve Dış Politika, İstanbul: ALFA

AZİZ, Aysel. (2011) Siyasal İletişim, İstanbul: Nobel

BEKTAŞ, Arsev. (2002) Siyasi Propaganda, Tarihsel Evrimi ve Demokratik Toplumdaki Uygulamaları, İstanbul, Bağlam

CARR, Edward Hallett. (1996) Tarih Nedir? İstanbul: İletişim, çev Misket Gizem Gürtürk

ÇALIŞ, Şaban. (v.d) (2001) Türkiye’nin Dış Politika Gündemi, Ankara: Liberte,

DİNÇER, Müjde Ker. (1998) Lobicilik, İstanbul: ALFA

DOMENACH, Jean-Marie. (1995) Politika ve Propaganda, (İstanbul: Varlık, çev) Tahsin Yücel,

GÖNLÜBOL, Mehmet. (1993) Uluslararası Politika, İlkeler-kavramlar-Kurumlar”, Ankara: Atilla

HART, Liddell. (2000) II. Dünya Savaşı Tarihi Cilt I-II, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 2000 çev Kerim Bağrıaçık,

HİTLER, Adolf. (2001) Kavgam. Ankara: Gökçe (Çeviren Tuncar Tuğcu)

HİTLER, Adolf. (2001) Tek Kurtuluş Yolu. İstasnbul: Mavi (Çeviren İlhami KAYA)

İLTER, Erdal. (1994) Ermeni Propagandasının Kaynakları, Ankara: Türk Tarih Kurumu

İNAN, Kamuran. (1999). Dış Politika, İstanbul: Timaş

ORAN, Baskın. (2002) Türk Dış Politikası; Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar, Cilt II, İstanbul: İletişim

ÖZKAN, Zafer. (2001). Terörden Politikaya Ermeni Sorunu, İstanbul, Erofset

ÖZSOY, Osman. (1998) Propaganda ve Kamuoyu Oluşturma”, İstanbul: ALFA

SÖNMEZOĞLU, Faruk. (2000) Uluslararası İlişkiler Sözlüğü, İstanbul: DER

Page 318: 2011 yılı 1-2. sayılar

310

SÖNMEZOĞLU, Faruk. (2000) Uluslararası Politika ve Dış Politika Analizi, İstanbul: Filiz

TUNCER, Hüner. (1995) Eski ve Yeni Diplomasi, Ankara: Ümit

WEISSBERG, Roger (1988) Understanding American Government, First Edition, New York: Rondom House Inc.

DERGİLER

AKTULGA, Doğa, (2003) Ulusal güç ve Ulusal güvenlik Stratejisi Stratejik Analiz: Nisan 2003. 86-94

KANTARCI, Şenol. (2001) Ermeni Lobisi: ABD’de Ermeni Ermeni Diasporasının Oluşması ve Lobi Faaliyetleri, Ermeni Araştırmaları, sayı: 1, Bahar, 2001. 139-172

İNTERNET

Holokost-Ermeni İddiaları ve Gerçekler, www.diplomatikgozlem.com

İLTER, Erdal, www.yayim.meb.gov.tr. 12.05.2008

KANTARCI, Şenol. Ermeni Lobisi’nin Sanatsal Propagandası ‘Ararat’ın Anatomisi ve Türk dostu ABD’nin Türkiye’ye Jesti, www.stradigma.com

KÖNİ, Hasan, Ermeni Meselesi ve Türkiye’nin Uluslararası Konumu, Konferans, www.turkstudent.net

Page 319: 2011 yılı 1-2. sayılar

311

TARIMSAL FAALİYETLERİN MUHASEBELEŞTİRİLMESİNİN TÜRKİYE MUHASEBE STANDARDI-41 ÇERÇEVESİNDE İNCELENMESİ: BİR TARIM İŞLETMESİNDE ÖRNEK

UYGULAMA*

Hacı Arif TUNÇEZ**

ÖZET

Bu çalışma, tarımsal faaliyetlerin Türkiye Muhasebe Standardı 41 çerçevesinde muhasebeleştirilmesini ve örnek olay uygulamasını içermektedir. Tarım işletmelerinin envanter, değerleme, amortisman işlemleri ve tarım işletmelerinde vergilendirme incelenmiştir. Türkiye Muhasebe Standartları ve Türkiye Muhasebe Standardı 41 nolu Tarımsal Faaliyet Standardının tarihsel gelişimi açıklanmış ve daha sonra Türkiye Muhasebe Standardı 41 nolu Tarımsal Faaliyet Standardı ayrıntılı olarak incelenmiştir. Süt sığırcılığı faaliyetinde bulunan tarım işletmelerinde muhasebe işlemlerine yönelik yeni bir model önerisi geliştirilmiş ve Türkiye Muhasebe Standardı 41 kapsamında örnek bir uygulama yapılmıştır.

Anahtar Kelimeler: Tarımsal Faaliyet, Canlı Varlıklar, TMS 41.

EXAMİNATİON OF ACCOUNTİNG FOR AGRİCULTURAL ACTİVİTİES WİTHİN THE FRAMEWORK OF TURKİSH

ACCOUNTİNG STANDARD 41: A CASE STUDY İMPLEMENTATİON İN A AGRİCULTURAL ENTERPRİSE

ABSTRACT

This study, includes accounting for agricultural activities within the fromework of Turkish Accounting Standard 41 and a case implementation. Inventory, evaluating, depreciating operations of agricultural businesses and taxing of agricultural businesses have been examined. The historical background of Turkish Accounting Standard and Turkish Accounting Standard 41 Farm Accounting Standard are presented then Turkish Accounting Standard 41 Farm Accounting Standard are examined in detail. A new

* Bu makale danışmanlığını Prof. Dr. Raif PARLAKKAYA’nın yaptığı ve Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü tarafından kabul edilen “Tarımsal Faaliyetlerin Muhasebeleştirilmesinin Türkiye Muhasebe Standardı-41 Çerçevesinde İncelenmesi: Bir Tarım İşletmesinde Örnek Uygulama” başlıklı doktora tezinin özetidir. ** Öğretim Görevlisi Dr., Selçuk Üniversitesi, Akşehir Meslek Yüksekokulu

Page 320: 2011 yılı 1-2. sayılar

312

model which is intended for the agricultural businesses whichs run milk cattling activities is developed and Turkish Accounting Standard 41a sample practice is given.

Key Words: Agricultural activit, Biological Assets, TAS-41.

GİRİŞ

Tarım sektörü, ekonomik gelişmeye yaptığı katkılardan dolayı, gelişmekte olan ülkeler açısından ayrı bir öneme sahiptir. Ülke nüfusunun beslenmesi bakımından ise gelişmiş ülkeler açısından stratejik bir öneme sahiptir.

Dünya ülkeleri içerisinde Türkiye, tarımsal alanda geniş kullanım imkanlarına sahip olan bir ülke olarak, bu alanda yapmış olduğu çalışmalarını dünya standartlarına uygun olarak sürekli geliştirmektedir.

Tarımsal faaliyetlerin muhasebeleştirilmesi, işletmeler için önemli bir konuma gelmesi sonucunda bu alanda ulusal ve uluslararası düzenlemelerin yapılması zorunluluğu ortaya çıkmıştır.

Uluslararası Muhasebe Standartları Kurulu (UMSK), 2001 yılında “Uluslararası Muhasebe Standardı (UMS) 41, Tarım (IAS-41 Agricultere)” standardını yayınlamış ve 1 Ocak 2003 tarihinden itibaren yürürlüğe girmiştir.

Türkiye Muhasebe Standartları Kurulu (TMSK), tarımla ilgili olan 41 nolu muhasebe standardı 31.12.2005 tarihinden sonra başlayan hesap dönemleri için uygulanmak üzere ilk olarak 24.12.2006 tarih ve 26090 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanmıştır.

1. TARIM İŞLETMELERİ

Tarım Kanununa göre tarımsal işletme; üretim faktörlerini kullanarak; bitkisel ve/veya hayvansal ve/veya su ürünlerinin üretimi için tarımsal faaliyet yapan veya söz konusu tarımsal faaliyete ilave olarak işletme, depolama, muhafaza ve pazarlamaya yönelik faaliyetlerde bulunan işletmeyi ifade eder (Tarım Kanunu, m., 3).

Tarım işletmesi denildiği zaman, genel anlamda tarımsal üretim faaliyetinde bulunan ekonomik birimler anlaşılmaktadır. Tarımsal faaliyet ise, toprağı ve tohumu kullanarak bitkisel ve hayvansal üretimde bulunmak, elde edilen ürünleri tam ve yarı mamul şeklinde işlemek olarak tanımlanabilir. Bu tanıma göre, tarımsal faaliyet (Rehber vd, 1998; 139);

a) Bitkisel üretim

b) Hayvansal üretim

c) Tarım ürünleri teknolojisi olarak üç ana dala ayrılabilir.

Page 321: 2011 yılı 1-2. sayılar

313

2. TARIM İŞLETMELERİNDE MUHASEBE SİSTEMİ

Tarımsal faaliyet muhasebesi ise; tarım işletmelerinin faaliyetlerinden doğan finansal işlem ve olayları kaydeden, özetleyen, yorumlayan ve bunlardan yararlı sonuçlar çıkaran muhasebe dalı şeklinde tanımlanabilir (Aras, 1988; 2).

Mali nitelikli işlemlerin muhasebeleştirilmesinde kullanılan yöntemler, kayıt yöntemlerini oluşturur. Tutulacak defterler ise, kullanılan kayıt yöntemi ve muhasebe ile ilgili mevzuat tarafından belirlenir. Mali nitelikli işlemlerin muhasebede belli bir düzen ve sistematikle kayıt altına alınması gerekir. Diğer bir deyişle, mali nitelikli işlemler, muhasebe dili, teknik ve usulleri ile muhasebe defterlerine kaydedilir. Kayıtlar muhasebe belgelerine dayanılarak yapılır (Atabey vd, 2009; 79).

Mali işlemlerin kaydedilmesinde; tek taraflı (basit) kayıt yöntemi ve çift taraflı (muzaaf) kayıt yöntemi olmak üzere iki yöntem uygulanabilir (Sevilengül, 2000; 63). Genel olarak küçük ve orta büyüklükteki tarım işletmeleri işletme hesabı esasına yani tek taraflı kayıt yöntemine göre, büyük tarım işletmeleri ise bilanço esasına yani çift taraflı kayıt yöntemine göre muhasebe işlemlerini yapmaktadırlar.

3. TARIM İŞLETMELERİNDE ENVANTER

Envanter konusunda iki ayrı düzenlenmeden söz edebiliriz. Birincisi Türk Ticaret Kanunu (TTK) ve ikincisi ise Vergi Usul Kanunu (VUK)’dur.

TTK’ya göre envanter; saymak, ölçmek, tartmak değerlendirmek suretiyle, bilanço günündeki mevcutları, alacakları ve borçları kati bir şekilde ve müfredatlı olarak tespit etmektir. Mevcutlar, alacaklar ve borçlar işletmeye dahil iktisadi kıymetleri ifade eder (TTK., m., 73).

VUK’a göre envanter, bilanço günündeki mevcutları, alacakları ve borçları saymak, ölçmek, tartmak ve değerlemek suretiyle bir şekilde ve müfredatlı olarak tespit etmektir. Şu kadar ki, ticari teamüle göre tartılması, sayılması ve ölçülmesi mutat olmayan malların değerleri tahminen tespit olunur. Mevcutlar, alacaklar ve borçlar işletmeye dahil iktisadi kıymetleri ifade eder (VUK., m., 186).

Tarım işletmesinin sahip olduğu iktisadi varlıkları saymak, tartmak ve ölçmek suretiyle belirlemek ve VUK’nca belirlenen veya uygun değerleme yöntemleriyle değerleyerek tutarlarını saptamak şeklinde tanımlanabilecek olan envanter işlemleri iki aşamada gerçekleştirilmektedir. Envantere göre varlıkların öncelikle fiziki tespiti yapılmaktadır. Fiziki olarak miktarları ortaya konulan varlıkların değer (TL) olarak ifade edilmesi ise envanter işleminin ikinci aşamasını oluşturur (Çetin vd, 2007; 27).

Page 322: 2011 yılı 1-2. sayılar

314

4. TARIM İŞLETMELERİNDE DEĞERLEME

Tarım muhasebesi amaçlı olarak yapılacak bir değerlemeye nazaran ipotek, alım-satım, kamulaştırma ve vergilendirme gibi amaçlarla yapılacak değerlemeler belirli farklılıklar gösterebilir. Bu nedenle tarım muhasebesine yönelik olarak yapılan değerleme, objektif değere daha yakın olan kıymeti ifade etmekte olup envanter çıkarma amacıyla gerçekleştirilmektedir (Çetin vd, 2007; 33). Tarım muhasebesi açısından önem arz eden dört değerleme yöntemi bulunmaktadır (Aras, 1988; 58).

a) Piyasa Fiyatı Üzerinden Değerleme

b) Maliyet Bedeli Üzerinden Değerleme

c) Gelir Yöntemi Üzerinden Değerleme

d) İkame (Yeniden Üretim Değeri) Yöntemi Üzerinden Değerleme

5. TARIM İŞLETMELERİNDE AMORTİSMANLAR

İşletmenin faaliyetlerinde kullanılmak veya kiraya verilmek amacıyla satın alınan ya da imal edilen veya inşa edilen maddi duran varlıklar fiziksel ve fonksiyonel nedenlerle değer azalışına uğrarlar. Fiziksel nedenler; aşınma, yıpranma ve eskime gibi söz konusu varlıkların yararını ve değerini azaltırken etkenlerden oluşur. Fonksiyonel nedenler ise; maddi duran varlığın verdiği hizmeti daha kısa sürede, daha düşük ve/veya aynı maliyetle daha iyi kalitede yapabilecek yeni maddi duran varlıkların geliştirilmesi yani maddi duran varlığın demode olmasından oluşur. İşletme de varlıklardaki değer azalışları veya tüketimler (kullanımlar) bir maliyet unsuru ya da dönem gideri olarak kaydedilir (Atabey vd, 2009; 352).

Amortismana konu olan tarımsal (canlı) varlıklar, VUK’nda hayvan ve bitki olmak üzere iki grupta ele almıştır. VUK’nun 277’inci maddesine göre canlı hayvanlar maliyet bedelleri ile değerlemeye tabi tutulurlar. Maliyet bedellerinin bulunmaması durumun da maliyet bedeli yerine emsal bedelleri ile değerlemeye tabi tutulurlar. Bu bedel aynı zamanda söz konusu varlıkların amortismana tabi değeridir (Tokay vd, 2006; 17).

Canlı hayvan ve bitkilere ilişkin Maliye Bakanlığı 333 ve 339 nolu VUK Genel Tebliği ile sektörlere göre amortismana tabi varlıklar için faydalı ömürleri ve amortisman oranlarını belirlemiş ve listeler halinde yayınlamıştır.

Tarım, biyolojik canlı malların üretimi konusuyla uğraşır. Tarım işletmelerinde amortismana tabi varlıkları iki ana başlıkta açıklanabilir (Aras, 1988; 80-82).

a) Hayvan varlığında amortisman

b) Meyve bahçelerinde amortisman

Page 323: 2011 yılı 1-2. sayılar

315

5.1. Hayvan Varlığında Amortisman

Küçük ve büyükbaş hayvanlar genelde belli bir dönem (kısa dönem) yetiştirilip canlı veya kesilip et ve et ürünleri (sucuk, salam, sosis v.b.) olarak satmak veya devamlı bir şekilde ürününden (süt, yün gibi) yararlanmak amacıyla elde bulundurulurlar. Satış amacıyla elde bulundurulan canlı varlıkların bir faaliyet dönemi içinde elden çıkartılacağı kabul edildiğinden, dönen varlıklar içinde kayıt altına alınırlar. Bu nedenle satış amacıyla elde bulundurulan küçük ve büyükbaş hayvanlar amortismana tabi değildirler.

Ürünlerini devamlı hasat etmek amacıyla elde bulundurulan küçük ve büyükbaş hayvanlar ise, duran varlık niteliğindedir ve amortismana tabidir. Küçük ve büyükbaş hayvanların bir faaliyet döneminden daha uzun bir süre elde bulundurulmaları ve yararlı ömürlerinin sınırlı olması, bu varlıkların amortismana tabi tutulmasının nedeni olarak belirtebiliriz. Sınırlı yararlı ömre sahip küçük ve büyükbaş hayvanların, yararlı ömürleri boyunca değer kaybedecekleri (yıpranacakları, zamanla verimlerinin azalacağı) kabul edilmektedir. Dolayısıyla, işletmede yetiştirilen küçük ve büyükbaş hayvanlar, yetişme dönemi, boyunca amortismana tabi tutulmazlar, bu varlıklar ancak ürün vermeye başladıktan sonra amortismana tabi tutulabilirler.

5.2. Meyve Ağaçları ve Benzeri Plantasyonlarda Amortisman

Vergi mevzuatımıza göre, meyve bahçelerinde ağaç varlığı ile toprak varlığı maliyet bedeli üzerinden aktifleştirilip amortismana tabi tutulmalıdır. Meyve bahçelerinde amortisman ayırma zamanı, meyve bahçelerinin yapılmakta olan yatırımlar hesabından çıkarılıp, ilgili duran varlık hesabına alınması tarihinde başlayacaktır. Çünkü yetiştirilmeye başlayan bir meyve bahçesinde fidanlar, büyüyüp, olgunlaşıp meyve vermeye başlayıncaya kadar, bahçe henüz tesis aşamasında olduğundan, bu aşamada ağaçların yıpranması, aşınması veya değerinin düşmesi genelde mümkün değildir. Bu nedenle meyve ağaçlarının meyve vermeye başladıktan sonra aktife girdikleri ve amortismana tabi tutulabilecekleri kabul edilir (Deran, 2005; 163).

Meyvesiz ağaçlar, ekonomik olgunluk çağına erişince kesime tabi tutularak değerlendirilirler. Bu bakımdan meyvesiz ağaçlar için yaşlanma, yıpranma dolayısıyla amortismana tabi değildirler.

6. TARIM İŞLETMELERİNDE VERGİLENDİRME

Gayri safi milli hasılamız içerisinde tarım sektörünün payı ve nüfusumuzun halen önemli bir bölümünün bu sektörde bulunması, ülkemiz ekonomisi açısından söz konusu sektörün önemini ortaya koymaktadır. Günümüzde özellikle gelişmekte olan ülkelerde tarım hakim sektör durumundadır. Bu nedenle de tarım, ülke ekonomisinde önemli bir yere sahiptir. Gelişmekte olan

Page 324: 2011 yılı 1-2. sayılar

316

ülkelerden biri olan Türkiye’ye tarımın, ekonomi içerisindeki önemi son yıllarda nispi olarak azalmaktadır. Ancak tarım, nüfusunun büyük bir bölümünü istihdam eden sektör olması, milli gelire, dış ticarete, beslenmeye ve diğer sektörlere olan katkısıyla ekonomideki önemini sürdürmektedir. Bu nedenle tarım sektörünün vergilendirilmesi büyük bir önem taşımaktadır (Sönmez, 2006; 30).

Türkiye’de tarım kesiminin vergilendirilmesine ilişkin ilke ve esaslar 4369 sayılı yasa da yapılan değişiklikler uygulanmaktadır. GVK’nun 53’üncü maddesinde yapılan son değişikliğe göre çiftçiler tevkifat (stopaj) ve gerçek usul olmak üzere iki şekilde vergilendirileceklerdir.

7. TARIM İŞLETMELERİNDE DEVLET TEŞVİKLERİ

Teşvik, belirli ekonomik faaliyetlerin diğerlerine oranla daha fazla ve hızlı gelişmesini sağlamak amacıyla, kamu tarafından çeşitli yöntemlerle verilen maddi ve maddi olmayan destek, yardım ve özendirme olarak tanımlanabilir. Buna bağlı olarak, özel sektör tarafından teklif edilen fiyatlardan daha düşük düzeyde mal ve hizmetlerin tüketiciler tarafından satın alınmasına imkan veren veya üreticilerin gelirlerini bu müdahaleler olmadan kazanabilecekleri düzeyin daha üstüne yükselten devlet destekleri teşvik olarak tanımlanabilir (KÜÇÜKER, 2000; 136). Devlet teşvikleri kamu kaynaklarının, ülkenin gelişmesi bakımından daha yararlı olarak görülen sektörlere yönlendirilmesidir. Ülkelerin verdiği teşviklerle neleri amaçladığına bağlı olmakla birlikte, sonuçta ülkenin refah seviyesinin arttırılması hedeflenmektedir (Devlet Planlama Teşkilatı, 2002; 5).

14.08.1991 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanan 436 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile Hazine ve Dış Ticaret Müsteşarlığına bağlanarak Genel Müdürlük şeklinde örgütlenen teşvikler ile ilgili birimler, 09.12.1994 tarih ve 4059 sayılı Kanun ile ikiye ayrılarak ihracat ile ilgili birimler Dış Ticaret Müsteşarlığına aktarılmış, yatırımlarla ilgili birimler ise Teşvik ve Uygulama Genel Müdürlüğü adı altında Hazine Müsteşarlığı bünyesinde kalmıştır. Teşvik ve Uygulama Genel Müdürlüğünce verilen Yatırım Teşvik Belge (YTB)’leri beş ana grup altında toplanmıştır. Söz konusu ana sektörler tarım, madencilik, imalat, enerji ve hizmetlerden oluşmaktadır (Devlet Planlama Teşkilatı, 2000; 212).

Tarımsal ürünlere devlet teşviklerinin amaçları aşağıdaki gibi sıralanabilir (Dinler, 2000; 271):

a) Tarım ürünlerinin fiyatlarında istikrarı sağlamak,

b) Gelir seviyesini artırmak,

c) İstihdamı artırmak,

Page 325: 2011 yılı 1-2. sayılar

317

d) Verimliliği artırmak,

e) Tüketicilerin menfaatlerini korunmak.

8. TÜRKİYE MUHASEBE STANDARDI TARIMSAL FAALİYET (TMS 41)

TMSK’nun yayınladığı 41 adet muhasebe standardı bulunmaktadır. Tarımla ilgili olan 41 nolu muhasebe standardı 31.12.2005 tarihinden sonra başlayan hesap dönemleri için uygulanmak üzere ilk olarak 24.12.2006 tarih ve 26090 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanmıştır (Arzova vd, 2006; 139-140). Söz konusu standart, UMS’nda meydana gelen değişikliklere paralellik sağlamak amacıyla farklı tarihlerde yayınlanan tebliğlerle güncellenmiştir.

8.1. TMS 41 Standardının Amacı ve Kapsamı

Standardın amacı; tarımsal faaliyetlere ilişkin muhasebeleştirme yöntemlerini ve açıklamalarını belirlemektir. Standardın kapsamına, tarımsal faaliyetlerle ilgili aşağıdaki varlıkların muhasebeleştirilmesi girmektedir (TMS 41, m., 1):

a) Canlı varlıklar,

b) Hasat zamanındaki tarımsal ürünler,

c) Devlet teşvikleri.

Standart, tarımsal faaliyetlerin hasat noktasına kadar uygulanır. Hasat noktasından sonraki kısma ise ilgili standartlar uygulanır. Dolayısıyla tarım ürünlerinin hasat edilmesinden sonraki aşamalar, standardın kapsamına girmemektedir. Örneğin TMS 41, mandıra hayvanlarından elde edilen süt, tarımsal ürün olarak standardın kapsamına alınırken, ürünün işlenmesi sonucunda elde edilen ürünü yani sütün işlenmesinden elde edilen peyniri, yoğurdu standart kapsama almamaktadır. Tablo 14, TMS 41’in kapsamını göstermektedir (TMS 41, m., 4).

Tablo 1. TMS 41 Tarımsal Faaliyet Standardının Kapsamı

Canlı Varlıklar Tarımsal Faaliyetlerden Elde Edilen Ürünler

Hasattan Sonra İşlenme Sonucu Ortaya Çıkan Ürünler

Koyun Yün Yün ipliği, halı, kilim Kerestelik Ağaçlar Kütük Kereste

Bitkiler Pamuk İplik, kumaş Şeker pancarı Şeker

Mandıra Hayvanı Süt Peynir, yoğurt Sığır Gıda için kesilmiş sığır Sucuk, sosis, salam Çalılık Yaprak Çay, tütün Üzüm Bağları Üzüm Pekmez Meyve Ağaçları Toplanmış meyveler Meyve suyu

Page 326: 2011 yılı 1-2. sayılar

318

Tabloda birinci ve ikinci sütunda yer alan canlı varlıklar ve tarımsal faaliyetlerden elde edilen ürünler bu standardın kapsamında yer alırken, üçüncü sütunda yer alan hasattan sonra işlenme sonucu ortaya çıkan ürünler bu standardın kapsamı dışındadır.

8.2. TMS 41 Standardında Yer Alan Tanımlar

Standartta tanımlar iki ana başlık altında incelenmiştir. Bunlardan birincisi tarımla ilgili tanımlar, ikincisi ise genel tanımlardır.

8.2.1. Tarımla İlgili Özel Tanımlar

Tarımda kullanılan kavramlarla ilgili farklı kaynaklarda farklı açıklamalar yapılmaktadır. Fakat konumuz gereği muhasebeyi ilgilendiren ve muhasebe literatüründe yer alan tarımsal kavramları dikkate almamız uygun olacaktır. Bu bakımdan çalışmamızda TMS 41 Tarımsal Faaliyetlerde yer alan kavramlara yer verilecektir. Söz konusu kavramlar şunlardır:

Tarımsal Faaliyet: Satışa veya geri dönüştürülmeye konu canlı varlıkların tarımsal ürünlere veya farklı canlı varlıklara dönüştürülmesi ve hasat işlemlerinin bir işletme tarafından yönetilmesidir (TMS 41, m., 5).

Tarımsal faaliyet, geniş kapsamlı bir faaliyet grubunu kapsar. Örneğin; hayvan yetiştiriciliği, ormancılık, yıllık veya daha uzun süreli mahsul yetiştiriciliği, meyve bahçesi ve fidan ekiciliği, çiçekçilik ve su ürünleri yetiştiriciliği (balık çiftliği dahil) v.b. gibi. Bu çeşitlilik içerisinde belirli bazı ortak özellikler bulunmaktadır. Bunlar (TMS 41, m., 6):

a) Değişim Kapasitesi,

b) Değişimin Yönetilmesi,

c) Değişimin Ölçülmesi:

TMS 41 hükümlerinin uygulanması için bu üç kriterin yerine gelmesi gerekiyor. Fakat en belirleyici özellik tarımsal faaliyetlerin yönetilebilirliğidir. Yönetilemeyen bir faaliyet bu standart kapsamında tarımsal faaliyet sayılmaz. Örneğin, denizden avlanan balık bu standart kapsamında değilken, balık çiftliğinde yetiştirilen balık bu standart kapsamındadır (Örten vd., 2007; 608).

Canlı Varlık: Yaşayan hayvan ve bitkilerdir (TMS 41, m., 5). Canlı varlıklar tarımsal faaliyetin temel unsurlarıdır. Örneğin, mandıra hayvanları, meyve bahçesi ve bitkiler gibi.

Biyolojik Dönüşüm: Canlı varlıklarda niteliksel ve niceliksel değişime yol açan büyüme, bozulma, üreme ve döllenme sürecidir (TMS 41, m., 5). Bu sürece hayvanlardan süt ve yavru, bitkilerden meyve ve yaprak elde edilmesi örnek verilebilir.

Page 327: 2011 yılı 1-2. sayılar

319

Olgunlaşmış Canlı Varlıklar: Hasat edilebilir özellikler kazanmış (tüketilebilir canlı varlıklar) veya düzenli aralıklarla hasat edilebilmeleri mümkün olan varlıklardır (taşıyıcı canlı varlıklar) (TMS 41, m., 45).

Olgunlaşmamış Canlı Varlıklar: Tüketilebilir veya taşıyıcı canlı varlıkların henüz hasat edilecek aşamaya gelmemiş olanlarıdır.

8.2.2. Tarımla İlgili Genel Tanımlar

TMS 41’de bazı kavramların teknik anlamları vardır. Söz konusu kavramlar standartta aşağıdaki şekilde tanımlanmaktadır.

Aktif Piyasa: Piyasada işlem gören varlıkların homojen olduğu, her zaman alıcı ve satıcıların bulunduğu ve fiyatların kamuoyu tarafından öğrenilebilir olduğu piyasaları ifade etmektedir (TMS 41, m., 8). Tarımsal ürünlerin gerçeğe uygun değerini tespit etmek için hayvan pazarları, ürün borsaları, sebze halleri v.b. piyasalarda oluşan fiyatlar esas alınmaktadır. Canlı varlık veya tarımsal ürüne ilişkin mevcut konumu ve yeri itibariyle aktif bir piyasanın bulunması durumunda, bu piyasada açıklanmış olan fiyat, gerçeğe uygun değerin belirlenmesine uygun bir esas teşkil eder (TMS 41, m., 17).

Gerçeğe Uygun Değer: Karşılıklı pazarlık ortamında, bilgili ve istekli gruplar arasında bir varlığın el değiştirmesi ya da bir borcun ödenmesi durumunda ortaya çıkması gereken tutarı ifade etmektedir (TMS 41, m., 8). Bir varlığın gerçeğe uygun değeri, o varlığın mevcut durumundaki yeri ve durumuna bağlıdır. Dolayısıyla, gerçeğe uygun değer, canlı varlığın ilgili olduğu piyasadaki fiyatından, nakliye masraflarının ve söz konusu piyasaya getirilmesine ilişkin diğer maliyetlerin indirilmesi ile bulunur (TMS 41, m., 9).

8.3. Tekdüzen Hesap Planı’nın TMS 41 İle İlişkilendirilmesi

Ülkemizde muhasebe uygulamalarında kullanılan hesaplara bir standart getirmek amacıyla 1994 yılından itibaren Tekdüzen Hesap Planı (THP) kullanılmaya başlanmıştır. THP’na günümüze kadar olan süreçte ihtiyaçlar ölçüsünde hesap ve grup bazında eklemeler yapılmıştır. Ancak THP’nda canlı varlıklara özgü herhangi bir hesap bulunmamaktadır.

Canlı varlıklar, elde tutulduğu sürede değişime uğrama özelliğine sahip olması nedeniyle diğer dönen ve duran varlıklardan ayrılır. Canlı varlıklar kullanım amaçlarına göre sınıflandırılmalıdır. Örneğin, bir büyükbaş hayvan besiye alınmış ise dönen varlık grubunda yer alır veya sürüye katılacak ise duran varlık olarak değerlendirilir (Usul vd., 2010; 74). Bundan dolayı TMS 41 Tarımsal Faaliyetler Standardı’nın uygulamasını kolaylaştırmak amacıyla THP’nda canlı varlıklarda özel birer ayrı grup oluşturulması gerekmektedir.

Bu kapsamda Nalan Akdoğan ve Orhan Sevilengül tarafından yapılan “Türkiye Muhasebe Standartlarına Uyum İçin Tekdüzen Hesap Planında Yapılması

Page 328: 2011 yılı 1-2. sayılar

320

Gereken Değişiklikler” ve “Türkiye Muhasebe Standartları İle Uyumlu Tekdüzen Muhasebe Sistemi Uygulaması” adlı çalışmalarında canlı varlıklar için dönen varlık hesap sınıfında 16 CANLI VARLIKLAR, duran varlıklar hesap sınıfında ise, 21 CANLI VARLIKLAR hesap gruplarının oluşturulması önerilmiştir. Ayrıca canlı varlıklardaki değer değişikliklerinin muhasebeleştirilmesi için de 606 CANLI VARLIK DEĞERLEME FARKLARI hesabının kullanılması önerilmiştir.

8.3.1. Dönen Varlıklar Grubunda Canlı Varlıklar

Dönen varlıklar grubunda canlı varlıklar; en çok bir yıl içinde satılacak veya canlı olma niteliğini değiştirecek canlı hayvan ve bitkiler 16 CANLI VARLIKLAR (BİYOLOJİK VARLIKLAR) grubunda açılacak hesaplarda izlenebilir. Dönen varlık özelliğine sahip canlı varlıklar; bir değişim kapasitesine sahiptir ve değişimleri yönetilebilir ve ölçülebilir. Bu varlıklar, bir süre elde tutulup daha sonra da değerlendirilmeleri açısından stoklara benzemekle birlikte, elde tutulduğu süre içinde değişime uğrama özelliği nedeniyle stoklardan ayrılır. Canlı varlıklardan hasadı yapılan ürünler (yumurta, et ürünleri, meyveler v.b.) ile yaşamı sona erdirilen diğer canlı varlıklar bu grupta değil, 15 Stoklar grubundaki hesaplara alınarak izlenmelidir (Akdoğan vd., 2007; 45).

Önerilen bu hesap gruplarında yer verilen dönen varlık ve duran varlık hesapları şöyledir (Akdoğan vd., 2007; 46):

16 CANLI VARLIKLAR (BİYOLOJİK VARLIKLAR)

160 TARLA BİTKİLERİ

161 BAHÇE BİTKİLERİ

162 CANLI KÜMES HAYVANLARI

163 CANLI SU HAYVANLARI

164 CANLI BÜYÜKBAŞ HAYVANLAR

165 CANLI KÜÇÜKBAŞ HAYVANLAR

168 DİĞER CANLI VARLIKLAR

169 CANLI VARLIKLAR DEĞER DÜŞÜKLÜĞÜ KARŞILIĞI (-)

8.3.2. Duran Varlıklar Grubunda Canlı Varlıklar

Duran varlıklar grubunda canlı varlıklar; işletmede bir yıldan daha uzun süre kalacak olan canlı hayvan ve bitkiler 21 CANLI VARLIKLAR (BİYOLOJİK VARLIKLAR) grubunda açılacak hesaplarda izlenebilir.

Duran varlıklarda dönen varlık niteliğindeki canlı varlıklarda olduğu gibi, bir değişim kapasitesine sahip olmakla birlikte değişimleri yönetilebilir ve

Page 329: 2011 yılı 1-2. sayılar

321

ölçülebilir. Maddi yapıya sahip diğer duran varlıklar edinildikten sonra eskime, yıpranma v.b. gibi değişimler dışında nitelik değişikliğine uğramazlar. Canlı varlıklar ise niteliksel ve niceliksel olarak gerçek değeri açısından sürekli bir değişim sürecindedirler. Ayrıca maddi yapıya sahip diğer duran varlıkların esas olarak ekonomik ömrü sonucunda edinme değerine oranla önemsiz tutarlarla satılabilmesi söz konusu iken bir kısım canlı varlıklar uzun süre yetiştirilmek daha sonra da satılmak üzere elde edilirler ve belirli süre sonunda paraya çevrilirler. Duran varlık niteliğindeki canlı varlıkların taşıdığı özelliklerden dolayı THP’nda boş bulunan 21’inci grup kullanılabilir (AKDOĞAN vd., 2007; 273).

21 CANLI VARLIKLAR (BİYOLOJİK VARLIKLAR)

210 MEYVE AĞAÇLARI

211 MEYVE VERMEYEN AĞAÇLAR

212 CANLI BÜYÜKBAŞ HAYVANLAR

213 CANLI KÜÇÜKBAŞ HAYVANLAR

214 KÜMES HAYVANLARI

216 DİĞER CANLI VARLIKLAR

217 BİRİKMİŞ AMORTİSMANLAR VE DEĞER DÜŞÜKLÜĞÜ KARŞILIĞI (-)

219 YAPILMAKTA OLAN CANLI VARLIK YATIRIMLARI

8.3.3. Canlı Varlıklarda Değer Değişiklikleri

TMS 41’e göre canlı varlıklar gerçeğe uygun değerle, tarımsal ürünler ise hasat anında gerçeğe uygun değerle değerlendiği için değerleme sonucunda artış ve azalışlar meydana gelmektedir. TMS 41’e göre değerlemeden kaynaklanan artış veya azalışlar gelir tablosunda gösterilecektir. THP’nda bu ihtiyacı karşılayacak nitelikte özel bir hesap yoktur.

Canlı varlıklarda biyolojik dönüşüm neticesinde miktar bakımından meydana gelen değişiklikleri iki şekilde izlenebilir. Birinci şekilde, değer değişiklikleri Diğer Faaliyetlerden Olağan Gelir Ve Karlar/Diğer Faaliyetlerden Olağan Gider Ve Zararlar hesap grubunda izlenebilir. Ö. Faruk Demirkol “TMS 41 Kapsamında Seracılık Faaliyetlerinde Muhasebe Kayıt ve Sürecine İlişkin Genel Bir Değerlendirme” adlı çalışmasında söz konusu değer değişikliklerini “649 Diğer Faaliyetlerden Olağan Gelir Ve Karlar Hesabı”nın altında açılacak “Canlı Varlık Değer Artışları Hesabı”nda, değer azalışlarının ise “659 Diğer Faaliyetlerden Olağan Gider Ve Zararlar Hesabı”nın altında açılacak “Canlı Varlık Değer Azalışları Hesabı”nda, gösterilebileceğini belirtmektedir (DEMİRKOL, 2008b; 117).

Page 330: 2011 yılı 1-2. sayılar

322

İkinci şekil ise, değer değişikliklerinin “Brüt Satışlar” hesap grubunda izlenmesidir. Nalan Akdoğan ve Orhan Sevilengül tarafından önerilen bu şekilde; canlı varlıkların değer artışları, işletme için esas faaliyet konusunu oluşturan bir gelir olarak da kabul edilebilir. Bu durumda değer artışlarının esas olarak canlı varlık için yapılan harcamaya karşılık oluşturduğu göz önünde tutularak “60 BRÜT SATIŞLAR” grubunda değerleme farkları için “606 Canlı Varlık Değerleme Farkları” gibi bir hesap da açılabilir. Bu hesabın altında artış veya azalışlar için ayrı tali hesaplar açılabilir. Değer artış yada azalışları için bu grupta 2 ayrı hesabın açılması da düşünülebilir (AKDOĞAN vd., 2007; 200).

8.4. TMS 41’e Göre Tarımsal Faaliyetlerin Muhasebe İşlemleri

TMS 41’e göre tarımsal faaliyetlerin muhasebe işlemleri; canlı varlıkların aktifleştirilmesi ve değerlendirilmesi, canlı varlıklara ilişkin kar ve zararın raporlanması, amortisman işlemleri, tarımsal faaliyetlere ilişkin devlet teşviklerinin muhasebeleştirilmesi ve mali tablolarla birlikte sunulmayan bilgiler başlıkları altında ele alınacaktır.

8.4.1. Canlı Varlıkların Aktifleştirilmesi ve Değerlendirilmesi

Standarda göre; bir canlı varlığın aktifleştirilebilmesi için bazı kriterlerin sağlanmış olması gerekmektedir. İşletme, aşağıdaki koşulların gerçekleşmesi durumunda canlı bir varlığı veya tarımsal bir ürünü muhasebeleştirir (TMS 41, m., 10):

a) İşletmenin, söz konusu varlığı geçmiş olayların sonucu olarak kontrol etmekte olması,

b) Varlığa ilişkin gelecekteki ekonomik faydaların işletmeye aktarılmasının muhtemel olması,

c) Varlığın gerçeğe uygun değerinin veya maliyetinin güvenilir olarak ölçülebilmesi.

Tarımsal faaliyetler açısından örneğin, sığırın yasal mülkiyeti ve edinim, doğum veya sütten kesilme sırasında damgalanması veya işaretlenmesi, kontrolün bulunduğunun kanıtıdır. Gelecekte sağlayacağı faydalar normal olarak, önemli fiziksel özellikleri ölçülmek suretiyle değerlendirilir (TMS 41, m., 11). Canlı varlıklar ilke olarak gerçeğe uygun değer yaklaşımı esasına göre kayda alınır (Tokay vd., 2005; 19).

TMS 41’in canlı varlıkları gerçeğe uygun değerle finansal tablolarda gösterme amacı, biyolojik dönüşüm özelliğine sahip canlı varlıkların ve bunlarda meydana gelen değer değişikliklerinin finansal tablolarda gösterimini özellikli konuma taşımıştır (Demirkol, 2008b; 116). TMS 1 Finansal Tabloların Sunuluşu standardına göre canlı varlıkların bilançoda ayrı bir başlık altında raporlanması gerekmektedir.

Page 331: 2011 yılı 1-2. sayılar

323

8.4.1.1. Aktif Bir Piyasanın Olmaması Durumunda Gerçeğe Uygun Değerin Belirlenmesi

Aktif bir piyasanın bulunması durumunda piyasada oluşan değer, gerçeğe uygun değerdir. Fakat aktif bir piyasanın bulunmaması durumunda gerçeğe uygun değeri, aşağıdaki maddelerde yer alan hususları dikkate alarak belirlenmektedir (Demirkol, 2008a; 114-121):

a) İlk Muhasebeleştirme İle İlk Bilanço Dönemi Arasındaki Sürenin Biyolojik Dönüşüm Açısından Önemine Göre Değerleme: İlk muhasebeleştirme sürecinden sonra gerçeğe uygun değer için önemli bir süreç olan ilk bilanço dönemi gelmektedir. İlk muhasebeleştirme ile ilk bilanço dönemi arasındaki süre, işletmenin kullandığı finansal tablonun düzenleme sıklığına göre değişiklik gösterir. Bu noktada önemli olan husus, aradan geçen süre içerisinde canlı varlığın fiziki durumunda meydana gelen değişimdir.

b) Piyasa Fiyatına Göre Değerleme: Aktif bir piyasanın bulunmaması durumunda işletme, canlı varlıklarla ilgili işlem tarihi ile raporlama dönemi sonu arasında ekonomik koşullarda önemli bir değişiklik olmaması kaydıyla, en son piyasa işlem fiyatını, farklılıkları yansıtan düzeltmelerin yapıldığı, benzer varlıkların piyasa fiyatlarını ve sektördeki ortalama bilgilerinden bir veya daha fazlasına ulaşmaya çalışarak bunlar arasından en uygununu gerçeğe uygun değer olarak belirlemelidir (TMS 41, m., 18).

c) Net Nakit Akışları Yöntemine Göre Değerleme: Bazı durumlarda canlı bir varlığın mevcut durumu açısından piyasada oluşmuş bir fiyat veya değer bulunmayabilir. Bu durumda işletme, gerçeğe uygun değerin tespitinde, ilgili varlıktan elde edilmesi beklenen net nakit akışlarının piyasada oluşan cari iskonto oranı ile iskonto edilmeleri sonucunda bulunacak bugünkü değerler kullanılmalıdır (TMS 41, m., 20).

8.4.2. Canlı Varlıklara İlişkin Amortisman İşlemleri

Standart canlı varlıklara ve bitkilere ilişkin amortisman işlemlerinde değerleme yaklaşımını benimsemiştir. Bunun nedeni, TMS 41’de ilke olarak, canlı varlıkların gerçeğe uygun değerle değerlemeye tabi tutulmasını benimsemiş olmasıdır. Bu yaklaşıma göre; canlı varlıkların dönem başı ile dönem sonu arasındaki değer azalışları, doğrudan zarar olarak gelir tablosuna yansıtılmalıdır.

Canlı varlıklar ve bitkiler ilk defa muhasebeleştirilirken maliyet bedeli ile değerlemeye tabi tutulmuş ise, amortisman tabi değer maliyet bedeli olmaktadır. İlk defa muhasebeleştirme sırasında ve sonraki değerleme dönemlerinde canlı varlıkların ve tarımsal ürünlerin gerçeğe uygun değerleri kullanılmış ise, amortismana tabi değer, bu varlıkların gerçeğe uygun değeri olmaktadır.

Page 332: 2011 yılı 1-2. sayılar

324

Tarım işletmelerinde amortisman uygulamasını hayvan varlığında amortisman ve meyve bahçelerinde amortisman şeklinde 2 başlıkta inceleyebiliriz:

a) Hayvan Varlığında Amortisman: Ürün vermeye başlamamış damızlık küçük ve büyükbaş hayvanların amortismana tabi tutulmaları söz konusu değildir. Küçük ve büyükbaş hayvanlar, ürün vermeye başlamaları ile kasaplık hale gelmeleri arasında geçen sürede amortisman işlemine tabi tutulmalıdır. Besi amacıyla satın alınan küçük ve büyükbaş hayvanlar ise, alım-satım amacıyla satın alındığı ve ürününden yararlanmak amacı olmadığı için, bir yıldan daha uzun süre işletmede kalsalar dahi amortismana tabi değildirler.

b) Meyve Bahçelerinde Amortisman: Meyve bahçelerinde ağaçların normal verim çağına ulaştıkları yıldan itibaren kesim çağına kadar geçen süre içerisinde amortismana tabi tutulması gerekmektedir.

TMS 41’de küçük ve büyükbaş hayvanlar gerçeğe uygun değer ile değerlemeye tabi tutulduğu için amortisman süresi ve amortisman oranı belli değildir. Dolayısıyla, küçük ve büyükbaş hayvanlarda amortisman süresini ve amortisman oranını işletme kendisi serbest bir şekilde belirleyebilmektedir. Amortisman oranı her yıl piyasa şartlarına göre canlı varlıkların değerinde meydana gelen azalmaya göre kendiliğinden ortaya çıkar (Özulucan, 2008; 169).

8.4.3. Tarımsal Faaliyetlere İlişkin Devlet Teşviklerinin Muhasebeleştirilmesi

Standart devlet teşviklerini; gerçeğe uygun değer ile değerlendirilmiş canlı varlıklara ilişkin devlet teşvikleri ve maliyet değeri ile değerlendirilmiş canlı varlıklara ilişkin devlet teşvikleri şeklinde sınıflandırmış ve bu teşviklerin muhasebe işlemlerini açıklamıştır.

8.4.3.1. Gerçeğe Uygun Değerle Değerlemeye Tabi Tutulmuş Canlı Varlıklara İlişkin Devlet Teşvikleri

Gerçeğe uygun değerle değerlemeye tabi tutulmuş canlı varlıklara ilişkin devlet teşviklerinin muhasebe işlemleri, devlet teşviklerinin koşullu olup olmamasına göre ikiye ayrılmıştır.

Bu standarda göre, gerçeğe uygun değerinden satış maliyeti düşülmek suretiyle ölçülen canlı varlıklara ilişkin koşulsuz olarak yapılan devlet teşvikleri, söz konusu teşviklerin sadece alacak haline gelmeleri durumunda gelir olarak muhasebeleştirilir (TMS 41, m., 34).

Koşullu devlet teşviklerinin muhasebeleştirilmesi ise; gerçeğe uygun değerden satış maliyeti düşülmek suretiyle ölçülen canlı varlıklara ilişkin devlet teşvikleri, ilgili işletmenin belirli tarımsal faaliyetlerde bulunulmaması da dahil

Page 333: 2011 yılı 1-2. sayılar

325

olmak üzere, şartlı olarak verilmiş olmaları durumunda, sadece ilgili devlet teşvikine ilişkin koşullar karşılandığında gelir olarak muhasebeleştirilir (TMS 41, m.,35).

8.4.3.2.Maliyet Değeriyle Değerlemeye Tabi Tutulmuş Canlı Varlıklara İlişkin Devlet Teşvikleri

Devlet teşvikleri maliyet değeri ile değerlenmiş canlı varlıklarla ilgili olduğundan, herhangi bir devlet teşvikinin, maliyetinden birikmiş amortisman ve birikmiş değer düşüklüğü karşılıklarının düşülmesi suretiyle ölçülmüş canlı bir varlığa ilişkin olması durumunda (bakınız: madde 30); “TMS 20 Devlet Teşviklerinin Muhasebeleştirilmesi ve Devlet Yardımlarının Açıklanması” Standardı uygulanır (TMS 41, m., 37).

Gerçeğe uygun değerleri ile izlenen parasal olmayan devlet teşvikleri de dahil olmak üzere tüm devlet teşvikleri, aşağıdaki şartlar gerçekleştikten sonra devlet teşviklerinin gelir olarak kayıtlanması gerekir (TMS 20, m., 7):

a) İşletmenin devlet teşvikleri ile ilgili koşulları yerine getirmesi,

b) Teşvikin işletme tarafından elde edilmesi.

SONUÇ

Ülke ekonomilerinin vazgeçilmez sektörlerinden biri olan tarım; az gelişmiş, gelişmekte olan ve gelişmiş ülkeler için stratejik öneme sahiptir. Bunun için tarım sektörü devletler tarafından her zaman çeşitli şekillerde desteklenmektedir.

Tarımsal faaliyetlerinin konusunu canlı varlıkların oluşturması, tarımsal faaliyet muhasebesinde biyolojik dönüşüm, değerleme, amortisman ve maliyet hesaplamalarını özellikli konuma taşımaktadır. TMS 41’de yer alan gerçeğe uygun değer kavramı ve oluşan değerleme farklarının THP’nda yer alan mevcut hesaplarla kullanımının standardın özünü yansıtmayacağı görüşüne varılmış, üçüncü bölümde THP ile TMS 41’in uyumlaştırılması sağlanmıştır.

Tekdüzen Hesap Planı (THP)’nda canlı varlıklar için ayrılmış bir grup bulunmamaktadır. Tarımsal faaliyetle ilgili TMS 41’e göre canlı varlık kalemleri mali tablolarda mevcut THP’daki gibi Demirbaşlar veya Diğer Maddi Duran Varlıklar hesabının alt kalemi olarak değil de yeni gruplarda gösterilmelidir. Uluslararası muhasebe standartlarına uyum çerçevesinde boş bulunan dönen varlık özelliği taşıyan canlı varlıklar için 16. grup, duran varlık özelliği taşıyan canlı varlıklar için 21. grup bu amaçla kullanılabilir.

TMS 41’e göre gerçeğe uygun değerin belirleneceği yer aktif piyasalardır. Büyükbaş hayvancılık işletmelerinde, ağırlık artması ve çağ değişimi yani

Page 334: 2011 yılı 1-2. sayılar

326

hayvanların büyümesi önemli bir konudur. Mevcut vergi yasaları ve muhasebe uygulamaları açısından bunlardaki ağırlık artışı ve çağ değişimin muhasebeleştirilmesi sözkonusu değildir. Çünkü bunlar tarihi maliyete göre muhasebeleştirilmektedir. TMS 41 açısından ise, canlı hayvanlardaki ağırlık artışı ve çağ değişimi muhasebeleştirilmelidir. Dolayısıyla bu artış işletmenin geliridir ve dönemin gelir tablosuna yansıtılmasıdır. Sözkonusu fiziksel değişimden ve fiyat artışından kaynaklanan değer artışı da ayrı ayrı raporlama konusu yapılmalıdır.

Yeni TTK’nun yasalaşması ve muhasebe ile ilgili tüm işlemler için muhasebe/finansal raporlama standartlarını adres göstermesi de göz önüne alındığında, THP’nda diğer muhasebe/finansal raporlama standartları ve bu arada TMS 41 ile getirilen düzenlemelere uygun değişikliklerin yapılması sonucunda, finansal raporlamada tek düzenlik sağlanmış olacaktır.

Sonuç olarak, canlı varlıkların TMS 41’e göre değerlemeleri ile bu varlıkların biyolojik dönüşümlerinden kaynaklanan büyüme, bozulma, üreme ve yaşlanma gibi değerlerini etkileyen değişimler dikkate alınarak mali tabloların güvenilirliği artırılmış olur.

YARARLANILAN KAYNAKLAR

KİTAPLAR

AKDOĞAN, Nalan vd. (2007). Türkiye Muhasebe Standartları İle Uyumlu Tekdüzen Muhasebe Sistemi Uygulaması, Ankara: Gazi Kitabevi.

ARAS, Ali. (1988). Tarım Muhasebesi, İzmir: Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi Yayınları Yayın No:486.

ATABEY, N. Ata vd. (2009). Genel Muhasebe Dönem Sonu Muhasebe İşlemleri. Konya: Atlas Kitabevi.

ÇETİN, Bahattin vd. (2007). Tarım Muhasebesi (Uygulamalı Örneklerle). Ankara: Nobel Yayın Dağıtım.

DERAN, Ali. (2005). Meyve Bahçelerinde Maliyetlerin Muhasebe Kuramı Çerçevesinde Hesaplanması ve Uygulamaları. (G. Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü Basılmamış Doktora Tezi).

Devlet Planlama Teşkilatı. (2002). Devlet Yardımları Uygulamasının Maliyeti ve Ekonomik Göstergelerle Mukayesesi, Ankara: DPT Yayınları.

Devlet Planlama Teşkilatı (2000). Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planı, Bölgesel Gelişme Özel İhtisas Komisyonu Raporu. Ankara: DPT Yayınları.

DİNLER, Zeynel. (2000). Tarım Ekonomisi, Bursa: Ekin Kitabevi Yayınları.

Page 335: 2011 yılı 1-2. sayılar

327

ERDAMAR, Cengiz. (1985). Tarım İşletmelerinde Muhasebe Düzeni, İstanbul: İstanbul Üniversitesi Yayını, Yayın No: 3343.

KÜÇÜKER, Celal. (2000). Teşvik Teorisi: Ekonomik Argümanlar ve Endüstri Politikaları, Ekonomik Gelişme ve Teşvikler. Ankara: Türkiye Ekonomi Kurumu Yayını.

ÖRTEN, Remzi vd. (2007). Türkiye Muhasebe-Finansal Raporlama Standartları (TMS-TFRS). Ankara: Gazi Kitabevi.

REHBER, Erkan vd. (1998). Tarım Ekonomisi. Bursa: Uludağ Üniversitesi Güçlendirme Vakfı Yayın No: 134.

SEVİLENGÜL, Orhan. (2000). Genel Muhasebe. Ankara: Gazi Kitabevi.

SÖNMEZ, Feriştah. (2006). Tarımsal Faaliyetlerin Muhasebeleştirilmesi. İzmir: Altın Nokta.

DERGİLER

AKDOĞAN, Nalan vd. (2007). Türkiye Muhasebe Standartlarına Uyum İçin Tekdüzen Hesap Planında Yapılması Gereken Değişiklikler. İSMMMO Mali Çözüm Dergisi. Sayı: 84. S: (29-60)

ARZOVA, Burak vd. (2006). Türkiye Muhasebe Standartlarında Gerçeğe Uygun Değer Yaklaşımı ve TMS 41 Çerçevesinde Canlı Varlıkların Gerçeğe Uygun Değerlerinin Belirlenmesi. Vergi Sorunları Dergisi. Sayı: 216, S: (138-149)

DEMİRKOL, Ö. Faruk. (2008a). Canlı Varlıkların Gerçeğe Uygun Değerini Belirleme Hiyerarşisi. ASMMMO Muhasebe ve Vergi Uygulamaları Dergisi. Sayı: 2, S: (113-124).

DEMİRKOL, Ö. Faruk. (2008b). TMS 41 Kapsamında Seracılık Faaliyetlerinde Muhasebe Kayıt Sürecine İlişkin Genel Bir Değerlendirme. ASMMMO Muhasebe ve Vergi Uygulamaları Dergisi, Sayı: 1. S: (115-121)

ÖZULUCAN, Abitter, (2008). Vergi Usul Kanunu ve Tarımsal Faaliyetler Standartı Çerçevesinde Devamlı Olarak Ürününden Yararlanmak Amacıyla Edinilen Küçük ve Büyükbaş Hayvanların Amortisman İşlemleri ve Muhasebeleştirilmesi. Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Meslek Yüksekokulu Dergisi. Sayı: 1-2, S: (157-182)

TOKAY, S. Hüseyin vd. (2006). Tarımsal Faaliyetlerin Muhasebeleştirilmesinde Türk Vergi Mevzuatı ile Sermaye Piyasası Kurulu Tarafından Getirilen Düzenlemelerin Karşılaştırılması-II. Yaklaşım Dergisi, Sayı: 158. S: (14-23)

TOKAY, S. Hüseyin vd. (2005). Uluslararası Muhasebe ve Finansal Raporlama Standartlarında Gerçeğe Uygun Değer Yaklaşımı ve Muhasebe

Page 336: 2011 yılı 1-2. sayılar

328

Uygulamalarına Etkisi. XXIV Türkiye Muhasebe Eğitimi Sempozyumu, Muğla Üniversitesi.

USUL, Hayrettin vd, (2010). TMS 41’e Göre Büyükbaş Hayvancılık Faaliyetlerinin Muhasebeleştirilmesi ve Değerlendirilmesi. Muhasebe ve Denetime Bakış Dergisi. Sayı: 31. S: (65-76)

KANUN VE STANDARTLARLAR

Tarım Kanunu.

Türkiye Muhasebe Standartları.

Türk Ticaret Kanunu.

Vergi Usul Kanunu.

Page 337: 2011 yılı 1-2. sayılar

329

TERÖRİZMDE YENİ MİLAD: 11 EYLÜL 2001

Metehan TEMİZEL*

ÖZET

Bu çalışma küreselleşme çağında hızla şekil değiştiren devletlerarası güç mücadelesinin yeni ve güçlü aktörü “uluslararası terörizm”i asimetrik savaşın miladı olarak kabul edilen 11 Eylül ve sonrası ile değerlendirebilmek amacıyla yapılmıştır. Çalışmada; terör örgütlerinin küreselleşme sürecine, asimetrik savaş döneminin miladı olarak sunulan 11 Eylül’ün getirdiklerine, terörün hem devlet hem de illegal güçlerce bir strateji olarak seçilme nedenlerine, 11 Eylül sonrası medyada tek merkezli dönemin çöküşüne, devletlerarası güç mücadelesinde yeni yol olarak kabul edilen uluslararası terörizmin ve terör örgütlerinin geleceğine değinilmiştir.

Anahtar Kelimeler: Terörizm, 11 Eylül, Asimetrik Savaş

THE NEW TURNING POINT IN TERRORISM: THE SEPTEMBER 11

ABSTRACT

This study has been done on the purpose of evaluating the “international terrorism” which is the new and the powerfull actor of the interstate power struggle that has changed shape quickly in the globalization era, with the September 11 which is accepted as the turning point of asymmetrical war and with the period after it. In the study;the globalization process of terrorist organizations, the results of the September 11 which is the turning point of asymmetrical war, the reasons which the terror is choosen as a strategy by illegal powers and the states, the collapse of centric period in mass media after the September 11, the future of international terrorism and terrorist organizations which are accepted as a new way in the interstate power struggle have been mentioned.

Key Words: Terror, The September 11, Asymmetrical War

* Öğretim Görevlisi, Selçuk Üniversitesi, Sosyal Bilimler Meslek Yüksekokulu

Bu çalışma Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Kamu Yönetimi A.B.D. Siyaset ve Sosyal Bilimler Bilim Dalı’nda yapılmış “Terörizmin İdeolojik Temelleri ve 11 Eylül Sonrası Terörizm” isimli Yüksek Lisans Tez çalışmasından çıkmıştır.

Page 338: 2011 yılı 1-2. sayılar

330

GİRİŞ

Dünyanın dört bir yanında yaşayan insanlar, küresel iletişim zinciri vasıtasıyla birbirlerinden haberdar hale gelerek, aynı ekosistemin parçaları oldular. Bu şekilde gerçekleştirilen bir terör eylemi bile tüm dünya çapında etki yaratır hale geldi. Yaşanan dehşet “küresel köy halkı” tarafından ortaklaşa paylaşılmaya başlandı. Kısacası “bir tek ağacı kes tüm orman yıkılsın” mantalitesi bu döneme damgasını vurdu. Oysa 20. yüzyılın büyük savaşları, diktatör rejimlerin insanlık dışı uygulamaları bile küresel bazda böylesine bir toplu psikolojik çöküntü yaratamamıştı. Çünkü o dönemde ateş çoğunlukla düştüğü yeri yakıyor, gözden ırak olanlardan hisler de ırak oluyordu.

Amerika'da yaşanan terörist saldırılar, küresel dünya sisteminin bugüne kadar yaşadığı en büyük trajedidir. Küreselleşmenin insanlığı nasıl ilgilendireceği sorusuna verilecek en beklenmedik, en dramatik cevap bu olmuştur. Bu saldırı yağmuru, etkisi Amerika ile sınırlı kalmayan ve bütün dünyayı aynı oranda ilgilendiren; sadece New York 'ta, Washington' da değil bütün dünya merkezlerinde aynı şiddetle hissedilen küresel bir terör olmuştur. ABD'ye yapılan bu terör saldırısı, dünya düzenini değiştiren son dönüm noktası olarak sayılan Berlin Duvarı'nın yıkılışından sonra muhakkak ki 21. Yüzyıl dünyasına yön verecek en önemli etken niteliği taşıyacaktır (Kara Harp Okulu).

Küreselleşmenin önemli bir sonucu da hiç şüphesiz terörizmin yaygınlaşması başka deyişle terörizmin küreselleşmesidir. Gerek ulus-devletlere karşı özerklik taşıyan alt kültür gruplarının terörist saldırıları, gerekse gittikçe yaygınlaşan ve bireysel olarak kullanılabilen teknolojik silah imkânları (canlı bombalar, silaha dönüştürülen uçaklar ve başka metotlar vs.) terörizmi gitgide yaygınlaştırmaktadır (Kongar, 2002: 31). Kendilerine karşı terörist yöntemler kullanılan ulus-devletler de kendilerini korumak için aynı yöntemlere başvurdukça bir anlamda terörizm küreselleşmektedir. Kısaca terör, küresel dengelerin yeniden belirlenmesi aşamasında başlatıcı rol oynayarak, siyasal operasyonlara elverişli zemin hazırlamakta ve kullanılacak şiddeti meşrulaştırmaktadır. Bu noktada hem bireysel terör hem de devlet terörü birbirini destekleyip güçlendiren bir sarmal halinde tırmanmaktadır.

Gerek finans kaynakları, gerekse insan kaynakları bakımından terör örgütleri ve eylemleri de, artık küreselleşmiş durumdadır. Tek süper güç olarak sermayenin küreselleşmesi ve buna dayalı yeni siyasal dünya düzenine öncülük eden ABD'nin karşılaştığı direnç unsurlarından biri olarak terör de artık küresel niteliklidir (Dinçyürek, 2004: 390). Nükleer bilginin teröristlerin elinde olduğu gerçeğinden hareketle ve nükleer bir bomba yapabilmenin çok da zor olmadığının bilinciyle şunu da söylemek gerekir ki; 21. yüzyıl gerçekten bir süper terör çağı olma yolunda gidiyor ve buna küresel düzeyde hazırlıklı olmak da gerekiyor (Arıboğan, 2002: 231).

Page 339: 2011 yılı 1-2. sayılar

331

1. TERÖR ÖRGÜTLERİNİN KÜRESELLEŞME SÜRECİ İnternet, küresel ölçekli uydular ve mobil iletişim sistemleri sayesinde bugün küçük bir terörist grup, büyük devletler hariç, çoğu ülkeden daha fazla komuta, kontrol, iletişim ve istihbarat imkânına sahip durumdadır (Reeve, 2001: 360). Küreselleşmenin en önemli unsurlarından biri olan iletişim ve ulaşım kolaylıkları, aniden bir grup teröristin elinde yıkıcı ve öldürücü silahlara dönüş-müştür. Şu an El Kaide militanlarının arasında dünyanın her yanından Müslümanlar olduğu gibi sistem karşıtı farklı dinlere mensup üyelerin de var olduğu rapor edilmiş durumdadır. Kısacası terör örgütleri de artık küreselleşmektedir (Arıboğan, 2003: 200). Bunun adı da “büyük dönüşüm” olarak konmuştur. Neredeyse bu dönemde değişmeyen hiçbir şey kalmamıştır. Başkan Bush’un, 22 Eylül 2001’de yaptığı bir konuşmada hedefin, “küresel erişimi olan terörist gruplar” ve “terörizmi hala desteklemekte olan ülkeler” olduğunu söyleyerek düşmanı daha net bir şekilde tanımlamaya çalışması da 11 Eylül sonrası oluşan yeni dönemin algılanış mantığını sergilemektedir.

Sonuçta küresel düşünebilen ve örgütlenen, yerel hedeflere yönelen, Soğuk Savaş'a göre mutasyona uğramış, esnek yapıda örgütlenmiş, hızla karar alıp uygulayabilen az maliyetli örgütler ile karşı karşıya bulunmaktayız. Bu noktada, küresel sisteme, teknolojik dönüşüme ve siyasal etnik anlaşmazlıklardan yola çıkarak buna uygun davranabilen ve kendini dönüştürme yeteneğindeki teröristlere karşı mücadele sorumluluğu olanların da, benzer hızla ve fonksiyonel olarak kendilerini dönüştürebildiklerini söylemek oldukça zordur (Özcan, 2004).

2. POST MODERN SAVAŞIN MİLADI 11 EYLÜL: ASİMETRİK SAVAŞ DÖNEMİ

ABD'nin karşı karşıya kaldığı saldırı terörün yeni kimliği konusundaki tartışmaları da beraberinde getirmiştir Amerika'da Georgetown Üniversitesinin CIA için hazırladığı raporda teknolojiye dikkat çekilerek ''Asimetrik tehdit'' kavramından söz edilmektedir. Amerikan gizli servisi CIA'nin Georgetown Üniversitesine hazırlattığı ''Küresel trendler 2015'' başlıklı rapor, yakın gelecekte dünyadaki, çatışmaların nasıl ve neden çıkacağını ilginç saptamalarla ortaya koymaktadır. Raporun ''Geleceğin Çatışmaları''bölümünde bir kavramın özellikle altı çizilmektedir. “Asimetrik Tehdit”. Bu kavramın anlamı ise ''tehdit doğrudan herhangi bir devletten gelmeyebilir.” şeklinde ortaya konmaktadır (Kara Harp Okulu).

11 Eylül saldırılarını gerçekleştirenlerin kimlikleri ve amaçları hakkında değişik görüşler bulunsa da burada asıl önemli olan konu, bu eylemlerin sıradan terörist saldırılar olmadığıdır. Gerek saldırıların kapsamı ve gerekse eşgüdümün gerektirdiği ayrıntılı planlama ile bu eylemler, uluslararası ilişkilerde artık

Page 340: 2011 yılı 1-2. sayılar

332

stratejilerin değiştiğine işaret etmektedir. Bu değişimin en önemli göstergesi, uluslararası terörizm konusunda da incelenen asimetrik savaş yöntemlerinin önemli bir strateji haline gelmiş olmasıdır. Bu savaş yöntemine “gri savaş” denmesi de mümkündür çünkü bu savaşta, savaşanları siyah ve beyaz olarak kesin bir şekilde birbirinden ayırmak mümkün değildir (Akgün, 2003).

ABD’de bir savunma yetkilisi, “bir zamanlar savaşı kaybetmekten korkardık, ancak şimdi büyük bir üstünlükle kazanmaktan korkuyoruz” derken aslında bu güç farklılıklarının ve klasik anlamdaki askeri zaferlerin asimetrik stratejilere yol açabileceğini belirtmektedir. Bu gibi durumlarda hem askeri hem de sivil hedeflerin terörist saldırılara karşı savunmasız olduğu açıktır. Bu tür savaşlar, ilan edilmemiş savaşlar olarak da görülebilir, çünkü ortada kendisine karşı savaş ilan edebilecek somut bir muhatap yoktur. Taraflardan biri somut hedeflere sahipken diğeri bu tür açık bir hedefe sahip değildir. Saldırının nereden, ne zaman ve hangi hedeflere yönelik olarak geleceği bilinemediği için savunma da olanaksız hale gelmektedir. Bu tür stratejilere karşı savunma güçlüklerine değinen emekli bir Federal Havacılık Örgütü (Federal Aviation Agency–FAA) yetkilisi, “düşman havayolları” diye bir kategori bulunmadığını, dolayısıyla yapılan saldırının beklenmedik ve önlenmesinin çok zor olduğunu söylemektedir (Özdemir, Haluk).

Asimetrik tehdit ve savaş kavramları, uluslararası ilişkilerdeki aktör çeşitlenmesinin, savaş gibi yalnızca devletler tarafından yürütülen alanları da etkilemesi ile ilişkilidir. Farklı aktörler arasındaki gerilimlerin çatışmaya dönüştüğü durumlarda, askeri ve siyasal güç dengesizliklerinin farklı mücadele stratejileri olarak ortaya çıkması doğaldır. İşte asimetrik savaş teriminin dile getirdiği durum, aralarında güç farklılıklarının yanı sıra yapısal ve yöntemsel farklılıklar bulunan aktörler arasındaki mücadelelerdir (Özdemir, Haluk). Asimetrik savaş stratejisinin önemli bir özelliği de taraflardan biri bu savaşı ordularıyla yürütürken diğerinin böyle bir orduya sahip olmaması ve taraflardan biri (devlet) uluslararası hukukun genel kural ve ilkeleri ile bağlıyken diğerinin (terörist grup) hiçbir kural veya ilke ile bağlı olmamasıdır.

Şiddetin devletlerle örgütler arasında asimetrik kullanımı, devlerle cücelerin küresel çarpışmasına kadar varmaktadır. Bu da doğal olarak çok acı ama bir o kadar da komik görüntülere sebebiyet vermektedir (Arıboğan, 2003: 200). ABD’nin Afganistan harekâtı sırasında gazetelere yansıyan “uçaktan ucuz ülke” (Radikal, 10 Ekim 2001) haberi bu komik görüntülere bariz bir örnektir. ABD’nin harekâtta kullandığı B-2 bombardıman uçağının maliyeti 2.2 milyar dolar, buna karşılık Afganistan’ın, uyuşturucudan elde edilen gelir hariç, 20 yıllık ihracatı 1.6 milyar dolardır. Kişi başına milli geliri 160 dolar olan ülkeyi cezalandırmak adına ABD’nin yaptığı askeri yığınağın bedeli ise 500 milyar dolardır. Yani bu acı ama komik tabloda “açlara karşı fazlasıyla tokların savaşı” görüntüsü net bir biçimde ortadadır.

Page 341: 2011 yılı 1-2. sayılar

333

Bu tür savaşlarda taraflar arasındaki bir diğer farklılık da, kendi kimlik ve yerleri belli olduğu halde devletlerin, bazen “kimliksiz” veya kimliği belli olsa bile hedef olarak saptanıp saldırılması çok güç gruplarla karşı karşıya olmasıdır. Asimetrik tehdit olarak adlandırılan ve uluslararası sistemde terörist gruplar gibi küçük aktörlerin büyük güçlere ağır kayıplar verdirmesini ifade eden yeni tehlike, dünyanın tek hegemonik gücü olan ABD'nin güvenlik politikalarının da yeniden tanımlanmasına neden olmuştur (Akgün, 2003). 11 Eylül saldırılarından sonra Başkan Bush’un “kimliksiz düşman (faceless enemy)” kavramını kullanmasının nedeni de budur. Bütün bu farklılıklar, asimetrik bir savaşın, geleneksel savaşlardan farklı yöntemlerle yürütüldüğünü de gözler önünde sermektedir (Özdemir, Haluk).

Dolaylı çatışmaların çeşitli nedenleri olabilir. Taraflar arasındaki güç dengesi açısından bakıldığında, özellikle askeri anlamda aralarında bariz bir güç farkı olan taraflardan zayıf olanının güçlüye karşı yürüteceği mücadelede bu yola başvurması daha yüksek bir olasılıktır. ABD’nin askeri teknoloji anlamdaki üstünlüğü “askeri alanda devrim (revolution in military affairs-RMA)” olarak adlandırılmaktadır ve terör odaklarının asimetrik savaşa yönelmelerinde en büyük katkıya sahip olan işte bu üstünlüktür (Akgün, 2003). Bu gibi durumlarda taraflar arasındaki güç farkının hiçbir caydırıcı etki yapmadığını görmek mümkündür. Kaldı ki güç dengesizliğinin savaşı caydırmadığını ileri süren düşünürlere göre, tarihte zayıf tarafların izlediği belli stratejiler (çoğu zaman asimetrik stratejiler) sonucunda güçlü olanı yendiklerine dair pek çok örnek de mevcuttur.

Devletlerarasında kullanılan asimetrik stratejiler, doğrudan doğruya terörist grupları desteklemek şeklinde olabileceği gibi iç savaşlar sırasında ayrılıkçı grupların mücadelelerini desteklemek (gerilla savaşlarında olduğu gibi) şeklinde de ortaya çıkabilir. Yeniçağda devletler, kendi ordularını kullanarak gerilimi artırmak yerine daha küçük grupları dolaylı yollardan destekleyerek aslında başka devletlerle savaşmaktadırlar. 11 Eylül örneğinde görüldüğü gibi, bu stratejiler yoluyla karşı tarafa verdirilen kayıpların, klasik anlamda ordular arasında yürütülen bir savaşta verdirilebilecek kayıplardan farksız olabileceği görülmüştür.

Düşük yoğunluklu dolaylı çatışmaların bir savaş stratejisi olarak kullanılmasındaki amaç, çatışmanın düzeyini ordular arasındaki sıcak bir savaş durumuna yükseltmeden yürütmektir. New York ve Pentagon saldırılarının üstlenilmemiş olması da bu olasılığı, yani ilan edilmemiş bir düşük yoğunluklu savaşın terör yoluyla yürütülüyor olabileceği olasılığını akla getirmektedir (Özdemir, Haluk). Orduları olmayan devlet dışı aktörlerin, terör örgütlerini bir silah olarak kullanabildikleri varsayımının en gözde örneği ise, 11 Eylül sonrası gündeme gelen komplo teorileridir (Arıboğan, 2003: 189). (Eylemi Afganistan’daki uyuşturucu potansiyelini ele geçirmek isteyen ve Taliban yönetiminden kurtulmak isteyen Mafiosalar’ın yaptığına dair iddialar. Silah

Page 342: 2011 yılı 1-2. sayılar

334

üreticileri ve tacirlerinin yaptığına dair iddialar. Enerji lobilerinin eylemidir diyen iddialar. Olayı Bilderberg grubu, Trilateral Komisyon gibi uluslar arası beyin takımının yeni bir küresel düzenleme operasyonu olarak görenler vs.)

Asimetrik savaş stratejilerinin gelecekte daha da yaygınlaşacağı, dayanaksız bir öngörü değildir (Öztürk, 2002: 39-40). NATO Genel Sekreteri George Robertson’un 12 Eylül 2001 tarihinde yaptığı basın açıklamasıyla ABD dışındaki 18 NATO ülkesinin, ABD'nin uğradığı tarihin en büyük terör saldırısı karşısında 5. maddeyi işletmeye karar verdiklerini bildirmesi ve akabinde Almanya Başbakanı Gerhard Schroeder başta olmak üzere bu kararı destekleyen birçok devlet yetkilisinin ortak tavrı doğrultusunda 3 Ekim 2001 tarihinde NATO’nun saldırıların arkasında Usame Bin Ladin’in olduğunu gösteren delillere sahip olduklarını ve bundan böyle 5. maddeyi hayata geçirebileceklerini söylemesiyle NATO tarihinde bir ilk gerçekleşiyordu. Bu noktada, 5. maddenin öngördüğü koşulların varlığına, “bir ittifak ülkesinin saldırıya uğradığı anda, tüm üyelerin saldırıya uğradığına”, karar verilmesi, uluslararası ilişkilerde askeri bir ittifakın teröre karşı mücadelesini ifade eden yeni bir boyutu daha simgelemektedir. Bu gelişmeyle birlikte terör kavramı uluslararası güvenlik sorunları kapsamına alınmış, dolayısıyla uluslar arası politikadaki rolü resmen tanınmış olmaktadır.

Görünen odur ki, 21. yüzyıl savaşlarında doğu, batı, kuzey ve güney gibi coğrafi cepheler değil, diplomatik, ekonomik, siyasal, sosyal ve internetteki cepheler gibi daha soyut cepheler olacaktır. Uluslararası çatışma ve politikalarda güçlüler strateji olarak askeri müdahale, zayıflar ise terörizmi kullanacaklardır. Belki de bu kuvvetli öngörüyle birlikte teröristin manidar tanımı da önem kazanmaktadır: “Terörist, bombaları olup da hava kuvvetleri olmayandır.”

3. TERÖRÜN BİR STRATEJİ OLARAK SEÇİLME NEDENLERİ

Terör ve terörizmin nedenleri, sosyo-ekonomik veya siyasal olabilir. Teröre başvuranlar, gerekçe olarak yaşadıkları ülkelerdeki ekonomik yapıdaki bozukluğu öne sürebilirler. Baskıcı rejimlerden şikâyet edebilirler, milli gelirin dağılımındaki adaletsizlikten söz edebilirler ya da fırsat eşitsizliğinden yakınabilirler. Yahut belirli bir ırk, din, mezhep, felsefe, siyasal düşünce sahipleri üzerinde uygulanan yoğun baskılara dikkatimizi çekebilirler. Bütün bunlar, terör ve terörizmi "haklı" göstermek için ortaya atılan gerekçelerdir. Ama terörün bir yöntem olarak seçilmesinde hem terörist gruplar hem de devletler açısından bazı nedenler vardır.

Soğuk savaş döneminde terörizm, bir devletin başka devletlerin istikrarını bozmaya yönelik politikalarının bir aracı olarak kullanılmış, bu da devlet destekli terörizm olgusunu doğurmuştur. Bugün “Yeni Dünya Düzeni”nin

Page 343: 2011 yılı 1-2. sayılar

335

istikrarsızlıkları içinde, terörizmin doğrudan sebeplerinden biri toplumun içindeki, çoğunluk tarafından ayrık tutulan etnik azınlıklar gibi ciddi somut sıkıntıların varlığıdır. Bu sıkıntıları gidermek için eşit haklar kazanmak ya da ayrı devletler kurmak adına sosyal bir hareket başlar; bu geniş hareket içindeki ekstremist grupların başvuracağı yol büyük ihtimalle terörizm olmaktadır (Yeniçeri, 2003: 22). İki kutuplu dönem sonrasında, bu kutuplardan birine dâhil olmanın kendilerine sağladığı avantajlardan yoksun kalan ve bu nedenle güvenliklerini daha çok tehdit altında gören az gelişmiş ülkeler, terör ve terörizmi düşük maliyetli bir savaşın aracı olarak görerek, terör ve terörizmle iç içe olmuşlardır (Özdağ ve Öztürk, 2000: 139). Ancak sadece az gelişmiş ülkeleri terörle ilişkilendirmek haksızlık olacaktır. Nitekim “terör odaklarını kontrol eden, dünyayı kontrol eder” sözü, artık jeopolitik bir prensip haline gelmiştir (Aydın, 1992: 22). 1990 sonrasındaki döneme ve bugün gelinen noktaya bakıldığında, sadece az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin değil, sivil toplumun yüksek savunma harcamalarına tepkili olduğu ve bu durumu sorguladığı gelişmiş ülkelerin de terörizmi kullanma yoluna gittiği görülmektedir. ABD başta olmak üzere pek çok Avrupa ülkesinin terör örgütleri ile olan ilişkileri de bunun açık göstergesidir. 11 Eylül ile birlikte terörle mücadelenin bir “savaş” olarak nitelendirilmesi bile yalnız başına terörizmin bir dış politika aracı olarak nitelenmesi için yeterlidir. Saldırılar sonrası ABD Başkanı Bush'un diğer bölümlerde de belirtilen açıklamaları bu savı kuvvetle destekler niteliktedir.

Diplomasinin yetersiz kaldığı, savaşın oldukça riskli ve maliyetinin yüksek olduğu bir durumda, terörizm bir dış politika aracı olarak kullanılmaktadır. Terörizmin bir dış politika aracı olarak görülmesi ve kullanılması, terörist eylemlerin maliyetinin ve riskinin düşük olması açısından da görülmelidir. Özellikle günümüzde teknolojik gelişmelerin, bilişim teknolojisinin günlük hayatın her alanına girmesinin, terörizmin maliyetini ve eylemin arkasında olanların yakalanma riskini azalttığı bir gerçektir. Maliyet düşüklüğünün bir başka boyutu da, büyük dış politika hedeflerine sahip olan ancak bu hedefleri gerçekleştirecek ulusal kaynaklardan yoksun olan az gelişmiş veya gelişmekte olan ülkelerin yaşadıkları amaç-araç uyumsuzluğunu, terörizmi kullanarak aşmaya çalışmalarıdır (Öztürk, 2003: 8). Güçleri göreceli olarak birbirine yakın devletler de, herhangi bir savaş durumunun her iki tarafa da ağır kayıplar verdireceğini bildikleri ve kazananının olmayacağı bir savaşa girmek istemedikleri için dolaylı çatışmaları tercih edebilirler (Özdemir, Haluk).

Günümüzde devletlere tehdit oluşturabilecek alt grupların dayanakları ideolojiktir. Çünkü grup içindeki bireyleri birleştiren bir unsur olarak coğrafyanın önemi küreselleşme ile birlikte azalırken ideolojinin önemi artmaktadır. Bu gruplara veya siyasal bir yöntem olarak terörizme karşı yürütülen savaştaki temel hedefler, klasik savaşlardaki gibi toprak kontrolü değil yine ideolojik hedeflerdir. Günümüzde bu tür gruplara ideolojik kaynaklık

Page 344: 2011 yılı 1-2. sayılar

336

edebilecek belli başlı unsurlara bakıldığında; ezilmişlik ve ulusal intikam duygusu, Batı karşıtı Siyasal İslam’ın tepkici akımları ve küreselleşme karşıtlığı görülmektedir (Özdemir, Haluk). Örneğin modernleşmenin ve küreselleşmenin etkisi ve baskısı altında kalan Arap toplumundan yükselen muhafazakâr tepki, kendini siyasal anlamda da “Siyasal İslam”la ortaya koymaktadır (Erkmen, Serhat). Bu kategorilerden herhangi birine girebilecek grupların ordularının olmamasına rağmen savaşmaktaki kararlılıkları, terörü onların en etkin silahı haline getirirken, gelecekteki asimetrik savaş olasılıklarını da arttırmaktadır. Bu anlamda, teröre başvurulmasının temel nedenlerinden biri de askeri veya siyasal zayıflık olarak değerlendirilebilir (Özdemir, Haluk).

Olağanüstü eşitsizlik, haksızlık, baskı ve sömürü üzerine kurulmuş ve işleyen bir düzende terör için gerekli felsefi ve ahlakı her türlü alt yapı hazır demektir. Bunun üzerine bir de terörizmin ulusal politik bir araç olarak kullanılması, durumu daha da vahim bir hale sokmaktadır. Terörizm, az maliyetle muazzam getirisi olan dünyanın en karlı endüstrilerinden biri haline gelmiştir. Bu sektörde terörist liderler girişimci konumundayken, terör, faaliyet alanlarının en önemli ürünü olarak sivrilmiştir (Arıboğan, 2003: 197).

Söylemlerden değil eylemlerden, olması gerekenlerin dillendirilmesinden değil olanların irdelenmesinden yola çıkıldığında; bugünün hegemonlarının terör karşısındaki tavrının dünkülerden çok da farklı olmadığı görülmektedir. Teröristleri koruyan, finanse eden, savunan ülkelerin, terörist eylemlerin sonucunda elde ettikleri diplomatik, siyasi kazançlar dikkate alındığında, terörizmin marjinal grupların yalnız başına gerçekleştirdiği eylemler olmadığını anlamak mümkündür (Yeniçeri, 2003: 22). Bugün ABD’nin küresel ölçekte yok etmek için savaştığı ve 11 Eylül olaylarından sorumlu tutulan Bin Ladin ve onu Afganistan’da saklayan Taliban hareketi de aslında bizzat CIA tarafından planlanmış, finanse edilmiş, örgütlenmiş ve eğitilmiştir. Bu noktada ABD’nin teröre muhtaç olduğu görüşünü savunan eski istihbaratçı Prof. Dr. Mahir Kaynak’ın düşünceleri önemlidir. Kaynak: ‘…ABD’nin ekonomik sorunları var. Bu ekonomik sorunda, sürekli olarak dış ticaretin büyük açık vermesi ve bunun düzeltilme şansının olmaması. O yüzden de kendisine yönelik bir ekonomik operasyonu ve karşı koymayı engellemek için, dünya üzerinde askeri hegemonya kuruyor. Bu sebepsiz değildir. Onun içinde bir gerekçeye ihtiyaç vardı. Bu gerekçe şu anda “terör” olarak ileri sürülüyor. Yani ABD’nin teröre ihtiyacı var” (11 Eylül.com) diyor ve ABD’nin amacının petrol ve enerji kaynakları olmadığını, ABD’nin balkanlarda Romanya’da bile üs kurduğunu asıl amacının ekonomik durumunu riske etmemek, ekonomik olarak güçlenen Avrupa’nın Japonya’nın ve Ortadoğu ülkelerinin kendisine yönelik ekonomik operasyon yapmasını engellemek olduğunu söylüyor.

Page 345: 2011 yılı 1-2. sayılar

337

Şimdiden öngörülebilecek şey, kısa vadede küreselleşmenin terörün lehine işleyen yanlarının kontrolünde devletin rolünün artması ve bunun için devletlerarası işbirliğinin daha sıkı ve kalıcı temellere oturtulmasıdır.

4. 11 EYLÜL SONRASI MEDYADA TEK MERKEZLİ DÖNEMİN ÇÖKÜŞÜ

Medyanın olağanüstü gücü sayesinde kilometrelerce uzakta gerçekleşen bir terör eylemi insanların evlerinin içine kadar girmekte ve insanlar şaşkınlık ve korkuyu bir arada yaşarken, hallerine şükredip “iyi ki burada olmadı, iyi ki bizi vurmadı.” tesellisiyle avunmaktadırlar. Terör saldırılarına küresel nitelik kazandıran en önemli mekanizmaların başında şüphesiz medya gelmektedir. Başka bir deyişle medya, nesnel gerçeği olduğu gibi yansıtan pasif aracılar değil, sürece aktif müdahale eden ve böylece gerçeklikler kurgulayan aktörler olarak karşımıza çıkmaktadır.

Medyanın işleyiş kurallarını çok iyi kavrayan teröristlerin, medyanın işleyişinin nasıl kilitleneceği ve böylece medyayı nasıl kendi amaçları doğrultusunda araçsallaştıracaklarını da, ne yazık ki, iyi bildiklerini söylemek mümkündür. Başka bir deyişle terörizm, medyayı oyuncağı, aracı ve böylece potansiyel hizmetçisi konumuna rahatlıkla getirebilmiştir. Aynı şekilde teröristler, saldırılarının arzu ettikleri etkiyi yaratması açısından, medyaya ihtiyaçları olduklarının bilincindedirler ve buradan hareketle, medyanın ilgisini çekecek bir şekilde hedeflerini belirlemektedirler (Gökçe vd., 2004: 192).

Savaş haberciliğinin tarihini inceleyen, gazeteci ve “The First Casualty / İlk Zayiat” adlı kitabın yazarı Philip Knightley Batı medyasının savaşları nakledişinin genelde bunaltıcı derecede bilindik bir çizgi izlediğini belirtmektedir. Bu çizginin ilk aşaması, kriz; ikinci aşaması düşman liderin canavarlaştırılması; üçüncü aşaması düşmanın bireyler düzeyinde canavarlaştırılması; dördüncü ve son aşaması da zulüm ve gaddarlık hikâyeleri üretilmesidir (Radikal 5 Ekim 2001). Bahsedilen bu aşamaların işleyişine örnek olarak birinci körfez savaşı ve 11 Eylül saldırıları sonrası gelişmeler gösterilebilir.

11 Eylül ile birlikte değişen önemli bir argüman da, birinci körfez savaşında da bariz bir yoğunlukla hissedilen, dünya medyasında büyük güç olan CNN egemenliğinin tek merkezliliğinin çöküşüdür. Buna en güzel örnek CNN dâhil tüm dünya televizyonlarının Ladin’in açıklamalarını ve önemli birçok gelişmeyi ister istemez El-Cezire Televizyonundan nakletmesidir. Bu nokta da küreselleşme artık Amerikan hegemonyası değildir. Yani tek merkezden yönetim değil, aksine çok yönlü ve çok merkezli bir siyasal hesaplaşma söz konusudur. Artık tek merkezden bilgi aktarımı olmadığı gibi, tek merkezden yönetim de mümkün değildir. Bu çerçeveden bakıldığında çok merkezlilik

Page 346: 2011 yılı 1-2. sayılar

338

küreselleşmenin en önemli ayaklarından birini oluşturmakta ve devlet olmayan aktörlerin de bu siyasal oyuna katılmalarıyla uluslararası sistemde karmaşık bir yapı doğmaktadır (Arıboğan, 2002: 228).

5. TERÖRİZMİN GELECEĞİ

5.1. Devletlerarası Güç Mücadelesinde Yeni Yol; Uluslararası Terörizm

Bu dönemde artık klasik güç dengesi anlayışı sona ermiştir. Bunun en önemli sebepleri, güç kavramında meydana gelen değişiklikler ve devletlerarasındaki bağımlılığın artmasıdır. Güç, askeri anlamdaki katı boyutunu yitirirken, kültürü, ideolojiyi ve uluslararası örgütleri kullanabilme yoluyla başkalarının önceliklerini belirleyebilme yeteneği şeklinde daha yumuşak bir anlama sahip olmuştur. Artık güç, sadece hegemon süper devletleri elinde kalmamış, yeni dönemde güç dağılımı farklılaşmış ve bu dağılım ise uluslararası güvenlik açısından sorumluluğun da dağılımına neden olmuştur. Uluslararası güç mücadelesinde mevcut aktörlere yeni ve etkili bir aktör olarak terörizm de eklenmiş, terörü önleme adı altında devlet terörü özellikle büyük güçler tarafından kullanılan bir strateji olmuştur.

11 Eylül Dünya Ticaret Merkezine ve Pentagon’a çakılan uçaklar ile başlayan, tüm dünyayı tehdit ve etkisi altına alan yeni bir uluslararası terörizm, sonuçları açısından yeni bir dünya düzeninin oluşmasına zemin hazırlamıştır. Nitekim ABD, 11 Eylül terör eylemlerini, “Anglo-Sachson medeniyetine açılmış bir savaş” olarak tanımlamış ve böylece terörizmi küresel bir güç statüsüne dönüştürerek, dünyanın sürekli bir savaş ortamında tutulmasını kurumsallaştırma ve meşrulaştırma çabası ve gayreti içerisine girmiştir (Gökçe vd., 2004: 85).

11 Eylül sonrası dünya artık eski dünya değildir. Hele hele ABD açısından hiç değildir. ABD dünyayı artık “dost-düşman” ayrımı perspektifinden algılamaktadır. Nitekim ABD Dışişleri Bakanı Colin Powell’ın saldırıdan üç gün sonraki açıklamaları bu görüşü destekler niteliktedir. Powel, Afganistan ve terörü destekleyen ülkeler için yeni ölçüler getirdiklerini söyleyerek, "bir ülkenin terörist eylemlere destek verdiğini tespit edersek, bu ülkeyle dost olmamız imkânsızdır" şeklinde açıklamalarda bulunmuştur. Düşman kategorisinde gördüğü ülke ve devletleri de, kendisi ne zaman isterse, terör eylemlerine ya da El- Kaide’ye destek suçlamasıyla cezalandırabileceğini, hatta böyle bir iddiaya dayanarak ortadan kaldırabileceğini bunu kendisinin meşru hakkı olarak gördüğünü de tüm dünyaya ilan etmiştir. Küresel silahlanmanın patronu ve günümüzün Leviathan’ı olan ABD (Parla, 2002: 34), dünyada şiddete dayalı hegemonyanın baş mimarlarından birisidir. Dolayısıyla ABD, teröre karşı savaştan çok teröre karşı terör stratejisi ile kendi eseri olan dünyayı

Page 347: 2011 yılı 1-2. sayılar

339

şiddete sürüklemiştir. Bu sırada Henry Kissenger makalesine, bu duruma uygun bir başlık vermiştir: “Terörizm Ağını Yok Edin, Kanıt Aramadan” (Kissinger, 2001: 102-105).

Afganistan ve ardından Irak müdahaleleri ile "küresel terör"e karşı başlattığı savaşı tüm dünyaya rağmen ilan eden ABD, meşruiyeti bulunmayan bu işgallerini "pre-emptive/preventive strike" yani "önleyici vuruş" olarak nitelendirmiş ve Amerikan halkının güvenliği için "rouge states" (serseri devletler) ilan ettiği ülkelere karşı bir "ehlileştirme" hareketine girişmiştir. Afganistan-Irak-Suriye-İran olarak formüle edilen bu "anti-demokratik" ülkelere "demokrasi ve özgürlük"ü bahşedip; "modern" ve "medeni" bir düzen oluşturma amacında olduklarını iddia eden ABD; bu politikasını 11 Eylül ile temellendirip "terörizme karşı savaş" olarak meşrulaştırma çabasındadır (Vurmay, H. Miray). Nitekim terörizme karşı küresel savaş adı altında Afganistan’la başlayıp, Irak’ın işgaliyle devam eden ve Büyük Ortadoğu Projesiyle şekillenen süreç, ABD’yi daha birçok Ortadoğu ülkesinin işgaline yönlendirebilecek gibi görünmektedir. Bu süreç böylece, ABD’nin dünya üzerinde hegemonyasını tek taraflı olarak kurmaya çalıştığının en çarpıcı göstergelerinden biri olarak algılanabilir. Bu bağlamda “Yeni Dünya düzeni” ABD merkezli bir düzendir. Bu düzen aynı zamanda saklı bir tehdidin de işaretidir. Kısaca kim ABD’ye baş kaldırırsa veya onun biçtiği rolün dışına çıkarsa, o her an ABD açısından düşman sınıfına sokulabileceği endişesi ve korkusu içerisindedir. Artık ABD örneğinde de açıkça görüldüğü gibi, ebedi düşmanlıklar yok; yalnızca güncel düşmanlıklar vardır (Gökçe vd., 2004: 86).

5.2. Terörizmin ve Terör Örgütlerinin Geleceği

Bu yeni yüz yıl geride bıraktığımız yüzyılla karşılaştırıldığında "savaş"ın anlamında derin bir değişim ve dönüşüm göze çarpmaktadır. Söz konusu bu değişim ve dönüşüm; "savaş"ın bütün vahşet ve yok ediciliğinin ince ayarlı ve sözde bir estetikle perdelendiği "bilinmeyenlerin" topyekûn bileşiminden meydana gelen "terör" ile ifade edilmektedir (Vurmay, H. Miray).

20. yy. "balance of power"ı (güç dengesi) ayarlamak, bu gücü kontrol etmek adına dünyayı bölüp, parçalayıp, yönetmek için yapılan savaşların asrı olarak tarihe geçmiştir. 21. yy. ise vahşetin, isyanın, etnik temizliklerin, intiharların ve intikamların şekillendirdiği ve şekillendireceği, klişeleşmiş "ilan" edilen savaşların değil, ne zaman, nasıl ve nereden vuracağı belli olmayan; tahrip gücü çok daha derin olan "örtülü" ve "psikolojik" savaşların yani "terörizm"in asrı olacaktır. Bu yeni dönemde klasik yakın savaş silahları, konvansiyonel silahlar, tanklar yerlerini biyolojik ve kimyasal silahlara, virüslere, siber teröre, bilinç kontrollerine kadar uzanabilecek post-uzay çağının yeni savaş oyuncaklarına bırakacaktır. Bu yeni nesil oyuncaklarla oynanacak kuralsız oyunun adı ise hiç şüphe yok ki "terör" olacaktır.

Page 348: 2011 yılı 1-2. sayılar

340

11 Eylül sonrasında gittikçe netleşen Amerikan tutumu, 21. yüzyılda aktüel ve potansiyel olarak Amerika’ya meydan okuyabilecek büyük güçlerin enerji kaynaklarının bulunduğu alanların ya mevcut jeopolitik yapıları ile ya da jeopolitik yapılarının değiştirilip Amerikan menfaatlerine uygun hâle getirildikten sonra Amerikan denetimine alınmasıdır (Özdağ, Ümit). Terör örgütleri, Batı/ABD müdahalelerine fırsat sağlayacak ortamı yarattığı sürece herhangi bir engelle karşılaşmadan varlığını uzun yıllar sürdürebilecektir. Bu noktada Batılılar açısından asıl olan terörün varlığı değil hangi amaca hizmet ettiğidir (Yeniçeri, 2003: 27).

Büyük ve gelişmiş ülkeleri hedef alan terör faaliyetlerinin sıkça yaşanacağı bir döneme doğru gidilmektedir. Özellikle ABD’nin terörizme olan yaklaşımı bu şekilde devam ederse ve bu Amerikan yaklaşımı küresel ölçekte aynı şekilde algılanırsa başta ABD olmak üzere, bu ülkeyle birlikte hareket eden diğer ülkeleri önümüzdeki dönemde yoğun ve yaygın terör saldırılarına maruz kalması kaçınılmaz gibi görünmektedir (Öztürk, 2003: 11).

Terör eylemlerinin globalleşmesi, arkasında dışlanmış kesimlerden önemli bir kitle desteği bularak siyasi ve ideolojik bir ifade aracı haline dönmesi, İslamî kimliğin dünyanın birçok sıcak noktasında direniş ve isyan merkezli bir siyasi kimlik haline gelmesi ve her geçen gün biraz daha globalleşmesi, bu yaygınlaşma ve şiddetin gün geçtikçe artan eşitsizlik ve adaletsizlik tarafından beslenmesi terörizme katalizör etkisi yapacaktır (Milliyet, 2003).

Gelişen teknolojik imkânlar sayesinde teröristlerin yakalanamama riski de artmaktadır. Bu durumun terör eylemlerini teşvik edip destekleyeceği de söylenebilir. El Kaide örgütünün antik Yunan’da kullanılan ve stenografi denen ‘örtülü yazım’dan faydalanarak gizli bilgileri internette mesajların içine saklayarak haberleştikleri bilinmektedir (Hürriyet, 2001). 11 Eylül saldırılarını düzenleyen hava korsanlarının çoğunun, düzenli olarak kütüphane ve internet cafelere gittiği de tespit edilmiştir. Nitekim korsanların uçak biletlerini internetten satın aldıkları, birçok adrese e-mail yolladıkları da belirlenmiştir. Yapılan incelemelerde ve edinilen istihbarat bilgilerinde teröristlerin mesajlarını gizlemek için internet'te daha çok müzik ve fotoğraf dosyalarını (mp3, jpeg, bim, tiff, doc. uzantılı dosyalar) kullandığı ortaya çıkmıştır. Bu dosyalara, normalde göze görülmeyen, haritalar, vurulacak hedef şemaları ve notlar yerleştirilmektedir. Gelişen teknoloji ile birlikte, terör yöntemleri de bu gelişen teknolojilere paralel olarak kabuk değiştirmekte ve dünya üzerindeki tüm ülkeleri bu yeni terör tipi, yani siber terör saldırıları tehdit etmektedir.

Globalleşen dünyada siber terör tehditlerini gün be gün daha iyi hisseden ülkeler, bu tehdit karşısında kendilerini daha iyi savunmak için çeşitli tedbirler almaya ve bu tehdide karşı gereken önemi vermeye başlayarak hazırlıklı bulunmaya çalışmaktadırlar. Siber terörizm kapsamında bazı ülkeler, kendi çıkarlarına ve propagandalarına hizmet etmesi amacıyla hackerlar

Page 349: 2011 yılı 1-2. sayılar

341

yetiştirmektedir. Kısacası takibi zor ve maliyetli iletişim imkânları, terörün küreselleşmesine katkıda bulunmakta ve dünyanın her noktasına anında müdahale ve gerekli teknik veriyi sağlamaktadır.

Uluslararası terör artık tespit edilemeyen ve caydırılamayan bir nitelik kazanmıştır. EI-Kaide tipi örgütler, destekçileriyle beraber bir sanal devlet yapılanması altında farklı coğrafyalarda ortak bir psikolojik mod ile hareket etmektedirler. Örgütün uzantıları yerel bağlamlarda kendilerini yeniden üreterek, faaliyetlerini yürütebilmektedirler. Hiyerarşik yapılanma çok katı olmadığı gibi, örgütün uzak birimlerinin söz konusu psikolojik mod ile bazen merkezlerinden habersiz terörist eylemler yürütmeleri mümkün görünmektedir. Terör şebekesinin sanal yapısı yanında eylemcilerin birbirleri ile irtibatı, daha çok söylem düzeyindedir. Bazı şebeke elemanları, yalnızca internet ya da videokasetleri üzerinden mesajları almakta, böylece fiziksel birlikteliği olmayan değişik bir örgütlenme tarzı ortaya çıkmış olmaktadır. Örneğin; EI-Kaide liderliğinin hiç tanımadığı, ya da hiç bir şekilde bir araya gelemeyeceği dünyanın çeşitli yerlerinde destekçileri olabileceği düşünülmektedir. (Dinçyürek, 2004: 390).

ABD istihbarat teşkilatı CIA'in hazırladığı terör raporuna göre, 2020 yılında terör örgütleri de form değiştirecektir. Buna göre gelecekte, El-Kaide kadar büyük terör örgütleri olamayacak aksine terör grupları küçülecek ama yaygınlaşacaktır. Raporda, Irak savaşının yeni terörist tipi yaratmakta olduğuna da dikkat çekilmekte ve 2020'de terörden en çok Hindistan ve Çin'in etkileneceği tahmininde bulunulmaktadır. 2020'ye kadarki değişimde, küreselleşmenin yanı sıra kadınların statüsünün, biyo-teknolojinin, kitle imha silahlarının, iklim değişikliğinin ve uluslararası kuruluşların büyük etkisi de olacaktır. En büyük kaygının, teröristlerin kitlelere zarar verebilecek biyolojik etmenlere veya nükleer donanıma sahip olmasından kaynaklandığı belirtilmektedir. Müslüman ve Arap ülkelerine örnek olabilecek, Ortadoğu'daki demokratikleşme sürecinin kilit önemi bulunduğuna da dikkat çekilmektedir (Sabah, 2005).

Yaşamaya başladığımız bu yüzyılda tarih kitapları artık topyekûn savaşları değil, kanlı intihar eylemlerini, televizyon ekranlarından dünyaya meydan okurcasına intikam yemini eden ve ettiren örgüt liderlerini yazacaktır (Arıboğan, Deniz Ülke).

SONUÇ

ABD’deki terör, sadece yer olarak değil, biçim ve boyut olarak da şaşkınlık uyandırmıştır. Dünyanın en büyük gücü evinde vurulmuş, üstelik teknolojinin ve istihbaratın kalesi sayılan bu ülke, bu konularda hiçbir iddiası olmayan kimselerin saldırısına uğramıştır. Aslında bu durum, teknoloji-insan ilişkisinde

Page 350: 2011 yılı 1-2. sayılar

342

de yeni bir ilişki şeklini ortaya koymaktadır. “ölümü göze alanlar”, teknolojinin masum sayılabilecek ürünlerini etkili birer silaha dönüştürebileceklerini göstermişlerdir. Böylece cephe savaşlarının konsepti de geçersiz hale gelmiş bulunmaktadır. Bunun sonucunda küreselleşmenin ezilenleri, nükleer silah karşısında “ölüm silahı”yla denge kurmuştur. Post-modern savaş yöntemi; nerede, ne zaman ve nasıl bir silahla neden ölüneceği belirsizliğini gündeme taşımıştır. Bundan böyle yaşayan her canlı, kendini tehdit altında saymaktadır. Sürekli ezilen ve ateş altında bulunanlar, süregelen tedirginliklerine, gelişmeleri de ortak etmişlerdir. Sonuçta tüm insanlık, korku iklimine girmiştir. Gelecek korkusu, üzerinde kendini dört defa yok edecek silahla dönen dünyayı kaplamıştır. Görüldüğü gibi dehşete kapılan sadece Amerikalılar değildir. Eğer bu dünya devi ülke çaresizse, artık diğerlerinin kendilerini korumasından söz etmek fazlaca bir anlam ifade etmemektedir.

11 Eylül’ü izleyen gelişmelerin ortaya çıkardığı önemli bir gerçek de, demokratik hak ve özgürlüklerin, demokrasinin en güçlü kalelerinden biri olan ABD’de bile terör paranoyası nedeniyle tehlikeye atılabileceği olmuştur. 21. Yüzyılın başında Amerika Birleşik Devletleri’nde Başkan George W. Bush’un yayınladığı bir Başkanlık emirnamesinin getirdiği hukuka aykırı önlemler insan hakları ve hukuk tarihine kara bir leke olarak geçecek niteliktedir. Bu emirnamede şu hususlar yer almaktadır: “Bir terör suçu sanığı, Amerika Birleşik Devletleri vatandaşı ise, Amerikan yargılama usulüne tabidir, Amerika Birleşik Devletleri vatandaşını, Amerika Birleşik Devletleri mahkemeleri yargılar; ancak Başkan adına yetki kullanan Savunma Bakanı isterse, yabancı sanık bir askeri komisyonda yargılayabilir. Askeri komisyon, içeriği sanığa veya avukatına bildirmeyen gizli kanıtlara da dayanarak sanığı mahkûm edebilir. Ölüm cezası dâhil, her cezayı verme yetisine sahip olan askeri komisyon kesindir”. Bu “utanç verici” belgenin altında kalmak istemeyen İngiltere de benzer bir yasayı, birebir tehdit altında olmamasına rağmen, yürürlüğe sokmuştur.

11 Eylül’ün biçimlendirdiği bu dönemde, maalesef terörizm (ister gerçek olsun, ister abartılmış) dünyanın dört bir köşesindeki yönetimlerin insan hakları ihlallerinden paçayı kurtarmalarını sağlayan bir dokunulmazlık zırhı haline gelmiştir. Bu dizginsiz savaş ve baskı sadece tek bir imparatorluğun marifeti olarak kalmamış, Endonezya, İsrail, Rusya, İspanya, Kolombiya, Filipinler ve Çin’de iktidarlar Bush’un öldürücü teröre karşı savaşının üzerine balıklama atlamışlardır. Bu ülkeler sözde terörizm ile savaşı muhaliflerini temizleyip, iktidarlarını sağlamlaştırmak için insafsızca kullanmaktadırlar. Örneğin, İspanya Başbakanı Jose Maria Aznar hiç beklemeden Bask gerilla hareketi ETA’ya topyekûn savaş açmıştır. Hâlbuki bu dönemde hareketin dayandığı tabanın büyük bölümü tamamen barışçı bir tutum içindeydi. Çin’in Doğu Türkistan’daki şiddetli baskılarını ve zulümlerini de bu noktada örnek olarak vermek mümkündür. Nitekim 11 Eylül saldırıları sonrası devlet yetkililerinin

Page 351: 2011 yılı 1-2. sayılar

343

yaptıkları açıklamalarda terörizme karşı savaşta en büyük desteği terörizmi bir araç olarak kullanan bu ülkeler vermiştir.

Bush’un “terörizmle savaş” olarak pazarladığı savaşın gerçek mesajı şu gibi görünmektedir; Siyasi karşıtlarını yok etmek varken, niye pazarlığa oturayım ki? Sıkça yazılıp konuşulan varsayımlara göre, ABD’nin temelde arzuladığı düzen “Amerikan merkezli bir dünya düzeni”, yani sürekli gerginlik, sürekli kriz yaratmak ve silahlı müdahalelere zemin hazırlayarak savaş ekonomisini, silah sanayisini canlı ve karlı tutmaktır. Bu varsayımların doğruluğu ve geçerliliği önümüzdeki gelişmelerin ışığında daha da belirginleşecektir.

Uluslararası terörizme karşı ilan edilen bir savaşın küresel çapta yayılması büyük bir olasılıktır. Kenneth Waltz, “büyük güçlerin içine kolaylıkla düştüğü kötü alışkanlıkları çok kutuplu dünyada ise gücünden fazla yayılmadır (Özdemir, Haluk) diyerek bugün ABD’nin içinde olduğu hatanın tespitine kolaylaştırmaktadır. Bu noktada ABD’nin uluslararası terörizmle savaş kapmasında etki alanlarını genişletmeyi amaçladığı söylemek yanlış olmaz. Bu anlamda savaşın amacındaki belirsizlik ABD için bir avantaj olarak görülebilir. İddialar ne olursa olsun, bu mücadelenin sonucu, uluslararası ilişkilerin işleyişi konusunda yeni ve kalıcı yapılanmalar ortaya çıkarabilecek niteliktedir.

Yaşadığımız dönemde uluslararası terör, devletlerarasında yürütülen güç müdahalesinin yeni biçimlerinden biri olarak yaygınlaşmaktadır. Devletler öncede de bu tür stratejilere başvurmuşlardır. Ancak son dönemlerde bunların daha yaygın olarak kullanıldığını ve teknolojik gelişmelerin de yardımıyla yıkım kapasitelerinin geçmişle karşılaştırılmayacak kadar arttığı açıkça görülmektedir. Geniş ölçekli terörist saldırılar sonucunda, dünyanın tek kutbunu oluşturan süper güç ABD’nin, askeri gücünü etken hale getirerek dünyanın uzak köşelerinde operasyon düzenlemesi, uluslararası terörün dış politika üzerinde artan etkisine somut bir örnektir.

Terör bir devlet ve onun gizli servisinin desteği olmadan yapılamaz. Bir devlet siyasi amaçlarını gerçekleştirmek için, savaş gibi maliyeti yüksek, sonuçları kolay telafi edilemeyen bir yola başvurmadan önce, bir ara kademe olarak terörü kullanır. Bu, teröre maruz kalan ülke açısından da avantajlıdır. Diğer ülke siyasi hedeflerine ulaşmak için savaşa başvurursa, uğranılacak kayıplar ve katlanılacak bedeller daha ağır olur. Yani bu perspektiften bakıldığında devlet desteksiz, sistem dışı terörün olamayacağını söylemek mümkündür. Bugün bu tür büyük saldırıların hedefinde olan El Kaide’yi üretenin bizzat ABD olması, Afganistan’ın Sovyetler Birliği’ne karşı verdiği savaşta Usame Bin Ladin’in ABD tarafından beslenip, silahlandırılması buna önemli bir delildir. Bu denge ve politikalar daha uzun yıllar böyle süreceğe benzemektedir. Mevcut karanlık tablonun aydınlatılması açısından bazı ilginç bağlantıları ve girift ilişkilerin bilinmesi de önem arz etmektedir.

Page 352: 2011 yılı 1-2. sayılar

344

ABD Başkanı George W. Bush, Arbusto petrol firmasının kurucularındandır. Usame Bin Ladin’in kardeşi Salem Bin Ladin Arbusto petrol firmasının ilk yatırımcılarındandır. Eski ABD ulusal güvenlik danışmanı ve Dışişleri Bakanı Condoleeza Rice, Chevron petrol şirketinin eski direktörüdür. Jimmy Carter döneminin ulusal güvenlik danışmanlarından ve “Büyük Satranç Tahtası” kitabının yazarı Zbigniew Brzezinski, Amoco petrol şirketinde çalışmıştır. Afganistan geçici hükümet başkanı Hamid Karzai ve ABD’nin atadığı Afganistan elçisi Zalmay Khalilzad Unocal petrol şirketinin eski danışmanlarındandır. ABD Ordusu’nun Pasifik kolunun eski komutanı Charles R. Larson Unocal yönetim kurulu üyesidir. ABD’nin eski Pakistan elçisi Robert Oakley Pakistan’daki elçiliği süresince CIA’in Afgan mücahitlerine yardımında önemli rol oynamış, daha sonraları Unocal’da çalışmıştır. Eski ABD Devlet Bakanı Henry Kissinger de Unocal için danışmanlık yapmıştır. Unocal şirketi bundan birkaç yıl önce Türkmen petrolünü taşımak amacıyla boru hattı kurmak için Afganistan’ın Taliban hükümetiyle anlaşmaya çalışmıştır. Ancak Taliban karşıtı ABD sivil toplum örgütlerinin baskısı üzerine projeyi durdurmak zorunda kalmıştır. Sonrasında Afganistan’daki Taliban hükümeti devrilmiş ve Karzai başkanlığındaki yeni Afgan hükümeti Unocal’ın planlayıp uygulayamadığı Afganistan petrol boru hattı projesini yeniden canlandırma kararı almıştır.

11 Eylül saldırılarıyla ortaya atılan birçok komplo teorisinin de atıfta bulunduğu savunma ve silah sanayi sektörünün terörizmin ivme kazanmasındaki etkileri gerçekten de büyüktür. Savaşlar başta ABD olmak üzere birçok ülkenin savunma harcamalarını arttırmaktadır. Bu noktada da ilginç isimlerin adeta komplo teorisyenlerini doğrularcasına ilginç görevlerde çalışmış ve çalışıyor olmaları önemli bir ayrıntıdır.

ABD Başkanı George W. Bush’un babası, eski ABD Başkanı ve eski CIA Başkanı George Bush, Carlyle Group isimli, en çok yatırım yaptığı alanlardan birisi savunma sanayi olan, çok büyük bir özel yatırım firmasının yönetim kurulunda yer almıştır. Carlyle Group’un başkanı Frank Carlucci, eski Amerikan savunma bakanıdır ve aynı zamanda CIA’de üst düzey yöneticilik de yapmıştır. Eski ABD devlet bakanlarından James Baker, Carlyle Group’da üst düzeyde müşavir olarak çalışmaktadır. Baker ayrıca baba/oğul Bush’ların seçim kampanyalarının da yöneticiliğini yapmıştır. ABD’nin en yakın müttefiki İngiltere’nin eski başkanı John Major, Carlyle Group’un Avrupa kolunun başkanıdır. Carlyle Group’un yöneticileri arasında diğer dünya liderleri de yer almaktadır. Örneğin, eski Filipin Cumhurbaşkanı Fidel Ramos ve eski Güney Kore Başbakanı Park Tae Joon bunlara örnektir. Carlyle Group’a yatırım yapanlar arasında Bin Ladin ailesinin üyeleri de vardır. Carlyle Group’un merkezi Washington D.C.’de Beyaz Saray ile Ameriken Senatosu’nun ortasında FBI binasının çok yakınındadır. Ayrıca dünyanın en büyük medya birleşmesi olarak bilinen AOL ile Time Warner firmalarının birleşmesini onaylayan ABD

Page 353: 2011 yılı 1-2. sayılar

345

Ulusal Haberleşme Komisyonu’nun başkanı Colin Powell’in oğlu Michael Powell’dır.

Terörizmi desteklemek kolaydır. Ancak onu kontrol etmek oldukça güçtür. 11 Eylül ile yeniden şekillenen ortamda ulusal güvenlik sorunları da artık devletlerin kontrolünden çıkmaya başlamaktadır. Bunca girift ilişkilerin olduğu bir uluslararası sistemde gerçekten de terörizmin önlenmesi amaçlanıyorsa başta ABD olmak üzere büyük devletlere önemli roller düşmektedir. Mücadelenin ilk aşaması “samimiyet”tir. ABD’nin keyfi hareket etmek yerine uluslararası hukuka riayet ederek terörün üzerine gitmesi ve bunu muhakkak uluslararası işbirliği ile yapması gerekli görülmektedir. Yapılması gereken şey, terör sayılan eylemlerin açık bir tanımla belirlenmesidir. Terör muhakkak tanımlanmalı ve bu tanım içerisine giren her hareket aynı şiddetle cezalandırılmalıdır. Terörün psikolojik zemininin ortadan kaldırılması için adaletli bir dünya düzeni konusunda çaba gösterilmeli, çifte standartlardan uzaklaşılmalıdır. Herkesin birbirine daha kolay ulaşabildiği küresel dünyada, ayrımcılık üzerine kurulu düzenlerin, dünya barışına hizmet etmeyeceği unutulmamalıdır. Terör açık biçimde tanımlandıktan sonra, BM çerçevesinde bu konuda yeni bir uluslararası hukuk oluşturularak, bütün ülkelerce kabulü ve uygulanması sağlanmalıdır. Böylece, teröre karşı girişilen mücadelelerin standart bir hukuki zemini oluşmuş olacaktır.

KAYNAKÇA

Akgün, Birol (2003). “Irak Savaşı'nın Türk İç Politikası Üzerine Muhtemel Etkileri” http://www.stradigma.com/turkce/mart2003/makale_04.html (17.12.2003)

Arıboğan, Deniz Ülke (2002). “Terörizmin Küreselleşmesi”, Dünyada ve Türkiye’de Terör Konferansı Ekonomik ve Sosyal Yapıya Yansımaları (20-24 Mayıs 2002), Ankara: TCBM Yayınları.

Arıboğan, Deniz Ülke (2003). Tarihin Sonundan Barışın Sonuna Terörizmi Anlamak ve Anlamlandırmak, İstanbul: Timaş Yayınları.

Arıboğan, Deniz Ülke. “Terör ve terörizm”, http://haberanaliz.com/detay.php?detayid=652 (17.03.2003)

Aydın, Ahmet (1992). Kürtler, Pkk ve A. Öcalan, Ankara.

Dinçyürek, Ahmet (2004). “Uluslararası Terör, Türkiye ve Dünya Siyaseti: 11 Eylül ve İstanbul’a İkiz Terör Saldırıları”, Terörün Görüntüleri, Görüntülerin Terörü, Konya: Çizgi Kitapevi.

Page 354: 2011 yılı 1-2. sayılar

346

Erkmen, Serhat. “ABD’nin Orta Doğu’da Değişim İhtiyacının Nedenleri”, http://www.avsam.org/turkce/yayinlar/stratejikanaliz/makale/makalestranl35.htm (17.12.2003)

Gökçe, Orhan ve diğerleri (2004). “11 Eylül Terör Eyleminin Türk Basınında Algılanış ve İşleniş Biçimi”, Terörün Görüntüleri, Görüntülerin Terörü, Editör: Orhan Gökçe-Uğur Demiray, Konya: Çizgi Yayınları.

Gökçe, Orhan ve diğerleri (2004), “Terörizm Çağında Düşman İmajları-Düşman İmajlarının Savaş, Müdahale, Diğer Aksiyon ve Reaksiyonlar Açısından Önemi”, Terörün Görüntüleri, Görüntülerin Terörü, Editör: Orhan Gökçe-Uğur Demiray, Konya: Çizgi Yayınları.

Hürriyet Gazetesi, 7 Ekim 2001

Kara Harp Okulu, http://www.kho.edu.tr/yayinlar/cizgi/aralik2001/terorizm /index.htm (17.12.2010)

Kissinger, Henry (2001). “Terörizm Ağını Yok Edin Kanıt Aramadan”, Metin Sever ve Ebru Kılıç (Der), Düşmanını Arayan Savaş, İstanbul: Everest Yayınları.

Kongar, Emre (2002). Küresel Terör ve Türkiye Küreselleşme, Huntington, 11 Eylül, İstanbul: Remzi Kitabevi.

Milliyet Gazetesi, 19 Kasım 2003

Özcan, Nihat Ali (2004). “Terörizm İle Etkin Mücadele” http://www.panoramadergisi.com/nisan2004/index.php?dosya=nihat_ali_ozcan (13.01.2004)

Özdağ, Ümit ve Öztürk, Osman Metin (2000). Terörizm İncelemeleri: Teori, Örgütler, Olaylar, Ankara: Asam Yayınları.

Özdağ, Ümit. “Yeniden Yapılanan Ortadoğu’da Irak ve İran”, http://www.avsam.org/turkce/yayinlar/stratejikanaliz/makale/makalestranl31.htm (13.01.2004)

Özdemir, Haluk. “11 Eylül: Post-Modern Savaşın Miladı Ya Da Dış Politika Mücadelelerinin Görünmeyen Boyutu”, http://www.web.ttnet.net.tr /ozdemirler/makale.htm (13.01.2004)

Öztürk, Osman Metin (2002). “11 Eylül’deki Saldırı Sonrasında Uluslararası Terörizm ve Terörle Mücadele,”2023, Mart.

Öztürk, Osman Metin (2003). “Uluslararası İlişkiler ve Terörizm”, 2023, Aralık.

Parla, Taha (2002). “11 Eylül Yeni Bir Şey mi?”, Masis Kürkçügil (Der.), Sahibini Arayan Barış, İstanbul: Everest Yayınları.

Page 355: 2011 yılı 1-2. sayılar

347

Radikal Gazetesi, 5 Ekim 2001.

Radikal Gazetesi, “Uçaktan Ucuz Ülke”, 10 Ekim 2001.

Reeve, Simon (2001). Yeni Çakal’lar Remzi Yusuf, Usame Bin Ladin ve Terörizmin Geleceği, Çev. Gürol Koca, İstanbul: Everest Yayınları.

Sabah Gazetesi, 14 Ocak 2005 http://www.tumgazeteler.com/?a=792472 (23.06.2003)

Vurmay, H. Miray “11 Eylül: Eski Oyun Yeni Kurallar”, http://www.haberanaliz.com/detay.php?detayid=625 (01.12.2003)

Yeniçeri, Özcan (2003) “Terör ve ABD; Terörün Hegemonya Aracı Olarak Kullanılması Sorunu”, 2023, Aralık.

11 Eylül http://www.11eylül.com.index.htm (10.11.2003)

Page 356: 2011 yılı 1-2. sayılar

348

Page 357: 2011 yılı 1-2. sayılar

349

TÜRKİYE MUHASEBE STANDARDI-41 TARIMSAL FAALİYET KAPSAMINDA DEVLET TEŞVİKLERİ VE MUHASEBE

İŞLEMLERİ*

Hacı Arif TUNÇEZ**

ÖZET

Tarım sektöründe teşvik, üretim faktörlerinin verimliliğinin yükseltilmesi, çalışanların gelirlerinin arttırılması, ürün piyasalarına istikrar kazandırılması, ürün arzının güvence altına alınması ve ürünlerin tüketicilere uygun fiyatlarla ulaştırılmasının sağlanmasıdır.

Tarım sektöründe, doğru ve etkili kararların alınabilmesi ve uygulanan politikaların etkilerinin analiz edilebilmesi için düzenli ve sağlıklı tarımsal verilere ihtiyaç duyulmaktadır. Çalışmada öncelikle Türkiye’de tarımsal teşvikler incelenmiş, daha sonra TMS 41 kapsamında muhasebe işlemleri anlatılmıştır.

Anahtar Kelimeler: Tarımsal Faaliyet, Teşvik, TMS 41.

TURKISH ACCOUNTING STANDARD-41 SCOPE OF STATE INCENTİVES FOR AGRİCULTURAL ACTİVES AND

ACCOUNTİNG TRANSACTİONS

ABSTRACT

The efficiency of production factors, increase the incomes of the workers, stabilize the product market, guarantee the sustainabilility of the product supply and deliver products to consumers at reasonable prices in the agricultural sector.

Regular and meaningful agricultural data is required in order to give correct and effective decisions and to analyze the impacts of the implemented policies in agricultural sector in this research, first the agricultural encouroges in Turkey then, accounting procedures are explained within TAS 41.

Key Words: Agricultural activity, Encourage, TAS 41.

* Bu çalışma doktora tezinden derlenmiştir. ** Öğretim Görevlisi Dr., Selçuk Üniversitesi, Akşehir Meslek Yüksekokulu

Page 358: 2011 yılı 1-2. sayılar

350

GİRİŞ

Ekonomide teşvik kavramı, belirli ekonomik faaliyetlerin diğerlerine oranla daha fazla ve hızlı gelişmesini sağlamak amacıyla, kamu tarafından çeşitli yöntemlerle verilen maddi ve/veya maddi olmayan destek, yardım ve özendirme olarak tanımlanmaktadır. Buna bağlı olarak, tam rekabetçi özel sektör tarafından teklif edilen fiyatlardan daha düşük düzeyde mal ve hizmetlerin tüketiciler tarafından satın alınmasına imkan veren veya üreticilerin gelirlerini bu müdahaleler olmadan kazanabilecekleri düzeyin daha üstüne yükselten devlet destekleri teşvik olarak tanımlanabilir (KÜÇÜKER, 2000; S: 136).

Tanımdan da anlaşılacağı gibi, ekonomik teşviklerin temelinde, kaynakların, ülke ekonomisi açısından daha yararlı olduğu kabul edilen alanlara yönlendirilmesi anlayışı yatmaktadır. Bu bağlamda, teşvik politikaları; ülkelerin zaman içerisindeki gelişmelere paralel olarak, ihracata, yatırımlara v.b. alanlara öncelik verilmek suretiyle değişebilmektedir (Devlet Planlama Teşkilatı, 2000; 215). Esasında teşvikler kamu kaynaklarının, ülkenin gelişmesi bakımından daha yararlı olarak görülen sektörlere yönlendirilmesidir. Ülkelerin verdiği teşviklerle neleri amaçladığına bağlı olmakla birlikte, sonuçta ülkenin refah seviyesinin arttırılması hedeflenmektedir (Devlet Planlama Teşkilatı, 2002; S: 5).

14.08.1991 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan 436 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile Hazine ve Dış Ticaret Müsteşarlığına bağlanarak Genel Müdürlük şeklinde örgütlenen Teşvikler ile ilgili birimler, 09.12.1994 tarih ve 4059 sayılı Kanun ile tekrar ikiye ayrılarak ihracat ile ilgli birimler Dış Ticaret Müsteşarlığına aktarılmış, yatırımlarla ilgili birimler ise Teşvik ve Uygulama Genel Müdürlüğü adı altında Hazine Müsteşarlığı bünyesinde kalmıştır. Teşvik ve Uygulama Genel Müdürlüğünce verilen Yatırım Teşvik Belge (YTB)’leri beş ana grup altında toplanmıştır. Söz konusu ana sektörler tarım, madencilik, imalat, enerji ve hizmetlerden oluşmaktadır (Devlet Planlama Teşkilatı, 2000; S: 212).

1. TARIM İŞLETMELERİNDE DEVLET TEŞVİKLERİ

Tarımsal teşviklerin amacı; tarım sektörünün öncelikli problemlerinin çözümüne katkıda bulunmak, uygulanan politikaların etkinliğini artırmak, sektörün bu politikalara uyumunu kolaylaştırmaktır. Tarımsal destekleme politikaları, ekonomik ve sosyal etkinlik ve verimlilik koşullarını sağlayacak programlarla uygulanır. Ödemeler bütçe imkanları çerçevesinde ve programların niteliğine bağlı olarak, gerekli denetim ve kontrollerin tamamlanmasından sonra yapılmaktadır.

Page 359: 2011 yılı 1-2. sayılar

351

Tarımsal ürünlere devlet teşviklerinin amaçları aşağıdaki gibi sıralanabilir (Dinler, 2000; S: 271):

a) Tarım ürünlerinin fiyatlarında istikrarı sağlamak,

b) Gelir seviyesini artırmak,

c) İstihdamı artırmak,

d) Verimliliği artırmak,

e) Tüketicilerin menfaatlerini korunmak.

ABD, İngiltere, Fransa ve Almanya gelişmiş ülkeler de tarımsal teşvikler 5 yıllık programlar ile açıklanmaktadır. Bu gelişmiş ülkelerde üretici, hangi ürüne ne kadar teşvik alacağını önceden bilerek üretim kararını verebilmektedir. Türkiye’de ise, teşvikler genellikle bir yıl gecikmeli olarak açıklanmakta ve tarım işletmeleri, ürünlerini sattıktan sonra ne kadar teşvik alacağını öğrenmektedir. Bundan dolayı tarımda üretim planlaması yapmak güçleşmektedir.

Tarımsal destekleme finansmanı, bütçe kaynaklarından ve dış kaynaklardan sağlanmakta olup bütçeden ayrılacak kaynak, Gayri Safi Milli Hasıla (GSMH)’nın yüzde birinden az olmamaktadır (Tarım Kanunu, m., 21). Tarım politikalarını tespit edilmesi, planlanması ve koordinasyonu ile ilgili kurum ve kuruluşlarla işbirliği yapılarak uygulanmasında Tarım ve Köyişleri Bakanlığı yetkilidir (Tarım Kanunu, m., 7).

14.04.2006 tarihinde kabul edilen ve 25.04.2006 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren Tarım Kanunu’nda tarımsal destekleme araçları tanımlanmış ve kapsamları belirtilmiştir. Tarım Kanunu’na göre tarımsal teşvik araçları şunlardır (Tarım Kanunu, m., 19):

1.1. Doğrudan Gelir Desteği (DGD)

Doğrudan gelir desteği; üreticilere tarımsal üretim amacıyla işledikleri araziler için Tarımsal Destekleme ve Yönlendirme Kurulunun teklifi üzerine, Bakanlar Kurulu tarafından belirlenen birim ödeme miktarı üzerinden, doğrudan ödeme yapılır. Ödeme miktarları, üreticilerin tarım politikaları amaçları ve çevre koruma koşullarına uyumunu kolaylaştırmak üzere farklı düzeylerde belirlenebilir. Doğrudan gelir desteği ödemelerine ilişkin esas ve usuller, bu Kanunun temel yapısıyla çelişmeyecek şekilde, her yıl Kurulun tavsiyesi ile Bakanlık tarafından çıkarılacak uygulama tebliğleri ile belirlenir. Uygulama tebliğleri, ilgili yılın ilk iki ayı içerisinde yayımlanır. Bakanlık, gerektiğinde ek tebliğler çıkarabilir.

Doğrudan gelir desteği kavramı, Türkiye’de ilk defa 1990’lı yılların ikinci yarısında VIII. Beş Yıllık Kalkınma Planında ve Tarım Reformu Uygulama Projesi (ARIP) çerçevesinde IMF’ye 1999 ve 2000 yıllarında verilen niyet

Page 360: 2011 yılı 1-2. sayılar

352

mektubunda yer almıştır. Böylece zamanla etkinliğini yitiren bir kısım tarım politikalarının yerine, tarımsal reform kapsamında ele alınacak daha etkin, hedef kitlesi belli, rekabete dönük, adil, çiftçilerin gelirlerini yükseltmeye yönelik, çevreci yaklaşımları ön plana alan bir tarım politikası benimsenmesi kararlaştırılmıştır. Bu süreçte bazı destekleme araçları tasfiye edilerek doğrudan gelir desteği uygulamaya başlanmıştır. Doğrudan gelir destekleme ödemeleri Çiftçi Kayıt Sistemi (ÇKS)’ne kayıtlı olan, tarımsal faaliyette bulunan ve 500 dekar ve daha küçük araziye sahip üreticilere ödenmektedir (Dellal, 2008; S: 18).

1.2. Fark Ödemesi

Çiftçilere üretim maliyetleri ile iç ve dış fiyatlar dikkate alınarak fark ödemesi desteği verilir. Fark ödemesi desteği öncelikle arz açığı olan ürünleri kapsar. Her yıl, fark ödemesi kapsamına alınacak ürünler ile ödeme miktarları Kurul tarafından belirlenir. Fark ödemesinden yararlanacak çiftçilerden üretim maliyeti ve ürünlerin satışına ilişkin belgeler istenebilir.

Mevcut durumda pamuk, ayçiçeği, soya fasulyesi ve diğer yağlı bitkileri kapsayan uygulama, mısır ve bazı yemeklik baklagilleri kapsayacak şekilde genişletilmiştir. Uygulama ile hedef fiyat ve Pazar fiyatı arasındaki fark üreticilere prim olarak ödenecektir.

1.3. Telafi Edici Ödemeler

Üreticilerin arz fazlası olan ürünlerin üretiminden vazgeçerek alternatif ürünlere yönelmeleri teşvik edilir. Üreticilere, arazilerinde alternatif ürünleri yetiştirmelerinden dolayı karşılaşabilecekleri gelir kayıplarını önlemek üzere telafi edici ödeme yapılır. Her bir üretici için yapılacak ödeme miktarı, üreticinin alternatif ürünlerin üretimine ayırdığı arazi miktarı ile birim ödeme miktarının çarpımı suretiyle hesaplanır. Üreticilerin bir araya gelerek, alternatif ürünlerin işlenmesi ve pazarlanması için yapacakları yatırımların finansmanı için ek ödeme yapılabilir. Telafi edici ödemelerin ürün kapsamı, ürünler bazında birim ödeme miktarları, ödeme süreleri ve ek ödeme miktarları her yıl Kurulun teklifi üzerine Bakanlar Kurulu tarafından belirlenir.

1.4. Hayvancılık Destekleri

Hayvancılık faaliyetlerinde, ırk ıslahı, kaba yem üretiminin arttırılması, verimliliğin arttırılması, işletmelerin ihtisaslaşması, işletmelerde hijyen şartlarının sağlanması, hayvan sağlığı ve refahı, hayvan kimlik sisteminin teşviki, hayvansal ürünlerin işlenmesi ve parlaması ile bunlarla ilgili kontrol, takip ve standartların iyileştirilmesi ve su ürünlerinin desteklenmesi amacıyla destekleme tedbirleri alınır. Hayvancılık desteklemelerinde, bölge ve iller bazında destekler uygulamaya ve ödeme miktarlarını belirlemeye, Kurulun teklifi üzerine Bakanlar Kurulu yetkilidir.

Page 361: 2011 yılı 1-2. sayılar

353

1.5. Tarım Sigortası Ödemeleri

Üreticilerin, Üretim materyallerini ve ürünlerini sigorta ettirmelerini teşvik etmek üzere, sigorta prim bedellerinin bir kısmı Devlet tarafından karşılanır. Tarım sigortasından yararlanacak ürünler ile teminat altına alınacak riskler Bakanlığın teklifi üzerine Bakanlar Kurulu tarafından belirlenir. Tarımsal sigorta, sisteminde Devlet tarafından karşılanacak prim destek oranı azami %50 ile sınırlandırılmıştır.

1.6. Kırsal Kalkınma Destekleri

Kırsal gelirin arttırılması ve çeşitlendirilmesi, kırsal altyapı, toplumlaştırma, tarla içi geliştirme hizmetleri ve sosyal yapının güçlendirilmesi ile doğal kaynakların korunması ve geliştirilmesi amacıyla, kırsal toplum kesimlerinin birlikte veya ferdi olarak yürütecekleri yatırım projelerinin maliyetlerinin bir kısmı, masraf paylaşma esasına göre, Devlet tarafından karşılanır. Kırsal kalkınma destekleri uygulaması Bakanlık tarafından yapılır. Kırsal yatırımların desteklenmesinde, köy ve diğer kırsal alanda yaşayan topluma istihdam sağlayıcı tarımsal ve tarım dışı ekonomik yatırımlara öncelik tanınır.

Kırsal kalkınma destekleri çerçevesinde desteklenecek projeli yatırımlarda, hedef kitle ve yerel paydaşların katılımı, tabandan yukarı yaklaşım, sürdürülebilirlik, uygun teknolojilerin kullanılması ve modern işletmecilik sistemlerinin yaygınlaştırılması ilkelerine uyulması esastır. Desteklenecek yatırım projelerinin konuları, desteklemelerin proje türleri bazında hangi oranlarda yapılacağı ve uygulamaya dönük diğer hususlar, Kurulun teklifi üzerine Bakanlar Kurulu tarafından belirlenir.

1.7. Çevre Amaçlı Tarımsal Arazilerini Koruma (ÇATAK) Programı Destekleri

Erozyon ve olumsuz çevresel etkilere maruz kalan tarım arazilerinde, işlemeli tarım yapan üreticilerin, arazilerinin doğal bitki örtüleri, çayır, mera, organik tarım ve ağaçlandırma için kullanımlarını teşvik etmek üzere, kendilerine belirli bir süreyi kapsayacak şekilde, çevre amaçlı tarım arazilerini koruma programı destekleri sağlanır. Ödemeler, Bakanlık ile üreticiler arasında akdedilecek sözleşmelere dayalı olarak ve birim arazi üzerinden yapılır. Her bir üretici için yapılacak çevre amaçlı tarım arazilerini kloruma programı destekleri ödemesi, üreticilerin bu program için tahsis edecekleri arazi miktarı ile birim ödeme miktarlarının çarpımı ile hesaplanır. Üreticilerin, bu araziler üzerinde ayrıca çevre koruma tedbirleri almaları da istenir. ÇATAK programı destekleri ödemelerinin hangi arazilerde uygulanacağı, sözleşmelerin kapsamı, ödemelerin süresi ve ödeme miktarları Kurulun teklifi üzerine Bakanlar Kurulu tarafından belirlenir.

Page 362: 2011 yılı 1-2. sayılar

354

1.8. Diğer Destekleme Ödemeleri

Araştırma, geliştirme ve tarımsal yayım desteği, pazarlama teşvikleri, özel depolama yardımı, kalite desteği, piyasa düzenlemeleri desteği, organik üretim desteği, imha desteği, ürün işleme desteği, gerektiğinde bazı girdi destekleri ile tarım havzaları destekleri v.b. konularda destekleme araçları kullanılabilir. Bu destekleme araçları her yıl Kurulun teklifi üzerine Bakanlar Kurulu tarafından belirlenir.

Tarım Kanunu’na göre destekleme ödemelerinde uyulması gereken esaslar ise şunlardır (Tarım Kanunu, m., 20):

a) Destekleme ödemeleri; bölge, işletme, arazi, ürün, tarım sistemi, sözleşmeli üretim, ıslah ve çevre gibi konulardaki öncelikler ve tercihler ışığında farklı miktarlarda yapılabilir,

b) Bir tarımsal işletmenin alabileceği azami toplam destekleme miktarı, yıllık olarak belirlenir,

c) Destekler, üretici örgütleri aracılığı ile de ödenebilir,

d) Desteklenecek ürünlerin ve destekleme ödeme miktarlarının belirlenmesinde kalite, standart ve sağlık kriterleri dikkate alınır,

e) Üreticilere yapılacak her türlü destekleme ödemelerinde, entegre idare ve kontrol sistemi uygulanır,

f) Çiftlik muhasebe veri ağı kayıtlarına ait bilgiler kontrol ve istatistik amaçlı olarak kullanılabilir, ancak ifşa edilemez. Bu hükme uymayanlar için genel hükümler çerçevesinde cezai işlem yapılır

2009 yılına ilişkin tarımsal teşvikler 11 Kasım tarihinde Resmi Gazete’de yayınlanmıştır. Bu teşviklerin ödemeleri ise 2010 yılı bütçesinden yapılmaktadır. Resmi Gazete’de yayınlanan 2009 yılı tarım teşvikleri aşağıdaki gibidir (Yıldırım, Erişim Tarihi: 04.06.2010):

a) Alan bazlı teşvikler

b) Fark ödemesi (prim) teşvikleri

c) Hayvancılık teşvikleri

d) Sertifikalı tohum ve fidan teşvikleri

e) Çiftlik muhasebe veri ağı teşviki

f) Diğer tarımsal teşvikler

Tarımsal teşviklerin toplam tutarı 2007-2008 yıllarında 5.542 milyon TL’den %5,6 artışla birlikte 5.850 milyon TL’ye yükselmiştir. Teşviklerin %60’ından fazlası alan bazlı teşvikler ile prim teşviklerinden oluşan fark ödemesi sistemine

Page 363: 2011 yılı 1-2. sayılar

355

dahil ürünlere yapılan ödemelere aittir. Tablo 1’de 2007-2008 yıllarında yapılan teşvik ödeme tutarları ile oransal olarak artış ve azalışlar yer almaktadır.

Tablo 1: Tarımsal Teşvik Ödemeleri

2007 (milyon TL)

Pay (%)

2008 (milyon TL)

Pay (%)

Değişim ‘07/’08 (%)

Alan Bazlı Teşvikler 2.462 44,4 1.953 33,4 -20,7

DGD Teşviki 1.641 66,7 1.138 58,3

Mazot Teşviki 479 19,4 473 24,2

Gübre Teşviki 342 13,9 342 17,5

Fark Ödemesi Teşvikleri 1.782 32,2 1.647 28,1 -7,6

Kütlü Pamuk Teşviki 828 46,5 648 39,3

Buğday Teşviki 300 16,9 591 35,9

Yağlık Ayçiçek Teşviki 203 11,4 141 8,6

Diğer Teşvikler 451 25,3 267 16,2

Hayvancılık Teşvikleri 723 13,0 1.330 22,7 84,1

Yem Bitkileri Üretim Teşviki 404 56,0 676 50,8

Süt Teşviki 177 24,6 310 23,3

Su Ürünleri Teşviki 28 3,8 93 7,0

Diğer Teşvikler 113 15,6 251 18,8

Tarım Reformu Hizmetleri Teşvikleri

24 0,4 34 0,6 38,4

Tarımsal Sigorta Hizmetleri Teşvikleri

32 0,6 55 0,9 74,7

Telafi Edici Ödemeler Teşvikleri

85 1,5 80 1,4 -4,8

Kırsal Kalkınma Teşvikleri 80 1,4 109 1,9 36,8

Kuraklık Teşvikleri 264 4,8 549 9,4 107,6

Diğer Teşvikler 90 1,6 93 1,6 2,9

Toplam 5.542 100,0 5.850 100,0 5,6

Kaynak : Tarım ve Köy İşleri Bakanlığı Kayıtları, Ankara, 2009

Page 364: 2011 yılı 1-2. sayılar

356

2007 ve 2008 yıllarında alan bazlı desteklerin %67 ile %58 arasında Doğrudan Gelir Desteği (DGD)’nden oluşurken, toplam ödeme miktarı DGD’ne bağlı olarak %21 azalmıştır. DGD, 2009 yılından itibaren geçerli olmak üzere kaldırılmıştır. Birim üretim maliyetlerindeki en önemli gider kalemleri arasında yer alan mazot ve gübreye dekar başına verilen destekler yoluyla yapılan üreticilere yapılan katkı önemlidir.

2008 yılı itibariyle 1.647 milyon TL ile tarımsal desteklerin %28’ini oluşturan ve kilogram başına verilen primlerden oluşan fark ödeme sistemindeki toplam destekleme tutarı 2007 yılına göre %7,6 azalmıştır. Bu ödemelerin en yüksek ödeme payına sahip ürün %39 ile pamuktur. Bunu sırasıyla buğday ve yağlık ayçiçeği izlemektedir.

2008 yılında 2007 yılına göre hayvancılık teşviklerinde %84 gibi çok yüksek oranlı artış görülmektedir. Bu artış ile birlikte toplam ödeme tutarı da 1.3330 milyon TL’ye ulaşmıştır. Hayvancılık teşvikleri içerisinde en önemli pay yem bitkilerine aittir.

2007 yılında yaşanan kuraklığın ardından verilen kuraklık teşvikleri tarımsal üretimde devamlılığın sağlanması ve üretici zararlarının telafi edilebilmesi için önemli bir uygulamadır. 2008’de toplam 549 milyon TL kuraklık ödemesi yapılmıştır.

2. ÇİFTLİK MUHASEBE VERİ AĞI (ÇMVA)

Çiftlik Muhasebe Veri Ağı (ÇMVA), tarım işletmelerinin muhasebe verilerinin toplanması amacıyla oluşturulan bir sistem olup, bu sistem kullanılarak tarımsal işletmelerin ekonomik yapıları etkin olarak izlenmektedir. ÇMVA sisteminin faydalarını üç başlıkta sıralanabilir (Arslan, 2008; S: 9):

a) Tarımsal politikalar,

b) Çiftçinin işletmesinin ekonomik analizi,

c) Ulusal ve bölgesel kalkınma.

AB üyesi ülkeler Ortak Tarım Politikası üretilmek amacıyla 79/65/EEC sayılı Konsey kararı ile 15.06.1965 tarihinde ÇMVA (Farm Accountancy Data Network- FADN) olarak adlandırılan bir veri tabanı sistemi oluşturmuşlardır. Bu sistemde AB üyesi ülkelerdeki tarım işletmelerinin yıllık gelir ve faaliyetlerine ilişkin muhasebe verileri toplanır (Aytulun, Erişim Tarihi: 20.09.2010).

Türkiye’de ise, 1998 yılında Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) tarafından Devlet Planlama Teşkilatı’nın sağladığı finansal destek ile fiili çalışmalar başlatılmıştır. 1998 yılının sonunda 3 ili kapsayan bir pilot çalışma ile hazırlanan soru kağıdı ve uygulanan veri derleme metodolojisi denenmiştir. Bu

Page 365: 2011 yılı 1-2. sayılar

357

çalışmada, tarım işletmelerinin çoğu muhasebe kaydı tutmadığından, yardımcı kayıt formu ve özet bilgilerin kaydedildiği soru kağıdı birlikte kullanılmıştır. 2001 yılında Türkiye genelinde uygulanan anket çalışması, ÇMVA için gerekli değişkenleri elde etmeye yönelik bu kapsamda yapılan diğer bir çalışmadır. Anketin amacı, tarım politikalarına veri tabanı oluşturmak üzere, piyasaya yönelik üretim yapan tarım işletmelerinden (tarımsal faaliyetlerden belirli bir değerin üzerinde brüt kar sağlayan işletmelerden), üretim ve pazarlamaya ilişkin veri derlenerek, AB üyesi ülkelerde uygulanan FADN benzeri bir veri tabanı sisteminin oluşturulmasına katkı sağlayacak düzeyde bilgilerin elde edilmesi ve sonuçların kullanıcıların yararına sunulmasıdır. ÇMVA kurulması konusu, AB mevzuat uyum çalışmaları kapsamında, Ulusal Programın 24 Temmuz 2003 Tarih ve 25178 Mükerrer Sayılı Resmi Gazete de yayınlanan Tarım Kısmında öncelikli listeler içinde yer almıştır. Ulusal Programda, ÇMVA ile ilgili olarak orta vade de düzenlemeler yapılaması öngörülmüştür.

Türkiye’de AB’ne katılım görüşmelerinde, tarım sektörü ile ilgili işletme bilgilerinde mikro ve makro bazlı detay bilgilerin olmamasından dolayı karar almada önemli bir eksik olarak gündeme gelmiştir. Bu nedenle ÇMVA’nın pilot uygulaması 2007 yılında başlamıştır.

3. TARIMSAL FAALİYETLERE İLİŞKİN DEVLET TEŞVİKLERİNİN MUHASEBELEŞTİRİLMESİ

TMS 41 devlet teşviklerini; gerçeğe uygun değer ile değerlendirilmiş canlı varlıklara ilişkin devlet teşvikleri ve maliyet değeri ile değerlendirilmiş canlı varlıklara ilişkin devlet teşvikleri şeklinde sınıflandırmış ve bu teşviklerin muhasebe işlemlerini açıklamıştır.

3.1. Gerçeğe Uygun Değerle Değerlemeye Tabi Tutulmuş Canlı Varlıklara İlişkin Devlet Teşvikleri

Gerçeğe uygun değerle değerlemeye tabi tutulmuş canlı varlıklara ilişkin devlet teşviklerinin muhasebe işlemleri, devlet teşviklerinin koşullu olup olmamasına göre ikiye ayrılmıştır.

3.1.1. Koşulsuz Devlet Teşviklerinin Muhasebe İşlemleri

Bu standarda göre, gerçeğe uygun değerinden satış maliyeti düşülmek suretiyle ölçülen canlı varlıklara ilişkin koşulsuz olarak yapılan devlet teşvikleri, söz konusu teşviklerin sadece alacak haline gelmeleri durumunda gelir olarak muhasebeleştirilir (TMS 41, m., 34). Koşulsuz devlet teşviklerinin muhasebe kaydına aşağıdaki gibi örnek verebiliriz.

Süt sığırcılığı yapan bir tarım işletmesi devletten her ay sattığı süt miktarlarını ilgili bankaya bildirmiş ve kilogram başına 0,40 TL teşvik almıştır. İşletmenin

Page 366: 2011 yılı 1-2. sayılar

358

60.000 kilogram süt sattığını belgelemiştir. Bu durumda yapılacak muhasebe kaydı aşağıdaki gibidir.

../../…

1 102 BANKALAR

649 DİĞER OLAĞAN GELİR ve KAR.

Süt Teşvik Prim Kaydı

2.400

2.400

3.1.2. Koşullu Devlet Teşviklerinin Muhasebe İşlemleri

Koşullu devlet teşviklerinin muhasebeleştirilmesi ise; gerçeğe uygun değerden satış maliyeti düşülmek suretiyle ölçülen canlı varlıklara ilişkin devlet teşvikleri, ilgili işletmenin belirli tarımsal faaliyetlerde bulunulmaması da dahil olmak üzere, şartlı olarak verilmiş olmaları durumunda, sadece ilgili devlet teşvikine ilişkin koşullar karşılandığında gelir olarak muhasebeleştirilir (TMS 41, m., 35). Söz konusu teşvikler ancak belirlenen şartlar yerine getirildiğinde gelir olarak kaydedilir. Gelir tablosu ilkelerine göre koşula bağlı gelir ve karlar herhangi bir tahakkuk işlemi yapılmadan sadece dipnotlarda açıklanır.

Devlet teşviklerinin koşul ve şartları farklılık arz eder. Örneğin; bir teşvik, işletmenin belirli bir yerde 5 yıl süreyle tarımsal faaliyette bulunmasını, bu faaliyetin 5 yıldan daha kısa bir dönem için yapılması durumunda ise tüm teşvikin iade edilmesini gerektirebilir. Bu durumda, söz konusu teşvik, 5 yıllık süre dolmadıkça işletme tarafından kâr ya da zararda muhasebeleştirilmez. Diğer taraftan, teşvik koşullarının, geçen zamana bağlı olarak teşvikin belli bir kısmının işletmece alıkonulmasına izin vermesi durumunda, işletme, söz konusu teşviki, zaman geçtikçe gelir olarak muhasebeleştirir (TMS 41, m., 36). Koşullu devlet teşviklerinin muhasebe kaydına şöyle bir örnek verebiliriz.

Süt sığırcılığı yapan bir tarım işletmesi 5 yıl süre ile belirli bir bölgede tarımsal faaliyette bulunmak şartıyla 50.000 TL devlet teşviki almıştır. Eğer tarımsal faaliyet daha kısa sürerse işletme aldığı teşvikin kalan kısmını geri ödeyecektir.

İlk yıl yapılacak kayıt;

../../…

1 102 BANKALAR

482 ERTELENMİŞ GELİRLER

Sığır Teşvik Prim Kaydı

50.000

50.000

Page 367: 2011 yılı 1-2. sayılar

359

Her yılın sonunda yapılacak kayıt;

../../…

2 482 ERTELENMİŞ GELİRLER

382 ERTELENMİŞ GELİRLER

Dönem Sonu Kaydı

10.000

10.000

../../…

3 382 ERTELENMİŞ GELİRLER

649 DİĞER OLAĞAN GELİR ve KAR.

Teşviklerin Gelir Hesabına Aktarılması Kaydı

10.000

10.000

Eğer, her yıl faaliyetin yapılıp yapılmadığını kontrol edilip ve kontroller sonucunda teşvik taksitlerle veriliyorsa yukarıdaki son yıl yapılan kayıt her yıl 10.000 TL (50.000 / 5) aşağıdaki gibi gelir olarak kaydedilir.

../../…

1 102 BANKALAR

649 DİĞER OLAĞAN GELİR ve KAR.

Süt Teşvik Prim Kaydı

10.000

10.000

3.2. Maliyet Değeriyle Değerlemeye Tabi Tutulmuş Canlı Varlıklara İlişkin Devlet Teşvikleri

Devlet teşvikleri maliyet değeri ile değerlenmiş canlı varlıklarla ilgili olduğundan, herhangi bir devlet teşvikinin, maliyetinden birikmiş amortisman ve birikmiş değer düşüklüğü karşılıklarının düşülmesi suretiyle ölçülmüş canlı bir varlığa ilişkin olması durumunda (bakınız: madde 30); “TMS 20 Devlet Teşviklerinin Muhasebeleştirilmesi ve Devlet Yardımlarının Açıklanması” Standardı uygulanır (TMS 41, m., 37).

Bu Standart herhangi bir devlet teşvikinin, gerçeğe uygun değerinden satış maliyetleri düşülmek suretiyle ölçülmüş canlı bir varlığa ilişkin olması veya söz konusu devlet teşvikinde işletmenin belirli bir tür tarımsal faaliyette bulunmamasının öngörülmüş olması durumunda, TMS 20’den farklı bir uygulamayı gerekli kılar. TMS 20, sadece, maliyetinden birikmiş amortisman ve birikmiş değer düşüklüğü karşılıkları düşülmek suretiyle ölçülen canlı

Page 368: 2011 yılı 1-2. sayılar

360

varlıklara ilişkin devlet teşviklerine uygulanır (TMS 41, m., 38). TMS 20’ye göre, gerçeğe uygun değerleri ile izlenen parasal olmayan devlet teşvikleri de dahil olmak üzere tüm devlet teşvikleri, aşağıdaki şartlar gerçekleştikten sonra devlet teşviklerinin gelir olarak kayıtlanması gerekir (TMS 20, m., 7):

a) İşletmenin devlet teşvikleri ile ilgili koşulları yerine getirmesi,

b) Teşvikin işletme tarafından elde edilmesi.

İşletmenin, bu standart kapsamındaki devlet teşviklerinin mali tablolardaki sunumu ile ilgili olarak aşağıdaki açıklamalarda bulunması gerekir (TMS 41, m., 57):

a) Finansal tablolara yansıtılan devlet teşviklerinin niteliği ve kapsamı,

b) Devlet teşviklerine ilişkin yerine getirilmemiş koşullar ve diğer ihtimaller,

c) Devlet teşviklerinde meydana gelmesi beklenen önemli düşüşler.

4. SONUÇ

Tarım sektörü, ekonomideki ağırlığı ülkelerin gelişmişlik düzenine göre farklılık göstermekle birlikte az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler için stratejik öneme sahiptir. Tarım sektörünün teşvik edilmesi, üretim faktörlerinin verimliliğinin yükseltilmesi, çalışanların gelirlerinin arttırılması, nüfusun yaşam standardının yükseltilmesi, tarımsal ürün piyasalarına istikrar kazandırılması, ürün arzının güvence altına alınması ve bu ürünlerin tüketicilere uygun fiyatlarla ulaştırılmasının sağlanmasıdır.

Tarıma uygulanacak politikaların ve alınacak önlemlerin en doğru şekilde tespiti için elde edilecek verilerin düzenli ve sürdürülebilir olması gerekmektedir. Bu nedenle ÇMVA oluşturulmuş, elde edilen bilgiler tarım sektörüne yönelik karar alma süreçlerinde yardımcı olma ve yol gösterme niteliği taşımaktadır. ÇMVA ile tarımsal işletmelerin gelirleri ve performansları ile ilgili muhasebe verilerinin yıllık olarak toplanmasını hedeflemektedir. Bu veriler mikro düzeyde tarımsal işletmelerden elde edilen verilerdir. Tarımsal işletmelerden; işletme ile ilgili genel bilgiler, faaliyetin türü, işgücü, canlı hayvan sayısı ve değeri, canlı hayvan alım satımı, maliyetler, binalar, arsalar, makinalar ve işletme sermayesi, borçlar, üretim (bitkisel ve hayvansal üretim, canlı hayvanlar hariç), kotalar, bitkisel ürünler ve hayvanlar için yapılan doğrudan ödemeler ile ilgili veriler toplanmaktadır.

Devlet tarımsal faaliyetlerin gelişmesine yönelik çeşitli teşvikler vermektedir. Alınan bu teşviklerin nasıl muhasebeleştirileceği TMS 41’de açıklanmıştır. Bu standarda göre, gerçeğe uygun değerde değerlemeye tabi tutulmuş canlı varlıklara ilişkin teşvikler koşulsuz ve koşullu olarak ikiye ayrılmıştır. Koşulsuz

Page 369: 2011 yılı 1-2. sayılar

361

verilen devlet teşvikleri alacak haline geldiklerinde gelir olarak muhasebeleştirilirken, koşullu verilen devlet teşvikleri ise, koşullar karşılandığında gelir olarak kaydedilir.

Maliyet değeriyle değerlemeye tabi tutulmuş canlı varlıklara ilişkin teşvikler, canlı varlıkların maliyetinden birikmiş amortismanlar ve birikmiş değer düşüklüğü karşılıklarının düşülmesi suretiyle ölçülmüş ise, bu devlet teşviklerinin kaydı “TMS 20 Devlet Teşviklerinin Muhasebeleştirilmesi ve Devlet Yardımlarının Açıklanması” Standardına göre yapılır.

YARARLANILAN KAYNAKLAR

KİTAPLAR

ASLAN, Murat. (2008). Çiftlik Muhasebe Veri Ağı (ÇMVA) Uygulamalarında Örneklem Seçimi ve Türkiye’deki Tarımsal Yapıda Uygulanabilirliği. (T.C. Tarım ve Köyişleri Bakanlığı Dış İlişkiler ve Avrupa Birliği Koordinasyon Dairesi Başkanlığı Uzmanlık Tezi).

Devlet Planlama Teşkilatı (DPT). (2002). Devlet Yardımları Uygulamasının Maliyeti ve Ekonomik Göstergelerle Mukayesesi. Ankara: DPT Yayınları.

Devlet Planlama Teşkilatı (DPT). (2000). Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planı, Bölgesel Gelişme Özel İhtisas Komisyonu Raporu, Ankara: DPT Yayınları.

DİNLER, Zeynel. (2000). Tarım Ekonomisi, Bursa: Ekin Kitabevi Yayınları.

KÜÇÜKER, Celal. (2000). Teşvik Teorisi: Ekonomik Argümanlar ve Endüstri Politikaları, Ekonomik Gelişme ve Teşvikler. Ankara: Türkiye Ekonomi Kurumu Yayını.

TEAE, (2008). Ekonomik Göstergelerle Türkiye’de Tarım, 2007, Editörler: İlkay DELLAL, Celile Ö. DÖLEKOĞLU, Ankara: Tarımsal Ekonomi Araştırma Enstitüsü Yayın No: 167.

KANUN VE STANDARTLARLAR

Tarım Kanunu

Türkiye Muhasebe Standartları

İNTERNET

AYTULUN, Arif. http://www.ekonomikpanorama.com/sizden_gelenler /18852.html. 20.09.2010. Çiftlik Muhasebesi: www.ekonomikpanorama.com

YILDIRIM, A. Ekber. www.istekobi.com.tr/kobi-bilgi-merkezi/makaleler/ tarimsal-destekler-m68.aspx. 04.06.2010. Tarımsal Destekler: www.istekobi.com.tr

Page 370: 2011 yılı 1-2. sayılar

362

Page 371: 2011 yılı 1-2. sayılar

363

UZAKTAN EĞİTİM VE UYGULAMALARI

Tugay ARAT*

Ömer BAKAN**

ÖZET

1970’lerden sonra yaşanan bilimsel ve teknolojik gelişmeler eğitim sistemini önemli derecede etkilemiştir. İnternet adı verilen küresel bilgi ağının güçlenmesi, yaygınlaşması ile dünyada iletişim biçimi değişerek saniyeler içerisinde yazılı, sözlü, görüntülü bağlantı sağlanır hale gelmiştir. Günümüzde iletişim teknolojileri çok büyük bir hızla gelişmektedir. Bu gelişmelerin etkilediği önemli alanlardan biri de öğrenmedir. İletişim teknolojileri öğrenme sürecinde, birçok açıdan geleneksel eğitim sistemlerine katkılar sağlamakta ve yaşam boyu öğrenmeyi sağlamaktadır. Öğrenme yaşamla başlayan ve ölünceye kadar devam eden sınırları olmayan bir süreçtir. İletişim teknolojileri öğrenmeyi klasik okul sınırları içerisinden çıkarıp bireylerin kendilerini yetiştirebilecekleri imkanları sağlamıştır. Türkiye’de Açık Öğretim Fakültesi ile posta ve televizyonla başlatılan uzaktan eğitim bugün pek çok üniversitede tamamen internet üzerinden, web tabanlı bir şekilde gerçekleşmektedir.

Anahtar Kelimeler: Uzaktan Eğitim, İletişim Teknolojileri

DISTANCE EDUCATION AND APPLICATIONS

ABSTRACT

The scientific and technological developments after the 1970s have significantly affected education system. Today, with strengthening and spreading of internet called as global information network, the communication type has changed and written, oral, video communication has become possible within seconds. Communication technologies are developing very rapidly. One of the major areas affected by these developments is learning. In learning process, communication technologies provide contributions to the traditional education in many ways and provide life-long learning. Learning begins with birth and continues until death without borders. Communication technologies provide opportunities for individuals’ self-development other than limits of classical learning in school. Remote education, launched in Open Teaching Faculty by means of mail and television in our country, takes place in many universities completely trough internet as web-based in today’ s world.

Keywords: Distance Education, Communication Technology

* Okutman Dr., Selçuk Üniversitesi, Sosyal Bilimler Meslek Yüksekokulu ** Yrd. Doç. Dr., Selçuk Üniversitesi, İletişim Fakültesi, Halkla İlişkiler ve Tanıtım Anabilim Dalı

Page 372: 2011 yılı 1-2. sayılar

364

GİRİŞ

Teknolojik gelişmeler, toplumsal yaşamın her alanını önemli ölçüde etkilemiştir. Bu gelişmelerden etkilenen alanlardan birisi de hiç kuşkusuz eğitim alanıdır (Akpınar, 2003: 80). Günümüzde iletişim teknolojilerinin eğitim alanına entegre edilmesine yönelik olarak yoğun bir çaba harcanmaktadır. Çünkü iletişim teknolojileri eğitime ayrılan kaynakların etkili biçimde kullanılmasını sağlayan, öğrenme ortamlarına esneklik kazandıran ve öğrenmenin niteliğini artıran niteliktedir (Göktaş vd., 2008: 31-32). İletişim teknolojilerinin yüksek öğretime entegre edilmesiyle ortaya çıkan uygulamalardan birisi uzaktan eğitimdir. Bu çalışmada uzaktan eğitim ve uzaktan eğitim uygulamaları ele alınmaktadır. Uzaktan eğitimin ne olduğu, tarihi, özellikleri, uzaktan eğitim modelleri, uzaktan eğitimin faydaları ve uzaktan eğitim uygulamaları irdelenecektir.

1.UZAKTAN EĞİTİM

“Uzaktan eğitim, farklı ortamlarda bulunan öğrenci ve öğretim elemanlarının, öğrenme – öğretme faaliyetlerini, iletişim teknolojileri ve posta hizmetleri ile gerçekleştirdikleri bir eğitim sistemi modelini ifade eder.” (İşman, 1998:18).

Diğer bir tanıma göre; “Uzaktan eğitim, geleneksel öğrenme – öğretme yöntemlerindeki sınırlılıklar nedeniyle sınıf içi etkinliklerin yürütülme olanağı bulunmadığı durumlarda, eğitim çalışmalarını planlayanlar ve uygulayanlar ile öğrenenler arasında iletişim ve etkileşimin özel olarak hazırlanmış öğretim üniteleri ve çeşitli ortamlar yoluyla belli bir merkezden sağlandığı bir öğretim yöntemidir.” (Alkan, 1987).

Uşun (2006:7)’a göre uzaktan eğitim; “kaynak ile alıcının öğrenme – öğretme süreçlerinin büyük bir bölümünde birbirlerinden ayrı (uzak) ortamlarda bulunduğu alıcılarına öğretim yaşı, amaçları, zamanı, yeri ve yöntemi vb. açılardan “bireysellik”, “esneklik” ve “bağımsızlık” olanağı tanıyan, öğrenme – öğretme süreçlerinde; yazılı ve basılı materyaller, işitsel araçlar, teknolojiler, yüzyüze eğitim gibi materyal, araç ve teknoloji ve yöntemlerin kullanıldığı, kaynak ile alıcılar arasındaki iletişim ve etkileşimin ise etkileşimli tümleşik teknolojilerle sağlandığı planlı sistematik bir eğitim teknolojisi uygulamasıdır”.

Uzaktan eğitim ile ilgili tanımlara bakıldığında belirli bir yaşta, yaş grubunda olmak gerekli değildir, belirli bir zaman diliminde bulunmak gerekli değildir, belirli bir ortamda bulunmak gerekli değildir. Bu bakımdan bu eğitime öğrenciler açısından bakıldığında son derece zaman esnekliğine sahip, kendi kendine çalışma şeklinin düzenlenebildiği, elektronik medya ve kişiye özel teknolojilerin kullanılabildiği görülmektedir. Öğretme – öğrenme

Page 373: 2011 yılı 1-2. sayılar

365

etkinliklerinde mesajın alıcıya/alıcılara iletişim teknolojileri ile sağlandığı bir modeldir (Yurdakul, 2005:252).

1.1.Uzaktan Eğitimin Tarihi Gelişimi

Dünyada ilk uzaktan eğitim çalışmasının 1728 yılında Boston gazetesinde “Steno Dersleri” ile başlamıştır. 19. yüzyılda İsveç Üniversitesi’nde hanımlara “Mektupla Kompozisyon Dersleri” verilmiştir. Bu yüzyılda İsveç, İngiltere ve Amerika Birleşik Devletleri’nde çeşitli uzaktan eğitim uygulamaları yapılmıştır. 1843 yılında University Correspondence Collage ve bazı ticari kurumlar mektupla öğretime başladı. Bu yıllarda binlerce yetişkin eğitimine kolej seviyesine kadar devam etmek istiyor ancak coğrafi, meslek, yaş gibi sebeplerden dolayı eğitime devam edemiyordu. Bu sebeple Mektupla Öğretim Üniversitesi (Correspondance University) kurulmuştur. Mektupla öğretim hizmeti sunan 1894’de Oxford’da Wolsey Hall College eğitime başlamış, 1910’ da Metropolitan College faaliyete geçmiştir. Eğitsel ilk radyo yayını 1920’de ABD’de başlamıştır. Okullar için eğitsel radyo programları yayınlanmıştır ve eğitim amaçlı kurulan radyo sayısı yüzleri bulmuştur. Diğer ülkelerde de yayınlar gecikmemiş ve 1922’de İngiltere’de, Fransa’da, Sovyetler Birliğinde benzer yayınlar başlamıştır. 1932-1937 yılları arasında ABD’de IOWA Üniversitesi’nde ilk eğitim televizyonu yayınları başlamıştır. 1960’da İngiltere’de “British Open University” açılmıştır (Uşun, 2006:211-213). Dünyada 1940’lardan itibaren uzaktan eğitimde televizyon, öğretimi desteklemek, güçlendirmek amacıyla kullanılmıştır. Örneğin 1958 yılında İtalya Televizyon Okulu (Tele-scoula) projesi sayesinde okuryazar olmayan 5,5 milyon kişi sayısı 2 milyona düşürülmüştür (İşman, 1998:49).

ABD’de bilgi iletişim teknolojileri altyapısında yaşanan gelişmeler ve büyük ticari girişimler ile uzaktan eğitime olan ilgiyi artırmıştır. Caliber Learning Network, AT&T Learning Network ve MCI Communication gibi şirketler ve üniversitelerin kurduğu ortaklıklar uzaktan eğitimde yeni anlayış, öğretim modellerinin gelişmesi ve yeni tekniklerin gelişmesini sağlamıştır. Eğitiminde dersler, uydu, video konferans ve bilgisayar yoluyla yapılmaktadır. ABD’de 1997 yılında kurulan Kentucky Sanal Üniversitesi, Western Governors Üniversitesi, Pennsylvania ve Güney Carolina Üniversiteleri uzaktan eğitim veren eğitim kurumlarından birkaçı olarak söylenebilir. İngiltere’de Clyde Sanal Üniversitesi, 1995 yılında kurulmuştur. Open Learning Agency of Australia (OLA), açık öğrenmeyi sağlayan yedi üniversiteyi içerisinde barındırmaktadır. United Kingdom Open University (UKOU), sadece uzaktan eğitim için kurulmuş yaklaşık 223 binin üzerinde öğrencisi bulunan İngiltere’nin en büyük üniversitelerindendir. 2003-2004 öğretim yılında kayıtlı olan 208 bin örgencinin 170 bini United Kingdom’dan diğerleri ise dünyanın değişik yerlerinden kaydolan öğrencilerdir (Kurt, 2006:85-101).

Page 374: 2011 yılı 1-2. sayılar

366

Türkiye’de uzaktan eğitim konusundaki gelişmeler sosyo-ekonomik şartlar ile orantılı bir şekilde ilerlemektedir ve yabancı uzmanların tavsiyeleri doğrultusunda başlamaktadır. 1960 yılında Milli Eğitim Bakanlığı bazı teknik konuların öğretimi için Mektupla Öğretim Merkezinin kuruluşunu gerçekleştirmiştir. Bu ekonomik yöntemle birçok birey eğitim almıştır. 1975 yılında Deneme Yüksek Öğretmen Okulu fen ve matematik alanlarında öğretmen yetiştirmek için kuruldu. Yüzyüze eğitime ilave olarak mektupla öğretim ve televizyon ve radyo ile öğretim yöntemlerinin amaca uygun bir biçimde birleştirilmesi amaçlanmış ve 478 öğrenci ile eğitime başlamıştır. Lise ve dengi okul çıkışlı öğrencilere öğretim olanağı sağlamak ve yüksek öğretim önündeki yığılmayı önlemek için ön lisans düzeyinde ara insan gücü kademesini yetiştirmek için Yaygın Yüksek Öğretim Kurumu 1974-1979 yılları arasında faaliyet göstermiştir. Özellikle teknik branşlarda binlerce kişi eğitim almıştır (Özdil, 1986:21-33; İşman, 1998:41).

1927 yılında Türkiye’de yayına başlayan radyo, 1941 yılında kırsal kesime yönelik olarak Ziraat Takvimi programı yayınlanmıştır. Daha sonra 1952 yılında Köyün Saati programı yapılmıştır. 1964 yılında Anayasada yapılan düzenleme ile TRT, yeniden örgütlenerek eğitsel amaçlı yayınlara ağırlık verilmiştir (İşman, 1998:46-47).

1968 yılında yayına başlayan TRT başlangıçtan itibaren eğitsel yayınlar yapmıştır. 1982 yılında üniversite düzeyinde tek eğitim kurumu olarak Açık Öğretim Fakültesi kurulmuştur. Bu fakültenin dersleri de radyo ve televizyon yayınlarıyla desteklenmiştir (İşman, 1998:52).

İletişim teknolojilerinin gelişmesi, açık öğrenme sistemlerinin yüksek öğrenimde daha fazla kullanılmasını gündeme getirmiştir (Turan ve Çolakoğlu, 2008: 109). Açık üniversitede öğrenciler ile öğretim üyelerinin bir kampüste bir araya gelmelerini zorunlu kılan bir uygulama yoktur. Ülkenin her tarafına yayılmış olan öğrencilere gönderilecek uzaktan eğitim materyallerinin hazırlanmasından sorumlu akademik ve idari personel bulunmaktadır. Açık üniversite eğitimi öğrencilere kendi hızlarında çalışma olanağı sağlamaktadır (Özdil, 1985:27).

Bugün Anadolu Üniversitesi Açık Öğretim Fakültesi Lisans Programlarında İşletme, Kamu Yönetimi, Maliye Bölümü, İktisat Bölümü, Çalışma Ekonomisi Bölümü, Okulöncesi Öğretmenliği Bölümü, İngilizce Öğretmenliği Bölümü, Konaklama İşletmeciliği Bölümü, Felsefe Bölümü, Sosyoloji Bölümü, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü ve Uluslar arası İlişkiler Bölümü ayrıca ön lisans düzeyinde iki yıllık birçok program ile öğrenci sayısı beş yüz bini aşan bir fakültedir (http://www.acikogretim. net/aof.acikogretim.bolumleri.htm).

Page 375: 2011 yılı 1-2. sayılar

367

1.2.Uzaktan Eğitimin Özellikleri

Geniş kitlelere yayılmış uzakta bulunan öğrenci ya da öğrenci topluluklarına hizmet eden sistemin birçok açıdan faydaları bulunmaktadır.

Öğrenciler açısından değerlendirildiğinde öğrenci bağımsız durumdadır. Öğrenci öğrenim etkinliklerinin düzenlenmesi, yeri, zamanını kendisi belirler. Fırsat eşitliğinin genişletilmesi açısından eğitimden yararlanacak hedef gruplar sağlamaktadır, bunlar özellikle çalışan yetişkin kişilerdir. Uygulamanın ekonomik yönleri açısından, basılı metinler, TV yayınları ve diğer görsel işitsel araçların bir merkezden üretilmesi avantajdır. Yerel olarak sağlanan kaynaklardan örneğin öğretmen, iletişim sistemleri vb. en yüksek uygunlukta yararlanabilme imkânı bulunmaktadır. Bu sayede öğrenci başına düşen cari maliyet oldukça düşmektedir. Öğrenim materyalleri ve yöntemleri açısından, özellikle bireyin kendi başına öğrenmesini sağlayacak biçimde planlanmış öğrenim materyalleri bulunmasıdır (Özdil, 1986:6-7).

1.3.Uzaktan Eğitimin Önemi

Geleneksel eğitimde birçok birey için çeşitli sıkıntılar bulunmaktadır. Bunlardan en önemlisi okula olan uzaklık ve kurum, kapasite, eğitici gibi yetersizliklerdir. Bu sebeple birçok ülke uzaktan eğitim ile ilgili düzenlemeler yaparak hayata geçmesini sağlamıştır. Bunun yanı sıra teknolojik ilerleme, bilginin hızla üretilmesi ve paylaşılması süreci “hayat boyu öğrenme” kavramını ortaya çıkarmıştır. Teknolojiye ulaşabilen herkes büyükanne büyükbabalar dâhil öğrenmelerini ömür boyu sürdürmektedir. Uzaktan eğitim herkes için önemlidir, eğitimde fırsat eşitliğini sağlar; çocuklar, gençler, özürlüler, çalıştığı için okula gidemeyenler, coğrafi nedenlerden dolayı okula gidemeyenler, çeşitli konularda kendini geliştirmek isteyenler gibi herkes uzaktan eğitimden faydalanabilir (Yıldız, 2004:201).

1.4.Uzaktan Eğitimde Modeller

Öğrenmenin esas unsuru olan iletişim ve etkileşim her türlü öğrenmede olduğu gibi uzaktan eğitimde de önemlidir.

Tek yönlü iletişim; öğrenme – öğretme faaliyetlerinin gerçekleştiği ortamda öğretmen – öğrenci, öğrenci – öğrenci grupları arasında iletişim tek yönlüdür. Dolayısıyla öğrenciler ve öğretmenler aralarında soru soramazlar. Bu iletişim modelinde eğitim hizmetlerinin mektup ile dağıtıldığı, e-posta ile dağıtıldığı, radyo ile dağıtıldığı, TV ile dağıtıldığı, bilgisayarla dağıtıldığı örnekler bulunmaktadır. Öğrenciler derslerini dinleyerek, izleyerek, bilgisayarlarından internete girerek öğrenmeye çalışırlar ve çift yönlü iletişim imkânı bulunmamaktadır (İşman, 1998:19-21).

Çift yönlü iletişim; Öğrenci ve öğretmenlerin öğrenme – öğretme faaliyetlerinin gerçekleştiği ortamlarda çift yönlü, sesli veya görüntülü olarak iletişimde

Page 376: 2011 yılı 1-2. sayılar

368

bulundukları sistemdir. Bu sistemde radyolu konferans ile dağıtım, televizyonlu konferans ile dağıtım, bilgisayar konferans ile dağıtım yapılmaktadır. Bu dağıtım modelleri ilköğretimden üniversiteye kadar her kademede dünyanın çeşitli ülkelerinde uygulanmıştır. Uzaktan eğitim modellerinin uygulanması ülkelerdeki iletişim teknolojilerinin kapasitesine göre değişmektedir (İşman, 1998:21-23).

Uzaktan eğitim sistemi tarihsel gelişim süreçlerine göre kuşaklara ayırmıştır. Birinci kuşak yazışmalar modelidir. İkinci kuşak çoklu ortamlı modeldir. Öğrenciye öğrenim materyalleri basılı, ses-bandı, video-kaset ve bilgisayar disketinin dağıtımı sağlanmaktadır. Üçüncü kuşak tele öğrenim modelinde; televizyon, radyo, video yayınının ve video-konferansın yer aldığı modeldir. Dördüncü kuşak esnek öğrenim modelidir. Öğrenim materyali, internet aracılığıyla çevrimiçi erişim temellidir. Beşinci kuşak model, akıllı esnek öğrenme modeli olup dördüncü kuşaktaki esnek öğrenme modelinin daha gelişmişidir. Öğrenciye eş zamanlı ve etkileşimli iletişim sağlar (Caladine, 2001:117; Taylor, 2001:3).

1.5.Uzaktan Eğitimin Faydaları

Uzaktan eğitim ile özellikle okullar olmak üzere bütün kuruluşlar, eğitim sisteminden doğan yüksek maliyeti düşürme, geleneksel eğitim modelinden daha yüksek verimin alındığı sanal sınıf ortamında mesafeden ve öğrenci sayısından bağımsız bir gruba eğitim verme, yüksek kalitede kurslar düzenleme imkânına kavuşmuşlardır. Uzaktan eğitim öğrencileri iyi bir teknolojik alt yapı ile klasik eğitimde olan öğrenci-öğretici etkileşiminin sağladığı avantajlardan yararlanabilmekte ve buna ilaveten çeşitli medya gereçleri ile görsel açıdan zenginleştirilmiş etkili ve güçlü bir eğitim programından mezun olma imkânına da sahiptirler. Ayrıca geleneksel eğitim sistemlerinde yaşanması olası başarısız olma korkusu, genel olarak uzaktan eğitim sisteminde ortadan kalkmaktadır. Bu sebeple bazı insanlar, yüz yüze eğitimin yapıldığı sınıflarda kurs veya programa katılmak yerine, uzaktan eğitim programlarına katılmayı tercih etmektedirler (Odabaş, 2003:8-9).

Uzaktan eğitimin özellikle Yükseköğretim alanında önemli faydaları bulunmaktadır. Bunlar aşağıda sıralanmaktadır.

a) Gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler için katkılar sağlayan çağdaş öğrencinin değişimler, gelişmeler karşısında yaşam boyu öğrenme gereksinimlerini karşılamak önemli bir unsurdur.

b) Yaşam boyu bireysel ve bağımsız öğrenme olanağı ile bireylerin kendi kendilerine istedikleri alanda gelişim imkânı vermektedir.

c) Öğrenme öğretme sürecinde yaş, ortam, yöntem açısından esneklik ve çeşitlilik sunmaktadır.

Page 377: 2011 yılı 1-2. sayılar

369

d) Sistemin maliyeti sunduğu yarar açısından incelendiğinde ucuz olan bir eğitim uygulamasıdır.

e) Çalışan bireylerin çalışmalarını bırakmadan, yerlerinden ayrılmadan ve maaşlarını kaybetme riski taşımadan aynı zamanda eğitimlerini sürdürebilmeleri imkânını sağlamaktadır.

f) Mesajların birinci elden alıcılara gönderilmesini ve alıcılarında büyük bir fırsat eşitliği içerisinde mesajdan fayda sağlayabilmelerini sağlar.

g) Özel eğitime ihtiyaç duyan bireylerin eğitimlerinde son derece faydalıdır (Uşun, 2006:19).

h) öğrencilere en kaliteli üniversitelerden eğitim alma fırsatı sağlanması da geleneksel eğitim sisteminde gerçekleştirilmeyecek fırsatlardan biridir.

i) Kırsal kesimde yaşayan insanlara eğitimde fırsat eşitliği sunmaktadır (Odabaş, 2003:8-9).

2.UZAKTAN EĞİTİMDE MEVCUT UYGULAMALAR

Dünyada ilk televizyonla uzaktan eğitim 1932-1937 yıllarında ABD’de Iowa Üniversitesi’nde eğitim yayınları ile başlayan uzaktan eğitim günümüze değin çeşitli projeler ile devam etmiştir (Uşun, 2006:214). Türkiye’de ise mektup, posta ve televizyonla başlatılan uzaktan eğitim bugün pek çok üniversitede tamamen internet üzerinden, web tabanlı bir şekilde gerçekleşmektedir. İletişim teknolojileri hem eğitmenlere hem de yöneticilere önlisans, lisans, lisansüstü düzeyinde eğitimin daha esnek bir ortamda yapılabilmesi imkânını sağlamaktadır (Turan ve Çolakoğlu, 2008:110).

2.1.Web Sayfalarında Bulunması Gereken Özellikler

Bu özelikler eğitim sisteminin amacına ve hedef kitlesine göre değişiklikler gösterebilmektedir, ancak genel olarak aşağıdaki adımları içermelidir.

1.Kullanıcı tanımlama: Geniş alan ağları, yerel ağlar ya da internet üzerinden yayın yapan web tabanlı uzaktan eğitim genel erişime açık yapıda olmalıdır fakat eğitim içeriklerinin herkes tarafından görüntülenmesi istenmeyebilir. Belirli kullanıcı grup ve hakları doğrultusunda sisteme giriş yetkisi verilmek istendiği sistem kullanıcı tanımlayabilir ve yönetebilir bir yapıda oluşturulmalıdır.

2.Ders içerikleri: Web tabanlı uzaktan eğitim sisteminin temeli olan ders içeriklerinin hazırlanması ya da var olan içeriklerin web ortamına aktarılması sistem içerisinden yapılabilmelidir.

Page 378: 2011 yılı 1-2. sayılar

370

3.Derslerin yönetilmesi: Ders yüklerinin kontrolü, hangi dönem hangi dersi almaları gerektiği, alınan dersler gibi bilgilerin takip edilebilir olması gerekmektedir.

4.Öğrenciye özel programların açılması: Web tabanlı uzaktan eğitimin en önemli özelliği esnekliktir. Bu esneklik öğrenciye özel programların oluşturulabilmesiyle ön plana çıkmalıdır. Eğitim programı zamandan bağımsız olarak tasarlanabildiğinden, dönemlik, aylık hatta haftalık ders yükleri farklı şekilde belirlenebilir.

5.Ödev ve proje verilmesi/teslimi: Öğrencilere ödev ve projelerin verilmesi, bu çalışmalar ile ilgili içerik ve açıklamaların öğrencilere aktarılması, tamamlanan çalışmaların toplanıp değerlendirilmesi gibi işlemlerin yapılabilmesi gerekmektedir. Tüm bu işlemlerin tek bir merkezden yapılması, sorumlu kişilerin üzerindeki iş yükünü azaltıp hız kazandıracaktır.

6.Sınav ve testlerin hazırlanması ve uygulanması: Dönem içinde aktarılan bilginin öğrenci tarafından ne derecede alınabildiğini ortaya koymak için tüm eğitim sistemlerinde olduğu gibi uzaktan eğitimde de sınav ve testler yapılmaktadır. Sınavlar için iki farklı yöntem tercih edilmektedir. Bunlardan biri dönem ya da eğitim sonunda öğrencilerin bir merkezde toplanarak sınava tabi tutulmalarıdır. Bu sistem farklı ülkelerden sisteme dâhil olan kullanıcılar için uygun bir yöntem değildir. Diğeri çevrimiçi sınavlardır, öğrenciler terminaller yardımıyla merkezden gelen soruları yanıtlamaktadırlar. Her iki yöntemin beraber kullanıldığı sistemler de bulunmaktadır. Sistemde genel değerlendirmede kullanılacak testlerin dışında deneme amaçlı olarak testlerin öğrenciye sunulabilmesi de gerekmektedir.

7.Öğrenci eğitimlerinin izlenmesi: Web tabanlı uzaktan eğitimin başarıya ulaşması için sistemin ne derece etkin kullanıldığının izlenilmesi gereklidir. Öğrencilerin günün hangi saatinde sistemden ne ölçüde yararlandıkları, hangi ders içeriklerinde ne kadar vakit geçirdikleri gibi bilgilerin takip edilebilmesi gerekmektedir. Elde edilen verilerin belirli istatistiklerinin oluşturulması faydalı olacaktır.

8.Öğrencilerin başarı durumlarının değerlendirilmesi: Eğitimin sonunda hem sistemin başarısını, hem de öğrencinin başarısını öğrenci başarı durum değerlendirmesi ortaya koyacaktır.

9.Etkileşimli iletişim ortamlarının oluşturulması: Web tabanlı uzaktan eğitim sisteminin kendi bünyesinde bir iletişim ortamının kurulması gereklidir. Bunlar tartışma grupları, sohbet odaları, kişisel yazışmalar şeklinde olabilmektedir (Al ve Mardan, 2004:266-268).

Page 379: 2011 yılı 1-2. sayılar

371

2.2.Yükseköğretim Sınavları İçin Kurslar

İletişim teknolojileri kullanılarak zaman ve mekân bağımsız olarak insanların eğitim almalarının sağlanması sayesinde eğitim olanakları kısıtlı olan bireylerin, çalışanların ya da engelli insanların istedikleri eğitimi almaları sağlanmaktadır. Günümüzde birçok eğitim web sayfasından verilmektedir. Bu derslerin bir kısmı senkron bir kısmı da asenkron şekilde sunulmaktadır.

Tablo 1.Web Sayfalarından Verilen Çeşitli Eğitimler KPSS (Kamu Personeli Seçme Sınavı)

KPDS (Kamu Personeli Dil Sınavı)

ÜDS (Üniversite Dil Sınavı)

ALES (Akademik Personel ve Lisansüstü Eğitimi Giriş Sınavı)

DGS (Dikey Geçiş Sınavı)

AÖF (Açık Öğretim fakültesi)

Üniversiteye giriş veya lisansüstü eğitim amacıyla gerekli sınavlar için birçok web sayfası eğitimler sunmaktadır. Bu web sayfalarında genellikle Tablo 1’de yer alan sınavlara yönelik eğitimler bulunmaktadır. Web sayfalarından verilen eğitime ilişkin tipik bir örnek www.uzaktanegitim.com.tr adresidir.

2.3.Yaşam Boyu Öğrenme İçin Kurslar

Özellikle mühendislik ve teknik branşlarda mesleki gelişim ve kişisel gelişimi sağlamak için günümüzde web sayfalarında birçok konuda eğitimler bulunmaktadır. Bunlar AutoCAD, 3DS Max, Grafikerlik kursları vb. çeşitli bilgisayar kursları şeklindedir. Bireyler bu kursları bilgilerini yenilemek için de tercih etmektedirler (Örneğin www.uzaktanegitim.com).

Yasam boyu öğrenme üniversitelerdeki değişimi etkileyen güçlerden birisidir. Lisansüstü eğitim derecesi çoğu alanlarda çok önemli durumdadır, bu sebeple eğitim zorunlu hale gelmiştir. Kurumlarda özellikle bilgi ve bilgi yönetimi için yasam boyu öğrenmenin gerekliliği ön plana çıkmıştır (Mason, 2006:49).

2.4.Türkiye’deki Üniversitelerde Uzaktan Eğitim

İletişim teknolojilerinde yaşanan gelişmelerin bir sonucu olarak ortaya çıkan uzaktan eğitimde, teknolojik gelişmelerin sunduğu fırsatları kucaklamayan üniversiteler küreselleşme yarışında geride kalacaktır. Yeni medya teknolojileri ile internet üzerinden her yerden her zaman erişilebilen yüksek eğitim programları gelecek açısından umut vericidir (O’Neill, Singh, O’Donoghue, 2004:315).

Türkiye’de üniversitelerin uzaktan eğitim sistemleri konusunda adımlar atması YÖK’ün İletişim ve Bilgi Teknolojilerine Dayalı Uzaktan Yükseköğretim Yönetmeliğini yayınlaması ile gerçekleşmiştir. Bu sayede bazı üniversiteler

Page 380: 2011 yılı 1-2. sayılar

372

uzaktan eğitim merkezlerini kurarak faaliyete geçmişlerdir. İstanbul Üniversitesi Uzaktan Eğitim Uygulama ve Araştırma Merkezi, 2009 tarihinde kurulmuştur. Çağdaş ve her kesime ulaşabilen bir öğretim ile topluma bireyler yetiştirmektir. İstanbul Üniversitesi önlisans, lisans tamamlama, lisans ve lisansüstü eğitim öğretimini etkin bir şekilde yürütmektedir. Tablo 2’de program ve bölümler görülmektedir. Dersler internet üzerinden öğrencilerin ders içeriklerine eş zamansız olarak ulaşmaları ile yapılmaktadır. Ders içerikleri, metin, canlandırma, ses ve video gibi çoklu ortamlarla zenginleştirilerek sunulmaktadır.

Tablo 2. İstanbul Üniversitesi Uzaktan Eğitim Merkezi İletişim Fakültesi Edebiyat Fakültesi

Gazetecilik Türk Dili ve Edebiyatı

Halkla İlişkiler ve Tanıtım

Radyo TV Sinema Lisansüstü

Dış Ticaret Programı Enformatik

Bankacılık Sigorta Programı Sermaye Piyasası Uzmanlığı

Adalet Programı Finansal Ekonometri

İktisat Fakültesi

İktisat Diğer

İşletme Bilgisayar ve Öğretim Tek.Öğretmenliği

Maliye - Ekonometri İlahiyat

Günümüzde toplumun gereksinim duyduğu mesleki yeterliliklere sahip ara eleman yetiştirilmesi amacıyla birçok üniversite, uzaktan eğitim kapsamında meslek yüksekokullarında programlar açmıştır (Tablo 3).

Tablo 3. Uzaktan Eğitim Programlarına Sahip Üniversiteler Afyon Kocatepe Üniversitesi Hoca Ahmet Yesevi Üniversitesi Anadolu Üniversitesi İstanbul Aydın Üniversitesi

Ankara Üniversitesi İstanbul Bilgi Üniversitesi

Bahçeşehir Üniversitesi Kırıkkale Üniversitesi

Balıkesir Üniversitesi Maltepe Üniversitesi

Beykent Üniversitesi Mersin Üniversitesi

Çukurova Üniversitesi Süleyman Demirel Üniversitesi

Gazi Üniversitesi Trakya Üniversitesi

Uzaktan Eğitim Meslek Yüksekokullarında Bilgisayar Programcılığı, Bilgi Yönetimi, Elektronik Teknolojisi, Ağırlama Hizmetleri, Muhasebe ve Vergi Uygulamaları, İşletme Yönetimi, Lojistik, Kontrol ve Otomasyon Teknolojisi,

Page 381: 2011 yılı 1-2. sayılar

373

Pazarlama, Perakende Satış ve Mağaza Yönetimi, Bankacılık ve Sigortacılık genel olarak bulunan programlardır.

SONUÇ VE ÖNERİLER

365 gün gece gündüz her yerden erişim sağlanabilen uzaktan eğitim tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de kitlelere ulaşarak gelişmektedir. Uzaktan eğitim ile yaşam boyu öğrenmede hem bireysel hem de kurumsal talepler giderek artmaktadır. Uzaktan eğitim sistemlerinin geleneksel eğitimin yerini alması mümkün değildir. Geleneksel eğitimde birçok avantajlar bulunmaktadır. Geleneksel eğitim ile uzaktan eğitim sistemlerinin birleştirilerek verilmesi daha etkin bir eğitimi sağlar. Ancak uzaktan eğitim çalışanlar, geniş kitlelere yayılmış öğrenciler, fiziksel engelli kişiler, kendini geliştirmek isteyen insanlar gibi geleneksel eğitim imkânı olmayanlar için son derece gereklidir. Bu bakımdan iletişim teknolojilerinin işler vaziyette bulunması gereklidir. Uzaktan eğitimde en önemli unsur iletişim altyapısıdır. İletişim altyapısında yaşanan sıkıntılar eğitimi etkilemektedir. Bu sebeple teknolojik altyapı sürekli geliştirilmeli, bağlantıda yaşanan kesintiler giderilmeli, internet hızı artırılmalıdır. Kablosuz bağlantı sahaları artırılmalı, kapsamları genişletilmelidir. Üniversiteler öğrenim etkinliklerini değerlendirmelidir. Programlar yüksek kalitede olmalı ve farklı öğrenci nüfusunun ihtiyaçlarını karşılamalıdır. Uzaktan eğitimde giderek artan rekabet üniversite ve programların başarısını artırmalıdır.

KAYNAKÇA

KİTAPLAR

İşman, Aytekin (1998). Uzaktan Eğitim. Sakarya: Değişim Yayınları.

Uşun, Salih (2006). Uzaktan Eğitim. Ankara: Nobel Yayıncılık.

Yurdakul, Bünyamin (2005). Uzaktan Eğitim – Eğitimde Yeni Yönelimler. Ankara: Pegema Yayıncılık.

Özdil, İlhan (1986). Uzaktan Öğretimimin Evrensel Çerçevesi ve Türk Eğitim Sisteminde Uzaktan Öğretimin Yeri. Eskişehir: Anadolu Üniversitesi Yayınları.

Özdil, İlhan (1985). Uzaktan Teknolojisi. Eskişehir: Anadolu Üniversitesi Yayınları.

Yıldız (2004). Öğretim Teknolojileri ve Materyal Geliştirme. Konya: Atlas Kitapevi.

Page 382: 2011 yılı 1-2. sayılar

374

Kurt Mehmet (2006). Sanal Yükseköğretim Uygulamalarının Karşılaştırılmalı Olarak İncelenmesi, Ankara Üniversitesi: Yayımlanmamış Doktora Tezi.

DERGİLER

Akpınar, Yavuz (2003). Öğretmenlerin Yeni Bilgi Teknolojileri Kullanımında Yükseköğretimin Etkisi: İstanbul Okulları Örneği, The Turkish Online Journal of Education Technology-TOJET, 2(2), 79-96.

Al Umut, Mardan Orçun (2004). Web Tabanlı Uzaktan Eğitim Sistemleri: Sahip Olması Gereken Özellikler ve Standartlar, Bilgi Dünyası Dergisi 5(2).

Göktaş, Yüksel; Yıldırım, Zahide; Yıldırım, Soner (2008). Bilgi ve İletişim Teknolojilerinin Eğitim Fakültelerindeki Durumu: Dekanların Görüşleri, Eğitim ve Bilim, 33 (149), 30-50.

Turan, H. Aykut ve Çolakoğlu E. Bengü (2008). Yükseköğrenimde Öğretim Elemanlarının Teknoloji Kabulü ve Kullanımı: Adnan Menderes Üniversitesinde Ampirik Bir Değerlendirme, Doğuş Üniversitesi Dergisi, 9(1), 106-121.

Kayte O’Neill, Gurmak Singh, and John O’Donoghue (2004). Implementing eLearning Programmes for Higher Education: A Review of the Literature, Journal of Information Technology Education Volume 3, 2004.

Mason, R. (2006). The Virtual University – Model & Masseges, Lessons from Case Studies Edited by Susan D’Antoni, (http://unesdoc.unesco.org/images/ 0014/001465 /146558e.pdf).

Caladine Richard (2001). Learning Environments Of The Future: Narrow To Broadband Via Dvd, Education Resources Information Center (http://www.ascilite.org.au/conferences/melbourne01/pdf/papers/caladiner.pdf).

Taylor Jim (2001). Fifth Generation Distance Education, Higher Education Series, Report No:40.

Odabaş, Hüseyin (2003). Internet Tabanlı Uzaktan Eğitim ve Bilgi ve Belge Yönetimi Bölümleri, E-prints in Library and Information Science. Volume:17, Number:1.

İNTERNET

http://www.acikogretim.net/aof.acikogretim.bolumleri.htm. Erişim Tarihi: 27.02. 2011.

www.uzaktanegitim.com.tr. Erişim Tarihi: 28.02.2011.

http://uzaktanegitim.istanbul.edu.tr. Erişim Tarihi: 16.03.2011.

http://www.ue.gazi.edu.tr. Erişim Tarihi: 16.03.2011.