1-10 Şubat 2011

24
Gazetelerden, televizyonlardan, akrabalarımızdan, komşularımız- dan, her gün farklı hikayeleri ile ev- lerimize misafir olan bu acı gerçek- liğin son örneklerinden birine, Sam- sun’da, küçük bir bebeğin dramatik sonu ve yaşadığımız dünyanın gerçekliğiyle karşılaştık. ‘Bebeğim açlıktan, parasızlıktan öldü. 2 çocuğum daha var. Onlarda aç. Ekmek almaya paramız yok.’ Bu sözler bir anneye ait. Daha 2,5 aylık olan bir bebeğini açlık, yoksulluk yüzünden ölüme teslim etmek zorunda kalmış bir anneye. Bir bebeğin gözlerinden ölümü anlatmak GÜNCEL 10 Bir çok üretim alanında olduğu gibi spor alanında da ne yazık ki emek örgütlenmesi yeterli düzeyde değil. Galatasaray’ın yeni stadının açılışı üzerinden hükümetin sporseverlere yönelik yaptığı tehditler ile gündeme oturan spor alanındaki çelişkilere gerekli cevabın verilemediği bir gerçek. Spor alanında yaşanan olumsuzlukları, bu alanda örgütlen- me çalışmalarını yeni başlatan Spor Emek Sen üyelerine sorduk. Sendikacılar, spor alanında farklı sorunların bir arada olduğunu belirterek, bu alanda örgütlen- menin öneminin herkes tarafın- dan kavranmasını istiyorlar. RÖPORTAJ 22 Yoksul dünyanın ayak izleri ve ... Sf 12-13 Polis öngürüsü ile verilen “idam” Sf 15 Hangi örgütlü- lük temelinde, nasıl bir sanat Çarkları çürü- müş sistem yı- kılmalıdır Dersim’e sefer olur ama zafer olmaz Enternasyonal çalıyordu Anadolu da SAYFA 21 14 08-09 06-07 Spor Sen: sporda da susmayacak sinmeyeceğiz Halkın Günlüğü Halkın Günlüğü Halkın Günlüğü 1-10 Şubat 2011 Yıl: 1 Sayı: 3 Fiyatı 1.5 TL www.halkingunlugu.net e-posta: [email protected] Pınar Sağ ve Mehmet Öz- can Dersim’de bir mit- ingde dile getirdikleri İbrahim Kaypakkaya ile il- gili sözleri yüzünden ‘suçlu’ bulunarak, 10 ay hapis ‘cezası’ aldılar }}}}}}}}}}}}}}}}}}}}}}}}}}}}} }}}}}}}}}}}}}}}}}}}}}}}}}}}}} Pınar Sağ; Hiç bir za- man ifadelerimden geri adım atmadım atmaya- cağımda. Onun ismini anmak bir onurdur. Mehmet Özcan; Sözler- imden dolayı ceza verdil- er. Birkez daha söylüyo- rum, Kaypakkaya seni seviyorum DOS YA Devletin korkusu daha da büyüyor KAYPAKKAYAyı savunmak suç değildir Devletin, İbrahim Kaypakka- ya’yı telafuz etmek “suçu”nu işleyenler listesine 2 sanatçımız daha dahil oldu. Pınar Sağ ve Mehmet Özcan, konuşmala- rında Kaypakkaya ismini an- dıkları için jet bir kararla 10 ay ‘hapis cezası’na çarptırıldı. Devletin Kaypakkaya korkusu üzerinden sanatçılara verdiği ‘hapis cezaları’ ise kamuoyu tarafından tepkiyle karşılandı. Verilen ‘cezalar’ın, Kaypakkaya ardıllarını değil, devletin içine düştüğü derin korkuyu büyüt- meye yaradığına yoruldu. Kürt Ulusal Sorunu Dosyamızın üçüncü bölümünde M. Şehmus Güzel ve BDSP’nin görüşlerine yer veriyoruz. SAYFA 18-19-20 3. sayi kapak-_Layout 2 1/30/11 10:11 PM Page 1

description

2011’den bu yana yayınlanan Halkın Günlüğü gazetesi.

Transcript of 1-10 Şubat 2011

Page 1: 1-10 Şubat 2011

Gazetelerden, televizyonlardan,akrabalarımızdan, komşularımız-dan, her gün farklı hikayeleri ile ev-lerimize misafir olan bu acı gerçek-liğin son örneklerinden birine, Sam-sun’da, küçük bir bebeğin dramatiksonu ve yaşadığımız dünyanıngerçekliğiyle karşılaştık.‘Bebeğim açlıktan, parasızlıktanöldü. 2 çocuğum daha var. Onlardaaç. Ekmek almaya paramız yok.’ Busözler bir anneye ait. Daha 2,5 aylıkolan bir bebeğini açlık, yoksullukyüzünden ölüme teslim etmekzorunda kalmış bir anneye.

Bir bebeğingözlerinden ölümüanlatmak

GÜN

CEL

10

Bir çok üretim alanında olduğu gibispor alanında da ne yazık ki emekörgütlenmesi yeterli düzeyde değil.Galatasaray’ın yeni stadının açılışıüzerinden hükümetin sporseverlereyönelik yaptığı tehditler ile gündemeoturan spor alanındaki çelişkileregerekli cevabın verilemediği birgerçek. Spor alanında yaşananolumsuzlukları, bu alanda örgütlen-me çalışmalarını yeni başlatan SporEmek Sen üyelerine sorduk.Sendikacılar, spor alanında farklısorunların bir arada olduğunubelirterek, bu alanda örgütlen-menin öneminin herkes tarafın-dan kavranmasını istiyorlar.

RÖPO

RTAJ

22

Yoksul dünyanın ayak izleri ve ... Sf 12-13 Polis öngürüsü ile verilen “idam” Sf 15

Hangi örgütlü-lük temelinde,nasıl bir sanat

Çarkları çürü-müş sistem yı-kılmalıdır

Dersim’e seferolur ama zaferolmaz

Enternasyonal çalıyordu Anadolu da SAYFA 21

14 08-09 06-07

Spor Sen:sporda da susmayacaksinmeyeceğiz

Halkın GünlüğüHalkın GünlüğüHalkın Günlüğü1-10 Şubat 2011 Yıl: 1 Sayı: 3 Fiyatı 1.5 TL www.halkingunlugu.net e-posta: [email protected]

Pınar Sağ ve Mehmet Öz-can Dersim’de bir mit-ingde dile getirdikleri

İbrahim Kaypakkaya ile il-gili sözleri yüzünden

‘suçlu’ bulunarak, 10 ayhapis ‘cezası’ aldılar

}}}}}}}}}}}}}}}}}}}}}}}}}}}}} }}}}}}}}}}}}}}}}}}}}}}}}}}}}}Pınar Sağ; Hiç bir za-man ifadelerimden geriadım atmadım atmaya-cağımda. Onun isminianmak bir onurdur.

Mehmet Özcan; Sözler-imden dolayı ceza verdil-er. Birkez daha söylüyo-rum, Kaypakkaya seniseviyorum

DOSYA

Devletin korkusu daha da büyüyor

KAYPAKKAYA’yı savunmak

suç değildirDevletin, İbrahim Kaypakka-ya’yı telafuz etmek “suçu”nuişleyenler listesine 2 sanatçımızdaha dahil oldu. Pınar Sağ veMehmet Özcan, konuşmala-rında Kaypakkaya ismini an-dıkları için jet bir kararla 10 ay‘hapis cezası’na çarptırıldı.

Devletin Kaypakkaya korkusuüzerinden sanatçılara verdiği‘hapis cezaları’ ise kamuoyutarafından tepkiyle karşılandı.Verilen ‘cezalar’ın, Kaypakkayaardıllarını değil, devletin içinedüştüğü derin korkuyu büyüt-meye yaradığına yoruldu.

Kürt Ulusal SorunuDosyamızın üçüncü bölümündeM. Şehmus Güzel ve BDSP’ningörüşlerine yer veriyoruz.

SAYFA 18-19-20

3. sayi kapak-_Layout 2 1/30/11 10:11 PM Page 1

Page 2: 1-10 Şubat 2011

Halkın Günlüğü 1-10 ŞUBAT 2011gündem02Pınar Sağ ve Mehmet Özcan’aKaypakkaya cezası

1 YILLIK ABONELİK ÜCRETİ: Yurtiçi 54 TL Yurtdışı 108 EUROHalkın GünlüğüKAR DE LEN BA SIM-YA YIM REK LAM GÖS TE Rİ OR GA Nİ ZAS YON Lİ MİTED ŞİRKETİ Sa hi bi ve Ya zı İş le ri Mü dü rü: Hıdır GürzYa yın Tü rü: Bölgesel Sü re li Yönetim Yeri: Şehit Muhtar Mah. Süslü Saksı SokakNO: 11 Kat: 4 BEYOĞLU/İSTANBUL

Teknik Hazırlık: Kar de len Yayımcılık

Mahmut Şevket Paşa Mah. Sivas Sok.No:2 Kat:3 Okmeydanı/İSTANBUL

Tel-Fax: (0212) 238 37 96

Bas kı: SM. Matbaacılık Adres: Çobançeşme Mah.

Sanayi Cad. Altay Sokak NO:10 A-Blok Yenibosna Bahçelievler-İST

Tel ( 0212) 654 94 18

İZMİR: Şehit Fethi Bey Cadde No: 13 Eski Eshot İşhanı Kat:4 Konak/İzmir Tel-Fax: (0232)482 01 63 ● KARTAL: İstasyon Cad. Pınar İşhanı Kat:2 Daire:38 KARTAL Tel-Fax: (0216) 38965 63 ● MERSİN: Çankaya Mahallesi 4702. Sok. No:8 KAt:3 Akdeniz/Mersin ● AMED:İskender Paşa Mah. İnönü Cad. MA-GÜL İşhanı Kat:4 No:10 Dağkapı/Amed ● ATİNA: Spiro trikoupi 21 10683 eksarxia GREECE/Yunanistan e-mail: [email protected] ● YD TEMSİLCİLİĞİ: Kaiser-Wilhelm Str. 275 47169 Duisburg/DE-UTSCHLAND e-mail: [email protected]

HESAP NUMARALARI Ertaş ÖZTÜRK adına İş Bankası İst. Aksaray Şubesi: (TL) 1002 30000 1153314 İş Bankası İst. Aksaray Şubesi: (Euro) 1002 301000 1107308 İş Ban. İst. Aksaray Şubesi: (CHF) 1142699 İş Bank. İst. Aksaray Şubesi: (Sterlin) TR110006400000210021174906

BÜRO

LAR

1.(Kaypakkaya) Set Kampanya Fiyatı 30 TL1-İbrahim Kaypakkaya; Seçme Yazılar2-Nihat Behram; Bir Komünistin Biyo-grafisi3-Meral Kahraman; Kanla Yazılan TarihSilinmez4-Muzaffer Oruçoğlu; Tohum5-Cömert Çakmak; Partizan Şiirleri6-Raif Zor; Dinmedi Halk Tufanı2. Set Kampanya Fiyatı 20 TL1-A. Can Ataş; Küçük Amerikaların En-tergrasyonu2-A. Can Ataş; Yeni Dünya Düzeni3-A. Can Ataş; Uluslararası SermayeninSavaş Diplomasisi4-Cafer Demir; Türkiye’de İnsan Haklarıve Demokrasi Sorunu5-Maksim Gorki; Küçük Burjuva İdeolo-jisi6-Direnç Köse; Kar Beyazı Düşler3.Set Kampanya Fiyatı 20 TL1-Arunthati Roy; Yoldaşlarla OmuzOmuza Yürümek2-Mustafa Kılıç; Nepal Gerçeği3-M,Şehmus Güzel; Devlet Ulustan Fe-derasyona4-Temel Demirer; Suçumuz İnsan Olmak5-C.Tayyar bektaş; Zafere Halay6- Alaattin Ataş; Nazlı Vatan4.Set (MOruçoğlu) Kampanya Fiyatı 40 TL1-Gruzi 2-32-Huruç3-Mavi Munzur Masalları4-Çıplak ve Özgür5. Set (M. Oruçoğlu) Kampanya Fiyatı 35 TL1-Gül Demir Çığlık2-Denemeler3-Aşk ve Işık İçinde4-Brunwcik Deliler5-Karyatidler6.Set (M Oruçoğlu) Kampanya Fiyatı 40 TL1-Dersim2-Kangurular3-Sanat ve Edebiyat Yazıları4-Baba İshak Destanı5-Büyücüye Mektuplar6-Sevdalı Kız7. Set Kampanya Fiyatı 25 TL1-Ömer Leventoğlu; Soğuk Cam2-Özkan Şimşek; Mektuplar3-Murat Sezgin; Yıldızın Yaralı Göğ-sünde4-Fetih Koç;Şilan Çocukları5-Fetih Koç; Bahar Kokuyor Yaram6-Murat sezgin; Sevdalar da Soğur EnSıcak Yerinden7-Li Hsin-Tian; Parlayan Kızıl Yıldız8-U.T.Hsu; Gizli Mücadele9-Ömer Leventoğlu; Düşlerin Ezgisi10- Ercan Cengiz; Adsız Fırtınalar Doğu-yor

Kardelen Yayımcılık’tan

kampanya

İletişim adresiTel: (0212) 238 37 96e-posta: [email protected]

Dersim’de yerel seçimlerde ba-ğımsız aday Murat Kur’a destekvermek için yapılan etkinlikte,Kaypakaya’yı konuşmasında an-dıkları için Pınar Sağ ve MehmetÖzcan’a jet bir kararla 10’ar ayhapis cezası verildi.

Toplumsal tepkinin büyümesin-den çekinen Mahkeme, Sağ veÖzcan’ın savunmalarını bile al-madan, 10’ar ay ‘hapis cezası’ ver-di. Yine Ferhat Tunç’ta son al-bümünde seslendirdiği 17’can adlıtürküsünden kaynaklı 1 ay ‘ceza’aldı. Sanatçıların avukatları ve-rilen kararları temyize götüre-ceklerini bildirdi.

Sanatçı ve aydınlardan bü-yük destekSanatcı Pınar Sağ ve MehmetÖzcan’a sendika, demokratik kit-le örgütleri, yöre dernekleri, sa-natçı ve aydınlardan büyük des-tek geldi.

İstanbul Barosu’nda açıklama ya-pan Pınar Sağ ve Mehmet Özcan’a

Arif Sağ, Tarık Akan, Selda Bağ-can, Süleyman Çelebi, Arif Balkız,Sırrı Süreya Önder, Temel Demi-rer, Ragıp Zarakoğlu, Orhan Aydın,Grup Munzur, Grup Yorum, İlkayAkkaya, Suavi ve birçok sanat-çıdan destek geldi. Yine Demo-kratik Haklar Federasyonu, YüzÇiçek Açsın Kültür Merkezi, TA-YAD, Partizan, Halk Cephesi, Der-sim Dernekleri Federasyonu veSivas Yöre Dernekleri gibi dev-rimci-demokratik kurumlardadestek vermek için Sağ ve Öz-can’ın yanındaydı.

Davanın seyri hakkında bilgi ve-ren Avukat Taylan Tanay “Yargıönüne bile çıkarılmadan infazedilenleri işkence ile katledilenleri,kaybedillenleri hatırlatmanın suçdeğil görev” olduğunu söyledi.Pınar Sağ’ın savunmasının dahialınmadığını, avukatlarının din-lenmediğini dile getiren Tanay,“Bu karar kabul edilemez bir adlisiyasal hata olarak tarihimize da-hil edilmeye çalışılmaktadır.” ifa-

delerini kullandı.

Pınar Sağ ise verdiği ifadedenpişmanlık duymadığını ve geriadım atmayacağını açıklayarak,Kaypakkaya ismini anmanın onurolduğunu belirtti. Sağ, “Kaypak-kaya’nın suçlu olduğuna inanmı-yorum. Ayrıca fikirlerinin bir kezdaha dikkate alınması gerektiğineinanıyorum. Bir Sanatçı olarakülkemin ezilmiş, gözardı edilmişhalklarının yanında olacağım.”dedi. Mehmet Özcan’da söyle-diklerinden pişman olmadığınıbelirterek, Kaypakkaya için yaz-dığı şiiri okudu.

İstiklal Caddesi’nde yürü-yüş düzenlendiİstanbul Barosun’nda yapılanaçıklamanın ardından Galatasa-ray Lisesi önüne yürüyüş ger-çekleştirildi. Yürüyüşte ‘PınarSağ onurumuzdur’, ‘Önderimizİbrahim Kaypakkaya’, ‘Umudu-muz kavgada kavgamız sanatı-mızda’ şeklinde sloganları atıldı.

Dersim’de DHFtarafından or-ganize edilen birmitingde yaptık-ları konuş-malarındandolayı haklarındadava açılan PınarSağ ve MehmetÖzcan’a jet birkararla 10’ar ayhapis cezası ver-ildi

2-3_Layout 2 1/30/11 6:57 PM Page 1

Page 3: 1-10 Şubat 2011

03güncel

Gizlenmek istenen meşale; KaypakkayaKomünist önder İbrahim Kaypak-kaya’nın düşüncelerinden ve prati-ğinden kaynaklı devlet tarafındanişkencede katledilip öldürülmesininüzerinden 37 yıl geçti. 37 yıl boyuncaKaypakkaya isminin geçtiği her yazı,resim, türkü, kitap, sakıncalı bulu-narak, “örgütsel suç” ilan edildi. Ozan Emekçi’den Grup Munzur’a,Ferhat Tunç’tan Mehmet Özcan’a,Ozan Rençber’den Garip Şahin’e,Mehmet Ekici’den Pınar Sağ’a kadardaha ismini sayamadığımız onlarcaaydın, sanatçı ve demokrat kişi Kay-pakkaya’yı çeşitli biçimlerde andıklarıiçin ‘ceza’ aldılar ve çeşitli baskılaramaruz kaldılar.Ülkemiz halklarına sömürüden, millizulümden kurtulmanın yolunu gös-teren Kaypakkaya, devletin gizlemekistediği bir meşaledir. Kaypakkayave onun mirasının devamcıları üze-rinden sanatçı Pınar Sağ ve MehmetÖzcan’a verilen 10’ar ay hapis ceza-sının ne anlama geldiğini, sanatçıdostlarımıza ve devrimci kurumlarasorduk:Demokratik Haklar Federasyonu(DHF): Hâkim sınıflar Kaypakkaya-ların, 17’lerin sahiplenilmesini pektabi olarak “suç” saymaktadır, sa-yacaktır. Çünkü Kaypakkaya, 17’ler ve diğerdevrimciler, sömürü ve zulüm dü-zeninin ‘en amansız düşmanlarıydı’.Dolayısıyla onları savunanlar da hâ-kim sınıfların gözünde “suçludur”ve yok edilmelidir. Pınar Sağ, Mehmet Özcan ve FerhatTunç şahsında somutlaşan “hapiscezaları” hâkim sınıfların, ezilen mil-yonların mücadele tarihinden vedevrimci, komünist önderlerindenduyduğu korkunun göstergesidir.Sanatçılarımıza ve ezilenlerin tarihineyönelik icat edilen “suç” kabulümüz-dür! DHF, dün olduğu gibi, bugün debu davanın tarafıdır. Temel Demirer (araştırmacı yazar):Türkiye’de ihtilalci olan ne varsa la-netlenir, cezalandırılır. İhtilalci olanher şeyi savunanlar, bu konudaolumlu tavır alanlar cezalandırılır.Pınar Sağ iki nedenle cezalandırıldı.Pınar Sağ İbrahim Kaypakkaya anısıönünde saygıyla eğildiği için ceza-landırıldı. Bu egemenlerin sınıf ki-ninin ve öfkesinin tarihsel konumunuçok net bir biçimde açıklar. Türkiye’deegemenliğin resmi ideolojisi Kema-lizm’dir. Kemalizm’de kendisine başkaldıranları affetmez. Orhan Aydın (tiyatro ve sinema sa-natçısı): Bu ilk değil son da olmaya-cağı çok belli. Biz bunları 12 Mart fa-şist diktatörlüğü ve 12 Eylül süre-cinde yoğun bir şekilde yaşadık. Amabu son 8 yıllık AKP hükümeti dö-neminde hukukun ve yargının, insanhaklarının, demokrasi eşitlik ve öz-gürlük taleplerinin üzerinde oynananbir oyunun sonucu olarak görmeklazım bunu. Ve AKP seçime girerkensosyalist solu ve alanın sesi soluğuolmuş sanatçıları bastırmak için butür davaları sık sık açacak diye dü-

şünüyorum. Grup Munzur: Pınar Sağ, MehmetÖzcan ve grubumuzun üyeleri, Yar-gıtay’ın kararları onaması halindetutuklanacaklar. Bir orta oyunu ta-dında uzun süredir devam eden vekimilerini etkisi altına almış olan“demokratikleşme” teranelerininaksine bu yaşananlar faşizmin, çü-rümüş gerici düzenin doğası gere-ğidir. Devrimci, demokrat, yurtseversanatçılar bugün de, yarın da fikirleriiçin iyi ve doğru olanı savunmakadına bedel ödemek zorunda kala-caklar. Dün olduğu gibi bugünde gerici sal-dırılar karşısında Pınar sağ, MehmetÖzcan ve diğer sanatçı arkadaşları-mızla yan yana olmaya devam ede-ceğiz…

Ragıp Zarakolu: Terk kelimeyle re-zalet. Söyleyecek laf bulamıyorum.İbrahim Kaypakkaya işkencede vah-şice öldürüldü. Direnmiş bir devrimci,hakkında kesinleşmiş hiçbir hükümyok. Nereden suçlu oluyor? Darbeleriyapan onlar, suçlu onlar, onlar yar-gılansın. Şili’de 73 yılında Pinoşe kat-letti; Alendeyi ve devrimcileri. Şimdionun hakkında aradan geçen oncayılın ardından soruşturma açılıyor.Gerçek hiçbir zaman saklanamaz.İbrahim Kaypakkaya’yı da öldürensubaylar bugün acaba hangi rütbedediye merak ediyoruz. Onlarında birgün mahkeme önüne çıkmasını bek-liyoruz. Meral Hanbayat (Avukat): Bu ne ilk

ne de son olacak. Sadece Pınar Sağve Mehmet Özcan değil, bundan önceyüzlerce insana benzer davalar açıldı.Düşüncelerini ifade eden, muhalifolan herkes, bu davalarla karşı kar-şıya kaldı ve muhtemelen kalmayada devam edecek. İbrahim Kaypak-kaya 68 gençliğinin devrimci önder-lerinden birisi, bu tarihi gerçekliksuç olamaz, olmamalı. Sağ ve Öz-can’ın davası tam bir jet yargılama.Tek celsede karar alındı. Grup Yorum: Tabiî ki bu dava karşı-sında gösterilecek tutum çok önemli.Bireysel hareketler değil, örgütlü birşekilde bir araya gelmek gerekiyor.Aydın ve sanatçıların bu konuda özelbir çabasının olması gerekiyor. Busadece Pınarla sınırlı bir uygulamadeğil. Yakın zamanda 8 kişi Grup Yo-rum konseri düzenledikleri için Sam-sun’da tutuklandılar. 11 yıl ceza alan-lar var içerisinde. Halka ait önderlerin,değerlerin sahiplenilmesi cezalarlaengellenmeye çalışılıyor. İnsanlarınbu anlamda ilerici sosyalizme ait bü-tün yanları unutturulmaya çalışılıyor.Buna karşı olmanın yegâne yolu buşekilde birlikteliklerimizi güçlendir-mek-çoğaltmak ve bir arada olmak-tan geçiyor. Tolga Sağ: Burada anlamsız olan şey,suçu ve suçluyu övmekle ilgili biryargılama süreci başlatılıyor. Amaortada suçlu yok! Hangi suçluyu han-gi suçu övdüğüyle ilgili bir tezat ya-şanıyor. Halbuki bu ülkede gerçektensuçu tespit edilmiş insanların adlarınıandıkları için kimse yargılanmıyor.

Bu Başbakan’ın defalarca yaptığı birsuç, buradaki olayın ben sadece bukriterde tutulmaya çalışıldığına inan-mıyorum. Burada bir toplumsal baskıaracı olarak kullanılmak istenen sin-dirme operasyonu var.

Arif Sağ: Size fıkra gibi bir şey anla-tacağım. Ali Yaşaran’ın bana yıllarönce anlattığı bir dosyadan bahse-deceğim. Muzaffer Akgün’ün yıllaröce söylediği bir türkü vardı. SavcılarMuzaffer Akgün’ü söylediği türküdenkaynaklı mahkemeye çağırıyor; ‘ko-münistliğin propagandasını yapanbir türküyü söyledin’ diye. Akgün’de“bu benim değil, Pir Sultan Abdal’ın”diyor. Bir sonraki duruşmada mü-başir çıkıyor koridora sanık Pir SultanAbdal diye bağırmaya başlıyor. Buülkede sanata bizim hukukumuzböyle bakıyorlar. Pir Sultan Abdal’ıtanımayan mahkeme heyeti, onumahkemeye davet ediyor. Dolayısıile Pınar’ın söylediğini anlamalarımümkün değil, bu mantıktan yolaçıkarsak. Ama bir ülkede özgürlüksadece Başbakan’a ait değildir. Öz-gürlük, bu ülkede yaşayan tüm in-sanların hakkıdır.

Sırrı Süreyya Önder (yönetmen-ya-zar): Evet köşe yazımda belirttiğimgibi; Pınar Sağ, onu övdüğü için 10ay hapis almış. Ne dediyse, aynısınıbenim de dediğimi sayın. Onu övmekhaddimiz değil, buna ihtiyacı da yok.Onu anlamak, hatırlamak ve halk-ların kalbindeki yerine işaret etmek;işte bu bizim namus borcumuzdur.

Aydın, yazar, sanatçı ve demokratik kitle örgütleri temsilcilerinden Pınar Sağve Mehmet Özcan’a büyük destek geldi. Hemen hemen herkes Sağ ve Özcan’ınceza almasını protesto ederken, Kaypakkaya’nın adını ve fikirlerini savunmanınsuç olmadığına dikkat çektiler.

1-10 ŞUBAT 2011 Halkın Günlüğü

ARİF SAĞ

ORHAN AYDIN

SIRRI SÜREYYA ÖNDER

RAGIP ZARAKOLU

MERAL HANBAYAT

İNAN-GRUP YORUM

GRUP MUNZUR

2-3_Layout 2 1/30/11 6:57 PM Page 2

Page 4: 1-10 Şubat 2011

Halkın Günlüğü 1-10 ŞUBAT 2011güncel haber04

Sağlıkta ticaret ölüm demektirSağlık hizmetlerinde ticari anlayışın, kar veperformansa bağlı gelir elde etme dürtü-sünün körüklediği bir sağlık politikası yü-rütülüyor. Sağlıkta dönüşüm programı so-nucu, temel yaklaşım sağlık hizmeti ver-mekten çok ticari olunca, hastanelerde, has-taları tedavi etmek yerine, yeni engelli bi-reyler yaratıyor. Bunun bir örneği geçtiğimizgünlerde İzmir Dr. Suat Seren Göğüs Has-talıkları Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Has-tanesi’nde katarakt tanısı konularak ameliyatedilen 8 hastanın mağdur edilmesiyle ya-şandı. Mesai saati sonrası 45 dakika gibikısa bir sürede ameliyat edilen 8 hastada,ameliyat sonrası çeşitli komplikasyonlar ge-lişti ve hastalardan bazıları ise kalıcı görmekaybına ve hayati tehlikeye maruz kaldı.Yapılan katarakt ameliyatı sonrası mağdurolan hastalardan Cevriye Enhoş yaşadıklarını

şöyle ifade ediyor: “8 kişiye birden ameliyatyapıldı. Oda pislik içindeydi. Pazartesi günüameliyat olduk, ertesi gün gittim, doktor,‘hiç bir şey yok’ dedi. Çarşamba günü körolduk. Başhekim geldi, ‘kaza oldu’ dedi, böylekaza olur mu? Gözümü ver bakalım banageriye verebiliyorsan! Sapasağlam girdik,bizi sakat yaptı, ben gözümü istiyorum”

Hastalardan Ramazan Avşar ise: “Ben ilkönce dava açmayacağım dedim, kader diyedüşündüm. Ama sonra öğrendim ki, SağlıkBakanlığı’nın iki yıl önce yasakladığı ilaçlarıvermişler bize. 10 Ocak günü, bizi yan yanadizdiler, kesip biçtiler, sonra da yatacak yeryok, diyerek evlerimize gönderdiler. Sancıbaşlayınca ertesi gün hastaneye gittim, ozaman yatak verildi. Sonradan öğrendik ki,hastaları yatırmadıkları halde, resmi ku-rumlardan yatak parası alıyorlarmış. Bende hem bakanlığa hem hastaneye, hem de

doktora dava açacağım.” diyerek yaşadık-larını ifade ediyor.

Sağlık sisteminin mağdur ettiği 8 hastadanbiri olan Şerafettin Karabük’ün yapılan ka-tarakt ameliyat sonucu enfeksiyon kapangözü ise Yeşilyurt Atatürk Eğitim ve Araş-tırma Hastanesi’nde yapılan başka bir ame-liyatla alındı. Doktorlar aileye, yüzdeki şekilbozukluğunu önlemek amacıyla fonksiyon-suz ‘protez göz’ önerisinde bulunmuş.

Konuya ilişkin Çağdaş Görmeyenler Derneği,hasta yakınlarıyla birlikte bir basın açıkla-ması yaptı. Yapılan basın açıklamasında ko-nuşan Çağdaş Görmeyenler Derneği yönetimkurulu üyesi Ulaş Ergin: “Ticari anlayışın,kar ve performansa bağlı gelir elde etmedürtüsünün bu denli körüklediği bir sağlıkpolitikası yürütülmektedir. Bu politika ne-ticesinde daha çok mağduriyetin yaşanacağı,daha çok insanımızın engelli hale geleceği,

daha çok insanımızın gözünü ve hatta ha-yatını kaybedeceği açıktır. Belli ki bu sorunpiyasalaşmış sağlık sisteminin yapısal so-runudur.” dedi.

Yaşanan olaya ilişkin yine hasta yakınlarıylabasın açıklaması yapan Sağlık ve SosyalHizmet Emekçileri Sendikası (SES) İzmirŞube Başkanı Ergün Demir ise hükümetinsağlıkta dönüşüm programını eleştirerek:“Bu programla sağlık kuruluşları hızla özel-leştiriliyor. Sağlık Bakanlığı bütçesindenhastanelerimize bir kuruş ödenek gelmiyor.Bakanlık hastanelerimizin kendi yağıylakavrulmasını istiyor. Sağlığın patronu halinegelen SGK, vaka başı, tanıya dayalı ödemeyapıyor. Bu durumda hastane işletmelerininzorunlu yönelimi, ‘sürümden kazanmak’olurken, hekimler de performans puanınıartırmak için ‘daha fazla işlem yapmak’ du-rumunda kalıyor.” dedi.

D emokratik Haklar Fedarasyonu(DHF)emperyalistlerin ‘’Füze Kalkanı’’ pro-jesine karşı başlattığı kampanya kap-

samında, İstanbul, Ankara İzmir, Amed, Der-sim, Adana, Mersin gibi örgütlü bulunduğubütün şehirlerde çalışmalar yaparak, ülkemizhalklarını emperyalistlerin işgal ve sömü-rüsünün parçası olan füze kalkanı projesinekarşı örgütlenmeye devam ediyor.

İzmir’de kampanya çalışmaları İzmir’de kampanya çalışmaları çerçevesinde23 Aralık Pazar günü Aktepe Tunceliler Der-neği’nde “Gizlenen, üstü örtülen saldırılarakarşı, dayanışmayı büyütelim!” konulu panelgerçekleştirildi.

Emperyalizm ve onun yerli işbirlikçilerininson dönemdeki saldırılarını işleyen paneleTÜMTİS Başkanı Şükrü Günseli, KESK Şu-beler Platformu adına Ramis Sağlam veDHF’den bir temsilci katıldı.

İlk olarak sözü alan DHF temsilcisi, emper-yalizmin ve onun yerli işbirlikçilerinin sunigündemler yaratarak, emekçi halklar üze-rindeki kapsamlı saldırılarını sürdürdüğünübelirtti. Füze kalkanı projesinin, Torba Ya-sası’nın suni gündemler arasında gizlice ge-

çirildiğini aktaran DHF temsilcisi, bu saldırılarkarşısında ortak hareket edilmesi gerektiğiniifade etti. Sendika temsilcileri ise saldırılarkarşısında emek cephesinin ketum tavır-lardan kurtularak, daha aktif bir şekilde mü-cadeleyi büyütmesi gerektiğini ifade ettiler.

Füze Kalkanı: emek sömürüsü, açlık,yoksulluk, kan ve gözyaşı getirecekFüze Kalkanı Projesine karşı kampanya ça-lışmaları kapsamında DHF Mersin örgütlü-lüğü tarafından, “Füze Kalkanı ve TorbaYasa” konulu bir panel düzenledi. Yeni Demokratik Sendikal Birlik’in (YDSB)“Emeğine ve Geleceğine Sahip Çık!” üst baş-lığıyla gerçekleştirdiği panelde ilk olarak,emperyalizmin dünya halklarına yaptığıkatliamlar ve bu katliamlara karşı halkların

direnişlerini anlatan sinevizyon gösterimiyapıldı.Ardından söz alan Tarsus Eğitim-Sen ŞubeBaşkanı Cuma Erçe dünya haritası üzerindeFüze Kalkanı Projesi’ni detaylıca anlatarak,ABD’nin başını çektiği emperyalist kampınNATO imzalı, savunma ve saldırı amaçlı, ül-kemiz topraklarına yerleştirmeyi planla-dıkları Füze Kalkanı’nın; Asya, Ortadoğu veülkemizin ezilen halkları başta olmak üzereezilen dünya halklarına ve ezilen kadınlara;taciz, tecavüz, emek sömürüsü, açlık, yok-sulluk, kan, gözyaşı ve katliam getireceğinibelirtti.Rusya, Çin, Hindistan, İran ve Asya’daki diğerönemli sermaye güçleriyle birlikte; dünyadayeni emperyalist ve kapitalist güç dengelerioluşturulduğunu ve bununla birlikte dünya

üzerinde hegemonyalarını kurmaya çalış-tıklarını ve bugün başta Nepal’de, Hindis-tan’da, Filipinler’de gelişen halk savaşlarınakarşı saldırılarının bir parçası olarak FüzeKalkanı Projesi’nin hayata geçirilmeye ça-lışıldığı vurguladı.

Füze Kalkanı Projesi’nin ülkemiz halklarınave tüm ezilen dünyaya kan, zulüm ve katliamgetireceği ezilen halkların insanıyla, coğ-rafyasıyla, emeğiyle cepheye sürüleceğivurgulandı. Bu anlamda DHF’nin başlattığıkampanyanın önemli olduğu belirtildi.

Amed’de kampanya çalışmaları İstanbul Ankara, Adana, Antalya, Dersim şe-hirlerinde kampanya çalışmalarına devameden DHF, kampanya çalışmalarını Amed’ede taşıdı. DHF Amed örgütlülüğü, faaliyetçilerive taraftarlarıyla birlikte Amed’in yoksulemekçi semtlerinde kampanya çalışmalarınısürdürüyor. Sanat Sokağı’nda stand açan DHF,ABD’nin Irak, İsrail’in Filistin işgalinden çarpıcıkareleri ile emperyalistlerin barbar yüzleriniteşhir etti. Standa Amed halkı ile sohbetlergerçekletiren DHF üyeleri, NATO ve ABD’ninülkemizi yeni bir işgal saldırısı için üs olarakkullanmak isteğine vurgular yaptı.

Sağlıkta hizmetin yerini kar alınca Ölüm kaçınılmaz oluyor

Füze Kalkan’ı emperyalist işgal projesidir Emperyalist savaş gücü olan NATO’nun yeni güvenlik planlamasıiçerisinde yer alan Füze Kalkanı Projesine karşı çalışma yapan DHF,panel, seminer ve sokak eylemleriyle emperyalizme karşı çıkıyor.DHF 1 Ocak 2011’de başladığı kampanya çalışmalarını 6 Şubat’taülke genelinde yapacağı merkezi etkinliklerle sona erdirecek.

Devletin “sağlıktadönüşüm progra-mı” ile sağlık kuru-luşları ticarethane-ye dönüştürülür-ken, azami kar an-layışı geçerli ilkeolarak benimsen-miştir. Sağlık ise buticaretin metası du-rumundadır

4-5_Layout 2 1/30/11 6:19 PM Page 1

Page 5: 1-10 Şubat 2011

05güncel1-10 ŞUBAT 2011 Halkın Günlüğü

Şerzan Kurt davası Eskişehir’de görüldü

Hacettepe Üniversitesi öğrencileri üzerindestant ve türlü kazanılmış haklara yönelikantidemokratik uygulamalar sürerken, 2010-2011 eğitim ve öğretim yılı itibariyle üniver-sitedeki sendikalı eğitim emekçileri de, rek-törlüğün soruşturma terörüne maruz kaldı.Dönem başında öğrencilerin stant açma ça-lışmalarının engellenmesi ve Eğitim-Senüyesi eğitim emekçileri ve akademisyenlerinöğrencilere destek vermesinin ardından 1’idoçent 11 Eğitim-Sen’li hakkında soruşturmaaçıldı.

“Öğrencime dokunma” soruşturması“Daha ileriye, en iyiye” sloganını kendinekalkan eden Hacettepe Üniversitesi yönetimi,üniversite çalışanlarına yürüttükleri sendikalfaaliyetleri gerekçe göstererek soruşturmaaçtı. 2010-2011 öğretim yılı itibariyle sendikalfaaliyetleri ve “öğrencime dokunma” de-dikleri için Eğitim-Sen’li toplam 41 çalışanhakkında soruşturma açıldı. Rektörlük, öğ-rencilere de “Eğitim-Sen’lilere destek verdiği”için soruşturma açmıştı.Son olarak 1 doçent, 1 öğretim görevlisi, 7araştırma görevlisi ve 2 idari personelin debulunduğu 11 Eğitim-Sen üyesi hakkındaaçılan soruşturmaların gerekçesi: “Eğitim-Sen adına izinsiz olarak tanıtım masası açıp,‘Öğrencime Dokunma ve Asistan KıyımınaHayır’”demek. Soruşturmaya maruz kalan işyeri temsilciliği,yayınladığı bildiride sendikal faaliyetin “izin-siz” sıfatıyla tanımlanarak soruşturmayakonu olmasını hukuk dışı olarak değerlen-dirdi. Bildiride, sendikayla eşit durumda ol-ması gereken üniversite yönetiminden izinalınmamasının soruşturma gerekçesi ola-mayacağı vurgulanarak, soruşturmalarınderhal sonlandırılması istendi.

İşte üniversite yönetiminin icraatları-Hacettepe Üniversitesi’nde 2010-2011 aka-demik yılı “stand açma yasakları”yla başladı.Stant açan öğrencilere önce özel güvenlikçiler(ÖGB), daha sonra da polis saldırdı. BeytepeKampüsü’nde halen topluluk ve bilet satışmasaları da dahil hiçbir stand açılmasınaizin verilmiyor.

-6 Ekim 2010 tarihinde Beytepe Yerleşke-si’nde bir mağazanın açılışına katılan Ha-cettepe Üniversitesi Rektörü Uğur Erdenerve Genel Sekreteri Turhan Menteş öğrencilertarafından protesto edildi. Genel SekreterTurhan Menteş, protestolarla ilgili olarak“zaten hepsi fişlendi” diyerek öğrencilerleilişkisine açıklık getirdi.

-11 ve 13 Ekim 2010 tarihlerinde öğrencilerinaçtıkları bir standın kapatılması için BeytepeYerleşkesi’ne tam teçhizatlı 300 civarındaçevik kuvvet, 70 Özel Güvenlik Birimi men-subu ve çok sayıda sivil polis girdi.

-Eğitim Sen Hacettepe Üniversitesi İşyeriTemsilciliği sendikal bir faaliyet olarak standaçtı ve stand yasağına karşı öğrencileredestek oldu. Bu nedenle idari ve akademikpersonel hakkında soruşturmalar açıldı. -Eğitim Sen’in basın açıklamalarına katılanidari personel hakkında “mesai saatindegörev başında bulunmamak” gerekçesiylesoruşturma açıldı.

-Bir sivil polisin öğrenciyi darp etmesini en-gellemeye çalışan araştırma görevlilerine“polisin görevini yapmasını engellemek” id-diasıyla üniversite tarafından soruşturmaaçıldı.

-“Üniversiteler ve Özgürlükler” konulu panelekatılmak üzere Beytepe Yerleşkesi’ne gelenEğitim-Sen Genel Başkanı Zübeyde Kılıç’ı

Özel Güvenlik Birimleri(ÖGB) kapıdan sok-mamaya çalıştı. Bu engellemeye rağmenyerleşkeye giren Kılıç’ın bulunduğu aracaÖGB yumruk ve tekmelerle saldırdı. -Uluslararası İlişkiler Topluluğu’nun düzen-lediği Üniversiteler Arası Açık Forum’a ka-tılmak ve burada çeşitli sunumlar yapmaküzere farklı üniversitelerden gelen öğrenciler,Genel Sekreter Yardımcısı Fatih Kayıran’ıntalimatı gereği ÖGB tarafından kampüs ka-pısında engellendi. -İktisat Bölümü tarafından gerçekleştirilen“2’nci Ulusal İktisat Sempozyumu: KüreselKriz ve İşsizlik” başlıklı akademik konferansakatılacak dinleyicilerin kaydının alınmasıamacıyla açılan kayıt masası ÖGB tarafındanengellenmeye çalışıldı.

Dayanışma, barikatı yardıSoruşturma terörüne karşı eğitim emekçilerive öğrenciler dayanışma ruhuyla 26 Ocakgünü Hacettepe yerleşkesinde yapmak is-tedikleri basın açıklamasına ÖGB engel ol-maya çalıştı.

Eğitim-Sen İşyeri Temsilciliğinin soruştur-

maları kınamak için yapmak istediği basınaçıklamasına destek vermek üzere Anka-ra’nın çeşitli üniversitelerinden gelen Eği-tim-Sen’li akademisyenler ve öğrencilerkampüs girişinde engellenmek istendi. Ha-cettepe Tıp’da çalışan sağlık emekçilerininde engelleme çabasına karşı çıkmasıyla bir-likte ÖGB barikatı yarılarak içeri girildi. Rek-törlük önüne kadar süren yürüyüşün ardındaEğitim-Sen Genel Başkanı Zübeyde Kılıç uy-gulamaların hukuk dışı olduğuna ve üni-versite yönetimini hukuka uygun davran-maya çağıran bir konuşma gerçekleştirdi.Gelişmelerin kaygı verici olduğunu kaydedenKılıç, soruşturmaların ve stant yasağınınderhal sonlandırılmasını, anayasal ve de-mokratik hakların özgürce kullanabileceğibir ortam sağlanmasını, çalışanlara ve öğ-rencilere yönelik hukuksuz ve pervasız ta-vırdan vazgeçilmesini talep etti.

Kılıç, sendikal faaliyeti engellemeye yönelikantidemokratik ve baskıcı uygulamalarınsorumluları hakkında gerekli hukuki sürecibaşlatacağını duyurdu.

Üniversitelerin temel dinamikleri üzerinde devlet eliylesürdürülen baskı ve sindirme politikaları olanca hızıylasürüyor. Açılan soruşturma ve fiziki saldırılardan öğren-cilerden sonra, öğretim görevlileri de nasibini aldı.

Hacettepe’de sıkıyönetim uygulamaları

Üniversite öğrencisi Şerzan Kurt’un öldü-rülmesiyle ilgili güvenlik gerekçe gösterilerekEskişehir’e alınan dava öncesi Kurt’un ar-kadaşlarına adliyenin 200 metre yakınındasaldıran sivil faşistler bir öğrencinin yara-lanmasına neden oldu. Saldırının ‘yoğun gü-venlik’ önlemlerinin alındığı bir yerde ger-çekleşmesi dikkat çekiciydi.

Mahkeme öncesi provakasyon girişimi Arkadaşlarına yönelik saldırıya müdahaleeden öğrenciler saldırıyı yapan sivil faşist-lerden birini yakaladı, diğer iki saldırgan isekaçtı. Polis saldırganı gözaltına alırken öğ-renciler saldırgana tepki gösterdi. Bununüzerine polis öğrencilere göz yaşartıcı gazsıkarak saldırdı. Şikayet üzerine kaçan sal-dırganlar yakalanarak adliyeye sevk edildiler.Saldırganlar mahkeme tarafından tutuksuz

yargılanmak üzere serbest bırakıldı.

Polis Gültekin Şahin’in yargılandığı davanın2. duruşması Eskişehir 1’inci Ağır Ceza Mah-kemesi’nde yapıldı.

Davayla ilgili açıklamaDavayı Şerzan Kurt’un ailesi, avukatları,BDP Siirt Milletvekili Osman Özçelik, EğitimSen Genel Başkanı Zübeyde Kılıç ve çok sa-yıda kişi de izlemeye geldi. Sabah saatlerindemahkemenin görülmeye başlanması sıra-sında adliye önünde bir araya gelen arala-rında Demokratik Gençlik Hareketi (DGH)faaliyetçilerinin de bulunduğu kitle tarafındanbasın açıklaması yapıldı. Gerçekleştirilenaçıklamada; ‘’Şerzan’ı katleden zihniyet dörtyıl önce Hrant Dink’i katleden zihniyettir.Hepimiz Hrant’ız hepimiz Şerzan’ız. Bu ülkedeeğer insanlar inançları, dili, kimliği kültürleri

ve düşünceleri nedeniyle katlediliyorlarsa,failleri aklanmaya çalışılıyorsa o ülkede de-mokrasiden, adaletten, hukuktan bahset-mek mümkün değildir’’ ifadeleri kullanıldı.

Adliye önünde bekleyişe geçen kitle tara-fından sık sık “Şehid namırın”, “Katil polishesap verecek”, “Polis vuruyor devlet ko-ruyor”, “Katil burada yargı nerede” sloganlarıatıldı.

Ardından Şerzan Kurt’un babası yaptığıaçıklamada; “Polis ile faşist grubun işbirliğihalinde oğlumu katlettiler. O’nu öldürenlerkesin, açık ve nettir. Biz çocuklarımızı Me-zopotamya’dan binlerce kilometre öteyeTürk kardeşleri, Türkiye halkı ile beraberokusunlar diye gönderiyoruz. Birileri fark-lılaştırıyor ortada bir farklılık yok” ifadelerinikullandı. Şerzan Kurt davası 16 Mart 2011tarihine ertelendi.

4-5_Layout 2 1/30/11 6:20 PM Page 2

Page 6: 1-10 Şubat 2011

Halkın Günlüğü 1-10 ŞUBAT 2011güncel haber06Dersim’de DHF’nin de aralarında bulunduğu siyasiparti ve DKÖ’lerin 22 Ocak tarihinde örgütlediğimitinge, Dersim’den ve çevre illerden binlerce kişikatılarak “Her Türlü Asimilasyona Hayır!” dedi.

Tunceli Devlet Hastanesi önünde bir araya gelenve aralarında Tunceli, Mazgirt, Hozat, Ovacık, Pertek,Nazımiye Belediye Başkanları’nın, demokratik kitleörgütlerinin, siyasi partilerin yer aldığı binlercekişi sloganlar eşliğinde yürüyüşe geçti.

DHF Dersim örgütlülüğü de sabah erken saatlerdeilçelerden gelen faaliyetçileriyle birlikte mitingekitlesel şekilde katıldı. DHF’liler, Dersim DemokratikHaklar Derneği önünde toplanarak, mitingin baş-layacağı alana kortej halinde kitlesel şekilde yü-rüdüler.

Hastane önünde buluşan kitle, Dersim merkezdengeçerek miting alanına yürüdü. Bu sırada çevredenkatılımlarla birlikte yürüyüş kolu binlere ulaştı.Açıklamalara geçilmeden önce devrim ve demok-rasi şehitleri için saygı duruşu yapıldı.

“İmha, inkar ve asimilasyon politikalarıdevam ediyor!Eylemi örgütleyen kurumlar adına yapılan ortakaçıklamada, AKP hükümetinin on yıllardır sür-dürülen imha, inkar ve asimilasyon politikalarındaısrara devam ettiği belirtidi.

Zorunlu din dersi uygulamasının, faşist cuntanınhalkı sindirme, asimile etme, tek tip insan yaratmapolitikalarından sadece biri olduğuna değinilerek,otuz yıldır alevi çocuklara ve gençlere okutturulanzorunlu din dersleri ile çocuklar ve gençlerin kendideğerlerine yabancılaştırıldığı, asimile edildiğivurgulandı

Diyanet İşleri kaldırılmalıdır! Diyanet İşleri Başkanlığının konumu ve görevinin,Alevilere yönelik asimilasyonu derinleştirmek ol-duğunu aktaran açıklamada, Aleviliğin Diyanetİşleri Bakanlığı’nın temsil ettiği ve topluma dayattığıtek tip inanç anlayışıyla uzlaşmasının mümkünolmadığı vurgulandı.

Tunceli Üniversitesi cemaatle el ele!Tunceli Üniversitesi bugünkü haliyle cemaat ör-gütlenmelerinin bileşeni durumunda olduğunadikkat çekilen açıklamada, “Rektör Durmuş Boztuğtarafından; Alevi inancında önemli yeri olan se-mahın bir şenlik aracı olarak kullanması çalışmasıbaşlatılmıştır. Bizler buradan haykırıyoruz, semah

bir ibadet şeklidir. Dünyanın hiçbir yerinde biribadet ritüeli şenliklere, şölenlere malzeme yapıl-maz.” denildi.

Bu dağlarda Seyit Rıza’nın, Alişer’in veZarife’lerin sesleri var!

Devletin Dersim üzerindeki politikalarına değinenABF Genel Başkanı; Dersim’in geçmişten bu güneçeşitli saldırı politikalarına hedef olduğunu ancakSeyit’lerin, Alişer’lerin, Zarife’lerin, Mazlum’larınve İbrahim Kaypakkaya’ların seslerinin daha budağlarda olduğunu ifade ederek mücadele çağrısıyaptı. .

Dersim halkına çağrı!

DEDEF genel başkanı Özkan Tacar, “Devletin Der-sim’i yok etme planları devam ediyor. Dersim butoprakların üzerinde kanlarıyla fidanlarını yükseltti.Kongrelerinde her seferinde okyanus ötesine se-lamlar yollayanların bir kez daha duymasını isti-yoruz: Dersim’e sefer olur zafer olmaz.” dedi.

Tacar, Dersimli işadamlarının yeni yurtlarla, okul-larla birlikte, cemaatlerin Dersim halkına yönelikinşa ettikleri asimilasyon yuvalarına karşı, benzerşekilde hayata geçirilecek yurtlarla ve okullarlamücadeleye katkı sunmaları gerektiğini belirtti.Miting, Ferhat Tunç ve Metin Kahramanın müzikdinletisiyle son buldu.

Dersim’e sefer olurBundan tam

dört seneö n c e ,

Hrant’ın vurulduğutarihten 6 ay son-rasında ilk duruş-ma 02.07.2007 ta-rihinde saat10.00’da İstanbul14. Ağır Ceza Mah-kemesi’nde görül-meye başlandı. Ozaman mahkemeönünde bekleyen-ler, açılan davanınakıbetinin katli-amda sorumluolan devletin ken-disini ve emir er-lerini aklamayadönük işleyeceğinidile getirmiş ve“Katil devlet hesapverecek” sloganınıatmıştı.Mahkemenin başlamasının ve HrantDink’in vurulmasının üzerinden 4yıl geçti. Dört yılda itiraflar ve giz-lenemeyen belgeler üzerinden açığaçıkan gerçekler bir bir bürokrasininlabirentinde hasıraltı edildi. Dönemingörevli bürokratları ve yetkili kollukkuvvetlerini işaret eden gerçeklerbütün toplum tarafından bilinse de,devlet, mahkeme üzerinden “usul”eksikliği gibi saçma sapan kanunmaddeleri ile 4 yılı kayıpsız atlattı.O günden bugüne süren davada,biri ajan olan üç devlet tetikçisi ha-pishanede koruma altına alındı. Kat-liamın gerçekliği topluma unuttu-rulmaya çalışıldı.

Mahkemede herşey hasıraltıDört yıldır süren dava, devlet gö-revlilerini koruma, kollama, soruş-turmadan uzak tutma amacı gö-zetilerek yürütüldü. Cumhurbaş-kanı’nın, ‘Hrant Dink gerekli tedbirleralınmadığı için öldürüldü’ demesininardından dahi göstermelik olsa daolayda adı geçen bürokrat ya dakolluk görevlisi tutuklanmadı. Oysaitiraf ve açığa çıkan belgeler içeri-sinde ünüformalı görevlilerin kat-liamın gerçekleşmesinde üstlen-dikleri rol tek tek ortaya çıkıyordu.Erler, emirleri üstlerinden, üstleremirleri komutanlarından, amirle-rinden, komutanlar ve amirler iseemirleri daha üst bürokratlardanaldıklarını açıktan söylüyorlardı.Olayın kriminal örgüsü, katliamdadevletin kolektif işleyişini açığa çı-kartmaya dönük giderken, mah-keme ve hükümetin bakanları, ola-yın işleyişini durduracak tayin ve“yargılanamaz” kararları ile herşeyibaşa sarıyorlardı.Öyle ki herkesin gözüne sokulan,devletin jandarması ve polisinin,katili ‘kahraman” ilan ettiği görün-tülerin ardından, bu alt rütbeli devleterleri hakkında tek bir tutuklamaistemi olmadı. Devletin kendi mü-fettişleri ‘İstanbul Emniyeti baştanaşağı sorumludur,’ dedi, bu bile dev-let yargısını harekete geçirmedi.

Reis-i cum-hur üzülüyor-muşHalkın gözündekatliamın mimarıolarak devletingörüntüsü her-gün daha ber-raklaşırken, dev-letin üst erkanıise durumu ter-sine çevirmekiçin son hamle-lerini yapıyor. Buhamlelerden biriCumhurbaşkanıAbdullah Gül’dengeldi. Gül, Stras-bourg’daki Avru-pa Konseyi’ne zi-yareti kapsamın-da en iyi lokan-tası olarak tarifedilen Le Croco-

dile’de onuruna verilen akşam ye-meğinin ardından beraberinde gelengazetecileri oteldeki süitine ‘sohbet’için davet etmiş. Gül, AİHM kararıyla‘Türkiye’nin başı dik duramadığını’ifade ettikten sonra, Dink katliamını‘hazmedemediğini’ söyleyerek de-falarca o konudan ‘mahcubiyet duy-duğunu’ üzerine basa basa vurgu-lamış. Ülkeye dönünce de, DDK’yıDink cinayeti için de çalıştırabile-ceğinin mesajını açık biçimde ver-miş. Bu konudaki bilgileri de “değerli”basın yazarlarından öğrendik. Dink katliamında herşey apaçık or-tadayken Gül sadece üzülüyor vederin mahcubiyet duyuyormuş.Elinden gelen sadece bu olsa gerek...Konuyu üzüntüye indirgeyen vedevlet imzalı katliam projesinde üs-tüne düşen görevi layıkıyla yerinegetirmeye çalışan Gül, bu son açık-lamasında görüldüğü üzere, öylepişkin ki tüm toplumun Hrant’ınkatledilmesine değil de kendisininmahcubiyetine üzülmesini bekliyor.

Anma eylemlerinden notlarAgos gazetesi önünde yapılan anmaetkinliğinde, Hrant’ın katledilmesindeparmağı olanların yargılanmadığı,korunduğu dile getirildi. Aradan dörtyıl geçmesine rağmen, katillerin, te-tiği çektirenlerin üzerine gidilmediği,adeta bir geçiştirme süreci yaşan-dığına dikkat çekildi. Daha öncedebu tür davaların bilinçli olarak zamanaşımına uğratıldığına değinilerek,Kemal Türkler’den Sabahattin Ali’ye,Ahmet Kaya’dan Abdi İpekçi’ye, Ha-san Ocak’tan Metin Göktepe’ye ka-dar bir çok kişinin katillerinin da-valarının ya zaman aşımına uğra-tıldığı ya da göstermelik cezalarlaödüllendirildiği ifade edildi.

Taksim Meydanı’nda yapılan ey-lemde ise “Hrant’ın hesabını so-racağız” pankartı taşındı. Binlercekişinin katıldığı yürüyüş boyunca“Hrant’ın hesabını soracağız”, “Ka-til devlet hesap verecek”, “Faşistlervuruyor, AKP koruyor”, “yaşasınhalkların kardeşliği” sloganlarıatıldı.

Mahkeme oyalıyor

Yaşam alanlarımızı katleden mevcut sisteme karşı mücadele araçlarını en etkinbiçimiyle kullanmak ve alternatif bir sistemin varlığına işaret etmek zaruridir

Katliam yasallaşırsaMevcut sistemin kar ve emek hırsızlığı,gün geçtikçe insanları yoksullaştırırken,kendi öz çıkarları doğrultusunda doğayıtahrip etmekten de geri durmuyor. Hakimsınıfların isteklerini kusursuzca yerinegetiren hükümetler aracılığıyla; bir taraftanormanlar “köprü” gibi rant uğruna talanedilirken, bir taraftan akarsular ve doğalgüzelliklerimiz ”baraj” gerekçesiyle kat-lediliyor.Gün geçmiyor ki emperyalizme uşaklıktasınır tanımayan devlet, bu katliamlarımeşrulaştırmak için yasa çıkarmasın. HES

6-7_Layout 2 1/30/11 6:25 PM Page 1

Page 7: 1-10 Şubat 2011

Devrim yalnızca karşı-devrimle mücadele içindedeğildir. İçindeki burjuvaziye karşı veya içindekiburjuva ideolojik yansımalara; tasfiyeciliğe, pasifizme,yılgınlığa, karamsarlığa ve bilumum burjuva/kü-çük-burjuva tezahüre karşı da mücadele içindedir.Bu mücadele ideolojik anlamda belki de en zorlu

ve en tahripkâr olanıdır; çünkü bu mücadelenin taşıdığı çelişkininbir yanı içten tasfiye özelliği ile ideolojik erozyon rolü oynamaktadır.Keskin karşı duruşla değil, yumuşak huylu gelip zemini gevşet-mektedir. Ve çünkü ‘’balta ile sap’’ ilişkisindeki gibi birleşiktirama ‘’sap’’ın ‘’balta’’ya güçlük çıkarması kadar engelleyicidir.Bu mücadelenin negatif tarafını teşkil eden zayıf yan her zamantasfiyeci değil ama taşıdığı zayıflıkla objektif olarak tasfiyeciliğehizmet edendir. En azından eğilim ve tutumu geridir; taşıdığıgerilik ve kırılmalarla fiilen geri çeken-geriletendir! Tasfiyecilikleitam edilemez açıkça; ama niyetten bağımsız objektif durumundanötürü tasfiyecilikle birleştiği muhakkaktır. Sorular ve sorgula-malarla yansıtır geri eğilimini… ‘’Kırk senedir ne yaptınız’’, ‘’birşey yok, ne yapıyorsunuz ki’’, ‘’yapılacağına inanmıyorum’’ vbsorularında açıkça dışa vuran bilimsel ‘’inançsızlık’’ ve ideolojiksorgulama ve kırılma, politik olarak tasfiyecilikle kol kola gir-mektedir pratikte. Andığımız bu eğilim, bütün bu sorgulama vehesaplaşmada, komünist ve devrimci mücadele uğraşının kar-şısına; ya egemen sınıflar düzeni ve siyasi parti-kliklerini ölçüalmakta ya da burjuva yaşamın parıltılarını özlem alan bura bi-reysel yaşam başarılarını baz almaktadır. Bakış açısı bireyselve burjuva yaşamla sınırlı olan yaklaşımlar elbette devrimcigerçeği anlayamaz; burjuva yaşam başarıları ve tüm albenisinidevrimci mücadeleye yeğ tutar, bu değerlerle devrime bakar vekaçınılmaz olarak devrime sırt dönerler. Bu anlayış ve yaklaşımın anlayamadıkları büyük gerçek şudur: Onlarca, yüzlerce ve hatta binlerce projeyi bağrında taşıyanekonomik-siyasi-ideolojik konsept; somut şartlarımızda MLMideolojisiyle billurlaşan proletarya partisi önderliğinde feoda-lizm-komprador bürokratik kapitalizm ve emperyalizmin tasfiyeedilmesi hedefleriyle Halk Savaşı Stratejisinde nitelik alan, ba-ğımsızlık-Halk Demokrasisi-Sosyalizm ve Komünizm perspektifliKomünist devrimci kurgu-proje; yani sınıflara bölünmüş top-lumlarda sınıflar mücadelesi zemininde devasa toplumsaldeğişim projesi, yani ekonomik-siyasi sınıfların siyasi iktidarsavaşına dayanan toplumsal devrim projesi, yani ezen-ezilen/sö-müren-sömürülen/yöneten-yönetilen sınıf çelişkisi pozisyonundabulunan siyasi sistemde, ilerici sınıflar lehine gerici egemensınıfı alaşağı ederek ötekini yerine koyan o muazzam proje,yani gerici sınıf iktidarını yıkarak devrimci sınıf iktidarını kurmaanlamında somut teorik-pratik hedefle tarihsel önem arz edeno projesi, özgürlükler dünyasına doğru o uzun-azametli yürüyüşünve sınıfsız-sınırsız topluma varma dinamikleriyle toplumlar ta-rihinin ileriye doğru dönen tekerleğini hızlandırma rolünü toplumve tarih karşısında omuzlayan o Komünist proje, yani tüm in-sanlığın kurtuluşuyla sınıflar-insan arasındaki savaşım açısındannihaileşip insanın doğa üstünde egemenlik kurma savaşımınadönüşerek süren o sonsuz proje, asla birkaç işçi ve teknisyenleihtişamlı bir bina kurmaya benzemez; bunun gibi gökdelenlerve makinelerin planlarına; kişisel amaçlar doğrultusunda akademikunvan ve kariyer edinme hesaplarına, kişisel zenginleşme ve‘’iyi bir yaşam’’ elde etme plan ve projelerine hiç benzemez.Bütün bir toplumu kavrayan, bu toplumun binlerce çelişkisinikonu edinen, temel ve diğer çelişmelerden ve ayrı ayrı niteliktekiçelişkilerden meydana gelen karmaşık çelişmeler sürecini dü-zenleyerek toplumu kişiliklendirip, bu köklü çelişmeleri çözmeyigöğüsleyen böylesine ağır bir proje; ne sabahtan akşama uy-gulanıp başarılabilecek bir projedir, ne de nispeten dar bir planıyürütüp başarma eylemine benzer bir kalkışmadır. Karmaşık,çetin, kapsamlı ve son derece zorlu, büyük ve anlamlı bedellerüzerinde yükselen, acılarla dolu bir harekettir devrim! Bundandırki, istendiğinde hemen gerçekleştirilecek kadar, aceleci küçük-burjuva ruh halinin hayal ettiği gibi kolayca üstesinden geline-bilecek bir hedef değildir. Azim ister, kararlılık ister, akıl ile ce-saretten yoğrulmuş bir cüret ister ve bilinçli-planlı davranışışart koşar. İşte söz konusu anlayış ve yaklaşımların anlayamadığı, görme-diği-görmek istemediği veya atladığı gerçek budur. Elbette ki,bunu anlayamayanlar; hemen zafer bekler, hemen başarı ister,her şey hemen olsun ister… Stratejik bakmaz, günübirlik bakar;stratejik üstünlüğü görmez, taktik zayıflığa mahkum olur vesalt pratikteki kazanımları görür. Tutarsız-istikrarsız siyasieğilimi bu zeminde ete-kemiğe bürünür. Bu anlayış sahibi kişi,istediğini bulamayınca umutsuzlaşıp yorgun düşer, kırılır, yıkılırve gerçeğe tersten bakar… Soruları veya sorgulamalarında(hattaküçümseyen, beğenmeyen eleştirel soru-sorgulamalarında)açığa çıkan ve nihayetinde tasfiyecilikle örtüşen karamsarlığıişte bu derin girdaptan doğar.

bakış can

TASFİYECİ SALGINA ÖNLEMDEVRİMCİ AŞIDIR! -I-

UFUK ÇİZGİSİ

D

07haber

Taksim Tünel’de toplanan kitle bu-radan Taksim Meydanı’na doğruyürüyüşe geçti. “Dersim’de baraj-lara, Gülen Cemaati’nin örgütlen-mesine, zorunlu din dersine hayır”ana pankartı arkasında toplanankitle yürüyüş boyunca sık sık “Der-sim faşizme mezar olacak”, “Mun-zursuz dünyayı başınıza yıkarız”sloganları attı. Geniş bir katılımınsağlandığı yürüyüşün ardındanmeydanda toplanıldı. Emre Saltık,Grup Munzur gibi sanatçıların dakatıldığı eylemde DEDEF adına basınaçıklamasını Genel Sekreter ÖzerTekinoğlu yaptı.

‘İktidar taleplerimizi duymuyor’Dersimlilerin “zorunlu din dersle-rinin kaldırılması”, “asimilasyonpolitikalarına son verilmesi”, “Mun-zur’da baraj yapımının durdurul-ması” gibi taleplerinin iktidar ta-rafından görmezden gelindiğini ifa-

de eden Tekinoğlu, “Öyle ki AKPhükümeti bir taraftan ‘demokra-siden’ ve ‘açılımlardan’ bahseder-ken, diğer taraftan Gülen Cemaatieliyle Dersimlilere dönük asimilas-yon politikasını farklı yol ve yön-temlerle derinleştirmektedir. Ce-maat-Valilik ve Tunceli Üniversitesiişbirliği ile kapsamlı ve sinsi bir asi-milasyon politikası hayata geçiril-mektedir” dedi.

“Oyuna gelmeyin” Tüm Dersimlilere çağrı yapan Te-kinoğlu şunları dile getirdi: “Ço-cuklarınızı cemaat okullarına, ders-hanelerine ve yurtlarına gönder-meyin. Asimilasyon politikalarınınbu kirli yuvalarına geçit vermeyin,oyuna gelmeyin.” Tekinoğlu açık-lamayı; zorunlu din derslerinin kal-dırılması, asimilasyon politikalarınason verilmesi, baraj projelerindenvazgeçilmesi gibi talepleri yinele-yerek sona erdirdi.

zafer olmaz

Dersim ve İs-tanbul’da bi-raraya gelen

binler, Gülen Ce-maati’ne ve

asimilasyonsaldırısına karşı

yürüdü. Der-simliler

saldırılarkarşısında

örgütlü gücünügöstererek,

“Dersim’e seferolur ama zaferolmaz” şiarını

tekrardan hatır-lattılar

ve 2B yasalarının çıkmasıyla birlikte saldırılarınıgüvence altına almak isteyen mevcut sistem,yürütme kararlarının durdurulmasına karşınişleyişlerine devam ediyor, adeta kendi yasa-larını çiğniyor.Artan çevre kirliliği doğadaki birçok canlınıngeleceğini riske atarken insanlıkta bu tehli-kelerden nasibini alıyor. Geçtiğimiz günlerdeMersin’den yansıyanlar bunun bir örneğidir.TMMOB Çevre Mühendisleri Odası’nın İl Tem-silciliği 2009 Mersin Çevre Durum raporu fe-laketi gözler önüne seriyor. Buna göre hızlı vedüzensiz sanayileşme sonucu açığa çıkan atık-ların, çevre ve insan sağlığını etkilemesine izinverilmemesi için hiçbir adım atılmamıştır. Özel-likle Akdeniz İlçesi sınırları içerisinde KazanlıMevkii’nde faaliyet gösteren Soda Sanayi A.ŞKromsan Krom Bileşikleri Fabrikası’nın 1984yılından bu yana 1.7 milyon ton proses atığınfabrika içerisinde değişik yerlerde depolandığı

ya da gizlendiği düşünüldüğünde, burjuvazininmedya üzerindeki rolü de açığa çıkmış oluyor.Son zamanlarda kısmen halkın zehirli atıklarakarşı çeşitli araçlarla yürüttüğü mücadele so-nucunda patronlar süreci manipüle ederekyıllar sonra, açıkta bırakılan tehlikeli atıklarınüzerini branda ile örtmüşlerdir. Aynı durumMersin Limanı’nda karşımıza çıkmaktadır. Yak-laşık 2 yıl önce Plastik Polietilen cinsi eşya adıaltında Mersin Limanı’na getirilen, ancak içe-risinde kimyasal atık olduğu bilinen 58 konteynırhala limanda bulunmaktadır. Kendi menfaatleriuğruna çevre ve insan sağlığını hiçe sayanegemenler, kimi zaman sahip olduğu medyayıkullanarak saldırılarını örtbas etmeye çalışırkenkimi zaman da bunu pervasız ve azgınca açıktanaçığa yapmaktadır. Tıpkı Kocaeli’nin Dilova il-çesinde fabrikalardan havaya salınan zehirligazlar yüzünden halkın kanserle baş başa kal-ması gibi.

İstanbul-Taksim’de toplanan binlerce kişi devle-tin Dersim’de yürüttütğü saldırıları protesto etti.

6-7_Layout 2 1/30/11 6:25 PM Page 2

Page 8: 1-10 Şubat 2011

Halkın Günlüğü 1-10 ŞUBAT 2011emek 08

Bir yanda bir kesim azınlığın yaşadığı muazzam lüksyaşam, diğer tarafta ise her geçen gün daha da yok-sullaşan büyük bir kesim. Açlıkla ahbap olan ço-ğunluğun tepesine çöreklenen azınlığın koruyucudevleti elbetteki daimi görevini yerine getirmektenasla ve asla vazgeçmiyor. Çıkardığı yasalarla, aldığıkararlarla, kolluk güçlerinden tutalım da milletve-killerine, Başbakan’ına kadar tüm desteğini azınlığasunan devlet, mülklülerin ayağını taşa değdirmemeyeözen gösteriyor. “Ayaklar”ın yerini bilmesi için çı-kartılan yasalar, inşa edilen devasa “Adliye Sarayı”ve “adaletin keskin kılıcı” hep halkın başında olduve olmaya devam ediyor. İşçilerin köleleşen yaşamını“Torba yasaları” ile altın tepside egemen sınıflarasunan devlet, direnenlere ise “keskin kılıcını” gös-teriveriyor. Her geçen gün kaybedecekleri azalanlarise sesini çıkartıyor. Emekçilerin her alanda taşeronpatronuna adandığı ülkemizde, taşeronun sömürü-süne karşı direnişler başlatılıyor. Ödenmeyen ücretler,sendikal haklara yönelik saldırılar, işten atılma gibinedenlerle, işçiler, kimileri sendikaların önderliğinde,kimileri ise kendi inisiyatifi ile, direnişe başlamışdurumda. Büyük bir kesimin, baskılara karşı sessizkaldığı ülkemizde, ekmekleri alınan işçilerin birkısmı direniş cüreti gösteriyorlar. Fakat bu durumiçerisinde de taleplerin sınırlılığı ve direnişlerin da-ğınıklılığı etki alanını oldukça daraltan bir sorunolarak karşımıza dikiliyor...Postanelerde, havaalanlarında, özel sektörlerde, has-tanelerde, fabrikalarda ve daha bir çok alanda sömürüsınırsız... Ekmek, sağlık hakkı, eğitim hakkı, barınmahakkı temel olarak da yaşam hakkı oldukça sınırlı...Tam olarak bundandır ki aslında talepler çok dahabüyük olmalıdır... Bir keskin örnek verecek olursakgenel bir anlayış ifadesi olarak Deri-İş Genel BaşkanıMusa Servi, DESA işçilerinin eyleminde ‘işten atmalarailişkin tek taleplerinin atılan işçilerin sendikalı olarakyeniden işe alınması’ ifadesini kullandı. Taleplerinbu kadar darlaştığı bir yerde verilen direnişler desınırlı bir boyutun ötesine geçememektedir. Sisteminçarklarının çürüdüğü bir yerde elde edilen kaza-nımların kalıcılığını koruma olasılığı olmadığı ya-şadığımız tarihsel kesitte pratik olarak görülmektedir.TEKEL direnişi bunun en somut örneğidir. Emekçihalkın can pahasına kazandığı haklar törpülenmekteve kalıcılığını koruyamamaktadır. Tam da burada

bu direnişlere sınıfsal bir noktadan temas kurmasorumluluğu öne çıkmaktadır. Çünkü bu direnişlerirdelendiğinde sendikal ağalığın yaptığı manevranındışında öncü ve önderlik kısırlığının olduğu da gö-rülecektir.Talepler küçükte olsa, zulmün olduğu yerde isyanbayrağı çekiliyorsa o bayrağı yükseltmek gerekir.Yurdun bir çok yerinde direniş çadırı kuran işçilerinyaptıkları eylemlere soluk katmak, daha da ötesi,bizzat içerisinde yer alarak, mevcut öfkenin kaynağıburjuva-feodal sistemi okun ucuna oturtmak ge-rekmektedir. UPS, PTT, Sabiha Gökçen Havaalanı,Adana Numune Hastanesi, Bursa Tesaca, Nemtrans,TOKİ, DESA işçileri başlattıkları direnişleri ile haklarınıisteyenlerden bazıları...

Postacıların saadeti şarkılarda!178 kişiyi işten atan PTT Genel Müdürlüğü işçileri veailelerini açlıkla karşı karşıya bıraktı. Başbakan Er-doğan bir konuşmasında valilere ‘semtinizdeki okul-lara gidin orada ayakkabısı yırtık çocukları tespitedin yaşadıkları yere gidin yardım edin’ diye sesle-nirken PTT işçilerinin çocuklarını düşünmedi sanırız! İşçiler işten atılışlarının ardından iş hakları için di-renişe başladılar. 5 Ocak’tan beri işçiler İstanbulTopkapı’da bulunan Avrupa Yakası Posta İşlemeMerkezi önünde direnişteler. PTT işçileri yanlız İs-tanbul’da değil bir çok ilde eyleme geçti. PTT binalarıönünde çadır kuran işçiler haklarını alıncaya kadardirenişte olacaklarını her fırsatta her alanda ifadeediyorlar.

Çarkları çürümüşHer geçen gün kaybedecekleriazalanlar ise sesini çıkartıyor.Emekçilerin her alanda taşeronpatronuna adandığı ülkemizde,taşeronun sömürüsüne karşı di-renişler başlatılıyor.

Direniş öncesi gelişen süreci an-latabilir misiniz?Yılbaşından 10 gün önce elemaneksikliği var dediler, eleman alı-nacak diye bilgi verdiler. Biz tabiiş yükü yoğunluğundan işçi almaolayına sevindik. Sonra rüzgar bir-den tersine döndü ve çıkışlar baş-ladı. Yılbaşına üç gün kala PTT yö-netimi, müdürleri ve koltuk baş-larında oturanlar kendi eşlerini,dostlarını ve akrabalarını kayırarakhazırladıkları işten çıkarılacaklarınlistesi çarşamba günü belli oldu.Asılında cuma günü işten çıkarı-lacakların isimleri açıklanacaktıama o gün yılbaşı diye açıklama-dılar. “PTT yönetimi işçileri o kadardüşünüyorlardı” ki evlerine git-sinler de aileleri ve çocukları ilemutlu mesut bir yılbaşı geçirsinlerdiye o gün işten çıkarılanlar açık-lanmadı. Yılbaşı sonrası yani pa-zartesi günü iş başı yaptık. pazer-tesi 6 arkadaşımız, salı günü beşve sonrasında da çıkarılanlarlabirlikte toplam 21 kişi işten çıkarıldı.PTT yönetimi arkadaşlarımızı iştençıkartarak hiçbir haklarını da ver-memiştir.Hangi gerekçelerle işten çıkarıl-dınız?İşten çıkarmaların gerekçesiPTT’ye ayrılan ödenekten, devletinbir milyon kesinti yapmasını ge-rekçe olarak sunuyorlar. Yani buyapılan kesinti sonucu PTT, işçileriişten çıkararak daralmaya gidiyor.Burda 4 tane taşeron şirket varve işten çıkarma durumları devamedecek. PTT yönetimi bizlere hiçbir gerekçe göstermeden yani keyfibir tutumla işten attı. Bizi buradançıkartırken hukuk dışı bir yön-temle çıkardılar. Normalde bize

10-15 gün önecesinden tebligatyani bildirim yollamaları lazımama hiç bir bildirimde bulunulmadı.Yani hadi güle güle dediler bize.

İşten çıkarmalar bura ile sınırlı mıyoksa ülkenin diğer bölgelerindede işten çıkarılanlar var mı?

Ülke genelinde toplam 178 arka-daşımız işten çıkarıldı. İstanbul’daTopkapı, Sarıyer başta olmak üzereAnkara ve İzmir gibi yerlerde dePTT işçileri işten çıkarıldı. İştenatılan arkadaşlarımız PTT önle-rinde çadır kurarak hak aramamücadelesi başlattılar.

Başlatmış olduğunuz direniş ka-muoyunda etkisini buluyor mu?

Şu an burda bulunan bir çok esnafve işçi arkadaşlarımız çadırımızıziyaret ederek desteklerini süreklisürdürmekteler. Burası işçi havzasıolduğu için, işçilerin ve sendikalarındestekleri de giderek artmakta.İçeride yani PTT’de çalışan aka-daşlarımızda baskılara rağmenbize desteklerini sunuyorlar.

Hangi talepler doğrultusunda di-renişinizi sürdürüyorsunuz?

Güvenceli, kadrolu işçi olmak is-tiyoruz. Biz güvenceli iş istiyoruz,taşeron istemiyoruz. Taşeronluksistemi askeri ücret karşılığındakölelik yapma sistemidir, bizdekölelik sistemine karşıyız.

AKP hükümeti ile birlikte yoğun-laşarak artan özelleştirme politi-kaları konusunda ne düşünüyor-sunuz?

Bizi işten atmalarının sebebi, pos-tane, anonim şirketi olacak. As-lında PTT yönetimi bugün uygu-ladıkları politikalarla, halkla çalı-şanları karşı karşıya getirmek is-tiyor. Halk PTT yönetiminin uy-guladığı politikaları bilmediği için,‘lanet olsun, bu PTT işçileri çalış-mıyor’ diye düşünüyor ve PTT özel-leşsin gitsin diyor. Aslında PTT yö-netimi ve AKP hükümeti bu poli-tikaları yaparak PTT’nin özelleş-tirme koşullarını hazırlayarak,PTT’yi kendi yandaşlarına peş keşçekmeyi planlıyorlar. Biz de PTTişçileri olarak yıldırma ve özelleş-tirme politikalarına izin verme-yeceğiz, sonuna kadar direnece-ğimizi ifade ediyoruz.

PTT işçisi güvenceli iş istiyor

Torba’da yasa istemiyoruz

İstanbul-Topkapı PTTToplama Merkezi önün-de PTT işçilerinin baş-lattıkları direniş 1 ayayaklaştı. Direnişteki iş-çilerden biri olan PTTişçisi Cafer Kalağ ile di-reniş ve yaşadıklarınıkonuştuk

Meclis Bütçe Komisyonundan geçen ve Torba Yasaolarak bilinen tasarının ilk bölümü meclis kurulundaonaylanırken, tasarının ikinici bölümünün görü-şülmesi 2 Şubat’a ertelendi. Çıkarılan yasanın içe-risinde halkın bütün kesimlerini hedef alan yenidüzenlemeler bulunuyor. Bu düzenlemeyle halka

dönük saldırılar yasal bir kılıfın içerisine bürün-dürülürken, daha “kontrol” edilebilir bir durum ya-ratılmaya çalışılıyor. Ekonomik ve sosyal anlamdayaşamın bütün alanlarında sınırlamalarında bu-lunduğu tasarıda, sosyal güvencesizlik resmenyasal hale getiriliyor.

Sendikalar, meslek örgütleri, siyasi partiler ve kurumlar tarafından,İstanbul, İzmir, Ankara başta olmak üzere bir çok ilde yapılan yü-rüyüşlerle protesto ‘Torba Yasası’ ediliyor.

8-9_Layout 2 1/30/11 6:29 PM Page 1

Page 9: 1-10 Şubat 2011

on günlerde özellikle Arap ülkelerinde önemli ge-lişmeler yaşanmakta. Tunus, Cezayir, Mısır gibiülkelerde halk sokağa inerek öfkesini ve tepkisinigerici iktidarlara karşı meşru bir şekilde gösteriyor.Halkın patlayan bu öfkesi sadece kendi gerici dik-tatörlüklerine karşı değildir. Bu diktatörlükleri ko-

ruyan ve onlara hamilik yapan emperyalist ülkelerin sömürüçarkını daha azgın bir şekilde işletebilmek için uyguladıklarıpolitikalar sonucunda halk daha fazla dayanamayarak isyanbayrağını yükseltti. Tunus’taki işportacı üniversite mezunugencin bedenini ateşe vermesi bu süreci başlatan bir kıvılcımişlevi gördü. Uzun yıllardır uygulanmaya çalışılan neo-liberalpolitikaların sonuçları 2008 ekonomik kriziyle de birleşincehalkın yaşam koşullarının daha da yaşanmaz bir noktayaulaşmasına neden oldu. Tunus, Cezayir, Mısır gibi Arap ülkelerininyanında yakın zamanda, Avrupa’nın (özellikle Yunanistan)değişik ülkelerinde yaşanan sokak gösterileri, protestolar vegrevler bu politikaların kitleler nezdinde yarattığı önemli so-nuçlardır. İşsizlik, güvencesizlik, esnek çalışma koşulları, düşenücretler veya alım gücü kitlelerde, özellikle gençlerde, ciddihuzursuzluklar yaratmaktadır.Bu politikalar ülkemizde de önemli oranda uygulanmaktadır.Bu politikaların en sonuncusu, ülke tarihinde emek cephesininkazanımlarına yönelmiş en kapsamlı saldırılardan biri olan,Torba Yasa diye bilinen yasa tasarısıdır. Bu yasayla birlikte ül-kemiz emekçilerinin kanları ve canlarıyla kazandıkları birçokkazanım geri alınmış olacak.Önümüzdeki süreçte ülkemizde de bu tarz patlamaların ya-şanabileceği muhtemeldir. Bu politikaların sonuçları özellikleson yıllarda ülkemiz emekçilerini de yakıcı bir şekilde etkilemeyebaşladı. Zaman zaman direnişler de yaşandı. SEKA, TEKEL veirili ufaklı birçok direniş buna örnektir.Yaşanan kitle hareketliliği, kitlelerin nasıl bir güç olduğunun‘’gerçek kahramanın kitleler’’ olduğunun göstergesidir aynı za-manda. Kitleler bir kez harekete geçti mi karşısında durabilecekhiçbir gücün dayanma şansı yoktur. Ancak belirleyici olandiğer bir nokta da Mao tarafından ‘’dalganın üstündeki köpükler’’olarak ifade edilen önderlik meselesidir. En nihayetinde kitlelerinkendiliğinden gelen ve daha çok ekonomik talepli eylemlerisınıf mücadelesinin stratejik çizgisine dâhil edilmediği sürececiddi bir kazanım elde etmeden sonuçlanmaya mahkûmdur.Bugün dünya genelinde yaşanan bu direnişlerin doğru birrotaya kanalize edilememesinin nedeni ciddi bir ideolojik krizinhalen sürüyor olmasından kaynaklanmaktadır. Komünist birmerkezin olmaması, bu yerlerde Maoistlerin kitlelere önderliketmemesi veya Maoist bir öncü partinin olmaması en belirleyicieksikliktir. Ancak buna rağmen özellikle Uzak Asya baştaolmak üzere dünyanın değişik bölgelerinde Maoistler kitlelerindevrimci öfkesini bir plan ve program dâhilinde devriminstratejik çizgisine kanalize etmektedirler. Önemli kazanımlarda elde edilmiş durumda.Ancak bazı ufuksuz dostlarımızın bu eylemleri varlığının dışındabir yerde değerlendirerek ve heyecana kapılarak devrim beklentisiiçine girmeleri kendilerinin de nasıl bir ideolojik kaosun içindeolduklarını göstermektedir. Hatta bu durum 17 Ekim öncesinebenzetilmektedir. Diktatörlüğün yıkıldığı bile ifade edilmektedir(Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak, Sayı: 2011/03, 21 Ocak 2011).Birincisi 17 Ekim sürecinin, Bolşeviklerin muazzam önderliklerininbir sonucu olduğu unutulmamalıdır. Bu dönemdeki Sovyetleri,diğer oluşturulan meclis, komite veya komisyonlardan (Tunus’tada oluşturulmuş durumda) ayıran en belirleyici fark Bolşeviklerinönemli bir güç olarak yönlendirici bir rol oynamalarıdır. İkincisiise diktatörlük meselesi kişilere bağlı bir olgu değildir. Ülkedenkaçmak zorunda kalan Zeynel-Abidin Ben Ali’den hareketlediktatörlüğün yıkıldığını, halkın özgürleştiğini söylemek sınıfiktidarlarını bireylere endeksli ele almak anlamına gelir. Doğrudurkitlelerin öfkesi sokakları kasıp kavurmuştur. Ancak ne dikta-törlük yıkılmıştır ne de halk özgürleşmiştir. Ve böyle bir gelişimçizgisi de mevcut değildir. Sınıfsal olarak ifade etmek gerekirseyıkılan hiçbir şey yoktur. Egemen sınıflar ve bu sınıfların em-peryalizmle ilişkileri aynı şekilde devam etmektedir. Mülkiyetilişkileri ve buna bağlı olarak üretim ilişkileri değişmemiştir.Üstyapı kurumları da varlığını korumaktadır. Kitlelerin bunlarıyıkmaya yönelik herhangi bir girişimleri yoktur.Evet, emperyalizm dünyayı kasıp kavuruyor. Halkları açlığa veyoksulluğa mahkûm ediyor. Doğayı yok ederek yaşanacak birdünya bırakmıyor. Bundan kaynaklı da dünya halkları yönünüyatağını bulamayan bir nehir gibi, tüm bu olumsuzluklarakarşı tepkilerini büyüterek, önündeki bentlere yükleniyorlar.Bu nehirin yönünü yatağını bulabilmesi için yüzünü Nepal’de,Hindistan’da, Filipinler’de, Peru’da Maoistler öncülüğünde yük-selen halkların özgürlük mücadelesine dönmesi gerekir. Halkıniktidarına giden yolun nereden geçtiğini bu ülkelerdeki HalkSavaşları bize öğretmektedir.

dursun baştuğ

HALK AYAKLANIYOR...

EMEĞİN KÜRSÜSÜ

S

09emek

sistem yıkılmalıdır

Hastaneler sağlık bozuyorAdana Numune Hastanesi’nde taşeron şirket tara-fından çalıştırılan işçilerden hastane ihalesinin farklıbir şirket tarafından kazanılmasının ardından “geç-mişe yönelik haklarından vaz geçmelerini” isteyenbir belge imzalamaları istendi. İşçiler yeni şirkettarafından işe alınmadı. Ortaş taşeron şirketi tara-fından işe alınmayan ve işsiz bırakılan işçiler 3Ocak’tan bu yana direnişe devam ediyorlar.

Hakkımızı istedik, işten atıldıkSamsun, Gazi Devlet Hastanesi’nde işten atılan DevSağlık-İş Sendikası üyeleri, işe geri alınmaları ta-lebiyle hastane önünde direniş başlattı. HastanedeARC taşeron şirketi ile çalışan Ali Arslan ve Cema-lettin Kömpe işten atıldı. Sendikaya üye olduklarıiçin işten atılan işçiler, sendika üyeleri ile birliktehastane önünde “Hakkımızı istedik, işten atıldık.İşimizi geri istiyoruz” yazılı pankart açarak basınaçıklaması yaptı. İşçiler direnişlerinin süreceği vur-gusunu yaptı.

Tecasa patronu: Sendika varsa iş olmaz!Sendikalaşmaya yönelik bir çok işyerinde olduğu gibiBursa’da Kestel Organize Sanayi Bölgesi’nde kuruluTecasa fabrikası patronunda da “ya sendika ya iş”anlayışı var. Hak gasplarına ve kölece çalışma ko-şullarına karşı Tecasa işçileri DİSK’e bağlı BirleşikMetal İşçileri Sendikası’nda örgütlendi. Fabrikada ço-ğunluğu sağlayan sendika Çalışma ve Sosyal GüvenlikBakanlığı’na başvuru yaptı. Cevap önce patrondan

geldi! Sendikalı işçilere yönelik av başlatan Tecasapatronu 3 işçiyi işten attı. İşten atılan işçiler de patronabir cevap verdi: “Direniş”. 26 Ocak sabahı işe girişsaatinde fabrika kapısına gelen işçiler sendika ön-lüklerini giyerek direnişe başladılar.

Plazaların gölgesinde direniş çadırıİş Bankası’na ait Nemtrans Şirketi tarafından DİSK’ebağlı Nakliyat İş Sendikası’na üye oldukları için iştenatılan 45 işçi direnişe geçti. Gemlik’ten İstanbul’abaşlattıkları yürüyüşün ardından İş Bankası GenelMüdürlüğü önünde çadır kuran işçiler, günlerdirplazaların arasında haklarını istiyorlar. Kışın ayazındaçadırda kalan işçiler işlerini geri alıncaya kadar di-renmekte kararlı.

Tel örgülü direniş başladıÇorlu Avrupa Serbest Bölgesi’nde faaliyet gösterenPolyplex Europa Polyester Film Sanayi Ticaret A.Ş.adlı Hintli şirkette çoğunluğa ulaşan Petrol-İş Sen-dikası Trakya Şubesi, Çalışma ve Sosyal GüvenlikBakanlığı’na Toplu İş Sözleşmesi (TİS) görüşmelerindeyetkili sendika olduğunun onaylanması için başvuruyaptı. Başvurunun yapıldığı günlerde, işveren ta-rafından sendikalı işçilere yönelik kıyım başlatıldı.İşveren önce 2010 yılının son günlerinde 6 işçininiş sözleşmesini feshetti. Yeni yılda ise Petrol-İşüyesi 15 işçinin işine hiçbir gerekçe göstermedenson verildi. Sendikaya üye oldukları için işten atılan21 işçi fabrika önünde direniş başlattı. Patronunsaldırıları ise işten atmalar sonrasında da devametti. Direnişteki işçilerle çalışan işçilerin iletişiminiengellemek isteyen patron fabrikanın etrafına telörgüler çektirtti.

Sendikalı olmak suç değildirEmine Arslan tarafından yürütülen mücadele ilegündeme gelen DESA’da yine işçi kıyımları yaşanıyor.Sendikaya karşıtlığı ile tanınan DESA patronu sen-dikalı işçileri işten çıkardı. DESA patronuyla Deri-İş Sendikası arasında imzalanan protokol üzerinesonlandırılan direniş, işçilerin atılmasıyla yenidenbaşlamış oldu. İşten atılan Deri-İş üyesi işçiler, 19Ocak’ta yeniden direnişe başlayarak “İşimi geri is-tiyorum”, “Sendikaya üye olmak anayasal haktır”yazılı önlükler giydiler.Deri-İş Genel Başkanı Musa Servi, işten atmalarailişkin tek taleplerinin atılan işçilerin sendikalı olarakyeniden işe alınması olduğunu ifade etti.

DESA’ya protestoDeri-İş Sendikası 22 Ocak’ta Taksim’de gerçekleş-tirdiği yürüyüşle üyelerine dönük işten atma sal-dırılarını protesto etti. Taksim Tramvay Durağı’ndabir araya gelen Deri-İş üyeleri “Sendika anayasalhaktır”, “Sendika hakkımız engellenemez” pankartıile DESA’nın İstiklal Caddesi üzerindeki mağazasınınönüne yürüdüler.

Bunlara karşı eylem hazırlıkları ise hala devamediyor. Tasarı daha hazırlanma aşamasındaykenher hangi somut bir adım atmayan bürokrat sen-dikacılar, alanlarda sert duruşlarıyla göz dolduruyor.Ve bunu da büyük bir istek ve arzuyla değil tabandagelişen huzursuzluğun zorlamasıyla yapılıyor.Kendi sınıf düşmanıyla barışık bir yaşamın port-resini oluşturan baylarımız, özelleştirmeye karşıolduklarını da ifade etmekten kaçınmıyorlar.

KESK, DİSK, TMMOB ve TTB Ankara’damiting kararı aldıTBMM genel kurulunda görüşülmeye başlayanyasaya karşı tepkilerini dile getiren emekçiler,yasanın geri çekilmesi talebiyle alanlara çıkıyor. 31 Ocak’ta 81 ilden sendika ve meslek örgütü tem-

cilcilerinin başlatacağı yürüyüş 3 Şubat’ta Anka-ra’da torba yasayı görüşen meclisin etrafında ya-pılacak eylemlerle yasanın geri çekilmesi talebidile getirilerek son bulacak.KESK, DİSK, TMMOB ve TTB’nin eylem programışu şekilde;31 Ocak’ta bir çok ilde basın açıklamaları ile TorbaYasa protesto edilecek.1 Şubat’ta sendika ve meslek örgütü temsilcilerininoluşturduğu yürüyüş kolları Ankara’ya doğru yolaçıkarken eylemlerle uğurlanacak.2 Şubat akşamı illerden kitlesel olarak Ankara’yadoğru yola çıkılacak.3 Şubat günü Torba Yasa’yı görüşen meclisin et-rafında zincir oluşturulacak.

8-9_Layout 2 1/30/11 6:29 PM Page 2

Page 10: 1-10 Şubat 2011

Halkın Günlüğü 1-10 ŞUBAT 2011haber yorum10

Gazetelerden, televizyonlar-dan, akrabalarımızdan,komşularımızdan her günfarklı hikâyeleri ile evleri-mize misafir olan bu acı ger-çekliğin son örneklerindenbirine, Samsun’da küçük birbebeğin dramatik sonu veyaşadığımız dünyanın ger-çekliğiyle karşılaştık.

Bir bebeğin gözlerinden ölümü anlatmak

ebeğim açlıktan, parasızlıktanöldü. 2 çocuğum daha var. Onlarda aç. Ekmek almaya paramızyok”

Bu sözler bir anneye ait. Daha 2,5 aylık olanbir bebeğini açlık, yoksulluk yüzünden ölümeteslim etmek zorunda kalmış bir anneye.Çaresiz, öfkeli, gözlerinde yoksulluğun utancıile derdini anlatmaya çalışan, konuştukçakelimeler boğazına düğümlenen, göz yaşlarıyüreğine damlayan bir annenin feryadıdırbu sözler. Bu sözlerde her türlü yalana, dolana,yaratılmaya çalışılan onca sanal ‘mutluluğa’bir cevap var. Bu sözler bize ısrarla görmekten,duymaktan kaçındığımız acı bir gerçekliğiyaşatıyor bir kez daha. Gazete ve televizyonlarda her gün okumaya,görmeye alıştığımız ve artık oldukça soğuk-kanlı bir şekilde kanıksadığımız 3. sayfa ha-berleri, ezilen milyonların yaşadıkları sosyal,kültürel, ekonomik, siyasi… sorunları ve busorunlar sonucunda çoğunlukla dramatik birşekilde sona eren yaşamları her gün gözle-rimizin önüne sermektedir. Birçoğumuz ga-zete okumaya başladığımızda 3. Sayfa ha-berlerinde ilgimizi çekecek derecede dramatikbir haber yok ise diğer sayfalara geçer vespordan magazine, sanal bir dünyanın içeri-sine kendimizi atarak sahte mutluluklar yada hüzünler yaşarız. Kimimizin komşusu,kimimizin eşi, kardeşi, annesi ya da sevgilisiolma ihtimali oldukça yüksek olan bu ha-berlere konu kişiler, her gün her an bizimleberaber olan, yaşayan, nefes alıp veren in-sanlardır oysa.İşsizlikten cinnet geçirip eşini, çocuklarınıdoğrayan babalar, ‘namus’ davasına gencecikyaşlarda yaşamdan koparılan kadınlar, sev-gilisi kendisini terk ettiği için canına kıyangençler ve daha birçok farklı sebepten aynısonu yaşayan binlerce insan.

Bunca ‘zenginlik’ içinde bir yaşam mücadelesi Samsun’un Tekkeköy ilçesinde yaşayan Muratve Nejla Bakırcı’nın 2,5 aylık Kübra isimli be-bekleri besin yetersizliğinden dolayı 17 Ocaktarihinde yaşamını yitirdi. Murat Bakırcı 2008yılında güvencesiz ve sigortasız çalıştığı iş-yerinde geçirdiği bir iş kazası sonucu ayak-larını kaybetmiş ve çalışamaz bir durumagelmiş. İş yerine karşı açtığı tazminat davasıda sonuçlanmayan Bakırcı ailesi tam bir yok-sulluk içinde yaşam mücadelesi veriyor. Biz-lere yukarda bahsettiğimiz çerçevede konukolan Bakırcı ailesinin yaşadıkları tam damünferit olmayıp, milyonlarca insanın pay-laştığı bir gerçekliği yansıtıyor. Milyonlarcadolarlık yatırımlar etrafında dönen tartışmalar,borsaların her gün bir yükselip bir düşendeğerleri ve vergi rekortmeni zenginlerimizinbüyük bir gurur ile televizyon programlarında,gazete manşetlerinde boy gösterdikleri böy-lesi bir ‘zenginlik’ içinde bir bebeğin açlıktanyaşamını yitirmesi bu zengin bay ve bayan-larımızı rahatsız etmiş olacak ki olayın üstünüörtmek için her türlü yalan ve çarpıtmayabaşvurdular.

Bizlere kader diye yutturulmaya çalışılan bir realite; açlık, yoksulluk,sefalet...Yaşanan ölüm haberinin duyulması üzerinebir çok devlet makamından peşi sıra Kübrabebeğin ölümünün besin yetersizliğindendeğil başka sebeplerden olduğu ve hatta bü-yük bir aymazlıkla aileden şüphelendikleriyönünde açıklamalar geldi. Yaşanan böylesibir gerçekliğin kurmuş oldukları o zenginliğitehdit etmelerini hiç ama hiç istemeyen bugüçler yalanları ortaya çıktığı andan itibarenise başka oyunlara başvurarak durumu kur-tarmaya çalışma telaşına düştüler. Kübra be-

beğin ölümü sonrası gelen tepkilere cevapolmak için gerek Samsun Valiliği gereksediğer devlet kurumları tarafından yapılanaçıklamalar ise daha da vahim bir durumaişaret ediyor. Besin yetersizliğinden ölen birçocuğun durumu tartışılırken valilik tara-fından yapılan açıklamada aileye kömür yar-dımı yapıldığı yönünde abes bir açıklamageldi. Ve Kübra bebeğin ölümünden sonra daaileye birçok yerden ‘yardım’ yağdı.

Yapılan tüm bu ‘yardımlar’ ile Bakırcı ailesinintepkisini en aza indirgemeye çalışan bu zih-niyete en iyi cevabı Kübra bebeğin annesiveriyordu; “2,5 yıl önce 5,5 yaşındayken kızımKumru’yu kaybettim. Şimdi Kübra açlıktanöldü. Bebeğim açlıktan, parasızlıktan öldü.2 çocuğum daha var. Onlar da aç. Ekmekalmaya paramız yok. Can gittikten sonra ge-len yardımı ben ne yapayım? 20 lira ya, 20lira istedim kaymakamdan… 20 liraya ihti-yacım vardı, bir yol parası abla… Bebeğimitıp fakültesine sevk ettiler, gidemedim, gö-türemedim. Bebeğim öldüğünde iki kilo bileyoktu.”

Çok kısa bir süre önce bir stadyumun açılı-şında yapmış oldukları 600 milyon dolarlıkyatırım ile övünen R. Tayyip Erdoğan’ın Kübrabebeğin ölümüne ilişkin tek bir kelime sarfetmemesi, etmeye cüret edememesi ise sü-rekli bir şekilde yoksulun, emekçinin, ezilenin‘dostu’ oldukları yalanını savuranların ger-çekte neye, kime hizmet ettiklerinin en iyikanıtıdır. Dünyanın en iyi 17. Ekonomisi ol-makla övünen, sürekli bir şekilde işsizliği,yoksulluğu en aza indirdikleri yalanlarıylaprim yapmaya çalışan hakim sınıflara hergün tokat niteliğinde onlarca örnek yaşan-makta. Zenginlik olarak övünç kaynağı yap-tıkları şey ise ezilen-sömürülen milyonlarcaemekçinin emeğinden, alın terinden çaldıklarıparalarla yarattıkları bir zenginlik.

Bir tarafta ömrü boyunca oldukçazorlu koşullarda çalışan, emek har-cayan ve fakat sefalet içerisinde ya-şamak zorunda bırakılan milyonlarcainsan, diğer tarafta ise yaratılan buzenginliğe büyük bir zorbalık ile elkoyan ve bu zenginlik içinde hiçbirşekilde emek harcamadan, çalışma-dan gününü gün eden bir avuç parababası. Bizlere sürekli bir şekilde kaderdiye yutturulmaya çalışılan bu sınıfsalçelişki ise ancak ve ancak ezilen mil-yonların üretimden gelen güçlerinegüvenerek, yarattıklarının, ürettik-lerinin yaşam ile eşdeğer olduğunubilerek verecekleri mücadele ile yı-kılacaktır.

Bugün Tunus’ta, Cezayir’de, Mısır’da...açlığa ve yoksulluğa, hayat pahalılığınakarşı sokaklara çıkan, kanları ve can-ları pahasına mücadele eden ezilen-lerin eylemleri önümüzde en canlı veaktüel örnekler olarak durmaktadır.Bizlerde bu yaşamı bize dayatan, tankıile topu ile askeri, polisi, mahkemesi,hapishanesi ile bizi bu yaşama mah-kum etmeye çalışanlara, kendi gü-cümüze güvenerek, örgütlenerek kar-şı koyalım. Unutmayalım ki eğer ya-ratan, üreten bizler isek yöneten debizler olmalıyız.

B Eğer yaratan,üreten bizlerisek yönetendebizler olmalıyız

10-11_Layout 2 1/30/11 9:00 PM Page 1

Page 11: 1-10 Şubat 2011

Halkın Günlüğü 1-10 ŞUBAT 2011 kadın haber 11f

Kadın… Tecavüz edilmek, dayak yemek, öl-dürülmek için tanrının Adem’in kaburga-sından var ettiği varlık! İnsan olan ama birtürlü insan olarak değerlendirilmeyen ka-dın… Yaşamaktan daha çok öldürülmek ka-dının hakkı! Evlenen ya da zorla evlendirilenkadınların hiçbir alanda söz hakkının ol-maması durumu devam eder. Babasınınevinden kocasının evine “terfi” eden kadınınburadan çıkması da bir o kadar ahlaksızlıkve hakkı olmayan bir durum. Ayşe Paşalı’nınyaşadıkları da ve yaşamına son veren debu oldu. Tıpkı kendinden önceki ve sonrakidiğer kadınlarda olduğu-olacağı gibi. Tümkadın cinayetleri, tıpkı Paşalı’nın ölümününarkasından Devlet Bakanı Selma Aliye Ka-vaf’ın ifade ettiği gibi “münferit” olacak…

Boşansa da erkek hala sahipİstikbal Yetkin’le evlenen Ayşe Paşalı evliliğiboyunca sürekli şiddete maruz kaldığı içinYetkin’den boşandı. Fakat Paşalı boşanmaklakurtulamadı. Yetkin, Paşalı’yı sürekli rahatsızederek birlikte yaşamak istedi. Bunu kabuletmeyen Paşalı, 7 Aralık 2010’da Yeni EtlikCaddesi’nde karşılaştığı Yetkin tarafından11 yerinden bıçaklanarak katledildi. Paşalı’nıncinayetinin ardından başlayan davanın ilkduruşması 21 Ocak’ta Ankara 1. Ağır CezaMahkemesi’nde görüldü. Sanık avukatınıngelmemesi nedeni ile dava 8 Şubat’a erte-lendi.

Devlet Yetkin’den daha mı az katil?Eşi tarafından evliyken de boşandıktan sonrada şiddet gören Paşalı, tehditler nedeni ileyaşamının tehlikede olduğunu belirterekpolisten koruma istedi. Her zamanki gibigöz göre göre gelen katliamı seyretmekleyetinmeyi tercih eden devlet yetkilileri Pa-şalı’nın koruma talebini boşanmış olduğu

için kabul etmedi. Daima dile getirdiğimizve bu konuda da ısrarcı olduğumuz devletinkadına yönelik tutumu ve cinayete davetiyeçıkaran yaklaşım ve kararları Paşalı’nın kat-ledilmesinde de kendini bir kez daha ortayakoydu. Devlet, Paşalı’ya koruma sağlasaydı,Yetkin’i gözetim altında tutabilseydi-tutsaydıbugün Paşalı hala yaşıyor olmaz mıydı sizce

de? Sokaklarımızda, mahallemizde, yanı ba-şımızdaki her alanda kurumları olan, yaniakla gelmeyecek kadar imkânları olan devlet,Paşalı’yı nasıl koruyamadı?İlk kez karşımıza çıkmayan bir olay bu kat-liam. Güldünyalar, Pipa Baccalarda da dev-letin tutumu neydi? Öldürülen kız çocukla-rına “çocuklarınıza sahip çıksaydınız” diye

yanıt veren, tecavüz edilen kadınları “tahriketti” diyerek tecavüzcüsünden daha çokyargılayan devlet, tüm cinayetlerin altınakatillerden daha çok imza atmış olmaz mı?

Yaşamımızı nasıl var edeceğiz?Yine ve yine söyleyelim, sistemin yarattığıkadına yaklaşım, şiddet, insan olarak de-ğerlendirmeme durumu değişmedikçe; ya-şamdan çok tecavüzü, şiddeti, emek sömü-rüsünü ve öldürülmeyi hak ediyor olma du-rumu değişmeyecek. Bizlerin emekçi ba-bamız, kardeşimiz, sevgilimiz tarafındanböylesine eziliyor olmamız onların yaşam-larını sürdürmesindeki en büyük dayanağı.Aileyi var eden, koruyan kadınlar olmasa,fabrikalarında sömürecekleri işçileri kimyaratacak, daha az ücrete daha fazla kimçalışacak, sabahtan akşama kadar evlerdehiçbir ücret almadan kim sömürülmeyi kabuledecek?..

Cinayete göz yumulduEski eşi tarafından katledilen Ayşe Paşalı’nındavasının ilk duruşması 21 Ocak’ta görüldü.Davanın görüldüğü Ankara Adliyesi’ninönünde bir araya gelen Kadın CinayetleriniDurduracağız Platformu üyesi kadınlar ci-nayeti protesto ettiler.

Ankara 1. Ağır Ceza Mahkemesi önünde ger-çekleştirilen eylemde platform üyeleri, Mü-nevver Karabulut ve Öznur Uluişler cina-yetleri gibi Ayşe Paşalı cinayetinin de takipçisiolacaklarını belirttiler. Platform adına yapılanaçıklamada, Ayşe Paşalı’nın koruma tale-binde bulunmasına karşılık yasadaki boş-luklar nedeniyle gerekli önlem alınmadığınıve cinayetin engellenemediği vurgulandı.Yapılan açıklamada devletin kadın cinayet-lerine göz yumduğu belirtildi.

Devlet kadın ölüsü seviyor!

Öldürülen kız çocuklarına “çocuklarınıza sahip çıksaydınız” diyeyanıt veren, tecavüz edilen kadınları “tahrik etti” diyerek teca-vüzcüsünden daha çok yargılayan devlet, tüm cinayetlerin altınakatillerden daha çok imza atıyor

Devlet kurumlarının önlemsizliği ve so-rumsuzluğu onlarca cana mal oldu veolmaya da devam ediyor. Açılıp kapa-tılmayan çukurlarda ölenler, yaya geçidiyapılmadığı için trafik kazalarında ölen-ler, hafriyat altında kalanlar, baraj gö-letinde boğulanlar… Bu cinayetlerin ör-neklerinden birisi de 2007 yılında ya-şanmıştı. Urfa’nın Hilvan İlçesi’nde barajgöletinden 7 çocuğun cesedi çıkartıl-mıştı.

Boğularak hayatını kaybeden çocuklarınaileleri 2008 yılında, ölümlerin sorum-luları hakkında Urfa İdare Mahkemesi’nemaddi ve manevi tazminat davası açtı.Aradan geçen onca zamanın ardındanmahkeme ölümlere ilişkin bir karar ve-rebildi! Kararda mahkeme, cesetleri elele bulunan çocukların ölümünden yüz-de 70 aileleri sorumlu tuttu.

Çocukların ölümüne neden olan baraj

göletinin sorumlusu DSİ’yi yüzde 30 talikusurlu bulan mahkemenin kararındaşu ifadelere yer verildi: “Davacılar, ya-kınının yaşı itibariyle köprünün tehlikearz ettiğini ve yüzme bilmediği için suyaatlamaması gerektiğini bilmesi gerektiği,ayrıca ebeveyni olan davacıların reşitolmayan çocuklarına gerekli denetim,gözetim ve özeni göstermediği açık ol-duğundan olayın meydana gelmesindeasli kusurlu olarak yüzde 70, DSİ GenelMüdürlüğü’nün tali kusurlu olarak yüzde30 oranında sorumluluğu bulunduğununhukuk ve hakkaniyet ilkeleri uyarıncakabulü gerekmektedir.”

Aileler gözyaşlarına boğulduDSİ’nin suçlu olarak Karayolları’nı gös-terdiği davada mahkeme kararın ardın-dan ailelerin tazminat davasında talepettiği rakamları da aşağı çekti. Mahkeme

sürecini öğrendikten sonra, çocuklarınınmezarı ile olayın yaşandığı göl kıyısınagiden aileler karara isyan edip gözyaşınaboğuldu.

Mahkemenin aileleri yüzde 70 suçlu bu-lan kararına ilişkin ölen çocukların ai-leleri şu ifadelerle karara tepki göster-diler: “Biz orada halı yıkıyorduk. Esrasuya düşünce onu kurtarmak isteyendiğer 6 kız suya atlayıp boğuldu. Kur-tarmak için ekipler çok geç gelince decesetleri bulundu. Orada bir uyarı levhasıbile olmadığı için güvenli olduğunu dü-şünerek gittik. Oraya uyarı levhası koy-mayan, kurtarmak için geç gelen ekip-lerin hatası bize yüklenmek isteniyor.Kurumlar kendilerini aklamak adına 7çocuğunu kaybetmiş olan ailelere kusuryüklüyorlar. Böyle bir karar kabul edi-lebilir mi? Danıştay’da inşallah vicdanlıbir karar verilir.”

‘Ölümlerde aileler sorumlu’Baraj göletinde boğulan 7 kız çocuğunun ailesi tarafından açılan tazminat davasında akla ziyan birmahkeme kararı çıktı. Mahkeme aileleri kusurlu bularak, “çocuklarınıza sahip çıksaydınız” dedi.

10-11_Layout 2 1/30/11 9:00 PM Page 2

Page 12: 1-10 Şubat 2011

D evrimlerin fırtına merkezleridünyanın kırları olan Asya, Af-rika, Latin Amerika gibi, yarı-

sömürge/yarı-feodal geri bırakılmışülkelerden meydana gelen yoksul kı-talardır. Devrimin objektif şartları bu-ralarda genel olarak vardır; uygun-dur-süreklidir. Bu nesnel zeminin deürünüdür ki, Nepal, Filipinler, Hindistan,Peru vb ülkelerde Halk Savaşları re-vaçta olup önemli mesafeler kat et-mişken; Türkiye-Kuzey Kürdistan da-hil, birçok siyasi coğrafyada Maoistpartiler önderliğinde Halk Savaşı mü-cadeleleri devam etmektedir. Aynınesnel zeminden beslenmekle birlikte,sübjektif nitelik bakımından devrim-ciliği noksan, kusurlu ve açıkça tar-tışmalı olmak üzere; Tunus’tan, Mı-sır’dan, Lübnan’dan, Yemen’den, Ce-zayir’den yakılarak dalgalar halindetutuşan sosyal patlamalarla, burahalkları, demokrasi ve özgürlük öz-lemiyle gerici-faşist diktatörlüklerekarşı devrimci öfkeyle ayaktadır.Gelişmelerin doğru okunması önem-lidir. Zira gelişmeler süreci karmaşıkolup, itinayla analiz edilmesi gerekenözelliktedir. Ne abartılmalı, ne de kü-çümsenmelidir. Olağan üstü heyacanverici bu gelişmeler zengin bir deneyimve kitlelerin pratiği olarak umut veri-ciyken; sessiz çoğunluğun homurtu-sunun öncelleri olarak objektif bir işa-ret olabilirler. Uzun sözün kısası, ya-kından bakarak analiz etme şansımızolmasa da, genel hatlarıyla belli spe-sifikleri tespit edebilir; genel çerçeve-sini mevcut delil, görüngü ve olasılık-larla çizebiliriz. Yapılacak tüm analizin özeti olaraksöylemeliyiz ki, bu hareketler salt dev-rimci hareketler değildir. Bujuva sınıfkliklerinden bağımsız, ideolojik-siyasiperspektif ve sübjektif bilinç güdü-münde, bu önderliklerle organize edi-len siyasi iktidar yönergeli-bir sınıfıalaşağı edip öteki sınıfı iktidara taşıyandevrimci halk hareketleri değildir. An-

cak, halk kitlelerinin hareketidir. Kit-lelerin pratiğidir. Ve bu pratik, bu eylem,bu hareket; baskı, sömürü ve zulümaltındaki halk kitlelerinin feodal-faşitdiktatörlüklere karşı birikmiş olan öf-kesinin patlamasıdır. O halde, ne buhareketlere gerçek içeriklerinden ilerimisyonlar yüklemeli, ne de objektifolarak hareketlerdeki devrimci olanöfkenin göz ardı edilmesine çıkan sap-tamalar yapmalıyız. Yapılması gereken saptamaların biri,bu hareketlerin kendiliğinden gelmekitle hareketi niteliğinde olup, ama

Komünist veya devrimci partiler ön-derliğinde devrim iddiasıyla gelişen-geliştirilen klasik devrim hareketlerianlamında halk hareketleri olmadığıdır. Her şeyden önemli olarak görülmesigereken nesnel bir olgu vardır; bu kitlehareketlerinin temeli, emperyalistdünya gericiliğinin ve bunun hükmün-deki yerli gericiliklerin, halk kitleleriüzerindeki ağır baskı ve sömürü cen-deresidir. Hareketlerin siyasi-ideolojikniteliği nasıl tarif edilirse edilsin, buhareketlerin arka planında yatan rea-lite; yöneten-yönetilen/ezen-

Yoksul dünyanın ayak izleri ve doğru öndHer şeyden önemli olarak dikkatçekilmesi gereken nesnel olguyuifade etmek gerekirse; bu kitlehareketleri hangi önderlik altındaolursa olsun meselenin arka pla-nında yatan realite yöneten-yö-netilen, ezen-ezilen, sömüren-sömürülen temelindeki sınıf çe-lişkisi ya da gerici egemen sı-nıfların sistemine duyulan hoş-nutsuzluktur. Siyasi-ideolojik ni-teliği bir devrim doğurmasa dabu kitle hareketleri önemsenmelive kitlelerin ihtiyaç duyduğu doğ-ru önderlikler tesis edilmelidir.Kitlelerin kendiliğinden sınıfsalbir devrim gerçekleştiremeyeceğigöz önüne alındığında zaruri olanşeyin inşası elzemdir

Emperyalistlerin aralarındaki ça-tışmaları lokal savaş ve çatışmalarbiçiminde bağımlı ülkeler şahsındayürüttükleri bilinmektedir. Dahası,Turuncu ‘devrim’lerde yaşanan tec-rübe unutulamaz. Aynı biçimde em-peryalist güçlerin darbeler yoluyla,halk kitlelerini harekete geçirerekiktidarlar değiştirip kendine bağlıiktidarlar oluşturduğu da bilinmek-tedir. En önemlisi de, emperyalist-lerin yeni dönem ihtiyaçlarına bağlıolarak ve yeni stratejik planlama-

larla dünyayı ve dünya devletleriniyeniden yapılandırdığı aşikardır.Özellikle halk kitlelerinin hareketleriile gerçekleştirilen iktidar değişik-likleri ve güncellenerek yapılandı-rılan bu iktidarların daha istikrarlıolup, emperyalist çıkarlara daha iyicevap verecekleri kesindir. Kısacası,emperyalizm kapsamlı projelerledünyayı ve bağlı olarak bölge ve tektek ülkeleri yapılandırıyor. Bununsomut bir örneği de Türkiye-KuzeyKürdistan’dır; burada yürütülen

devletin yapılanma projesidir. Tümveriler bir araya getirildiğinde, KuzeyAfrika ve Ortadoğu’da yaşanan buhareketler de emperyalist dolaplarınolması mümkündür.Ne var ki, hareketin gövdesi ve ger-çek kuvvetleri devrimci halk kitleleriolduğu için; hareketin doğasına, kimihedef ve sonuçlarına veya yöne-limlerine tali olarak da olsa, halkkitlelerinin talepleri yansımaktadır.Bu tali yan ve biçimsel görüngüler,hareketin esas karakteriyle dev-

Gelişen herkitle hareketidevrim doğurmaz

1-10 ŞUBAT 2011 Halkın Günlüğü

12-13_Layout 2 1/30/11 9:32 PM Page 1

Page 13: 1-10 Şubat 2011

ezilen/sömüren-sömürülen temelindekisınıf çelişkisi ya da gerici egemen sınıflarınsistemine duyulan hoşnutsuzluktur. Sıcak gelişmeler olarak gündemi saranbu ayaklanmalar, ideolojik-siyasi nitelikve önderlik temsili bakımından, devrimcibir hareket olmadığı halde; sınıfsal kökenve sosyal bileşen bünyesinin objektif ni-teliği ile baskı ve sömürüye karşı genişkitlelerin tepkisini temsil etmesi suretiyle(bu yanıyla), objektif olarak demokra-tik-ilerici muhteva taşırlar. İdeolojik-siyasi niteliği bir yana, buralardan

kopan fırtına devrimci geleceğe dair ge-lişmeleri muştulamaktadır; muhtemeldevrimci dalganın iz düşümlerini yansıt-maktadır. Farklı niteliklerde de olsa, sosyaltemeldeki toplumsal gelişmeleri hasılederek koşullayan sebep, emperyalistdünya gericiliği şartlarıdır. Bilinçli-bilinçsiz/örgütlü-örgütsüz ya dahangi inisiyatif altına alınıp nasıl yönlen-dirilirlerse yönlendirilsinler, bu hareket-lerin patlama zemini emperyalist dünyasisteminin çelişkilerinde yatmaktadır veonun ürünüdürler. Dolayısıyla da objektiftemelleriyle emperyalist dünya sisteminin

tahripkar yıkıcılığına karşı reaksiyon ola-rak doğarlar. İdeolojik-siyasi pratikte so-mut olarak emperyalizme direk yönel-meseler bile, doğuş sebebi dediğimiz bunesnel gerçek değişmez.Tespit edilmesi gereken diğer gerçek şu-dur: Bu hareketlerin nesnel zemini em-peryalist dünya gericiliği ve ona bağlı bi-lumum egemen sınıf iktidarlarının baskıcenderesinin yol açtığı çelişkilere dayansada ve görünürde devrimci halk hareketiyansısıyla biçimlenseler de; bu hareketler,devrimci halk kitlelerinin manipüle edi-lerek yerli burjuva kliklerin dalaşına ortakedildiği veya çıkarları uğruna kullanarakdestekledikleri; dahası çeşitli burjuva he-sap ve senaryoların muhtemel rolüylebeslenen hareketler olma olasılığını ta-şımaktadırlar. Söz konusu hareketlerin siyasi sonuçları(Tunus’ta kurulan hükümetin niteliği veMısır’da hareketin hedefi olan Hüsnü Mü-barek’in hükümeti istifa ettirip hükümetikurma görevini başka bir maşasına ver-mesi ve hatta ilk kez devlet başkan yar-dımcısı ataması ile değişimin sınıf niteliği),bazı yerlerde halk kitlelerinin eylemlerindeorduya karşı tutumu-orduyu hedefleme-mesi bu olasılığı güçlendirmektedir. Bazıdurumlarda ordu ile polisin çatışması vbvs gibi tipik olgular, bu hareketlerin devletiyıkmayı hedeflemediklerini (devrim yap-ma bilinç ve eyleminde olmadıklarını)göstermekdir. Genel olarak bu hareket-lerin yerli kliklerle bağını bir anlamdasomutlarken; ABD emperyalizminin gös-terilere karşı şiddet kullanılmaması çağ-rıları ile mevcut Mısır hükümetine ver-meyi taahhüt ettiği ekonomik-para yar-dımını gözden geçireceğini açıklamasıirdelenmesi gereken bir noktayı işaretetmektedir. Rusya’da patlayan canlı bom-ba ve Rusya’nın Dağıstan’da operasyondüzenlemesi, ABD ile Rusya’nın bölge ül-kelerindeki dalaşı vb gibi gelişmeler, em-peryalist tertiplerin bu hareketlere bu-laşacağı şüphesini uyandırmaktadır. Da-hası somut olarak yürüttükleri dünyave bölge projeleri ve buralardaki stratejileri,

aynı anda hareketlerin patlak vermesindeolmasa da, gelişim seyrinde emperyalistgüçlerin hesaplar yaparak hareketlerdenyararlanması vb muhtemeldir.

Halk kitlelerinin devrimci niteliği, demok-rasi ve özgürlük istemlerindeki ilerici ta-lepleri, sosyal taban olarak hareketin bi-leşeninin halk kitlelerinden oluşması, ha-reketin değerlendirilmesinde ayrı bir yanolsa da, hareketin genel ideolojik-politikniteliği; siyasi sınıf önderliği, eylemin iç-eriği ve hedeflerinin ne olduğuyla belir-lenir. Bahis konusu hareketlerin, önderlikbakımından Komünist devrimci önderliğesahip olmadıkları açıkken, hedefleri veeylemlerinin içeriği olarak da emperya-lizmi hedeflemedikleri gibi, yerli gericiliğitümden ortadan kaldıran siyasi bir içeriğide yoktur. Sadece iktidardaki kesimi he-defleyen ama başka bir burjuva iktidarınkurulmasına fit olma yönüyle, hareketinideolojik-siyasi muhtevasının devrimciolmadığı açıktır.

İhtişamlı kitle gösterileriyle boy verenhareketlerin, bir ihtimal olarak yerli bur-juva klikler üzerinden emperyalist oyun-ların parçası haline getirilmesi olasılığıvardır. Ancak bu olasılıktan hareketle,halk kitlelerinin hareketi, gerici kışkırtmaolarak yaftalanamaz, onun baskı ve sö-mürüye karşı patlayan bir tepki olduğugerçeği karartılamaz. İşte karmaşık de-diğimiz gerçeklik budur: bir tarafta ayaktaolan devrimci halk kitleleridir, onlarıngerici-faşist diktatörlüklere karşı de-mokrasi ve özgürlük istemiyle patlayanhareketidir; diğer taraftan gerici sınıflarınbir kesimini hükümetten indirirken diğerkesimini iktidara taşıyarak fiilen gericikliklere yedeklenmesidir, gerçekte dev-rimci bir rol oynayıp kendi sınıf iktidar-larını kuramamalarıdır. Ayaklanmalarısonucu hükümete gelen yeni iktidar söz-cüsü burjuva kliklerin emperyalizmdenbağımsız olmamaları gerçeğidir. Bu kar-maşa yumağı, ilerici muhteva ile reformistgerici muhtevayı barındırarak ilgili ha-reketler şahsında bulundurmaktadır.

nderlikle buluşamayan halkların hareketi

rimci olduğu yanılgısına yol açmamalıdır. Türki-ye-Kuzey Kürdistan’da 1960 anayasasına yansıyankısmi demokratik haklar buna örnektir. Nasıl ki60 anayasasına, burjuva kliğin demokrasi vaadiylehalk kitlelerini yedeklemesinin sonucu olarak, bukitlelerin taleplerinin anayasaya kısmi anlamdayansıması 60 anayasasını ilerici-devrimci kılmıyorsa,bu hareketlerdeki benzer görüngüler de bu hare-ketlerin devrimci olduğunu göstermez. Dahası, 60anayasasının içerdiği kimi demokratik haklar nasılki, 60 anayasasının ilerici-devrimci olduğu yanıl-gısına yol açtı, bunun gibi bu hareketlerde halk kit-

lelerinin yer alması ve bunun yansıması olarak or-taya çıkan devrimci görünüm yanılgıya yol açabilir.Örneğin, Tunus’ta belli tutarlı bir eylem çizgisininuygulanıp, belli ileri taleplerin öne çıkartılması vbgörüngüler, Tunus’taki hareketin devrimci olduğu(veya devrim gerçekleştiği) çıkarsamasını doğru-lamaz.

Ancak söz konusu hareketlere sadece bu yanıylayaklaşamayız. Onların ideolojik-siyasi niteliğinitespit etmek, önderlik açısından durumunu tanım-lamak, gerici senaryo ve emperyalist planlarla ba-ğıntılarını deşifre etmek elbette hayati meselelerdir.

Ama öte yandan halk kitleleri eylemdedir; Kitle ha-reketleri patlayarak devrimci bir atmosfer oluş-turmaktadır, devrimci hareketin gelişmesine zeminsunmaktadır ve devrime yönelen hareketlerin ge-lişmesini tetikleme rolü oynamaktadır, kitlelerefaşist saldırılar yapılmakta, gösterilerin bastırılmasıiçin ateşli silahlar kullanılıp katliamlar gerçekleş-tirilmektedir vb. O halde, ayaklanmalara karşı tekyanlı yaklaşamaz, halk kitlelerine ve hareketinolumlu yanlarına kayıtsız kalamayız. Teorik belir-lemelerin ötesinde, yaşanan somut gerçekle ilgi-lenmek-gerçeğe bakmak zorunlu ve gereklidir.

perspektif

12-13_Layout 2 1/30/11 9:32 PM Page 2

Page 14: 1-10 Şubat 2011

Halkın Günlüğü 1-10 ŞUBAT 2011gençlik söyleşi14

Geleneksel olarak düzenlediğiniz Kültür-Sanat Festivalinin 13.’sünün hazırlığı içeri-sindesiniz. Kültür-Sanat Festivali hangi ih-tiyacın ürünü olarak doğdu?

İlki 1990 yılında gerçekleşen Yılmaz GüneyKültür-Sanat Festivali, Avrupa DemokratikHaklar Konfederasyonu(ADHK) ve devrim-ci-demokratik dernekler bünyesinde, kültürve sanatın çeşitli dallarında amatör olarakçalışmalarını sürdüren gençlerin emeklerininsergilendiği bir platform olarak doğdu. Bi-lindiği gibi festival anlayışı yerel ya da ev-rensel herhangi bir ürünün, değerin sergi-lendiği alandır. Fakat özgün bir çalışmaolarak Kültür-Sanat Festivali, halkın bağ-rından doğan genç yeteneklerin kendi emek-lerini sadece sergiledikleri bir saha değil,aynı zamanda bulundukları noktadan iler-leme, kitlelerle buluşarak profesyonel ça-lışmaya doğru teşvik edildikleri bütünlüklübir anlayıştır. Anlattıklarımızın bir diğer yanıise şudur; Sanatın sadece ufak bir azınlıktarafından yapılabileceği, küçük bir zümrenindoğaüstü yeteneğinin sonucunda doğduğu,burjuva elitist saldırıya da cevap niteliğin-dedir. Teknik ve ekonomik olanakların ezicibir çoğunluğunun egemenlerin ellerinde ol-masına rağmen, emekçi halk yığınlarınınkendi sanatlarını icra edebileceklerinin gös-tergesidir. Festivalimiz, tüm bu tartışmalarınve ihtiyaçların sonucu olarak gelenekselle-şerek ezilen halk gençliğine nüfus etmeyihedeflemiştir. Bu konuda istenilen seviyedeolmasak ta, çokta başarısız olduğumuz söy-lenemez. 20 yıllık tecrübemiz içerisinde ede-biyat alanından müzik dalına kadar, birçoksanatçının gelişimine ön ayak olmuş ve on-ların çalışmalarına hem fikri hem de fiiliyardımda bulunulmuştur.

Festivaliniz neden Yılmaz Güney şahsındayapılmaktadır?

Kültür-Sanat geniş bir kavramdır. İdeolojikbiçimler olarak bir sınıfın izini taşır. Kurumolarak bizim savunduğumuz Kültür-Sanatanlayışı devrimcidir. Eskinin bağrında gelişen,sınırsız-sınıfsız toplumu hedefleyen ve gü-nün görevlerini yerine getiren devrimci Kül-tür-Sanat anlayışıdır. Bahsini ettiğimiz buanlayış, şanlı Ekim Devrimi öncesinde baş-layan, sınıf mücadelesinin birçok aşama-sından geçerek günümüze kadar evrilenönemli bir muhtevaya sahiptir. Bu muhte-vanın en son ve en güçlü savunucu ve uy-

gulayıcılarından biride Yılmaz Güney’dir. Buanlamda Yılmaz Güney sadece Türkiye-Ku-zey Kürdistan açısından değil, enternasyonalbir öneme haizdir. Festivalimizi Yılmaz Güneyşahsında yaparak, basit bir anmanın öte-sinde, onda sentezlenen devrimci kültür-sanat anlayışının geleceğin sanaterlerindenvuku bulması için bir eylem kılavuzunadönüştürmek üzere, gençlik kitlelerinin feyizalması gerektiği yaşayan bir sembol halinegetirmek istiyoruz. Ezilen halk gençliğininnasıl bir kültür-sanat, kim için bir kültür-sanat yaklaşımına doğru kenetlenmesi ge-rektiğini düşündüğümüzden dolayı, YılmazGüney’in canlı fikirleri şahsında festival ör-gütlemek ve ona atfen örgütlemek zorun-luluktan öte görevdir.Festivalinizi örgütlerken ele aldığınız yöntemnedir?

İlk önce herhangi bir meseleyi örgütlemekiçin tek bir yöntemin olmadığını söylemekgerekir. Yöntem sorunsalını, bulunduğu ko-şullar itibariyle ele almak gerekir. Yaklaşık11 festivalimizi, “yarışma” formatında dü-zenledik. Buradaki tırnak içerisinde alınan“yarışma” anlayışı, kapitalist pazarın birinindiğerini yutması için uyguladığı, insanınemeğine yabancılaştığı yarışma değildir.Kültürel ve sanatsal çalışmaların, zincirle-rinden boşandırılarak zenginleştirilmesineön ayak olmak için eserlerin sunumu olarakdeğerlendirilmesidir. Bizim nazarımızda,halk gençliğinin özgün ruhla yürütmüş ol-duğu bütün çalışmalarda harcanan emek,oldukça önemlidir. Yapılan değerlendirmelerise, sanatçı adaylarının gelişimine dair mü-tevazı dipnotlardır. Yoksa tek başına birincilik,ikincilik dağıtmanın hiçbir kıymeti harbiyesiyoktur. İki yıldır uygulanan yöntem ise, ye-

rellerde faaliyet yürüten geleceğin sanater-lerinin profesyonel sanatçılarla sahne al-masını sağlayarak, hem heyecanlarını harm-anlamak hem de profesyonel çalışmaya teş-vik ederek gelişimlerini hızlandırmak içindüzenlenen bir yöntemdir. İlk başta da vur-guladığımız gibi hiçbir yöntem mutlak değil,koşulları içerisinde değerlendirilmelidir.

Bu seneki festivalinizde ‘Yılmaz Güney veKültür-Sanat Anlayışı’ altında bir sempoz-yum düzenlemektesiniz. Buna neden ihtiyaçduydunuz?

‘İyi şeyler olacak’ diyerek başlatılan sürecinAvrupa’daki etkisini, en az Türkiye-KuzeyKürdistan’daki kadar hissetmekteyiz. Açı-lımlar furyası ve hâkim sınıf kliklerinin kendiaralarındaki dalaşı, tüm toplumu derindenetkilemektedir. CHP gibi faşist gerici parti-lerin Yılmaz Güney’in mezarına çiçek bı-rakmaları, köşkte düzenlenen kahvaltılaraGüney “yandaşı” sanatçıların katılmaları vd.birçok mesele, kültür-sanat alanında da et-kisini göstermektedir. Gerici sınıfların gerekhalk saflarında yarattığı yanılsamayı gereksedost güçler üzerindeki etki alanını kırmakiçin devrimci kültür-sanat anlayışının doğrubir biçimde ele alınması gerekir. Bunun içindeteorik ön koşul devreye girer. Eğer doğrubir dünya görüşüne sahip değilsek, kültür-sanat alanında doğru bir yönelime sahipdeğilsek, egemenlerin saldırılarına verece-ğimiz cevabın güçlü ve de yaygın olabilmesibir ihtimalden ibarettir. ADGH olarak, bu ih-timalin büyümesi ve mevcut saldırıların heralanda boşa çıkarılması için, ‘Yılmaz Güneyve Kültür-Sanat Anlayışı’ adı altında bir mü-nakaşa yürütmek istiyoruz. Şüphesiz kisempozyum, vurguladığımız tartışma içe-risinde doğru bir sonuç değil ama doğru so-nuca gidebilmek için başlangıç olabilir. Yinesempozyumumuz, kurulmakta olan Ulus-lararası Yazarlar ve Sanatçılar Birliği(İWWA)’nin, teorik-programatik görüşlerininde tartışılacağı bir platforma dönüştürüle-cektir. Bu şekliyle geleneğimiz ‘nasıl bir sa-nat’, ‘nasıl bir örgütlülük temelinde sanat’bakış açısıyla gençlik kitlelerine götürülmeyeçalışılacaktır.

Gerici sınıfların gerek halk saflarında yarattığıyanılsamayı gerekse dost güçler üzerindekietki alanının kırmak için devrimci kültür-sanat anlayışının doğru bir biçimde ele alın-ması gerekir.

Hangi örgütlülük temelindeNasıl bir sanat?5 Şubat’ta Fransa’nın Mulhouse şehrinde yapılacak olan 13. Enternasyonal Yılmaz Güney Kültür-Sanat Festivali’ne ilişkin Avrupa Demokratik Gençlik Hareketi (ADGH) dönem sözcüsü KadirKorkmaz ile yaptığımız röportajı sizlerle paylaşıyoruz.

‘Festivalimizi Yılmaz Güney şahsında yaparak, basit bir anmanın ötesinde,onda sentezlenen devrimci kültür-sanat anlayışının geleceğin sanat er-lerinde vuku bulması için bir eylem kılavuzuna dönüştürmek üzere,gençlik kitlelerinin feyiz alması gerektiği bir yaşayan bir sembol halinegetirmek istiyoruz.

14-15_Layout 2 1/30/11 6:33 PM Page 1

Page 15: 1-10 Şubat 2011

irkaç aydır cereyan etmekteolan öğrenci eylemlerine dam-gasını vuran, gerici devletinikiyüzlü manevrası oldu. Bi-lindik yumurta şenliği sonra-sında hakkında dava açılan

öğrenciler için mahkemeden mutlu son ola-rak yumurta atmak demokratik bir haktırcevabı geldi. Medya olanca gücüyle bu de-mokratik kararı alkışladı. Böylece memle-kette yumurta atmanın önü açılmış oldu.Diğer taraftan ise aynı hukuk sistemi, An-kara’da, eylemlerini devam ettirmek için,polisin sindirme saldırılarını boşa çıkarmaküzere haklı ve meşru isyan barikatlarınıörgütleyen halk gençliğinin devrimci güç-lerine karşı pervazsızca bir planı hayatageçirdi. Tek tek takip edilen öğrenci gençlerin,ibret olsun diye, bir kısmı yapılan yurt veev baskınları sonucunda tutuklanarak SincanF Tipi Hapishanesi’ne konuldu.Avrupa-i olarak demokratik yumurtalarınatımı, bir protesto biçimi ve hak olarak de-ğerlendirilirken, sistemin çizdiği sınırlarızorlayan, ezilen halk gençliğine ulaşmamerkezli hareket ederek, devrimci alternatifiçin toplumun en dinamik katmanlarınıhedef alan demokratik halk gençliği çalı-şanları tutuklanmıştır. Ortalama olarak

tüm sol muhalif öğrencilerin okuduğu dergive kitapları örgütsel doküman olarak lanseeden gerici saldırı, medya aracılığı ile halksaflarında meşru zemine oturtulmaya ça-lışılmıştır. Hâkim sınıfların tehdit ve yönelimigayet açık ve nettir; sınırlarını ben çizerim.Hâkim sınıflar cephesinde vuku bulan ge-lişmelerin okunması iki türlü olmalıdır. Bi-rincisi; bir sınıfın diktatörlüğü olan demokrasi,yumurta örneğinde olduğu gibi, demokratikhak olarak bahşedilebilir. Fakat buradaaltını çizdiğimiz demokrasi, ezilen sınıflarızincirlerinden boşandıran, sıçramalı olaraksınıfsız-sınırsız dünya projesine yakınlaş-tıran değil, her türlü sınıfsal ayrımcılığıngerici işleyişini sağlama almak için kitlelerereva görülen hak, hukuk sefilliğidir. İkincisi;altını çizdiğimiz demokratik işleyişin sü-rekliliğin sağlanması için devreye, sınıflıtoplumların binlerce yıldır kullandığı hukukanlayışı girer. Bu hukuk anlayışı, ezilen sı-nıfların çıkarlarını hesap ederek şekillenenbir üst yapı kurumu değil, bizzat özel mül-kiyet ilişkilerinin bugünkü formasyonu olanburjuva-feodal yapıya uygun olarak inşaedilmiştir. O yüzden, hukuksal olarak istediğizaman demokratik hak, istediği zaman iseterör örgütü yaftasını, sınıf çıkarları gere-ğince, yapıştırabilir.

Hâkim sınıflar cephesinde olduğu gibi, dev-rimcilerin cephesinde de gelişmeler kendisiniiki türlü göstermektedir. Birincisi; egemenlerile girişmiş olduğu mücadelede ayrım çiz-gilerini sloganların rengi ile sınırlı tutanlardır.Bu algılayış, uluslararası devrimci camiaya,adeta bir veba gibi bulaşmış durumdadır.Eğer rengin kızıl ise, burjuvaziye karşı asılseninki demokratik değil benimki daha de-mokratik sloganları atılmaktadır. Burjuvaziile demokrasi yarışına girilmek istenmek-tedir. Demokrasi olgusu sınıflar üstü algı-lanmaktadır. Buda rengi kadar kırmızı olursaolsun, gerici sistemden tümden kopuşusağlamamaktadır. Bu arı demokrasi anlayışımahkum edilmelidir. İkincisi; sistemin de-mokratik yöneliminin hangi sınıfa tekabülolduğunu söyleyen, ezilen halk kitlelerininkurtuluşunu demokratik söylemler ve ey-lemler ile sınırlı tutmayan, toplumun enileri yönetim biçimlerinin temsili olmaya-cağını ancak ve ancak halkın kendisinin deinşasında ve icrasında olarak sağlanacağınıanlatan, Demokratik Halk Devrimi güçleri-dir.Egemenlerin saldırılarını boşa çıkarmakbasit bir meydan okuma değildir. Ant içilerektoplum ilerletilmez. Gericiler ve devrimcilercephesinin iyi analiz edilmesi gerekir. Ana-

lizler, güçleri bölmeden, basitten karmaşığadoğru örgütlemekle mükelleftir. Şüphesizki, devrimci mücadele sadece bizim tekeli-mizde olan bir şey değildir. Birleşebilecek-lerimizle kesin olarak birleşmeyi gerektirir.Tüm bunlar teorik berraklığın öncelliğinişart koşar. Saldırılara maruz kalan Demo-kratik Halk Gençliği açısından tüm bu tec-rübeler ne yeni ne de eskimek üzere olacakbir realitedir. Günün açığa çıkardığı ve sınıfmücadelesinin 3 saç ayağından olan politikmücadelenin kaçınılmaz sonucu olarak ya-şanmaktadır. Kendimizi saldırılara karşıirade göstermekle sınırlı tutamayız. Bu po-litik mücadelenin bir boyutudur. Diğer boyutuise, sınıf mücadelesinin diğer iki bileşeninesarılarak, düşman gerçekliğini gözetmek,dost güçleri iyi ayırt etmek, onlardan öğ-renmek, onların geri yanlarını göstermekve tüm bunları, ezilen halk yığınlarını YeniDemokratik Cumhuriyet Programı etrafındaörgütlemek için gerçekleştirmemiz gerekir.Ancak bu şekliyle hem gericilerin yöneliminiboşa çıkarabiliriz hem de Demokratik HalkDevrimi yürüyüşümüzü sağlamlaştırabiliriz.BAŞKALDIRIYORUZ bayrağını doruklara asa-bilmek için buna gebeyiz.

Demokratik haktan ‘’terör örgütü” suçlamasına uzanan devletin ikiyüzlülüğüGENÇ YORUM

Halkın Günlüğü 1-10 ŞUBAT 2011 gençlik haber 15

f

f

sinan çakıroğlu

20 Ocak günü Ankara Demetevler Parkı’ndaeylem hazırlığı içinde oldukları iddia edilerek5 öğrenci polis tarafından gözaltına alındı.Gözaltına alınan öğrenciler çıkarıldıkları mah-keme tarafından “örgüt üyeliği ve örgüt pro-pagandası” gibi düzmece gerekçelerle tutuk-landı.Tutuklanan A. Haydar Yıldız, Yusufcan Yıldırım,Uğurcan Soybelli, Didem Ezgi Serap, Rıdvan Ak-baş Sincan F Tipi Hapishanesi’ne götürüldü.

Öğrenciler 5’de dört yaptıPolis tarafından hazırlanan tutanakları kabuleden 12. Ağır Ceza Mahkemesi 5 öğrenci hak-kında ‘4 ayrı terör örgütüne üyelik’ten tu-tuklama kararı verdi.Polis tarafından hazırlanan ve mahkemecekabul edilen tutanaklarda şu ifadeler yer aldı.“Yasadışı Bölücü PKK/Kongre - Gel Terör ör-gütü ve MKP (Maoist Komünist Partisi),DHKP/C (Devrimci Halk Kurtuluş Partisi/Cep-hesi), TKEP/L (Türkiye Komünist Emek Par-tisi/Leninist) isimli anayasal düzene yönelikyıkıcı faaliyetlerde bulunan terör örgütleriüyesi olmak, halkta devlete karşı kin, nefretve isyan hissi uyandıracak şiddet veya diğerterör yöntemlerine başvurmayı teşvik edecekşekilde eylem ve faaliyetlerde bulunmak, terörörgütlerinin amaç/hedefleri doğrultusundakeşif/istihbarat çalışmaları yürütmek, terörörgütleri adına kitlesel şiddet eylemleri or-ganize etmek ve bu eylemlere katılmak, yasakyayın bulundurmak.”

Bir arada bulunmak örgüt üyeliği içindelil oluyorAvukat Şanal Saruhan yaptığı açıklamada,öğrencilerin o sırada tesadüfen bir arada bu-lunduğunu, örgüt üyeliğine dair ise delil ol-madığını belirtti. Saruhan “Ancak mahkeme

‘delillerin toplanmamasını’ gerekçe göstererektutuklama kararı verdi. 5 üniversiteli tutuk-lanarak hapishaneye konuldu. Tutuklanan 5öğrenci arasında yer alan Ezgi Serap ise düngazetelerde ‘Metroda türbanla keşif yaptığı’iddiasıyla yer aldı. Serap, görüntülerin kendisine

ait olmadığını belirterek “Ben karşıt görüşlüolduğu iddia edilen kişileri takip etseydim,türbanlı bir şekilde etmezdim. Savcılıkta dakapalı bayanın fotoğraflarını bana gösterdilerkesinlikle kabul etmiyorum. Zira bu kadınuzun boylu” dedi.

Polis öngörüsü ile verilen ‘idam’!

B

Polis, öngörüye dayanarak gözaltına alıyor, mahkeme heyetide aynı öngörüye dayanarak tutukluyor. Demokratik haklarterör suçu olarak ilan ediliyor.

Tutuklanan 5 öğrenci içinİstanbul ve Ankara’da biraraya gelen devrimci, de-mokrat, yurtsever öğren-ciler eylem yaptı. Yapılaneylemlerde şu ifadelere yerverildi;“Asıl terör örgütü, öğren-cilerin eğitim haklarını gaspedenlerdir, işçi ve emekçi-lerin emeklerini sömüren-lerdir. Kürt halkına ait top-raklarda kendine yedek güçyaratabilmek adına Hizbul-lah üyelerini serbest bırakıp,‘sınıra kadar takip ettik amasonra nereye gittiler bilmi-yoruz’ diyenlerdir. Bizler gü-cümüzü örgütlülüğümüz-den alıyoruz. Örgütlü birgücü hiçbir kuvvet yene-mez. Yapılan bu tutuklama-lar ve öne sürülen gerek-çeler keyfidir ve hukuksuz-dur. Tutuklanan arkadaşla-rımız derhal serbest bıra-kılmalıdır.”

Tutuklanan öğrenciler serbest bırakılsın

14-15_Layout 2 1/30/11 6:33 PM Page 2

Page 16: 1-10 Şubat 2011

Halkın Günlüğü 1-10 ŞUBAT 2011dünya haber16

Lübnan’da uzun süredir de-vam eden siyasi kriz 12 Ocaktarihinde Hizbullah’ı destek-leyen 11 bakanın istifa etmesive Saad Hariri Hükümeti’nindüşmesi ile had safhaya çıktı.2005 yılında bir suikast so-nucu öldürülen Refik el Haririsonrası Lübnan’da siyasi birkriz baş göstermişti. 2006 yı-lında İsrail tarafından GüneyLübnan’a yönelik yapılan sal-dırılar Hizbullah önderliğindeörülen direnişle püskürtülmüşve İsrail ile yaşanan bu savaşsonrası Hizbullah Lübnan’dadaha da güçlenmişti. İran, Su-riye, İsrail ve ABD dörtgenindeemperyalist politikalara göreşekillendirilmeye çalışılanLübnan’da ipler 12 Ocak tari-hinde hükümetin düşmesi vebaşbakanlık görevine Hizbul-lah’ın desteklediği Necip Mi-kati’nin getirilmesi ile kopmuşvaziyette.

Lübnan sokaklarındaprotesto gösterileriLübnan’ın Başkenti Beyrut veTrablus’ta Mikati’nin hükü-meti kurmakla görevlendiril-mesini protesto eden binlercekişi sokağa çıkarak eylemlergerçekleştirdi. Son günlerdeİsrail ile Filistin yetkilileriningizli görüşme tutanaklarınıyayınlayan El-Cezire televiz-yonunun aracını yakan kitle,Hizbullah’a ait birçok yere desaldırılarda bulundu.

Necip Mikati kimdir“M1” adlı şirketiyle de tanınanMikati, finans, endüstri, tele-komünikasyon, lüks emlaksektörü, ulaşım, gaz ve petrolalanındaki yatırımlarıyla bi-liniyor. Politikaya girmedenönce INVESTCOM şirketinikuran Mikati, telekomünikas-yon alanında faaliyet gösterenaile şirketi aracılığıyla geliş-mekte olan ülkelerde yaptığıyatırımlarla biliniyor. Uluslar-arası telefon operatörü MTNile işbirliği yapan Mikati’ninşirketi Londra ve Dubai bor-salarında kayıtlı olarak, Or-tadoğu’nun en büyük ulus-lararası şirketlerinden biri ka-bul ediliyor. Mikati’nin Lübnaniçinde kurduğu çeşitli vakıflarkanalıyla seçim bölgesi olanTrablusşam’da birçok sosyalfaaliyetleri de bulunuyor. Mi-kati, Beyrut Amerikan Üni-versitesi yönetimi başta ol-mak üzere, birçok üniversi-tenin de yönetim organlarındayer alıyor.

Lübnan’a ilişkin birkaçkısa notİsrail ve Suriye arasında ya-şanan gerilimin gölgesindekalan Lübnan, sürekli bir şe-kilde bu iki devletin ve ABDile İran’ın politikaları ekse-ninde bir gelişim seyri yaşa-dı-yaşıyor. Uzun yıllar fiili ola-rak Lübnan’da bulunan Su-

riye, Hariri suikastı sonrasıyapılan büyük protesto gös-terileri ve uluslararası güçlertarafından yöneltilen eleşti-riler sonucu Lübnan’dan çe-kilmişti. Hariri suikastındaLübnan hükümeti ve İsrail ileABD, Suriye ve Hizbullah’ısuçlarken, Hizbullah ise sui-kastın İsrail tarafından ger-çekleştirildiğini belirterek birtakım belgeler açıklamıştı.Görsel bir takım belgeleri ka-muoyu ile paylaşan Hizbullahlideri Nasrallah “İsrail bugünekadar Lübnan’ı istikrarsızlaş-tırmak için büyük çaba har-cadı. Casuslarıyla Lübnan’dabirçok eylem yaptılar. Bu sui-kastları yapan İsrail, Refik Ha-riri’nin öldürülmesi gibi büyüksuikastları de yapacak güç-tedir. Size gösterdiklerim bu-nun mutlak kanıtıdır. Suikast-tan önce Hariri’nin evini fo-toğraflayan İsrail ajanını başkanasıl açıklayacaklar? İsrail şuanda bile başta BaşbakanSaad Hariri olmak üzere, ül-kenin diğer önemli siyasi fi-gürlerini de öldürmek içinplanlar yapmaktadır.” diyerekİsrail’i suçlamıştı.

Birleşmiş Milletler (BM) tara-fından kısa süre sonra açık-lanması beklenen Hariri sui-kastına ilişkin kararın Lüb-nan’daki gerilimi daha da art-tıracağı görülüyor.

Lübnan’da hükümeteHizbullah geçiyor14 Şubat 2005 yılında bir suikast sonucu yaşamını yitiren LübnanBaşbakanı Refik el-Hariri cinayeti sonrası ciddi bir siyasi kriz içerisinegiren Lübnan’da Hizbullah hükümet kurma görevini üstlendi

Ezilen ulus ve azınlıklar ne istiyor

Sınıf Teorisi Yurt Dışı Temsil-ciliği tarafından Almanya’nınKöln kentinde “Ezilen ulus veazınlıklar ne istiyor?” konulubir sempozyum gerçekleşti-rildi. Sempozyuma konuş-macı olarak Araştırmacı yazarHaluk Gerger, Politikacı-YazarMuzeffer Ayata, Avrupa AsurKonseyi Temsilcisi George

Aryo ve gazetemiz yazarlarından Kazım Cihan katıldı.Katılımın ve ilginin yoğun olduğu sempozyumda ilk sözü HalukGerger aldı. Gerger konuşmasında “Kendi kaderini tayin hakkınınkayıtsız şartsız savunulması ulusal meselede en ileri belirlemedir.Kürt Ulusal Hareketinin yürüttüğü devrimci mücadele TC’nin80 yıllık tabularını yıktı ve Kürt ulusuna önemli kazanımlarkazandırdı. Demokratik Özerklik politikası Kürdistan‘ın diğerparçalarında da olmak üzere Kürt ulusunun ortaklaşmış birtalebidir ve komünistler, devrimciler buna kayıtsız ve ilgisizdurmamalıdır. Kürt ulusal hareketiyle sosyalist hareketin birliktemücadeleyi örgütlemesi gerekmektedir” dedi.Haluk Gerger’den sonra söz alan Muzeffer Ayata ise, Kürt ulusalhareketinin kuruluşundan bugüne değin ideolojik, politik veörgütsel olarak yaşadığı evreleri ve değişimleri ifade ederekulusal hareketin somut konjoktürel gelişmelere göre süreklikendini yenileyerek yeni araçlar ve politikalar geliştirdiğini vebunların sonucunda maddi bir güce dönüştüğü ifade etti. Gelinenaşamada Kürt ulusunun en somut ve ileri talebinin DemokratikÖzerklik olduğunu vurgulayan Ayata, sosyalist harekete yönelikise sosyalizm ve iktidar anlayışı başta olmak üzere somut ge-lişmelere göre politika üretememe ve kendini yenileme mese-lesinde statükocu olduğu eleştirilerinde bulundu.

Süryanilerin tarihsel sürecine ve sorunlarına devrimcihareket çok atıl ve ilgisiz kaldıAvrupa Asur Konseyi Temsilcisi George Aryo ise böylesi birsempozyumun geç kalınmış fakat çok önemli olduğuna dikkatçekerek, Süryanilerin tarihsel sürecine ilişkin açıklamalardabulundu. Süryanilerin tarihsel sürecine ve sorunlarına devrimcihareketin çok atıl ve ilgisiz kaldığını ifade eden Aryo, bu noktadahiç bir çaba ve politika geliştirilmediğini, özellikle Ermeni Soykırımıdönemi başta olmak üzere cumhuriyet tarihi boyunca ciddiimha ve asimilasyon politikalarına maruz kaldıklarını ve gittikçetükenen ve kendi gerçekliğine yabancılaşan bir Süryani gerçekliğiolduğunu, somut anlamda ise Kürdistan’da Süryanilerin sayısının1500, batı da ise 5 ile 10 bin arasında olduğunu ifade etti.

İdeolojik ve politik savrulmalar varSempozyumda son olarak Kazım Cihan söz alarak bir konuşmagerçekleştirdi. Uluslararası Komünist hareketin ulusal meseleyedair teorik bilimsel belirlemelerini anlatarak gerçek ve en ileriçözümün ulusların kendi kaderini tayin hakkının savunulmasıylagerçekleşeceğini belirten Cihan “Uluslar arası ve Türkiye –Kuzey Kürdistan Komünist hareketi ulusal ve azınlıklar mese-lesinde ciddi ideolojik ve politik savrulmalar yaşıyor, bunlarakarşı amansız ideolojik mücadele yürütülmesi gerekmekteve bu kamburlardan komünist hareketin kurtulması gerek-mektedir. Ulusal ve uluslararası komünist hareketteki ulusalve azınlıklar meselelerindeki ideolojik ve politik savrulmalarave yanlışlıklara karşın Türkiye-Kuzey Kürdistan coğrafyasındaİbrahim Kaypakkaya bütün bunlara karşı meydan okuyarakKomünist hareketin ulusal meselelerdeki tabularını yıkıp enileri belirlemeleri gerçeklestirdi. Kaypakkaya‘nın bu en ileri be-lirlemelerine rağmen ardılları bunu yeteri düzeyde kavramadıve ilerletemedi“ dedi.Maoist Komünistlerin kendi bağımsız devrimci bayrağını eldenbırakmadan ve ideolojik mücadeleyi unutmadan her alandabirlikte mücadele yürütmesi gerektiğini belirten Cihan “Türkegemenlik sistemini aşmayan, Demokratik Cumhuriyet ve De-mokratik Özerklik projeleri gerçek çözüm olmamaktadır“ dedi.Konuşmacılardan sonra verilen ararının ardından Sempozyumakatılan devrimci kurumlara ve katılımcılara söz hakkı verildi.Sempozyumda, Partizan ve Atılım adına söz alan temsilciler,ulusal sorun ve somut olarak ise Kürt ulusal hareketine ilişkinsomut yaklaşımlarını anlattılar.

Uluslararası ve Türkiye–Kuzey Kürdistan Ko-münist hareketi, ulusalve azınlıklar mesele-sinde ciddi ideolojik vepolitik savrulmalar ya-şıyor

16-17_Layout 2 1/30/11 6:36 PM Page 1

Page 17: 1-10 Şubat 2011

ilyonlarca Güney Sudanlı seç-men yıllarca süren iç savaşınyıkıma uğrattığı topraklarınınbağımsızlığını tayin edecekreferandum için 9 Ocaktasandık başına gitti. Sonuçlar

açıklanmasa da Referandum sonucunda bü-yük olasılıkla etnik ve dini hatlarla bağlıolarak, Kuzey ve Güney Sudan olarak iki ayrıdevlet ortaya çıkacak. Oylama sonucunungeçerli sayılabilmesi için Sudan’ın güneyindeki4 milyon kayıtlı seçmenden yüzde 60’ının oykullanması gerekiyor. Oylama, 2005 Mayısayında imzalanan ve iki milyon kişinin ya-şamına mal olan iç savaşı bitiren anlaşmauyarınca yapılıyor.Yüzölçümü itibariyle Afrika’nın en geniş ülkesiolan Sudan, kuzeyden Mısır, kuzeydoğu’danKızıldeniz, doğudan Etiyopya ve Eritre, gü-neyden Kenya, Uganda, batıdan Orta AfrikaCumhuriyeti ve Çad, kuzeybatıdan Libya ileçevrilidir. Yüzölçümü 2.504.000 km2, nüfusuise 43.939.598’dir. Ülkenin kuzeyinde genellikleMüslüman Araplar ve Nubianlar, güneyindeise Hıristiyan ve animist (yerli dinler) Afrikalılaryaşar.1956 senesinde bağımsız olana kadar, İngilizve Mısır etkisinde kalan Sudan’ı İngiliz sö-mürge yönetimi, Kuzey ve Güney olarak ikiparça halinde yönetti. 2.paylaşım savaşındansonra Güney’in, Arap-İslam kültürünün ege-men olduğu Kuzey’e entegre edilmesi Ku-zey-Güney çatışmasının ateşlenmesinde mi-

lat oldu. Sudan’da iki iç savaş yaşandı. Bun-lardan ilki bağımsızlıktan önce 1956-1972döneminde 500 bin kişinin ölümüyle ve1972’de Güney’e daha fazla otonomi veril-mesiyle sonlanan savaştır. 1983’de başlayanikincisi ise petrolün bulunması ile stratejikkonumun değerlenmesi üzerine, İslami dü-şüncenin lideri Turabi’nin yönetimde etkinlikkurması sonucu ülkenin daha fazla İslamiyönetime kaydığı bahanesiyle, Güneyi oluş-turan siyah Afrika kökenli Hıristiyan ve animistinanca mensup halkın, John Gurang’ın ön-derliğindeki Halk Kurtuluş Hareketi (SPLM/A)ile yeniden başlattıklar silahlı mücadeledir.İki taraf arasında 20 yıl süren ve kesin galibiolmayan savaşta 2.000.000 kişi öldü. Nihayet2005’de barış anlaşması yapıldı. Buna göre6 yıl sonra Güneydeki özerk yönetim, bölgehalkının Sudan’dan ayrılmak isteyip isteme-diğini referanduma götürecek, petrolden eldeedilen gelir yarı yarıya merkezle bölüşülecek,petrol ve su kaynakları itibariyle zengin Abyeibölgesinin kaderi ise daha sonra belirlene-cektir.Sudan’da yaşanan iç savaşın nedenlerini sa-dece Müslüman Araplar, Hıristiyan-animistyerli Afrikalılar arasındaki etnik-din savaşıolarak tanımlamak yeterli değildir. Sorununmerkezindeki, petrolden kaynaklanan ulus-lararası stratejik dengeleri ihmal ederekanaliz yapmak hatalı sonuçlar verecektir.1983 senesinde Sudan’ın ciddi bir petrol üre-ticisi ve ihracatçısı olma potansiyelinin ortaya

çıkması (7 milyar varil petrol rezervine sahipülkede petrol Çin-Hindistan-Malezya tara-fından çıkarılıyor. Son dönemin yükselensermayesi İslamcı ÇALIK grubu da petrol im-tiyazlarına sahip ve AKP iktidarının Ömer ElBeşir’i desteklemesinde bu faktör etkili roloynuyor.), bu ülkeye yönelik stratejide baştageri planda ABD, İsrail olmak üzere Çin vebölge ülkelerinin yeni bir akord ayarı yapmasısonucunu doğurdu. İç savaşta, başta Etiyopyaolmak üzere komşu ülkeler askeri olarak ay-rılıkçı gerillaların yanında yer aldı. İsyancılaradestek veren ülkelerin başında İsrail ve geriplanda ABD geliyordu. Etiyopya’ya mali veteknik yardımda bulunarak Mavi Nil’in sularınıkontrol altına alacak baraj yapımına destekveren emperyalizmin Ortadoğu’daki tetikçisiSiyonist İsrail, Sudan ve Mısır’ı askeri ve eko-nomik yönden baskı altına almayı hedefleyenbir strateji izledi. İsrail stratejisi, Sudan’ıaskeri ve ekonomik olarak baskı altına almayı,aynı zamanda Mısır’ın hayat damarı olanNil’in sularını kurduğu ittifak sayesinde kontrolederek avantaj elde etmeyi amaçlıyordu.Sudan’daki iç savaşın bu kadar uzun ve dra-matik boyutlara ulaşmasında başından iti-baren güneyli ayrılıkçıları destekleyen ABDpolitikaları belirleyici oldu denilebilir. Ayrılıkçıgruplarla yapılan her barış görüşmesi imzaaşamasında ABD müdahalesi ile akameteuğradı. Sudan’a erken gelen 11 Eylül politi-kalarıyla 2001 Şubat’ında Ömer El Beşir, yö-netimin etkili ismi İslamcı Turabi’yi tutuklatıp

devre dışı bırakınca bu operasyona destekveren Amerikan yönetimi nihayet güneydekiayrılıkçılara baskı yapıp Sudan yönetimiylebarış yapılmasını onayladı. Sudan, hem enerjigeçiş yolu stratejik Süveyş kanalının girişkoridoru Kızıldeniz’e kıyısı olması hem desahip olduğu zengin petrol yatakları nedeniyleABD elebaşılığındaki emperyalizmin ilgisiniçekmekte ve stratejik planlamada ciddiyealınmaktadır. İlaveten Çin’i Afrika’dan söküpatmak Kızıldeniz’e kıyısı olan Sudan’dangeçtiği için ayrı bir önem taşımakta. Dünyanın ikinci büyük ekonomisi olan küreselgüç adayı Çin, ekonomik gelişimini devamettirebilmek için enerji ve enerji geçiş yollarınıgüvenceye almak zorunda. Afrika’da bir “neo-colonial” imparatorluk oluşturan Çin hammadde ticaretine, enerji yatırımlarına verdiğikredilerle Afrika ülkelerinde önemli bir güçhaline gelmiş durumda. Sudan petrolünün %80’i bugün doğrudan deniz yoluyla Çin tara-fından ithal edilmekte. Afrika’nın giriş kapısıSudan, Çin’in kıtaya ulaşabilmesi ve kalıcıolabilmesinde önemli bir ülke.Anlaşıldığı kadarıyla emperyalizm var olduğumüddetçe petrol ülkesi Sudan’ın başı beladankurtulamayacak ve büyük güçlerin çatışmaalanı olacaktır. Sonuçta mazlum ve mağdurSudan halkı sürekli birbirini katlederken, herdaim geçerli böl-yönet politikasıyla yer altı-yerüstü zenginliklerini talan eden emperya-listler ise halkın refahını çalmaya devamedecektir.

Emperyalizmin yeni dalaşma alanı: SUDANEKSEN

1-10 ŞUBAT 2011 Halkın Günlüğü dünya haber 17

M

f

f

ahmet hacalişi k.

Faşist ve ırkçı parti ya da gruplarca yürütülenpropaganda iktidarın resmi dili haline geldi

25 Ocak 2011 tarihinde, Yunanistan’ın Atinave Thessaloniki kentlerinde 300 göçmenişçi açlık grevine başladı. Bu açlık grevinin,Yunanistan ve Avrupa’da, şimdiye kadarkien büyük açlık grevi olduğu belirtiliyor.

Açlık grevi, hem Yunanistan’da hem de

Avrupa genelinde ekonomik krize ve en te-mel sosyal haklara yönelik olarak sürdürülenneo-liberal saldırı politikalarına paralel bi-çimde, göçmenlere ve yabancılara karşı ırk-çılığın ve ırk ayrımcı politikaların hızla tır-mandığı bir dönemde gerçekleşti. Açlıkgrevci göçmen işçiler tarafından yayınlananbildiride, Yunanistan’da “faşist ve ırkçı partiya da gruplarca yürütülen propaganda ik-

tidarın resmi dili haline geldi” denerek, buparti ve grupların ortaya koyduğu“önerge”lerin hükümet politikasına dönüş-tüğü, ayrıca “aşırı sağ söylem”in medyaaracılığıyla yeniden üretildiği ifade ediliyor.Yayınlanan bildiride yapılan açlık grevinintalebi, “tüm göçmenlerin yasallaşması, Yu-nan işçilerle aynı politik, sosyal hak ve yü-kümlülüklere” sahip olmak şeklinde özet-leniyor.Son günlerde Yunan PASOK hükümeti vemedyası, bir yanda göçmenleri sosyal so-runların ‘günah keçisi’ yapmaya yönelik yo-ğun bir kampanya yürütürken, diğer yandanda kitlesel sınır dışı etmeler, Türkiye-KuzeyKürdistan ile olan sınırına duvar örmek, sey-yar gözaltı merkezleri, izleme prosedürleri,Ege denizinde FRONTEX [Avrupa Birliği SınırGüvenliği Birliği] operasyonları ve özellikleYunan kentlerinde yabancılara baskı gibiçeşitli uygulamalar eşliğinde tam bir ırkçıve Avrupa apartheid‘ını tahkim eden biranti-göçmen politikası izliyor.Açlık grevci göçmen işçilerin bildirisinde,mücadelelerine ‘destek’ ve ‘dayanışma’ çağ-rısında bulunuluyor. Atina’da kendilerine yönelik hak gasplarınakarşı açlık grevinde olan ve 5 gündür AtinaÜniversitesi Hukuk Fakültesi’ni işgal edengöçmenler 28 Ocak tarihinde yetkililerle

varılan anlaşmanın ardından işgali son-landırdılar.

Eşit sosyal ve siyasi haklar için beş günönce binayı işgal eden 300 göçmen yetkili-lerle gerçekleştirilen görüşmelerin ardındanşehir merkezinde göçmen dayanışmaörgütlerinin kendileri için kiraladığı binayadoğru zafer işaretleriyle harekete geçti. Re-uters, göçmen işleriyle ilgilenen VatandaşSavunma Bakanlığı yetkilileri ve göçmenlerarasında uzlaşmaya varıldığını aktardı.

Görüşmeler sırasında fakülte binası polisablukasına alındı. Polise üniversiteye girişyasağı koyan yasal düzenlemeler dünrektörlük ve polis işbirliğiyle askıya alındı.Fakültenin etrafındaki caddeleri dahi kapatanpolis ve özel birlikler üniversite içinde detüm giriş çıkışları tuttu.Yüzlerce anti-faşist de göçmenlere yönelikolası bir saldırıya karşı üniversite içerisindeve çevresinde toplandı, “Yunan ve göçmenişçiler birliktedir” sloganları atıldı.Göçmen sorununun yaygın olduğu Yuna-nistan geçtiğimiz günlerde Türkiye sınırına“utanç çiti” diye nitelendirilen güvenlik şeridiçekme kararını onaylamıştı.Oturum alma konusunda ciddi sıkıntılaryaşayan göçmenler sık sık ırkçı gruplarınsaldırılarına maruz kalıyor.

Mülteciler açlık grevinde25 Ocak 2011 tarihinde, Yunanistan’ın Atina ve  Thessal-oniki kentlerinde  300 göçmen işçi açlık grevine başladı.

16-17_Layout 2 1/30/11 6:36 PM Page 2

Page 18: 1-10 Şubat 2011

1-10 ŞUBAT 2011 Halkın Günlüğü

❶›› Kürt sorununda çözüm tartışmalarıyeni değildir. ‘90’lı yılların başında Kürt sorunuçözüm gündemine sokulmuştur. Bunu PKKönderliğinde gelişen Kürt özgürlük müca-delesi başarmıştır. Fakat sorunun çözümünüdayatmakla onu çözmek iki farklı durumdur.PKK Kürt halkının ulusal uyanışına ve öz-gürlük mücadelesine önderlik ederek soru-nun çözümünü dayattı. Ancak çözüm, elbettesorunun devrimci bir tarzda çözümü, ancakgenel sınıf ilişkileri zemininde mümkün ola-bilirdi. Bu nedenle hareket bir noktadan sonrasınırlarına dayandı.92 Newroz’u artık sorunun nesnel olarakkendi dar sınırları düzleminden giderek çö-zülemeyeceğini göstermiş oldu. Varılan bunoktayı daha o zaman komünistler “ulusalharekette yol ayrımı” olarak değerlendirdiler.Ulusal mücadeleyi bu aşamaya getirmiş olanPKK, ya ulusal mücadeleyi sosyal bir temeldederinleştirerek ya da o güne kadar devrimcimücadele yoluyla elde edilen kazanımlaradayanılarak düzen içi bir ara çözüm için zor-layacaktı. İkinci yol tercih edildi.

Özellikle İmralı savunmalarından başlayarakPKK, çizgisini tümden burjuva-demokratikbir düzleme oturttu. Kurulu kapitalist düzenzemininde Kürt ulusal kimliği ve hakları uğ-runa mücadele eden ilerici-demokratik birhareket kimliği kazandı. Bu arada Kürt ha-reketi iç ve dış etkenlerin de rol oynamasıyla2004’ten sonra kendisini yeniden toparladı.Bununla birlikte iç ve bölgesel gelişmelerinetkisiyle de 80 küsür yıllık inkar ve imhaüzerine kurulu sistemin iflas ettiği de tes-cillendi.

İşte bu koşullarda gündeme getirilen “açılım”politikası sermaye devletinin ABD patentliçözümü oldu. Amaç bir takım kırıntılar kar-şılığında Kürt halkının ulusal özgürlük mü-cadelesini yatıştırmak ve Kürt hareketininsilahlı güçlerini tasfiye etmektir. Yani esastaemperyalizmin geleneksel “ez-çöz” politi-kasının bir yeni uyarlamasıdır. Ancak devletaçısından sorun da burada başlıyor. Çünkü

devletin karşısında hiç de “ezilmiş” bir hareketdeğil, tüm baskı ve imha saldırılarına karşıayakta kalmayı başarmış, özgüveni yüksekbir Kürt hareketi var. Bu da kırıntı vererekKürt halkına boyun eğdirme hesabını bozu-yor. Çünkü her kırıntı Kürt halkının dahabüyük talepler ileri sürmesine ve mücadeleyedaha çok inanmasına, daha çok bağlanma-sına yol açıyor. Sermaye devleti Habur’da bugerçeği görmüş ve bu nedenle de kırıntılarınişe yarayacağı siyasal şartları oluşturmaküzere geri adım atmıştır.

Bu noktada sorunuzun ikinci kısmına gele-lim;

Belirtmek gerekir ki, mesele “doğru bir yak-laşım” olup olmadığı meselesi değildir. So-nuçta her siyasal-toplumsal güç, sorunakendi sınıf çıkarları temelinde yaklaşır. Dev-letin yaklaşımını yukarıda ortaya koyduk.İlerici-demokratik bir hareket olarak PKK’ninise kurulu düzenin temelleriyle bir sorunuyoktur. Bu temeller üzerinde Kürt sorunundaulusal hak ve özgürlükler temelinde bir çözümbulmaya çalışıyor. Dolayısıyla onun bu yak-laşımını “ilerici-demokratik” buluyoruz.

Köklü ve kalıcı bir çözüm devrimlemümkündürBiz ise proleteryanın devrimci bakış açısındansoruna yaklaşıyoruz ve Kürt sorununda köklüve kalıcı çözümün ancak proleter devrimitabanında gerçekleşebileceğini düşünüyoruz.Elbette bu özünde burjuva-demokratik birsorun olan Kürt sorununun kurulu düzensınırları içerisinde teorik olarak bir çözümeulaşmayacağı anlamına gelmiyor. Ancak so-

runun köklü ve kalıcı bir çözümü için devrimtek yoldur. Ayrıca proleter devrimin çıkarlarıda Kürt halkının devrimci enerjisinin konu-sunda hassas olmamıza ve sorumlu dav-ranmamıza yol açıyor. Bir yandan gericiliğeve şovenizme karşı Kürt halkının meşru ulu-sal hak ve özgürlüklerine sahip çıkmak, diğeryandan ise düzen içinde çözüm hayallerinekarşı mücadele vermek çerçevesinde güncelgörevlerimizi ele alıyoruz.

❷›› Yukarıda da belirttiğimiz gibi açılımpolitikası tasfiye amaçlı bir emperyalist pro-jedir. Amaç bir takım hak kırıntıları vererekKürt hareketini ve Kürt halkının mücadelesiniçözmektir. Bunun için elbette ki ortada birdemokratikleşme sürecinden bahsedilemez.Bir takım demokratik hak kırıntıları verilsede, bu, genel olarak gerici burjuva rejimindemokratikleştiği anlamına gelmez. SonuçtaKürt halkı büyük bedeller ödeyerek zatenfiilen bu hakların bir kısmını kazanmıştır.Devletin tasfiye amacıyla vereceği hak kı-rıntıları da yine mücadelenin kazanımlarıolarak görülmelidir. Ancak her durumdadaha fazlası için düzene karşı kararlı ve dişedişe mücadele etmek dışında başka bir yolyoktur. ❸›› Yukarıda bu sorunuzun yanıtı var. Bunedenle konuya yeniden girmeyeceğiz. Sa-dece şunu belirtmek isteriz: PKK, üzerindekioyunları görüyor, direnmeye de çalışıyor. Şudurumda direniyor da. Fakat bu cendereyiaşabilmek, öncelikle düzeni aşacak bir prog-rama, yani devrimci bir stratejiye sahip ol-makla mümkündür. Ne yazık ki PKK’nin deböyle bir stratejisi şu an yok.

Kemalizm inkar ve imha U l u s a lmücade-leyi bu

aşamaya ge-tirmiş olanPKK, ya ulusalm ü c a d e l e y i

sosyal bir temelde derinleş-tirerek ya da o güne kadardevrimci mücadele yoluylaelde edilen kazanımlara da-yanılarak düzen içi bir ara çö-züm için zorlayacaktı

KÜRTULUSAL SORUNU

DOSYA

3

❶›› 87 yıldır devameden Kürt ulusal sorununugelinen aşamada nasıl de-ğerlendiriyorsunuz? Dev-letin ve PKK’nin bu sorunayaklaşımı doğru bir yakla-şım mıdır?❷›› AKP tarafından ha-yata geçirilmeye çalışılan“açılım” politikalarının asılamacı sizce nedir? Sizcedemokratikleşiyor muyuz?❸››Buna karşın PKK’ninizlemiş olduğu strateji sizcedoğru mudur? PKK bu sü-reci nasıl ele almalıdır?❹›› KCK operasyonlarıile amaçlanan nedir?❺›› Demokratik Özerkliktartışılıyor kaç zamandır?Sizce nedir bu DemokratikÖzerklik? Bu coğrafyada ya-şam bulma şansı varmıdır?❻›› Kürt ulusal sorunuve Kemalizm arasındaki iliş-kiyi nasıl tarif edebiliriz?Dünden bugüne PKK’ninKemalizm ve devlet olgu-suna yaklaşımını nasıl de-ğerlendiriyorsunuz?❼››Silahlı mücadelemiadını doldurmuş mu-dur? PKK silahlı mücadelevermeseydi bugün bun-ları konuşuyor olacakmıydık?

BDSPBağımsız Devrimci Sınıf Platformu

Röp

orta

j sor

ular

ı

18-19_Layout 2 1/30/11 6:37 PM Page 1

Page 19: 1-10 Şubat 2011

kürt ulusal sorunu dosya

Devlet-ulus anlayışı iflasetmiştir

❶››Türkiye Cumhuriyeti (TC),siyasi biçimlenmesinde FransaCumhuriyeti’nin, « devlet-ulus »(«état-nation ») diye tanımladığımızdevlet yapısını aynen almıştır. Böy-lece sıkı merkeziyetçi, eritici (« asi-milasyonist » anlamında), ben de-dim olducu, hotzotcu, başabela birdevlet inşa edilmek istenmiştir.« Tek dil, tek kültür, tek ideal »sahibi olacak bir « ulus » yaratılmasıtasarlanmış, bunun için kırım,soykırım, cinayet, katliam da dahilher yola başvurulmuştur. Aradangeçen zaman sonunda bu devletyapı ve anlayışının iflas ettiğinisaptıyoruz. O kadar ki 1920’lerdeinşasına başlanan devletin arzu-ladıklarından hiçbiri gerçe-kleşmemiştir. İşte durum :« Tek dil » değil, çok dil söz konu-sudur.

« Tek kültür » mümkün olamazdı.Bugün çok kültürlülük söz konu-sudur. İstensin veya istenmesin.

« Tek ideal » bir hayaldi. Hayal olarakkaldı. Kalmaya mahkumdu.

Bir şey daha ekleyebilirim : Bu devletkuruluş yıllarında « imtiyazsız vesınıfsız bir kütle » (kitle değil kütle)den de söz etmişti. Bugün kimseanımsamıyor : Doğal. Çünkü bunuileri sürenler bile belki utançlarından,belki bunun saçmalığından bu me-seleyi artık ağızlarına bile almıyorlar.

Sonuç ortada : TC’nin devlet-ulusyapımı faaliyeti iflas etmiştir. Ana-dolu ve Trakya’nın bütün halklarını« Türk ulusu » adıyla yaratılmakistenen « ulus » içine alıp eritmekmümkün olmamıştır. Kendilerini« Türk ulusunun » bir üyesi olaraktanıyanlar vardır, bu da doğaldır,ama TC sınırları içinde yaşayan bü-tün halklar bu « ulusun » birer par-çası haline dönüştürülememiştir.

Bu durumda devletin sayım suyumyok oyuna yeniden başlayalım de-meye hakkı yoktur.

Bu bağlamda devlet ya kendini

bakım ve onarıma alacaktır, ya da« Tamam iflas ettim » diyerek devletyapısında halkların özlemlerine yanıtvereceklere anahtarları teslim et-mek zorunda kalacaktır. Böylesi birdevlet henüz görülmedi. Ama bu hiçgörülmeyecek anlamına da gelmez.

Ya da tarihten ve kaderimizden si-linip süpürülecektir. Irak devlet-ulus örneği sadece bu açıdan bileolsa ders yüklüdür : Bu ülkedekideğişik halkları « Irak ulusu » ya-ratıp içinde eritmek isteyen yaklaşımsilinip süpürülmüştür. Irak’ta federalyapılı bir devlet kurulmuştur. Elbettebunun dış müdahele yoluyla değiliç müdaheleyle olması tercih edilirdi.Ancak dış müdaheleyle alt-üst edi-len düzenin öteden beri içtensarsıldığını ve halkların sıkı mer-keziyetçi başbelası devlete karşı sü-rekli muhalefetini de görmemez-likten gelmemeliyiz. Halkları ta-rafından desteklenen devlet, öyledış müdaheleyle pat diye yıkılmazdı.Asla.

1980’lerin başından beri TC’ye karşısilahlı mücadele yürüten PartiyaKarkerên Kürdistan (PKK. Kürdistanİşçi Partisi) ve tarihi lideri AbdullahÖcalan devlet-ulus modeli yerineTürkiye’yi, Kürdistan’ı ve hatta Or-tadoğu’yu kapsayan ve değişik isim-lerle adlandırılan, bir anlamda bütünhalkların kendi kendilerini geniş birözgürlük ve özerklik içinde yönet-mesini öngören konfederal ve yenibir devlet yapısı öneriyor. Bununyapılabilirliğini zaman içinde gö-receğiz. Türkiye’de bu önerinin ta-raftarlarının sayısının her günarttığını saptıyoruz. PKK’nin açtığıçığırla birlikte Kürt Özgürlük Hare-keti, meselenin tartışılmasını gün-deme getirmekte de önemli bir roloynadı. 1984’ten bugüne birçok çe-vrede bu meselenin artık çözülme-sinin gerektiği açıkça konuşuluyor.Bu son derece önemli ve olumlu birgelişmedir. Türkiye’de devlet-ulusüç koldan sorgulanıyor, yerine yenibir devlet yapısı öneriliyor :

politikasını meşrulaştırır

g devamı sayfa 20’de

Resmi olarak tek dil vardır amakonuşulan birçok dil bulunuyor.Büyük olasılıkla bu diller şuveya bu biçimde, şu veya bu

tanımlama ile bir gün mutlakatanınacaklardır. Belki yarın belkiyarından da yakın bir zamanda

Şehmus GÜZELAraştırmacı-Yazar‘

Ancak PKK’nin bu bakımdan yapabilecek-lerinin nesnel sınırları var. O nedenle bugünasıl gerekli olan devrimci bir sınıf hareketidir.İşçi sınıfının siyasallaşması, siyasal-toplumsalyaşama ağırlığını koymasıdır. Dolayısıyla so-runun devrimci çözüm yoluna girmesi, ancakböylelikle sağlanabilecektir.

❺›› Kürt hareketi tarafından tarif edildiğibiçimiyle “Demokratik Özerklik” oldukça ileribir özerk yönetim projesi olarak nitelenebilir.İçerisinde ayrı savunma gücü ve bayrak gibiçok ileri hedefler de içeriyor. Fakat böyle birproje ancak bir devrimle gerçekleştirilebilir.Kürt hareketinin handikapı da burada baş-lıyor. Ancak devrimle gerçeleştirilebilecekbir projeyi pazarlıklar yoluyla elde edebile-ceğini düşünüyor. Bu da haliyle pek mümkündeğil.Diğer taraftan belirtmek gerekir ki ne kadarmeşru ve demokratik bir öz taşısa da, “özerk-lik” uygulaması okulların ve yaşam alanla-rının ayrıştırılmasına varırsa bu proletaryanıngenel çıkarları bakımından doğru olmaz.Çünkü işçi sınıfının mücadele ve örgüt birli-ğine zarar verebilir. Bununla birlikte ise Kürthalkının tüm demokratik hak taleplerinedestek veriyor, onun arkasında duruyoruz.

Kemalizmin selamlandığı bir kırılmaolmuştur

❻›› Kuşkusuz ki burjuva cumhuriyetininkurucu kadrolarını oluşturan Kemalist bur-juvazi tarihsel olarak Kürt halkının ulusalvarlığının inkarı üzerine olan sistemin dekurucusudur. Kürt halkı üzerindeki inkar veimha sisteminin tarihsel sorumluluğu Ke-

malist kadrolara aittir. Bir süre sonra da dev-letin resmi ideolojisi olan Kemalizm inkar veimha politikasını meşrulaştırır, tekçi, devletçive farklı ulusların varlığını inkar eden birmahiyet taşır.Hala da Kemalizmi referans alan bir takımaydınların (Örneğin Cumhuriyet yazarlarının)“ilerici-aydınlanmacı-solcu” geçinirken Kürtsorununda inkarcı çizgiye savrulmaları veKürt halkının mücadelesine düşmanlaşabil-melerinden de bu gerçek görülür.

PKK kuruluşunda, sol harekette de etkileriönemli ölçüde olan Kemalizme cepheden tu-tum almıştır. Sol hareketi de zaman zamanhaksız biçimde de olsa Kemalizmden etki-lenmekle suçlamıştır. Fakat İmralı savun-maları birçok şey yanında bu alanda daPKK’nin çizgisinin revize edildiği, kazanım-larının hedef alındığı, Kemalizmin selamlan-dığı bir kırılma olmuştur. Ancak süreç içeri-sinde bu ilk dönemin geriye doğru savrul-madan sonra zaman içerisinde Öcalan birdaha bu tezlerine dönmemiştir. Bilindiği üzerezaman içerisinde daha çok anarşizmdendevralınmış kavramlarla “ekolojik-demo-kratik toplum” adı altında mevcut devlet sis-temine dokunmayan, yaşam alanlarının oluş-turulmasını istemiştir. Kurulu düzeni ve dev-letin gerici sınıf karakterini es geçen bu dü-şüncelerin bir hayalden öte anlamı yoktur.

❼››Silahlı mücadelenin miadını doldurduğuiddiası düzen güçleri tarafından zora dayalıdevrimci mücadele anlayışına karşı kullanılanbir gerici propagandadır. Sonuçta devlet, işçisınıfı ve emekçilerden gelecek devrimci ayak-lanmalara karşı bir zor aygıtı olarak örgüt-lenmiştir. Şu durumda da zayıflatılmak biryana daha da güçlendirilmekte, militarizeedilmekte ve kısmi hak mücadelelerini dahihenüz kaynağında ezecek bir biçimde kul-lanılmaktadır. Bu nedenle bu düzeni alt etmekiçin zora dayalı bir devrim dışında başka biryol yoktur.Elbette ki Kürt özgürlük mücadelesinin ge-lişiminde PKK’nin silahlı mücadelesinin çoközel bir payı var. Devrimci bir program vekararlı bir silahlı direniş yoluyla Kürt halkıayağa kaldırılmıştır. Böylelikle de inkar veimha sistemi parçalanmıştır.

Bu nedenle “silahlı mücadele miadını dol-durdu” diyenler kurulu düzen karşısında di-renmeyin, mücadele etmeyin demek isti-yorlar. Onlara karşı zora dayalı devrim çizgisinikararlılıkla savunmak gerekir.

Diğer taraftan silahın politikanın aracı oldu-ğunu unutmamalıyız. Geleneksel solda buanlamda çarpık bir kavrayış var. Oysa esasolan namlunun hizmet ettiği politikadır, prog-ramdır. İşte bu gerçekten hareketle bugünPKK’nin silahlı mücadele veriyor olup olma-masına değil asıl olarak programına bakmakgerekiyor. Elbette gerillanın varlığı silahlı birdireniş gücü olarak düzeni zorluyor, bu ne-denle de tasfiye etmeye çalışıyorlar. Amabir kez daha yineleyelim ki, esas olan prog-ramdır, günün ihtiyacı da programı devrim-cileştirmek, bunula birlikte devrimci örgütve mücadeleyi güçlendirmektir. v

18-19_Layout 2 1/30/11 6:37 PM Page 2

Page 20: 1-10 Şubat 2011

Halkın Günlüğü 1-10 ŞUBAT 2011dosya20Aydınlar, bilim kadın ve adamları devlet-ulusun kusur ve yanlışlarını araştırma veincelemeleriyle saptıyor, federal ve konfe-deral yapılı veya geniş özerklik tanıyandevlet örneklerini irdeliyorlar. Araştırmalarınımakale ve kitaplarıyla kamuoyuylapaylaşıyorlar. Kürt Özgürük Hareketi ve onunla birliktebirçok halkın en akıllı çocukları da devlet-ulus yerine halklar için daha adil, daha eşit-likçi, daha çok özgürlük getirecek devletyapıları üzerine düşünüyorlar. Tasarılargeliştiriyorlar. Öneriyorlar. Bunlar datartışılıyor.

«Açılım» sözle değil, eylemle yapılırNihayet iktidar cephesinden de zaman za-man farklı sesler yükseldi, yükseliyor.Örneğin bir ara başbakanlık yapan bir bayanmeseleyi, « Bask modeliyle çözeceğini »açıkladı. Bir başkası, « AB’nin yolu Diyar-bakır’dan geçer » gibi şık bir cümle sarfetti.Adalet ve Kalkınma Partisi yöneticileri vebaşbakanları zaman zaman ademi-i mer-keziyetten söz ettiler. Ama hiçbiri tayin edicibir adım atmadı. Hiçbiri kalıcı bir kanun, birkararname çıkarmadı. Lafla peynir gemisininyürümediğini çok iyi bilen halklarımız işbaşa düştü deyip yürüdüler. Şimdi siyasipartilerimiz Türkiye somutunda uygulana-bilecek tasarılar geliştiriyor. Federasyonveya konfederasyon bir ütopya olmaktançıkıyor, gerçekleşmesi olası bir tasarıyadönüşüyor. Elbette bu aşamaya onca in-sanımız hayatını yitirmeden, oncası hapi-shanelerde gençliklerini tüketmeden gelin-seydi daha iyi olurdu. Ama bizdeki asker vesivil siyasetçilerle daha farklısı maalesefyapılamadı.

❷››Ya ciddi bir adım atılmak isteniyor, amakalıcı hiçbir şey yapılmıyor denebilir. Çünkü« açılım » sözle değil eylemle yapılır. İcrayla.İşleri yürütmekle, sorunları çözmekle. Ya da bu hükümet de daha öncekiler gibiipe un seriyor. Yani «Bakın sorunu çözmekistiyorum ama bırakmıyorlar» deyip gözlerinTürk Silahlı Kuvetleri (TSK) yönetimine çe-vrilmesini arzuluyor. Böylece hem TSK’yiaşındırmak, hem de Avrupa Birliği (AB) nez-dinde puan kazanmak istiyor. Bir taşla ikikuş. Ancak böyle numaraların ömrü uzunsürmez. AB, üye devletleri ve yurttaşlarıiçin bir sorunun çözülmesinde makul birsüre vardır, bu süre içinde kalıcı, olumlu,bitirici adım atmazsanız küme düşersiniz.AKP iktidarının ve başbakanın söyledikleriniyaşama geçirmeleri için çok vakitleri kal-madı. Tarihin zaman cetveli çalışıyor...

❸››Bu soruyu PKK ve yöneticilerine sor-manız lazım. Bilim adamı olarak benim ha-riçten gördüğüm şudur : Süreç içinde PKKbir tür devlet gibi örgütlendi, örgütleniyorve örgütlenmesini de bu yönde sürdürüyor.Bugünkü aşamada PKK, sadece bir siyasiparti olarak değerlendirilemez. Daha faz-lasıdır : Bir devlet gibi örgütleniyor demembundan. Kürdistan’ın bütün parçalarında ör-gütlendiği gibi, Avrupa’da ve diğer kıtalardada örgütleniyor. Bu son derece doğal. Gü-nümüzde hiçbir siyasetçi, hiçbir iktidar hiçbirhalka, «Hele bir yüz yıl daha bekleyin, siziniçin federal yapılı devlet aşamasına gelincehaber veririz» diyemez. O dönem kapandı.Kürt halkı bunun ispatlanmasını kolaylaştırdı.Kürt halkı ve diğer halklar kurban vermekte,«bedel ödemekte» son durağa ulaştılar.Bugün her Kürt ailesinden mutlaka bir genç,bir yaşlı, bir kadın, bir erkek, bir çocuk öl-dürülmüştür. Bıçak kemiğe dayanmıştırartık ve bu saatten sonra Kürtlerin başka-larından çare bekleme lüksleri kalmamıştır.

Kendi işlerini bizzat ele almak gereğini duy-dular. Bugün Türkiye’de köy, kasaba ve ken-tlerde dipten örgütlenme, Kürtçenin heralanda kullanılması, iki dilli ve iki kültürlüalanların sayısının artması bu açıdan değer-lendirilmelidir. Devlet gecikti diye halklaronu artık bekleyemeyecekler.

❹›› Biraz önce değindiğim Kürt ÖzgürlükHareketi’nin köy, kasaba ve kentlerde ta-bandan örgütlenmesini engellemeye yö-neliktir. Bunun öyle büyük sonuçlardoğuracağını da sanmıyorum. Dahası da var ve duruşmalarda gördük :Kürt siyasetciler Bulgaristan Komünist PartisiGenel Sekreteri Dimitrof’un nazilere karşısavunmasıyla tarihe mal ettiği yöntemi uy-guluyorlar : Mahkeme salonlarını haklı da-valarının seslendirildiği bir mekana çevirerek. Bu dava aynı zamanda siyasi iktidarın henüzyargı mekanizmasındaki bütün noktalarıetkileyemediğini de ispatlıyor. Türkiye’de iktidar açısından Kürt mesele-sinde birkaç başlılığın sürdüğünü de. Sivilsiyasetçiler bu alanı TSK’ya bıraktıkça kalıcıçözümün yolunu bulmakta çok zorlanaca-klar. Savaş halindeki bir devlette askerlerinetkisi bir parça olabilir ama siviller askerimeseleleri de artık askerlere bırakma-malıdırlar. Askeri meseleler de çok ciddimeselelerdir.

Silahlı mücadele verilmeseydi bugünbu meseleleri konuşuyor olamazdık

❺›› Bu sorunuza ayrıntılı yanıt vermeyekalkarsam bu söyleşi bitmez. O nedenlekısaca şunu söyleyeyim : « DemokratikÖzerklik » Abdullah Öcalan’ın önerdiği ka-vramlardan biridir. Daha önce de değişikyapıtlarında bu meseleye değindi. Son aylardabunu daha somut, daha anlaşılır bir biçimdesundu. İyi de oldu. Çünkü, yukarıdadeğindiğim gibi, devlet-ulus belasından kur-tulmamız lazım. Bunun yollarından biri deözerklik olabilir. Yani yerinden yönetim.Öcalan bunu biraz farklı biçimde öneriyorve geliştiriyor. Türkiye’de ve bölgemizde böyle bir özerklik

elbette yaşama şansı bulabilir. Öteden berideğişik kitaplarımda devlet yapısında özer-klik ve/veya federal unsurların bulunmasınıöneriyorum. Kardelen Yayınları’nın sunduğuDevlet-Ulustan Federasyona isimli kitabımdabunu savunuyorum. Halklar mozaiği Or-tadoğu’ya böyle bir devlet yapısı yakışır. Birdevlet sınırları içinde geniş özerklik veyafederal yapı, bölge düzeyinde ise konfederalyapı mümkündür. Şunu da eklemek isterim :Bölgemizdeki bütün devletlerin yapısı dev-let-ulus türü olmadığı gibi, Birleşik ArapEmirlikleri gibi federal yapılı olanlar da var.«O ufacık bir devlet» deyip ihmal edemeyiz.İsviçre de minik bir devlet ama yüzyıllardanberi süren konfederal yapısıyla bir modeldirve model olmayı sürdürüyor.

❻›› Kemalizme, en azından bunu savu-nanların bir kesimine göre, «vatandaş devletiçindir». Bu anlayış devleti çok yüceltiyor.Bu devletin kuruluş günlerinden beri enönemli derdi meşruiyet oldu. Anadolu’da veTrakya’da Türklere ait bir devlet kurmakne kadar yerindedir sorusunu sorup durdular.Türk milliyetçiliği Bulgarlara, Yunanlara karşıbir duvar gibi örüldü. Çimento olarak da« türkçülük » kullanıldı. Bu iki halkla sorunu«bitirdiğini» sanan TC, batısından doğusunadöndü ve yine meşruiyet (tanınmışlık, varlıknedeninin haklı gösterilmesi arzusununderin hastalığı ) derdinin peşinde Kürt halkınayöneldi. Dersim’e saldırısının belirleyicile-rinden biri budur: Kemalist iktidarı umur-samayan, kanunlarını uygulamayan, yöne-ticilerini «takmayan», kendi dili, kendi kül-türü, kendi gelenek ve görenekleri, yanikendi yaşam fesefesi ve idealleriyle içli dışlıve mutlu yaşayan Kürt halkına «ders ver-mek», yoketmek için. Bu yürümedi... Birbiriniizleyen saldırılara, onca rezilliğe (yargıla-madan yurttaşını öldüren devletin yaptığısadece rezilliktir), baskıya, zulme rağmenKürtler bir parça sarsıldılar belki amakırılmadılar, topraklarını terketmediler...PKK bu geleneğin temsilcisi olarak ortayaçıktı. Kürtleri silkeledi ve kendine getirdi.PKK’nin devlete bakışı kendi tarihi süreciiçinde değişikliğe uğradı. Burada ayrıntısına

giremeyiz, şu kadarını söylemek mümkün :PKK, Kürtler için bir devlet-ulus kurmakfikrini terketti, «demokratik özerklik» öner-mesi böyle doğdu, «devlet halklar içindir»yaklaşımından yana olduğunu beyan etti. Kemalist yaklaşımla arada epey fark var.Bugün siyasi iktidarın yapması gereken bufarkı en aza indirmek. Bunu yapıp yapa-mayacağını göreceğiz.

❼›› Bu konuda medyaya yansıyantartışmayı izledim. Ancak sadece medyayayansıyanlarla yetinmemiz mümkün değil.Hele Türkiye’deki medyanın iplerinin kimlerinelinde olduğu, yazarların kimlikleri, geçmişifalan bilinince. PKK sadece bir siyasi parti, askeri gücü deolan bir siyasi parti olarak değerlendirilirse,analizimiz eksik kalır. PKK bir devlet gibiörgütlü ve bir devlet gibi çalışıyor. Bu du-rumda ve hele PKK’nin, Kürdistan’ın bütünparçalarında mücadele içinde olduğu daanımsanırsa, silahlı mücadelenin zamanınıngeçtiğini söylemek erkencilik olur. Kürdis-tan’ın bir parçasında silahlara veda denebilirama bu bile, örneklerini gördüğümüz gibi,genellikle belli bir süre içindir. Öte yandandiğer parçalarda kendini ifade etmek içinsilahlı mücadeleden başka olanakbırakılmazsa silahlar konuşmayı sürdüre-cektir. Silahları susturmanın yolu siyaset-cilerin kalıcı kararlar almak ve onları uy-gulamak üzere karşılıklı konuşmaya,görüşmeye başlamalarından geçiyor. Ör-nekler, silahlı mücadele yürüten kurtuluşve özgürlük hareketlerinin silahları bırakmaişine girişmesi için devletlerarası ciddi ga-rantilere ihtiyaç duyduklarını gösteriyor.Türkiye’de veya bölgemizde farklı bir yön-temin uygulanacağını sanmıyorum. PKK silahlı mücadele vermeseydi bugün bumeseleleri konuşuyor olamazdık. Bu çokkesin. Belki biz hayatta bile olmayabilirdik.Sakın unutulmasın : 12 Eylül 1980 askeridarbesinden önce ırkçılar ve sonrasındadevlet içindeki çeteler halklarımızın en iyiçocuklarını hain pusularda vurdular. Buaçıdan enazından hepimizin, her aileninPKK’ye bir can borcumuz vardır.

19. sayfanın devamı

v

Bugün her Kürt ailesinden mutlaka bir genç, bir yaşlı, bir kadın, bir erkek, bir çocuk öldürülmüştür. Bıçakkemiğe dayanmıştır artık ve bu saatten sonra Kürtlerin başkalarından çare bekleme lüksleri kalmamıştır.

20-21_Layout 2 1/30/11 6:39 PM Page 1

Page 21: 1-10 Şubat 2011

21kültür sanat muzaffer oruçoğluANTAGONİZMA

ŞEF

anrının siyasetedüşen sureti. Benlikdürtüsü. Yönete-meyenlerin yöneti-cisi. Düşünemeyen-lerin düşüncesi.

Toplum için, topluma rağmen,toplumun iradesi. Özneyi yönetennesne.Devletin zirvesinde, duyargalarıhassas bir devlet olarak oturuyorve pazara bakıyor. Çelişkileri, evril-işleri, başkalaşımları dikkatle izliy-or. Kullanım değeri ile mübadeledeğeri, meta ile para, emek ilesermaye arasındaki didişmeyi,didişmenin siyasete vuran dal-galarını, fırsat kollayan eleştirelbilinci, özgürleştiren bilgiyi, tümbunları, huzursuzluğunu besleyen,egemenliğini tehdit eden bir kay-nak olarak görüyor. Kendi dışındaherhangi bir kıpırtı veya mutlakvarlık, onu rahatsız ediyor. Bilecek.Çünkü bilme, egemen olmanınaracıdır. Bilecek ve biçimlendiripkendine tabi kılacaktır. Çünkü o,basit ve küçük bir nesnenin içindecereyan eden kıyameti merak ed-erek başladı mesleğine. Zirvede,egemenlik timsali gibi dimdik du-ruyor. Bakışları aşağıya yönelmiş.Aşağıda, engellenmiş, orantısı-zlaştırılmış, yabancılaştırılmış mi-lyonlarca kul.Yükleri ağır, ruhları hafif ve rahatbendeler. Kendilerini kendiinançlarına yağmalatarak çöle dö-nen kelleler, eller, (bakınca kendi-lerini hiçleştiren) bakışlar, hayran-lıklar, tapınışlar, kendilerindenkaçan tüm güzelliklerin sığındığıyalnız adama yönelmiş. Kellesini,içindeki Tanrının dizinde uyutauyuta büyüten şef, elini kaldırıyor.Gülümsüyor. Yasaları gözününbebeği gibi benimseyen, amacınıve sınırlarını aşma eğilimi göster-meyen kalabalığın, hayatı telaffuzedecek, yani yönetecek durumdaolmamasından gayet memnun-dur. Elini sallarken, yüzeysel,görece, üstünkörü bir rehavetletek tek insanlara değil, kalabalığabakıyor. Duyargaları ona, kala-balığın, kendisini oluşturan herinsan gibi kendi içine hapsolmuşbasit bir nesneden ya da kullanımdeğerine sahip, hayırlı bir metadanolduğunu güvenle telkin ediyor.Sevinç dalgaları. Kalabalık, kolunsallanışına bağlı olarak coşuyor,sevinç dalgalarıyla sallanıyor. Sev-inç dalgaları bile sallasa, kürsününsallanmasından korkuyor.Özel mülkiyetin ruhunda. Devletmülkiyetinin ruhunda. Mülkününolması önemli mi? Mülkün ku-manda dairesinde oturuyor. Devletodur. Yakın çalışma arkadaşların-dan, kadrolarından kuşkulansabile, onların kendi çıkarlarını, devletçıkarlarında üstün gören insanlarolduklarına inanıyor. Hayır inan-mıyor. Evet inanıyor. Eleştirel aklınzayıfladığına, şefle özdeşleşme,onun bir parçası haline gelme vekarizmatik bağlanma ahlakınıngüçlendiğine inanıyor vegüçlendikçe de korkuyor. Kaygı,suçluluk, güvensizlik, aşağılık vebendelik duygusunun, kendisine

duyulan ihtiyaçla birliktegüçlendiğine inanmasına rağmenkorkuyor. Bastırılmış toplumsalbenliğin patlamasından korkuyor.Tarihin muhtemel, kör bir patla-ması, ideolojinin, siyasetin veörgütün cazibe merkezini, idealleridealini, kendisinden başka kim-seye sığınmayan gerçek Tanrıyıyer ile yeksan edebilir.Kriz, gemi azıya almış. Son kararınmutlak sahibi, halis saygı ve ko-rkunun biricik yaratıcısı orkestrayahâkim olamıyor. Orkestranın herelemanı artık kendi başına birbütün olamadığı gibi senfonininde dakik bir bütünü olamıyor.Büyük kurtarıcı, artık kimin ne za-man yavaşlayacağını, kimin sen-foniye ne zaman, ne kadar seszenginliği üfleyeceğini, kiminsusacağını ayarlayamıyor. Silik,ama yetenekli, güvenli dar ekipçalışmasının yerini şaşkınlık, vizy-on ve misyon üretiminin yerini iseçıkışsızlık almış. Kendi iç disiplininitoplumun disiplini haline getirenulu önder artık, homurdanan, cin-nete giren sürünün gizli dünyasını,kaynayan ateşini izleme, anlama,yorumlama ve bastırıp, egemen-liğinin bir parçası haline getirmegücünden yoksundur.Uğultu, nesnenin ruhundan firaretmiş, özneleşerek sokaklarataşmış, sürünün yerini halkalmıştır. Şef, zirveden, aşağılara,ihtiyaçlarını ve yıkıntılarını çoğal-tarak ilerleyen habis kargaşaya,Tanrısını devirmeye kalkışanmüşriklere, saf değiştiren hainlere,kendi yerini alacak olan müstakbelTanrıya ve onun çevresindekipeygamberlere bakmaktadır.Bastırma gücünü ve dirayetini yi-tirmiştir artık. Yolda bulduğu nalın,hangi süvarinin atının, hangiayağından düştüğünü düşünmek-ten, muharebeyi yönetmeye za-man bulamayan kumandana ben-zemektedir. Elmas, çatlamıştır.Anlamı çok derin de olsa, artıközveriyi hak edecek ilahi bir ışıltıdeğildir hayat. İlahi otorite de-vrilecek, onun yerini, günahlarıarttıkça, otoritesi artan bir başkaotorite alacaktı. Kendi yıkılışınıdeğil, kafasının içinde birbirleriyleçelişen birden çok düşünce olduğuiçin Tanrılarını yıkarak ilerleyenşu güvenilmez sürüyü, şu azgınmezar kazıcılarını, onların yeniTanrısını ve o Tanrı karşısındakiyeni tapınma biçimini düşünüy-ordu. İnsanlara artık yaşamın ensivri zirvesinden, ukala noktasın-dan son kez bakıyordu. Yıkılanilk heykeliyle birlikte yıkılacaktı.Planlar, şemalar, idealler, kararlar,tanısal kategoriler, hesaplarmezarlığı olan kafasını ellerininarasına aldı. Sinir uçları, duyumlar,seziler arasındaki bağ koptu.Bütün eşyaların eskisinden dahasinsi ve kusurlu göründüğünü farketti. Huşu ve boşluk duygusuiçinde, devleti ele geçiren, Tanrı’nınyeni kırbacını hayal ederken, Dan-te’nin sözü çınladı kulaklarında:“İnsanın gelenekleri, dallardakiyapraklar gibidir, biri gelince, birigider.”

T

A nadolu da hiç enternasyonal çalınmışmıdır ya da Anadolu çeşitliliğinin ezgisinedir? Kayıp şarkıların içimizde bıraktığı

tortunun mirası bu gün neyle değiş tokuş edil-miştir ki ritimlerinde ölü ruhların sıkışmışlığınıkuşattırır bize. Halk ezgilerinin derinliklerindeyatan kültürlerin izleri bize yan yana yaşan-mışlığın, o birliktelik içinde bir olmanın man-eviyatını vermez mi? Maneviyatının da ötesinde,ellerin, yani emeğin yarattığı ellerin, değerlerinibize ulaştırmaz mı? Bize kimsiniz sorusu so-rulduğunda verilecek cevabın tekliği ve sadeliğiiçinde dünya çocuklarının oyunlarının ortaklığınıgösterirsek çok mu hayretlere düşürürüz ki-milerini? İnsan olmanın tek ve önemli bir cevabıvarsa, bunu emek adaletinin biçimlediği yaşamabiçiminin kendisidir dersek, çok mu tehlikelioluruz birileri için?Hangi dilin gerçekliğini kuşanarak örülebilir ya-şamın kendisi, geçmişin dehlizlerinde acılarınadaletsizliklerin hesapsızca unutulması bizehangi kurgulanmış gerçekliği verir ve biz o kur-gulanmış gerçekliğin içinde hangi refleksleri gös-tererek yıkıcılığı bir mite dönüştürürüz ve kor-kularımız içinde, Gregor Samsa gibi sırt üstü de-belenmekten başkada bir şey yapabilir miyiz?Hrant Dink söylemlerinin kendisine baktığımızdavicdana değen her kelime insan samimiyetininsıcaklığıyla örüldüğünü görürüz. O sıcaklığıniçinde “bağışlayıcı bir hesaplaşma dilinin” bizimbugün ihtiyaç duyduğumuz dilin kendisi olduğunuda. Türk, Kürt, Ermeni ve diğer halkların birlikteyaşama koşullarını kendi kültürel değerlerindebarındırdığını söylerken ve bir olmanın tek ol-manın gerçekliğini bize dayatılan ırkçı söylem-lerle ve sistemin kendisi olduğunu ifade ederken,ifade edebilmenin değil asıl düşünmenin en-gellenmeye çalışıldığını bağırırken, bugününsöylemleri içinde biz halkları, hastalıklı bir halegetiren ve bu hastalıkla yüzleşirken geçmiş acı-

ları, tanıyıp, kabul edip, o acıların gelecekte tek-rarlanmaması için biz halkların kendimizle yüz-leşmesinin gerekliliğini ve bunun için üçüncüşahıslara parlamentolara gerek olmadığını vur-gularken, hep samimiyetine güvenerek insan-ların vicdanına değebilmiştir.Öteki olmak ötekinin ötekisi olmak hep zor ol-muştur. Bugün Alevilerin yaşadığı, Kürt halkınınyaşadığı, Ermeni halkının yaşadığı hep aynıkaynaktan var olan bir yaradır. Burada en önemlitehlike biz halkların birbirine karşı ötekileşme-sidir, yabancılaşmasıdır ki, var olan yarayı kan-grene çevirir. Hrant Dink’in bize öğrettiği şey,halkların bir yarası varsa tedavisinin de o halk-ların kendisiyle yüzleşmesinden sorunlarınkabul edilmesinden ve bağışlayıcı bir hesaplaşmadilinin geliştirilmesinden geçiyor. Halkların ya-rasına halktır merhem.

Hrant Dink yaşadığı cehennemi cennete çevir-mek için mücadele etti. Her haksızlığa her acıyayürekli bir duruş sergiledi ve hiç kaçmadı kendinihiç sağlama almadı. Doğruları bütün halklarındoğrularıydı içimizden biriydi arkadaşımızdı. Ofaşizmin, milliyetçilik illetinin batağına düşmedenbirlikte yaşamanın kılavuzu oldu bizlere. Şimdionun nezdinde vereceğimiz adalet mücadelesibirlikte yaşamın unsurlarını ortaya koyabilmekiçin önemli bir alan yaratmıştır bizlere.

Kendimize sorduğumuz her soru kaybettiğimizdeğerleri o değerlerin neden hedef gösterilip öl-dürüldüğünü anlamak için birer basamak ola-caktır kuşkusuz ve o basamakların sonuna gel-diğimizde her şey yerli yerine oturacaktır. Göre-ceğimiz, yüzlerimizde, ellerimizde yılların birik-tirdiği çizgiler olacaktır. Emeğim çizgileri olacaktır.

Şimdi Anadolu da o tedirgin güvercinler enter-nasyonal çalıyor ve yüreğimizde tüm ezgilerinsıcaklığıyla kuşanıyoruz düşlerimizi. Şimdiningüzel günlerine…

Enternasyonal çalıyordu

Hrant’ın güvercinleri

Anadolu’da

20-21_Layout 2 1/30/11 6:39 PM Page 2

Page 22: 1-10 Şubat 2011

Halkın Günlüğü 1-10 ŞUBAT 2011güncel röportaj22

1-Sendikanız hakkında kısa bir bilgi verebilirmisiniz? Türkiye Devrimci Spor Emekçileri Sendikası(SPOR EMEK-SEN) 2010 yılının Aralık ayındakuruldu. Sendikamız 12 Eylül faşizminindağıttığı devrimci ve demokrat sporcularınörgütü olan Amatör Sporcular Derneği’ninbirikimleri üzerine kurulmuştur.Türkiye’de spor denince akla futbol; futboldenince de akla parmakla sayılabilecek sayı-da elit futbolcu gelmektedir. Sermayeninuydurduğu bu sahte ortamda sporcularınörgütlenmesi ise gereksiz görülmektedir.Oysa trilyonlar kazanan elit futbolcularla,spor emekçilerinin genelini özleştirmek,sermayenin sınıf çıkarları gereği ortaya koy-duğu bilinçli bir propagandadır. Bu durumspor ve sporcu gerçeğini yansıtmamaktadır.Sporcuların gerçek durumundan yola çıkanve emeğin öncelikli değer anlayışını ben-imsemiş, şimdilik bir avuç spor emekçisisistemden kaynaklanan ve yüz binlercespor emekçisini içine alan spordakisömürüye son vermek amacıyla TürkiyeDevrimci Spor Emekçileri Sendikası (SporEmek-Sen)’ni kurduk.Günümüzde spor bir oyun, sporcular daoyuncu değildir. Oyun spora bir dizi kuralbırakmış, sermaye oyunun kurallarını vahşikapitalizmin rekabet ideolojisiyle kuşatıp,metalaşan bir spor sektörünü ortaya çıkar-mıştır. Spor çok açıktır ki, oyuna dayalı zemininiyitirerek katıksız bir işe dönüştürülmüştür.Spor, sosyal alan içinde bir eylem biçimiolarak ele alınmalı, sporcular da bu sosyalalanın içinde değerlendirilmelidir.Çalışma(emek) ile spor karşılaştırıldığındasporun bir iş kolu, sporcunun da emekçiolduğunun gerçeği ortaya çıkmaktadır. Oyunamacı kendinde olan, dış bir amaca hizmetetmeyen bir eylem biçimidir. Çalışma(iş)yaşamımızı devam ettirmek içinsürdürülmesi gereken bir çabadır. Sporcukesinlikle oyuncu değildir. Spor; sporcununekmek parasını kazandığı ya da kazanabile-ceği varsayımıyla tüm gününü bu alandakietkinliğe adamak zorunda bırakıldığı bireylem biçimidir. Kısa ve net olarak, “sporcu,mesleği spor olan kişidir”.Sporun kendi ken-dinin amacı olmadığı, aksine modern üretimtarzının bir sonucu olduğunu kavramak, biranlamda sporu kavramak demektir.Günümüzde sporcu,spor kurumlarındalisanslı spor yaptırılan veya bu iş yerlerindeçalıştırılan spor işkolundaki işçilerdir. İsteramatör, ister profesyonel sıfatlı olsun tümsporcular aynı işi yapmaktadırlar. Bu nedenletüm sporcuların sosyal güvenlik haklarıvardır. Ülkemizde profesyonel sıfatlı sporcularsigortalı ama sosyal güvencesiz; amatörsıfatlı sporcular hem sigortasız hem sosyalgüvencesiz çalıştırılmaktadır. Ayrıca sporda

güvencesiz çalıştırılan teknik direktör,antrenör, masör, malzemeci, hakem, gö-zlemci, saha komiseri, kaloriferci, elektrikçi,sağlıkçı v.b binlerce spor emekçisi bulun-maktadır.Sendikamız, tüm spor emekçilerinin sosyalgüvenlik sistemi içine alınması için mücadeleetmektedir..Durum böyleyken spor emekçileri düzeninegemenleri tarafından iş kanunununemekçilere sağladığı olanaklardan bile yok-sun bırakılmaktadır. Oysa ki; spor emekçileri çok ağır koşullardabedensel ve ruhsal olarak yıpratılarak adetayarış atına dönüştürülmüştür. Bu nedenlesadece iş kanunun sporculara uygulanmasıyeterli değildir.Kapitalizm insanları daha yüksek kapa-sitelere yönlendirmektedir. Rekabet ideolojisispora da damgasını vurmuştur. Sporcudanbekleneni modern olimpiyatların kurucusuBaron Coubertin; “Daha hızlı, daha yükseğeve daha güçlü” olarak özetlemiştir. İdolleşmişbir sporcu ya da takım, beklenen kapasiteyiortaya koyamadığı anda spor kamuoyununtepkisiyle karşılaşmaktadır. Durum böyleolunca verimliliği ve kapasiteyi arttırmayayönelik çalışmalar, bilimin de devreye girme-siyle sporda tam gün çalışmayı gerektirenözel uğraş alanı yaratmıştır. Bu anlayışıniçinde sporu zaafla, tereddütle, isteksiz yap-manın kesinlikle bağdaşır yanı kalmamıştır.Sporda en üst düzeydeki verimlilik yanirekor ya da şampiyonluk tek hedeftir. Buhedef sporcuya ne pahasına olursa olsunkazanmayı dayatmıştır. Sporcudan bedenselkapasitesini rasyonel ve temkinli kullanmasıdeğil, zorlaması hatta giderek vücudundakiyaşamsal rezerv kapasitesini devreye sok-ması istenmektedir. Spor yapmak, toplumsalverimlilik beklentilerine karşılık verebilmekiçin, kapasiteyi ve verimliliği en üst düzeyeçıkartmak demektir. Bunun karşılığı ise tamgününü spora vermektir. Spordaki kapasiteve verimlilik ilkesi, amatör, profesyonelayrımının aldatıcılığını ortaya koyar. Birsporcunun tam gününü spora verme zorun-luluğu maddi desteği zorunlu kılar. Sporcumasa üstünden destekleniyorsa profesyonel,

masa altından destekleniyorsa gizli pro-fesyoneldir. Amatörlük, centilmenlik bur-juvazi tarafından tarihe gömülmüştür.

Sözünü ettiğimiz gerçekler doğrultusundaspor emekçilerine yönelik özel bir spor işyasası çıkartılması Türkiye Devrimci SporEmekçileri Sendikası’nın birinci hedefidir.Sendikamız öncelikle “Spor İş” yasasınıçıkartılması için mücadele edecektir.

2- Stad açılışında yapılan protestolar sonrasıAdnan Polat, başbakan ve AKP’li vekillerdengelen açıklamaları nasıl değerlendiriyorsu-nuz?

Protesto sonrası yapılan açıklamalar tekkelimeyle utanç vericidir, ülkemiz adınautanç vericidir, ülkemiz sporu adına utançvericidir. AKP’li bakanların ve bürokratlarınağzından, koskoca bir camianın taraftarlarınaağıza alınmayacak hakaretler ve küfürleredilmiş, sporseverlere dönük adeta bir cadıavı başlatılmıştır. Halkın parasıyla yapılanArena stadı, AKP’nin ve Başbakanınbabasının malıymış gibi sunulmuş, Camiaüzerinde bir şantaj konusu haline getirilmeyeçalışılmıştır.

Şantaja boyun eğen Adnan Polat, alnındanöpmesi gereken binlerce Galatasaray’lıprotestocu sporseveri provakatörlük ilesuçlamış, 200-300 kişilik sızma gruplarınişi olarak kamuoyu gözünde yaşananprotestoyu marjinal göstermeye çalışmıştır.

En küçük bir şiddet içermeyen budemokratik tepki karşısında iktidar ve yan-daşlarının tavrı, aslında nasıl bir ülke vetoplum istediklerini de açık biçimde göster-mektedir.

3- Sendikanızın yakın zamanda bir eylemioldu. Bu eylemde vermek istediğiniz mesajneydi, hedefine ulaştı mı?

Biz devrimciyiz. Yaşanan gelişmelere baktıkve bu korku imparatorluğunu kuranların,iktidarları, icraatlari vb. her şey için dokunul-mazlıklarını ilan etmeye çalıştığını gördük.“Sultan Tayyip nasıl protesto edilebilirdi!”Dedik ki; “Başbakan’a tepki çıkmaz ise buülke gerçekten biter!”

Sendikamız Taksim’den Galatasaray Lisesi’ne

bir yürüyüş ve yaşananları ıslıkla protestoiçin çağrı yaptı, binlerce sporsever ve AKP’nin8 yıllık icraatlarından bıkmış halkımız, tep-kisini gösterdi. Eylem gazete manşetlerinetaşındı, kamuoyunun gündemine giren etkilibir eylem oldu. Diktatörlük heveslilerine“Kimse şah değil, padişah değil” mesajı enkuvvetli şekilde gönderildi.4- Yapılan eylem sonrası sendikanıza vetaraftarlara karşı Başbakan ve AKP’li ve-killerin yapmış olduğu açıklamalara ilişkindüşünceleriniz nedir?Eylem sonrası en dikkat çeken açıklama

yine Başbakan’dan geldi. Eylemin belli birsiyasi parti tarafından organize edildiğini,top görsek bomba diye karakola götüre-ceğimizi, ilan etti.Biz Başbakan’ın hep emekçilerin kalesinegol atmaya alıştığından, kendi kalesine girenbu golü çıkarmak için çırpınmasını gülerekseyrediyoruz. Açıklamalar giren golü çıkarmatelaşının ürünüdür, fakat işten geçmiştir.Emekçilerin hanesine 1 puan yazılmıştır.Ayrıca bir kez daha sizin vesilenizleBaşbakan’ın yaptığı bu açıklama sonrasıSpor Emek-Sen’in açıklaması:Sendika Başkanımız Metin Kurt’un dahaönce milli forma ile sahalarda futbol oy-narken gördüğü yuvarlak meşin şeyin neolduğunun tespiti için en kısa sürede, enyakın karakola başvuracağını, oradan birsonuç alınımaz ise Başbakan’ın bilirkişiheyeti oluşturmak suretiyle kendisineyardım etmesini talep etmektedir.

Arena Stadı’nda yaşananprotestolar sonrası birçok kişive kurumdan çok farklı açık-lamalar yapıldı. Yaşanangelişmelere ilişkin konununmuhataplarından olan SporEmek- Sen ile yaptığımız rö-portajı sizlerle paylaşıyoruz

Sporda da susmayacağız, sinmeyeceğiz!

En küçük bir şiddetiçermeyen budemokratik tepkikarşısında iktidar ve

yandaşlarının tavrı, aslın-da nasıl bir ülke ve toplumistediklerini de açıkbiçimde göstermektedir.‘

22-23_Layout 2 1/30/11 9:49 PM Page 1

Page 23: 1-10 Şubat 2011

Bizim Sosyalizmimizde... (I)ELEŞTİRİ SİLAHI

1-10 ŞUBAT 2011 Halkın Günlüğü güncel haber 23

f

f

emrah cilasun

Hapishanelerde artan tecrit zulmü ve hak gasp-larına karşı bir araya gelen, İnsan Hakları Der-neği (İHD) İstanbul Şubesi, Tutuklu ve HükümlüYakınları Birliği (TUYAB) ve Tutuklu AileleriDerneği (TUAD) Taksim’de bir açıklama yaptı.

Taksim Tünel’de toplanan İHD, TUYAB ve TUADüyeleri, “Hapishanelerde tecrit, işkence, baskıve ölümler sürüyor” yazılı pankart açarak, Tak-sim Medya’nına doğru yürümeye başladı. Kitleyürüyüş Boyunca, “İnsanlık onuru işkenceyiyenecek”, “İçeride dışarıda hücreleri parçala”,“Devrimci irade teslim alınamaz” sloganları attı.

Meydana gelindiğinde İHD İstanbul Şube Baş-kanı Abdulbaki Boğa kurumlar adına açıklamayaptı. Tekirdağ 1 ve 2 Nolu F tipi hapishanelerindemüdürlerin emriyle, tutsaklara yönelik işkenceve tecrit politikalarının son safhaya geldiğinedikkat çeken Boğa, hapishanelerde siyasi tut-sakların yok edilmek istendiğini ifade etti.

Boğa, arama ve sayım adı altında hücrelere gi-rilerek tutukluların darp edildiğini, sağlık hak-larının engellendiğini, sevkler sırasında kötümuamele ve işkenceye maruz kaldıklarını ha-tırlatarak şunları ifade etti: “Arama ve sayımadı altında hücrelere girilerek mahpuslar darpedilmekte, eşyaları kullanılmaz hale getiril-mekte, yazılı özel eşyalarına el konulmaktadır.Sağlığa erişim hakkı, ayları bulan sevkler so-nucu engellemekte, üçlü protokol gereği ke-lepçeler çıkarılmadığından muayene ve tedaviyapılmamaktadır. Ölüm sınırında olan hastamahpusların tedavisi düzenli yapılmayarak,emir komuta zincirindeki bürokratik zorluklarlaadeta ölüme mahkum edilmektedirler. Mah-puslara sıcak su verilmediği gibi, verildiğindeise 5-10 dakikayı geçmemekte. Özellikle çok

soğuk havalarda kalorifer yakılmadığından,hastalıklar artmaktadır. Sevklerde çırılçıplakaramalar dayatılmakta, hastane ve mahkemeyegidiş-gelişlerde ise onursuzca aramalar rutinişkenceye dönüştürülmüştür. Dönem dönemmahpuslar tehdit edilerek süngerli odaya gö-türülmekte. İstek dışı sürgün sevklerle baştamahpuslar olmak üzere, aileleri ve yakınları

da mağdur edilmekte. Ağır müebbet hüküm-lülerin havalandırma saatleri, Tekirdağ 1 ve 2Nolu F tipinde 1 saat olarak uygulanmakta.Ölünceye kadar hücrede yaşayacak olan ağırmüebbet hükümlüler açısından adeta tüketicibir ortam yaratılmakta.” Basın metninin okun-masından sonra kitle slogan ve alkışlarla eylemisonlandırdı.

ÇHD 2010 raporunu açıkladıÇağdaş Hukukçular Derneği İstanbul ŞubesiHapishane İzleme Komisyonu 2010 raporunubir basın toplantısı ile açıkladı. Yapılan basınaçıklamasına 13 yıldır hapishanede bulunansiyasi tutsaklardan Hüseyin Durmaz ve ÇHDavukatları katıldı. ÇHD tarafından yapılan basıntoplantısında konuşan Hüseyin Durmaz , dev-rimci-komünist tutsakların F Tipleri’nde kim-liğinden, kişiliğinden soyutlanarak teslim alın-maya çalışıldıklarını belirterek, tecride karşımücadelenin gerekli olduğunu ve tüm devrimcitutsakların serbest bırakılmadan toplumun öz-gürleşemeyeceğini belirtti.

Daha sonra söz alan avukat Oya Aslan ise, ha-pishanelerde yaşanan hak ihlallerine ve iş-kencelere değindi. Özellikle son dönemlerdeTekirdağ F Tipi Hapishanesi’nde yaşanan iş-kencelerin yeni bir Engin Ceber olayının ya-şanmasından endişe duymalarına neden ol-duğunu ifade etti.

Oya Aslan’dan sonra söz alan Av. Gülbin AydınÇHD 2010 yılı raporunu okuyarak kamuoyu ilepaylaştı. “Tecritin olumsuz etkilerini ortadankaldırmak için yürürlüğe giren 45/1 sayılı Sohbethakkını düzenleyen genelge, tam ve amacınauygun olarak uygulanmalıdır. F tipi ceza infazmodelinin kişilerin fiziksel ve psikolojik olaraksağlıklı gelişimlerinin önünde engel olantecrit/tretman modeli terk edilmeli ve hapishaneidarelerinin mevcut yasal düzenlemeleri deaşarak bu sorunun ağırlaştırılması engellen-melidir.” ifadelerinin yer aldığı ÇHD raporunda,son yıllarda tecritin had safhaya çıkarıldığı vesiyasi tutsakların yaşamlarından endişe edilecekboyutlara gelindiğine vurgu yapıldı.

Tecrit zulmü giderek derinleşiyor

eçenlerde, Mesele dergisininönümüzdeki Şubat ayında çı-kacak olan sayısı için heykeltraşMehmet Aksoy’la (hani şu ucu-be heykeli yapan) bir mülakat

yaptım. Soru-cevap boyunca, “bizim sosya-lizmimiz, şu mevcut düzenden sanat konu-sunda da temelden nasıl farklı olacak” sorusukafamı kurcalayıp durdu. Mülakatın ardındanbu sefer başka bir husus canımı sıkmayabaşladı. Teybi kapatıp, derin bir sanat-sos-yalizm sohbetine dalınca, yıllardır TKP gele-neğinden gelen Aksoy’un, sanat ve sosyalizmeilişkin düşüncelerinin, özünde, evvelden benimde yıllardır savunduğum fikirlerden farklı ol-madığını gördüm ve utandım.Nasıl oluyordu da, yıllardır Sovyet revizyo-nizminin çizgisinde olan Mehmet Aksoy’la,benim gibilerinin eski fikirleri aynı paralel debuluşuyordu? 5 Şubat’ta, Avrupa Demokratik Gençlik Ha-reketi’nin davetlisi olarak katılacağım YılmazGüney Festivali’ne sunacağım tebliğde buve buna benzer sorunları irdelemeye çalıştım.Bir kısmını daha şimdiden paylaşmak iste-rim:Arkadaşlar, şimdi biraz da, geçmişle bağıiçersinde, bugün, sanata nasıl bakmamızgerektiğine ilişkin huzurlarınızda sesli dü-şünmek istiyorum. Komünist hareketin ta-rihçesinde, özelliklede sosyalist iktidar tec-rübelerinin yaşandığı Sovyetler Birliği’nde veKızıl Çin’de, toplumun devrimcileştirilmesi

ve devindirilmesinde, muazzam devrimci de-neyimler, muazzam kazanımlar elde edil-miştir. Bunları, tek tek burada sayacak değilim.Bu sosyalist iktidar tecrübelerinde yenildi-ğimizde bir gerçektir. Yenilginin nedeni, dı-şarıda değil içeridedir. Sosyalist toplumun,bağrında daha hâlâ eski toplumsal ilişkileritaşıması, yeni bir burjuvazinin doğmasınaimkan tanımaktadır. Dolayısıyla yaşadıkla-rımız, bu burjuva sınıfla proletarya arasındakiçatışmanın bir sonucuydu. İyi ama, bizimhiç mi kabahtimiz yoktu? Hiç mi hata yap-madık? Kuşkusuz yaptık. Fakat bunlarındatümünü burada sıralamam mümkün değil. Herhalükarda, 1871 Paris Komünü ile başa-layıp, 1917 Ekim Devrimi, 1949 Çin Devrimiile devam edip, 1966 Büyük Proleter KültürDevrimi ile en ileri noktaya varan ve maalesef1976’da, Çin’deki karşı devrimci darbeyle ne-ticelenen komünizmin birinci evresi kapan-mıştır.Bugün, iki şeyi söyleyemeyiz. Birincisi, ‘geç-mişte yaptıklarımızın tümü doğruydu” di-yemeyiz. Bu doğmatizmdir. İkincisi, ‘geçmiş-teki herşey, çok ama çok kötüydü, bundansonra, artık bizim proletarya diktatörlüğümüzolmayacak” deyip, burjuva demokrasisininçiçeklerinden bir sosyalizm bahçesi kura-mazsınız. Geçmişin hatalarından kopulmasızaruridir. Ben, sanatla bağı içersinde işte buhatalara değinmek istiyorum. Zira, bu hatalar, bir gen misali, komünist harekette, nesildennesile, aktarıla aktarıla bugünlere gelmiştir.

Sırtımızdaki önemli kamburlardan bir tanesi,gerçek/doğru meselesidir. Uluslararası Ko-münist Hareket’te, önemli ölçüde, gerçeği vedoğruyu kendi tekelinde gören, ona sınıfsalbir boyut katan, epey hatalı bir anlayış söz-konusuydu. “Sınıf kökenin işçiyse, tamam,yırttın. Senin uğraş gösterdiğin her alanda, yaptığınherşey proleter köklere sahiptir ve doğrudur;şayet, anan-baban burjuvaysa, yandın. Biliminsanıysan, sanatçıysan, entelektüelsen,senin sınıf karakterin icabı, doğruya vegerçeğe varman, mümkün değildir. Unut!”şeklinde karikatürize edebileceğimiz bir anlayış, birçizgi mevcuttu. Oysa, değişik sınıflara göredeğişik gerçeklik ve “doğrular” yoktur. Birtek gerçeklik vardır. O da, objektif gerçeğinta kendisidir. Proletarya’nın, sınıf olarak, top-lumun karakterini gizleme ihtiyacı olmadığıiçin, diyalektik ve tarihi materyalizm, onun,temel çıkarlarıyla uyuşur; fakat bu, “gerçeğinsınıf karakteri olduğu” anlamına gelmez.“Gerçeğin sınıf karakteri vardır” dediğinizanda, burjuva düşünürlerden, hatta ne burjuvane de marksist çevreye dahil olmayan dü-şünürlerden, “benim, birşeyler öğrenmemegerek yok” demiş olursunuz. Haliyle, sanatmeselesine de böyle yaklaşmanız kaçınıl-mazdır. İşte size bir örnek. Siz daha iktidara gelmeden,Orhan Pamuk’u, yanlışları ve doğrularıylatahlil etmeyip, işin kolayına kaçıp, “burjuva”,

“emperyalizmin ajanı” diye itham ederseniz,düşünün, iktidara geldikten sonraki haliniznice olur? Tabii, hal böyle olunca, Benim AdımKırmızı’nın, Kar’ın, Türkiye toplumunu nasılanaliz ettiğini ıskalamış olursunuz. Türki-ye’deki yapısal değişimin, sınıfları, özellikleşehir küçük burjuvazisini nasıl zorladığını,değişim ve dönüşümün nasıl çelişkilerle ol-duğunu gösteren yapıtların, sizin açınızdanhiçbir anlamı olmaz. “Eh, ne de olsa emper-yalizmin ajanı!” deyip, kestirip atarsınız.Oysa, kendinizi, bir anlık Lenin’in yerinekoyun. 1800’lerin sonlarında, Çernişevski’ninRusya’sına gidin. Nasıl Yapmalı romanındaki,küçük burjuvazinin düşün dünyasında ya-şadığı çelişkileri ve bütün bir toplumun za-vallılığını görmemezlikten gelin. Ne olurdu?Herhalde, Çernişevski’nin Nasıl Yapmalı’sın-dan etkilenip, Ne Yapmalı’yı yazan bir Leninolmazdı. Şimdi, “gerçeğin sınıf karakteri vardır” diyenanlayışı, bir de sosyalizm şartlarında; sanat,bilim ve entelektüel camia ile ilişkisi açısındanbir düşünün. Güç sizde! İktidar sizsiniz!Ne yapacaksınız? Geçmişin hataları değil,doğruları üzerinde yükselerek, bugüne dairyeni bir şey söylemeniz lazım. Çünkü, geç-mişin sadece doğruları bile bugünün derdinedeva olamaz. Sorumuza geri dönelim. Yenibir komünizm anlayışımızla, iktidara gelme-den evvel ama özelliklede iktidara geldiktensonra, sanatçıları, entelektüelleri, bilim in-sanlarını ne beklemektedir?

G

Hapishanelerde tecrit, işkence, baskı ve ölümler sürüyor diyerekeylem yapan tutuklu ve hükümlü yakınları tecritin kaldırılmasını vesiyasi tutsakların özgürlüklerine kavuşması gerektiğini vurguladılar

22-23_Layout 2 1/30/11 9:49 PM Page 2

Page 24: 1-10 Şubat 2011

Di navçeya Bedlîsê Mûtkiyê de mezerê kom-darîyên gerîllayên PKKê û yên gundiyên fe-qîrê Kurd derxistin rastê.Di sala 1990 î desedema polîtîkaya dewletê a qetilkirinê he-zaran mirov di malên wan de hatin revandin, li wan îşkence hatin kirin û hatin infazkirin.Ew mezerê komdarî ku sergoyê Mûtkiyêde hatin vedan yên gerîllayên PKKê û gun-diyên Kurdê vê demê bûne.Di sergoya Mût-kiyê de kolandina du cîhî de ,heta vê demêhestiyê 18 mirovan hate derxistin. Lê belêxebatên kolandinê dane rawestandin.ÎHDşaxa Mûşê ji bo berdewamiya xebata, bi

serdozgerê komara Mutkiyê re hevdîtinekdanî.Hêladin jî pey van xabatê ku dane ra-westandin,nûnêriya ÎHDê a Bedlî sê ji bo kuxebat aktîf bidomin wê heyetekî avabike.Di Çemîşgezekê de kolandina veşartîDi Çemisgezekê de di sala 1997an de 19hev gerilayên PKKê yên jiyana xwe destdabûn,ku bi komdarî hatibûn definkirindiyar bû. Malbata 2 gerillayan jî ji bo xebatakalondinê, serî serdozgerê komara Çemiş-gezekê xist .Hate xuyakirin ku cîhê mezerêkomdarî kolandina wan bi kepçê ve hatiye

kirin.Tê diyarkirin ku di sala 1997an de dimeha Avrêlê de di herêma Elîboxazê deşer pêk hat.Gerîllayên ku vî şerî de jiyanaxwe dest dane mezerê wan di vir de ne .Jibo ku wan mezerê komdarî derxin, malbatênwan serî dozgeriyê dan.Malbatên wan cîhêku ji bo mezera hatine diyar kirin di vê derêde lêkolîn dikin û ji bo revandina naaşêwan endîşê xwe tînin ziman.Di Tabûra Derecîkê de kolandinDi Colemêrgê navça Şemzînanê de di sala1994an de 12 notirvan hatin kuştin û Tabûra

Derecîkê de hatin çalkirin.Bi girêdayî van nû-çeyên ku ketin rojevê malbatên wan serîdozgeriyê dan û xwestin cîhên ku hatin nî-şandan de bila kolandin bê kirin. Kolandin bihevaliya 2 şahidên veşarî ve di du cîhêncuda de hatin kirin.Dawiya xebatên 2 saetatu tiştek derneket.Pey van kolandina parêzerMehmet Ekîcî daxuyaniyek kir û waha got’’bigirêdayî îfadeya ku şahidên veşarî dane gi-rêdayî van nasnameyan gumanbaran hatedestnîşankirin.Gihaneka lêpirsî nê berdewamdike. Gumana min ewe ku der heqê wan gu-manbaran de lêpirsîn bibe û doz bê vekirin.’

Di mezerên komdarî de dewlet dipijiqeGelek dewletê başvemayî bi zordariya malbatan, sa-ziyên şoreşger û demokratîk ve hinek mezerên kom-darî vekirin û hezaran mezer jî heviya vekirinê ne.

g

Di Mûtkiyê de xebatên kolandinê dane rawestandin

Rojaneya GelRojaneya GelRojaneya Gel

Z orbazên feodal û burjuva , gelên kuaîdê neteweyên cuda û nasnameyacuda li ser vê cîhanê dijîn, li ser van

zordariyê dikin û ji bo berjewendiyên xweşerên nû dan destpêkirin,welatan dagirkirinû ji bo quweta xwe şunê bêhêlin hemû cudatîû dijberîtî dan winda kirin.Ji Viyetnamê heya Îrlandayê, ji Bosna Hersekêhaya Kolombiyayê, ji Îspanyayê heya Arjantînê,ji Nîjeryayê heya Kenyayê ji Hîndîstanê heyaElmanyayê,ji Polonyayê heya Îraqê Îranê ,erd-nîgariya ku em tê de dijîn ango heya Tirkiye-Bakurê Kurdistanê hemû welatên li ser cîhanêde kesayetî û laşên ku cîhên tê de ku dixwazinwerên winda kirin mezerê komdarî ne.Mezerê komdarî parçeyeke palîtîkaya windabûnê ye, yên ku li hember pergalê dibin tehdîtjî jiyana wan de xala rawestandinê ye.Mezerênkomdarî bi awayekî din navê qetilkirina kom-darî ye.Ji ber vê yekê ye ku piraniya cîhanêde xencî yên ku hatine tespît kirin bilî vanzêdetirê van mezeran jî cîhên wan ne diyarin.Hundirê van mezerên komdarî ku bi destêpergala başvemayî ve hatiye çekirin de ; gelênbindest yên aîde neteweyên cuda û kesayetiyaetnîk, gelê wî yî ku di nava tinebûnêda dijî,welatparêz, şoreşgerê ku têkoşîna felatbûnêrêxistiye û di hundirê van mezera de ne.Di welatê me de zordarên feodal û burjuva

gelên ku aîdê neteweyên cuda û nasnameyacuda ye, li ser wan zordariyê dikin, ji bo ber-jewendiyên xwe quweta xwe şunê bêhêlinhemû cudatî û dijberîtiya nava metoda şerênqirej de winda dikin.Êrişên windakirinê bi metoda revandina bizorê, windakirina bin çavan de, înfaza bê da-rizandin ve çêdikin.Evê jî têra dewletê ne kirdorê re ji bo ku civakê bitirsîne ew mirovênku qetil kiriye bi veşartî hinekên wan lib bilib hinekên wan jî bi komdarî defn kirin.Malbatawan mirovan tu carî ji van xeberek hilnedan.Diwelatê me de jî ev metoda ku li hember tev-gerên şoreşger û welatparêz pêk tên rêçawan dertê rûyê rojê.Di dema dawî de civakêzordarî da ser dewletê,mezerên komdarî yênku ne hatin veşartin û Dêrsimê,Bêdlîsê û yênŞirnexê yek bi yek dan vekirin.Wexta ku mezer hatin vekirin ji aliyê rayedaranve daxuyanî ne hatin kirin. Di welatê me de jîwek cîhanê de sedema van mezera pergalabaşvemayî ye.Vê pergala berpirsiyara hewa-leyên çend burokrat û leşkerên rêveber dikeû xwe derdixe paqijiyê.Di welatê me de dewletê êriş bir ser Kurd ûErmeniyan.Sedemê van êrişan tê zanîn ku liAmedê, li Şirnexê, li Colemêrgê,li Bedlîsê liZîlan û Dêrsimê de sedan mezerê komdarîhenin.

Rastiya dewletekî,mezerên komdarî

24_Layout 2 1/30/11 7:06 PM Page 1