Post on 19-Nov-2021
1
ŞAİRİNİ ARAYAN
ŞİİR KİTABI
Mehmet Harputlu
2
Ufka Varan Yollar Geçer İçimden
Ufka varan yollar geçer içimden Dilekler ki buğu olup yükselir
Uzayan türküdür boşluğu delen Masal dünyasından sökecek fecir
Ben yırtılmış bir kitabın son kalan parçalarıyım.
Kırk sayfa kadarı kalmış arta kalan kısmı kaybolmuş bir
şiir kitabı. Bir savaş gazisi. Bir meydan muharebesinde
kolunu bacağının tekini, gözünü ve kulağını kaybetmiş son
demlerini yaşayan eski bir asker. Tamamen yok olsaydım
daha iyiydi, arta kalan birkaç şeyden ne olacak, bundan
sonrasını nasıl yaşarım diyemem. Ama hiç değilse hafızam
yerli yerinde dursaydı. Hiç değilse adımı ve beni yazan
şairin adını hatırlayabilseydim ne vardı.
Adları ve soy kütükleri belli, kendinden olanları sonrakileri
ve daha sonrakileri bilen bir adam yapayalnız kalmış çürük
hasta kimsesiz ölümü bekleyen birinin hâlinden ne anlar. O
küçük mutluluklarının içinde başkalarını düşünemeyecek
kadar meşguldür. Bir gün kendinin de yok olup gideceğini
bile unutur çoğuz zaman.
Biz kitaplar da öyleyiz. İsmi belli, yazarı çok bilinen
kitaplar kütüphanelerin en mutena köşelerinde yer alırlar.
Onları herkes tanır. Parlak renkli ciltlerinin içinde yokluk
kendilerini buluncaya kadar etraflarını mağrur ve
umursamaz bakışlarla süzerler. Bilinmek ve tanınmak
3
varlık sebepleridir ne de olsa. Bilindikçe ve tanındıkça var
olur, varlıklarını sürdürürler.
Kim kime hayat vermiştir bilemem. Yazarlar ve şairler mi
kitapları var eder, kitaplar mı yazarlarını ve şairlerini var
etmiştir bir türlü emin olamam. Neden bazıları bilinir de
bazıları unutulur gider. Hiç olmamış gibi kaydı olmaz. Ha
yokluk ha o, nasıl böyle bir ayrışma gerçekleşir bilemem.
Ama biz kitapların mutlaka iyileri, daha iyileri, en iyileri,
çok, çok iyileri vardır. Yok olup gitmekle tanınmak,
bilinmek ve böylece varlığını devam ettirmekte ki ayrım
burada mıdır? Onu da bilemem.
Bazıları öyledir bazıları benim gibi. Yırtılır, parçalanır,
dağılır. Ne tanıyan çıkar, ne bilen. Ne adını bir yerde anan
kalır, ne de iyi veya kötü diyebilecek kadar kayda değer bir
tarafı. Mutlaka ilk doğum anı öyle değildi. Kim bilir hangi
sancılar, hangi uzun hayaller, hangi meşakkatlerden sonra
ortaya çıkar bir kitap. Ve onu yazan tarafından ilk eline
alındığı zaman ne sevinçler, ne heyecanlar, ne tarifi ve
tavsifi mümkün olamayacak bir mutluluk dalgası birinden
diğerine geçer. Biri diğerini var etmiştir diyemeyeceğimiz
bir andır o. Her biri varlık sebebini bir diğerine borçludur.
Biri olmazsa diğeri de olmayacaktır.
Ama ne yazık ki ben bunları bile hatırlayamıyorum.
Şairimin adı da hangi yılda nerede basıldığım da
diğerlerinden ayırt edici diğer bilgilerin hiç birisi de yok.
Kalan sayfalardaki şiirlerin bazılarından geçen sulh,
istiklal, hür gibi kelimelerden ikinci dünya savaşı yıllarında
basıldığı tahmin edilebilir ancak. Bir adım sonrasında
4
şairin birinci dünya savaşından hemen sonra dünyaya
geldiği, savaş yıllarının açlık ve yokluğunu çektiği, o
yıllarda çok da iyi bir eğitim görmediği, Anadolu’nun ücra
bir şehrinde mesela Erzincan’da yaşadığı, hatta bu şiir
kitabını da orada bastırdığı tahmin edilebilir.
Bütün bunlar tahminden öteye geçmez. Sadece bir
tahmindir sonuçta. Belki akademik kurumların veya
devletin resmi kayıtlarının tutulduğu yerlerde izi
sürülebilir. Belki nüfus idarelerinin kalın, tozlu ciltlerinin
kayıp sayfalarının birinde, belki içinde farelerin cirit attığı
rutubetli arşiv odalarının birinde kaydına rastlanabilir.
Ama neye yarar ki? Kaderi unutulmak olan bir kitabı ancak
insanlık için olmazsa olmaz bir önemi olduğuna inanırlarsa
bu kadar derin bir araştırmaya giderler. Aksi takdirde son
kalan parçalarımın lisanı hâliyle anlatmaya çalıştığı gibi ey
yolcu, şöyle bir göz atıp geçebilirsin, bana acıman bile abes,
bu yeryüzünden o kadar çok şey gelip geçti, o kadar çok
şey unutuldu, bilinmedi ki bunun diğerlerinin yanında
esamisi bile okunmaz, diyeceklerdir.
*
5
Bilirim Alnımda Başlar Sonsuzluk
Bir şeyler ki bunlar belki de masal
Rengin ötesinde boşalır oluk Altın kapısını açmada hayal
Bilirim alnımda başlar sonsuzluk
İnsanlık için önemi olduğuna inanmak mı dedim? Buna kim
nasıl karar verebilir ki? Her insan kendi kişisel tarihinin
peşinde koşuyor. Her birisi evrenin merkezi kendisi
olduğunu zannediyor. Ama insanlık tarihi için, bir kehribar
kalıntısının içinde on binlerce yıl bozulmadan kalabilen
sivrisineğin kanındaki DNA’nın önemi yok mu? Fırtınaları
belirleyen kelebeklerin kanat çırpışı değil mi? Günlük
hayatın koşuşturması içinde saplantılarının kölesi bir insan
zihni neyin önemi olduğuna nasıl sağlıklı bir karar
verebilir ki?
Kitapların insanoğlundan üstün bir tarafı var. Nankör
değiliz. Ama insanoğlu ne yazık ki nankör. Vazgeçemediği
konforuna uygarlık dediği için nankör. Uygarlık adına
sahip olduğu ne varsa kitaplar sayesinde sahip olduğunun
farkında olmadığı için nankör. Kitaplarla eskiden beri
arasının iyi olmamasına rağmen sanki son dönemlerde
artık kitaplara ihtiyacı kalmadığını zannettiği için nankör.
Üzerinde yazı olan her kağıt parçasının artık maddi bir
varlık olmaktan çıktığının, uzaklardan haberler getiren elçi
gibi olduğunun farkına varamadığından nankör. Nihayet
6
böyle beni elsiz ayaksız, orada burada atılmaya mahkum
ettiği, hafızamı ve geçmişimi kaybettirdiği için nankör.
Sonuçta biz nankör değiliz insanlar nankör de olsa birimiz
diğerinin parçası veya eseri veya sebebi veya varlık şartı
olduğu için birbirimizden farkımız yok. Onları da bizi de
var eden hafızamız. Onlar da biz de bir taşıyıcıyız sadece.
Görevimiz öncekilerle sonrakiler arasında köprü
kurabilmek. Belki o köprüden başka bir işlevimiz
olmadığını anlayabilmek için de kitapların insanlara
insanların kitaplara ihtiyacı var. Onlar da bizim gibi
hafızalarına yazılmış olanları hatırlayıp tekrar etmekten
başka bir şey yapmıyorlar.
Onlar da farklı sınıflarda yaşıyor bizler de. Onlar da sakat
kalıp eksiliyorlar bizler de. Onlar da unutulup gidiyor
bizler de. Biz onlar unutulmasın diye çabalıyoruz, onlar
bizimle hatırlansın diye kendilerini parçalıyor. Ama sonuç
değişmiyor. Bazıları hiç olmamış gibi unutulup gidiyor.
Ben bu son gruptanım. Onlardan bir tanesiyim. Nerede
nasıl var olduğumu hatırlamadığımı söylemiştim. Ama yine
de hatırladığım o kadar çok şey var, tanık olup da
unutamadığım o kadar olay yaşadım ki, say deseniz, anlat
deseniz uzun yıllar sürer anlatmam.
Uzun yıllar önceydi, kendimi hatırlayabildiğim ilk yer ikinci
el kitaplar satan bir dükkânın bir köşesine yığılmış
hemcinslerimin arasında tozlanıp, küflenip beklediğim
yerdi. O yerleri bilir misiniz ne kadar hüzünlüdür. İlk
bakışta değersiz şeylerin atıldığı bir ambar gibi görünürler.
Her şey düzensiz karmakarışıktır. Eski kitapların
7
üzerinden ticaret yapanlar, bir gün bir meraklısı gelir,
alırsa üç beş kuruş eder diyerek ellerinde tutar, onları
herhangi bir şey gibi biriktirirler. Kitaplara öncelikle
kendileri değer vermez. Düzenleyecek, tertipleyecek,
arandığı zaman bulunacak bir tasnifi bile gereksiz görür
öylesine atıverirler. Atılıvermiş, gelişigüzel yığılmış
kitapların altından biri çekilince diğerleri niye bana
bakmıyorsun sanki der gibi kendilerini kirli zeminin
üzerine bırakıverir. Kopuk sayfalar birbirine karışır. Biri
diğerinin yıpranmış cildinin içine saklanır. Diğeri bırakın
beni yalnız başıma ölmek istiyorum der gibi uzak bir
köşeye siner. Ama bütün bunlar şikâyet gibi anlaşılmamalı.
Sonuçta bir kitap için sahaflar kürkçü dükkânı gibidir. Eğer
kitap bir sahaf dükkânında velev atılmış, yığılmış,
kümelenmiş, biriktirilmiş de olsa asli vatanında sayılır.
Hemcinsleriyle beraberdir. İçeriye mutlaka meraklısı
girecektir. Bir kitap için kendi türünün meraklısıyla
buluşmak mutluluk kaynağıdır. Hep bu ihtimalin
gerçekleşmesi için sessiz ve mütevekkil bekler. İyi bir
bekleme yeridir sahaflar.
Asıl şikâyet edilecek yerler bitpazarlarıdır. Bir kitap için
bitpazarında satılmak kötü yola düşmek gibi bir şeydir.
Oralarda insanların bazılarının artık ihtiyaç duymadığı her
türlü eşya yine onlara ihtiyaç duyabilecek bazı insanların
eline geçmesi için yerlere serilmiştir. Bir insan
kullanılabilir bir eşyaya niye ihtiyaç duymaz, neden iki
plastik kap veya bir deste çamaşır mandalıyla değişir ki?
Elbette en yakın neden o insanın artık ölmüş olması, geride
kalanların ise o eşyaya bir miras değeri vermemesidir.
8
Neler olmaz ki orada, hani iğneden ipliğe derler ya, tam da
öyle akla gelebilecek her türlü eşya vardır. Hepsi kırık
dökük, hepsi eski, hepsi paslanmış, boyaları dökülmüş,
insanın şöyle ayağının ucuyla itivereceği şeylerdir.
Bitpazarları çöplüklerin bir üst sınıfıdır. Bir kitap için
bitpazarında satılmak çöplüğe atılmakla eşdeğerdir.
Kırık plakların, tuvalet kapaklarının, sapsız bir çekicin, eğri
paslı çivi kümesinin, bozuk bir saatin, kırık bir masa
ayağının, sırı dökülmüş çay demliğinin, çatlamış bir
süzgecin, tek kolu kopuk bir makasın arasında durmak
nasıl aşağılayıcıdır bilir misiniz? Kitaplara içinde zerre
kadar saygı duyan birinin o manzara karşısında
gözyaşlarına boğulması gerekir.
Öyle olmaz. Hani meraklısı dedik ya gariptir, oranın da
meraklıları vardır. Onlar herhangi bir kitap aramazlar,
aradıkları şey, sonradan para edecek, ucuz herhangi bir
kitaptır. İster felsefe olsun ister magazin dergisi, ister dini
bir eser olsun isterse çizgi roman ne varsa ilgi alanlarına
girer. Onlar için sadece kaç para olduğudur önemli olan.
Biçtikleri değer de kitabın elinin yüzünün derli toplu
olmasına, sayfalarının yırtık olup olmamasına, çok olup
olmamasına göre değişir. Bunlar aslında orada satılan
kitapların ölen birisinden kaldığını, miras kabul edilmediği
için üç beş kuruşa hurdacıya devredildiklerini bilir. Orada
kitaplar kelimenin tam anlamıyla ölüler kitabıdır.
Ölümden büyük ibret mi olur? Nerede ibret alacak göz diye
sorarsanız haklısınız, pek de çıkmaz, kendisi de bir ölüler
kitabı olarak bir başkasına devretmek üzere oradan aldığı
9
kitapları koltuğunun altına sıkıştırıp evinin yolunu tutar.
Onun dilinde o günün ifadesi şudur; “iyi düşürdük” Evet, o
düşürmüştür, bitpazarına düşen biz kitaplar ise kendimizi
kötü yola düşmüş gibi hissederiz.
Ben bitpazarına düşmedim. Ama onun dışında başıma her
şey geldi diyebilirim.
İkinci el kitapçıda karşılaştığımız adam genç birisiydi.
Sayfaları şöyle bir karıştırdı. İlk anılarımdan olduğu için
oldukça iyi hatırlıyorum. Şu şiiri okudu.
“Çekilmez oldu artık her gün söylenen türkü Şu insanların kahrı ve şu dünyanın yükü Yolda dilenci, evde açlık, mezarda korku Ne varsa birbirinin aynı; dünkü bugünkü” Tebessüm çiçek açar dalında meyvesi yok Dünyamızda insan var inanmış davası yok Her şeyde aynı tekrar gece gündüz ve uyku Çekilmez oldu artık her gün söylenen türkü Ah bir kapı açılsa bir kapı açılsa ki Çözülse gözden perde bulut sıyrılmış sanki Eski günler, çocukluk, bahçede çiçek, koku Çekilmez oldu artık şu insanların yükü”
Şiiri okumayı bitirince bir müddet boş gözlerle bakındı.
Sonra dükkân sahibine kaç para olduğumu sordu. Elini
cebine sokup paralarını saydı. Başka bir kitap almadı.
Dükkândan çıktı. Hızlı adımlarla yürümeye başladı.
10
Bu genç adamla kırk yılı aşkın bir süre beraber oldum.
Onun da bana çok haksızlıkları oldu. Ama ilk buluşma
anımızda o kadar mutlu olmuş o kadar sevinmiştim ki
başıma gelen her şeyin tek sebebi o olmasına rağmen ona
hiç kızamadım.
Bendeki şiirler onu çok etkilemişti. Başka hiçbir sebepten
dolayı değil sadece okumak için edinmişti. Kitapları
seviyor ve değer veriyordu. Ama hepsi bu kadardı. Kırk yıl
boyunca gerektiği gibi değerlendirecek bir şey yapamadı.
Elinden bir şey gelmezdi. Bütün gücüyle yaşamak savaşı
denilen hengâmenin içinde boğuşup duruyordu.
*
11
Heykelleri Yaşar Yalnızlıkları
Bu şehrin hayatı korkunç ve büyük Heykelleri yaşar yalnızlıkları
Bakir duygularla ağladık güldük Merhamet çözülür beyaz ve sarı
Ücra bir Anadolu şehrindeydik. Bekar odasının dağınık
kitaplarının arasında bir yerde duruyordum. Bazen kitapla
alakalı ahbaplarıyla yaptığı sohbetlerde adım geçiyordu.
“Adı hiç bilinmeyen belki bilinemeyecek olan bir şair. İşte
küçük yerlerde yaşamanın doğal sonucu budur. Unutulup
gitmek. Bu adam kırklı yıllarda yazdıysa bu şiirleri Necip
Fazıl etkisinden bahsetmek mümkün değil. O yıllarda
henüz Necip Fazıl’ın Necip Fazıl olmaya yeni başladığı
yıllardı. Belki aynı kaynaktan beslendiler. Biraz Edgar Allen
Poe, biraz Boudlaire. Bizden biraz Cahit Sıtkı –ki o bundan
epey sonra filizlenmiş olacak- biraz Necip Fazıl. Yani
kesinlikle kayda değer. Kesinlikle hak etmediği halde
unutulup gitmeye örnek gösterilecek kadar prototip.”
O bunları heyecanla anlatırken ben bir taraftan gururlanır
gönenir diğer taraftan açıp bir iki şiir okusa ne güzel olacak
diye beklerdim. Oldu mu hiç olmadı mı aradı da kitap
yığınlarının arasında bulamadı mı bu gün artık bunları
hatırlamam mümkün değil. Ama beraber yaşadığımız
büyük olayları elbette hatırlıyorum. Birçoğu unutulacak
cinsten değildi çünkü.
12
Beni de diğer kitaplarını da uzun yıllar terk etti. Bekar
odasına hemen hiç uğramadı. Galiba bir müddet serserilik
etmiş, sonra üniversiteye başlamıştı. Dersleriydi, o günün
şartlarında aşırı politize olmuş cemiyetin şiire ve edebiyata
alan bırakmayan sıkboğazıydı derken bir gün gelip
kitaplarını toplamaya başladı. Acelesi vardı. Özensizdi.
Gelişigüzel mukavva kutuların içine tıkıştırıyordu. Bazıları
oldukları yerde kaldılar. Ben de kalabilirdim. Nasıl olduysa
beni de gideceklerin arasına aldı. Sonra uzun çok uzun bir
yolculuk başladı. Bin kilometre uzakta bir başka şehre
taşınıyordu. Birkaç yıl boyunca kitapların kutuları hemen
hiç açılmadı. Ödeyebileceği kira hep küçük evlere
yetiyordu. O küçük evlerde kitaplara hiç yer olmuyordu.
Karanlık izbe rutubetli yerlerde yıllarım geçti. Yalnız
değildim. Diğer kitaplarla beraberdim ama sonuçta herkes
kendi kaderini tek başın yaşamak zorundaydı.
Kitap kutuları hiç açılmadan bir başka şehre taşınma
hazırlıkları başladı. Aradan iki koca yıl geçmişti. Ben ve
diğer kitaplar hiç kutuları açılmadan tekrar taşınma
başladı. Bu sefer mesafe öncekinin yarısı kadardı ama yine
de yol uzundu. Bir tuğla kamyonunda tuğlaların üzerine
yerleştirildik. Daha büyük bir şehre daha kullanışlı bir eve
taşındık. Kısa sürede kitapları kutularından çıkardı.
Karanlıktan rutubetten kurtulmuştuk ama sıralanacağımız
raf kitaplık benzeri şeyler yoktu. Biraz daha dikkatli her
biri kendi grubuna yerleşecek şekilde sıraladı. Üç yıldan
sonra aynı şehirde bir başka eve taşındık. Bu yeni yerde
kitaplık edinmişti. Bizi büyük bir özen ve keyifle kitaplığa
yerleştirdi. Sonra karşımıza geçip oturdu. Biz ona minnetle
13
baktık. O bizim minnetimizden habersiz keyifle bir müddet
seyretti. Ama bu taşınmaların ardı arkası gelmiyordu. Bir
daha, bir daha, bir daha derken ben sayıyı unuttum.
Her seferinde biraz eksildim, birçok yıprandım. Ne o
farkına vardı ne ben anlatabildim.
İlk başladığımız yere bir gidiş bir geliş, yolda trafik kazası,
ortalığa saçılış, ardından iki iş taşınması daha, onun
ardından deprem. Deprem tam da en güzel kitaplığa
yerleştiğimiz taşınmadan iki yıl sonra oldu. Artık burada
uzun bir müddet kalırız dediğimiz zamanda. O yıllarda
tekrar kitaplarına dönmüştü. Şiirden söz açıldığı birçok
sefer beni hatırladığı olmuştu. Şiirle ilgili bir ödül
töreniydi. Esas olan şiirin güzelliğidir diye söze başlamış
sonra şöyle devam etmişti.
“Çoğu zaman şairlerin ismi şiirin önüne geçiyor. Oysa şairi
şair yapan şiiridir. Şiirini bilmeden şairini bilmenin ne
faydası olur? Şu sıralar ortalıkta mebzul miktarda dolaşan
Nazım hayranlarına sürekli sorduğum bir test sorusu var.
Bana Nazım’dan bir şiir oku. İnanın ki daha doğru dürüst
baştan sona bana bir Nazım şiiri okuyana rastlamadım.
Sağdan sayın:
“Başım köpük köpük bulut, içim dışım deniz Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı'nda Budak budak, şerham şerham ihtiyar bir ceviz Ne sen bunun farkındasın, ne polis farkında”
14
Soldan sayın
“Dört nala gelip uzak Asya’ dan Akdeniz e bir kısrak başı gibi uzanan bu memleket bizim Kapansın el kapıları bir daha açılmasın Yok edin insanın insana kulluğunu bu davet bizim Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür Ve bir orman gibi kardeşçesine Bu hasret bizim”
Sonra. Sonrası yok. İşin doğrusu bu kadarı da yok ya. Ama
“Lambada titreyen alev üşüyor” dediğiniz zaman bu dizeyi
bilmeyen yoktur. Şairinin Abdurrahim Karakoç olduğunu
bilen birisine tesadüf ederseniz ne mutlu size.
İşte bu şairin adının şiirin önüne geçmesidir. İşte bu
şöhretin şiiri kirletmesidir. Bizim geçmişimize bakın en
güzel türküler anonimdir. En ünlü şairimiz ise laedri. Şairin
adı şiiriyle büyümelidir. Aksi durumlar da pek hoş olmasa
da varittir. Mesela benim okuduğum en güzel şiirlerden
bazılarının şairlerini bilmem. İsimleri kaybolmuştur.
“Bu şehrin hayatı korkunç ve büyük Heykelleri yaşar yalnızlıkları Bakir duygularla ağladık güldük Merhamet çözülür beyaz ve sarı Nabzında konuşur büyük mimari Sarhoş evler sızmış bulutlar dalgın Bir şarkıdır sokak ve caddeleri Dudaklarda öpüş damarda yangın
15
Kimseler gelmesin buraya sakın Semasında tüten yalnız şehvettir Firar etti akıl gitsin bırakın Uyanmadan gökler sökmeden fecir”
Nasıl? Beğendiniz mi? Çok güzel değil mi? Şairi kim? İsmi
kaybolmuş, en azından benim tarafımdan bilinmeyen
birisi.”
Bu konuşmada adı geçen şairin şiir kitabı bendim. Bu şiiri
benden okumuştu. Ne kadar mutluydum anlatamam. Kenar
mahalleden gelip de köşklere yerleşen fakir bir genç kızın
ikbalini yaşıyor gibiydim. Bu mutlu günler uzun sürmedi.
Deprem işte böyle bir zamanda vurdu. Kitaplıktaki bütün
kitaplar ortalığa saçıldı. Binlerce insan cesedi çıkıyordu
enkazların altından. Yıkılmış kitaplıktan dökülüp saçılmış
kitapların ne önemi olabilirdi.
Ben biraz daha yıprandım, Biraz daha eskidim ve eksildim.
Ne o anlayabildi. Ne ben anlatabildim.
O da yıllar geçtikçe yıprandı, eskidi ve eksildi. Ne ben
anlayabildim ne o anlatabildi.
Depremden sonra üç taşınma, dört yer değiştirme, bir sel
baskını, bir de yangın geçirdim.
Direndim ve bugüne kadar geldim diyemeyeceğim. Çünkü
bugüne son parçalarım kaldı. İşin en acı tarafı çok
beğenmesine rağmen o da beni unutmuştu. Artık bahsim
geçmiyordu. Kırk yıl önce ikinci el kitap satan bir
dükkânda tanıştığımız o genç, yaşlı ve unutkan birisine
16
dönüşmüştü. Kitaplarla ilişkisi kopmamıştı ama var da
değildi. İçlerinde olanların birçoğu hayatını düzenlemesine
kalbine huzur vermesine insanlara yenilmemesine
yetmemişti. Ne teslim olmuştu ne mücadeleye devam
edecek takati kalmıştı. Ne kitaplara bağımlılığı kalmıştı ne
de saygısı bitmişti.
Artık sadece kitaplarına ayıracağı odası olan bir evde
oturuyordu ama kitaplarıyla ne yapacağını bilemiyordu.
Bir gün hepsini yerlerinden çıkardı koridora, boş bulduğu
duvar diplerine yığdı. Günlerce onları seyretti. Her birinin
bir ayrı hikayesi bir başka anısı bir diğer değeri ve önemi
vardı. Ama hepsinin birden bitpazarına düşeceği günler
gittikçe yaklaşıyordu. Bunları düşündükçe içi acıyordu.
Nasıl olduysa beni gördü. Yangından selden depremden
kalan kağıt parçalarının arasına sıkışmış kalmıştım. Adımın
ne olduğunu, şairimin kim olduğunu, nerede basıldığımı o
da hatırlayamadı. Gözleri doldu. Demek dedi, bazı şeylerin
değişmesi mümkün değilmiş.
*
17
15 Azad Edin Kuşları Azad edin kuşları Ki gökler sevinecek Kanatların rüzgarı İçimize sinecek Azad edin kuşları Mesafe duysun gurur Aklın red ve inkârı Boşluklarda kaybolur Azad edin kuşları Boşluğa hükmetsinler Ruha inen baharı Rabbe versinler haber
18
16 ÇEKİLMEZ OLDU “Çekilmez oldu artık her gün söylenen türkü Şu insanların kahrı ve şu dünyanın yükü Yolda dilenci, evde açlık, mezarda korku Ne varsa birbirinin aynı; dünkü bugünkü” Tebessüm çiçek açar dalında meyvesi yok Dünyamızda insan var inanmış davası yok Her şeyde aynı tekrar gece gündüz ve uyku Çekilmez oldu artık her gün söylenen türkü Ah bir kapı açılsa bir kapı açılsa ki Çözülse gözden perde bulut sıyrılmış sanki Eski günler, çocukluk, bahçede çiçek, koku Çekilmez oldu artık şu insanların yükü
19
17 Bir Sabah Vakti Bir sabah vakti yine Gök aydın sular duru Tatmak için huzuru Kuşlar uçar engine Bir sabah vakti yine Hasret yüklü gemiler Gelmesi için haber Selam salar birine Bir sabah vakti yine Göğe uzanır eller Mevsimler bildiğine Nasip avuca değer
20
18 Bitmiş Her Şey Şarkılar dudakta söylene dursun Boş kalbi mademki bağlamış yosun Bundan sonra aşka ümide veda Şarkılar dudakta söylene dursun Kuşlar pencereme gelip konsa da Hikâyesi bitmiş maviliklerin Evet, her şey bitmiş hep için için Kuşlar pencereme gelip konsa da
21
19 Günler geçmiş Sen miydin zamanın nur aydınlığında Altın saçlarınla ümitli ve mağrur Bitmeden hikaye ve etmeden veda Kimbilir o çağlar nereye uçmuştur Nasıl özlemiştin rüya kadar yeşil Bir ömür yaşamak mevsimler içinde Bu muydu ümidin vardığı son sahil Kapanmış ufuklar ses kalmış derinde Keman sesleriyle göğe uçan çocuk Nerde o seslerin beyaz kanatları Mavi oyunları nasıl seviyorduk Nerde o gençliğin kaybolmuş baharı Geceler boyu her şeyi unutup Büyük beyaz aşkı bekleyen sen miydin? Halbuki ufukta sönmek üzere gurup Dalları kurudu ihtiyar mevsimin Bir şehzade gibi binip masallara Kimdi o aşkların ötesine varan? Bu günse lambalar kısıldıktan sonra Kimdir pişmanlıkla Allah’a yalvaran
22
21 Başıboşluk Zevklerin dünyasında büyük aydınlık Sarhoş naralar atar zaman boyunca Günah hürlük içinde savursun çığlık Başıboşluğa selam konar avuca Arzu yemişlerinin ağzımda tadı Bilmediğim ufuklar ardına nefer Kuşlar engine doğru çırpar kanadı Başıboşluğa selam avuca düşer
23
22 Geldik Gidiyoruz Bir şey bilmeden geldik gidiyoruz Her şey kilitli idrakimiz susuz Artık bu başı çekmiyor boynumuz Gidenler geri dönmüyor bir daha Hala ermedik beklenen sabaha Ve duamız da varmıyor Allah’a Bir hikâyeyi bitirmek üzereyiz Fakat memnunuz dünyadan hepimiz Sizlere selam gök kuş toprak deniz
24
23 Çözülmüyor Düğüm Bir avuç arzu ümitle bekleyiş Hayaller dalda vermedi tek yemiş İşte günlerin işte bütün ömrüm Gökler kapanık bulutlarda sükun Başlamak üzere nihayet son oyun Sessiz bizleri çağırmakta ölüm Geceye hasret aydınlığa selam Ah şu dünyada ne etsem, ne yapsam Hala bir türlü çözülmüyor düğüm
25
24 Özleyiş I Bir altın türküydü geçmiş günlerim Masal dünyasında kanatlı zaman Kaygısız günler bir yığın rüya Bütün kuşlar benim için öterdi Güneşi odamda bulur her sabah Oyunlar beklerdi sokakta beni Ilık bir mevsimdi mavi çocukluk Yeşil dallarında bayram çiçeği Aydın göklerinde renkli uçurtma
26
25 Özleyiş II Ufuklar ardına sefer etmişsin Belki söğüt dalı bir at sırtında Nerdesin şimdi sen ey çocukluğum? Kıyık oyuncaklar kayıp bilyalar Kalemler kitaplar ve okul çantam Bundan böyle sizi nerede bulsam
27
26 Geceler Korkunç Bahçemde siyah çiçekler öter Duyulur sesi karanlıkların Uzak diyara başlayan sefer Gibi nabzımda çarpmada yarın Yarasa iskeleti büyük şehirler Gözleri parlar pencerelerde Akan yıldızlar nereye gider Büyük sükûtu çarpar mermerde Aynalar bile unuttu beni Müthiş korkuyla kısılmış avuç Masam iskemlem bekler birini Rabbim geceler ne kadar korkunç
28
27 Son Saat Nasıl sevmişiz bu boş oyunu Son ümitleri bir mevsim sonu Mümkünken açmak yeni bir sayfa Aşkı vedaa gömdük son defa Yeşil vaadlar soldu ne diye Sebepsiz neden bitti hikaye Ve hatıralar taptaze iken Eteğimizden kimdir bu çeken Henüz doymadan sana ey hayat Başladı akşam çaldı son saat
29
28 Azad Olmak istiyorum I Nedir İçimizdeki bu isyan bu fırtına Gölgeler gibi sessiz denizler gibi engin Yol boyu davet var nerelere ve niçin? Nasıl sevebiliriz şu aynaları nasıl Hatıralar ve gençlik orada gömülüyken Gençliğe neden veda ettik bu kadar erken Çehrelere kuş gibi konmada işte mevsimler Karanlığın içinden gelen vaadler ile Ölüme giden yolda nedir böyle acele?
30
29 Azad Olmak İstiyorum II Gidin sorun kılıçlı şu delikanlı kimdir? Alnında çizgiler ve saçında ak ne zaman? Söyleyin ne olur, vazgeçsin yolculuğundan Birisi var çalmada hep kapımızı güm güm Artık neyi ümit ve neye inan! Aşka mı? Bizleri kapımızda beklemekteyken ölüm Tanrım! İşte hikaye nihayet işte durum Bundan böyle sana kul olmak istemiyorum Seninle anlaşmamız istersen şöyle olsun Gel artık kulluğundan sen beni azat eyle Ve künye defterinden sil beni tamamiyle Varsın cennetindeki nimetler senin olsun
31
30 Azad Gönül terk et bizi maceralara Hayat dolu dizgin yaşanmış olsun Bir çağırış mı var ne olur susun Her kayda paydos bu günden sonra Saatler boyunca geçmekte zaman Gönül kır dümeni engine doğru Teselliye veda unut huzuru Büyük kuşlar azad oldu dallardan
32
31 Yolculuk -Erzincan’dan ayrılış- Beyaz ve aydındır çevresi şehrin Yollar kalbe ümit penceresidir Göklerden uçan her kuş bir haberin Misafir daveti içinde gelir Neden sebepsiz ve niçin yalnız Hesap sona erdi her şeyden sonra Bizi çeken atlar ve arabamız Koyuldu başıboş yolculuklara Bir kuruntu gibi bıraktık şehri Azad oldu gurbet yollar boyunca Selamladı dağlar mavilikleri Otel ve yatağım kalsınlar hoşça
33
32 Yine Yol Göründü Yine yol göründü dağlar ötesine Kapıları açan anahtar kayıp Kulak ver kuşların kanat sesine Nasip ve zamanı geri çevirip Bulutlar koşmada bir yere doğru Hazin şarkılarda yollar muhacir Ufukta başladı hasret yağmuru Gurbet yolcuları bekliyor fecir
34
33 Sabah Ezanı I Gök aydınlığında fecir kuşları Tüylerini döker beyaz ve sarı Uzak iklimlerden selam getirir Kapı arar göğe salınan dua Dökülen renkler esen rüzgara Bayrak çeker gibi çekecek fecir
35
34 Sabah Ezanı II Sabah aydınlıklar içinde yüzer Mavi şarkıları başlar göklerin Öyle içten öyle güzel ve derin Kanat sesleridir yol alan gemiler Bulutlar nereye böyle tasasız Yok mudur cevabı bunca duanın Beklenen kapılar artık açılsın Secdeye kapanmış mağrur alnımız
36
35 Bu Şehir Bu şehrin hayatı korkunç ve büyük Heykelleri yaşar yalnızlıkları Bakir duygularla ağladık güldük Merhamet çözülür beyaz ve sarı Nabzında konuşur büyük mimari Sarhoş evler sızmış bulutlar dalgın Bir şarkıdır sokak ve caddeleri Dudaklarda öpüş damarda yangın Kimseler gelmesin buraya sakın Semasında tüten yalnız şehvettir Firar etti akıl gitsin bırakın Uyanmadan gökler sökmeden fecir
37
36 Bildiğine Bu garip gök altında kaldık tesellisiz Halbuki ne ümitle düştük bu yollara Talih ve insanlardan yeter çektiğimiz Yeter ezanın göğe savurduğu nara Zaman zaman kahpenin tutup saçlarından Küflü bir mağarada nasipsiz bırakmak Artık ne bir hatıra ne bir şeye inan Boşanmış sular gibi bildiğine akmak
38
37 Meyvasız Çiçekler (*) -II- (*) 1. Kısım İÇİMDEKİ DÜNYA’da Neşredildi. 38 Cevapsız Dokundu kalbime dokundu Bembeyaz meyvesiz çiçekler Yolculuk değil bir oyundu Bir şeyler götürdü beraber Uçtu kuşlar kondu bir dala Sükutu çıldırtmada beni Mevsim yeşil vaattir hala Yollar getirmedi birini Ufuk kör dualar cevapsız Çığ gibi yuvarlanmada zaman Bahçeler tenha kırlar ıssız Kimdir göğe nara savuran
39
39 Va’dini Hatırla! Va’dini hatırla rengi öperek Bu ayrılıklar mı sevgiye cevap Bahçemizde aynı bahar ve çiçek Sebepsiz dökülmüş yollara serap Dala konan kuşlar gariplik duyar Gölgelere sinen yalnızlıklardan Seni kucaklamış o uzak diyar Yoklar sonsuzlukta sevgimi zaman Ufka varan yollar geçer içimden Dilekler ki buğu olup yükselir Uzayan türküdür boşluğu delen Masal dünyasından sökecek fecir Alnıma değecek selam beklerim Aydınlık içinde ümit getiren Uzanmış göklere doğru ellerim Va’dini hatırla bir sabah erken
40
40 Mavi Çocuk Nedir bu esen ılık ılık Bahçemde huzur ve aydınlık Sen misin gülen mavi çocuk Açtı fecirden bir tomurcuk Güldü gönlümde mavi çocuk Bahçemde huzur ve aydınlık Belki bir sabah belki akşam Mavi çocuktan mavi selam Gönül burcuma çekilecek Hatırlarda mavi temas Mavi çocuktan mavi selam Belki bir sabah belki akşam
41
41 Eylül Suda gölgeler dalda meyve yorgun Bir mırıltı var mevsim mi uyuyan Kuşların kanat sesidir duyduğum Sabahı onlar getiri her zaman Yeşil yaprağa çizer seni ruhum Gel sen de aşkın havuzunda durul Öten kuşları bahçemde uçurdum Düşen yaprakla selam yollar eylül
42
42 İçindesin Masmavi rüyaları içindesin semanın Gözlerinde aydınlık ve saadet yağmuru Ver elini sevgilim koparalım zamanın Meyvesinden lezzeti dallarından huzuru Bulutlar nakış nakış elbet seni örecek Mademki sen saklısın yeşilliğinde anın Hatıranla başlıyor mevsim koku ve çiçek Masmavi riyaları içindesin semanın
43
43 Ümit Aramada gönlüm hasret içinde Uzak diyarlarda beyaz kuşları Bekliyorum aşkı büyük enginde Bir gün eser diye ılık rüzgarı Altın renklerini dökmede ümit Dalda çiçek açar gibi ağaçlar Açılacak bir göklerden kilit Bu avuç falında elbet bir şey var
44
44 Saros’ta Akşam Ufukta dolaşır sarışın kuşlar Tüyleri içimde dalgalanmakta Alev kadehlerde gülüş ve sevda Deniz kumsalında altın masallar Gezinir yollarda misafir rüzgâr Kahkahalar cevap verir sesine Bu bir hikâyedir kalbime çarpar Martılar sahilden uçar engine
45
45 Dinle Gökler benimle konuşur sevgilim Bir sabah vakti mavi saçaklarda Yıldızlar gibi gel akıp gidelim Edip dünyaya insanlara veda Avuçlarıma değmede nasibim Kalbime sızan altın bir lezzetle Sevgilim acep boruyu çalan kim Aşk dünyasından gelen sesi dinle
46
46 Gitti O mavi fecirdi beyaz rüyada Kanat sesleriyle ederek veda Peşinden bir gülüş bırakıp gitti Yolculuk bir hayal olup genişler Giden yolcu kimdi yok başka haber Peşinden bir gülüş bırakıp gitti Gitti uçup gitti bir akşam vakti Ah bu ölüm değil bir ayrılıktı Peşinden bir gülüş bırakıp gitti Gitti gönülde sis denizde köpük Gitti bir şarkı gibi içli ve büyük Peşinden bir gülüş bırakıp gitti
47
47 Ayrılık Mavi aydınlığa döküldü akşam Ve uçan martılar bembeyaz veda Ümitlerden aşka salındı selam Kalmasın başlanan şarkı yarıda Yolcular yollarda masal başladı Ve hasret uzandı kalbe sessizce Varken sevgilin dudakta adı Selam büyük aşka selam sevince
48
48 Haber Beklemekteyim İz oldum peşinden yıllar boyunca Rabbi arar gibi susan boşlukta Kopan bir teselli düşse avuca Sana selam diye uzanır veda Eşini bekliyor yuvada bir kuş Tekrarlamada bir şarkıyı kalbim Sana varan yollar sebepsiz susmuş Hala senden haber beklemekteyim
49
49 BARIŞ
50
50 Barış -Sona ermeyecek rüyalarım Beyaz uykuların devamında Sussa da hayat ben yine varım Şiirde nabzımdır çarpan seda Yükselir Tanrıya benden selam Geceler boyunca mısra diye Fecir söker gökte kandil yaksam Evet! bende biter her hikaye Yoksullar teselli bulsun artık Parlar avucumda saadetler Bundan böyle huzur ve aydınlık Büyük sulhun fecri bende söker Filizlenecek her altın ümit Mevsimleri zira yarattım ben Emrimle çözülür sırlı kilit Hürriyet yükselir ülkelerden
51
51 Bizim Gönlümüzde tüter ine bir buğu Aydınlıklar gibi en temiz duygu Bayrak ay yıldız ve sevgili vatan Ümit rengi beyaz kanda al bizim Barış çiçekleri açan dal bizim Her şeyin sonunda istiklal bizim Azat olacaktır kuş yuvasından Zincirlerde mahpus nabzıdır atan Günlerden bin selam sen ey hür insan Bizimdir hürriyet hür insan bizim Göğü toprağıyla bu vatan bizim Ata’nın mirası son destan bizim
52
52 Sulha Selam Sulh çiçeği kalmış susuz Çözülmüyor son düğümler Erler nöbette uykusuz Kuşun kanadında sıla Mektuplar haber getirmez Niçin çalmaz paydos hala Şu harp faslı bulsa hitam Tüfekler çatıya konsa Sulha hasret sulha selam
53
53 İstiklâl Göğe bayrak çekilmiş Yollar gider sınıra Zafer beklenen yemiş Alkışlayın şehidi Vatan için ölene Komutan emir verdi Varsın bürünsün hilal Bayrak rengi kefene (Ya ölüm ya istiklâl)
54
54
Doğuş Ölüm ve Diriliş
55
55
Doğuş Ölüm ve Diriliş
-Babam öldü-
Doğuş Çevirin sayfayı boşluk içinde Henüz el değmemiş hayreti görün İlk sabah açan eller nerede Zaman ilk adımı atacak bugün Meyve vermez oldu artık çocukluk Bir fecirdi rüya mavi uykuda Bir gün içimizde en büyük boşluk Çocukluğa hasret beşiğe veda
56
Çiçekleri uzun uzun seyretmek Ve sonsuzluğuna dalmak göklerin Sevgili oyuna veda ederek Yaşamaya dalış müthiş ve derin İlk sevgi ilk öpüş aşkta ilk fecir İlk kitap ilk satır ve ilk aldanış Pişmanlıklar aklın mevsimleridir Geçmişler boyunca bir ömrü anış Bir şeyler ki bunlar belki de masal Rengin ötesinde boşalır oluk Altın kapısını açmada hayal Bilirim alnımda başlar sonsuzluk
57
57 Ölüm Büyük özleyişle çalkanır deniz Kıskanıp kuşların sevinçlerini Bir gün sonsuzluğa değer alnımız Alınca ötenin son haberini Teselliye muhtaç yanan alnımız Ver her şeyden sonra huzur mevsimi Gelen davetiye boş ve imzasız Hala dinlemiyor kimse sesimi Bundan böyle evler beni unutur Dostlarımdan mektup getirmez posta Yine dolaşırım belki sokakta Kimseler tanımaz ölüm ve huzur
58
58 Ölüm II Tutun ellerimden geceler tutun Rüya yüklü gemi geçecek burdan Bundan sonra artık beni unutun Ruhum aksedecek mavi billurdan Şekilden sıyrılmış karanlık gibi Vücudumdan azat olmak ne güzel Geri devrederek sefil nasibi Ki ben yine yoktum yıllarca evvel Alnımda tütecek ebedi fecir Aydınlık içinde Tanrı daveti Bu büyük ferahlık acep nedendir Tatmak o keskin ve müthiş lezzeti
59
59 Ölüm III Hayat! Renklerini kaybetmişsin Yalnızlık içinde arzular gibi Şarkı neden bitti yok mu sebebi Artık duyulmuyor kısılmış sesin Tenhalardan davet var birisinden Öyle sessiz öyle beyaz ve güzel Vaktin ötesinden çağıran şu el Belki birisidir belki susmuş ben Suyun aynasında silinmiş varlık Devretmiş hayatı öteye gökler Ey büyük akıbet ey büyük haber Nasıl uyuştu bu korkunç pazarlık
60
60 Ölüm IV Ufkun ötesinde sükut içinde Musikisi gelir yalnızlıkların Bulutlar insanlar kuşlar siz yarın Tanışacaksınız büyük ayinde Hani nerdesin? Gel gör hünerini İşte mahşer işte zavallı hayat Boşluk arkasından gelmiyor imdat Sanatkar kaybetti son eserini
61
61 Diriliş I Karanlık içinden savrulan korku Mevsim gibi yaşar harabelerde İskeletlere kim verecek uyku Kirpiklere hasret rüyalar nerde Azat olacaktır mezardan ruhlar Mesafe gibi hür zaman boyunca Hayatın nasibi yeniden başlar Aydınlık içinden düşer avuca
62
62 Diriliş II Varlığın nabzında çarpsın ilk mevsim Fecirlerle beraber geçen seslerle Ruhlara çizilsin yeniden resim İnsanlar ve toprak gelsinler diye Mumyalar dirilsin mezarlarından Şarkıları değsin renk ve sevince Heykellerin ruhu soyunsun kından Çözülsün göklerde saklı bilmece
63
63 Diriliş III Açın kapıları ölüler gelsin Ki mezarlarından bıkmışlar artık Varlık ey büyük sır nerde nerdesin Ve artık başlasın son bahtiyarlık Yırtılsın ufuklar hep çevre çevre Hapis evlerinden başlasın firar Ruh gülümseyecek dirilenlere Sonsuzluk içinde Allah’a kadar
64
64
İÇİNDEKİLER 7 Engine Doğru I, II, III, 10 Dilenciler 12 Renksiz 13 Din 14 İman 15 Azat Edin Kuşları 16 Çekilmez oldu 17 Bir Sabah vakti 18 Bitmiş Her Şey 19 Günler Geçmiş 21 Başıboşluk 22 Geldik Gidiyoruz 23 Çözülmüyor Düğüm 24 Özleyiş 26 Geceler Korkunç 27 Son Saat 28 Azat Olmak İstiyorum 30 Azat 31 Yolculuk 32 Yine Yol Göründü 33 Sabah Ezanı 35 Bu şehir 36 Bildiğine 38 Cevapsız 39 Va’dini hatırla 40 Mavi Çocuk 41 Eylül 42 içindesin 43 Ümit 44 Saros’ta Akşam 45 Dinle 46 Gitti
65
47 Ayrılık 48 Haber Beklemekteyim 50 Barış 51 Bizim 52 Sulha Selam 53 İstiklal 54 Doğuş Ölüm Diriliş