TÜRK DÜNYASI’NDA SÜREKLİLİK UNSURLARI: ORTA ASYA’DA HİKMET GELENEĞİ (DİVAN-I HİKMET
VE DESTE-İ GÜL)
Ali YAMAN
ÖZET
Türk dünyasının süreklilik unsurlarından birisi Hikmet geleneğidir. Ahmet Yesevi’yle bütünleşen bu
gelenek, bütün Türk dünyasında başka adlar altında da olsa devam etmiştir. Bu yazıda Ahmet Yesevi’nin Divan-ı
Hikmet’i ile Kırgızistan’daki Laçiler’e ait Deste-i Gül adlı eserler içerik yönünden örnekler verilerek
karşılaştırılmıştır.
ABSTRACT
One of the continuous elements of Turkish World is the custom of Hikmet. This custom which integrates
with Ahmet Yesevi go on living under so many names. In this writing, Divan-ı Hikmet of Ahmet Yesevi and
Deste-i Gül of Laciler are compared to each other from the aspect of content by giving examples.
Anahtar Kelimeler: Hikmet geleneği, Ahmet Yesevî, Laçiler, Divan-ı Hikmet, Deste-i Gül.
Key Words: The Custom of Hikmet, Ahmet Yesevî, Laçiler, Divan-ı Hikmet, Deste-i Gül.
Tarihî Türkistan şehrinde, Türk dünyasında yüzyıllardır yaşamakta olan kültürel süreklilik unsurlarının izini sürmeye devam ediyoruz. Bu
izleri araştırmak için, sadece Kazakistan’ın değil, Türk dünyasının da manevî başkenti olan bu kutsal şehirden daha uygun bir yer olamaz
diye düşünüyorum. Türkistan’da, ata-babalarımızın ervahlarının da verdiği manevi güçle bu işi başaracağımıza inanıyorum.
Geçmişten günümüze uzanan süreç içerisinde Türk tarihinde varolan süreklilik unsurlarının
ayrıntılarını anlamak, anlatmak ve yorumlamaya çalışıyoruz. Dünya tarihinin akışında önemli rol
oynamak suretiyle çok geniş bir zaman diliminde ve bölgelerde etkinlik sağlamış olan ve sağlamaya da
devam eden Türklerin kültürel sürekliliğine ilişkin ayrıntıların ortaya konulması işi oldukça zordur ve
disiplinler arası bir çalışmayı zorunlu kılmaktadır. Büyük bir uygarlığın yaratıcısı ve sürdürücüsü olan
Türkler, başka uygarlıklarla da sürekli ilişki halinde olmuşlar; doğal olarak hem etkilemiş hem de
etkilenmişlerdir. Dil, özellikle de halkın kullandığı dil, bütün zaman sürecinde aktarılan ve yaşatılan
kültürümüzün esas koruyucusu olmuştur. Aradan geçen yüzlerce yıla rağmen, bizim Ahmet
Yesevî’nin, Hakim Ata’nın (Öl. 1186), Yunus Emre’nin (Öl. 1339) eserlerinin dilini anlayabilmemiz bu
koruyucu rolü açıkça göstermektedir. Bu bağlamda yüzyıllar öncesinden günümüze çeşitli şekillerde
ulaşan Yesevî kültürü ve etkileri de tarihimizde varolan süreklilik unsurlarını içeren çok önemli
değerlerimizden birisidir. Bu kültürün isim babası Ahmet Yesevî’nin sadece edebî alandaki etkileri
hakkında bile çok sayıda kitap yazmak mümkündür. Hakim Ata, Mahdumkulu, Yunus Emre gibi ondan
etkilenen şahsiyetlerle ilgili bile çok sayıda kitap ve makale yazılmıştır. Konunun uzmanlarının da ifade
ettiği gibi Ahmet Yesevî, Türk tasavvuf tarihinin temel şahsiyetidir; başka bir deyişle kurucusudur.
Aynı şekilde o Türk tasavvuf edebiyatının da temel şahsiyetidir. Ondan evveli yok mudur? Tabi ki
vardır. Ahmet Yesevî hiç şüphesiz onu yaratan kültür evreninin ürünüdür. Bu kültür, esas olarak eski
Türk inanç sistemi ile İslâm’ın kaynaşmasından doğmuştur. Ahmet Yesevî halkın içinden çıkmış biri
olarak, halkın anlayacağı dille onlara seslenmiş, onların gönüllerinde taht kurmuş ve harika şahsiyeti
ile yüzyıllar içerisinde giderek efsanevi bir nitelik kazanmıştır. Onun daha çok göçebe Türkler
arasındaki faaliyetleri, daha çok sözlü kültür dairesi içerisinde kalmasına neden olmuş ve bu nedenle
yaşamı tarihsel ve efsanevi verilerin iç içe girmesine, onun Hikmetlerinin değişmiş ve ilaveli şekillerde
günümüze ulaşmasına neden olmuştur.
Mensubu olduğu Türk topluluklarının duygu, düşünce ve eğilimlerini çok iyi bilen Ahmet
Yesevî de, Korkut Ata tipinde olduğu gibi eski Türk inanç sisteminin pek çok unsurunu yaşamakta,
yaşatmakta ve İslâm’la bütünleştirerek farklı şekiller altında sürdürülmesi için yeni yollar
geliştirmekteydi. Türk kitlelerin İslâm’ı benimsemesi bakımından da izlenen bu yol çok doğruydu.
Hoca Ahmet Yesevî ve onun izinden giden öğrencileri şehir hayatından uzak, sözlü geleneğe
mensup medrese eğitimi almamış, göçebe, yarı göçebe kitlelere İslâm dinini yaymaktaydılar.
Barnes’in de çok yerinde olarak belirttiği üzere Ahmet Yesevî, “İslâm’ın, kabile mensupları ile ilişki
kurabilmesinin ancak benzer kültürel form içinde ve duygusal terimlerle ifade edilmesinin
gerekliliğinin farkında idi. Kabilelerin ozanları vardı, âşıklar epik gelenekte şarkı söylüyorlardı, bu
yüzden Ahmet Yesevî, şiiri eğitim aracı olarak seçti. Zira zamanında dinî ve ahlâki eğitim aracı irticali
şiir okumak ve saz çalmaktı...”(Barnes, 1997: 113). Gordlevski’ye göre de Ahmet Yesevî şiiri yani
hikmetlerini göçebe topluluklar için İslâm’ı yayma (bir din yayma) ve eğitim aracı olarak
kullanmıştı(Gordlevski, 1988: 322). Bu din yayma ve eğitim amacının yanı sıra eski geleneklerin
değişik bir şekil altında devamı bakımından da Hikmetler işlev sahibi olmuşlardır. Tüm bu nedenlerle
Türkler için Korkut Ata’nın kopuzuyla söylediği sözler de olduğu gibi Ahmet Yesevî’nin Hikmetler’i de
kutsal bir nitelik taşımıştı. Onun söylediği sözler Türkler için yeni dinin esaslarının kendi dillerine bir
tercümesi, hatta tefsiri niteliğindeydi.
Ahmet Yesevî hakkındaki bütün tarih ve mitoloji ile iç içe girmiş verilere rağmen onun
faaliyeti, inanç anlayışı, ondan etkilenen toplulukların ve şahsiyetlerin düşünceleri gibi konular
hakkında yeterli bilgiler bulunmaktadır. Biz burada konuya daha çok iki eserdeki hikmetlerin
karşılaştırılması bağlamında yaklaşacağımız için yazdıklarımızı bu alanla sınırlı tutacağız. Tanınmış
Türkolog I. Melikoff’un da ifade ettiği üzere “...Ahmet Yesevî, XII. Yüzyılda, dili Türkçe ülkelerce
benimsenecek bir tarza kaynak olan ve XIII. yüzyılda Anadolu’da Yunus Emre ile doruğa ulaşan dinsel
uyanış yaratan halk şiirinin yaratıcısı oldu.”(Melikoff, 1998: 36). Hele Yunus Emre’nin bir şiiri var ki
Ahmet Yesevî’den ilham aldığı açıkça görülmektedir.
Önce Divan-ı Hikmet’ten sonra Yunus Emre Divanı’ndan ilk ve son kıtaları görerek benzerliğe
dikkat edelim:
Işkıng kıldı şeyda meni, cümle alem bildi meni
Kayğum sensen tüni küni, menge sen ok kereksen
…
Hoca Ahmed menim atım tüni küni yanar otım
İki cihanda ümidim menge sen ok kereksen (Divan-ı Hikmet, 1992: 159)
Yunus Emre de şöyle sesleniyor:
Aşkın aldı benden beni, bana seni gerek seni
Ben yanarım dünü günü, bana seni gerek seni
…
Yunus’dürür benim adım, gün geçtikçe artar odum
İki cihanda maksudum, bana seni gerek seni (Özmen, 1995: 110)
Açıkça görüldüğü üzere bu iki tasavvufî halk edebiyatı örneğinde de gerek şekil gerekse içerik bakımından bir süreklilik bulunmaktadır.
Hoca Ahmet Yesevî’nin şiirleri ile başlayan Hikmet geleneği çeşitli ozanlar veya Hakim Ata gibi
sûfiler kanalıyla yaşamaya devam etti. Kimileri Ahmet Yesevî’nin hikmet tarzını kendi adlarıyla
yazdıkları şiirlerle sürdürdüler. Kimileri ise yine Ahmet Yesevî adıyla onun Hikmetlerini değiştirip
durdular. Böyle bir gelenek halk şiirinde geçmişten günümüze dek yaşamıştır. Zaten tanınmış halk
ozanlarının taklitlerine sıkça rastlanır. Aynı eğilim zaman içerisinde Ahmet Yesevî’den sonra da süren
hikmet söyleme geleneğinde de görülmektedir. Bu geleneğin ondan sonra en önemli temsilcisi,
Ahmet Yesevî’nin, Süleyman Bakırgani veya Hakim Ata adıyla da bilinen halifesidir. Hakim Ata’nın da
mürşidi Ahmet Yesevî gibi hikmetler yazdığı ve bunların toplandığı kitabın Bakırğani Kitabı veya Ahir
Zaman Kitabı olarak adlandırıldığı bilinmektedir. Bu kitap Kazan’da farklı zamanlarda yayımlanmış
olup bir nüshası da 1897 yılında yayımlanmıştır(Kravbayeva, 1991: 146-160). Bu nüshanın
transkripsiyonunu incelediğimizde Divan-ı Hikmet ile gerek biçim gerekse içerik bakımından hemen
hemen aynı olduğunu görüyoruz. Konunun uzmanlarının görüşleri de zaten bu doğrultudadır.
Hakim Ata’nın şu şiiri Ahmet Yesevî’nin hikmetleri ile ne kadar da benzeşiyor bakınız:
Her kim tilese didar
Âşık bolup yürür zar
Yadın aytuyur bidar
Seher vaktı bolğanda (Kravbayeva, 1991: 148)
Burada hikmet geleneğinin Anadolu ve Balkanlardaki yansımalarına ilişkin de kısa bir
değerlendirme yapmak istiyorum. Buralarda hikmet geleneğinin aynı adla olmasa da başka şekiller
altında yaşadığını görmekteyiz. Hikmet benzeri şiirlerin Anadolu ve Balkanlarda nefes, deyiş ve ayet
gibi değişik isimlerle kutsandığını biliyoruz. Divan-ı Hikmet’te görüldüğü üzere, Tanrı aşkına ulaşmanın
aracı olarak zikir, raks ve sema önemli kavramlardır. Bunlar Tanrı’ya ulaşmanın, nefse hakimiyetin ve
ölmeden önce ölmenin temel araçlarıdır. Hikmetlerin içerisinde zikir, en çok dile getirilen
kavramlardandır. Raks ve sema da çok yerde dile getirilmektedir. Yine Hu halkası, Hu-Hu zikri, Hu
sohbeti sözleri de Hikmetler’de önemli yer tutmaktadır.(Bice, 1998: 80, 81, 82, 95, 97, 101, 119, 121,
124, 138, 150, 177). Burada ifade ettiğimiz bu kavramların tümü hikmet adı altında olmasa bile deyiş
ve nefes gibi adlar altında Anadolu ve Balkanlar’daki Alevi-Bektaşi Türklerinin dinî ritüelleri olan Ayin-i
Cem’de yaşamaya devam etmiştir. Yesevî meclislerinin çengi, rübabı, dombırası ve kopuzu,
bağlamaya, curaya dönüşmüş, raks-ı sema, semahlara dönüşmüş, Cem meydanı, ölmeden önce
ölünen yer şeklinde kutsanmış, kadın erkek bir arada ibadet edilmiş, Hü (tevhid) halkalarında illallah
çekilmiş, cemler Muhammed Ali meydanı olarak adlandırılmışlardır. Cemlerde de zikir meclislerindeki
gibi hü çekilmektedir. Mesela kendilerini Ahmet Yesevî’ye bağlayan Hubyarlıların cemlerinde kutsal
deyişler eşliğinde hü çekilir, yani hep birlikte hü denilir. Yine Erzincan, Malatya ve Tunceli’deki
Cemlerde diz üstü oturularak tevhid deyişi eşliğinde Hü veya İllallah çekilir. İllallah çekilirken diz üstü
oturulur ve eller dizlere sürülerek, tevhide eşlik edilir. Tevhid deyişlerinden birinin ilk kıtasını örnek
olarak vermek istiyorum:
Ol Kırkların ceminde,
La ilahe illallah,
Erenler meydanında,
La ilahe illallah.
Görüldüğü üzere Anadolu ve Balkanlarda ise hikmet geleneği adı altında olmasa da, değişik
ozanların deyişleri ile gerçekleştirilen ayin-i cem ritüelinin gerek şekil gerekse içerik bakımından
Yesevîliğin zikir meclisleri ile önemli benzerliklerinin bulunduğunu görüyoruz.
Sufîlik, geliştirdiği kurum ve kurallar aracılığıyla hakikate ve gerçek varlığa yani Hakk’a ulaşma
amacının değişik yol ve yöntemleri üzerinde durmaktadır. Bu amaca varmada geliştirilen yol ve
yöntemler, tarikatlar ve hatta onun alt kolları arasında farklı çehreler alabilmektedir. Yesevîlikte de bu
anlamda kendine özgü bir yol ve yöntem benimsenmiştir. Burada Yesevîliğin hikmet geleneğine dahil
bu iki eserle ilgili karşılaştırma sırasında Yesevî Yolu’nun benimsediği yol ve yönteme ilişkin bir ölçüde
bilgi sahibi olacağımız da muhakkaktır.
Biz bu makalede bu geleneği göstermesi bakımından Divan-ı Hikmet ve Deste-i Gül adlı iki
eseri içerikleri bakımından karşılaştırmak istiyoruz. Bunu yaparken de alıntılarla örneklendireceğiz. Bu
iki eser, edebî şekil bakımından da aynıdır. Bu karşılaştırma çalışması şu bakımdan bir ilktir denilebilir.
Burada karşılaştırılacak eserlerden Divan-ı Hikmet’in gerek el yazması gerekse matbu nüshalarının
çeşitli baskılarını bulmak mümkünken, Deste-i Gül, bizim, Kırgızistan’ın Batken Oblastı’nda yaşayan ve
Yesevî izbasarları olan Laçiler arasında elde ettiğimiz ve literatürde daha önce yer almamış ve
hakkında çalışılmamış bir el yazması eserdir. Şimdi öncelikle bu iki eser hakkında kısa bilgiler vermeye
çalışalım. Ardından içerik yönünden örnekler vererek karşılaştırmayı deneyelim.
Divan-ı Hikmet, bilindiği üzere büyük Türk mutasavvıfı Ahmet Yesevî’ye (Öl. 1166) atfedilen
bir eserdir. Ahmet Yesevî’nin Hikmetler’i edebi veya sanatsal kaygıların dışında İslâm dinini Türk halk
kitlelerine anlayabilecekleri şekil ve dilde anlatmak amacı taşıyan hece vezni ile yazılmış şiirlerdir.
Ahmet Yesevî’nin hatırasının büyüklüğüne istinaden de onu diğer şairlerin şiirlerinden ayırmak üzere
hikmet olarak adlandırılmıştı. Uzmanların ifade ettiği üzere Hikmetler’in eski nüshaları
bulunamamıştır. XVI.–XVII. yüzyıllarda hikmetler toplanarak Divan-ı Hikmet adlı şiir kitabı meydana
getirilmiştir. Bu kitapta Ahmet Yesevî’nin yanı sıra ondan sonra yaşamış bulunan Yesevî dervişlerinin
de şiirlerinin bulunduğu tahmin edilebilir. Hikmetler, halkın kullandığı dille yazıldığı ve onların manevî
dünyalarında çok etkili olduğu için Türk toplulukları arasında büyük kabul gördü. Sabırov’un da
deyimiyle; “Göçebeler, Divan-ı Hikmet’i (Akıl Kitabı) Kuran ile katara koydu.”(Sabırov, 1991: 41). 2003
yılında Yesevîlik Araştırmaları Merkezi’ni ziyaret eden Taşkent’teki Ali Şir Nevayi Müzesi Müdürü Prof.
Dr. Yakubcan İshakov da kendisiyle görüşmemizde “Fergana Vadisi’nde Hoca Ahmet Yesevî’nin Divan-
ı Hikmet’inin olmadığı bir ev yoktur.” demişti. Bunun böyle olduğunu 2004 Temmuzunda Fergana
Vadisi’ni ziyaretimizde biz de gözlemleme imkânı bulduk. Hikmetler eşliğinde yürütülen cehr-i zikir
bugün hâlâ Andican’da, Namangan’da yaşamaktadır. Yine hem Kırgızistan hem de Özbekistan’da belli
günlerde toplanarak kadınlar zikir yapıyorlar. Burada hikmetleri ezbere bilen bir kadın coşkuyla
Ahmet Yesevî’nin hikmetlerini söylüyor. Bütün bunlar hikmet geleneğinin yüzyıllardır Orta Asya’da
nasıl sürdürüldüğünün en güzel kanıtlarıdır. Bizim bu makalemizdeki karşılaştırmalarda Divan-ı
Hikmet nüshası olarak, 1992’de Taşkent’te Ğafur Ğulam Namidagi Naşriyat-Matbaası tarafından
basılan ve R. A. Abdişükürov, M. Hasani, U. Koçkar tarafından yayına hazırlanan kitap kullanılacaktır.
Makale içinde de Divan-ı Hikmet kısaltması ve sayfası ile birlikte verilecektir.
Taşkent'te Taşbasma Bir Hikmet Nüshası Kapağı
Deste-i Gül adlı el yazması ise Kırgızistan’ın Batken Oblastı’na bağlı Kayındı (Raut) Köyü’nde
ziyaret ettiğimiz ve evinde konuk olduğumuz Mehmet Sak Ormanov’un(60) bize fotokopi çekme izini
verdiği eserlerden biridir. Bu eserin önemi onun Laçilerin zikirleri sırasında aynı Yesevî’nin Hikmetler’i
gibi dutar eşliğinde söyledikleri aynı zamanda da hikmet olarak adlandırdıkları şiirlerden
oluşmasındandır. Biçim ve içerik bakımından gerek Divan-ı Hikmet’e ve gerekse de Bakırgani Kitabı’na
benzeyen Deste-i Gül adlı el yazması kitaptaki hikmetlerin kimin tarafından yazıldığı bilinmemekle
birlikte Laçiler arasından başka nüshalarının edinilmesi ile daha ayrıntılı bilgi edinmek mümkün
olacaktır diye düşünüyorum. Bizim elde ettiğimiz Deste-i Gül nüshası 148 sayfadan oluşmaktadır. Bu
eserde yer alan ve içinde hikmet olarak adlandırılan bu şiirlerin kim tarafından söylendiği ve yazıya
geçirildiğine ilişkin şimdilik bilgi sahibi değiliz. Zaman içerisinde gerek Özbekistan gerekse
Kırgızistan’dan elde edilebilecek başka nüshaların da olması durumunda daha fazla bilgi sahibi
olabileceğimize inanıyorum. Ancak bu konuda şunlar ön bilgi olarak söylenebilir. Deste-i Gül
içerisinde sık sık Hazrat işan halifa ve Destegül sözcüklerinin kullanıldığını görmekteyiz. Burada var
olan ifadelerden yola çıkarak bu sözcüklerin bu eserdeki Hikmetler’in yazarını mı nitelemektedir,
kesin bir şey söylemek zor. Ancak biliyoruz ki, Laçilerin dini önderleri adlarının yanına eklenen İşan,
Halife/Kalpa, Mahsum gibi unvan ve/veya lakaplarla anılmaktadırlar. Karşılaştırma yapılırken Deste-i
Gül adı ve sayfa/varak numarası ile birlikte verilecektir.
Laçilerin El Yazma Kitabı Deste-i Gül'den Bir Sayfa
Divan-ı Hikmet ve Deste-i Gül adlı eserlere ilişkin bu genel bilgilerden sonra şimdi bu eserleri içerikleri bakımından karşılaştırmaya
çalışalım.
Hak Aşkı
Aşk, daha doğrusu Hakk aşkı, Divan-ı Hikmet’te en fazla
üzerinde durulan konudur. Çünkü bilindiği üzere Yesevî
Yolu’nun temeli Tanrı’ya ulaşmaya ve bu yolculukta aşkı en
yüce araç edinmeye dayanmaktadır. Hakk’a varmaya çalışan
kişinin parolası aşktır. Bir hikmette;
Hakk’a âşık bolup aytdı Kul Hoca Ahmed (Divan-ı
Hikmet, 152)
denilerek Ahmet Yesevî’nin sözlerini Hak aşkıyla söylediği
vurgulanmaktadır. Yesevî yolunun yolcusu da aşk yolunun
yolcusudur, âşıktır. Tanrı’yı anmayı hiçbir zaman
unutmamalıdır. Aşksızlık, yalancı âşıklık, insanı Hak
Yolu’ndan mahrum kılar. Hikmetlerde Yesevîlik aşk yolu
olarak tanımlanmakta ve Tanrı aşkı her şeyden yüce
tutulmaktadır.
Aşk yolunda olmak ibadet etmekten daha üstün olup,
aşksız bir kişinin hem canı hem imanı yoktur;
Zahid bolma, abid bolma, âşık bolgil
Mihnet tartıp, ışk yolıda sadık bolgil
Nefsni tefib, dergahıga layık bolgil
Işksızlarnı hem canı yok, imanı yok (Divan-ı Hikmet, 130)
Hakkı anmayan kişi yalancıdır, Hak âşığı olamaz;
Hakk zikrini mağzi candın çıkarmasang
Üç yüz altmış tamurlarıng tebretmeseng
Törtyüzkırktört süngekların kul kılmasang
Yalğançıdur, Hakka âşık bolğanı yok (Divan-ı Hikmet, 129)
Gönülleri katı, ömürleri boşa geçenler aşkı bilmez, Hu
sohbetlerine katılmazlar;
Ömri zayi ötgenler ışknı bilmes
Candın keçken divaneni közge ilmes
Hu sohbetin kurgan yerge kaçıp kelmes
Can u könglü taşdın beter kattı bolğay (Divan-ı
Hikmet, 180) Gerçek âşıkların ölmedikleri, Hak aşkının anlamının zahid ve âbidlerce bilinmediği ve onların Hızır ile birlikte oldukları;
Çın âşıklar daim tirik ölgen emes
Ervahları yer astığa kirgen emes
Zahid abid bu mananı bilgen emes
Çın âşıklar halayıknı Hızrı bolğay (Divan-ı Hikmet, 183)
Aşksız insanın hayvandan farkı yoktur;
Işksız adem hayvan cinsi, munı tınglang (Divan-ı Hikmet, 152)
Şöyle ki Divan-ı Hikmet’te yer alan bu ifadelerin
benzerlerini Laçilerin kutsal saydıkları kitaplardan Desti
Gül’de de görüyoruz.
Ancak âşık kullar Hakkı tanır;
Âşık kullar aslın bilur anıng uçun Haknı tanur (Deste-i
Gül, 3)
Onlar Hak zikri ile meşgul olurlar;
Hudayğa ikrar imas nafsi balaga mubtala
Âşık kullar sahar turur Hak zikriğa maşğul bolur (Deste-i Gül, 4)
Âşık kulların kendilerine örnek olarak Hallac-ı Mansur’u almaları gerekir;
Şah Mansurni darğa asıb kıldı sangsar
Huzurları çandan boldı körmay azar
Has maşuği anga bakti kördi didar
Âşık kullar işi şundağ bolsa kerak (Deste-i Gül, 15)
Işk mazhabi âşık der Mansur kibi derse baş
Sıdk u safa sadık der Yahya kibi töksa yaş (Deste-i Gül, 63)
Âşıkların nefislerini öldürerek her türlü cefaya katlanmaları gerekir;
Âşık kullar dunya suymas ma siraga köngil birmas
Huri cannat manzur imas şauki hudaga mubtala (Deste-i Gül, 4)
Âşık kullar har cafaga könsa kerak (Deste-i Gül, 16)
Nefislerini öldüren âşıklar muratlarına ererler;
Nafsni öldurgen âşıklari muradiğa yetar ermiş
Nafsi ölgan âşık oldur bul dunya arzusin kilmas (Deste-i Gül, 62)
İki dünyadan geçerek Tanrı aşkıyla yaşarlar, aşk denizine
girerler;
Sani işkingdan divane boldim akli huşumdan (Deste-i
Gül, 148)
Âşık kullar bul muinni bilsa kerak
Nabi rasul mursal hamma kulfat tartkan
Öz kaumlarin zahmatidin yığlab ötkan
Kafir ili kattiğ sözlab taan etkan
Âşık kullar şundağ kulfat körsa kerak (Deste-i Gül, 14)
İki dunyadin keçib işk bahriğa çömaling
Işk ğavgası bolubanğuta urub har kayan (Deste-i Gül, 38)
Pir Tutmak
Yesevî Yolu’nda dikkati çeken bir diğer özellik ise, insanın olgunlaşması için bir yol
göstericinin yani pirin rehberliğine verilen önemdir. Hakk Yolu’nda bir yol gösterici olmadan
ilerlemek imkânsızdır. Bunu, hem Divan-ı Hikmet, hem de Dest-i Gül’de açıkça görebiliriz.
Hikmetler, Ahmet Yesevî’nin olgun bir rehber yani bir pir-i kâmil rehberliğinde insan-ı kâmil yani
olgun insan olma felsefesini açıkça ortaya koymaktadır. Bu felsefenin eski Türk geleneklerinin
İslâmiyet ile birleştirilmesinin etkisiyle gerçekleştiği de söylenebilir. Daha doğrusu pir-i kâmil
olarak kabul edilen şahsiyetlerin öldüklerinden sonra da kutsal görülmesi ve mezarlarının zamanla
halkın büyük ilgi ve saygı gösterdiği ziyaretgâhlara dönüşmesi de atalar kültü ile bağlantılıdır.
Yesevî Yolu’nda pirsiz gidilmez, ancak pir-i kâmilin eteğini tutup, ona hizmet kılıp doğru yol
bulunur;
Piri muğan hizmetide yügrüp yürdüm (Divan-ı Hikmet, 21)
Bihamdillah pir hizmetin kıldım tamam (Divan-ı Hikmet, 26)
Eya dostlar, bu yollarnıng ukbası köp
Ötse bolmaz pir hizmetin kılmagunça (Divan-ı Hikmet, 175)
Pirsiz yürüp, vird ü evrad bilalmasang (Divan-ı Hikmet, 165)
Şeriatda, tarikatda pir tutmasang (Divan-ı Hikmet, 165)
Pir etegin tutup, batın közin açtım (Divan-ı Hikmet, 36)
Âşık bolsang keçe-kündüz tınmay yığla
Pir-i muğan hizmetiğe beling bağla
Küyip-pişib derdi birle köksing dağla
Dağda ketgen visalini körer ermiş (Divan-ı Hikmet, 118)
Tarikatnı bilmedim, hakikatge kirmedim
Pir buyruğun tutmadım özri köptür Hoca Ahmed (Divan-ı Hikmet, 54)
Aynı şekilde Deste-i Gül’de de bir Pir (Pir-i kâmil)’in gerekliliği ve ona tam itaat zorunluluğu bir
çok hikmette ifade edilmektedir;
Pirga barib tavba nasuh kilğan kullar
Har na kilğan hatalari yandi biling (Deste-i Gül,18)
Piri kamil mukammalga özun salib (Deste-i Gül, 9)
Piri kamil ilgin tut Hakdın korkub kanlar yut (Deste-i Gül, 65)
Piri kamil mukammalga özni salgin
Pirni amrin Huda amri bilib yorgin (Deste-i Gül, 104)
Andağ bolub songra pirdin bahra alğay
Asan emas pirga barib öluş aliş (Deste-i Gül, 104)
Pir turğanda Hızır bilan İlyas dima
Ğausul ğiyas yoling tossa nazar salma
Öz piringni uluğ bilib körgul özma
Bahra almas ta kilmasa pirga ihlas
Talib pirga şundağ ihlas kilsa kerak
Pir amrini huda amri bilsa kerak
Andin songra pirdin bahra alsa kirak (Deste-i Gül, 118)
Bahra almas ta kilmasa pirga ihlas
Gayu talib ihlas bilan pirni suyar
Pir amrini muhkam tutub sahar turar
Oşal talib ruzi mahşar didar körar (Deste-i Gül, 119)
İhlas oldur pirni dayım hazir bilmak
Zahir batın ğayib hazır korkub yurmak
Hizmat oldur şar-in tutub zikrin aytmak
Bahra almas ta kilmasa pirga ihlas
Bazi talib pirga barib kolin birur
Pir aldinda tavba kılıb boynin salur (Deste-i Gül, 120)
Pir kolini uşlağay ışkdin uluş alsa biling
Can birla suygay kilğay pirin amrini (Deste-i Gül, 21)
Hak Zikri
Yesevîlikteki zikir tarzının İslâm öncesi Türk inanç ve kültür unsurları ile doğrudan bağlantılı
olduğu; Köprülü, Schimmel, Suhareva gibi farklı uzmanlarca da kabul edilmektedir (Köprülü, 1993b:
212; Suhareva, 1960: 51; Schimmel, 1975: 176). Hakk’a âşık kişinin yani aşk yolcusunun yaşamı
boyunca unutmaması gereken ana ilke Hakk’ı zikirdir. Yesevî Yolu’nda müzik eşliğinde gerçekleştirilen
ve zikr-i cehr, zikr-i erre gibi adlarla anılan sesli zikr, Tanrı’ya ulaşmak isteyen Hak âşığının temel
ritüelidir. Bu nedenle Divan-ı Hikmet’in içerisinde önemli bir yer tutmaktadır. Allah’ı anmanın Yesevî
Yolu’ndaki karşılığı hikmetlerin içerisinde Zikr, Hu halkası, Hu zikri, Hak zikri, Hayy zikri, Hu sohbeti
gibi terimlerle ifade edilmektedir.
Bir hikmette zikretmenin, sünnet olduğunun altı çizilmektedir;
Ümmet bolsan zikrin aytmak sizge sünnet
Keling yığlıng, zakir kullar, zikr aytaylık (Divan-ı Hikmet, 143).
Zikr sırasında yapmacıklığın yeri yoktur; eğer varsa o zikir etmek değil, yalancılıktır. Hakk’a ulaşmak için candan geçmek, Hak aşkıyla
yanmak gerekir:
Candın keçmey, Hu-Hu degen barı yalğan (Divan-ı Hikmet, 23)
Hak zikrine katılanlar, zakir olarak nitelendirilirken, Hak zikrini söyleyenlere rahmet yağar;
Zakirleri halka içre pertev körer
Anıng üçün halka içre özin urar (Divan-ı Hikmet, 143)
Hu halkasın kurğan yerdin eyler firar
Kelin yığlıng, zakir kullar, zikr aytaylık (Divan-ı Hikmet, 144)
Allah aytur: Âşıklarım burak-suvar
Hak zikrini aytganlarga rahmet yağar (Divan-ı Hikmet, 151)
Hu halkasına katılarak, Hak sofrasından faydalanmalıdır;
Hu halkası kuruldı, ey dervişler kelingler
Hak sufrası yayıldı, andın uluş alınglar (Divan-ı Hikmet, 82)
Hakk’ın dîdarını görmek için candan geçerek tarikata girmek gerekir. Hz. İsmail gibi kurban
edilmeyi göze almalıdır;
Didar içün canı kurban kılmagunça
İsmaildek didar arzu kılmang dostlar
Candın keçib tarikatga kirmegünçe
Âşıkmen dep yalğan dava kılmang dostlar (Divan-ı Hikmet, 69)
Seherde Hakk’ı zikreden âşık, ona canını vererek erenlerden feyz alınca çevresine dürr ü
gevher saçar;
Âşık uldur, Hakka canın kurban kılsa
Zikrin aytıb çarzarb urub seher tursa
Erenlerdin feyz ü fütuh tola alsa
Sultan bolup dürr ü gavhar saçar dostlar (Divan-ı Hikmet, 76)
Hakk’ı zikrin, nasıl yapıldığına ilişkin de Hikmetler’de bilgi verilir. Şöyle ki zikir sırasında, Hak
zikrini söyleyecek kişiler yani zakirlerin toplanır ve halka şeklinde oturmak suretiyle Hu, Hayy, La ilahe
illallah gibi ilâhi sözler yinelenir;
Zakirleri cem bolup tüzülmişde
Zikrü semadın tosunı kurulmışda (Divan-ı Hikmet, 179)
Evvel Hu, ahir Hu deb bihud bolgıl
Hakk cemalin körsetmese damen bolay
Zahir hu batın hu deb yolğa kirgil
Hakk cemalin körsetmese damen bolay (Divan-ı Hikmet, 186)
Tınmay âşık Hu derler Hudayığa yalbarıb (Divan-ı Hikmet, 48)
La ilahe illallah dep zari kılgıl
Hakk zikrini her kim aytsa, yarı bargıl (Divan-ı Hikmet, 186)
“La-La” aytıb, “İllallah”ğa şeyda bolğıl
Mansur sıfat “Enel-Hak” deb gavğa kılğıl (Divan-ı Hikmet, 188)
Aynı şekilde Deste-i Gül’de de zikr çok önemli yer tutmaktadır. Hüda zikri dilden düşürülmemelidir;
Daima zikri Huda kıl zaya kılmay bir nafas (Deste-i Gül, 32)
Hüda zikrini söyleyen kişiler aşk hançeri ile nefislerini yenerler, muratlarına ulaşırlar, Hak dîdarını görebilirler;
Hu zikrini ayğar gullar murad tafar
Işk hancarin kolğa alib nafsin çafar
Kundin kunga cazbi cunun şavki artar
Şavk atiğa minib Hakka yetar irmiş
Ol sohbatka harkim kelse maksud yetkay
Har hatasi bolsa ani Allah ötkay
Har muşkilin Hak Taala aşan itkay
Muradiğa yetib şadiman bolar irmiş (Deste-i Gül, 93)
Nafs öldurub azazilni surgan zakir
İnşa allah Hak didarin körar irmiş (Deste-i Gül, 94)
Divan-ı Hikmet’te olduğu gibi, zikir sırasında Hu demenin yani Tanrı’yı zikretmenin faydaları
şöyle anlatılıyor, Deste-i Gül’de de;
Malaiklar ol zakirga hamrah bolub
Yerdin ta arş halka alib turar irmiş
Hu zikrini safasidin nurga batar
Ğaflat ketib agahlikni şauki artar (Deste-i Gül, 108)
Hu dib ditğa salsang dağ batin bolğay yüzming bağ
Yanğay yüzming şam çerağ hu di fursat bar hala
Yüzming balağ har yağda turluk nimat bar andah
Cannatdin ham ziyada hu di fursat bar hala
Haknı uluğ nimati iki dunya davlati
Yüzming turluk lazzati hu di fursat bar hala
Oşal bağlar miuasi cazbi cunun mazzasi
Rasulullah ikasi hu di fursat bar hala
Ol balağlar şauki hak anga muhtac ğarbi şark
İçkan aytur Enelhak hu di fursat bar hala
Zauk balaği gaynağay aşik kullar yığlağay
Sama kilib oynagay hu di fursat bar hala
Hu hu disang ay yaran akar darya har kayan (Deste-i Gül, 133)
Gece gündüz zikr etmelidir;
Kun batkunca ruza tutub adat kiling
Tang atkunca kiyam turub taat kiling
Kiça kunduz zikrin aytib can kinasang
Yol tabmassan ta bolmasa sanda ihlas (Deste-i Gül, 115).
Raks u Sema
Hak aşkı ile yanan zakirler, Hu halkasına girip zikr ederken coşarlar. Bu coşmanın etkisi ile
gerek oturdukları sırada gerekse ayağa kalkarak istem dışı değişik hareketler yaparlar ki, bunun
tasavvuftaki ve Yesevî Yolu’ndaki adı raks u semadır. Hikmetlerde büyük mutasavvıflardan Şibli’nin de
sema ettiği vurgulanır;
Şibli yanglığ sema urup, candın keçtim (Divan-ı Hikmet, 33)
Raks u sema, zikrin ayrılmaz bir parçasıdır. Allah adını zikrederek kendinden geçen ve
divânelik makamına girenler, raks u sema ederler;
Muhabbetni camın içib raks eylegen
Divaneliğ makamığa kirdi dostlar
Aç u tokluk sud u ziyan hiç bilmegen
Sermest bolup raks u sema urdı dostlar (Divan-ı Hikmet, 70)
Aynı şekilde Deste-i Gül’de de Hu zikri sırasında raks u semadan söz edilir;
Hu zikrini hoş görub hu hu diyu can berib
Parvana dik çarh urub şama otiğa kuyaling
Tutub iyeran kabini aytib uluğ ismini
Kılıb âşık rasmini raks u sema killaling (Deste-i Gül, 37)
Sema kılıb oynagay Hu di Fursat bar hala
Hu Hu disang ay yaran akar darya har kayan (Deste-i Gül, 133)
Dini Tasavvufi Şahsiyetler
Bu bağlamda pek çok hikmette Peygamberimiz Hak Mustafa, Hak Resul, Mustafa
Muhammed, Muhammed Hak Resul gibi değişik şekillerde anılmaktadır(Divan-ı Hikmet, 23, 28, 30,
39, 49, 61, 65, 69 vd.).
Nur-ı Hüda dost-ı Hüda ol Mustafa
Kimler içün keldi Resul bildingiz mi?
Dürud-ı Hüda vird-i Hüda Hak Mustafa
Kimler içün keldi Resul bildingiz mi? (Divan-ı Hikmet, 169).
Hz. Muhammed’den sonra hikmetlerde en fazla anılan isim Hallac-ı Mansur’dur.
Hikmetlerdeki ifadelerde özetle, Ahmet Yesevî Hallac-ı Mansur’u örnek almakta, insanları Hallac gibi
Tanrı’yı sevmeye çağırmaktadır. Onun Ene’l-Hak sözünü anlayamayan ve bundan dolayı onu şehit
eden din adamlarını eleştirmekte, sonunda çok cefalar çeksek de bu sözü söylemekten
çekinmemeliyiz ve ancak bu şekilde Hakk’ın dîdarını görebiliriz, demektedir. Ayrıca Seyyid Nesimi’nin
de adı anılmaktadır;
Mansurdek candın keçip, darda konsam (Divan-ı Hikmet, 155)
Işk yolıda âşık bolup Mansur ötti (Divan-ı Hikmet, 34)
Mansur sıfat başım berip ışk darında (Divan-ı Hikmet, 28)
Işk babıda Mansur sıfat boldum mena (Divan-ı Hikmet, 33)
Âşık Mansur “Enelhak”nı tilge aldı (Divan-ı Hikmet, 34)
Enel Hakknı manasını bilmes nadan (Divan-ı Hikmet, 34)
Bilmediler mollalar EnelHak’nı manasın
Kal ehliğe hal ilmin Hak körmedi münasib (Divan-ı Hikmet, 49)
Şeyh Mansur “Enelhak” deb gavğa kıldı (Divan-ı Hikmet, 107)
Şeyh Mansur öz başını darda kördi (Divan-ı Hikmet, 101)
Nesimidek can aççiğin çekmek kerek (Divan-ı Hikmet, 95)
Yine Hızır Aleyhisselam, Şibli, Bayezid-i Bestami, Cüneyd-i Bağdadi, Hasan-ı Basri ve Zünnun
Mısri de Hikmetlerde sık sık anılmakta ve Hak âşıkları için örnek olarak sunulmaktadır.
Kayda barsam, Hızr Babam hazir boldu (Divan-ı Hikmet, 26)
Kimi körsem Hızr bilib kolın tutay
Hızr u İlyas meded kılıb uşlasam men (Divan-ı Hikmet, 154)
Bayazıddek tün-kün tınmay Kabe barsam (Divan-ı Hikmet, 155)
Şibli yanglığ sema urup, candın keçtim (Divan-ı Hikmet, 33)
Selim bolup saf boldu Cüneyd, Şibli
Nefsni tefib kahr kıldı Hasan Basri
Haknı koyup fena boldu Zünnun Mısri (Divan-ı Hikmet, 103)
Aynı şekilde Laçilerin Deste-i Gül adlı elyazması kitaplarında da yukarıda sunduğum dinî tasavvufî şahsiyetlerin çoğunun anıldığını
görüyoruz;
Mihman suymak Hak Mustafa sünnetlari
Cumla ötkan payğambarlar adatlari
Şundağ kılsa lazim hamma ummatlari
Hurlar anga hulla tonlar biçar ermiş
Habibini taklif kildi Hak Taala
Mihman bolub mirac bardi Hak Mustafa (Deste-i Gül, 73)
Mansuri Hallac kibi sangsar bolgan özganam (Deste-i Gül, 77)
Hızır İlyas ğavsul ğiyas kibi kimiya nazari boldim (Deste-i Gül, 78)
Hizır İlyas kirib nazar salar irmiş
Zakir kullar zikrin aytsa halka gurub (Deste-i Gül, 93)
Ol cunun bazarinda Bayaziddik sat özüng
Şah Mansur dek darga mingin akli hayraning bila (Deste-i Gül, 142)
Şayhi Şibli keca kündüz boldi rasua (Deste-i Gül, 17)
Nasimini terik pustin sıyub aldı (Deste-i Gül, 15)
Ol sultanni Bayazid dek piring bolsa (Deste-i Gül, 115)
Haksızlık Yapan Yönetici, Din Adamları ve Alimler
Hem Divan-ı Hikmet’te hem de Deste-i Gül’de dinî kimliklerini kullanarak, yanlış
işler yapan, insanları aldatan din adamları ağır şekilde eleştirilmektedir. Divan-ı Hikmet’te
para ve rüşvet alan, haksız fetva veren kadı ve müftülerin cehennemde yanacakları ifade
ediliyor;
Kazı bolğan alimlar, para, rüşvet yegenler
Andağ alim cayını nar-ı sakarda kördüm (Divan-ı Hikmet, 149)
Müfti bolğan alimler, nahak fetva bergenlar
Andağ müfti cayını Sırat köfrükde kördüm (Divan-ı Hikmet, 149)
Ahir zaman şeyhi tuzer suretlerin
Zahid takva kılmay buzar siretlerin
Keramet der hab-ı ğaflet ruyetlerin
Riya birla halkka özin satar dostlar (Divan-ı Hikmet, 74)
Molla müfti bolğanlar, nahak dava kılğanlar
Aknı kara kılğanlar ol tamuğga kirmişler (Divan-ı Hikmet, 82)
Kazı, imam bolğanlar, nahak dava kılğanlar
Ol himardek boluban yük astıda kalmışlar (Divan-ı Hikmet, 82)
Haram yegen hakimler, rüşvet alıp yegenler
Öz barmakın tişleben korkup turup kalmışlar (Divan-ı Hikmet, 82)
Tatavvu roze tutar, halklarğa şeyhlik satar
İlmi yok amidin beter ahir zaman şeyhleri
Belige fota çalur özüni kişi sanur
Arasatda oktanur ahir zaman şeyhleri (Divan-ı Hikmet, 188-189)
Dest-i Gül’de de aynı şekilde bu dünya nimetlerinin peşine düşüp yanlış işler yapan
molla, hacı, şeyh ve seyyidlerin cehennemde yanacakları ifade ediliyor;
Molla hace yahşilarni kilmas pasand
Canlarini cahannamğa yakti körung
Köb kişilar dinni koyub dunya söydi
Rahim kılmay birbirini koydik soydi
Hakdın korkmay tang atkunça yatib uydi
Ajdahadek biri birin yutti körung
Muminlarni başlaridin davlat ketti
Molla hacı sayyidlarga kulfat yetti (Deste-i Gül, 30)
Şayhi molla sayyidi hacı riya dukanini kurgay
Huda farmanini koyub dunya izlar nami hayf adam
Şol sababdin uşbu alamğa yazildi bul karah kunlar (Deste-i Gül, 79)
Tasavvufî Kavramlar
Divan-ı Hikmet içerisinde tasavvufî kavramların (Bkz. Uludağ, 2002) yoğun şekilde yer aldığını
biliyoruz. Bunların Hakim Ata gibi hikmet geleneğini sürdürenlerce de devam ettirildiğini görüyoruz.
Laçilerin Deste-i Gül adlı kitaplarındaki hikmetlerde de bu tasavvufî terminoloji aynen
sürdürülmektedir. Bu sürekliliği göstermek bakımından burada zahir, batın, ölmeden önce ölmek ve
fena fi’llah kavramları ile ilgili birkaç örnek verilecektir.
Zahir; dışı, görüneni veya şer’i hükümleri ifade ederken, batın; içi, gizli olanı veya aşk yolcusunun iç âlemini ifade eder. Aşk yolundaki
sufînin zahiri gibi batını da tertemiz olmalıdır. Hikmetlerde zahir ve batın pek çok kez vurgulanır:
Sofi gerek batınını kılsa safi (Divan-ı Hikmet, 162)
Zahir batın hazırsen, deb turmadim men (Divan-ı Hikmet, 39)
Yadi bilan batında bildsangani badah nuş (Deste-i Gül, 99)
Zahir batın tarbiyatlar kılar irmiş (Deste-i Gül, 111)
Sufî anlayışına göre iki tür ölüm olup, birisi doğal diğeri ise ihtiyarîdir. Ölmeden önce ölmek
kavramı ihtiyarî olanı simgelemektedir. Âşıkların Hu halkası kurduğu, aşk meydanı ölmeden önce
ölünen yerdir.
Ölmes burun can aççığın zehrin tattım (Divan-ı Hikmet, 31)
Mutu kable en temutu bolmağunça (Divan-ı Hikmet, 147)
Dastagul ham âşık bolğan ışk hancari basmal kılğan
Tirik ölgen rangi solğan ışkı Hudaga mubtala (Deste-i Gül, 136)
Fena fi’llah kavramı ise Allah’ta fani olmak demektir. Bu makama varış, yani fanilik, aşk yolcusunun insanı küçülten niteliklerden,
nefsanî duygulardan uzaklaşıp ilahî vasıflarla donanmasını simgeler.
Nam u nişan heç kalmadı, la la boldum
Allah yadın ayta-ayta illa boldum
Halis bolup muhlis bolup, lillah boldum
Fena fillah makamığa aştım mena (Divan-ı Hikmet, 22)
Fena fillah makamığa yavuklaştı (Divan-ı Hikmet, 43)
Li maallah makamığa barmagunça
En temutu sarayığa kirmegünçe
Fena fillah deryasıga çommagunça
Beka billah gevheridin alsa bolmaz (Divan-ı Hikmet, 106)
Yasmaullah manziliğa barib yetib
Fana fillah asrarinda nurga batib
Baga billah sayraninda özdin ketib
Mayyit bihud bolub anda yatsa kerek (Deste-i Gül, 12)
Fana fillah makaminda Hak mavlam ham sir boldim (Deste-i Gül, 77)
Tarikatni intahasi fana boliş
Fana bolğan kullar Hakka vasıl boldi (Deste-i Gül, 105)
Sonuç
Bu makalede aynı tarzda iki eseri ele almak suretiyle sergilemeye çalıştığımız hikmet geleneği,
Türk kültüründe geçmişten günümüze uzanan bir sürekliliğin ürünüdür. Bu geleneğin temelini halkın
büyük kutsallık atfettiği ozanların sosyal ve dinî içerikli şiirleri oluşturmaktaydı. İşte hikmet geleneği
Türklerin İslâmlaşmasıyla birlikte bu köklü temel üzerine bina edildi. Bu gelenek, Türk toplulukların
yayıldığı Orta Asya’da Kafkaslar’da, Anadolu ve Balkanlar’da benzeri edebî şekiller altında olmak
üzere nesilden nesle aktarılmayı sürdürdü.
Burada ana hatlarıyla ele aldığımız bu konunun oldukça kapsamlı olduğunu vurgulamakta yarar görüyorum. Hikmet geleneği hakkında
bile çok sayıda kitap yazılabilecek kadar ayrıntılı veriler bulunduğu söylenebilir. Türk dünyasında bu geleneğe dahil şairler, onların
etkileri; bu gelenek çerçevesindeki edebî ürünler, bunların edebî özellikleri, benzerlikleri ve farklılıkları ve hatta bu geleneğin Fars ve
Arap dünyası olmak üzere olası etkileri gibi pek çok mesele araştırılmayı beklemektedir. Biz gücümüz yettiğince ve ilgilendiğimiz
konulara uygun olarak bu konularda araştırma yapmayı sürdüreceğiz.
KAYNAKLAR
ARSLANOĞLU, İbrahim (1984), Pir Sultan Abdallar, İstanbul, Erman Yayınevi.
BABADZHANOV, Bakhtiyar (2001), Hikmat, İslâm na Territorii Byvşei Rossiiskoi İmperii,
Entsiklopediçeskii Slovar, Prozorov, S. M. (Ed.), vypusk 3, Moskva, İzdatelskaia Firma “Vostoçnaya Literatura”
RAN s. 115-116.
BARNES, John Robert (1997), “Osmanlı İmparatorluğu’nda Tarikatlar”, Türkiye Günlüğü, sayı:45, (Mart-
Nisan 1997), s.113-117.
BİCE, Hayati (Haz.) Hoca Ahmed Yesevî, (1998), Divan-ı Hikmet, Ankara, Türkiye Diyanet Vakfı
Yayınları.
DEMİDOV, S. M, (1978), Sufizm v Türkmeni (Evolutsiya i Perejitki), Aşhabad, İlim.
DİVAN-I HİKMET (Ahmad Yassavi (1992), Devani Hikmat, Haz. R. A. Abdişükürov, M. Hasani, U.
Koçkar, Taşkent, Ğafur Ğulam Namidagi Naşriyat-Matbaa Birleşmesi).
ERASLAN, Kemal (1998), Hikmet Geleneği, Yesevîlik Bilgisi, Haz. M. İsen, C. Kurnaz, M. Tatçı, Ahmet
Yesevî Vakfı Yayınları, Ankara, s. 143-156.
GÖLPINARLI, Abdülbaki (1958), Manakıb-ı Hacı Bektaş-ı Veli Vilayet-Name, İstanbul,İnkılap Kitabevi.
GORDLEVSKİ, V, (1988), Anadolu Selçuklu Devleti, Çev. A.Yaran, Ankara, Onur Yayınları.
HAKKULOV, İbrahim, (1990), Ahmet Yesevî Hikmetler, Taşkent, Gafur Gulam Neşriyatı.
İSHAKOV, Yakubcan, (2002), Nakşbendiye Talimatı ve Üzbek Edebiyatı, Taşkent, Abdullah Namidağı
Halk Mirası Naşriyatı.
KIRAVBAYEVA, A. (Haz.), (1991), Ejelki Dövir Edebiyeti, Ekinşi Kitap, Almatı, Ana Tili.
KÖPRÜLÜ, M. Fuad, (1993 a), Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, 8. b., Ankara, Diyanet İşleri
Başkanlığı Yayınları.
KÖPRÜLÜ, M. Fuad, (1993 b), “Ahmed Yesevî md.,” İslâm Ansiklopedisi, c. 1, İstanbul, Milli Eğitim
Basımevi, s. 210-215.
MELİKOFF, Irene, (1998), Hacı Bektaş, Efsaneden Gerçeğe, İstanbul, Cumhuriyet Kitapları.
MİLLETLERARASI AHMET YESEVÎ SEMPOZYUMU BİLDİRİLERİ, 26-27 Eylül 1991, Ankara, 1992.
NISANBAYEV, A. (1998), “Koja Ahmet Yassavi Dünyetanımının Eleymettik jene Filosofyalık Astarları”,
Akikat, No: 6, s. 26-33.
ÖZMEN, İsmail, (1995), Alevi-Bektaşi Şiirleri Antolojisi, c. I, (13. yüzyıldan 16. yüzyıla kadar), Ankara,
Saypa Yayın Dağıtım.
SABIROV, S., (1997), Kazakistan Tarihi, Almatı, Respublikalık Bapsa Kabineti.
SCHIMMEL, Annemarie, (1975), Mystical Dimensions of İslâm, Chapel Hill, The University of North
Caroline Press.
SNESAREV, G. P., (1969), Relikti Domusulmanskih Verovaniy i Obryadov u Uzbekov Harezma, Moskva,
İzdatelstvo “Nauka”.
SUHAREVA, O. A., (1960), İslam v Uzbekistane, Taşkent, Özbekistan İlimler Akademisi Yayınları.
Şuşud, Hasan-Lütfi, (1958), İslâm Tasavvufunda Hacegan Hanedanı, İstanbul, Doğan Kardeş Yayınları.
TABIŞALİYEVA, Anara, (1993), Vera V Turkestane (Oçerk İstorii Religii Sredney Azii i Kazahstana), Bişkek,
“Az-Mak”.
TATÇI, Mustafa, (1991), Âşık Yunus ve Diğer Yunusların Şiirleri, Ankara, Kültür Bakanlığı Yayınları.
TRIMINGHAM, J. Spencer , (1971), The Sufi Orders In İslâm, Oxford, Clarendon Press.
ÜZBEK Edebiyatı, Birinçi Tom, Taşkent, ÜzSSR Devlet Badi Edebiyat Naşriyat,
YALTKAYA, M. Şerafeddin, (1937), “Eski Türk Ananelerinin Bazı Dinî Müesseselere Tesirleri”, İkinci Türk
Tarih Kongresi, İstanbul, Devlet Basımevi, s. 1-8.
YAMAN, Ali, (2004), Alevilik’te Dedelik ve Ocaklar, İstanbul, Karacaahmet Sultan Derneği Yayınları.
ULUDAĞ, Süleyman, (2002), Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, Gen. 2. b., İstanbul, Kabalcı Yayınevi.
DİPNOTLAR
Ahmet Yesevî Uluslararası Kazak-Türk Üniversitesi Öğretim Üyesi ve Türkistan’da
bulunan Yesevîlik Araştırmaları Merkezi Uzmanı.
Rus araştırmacı Demidov da, gelişmiş merkezlerdeki Sufilerin aksine, Ahmet
Yesevî’nin şakirtleri olan Hakim Ata ve Seyyid Ata’nın haklarındaki kaynakların da sınırlı
olduğunu ifade ederek, bununla göçebe halklarda yazılı edebiyatın gelişmediği sonucuna
varılabileceğini ifade etmektedir. (Demidov, 1978: 38)
Örnek olarak Anadolu’daki tanınmış halk ozanları Pir Sultan Abdal ve Yunus Emre
verilebilir. İbrahim Aslanoğlu adlı bir halkbilimci Pir Sultan Abdallar adını taşıyan eserinde
bu ozanı ve onu benzeri adlar kullanarak taklit eden ozanları incelemiştir. Bkz. (Aslanoğlu,
1984); Yine diğer Yunuslara ait olan ancak Yunus Emre’nin olarak şiirlerle ilgili de bilimsel
çalışmalar yapılmış bulunmaktadır. (Tatçı, 1990)
Onun Hikmet geleneği dışında da etkileri söz konusudur. Örneğin Nisanbayev çok
yerinde olarak Asan Kayğı’dan başlayarak Abay’a kadar Kazak akınlarının eserlerinde Ahmet
Yesevî’nin etkisinin açık olduğunu örneklerle ifade etmektedir. (Nisanbayev, 1998: 28)
Yesevîlik Araştırmaları Merkezi’nde Edebiyat uzmanı Aynur Abdiresilkızı tarafından
Hakim Ata’nın bu eserinin bir elyazması nüshası gerek transkripsiyon gerekse Kazakça olarak
yayına hazırlanmaktadır. Bu çalışma tamamlandıktan sonra onu Divan-ı Hikmet ile içerik
bakımından karşılaştırmayı amaçlayan bir makale hazırlamayı düşünüyorum.
Eski Türk inanç ve gelenekleri ile Yesevî Yolu’nun benzerliklerine ilişkin şu örnek
bile oldukça anlamlıdır. ...Yakutlarda Isı ah ayininde kımız hazırlanır ve toplanan cemaat
birbirlerinin ellerini tutarak halka-daire teşkil ederler ve (Hu, hu, hu!) diyerek dans ederler...
(Yaltkaya, 1937: 2-3)
Cem ibadetinin bir diğer adı da halka namazıdır.
Oblast, Sovyet döneminden kalma ancak bugün de kullanımı süren eyalet karşılığı bir
sözcüktür.
2003 Temmuz ayında Kayındı Köyü’nü ziyaretimizde edindiğimiz bu elyazması
eserin transkripsiyonu Yesevîlik Araştırmaları Merkezi uzmanlarından Seyfullah Molla
Kanağatulı tarafından yapılmıştır.
Hikmetlerde pir ve pir-i kâmil deyimleri sık sık geçmektedir. (Ayrıca bkz. Bice, 1998:
14, 25, 31, 48, 72, 118 ve devamı)
Geçmişte ve bugün Orta Asya’nın çeşitli bölgelerinde sesli zikir dini bir ritüel biçimi olmanın ötesinde,
sufi ve işanlarca hastaları iyileştirme amacıyla da kullanılmaktadır. Bu işlevin kökeni de İslâm öncesi Türk
dini/tıbbi amaçlı ritüellere dayanmakta olup, İslâm’dan sonra da yaşamayı sürdürmüştür. (Ayrıca bkz. Snesarev,
1969: 54)
Sesli ve sessiz zikire ilişkin çeşitli tartışmalar için bkz. (İshakov, 2002: 10-21)
Burada tarikata girmek deyimi ile zikr meclislerine katılmaya işaret ediliyor.
Tarikatların bazılarınca zikir sırasında müzik, raks u sema ve hatta sesli zikir bile
dinen uygun görülmemektedir. Örnek vermek gerekirse 24 Temmuz 2004’te Özbekistan,
Kokand’da görüştüğümüz bir Nakşibendi Şeyhi bize bu yöndeki görüşlerini anlatmıştır.
Günümüzde bazı Nakşibendi kollarının ise müzik olmaksızın zikr-i cehr yaptıklarını
biliyoruz. Özbekistan’ın Namangan ve Andican şehirlerinde bu zikir tarzını benimseyen dini
topluluklar bulunmaktadır.
Ayrıca dört Halife, Adem, Musa, İbrahim, Eyüp, Zekeriya, Yakub, Yunus, Yusuf Peygamberlere ve başka
mutasavvıf ve şahsiyetlere de Hikmetlerde yer verilmektedir. Burada bu konudaki örneklere yer vermiyorum.
Rusça kaynakların çevirisi yardımcılarım H. Bektaş, E. Akgün ve A. Azimov
tarafından yapılmıştır.
Top Related