Uğur Sencer - İthaki Yayınları · cebini mis kokulu kâğıt bankınota hasret bırakır,...

20

Transcript of Uğur Sencer - İthaki Yayınları · cebini mis kokulu kâğıt bankınota hasret bırakır,...

Page 1: Uğur Sencer - İthaki Yayınları · cebini mis kokulu kâğıt bankınota hasret bırakır, habire sağdan soldan aşırdığı bozuklukları yığarsa olan şeydir. Şangır şungur
Page 2: Uğur Sencer - İthaki Yayınları · cebini mis kokulu kâğıt bankınota hasret bırakır, habire sağdan soldan aşırdığı bozuklukları yığarsa olan şeydir. Şangır şungur

Uğur Sencer, 1968’de İstanbul’da doğdu. MSÜ’de sine-ma eğitimi gördü. Uzun süre turizm, uçakçılık, hizmet sektörlerinde çalıştı. 2010 Sabahattin Ali Öykü Ödülü’ne değer bulundu. 2011’de Hayatın Peşinde isimli ilk öykü kitabı yayınlandı. 2013’te senaryosunu yazdığı “Kutsal Bir Gün” isimli film Antalya Film Festivali’nde iki Altın Por-takal kazandı. Matruşka Park ilk romanı.

Page 3: Uğur Sencer - İthaki Yayınları · cebini mis kokulu kâğıt bankınota hasret bırakır, habire sağdan soldan aşırdığı bozuklukları yığarsa olan şeydir. Şangır şungur

Matruşka ParkUğur Sencer

İthaki Yayınları - 1281Türkçe Edebiyat Dizisi - 10

Yayın Koordinatörü: Tuğçe Nida SevinEditör: Selçuk AylarKapak Tasarımı: Hamdi AkçaySayfa Düzeni ve Baskıya Hazırlık: B. Elif Balkın1. Baskı, Kasım 2017, İstanbul

ISBN: 978-605-375-738-2

Sertifika No: 11407

© Uğur Sencer, 2017© İthaki, 2017

Matruşka Park şiiri Şeref Bilsel’e aittir.

Yayıncının yazılı izni olmaksızın alıntı yapılamaz.

İthakiTM Penguen Kitap-Kaset Bas. Yay. Paz. Tic. Ltd. Şti.’nin yan kuruluşudur.

Caferağa Mah. Neşe Sok. 1907 Apt. No: 31 Moda, Kadıköy - İstanbul

Tel: (0216) 348 36 97 Faks: (0216) 449 98 34

[email protected] – www.ithaki.com.tr – www.ilknokta.com

Kapak, İç Baskı: Deniz Ofset Matbaacılık

Gümüşsuyu Cad. Topkapı Center, Odin İş Merkezi No: 403/2 Topkapı-İstanbul

Tel: (0212) 613 30 06 - Faks: (0212) 613 51 97Sertifika No: 29652

Page 4: Uğur Sencer - İthaki Yayınları · cebini mis kokulu kâğıt bankınota hasret bırakır, habire sağdan soldan aşırdığı bozuklukları yığarsa olan şeydir. Şangır şungur

Matruşka ParkUĞUR SENCER

Page 5: Uğur Sencer - İthaki Yayınları · cebini mis kokulu kâğıt bankınota hasret bırakır, habire sağdan soldan aşırdığı bozuklukları yığarsa olan şeydir. Şangır şungur
Page 6: Uğur Sencer - İthaki Yayınları · cebini mis kokulu kâğıt bankınota hasret bırakır, habire sağdan soldan aşırdığı bozuklukları yığarsa olan şeydir. Şangır şungur

1. BÖLÜM

O DELİĞİM TIKANMIŞ ÖBÜRÜNDEN YAP

Page 7: Uğur Sencer - İthaki Yayınları · cebini mis kokulu kâğıt bankınota hasret bırakır, habire sağdan soldan aşırdığı bozuklukları yığarsa olan şeydir. Şangır şungur
Page 8: Uğur Sencer - İthaki Yayınları · cebini mis kokulu kâğıt bankınota hasret bırakır, habire sağdan soldan aşırdığı bozuklukları yığarsa olan şeydir. Şangır şungur

9

Eve döndüm. Beni bu dünyaya salıp bırakan yaşlı anamın evine. Cebim delik. Anahtar düşüp yitecek diye korkarım. Cebi delik nedir? Bir adam, bir delikanlı, pantolonunun cebini mis kokulu kâğıt bankınota hasret bırakır, habire sağdan soldan aşırdığı bozuklukları yığarsa olan şeydir. Şangır şungur gezer ortada cebi delikler. Bir elleri o delik cepte, bir de utanmadan sayıp dururlar madeni varlıkları-nı. Sonunda o tenekeler de o güzelim cebi deler; cebi delik işte budur. Masada kendince namaz kılan anamın karşı-sına geçtim. Nefesimdeki ekşi bira kokusunu aldı hemen. Başörtüsünün huzursuzlanmasından anladım. Uzun ma-sanın diğer ucundaki eşyaları bir bir mübarek başını koy-duğu seccadenin üzerine dikmeye başladım. Bunlar laik eşyalar, sade bu dünyada lazım adama. Önce çalar saat, bazı sabahlar hastaneye çok erken kalkar, lüzumludur, pek yakıştı kara tespihin yanına. Sonra kolonya, misafir için-dir ama benim de ayda bir tıraş olduktan sonra gerektiği gibi ferahlatır içimi, tenimi yakar; saatin arkasında güzel durdu. Sonra peçetelik, içinde hep iki ya da üç peçete olur, içime zamansız şeytan girdiğinde ben kullanırım, kendili-

Page 9: Uğur Sencer - İthaki Yayınları · cebini mis kokulu kâğıt bankınota hasret bırakır, habire sağdan soldan aşırdığı bozuklukları yığarsa olan şeydir. Şangır şungur

10

ğinden dolar, hiç tam dolmaz, hep iki yaprak ya da üç; son-ra tuzluk, tuzsuz yumurta bıyıksız öpücüğe benzer; sonra denizden getirmiş olduğu mükemmel bir taş, sonra bir şey daha ve bir şey daha ve önü ıvır zıvırla dolmuştu, seccade-de başını koyacak boş yer bulamıyordu. Sonunda gülmeye başladı. Başarmıştım. Gitti abdest. Başından örtüsünü attı, kendince koşmaya çalışarak tuvalete seyirtti. Yerleri ıslata ıslata zor yetişti gariban. Ben de gülmeye başladım, ne ko-laydı bu maçı kazanmak. Güldürmek yetiyordu. Gülmek-le hiçbir dogma, hiçbir düzen baş edemiyordu. Hepsinin düşmanıydı şaka. Kafama kırmızı plastik tuvalet tasıyla ağır bir darbe indiğinde, yalan değil, bayağı bir sendele-dim. Kızmıştı bana. Şimdi o soğukta iki saat abdest taze-leyecekti, yazık değil miydi ona? Dizisi başlamak üzereydi. Binlerce özür diledim, kimbilir kaç bininci kez bir daha abdestini kaçırmayacağıma yemin ettim. Ama bu sefer ağlıyordu. Bıkmıştı benden. Ağlamazdı normalde. Havaya sinmiş bir tersliğin, uğursuzluğun kokusunu almış gibi sı-rıttım. Bir şeyler bitmiş, yanmışçasına bir koku.

Ona iyi haberleri verdim. İki yıldır yanına sığınmıştım, bu doğru, ama artık bu talihsiz dönemin geride kaldığı-nı, güzel bir iş aldığımı ve az sonra yola çıkacağımı, bir ay dönmeyeceğimi söyledim. “Bir ay” ve “dönmeyeceğim” laf-larını duyunca dindar gözleri parladı. Çok sevindiğini, hep benim için dualar ettiğini söyledi. Bu kadar işte, ağlaması geçmişti. Çantamı hazırlayayım dedim. Çocuk mobilyala-rıyla döşeli odama gittim. Çantaya birkaç kışlık eşya atar-ken ondan nasıl para isteyeceğimi düşünüyordum. Neden para isteyeceğimi bilmiyordum. Ama eve gelirken dahi aklımda bu vardı, annemden para istemek! Bir şey doğu-

Page 10: Uğur Sencer - İthaki Yayınları · cebini mis kokulu kâğıt bankınota hasret bırakır, habire sağdan soldan aşırdığı bozuklukları yığarsa olan şeydir. Şangır şungur

11

yordu, bitecek olanın yerine geçecek bir şey; doğum vardı. Doğum masraflıdır. Gürültülüdür. Zamanı biten, zamanı gelene devredecek yerini. Canlı cansız hiçbir şey varlığını gürültüsüz terk etmez.

Adam beni Çıralı’ya götürecek araca nevalenin yanı sıra avansımı da koyacağını söylemişti ama ya unuttuysa? Çıralı’da cebi delik vaziyette ne halt yerdim? Hiç olmaz-sa elli kâğıt olmalıydı cebimde ki hatasını giderene kadar cigarasız kalmayayım ve aksilik halinde geri dönecek dol-muş param olsun. O da önemliydi bak. Avansı almamış-tım daha, istediği an cayabilirdi. Caymak için yarım saati vardı. Balkonda bir sigara içip cesaret toplamaya çalıştım. Giriş katında balkon olması bizim için saçmaydı. Bir gün balkon keyfi yapmamıştık orada. Bahçeyi çerçöp, yabani ot sarmıştı ilgisizlikten. Param olduğu zamanlar iki balko-na da yerden tavana demir parmaklık yaptırmıştım. Şimdi biraz nakite, morale ihtiyacım vardı, sadece iki yüz liracık. Elli de yeterdi ama iki yüz daha bir güven verecekti. Biten bir şeyler vardı, ve doğan bir şeyler. İnsanın güvene ihti-yacı oluyor. Mutfağın ışığının yandığını, yaşlı bacaklarını sürüyerek musluğun başına geldiğini duydum. Kefirini hazırlayacaktı. O da ölmek istemiyordu, uzun yaşamak istiyordu, benim gibi. Uygun bir zamandı. Hem balkonda kalıp sigaramı içmeyi sürdürebilir, hem de konuşabilirdim. Ana dedim, bana borç vermen lazım. İki yüz lira. Gözleri duyduklarına inanamadı. Tekrarladım. Oğlum git başım-dan dedi. Vallahi lazım dedim, haftaya gönderirim sana. Aslında paramı şimdi gönderecekler ama ne olur ne olmaz diye. İki yüz.

Konuyu kendince kapatıp salona geçti. Bildim bileli

Page 11: Uğur Sencer - İthaki Yayınları · cebini mis kokulu kâğıt bankınota hasret bırakır, habire sağdan soldan aşırdığı bozuklukları yığarsa olan şeydir. Şangır şungur

12

karanlıkta otururdu tasarruf olsun diye. Bu yüzden görme yetisi gerilemiş, kulakları hassaslaşmış, yarasaya dönüş-müştü. Su tasarrufu olsun diye duş almaz, küvette iki saat kendini şıpır şıpır silerdi, kedinin kendini yalaması gibi. Sigaramı söndürüp ardından gittim. Bak ciddiyim, haftaya ödeyeceğim. Oğlum rahat bırak beni. Emekli kadınım ben, bana sarma dedi.

“Bana sarma.” Bu korkunç lafı nereden öğrenmişti? Ya Survivor’dan ya Türk dizilerinden. İyi kötü kendince na-maz kılan bir kadına bu çirkin kelimeler yakışıyor mu? Az içmenin verdiği huzursuzluk da vardı, vakit dardı, yetişti-rememiştim kâfi zıkkımı o sürede. Sinirlenmiştim anama. Beni takmıyor, üstüne de çirkin kelimelerle uzak tutmaya yelteniyordu. Odama döndüm. “Elveda ey çocuk odası…” dedim. Divanda yatmaktan iki yılda bel ağrısı verdin bana cenabet kamara. Güle güle sana! Çantamı hazırlamıştım. Zamanında Atlas Pasajı’ndan aldığım kaliteli, tarz bir çan-ta. Ama eprimiş, dökülmeye başlamıştı. Çok nem yemiş-ti. Çok yağmur almıştı. Bu hayırlı yolculuğu da inşallah çıkaracak, sonra patlayıp vefat edecekti. Büyük, gösterişli bir numara çekmeliydim anama. Buldum; eşyalarıma göz attım. Kitaplar falan hariç iki bavulluk eşyam daha var-dı. İki bavulum var mıydı? Vardı. Eski de olsa dökük de olsa vardı. Tehlikeli hesaplara girmeye başlamıştım. Anam bunu hissetmiş gibi kapımda göründü. Elinde bir yirmilik tutuyordu. Oğlum al bunu, sigara alırsın dedi.

İşte o an içim dışıma çıktı. Kendimi kaybettim. Bana yirmi lira veriyordu. Yirmi. İki paket sigara. Kaçak alırsan dört. Gözlerim sulandı çocuk gibi. Kendimi tuttum ama yine de baksa görecekti. Başımı çevirdim. Ona bir omuz

Page 12: Uğur Sencer - İthaki Yayınları · cebini mis kokulu kâğıt bankınota hasret bırakır, habire sağdan soldan aşırdığı bozuklukları yığarsa olan şeydir. Şangır şungur

13

atarak arka odaya geçtim. Annemin tekerlekli pazar çanta-sı bana üzüntüyle baktı. Elimden gelen gürültüyü çıkararak bir eski bavul ve bir rezil eski çanta buldum. Omuz attım ona omuz. Baktı arka odayı karıştırışıma, n’apıyorsun oğ-lum dedi bana. Eşyalarımı rasgele doldurmaya başladım. Sana gidiyorum dedim ana, belki de tümden kurtulacaksın benden, iki yüz lirayı esirgedin be! Yirmi lira ne ulan diye bağırdım. YİRMİ LİRA NE?

İhtiyar, yumuşak yüzü sessizce ağlamaya başladı. Dua-lar okuyarak içeri geçti. Bavulları doldurmayı sürdürdüm. Arka balkondaki eski ayakkabılarımı, postallarımı, sanda-letlerimi aldım. Bavulun üstündeki Berlin, Zürich, Londra vs bagaj etiketlerini sinirle söküp divanın altından çıkardı-ğım yazlıklarımı tıkıştırdım. Kitap ve CD’lerimi bir koliye sığdırdım. Bu restimi görmesi mümkün değildi. İki yüz lira için bunu yapacak anne olamaz. Verecekti parayı. Planım sağlamdı. Ne işime yarayacağını bilmediğim o iki yüzü ala-cağım arkadaş! Gidip dış kapıyı açtım ve hepsini elimden gelen gürültüyü yaparak kapının dışına taşımaya başladım. Dayanamadı yine, yanıma geldi. Oğlum n’apıyorsun, bu sa-atte yapma böyle dedi. Alıyorum eşyalarımı, kurtuluyor-sun benden kızım dedim. Bütün çer çöpümü alıyorum, lüzum yok burada kalmasına.

Tamamen gereksiz, hayatımı zorlaştıracak bir işti bu. Ama ağzımdan çıkmış, dilimden dökülmüştü artık. Kapı-nın önüne her çıkışımda otomatik ışık yanıyor, iki saniye sonra sönüyordu. Mümkün olan en pinti konuma ayarlan-mıştı apartmanda her şey. Alma eşyalarını, lazım olma-yanları bırak oğlum, geri gelirsin belki, ya da lazım olunca alırsın dedi bana.

Page 13: Uğur Sencer - İthaki Yayınları · cebini mis kokulu kâğıt bankınota hasret bırakır, habire sağdan soldan aşırdığı bozuklukları yığarsa olan şeydir. Şangır şungur

14

Üzme beni. Ağlaması şiddetlenmişti. Ona bakamıyordum. Postalla-

rımı giydim. Balkondaki sigara ve çakmağım düştü aklıma. O yaşlı haliyle kendi temizlediği yere kirli postalımı vura vura balkona gidip eşyalarımı aldım, kapıyı ardımdan ka-padım.

Çantaları, koliyi üç seferde apartmanın önüne çıkar-dım. Ayazın göbeğinde kan ter içinde kalmıştım. Bir ara-banın altına girmiş kediler, üstümdeki huzursuzluktan ra-hatsız olup uzaklaştılar. Hal ve tavırları beni küçük görür gibiydi, uzun bacaklıydılar. Beni küçümseyen adımlarla karşı kaldırıma geçtiler. Her an balkonda anamın sarı ka-fasının belirmesini bekliyordum. Pencereden çıktı o mü-barek kafa, demir çerçevenin ardında. Oğlum yapma dedi, param yok dedi. Tamam dedim, uzatmayalım. Yavrum, olsa vereceğim, üç aylığım haftaya yatıyor. Ben de idare ediyorum. Hadi gel içeri, getir eşyalarını, yalvarıyorum bak. Sessizce ağlamayı sürdürüyor, konuşmasını da sessiz tutmaya çalışıyordu. Bir an düşündüm, rest çekmiştim, ka-dın resti görüyordu. İşin gerçeği, bu hamleyi beklememiş-tim. Benden iyiydi, yenilgiyi kabul etmeliydim. Kaybım o ana kadar yaptığım rezilliğin ceremesine katlanmak ola-caktı, hepsi bu. Yirmi lira da cabası. Cebim haftalar sonra kâğıt para görecekti.

Gel on lira daha vereyim dedi, saçlarımı kestirecektim, sonra giderim artık.

Hıçkırmaya başladım. Ulan bir kadın saçlarını on lira-ya kestirir mi? En az elli lira vermesi lazım o işe. Bu nasıl fakirlik ulan. Ben ne biçim bir adamım. Beğenmediğim çomarların anaları Bim’e, Şok’a gidip alışveriş arabalarını

Page 14: Uğur Sencer - İthaki Yayınları · cebini mis kokulu kâğıt bankınota hasret bırakır, habire sağdan soldan aşırdığı bozuklukları yığarsa olan şeydir. Şangır şungur

15

ağzına kadar dolduruyor. Benim anam senede iki kez saç kestirmeye gidiyor, o da erkek berberine, o da on liraya. On liralık cigarayı ben meyhanede iki saatte öldürüyorum. Öldür lan kendini Osman! Öldür baban gibi kendini, şe-refsizin evladı!

Yalvarıyorum. Yapma bana bunu. Getir eşyalarını Os-man.

Aslında dediğini yapacaktım. Ama kendimle didişmeye de başlamıştım. Korkunç şeyler olsun, geri dönülemez ce-nabet yerlere girilsin istiyordum. Çaresizdim. Karşı apart-manda bizi izlemeye başlayanları hissedebiliyordum. Ka-ranlığa sinmiş bizi izliyor, dinliyorlardı.

Gel yanıma, gel buraya oğlum. Üzme beni bak.Gittim. Ana dedim, o sadakayla Bim’den iki tavuk al,

kedilere dağıt. Oğlum, yok, dedi, artık yüksek sesle ağlı-yordu. Hasta kadınım ben, tansiyonum var, elli çeşit ilaç alıyorum, öldürmek mi istiyorsun beni. Haklıydı, oracıkta ölse sorumlusu bendim. Ne istiyorsun, beni oyalama de-dim. Böyle gitme dedi, beni üzme.

Gitmeme itirazı yoktu. Onu üzerek gitmem, ondan bana veremeyeceği bir şeyi isteyerek gitmem koyuyordu. Hazince gülümsedim. İçimden tekrarladım. Oğlum Os-man, gitmenle hiçbir alıp veremediği yok. Ucuza kapatma-ya çalışıyor sadece. Bir de hastalık numaraları çekiyor usta kumarbazlar gibi.

Gidiyorum. Kendine iyi bak. Suriyeli çöp toplayıcılar da durmuş bize bakıyorlardı. Üzgün görünüyorlardı. Kitap-larla CD’leri evin hemen çaprazındaki çöp konteynerinin yanına koydum. Konyaaltı Belediyesi’nin çöp konteynerle-ri demirdendi. Yanımda götürmek için alelacele hazırladı-

Page 15: Uğur Sencer - İthaki Yayınları · cebini mis kokulu kâğıt bankınota hasret bırakır, habire sağdan soldan aşırdığı bozuklukları yığarsa olan şeydir. Şangır şungur

16

ğım çantayı kenarda tuttum, diğer ikisini annemin bakış-ları altında çöpün içine attım. Gürültüyle.

Ah dediğini duydum, oğlum. Ah... Buraya gel. Gittim. Pencereye gittim tekrar. Suriyeli çocuklar çö-

pün kenarına bıraktığım koliyi karıştırıyordu. Herkes, komşular, tüm sokak bizi izliyordu. Sessizce izliyorlardı. Annem utanç dolu bir yüzle bana bir yirmilik bir de onluk uzattı. Almadım. Elinden bıraktı. Yere, toprağa düştüler. Zorlukla konuşarak, son kez, “Getir eşyalarını içeri, bunu yapma bana,” dedi. Gerçekten zorlukla konuşuyordu. On-dan duyduğum son sözler ise şunlar oldu: “Oğlum, bana gösterdiğin bu tavrı, bu kararlılığı hayata karşı da gösterir-sin inşallah. Allah seni affetsin.”

Laflara bak, edebiyata bak. İki saattir ‘oğlum gel, oğlum yapma’dan başka laf etmezken hangi üç kuruşluk diziden girmişti beynine bu edebiyat? Tane tane, kırk yıllık hati-bin ağzından çıkmış gibi bu sinsi retorik nereden sızmıştı onun akça pakça, yorgun, yumuşak ağzına?

Gecenin efendisi zarif ay bu rezil sahneyi aydınlatmak-tan utanmış, bulutların arkasına çekilmişti. Elini kolunu çöpe sokmuş Araplara bağırdım, kaba sesler saçarak kaçış-tılar. Çöp konteynerine döndüm. Yanına koymuş olduğum kolinin en üstündeki kitabı aldım. Hamsun. ‘Göçebe.’ Çak-makla kitabı tutuşturup konteynerin içine attım. Karanlık gecede cehennem ateşi ağır ağır güçlenirken bir sigara yakıp seyrettim. Komşular artık yüksek sesle söyleniyorlardı. “Os-man Bey yakışıyor mu...” “Osman Abi yapma, üzme Asiye Teyze’yi...” “Osman gel ne istiyorsan ben vereyim sana oğ-lum!” O saate kadar bana sadece saygı, hatta sevgi göstermiş insanlardı. “Adam mahalleyi yakacak, ara polisi oğlum...”

Page 16: Uğur Sencer - İthaki Yayınları · cebini mis kokulu kâğıt bankınota hasret bırakır, habire sağdan soldan aşırdığı bozuklukları yığarsa olan şeydir. Şangır şungur

17

Annemin sesi hâlâ geliyordu. Ve hâlâ kulaklarımda. “Oğlum… hı hı... Oğlum...”

Çantamı sırtıma vurdum, düşman mahalleyi, o yağı yurdu, yolun ortasından yürüyerek arkamda bıraktım. Arkamdan hâlâ bağırıyor, çağırıyorlardı. Birkaçının evle-rinden çıkmış annemin yardımına koştuğunu duyabiliyor-dum. Ağlamaktan nefes alamıyor, ağlamaktan yürüyemi-yordum. Çantam sivri uçlu bir kaya parçasına dönüşmüş, belime vuruyor, böğrümü deliyordu, yalpalıyordum.

Page 17: Uğur Sencer - İthaki Yayınları · cebini mis kokulu kâğıt bankınota hasret bırakır, habire sağdan soldan aşırdığı bozuklukları yığarsa olan şeydir. Şangır şungur

18

TUİ logolu bir Vito sözleştiğimiz gibi Şok marketin ışıklı tabelasının önünde durdu. “Osman Bey mi?” Konuşmadan bindim arka koltuğa. Karşımdaki koltukta ve yerde torbalar vardı. İkisi içki doluydu. Viskiler, rakılar. Anlaştığımız gibi. Diğerinde beş karton beyaz Camel. Bir torbada çikolata, çerez, pastırma. Sordum: “Para yok mu para?” Yörük yüzlü şoför korkarak aynadan bana baktı. “Emre Bey içki kutu-larının birinin içinde dedi.” Kutulu olan viskilerdi. Salla-dım, birinin içinden iki zarf çıktı. İlkinde yirmi beş adet iki yüzlük. Rengini bile unutmuşum mübareğin. Tazeydi para. Gıcır gıcırdı. Mükemmel kokuyordu. Diğer zarftan da beş yüz çıktı. Pansiyon akşam yemeği vermediğini söylemiş Emre’ye; on günlük, ellişer liradan akşam yemeği parası. İştahım yok Emre şu sıra, oyun dağıldı Emre. Sorumlu be-nim, zevkini kaçırdım masanın, deste hamur oldu.

Biraz sıcağını kıs Allah aşkına hamam gibi içerisi. Adamcağız hemen klimayı hafifletti. “Sigara içeceğim.” Ya-nındaki koltuğun camını açtı, bana bir minik küllük uzattı. “İçin abi.” Viskilerden birini çektim. Adam bana matruşka gibi birbirinin içine geçmiş beş altı plastik bardak verdi.

Page 18: Uğur Sencer - İthaki Yayınları · cebini mis kokulu kâğıt bankınota hasret bırakır, habire sağdan soldan aşırdığı bozuklukları yığarsa olan şeydir. Şangır şungur

19

İçtim. Matruşka Park. Soluklandım. Para gelmişti. Tüm o tiyatro boşunaydı. Zaten baştan tiyatroydu. Çöpü yaktım bir de, işe bak. Ama gerekliydi. Gerekli şeyler var. Gerekli olduğu gerçekleştikten sonra anlaşılır. “Gerekliydi,” dedim. “Nasıl abi?” dedi.

Çikolatayı açtım. İthal Hollanda çikolatası. Ambalajın-da bir inek, ineğin arkasında da dağlar. Hollanda’da dağ mı olur? Utanmadan yedim. Annem şu an ayılıp bayılıyor olmalıydı. Ama hayır, bu onun tarzı değil. Sessizce ağlıyor-dur arkadaşlarından utanarak. Bir erkek çocuk gibi ağlı-yordur. Bir elini başına destek yapmıştır. Erkek berberine giderek on liraya saçını kestirecek miydi yarın? On lira! Yerdeki paraları da almıştır ağlayarak. Benim yanımda beş bin beş yüz lira yatıyordu. Onun kimbilir kaç aylık emekli maaşına denk. Bir çırpıda verilmişti bu para bana. Geri-si de vardı daha. Bir söz, bir güven üzerine verilmişti. Bir şeyi yapabileceğim konusunda duyulan güvenle verilmişti. Yapabildiğim şeyler vardı demek ki hâlâ. Neden böyle olu-yordu peki?

Beldibi. Boş caddeler. Kemer’e doğru yol çalışması. Flaşörler. Plastik korkuluklarda sarı kedigözleri. Kırmızı kedigözleri. “Biraz sarsılacak araç abi, çalışma var.” Niye bu bilgiyi bana verdiğini bardak elimden kaçıp üzerime dökülünce anladım. Kızdım, kaldırıp camdan fırlattım. Yeni bardak verdi bana. Bu sefer cam bardak. Herhalde çeşmelerin önünde durdukça su içiyordu onunla. Antalya sıcak şehir. Rahat şehir. Bereketli şehir. Şoförler öğlenleri gölgeye çekilmiş minibüslerinde sürücü koltuğunda kesti-rir, direksiyonla ön cam arasında bir portakal durur. Şoför uyanınca o portakalı çakısıyla keser, yer. Alnımı cama vur-

Page 19: Uğur Sencer - İthaki Yayınları · cebini mis kokulu kâğıt bankınota hasret bırakır, habire sağdan soldan aşırdığı bozuklukları yığarsa olan şeydir. Şangır şungur

20

dum tehlikesizce. Şoför yoldan sandı. Anlamak, anlamak zorundayım, bunu neden yaptım! Bir daha vurdum. An-neme bunu neden yaptığımı anlamak mecburiyetindeyim. Nasıl uyuyabiliyorlar gündüz vakti arabada, hiç günahları yok mu? Üstüne o portakalı nasıl yiyorlar, anlamak zorun-dayım.

Çamyuva. Çam kokusu. Kiriş. Güzelim ormanlar, ırzı-na geçilmiş. Biraz daha gideceğiz, sefil Tekirova. Mass tu-rizmin batıdaki son kalesi. Keriz beldesi. Sonra başka cins adamların geldiği yerler başlayacak. Çıralı, Adrasan, Olim-pos, Finike, Kaş... Antalya hâlâ bitmeyecek. Rezil ömrüm gibi. Aslı Erdoğan: Ölüm hep vaktinde gelir. Ölmüyorsam bu benim suçum değil. Vakti gelmemiş. Hâlâ sıcaktı içeri-si ama direksiyondaki yörük suni deri montunu giymişti. Ateş, içimden bir yerden patlamak için saldırıyordu su-ratıma suratıma, saldırıyor saldırıyordu. Ateş dinmezse içemem. Bu ceza çok ağır. Öne geçtim. Camdan sarkarak kayıştan suratımı kış yeline sürttüm. Adamlar ateşli maki-nelerle asfaltı yarıyorlardı.

Adım Osman Kâğıt. Yaş kırk altı. Boy bir metre altmış altı. Yaşlandığımdan boyum giderek kısalmaya başladı. Şişman görünmem ama kilom doksan civarı. Tartıda yüz on kiloyu görmüşlüğüm var. Sol gözüm karanlıktır; soğuk-ta donar, içince kan toplar. Bekârım. Hiç evlenmedim. Hiç hapse girmedim, beş altı kez nezarete düştüm. Bir çocuk öldürdüm ama kimsenin haberi yok. Yirmi altı yaşında ya-zarlığa başladım. Otuz iki yaşımda yazarlıktan ilk paramı kazandım. O günden beri başka hiçbir iş yapmadım. Son dört senedir ise eski işlerin eften püften telifleri dışında hiç gelirim yok. İki yıldır annemle yaşıyordum. Bu akşam o

Page 20: Uğur Sencer - İthaki Yayınları · cebini mis kokulu kâğıt bankınota hasret bırakır, habire sağdan soldan aşırdığı bozuklukları yığarsa olan şeydir. Şangır şungur

21

defter de kapandı. Ne dedi bana en son… Neydi o? “Oğ-lum, bana gösterdiğin bu tavrı, bu kararlılığı hayata karşı da gösterirsin inşallah. Allah seni affetsin.” Göstereceğim anne. Şoför ağladığımı görüyor, ne yapacağını bilemiyor. “Müzik açayım mı abi?”

Çıralı’ya girdi Vito. Pansiyon beldenin en ucunda. Son Pansiyon. Kör kayalıklarla biten koyun en ucunda yer al-dığı için bu adı vermiş olmalılar. Ama isimler anlamlarını yitirir yitirir tekrar bulurlar. Beldenin değil, artık benim sonumdu kastedilen. Son Pansiyon beni ölüm karanlığın-da karşıladı.

Ay hâlâ bulutların ardındaydı.