TIKANMA SARILIĞI OLUŞTURULAN MODELDE ...
Transcript of TIKANMA SARILIĞI OLUŞTURULAN MODELDE ...
T.C.
Sağlık Bakanlığı
Dr.Lütfi Kırdar Kartal Eğitim ve Araştırma Hastanesi
II. Genel Cerrahi Kliniği
Şef: Prof.Dr.Mustafa GÜLMEN
TIKANMA SARILIĞI OLUŞTURULAN MODELDE
URSODEOKSİKOLİK ASİT ve GLUTAMİN’İN BAKTERİYEL
TRANSLOKASYON, KARACİĞER FONKSİYON TESTLERİ VE
KARACİĞER HİSTOPATOLOJİSİNE OLAN ETKİLERİ
(UZMANLIK TEZİ)(DENEYSEL ÇALIŞMA)
Dr. Mehmet Burak KADIOĞLU
İstanbul-2005
1
ÖNSÖZ
Bana her konuda destek olan, yönlendiren, geliştiren, bilgi, beceri, ve tecrübelerini
aktaran, bu günlere gelmemizde çok büyük emeği olan, tezimin hazırlanmasında değerli
katkılarıyla bana yol gösteren, çok değerli hocam, klinik şefim sayın Prof. Dr. Mustafa
GÜLMEN’e sonsuz teşekkür ederim.
Tezimin hazırlanmasında ilgi ve desteklerini esirgemeyen, herşeyini bizlere
adayan, özverili, her zaman paylaşmayı ve dostluğu bize aşılayan, uzmanlığımda çok
büyük paya sahip olan değerli abim sayın Op. Dr. Ayhan ÇEVİK’e teşekkür ederim.
Daima yanımızda olan, her sıkıntıda bizleri rahatlatan, her konuda yardıma koşan,
deneyimlerini bizlerle paylaşan, uzmanlık eğitimimde büyük desteğini gördüğüm, çok
değerli şef yardımcımız sayın Op. Dr. Nejdet BİLDİK’e, Op. Dr. Orhan ŞAD’a , Op. Dr.
Hüseyin EKİNCİ’ye , ve Op. Dr. Recep DEMİRHAN’a teşekkürlerimi sunarım..
Tezimin hazırlanmasında bana yardımcı olan ve çok büyük katkıları bulunan
Uzm.Dr. Nimet KARADAYI’ya, Uzm.Dr. Öznur AK’a, Uzm. Dr. Nazan ÇAMURSOY’ya
ve Dr. Medine MURTAZAOĞLU’na teşekkür ve saygılarımı sunarım.
Asistanlık sürem boyunca her konuda yardımlarını esirgemeyen çok sevdiğim
asistan arkadaşlarıma, cerrahi kliniğinin tüm hemşirelerine, tüm personellerine teşekkür
ederim.
Beni her zaman destekleyen değerli aileme, asistanlık sürem boyunca her zaman
yanımda olan ve benimle yaşamı paylaşan sevgili eşim Nilgün’e, bana yaşama sevinci
veren hayatıma anlam kazandıran canım kızım Ada Naz’ıma teşekkür ederim.
M.Burak KADIOĞLU
2
GİRİŞ
Kolestaz safranın barsağa akımının engellenmesi sonucu karaciğer hücreleri ve
safra yolları içinde safra birikimidir (1). Barsağa safra geçişinin azalması veya olmaması
safra ile atılan maddelerin kanda birikmesine neden olur. Safra yollarında tıkanıklık
sonucu organizmada bazı patolojik değişiklikler meydana gelmektedir.
Retiküloendotelyal sistem fonksiyonlarında bozulma, immun sistemin baskılanması,
intestinal mukozanın yapı ve fonksiyonlarında değişiklikler, barsak duvarında oksidatif
hasar, safra tuzlarının enterohepatik dolaşımının bozulması dolayısıyla antibakteriyel ve
deterjan etkisinin engellenmesi, bakteriyemi ve endotoksemi bunlardan başlıcalarıdır
(2,3). Tüm bu değişiklikler barsak bariyer sisteminin bozulmasına ve bakteriyel
translokasyon oluşmasına yol açmaktadır (4).
Bunun yanında karaciğerde staz sonucu; hepatositlerde dejenerasyon, karaciğer
fonksiyon testlerinde bozulma, kanama pıhtılaşma sürelerinde uzama, kanama diyatezi
riskinin artması,bilirubin yüksekliğine bağlı mental değişiklikler meydana gelir.
Bakteri translokasyonu barsağın bariyer görevinin ortadan kalkması sonucu barsak
içindeki canlı veya ölü bakteriler ile bunların toksik ürünlerinin karaciğer, dalak,
mezenterik lenf nodları (MLN) ve sistemik dolaşıma yayılması olarak tanımlanmaktadır
(5). Bakteri translokasyonunun oluşumunda normal barsak florasındaki değişiklikler,
immün sistem ile ilgili problemler ve mukoza bariyerinin bozulması gibi faktörler önemli rol
oynarken; obstrüktif sarılık, travma, yetersiz beslenme ve protein malnutrisyonu gibi
faktörlerin de translokasyon oluşumunda etkili olabileceği düşünülmüştür (6,7,8,9).Günümüzün modern tanı ve tedavi yaklaşımlarına rağmen safra yolları
obstrüksiyonlarında ortaya çıkan ve ağırlıklı olarak gram negatif mikroorganizmalara bağlı
olan sepsis hala ciddi morbidite ve mortalite nedenidir. Genellikle hafif bir kolanjit tablosu ile
kendini gösteren infeksiyon hali, patolojinin ilerlemesi ile septik şok veya çoklu organ
yetmezliği sendromuna dönüşebilir(10).Bu nedenle birçok araştırmacı tarafından, hem bakteri translokasyonu
mekanizmalarını ortaya koymaya yönelik hem de bu mekanizmaları önlemeye yönelik
klinik ve deneysel çalışmalar yapılmıştır ve yapılmaktadır. Ursodeoksikolik asit ve
glutamin’in bakteriyel translokasyonu önlemedeki etkinlikleri çalışmalarla gösterilmiştir.
(11,12,13,14).
3
Bu çalışmada obstrüktif sarılık oluşturulan hayvan modellerinde Ursodeoksikolik
asit ve glutamin’in bakteriyel translokasyon, karaciğer histopatolojisi ve karaciğer
fonksiyon testlerine olan etkilerinin araştırılması amaçlandı.
4
GENEL BİLGİLER
Ana safra kanalı tıkanıklığı sonrası, barsağa safra akımının engellenmesi, safranın
karaciğer hücreleri ve safra kanalları içerisinde birikimine neden olur. Enterohepatik
döngünün bozulması sonucu, normalde safra ile atılan zararlı maddeler kanda birikirler.
Bunların başında bilirubin pigmenti gelmektedir. Kanda bilirubin düzeyinin artması
sonucu deri, skleralar, mukozalar ve vücut sıvılarının sarı bir renk alması sarılık olarak
adlandırılır(1).Safra yolu tıkanıklığı sonrasında kan bilirubin düzeyi artar, dışkı ve idrarda
ürobilinojen azalır veya hiç yoktur. Karaciğer fonksiyon testleri sarılığın ilk devrelerinde
normaldir, tıkanma uzun sürerse karaciğer fonksiyonları bozulabilir, Alanin Amino
Transferaz (ALT) ve Aspartat Amino Transferaz (AST) tıkanma sanlığında az miktarda
yükselirken, Alkalen Fosfataz (ALP) belirgin olarak yükselmiştir. Safra yolu tıkanıklığı
durumunda, klinik ve laboratuvar sonuçları, direkt batın grafisi (kalsiyum
bilirubinat taşları görülebilir), ultrasonografi, MR-CP, bilgisayarlı tomografi ve
kolesintigrafi ile desteklenerek tanı konulur(1).Ana safra kanalının tıkanması sonucu oluşan kolestaz, immun sistemin
baskılanması, retiküloendotelyal sistem fonksiyonlarının bozulması, barsak duvarında
oksidatif hasar, barsak mukoza yapı ve fonksiyonlarının bozulması gibi patolojilere yol
açarak bunların sonucunda da barsaktan bakteriyel translokasyona neden olur(15,16,17).Bakteriyel translokasyon Alexander JW ve arkadaşlarının belirttiği üzere ilk
olarak Berg ve Garlington tarafından, canlı bakterilerin gastrointestinal sistemden,
mezenter lenf düğümü, karaciğer ve dalak gibi organlara geçişi olarak tanımlanmıştır(5).
İmmun sistem yetersizliği ve barsak mukoza yapı ve fonksiyonundaki değişiklikler,
bakteriyel translokasyon mekanizmasından sorumlu olan başlıca faktörlerdir(11).
Yapılan çalışmalarda, hemorajik şok, mekanik intestinal obstüksiyon, sepsis, ciddi
travma, yanık ve siroz gibi durumlarda bakteriyel translokasyon oluşabileceği
gösterilmiştir. Birçok araştırmacı tarafından bakteriyel translokasyonu önlemeye
veya azaltmaya yönelik farklı maddelerle klinik ve deneysel çalışmalar yapılmıştır
(12,18,19).
5
1- KARACİĞER ANATOMİ VE HİSTOLOJİSİ
Karaciğer, 1200-1600 gr arasında değişen ağırlığı ile vücudun en büyük organıdır
ve vücut ağırlığının yaklaşık % 2’ sini oluşturmaktadır. Sağ hipokondrium ve epigastriumdan
sol hipokondriuma doğru uzanım gösterir. Üst yüzü diafragma alt yüzüne uymakta, alt yüzü
ise batın üst bölümündeki organların üzerinde yer almaktadır. Karaciğer alt yüzü sağda
duodenum, kolon, sağ böbrek ve surrenal ile; solda özofagus ve mide ile komşudur. Arka
yüzü v.kava inferior’a bitişik ve diafragmaya doğrudan temas halinde bulunan bir alan
dışında (area nuda)tamamen periton ile kaplanmıştır.Klasik olarak karaciğerin 4 lobu vardır. Bunlar sağ, sol, kaudat ve quadrat
loblardır. Fakat geleneksel olmuş bu tanımlama karaciğerin gerçek segmental anatomisini
açıklamaktan uzaktır. Karaciğer portal triadın dalları tarafından kanlanan segmentlere ayrılır
ve hepatik venler ile drene olur. 1957 yılında Couinaud tarafından tanımlanan bu anatomik
ayırımda sol ve sağ loblar arasındaki anatomik bölünme safra kesesi yatağının medial
kenarından arkada vena kavaya olan hattı takip eder. Bu sınıflamaya göre üç segmentli sol
lob; sol medial segment(segment IV) ve sol lateral segmentleri(segment II ve III) içerir. Sağ
lob portal ven ve hepatik arterin dallarına göre dört segmente ayrılır. Anterior-inferior
(segment V), posterior-inferior(segment VI), posterior-superior(segment VII) ve anterior-
superior(segment VIII). Kaudat lob(segment I) arkada sağ ve sol hepatik loblar arasında ayrı
vasküler yapılar ile yerleşmiştir. Segmentler arasında üç ana hepatik ven karaciğerin üst
kısmında vena kavaya açılır(20).(Şekil-1)(21)
Şekil-1 Karaciğerin segmentleri (21)
6
A.hepatika kommunis, turunkus çöliakus’dan çıkar, hepatoduodenal ligament
boyunca yükselir ve hilusta sağ ve sol dallarına ayrılmadan önce a. gastrika dekstra ve a.
gastroduodenalis’i verir ve daha sonra karaciğere girer. Bir dakikada karaciğere gelen 1500 ml
kanın % 25i a.hepatika ile % 75’ i ise v. porta ile gelir.V. porta içinde kapak bulunmayan bir
damardır. Mide, ince ve kalın barsaklar, pankreas ve dalaktan gelen kanı karaciğere taşır.
V.mezenterika süperior ile v. lienalis’in birleşmesinden oluşur. V. mezenterika inferior
genellikle v.lienalis’e drene olur. Karaciğer lobüllerindeki santral venlerin son ortak yolları
hepatik venlerdir. Sol, sağ ve orta olmak üzere üç ana hepatik ven vardır. Orta hepatik
ven, ana lobar fissür üzerindedir ve sol lobun medial segmenti ile sağ lobun anterior
segmentinin alt kısımlarını drene eder.Sol hepatik ven, sol lobun lateral segmentini, sağ
hepatik ven ise sağ lobun posterior segmentini ve anterior segmentinin büyük bir kısmını
drene eder. Orta hepatik ven, sol ve sağ hepatik ven ile birleşir ve v.kava inferior’a
dökülür.Yüzeyel lenfatikler lobüllerin yüzeyel kısımlarından başlayıp kapsülün altından
geçerek diafragma ve karaciğerin asıcı ligamentleri yoluyla posterior mediastene girer.
Lobüllerin derin kısımlarından kaynaklanan lenfatikler hepatik venleri takip ederek v. kava
inferior boyunca ilerler veya portal venlerle birlikte porta hepatise ulaşarak sisterna siliye
oradan da duktus torasikus’a drene olur. Karaciğer medulla spinalis’in T9-L1 segmentlerinden
gelen sempatik; sağ ve sol vagustan gelen parasempatik liflerle innerve olur(20,22).Karaciğer, elastik ve kollajen dokulardan yapılı kalın bir kapsül ile örtülüdür.
Glisson kapsülü adıyla bilinen bu kapsül, tabakalar halinde sıralanmış olan ve aralarında
sinüzoid adıyla bilinen karmaşık bir kılcal sistemin yer aldığı süngerimsi hücre kitlesini örter.
Sinüzoidler, iç yüzlerini örten endotelin Kupffer hücresi adıyla bilinen özel fagositlerle
döşenmiş olması ve makromoleküllere karşı daha fazla geçirgenlik göstermesi nedeniyle
sistemik kılcal damarlardan ayrılır. Karaciğer hücre tabakaları besin maddeleri ve
metabolizma ürünlerinin rahatça alışverişini sağlayacak şekilde sinüzoidlerle ilişki
halindedir. Mikroskopik incelemede karaciğer parankiması, sınırları tam belirli olmayan
lobüller halinde görülür. Her lobülün merkezinde karaciğerden kalbe kan taşıyan karaciğer
dışı kan akım sisteminin bir dalı olan santral ven yer alır. Bu santral venler giderek genişleyen
sublobuler venlerle infrahepatik venlere drene olur ve en sonunda v.kava inferior’a katılan
v.hepatika’yı oluştururlar. Periferde bir çok lobül arasında yer alan bir bağ dokusu topluluğu
vardır. Portal traktus veya portal triad adıyla bilinen bu doku topluluğu içinde v. porta, a.
hepatika ve safra kanalikülleri yer alır.
7
V.porta ve a. hepatika’nın dalları bir seri bölünmeden sonra daha küçük dallara
ayrılarak doğrudan sinüzoidlere dökülür. Safra yolları sistemi, hücre zarının bir bölümünü
oluşturan ince safra kanalikülleri olarak başlar. Safra hepatositler tarafından bu kanaliküllere
drene olur. Safra kanalikülleri yoluyla intralobüler duktuslara ve daha sonrada portal traktus
içindeki büyük safra kanallarına dökülür (23).
2-SAFRA YOLLARI ANATOMİSİ ve HİSTOLOJİSİ
Ekstrahepatik safra pasajı, sağ ve sol hepatik kanallar, ana hepatik kanal, safra
kesesi, sistik kanal ve koledoğu içerir.(Şekil-2).(24)
Şekil-2 Safra yolları anatomisi, a) sağ hepatik kanal b) sol hepatik
kanal c) ana hepatik kanal d) sistik kanal e) safra kesesi f) koledok(24)
Safra kesesi, karaciğer’in alt yüzünde sağ ve sol lobları ayıran olukta yerleşmiştir.
4-14 cm uzunluğunda (ortalama 8,5 cm) ve 3 cm genişliğindedir. Ortalama kapasitesi 30-
50 ml’dir. Fundusu ve gövdenin 2/3’ü periton ile çevrelenmiştir ve görülebilir. Safra
kesesi boyun kısmının konfigürasyonuna göre varyasyonlar gösterir. Boyun kısmı
8
uzunsa, safra kesesi tubuler bir yapıdadır. Boyun kısmı kısa ve genişse, sakküler veya
sferik şekildedir. Karaciğer yatağındaki yerleşimine göre 3’e ayrılabilir:1-Safra kesesi karaciğer yatağında sığ yerleşimlidir ve 3/4’ü periton ile
örtülüdür.2-Safra kesesi karaciğer yatağında derin yerleşimlidir ve 1/3’ü periton ile
örtülüdür.3-”Pendulous” safra kesesi: Kese tamamen periton ile örtülüdür. Burada sistik
arter ve kanalın torsiyon riski vardır.Safra kesesi değişik varyasyonlarda olabilir: Retroperitoneal, transvers,
suprahepatik yerleşimli olması, “vesica divisa” denilen çift safra kesesi, aksesuar
safra kesesi, “Rokitansky-Aschoff Sinüs’ü” denilen psödodivertikülüm, genişlemiş
intramural uzantı şeklinde olan “Luscka” kanalı, safra kesesi ve sistik kanalın konjenital
yokluğu bunlar arasında sayılabilir.Sistik kanal, 3-5 cm uzunluğunda, 2,4-4mm genişliğindedir. Pars spiralis denilen
başlangıç kısmı, dar, mukoza kıvrıntısı gibidir, kanüle etmek zordur. Sonraki kısım
sinüzoid eğim olarak tanımlanır ve ana hepatik kanalla birleşerek ana safra kanalını
oluşturur. İnsanların % 75’inde sistik kanal, sağ lateralden, duodenum ile hepatik hilusun
arasında, safra kanalının orta segmentine, dorsal veya ventralden, 40° açı ile açılır. Sistik
kanalın ana hepatik kanalı önden veya arkadan çaprazlayarak soldan giriş yapması
anormal varyasyonlarıdır.Ana hepatik kanal, 6,5 cm uzunluğunda ve 6,5 mm genişliğindedir. Sağ ve sol
hepatik kanalların, porta hepatiste birleşmesiyle oluşur. Sistik kanal ile ana hepatik kanal birleşerek ana safra kanalını(koledok)
oluştururlar. Sistik kanal ile ana hepatik kanal, aşağıda, retroduodenal yerleşimli olabilir
veya sağ ve sol hepatik kanalın birleşim yeri ile aynı seviyede yani yüksek yerleşimli
olabilir. Yüksek yerleşimde ana safra kanalı daha uzundur.Ana safra kanalı, 6-8 cm uzunluğunda, ortalama 7,6 mm genişliğindedir. Çap
yaşla artarak 11 mm’ye kadar çıkar. 4 segmente ayrılır:
l - Supraduodenal segment: 2-5 cm uzunluğundadır.
2-Retroduodenal segment: 1-3,5 cm uzunluğundadır.
3-İntrapankreatik veya retropankreatik segment: 1-2,5 cm uzunluğundadır.
4-İntramural veya intraduodenal segment: 6-22 mm uzunluğundadır.
Ana safra kanalı, pankreas başına 5-7 mm’lik genişçe bir lümen şeklinde açılır.
Bu kısmın genişliği yaşla artarak (13 mm’ye kadar çıkar) sakkuler dilatasyon gösterir.
9
Kanalın çapındaki ani düşme sonucu (2,9-4,4 mm’e) koledok sfinkteri oluşur.
Duodenuma geçişi sağlayan dar lümenli kısım isthmus veya pars preampullaris olarak
adlandırılır. Burada safra ve pankreas kanalı ince bir mukozal septumla ayrılır.
Hepatopankreatik ampulladan geçen safra kanalı duodenumun 2. kısmındaki papiller
ostiuma açılır.Sistik arter, sağ hepatik arterden ayrılır ve safra kesesini besler. Karaciğer, ana
hepatik kanal ve sistik kanalın sınırladığı Callot’un sistik üçgeni içinde bulunur. Karaciğer
dışı safra yollarının venöz drenajı v. porta’ya olmaktadır. Safra yolları sisteminin
inervasyonu karaciğerinki gibidir. Vagusun uyarılması safra kesesinin kasılmasına,
sempatik uyarı ise gevşemesine sebep olur .Sempatik sinirler içindeki afferent lifler, safra
koliği ağnsını iletir(1).Safra kanalları silendirik epitel ile örtülüdür ve mukus glandları ihtiva eder. Safra
kesesi duvarı silendirik epitelden oluşan mukoza, musküler tabaka, subseroza ve serozadan
oluşmuştur. Mukus glandları sadece safra kesesinin boyun kısmında bulunur (23).
3- SAFRA FİZYOLOJİSİ
Karaciğer hücrelerinde yapılan safra, ekstrahepatik safra yolları ile safra kesesine
gelmekte ve burada konsantrasyonu artırılarak gerektiğinde barsağa verilmektedir. Safra
kanaliküllerine salgılanan safra, konjuge safra asidi tuzları, safra pigmentleri, kolesterol,
lesitin, inorganik elektrolitler, az miktarda yağ asidi ve protein, su ve karaciğer
metabolizmasının çeşitli ürünlerinin sudaki eriyiğidir. Safra tuzları karaciğerde
kolesterolden sentez edilirler. Ana safra asitleri olan kolik asit ve kenodeoksikolik asit, glisin
ve taurin ile konjuge edilerek suda eriyebilirlikleri artırılır. Deoksikolik asit ve litokolik asit ise kolik asit ve kenodeoksikolik asitten barsak
bakterilerince oluşturulurlar. Litokolik asit suda erimez ve dışkı ile atılır. Diğer safra tuzları
ise tekrar emilerek safraya katılırlar. Safra tuzları intestinal kanalda iki önemli görev
yaparlar. İlk olarak, besindeki yağ partikülleri üzerinde deterjan etkileri vardır. Partiküllerin
yüzey gerilimlerini azaltarak, küçük yağ damlacıklarına parçalanmasına, ve
karışmasına yardım ederler. İkinci ve daha önemli olarak, safra tuzları, yağ asitleri,
monogliserid, kolesterol ve diğer lipidlerin intestinal kanalda absorbsiyonuna yardım
ederler. İntestinal kanalda safra bulunmadığı zaman, lipidlerin %40’ı feçesle kaybedilir ve bu
şahıslarda lipidlerin kaybına bağlı metabolik bozukluklar gelişir. Barsağa geçmiş olan safra
10
tuzlarının yaklaşık %94 kadarı, ileumun distal bölümünden aktif transportla geri emilir.
Portal kana geçen safra tuzları böylece tekrar karaciğere döner. Safra tuzlarının bu
dolaşımına enterohepatik dolaşım denir.Karaciğer tarafından sürekli olarak salgınan safra, normalde safra kesesinde
depo edilerek gerektikçe duodenuma akar. Günlük total safra sekresyonu 700-1400
ml, safra kesesinin maksimum hacmi ise, ancak 30-60 ml kadardır. Bununla beraber 12
saatlik safra salgısı kesede depo edilebilir. Çünkü su, sodyumklorür ve öteki küçük
elektrolitlerin çoğu, sürekli olarak safra kesesi mukozasından emilerek, safranın diğer
maddelerini, safra tuzları,kolesterol, lesitin ve bilirubini konsantre eder. Safra
kesesinin boşalması için iki temel koşul gereklidir:1-Safranın koledok kanalından duodenuma akması için Oddi sfinkterinin
gevşemesi,
2-Safra kesesinin kasılarak safranın Koledok kanalına itilmesi.
Yemeklerden, özellikle de yağ içeriği yüksek bir yemekten sonra
incebarsağın ilk bölümlerinden kolesistokinin denilen hormon salınır. Kolesistokinin
safra kesesinde kontraksiyonlara neden olur, vagal uyarı safra kesesinde zayıf
kontraksiyonlar yapar, safra kesesinin kasılması sonucu Oddi sfinkteri inhibe olur,
duodenumda besin bulunması peristaltik dalgaların şiddetini artırır. Bu Oddi
sfinkterinde de bir anlık gevşemeye neden olur ve safranın barsağa akması sağlanır. Açlıkta koledok’un alt ucundaki ampuller sfinkter safra akımına belirli derecede
direnç gösterir. Genellikle gevşemiş olan safra kesesi karaciğerden salınan safra ile dolar,
ancak bu salınan safranın 1/2 -1/3 ünü oluşturur.Safranın normal salınma basıncı 120-250 mmH20 arasındadır. Bu basınç safra
akımının hareketini sağlar. 300 mmH20 üzerindeki safra yolları basıncında karaciğerden
safra salgısı inhibe olur. Safra kanallarındaki basıncın yükselmesi safra karışımını da etkiler.
Basınç yükseldikçe en başta kolesterol olmak üzere safra tuzlarıyla, fosfolipidlerin
karaciğerden salgısı azalır ve rölatif olarak safranın litojenik özelliği azalır. Ancak
tıkanma ortadan kalktığında bol miktarda kolesterol salgılanmasına karşılık, safra
tuzları ve fosfolipid salgılanması için birkaç güne ihtiyaç vardır. Safra yollarında akımın
olması için ekstrahepatik safra yolları basıncının intrahepatik safra yolları basıncından düşük
olması gereklidir ve bu basınç normalde 100-150 mm H20’dur.(1,2)
11
Bilirubin oluşumu
Bilirubin:Safra ile atılan maddelerden biri de bilirubin pigmentidir. Bilirubin
hemoglobin yıkımındaki son ürünlerin başında gelir.Hücre membranlarında büyük bir
erirlik gösterdiği gibi aynı zamanda da çok toksik bir maddedir. HEM yıkımı: Dolaşımda yaklaşık 120 gün kadar kalan kırmızı kan
hücreleri özellikle KC ve dalakta bulunan retiküloendotelyal sistem hücreleri
tarafından yıkılırlar. Hücre membranının yırtılması ile serbestleşerek doku
makrofajları tarafından fagosite edilen hemoglobin burada globin ve heme ayrılır.
Hem halkası açılarak :
a) Serbest demir ( kanda transferrinle taşınır)
b)Dört pirol çekirdeği ( düz bir zincir yaparak safra pigmentlerini oluşturur)
oluşur.
Oluşan safra pigmentlerinden ilki yeşil pigment biliverdindir. Biliverdin
redüklenerek (indirgenerek) sarı-kırmızı renkteki bilirubini oluşturur.
Bilirubin plazmada hafifçe çözünür ve albumine kovalent olmayan bağlarla
bağlanarak KC’e taşınır. KC hücre membranınca absorbe edilen bilirubin, plazma
membranından ayrılarak, KC hücrelerindeki Y ve Z proteinleri adı verilen iki proteinden
biri ile birleşir. Ancak, hemen sonra bilirubin bu proteinden ayrılır ve yaklaşık %80’i
glukuronik asit ile birleşerek bilirubin glukuronat, %10’u sülfatla birleşerek bilirubin sülfat
yapar, %10’u ise çeşitli maddelerle birleşir.Non-konjuge bilirubin yağda eriyebilir, toksiktir ve albumine sıkı bir şekilde
bağlanarak yüksek kan düzeylerinde bile idrarla atılmayan bir form oluşturur. Yüksek
kan düzeylerinde dokulara özellikle insanlarda beyine girebilir ve toksik hasara neden
olur.
Konjuge bilirubin suda eriyebilir, toksik değildir ve sadece gevşek olarak
albumine bağlıdır. Plazmada normalden yüksek oranda bulunduğunda (tıkanma
sarılıklarında olduğu gibi) idrarla atılabilir. Bilirubin bu bileşikler halinde aktif transportla
safra kanalcıklarına çıkarılır(1).(Şekil-3)(25)
Ürobilinojen oluşumu : Barsaklara geçen bilirubinin yaklaşık yarısı bakteriler
tarafından suda kolay eriyen ürobilinojene çevrilir. Ürobilinojenin bir kısmı barsaktan geri
emilerek portal dolaşıma geçer ve böbreğe gelerek burada sarı renkli ürobiline çevrilir.
12
İdrara rengini bu madde verir. Dışkıdaki Ürobilinojenin çoğu barsak bakterileri
tarafından okside edilerek sterkobiline döner ve dışkının tipik rengini verir(1,2,25).
Şekil-3 Bilirubinin oluşum, metabolizma ve atılma yolu(25)
HİPERBİLİRUBİNEMİ NEDENLERİ
I-Non-konjuge(İndirekt) Hiperbilirubinemi
A-Aşın bilirubin yapımı
1-Hemolitik anemiler
2-Büyük internal hemorajilerden kanın resorbsiyonu
3-İnefektif eritropoez
B-Azalmış hepatik alım
1-İlaçlar(rifampin, kontrast maddeler)
2-Muhtemel bazı Gilbert Sendromu vakaları
C-Bilirubin konjugasyonunda bozulma
1-Gilbert sendromu
2-Crigler-Najjar Sendromu I ve II
3-Yenidoğanın fizyolojik sarılığı
4-Diffuz hepatosellüler hastalık ( hepatit,siroz)
13
II-Konjuge(Direkt) Hiperbilirubinemi (kolestatik sarılık)
A-Bilirubinin intrahepatik atılımında azalma
l-Dubin-Johnson sendromu
2-Rotor sendromu
3-İlaçlar (oral kontraseptifler)
4-Hepatosellüler hastalık ( viral hepatitler)
5-Primer biliyer siroz
6-Sklerozan kolanjit
7-Sepsis
B-Ekstrahepatik biliyer tıkanma
l-Safra taşları
2-Pankreas başı, ekstrahepatik safra kanalları ve ampulla vateri Tm
3-Safra yolu darlıkları(safra yolu operasyonları, sklerozan kolanjit)
4-Ekstrahepatik biliyer atrezi (26).
4-TRANSAMİNAZLAR
Transaminazlar, bir amino grubunun, alfa-amino asitin, alfa keto aside transferini
katalize eden bir grup enzim topluluğudur. Bunlar mitokondrial enzimlerdir.
Transaminazların bulunduğu dokular akut bir yaralanma veya parçalanmaya uğrarlarsa bu
enzimler sistemik dolaşıma katılırlar ve bu durumlarda serum aktivitelerinde artma görü-
lür. Transaminazların iki önemli tipi klinikte kullanılmaktadır. Bunlar, serum aspartat
amino transferaz (AST) ve serum alanin amino transferazdır. (ALT). Bu enzimlerin
değerleri Karmen ünitesi olarak ölçülmektedir. Enzimlerin normal değerleri 0-40 arasında
olmalıdır. Bu enzimler bütün vücut dokularında bulunur kalp, karaciğer ve iskelet kasında
daha fazla vardır. Karaciğerde daha çok ALT bulunmaktadır. Bu enzimler normal
popülasyonun %2-6 oranında yüksek değerlere çıkabilmektedir. Yapılan bir çok deneysel
çalışmada serum enzim düzeyleri yüksekliği ile karaciğer yaralanması arasında parelellik
saptanmıştır. Akut karaciğer hasarında serum enzim düzeyleri çok yüksek değerlere kadar
çıkabilmektedir. Bilinmesi gereken diğer önemli bir indeks de ALT-AST oranıdır. Bu oranın
ikiden yüksek olması hepatosellüler disfonksiyonu yansıtmaktadır. Akut karaciğer
yaralanmasının olmadığı kronik karaciğer hastalıklarında ise, örneğin siroz olgularında
bu enzimler normalin 1-1,5 misli yükselebilmektedir. Tıkanma ve kolestatik sarılıklarda
14
da ALT ve AST 200-300 üniteye kadar çıkmaktadır. Enzim düzeylerinin çok yüksek olması
ile prognoz arasında bir ilişki saptanmamıştır. Fulminan hepatitlerde karaciğerde çok
fazla hücre kaybı olmasına rağmen enzimler çok yüksek değildir, fakat prognoz çok
kötüdür. Bu olgularda enzimlerin yükselmesine neden olacak parankim hücresi
kalmamıştır. Akut viral hepatitte ALT, AST den, akut alkolik hepatitlerde ise AST, ALT
den daha yüksektir(2).Gama Glutamil Transpeptidaz: Bu enzim karaciğer hastalıklarında oldukça
spesifik ve duyarlı bir enzimdir. Hepatobiliyer fonksiyon bozukluğunu çok iyi
yansıtmaktadır. Gama glutamil transpeptidaz karaciğer ve böbrekte yüksek
konsantrasyonda bulunur. Hepatoselüler hasarlanmalarda, safra yolu
malignensilerinde,kolanjit olgularında GGT düzeyleri yüksek seyreder(2).Alkalen Fosfataz: Bu enzim organizmada birçok dokuda, özellikle kemik, barsak,
karciğer, plasenta ve böbrekte bulunur. Normal popülasyonda %2-5 arasında alkalen
fosfataz yüksek bulunabilir. Yaşlılarda bu oran %20 ye kadar çıkabilmektedir. Alkalen
fosfataz bir enzim değil izoenzim topluluğudur. Normal serumda bulunan alkalen fosfataz
karaciğer kaynaklıdır. Kemik ve barsak fraksiyonunun artması bu dokularda yapımın
arttığını göstermektedir. Kolestatik sarılıklarda, hepatosellüler yetmezlik olgularından daha
da yüksek düzeylere ulaşabilmektedir. Primer karaciğer tümörlerinde de malign potansiyeli olan hücreler alkalen
fosfataz sentez edebilirler. Fizyolojik koşullarda da alkalen fosfataz yükselebilmektedir.
Gelişme çağındaki çocuklarda, bu enzim aktivitesi artar ve püberteden sonra normale
döner. Plasental izoenzim aktivitesi de hamilelik döneminde yükselir.İzole alkalen fosfataz
yüksekliği olan olgularda gama glutamil transpeptidaz normal düzeylerde ise alkalen
fosfatazın kaynağının kesin saptanması için 5’- nükleotidaza bakılması gereklidir(2).
Kolestazda özetle;
Biyokimyasal değerlerde, serum total bilirubini artar, total bilirubin düzeyi 3
mg/L üzerine çıktığı zaman klinik olarak ikter belirir. Total bilirubinin %60’dan
fazlasını direkt bilirubin oluşturur. Malign tıkanıklıklarda bilirubin progresif
olarak artar. Serum transaminazları aspartat aminotransferaz (AST) ve alanın
aminotransferaz (ALT) normalin 2-3 katı artarken, alkalen fosfataz (ALP) normalin 10 katı
artar. Uzamış ekstrahepatik tıkanmalarda ALP’nin normal olması nadirdir. Gama
Glutamil transpeptidaz bunlara paralel olarak normalin 2-4 katı artış gösterir(27).
15
5-BAKTERİYEL TRANSLOKASYON (BT):
Bakterilerin mukoza bariyerini aşarak gastrointestinal sistemden KC, dalak ve
mezenterik lenf nodlarına geçişidir(5,11). Bu geçiş normal şartlarda gerçekleşmemektedir.
Yanık, açlık, mekanik intestinal obstrüksiyon, cerrahi travma, safra yolu tıkanıklığı, şok gibi
durumlarda barsak bariyer fonksiyonunun ve mukozal bütünlüğünün bozulması, bakterilerin
absorbsiyonunu artırarak barsak dışına çıkmasına, başka organlara bakteriyel
translokasyonuna neden olmaktadır(14,19). Yapılan klinik ve deneysel çalışmalarda bakteri
translokasyonunun incebarsak yolu ile olduğu gösterilmiştir(28).
A. Barsak Florası:
Normal barsak florası ve vücudun herhangi bir bölümündeki normal flora, patojen
mikroorganizmaların yerleşimine ve yayılımına karşı koruyucu rol oynar. Normal barsak
florasında sayıları 100-400 arasında değişen anaerop bakteri türü bulunduğu bildirilmiştir.
(Tablo-1).(29)
Barsak florasındaki aerop mikroorganizmaların anaeroplara oranı l/1000’dir.
Barsak normal florasında bulunan anaerop bakterilerin içinde patojen olmayanların
yanısıra insanda hastalık etkeni olabilecek anaerop türleri de vardır. Bifidobacterium türleri ve
Bacteroides fragilisin 1gr dışkıdaki miktarı 1010-1011 kadardır. Buna karşın aerop bakterilerden enterobakterilerin sayısı 106-107 dir. İnce barsağın
mideye yakın bölgesinde anaerop bakteri sayısı azalır. Jejunumda az sayıda anaerop çomak
şeklindeki bakteriler bulunursa da, bu bölgenin florasını maya, laktobasil, alfa-hemolitik
streptekok gibi fakültatif anaerop gram(+) mikroorganizmalar oluşturur. Jejunumdan
ileuma doğru ilerledikçe mikroorganizmaların tür ve sayılarında artış görülür. İleumun
başlangıcında anaerop ve aerop organizmalar eşit sayıdadır. Normal barsak florasının %
99’undan fazlasını anaerop bakteriler oluşturmaktadır(29).
16
Tablo-I normal barsak florasında bulunan anaerop bakteriler(29)
GRAM (+)
Bifidobacterium longum
Bifidobacterium adolescentis
Peptostreptococcus sp
Peptococcus sp
Coprococcus sp
Ruminococcus sp
Eubacterium sp
Clostridium perfiringes
Propionibacterium acnes
Lactobacillus sp
Campylobacter sp
GRAM(-)
Bacteroides vulgatus
B. thetaitotaomicron
B. fragilis
B. distasonis
B. variabilis
B. uniformis
B. melaninogenicus
B. asaccharolyticus
B. splanchicus
Bacteroides sp
Fusobacterium freundii
B. Bakteriyel Translokasyon Mekanizması:
Normal flora bakterilerinin barsak lümeninden ayrılarak barsak dışına çıkabileceği
bilinmektedir. Barsak mikroflorasının aşırı çoğalması, mukoza bariyerinin bozulması ve
konağın immünolojik durumu bakteri translokasyonu mekanizmasındaki başlıca etkileyici
faktörlerdir. Normal barsak florası-anaerobik mikroflora, patojen mikroorganizmaların
barsakta kolonizasyonunu ve translokasyonunu kontrol eder. Bu olaya kolonizasyon
direnci de denilmektedir(29). Epitelin apikal yüzündeki villuslar anaerobik bakterilerden
oluşan biofilm ile örtülü mukus tabakası ile çevrelenmiştir. Bu başlıca enterobakterler
olmak üzere aerobik gram (-) enterik basillerin aşırı çoğalmasını sınırlar ve enterositlere
yapışmayı önler. Enterik aerobik gram (-) bakterilerin artışı veya anaerobik
mikrofloranın azalması bakteriyel translokasyona eğilimi artırır(30). Gastrik asidite,
pankreotobilyer sekresyon, intestinal immünolojik faktörler ve başlıca intestinal peristaltizm
barsağın mikrobiyolojik dengesini koruyan endojen faktörlerdir(31).
17
E.coli, K.pneumonia ve diğer enterobakterler, P.aeroginoza, enterokok,
laktobasiller, stafilokok cinsi bakteriler en sık translokasyona uğrayan bakterilerdir.
Translokasyona uğrayan bakteriler intrasellüler patojenlerdir. Fagositoza direnç
gösterirler. Lökositlerin içinde çoğalabilirler ve lökositlerin dışında da canlı kalabilirler.
Anaerop bakteriler nadiren translokasyona neden olurlar. Bu anaeropların mukozada kolonize
olarak epitelyuma bağlanmaması ya da epitele bağlansalar bile fagositoza daha dirençli
olmaları ile açıklanmaktadır (28).Bakteriyel translokasyon oluşması için çeşitli fizyolojik mekanizmaların zarara
uğraması gerekmektedir:1-Barsağın patojen olmayan anaerobik mikroorganizmalarca kolonizasyonu diğer
bakterilerin mukozaya bağlanmasını önler ve bakteriyel çoğalmayı azaltır. Antibiyotik
kullanımı, intestinal staz ve beslenme değişikliği sonucu barsak florasının içeriğinde
değişiklikler olur ve translokasyon ile sonuçlanır (32). 2-Barsak mukoza ve mukus tabakası normalde bariyer olarak yeterlidir.
Enterositlere direkt hasar veya intestinal kan akımının azalması, hemorajik şok ve termal
yaralanma ya da TPN esnasında barsak mukozasında atrofi oluşması durumlarında bu
bariyer geçirgen hale gelebilir(32).3-İmmun sistemin deprese olduğu durumlarda bakteriler fagositozdan kaçarak
transloke olabilirler (16,32).
4-Çeşitli kemoterapötik ilaçlar ve steroidler tranlokasyonu artırırlar. Atimik
farelerde mezenter lenf düğümüne %50 translokasyon olduğu gösterilmiştir. Bu da T
lenfositlerin translokasyonda rol aldığını göstermektedir (16,32).
İntestinal lümene IgA sekresyonu bakteriyel invazyona karşı ilk defans çizgisini
oluşturur. IgA, bakterilerin barsak duvarına yapışmasını ve fagositozu önlemektedir bu da
lokal immunitenin translokasyonu engellemesini sağlar.Bununla birlikte IgA eksikliği
barsak kaynaklı infeksiyon sıklığının artışına yol açmaz. Bunun tersine IgG ve IgM
fagositoza yol açarak bakteri translokasyonunu hızlandırmaktadır (32,33).Barsak bariyeri: Patojen mikroorganizmalara ve toksik ürünlere karşı önemli bir
savunma görevi yapar. Barsağın hücresel bariyerini kolumnar epitel hücrelerinin
oluşturduğu tabaka ve bunların arasına serpiştirilmiş Goblet hücreleri, lenfositler ve M
hücreleri gibi özel hücreler oluşturur. Normal epitel hücresinin yapı ve fonksiyonunun ve
sıkı junctionların korunması bakterilerin transepitelyal ve transsellüler göçünü önler.Barsağın immünolojik bariyeri: Peyer plakları, lenf folikülleri, lamina propria
lenfositleri, mezenterik lenfoid hücreler ve IgA’dan oluşur. Antijenik uyarı sonrasında,
18
oluşan T ve B lenfositleri peyer plaklarından ayrılarak, mezenter lenf düğümlerine
oradan da lenfatikler yoluyla vücudun çeşitli bölgelerine giderler.
BAKTERİ TRANSLOKASYONUNA KARŞI VÜCUT SAVUNMA
MEKANİZMALARI
1- Fiziksel savunma mekanizması
a-Epitel tabakası
b-İntestinal peristaltizm
2-Sekretuvar savunma mekanizması
a-Mide asiditesi
b-Safra asitleri ve safra tuzları
c-Mukus yapımı
d-Proteolitik enzimler
3-Bakteriyel savunma mekanizmaları
a-Bakteriyel antagonizma
b-Kolonizasyon rezistansı
4-İmmunolojik savunma mekanizmaları
a-Sekretuvar Ig’ ler
b-Makrofajlar ve PMN lökositler
6-KOLESTAZ VE BAKTERİYEL TRANSLOKASYON
Safra yolu tıkanıklığı olan hastalarda invaziv diagnostik ve terapötik girişimler
tıkanıklığı olmayanlara göre yüksek komplikasyon oranları ile ilişkilidir(34). Bunlar
septik komplikasyonlar, hemoraji, yara iyileşmesinin bozulması, renal yetmezlik vb.
durumlardır. Yapılan deneysel çalışmalar safra yolu tıkanmasını takiben
retiküloendotelyal sistemin fonksiyonunun bozulduğunu göstermiştir(35,36)Retiküloendotelyal sistem, doku makrofajları olarak tanımlanır. Başlıca KC,
dalak, akciğer ve kemik iliğinde bulunurlar. Bakteri, endotoksin, immun kompleks ve
hücre debrisleri gibi partiküler materyallerin temizlenmesinden sorumludurlar(37).KC’deki Kupffer hücreleri retiküloendotelyal sistem aktivitesinin %80-90’ından
sorumludur. RES fonksiyonu obstüktif sarılık, travma, cerrahi ve sepsis gibi durumlarda
19
deprese olur. RES fonksiyonunun bozulması barsaktan endotoksin absorbsiyonunun
artması ile sonuçlanır(17). Tıkanma sarılığı olan hastalarda morbidite ve mortaliteden
sorumlu olan endotoksemi başlıca 2 ana faktör sonucu oluşmaktadır. Bunlardan birincisi,
barsak bariyer fonksiyonunda bozukluk, bunun sonucu bakteri ve toksinlerinin portal
dolaşıma geçmeleri; ikincisi de mononükleer fagositik fonksiyonda bozukluktur (38,39).Endotoksin absorbsiyonundaki artışın incebarsakta safra tuzlarının yokluğu ile
de ilişkili olduğu ileri sürülmüştür(15). Safra tuzlarının luminal akımı antibakteriyel etki ve
endotoksinler üzerinde direkt deterjan etkisine sahiptir(40). Deneysel ve klinik çalışmalarda
sarılıklı hayvan ve insanlarda oral safra tuzları verilmesinin endotoksin absorbsiyonunu
azaltarak postop renal yetmezlikten koruduğu gösterilmiştir(41,42). İntraluminal safra
akımının olmaması barsakta değişikliklere ve mukozal hasara yol açmaktadır.
Safranın farklı komponentlerinin, safra asitleri, IgA, fosfolipidler ve bilirubinin ayrı ayrı
rolü vardır. Yapılan çalışmalarda enterositlerin bakterilerce invazyonuna karşı safranın
inhibitör etkisi olduğu gösterilmiştir. Sekretuar IgA eksternal vücut sıvılarındaki
predominant Ig’dir. IgA selektif olarak safra içine verilir(43). Tıkanma sanlığı olan
hastalarda endotokseminin nedenlerinden biri de bu fonksiyonun bozulmasıdır.Tıkanma sarılığı ve sirozda intestinal mukozada yapısal ve fonksiyonel
değişiklikler olmaktadır. Bunların sonucunda bakterilere ve makromoleküllere karşı
permeabilite artar. Aynca safra yolu tıkanıklığı olan hastalarda kan-safra bariyeri
bozulmuştur. Bu da safrada gram(-) bakterisi olan hastalarda endotoksemiye neden
olabilmektedir. (44).Barsak duvarındaki oksidatif hasar, sempatik sinir sistemi aktivasyonu ve nitrik
oksit (NO) gibi ürünlerin artışı intestinal motilite bozukluğuna neden olur. Ayrıca
incebarsak transit zamanında gecikme gibi, barsağın motor fonksiyonunda bozulmada
bakteriyel aşırı çoğalmaya neden olur. Tıkanma sarılığında ve sirozda immun savunma
mekanizması bozuktur ve bakteriyel translokasyonda bariz artış görülür. Bunun
sonucunda da enterik bakteriler ve onların endotoksin gibi ürünleri kana geçer(44).
20
Sonuç olarak kolestazlı hastalarda:
-Retiküloendotelyal sistem fonksiyonları bozulmakta
-Bakteriyemi ve endotoksemi gelişmekte
-İntestinal mukozanın yapı ve fonksiyonunda değişiklikler olmakta
-Serum opsonin aktivitesi ve bakteriyostatik kapasitede azalma olmakta
-Barsak duvarında oksidatif hasar oluşmakta
-Safra tuzlarının luminal akımı engellenmekte
-immun sistemin fonksiyonları bozulmaktadır.
Bütün bunların sonucunda da safra kanalı tıkanıklığı olan hastalarda barsak bariyeri
bozularak bakteriyel translokasyon meydana gelmektedir.
7-GLUTAMİN
Glutamin, vücutta en yaygın bulunan aminoasittir ve bir çok metabolik
fonksiyonda önemli role sahiptir. Çünkü glutamin, iki amonyum grubu içerir. Birincisi
glutamat prekürsorü diğeri kandaki serbest amonyum, vücudu yüksek amonyum
seviyelerinden koruyan nitrojen mekiği olarak işlev görür(45). Glutamin, hücre tarafından
glutamin sentetaz aracılığıyla sentezlenebildiği için non-esansiyel aminoasit olarak
değerlendirilmiştir (46).
Glutamin’in yara iyileşmesinde dolaylı bir rolü vardır. Fibroblastlar, epitelyal
hücreler, enterositler, lenfositler ve makrofajlar gibi hızla çoğalan hücrelerin enerji
kaynağıdır. Katabolik durumlar ve elektif cerrahi gibi durumlarda; eksikliğinin kaçınılmaz
oluşu ve yerine koyma ile nitrojen dengesinin ve immunosupresyonun iyileştirilmesi
mümkündür(47).
Gastrointestinal sistemden emilen aminoasitlerin bir kısmı karaciğere giderken bir
kısmı hücre içi aminoasit havuzunda toplanıp protein ve diğer nitrojenli maddelerin
sentezinde kullanılır. Glutamin ise enterositlerde metabolize olur ve bunlar için gerekli
enerjinin büyük kısmını sağlar.
Glutamin ayrıca böbrek tubulus hücresi, lenfositler, fibroblastlar gibi hızlı çoğalan
hücrelerin en önemli enerji kaynağıdır. Glutamin dokular arasında nitrojen transferini
sağlar ve böbrek amonyumunun en önemli kaynağıdır. Protein sentezini regüle eder ve tüm
hücrelerin nükleik asit biyosentezinin en önemli öncü maddesidir. İskelet kasları
21
glutaminin en önemli sentez ve depolama yeridir. Buradaki konsantrasyonu dolaşan
kandakinin 30 katıdır (48).
Gastrointestinal trakt vücutta glutaminin en büyük kullanıcısıdır(49).
Enterositlerin başlıca enerji kaynağı olan glutamin enterositlerde trofik etkiye sahiptir(50).
Glutamin ince barsak hücrelerinin mitokondrilerinde glutaminaz aktivitesi sayesinde önce
glutamata daha sonra alfa ketoglutarata dönüşür. Trikarboksilik asit (krebs) döngüsüne
katılarak ATP üretimi sağlanır(51). Kolonositler enerji kaynağı olarak kısa zincirli yağ
asitleri ve glutamini kullanırlar (52).
Barsak ve bağışıklık sisteminde birçok hücre hızla prolifere olmaktadır(53).
Glutamin, bu durumu hem enerji hem de biyosentetik prekürsör kaynağı işlevi görerek, ko-
laylaştırır. Glutamin, barsak duvarının bütünlüğünün korunmasına yardımcı olarak,
septisemi ve multipl organ yetmezliğine yol açabilecek bakteriyel translokasyonu önler(54).
Glutamin, dokuları serbest radikal hasarına karşı koruyan majör bir antioksidan olan
glutatyon sentezinin öncülüğünü de yapabildiğinden, şok sonrası mukozal hasardan
korunmada ve post-iskemik reperfüzyonda rol oynayabilir (55,56).
Glutamin ile zenginleştirilmiş total parenteral beslenmede jejunal mukozanın
ağırlığı, DNA ve nitrojen içeriği artar ve anlamlı olarak villoz atrofi azalır. Glutamin ilave
edilmiş enteral diyet ile beslenenlerde metotreksata bağlı enterokolit daha hafif seyreder ve
5-florourasil kullanımı ile oluşan mukoza hasarı daha çabuk iyileşir(57,58). Enteral olarak
verilen glutamin’in bakteriyel translokasyonu engellediğine dair birçok çalışma yapılmıştır
(59,60) Abdominal radyasyondan önce glutamin kullanımı intestinal mukozaya koruyucu
etki yapar, barsak glutamin metabolizması artar ve tüm batın ışınlanmasından sonra
morbidite ve mortalite azalır; glutamin bu etkisini radyasyondan sonra verilince de gösterir
(61).
Etkin bir bariyer olarak ve muhtemelen antioksidan koruma özelliğini artırarak
gerçekleştirdiği savunma iyileşmesi aracılığıyla barsağın korunmasına yardımcı olmasından
başka, glutamin optimal immün savunmayı başka yollardan da kolaylaştırır. Lenfosit
proliferasyonu ile nötrofil ve makrofajların fonksiyonlarını optimal olarak yerine
getirmeleri açısından da esansiyel özellikte bir maddedir.
Plazma glutamin düzeylerinin düşük olduğu durumlarda:
. T-Lenfositleri baskılanır.
. Nötrofillerin bakterisidal fonksiyonları bozulur.
. Makrofajların fagositik aktiviteleri ve interlökin (IL-1) yapımı azalır(62).
22
Stres esnasında glutamin metabolizması:Kritik hastalarda kan ve doku glutamin
düzeyleri düşer ve bu düşüş hastanın anabolik döneme geçişine kadar sürer(63). Bu
endojen glutamin üretiminin tüketimden az olduğunun ve diyetle glutaminin bu tür
hastalara verilmesi gerektiğinin göstergesidir (64,65).
Sepsis ve Glutamin:Sepsiste glutamin eksikliği çok ciddidir ve travmadan sonra
olan hiper katabolizmadakinden daha uzun sürer(65). Bu durumda erken dönemde
glutamin iskelet kasına ilave olarak akciğerlerden salınır. Geç dönemde böbrekler devreye
girer. Böbrekten amonyum salgısı azalır. Bu değişiklik böbrek yetmezliğine ve böbreğin
asit-baz dengeleme fonksiyonunun bozulmasına neden olur. Endotoksemi durumunda
intestinal glutamin tutulumu düşer ve karaciğerde tutulumu 10 kat artar ve muhtemelen
glukoneogenezis, ürogenezis, protein,nükleotid ve glutatyon sentezinde kullanılır(66).
Bakteriyel translokasyonu önlemek veya azaltmak için barsak bariyer
fonksiyonunu artırıcı ürünler denenmektedir. Bu amaçla araştırılan ürünlerin başında da
glutamin gelmektedir (67).
8-URSODEOKSİKOLİKASİT
Normal insan safrasında çok düşük miktarlarda bulunan bir safra asidi olan
ursodeoksikolikasit (Ursodiol) ilk kez bu yüzyılın başlarında, geleneksel tıpta çeşitli
amaçlarla kullanılan Çin Siyah Ayısının safrasından izole edilmiştir (68). Daha sonra
Japonya’da sentetik olarak üretimine başlanan bu safra asidi 1970’li yıllardan itibaren
çeşitli kolestatik karaciğer hastalıklarında kullanılmaya başlanmış ve özellikle 1980’li
yıllardan sonra kullanım endikasyonlarıyla ilgili çalışmalar artmıştır(69).
Safra tuzlarının önemli bir kısmı hidrofobik özelliktedir ve bu özellik ile
hepatotoksisite arasında doğrudan ilişki bulunduğu gösterilmiştir.Ursodeoksikolikasit
majör safra tuzlarından kenodeoksikolik asit’in 7β epimeridir ve normal insan safra
havuzunun ancak %1’ini teşkil eder. Kendiside bir dihidroksi safra tuzu olmakla beraber,
hidroksil grubunun β yerleşimi kenodeoksikolikasit’ten daha fazla hidrofilik ve bundan
dolayı da daha az hepatotoksik olmasını sağlamaktadır(70).İlk kez 1985 yılında, Lewchner
ve arkadaşları, kolesterol safra taşlarını eritmek amacıyla ursodeoksikolikasit kullanan
kronik aktif hepatitli hastalarda serum aminotransferaz düzeylerinde belirgin azalma
olduğunu bildirmişlerdir(71). Bu önemli gözlemi izleyen yıllarda çeşitli karaciğer
hastalıklarında yapılan çalışmaların büyük bir kısmında da benzer sonuçların elde edilmesi,
23
ursodeoksikolikasit’i hepatolojinin popüler ilaçlarından birisi haline getirmiştir(72,73).
Ursodeoksikolikasit’in bir başka önemli etkisi hücre membranlarının
stabilizasyonudur. .İlacın özellikle hepatositlerin membranındaki kolesterol ve
fosfolipidlerin çözünürlüğünü azaltarak toksik safra tuzlarının hepatotoksik etkisini
engellediği düşünülmektedir(74). Tedavi dozlarında verilen ursodeoksikolikasit’in
hiperkolerezis, toksik safra tuzlarının ileumdan geri emilimini azaltma, safrada bulunan
hidrofobik safra tuzlarının yerine geçerek safranın kompozisyonunu değiştirme,
membran stabilizasyonu ve immun modülasyon gibi çeşitli etkileri ile kolestatik
karaciğer hastalıklarında siroza kadar giden patolojik değişiklikleri önleyebildiğine
inanılmaktadır. Bunun yanısıra ve belkide en önemlisi, 1-2 yıllık tedavi dönemi sonunda
başlangıç biyopsilerine göre belirgin histolojik düzelme görüldüğü öne sürülmektedir
(75).
Oral yolla alınan ursodeoksikolikasit’in %30-60’ı barsaklardan emilir. Emilen
ursodeoksikolikasit’in %60’dan fazlası karaciğerden ilk geçişte hepatositler içine alınır.
Dolayısıyla, kolestaz ve belirgin karaciğer hastalığı olmadığı taktirde, ilacın çok az bir
kısmı sistemik dolaşıma aktarılabilmektedir. Karaciğerde glisin ve taurinle
konjugasyondan sonra süratle safraya atılan ursodeoksikolikasit alınımından l -3 saat
sonra buradaki zirve düzeyine ulaşır. Farmakolojik dozlarda safranın temel tuzu haline
gelerek, safra tuzu havuzundaki payı %50’ye kadar çıkar. Daha sonra barsağa geçen
ursodeoksikolikasit’in büyük bir kısmı geri emilirken, bir kısmı da çözünmeyen safra
tuzları haline dönüştürülerek feçesle atılır, insanlarda ursodeoksikolikasit’in biyolojik yarı
ömrü 3.5 ile 5.8 gün arasında değişmektedir. İlaç kesildikten sonra, safra ve serumdaki
düzeyleri giderek düşer. Kolestramin, kolestipol, aktif kömür, sukralfat ve antasitler gibi
ajanlar ursodeoksikolikasit’in emilimini bozarak biyoyararlanımını azaltırlar(76).
Ursodeoksikolikasit tedavisinin en yoğun biçimde uygulandığı kolestatik
karaciğer hastalığı primer biliyer sirozdur(77). Bu hastalarda ursodeoksikolikasit
tedavisi ile serum bilirubin, alkalen fosfataz, aminotransferazlar ve glutamil
transpeptidaz düzeylerinde belirgin düşme olduğu gösterilmiştir(78,79).
24
MATERYAL ve METOD
Bu deneysel çalışma 15 mart-15 nisan 2005 tarihleri arasında deney hayvanları
etik kurulunun onayı alınarak İstanbul Üniversitesi Deneysel Tıp Araştırma Enstitüsünde
ve Dr.Lütfi Kırdar Kartal Eğitim ve Araştırma Hastanesi Biyokimya, Mikrobiyoloji ve
Patoloji laboratuarlarında gerçekleştirildi. Deney hayvanı olarak ağırlıkları 200-280 gram
arasında değişen, Wistar Albino türü 60 adet dişi sıçan üzerinde çalışıldı.
Her grupta 20 adet hayvan içeren deney, kontrol ve sham grubu olmak üzere
toplam 3 grup oluşturuldu. Sham grubu anestezik maddelerin ve olası kontaminasyon
riskinin diğer gruplarla karşılaştırılması,çalışmanın standardize edilmesi amacıyla
oluşturuldu.
Grup I (n=20): Sham Grubu Laparatomi sonrası ana safra kanalı ortaya konup
batın kapatıldı ve takiben hayvanlara 10 gün süre ile standart yem ve su verildi.
Grup II (n=20): Kontrol Grubu Laparatomi sonrası ana safra kanalı ortaya konup
4/0 ipek ile bağlanan hayvanlara 10 gün süre ile standart yem ve su verildi.
Grup III (n=20): Deney Grubu Laparatomi sonrasında ana safra kanalı ortaya
konup 4/0 ipek ile bağlanan hayvanlara 3 gün süre ile standart yem ve su verildi. 4’üncü
günden itibaren 7 gün süre ile diyetlerine ursodeoksikolik asit ve glutamin eklendi.
Tüm hayvanlara 50 mg/kg ketamin sodyum ile(intraperitoneal) genel anestezi
sağlandıktan sonra batın ön duvarı tüyleri kesilerek povidon iyot ile saha temizliği yapıldı.
(Şekil-4) Median laparatomi ile batına girildi. (Şekil-5) Sham grubunda ana safra kanalı
bulundu ve bırakıldı. Kontrol ve deney grubu hayvanlarda ana safra kanalı bulundu.
Dissektör ile ana safra kanalı dönüldü ve no:4/0 ipek ile ligate edildi. (Şekil-6) Takiben
katlar anatomisine uygun olarak no:5/0 ipeklerle kapatıldı. Sütür hattı povidon iyot ile
temizlendi.
Hayvanlar anesteziden çıkmak üzere sıcak ortama alındı. Operasyon sonrası 6’ıncı
saatte oral beslenmeye başlanıldı.
Deney grubundaki hayvanlarda post-op 3 gün içinde ikter gelişti ve 4’üncü gün
diyetlerine orogastrik tüp yardımı ile 10 mg/kg/gün ursodeoksikolik asit (Ursofalk) ve 4
ml/kg/gün L-alanil L-glutamin içeren solüsyon (Dipeptiven) ilave edildi. 7 gün boyunca
hayvanlar bu şekilde beslendi. Post-op 10’uncu günde tüm hayvanlar yüksek doz eter
inhalasyonu ile sakrifiye edilerek eski insizyonlarından batınlarına girildi. Makroskopik
25
olarak ana safra kanalı bağlanan deney hayvanlarının tümünde bağladığımız yerin
proksimalinde kalan safra yollarının ileri derecede dilate olduğu gözlendi. (Şekil-7)
Tüm hayvanalardan bakteriyel translokasyonu belirlemek üzere mezenter, çekum
ve kan örnekleri alındı. Biyokimyasal parametreler için kan örneği alındı. Histopatolojik
inceleme için karaciğerden örnekler alındı.
Şekil-4 Povidon iyot ile saha temizliği
Şekil-5 Median laparatomi ve koledok eksplorasyonu
26
Şekil-6 Dissektör ile ana safra kanalı dönüldü
Şekil-7 Dilate safra yolları ve sarılık
27
Mikrobiyolojik İnceleme:
Tüm gruplardaki hayvanların, mezenter lenf nodu ve çekum sürüntü örnekleri, kan
örnekleri sterilizasyon ve dezenfeksiyon şartlarına uyulan laboratuvar ortamında alındı.
Mezenter lenf nodu örneği steril petri kabında 2’ye bölündü ve steril olarak kanlı agara
sürülerek ekildi, çekum sürüntü örneği Carry-Blair transport besi yerine alındı. Kan
örnekleri intrakardiyak olarak steril iğneli enjektör ile Bactec hemokültür şişelerine
alındı.Anaerop kültür için ekim yapılan besiyerleri GASPAK kavanozuna konularak
oksijensiz ortam sağlandı. Tüm besiyerleri 35-37°C’de 24-48 saat inkübe edildi. Üreme
olan kültürlerdeki bakterilerin gram özellikleri ve identifikasyonları yapıldı.
Biyokimyasal İnceleme:
Tüm gruplardaki hayvanların kanları iğneli enjektörle intrakardiyak olarak alındı.
(kontaminasyonu engellemek için öncelik kan kültürüne verildi.) Kan örnekleri silikonlu
tüplere alındı. 5 dakika 6500 devirde santrifüj sonrası serumlar ayrıldı. Örneklerden;
AST,ALT,ALP,GGT,Total Bilirubin,Direkt Bilirubin değerleri MODULAR(Roche)
cihazı ile UV fotometrik, kolorimetrik ve enzimatik yöntemlerle tayin edildi.
Histopatolojik İnceleme:
Karaciğer örnekleri %10’luk tamponlanmış formolde 3 saat fikse edildi.
Alkol,aseton,ksilen ve parafin işlemlerinden sonra bloklandı. Bloklardan 4 mikronluk
kesitler alınarak Hematoksin-Eozin boyası ile boyandı. Preparatlar Olympus BX50 ışık
mikroskobunda 40X ve 100X büyütme ile değerlendirildi. Mikroskoba bağlı olan
Olympus marka fotoğraf makınası ile fotoğraflandı.
Karaciğer yağlanması değerlendirildi. Yağlanma 4 grupta değerlendirildi.
*Yağlanma yok
*Hafif derece yağlanma: %33 den daha az yağlanma
*Orta derece yağlanma: %33-%66 arasında yağlanma
*Ağır derece yağlanma: %66 dan fazla yağlanma
İstatistiksel İncelemeler:
Çalışmada elde edilen bulgular değerlendirilirken, istatistiksel analizler için SPSS
(Statistical Package for Social Sciences) for Windows 10.0 programı kullanıldı. Çalışma
verileri değerlendirilirken niceliksel verilerin karşılaştırılmasında normal dağılım gösteren
28
parametrelerin gruplar arası karşılaştırmalarında Oneway Anova testi ve farklılığa neden
olan grubun tespitinde Tukey HDS testi kullanıldı. Normal dağılım göstermeyen
parametrelerin gruplar arası karşılaştırmalarında Kruskal Wallis testi ve farklılığa neden
olan grubun tespitinde Mann Whitney U test kullanıldı. Niteliksel verilerin
karşılaştırılmasında ise Ki-Kare testi kullanıldı. Sonuçlar % 95’lik güven aralığında,
anlamlılık p<0.05 düzeyinde değerlendirildi.
29
BULGULAR
Çalışma için alınan örnekler Dr. Lütfi Kırdar Kartal Eğitim ve Araştırma
Hastanesi Biyokimya, Mikrobiyoloji ve Patoloji laboratuvarlarında değerlendirilmiştir.
Biyokimyasal parametrelere ilişkin karşılaştırmalar Tablo-II’de görülmektedir.
Tablo-II Biyokimyasal parametrelere ilişkin karşılaştırmalar
Grup I Grup II Grup IIIOrt. SD Ort. SD Ort. SD
p
AST 107,35 13,61 970,35 211,86 542,65 175,83 0,001**ALT 90,50 18,39 246,10 102,99 148,70 145,85 0,001**GGT 28,35 14,88 46,80 15,72 28,35 23,41 0,002**ALP 136,80 56,29 1391,40 449,22 766,75 260,48 0,001**T. Bilirubin 0,34 0,13 14,26 1,85 14,36 1,54 0,001**D. Bilirubin 0,10 0,04 11,33 1,81 10,30 1,56 0,001**
** p<0.01 ileri düzeyde anlamlı
AST düzeyine göre gruplar arasında ileri düzeyde farklılık bulunmaktadır
(p<0.01), istatistiksel olarak anlamlıdır.Grup I’in AST düzeyi Grup II (p=0.001; p<0.01) ve
Grup III’ten (p=0.001; p<0.01) ileri düzeyde düşüktür, istatistiksel olarak anlamlıdır. Grup
II’nin AST düzeyi Grup III’ten ileri düzeyde yüksektir (p=0.001; p<0.01), istatistiksel
olarak anlamlıdır.
0100200300400500600700800900
1000
Grup I Grup II Grup III
AST
Şekil-8 AST düzeyi grafiği
30
ALT düzeyine göre gruplar arasında ileri düzeyde farklılık bulunmaktadır
(p<0.01), istatistiksel olarak anlamlıdır.Grup I’in ALT düzeyi Grup II’den ileri düzeyde
düşüktür (p=0.001; p<0.01), istatistiksel olarak anlamlıdır.Grup III’ün ALT düzeyi Grup
II’den ileri derecede düşüktür (p=0.014; p<0.05),istatistiksel olarak anlamlıdır.
0
50
100
150
200
250
Grup I Grup II Grup III
ALT
Şekil-9 ALT düzeyi grafiği
GGT düzeyine göre gruplar arasında ileri düzeyde farklılık bulunmaktadır
(p<0.01), istatistiksel olarak anlamlıdır. Grup II’nin GGT düzeyi Grup I (p=0.001; p<0.01)
ve Grup III’ten (p=0.001; p<0.01) ileri düzeyde yüksektir, istatistiksel olarak anlamlıdır.
Grup I ve Grup III’ün GGT düzeyleri arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık
bulunmamaktadır (p=1,000; p>0.05).
0
10
20
30
40
50
Grup I Grup II Grup III
GGT
Şekil-10 GGT düzeyi grafiği
31
ALP düzeyine göre gruplar arasında ileri düzeyde farklılık bulunmaktadır
(p<0.01), istatistiksel olarak anlamlıdır. Grup I’in ALP düzeyi Grup II (p=0.001; p<0.01)
ve Grup III’ten (p=0.001; p<0.01) ileri düzeyde düşüktür, istatistiksel olarak anlamlıdır.
Grup II’nin ALP düzeyi Grup III’ten ileri düzeyde yüksektir (p=0.001; p<0.01), istatistiksel
olarak anlamlıdır.
0
200
400
600
800
1000
1200
1400
Grup I Grup II Grup III
ALP
Şekil-11 ALP düzeyi grafiği
Total bilirubin düzeyine göre gruplar arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık
bulunmaktadır (p<0.01). Grup I’in total bilirubin düzeyi Grup II (p=0.001; p<0.01) ve Grup
III’ten (p=0.001; p<0.01) ileri düzeyde düşüktür, istatistiksel olarak anlamlıdır. Grup II ve
Grup III’ün total bilirubin düzeyleri arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık
bulunmamaktadır (p=0,989; p>0.05).
0
2
4
6
8
10
12
14
16
Grup I Grup II Grup III
T. Bilirubin
Şekil-12 T. Bilirubin düzeyi grafiği
32
Direkt bilirubin düzeyine göre gruplar arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık
bulunmaktadır (p<0.01). Grup I’in direkt bilirubin düzeyi Grup II (p=0.001; p<0.01) ve
Grup III’ten (p=0.001; p<0.01) ileri düzeyde düşüktür, istatistiksel olarak anlamlıdır. Grup
II’nin direkt bilirubin düzeyi Grup III’ten yüksektir (p=0.045; p<0.05), istatistiksel olarak
anlamlıdır.
0
2
4
6
8
10
12
Grup I Grup II Grup III
D. Bilirubin
Şekil-13 D. Bilirubin düzeyi grafiği
Tablo-III Kan kültüründe bakteri varlığına göre karşılaştırmalar
Grup I Grup II Grup IIIn % n % n % p
Kan
Kültürü
+ 3 15,0 20 100,0 10 50,0- 17 85,0 - - 10 50,0 0,001**
** p<0.01 ileri düzeyde anlamlı
Kan kültüründe bakteri varlığına göre gruplar arasında istatistiksel olarak ileri
düzeyde anlamlı farklılık bulunmaktadır (p<0.01). Grup I’de kan kültüründe bakteri
görülme oranı % 15 iken; Grup II’de % 100 ve Grup III’de % 50 oranında kan kültüründe
bakteri görülmüştür.
33
0%
20%
40%
60%
80%
100%
Grup I Grup II Grup III
Kan Kültürü
+ -
Şekil-14 Kan kültüründe bakteri üremesi grafiği
Tablo-IV Kan kültüründe üreyen bakteri tiplerinin dağılımı
Grup I Grup II Grup IIIn % n % n %
Üreme yok 17 85,0 0 0 14 70,0S. Aureus 3* 15,0 1* 5,0 0 0E. Coli 0 0 15 75,0 5 25,0Enterobacter 0 0 2 10,0 0 0K. Pnomonia 0 0 2 10,0 0 0P. Mirabilis 0 0 4 20,0 0 0C. Freundii 0 0 2 10,0 0 0Peptostreptokok 0 0 0 0 0 0B. Fragilis 0 0 0 0 0 0Clostridium Sp 0 0 0 0 0 0
*Grup I ve Grup II’de görülen S.Aureus kontaminasyon olarak değerlendirilmiştir
Tablo-V Mezenter lenf nodunda bakteri varlığına göre karşılaştırmalar
Grup I Grup II Grup IIIn % n % n % p
Mezenter
Lenf Nodu
+ - - 20 100,0 8 40,0- 20 100,0 - - 12 60,0 0,001**
** p<0.01 ileri düzeyde anlamlı
Mezenter lenf nodunda bakteri varlığına göre gruplar arasında istatistiksel olarak
ileri düzeyde anlamlı farklılık bulunmaktadır (p<0.01). Grup I’de mezenter lenf nodunda
34
bakteri üremesi görülmezken; Grup II’nin tamamında mezenter lenf nodunda bakteri
üremesi görülmüştür. Grup III’ün ise % 40’ında mezenter lenf nodunda bakteri üremesi
görülmüştür.
%0
%20
%40
%60
%80
%100
Grup I Grup II Grup III
Mezenter Lenf Nodu
+ -
Şekil-15 Mezenter Lenf nodunda bakteri üremesi grafiği
Tablo-VI Mezenter lenf nodunda üreyen bakteri tiplerinin dağılımı
Grup I Grup II Grup IIIn % n % n %
Üreme yok 20 100,0 0 0 12 60,0S. Aureus 0 0 0 0 1* 5,0E. Coli 0 0 20 100,0 5 25,0Enterobacter 0 0 4 20,0 0 0K. Pnomonia 0 0 5 25,0 0 0P. Mirabilis 0 0 3 15,0 0 0C. Freundii 0 0 0 0 0 0Peptostreptokok 0 0 0 0 0 0B. Fragilis 0 0 0 0 0 0Clostridium Sp 0 0 0 0 0 0
*Grup III’de görülen S.Aureus kontaminasyon olarak değerlendirilmiştir.
Tablo-VII Çekumda bakteri varlığına göre karşılaştırmalar
Grup I Grup II Grup IIIn % n % n % p
Çekum + 2 10,0 20 100,0 10 50,0- 18 90,0 - - 10 50,0 0,001**
** p<0.01 ileri düzeyde anlamlı
35
Çekumda bakteri varlığına göre gruplar arasında istatistiksel olarak ileri düzeyde
anlamlı farklılık bulunmaktadır (p<0.01). Grup I’de çekumda üreyen bakteri oranı % 10
iken; Grup II’nin tamamında çekumda bakteri üremesi görülmüştür. Grup III’ün ise %
50’sinde çekumda bakteri üremesi görülmüştür.
0%
20%
40%
60%
80%
100%
Grup I Grup II Grup III
Çekum
+ -
Şekil-16 Çekumda bakteri üremesi grafiği
Tablo-VIII Çekumda üreyen bakteri tiplerinin dağılımı
Grup I Grup II Grup IIIn % n % n %
Üreme yok 18 90,0 0 0 10 50,0S. Aureus 2* 10,0 0 0 0 0E. Coli 0 0 20 100,0 10 50,0Enterobacter 0 0 1 5,0 0 0K. Pnomonia 0 0 4 20,0 0 0P. Mirabilis 0 0 6 30,0 1 5,0C. Freundii 0 0 2 10,0 0 0Peptostreptokok 0 0 1 5,0 0 0B. Fragilis 0 0 1 5,0 0 0Clostridium Sp 0 0 1 5,0 0 0
*Grup I’de görülen S.Aureus kontaminasyon olarak değerlendirilmiştir.
36
Tablo-IX Karaciğerde yağlanmaya göre karşılaştırmalar
Grup I Grup II Grup IIIn % n % n % p
Karaciğerde
yağlanma
Yok 20 100,0 11 55,0 17 85,0Hafif - - 9 45,0 3 15,0 0,001**
** p<0.01 ileri düzeyde anlamlı
Karaciğerde yağlanmaya göre gruplar arasında istatistiksel olarak ileri düzeyde
anlamlı farklılık bulunmaktadır (p<0.01). Grup I’de hiçbir hayvanın karaciğerinde
yağlanma olmazken; Grup II’nin % 55’inde, Grup III’ün % 85’inde karaciğerde hafif
yağlanma görülmüştür.
0%
20%
40%
60%
80%
100%
Grup I Grup II Grup III
Karaciğerde yağlanma
Yok Hafif
Şekil-17 Karaciğerde yağlanma grafiği
37
Şekil-18 Karaciğer portal triadı. Yağlanma yok.
Şekil-19 Karaciğer hücresinde mikroveziküler yağlanma
38
TARTIŞMA
Bakteri translokasyonu canlı mikroorganizmaların yanısıra cansız
mikroorganizmalar ve endotoksinlerin barsak epitel mukozasını aşarak lamina propria ve
oradan da MLN’a geçişi ile diğer dokulara yayılımı olarak tanımlanmıştır(1,4,5,8).
Bakteriyel translokasyonun mekanizması tam olarak bilinmemektedir. İntestinal
mikroflora ile konak defans mekanizmaları (mukozal bariyer, immünolojik defans, gastrik
asidite, gastrointestinal motilite) arasındaki dengenin bozulmasının, bakteriyel
translokasyonda başlıca rolü oynadığı düşünülmektedir (5,8,11,13,15,16,30,31,43).
Ziegler ve arkadaşlarının yaptıkları bir çalışmada, kaynar su ile % 30 yanık
oluşturulan hayvanların tümünde yanıktan l gün sonra MLN’a, 4-7 gün sonrada kan ve
diğer organlara bakteriyel translokasyon olduğu gösterilmiştir (19).
Safra kanalı tıkanıklığı sonrası oluşan kolestazda, barsak bariyer fonksiyonunda
bozulma, immün sistemde baskılanma ve mononükleer fagositik fonksiyonda hasarlanma
bakteriyel translokasyona neden olmaktadır (16,17,31,42,76).
Parks ve arkadaşlarının yaptıkları bir çalışmada, safra kanalı tıkanıklığı
oluşturulduktan l hafta sonra alınan kan, MLN, KC ve dalak kültürlerinde bakteriyel
translokasyonun kontrol grubuna göre arttığı ve terminal ileum mukozasında morfolojik
değişikliklerin meydana geldiği gösterilmiştir (15).
Erbil ve arkadaşlarının bir çalışmasında, ana safra kanalı tıkanıklığı sonrası oluşan
bakteriyel translokasyona, deoxycholate, laktuloz ve glutaminin etkisi araştırılmıştır. Her
üç ürününde bakteriyel translokasyonu azalttığı ama en çok etkinin glutamin verilen grupta
olduğu gösterilmiştir(40).
Aldemir ve arkadaşlarının yaptığı bir diğer çalışmada ana safra kanalı bağlanan
ratlarda olşan bakteriyel translokasyona ursodeoksikolik asit, glutamin ve poliklonal
immunglobulin verilmesi araştırılmış ve her üç ürünün de bakteriyel translokasyonu
azalttığı gösterilmiştir(12).
Yaptığımız çalışmada tıkanma sarılığı oluşturduğumuz ratlarda (Grup II ve Grup
III) kanda, mezenter lenf nodunda ve çekum serozasında bakteriyel translokasyon olduğunu
saptadık. Ursodeoksikolik asit ve Glutamin verdiğimiz grupta(Grup III) kontrol grubuna
göre kanda, MNL’de ve çekumda bakteriyel translokasyonda istatiksel olarak anlamlı
(P<0.001) azalma saptadık. Buna göre Ursodeoksikolik asit ve Glutamin’in bakteriyel
translokasyonu önemli ölçüde azalttığını düşünmekteyiz.
39
Safra yolları obstrüksiyonu bulunan hastalarda kan biyokimyasında özellikle
bilirubin ve ALP değerlerinde artış olmaktadır. Bununla birlikte kolestaz nedeniyle
karaciğerdeki hasarlanma sonucunda AST,ALT,GGT seviyelerinde de artış gözlenmektedir
(27).
Kitani ve arkadaşlarının yaptığı çalışmada tıkanma sarılığı oluşturulan hayvan
grubuna Ursodeoksikolik asit verilmesini takiben hepatositlerde görülen mikroveziküler
yağlanma da önemli azalma buna bağlı olarak AST,ALT ve GGT değerlerinde düşme
olduğunu göstermiştir(68).
Yaptığımız çalışmada tıkanma sarılığı oluşturduğumuz ratlarda AST, ALT, GGT,
ALP, T.Bilirubin ve D.Bilirubin seviyelerinde artış olduğunu saptadık. Ursodeoksikolik
asit ve Glutamin verdiğimiz grupta(Grup III) AST,ALT,GGT,ALP ve D.Bilirubin
düzeylerinde anlamlı ölçüde (p<0.001) azalma saptarken T.Bilirubin düzeylerinde Grup II
ve Grup III arasında fark saptamadık. Buna göre Ursodeoksikolik asit ve Glutamin’in
karaciğer fonksiyon testleri üzerinde ve D.Bilirubin düzeylerinde azaltıcı etki yarattığını
düşünmekteyiz.
Safra yolu obstrüksiyonunda kolestaza bağlı olarak hepatositlerde safra asitlerinin
toksik etkisi ile hepatosit hasarı olmaktadır(68,70,74). Klinik olarak karaciğer fonksiyon
testlerindeki artış histopatolojik olarak hepatositlerde yağlanma ve safra tıkacı olarak
görülmektedir(15,27).
Galle ve arkadaşlarının yaptığı çalışmada Ursodeoksikolik asit’in safra tuzlarının
hepatositler üzerindeki hasarlanmayı önemli ölçüde azalttığı saptanmıştır(75).
Yaptığımız çalışmada tıkanma sarılığı oluşturduğumuz ratlarda %45 hafif
derecede yağlanma saptarken Ursodeoksikolik asit ve Glutamin kullandığımız gruptaki
ratlarda bu oranın %15 seviyesine indiğini saptadık. Buna göre Ursodeoksikolik asit ve
Glutamin’in karaciğer hasarlanmasını azalttığı kanısına vardık.
Sonuç olarak tıkanma sarılıklı hastalarda bakteriyel translokasyon ve
karaciğerdeki hasarlanmada Ursodeoksikolik asit ve Glutamin’in operasyon öncesi ve
sonrası verilmesinin morbidite ve mortaliteyi azaltacağını savunuyoruz.
40
SONUÇ
Tıkanma sarılığı oluşturduğumuz ratlarda (Grup II ve Grup III) kanda, mezenter
lenf nodunda ve çekum serozasında bakteriyel translokasyon olduğunu saptadık.
Ursodeoksikolik asit ve Glutamin verdiğimiz grupta(Grup III) kontrol grubuna göre kanda,
MNL’de ve çekumda bakteriyel translokasyonda istatistiksel olarak anlamlı(P<0.001)
azalma saptadık. Buna göre Ursodeoksikolik asit ve Glutamin’in bakteriyel translokasyonu
önemli ölçüde azalttığını düşünmekteyiz.
Bu deneysel çalışmada; ratlarda AST, ALT, GGT, ALP, T.Bilirubin ve
D.Bilirubin seviyelerinde artış olduğunu saptadık. Ursodeoksikolik asit ve Glutamin
verdiğimiz grupta(Grup III) AST,ALT,GGT,ALP ve D.Bilirubin düzeylerinde anlamlı
ölçüde (p<0.001) azalma saptarken T.Bilirubin düzeylerinde Grup II ve Grup III arasında
fark saptamadık. Buna göre Ursodeoksikolik asit ve Glutamin’in karaciğer fonksiyon
testleri üzerinde ve D.Bilirubin düzeylerinde azaltıcı etki yarattığını düşünmekteyiz.
Ratlarda %45 hafif derecede yağlanma saptarken Ursodeoksikolik asit ve
Glutamin kullandığımız gruptaki ratlarda bu oranın %15 seviyesine indiğini saptadık. Buna
göre Ursodeoksikolik asit ve Glutamin’in karaciğer hasarlanmasını azalttığı kanısına
vardık.
Sonuç olarak tıkanma sarılığı oluşturduğumuz ratlarda bakteriyel translokasyon ve
karaciğerdeki hasarlanmada Ursodeoksikolik asit ve Glutamin’in morbidite ve mortalite
üzerinde istatistiksel olarak olumlu etkileri olduğunu saptadık. Tıkanma sarılığı tanısı
konan hastalarda, tanı konduğu andan itibaren Ursodeoksikolik asit ve Glutamin’in
operasyon öncesi ve sonrasında kullanılmasının morbidite ve mortaliteyi azaltacağını
savunuyoruz.
41
ÖZET
Barsağa safra geçişinin azalması veya olmaması safra ile atılan maddelerin kanda
birikmesine neden olur. Retiküloendotelyal sistem fonksiyonlarında bozulma, immun
sistemin baskılanması, intestinal mukozanın yapı ve fonksiyonlarında değişiklikler,
barsak duvarında oksidatif hasar, safra tuzlarının enterohepatik dolaşımının bozulması
dolayısıyla antibakteriyel ve deterjan etkisinin engellenmesi, bakteriyemi ve
endotoksemi bunlardan başlıcalarıdır Tüm bu değişiklikler barsak bariyer sisteminin
bozulmasına ve bakteriyel translokasyon oluşmasına yol açmaktadır Bunun yanında
karaciğerde staz sonucu; hepatositlerde dejenerasyon, karaciğer fonksiyon testlerinde
bozulma, kanama pıhtılaşma sürelerinde uzama, kanama diyatezi riskinin artması,bilirubin
yüksekliğine bağlı mental değişiklikler meydana gelir.
Bu çalışmada obstrüktif sarılık oluşturulan hayvan modellerinde Ursodeoksikolik
asit ve glutamin’in bakteriyel translokasyon, karaciğer histopatolojisi ve karaciğer
fonksiyon testlerine olan etkilerinin araştırılması amaçlandı.
Yaptığımız çalışmada tıkanma sarılığı oluşturduğumuz kontrol grubu,
Ursodeoksikolik asit ve Glutamin verdiğimiz deney grubu arasındaki farkları ortaya
koyduk. Bu sonuçları istatistiksel olarak yorumladık.
Sonuç olarak tıkanma sarılığı oluşturduğumuz ratlarda bakteriyel translokasyon ve
karaciğerdeki hasarlanmada Ursodeoksikolik asit ve Glutamin’in morbidite ve mortalite
üzerinde istatistiksel olarak olumlu etkileri olduğunu saptadık. Tıkanma sarılığı tanısı
konan hastalarda, tanı konduğu andan itibaren Ursodeoksikolik asit ve Glutamin’in
operasyon öncesi ve sonrasında kullanılmasının morbidite ve mortaliteyi azaltacağını
savunuyoruz.
42
KAYNAKLAR
1) Aran Ö: Safra yolları hastalıkları. Sayek İ.(ed)Temel cerrahi 1996;cilt 2:1299
2) Batman F,Arslan S: Karaciğer fizyolojisi. Sayek İ.(ed). Temel cerrahi 1996;cilt 2:1205
3) Akın ML, Erenoğlu C, Dal A et al: Hyperbaric oxygen prevents bacterial translocationin rats with obstructive jaundice. Dig Dis Sci 2001; 46 (8): 1657-1662
4) Assimakopoulos SF, Vagianos CE, Patsoukis N, Georgiou C, Nikolopoulou V,ScopaCD: Evidence for intestinal oxidative stress in obstructive jaundice-induced gut barrierdysfunction in rats. Acta Physiol Scand 2004; 180(2):177-185.
5) Alexander JW, Boyce ST, Babcock GF et al: The process of microbial translocation.Ann Surg 1990; 212(4): 496-510
6) Gutteridge JMC: Lipid peroxidation and antioxidants as biomarkers of tissuedamage.Clin Chemistry 1995; 41 (12): 1819-1828
7) Pain JA, Bailey ME: Prevention of endotoxaemia in obstructive jaundice comparativestudy of bile salts. HPB Surg. 1988 ;1(1):21-28.
8) Brooks SG, May J, Sedman P, et al: Translocation of enteric bacteria in humans.BJSurg.1993; 80:901-902.
9) Deitch EA : Simple intestinal obstruction causes bacterial translocation in man,ArchSurgery.1989; 124: 699-701.
10) Clement WDB, Halliday I, Me Caigue MD, et al: Effects of extrahepatic obstructivejaundice on kupffer cell clearance capacity. Arch Surg 1993 128: 200- 205.
11) Barber AE, Jones II WG, Minei JP et al: Bacterial overgrowth and intestinal atrophy inthe etiology of gut barrier failure in the rat. Am J Surg 1991; 161:300-303
12) Aldemir M, Geyik MF, Kokoglu OF, Buyukbayram H, Hosoglu S, Yagmur Y: Effectsof ursodeoxycholic acid, glutamine and polyclonal immunoglobulins on bacterialtranslocation in common bile duct ligated rats. ANZ J Surg. 2003 Sep;73(9):722-6.
13) Sileri P, Morini S, Sica GS, Schena S, Rastellini C, Gaspari AL, Benedetti E, CicaleseL: Bacterial translocation and intestinal morphological findings in jaundiced rats. DigDis Sci. 2002 ; 47(4):929-34.
43
14) Saadia R, Schein R, MacFarlane C, Boffard KD: Gut barrier function and the surgeon.1990; 77: 487-492
15) Parks RW, Cameron CH, Gannon C et al: Changes in gastrointestinal morphologyassociated with obstructive jaundice. J Path 2000; 192: 526-532
16) Kirnmings AN, Deventer SJH, Obertop H et al: Inflammatory and immunologic effectsof obstructive jaundice: Pathogenesis and treatment. J Am Coll Surg 1995; 181:567-581
17) Ding JW, Anderson R, Stenham U et al: Effect of biliary decompression onreticuloendothelial function in jaundiced rats. Br J Surg 1992; 79: 648-652
18) Abasıyanık A, Dilsiz A, Kaymakçı A ve ark: Soğuk sıvı ile intraperitonealirrigasyonun bakteriyel translokasyona etkisi. Klin Den Cerr Derg 1996; 4: 125-128
19) Ziegler TR, Smith RJ, O’Dwyer ST et al: Increased intestinal permeability associatedwith infection in burn patients. Arch Surg 1988; 123: 1313-1319
20) John L. Cameron: Liver,anatomy. Current surgery 2001;309
21) Seymour I. Schwartz: Karaciğer. Schwartz cerrahi prensipleri el kitabı 1999;667.
22) Ratych ER, SmithWG: Anatomy and physiology of the liver. (Ed) George D. ZuidemaGE : Surgery of the Alimentary Tract, Fourth Edition, Philedelphia,W.B SaundersCompany 1996;357-374.
23) Januire LC, Carneo J, Long JA : Digestive Tract .Basic Histology FifthEdition,Californiya 1996; 354-379.
24) Müslümanoğlu M. Safra kesesinin selim hastalıkları: Genel cerrahi/ İ.Ü.T.F. temel veklinik bilimler ders kitapları 2002; cilt II,sf 1177
25) Andreoli T, Bennett J.C, Carpenter C.J, Plum F, Smith L.H: jaundice. Cecil essentialsof medicine 1995; chapter 5,323-327
26) Kumar V,Cotran R.S,Robbins S.L: Karaciğer ve safra yolları. Temel Patoloji 1992;bölüm onaltı, 525.
27) Nychytailo MIu, Malyk SV: Biochemical markers in diagnosis and prognosis ofobturative jaundice. Klin Khir. 2004 ; ;(8):13-18.
28) Duffy LC: Interactions mediating bacterial translocation in the immature intestine. JNutr 2000; 130: 432-436
29) Guarner F, Malagelada JR: Gut flora in health and disease. Lancet 2003; 361:512-519
44
30) Kennedy JA, Parks RW, Clements WDB, Rowlands BJ: Failure of macrophageactivation in experimental obstructive jaundice: Association with bacterialtranslocation. Br J Surg 1995; 82: 1433
31) Nieuwenhuijs VB, van Dijk JE, Gooszen HG, Akkermans LM: Obstructivejaundice, bacterial translocation and interdigestive small-bowel motility in rats.Digestion. 2000;62(4):255-61.
32) Albillos A, Hera A: Multifactorial gut barrier failure in cirrhosis and bacterialtranslocation : working out the role of probiotics and antioxidants. J Hepat 2002;37:523-526
33) Ohshio G, Manabe T, Tobe T et al: Circulating immune complex, endotoxin andbiliary infection in patients with biliary obstruction. Am J Surg 1988; 155:343-347
34) Greig JD, Krakowski ZH, Matheson NA: Surgical morbidity and mortality in onehundred an twenty-nine patients with obstructive jaundice. Br J Surg 1988;75: 216-219
35) Wells GR, Taylor EW, Lindsoy G, Morton L: Relationship between bile colonization,high risk factors and postoperative sepsis in patients undergoing biliary tract operationswhile receiving a prophilactic antibiotic. Br J Surg 1989;76: 374-377
36) Poo JL, Estanes A, Pedraza-Chaverri J, Cruz C, Uribe M: Effects of ursodeoxycholicacid on hemodynamic and renal function abnormalities induced by obstructivejaundice in rats. Ren Fail. 1995 ; 17(1):13-20
37) Sheen-Chen SM, Hung KS, Ho HT, Chen WJ, Eng HL: Effect of glutamine and bileacid on hepatocyte apoptosis after bile duct ligation in the rat. World J Surg. 2004 ; 28(5):457-60
38) Koutelidakis I, Papaziogas B, Giamarellos-Bourboulis EJ, Makris J, Pavlidis T,Giamarellou H, Papaziogas T: Systemic endotoxaemia following obstructive jaundice:the role of lactulose. J Surg Res. 2003 ; 113(2):243-7.
39) Özaslan C, Turkcapar AG, Kesenci M, Karayalcin K, Yerdel MA, Bengisun S,Toruner A: Effect of lactulose on bacterial translocation. Eur J Surg. 1997 ;163(6):463-7.
40) Erbil Y, Berber E, Ozarmagan S et al: The effects of sodium deoxycholate,lactuloseand glutamine on bacterial translocation in common bile duct ligated rats.Hepatogastroent 1999; 46: 2791-2798
41) Lorenzo-Zuniga V, Bartoli R, Planas R et al: Oral bile acids reduce bacterialovergrowth, bacterial translocation and endotoxemia in cirrhotic rats. Hepat 2003; 37:551-557
45
42) Parks RW, Clements WDB, Pope C et al: Bacterial translocation and gut microflora inobstructive jaundice. J Anat 1996; 189: 561-565
43) Ogata Y, Nishi M, Nakayama H, Kuwahara T, Ohnishi Y, Tashiro S: Role of bile inintestinal barrier function and its inhibitory effect on bacterial translocation inobstructive jaundice in rats. J Surg Res. 2003 ;115(1):18-23.
44) Sakrak O, Akpinar M, Bedirli A, Akyurek N, Aritas Y: Short and long-term effects ofbacterial translocation due to obstructive jaundice on liver damage.Hepatogastroenterology. 2003 ;50(53):1542-6.
45) Lacey J.M., Wilmore D.W., Is glutamine conditionally essential aminoacid Nutr Rew1990 :297-309.
46) Miller A.L., Therpeutic Considerations of L-Glutamine : A Review of the LiteratureAltren Med Rev 1999;4:239-248.
47) Wilmore D.W. The effect of glutamine supplemantation in patients following electivesurgery and accidental injury, J Nutr 2001;131: 2543-9
48) Dudrick P.S., Souba W.W. aminoacids in surgical nutrition . Principles and practice.Surg clin North Am 1991;71(3):459-477
49) Souba W.W, Smith R., Wilmore D.: Glutamine metabolizm by the intestinal tract.JPEN 1985;9:608-619
50) Souba W.W. : Glutamine and Cancer. Ann Surg 1993;218:715-729
51) Souba W.W., Herskowitz K., Klimberg V.S. The effects of sepsis and endotoxemia ongut glutamine metabolizm. Ann Surg 1990;211:543-551
52) Hong R.W., Helton W.S., Rounds J.D., Wilmore D.W. Glutamine-suplemented TPNpreserves hepatic glutathione and improves survival following chemotherapy. SurgForum 1990; 41: 9-11
53) Reitzer L.J., Wice B.M., Kennell D. Evidence that glutamine, not sugar, is themajorenergy source for cultured HeLa cells. J Biol Chem 1979;2669-76.
54) Van der Hulst R.R.W.J., van Kreel B.K., von Meyenfeldt M.F. Glutamine and thepreservation of gut integrity. Lancet 1993; 341: 1363-5.
55) Souba W.W, Herskowitz k, Austgen TR, Chen MK, Salloum RM. Glutaminenutrition: theoretical considerations and therapeutic impact. JPEN 1990; 14: 2375-435
56) Hong R.W., Rounds D.J., Helton W.S., Robinson M.K., Wilmore D.W. Glutaminepreserves liver glutathione after lethal hepatic injury. Ann Surg 1992; 21 S: 114-19.
46
57) Fox A.D., Kripke S.A., De Paula J.A. Berman J.M., Effect of Glutamine supplementeddiet on methhotrexate induced enterocolitis. JPEN 1988;325:12
58) Seven R., Erbil Y., Bozbora A., Bilgiç L., Gürler N., Özalp M., Özarmağan S.,İntraperitoneal kemoterapide bakteriyel translokasyon . İst Tıp Fak Mec 1995;58:2-6
59) Kuru B, Dinc S, Altinok G, Aksoz T, Camlibel M, Gulcelik MA, Alagol H: Effect ofdifferent enteral nutrients on bacterial translocation in experimental obstructivejaundice. Eur Surg Res. 2004 Jan-Feb;36(1):45-52
60) Chuang JH, Chen WJ, Lo SK, Chang NK: Adverse metabolic and microbiologicaleffects of tube feeding in experimental canine obstructive jaundice. JPEN J ParenterEnteral Nutr. 1997 Jan-Feb;21(1):36-40
61) Erbil Y., Seven R. Bozbora A., Bilgiç L., Gürler N., Öz M.; Dinççağ A.. RadyasyonEnteritinde bakteriyel translokasyon . İst Tıp Fak Mec 1996;59:1
62) Wallace C., Keast D. Glutamine and macrophage function. Metabolism 1992; 41:1016-20
63) Grant J. Use of L-glutamine in total parenteral nutrition. J Surg Res 1988;44:506-513.
64) Hammarqvist F., Wernerman J., Ali R., Von Der Decken A., Vinnars E. Addition ofglutamine to total parenteral nutrition after elective abdominal surgery spares freeglutamine in muscle, counteracts the fall in muscle protein synthesis, and improvesnitrogen ballance. Ann Surg 1989;209;455-461
65) Hwang T., O’Dwyer S., Smith R. Preservation of small bowel mucosa using gluaminenriched parenteral nutrition Surg Forum 1986;37:56-58
66) Benga G, Hodarnau A, Tilinca R, Borza V, Ferdinand W: Amino acid composition ofhuman liver mitochondrial membranes in normal and pathologicalconditions.BiosciRep.1991;11(2):95-100.
67) Aldemir M, Geyik MF, Kokoglu OF, Buyukbayram H, Hosoglu S, Yagmur Y: Effectsof ursodeoxycholic acid, glutamine and polyclonal immunoglobulins on bacterialtranslocation in common bile duct ligated rats. ANZ J Surg. 2003 Sep;73(9):722-6.
68) Kitani K. Et all. Hepatoprotective effect of ursodeoxycholicacid inexperimental animals. In: Strategies for the Treatment ofHepatobiliary Diseases: Paumgartner G. Stiehl A, Barbara L..RodaE(eds)KluwerAcademicPublishersDordrecht/Boston /London. 1990. pp. 43-56.
69) Cirillo NW, Zwas FR: Ursodeoxycholicacid in the treatment of chronic liver disease.Am J Gastroenterol 1994;89:1447-1452.
47
70) Rubin RA, Kowalski TE. Khandelwal M, Malet PF: Ursodiol for hepatobiliarydisorders. Ann Intern Med 1994:121:207-218.
71) Leuschner U, Leuschner M. Sieratzki J et al.: Gallstone dissolution withUrsodeoxycholicacid in patients with chronic active hepatitis and two years follow-up.A pilot study. Dig Dis Sci 1985:30:642-649.
72) Thompson JN, Cohen J, Blenkharn JI, McConnell JS, Barr J, Blumgart LH: Arandomized clinical trial of oral ursodeoxycholic acid in obstructive jaundice. Br JSurg. 1986 Aug;73(8):634-6.
73) Lacaille PK, Paraclis K: The Immunosuppressive effect of ursodeoxycholicacid: acomparative in vitro study on human peripheral blood mononuclear cells. Hepatology1993:18:165-172.
74) Guldutuna S. Zinimer G. Imhof M. et al.: Molecular aspects of membrane stabilizationby ursodeoxycholate. Gastroenterology 1983; 104:1736-1744.
75) Galle P, Theilmann L. Raedsch R et al. Ursodeoxycholate reduces hepatotoxicity ofbile salts in primary human hepatocytes. Hepatology 1990:12:486-491.
76) Bateson MC: Bile acid research and applications. Lancet 1997:349:5-6.
77) Stiehl A: Ursodeoxycholic acid in the treatment of primary sclerosing cholangitis. AnnMed. 1994 Oct;26(5):345-9.
78) Poupon RE, Eschwege E, Poupon R: Ursodeoxycholic acid for the treatment ofprimary biliary cirrhosis. Interim analysis of a double-blind multicentre randomizedtrial. The UDCA-PBC Study Group. J Hepatol. 1990 Jul;11(1):16-21
79) Mizoguchi Y, Kioka K, Seki S, Kobayashi K, Morisawa S: Effects of ursodeoxycholicacid on intrahepatic cholestasis. Osaka City Med J. 1989 Nov;35(2):71-82.
48