T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER...
Transcript of T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER...
T.C.
ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
İŞLETME ANABİLİM DALI
FİNANSAL KRİZLER VE
KRİZ DÖNEMLERİNDE UYGULANAN PARA POLİTİKASI ARAÇLARI
Yüksek Lisans Tezi
SUNA SİMLA SARPKAYA
Ankara-2009
T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ İŞLETME
ANABİLİM DALI
FİNANSAL KRİZLER VE
KRİZ DÖNEMLERİNDE UYGULANAN PARA POLİTİKASI ARAÇLARI
Yüksek Lisans Tezi
SUNA SİMLA SARPKAYA
Tez Danışmanı
Prof. Dr. A. Argun KARACABEY
Ankara-2009
İÇİNDEKİLER
TABLOLAR………………………………………………………………………I KISALTMALAR…………………………………………………………………II
GİRİŞ ......................................................................................................... 3
BİRİNCİ BÖLÜM
FİNANSAL KRİZ KAVRAMI ...................................................................... 6
1. FİNANSAL KRİZ TANIMLAMALARI .............................................................. 6 2. FİNANSAL KRİZLERİN NEDENLERİ ............................................................ 7 3. FİNANSAL KRİZLERİ AÇIKLAYAN MODELLER ........................................... 10
3.1. Birincil Nesil Kriz Modelleri ......................................................... 10 3.2. İkinci Nesil Kriz Modelleri ........................................................... 10
4. FİNANSAL KRİZ TÜRLERİ ...................................................................... 11 4.1. Para Krizleri ............................................................................... 12 4.2. Bankacılık Krizleri....................................................................... 15 4.3. Dış Borç Krizleri ......................................................................... 16 4.4. Sistematik Finansal Krizler ......................................................... 18
5. FİNANSAL SERBESTLEŞME POLİTİKALARI VE FİNANSAL KRİZLER .............. 21 6. GELİŞMEKTE OLAN ÜLKELERDEKİ FİNANSAL KRİZLER FİNANSAL
SERBESTLEŞME POLİTİKALARININ BİR SONUCU MUDUR? ............................ 24 7. KISA VADELİ SERMAYE HAREKETLERİ VE FİNANSAL KRİZLER................... 29 8. IMF POLİTİKALARI VE FİNANSAL KRİZLER .............................................. 30
İKİNCİ BÖLÜM
DÜNYADA VE TÜRKİYE'DE YAŞANAN FİNANSAL KRİZLER ............. 32
1. MEKSİKA KRİZİ .................................................................................... 32 2. ASYA KRİZİ ......................................................................................... 33 3. TÜRKİYE’DE YAŞANAN KRİZLER ............................................................ 34
3.1. 1978-1979 Krizi ve 24 Ocak 1980 Kararları ............................... 35 3.2. 1994 Krizi ve 5 Nisan 1994 Kararları .......................................... 40 3.3. Kasım 2000 Krizi ........................................................................ 45 3.4. Şubat 2001 Krizi ......................................................................... 46
4. 2008 GLOBAL EKONOMİK KRİZ ............................................................. 48
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
FİNANSAL KRİZ DÖNEMLERİNDE UYGULANAN PARA POLİTİKASI ARAÇLARI .............................................................................................. 50
BİRİNCİ KISIM ........................................................................................... 50
PARA POLİTİKASI ARAÇLARI .................................................................... 50
1. MERKEZ BANKASI PARA POLİTİKASI ARAÇLARI .................................... 50 2. PARANIN BİR ENSTRÜMAN OLARAK PİYASALARDAKİ ROLÜ ................... 51
2.1. Para Piyasasında Denge .......................................................... 51 2.1.1. Para Talebi ......................................................................... 52 2.1.2. Para Arzı ............................................................................. 57 2.1.3. Para Arzını Belirleyen Unsurlar ........................................ 58
2.2. Para Politikası Araçları ............................................................ 58 2.2.1. Mevduat Zorunlu Karşılık Oranı ....................................... 59 2.2.2. Disponibilite Oranı ............................................................. 59 2.2.3. Açık Piyasa İşlemleri (APİ) ................................................ 60 2.2.4.Döviz Piyasası İşlemleri ..................................................... 60 2.2.5. Faiz Oranı ........................................................................... 61
2. 3. Para Arzı Artışının Etkileri ...................................................... 62
İKİNCİ KISIM.............................................................................................. 64
KRİZ DÖNEMLERİNDE PARA POLİTİKASI ARAÇLARININ KULLANIM……………………………………………………………………..64
1. 1978- 1979 KRİZİ VE TCMB'NİN UYGULADIĞI PARA POLİTİKASI ............ 68 2. 1994 KRİZİ VE TCMB'NİN UYGULADIĞI PARA POLİTİKASI ...................... 74 3. 2000 VE 2001 KRİZİNDE TCMB'NİN UYGULADIĞI PARA POLİTİKASI ....... 77 4. 2008 GLOBAL FİNANS KRİZİNDE DÜNYA MERKEZ BANKALARININ ALDIĞI
ÖNLEMLER ............................................................................................. 82 5. 2008 GLOBAL FİNANS KRİZİ VE TÜRKİYE .............................................. 88
SONUÇ VE DEĞERLENDİRME .............................................................. 99
KAYNAKÇA........................................................................................... 106
TABLOLAR, ŞEKİLLER ve GRAFİKLER
Tablo-1 : Zorunlu Karşılık Oranları/ Required ReserveRations….………58 Tablo 2: Türkiye’de Yıllara Göre Yabancı Sermaye Yatırımları…….……76 Tablo 3: 2000 yılı Faiz Oranları………………………………………….…..78 Tablo-4: Yıllara Göre Faiz Oranları…………………………………….……79 Tablo 5: Kasım 2000 Krizi Sonrası Gecelik Repo Faiz Oranları…..……..80
Tablo- 6: TÜFE Değişim Oranları ve Enflasyon Hedefleri........................90
Tablo-7: Banka Mevduatlarının Yıllar İtibarıyla Ortalama Nominal Getirisi…………………………………………………………………………..91
Tablo-8: IMKB Ulusal 100 Endeksi 2000- 2008 Yılları Arası Ortalama Fiyatı…………………………………………………………………….………94
Tablo 9 : Türkiye Faiz oranları değişimi…………………………….………97
Şekil-1: Bankacılık Krizi ve Döviz Krizi İlişkisi……………………..…….….8 Sekil-2: Finansal Krizlerin Sınıflandırılması………………………………..19 Şekil- 3: Yatırım Üçgeni……………….……………………………………...93 Grafik-1: Denge Faiz Oranı…………………………………………….…….51 Grafik- 2: Keynesgil Modelde Faiz ve Para Arzı İlişkisi…………….……..55 Grafik 3: Para Arzı Artışının Etkileri…………………………...……….…...61
Grafik- 4: Tüfe Bazlı Reel Efektif Kur Değişimi…………………..…..……89 Grafik-5: M1, M2, M3 Para Arzı………………………………...…………..90 Grafik – 6: IMKB Ulusal 100 Endeksi Volatilitesi – Haftalık……………...95 Grafik – 7: IMKB Ulusal 100 Endeksi Volatilitesi – Aylık…………………95
GİRİŞ
Finansal kriz bir ülkede iç ve ya dış ekonomik nedenlerle ortaya
çıkan ve ülkenin temel ekonomik yapısını temelden sarsan olaylardır.
Global ekonomik kriz, önceden bilinmeyen ya da öngörülemeyen bazı
gelişmelerin makro düzeyde devlet, mikro düzeyde ise işletmeleri ciddi
olarak etkileyecek sonuçlar ortaya çıkarması anlamına gelmektedir.
2008 yılında yaşanan global kriz temel olarak Amerikan
ekonomisinin kredi bağımlılığı olan bir ekonomi olmasından kaynaklanmış
bir krizdir. Başta mortgage sisteminin sıkıntılarıyla baş gösteren krizde bir
çok finans devi iflasın eşiğine gelmiştir. Kriz başta ABD olmak üzere Asya
ve Avrupa’yı etkilemiştir.
2008 global kriz sürecinde Merkez Bankaları uyguladıkları para
politikaları aracılığıyla krizin etkilerini önleyici bir takım tedbirler
almışlardır. Bu tedbirlerin başında faiz oranları ayarlamalarıyla piyasanın
ihtiyaç duyduğu likiditeyi daraltıp arttırmak gelmektedir.
Çalışmamızın temel amacı finansal krizin tanımlamasının yapılıp,
dünyada ve Türkiye’de yaşanan krizlerin gelişiminin ve kriz sürecinde
uygulanan para politikası araçlarının ve bu uygulamaların etkilerinin
incelenmesidir. Bu amaçla hazırladığımız çalışmanın birinci bölümünde
kriz tanımlamalarına yer verilmiştir. İkinci bölümde dünyada ve Türkiye’de
yaşanan krizlerin gelişimi aktarılmaya çalışılmıştır. Merkez Bankaları para
politikaları uygulamalarına yer verilen son bölümde ise kriz dönemlerinde
uygulanan para politikası araçları aktarılmış ve bunların etkileri izlenmeye
çalışılmıştır.
BİRİNCİ BÖLÜM
FİNANSAL KRİZ KAVRAMI
Kriz çeşitli bilim dallarında ve aynı zamanda günlük konuşma
dilinde çok yaygın olarak kullanılan kavramlardan birisidir. Kriz sözcüğü
Yunanca ve Latince köklerden gelmektedir. Yunanca da “krinein”
kökünden gelen “krisis” sözcüğünün anlamı karar vermedir. Fakat bu
sözcük zamanla tehlike ve istikrarsızlık anlamında kullanılmaya
başlanmıştır.1 Kriz sözcüğü sosyal bilimler alanında çoğu kez “buhran” ve
“bunalım” kelimeleri ile eş anlamlı olarak kullanılmaktadır. Günümüzde
kriz, düzgün olmayan ve ani olarak meydana gelen, reform gerektiren
istikrarsız bir durum olarak algılanmaktadır. Ekonomik anlamda kriz,
önceden bilinmeyen ya da öngörülemeyen bazı gelişmelerin makro
düzeyde devlet, mikro düzeyde ise işletmeleri ciddi olarak etkileyecek
sonuçlar ortaya çıkarması anlamına gelmektedir.2
1. Finansal Kriz Tanımlamaları
Finansal krizler için çeşitli tanımlamalar bulunmaktadır. Mishkin
asimetrik bilgi teorisi çerçevesinde finansal krizleri; ters seçim ve ahlaki
tehlike sorunlarının ileri boyutlara varması ve böylece finansal piyasaların
1 William Collins, English Dictionary, (P. Hanks, W.T. Maleod, L.Urdang), William Collins and Sons&Co. Ltd., London, İkinci baskı, 1986, s. 369. 2 Coşkun Can Aktan, Hüseyin Şen, Ekonomik Kriz Nedenler ve Çözüm Önerileri, Yeni Türkiye Dergisi Ekonomik Kriz Özel Sayısı, Kasım- Aralık 2001, Sayı:42, s. 1225.
fonların en verimli yatırım fırsatlarına sahip olan ekonomik birimlere
kanalize edilmesindeki etkinliğini kaybetmesi nedeniyle finansal
piyasalarda ortaya çıkan doğrusal olmayan bir bozulma olarak
tanımlamaktadır.3
Bir başka tanımlamaya göre söz konusu kavram genel olarak
herhangi bir mal ve hizmet, üretim faktörü veya finans piyasalarındaki fiyat
ve/veya miktarlarda kabul edilebilir bir değişme sınırının ötesinde
gerçekleşen şiddetli dalgalanmaları ifade etmektedir. 4
Diğer yandan Paul Krugman krizin belli bir tanımının bulunmadığını
öne sürerken, Edward ve Santanella ise krizleri paranın değerindeki
belirgin bir düşüşe bağlamıştır. Bunların dışında kalanlar ise krizleri
paranın değerindeki düşüşlere ve ulusal rezervlerin ciddi biçimde
tükenmesine bağlamışlardır. 5
2. Finansal Krizlerin Nedenleri
Finansal krizlere iktisadi faaliyeti azaltan ve etkinliğini düşüren bir
olgu olarak baktığımızda, iktisadi birimlerin kriz karşısındaki davranış
3Friedrich Mishkin, Lessons From The Asian Crisis, 1996, NBER Working Papaers, 1-2, http://www.nber.org./papaers/w7102 ( 10.10. 2005) 4Aykut Kibritçioğlu, Türkiye’de Ekonomik Krizler ve Hükümetler, Yeni Türkiye Dergisi Ekonomik Kriz Özel Sayısı, Kasım- Aralık 2001, Sayı:42, s. 1225. 5 S. Edwards, Does The Current Account Matter?, National Bureau of Economic Research working Papers, no: 8275, 2001, ss. 1-71.
biçimleri daha da önem kazanmaktadır. Bundan dolayı öncelikle finansal
kriz sürecinin başlangıcındaki belirtileri görmemiz gerekmektedir. Bu
belirtiler şu başlıklar altında toplanmaktadır. 6
Faiz oranlarındaki artış
Belirsizliklerdeki artış
Menkul kıymetler borsanın çöküşü
Bankacılık sektöründeki sorunlar
Finansal krizlerin sebepleri hakkında son 20-25 yıldır çeşitli görüşler
tartışılmaktadır. Bunlardan birine göre, finansal krizlerin ortaya çıkmasının
en önemli nedeni gelişmekte olan ekonomilerdeki finansal
liberalizasyondur. Bu ülkelerin uluslararası sermaye akımlarına açık
duruma gelmeleri, ekonomilerini kırılgan bir yapıya sokarak para ve
bankacılık krizlerinin ortaya çıkmasına neden olmaktadır.7
6Friedrich Mishkin, Financial Policies and the Prevention of Financial Crises in Emering Market Countries, NBER Working Paper Series, 8087, January 2001, s.3. 7Koray Ateş, Finansal Krizlerden Bankacılık Krizlerine Bir Değerlendirme, Piyasa Dergisi, 2004 Yaz, Sayı: 11, s. 198.
Şekil-1: Bankacılık Krizi ve Döviz Krizi İlişkisi8
8Friedrich S. Mishkin, International Capital, Movements, Financial Volatility and Financial Instability, Working Papers, 6390, Cambridge, January 1998, s. 18.
3. Finansal Krizleri Açıklayan Modeller
3.1. Birincil Nesil Kriz Modelleri
1973-1982 yılları arasında Meksika ve diğer Latin Amerika
ülkelerinde ortaya çıkan para krizlerini açıklamak amacıyla geliştirilmiştir.
Krugman’ın geliştirdiği bu model krizleri bütçe açıklarının bir ürünü olarak
değerlendirmektedir. Merkez Bankaları bütçe açıklarını kapatmak için
nihai çözüm olarak para arzını artırmaya yöneleceğini savunan
Krugman’a göre; para ve maliye politikalarının aşırı genişlemesi
uluslararası rezervleri azaltacak ve bunun sonucunda da sabit kur rejimi
terk edilmek zorunda kalınacaktır.9 Bu modelin ana önermesi krizlerin
parasallaşmış aşırı miktarlara ulaşan kamu kesimi borcu ile döviz kuru
sistemi arasındaki uyumsuzluktan kaynaklandığıdır.
3.2. İkinci Nesil Kriz Modelleri
1992-1993 Avrupa Para Krizinden sonra geliştirilen bu modele göre
para krizini yaratan olgu, makroekonomik politikaların sürdürülebilirliği
konusunda meydana gelen ani değişikliklerdir.
9 Paul Krugman, “Currency Crises”, http://web.mit.edu/krugman/www/crises.htm/krugmanhomepage.
İkinci nesil kriz modelleri enflasyonun finansal yapı üzerindeki
beklenmedik etkilerini vurgulamaktadır. İstihdam açığı, cari açık ve faiz
oranlarındaki dengesizliği bilen piyasa katılımcıları nominal faiz oranlarının
yükseleceğini ve enflasyonla birlikte ulusal paranın değerinin azalacağını
bilmektedirler. Daha açık bir ifade ile para ve maliye politikaları ne kadar
tutarlı olsa bile, bir ekonomi her zaman spekülatif etkiye açıktır, ancak bir
spekülatif saldırı olmasa dahi, piyasada yayılan bilgi eğer piyasa
katılımcıları tarafından inanılır bir bilgi olarak kabul görürse ekonomi kriz
ortamına sürüklenebilmektedir.
4. Finansal Kriz Türleri
Finansal krizlerin ortak özellikleri olmakla birlikte, kendi içlerinde
ayırt edici özellikleri bulunmaktadır. Finansal krizlerin ortak noktası ise
maliyet yaratıcı özellikleridir. Bahsedilen maliyetlerin başında hasara
uğramış finans sektörünü onarmak için gerekli olan finansman kaynağının
doğurduğu fırsat maliyetidir.
Genel kabul gören yaklaşıma göre finansal krizler dört ayrı grupta
incelenebilir:10
10 Jeffry D. Sachs, “Alternative Approches to Financial Crises in Emering Markets”, Capital Flows and Financial Crises, Editör: Miles Kahler, Cornell University Pres, Ithaca New York, 1998, s. 243.
1. Para krizleri
2. Bankacılık krizleri
3. Dış borç krizleri
4. Sistematik Finansal Krizler
Bir ekonomi finansal kriz yaşadığında bu farklı olarak adlandırılmış
aslında finansal krizin aşamaları olan kriz durumları sırasıyla o ekonomide
gözlemlenir.
4.1. Para Krizleri
Para krizi ( currency crises), literatürde döviz krizi olarak da ifade
edilmektedir. Para krizleri döviz kurunda ve sermaye hareketliliğinde
ortaya çıkan ani bir değişim sonucu oluşmaktadır.11 Özellikle sabit döviz
kuru sisteminde piyasa katılımcılarının aniden ulusal para ile
şekillendirilmiş aktiflerden yabancı paralı aktiflere kaydırmaları sonucu
Merkez Bankasının döviz rezervlerinin tükenmesi şeklinde ortaya çıkan
krizlerdir. Bir ülke parasının üzerindeki spekülatif saldırı bir devalüasyonla
veya şiddetli değer kaybıyla sonuçlanırsa veya Merkez Bankası büyük
miktarlarda rezerv satmak veya faiz oranlarını yükseltmek suretiyle
paranın değerini korumaya zorlanırsa bir döviz veya para krizi ortaya
11Turan Yay et al., Küreselleşme Sürecinde Finansal Krizler ve Finansal Düzenlemeler, İstanbul Ticaret Odası Yayınları, No:47, 2001, İstanbul, s. 20.
çıkmaktadır. 12 Para krizi yatırımcıların o ülkenin parasına olan güvenini
kaybetmesi dolayısıyla spekülatif fonların ya da sıcak paranın ekonomiden
çıkmaya başlaması ve Merkez Bankasının tüm müdahalelerine rağmen
mevcut kurun sürdürülemeyerek ulusal paranın devalüe edilmesi olarak
tanımlanabilir. 13
Serbest döviz kuru sistemine sahip bir ekonominin cari dengesi
fazla verse dahi ulusal parası değer kaybıyla karşılaşabilmektedir. Bunun
nedeni ekonominin sahip olduğu kısa dönem özel ve kamu borçlarının,
uluslararası rezervlerinden fazla olması yani o ülke ekonomisinin dış borç
geri ödemelerini karşılayacak düzeyde uluslararası rezervinin
olmamasıdır.14 Bir ülkede uygulanan para, maliye, istihdam ve kalkınma
politikaları o ülkenin parasının aşırı değerlenmesine ya da değer
kaybetmesine yani dış borç açıklarına neden olabildiğinden parasal
krizlere neden olabilmektedir. Para krizlerine yol açan spekülatif saldırılar,
Asya’da olduğu gibi yurtiçi aktif piyasalarda bir çöküşün, yabancı para
cinsinden kısa vadeli dış borçlardaki artışın, Meksika’da olduğu gibi döviz
kurundaki aşırı değerleme ve cari hesap açığındaki artışın veya 1992’de
12Güven Delice, “Finansal Krizler: Teorik ve Tarihsel Bir Perspektif”, Erciyes Üniversitesi, İ.İ.B.F. Dergisi, Sayı:20, Ocak Haziran 2003, s. 59. 13 İlker Parasız, Uludağ Üniversitesi İ.İ.B.F. Uluslararası İlişkiler Bölümü, Makro Ekonomi Ders Notları, 2003. 14Mustafa Özer, Finansal Krizler, Piyasa Başarısızlıkları ve Finansal İstikrarı Sağlamaya Yönelik Politikalar, Anadolu Üniversitesi Yayınları, No: 1096, 1999, Eskişehir.
İngiltere’de olduğu gibi sabit döviz kuru rejiminin terk edilmesinde sonra
ortaya çıkabilmektedir.15
Para krizlerini döviz krizi ve ödemeler dengesi krizleri olarak ikiye
ayırmak mümkündür. 16 Sabit kur sistemi uygulayan ekonomilerde para
krizleri ödemeler dengesi krizleri diye adlandırılarak döviz rezervi
azalmalarına dikkat çekilirken, esnek kur sistemi uygulayan ekonomilerde
krizlere döviz krizi adı verilerek kur değişimlerine dikkat çekilmiş
olmaktadır.
Para krizi, bir ülke parasına güvenin kaybolması nedeniyle
spekülatif fonların ülkeyi terk etmeye başlaması sonucu hükümetler,
almaları gereken ekonomik kararları geciktirdikçe döviz krizinin daha da
derinleşeceği ve daha yüksek orantılı bir devalüasyon, faiz artışı ve/veya
rezerv kayıpları ile sonuçlanmaktadır. 1990’lardan sonra ortaya çıkan para
krizlerinin büyük bir kısmında krizin tetikleyen unsur yüksek sermaye
hareketliliğinin ortaya çıkardığı sermaye hesabı krizleri olmaktadır.
15Delice, op. cit., s. 59. 16Aykut Kibritçioğlu, Türkiye’de Ekonomik Krizler ve Hükümetler, 1969-2001, Yeni Türkiye Dergisi, Yıl: 7 Sayı:41, Eylül-Ekim 2001, ss. 174-182.
4.2. Bankacılık Krizleri
Bankacılık krizleri genelde banka bilançolarının küçülmesinden;
bilanço aktif yapılarını bozulmasından kaynaklanmaktadır. Daha açıkçası
geri dönmeyen kredilerin artması, menkul değerler piyasasındaki
dalgalanmalar, reel sektörün küçülmesi nedeniyle bankaların aktif
yapılarının bozulması bankacılık krizlerinin temel nedenleri olmaktadır.
Bankacılık krizine yol açan nedenler farklılıklar göstermektedir.
Bankaların sorumsuzluğu, bankacılık sisteminin zayıflığı, finansal
piyasaların kırılganlığı, ülkelerin izlediği ulusal kur politikaları bunların
başlıcalarıdır. Ayrıca bankacılık sektörünün ülkelerarası farklılığı, kurumsal
ilişkiler, mülkiyet yapısı, Sektörel yoğunlaşma, sistemsel denetim,
uluslararası standartların varlığı, teknolojik alt yapı gibi özelliklerden
kaynaklanmaktadır.
Döviz krizleri bankacılık krizlerine neden olmaktadır. Kriz öncesi
dönemde uygulanan sabit döviz kuru rejimi değiştirilmeden önce spekülatif
saldırılar sonucu uluslararası rezervlerin büyük ölçüde kaybolur ve bu da
para stokunda ve kredi arzında ani düşüşlere yol açar. Azalan kredi hacmi
üretim üzerinde olumsuz etki yaratabilecek ve geri dönmeyen kredilerin
artması bankacılık krizlerine neden olabilecektir. Bunun dışında döviz krizi
ile birlikte ulusal paranın aşırı değer kaybı sonucunda, bankalararasında
büyük miktarlarda olan ve kur riskine karşı korunmamış döviz cinsinden
borçların geri ödenme problemleri ortaya çıkabilmektedir. Bankaların kendi
döviz pozisyonları küçük olsa bile uluslararası sermaye girişine açık olan
bir ekonomide bazı sektörlerin; emlak sektörü gibi; döviz cinsinden borçları
muhtemelen yüksek olmaktadır. Banka kredilerinin büyük ölçüde bu
sektörlerce kullanılması ve borç geri ödeme oranlarının düşmesi
bankacılık sisteminin zayıflamasına yol açabilmektedir.17
Finans sektöründe artan sorunlar krizi tetikleyen en önemli nedenler
haline gelirken geri dönmeyen krediler ne kadar artarsa bilançodaki vade
olumsuzluğu o kadar çoğalmaktadır. Likidite riski yüksek, dövizde aşırı
pozisyon açığı ile çalışan, özkaynakları yetersiz olan bir bankacılık
sistemini varlığı, kuşkusuz ekonomik kriz için uygun bir ortam
hazırlamaktadır.18
4.3. Dış Borç Krizleri
Bir ülkenin kamu veya özel kesime ait dış borçlarını ödeyememe
durumudur. Hükümetlerin dış borçlarını çevirememesi ve yeni dış kredi
bulma konusunda sıkıntı yaşamaları nedeniyle dış borcun yeni ödeme
planlarına bağlanması veya yükümlülüklerin ertelenmesi şeklinde ortaya
17M. Necat Coşkun, “ Gelişmekte Olan Ekonomilerde Bankacılık Krizleri”, Gazi Üniversitesi, İ.İ.B.F. Dergisi, Cilt:3, Sayı:2, 2001 Güz, Ankara, s. 41. 18Öztin Akgüç, “Bankacılık Kesimi Kriz Nedeni mi?”, İktisat Dergisi, Şubat-Mart 2001, s. 32.
çıkmaktadır. Dış borç krizi borçlarını düzenli olarak ödeyen bir ülkenin
borcunun anapara ve faizlerini ödeyemeyeceğini ilan etmesi durumu
olarak da tanımlanabilir.
Likidite krizleri olarak adlandırılabilecek para ve bankacılık krizlerine
düşen bir ekonominin tüm yükümlülüklerinde olduğu gibi dış borç geri
ödemelerinde de aksamalar oluşabilir.
Dış borç krizlerinin özellikleri şunlardır:19
1. Dış borçların geri ödenmesinde yaşanan güçlük geçici bir
süreçtir.
2. Ülke borçlarını geri ödemeye muktedir olduğu halde
yükümlülüklerinden kaçınmak istiyor olabilir. Ülke kıt
kaynaklarını yatırım ve üretim gibi alanlara tahsis edip,
bunun cezai yaptırımına katlanmak suretiyle, geri
ödemelerini askıya alabilmektedir. Bu durum “kıt kaynakların
öncelikli alanlara tahsis ve tercihi” olarak da
değerlendirilebilir.
3. Dış borç krizi borçlu ülkenin beyanı ile başlamaktadır.
4. Bir ülkede başlayan likidite krizi global anlamda finansal
sisteme önemli zararlar verebilirken, dış borç krizine düşen
19Ömer Veysel Çalışkan, Uluslararası Finansal Krizler, Ekonomik Yaklaşım, Cilt: 14, Sayı: 44-46, Kış 2003, Ankara, s. 226.
bir ülkenin sadece alacaklıları bundan olumsuz
etkilenmektedir.
1970’li yılların başında gelişmekte olan ülkelerin dış borç
yükümlülükleri yüz milyar Doların altındadır. Ancak 1973-1974 petrol krizi
ile başlayarak 1980!li yıllarda bu rakam 565 milyar Dolara, 1983 sonunda
ise 800 milyar Dolara ulaşmıştır. 2001 yılı verilerine göre gelişmekte olan
ülkelerin dış borç stoku 1.6 trilyon Dolar olarak hesaplanmıştır.
Ekonomilerin bu şekilde dış borç stoklarının artığı 1980-2000 yılları
arasında gözlenen genel eğilim, borç vadelerinin kısalmakta oluşudur.
Özetle kısa vadeli dış borçların toplam dış borçlar içindeki payı sürekli
artarken yaşanan krizlerin nedeni olarak ise bu kısa vadeli sermaye
hareketlerindeki artışın olduğu önem sürülmektedir. 20
4.4. Sistematik Finansal Krizler
Bankacılık ve kur risklerinin sıklığı ve büyüklüğü sistematik kriz riski
olarak adlandırılır. Finansal piyasaların ciddi biçimde bozulmasını ifade
etmektedir ve ekonomik, sosyal, politik yapıdaki değişkenliklerden
kaynaklanmaktadır.21
20 Ibid., s. 229. 21Delice, op. cit., s. 62.
Sistematik krizleri ekonomideki işletmelerin finansman sorunlarını
çözemeyişleri ve iflasa gitmeleri, Merkez Bankasının likidite sorunun
çözmedeki başarısızlığı, banka iflaslarına nende olmakta ve ülkenin tüm
finansal yapısını sistematik olarak etkilemektedir. Sistematik krizlerde bir
yayılma süreci vardır. Bir ülke, kurum veya işletmedeki sorunlar neoliberal
sistemin bir sonucu olarak diğer bir ülke, kurum veya işletmede sorunlara
neden olmaktadır.22 Örneğin Aysa krizinde başlangıçta şirket iflasları Kore
ve Tayland’da gözlemlenirken, bu durum kısa süre sonra bölge ülkelerinin
finansal piyasalarına yayılmıştır.23 Sistematik kriz dönemlerinde
yatırımcılar geri çekilirler ve bu nedenler işletmelerin finansal kaynak
bulma olanakları azalır. Bu da üretimi olumsuz etkiler. Bununla birlikte
bankaların faaliyetlerinde kötüleşmenin başlaması da üretim miktarını
düşürmekte ve ülkenin milli gelirinde önemli azalmalara neden olmaktadır.
22Neoliberal teori hakkında ayrıntılı bilgi için bkz., Tayyar Arı, Uluslararası İlişkiler Teorileri, Alfa Yayınları, Bursa, 2001, ss. 309-325. 23Özer, op. cit., s. 35.
Sekil-2: Finansal Krizlerin Sınıflandırılması24
Yapılan ekonometrik çalışmalarda döviz kuru çöküşleri ile
bankacılık krizleri arasında yüksek bir korelasyon görülmektedir. Diğer
taraftan para krizlerinin sistematik finansal krizlere neden olma olasılığı
oldukça yüksektir. 25 Örneğin 1980’lerin başında Güney Amerika’da,
1990’ların başında İskandinavya’da, 1995’te Meksika’da ve 1997’de
Asya’da yaşanan para krizleri sistematik finansal krizlere dönüşmüşlerdir.
24 Delice, op. cit., s. 63 25 Ibid., s.63.
5. Finansal Serbestleşme Politikaları ve Finansal Krizler
1990’lı yıllarda yaşanan finansal krizlerin belki de en temel sebebi
sermaye hareketlerinde yaşanan sınırsız serbestleşmedir. 1990’lı yıllardan
itibaren yoğunlaşan küreselleşme çabaları, sermaye hareketlerinin
geleneksel (doğrudan yatırım) işlevlerinin değişmesine neden olmuştur.
1980’li yılların başlarından 1990 yıllarına kadar uzanan dönemde
gelişmiş, gelişmekte olan ve azgelişmiş ülkeler mali sistemlerini
serbestleştirmek amacıyla bir dizi reformlar yapmışlardır. Bunların en
önemlileri faiz oranlarının serbest bırakılarak kredi tavanlarının
kaldırılması, bankaların Merkez Bankasında tutmak zorunda oldukları
mevduat munzam karşılık oranlarının indirilmesi ya da tamamen
kaldırılması, bankacılık sektörünün hem yabancı hem de yerli yatırımcılara
açılması, genel olarak sermaye hareketlerinin serbestleştirilmesidir.
Türkiye’de o dönemde 24 Ocak 1980 Kararları çerçevesinde finansal
serbestleşme politikalarını uygulamaya başlamıştır. Sermaye
piyasalarında liberalizasyona gidilmesinin temel nedeni kuşkusuz
uluslararası siyasette yaşanan gelişmelerdir. 1990’lı yılları takiben dünya
global/ küresel bir hal almıştır.
Finansal serbestleşme ve devamında yaşanan küreselleşme26
soğuk savaştan sonra tüm gelişmekte olanları etkisine alan kaçınılmaz bir
süreç olarak karşımıza çıkmıştır. İki kutupluluğun ortadan kalktığı ve
sosyalizme karşı liberalizmin, komünizme karşı da kapitalizmin kazandığı
yarış sonucu dünya genelinde bir tek tipleşmeye gidiş kaçınılmaz bir
sondur. Bu tek tipleşme doğal olarak da kazanan bloğun değerleri
üzerinden olacaktır. Kuşkusuz endüstrileşmiş ülkelerin ekonomik değerleri
çevresindeki bu tek tipleşme uzun yıllara dayanan teorik ve pratik
gelişmeleri olan bir süreçtir. Sonuçta bazı değerler etrafında
bütünleşmenin yaşandığı bir sistemde bu değerleri üretenler de, dünyanın
geri kalanını kendilerine bağlamakta ve sürekli kazanan taraf
olmaktadırlar.
Küreselleşmeyi öncelikle liberalizm teorisi bağlamında ele
aldığımızda, küreselleşmenin liberal teorinin yarattığı özgürlük ve serbest
piyasa mantığının zamanla uluslararası boyutunu aşıp uluslaraşırılaşması
ile, yani Neo - Liberal dönemle birlikte, günümüzdeki nihai halini aldığını
görürüz. Liberal sistemin üretime ve pazara yönelik sınır tanımamazlığı ile
“küresel bir oluşum” ortamı doğmuştur.
26 Küreselleşeme siyasi, ekonomik ve kültürel olmak üzere üç ana kolda değerlendirilebilecek bir süreçtir. Çalışmamız kapsamında ekonomik anlamda küreselleşmeyi kastetmekteyiz. Ekonomik anlamda kürselleşme ulusal ekonomilerin uluslararasılaşması, finansal piyasaların serbestleştirilmesi ve yabancı yatırımcılara açık hale getirilmesi sürecidir.
1990 ve sonrasında ABD ve serbest piyasacı Batılı güçler yeni
endüstrileşen devletlere tek bir model sunmaktaydı. Ancak ABD ve Avrupa
artık aynı bloğun ittifak halindeki güçleri değil, aynı pastadan daha büyük
bir dilim almayı kendine amaç edinmiş iki güç konumundaydı. Bu durum
endüstrileşememiş ekonomilere bir pazarlık payı doğursa bile, rakip
güçlerin takipçileri olduğu sistem mutlak kazancı27 öngördüğünden,
çoğunlukla bu pazarlık payı rakip güçlerin aralarındaki işbirliklerinin önüne
geçememiştir. Fakat ABD 80 milyon nüfus 10.5 trilyon Dolar yıllık gelir
38.000 Dolar kişi başına geliri ve en büyük askeri kapasitesi ile Avrupa
Birliğinden daha donanımlı bir konumdadır.28 ABD ve Batılı güçlerin Soğuk
Savaştan galip çıkmaları kuşkusuz Sovyetlerin korumacılığından
bölgelerde söz konusu güçlerin siyasi-ekonomik-kültürel açılardan etkisini
zorunlu kılmaktaydı. 1990’lı yılları takiben Sovyetlerin de glasnost ve
prestroika politikaları aracılığıyla piyasa ekonomisine yönelik reformları
başlatması dünyada rakiplerin de kabul ettiği tek ekonomik sisteme doğru
gidiş hızlandı.
Ekonomik küreselleşmenin birinci ve halen devam eden nedeni ticari
faaliyetlerdir. Ticari ilişkiler ülkeler arasında karşılıklı bağımlılık ve
benzeşme yaratmaktadır.29 İktisadi açıdan küreselleşme şirketlerin,
27Arı, op. cit., s.324. 28Tahir Baştaymaz, “Değişen Dünya Düzeni ve Türkiye”, Diplomatik Eksen, Sayı 5, Bursa, Uluslararası İlişkiler Topluluğu yayınları, s.32. 29Ekonomik küreselleşmenin temelleri konusunda ayrıntılı bilgi için bkz., Nalan Ölmezoğulları, Dünya Ekonomisi, Bursa, Ezgi Kitabevi, 2003. ss. 3-52.
üretime dönük enformasyonun, üretimin, finansal değerlerin, paranın,
hizmetin ve emeğin uluslararasılaşması ile gerçekleşmektedir. Görüldüğü
gibi küreselleşmeye konu olan tüm değerler aslında endüstri devrimiyle
yükselişe geçmiş olan Batılı güçlere30 aittir.
6. Gelişmekte Olan Ülkelerdeki Finansal Krizler Finansal
Serbestleşme Politikalarının Bir Sonucu mudur?
Bir toplumun gelişmişlik düzeyinin pek çok göstergesi olmakla
birlikte31, bunların çoğu ekonomik kalkınmayla halledilebilecek sorunlardır.
Azgelişmiş ve gelişmekte olan ülke ekonomilerinin en önemli ortak özelliği
ise süregelen finansal krizlerin varlığıdır.
Gelişmiş ve endüstrileşmiş ekonomiler küreselleşme ile zaten
önceden kendilerinin sahip olduğu değerler üzerinde zorunlu bir
uzlaşmanın getirdiği yararları sağlarken, aksine gelişememiş/ azgelişmiş
toplumlar endüstrileşme süreçlerini olağan haliyle yaşayamamış, kendileri
dışında yaşanan süreci ve bu sürecin gereklerini ya da araçlarını olduğu
gibi ihraç etme zorunluluğu ile karşılaşmışlarıdır. Bu durum da
endüstrileşmiş ülkelerin daha fazla kar etmesine, finans piyasaları
korumasız ve nispeten kırılgan olan ülkelerin ise zarardan ziyade kar 30Batılı güçlerden kastedilen: Ekonomik anlamda ABD, Batı Avrupa ve endüstrileşmiş diğer devletlerdir. Siyasi anlamdaysa soğuk savaştan galip çıkmış Batı Bloğuna mensup devletlerdir. 31Gelişme ve azgelişmişliğin göstergeleri konusunda ayrıntılı bilgi için bkz., İbrahim S. Canbolat, Gelişmekte Olan Ülkeler, İstanbul, Alfa-Akademi Yay., Eylül 2004. ss. 18-24.
etmeye çalışmasıyla sonuçlanmıştır. Burada serbest piyasa mantığının
her iki tarafa da yarar sağlayıcı özelliğini yadsımak istemeyiz. Ancak bu
evrimin devamında bir bağımlılık ilişkisi kurulmuş ve bu ilişkiyi yönlendiren
taraf gelişmiş ekonomiler olmuştur. Bu eşitsizlik temeline dayanan ilişki
sürekli gelişmekte olanların aleyhine işlemektedir.
Bağımlılık teorisyenlerine atıfta bulunacak olursak, Galtung yapısal
bağımlılık teorisinde uyum içindeki çıkarların ilişkisini uyumlaştırılamayan
çıkarların çatışmasını ifade eden bir tarafın fazla kazanç sağlayacağı bir
süreçtir ve bu süreçte azgelişmişler kendi ortak çıkarları doğrultusunda da
ilişkiler geliştiremezler, burada da belirleyici olanlar gelişmiş ülkelerdir.
Wallerstain’in kapitalist üretim biçimi teorisi ise emek ve sermaye
arasındaki eşitsiz ilişki sonucu kapitalistin sermaye birikimini
garantilemesine ve azgelişmişliğin sürekliliğine olanak sağlayan bir
işbölümü sürecidir ve bu işbölümüne dayalı üretim pek çok ülkede
gerçekleşmektedir.
Gelişmiş ekonomiler hem mallarına bir pazar hem de üretim
süreçlerine ucuz iş gücü olmaları açısından azgelişmiş toplumları kendi
yararları doğrultusunda yönlendirmektedirler. Bu sürece azgelişmişlerin
tümden yok olmalarına da izin vermek hem tümden mantıksızlık, hem de
sürdürülebilir kalkınma modeline ters düşeceğinden gelişmiş ülkeler için
arzu edilen bir durum değildir. Azgelişmişlik her ne kadar endüstrileşmede
geri kalmışlık olarak anlaşılsa da küresel piyasa sisteminde bunun
aşılması da zorlaşmıştır. Bu anlamda azgelişmiş yada gelişmekte olan
ekonomilerin düzenli aralıklarla yaşadığı finansal krizler doğrudan
küreselleşmenin bir sonucu olarak değil ancak; küreselleşmenin yarattığı
ortam ile aşılması güç bir süreç olarak değerlendirilmelidir.
Finansal serbestleşme ile birlikte ulusal ekonomiler yabancı
yatırımlara açık hale gelmiş, sıcak para olgusu gelişmekte olan
ekonomilerin temel dayanağı olmuş ve dolayısıyla finans piyasalarındaki
entegrasyona paralel uluslararası gelişmelere/endişelere açık, kırılganlık
kapasitesi yüksek ulusal ekonomiler oluşmuştur. Bir ekonomide kamu
açıklarının, cari işlemler açığının ve tasarruf açığının artması ekonomideki
yapısal dengenin bozulmanın temel nedenleridir. Genişleyici para ve
maliye politikaları bu açıkları ortaya çıkarmaktadır. Döviz kurunun aşırı
değerlenmesi ya da faiz oranlarının aşırı artması bu açıkların bir
sonucudur. Kamu ve tasarruf açıklarının artması faiz oranlarını artırmakta
bunun sonucunda döviz talebini ve fiyatını yüksek oranda arttırarak
finansal krizin ortaya çıkmasına neden olmaktadır.32
Gelişmiş ülkelerde iç piyasaların doyması, özellikle 1970'lerdeki
petrol krizi sonrasında dış piyasalara açılma isteği yani finansal
32Vedat AKMAN, Modern Dünyadaki En Büyük Ekonomik Kriz, İstanbul, Rota Yayınları, 1998, s. 24.
serbestleşme ve ekonomik faaliyetlerin artması küreselleşme sürecini
ortaya çıkaran ekonomik faktörlerden bazılarını oluşturmaktadır.33
Çokuluslu şirketler üretimi tüm dünyaya yaymışlardır. Günümüzde tam
olarak entegrasyonunu tamamlamış tek piyasa finans piyasalarıdır. 34 Bu
durum gelişmekte olan ekonomileri hem olumlu hem de olumsuz bir süreç
içerisine sokmaktadır.
Finansal serbestleşme politikalarının esas amacı ekonomik
büyümeyi hızlandırmaktır. Bu iki şekilde gerçekleşir: Birinci olarak faiz
oranlarının serbest bırakılmasıyla ekonomide tasarruflar artar ve bireyler
gelirlerinin büyük kısmını finansal aktif biçiminde tutmaya başlarlar.
Finansal aktif stokunu artması likidite ihtiyacının azalmasına yol
açar ve yatırımlar için gerekli finansman kaynaklarının doğmasına yol
açar. Faiz oranlarının artması işletmelerin yatırım talebini bir miktar
olumsuz etkilese de, ekonomide ödünç verilebilir fonların miktarı
artacağından yatırımlar ve dolayısıyla ekonomik büyüme artar. Ancak
mevduat faiz oranı, sermayenin marjinal verimlilik oranını aşmamalıdır.
Eğer aşarsa girişimciler yatırım yapmak yerine faiz geliri elde etmeyi tercih
ederler. İkinci olarak; finansal serbestleşme ile birlikte yatırımların
finansmanı için iç ve dış kredi bulma olanakları artar.
33Emre Kongar, Küresel Terör, Remzi Kitabevi, İstanbul 2002, s. 8-19. 34Yalçın Karatepe, Ankara Üniversitesi, S.B.F. Uluslararası Finans Ders Notları, 2008.
Mevcut bankacılık sistemi yatırılabilir kaynakların sadece bir kısmını
yatırıma dönüştürse bile, tasarrufların yatırımlara kanalize edilmesinde
büyük rol oynar. Finansal aracılar gerçekleşme ihtimali yüksek yatırım
projelerini bulup finanse ettiği sürece, bankacılık sisteminin gelişmesi ve
rekabetin artmasıyla birlikte çoğalan ve daha verimli hale gelen aracı
kurum faaliyetleri, getirisi çok yüksek projelerin finansmanını sağlar.
Sonuçta yatırımların ortalama verimliliği ve yatırım hacmi artarak
ekonomik büyüme hızlanır.
Bu fikirlerden etkilenen bir çok ülke 1980-1990 yılları arasında
finansal serbestleşme politikaları uygulamış ancak birkaç Güneydoğu
Asya ülkesi dışında bu politikaların bir çoğu başarısızlıkla
sonuçlanmıştır.35 Finansal serbestleşme politikaları bekleneni vermemekle
35Kore, Hong Kong, Singapur, Endonezya, Tayland, Malezya gibi ülkelerin içinde bulunduğu bir grup Asya ekonomisi küreselleşmenin hızla devam etmesine, çok uluslu şirketlerin dünya pazarların aralarında paylaşmalarına ve gelişmiş endüstrilerin varlığına rağmen yüksek ölçekte kalkınmayı başarmışlardır. Ancak bu ülkeler salt kendilerine ihraç edilen sistemi almamışlar, bunu kendi yerellikleri doğrultusunda ve algılayış/uygulayış biçimlerini değiştirerek olumlu sonuçlar almışlardır. Her şeyden önce bu ülkeler neo liberalizmi benimsemiş dolayısıyla küreselleşme sürecinde kendilerini sürece bırakmaktansa süreci kendileri lehine çevirebilmeyi başarmışlardır. Bir çeşit ithal ikameci, dışa dönük politikaların sentezini oluşturmuşlarıdır. İthal ikameciği dışa dönük uygulamışlardır. Piyasa mekanizmasına sahip bir iktisadi sistemi benimsemişler ancak devlet müdahaleciğini de dış yatırımların yönlendirilmesinde devreye sokmuşlardır. Konfucian mantıkla Asya ekonomilerinin iç tasarruf oranları oldukça yüksek olduğundan, yabancı yatırımlara çok sık ihtiyaç duyulmamıştır. Ancak yabancı yatırımlardan ülkeye sadece teknolojik destek beklenmiştir. Teknoloji transferi yapmışlar ancak bunu sadece iç piyasanın teşviki yolunda kullanmışlar ve teknoloji transferi ile sanayi mamulleri üretmişlerdir. Bununla birlikte, teknoloji transferi vasıflı işgücüne ihtiyacı ortaya çıkarmış ve Güneydoğu Asya ülkeleri bir dizi eğitim reformunu gerçekleştirmişlerdir.
kalmayıp, uygulandığı ülkelerin bir çoğunda finansal krizlere neden
olmuştur.
7. Kısa Vadeli Sermaye Hareketleri ve Finansal Krizler
Global finansal piyasalarda kısa vadeli sermaye hareketlerinin
yoğunluğu son yıllarda çok büyük boyutlara ulaşmış bulunmaktadır. Bu
artış yabancı sermaye giren ülkelerin mali piyasalarında girişte ve çıkışta
önemli değişiklikler meydana getirmekte, bunun yanı sıra ülkenin reel
sektörüne büyük bir fayda da sağlamamaktadır. Kısa süreli sermaye
hareketlerinin meydana getirdiği büyük fon birikimi ve büyük işlem
hacminin gelişmekte olan ülke piyasalarına anlık giriş çıkışlar yapması
ilgili ülke piyasalarında büyük dalgalanmalar meydana getirmekte, bu
dalgalanmalar finansal krizlerin başlatıcısı da olabilmektedir. Nitekim
Avrupa’daki 1992 ERM krizini, 1994-1995 Latin Amerika finansal krizlerini,
1997 Güneydoğu Asya ve Rusya krizlerini kısa süreli sermaye
hareketlerinin tetiklediği halen tartışılmaktadır.
Ulusal ekonomilerin karşılaştıkları finansal krizlerde “sıcak para”
dediğimiz uluslararası kısa vadeli sermaye akımlarının ve spekülatif
saldırıların önemli bir rolü bulunmaktadır. Dünyada ve Türkiye’de
karşılaşılan finansal krizlerde bu etkileri görmek mümkündür.
Global mali piyasalar günümüz itibariyle büyük bir derinlik kazanmış
bulunmaktadırlar. Bu piyasalarda oluşan günlük işlem hacmi mal
ticaretinin yaklaşık 40 katına ulaşmaktadır. Global piyasalar, bir tarafta
üretilmiş mal ve hizmetlerin ticaretinin yapıldığı reel ekonomi, diğer tarafta
ise spekülatörlerin ve fon ihraç edenlerin yer aldığı ikili bir yapı
göstermektedir.
Kısa süreli sermaye hareketlerinin engellenmesi konusunda James
Tobin’in döviz işlemleri üzerinden küçük oranlı bir vergi alınmasını öne
sürmüştür. Tobin vergisi denilen bu vergi ile hem büyük miktarlara ulaşan
döviz alım satım işlemlerine ilave bir külfet getirilerek bu hareketlerin
azaltılması, hem de buradan elde edilecek gelir ile dünyanın sosyal
sorunlarının çözümüne bir fon temin edilmesi amaçlanmaktadır.
Ülkemiz de, 80’li yıllardan sonra kısa süreli sermaye hareketlerinin
giriş ve çıkışlarına sahne olmuştur. Özellikle 5 Nisan 1994, 20 Kasım 2000
ve 21 Şubat 2001 krizlerinde kısa süreli sermaye hareketlerinin olumsuz
etkisini görmek mümkündür.
8. IMF Politikaları ve Finansal Krizler
Gelişmekte olan ekonomilerin yaşamış olduğu krizlere karşı
Uluslararası Para Fonu’nun (IMF) kurtarma girişimleri kriz yaşayan
ekonomilerin finansal sistemlerini revize etmekten ziyade, Batılı bankaların
borç kredilerini geri almalarını sağlamaya yaramakta ve kriz yaşayan
ülkeler daha büyük bir borç yüküyle karşılaşmaktadırlar.
IMF’in kurtarma paketleri genelde yeni kredi anlaşmalarını ya da
mevcut kredilerin vade ve faiz yapılarında değişiklikler yapılmasını
içermektedir. IMF, kuruluşunda ülke ekonomilerindeki bir bozulma
durumunda bu bozulmanın diğer ülkeleri de etkilememesi için büyümeyi
teşvik edici mali politikalara, fon ve destek sağlayıcı bir kurum olarak
düşünülmesine rağmen günümüzde bu anlayış yerini sıkı para
politikalarına bırakmaktadır. Bu durum da kötüleşen ekonomilerin daha da
kötüleşmesine sebep olmaktadır.
İKİNCİ BÖLÜM
DÜNYADA ve TÜRKİYE'DE YAŞANAN FİNANSAL KRİZLER
1990’lardan sonra yaşanan krizlerin pek çok ortak özelliği
bulunmaktadır. Özetle belirtmek gerekir ki; Avrupa’nın yaşadığı ERM Krizi
sıkı para politikalarından, Meksika Krizi aşırı tüketimden, Asya Krizi ise
aşırı yatırımdan kaynaklanmaktadır. Rusya, Brezilya ve Arjantin krizleri ise
bu ülkelerin makroekonomik temellerindeki bozukluktan kaynaklanmıştır.
Çalışmamız kapsamında Türkiye ekonomisine ve yaşanaN krizlere yakın
olduğu düşünülen Latin Amerika/ Meksika ver Asya Krizleri ele alınacaktır.
1. Meksika Krizi
Meksika diğer Latin Amerika ülkeleri gibi sürekli olarak döviz
krizleri, banka iflasları, hiper enflasyon gibi sorunlarla mücadele eden bir
ülke olup, 1982’de yaşadığı krizden sonra IMF programlarını uygulamaya
başlamıştır. 1985’ten itibaren Meksika’da dış ticaret serbestleşmiş,
gümrük tarifeleri indirilmiş, özelleştirmeye hız verilmiş ve yabancıların
mülk edinmesi kolaylaştırılmıştır. Ardından Amerika ve Canada ile Kuzey
Amerika Serbest Ticaret Andlaşması ( NAFTA) imzalanmıştır. Böylece
Meksika uluslararası piyasalara tahvil ihraç eden ve yatırımcıları kendine
çeken bir ekonomi haline gelmiştir.
Ülkeye giren sıcak para ise özelleştirilmiş bankalar kanalı ile
tüketime ve krediye dönüştürülmüştür. Nihai aşamadan Meksika
ekonomisi sıcak paraya bağımlı bir hale gelmiştir. Ülkeye giren
sermayenin büyük bölümü yatırımdan ziyade kısa vadeli spekülatif
yatırımlara ve borsaya yönelmiştir. Spekülatif sermaye ile finanse edilen
cari işlemler açığı ekonomiyi yabancı yatırımcının güven algılamasına
oldukça duyarlı hale getirmiştir.36
Tekila Krizi olarak adlandırılan ve ekonominin sıcak paraya
bağımlılığından kaynaklanan bu kriz başta Arjantin olmak üzere diğer
Latin Amerika ülkelerine de yayılmıştır. Küreselleşen sermaye
piyasalarından “yükselen piyasalar” (emerging market) olarak adlandırılan
ekonomilerden birinde yaşanan kriz adeta domino etkisi yaparak çevre
ülkelere sıçramıştır.
2. Asya Krizi
Asya’da ortaya çıkan kriz esas olarak bölge ülkelerinin para ve
finans piyasalarında ortaya çıkan uyumsuzlukların bir sonucudur. Kriz
döneminde ülkelerin ulusal paralarının değer kaybetmesi üretim
sektörünün borç ödeme kapasitesine zarar vermiştir.
36Ertuğrul Karsak, “Meksika’da Yaşanan Ekonomik Gelişmeler ve Diğer Gelişmekte Olan Ekonomilere Etkileri”, Banka ve Ekonomik Yorumlar Dergisi, Sayı: 32, Haziran 1995, s. 36.
1997’de Tayland’ın ulusal parasını devalüe etmesi ile başlayan
Asya Krizi Güney Kore, Tayland ve Endonezya başta olmak üzere birçok
Asya ülkesinin ekonomisini derinden etkilemiştir. Asya ekonomileri
sermaye ithaline dayalı büyüme modeli izlemişlerdir. Faiz oranlarını
yüksek tutarak, yabancı yatırımcıyı ülkeye çekmişler ancak bu sermayenin
kısa vadeli olması bu ekonomileri krize sürüklemiştir. Yine faiz
oranlarındaki yükseklik üretim sektörünü borçlanma maliyetlerindeki
yükseklikle vurmuştur. Başta Tayland’da olmak üzere bir çok Asya
ülkesini derinden etkileyen kriz hem bankacılık hem de para krizinin bir
arada yaşandığı ikiz kriz modelini sergilemiştir. Krizin derinleşmesinde söz
konusu ülke ekonomilerinin finans piyasalarının derin olmaması,
bankacılık mevzuatındaki boşluklar, kredi geri dönüşlerinde yaşanan
sorunlar da önemli rol oynamıştır.
Asya Krizi IMF’in kriz politikaları açısından oldukça önemlidir.
Yabancı sermayeye bağlı gelişme modeli benimseyen Asya ülkeleri IMF’in
kriz sonrası bile sermaye ithaline bağlı büyüme modelini takip etmeleri
neticesinde tehlikeli ödemeler bilançoları açıklarıyla baş başa kalmışlardır.
3. Türkiye’de Yaşanan Krizler
Türkiye ekonomisi 1963- 1970 döneminde istikrar içinde büyüme
bakımından oldukça başarılı bir performans göstermiştir. Bu dönemde
büyüme hızı yılda ortalama %6.5 dolayında gerçekleşirken, yıllık
enflasyon oranı ortalama %5.5 dolayında kalmıştır.37 Türkiye üçüncü
kalkınma dönemi olan 1974- 1976 döneminde de büyüme hızını devam
ettirmiştir. 1974'ten itibaren petrol fiyatlarındaki süratli yükselmeler
ödemeler bilançosu üzerinde olumsuz etkiler yaratmıştır. Dolayısıyla
1978'li yıllarda Türkiye ekonomisinde döviz darboğazı ve dış ödeme
güçlükleri gibi ciddi bunalım belirtileri ortaya çıkmıştır.
Genel hatlarıyla 1950- 1989 yılları arasında Türkiye ekonomisinin
yaşadığı krizler makroekonomik dengelerin korunamaması neticesinde
oluşan döviz darboğazına bağlı yaşanmıştır.38 Cari açık, beraberinde
“tasarruf yatırım eşitliğinin”39 sağlanamaması sonucu görülen enflasyon,
aşırı değerlenmiş TL. ve ihracat- ithalat dengesizlikleri ile borçların
ödenemez duruma geldiği bir ekonomik ortam doğmuştur.
3.1. 1978-1979 Krizi ve 24 Ocak 1980 Kararları
Türkiye ekonomisi 1963 ve 1970 yılları arasında büyüme
bakımından başarılı bir performans göstermiştir. Ancak 1974’ten itibaren
37Hüseyin Şahin, Türkiye Ekonomisi Tarihsel Gelişimi Bugünkü Durumu, Bursa, Ezgi Kitabevi, Genişletimiş 7. Baskı, Mart 2002, s. 179. 38Gülten Kazgan, Tanzimattan 21. yy. ‘a Türkiye Ekonomisi, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2002, s. 277. 39Dengede olan bir ekonomide tasarruflar en az yatırımlar kadar artmalıdır, aksi durumda finansal dengesizlikler meydana gelebilir.: Parasız, Makro Ekonomi Ders Notları, Uludağ Üniversitesi, İ.İ.B.F.
ekonomide ciddi bunalım belirtileri ortaya çıkmıştır. Türkiye ekonomisinin
1970’li yılların ikinci yarısında bunalıma girmesinin başta gelen nedeni
izlenen sanayileşme politikasıdır. Döviz sıkıntısı ve dış borçları ödeme
güçlükleri ekonomiyi tıkanma noktasına taşımıştır.
Türkiye Birinci ve İkinci Kalkınma Planları döneminde dayanıklı
tüketim mallarının ithal ikamesini benimsemiştir.40 İthal ikamecilik; yurtiçi
piyasa talebinin koruyucu ve özendirici önlemler uygulanarak yerli üretimle
karşılanmasını öngören ve devlet müdahalesinin yoğun olduğu bir
kalkınma stratejisidir.41 İthal ikameci sanayileşme stratejisinde devlet
ithalata kısıtlama getirerek tüketicinin ihtiyacı olduğu mamulü ülke içinden
almasını sağlamaktadır. Ülke içindeki sanayiciyi dışardan gelen mamulleri
üretmeye teşvik etmekte ülke içindeki paranın dışarı çıkmansın
engellemeyi amaçlamaktadır. Bu dönemde ara ve yatırım mallarının
ithalatına öncelik verilmiştir. Ekonominin mevcut üretim kapasitesi bu
malların ithaline bağlı durumdaydı. Çünkü ekonomi henüz bu malları
üretebilecek yeterliliğe haiz değildi. Aşırı değerlenmiş kur politikası ihracat
üzerinde caydırıcı etki yapmaktaydı ve tüketici talepleri yerli sermaye
malları yerine yabancı sermaye mallarına doğru kaymıştı. Bunun sonucu
olarak ithalata ve dolayısıyla dövize bağımlılık artmıştı. İthalatın
devamlılığını sağlayacak olan döviz, petrol fiyatlarının yükselmesiyle
40 ŞAHİN, OP. CİT. s. 180. 41 Halil SEYİDOĞLU, İktisat Biliminin Temelleri, İstanbul: Güzem Can Yayınları:21, 2006, s. 856.
petro-dolar rezervleri artmış olan Arap ülkelerin fonlarını az gelişmiş
ülkelere yüksek faiz oranlarından kullandıran uluslararası bankalardan
kısa vadeli borçlanmaya gidilerek aşılmaya çalışılmıştır. Bu durum da
Türkiye’nin borç yükünü olağanüstü boyutlara taşımıştır. Bu noktada
1970’li yılların başından itibaren işçi dövizlerinin bir kaynak olarak devreye
girmesi döviz talebini karşılama bakımından önemli bir gelişme olarak
değerlendirilebilir. Ancak bu döviz girişleri her ne kadar 1973 yılında dış
ticaret açığını % 154 oranında42 kapatsa da, dünya petrol fiyatlarındaki
artışın ithal mal fiyatlarında meydana getirdiği artış neticesinde cari
açıkların hızla yükselmesini finanse edebilecek boyuta da ulaşmamıştır.
Zira sanayileşme sürecinde ithalata bağımlılığı arttıran diğer önemli bir
neden olarak da değerlendirilebilecek olan aşırı değerlenmiş kur
politikasının izlenmesi, söz konusu bu dövizlerin girişini de yavaşlatıcı bir
faktör olmuştur.
Anlaşılacağı gibi Türkiye ekonomisinde 1970’li yılların sonunda
kamu gelir ve giderleri arasındaki dengesizlik artmıştır. Devlet bunun
finansmanını sağlamak için Türk Lirasının değerinin düşmesine neden
olsa da para arzını genişletmeyi tercih etmiş ve bunun yanı sıra
borçlanmaya da gitmiştir. Kamu kesimi açıkları enflasyonist baskıyı
arttırmıştır. Hızlanan enflasyon Türk Lirası’nın satın alma gücünü
42Çağlar KEYDER, Türkiye’de Devlet ve Sınıflar, Çev. Sabri TEKAY, 2. Baskı, İstanbul: İletişim Yayınları, 1990, s. 152.
düşürmüş ve arka arkaya yapılan mini develüasyonlara rağmen döviz
kurunun değerlenmesine neden olmuştur. Aşırı değerlenmiş kur politikası
da yukarıda bahsedildiği gibi işçi dövizlerinin girişini ve ihracatı
yavaşlatırken, ithalatı özendirici rol oynamıştır.43
Enflasyon 1970’li yıllarda çift rakamlarda seyrederken 1980’e
gelindiğinde % 107.2’ye ulaşmıştır. 1970 ve 1980 arası dönemde ihracat
8.39 kat artarken; ithalattaki artış bunu ikiye katlayarak 15.59 kat olarak
gerçekleşmiştir.44 1977-1980 döneminde enerji ve döviz sıkıntısından
dolayı Türkiye ekonomisi eksik kapasite kullanımıyla da karşı karşıya
kalmıştır. Gayri safi yurt içi hasıladaki büyüme 1977’de 4.4 oranında iken
1979’da -0.5 olarak ve 1980’de ise -1.1 olarak gerçekleşmiştir.45
Petrol krizinin etkisiyle ithal mal fiyatlarında yükseliş ekonomide
hem döviz sıkıntısına hem de enerji sıkıntısına neden olmuştur. Petrol
fiyatlarındaki artışı gelişmiş ekonomiler ihraç ürünlerine yansıtmış ve
Türkiye’nin bu ülkelerden ihraç ettiği malların fiyatları da yükselmiştir.
Bunun sonucunda dış borçlarda finanse edilmesi çok güç artışlara
gidilmiştir. Türkiye ekonomisinde ise petrol fiyatlarındaki artışlar başta
tüketici fiyatlarına yansıtılmamış, aksine sübvansiyonlarla petrol tüketimi
teşvik edilmiştir. Petrolün maliyeti ve satış fiyatı arasındaki fark hazineden 43ŞAHİN, op. cit., s. 185. 44Baskın ORAN, Türk Dış Politikası Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar, Cilt I:1919-1980, İstanbul: İletişim Yayınları, 2003, s. 661. 45ŞAHİN, op. cit., s. 187.
ödenmiştir. Artan petrol fiyatlarının olumsuz etkilerinden sıyrılmak için
Avrupa ülkelerinin enflasyonu kısma ve büyüme hızlarını sınırlama
politikaları Türkiye’den bu ülkelere olan işçi akımının ve dolayısıyla
Türkiye’ye gelen işçi dövizlerinin de azalmasına neden olmuştur.
Enflasyon para ve maliye politikalarıyla kontrol edilebilir seviyeyi
aşmıştır ve buna bağlı olarak gelir dağılımda adaletsizlikler artmış, yatırım
oranları düşmüş ve ihracat yavaşlamıştır.
Petrol krizi, dünyanın ekonomik tercihlerindeki değişimler, ülke içi
siyasal istikrarsızlıklar 1978-1979 ekonomik bunalımını aşmak için gerekli
ekonomik tedbirlerin zamanında alınmasını engellemiştir. Terörün
tırmanışı, toplumda sosyal barışın bozulması, artan işsizlik üretimi
olumsuz yönde etkilemiştir. Nihayet enflasyon bunalımı ağırlaştıran bir
faktör rolü oynamış, TL’nin satın alma gücü düşmüş, yapılan
develüasyonlara rağmen döviz kurunun aşırı değerlenmesinin önüne
geçilememiştir. İthalat ihracatı aşmış ve ödemeler bilançosu açıkları
genişlemiştir. 1979 ve 1980’de GSYİH’da gerileme olmuştur. 46
Petrol fiyatlarındaki olağanüstü artışlar ödemeler bilançosu üzerine
dolaylı ve dolaysız etkiler yapmıştır. 1974’te tonu 68.4 Dolar olan ham
petrol fiyatı, 1977’de 99.9 Dolara, 1979’da 145.2 Dolara yükselmiştir.
46ŞAHİN, op. cit., s. 185.
Petrol ithalatı için Türkiye’nin yaptığı ödeme 1974’te 752 milyon Dolar
iken, 1980’de 2990 milyon Dolar olmuştur. Bu yılların ihracat gelirleri ise
petrol ithalatını karşılamamıştır. Dolayısıyla Türkiye ekonomisinde 1978-
1979 krizinin uluslararası boyutunu 1973 Petrol krizi oluşturmaktadır.
Türkiye’nin bu krizden bu kadar fazlaca etkilenip devamında tüm
sanayileşme stratejisini değiştirecek radikal politikalar izlemek durumunda
kalmasının başlıca nedeni; petrol fiyatlarındaki yükselişe rağmen bunları
tüketici fiyatlarına yansıtmayıp, aradaki farkı hazineden ödemeyi tercih
etmiş olmasıdır. Bu da ekonominin döviz krizine girmesine, enflasyon
artışına, üretimin azalmasına ve büyümenin yavaşlamasına yol açmıştır.
1979’da petrol ithalatı zorunlu olarak kısılmışsa da ekonomiyi krizden
kurtarmanın geç kalındığı bir tarihte 24 Ocak Kararları olarak
değerlendireceğimiz radikal değişiklikler yapılmıştır.
3.2. 1994 Krizi ve 5 Nisan 1994 Kararları
24 Ocak İstikrar Programının kısa vadeli amaçları ilk dönemde bir
ölçüde gerçekleştirilmiştir. 1981-1983 döneminde enflasyon hızı kesilmiş,
yıllık ortalama fiyat artışları %30’lara çekilmiştir. GSMH (Gayri safi milli
hasıla) büyüme hızı %4 olarak gerçekleşmiştir. Dış ekonomik ilişkilerde
gelişmeler olmuş, ihracat ve ithalat oranları artmış, ihracatın ithalatı
karşılama oranı %36.7’den %66.3’e çıkmıştır. Buna paralel ödemeler
dengesi açıklarında iyileşme gözlenmiştir.
Askeri yönetimden iktidarı 1983’te devralan Anavatan Partisi dış
kaynak kullanımını artırmıştır, sanayide kapasite kullanımı artmış, işsizlik
oranı düşmüştür. 1984-1987 arası dönemde; 24 Ocak İstikrar programının
ikinci bölümü; GSMH büyüme oranı artarken, enflasyon oranı 1980-1983
programın ilk dönemine oranla artmış ve %40’lara ulaşmıştır.
24 Ocak istikrar programı ekonominin temel kriz nedenlerini ortadan
kaldırmaya yetmemiştir. Özellikle kamu kesimi finansman dengesi
kurulamamış, devletin gelir ve giderleri arasındaki açık kapatılamamıştır.
Yoğun bir biçimde borçlanmaya ve TCMB (Türkiye Cumhuriyet Merkez
Bankası) kredilerine başvurulmuştur. Sosyal sigortalar kurumlarının ve
tarım destekleme politikasının bütçe üzerindeki yükü kaldırılamamıştır.
Türkiye ekonomisinde 1988-1993 dönemi iç talebe bağlı büyüme
stratejisinin sürdürüldüğü ve büyümenin istikrara tercih edildiği bir dönem
olmuştur. 24 Ocak kararlarının uygulandığı ilk döneminde enflasyon
oranını kontrol etmeye çalışılmış ve ikinci dönemde ise GSMH
büyümesine öncelik verilmişti. Bu bağlamda ilk dönem olan 1980-1983
döneminde ücret artışları enflasyon oranından daha aşağıda tutulmuşken,
1984-1988 ikinci döneminde ücretler önceki döneme oranla daha fazla
artırılmıştır. Bunun sonucu olarak GSMH yılda ortalama %6.1 oranında
büyümüş ancak enflasyon oranı %60’ın üstünde gerçekleşmiştir. Ancak
GSMH’daki bu büyüme istikrara kavuşturulamamış, ekonomi 1988 ve
1989 yıllarında stagflasyon47 yaşamış bu stagflasyon da 4 Şubat 1989’da
alınan mali önlemlerle aşılmaya çalışılmıştır.
1984 -1988 döneminde ihracat teşviklerle desteklenmişti. Bu
dönemde TL. Dolar karşısında %40 oranında devalüe edilmişti. 1989’dan
itibaren ise hükümet kur ayarlamalarını enflasyonun altında tutmuş ve
TL’deki aşırı değerlenme sonucunda ihracat artış hızı yavaşlamış, ithalat
artmaya devam etmiştir. Bu da 1988- 1993 döneminde dış ticaret açığında
büyümeye neden olmuştur. Bunun yanı sıra 1991 yılındaki II. Körfez
Savaşı’nın da Türkiye ekonomisine maliyeti yüksek olmuştur. Yine bu
dönemde iç ve dış borçlar genişlemiştir. Kamu kesimi açıklarına bağlı
olarak büyüyen iç borçlanma kamu kesiminin fon talebinin artmasına ve
faizlerin yükselmesi sonucunu doğurmuştur.
Ekonominin 1988- 1993 yılları arasında döviz açığının büyümesi
ihracatçı şirketlerin gelecek beklentilerini olumsuz etkiledi. Devalüasyon
beklentisindeki ihracatçı şirketlerin ekonomiye olan güvenlerinin
azalmasına paralel hızlanan enflasyon sonucu tasarrufçular TL’den kaçıp
dövize ve altına yönelmişlerdir. Yatırım oranlarındaki artış tasarruf
oranındaki artışların altında gerçekleşince mali sektörde dengesizlikler
47Stagflasyon: İşsizlik/ resesyon ve enflasyonun bir arada yaşandığı makro ekonomik sorun. Halil SEYİDOĞLU, İktisat Biliminin Temelleri, İstanbul: Güzem Can Yayınları:21, 2006, s. 571.
artmış ve ekonomi 1988 – 1989 stagflasyonunu yaşamıştır.48 Hükümet bu
stagflasyonu aşmak için 4 Şubat 1989 kararlarını almıştır. Bu kararlarla
döviz girişini teşvik etmek için bazı önlemler alınmıştır. Bu çerçevede
ihracat gelirlerinin yurda getirilmesi zorunlu olan kısmı %80’den %100’e
çekilmiştir. İç ve dış faiz oranları arasındaki fark genişleterek yabancı
sermaye girişi yeni yüksek faizlerle teşvik edilmeye ve tasarruf yatırım
eşitliğini sağlayıcı önlemler alınmaya çalışılmıştır. Devlet tahvili, hazine
bonosu ve döviz tevdiat hesapları gibi gelirlerden alına vergiler indirilmiştir.
32 nolu yasa çıkarılmış ve Türkiye ekonomisi sermaye hareketleri
açısından daha da serbestleşmiştir. TL. yine bu stagflasyondan sonra
konvertibl hale getirilmiştir. Bu uygulamalar sonucunda ekonomide Dolar
cinsinden rezervler artmıştır.
Yukarıda da bahsedildiği gibi 1989 sonrasında Türkiye ekonomisi
tasarruf ve yatırım anlamında uluslararası finans piyasalarının denetimine
girmiştir. Yüksek faiz, düşük döviz kuru ve aşırı değerlenmiş ulusal para
kısa vadeli spekülatif yabancı yatırımları çeken bir ortam yaratmıştır. Bu
durum üretime yönelik doğrudan yabancı sermayenin ekonomiye
kazandırılması önünde büyük bir engel oluşturmuştur. Bu yapay büyüme
süreci neticesinde Türkiye ekonomisi 1994 yılında yabancı sermayenin yer
48Tasarruf paradoksuna göre, bir ekonomide tasarruflar en az yatırımlar kadar artmalıdır. Tasarruflar yatırıma dönüştürülmez yani ekonomiye geri kazandırılmaz ise, tüketim harcamaları da kısıldığından milli gelir gerileyecektir. Bu şekilde olan tasarruf eğilimi toplumu fakirleştirir. Çünkü ekonomide refah tasarruflarla değil harcamalarla artar. İlker Parasız, Makro Ekonomi, 8. Baskı, Bursa: Ezgi Kitabevi, 2003, s. 31.
yer yaşadığı güven eksikliğinin yanı sıra kamu kesimindeki açıkların ve
bunların kapatılması konusunda alınan yanlış finansal kararların neden
olduğu ve başta sermaye ve döviz piyasalarını etkileyen bir kriz
yaşamıştır. 49
Ekonomiyi kriz ortamına sürükleyen bir gelişme olarak 32 Sayılı
Kanun Hükmünde Kararname ile mali piyasalarda erken ve aşırı ölçüde bir
serbestleşmenin sağlanmış olmasıdır. Bu kararname ile hükümet içeride
mali piyasayı, döviz piyasasını ve sermaye hareketlerini ileri derecede
serbestleştirmiştir.50 Dolayısıyla hükümetin faiz haddi ve döviz kurunu
belirlemedeki rolü azalmış, bu değerler bundan sonra makro ekonomik
değişkenler ve uluslararası mali piyasalardaki fon akımları tarafından
belirlenmeye başlanmıştır.
Enflasyon oranı kısa vadeli sermaye girişleri ve kamu kesimi
açıkları dolayısıyla artan fon talebi neticesinde artmıştır ve %60’lara kadar
çıkmıştır. Nihai aşamada hükümet ve TCMB bu darboğazdan kurtulmak
için % Nisan Kararları adı altında yeni bir istikrar programı benimsemiştir.
49 E. Yeldan, Küreselleşme Sürecinde Türkiye Ekonomisi: Bölüşüm, Birikim ve Büyüme, İletişim Yayınları, 2002, s. 51. 50Gülten KAZGAN, Yeni Ekonomik Düzende Türkiye’nin Yeri, İstanbul: Altın Kitaplar, 1994, s. 205.
3.3. Kasım 2000 Krizi
Güney Asya ve Rusya Krizlerinin olumsuz etkileri de devreye
girince Türkiye ekonomisi 1998'den itibaren tekrar ekonomik bunalıma
sürüklenmeye başlamıştır.
Kasım 2000 krizinin en önemli nedeni bankacılık kesiminde kısa
vadeli borç kullanımının artmasıdır. Bankalar dışardan dövizle borçlanarak
kamu kesimine fon aktarmaktaydı dolayısıyla kur riski oldukça yüksetti. Bu
dönemde TCBM para politikasını ısrarla uygulayarak bankalara kredi
açmadı ve piyasa önemli ölçüde likidite sıkışıklığı ile karşı karşıya kaldı.
Sonuçta Kasım 2000 Krizi ile para arzının içsel olduğu bir kez daha
onaylanmış oldu. İçsel para teorisine göre para arzındaki bir artış kredili
harcamalardaki bir artışın bir sonucudur.51 Dolayısıyla Merkez Bankasının
para arzını kontrol edebilmek için harcamaları azaltacak olan faiz
hadlerinde bir yükselme sağlaması gerekmektedir. Yani Merkez Bankaları
belirlemiş olduğu faiz hadlerinin üzerine çıkacak da olsa son ödünç verme
51 Dışsal para görüşürünün savunucuları para arzı para talebinden bağımsız olduğunu ve dolayısıyla para arzının merkez bankası tarafından kontrol edilebilir olduğunu savunurlar. Klasikler , Ortodoks Keynesgil- Fisher, Cambridge Okulu- Pigou, Robertson, ilk dönemlerde Keynes ve Monetarist okul paranın dışsal olduğunu kabul ederler. Friedman’a göre para arzını arz koşulları belirler. Para arzı GSMH’deki büyümeye orantılı olarak artmalıdır ki enflasyon önlensin. İçsel para savunucuları ise para arzının para otoritelerinin inisiyatifinden bağımsız olduğu görüşündedirler. İçsel para savunucularından Yeni Makro Ekonomik Uzlaşma’ya göre para içseldir, para arzındaki artış enflasyona neden olmamaktadır. Faiz oranları ise piyasada değil para otoritesi tarafından belirlenir. Bu anlamda faiz oranı talebi ve enflasyonu hedef enflasyona ulaştırmada kullanıldığını savunurlar. İlker Parasız, Para Banka ve Finansal Piyasalar, 8. Baskı, Bursa: Ezgi Kitabevi, 2005, ss. 331-333.
mercii olarak reeskont penceresini kapatmamalı ve bankacılık sisteminin
ihtiyaç duyduğu parayı piyasaya sürmelidir.
Bankaların önemli bir çoğunluğunun Tasarruf Mevduatı Sigorta
Fonu'na (TMSF) devredilmesi, kamu bankalarının nakit sıkıntısına
düşmeleri ve özel bankaların da yükümlülüklerini yerine getirememeleri
sonucu Kasım 2000'de ekonomiden para çıkışı yaşandı. Buna paralel
borsa düştü, faiz ve döviz kurları yükselmeye başladı. Bu yaşanan kriz
ancak Şubat 2001'e kadar ertelenebildi ve bu tarihte Türkiye ekonomisi en
ağır ekonomik krizlerinden birini yaşadı.
3.4. Şubat 2001 Krizi
Şubat 2001'de ekonomik kriz, faiz ve döviz kurlarının aşırı
yükselmesi ve borsanın çöküşüyle kendini gösterdi. TCMB döviz
kurlarındaki artışı biraz olsun önleyebilmek adına tüm döviz rezervlerini
satışa çıkarsa da daha sonra dalgalı kur rejimini tercih etmek zorunda
kaldı. Döviz kuru bir hafta içinde %50 oranında değişim gösterdi.52 IMF ile
yapılan görüşmeler sonucu stan-by andlaşması imzalandı ve 14 Nisan
2001 tarihinde Güçlü Ekonomiye geçiş Programı açıklandı.
52www.tcmb.gov.tr. ( 20 Nisan 2001)
Kriz öncesi dönemde bankacılık sektöründe para ve vade
uyuşmazlıkları ve takiplerdeki artış risk birikimine yol açarak sermaye
çıkışı durumunda ekonomik sistemi savunmasız hale sokmuştur.
Bankalar 2000 Kasım krizinde faiz riski ile, Şubat 2001 krizinde
hem faiz hem de kur riski ile karşı karşıya kalmışlardır. Başta kamu
bankaları olmak üzere bankacılık kesiminin ihtiyaç duyduğu kaynak kamu
maliyesi üzerinde çok ciddi bir yük oluşturmuştur.
Türkiye'de sermaye hareketlerine getirilen tam serbestlik sayesinde
özel sektör yatırımlarını dışlama etkisine maruz kalmadan kamu kesimi
açıklarının finansmanının sağlanması amaçlanmıştır. Ancak yabancı para
cinsinden getirisi olan yatırım araçlarıyla rekabet edebilmek için TCMB
devlet kağıtlarına daha yüksek faiz oranları vermek zorunda kalmış bu
durumda da kamu açıklarının büyüyerek çoğalmasına neden olmuştur.
1990'larda dünya ekonomisine hakim olan neo liberal teorilere
uygun olarak Türkiye ekonomisi de finansal anlamda serbestleşmiş ve
büyük miktarlarda kısa vadeli sermaye girişlerinin yaşandığı bir fırsat
ekonomisi haline gelmiştir. Ancak kriz süreçlerinde kısa vadeli bu sermaye
hareketlerinin çıkış yönünde çoğalmasıyla ekonominin daralması ve krizin
derinleşmesi sonucuyla karşılaşılmıştır.
4. 2008 Global Ekonomik Kriz
2007 yılı son çeyreğinde ABD'de kredi geri dönüş oranlarında
önemli düşüşler yaşanmaya başlamıştır. 2008 Global Ekonomik Krizin
nedenlerini anlayabilmek için öncelikle Amerikan Ekonomisine göz atmak
durumundayız.
Amerikan ekonomisi bir nevi krediler ekonomisidir. Kredi faiz
oranlarının düşük olduğu bir ekonomide bireyler yatırımlarını dahi sıfır
riskle gerçekleştirebilecek finansal avantajlara sahip bulunmaktadırlar.
Kredi faiz oranlarındaki düşüklük bireyleri olması gerekenden daha fazla
fon talep eden konumuna getirir. Amerikan ekonomisi de uzun dönemden
beri fon talep edenlerin düşük riskle finansman kaynağı bulabildikleri bir
ekonomi olarak ayakta durmaktadır.
ABD'de nakit kullanımı oldukça düşüktür. Katılımcılar nakitten
ziyade kredi karşılığında yatırım yapmaktadırlar. İşte 2008 yılı son
çeyreğinde patlak veren ve 2009, hatta 2010 yılında dünya ekonomisini
derinden sarsacak olan finansal krizin kökeninde bu olgu yatmaktadır.
ABD'de uzun yıllardan beri uygulanmakta olan Mortgage Sistemi
global ekonomik krizin temelini oluşturan en önemli unsurdur. Düşük faiz
oranıyla konut alınması konut talebini arttırmıştır. Talepteki bu artışa bağlı
olarak konut fiyatlarında önlenemeyen ve değerinden fazla bir yükseliş
yaşanmıştır. Dolayısıyla bankaların verdikleri kredi tutarlarını aşan
oranlarda ellerinde rehin alınan değerler birikmiş ve serbest piyasa
mantığına uygun olarak bankalar tarafından kredi riski ve rehnedilen malın
piyasa fiyatı arasındaki değer farkı da ekonomiye kazandırılmıştır. Kredi
sözleşmelerinin menkulkıymetleştirilmesi finans piyasası için yeni bir
enstrüman olarak algılansa da konut fiyatlarında düşüş yaşanmasıyla
birlikte finansal anlamda içinden çıkılması zor bir durum oluşmuştur.
Buradan hareketle 2008 Global Finans Krizinin hem bankacılık hem de bir
para krizi olduğu sonucuna ulaşabiliriz.
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
FİNANSAL KRİZ DÖNEMLERİNDE UYGULANAN PARA POLİTİKASI
ARAÇLARI
Birinci Kısım
Para Politikası Araçları
1. Merkez Bankası Para Politikası Araçları
Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası'nın(TCMB) temel amacı
ekonomide fiyat istikrarını sağlamaktır. Türkiye’de parasal yetki kurumu
olan TCMB fiyat istikrarını sağlama hedefine ulaşmak için kendisine
tanınan bu yetkiyi kullanarak piyasalara gerekli gördüğü müdahaleleri
yapmaktadır. TCMB bu amaca ulaşırken parasal büyüklükler, döviz kuru
ve faiz oranı gibi değişkenler üzerinde söz hakkını kullanır.
TCMB'nin kullandığı para politikası araçları zorunlu karşılık oranı,
reeskont oranı, açık piyasa işlemleri, faiz oranı ve döviz piyasası işlemleri
gibi araçlarıdır. 1998 ve 2007 yılları arasında TCMB’nin para politikası
araçlarını kullanmak suretiyle piyasadaki para arzını artırması sözkonusu
yıllarda GSMH’daki büyümenin bir nedenidir. Kriz dönemlerinde
GSMH’daki büyüme eksi yönlü olur. GSMH’nın büyümesine etkisi olan
para arzı artışı haricinde pek çok faktör olmakla birlikte para arzındaki
artışların da GSMH büyümesi üzerinde etkisi olmaktadır. Para arzı
artışının GSMH’daki büyümeye ve kontrollü finansal piyasalara etkisi faiz
oranlarını düşürmesi ve dolayısıyla yatırımların artması şeklinde
gözlenmektedir. Yatırımların artması aynı zamanda ekonominin istihdam
seviyesini olumlu yönde etkileyecektir. Bununla birlikte para arzındaki
artışların enflasyonla sonuçlandığı da bir gerçektir. Dolayısıyla hem kriz
dönemlerinde piyasa dalgalanmalarını engellemek ve resesyona gidişi
engelleyerek GSMH’da reel büyüme sağlamak, hem de enflasyonu en aza
indirmek için para arzı kontrolünün gereği gibi sağlanması ekonominin en
önemli karar alanıdır.
2. Paranın Bir Enstrüman Olarak Piyasalardaki Rolü
2.1. Para Piyasasında Denge
Para piyasasında denge, bir diğer deyişle denge faiz oranı para
arzının para talebine eşit olduğu noktada belirlenecektir. Daha doğru bir
ifadeyle para piyasası denge şartı Ms=Md olmasıdır. (C noktası) Faiz
oranı herhangi bir nedenle denge faiz oranından ayrılsa bile tekrar bu
noktaya doğru gelecektir. Denge faiz oranı gelir, fiyat ve para arzı
değişirse değişir. Gelir ve fiyatlar artarsa (Para arzı sabit) Para talebi eğrisi
(Md) sağa kayar, denge faizler yükselir. Para arzı artarsa, (Para talebi
sabit) Para arz eğrisi paralel sağa kayar denge faiz düşer.
Grafik 1: Denge Faiz Oranı
2.1.1. Para Talebi
Para arzına ilişkin analizimizi iktisat okullarının para talebine yönelik
yaklaşımlarını vererek devam edeceğiz.
Klasiklerde para talebini açıklayan paranın miktar teorisine göre faiz
oranlarının para talebi üzerinde hiçbir etkisi yoktur. Fisher'in miktar teorisi
para talebinin yalnız gelir tarafından belirlendiğini öne sürmektedir. 53
Değişim denklemi : M x V=P x Ydir.
Y : Toplam üretim
M:Para miktarı
V : Paranın dolanım hızı
P : Fiyatlar genel düzeyi
Klasiklere göre V ve Y sabittir. Ms artırılırsa P’ler artar. Dolayısıyla
parasal büyüklük bir politika aracı olarak kullanılmaz.
Fisher yaklaşımı para talep fonksiyonu dönüştürülürse:
Md: (1/V) x P x Y olur.
Buna göre fiyatlar ve gelir artıkça para talebi artar, paranın dolaşım
hızı artıkça para talebi azalır.
Parayı sadece bir değişim aracı olarak kabul eden ve tanım gereği
doğru olan bir ilişkiden yola çıkan klasik iktisatçılar, bu eşitlikte yer alan
bazı değişkenler hakkında varsayımlar yaparak değişim denklemini Miktar
Teorisi'ne dönüştürmektedirler.
Öncelikle, klasik iktisatçılara göre her arz kendi talebini yaratacağı
için ekonomi sürekli tam istihdamdadır. Ekonomi sürekli tam istihdamda
bulunduğu için ülkedeki üretim miktarı (Y) sabittir. Öte yandan klasik ikti-
satçılara göre para sadece bir değişim aracı olduğu için paranın dolaşım
hızı (V) da sabittir. Çünkü, sadece değişim aracı olan para alışverişlerde
kullanılmakta ve dolayısıyla dolaşım hızını belirleyen faktörler halkın
harcama yapma ve ödeme alışkanlıkları olmaktadır.
Dolaşım hızını belirleyen söz konusu iki faktörde kısa dönemde
büyük değişmeler beklenemez. Böyle bir durumda, örneğin, para arzı yüz-
de 10 artarsa, V ve Y sabit olduğu için P'nin de yüzde 10 artması gerekir.
Görüldüğü gibi, para arzındaki artış direkt olarak toplam harcamaları
arttırmış, bu da aynı oranda nominal gelire yansımıştır. Dikkat edilirse
nominal gelirdeki artışın tamamı fiyat artışlarından kaynaklanmaktadır.
Klasik iktisatçılara göre paranın ekonomi üzerindeki etkisi sadece
fiyatları etkilemesi ile ortaya çıkmaktadır. Bu özellik, klasik iktisatçıların
parayı ekonomik faaliyetlerin üzerini örten bir tüle benzetmelerine neden
olmuştur. Daha iktisadi bir ifade ile, klasik iktisatçılara göre para nötrdür,
yani ekonomide üretim miktarı üzerinde hiçbir etkisi söz konusu değildir,
sadece fiyatları etkilemektedir. 54
J.M. Keynes’e göre ise para talebinin altında yatan üç güdü vardır:
İşlem amacıyla para talebi ekonomik birimler tarafından günlük
harcamalarını gerçekleştirebilmek amacıyla ellerinde tutulan para talebidir,
işlem amaçlı para talebi ile gelir arasında da doğru yönlü bir ilişki vardır.
Keynes, halkın beklenmedik ihtiyaçlara karşı bir ihtiyat olarak de
elde bir miktar para bulundurduğunu belirtmektedir. İhtiyat amacıyla talep
edilen para miktarı ile gelir arasında doğru yönlü bir ilişki söz konusudur.
54 Parasız, op. cit., s. 217.
Keynes parayı bir değişim aracı olmasının yanında aynı zamanda
bir değer biriktirme aracı olarak da kabul etmiş ve bu amaçla para
bulundurulmasına spekülatif amaçlı para talebi adını vermiştir.
Spekülasyon güdüsüyle para talebinde faiz oranı ile ters yönlü bir ilişki
sözkonusudur.
Keynes'e göre faiz oranlarının düşebileceği bir alt sınır vardır. Faiz
oranı düşebileceği en alt düzeye düştüğü zaman ekonomideki herkes artık
faiz oranının daha fazla düşemeyeceğini ve mutlaka yükselmeye
başlayacağını beklemeye başlar. Doğaldır ki böyle bir durumda ekonomik
birimlerin tümü tahvil fiyatlarında düşme beklentisi içinde olacağı için hiç
kimse sermaye kaybı riskini göze almayacak ve herkes elinde para
tutmayı tercih edecektir. Böyle bir ortamda tahvil talebi sıfıra ineceği için
para talebi sonsuz olacaktır. Keynes'in likidite tuzağı olarak adlandırdığı
bu ortamın ancak ekonomide büyük boyutlu bir durgunluğun depresyona
dönüştüğü dönemlerde yaşanabilecek uç bir durum olduğu öne
sürülmüştür.
Grafik 2’ye göre faiz oranı İ0'dan İ1'e yükseldiği zaman talep edilen
para miktarı Mo'dan Ml'e düşmektedir. Tersine faiz oranı İ0'dan İ2'ye
düştüğü zaman talep edilen para miktarı Mo'dan M2'ye yükselmektedir.
Öte yandan şekilde İ* gibi düşük bir faiz oranı düzeyinde para talebi eğrisi
sonsuz esnek olmakta, dolayısıyla talep edilen para miktarı da sonsuz
olmaktadır. Daha önce de değinildiği gibi bu durum Keynes tarafından
"likidite tuzağı" olarak adlandırılmaktadır.55
Grafik 2: Keynesgil Modelde Faiz ve Para Arzı İlişkisi
Para talebi ile gelir ve fiyatlar arasında doğru yönlü bir ilişki olduğu
için, gelir ve fiyatlar arttığı zaman para talebi eğrisi sağa gelirde veya
fiyatlarda meydana gelecek bir azalış ise para talebi eğrisini sola doğru
kaydırır.
55 Hasan Şahin, Finansal Ekonomi Ders Notları, Ankara Üniversitesi Finans Yüksek Lisans Programı, 2008 Bahar Dönemi.
2.1.2. Para Arzı
Bir ekonomide belirli bir anda dolaşımda bulunan her türlü paranın
toplam miktarına para arzı denmektedir. Para stoku, para hacmi olarak da
adlandırılır. Para arzı genelde, dolaşımdaki para (madeni ve kâğıt paralar)
ve kaydi para işlevi gören bankalardaki vadesiz mevduatın toplamı
anlamında kullanılmaktadır. Bununla birlikte para arzının dar ve geniş
tanımları mevcuttur. 56
Dar tanımlı para arzı dolaşımdaki nakit ile bankacılık sisteminde
vadesiz mevduatların toplamından oluşmakta, geniş tanımlı para arzı ise
bu toplama bankacılık sistemindeki vadeli mevduatların ilave edilmesi ile
hesaplanmaktadır.
T.C. Merkez Bankası’nca yapılan para arzı tanımlaması şu
şekildedir:
M1 = Dolaşımdaki Para + Vadesiz Mevduat – Dar para arzı
M2 = M1 + Vadeli Mevduat + Tasarruf Mevduatları – Geniş para
arzı
M3 = M2 + Kamu Kesimi Mevduatı + TCMB’deki Diğer Mevduat
Likidite açısından sıralama = M1 > M2 ve M3
Dolaşım hızı açısından sıralama = M1> M2 > M3
56 Sadun Aren, 100 Soruda Para ve Para Politikası, 2. Baskı, Gerçek Yayınevi, İstanbul, 1984, s. 136.
2.1.3. Para Arzını Belirleyen Unsurlar
Para Arzı(M) = Dolaşımdaki Para + Vadesiz Mevduat
Para Arzı(M) = Parasal Taban x Para Çarpanı
Kaydi Para: (1/ Rezerv Oranı) x Para arzı
Bir ekonomide bankacılık kesiminin çarpan aracılığıyla para
yaratma kabiliyetine çalışmamız kapsamında değinilmeyecektir. Bunun
dışında yukarıdaki formüllerden hareketle Merkez Bankası para arzını
kısmen kontrol edebilir, ancak parasal tabanı doğrudan
belirleyebilmektedir deriz.
2.2. Para Politikası Araçları
Bir ekonomide parasal yetki kurumu parasal tabanı ve parasal
çoğaltanı/ çarpanı etkileyerek para arzını istediği yönde
değiştirebilmektedir. Para otoritelerinin bu değişikliği yapmalarına izin
veren araçlar çeşitli olmakla birlikte çalışmamız kapsamında önemli
gördüklerimize değinilecektir.57
57 Fredric S. Mishkin, The Economics of Money, Tools of Monetary Policy, Banking and financial Markets, International Edition, 60. Edition, Addison Wesley World Student Series, Longman, Columbia University, ss. 435- 443.
2.2.1. Mevduat Zorunlu Karşılık Oranı
TCMB zorunlu karşılık oranını değiştirmek suretiyle bankaların
kaydi para yaratma sürecini etkileyerek para miktarını belirlemektedir. Şu
anda mevduatlara uygulanan zorunlu karşılık oranı YTL. için %6, döviz
cinsi mevduat için ise %11’dir.58
Yükümlülükler / Liabilities Oranlar/ Ratios
Türk Lirası / Turkish Lira %6
Yabancı Para / Foreign Exchange %9
Tablo-1 : Zorunlu Karşılık Oranları/ Required ReserveRations59
2.2.2. Disponibilite Oranı
Bankalar, mevduat sahiplerine vermiş oldukları taahhütlere karşı
kasalarında disponibl yani likiditesi yüksek değerler, nakit değerler veya
kolaylıkla nakde dönüştürülebilecek değerler bulundurmak zorundadırlar.
Şu anda TCBM’nin uygulamış olduğu disponibilite oranı %4’tür.60 Bunun
anlamı, mevduat kabul eden bankaların toplam varlıklarının %4’ü kolayca
paraya çevrilebilir varlıklardan oluşmak zorundadır.
58 www.tcmb.gov.tr., 10.10.2008. 59 www.tcmb.gov.tr, 15.12.2008 60 www.tcmb.gov.tr., 10.10.2008.
Disponibilite Oranı= Disponibl Değerler x 100
Taahhütler
2.2.3. Açık Piyasa İşlemleri (APİ)
Açık piyasa işlemleri, para arzını ve ekonominin likiditesini
düzenlemek amacıyla TCMB’nin piyasadaki mevcut tahvilleri alıp satması
yoluyla gerçekleştirilir. Banka bu işlem için yeni tahvil veya senet ihraç
etmemektedir. Şayet Merkez Bankası para arzını bu yolla artırmayı
amaçlarsa “açık piyasa alımlarında” bulunur ve bu sayede piyasaya para
sürmüş yani piyasadaki para miktarını artırmış olur. Aksine eğer TCMB
piyasadaki para arzını düşürmeyi hedeflerse; bu durumda portföyündeki
tahvillerin bir kısmını satışa çıkararak piyasadan para çeker ve böylece
piyasadaki para miktarını azaltmış olur.
2.2.4.Döviz Piyasası İşlemleri
Açık piyasa işlemleri içine hem dövizi hem de devlet tahvilini
koymak mümkündür. APİ’de olduğu gibi TCMB piyasada döviz alıp
satmaktadır. Buradaki temel amaç piyasanın düzgün çalışmasını
sağlamak ve ihtiyaç doğrultusunda döviz hareketini sağlamaktır. Kur
politikası sabit ise bu durumda TCMB piyasanın istediği kadar( rezervleri
oranında) piyasaya döviz sunabilir. Tersine dalgalı kur rejimi izlendiği
durumlarda TCMB’nin amacı piyasadaki optimal döviz miktarını
tutturmaktır. Döviz volatilitesinin yüksek olduğu durumlarda TCMB
piyasanın düzgün işleyeceğini düşündüğü kurda döviz piyasasını
ayarlamak için müdahalelerde bulunmaktadır.
2.2.5. Faiz Oranı
Ekonomideki para miktarı faiz oranlarını ve faiz oranları da
ekonomiyi etkilemektedir. Denge faiz oranı yukarıda aktarıldığı gibi para
arzı ve talebinin dengeye geldiği noktada oluşmaktadır. Ancak Merkez
Bankaları kriz dönemlerinde özellikle piyasadaki para arzını değiştirerek
faiz oranlarının kendiliğinden dengeye gelmesini beklemek yerine
doğrudan faiz oranını belirleyebilmektedirler. Merkez Bankasının
belirlemiş olduğu gecelik faiz oranı doğrultusunda bankacılık kesimi
mevduata verdikleri ve borçlanma faiz oranlarını değiştirirler. Faiz oranın
ilan etme 2008 Global Ekonomik Krizinde Merkez Bankalarının en çok
başvurduğu para politikası aracıdır.
Yukarıda değindiğimiz para politikası araçları dışında Merkez
bankalarınca kullanılan şu gibi araçlar da mevcuttur: 61
61Keyder, op. cit., s. 231.
Bankaları ikna yolu
Selektif kredi kontrolü
Zorunlu döviz devir oranı
Reeskont oranı
İthalat teminat oranı/süresi
Asgari ödeme oranı
2. 3. Para Arzı Artışının Etkileri
Bir ekonomide para arzının artışı Grafik 3’ten de anlaşılacağı gibi
faiz oranlarının artmasına neden olur, tersine para arzının azalması faiz
oranlarını düşürür.
Grafik 3: Para Arzı Artışının Etkileri
Para arzı artışının gelir üzerine etkisi mal ve para piyasalarını
ayırarak iki kısımda ele alınabilir. Para arzının doğrudan etkisi para
piyasası üzerindedir. Para talebi ve gelir sabitken para arzı artışı faiz
oranlarının düşmesine yol açarak düşük faiz oranında para piyasası
dengesinin oluşmasını sağlayacaktır. Para arzı artışının dolaylı etkisi ise
faiz oranları düştüğünde yatırımlar artmakta ve yatırımlardaki artış
hasılada artışla sonuçlanmaktadır.
Para arzı artışının kamu harcamalarını artıcı etkisi vardır. Kamu
harcamaları para basılarak finanse edilir. Para basılınca gelir artar buna
bağlı vergi geliri artar. Para arzının gelir üzerinde yarattığı olumlu gelişme
devletin vergi gelirlerini de artırarak kamu harcamaları için bir finansman
kaynağı oluşturur.
Enflasyon bir ekonomide belli bir dönemde fiyatlar genel seviyesinin
sürekli olarak yükselmesidir. Enflasyon kısa dönemde kaynak ve gelir
dağılımını bozar, uzun dönemde büyümeyi engeller. Para arzındaki artış
genel fiyat seviyesinde yükselmelere neden olur.
Ekonomik performansın en iyi ölçütü olan GSMH bir dönemde bir
ülke vatandaşlarının sahip oldukları üretim faktörleri kullanılarak elde
edilmiş bütün nihai mal ve hizmetlerin piyasa fiyatları ile hesaplanmış
değeridir. Para arzındaki artışlar GSMH’yı artırır.
İkinci Kısım
Kriz Dönemlerinde Para Politikası Araçlarının Kullanımı
Finansal kriz dönemleri ekonomilerin dalgalanma dönemlerinin
sıklaştığı dönemlerdir. Kurlardaki, faiz oranlarındaki ve borsalardaki
yükseliş ve düşüşler hem derecesini hem de sıklığını artırır. Esasen bir
ekonominin dengesi o ekonomideki arz ve talep dengesidir. Finansal
piyasaların dengesi de bu iktisat kuralına göre belirlenir. Finans
piyasalarında denge fon arz edenlerin fon talep edenlere eşit olması
halinde sağlanır. Buradan kastettiğimiz durum fon arz edenlerin ve fon
talep edenlerin fonların değişim koşullarında anlaşabiliyor olmasıdır. Fon
arz edenlerin sunduğu faiz oranı fon talep edenlerce kabul edilebilir makul
bir faiz oranı olarak görülüyorsa finans piyasasında denge unsurundan
bahsedebiliriz. Faiz ise kısaca paranın fiyatıdır. Bu noktada para
piyasasında denge yukarıda da bahsettiğimiz gibi para arzı ve para
talebinin dengeye geldiği noktada oluşur. Piyasada para arzındaki artış
faiz oranlarını düşürürken, para arzındaki azalış faiz oranlarını yükseltir.
TCMB ise para arzını para tabanını kontrol etmek suretiyle etkilemektedir.
Öncülüğünü Milton Friedman'ın yaptığı Monetaristler olarak bilinen
bir grup iktisatçı, 1970'li yılların başlangıcında klasik Miktar Teorisinin farklı
bir versiyonunu ortaya atarak, para miktarı değişikliklerinin toplam
harcamalar üzerindeki etkisinin, Keynesyen iktisatçıların öne sürdüğünün
aksine, klasik iktisatçıların öne sürdüğü gibi direkt olarak ortaya çıktığını
savunmuşlardır. Depresyonlar para arzında meydana gelen azalışlardan
kaynaklanmaktadır. Yeni Klasik anlayışa göre konjonktüre göre parayı
ayarlamaktan vazgeçip sabit oranlı parasal büyüme stratejisi izlenmelidir.
Modern Miktar Teorisi adı verilen bu yaklaşıma göre, paranın
dolaşım hızı sabit değildir, ancak istikrarlıdır.62 Burada istikrarlılık
kavramıyla kastedilen dolaşım hızının önceden belirlenebilir bir nitelik
göstermesidir. Eğer dolaşım hızı önceden belirlenebiliyorsa klasik
iktisatçıların ulaştığı temel sonuçlar uzun dönemde geçerliliğini
koruyacaktır. Monetarist iktisatçıların yola çıkış noktası klasiklerden
oldukça farklı olmasına karşın, ulaşılan sonuçların klasiklerle benzeşmesi,
geliştirilen teorik yaklaşımın Modern Miktar Teorisi olarak adlandırılmasına
neden olmuştur.
Monetarist iktisatçılara göre, para arzında meydana gelecek artış
kısa dönemde ekonominin içinde bulunduğu duruma bağlı olarak fiyatlar
ve üretim üzerinde etkili olabilir. Belirtilmesi gereken diğer bir nokta,
Modern Miktar kuramcılarına göre Klasiklerin ekonominin tam istihdamda
dengede olduğunu savunduklara tezden farklı olarak ekonomi tam
istihdamdan daha düşük seviyelerde de dengede olabilmektedir. Eğer
ekonomi tam istihdam üretim düzeyinin altında ise, para arzındaki artışlar
kısa dönemde hem fiyatları hem de üretimi arttırabilir. Bir diğer deyişle,
62 Keyder, op. cit.
para arzındaki artış sonucu nominal gelirde meydana gelen artışın bir
kısmı fiyatlardaki, bir kısmı da üretimdeki artıştan kaynaklanacaktır.
Bunlardan hangisinin baskın olacağı ise ekonominin tam istihdamdan ne
kadar uzak olduğuna bağlıdır. Eğer ekonomide yüksek bir işsizlik oranı ve
yüksek bir kullanılmayan kapasite mevcut ise, para arzındaki artış sonrası
nominal gelirde meydana gelecek artışın büyükçe bir kısmı üretim
artışından kaynaklanırken, fiyatlardaki artış nispeten düşük kalacaktır.
Ekonomi tam istihdama yakın bir üretim düzeyinde iken para arzındaki
artış sonucu ortaya çıkan nominal gelir artışının büyük bir kısmı fiyat
artışlarından kaynaklanacak, üretim artışının payı nispeten düşük
olacaktır. Hemen tekrar edelim, monetaristlere göre, para arzı
değişikliklerinin ekonomi üzerindeki yukarıda açıklanan direkt etkisi ancak
kısa dönemde geçerlidir.
M. Friedman enflasyonun kaynağı olarak para arzındaki büyümeyi
göstermektedir. Friedman para talebi ve para arzı eşitliğinden yola çıkarak
para talebi ile paranın dolanım hızının istikrarlı, para arzının dışsal
olduğunu ileri sürerken, para arzındaki artışların bir kural içerisinde olması
gerektiğini savunmaktadır. Friedman'a göre para talebini etkileyen
faktörler herhangi bir aktifin talebini etkileyen faktörle aynıdır. Bu nedenle
Friedman, bir aktife ilişkin talebi etkileyen faktörleri inceleyen portföy
tercihi teorisi para talebine uygulamaktadır. Friedman'ın para talebi
fonksiyonunda talep edilen para miktarı; sürekli gelire, tahvillerin, malların
ve hisse senetlerinin nisbi getirişine bağlıdır. Ancak Friedman, diğer
faktörlerin ihmal edilebilir derecede küçük etkisi nedeniyle para talebini
belirleyen başlıca faktörü sürekli gelir olarak kabul etmektedir.
Monetaristlere göre eğer para arzı ekonominin resesyon
döneminde arttırılmışsa artan harcamalar öncelikle istihdam ve reel
üretimi artıracaktır. Eğer ekonomi tam istihdamda çalışıyorsa, böyle bir
durum GSMH’daki yükselme yalnızca fiyatlar genel düzeyini etkileyen
nominal bir artış olacaktır. Para arzındaki bir artış GSMH’nın
yükselmesine neden olacaktır. Çünkü başlangıçta halkın eline para
geçince, halk eline geçen aşırı parayı harcamaya başlayacak ve
harcamalar para arzı para talebine eşit oluncaya kadar sürecektir. Para
arzı artışı artan işlem talebiyle emilinceye kadar gelir artmaya devam
edecektir. Buna karşın Keynesgil iktisatçılara göre, paranın GSMH’yı
etkileme yolu oldukça farklıdır. Çünkü paranın dolaşım hızı hem kısa hem
de uzun dönemde istikrarlı değildir.
Finansal kriz dönemlerinde ülkelerin GSMH’da büyüme
gözlemlenmez. O halde miktar kuramının doğruluğunun ispatlandığı ve
para arzı artışlarının GSMH’da reel büyümeye neden olduğunun kabul
edildiği günümüzde para arzı kontrolü finansal krizlerde dikkat edilmesi
gereken en önemli konudur. Ancak şu belirtilmelidir ki, miktar kuramında
söylendiği üzere kriz dönemlerinde ekonomide para arzını arttırmak
suretiyle GSMH’da büyüme yaratmak anlamsız olacaktır. Çünkü para arzı
piyasadaki faiz oranının temel belirleyicisidir. Faiz oranı ise hem yerli hem
de yabancı yatırımcılar için yatırım kararlarını almalarında rol oynayan
önemli bir değişkendir. Gelişmekte olan bir ekonomi için yabancı
yatırımların ekonomik faaliyetler içerisindeki önemi oldukça büyüktür.
Benzer şekilde gelir=harcama eşitliğinin sağlanabilmesi ve ekonominin
resesyona girmemesi için de faiz oranı hem hane halkı hem de yerli
yatırımcılar için önem arz etmektedir. O halde kriz dönemlerinde Merkez
Bankalarının APİ aracılığıyla piyasalara müdahalelerde bulunması ve faiz
oranının kendiliğinden oluşmasını beklemesi riskli olacaktır. Bu nedenle
2008 Global Finans Krizinde de gördüğümüz üzere Merkez Bankaları faiz
oranlarını doğrudan açıklama yolunu seçmektedirler. Yine Merkez
Bankaları kriz dönemlerinde döviz piyasası işlemleri aracılığıyla kurlardaki
aşırı değişimleri kontrol etmektedirler.
1. 1978- 1979 Krizi ve TCMB'nin Uyguladığı Para Politikası
TCMB 1978- 1979 ekonomik krizinden kurtulmak için 24 Ocak 1980
Kararları olarak bilinen ve içeriğini sıkı para ve maliye politikasının
oluşturduğu bir program izlemiştir. TCMB bu dönemde APİ aracılığıyla
piyasaya para satmıştır. Bu faiz oranlarının aşırı yükselişini önlemek için
uygulanmış bir politikadır. Bu programın uygulanmasında dünyada geçerli
olan ekonomik konjonktürün de rolü dikkate alınmak durumundadır. Söz
konusu dönemde dünya ekonomisinde gelişmekte olan ekonomiler için
olumsuz faktörlerin ağır bastığı bir ekonomik konjonktür hüküm sürmüştür.
Petrol Krizinin etkilerinin henüz atlatılamamış olması gelişmekte olan
ekonomilere yabancı sermaye girişlerini önemli ölçüde azaltmıştır.
Uluslararası borçlanma faiz oranları oldukça yüksek olmakla birlikte aynı
zamanda bu ülkeler için kredi bulmak da oldukça güçleşmişti. Bunun yanı
sıra dış ticaret hacimleri de bu ülkeler için oldukça düşük
gerçekleşmekteydi.
Türkiye’nin 1978-1979 ekonomik krizinden kurtulmak için alacağı
önlemlerin başarıyla uygulanması sağlayacağı dış kaynakların
büyüklüğüne bağlıydı. Bu çerçevede IMF’in dış desteği alınarak yeni bir
istikrar programı uygulanmaya başlanmıştır. Bu program çerçevesinde
TCMB TL'yi, ABD Doları karşısında 1978’de %23, 1979’da % 26.3
oranlarında devalüe etmiştir. Hükümet tarafından KİT ürünlerine zam
yapıldı. KİT’lerin zararlarının azaltılmasıyla hazine kaynaklarına daha az
başvurmanın sağlanması amaçlanıyordu. Cari işlemler bilançosu açıklarını
azaltmak için TCMB tarafından ithalat kısıtlanıp, vergi indirimleri yoluyla
ihracatı arttırmak amaçlandı. Bunun yanında TCMB faizlerde indirime
gidilerek tasarruf özendirmeye çalıştı. Buna karşılık yatırımlar azaltılıp
kalkınma hızının düşürülmesi kararlaştırıldı. Ücret ve maaş oranları
enflasyon oranının altında artılarla gerçekleşecekti.
Bu tedbirlerin uygulamaya konulması halinde Türkiye’ye verilmiş
olan uzun vadeli kredilerin taksitleri ertelenecekti. Buna bağlı olarak bu
dönemde Türkiye borçlu olduğu bir çok ülke ile borç erteleme andlaşması
yapmıştır. Ancak alınan bu tedbirler siyasi istikrarsızlık, kararların geniş
halk kesimince muhalefetle karşılaşması ve uluslararası mali çevrelerden
tam desteğin alınamaması gibi nedenlerle uygulanamadı. 1979’da
bunalım genişlediği bir sırada hükümet el değiştirdi ve yeni hükümet 24
Ocak Kararları olarak anılan ekonomiyi krizden çıkarma tedbirlerini
yürürlülüğe koydu.
24 Ocak Kararları dünya ekonomisinde petrol krizinin yarattığı şok
etkisi sonrası, ekonomi politikalarında Keynesyen görüşlerin terk edildiği,
neo-liberal tezlerin ün kazandığı bir sırada ekonomik bunalımdan çıkmak
için altıncı Süleyman Demirel Hükümeti döneminde yürürlüğe konmuştur.
Türkiye ekonomisinde planlı dönemlerin sona ermesi anlamına
gelen 24 Ocak İstikrar Programının temel felsefesi devlet müdahalesini en
aza indirerek, piyasa ekonomisine işlerlik kazandırmaktır. Temel amacının
Türkiye ekonomisinin dışa açılması şeklinde özetlenebilir. Ekonomi de o
güne kadar izlenmiş olan ithal-ikameci sanayileşme stratejisi terkedilmiş,
yerine gümrük sınırlamalarının minimumda tutulduğu, özel yatırımların
teşvik edildiği, mal ve faktör piyasalarında serbestleşmenin sağlandığı,
piyasa dengesinin fiyat mekanizmasına bırakıldığı, devletin piyasalarda
düzenleyici rol oynadığı ihracata dönük sanayileşme stratejisine
geçilmiştir.
İstikrar programının temel amaçları, dış ödeme güçlüklerine çözüm
bulmak için kredi olanaklarının sağlanması, sınai mallar ihracatının
arttırılması, enflasyon hızının düşürülmesi, atıl kapasitelerin üretime
kazandırılması suretiyle büyüme hızının yükseltilmesi olarak özetlenebilir.
24 Ocak Kararları IMF tarafından desteklenmiştir, IMF 12 milyar Dolarlık
kredi desteği sağlayarak Türkiye’ye bu tarihe kadar verdiği tüm desteklerin
üstüne çıkmıştır. 24 Ocak İstikrar Programı kapsamında alınan tedbirlerin
en önemlilerini şu şekilde sıralayabiliriz:63
TCMB'nin benimsemiş olduğu programın kısa vadeli amacı
ekonomide istikrarı sağlamak ve enflasyonu kontrol altına almaktır. Bu
amaçla piyasa talebini kontrol etmeye yönelik tedbirler alınmıştır. KİT’lerin
ürünlerine yüksek zamlar yapılmıştır. İstikrar programının çapasını para
arzı oluşturmaktaydı. TCMB tarafından para arzı kontrol altına alınıp, reel
para arzı kısıtlanmıştır.
6324 Ocak Kararlarına ilişkin ayrıntılı bilgi için bkz.: ŞAHİN, op. cit., ss. 193-195; Lale KARABIYIK, Çokuluslu Şirketlerin Finansmanı, Uludağ Üniversitesi İ.İ.B.F. İşletme Bölümü Ders Notları, 2005; Mustafa İMAMOĞLU, Türkiye Ekonomisi ve Özal’lı Yıllar, http://www.genbilim.com/content/view/2866/39/, 03.03.2007; Dış Ticaret Müsteşarlığı online yayınlar, 1980 Sonrası Ekonomik Politikalar ve Dış Ticaret Politikası, http://www.foreigntrade.gov.tr/Ekonomi/75yilbk/1980so.htm, 03.03.2007.
Alınan tedbirlerin bir kısmı ile devletin ekonomideki rolünü
küçültmeyi amaçlıyordu. KİT’lere ürettikleri mal fiyatlarını belirleme
özgürlüğü verildi, Fiyat Tespit ve Kontrol Komitesi kaldırıldı, ithalat
serbestleştirildi, faiz ve döviz kurunun oluşması serbest piyasaya bırakıldı,
sigara tekeli kaldırıldı, madenlerin kamulaştırılması kararı iptal edildi.
KİT’ler özelleştirilmeye başlandı.
Bir kısım tedbirler dış ticaretin serbestleşmesine ve yabancı
sermayenin teşvikine yönelik alındı. Döviz alım satımı serbestleştirildi.
Türk Parasının değerini Koruma mevzuatı liberalleştirildi. Aşırı
değerlenmiş kur politikasının risklerinden kaçınmak için TL.’nin değeri 1
ABD Doları 47.1 TL’den 70 TL’ye düşürüldü. 1981’de günlük kur
uygulamasına geçildi ve döviz kuru TCMB tarafından resmi kur ve piyasa
kuru arasındaki farklılıkları yok ederek döviz arzının bollaşmasını
sağlamak adına kısa aralıklarla kontrol edildi.
İstikrar programı kapsamında ithalat ve ihracat rejiminin
serbestleştirilmesi amaçlandı. Bu sayede ekonominin dışa açılması ve iç
piyasa rekabetinin genişletilmesi sağlanacaktı. Artan rekabet maliyetleri
düşürecek ve mal kalitesi arttırılacaktı. İthalattan alınan damga resmi ve
teminatlar azaltıldı. Ocak 1984’ten itibaren ortalama %76.3 olan nominal
gümrük vergileri %48.9’a düşürülmüştür. İthalat üzerindeki dolaysız devlet
kontrolleri kaldırılmıştır. İhracatta dolaylı vergilerin iadesi sistemi
sürdürülmüş ve kurumlar vergisi hafifletilmiştir. İmalatçı-ihracatçılara
hammadde ve ara girdi ithalatında kullanılmak üzere döviz tahsisinde ve
döviz transferlerinde öncelik sağlanmış ve kazanılan dövizlerden gümrük
muafiyeti olanağı sağlanmıştır.
24 Ocak Kararları ile ekonominin dışa açılmasının sağlanması
sırasında yabancı sermayenin dolaysız yatırımlarına teşvikler verilmiştir.
Formaliteleri azaltmak amacıyla yabancı sermayeyle ilgili tüm yetkiler
Devlet Planlama Teşkilatına bağlı Yabancı Sermaye Dairesine verilmiştir.
Yabacı bankaların Türkiye’de çalışmasına ilişkin yasal düzenlemeler
yapılmıştır, finansal kiralama ile ilgili düzenlemeler yapılmış, 1984’te
Türkiye’de ikamet edenler açısından döviz tevdiat hesapları
serbestleşmiştir. 1987’de ise daha önce bankalar tarafından yapılan döviz
ticaretinin döviz bürolarınca yapılması sağlanmıştır. 1989 yılında alınan 32
Sayılı Kanun ise Türkiye ekonomisine mali küreselleşmeyi getirmiş,
menkul kıymetler veya sermaye piyasası araçları ithalat ve ihracatına
geçilmiştir.
Alınan kararların birisi de ilk başlangıçta faiz hadlerinin
serbestleşmesi ve reel faiz uygulamasına geçilmesi idi. 1 Temmuz
1980’den itibaren faizler bir süre serbest bırakılmıştır. Ancak Aralık
1983’te alınan kararlarla tavan faizler konusunda TCMB yetkili kılınmıştır.
Temmuz 1987’de ikinci bir serbestleşme girişiminde bulunulsa da
spekülatif faaliyetlerin önüne geçilemedi. Bunun başlıca sebebi bankalar
ve holdingler arasıdaki kemikleşmiş ilişkilerdir. İstikrar programının önemli
maddelerinden birisi de fiyatların oluşumunun piyasaya bırakılmasıdır.
KİT’lere ürünlerinin fiyatlarını belirleme serbestliği tanındı, tarımda
uygulanan taban fiyatları ve destekle alımlarının kapsamları daraltıldı.
Bunu sonucu Türkiye ekonomisinde tarım büyük yaralar aldı. İç ticaret
hadleri tarım kesiminin aleyhine gelişti.
Kararların bir kısmı ücretler ve sendikal faaliyetlerin düzenlenmesini
içermektedir. Kararların alt yapısının Friedman’ın görüşlerine uygun
olduğunu düşünürsek öncelikle bireysel özgürlükler vurgulanmıştır, ancak
sosyal adalet olgusu neo-liberal sistemde pek göze çarpmayan bir
noktadır. Bu noktada Türkiye’de 24 Ocak kararlarıyla birlikte sosyal
harcamalar kısıtlanmış, sendikalar pasifize edilerek, reel ücretler
düşürülmüştür.
2. 1994 Krizi ve TCMB'nin Uyguladığı Para Politikası
Türkiye ekonomisinde 1989’dan sonra kamu kesimi gelir- gider
dengesi bozulmuştu ve bu açıklar konjonktürel değil yapısal, kurumsal
nedenlerden kaynaklanmaktaydı. Vergi politikası etkin çalışmıyordu,
şuanda yapıldığı gibi akaryakıt ürünlerinde aşırı vergilendirmeye
gidiliyordu. Kamu kesimi giderleri normal gelirlerle karşılanamayınca
yoğun bir biçimde iç ve dış borçlanmaya gidilmiştir. Uygulanan yüksek faiz
uygulamasıyla sıcak para ekonomiye çekilmişti. Ödemeler bilançosu
büyük açıklar verse de giren bu sıcak para ekonomideki döviz rezervinin
yüksek gözükmesine neden olmaktaydı. Ödemeler bilançosundaki bu
açıkların tek nedeni ulusal ekonomik yapıdan da kaynaklanmamaktaydı.
Yine ekonomiyi kriz ortamına sürükleyen bir gelişme olarak 32
Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile mali piyasalarda erken ve aşırı
ölçüde bir serbestleşmenin sağlanmış olmasıdır. Bu kararname ile
hükümet içeride mali piyasayı, döviz piyasasını ve sermaye hareketlerini
ileri derecede serbestleştirmiştir.64 Dolayısıyla TCMB’nin faiz haddi ve
döviz kurunu belirlemedeki rolü azaldı, bu değerler bundan sonra makro
ekonomik değişkenler ve uluslararası mali piyasalardaki fon akımları
tarafından belirlenmeye başladı. Enflasyon oranı kısa vadeli sermaye
girişleri ve kamu kesimi açıkları dolayısıyla artan fon talebi neticesinde
arttı ve %60’lara kadar çıktı.
1994 Krizinden kurtulmak için hükümet ve TCMB 5 Nisan İstikrar
Programını devreye sokmuştur. 5 Nisan Kararları kamu açıklarını
azaltarak finans piyasalarını dengeye getirmek, ihracatı artırmak ve
yabancı yatırımlara teşvikler vermek suretiyle cari açığı azaltmayı
amaçlamıştır. İstikrar programının temel amacı serbest piyasa
mekanizmasının tüm kurum ve kurallarıyla işler hale gelmesini
sağlamaktır.Programda TCMB'nin özerkliğini artırmak amacıyla, TCBM'nin
kamu ve özel kesime verdiği kredilere sınırlamalar getirilmiştir. Hazinenin
64 KAZGAN, op.cit, s. 205
kullandığı avans miktar 1995'te %12 iken, 1998'de bu oran %3'e
gerilemiştir. Bunun yanısıra TCMB tarafından mevduat munzam
karşılıkları ve disponibilte oranları yeniden düzenlenmek suretiyle para
arzı kontrol altında tutulmaya çalışılmıştır.
5 Nisan Kararlarının amaçları şu şekilde özetlenebilir: 5 nisan
istikrar programının temel amacı mali piyasalarda istikrarı sağlamak ve
TL.’den ve borsadan kaçışı önlemek için döviz kurunun yükselme
beklentilerini ve yükselişini dizginlemek.65 Piyasalara istikrar kazandırmak
için enflasyonun artış hızı düşürülmeliydi ve bunun için kamu kesimi
ürünlerinin fiyatlarında ayarlamaya gidilmiştir. Kamu kesimi gelir ve gider
dengesi kurulmalı ve bu sayede devletin borçlanma ihtiyacını düşürmek
suretiyle faizlerdeki yükseliş durdurulmalıydı.
Ödemeler bilançosu açıkları azaltılmalı ve döviz kurunun istikrara
kavuşturulması da bir diğer amaçtır. Yine istikrar programı kapsamında
KİT’lerin özelleştirilmesi ve bu sayede açıklarının kapatılması
amaçlanmıştır.
65Ekonomide bir yatırım üçgeni vardır. Döviz-Borsa-Faiz. Fon arz edenlerin fonları en fazla getiri sağlayan/sağlayacağı düşünülen köşeye kayar. Paranın döviz köşesine kayması TL’nin değerini düşürür. Kısa vadeli yabancı yatırımlar bir ekonomi için risk unsurudur. Sıcak para ekonomiye fırsatlardan yararlanmak için girer ve doyum noktasına ulaşınca yada ekonomideki belirsizlikler, ekonominin uluslararası ortamda riskli görülmesi gibi nedenlerle borsaya yatırılmış olan kısa vadeli yatırımlar reel varlıklardan paraya geçer ve ülke ekonomisini terk eder. Sıcak para ekonomiyi terk edince ulusal paranın değeri ve buna bağlı olarak faiz oranları artar. Faiz oranlarındaki artışlarda o ekonomide enflasyonu tetikler. Bir ekonomide büyümenin sağlanması için uzun vadeli yatırımların olması gerekmektedir. Yatırımcının uzun vadeli olarak borsaya yönelmesi için yatırım üçgeninin döviz ve faiz köşelerinde fırsatların olmaması gerekmektedir. Bu da ancak enflasyon oranının düşmesiyle sağlanır. Lale KARABIYIK, op. cit., 2005.
Tablo 2: Türkiye’de Yıllara Göre Yabancı Sermaye Yatırımları
5 Nisan İstikrar Programı çerçevesinde TCMB ve hükümet
tarafından alınan önlemlerin66 başında fiyatlardaki yükselişleri durdurmak
için KİT ürünlerine yüksek oranlı zamların yapılması gelmektedir. Kamu
kesiminde ücret ve maaş artışları durdurulmuştur. İşletmelerin ise ücret ve
fiyat ayarlamalarında disiplinli olmaları istenmiştir. Döviz kuru serbest
piyasa koşullarına bırakılmıştır. Başka bir ifade ile TL'nin devalüasyonu
serbest piyasaya bırakılmıştır.
3. 2000 ve 2001 Krizinde TCMB'nin Uyguladığı Para Politikası
Türkiye 1999 yılının sonuna doğru ekonomik açıdan son derecede
olumsuz bir tablo sergilemekteydi. Ekonomik büyüme % - 6.1 olmuş, yani
ekonomi yüzde 6.1 oranında küçülmüş, enflasyon (TEFE) % 70'e ulaşmış,
66Ayrıntılı bilgi için bkz., İlker PARASIZ, Kriz Ekonomisi, Bursa: Ezgi Kitabevi, 1996.
Yıllar Yabancı Sermaye
(Milyon $)
Yabancı Sermayeli Firma
Sayısı
Fiili Giriş (Milyon $)
1990 1.861 1.856 684 1991 1.967 2.123 907 1992 1.820 2.330 911 1993 2.063 2.554 746 1994 1.478 2.830 636 1995 2.938 3.161 934 1996 3.836 3.582 914 1997 1.678 4.068 852
bütçe açıkları büyümüş ve taşınamaz noktaya gelmiş, Hazine faizlerinin
yıllık ortalama bileşik oranı % 106'ya ulaşmıştı.67 Yaklaşık 30 yıldır iki
haneli yüksek enflasyon yaşayan Türkiye'nin bu yapısı artık sürdürülemez
bir noktaya doğru hızla ilerlemeye yönelmişti. Bundan sonraki aşama hiper
enflasyona geçiş aşaması olarak görünmeye başlamıştı.
Bankalar zincirleme olarak ödemelerini aksatmaya başlayınca Türk
Lirası ve döviz karaborsaya düştü. Kamu bankalarının yarattığı güven
krizi, bankaların birbirlerine olan ödemelerini de durdurdu. Geç açılan
bono piyasasında ve repo piyasasında hiçbir banka birbirine para
satmamaya başladı.
Kamu bankalarından alacağını tahsil edemeyen bankaların Merkez
Bankası ile yaptıkları döviz sözleşmeleri iptal oldu ve bu çerçevede 7,6
milyar Dolar'ın 6,1 milyar Dolar'ı geri döndü. Sonuçta Merkez Bankası,
Türk Lirası karşılığını bankada hazır bulundurabilen bankalara uygulanan
program çerçevesindeki kur taahhüdünün bir gereği olarak 1,5 milyar
Dolar'ı sattı.
67Op. cit. Kazgan.
Aylar Hazine Yıllık Bileşik
Faizi Aylık
Ort.(%)
İnterbank Piyasası
Gecelik Ort. Faizi
(%)
Ocak 37.0 34.1
Şubat 40.7 49.2
Mart 35.9 37.7
Nisan 34.4 33.3
Mayıs 36.0 41.3
Haziran 39.8 42.0
Temmuz 32.3 26.0
Ağustos 33.1 37.6
Eylül 33.6 46.2
Ekim 38.0 38.3
Kasım 39.2
Yıllık Ortalama 36.4 38.6
Tablo 3: 2000 yılı Faiz Oranları68
Türk Lirası likiditesinin kısılması repo faizlerini % 7500'lere, kısa
dönem mevduat faizlerini ise % 2000’lere çıkarttı. Hazine Müsteşarlığı,
oluşan gerginliğin üstesinden gelebilmek için ihale programım değiştirdi,
aylık ve dört aylık iki ihale açan Hazine bugüne kadar gerçekleştirilen en
kısa vadeli borçlanmayı yaptı. Bu nedenle fazladan 51 trilyon TL fazladan
faiz yükü altına girdi. Bunun yanı sıra, bankacılık sisteminin içine düştüğü
68www.tcmb.gov.tr
kriz borsada etkisini hemen göstermeye başladı. Standart&Poors ve Fitch
gibi uluslararası derecelendirme kuruluşlarının, Türkiye’nin kritik bir
noktada olduğunu ve notunun düşürüleceğini açıklamaları, güvensizliğin
daha da artmasına neden oldu ve yabancı yatırımcılar hızla İMKB'den
çıkmaya başladı. Borsa ilk seansta %11.4 ve ikinci seansta %6.7 olmak
üzere günü %18.11 düşüşte kapattı. Endeks 8 Kasım 1999'dan bu yana
en düşük düzeyine indi. 21 Şubat gününe gelindiğinde borsa % 30 kayba
uğradı.
Tablo-4: Yıllara Göre Faiz Oranları69
YASAL FAİZ ORANLARI
01.01.1998 - 31.12.1999 tarihleri arasında .................% 50 01.01.2000 - 30.06.2002 tarihleri arasında .................% 60 01.07.2002 - 30.06.2003 tarihleri arasında .................% 55 01.07.2003 - 31.12.2003 tarihleri arasında .................% 50 01.01.2004 - 30.06.2004 tarihleri arasında .................% 43 01.07.2004 - 30.04.2005 tarihleri arasında .................% 38 01.05.2005 - 31.12.2005 tarihleri arasında .................% 12 01.01.2006 tarihinden itibaren .....................................% 9
Merkez Bankası bu noktada devreye girerek NİV hedefini aştı ve
piyasaya ek likidite sundu. Ne var ki bu aşamada artık geç kalınmıştı ve
piyasada en fazla likiditeye gereksinim duyan, elinde en fazla Hazine
kağıdı bulunan büyük bir banka sıkıntıya düşmüştü. Üstelik Merkez
69 www.tcmb.gov.tr. ( 21.08.2006)
Bankası sıkıntıya düşen bankaya, elindeki sıfır faizli parayı % 210 faizle
vererek krizi çözümden uzaklaştırdı. IMF, Türkiye'ye 7.5 milyar Dolarlık bir
Ek Rezerv Kolaylığını gündeme soktu ve Merkez Bankası, piyasaya
likidite vermeyi kesti. Söz konusu bankanın devreden çıkarılıp TMSF
bünyesine alınmasıyla piyasada likidite talebi düştü. Bu noktaya gelirken
interbank piyasasındaki gecelik faizler Kasım ayında ortalama yüzde 72.4;
Aralık ayında ise ortalama % 223.8 olmuştur. Repo piyasası gecelik
faizlerini günlük bazda ele alırsak gelişimi daha yakından görme fırsatımız
olabilir.70
Günler Repo Piyasası Gecelik Faizi (%)
1 Kasım 44.4
10 Kasım 29.7
15 Kasım 91.8
22 Kasım 153.4
28 Kasım 199.5
1 Aralık 727.0
4 Aralık 1,275.2
15 Aralık 63.0
Tablo 5: Kasım 2000 Krizi Sonrası Gecelik Repo Faiz Oranları
2000 yılı Kasım ayı içinde yaşanan bankacılık krizi sonucunda
bankacılık sistemi ve yabancı yatırımcılar hızla dövize yöneldiler. Kasım
ayında karşılaşılan söz konusu krizi takiben Hükümetin aldığı tedbirler,
IMF tarafından sağlanan ek rezerv kolaylığı ve Merkez Bankasının Net İç
70www.tcmb.gov.tr
Varlıkları kontrol altına alma çabalan ile birlikte göreli bir istikrar sağlandı.
Ancak, bütün bu tedbirlere karşın güven unsurunun tam olarak
oluşmaması, piyasalarda sürekli olarak yeni bir kriz beklentisini gündemde
tuttu. TCMB piyasaya 7.6 milyar Dolar sürdü. Bankalar bu parayı yabancı
ülkelerdeki muhabir bankalara göndererek sistemdeki risklerini kapattılar.
4. 2008 Global Finans Krizinde Dünya Merkez Bankalarının
Aldığı Önlemler
2008 yılının son çeyreğinde dünya finans piyasalarını derinden
sarsan krize karşı Merkez Bankaları çeşitli önlemler almışlar/
almaktadırlar. İlk başta belirtilmesi gerekir ki, Türkiye gibi gelişmekte olan
ülkelerin finans piyasaları global krizden daha derinden etkilenmiş/
etkilenecektir. Sözkonusu bu ülkeler yabancı yatırımlara fazlasıyla bağımlı
olmakla birlikte aynı zamanda yabancı yatırımcının olağan dönemlerde
farklı piyasalarda getiri fırsatı yakalaması ya da kriz dönemlerinde
piyasalara güvenin azalması dolayısıyla çekilmesi bu ülkeleri derinden
etkileyen bir unsurdur.
Bununla birlikte 2008 global finans krizi bir çok gelişmiş ülkeyi de
beklenmedik şekilde etkilemiştir. Ticaretin serbestleşmesiyle başlayıp
zamanla finans piyasalarının derinleşerek entegre olması bir ülkede
yaşanan olumsuz gelişmelere karşı diğer ülkelerin ekonomilerini bu
olumsuzluktan sıyırmasını imkansız hale getirmiştir. Günümüzde dünyada
finans piyasalarında artan oranda bir bağlılık sözkonusudur. ABD’de
başlayan 2008 finans krizinin olumsuz etkileri de tüm dünya genelinde
yaşanmaktadır.71
Dünyanın en gelişmiş yedi ekonomisi de kriz döneminde resesyona
girmiştir. Krizle baş edemeyen G-7, Çin, Rusya, Brezilya ve Hindistan
başta olmak üzere yükselen piyasaları ve petrol zengini Körfez ülkeleri de
çözüm harekete geçirmeye çalışmaktadır. Türkiye’nin de üyesi bulunduğu
G-20`yi kriz için daha aktif bir platform haline getirilme, IMF ve Dünya
Bankasının krize yönelik yeniden yapılandırılma, G-7`nin genişletilerek G-
15`e dönüştürülmesi çabaları da bulunmaktadır.
Kriz ilk önce büyük finans devlerini vurmuştur. Bunlar içinde ciroları
bir çok ülkenin GSMH’dan daha büyük olan ve global krizle birlikte iflas
eden Lehman Brothers, devletleştirilen Freddie Mac, Fannie Mae,
Washington Mutual, devlet yardımına muhtaç kalan AIG, UBS, RBS, B&B,
Hypo Real Estate, Fortis, değerinin çok altında satılan Merrill Lynch,
Halifax, değeri 3 milyar Dolara düşen General Motors yer almaktadır.72
Global finans krizine karşı dünya genelinde ülkeler toplam 5,5
trilyon Doları aşkın kurtarma paketleri açıklamasına rağmen hala kontrol
71 Kriz sürecindeki finansal gelişmelerin takip edildiği kaynaklar: www.ntvmsnbc.com.tr, www.ecoyatırım.com.tr.( 15.08.2008- 21.01.2009 72 www.econturk.com.tr (11.11.2008)
altına alınamayan küresel kriz, başta otomotiv sektörü olmak üzere reel
sektörü de etkilemeye başlamıştır.
Küresel krizle baş edebilmek için Amerikan Merkez Bankası(FED)
ve diğer merkez bankaları koordineli olarak faizleri düşürürken, AB ve
diğer bazı ülkeler bankalardaki mevduat garantisini artırırken, bazıları ise
tam güvence getirmiştir.
Global finans krizi aynı zamanda devletleri de iflas noktasına
getirmiştir. Örneğin İzlanda 3 büyük bankasını kamulaştırmıştır. 19 milyar
Dolarlık bir ekonomiye 6-7 milyar Dolarlık bir bütçeye sahip 300 bin
nüfuslu İzlanda’nın halen 130-140 milyar Dolarlık riskli bankacılık kesimi
bulunmaktadır.
2008 yılının özellikle son çeyreği Merkez Bankalarının para
politikası kararlarının sıkça konuşulduğu bir dönem olarak tarihe geçmiştir.
Bu süreç içerisinde bir çok hükümet kurtarma paketleri açıkladı, zor
durumda olan finans kuruluşlarına yer yer orta ve uzun vadeli kredi
seçenekleri ile destek sağlanmaya çalışıldı, kurtarılması güç durumlarla
karşılaşıldığında ise devletleştirilme yolu seçildi. Bir çok ülkede banka
mevduatlarına verilen garanti oranı arttırıldı. Finansal krizle mücadele
döneminde Merkez Bankalarının kullandıkları en önemli araç faiz oranı
oldu. Merkez Bankaları faiz oranlarıyla oynamak suretiyle para piyasasını
kontrol etmeye çalıştılar.
ABD bir çok finans kuruluşuna el koymakla birlikte 850 milyar
Dolarlık kurtarma paketini senatodan geçirmiştir. Amerikan Merkez
Bankası( FED) yer yer aldığı faiz indirimi kararlarının 19 Aralık’ta en
radikalini gerçekleştirerek faiz oranlarını 0.25’e düşürmüştür.
Arjantin hükümeti, krizin etkilerini azaltmak amacıyla, işsizliğin
artmasının önüne geçmek için işadamları ve sendikalarla anlaşma,
ithalata yüksek vergi, dış ticarete engel ve para birimi Peso’nun değerinin
düşürülmesi gibi bir dizi önlemler almıştır.
Brezilya Merkez Bankası, parasını istikrara kavuşturmak ve
kayıplarının bazılarını geri almak için döviz rezervlerini satmıştır. Banka
rezervleri üzerindeki limitleri hafifleten banka, 10 milyar Dolar krediyi
serbest bırakmıştır.
Meksika Merkez bankası ABD Doları karşısında değer kaybeden
para birimi Pesoyu desteklemek için 8.9 milyar Dolar satmış ve
bankalardaki mevduat garantileri artırmıştır.
Belçika bankalardaki mevduat garantisini 20 bin Euro'dan 100 bin
Euro'ya, Danimarka parlamentosu mevduatların tamamına, Estonya diğer
Avrupa Birliği üyelerine paralel olarak 50 bin Euro'ya, Yunanistan tüm
mevduatlarına, Hollanda 100 bin Euro'ya, İtalya'da 103 bin Euro'ya,
Macaristan 67 bin Dolara, İspanya’da 20 bin Euro'dan 100 bin Euro'ya
çıkarmıştır. İrlanda ise bankalardaki mevduatlara tam garanti veren ilk
hükümet olmuş, ülkedeki 6 bankadaki mevduatlar 2 yıl süreyle garanti
altına alınmıştır.
Macaristan Ticaret Bankası, döviz kredisi almak isteyenlere kredi
vermeyi dondurmuştur. Uluslararası Para Fonu (IMF), tarihinde ilk kez
küresel finansal kriz nedeniyle piyasalarında büyük baskı gözlemlenen
Macaristan'ın son günlerde aldığı önlemleri güçlendirmek için mali ve
teknik destek paketi için harekete geçmiştir.
İzlanda ülkenin üç büyük bankasına el koymuş ve İzlanda’da
borsa, 3 işlem günü üst üste kapalı kalmıştır. İtalya'da da finans
kurumlarına kredi sağlayarak kurtarma planı onaylanmıştır.
Norveç Merkez bankası, piyasadaki likiditeyi artırmaya yardımcı
olmak için 55 milyar Dolar enjekte etmiştir.
Portekiz mevduatları garanti altına aldı ve likiditeyi artırmak için
piyasaya 20 milyar Euro (27 milyar Dolar) vermiştir.
Rusya'da parlamentonun üst kanadı Federasyon Konseyi, Dış
Ekonomik İlişkiler Bankası'na (Vnesheconombank) 1.3 trilyon ruble (50
milyar Dolar) ödemeyi içeren yasağı onaylamıştır. Rusya Devlet Başkanı
Dimitriy Medvedev krizden en fazla etkilenen bankacılık sektörüne destek
amaçlı için 36 milyar Dolarlık ilave kredi sağlanmasını kararlaştırmıştır.
İsveç Merkez Bankası da bankacılık sistemine desteğini artırarak
80 milyar kron (11.3 milyar Dolar) ve krediler için de 10 milyar Dolar
vereceğini açıklamıştır.
İngiltere 3 büyük bankanın kurtarılması için bir plan açıklayarak;
Royal Bank of Scotland, HBOS ve Lloyds TSB'in devlet garantili hisse
satışı yapmasına, hisselerden alınmayan bölümünün bizzat devletin satın
almasına karar vermiştir. Bu operasyonların maliyeti ise devlete 37 milyar
Dolar olurken, devlet bu üç bankanın yönetimlerini doğrudan üstlenmek ya
da çoğunluk hisselerine sahip olmak durumunda kalmıştır. Zor durumdaki
4'üncü büyük İngiliz bankası Barclays ise sermayesini 6.5 milyar civarında
arttırılması planlanmaktadır.
Avustralya Merkez Bankası faiz oranını yüzde 1 azaltarak yüzde
6'ya çekmiştir. Hükümet, gelecek üç yıl boyunca bütün banka
mevduatlarını garanti altına alacağını bildirmiştir.
Çin Merkez Bankası da diğer merkez bankaları gibi faiz oranında
indirime giderek, faiz oranını yüzde 0.27 azaltmıştır. Hong Kong ve
Tayvan merkez bankaları da faiz oranlarını indirerek, diğer ülkelerle
birlikte hareket etmiş ve Japonya Merkez Bankası bankacılık sistemine
45.5 milyar Dolar destek vermiştir. Güney Kore Merkez Bankası faiz
oranlarını kesti ve para birimi Wonu desteklemek için döviz piyasasına
müdahalelerini sürdürmektedir. Düzenleyici kurumlar tarafından piyasada
spekülasyonu azaltmak için çeşitli önlemler alınacağı açıklanmıştır.
Krizle birlikte Arap ülkelerindeki borsalar ciddi oranda değer
kaybetmiştir. Ancak ekonomistler petrolün yarattığı zenginlik nedeniyle
bölgede büyümenin devam etmesini beklemektedirler. Suudi Arabistan
Merkez Bankası (SAMA) 12 Ekim'de son iki yılda ilk kez faiz oranını
indirmiştir. Hindistan Merkez Bankası para birimi Rupe’nin değer
kaybetmesi ve borsanın hızla düşmesi nedeniyle para piyasalarına 12.2
milyar Dolar vermiş ve faiz oranını 150 baz puan indirerek yüzde 7.5'e
çekmiştir.
5. 2008 Global Finans Krizi ve Türkiye
Küresel finansal kriz tüm gelişmekte olan ülkelerde olduğu gibi
Türkiye’de de bir takım olumsuz sonuçlar doğurmuştur/ doğurmaktadır.
Bununla birlikte son yaşanan kriz ile 2001 yılındaki bankacılık krizi hem
uygulanan para politikaları hem de piyasa verileri ve beklentiler anlamında
önemli farklılıklar içermektedir.
Genel bir değerlendirme yapacak olursak global krizin ilk önemli
etkisi döviz kurlarında kendini göstermiştir. Kriz öncesinde 1.2 seviyesinde
olan TR/USD kuru krizle birlikte 1.6 seviyelerine ulaşmıştır. TR/EUR
paritesi ise 1.6 seviyelerinden 4 ay gibi kısa bir zamanda 2.1 seviyelerine
kadar yükselmiştir. Döviz kurlarındaki bu yükseliş TL.’nin dış piyasalarda
değer kaybıyla sonuçlanmıştır. Döviz kurlarındaki yükseliş bir ülkenin dış
ticaret dengesinde ihracatın artması nedeniyle olumlu etiler yaratmaktadır.
Türk mallarının fiyatı yabancı mallar karşısında ucuzlamış olsa da 2008
krizinde ekonomilerde görülen toplam talep daralması nedeniyle Türk
ekonomisi bu olumlu etkiden yararlanamayacaktır.
Döviz kurlarının geçiş etkisinin tam olduğu varsayımı altında
kurlardaki yükseliş dış ticaret dengelerinde Türkiye’nin açıklarının
artmasıyla sonuçlanacaktır. Krizin dış ticarete etkisi 2009 yılı içersinde
daha da belirginleşecektir. Ticari ortakların bizim mallarımıza olan
talebinin azalması ihracatı azaltacak ve böylelikle dış talep ayağından
kaynaklanan bir sıkıntı yaşanacaktır.
Döviz kurları Grafik-4’te görüldüğü gibi 2000 yılından 2008 yılına
doğru artış eğilimi göstermiştir. Bu ise yukarıda belirtildiği gibi Türk
Lirasındaki değer kaybıyla eşit anlamdadır.
Bunun dışında Türkiye’de beklenen enflasyon oranı değişimleri
aşağıdaki tabloda sunulmuştur. Tablo-5 ‘ten de anlaşılacağı gibi 2001 krizi
döneminde yüksek oranlarda gerçekleşen enflasyon, kriz sonrasında
beklenen değerlere yaklaşmış ancak 2008 döneminde beklenen ve
gerçekleşen arasında %100’lük bir fark oluşmuştur.
Grafik- 4: Tüfe Bazlı Reel Efektif Kur Değişimi73
2002 2003 2004 2005 2006 2007 2008 2009 2010 2011
Hedef 35 20 12 8 5 4 4 7.5 6.5 5.5
Reel 29,7 18,4 9,3 7,7 9,6 8,4 10,06 - - -
Tablo- 6: TÜFE Değişim Oranları ve Enflasyon Hedefleri
73 www.evds.tcmb.gov.tr
TCMB’nin global krizde kullandığı en önemli para politikası aracı
faiz oranı olmuştur. TCMB faiz oranı ayarlamalarıyla piyasanın ihtiyaç
duyduğu likiditeyi ayarlamaya çalışmaktadır. Daha önce de aktarıldığı
üzere TCMB faiz oranını ya piyasanın para arzı ve para talebi noktasında
dengeye gelmesi şeklinde kendiliğinden oluşmasına izin verir ya da piyasa
koşullarını beklemeden faiz oranını kendisi ilan eder. 2008 global krizinde
tüm Merkez Bankaları gibi TCMB’de faiz oranını kedisi ilan etmeyi tercih
etmiştir. TCMB faiz oranını en son 15 Ocak 2009 tarihinde borçlanma faiz
oranını %13’e borç verme faiz oranını ise % 15.50’ye indirmiştir.74 Global
kriz öncesinde ise faiz oranı para arz ve talebine bağlı olarak
şekillenmekteydi.
-
100.000.000,00
200.000.000,00
300.000.000,00
400.000.000,00
500.000.000,00
600.000.000,00
07.0
1.20
00
07.0
1.20
01
07.0
1.20
02
07.0
1.20
03
07.0
1.20
04
07.0
1.20
05
07.0
1.20
06
07.0
1.20
07
07.0
1.20
08
PİYASADAKİ PARAMİKTARI(YTL.) M3
PİYASADAKİ PARAMİKTARI(YTL.) M2
PİYASADAKİ PARAMİKTARI(YTL.) M1
Grafik-5 M1, M2, M3 Para Arzı
74 www.tcmb.gov.tr, Para Politikası Kurul Kararı, 2009-4. (15.01.2009)
Grafik-4’te TCMB’nin kriz öncesi dönemde para arzını artırmak
suretiyle faiz oranının kendiliğinden dengeye getirmeye çalıştığı durum
gözlemlenmektedir. Tablo-6’da ise veri olan para arzı artışları sonucu elde
edilen faiz oranları gözlemlenmektedir.
Tablo-7: BANKA MEVDUATININ YILLAR İTİBARIYLA ORTALAMA NOMİNAL GETİRİSİ75
YILLAR 12 AYLIK MEVDUAT FAİZİ %
2002 51.6
2003 51.4
2004 38.5
2005 20.73
2006 16.33
2007 15.77
2008 16.71
Ancak 2008 global finans krizi sürecinde TCMB faiz oranını ilan
etmiştir. TCMB faiz oranını kademeli olarak düşürmüştür. 20 Kasım’da
TCMB borçlanma faizini yüzde 16.75'ten yüzde 16.25'e, borç verme faizini
ise yüzde 19.75’ten 18.75'ten düşürmüştür. 18 Aralık’ta ise Merkez
Bankası borçlanma faizini yüzde 16.25'ten yüzde 15'e, borç verme faizini
ise yüzde 18.75'ten yüzde 17.50'ye düşürmüştür. Son olarak 15 Ocak’taki
toplantısında TCMB Para Politikası Kurulu, kısa vadeli faiz oranlarında
indirim yapmıştır. Buna göre, gecelik borçlanma faiz oranı yüzde 15'den
yüzde 13'e, borç verme faiz oranı da yüzde 17,50'den yüzde 15,50'ye
75 evds.tcmb.gov.tr, 19.05.2008.
çekilmiştir. Borçlanma faiz oranı TCMB’nin ticari 1 gün vadeli borç (kredi)
alması karşısında ödeyeceği faiz oranıdır. Borç verme faiz oranı ise
TCMB’nin ticari bankalara likidite sağlamak amacıyla 1 gün vadeli olarak
verdiği borca uyguladığı faiz oranıdır.
Faiz oranında yapılan bir değişme ekonomiye pek çok kanaldan
etki yapar. TCMB’nin kısa vadeli faiz oranlarında yapacağı bir indirim
bankaların Merkez Bankasından daha ucuza (düşük faizle) borç alması
demek olacağından bankaların kaynak maliyetini etkiler. Böylelikle
bankalar daha düşük faizle ve daha bol ihtiyaç, konut ya da taşıt kredisi
gibi tüketici kredileri verebilirler. Böylelikle ekonomide tüketim mallarına
olan talep artar. Buna bağlı olarak tüketim mallarında fiyat ve satış
miktarda artış görülür. Bankalar ucuza kaynak bulabildikleri için
işletmelere de daha bol ve ucuza kredi verebilir. Daha ucuz ve daha bol
kaynak bulabilen işletmeler daha fazla yatırım yapar, üretim kapasitesini
büyütürler. Sonuçta kaynak maliyeti ucuzladığından karlar artacak, karlı
proje sayısı yükselecektir. Banka kredilerinin ucuzlamasının yanında faiz
indiriminden dolayı alternatif finansal yatırımların getirileri düşeceğinden
reel yatırımlar daha cazip hale gelir. Firmalar mevduatlarını, repolarını,
tahvillerini ve faiz getiren diğer her türlü plasmanlarını yatırıma
dönüştürürler. Her iki olgu sonucunda yatırım mallarına olan talep artar.
Buna bağlı olarak yatırım malları fiyat ve satış miktarlarında artış görülür.
Merkez Bankasının faiz indirimi özellikle krizin yarattığı likidite sıkıntısını
aşmak ve krizin reel sektöre olan etkilerini azaltmak amacını güdmektedir.
Psikolojik faktörleri göz ardı edersek yatırımcıların kararlarını
alırken geçerli olduğunu savunduğumuz bir yatırım üçgeni vardır:
Şekil 3- Yatırım Üçgeni
Piyasadaki fonlar getiri oranının yüksek olduğu köşeye kayma
eğilimindedir. Kriz dönemlerinde eğer firmalar yeni yatırımları için fon
bulamaz ve şirket değerlerini artırıcı faaliyetlere girişemezlerse borsa
düşüş eğilimi gösterir. Bilindiği gibi 2008 global krizinde de Tablo-6’da
görüldüğü üzere IMKB-100 Endexi yaz başında gözlemlenen 45.000
seviyelerinden 26.000 seviyelerine inmiştir.
Merkez Bankasının para arzını artırma yönünde izlediği politikalar
kriz koşullarıyla beraber düşünüldüğünde yerli ve yabancı yatırımcıları
tahvil, hisse senedi gibi riskli yatırımlardan uzaklaştırmıştır.
Kriz ekonomisinin işletmeleri finansal sıkıntı maliyetleriyle karşı
karşıya bıraktığı ve dolayısıyla yatırımlarında düşüşlerin yaşandığı bu
yıllarda şirket değerleri düşmüştür. Yatırımcılar ekonominin kriz yıllarında
tasarruflarını banka mevduatında ya da döviz portföyünde
değerlendirirken, 2003 ve devamındaki yıllarda IMKB endeksinin fiyat
artışlarından da anlaşılacağı üzere fonlarını tekrar borsa kanalına
aktarmışlardır. IMKB Ulusal 100 Endeksinin fiyatında 2008 yılında 2007’ye
göre bir düşüş görülmektedir. Bu düşüş uluslararası piyasalardaki krizin
yarattığı belirsizlikten kaynaklanmaktadır. Yıllar itibarıyla IMKB
76 evds.tcmb.gov.tr, 16.05.2008.
Tablo- 8
IMKB Ulusal 100 ENDEKSİ 2000- 2008 Yılları Arası ORTALAMA FİYATI (YTL.)76
2000 13.641,29
2001 9.707,60
2002 10.567,60
2003 11.610,21
2004 19.067,32
2005 28.704,11
2006 38.248,64
2007 46.391,12
2008 26.654,99
endeksindeki değişmelere baktığımızda kriz yıllarında endeksin negatif
getirili olduğunu görmekteyiz.
Grafik – 6: IMKB Ulusal 100 Endeksi Volatilitesi - Haftalık77
Grafik – 7: IMKB Ulusal 100 Endeksi Volatilitesi - Aylık78
77 www.gedikyatirim.com.tr., 10.05.2008 78 www.gedikyatirim.com.tr., 10.05.2008
2001 ve 2008 krizini Türkiye açısından değerlendirdiğimizde bir
takım farklılıkların olduğunu ifade etmiştik. Merkez Bankası, 2001 yılında o
zamanki bankaların kurtarılma operasyonu nedeniyle Hazine’nin
bankalara vermiş olduğu Hazine bonolarını satın almış ve bunun
karşılığında bankalara likidite vermişti. Bu likidite, piyasanın ihtiyacı olan
likiditenin üzerinde olduğu için Merkez Bankası, her gün ters repo ile bu
likiditeleri piyasadan çekmekteydi. İşte 2001 yılında vermiş olduğu bu
likiditelerden dolayı sürekli olarak Merkez Bankası kayıtlarına göre
ekonomi likidite fazlası verdi ve bu fazla likiditeyi, bankalar gereğinde
Merkez Bankasının belirlediği borçlanma faiz oranlarında satarak
paralarını bu şekilde değerlendiriyorlardı.
Geçtiğimiz Mayıs-Hazirandan itibaren piyasadaki Merkez
Bankasının 2001’de verdiği bu aşırı likiditenin gerek ekonomik büyüme,
gerek tersine para ikamesi ve gerekse halkın para talebinin artması gibi
nedenlerle artık bittiği görülüyor.
Özel sektörün, bankaların bundan sonra odaklanmaları gereken bu
faiz oranı, Merkezin borç verme faiz oranı olacaktır. Bu durum, yaklaşık 7-
8 yıldan beri ilk kez karşılaşılan durum olacaktır.
YIL ÜLKE KODU
ÜLKE ADI
Mevduat Faiz Oranı (Yıllık ,%) : Mevduat
Faiz Oranı (Yıllık ,%)
İskonto Oranı (Yıllık ,%) : İskonto Oranı
(Yıllık, %)
Hazine Bonosu Oranı (Yıllık,%) : Faiz Oranları / Hazine Bonosu Oranı
(Yıllık,%)
Para Piyasası Faiz Oranı (Yıllık ,%) : Faiz Oranları / Para Piyasası Faiz Oranı
(Yıllık ,%)
1996 TR Türkiye 93.8 50 134.2 -
1997 TR Türkiye 96.6 67 124.5 -
1998 TR Türkiye 95.5 67 115.5 -
1999 TR Türkiye 46.7 60 109.6 -
2000 TR Türkiye 45.6 60 36.2 -
2001 TR Türkiye 62.5 60 99.6 -
2002 TR Türkiye 48.2 55 62.7 51
2003 TR Türkiye 28.6 43 46 31
2004 TR Türkiye 22.1 38 24.7 22
2005 TR Türkiye 20.4 23 16.3 17.5
2006 TR Türkiye 23.7 27 18.1 22.5
2007 TR Türkiye 21 25 18.4 20
2008 TR Türkiye 25 14.5 19.11
Tablo 9 : Türkiye Faiz oranları değişimi79
Buradan hareketle son bir değerlendirme yaptığımızda 2008 global
finans krizi Türkiye’deki likiditenin daralmasına neden olmuş ve Merkez
Bankasının piyasada canlanma sağlamak amacıyla faiz oranını belirlemek
suretiyle krizin reel ekonominin derinlerine inmesini önlemeye çalıştığı bir
dönem olarak Türk ekonomisinin tarihine geçmiştir.
79http://tuikrapor.tuik.gov.tr/reports/rwservlet?fiyatdb2&report=tufe_genel_2003.RDF&desformat=html&p_baz=2003&p_yil1=2008&p_yil2=2005&p_ay12=12&yer1=999 ( 15.01.2009)
SONUÇ ve DEĞERLENDİRME
Bir ülkede politik ve/veya ekonomik nedenlerle ortaya çıkan ve
ülkenin temel ekonomik yapısını temelden sarsan olaylar finansal kriz
olarak tanımlanmaktadır. Global ekonomik kriz ise, uluslararası
ekonomide aniden ve beklenmedik bir şekilde ortaya çıkan olayların
makro açıdan ülke ekonomisini, mikro açıdan ise firmaları ciddi anlamda
sarsacak sonuçlar ortaya çıkarmasıdır.
Türkiye ekonomisi 1990’lı yılları giderek sıklaşan aralıklarda
yaşadığı bir kriz süreci içinde geçirmiş, bu yıllar boyunca 5 Nisan 1994,
1998 IMF programı gibi kısmi istikrar programları uygulamaya koymuş,
bunların kalıcı bir başarısı olmamış, ulusal ekonomimiz 1998 Asya ve
Rusya krizlerinden de olumsuz etkilenmiş ve daralma içine girmiştir.
1998’den beri derinleşen ekonomik kriz, bir yandan dışsal şokların, bir
yandan da 1990’lar boyunca sürdürülen dışa bağımlı, yapay büyüme
stratejisinin ve doğrudan kısa vadeli dış sermaye girişlerinin
özendirilmesine dayandırarak, kısa süreli ve yapay büyüme kazanımları
üzerine kurmayı tercih etmiştir. Bu da ekonomiyi tamamen dışa bağımlı
hale getirmiştir. Kamu kesimi borç yükü taşınamaz hale gelmiş, özel
sektör reel üretici sektörden uzaklaşarak, spekülatif birikim alanlarına
yönelmiş, iş gücü piyasalarında marjinalleşme ve kuralsızlaştırma
artarken, toplumsal gelir dağılımında bozulma hat safhaya ulaşmıştır.
Türkiye maliye, para ve döviz kuru politikalarından yalnızca birini seçmeye
zorlanmış ve ekonomi sıcak paraya bağımlı hale getirilmiştir. Cari açıkların
artması, sıcak parayı kontrol eden aktörler, dış dengesizliğin sürdürülemez
olduğu kanısına varınca sermaye kaçışları yaşanmış, bu da krize neden
olmuştur.
Dünyada yaşanan global ekonomik krizler ise 1994 Meksika Krizi,
1997 Güneydoğu Asya Krizi, 1998 Rusya Krizi, Arjantin Krizi ve 2008
Global Finans krizi olarak gerçekleşmiştir. Gerek 1980’li yıllarda Latin
Amerika ülkelerindeki, gerekse 1990’lı yıllarda Meksika ve Güney Doğu
Asya’da ve son olarak Türkiye’deki krizler, finansal sistemin kırılgan
olduğu ülkelerde döviz kuru çıpası uygulamasının kriz dönemlerinde
sürdürülmesinin oldukça zor olduğunu göstermiştir. Faiz oranlarını
yükselterek döviz talebini bastırma çabalarının finansal sisteme çok büyük
zararlar verdiği ve krize neden olduğu incelenen krizlerden çıkarılması
gereken önemli sonuçlardan birisidir.
Döviz kuru çıpa olarak uygulandığında yatırımcılar ülkenin
dışarıdan borçlanabildiği müddetçe kur politikasını sürdürebileceğini
bilmektedirler. Bu durumda ülkeye kısa vadeli spekülatif amaçlı sermaye
girişi hızlanmaktadır. Merkez bankasının sterilizasyona gitmemesi
durumunda ülkeye giren yabancı sermaye, tüketim ve ithalatta büyük
artışlara neden olarak ödemeler dengesini olumsuz etkileyebilmektedir.
İncelenen ülkelerde görülen ortak noktalardan bazıları ulusal paraların reel
anlamda aşırı değer kazanmaları, kısa vadeli dış borçların artması, cari
işlemler dengesinin önemli ölçülerde bozulmasıdır. Bütün bunlar döviz
kurları üzerindeki baskıyı artırarak devalüasyon beklentisine neden
olmaktadırlar. Kısa dönemli dış borçların döviz rezervlerine oranı
yükselmeye başlayınca ve ihracatta rekabet gücü zayıfladığında, izlenen
döviz kuru rejimimi devam ettirmek imkansız hale gelmektedir. Latin
Amerika ülkelerinde 1980’li yılların başlarındaki, daha sonra Asya
ülkelerindeki ve ülkemizdeki krizler, finansal sistemin zayıf olduğu ve
makroekonomik istikrarın olmadığı ülkelerde, finans sektörünün tamamen
serbestleştirilmesinin ülkede krizin daha da ağırlaştırdığını göstermektedir.
Yaşanılan krizlerde makroekonomik istikrarın oldukça önemli
olduğu sonucuna ulaşılmıştır. Bütçe ve cari işlem açıkları, yüksek
enflasyon ve aşırı değerlenmiş ulusal para ve benzeri makroekonomik
dengesizlikler, izlenen istikrar programını başarısızlığa sürüklemekte ve
belirsizliği artırarak krize yol açabilmektedir. Finansal işlemlere konulan
sınırlamaların kaldırılmasını öngören, genelde IMF destekli politikaların
1980’lerde Latin Amerika ülkelerinde, 1994-1995 yıllarında Meksika’da,
1990’lı yılların sonunda Güney Doğu Asya’da ve son olarak Türkiye’de
yaşanan krizlerde oynadığı rol incelenmiştir. İncelenen ülkelerin ortak bir
özelliği de hepsinin döviz kurunu çıpaya bağlamasıdır. Son olarak
Türkiye’de Şubat 2001 tarihinde meydana gelen kriz, bir kez daha dışa
açık bir ekonomide döviz kuru çıpasına dayanan para programlarının,
makroekonomik dengesizliklerin olduğu, denetim ve gözetim
mekanizmalarının etkili olarak işlemediği, kırılgan bir yapıya sahip
bankacılık sisteminin bulunduğu durumda kolaylıkla döviz ve /veya
finansal krize yol açabileceğini göstermiştir.
Finansal kriz dönemlerinde merkez bankaları uyguladıkları para
politikası araçlarıyla krizden en az hasarla çıkmanın yollarını ararlar. Bu
amaçla para arzını artırır ve azaltırken, faiz oranı değişikliklerine giderler.
Faiz oranı ayarlamalarının temel amacı krizin reel kesime sıçramasını
önlemektir. Faiz oranının piyasa koşullarına bırakılması da mümkündür.
Bir ekonomide para arzının para talebinden daha fazla artması o
ekonominin hak ettiğinden daha düşük bir faiz seviyesinde dengeye
gelmesi ile sonuçlanır. Fiyatlardaki artış enflasyonu tetikler, enflasyondaki
artış faiz oranlarını artırır, kronikleşen enflasyon büyümeyi, buna paralel
istihdamı ve yatırım olanaklarını devamlı bir şekilde olumsuz etkiler. Yani
bir ekonomideki para otoritesi para hedeflemesini ve faiz hedeflemesini
aynı anda yapamaz. Çünkü ekonominin denge faiz düzeyi o ekonomideki
toplam para arzı ve para talebinin kesiştiği noktada oluşur.
Merkez Bankası para hedeflemesi yapıyorsa para arzı sabit
kalacaktır. Para talebindeki bir artışın olması halinde para arzı buna cevap
vermeyeceğinden faiz oranları yükselecektir. Dolayısıyla Merkez
Bankalarının ekonomide belirli bir para arzını sabitleme yönünde
politikalar izlediği durumlarda faiz oranları piyasalar aracılığıyla
kendiliğinden belirlenecektir. Buna karşın eğer Merkez Bankası faiz
hedeflemesi yapıyorsa bu durumda para talebindeki bir artışta, hedeflenen
faiz oranında kalabilmek için para arzı artacaktır. Bu durumda da Merkez
Bankasının para arzı üzerindeki kontrol gücü zayıflamaktadır. Çünkü para
arzı hedef faiz oranını yakalayabilmek için para talebine bağlı değişecektir.
Yukarıda bahsettiğimiz gibi bir ekonomideki para otoritesi para
hedeflemesini ve faiz hedeflemesini aynı anda yapamaz. 2008 Global
finans krizinde de merkez bankaları faiz oranını kendileri ilan ederek
piyasadaki likidite ayarlamalarını yapmaya çalışmışlardır.
Amerika’da kredilerin geri ödenmesinde başlayan aksamalarla
ortaya çıkan ve likidite sorunun baş gösterdiği global kriz ilk olarak Avrupa
ve Asya ülkelerini derinden etkilemiştir. Krizle mücadele etmek için başta
FED olmak üzere bir çok gelişmiş ülke Merkez Bankası faiz oranlarında
aşamalı bir indirime gitmişlerdir. Kriz süresince önemli finans
kuruluşlarının likidite sıkıntısıyla iflas eşiğine gelmiş ya devletlerin
açıkladığı kurtarma paketleriyle ayakta kalmışlar ya da
devletleştirilmişlerdir. FED faiz oranlarını en son %0.25 olarak ilan etmiş
ve bu sıfır faiz uygulamasına geçildiğinin göstergesi sayılmıştır. Kriz
döneminde İngiltere Merkez Bankası yüzde 5 olan faiz oranını yüzde 4,5`e
ve İsveç Merkez Bankası(Riksbank) da yüzde 4,75`e, Çin Merkez Bankası
ise faiz oranını 0,27 baz puan düşürerek, yüzde 6,93`e, Danimarka
Merkez Bankası ise para birimi kronu desteklemek için faiz oranını yüzde
0,4 artırarak yüzde 5`e, Kanada Merkez Bankası faiz oranını yüzde 0.5
azaltarak yüzde 2.5'e çekmiştir. Görüleceği gibi merkez bankaları
piyasanın ihtiyaç duyduğu likiditeyi faiz oranlarını yer yer artırıp yer yer
azaltarak sağlamaya çalışmışlardır.
TCMB’nin ise 2008 Global Finans krizi süresinde başvurduğu en
önemli para politikası aracı benzer şekilde faiz oranı olmuştur. TCMB kriz
öncesi dönemde ödünç alma faiz oranını %18.4 seviyelerinden % 14.5’e
çekerken, ödünç verme faiz oranını ise %19 seviyelerinden % 15’e
düşürmüştür.
2008 Global Finans Krizi topyekün olarak dünya finans piyasalarını
derinden etkilemiştir. Ülkeler ekonomilerinin kredi bağımlılığı derecesinde
krizden az ya da çok pay almışlardır. Likidite sıkışıklığını aşmak amacıyla
Merkez Bankaları aracılığıyla yapılan/ yapılmakta olan müdahaleler ise
krizin üretim sektörüne yayılmasını önlemek ve ekonomilerin resesyona
girmesini engellemeyi amaçlamıştır. Yapılan müdahalelerin başarısı 2009
yılı içerisinde kendini gösterecektir.
Krizden çıkarılması gereken en önemli sonuç ise; faiz oranlarının
düşüklüğüne güvenerek ekonomik birimlerin yatırım dahil tüm iktisadi
faaliyetlerini borçlanarak gerçekleştirmelerinin iflasla neticelenebilecek
önemli bir finansal hata olduğudur.
KAYNAKÇA
AKGÜÇ Öztin, “Bankacılık Kesimi Kriz Nedeni mi?”, İktisat Dergisi, 2001.
AKMAN Vedat, Modern Dünyadaki En Büyük Ekonomik Kriz, İstanbul, Rota Yayınları, 1998.
AKTAN Coşkun Can, Hüseyin Şen, Ekonomik Kriz Nedenler ve Çözüm Önerileri, Yeni Türkiye Dergisi Ekonomik Kriz Özel Sayısı, Sayı:42, 2001. AREN Sadun, 100 Soruda Para ve Para Politikası, 2. Baskı, Gerçek Yayınevi, İstanbul, 1984. ARI Tayyar, Uluslararası İlişkiler Teorileri, Alfa Yayınları, Bursa, 2001. ATEŞ Koray, Finansal Krizlerden Bankacılık Krizlerine Bir Değerlendirme, Piyasa Dergisi, Sayı: 11, 2004. BAŞTAYMAZ Tahir, “Değişen Dünya Düzeni ve Türkiye”, Diplomatik Eksen, Sayı 5, Bursa, Uluslararası İlişkiler Topluluğu yayınları, 2005. CANBOLAT İbrahim S., Gelişmekte Olan Ülkeler, İstanbul, Alfa-Akademi Yay., Eylül 2004.
COLLINS William, English Dictionary, (P. Hanks, W.T. Maleod, L.Urdang), William Collins and Sons&Co. Ltd., London, İkinci baskı, 1986. COŞKUN M. Necat, “ Gelişmekte Olan Ekonomilerde Bankacılık Krizleri”, Gazi Üniversitesi, İ.İ.B.F. Dergisi, Cilt:3, Sayı:2, Ankara, 2001. ÇALIŞKAN Ömer Veysel, Uluslararası Finansal Krizler, Ekonomik Yaklaşım, Cilt: 14, Sayı: 44-46, Ankara, 2003. DELİCE Güven, “Finansal Krizler: Teorik ve Tarihsel Bir Perspektif”, Erciyes Üniversitesi, İ.İ.B.F. Dergisi, Sayı:20, 2003. EDWARDS S., Does The Current Account Matter?, National Bureau of Economic Research working Papers, no: 8275, 2001. KARSAK Ertuğrul, “Meksika’da Yaşanan Ekonomik Gelişmeler ve Diğer Gelişmekte Olan Ekonomilere Etkileri”, Banka ve Ekonomik Yorumlar Dergisi, Sayı: 32, 1995.
KAZGAN Gülten, Tanzimattan 21. yy. ‘a Türkiye Ekonomisi, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2002. KAZGAN Gülten, Yeni Ekonomik Düzende Türkiye’nin Yeri, İstanbul: Altın Kitaplar, 1994. KEYDER Çağlar, Türkiye’de Devlet ve Sınıflar, Çev. Sabri TEKAY, 2. Baskı, İstanbul: İletişim Yayınları, 1990. KEYDER Nur, Para Teori Politika Uygulama, 10. Baskı, Ankara, 2005. KİBRİTÇİOĞLU Aykut, Türkiye’de Ekonomik Krizler ve Hükümetler, 1969-2001, Yeni Türkiye Dergisi, Yıl: 7 Sayı:41, 2001.
KİBRİTÇİOĞLU Aykut, Türkiye’de Ekonomik Krizler ve Hükümetler, Yeni Türkiye Dergisi Ekonomik Kriz Özel Sayısı, Sayı:42, 2001. KONGAR Emre, Küresel Terör, Remzi Kitabevi, İstanbul 2002. MISHKIN Friedrich, Financial Policies and the Prevention of Financial Crises in Emering Market Countries, NBER Working Paper Series, 8087, January 2001. MISHKIN Fredric S. Mishkin, The Economics of Money, Tools of Monetary Policy, Banking and financial Markets, International Edition, 60. Edition, Addison Wesley World Student Series, Longman, Columbia University. MISHKIN Friedrich S, International Capital, Movements, Financial Volatility and Financial Instability, Working Papers, 6390, Cambridge, 1998. ORAN Baskın, Türk Dış Politikası Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar, Cilt I:1919-1980, İstanbul: İletişim Yayınları, 2003. ÖLMEZOĞULLARI Nalan, Dünya Ekonomisi, Bursa, Ezgi Kitabevi, 2003. ÖZER Mustafa, Finansal Krizler, Piyasa Başarısızlıkları ve Finansal İstikrarı Sağlamaya Yönelik Politikalar, Anadolu Üniversitesi Yayınları, No: 1096, Eskişehir,1999. PARASIZ İlker, Kriz Ekonomisi, Bursa: Ezgi Kitabevi, 1996
PARASIZ İlker, Makro Ekonomi, 8. Baskı, Bursa: Ezgi Kitabevi, 2003. PARASIZ İlker , Para Banka ve Finansal Piyasalar, 8. Baskı, Bursa: Ezgi Kitabevi, 2005. SACHS Jeffry D., “Alternative Approches to Financial Crises in Emering Markets”, Capital Flows and Financial Crises, Editör: Miles Kahler, Cornell University Pres, Ithaca New York, 1998. SEYİDOĞLU Halil, İktisat Biliminin Temelleri, İstanbul: Güzem Can Yayınları:21, 2006. ŞAHİN Hüseyin, Türkiye Ekonomisi Tarihsel Gelişimi Bugünkü Durumu, Bursa, Ezgi Kitabevi, Genişletimiş 7. Baskı, Mart 2002. SEYİDOĞLU Halil, İktisat Biliminin Temelleri, İstanbul: Güzem Can Yayınları:21, 2006. YAY Turan, Küreselleşme Sürecinde Finansal Krizler ve Finansal Düzenlemeler, İstanbul Ticaret Odası Yayınları, No:47, İstanbul, 2001. YELDAN E., Küreselleşme Sürecinde Türkiye Ekonomisi: Bölüşüm, Birikim ve Büyüme, İletişim Yayınları, 2002. Ders Notları KARABIYIK Lale, Çokuluslu Şirketlerin Finansmanı, Uludağ Üniversitesi İ.İ.B.F. İşletme Bölümü Ders Notları, 2005. KARATEPE Yalçın, Ankara Üniversitesi, S.B.F. Uluslararası Finans Ders Notları, 2008. PARASIZ İlker, Makro Ekonomi Ders Notları, Uludağ Üniversitesi, İ.İ.B.F., Uluslararası İlişkiler Bölümü, Bahar Dönemi, Bursa , 2003. ŞAHİN Hasan, Finansal Ekonomi Ders Notları, Ankara Üniversitesi Finans Yüksek Lisans Programı, 2008. Online Kaynaklar İMAMOĞLU Mustafa, Türkiye Ekonomisi ve Özal’lı Yıllar, http://www.genbilim.com/content/view/2866/39/, 03.03.2007.
KRUGMAN Paul, “Currency Crises”, ( 18.12.2005) http://web.mit.edu/krugman/www/crises.htm/krugmanhomepage. MISHKIN Friedrich, Lessons From The Asian Crisis, 1996, NBER Working Papaers, 1-2, http://www.nber.org./papaers/w7102 ( 10.10. 2005) 1980 Sonrası Ekonomik Politikalar ve Dış Ticaret Politikası, http://www.foreigntrade.gov.tr/Ekonomi/75yilbk/1980so.htm, 03.03.2007. www.econturk.com.tr (11.11.2008) www.ecoyatırım.com.tr.( 15.08.2008) www.evds.tcmb.gov.tr www.gedikyatirim.com.tr (10.05.2008) www.ntvmsnbc.com.tr, (21.01.2009) www.tcmb.gov.tr. http://tuikrapor.tuik.gov.tr/reports/rwservlet?fiyatdb2&report=tufe_genel_2003.RDF&desformat=html&p_baz=2003&p_yil1=2008&p_yil2=2005&p_ay12=12&yer1=999 ( 15.01.2009)