İSLAM DAVETİNİN MEDİNE DÖNEMİ - İlim – DergisiMedine’nin Mekke’den tek farkı, şehrin...

48
ilim 17. SAYI OCAK 2017 17 د العد1438 خر ربيع اISSN:2146-7781 AYLIK DİNÎ DÜŞÜNCE VE KÜLTÜR DERGİSİ Prof. Dr. M. Hanefi Palabıyık ile Söyleşi Kur’ân’da Medeni Surelerin Özellikleri Kronolojik Medine Dönemi Medine Döneminde Hukuki Düzenlemeler Madalyonun İki Yüzü Muhammed Yazıcı Hoca ile Medine Dönemi Medine’de İlmi ve Toplumsal Hayat Medine İslam Toplumunun İktisadî ve Sosyal Yapısı Üzerine Hicret Medine’den Öğrendiklerim İSLAM DAVETİNİN MEDİNE DÖNEMİ

Transcript of İSLAM DAVETİNİN MEDİNE DÖNEMİ - İlim – DergisiMedine’nin Mekke’den tek farkı, şehrin...

Page 1: İSLAM DAVETİNİN MEDİNE DÖNEMİ - İlim – DergisiMedine’nin Mekke’den tek farkı, şehrin coğrafi ya-pısı ve bunun beraberinde getir-diği sosyo-ekonomik durumlar dır.

ilim17. SAYI OCAK 2017ربيع الآخر 1438 العدد 17

ISSN:2146-7781

AYLIK DİNÎ DÜŞÜNCE VE KÜLTÜR DERGİSİ

Prof. Dr. M. Hanefi Palabıyık ile Söyleşi

Kur’ân’da Medeni Surelerin Özellikleri

Kronolojik Medine Dönemi

Medine Döneminde Hukuki Düzenlemeler

Madalyonun İki Yüzü

Muhammed Yazıcı Hoca ile Medine DönemiMedine’de İlmi ve Toplumsal HayatMedine İslam Toplumunun İktisadî ve Sosyal Yapısı Üzerine HicretMedine’den Öğrendiklerim

İSLAM DAVETİNİN

MEDİNEDÖNEMİ

Page 2: İSLAM DAVETİNİN MEDİNE DÖNEMİ - İlim – DergisiMedine’nin Mekke’den tek farkı, şehrin coğrafi ya-pısı ve bunun beraberinde getir-diği sosyo-ekonomik durumlar dır.

ilimDİNÎ DÜŞÜNCE VE KÜLTÜR DERGİSİ

İmtiyaz sahibi: Muhammed Yazıcı

Editör: Mustafa Alp

İlim Dergisi, Dâru’l-İlim İslamî İlimler Merkezi ve İlimevleri hocaları tarafından yayına hazırlanmaktadır.

Derginin tüm sayılarını online okumak için: ilimdergisi.org

Görüş ve makale gönderimi: [email protected]

Dâru’l-İlim web adresi: darulilim.com

İlimevleri web adresi: ilimevleri.com

İSLAM DAVETİNİNMEDİNE DÖNEMİ

BİREYDEN SONRA MÜSLÜMAN TOPLUMUN İNŞASI

Page 3: İSLAM DAVETİNİN MEDİNE DÖNEMİ - İlim – DergisiMedine’nin Mekke’den tek farkı, şehrin coğrafi ya-pısı ve bunun beraberinde getir-diği sosyo-ekonomik durumlar dır.

DOSYA YAZILARI

KRONOLOJİK MEDİNE DÖNEMİ } FETHULLAH YAZICI

MEDİNE’DE İLMİ VE TOPLUMSAL HAYAT} ABDULMEVLA GÜZEL

MADALYONUN İKİ YÜZÜ} ABDULLAH KÖŞGEN

MEDİNE İSLAM TOPLUMUNUN İKTİSADİ

VE SOSYAL YAPISI ÜZERİNE} KADİR METE ÖNAL

MEDİNE DÖNEMİNDE HUKUKİ DÜZENLEMELER } EMRE GÜNDOĞDU

HİCRET } ABDULKADİR BÖLÜCEK

MEDİNE’DEN ÖĞRENDİKLERİM} MUSTAFA ALP

KUR’ÂN’DA MEDENİ SURELERİN ÖZELLİKLERİ } İBRAHİM TÜRKAN

14

17

20

22

32

37

40

45

48

6

24

KİTAPLIK

YESRİB’TE BAHAR} FETHULLAH YAZICI

Gelecek sayı konusu:

“Müslümanın Ölüm Bilinci.”

Yazılarınızı değerlendirilmek üzere

[email protected]

adresine mail atabilirsiniz.

SÖYLEŞİLER

Dosya-söyleşi: Prof. Dr. M. Hanefi PALABIYIK

Dizi-söyleşi: Muhammed YAZICI

Page 4: İSLAM DAVETİNİN MEDİNE DÖNEMİ - İlim – DergisiMedine’nin Mekke’den tek farkı, şehrin coğrafi ya-pısı ve bunun beraberinde getir-diği sosyo-ekonomik durumlar dır.

ilim Ocak 2017 Sayı: 174

EDİT

ÖR

بسم الله الرحمن الرحيم

Geceden gündüzü sıyıran, Mekke dehlizinden Medine ferahına çıka-ran Çözümlerin Rabbine hamdolsun.

Sevgili okurlar, geçen sayıda Mekke’deki davet sürecini çeşitli yönle-riyle ele almaya gayret etmiştik. Bu sayı sürecin devamında Medine’ye konuk ediyoruz sizleri. Zaman-dizininden cihad mantığına, sosyo-kültürel çerçeveden hukukî intizama kadar birçok görüş açısından iz-leme imkânı bulacaksınız Medine’deki İslamlaşma safhasını.

Kuşkusuz Mekke nasıl ruhun inşası demekse, Medine de davranışın inşası demek. Müslüman fertten sonra bu kez Müslüman bir cemiyet, evlerden sonra bu kertede sokaklar, kalplerden sonra kaleler...

Biliyoruz ki zafer ve hezimet, mağduriyet ve iktidar, refah ve keder Müslümanlar için imtihandır enikonu. Nöbetleşe beklerler topluluklar dünyayı ve dünyalığı. “Eğer siz bir yara almışsanız, o topluluk da bir yara almıştı. Böylece biz, Allah’ın gerçek müminleri ortaya çıkarması ve içinizden şehitler edinmesi için, bu günleri bazen lehe, bazen aleyhe çevirip duruyoruz. Allah zulmedenleri sevmez.” (Âl-i Imrân, 140)

Dolayısıyla Mekke’de sabredenler için Medine kaçınılmaz bir sünne-tullahtı. Nöbet sırasının Müslümanlara gelmesini güya listeyi yazan kelli felli Kureyş de engelleyemezdi, engelleyemedi de. Tıpkı kendi-sinden çeyrek asır sonra Medine’nin Medeniyet görmemişlerin eline kalacağını Medine Fatihi’nin engelleyemediği gibi...

Burada asıl önemli olan, iş başına gelen ıslahçı muvahhitlerin yeryü-züne nasıl iz bırakacakları. Gelir adaletsizliğinden cinsiyet ayırımına, din sömüründen kültürel dejenerasyona kadar muktedir Müslümanla-rın hangi yaraya merhem olacakları.

İşte Peygamberimiz aleyhisselamın konumu burada önem kazanıyor. O, Müslümanların uzun bir zaman açlıkla bekledikleri felahın azgın-lığa dönüşmesini engelledi. Mekke oligarklarına karşı biriken 13 yıllık haklı öfkenin intikam hırsına tebdiline mani oldu.

Page 5: İSLAM DAVETİNİN MEDİNE DÖNEMİ - İlim – DergisiMedine’nin Mekke’den tek farkı, şehrin coğrafi ya-pısı ve bunun beraberinde getir-diği sosyo-ekonomik durumlar dır.

العلم5 ربيع الآخر 1438 العدد:17

17. sayıdan

merhaba

Medine’de Rasül örnekliği tüm çağlar için kaçınılmaz olan gücün Müslümanca sevk ve idaresini uygulamalı olarak gösterir. Peygamberî tevhid mesajı, eğer Mekke’de niha-yet bulsaydı, ilahî dava elbette akamete uğramaz, başka şekilde mecra bulurdu; lakin o zaman geçmişte baskı gören Müslümanların imkana eriştiğinde yeni bir baskı düzeni kurmayacaklarının örneğini göremezdik. En kötü hallerin en iyiye nasıl evrileceğinin somut delili olmazdı bugün elimizde.

Demek ki iktidarda olmayışımızın, kitlesel prestije kavuşamayışımızın makul bir ge-rekçesi olabilir ve fakat iyi ve adil olmayışımızın hiçbir vasatta mazereti olamaz. İyiliğin imkâna ihtiyacı yoktur. O her şartta gönülden gönüle sızar. Güneş her gün doğar; ne var ki kimlere nasıl ve ne kadar ulaşacağı bir dizi koşula bağlıdır.

Burada çözülmesi gereken diğer problem, birçok kişinin medine-i nebî ile ilgili olduğu halde neden hayatımızdaki yamukların düzelmediğidir. Bütün Müslümanlar Mekke-Medine üzerinden Peygamber sevdalısı ise bunca zulüm ve çarpıklık neden yaşanıyor? Bunun bir cevabı Medine’de saklı. Mescid inşasından son imamet görevlendirmesine kadar Medine’de Allah Rasülü’nün bütün eylemlerini, kendine dönük ve fazilet veche-sinden değerlendirirsek, demek ki Medine bize bir ders verememiştir.

Oysa asıl olan peygamberin şahsı değil, biziz. Asıl olan peygamberin abdest suyunun kapışılması değil, içme suyuna kavuşması gereken şehir sakinleri, yani halka hizmet. Dikkat etmemiz gereken nokta, peygamberin savaşta gösterdiği mucizeler değil, kendi imkanlarımızla bugün savaşları nasıl zaferle sonuçlandıracağımız. Aslonan ümmet, as-lonan balık tutmayı öğrenmek; aslonan sürdürülebilir hizmet projeleri...

“Biz seni sadece âlemlere rahmet gönderdik” (Enbiya, 107) müjdesini ümmetin değeri sade-dinde zikreden çıkmıyor nedense. peygamberden çıkıp yine ona dönen fazilet ve bere-ket bize sağlar? Oysa bu gerçek en çok da “biz seni çaresizlere çare kıldık” demek. Ana oğul içindir; onu besler ve türlü fetihler için hayata hazırlar. Çare çaresizedir; ona nice kapıyı açması için yeniden fırsat tanır.

Onca mazlum coğrafya; onca viran bağ, harap mesken, fersiz göz bu kadar sevilme-seydi Rabbimiz azze ve celle tarafından, yaşanır mıydı Medine? Herkes iyice anlasın diye tekrar tekrar gösterilir miydi galibiyetler, mağlubiyetler; sevinçler, kederler? Alın diyorlar, işte Medine. İşte sıfırdan kalkınma projesi, ölümden diriliş krokisi. Medine’si varsa daha bahanesi mi olur insanın?

Sessiz olun, Medine başlıyor. Bu sahneye çok dikkat!

[email protected] ilimdergisi.org

Page 6: İSLAM DAVETİNİN MEDİNE DÖNEMİ - İlim – DergisiMedine’nin Mekke’den tek farkı, şehrin coğrafi ya-pısı ve bunun beraberinde getir-diği sosyo-ekonomik durumlar dır.

ilim Ocak 2017 Sayı: 176

Prof. Dr. M. Hanefi Palabıyık

Hoca ile İslâm Davetinin Medine Dönemi

Üzerine Konuştuk…

1963 Erzurum doğumlu olan Muhammed Hanefi Palabıyık hoca, halen 2004’de doçent, 2009’da profesörlük ünvanını aldığı Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi İslam Tarihi Anabilim Dalında öğretim üyeliğine devam ediyor. “Valilikten İmpa-ratorluğa Gazneliler; Devlet ve Saray Teşkilatı” (Araştırma Yay., Ankara, 2002), “Ord. Prof. Dr. Mehmet Fuad Köprülü; İlmî Hayatı ve Tarihçiliği”, (Akçağ Yay, Ankara, 2005) “Hz. Peygamber ve Mekke Yılları-Eleştirel Bir Yaklaşım” (Araştırma Yay., Ankara, 2009) adlı üç eseri bulunuyor. Ta-rihçilik, Tarih Felsefesi, İslam Tarihi ve Ortaçağ Türk Tarihi alanlarında ihtisas sahibi olan Hanefi hoca ile Erzurum İlahiyattaki odasında söyleşi gerçekleştirdik. Özverili ve samimi cevapları için hocamıza teşekkür ediyoruz.

Page 7: İSLAM DAVETİNİN MEDİNE DÖNEMİ - İlim – DergisiMedine’nin Mekke’den tek farkı, şehrin coğrafi ya-pısı ve bunun beraberinde getir-diği sosyo-ekonomik durumlar dır.

العلم7 ربيع الآخر 1438 العدد:17

1. Hocam, İlim Dergisi okurları için siyere olan ilginizin nasıl geliştiğini anlatır mısınız? Ney-di sizi bu alana çeken husus-lar?

Bu soruya doğrudan siyer üze-rinden cevap vermem uygun olmayabilir. Çünkü ben üniver-siteye İslam Tarihi ve Medeniye-ti alanından asistan girdim. Bu yüzden doğrudan ilgimin İslam medeniyeti ve müesseselerine olduğunu söylemem daha doğru olacaktır. Ancak haliyle bu ilgi, karışık ve çeşitli okumalar, orta-mın getirdiği zenginlik, tartışma-lar ve polemikler, ayrıca meto-dolojiye olan ilgim, beni Kur’an’ı ve bunun örneklemesini gerçekleştiren Resulullah’ı anlama çabalarına yönlendirdi. Kısaca burada temel iki sebep oluştu: Birincisi anlama ve anlamlandırma çabası, ikincisi Kur’an ve Resulullah’ı örnek alarak hayata taşıma çabası. Ancak İslam tarihi ve tarih felsefesinin de ilgim ve çalışma alanım içinde oldu-ğunu da özellikle söylemeliyim.

2. Medine özeline geçmeden şunu da sorayım: Si-yer çalıştaylarına katılan ve oturum başkanlığı da yapan biri olarak, siyer konusunda Türkiye’nin yaşadığı en büyük krizi ne olarak görüyorsunuz hocam?

Bana göre en büyük kriz, Müslümanların en az ilgi-lendiği ve bunca tefsire rağmen anlamaya en az emek verdiği kitabın Kur’an olmasıdır. 150-200 yıl öncesine kadar, âlimlerimizin anlaması toplumlara yetiyor ve

hatta artıyordu bile. Şimdi bunun yeterli olmadığını hatta o tür bir anlamanın problem görüldüğünü bile söyleyebiliriz. Bu, kaçınılmaz olarak, tamamen değilse de bir ba-kıma doğrudur da. Çünkü herkes kendi toplumunu ve çağını yaşar ve dünyaya o pencereden bakar. O halde bu bakışa uygun ve anlamlı anlayışlar, yorumlar ve içtihatlar ortaya konmalıdır. Bu söyledikleri-min aynısını siyer için de söyleye-bilirim. Yani Peygamber benimdir ve bana göre yani benim dünyama yönelik ve burada anlamlı olma-lıdır. İşte bütün çaba, polemik ve kavgalar -tabii bir kısmı doğruyu bulma çabasıdır- bunun içindir.

Bu bağlamda Kuran’ın ve Resulullah’ın evrensel ol-masını, her dönem ve bölgeye yönelik değil, insan doğasına uygun olarak anlayınca; kendi dinî algıla-rımızın, doğrudan kendimizin inşa edeceği algılar olmasını doğru bulduğumu söyleyebilirim. İşte si-yer üzerinde görülen kriz, Allah Resulü’nü anlama çabasıdır ve bir inşa faaliyetinin sancılarıdır. Ayrıca sadece siyer için değil, genelde ilahiyat için görülen tartışmalar, gelenek ve yenilik/çağdaşlık üzerin-den yürümektedir. Bu durumda yapılmaya çalışılan ama henüz bir paradigmaya dönüşmeyen husus, Allah Resulü’nün çağımıza taşınmasıdır. Kriz bu-dur: Kur’an’ın ve Resulullah’ın çağa taşınması.

3. Medine dönemine, hicret sorusuyla başlayalım dilerseniz. Peygamberimizin Mekke’den hicretini, mücadeleden vazgeçmek ya da ümitsizliğe düşmek gibi durumlardan ayıran nokta nedir size göre?

Hz. Peygamber için hicret, tebliğine yeni bir alan açma, kaldığı yer-den devam etme, taze bir güç kazanma ve eskiyen yüzlere değişik çehreler ekleyerek, yeniden hamle iken; müşrikler açısından hicret, büyük ve önemli bir rakiplerinin ortadan kalkması değil, bilhassa geleceklerine mani olabi-lecek birinin, gittiği yerde de yok edilmesi, onun yeryüzünden kaldırılması için savaşa kadar ne gerekiyorsa yapılmasıdır.

Page 8: İSLAM DAVETİNİN MEDİNE DÖNEMİ - İlim – DergisiMedine’nin Mekke’den tek farkı, şehrin coğrafi ya-pısı ve bunun beraberinde getir-diği sosyo-ekonomik durumlar dır.

ilim Ocak 2017 Sayı: 178

Olayı bilen ve inceleyen böyle bir şeyi aklının ucun-dan bile geçiremez. Çünkü hem hicret olayının ken-disi ve hem de hicret olgusu, hiç şüphesiz bir strateji ve yeni bir başlangıç olarak kabul edilmelidir. Bunu nereden görüyoruz? Hicret sonrası olayların, daha hicret oluşur oluşmaz, gerek Allah Resulü ve mü-minler ve gerekse Mekkeli müşrikler açısından ol-sun hiç de böyle algılanmamasından anlıyoruz. Hz. Peygamber için hicret, tebliğine yeni bir alan açma, kaldığı yerden devam etme, taze bir güç kazanma ve eskiyen yüz-lere değişik çehreler ekleyerek, yeniden hamle iken; müşrikler açısından hicret, büyük ve önemli bir rakiplerinin ortadan kalkması değil, bilhassa geleceklerine mani olabilecek birinin, gittiği yerde de yok edilmesi, onun yeryüzünden kaldırılması için savaşa kadar ne gerekiyorsa yapılmasıdır. Nitekim böyle de olmuştur. Hudeybiye Antlaşması’na kadar giden süreç Allah Resulü-Mekkeliler açısından gerilimli iken, Allah Resulü-Gayr-i Mekkeli tüm kabileler açısın-dan İslamlaşma, İslam’ı tanıma ve hidayet dönemi olmuştur.

Ayrıca hicretten önce ve hicretin başlangıcından itibaren kaçmak, vazgeçmek veya ümitsizlik gibi bir düşünce hiçbir türlü gündeme gelmemiştir. Dahası Mekkeli müşriklerin bile böyle anlayıp algıladıkları hiç görülmemektedir. Çünkü kaçmak, beraberin-de ve devamında gizlenmeyi, kimlik değiştirmeyi, gözlerden uzak olmayı ve sessizliği, hatta kendini unutturma çabalarını akla getirirken; Resulullah’ın hicretinde hiç böyle olmamıştır. Ümitsizlik, içe ka-panma ve kaygıyı getirirken; ne Resulullah ve ne de

Muhacirlerde böyle bir durumun zerresi bile görül-memiştir.

4. İslam öncesi cahiliye Mekke’si çok konuşuluyor, lakin İslam öncesi Medine’yi pek bilmiyoruz. Na-sıldı şehrin eski toplumsal ve dinî yapısı?

Mekke’den çok farklı olmadığı için hakkında özel bir şey söylemeye gerek duyulmamış olabilir. Medine’nin Mekke’den tek farkı, şehrin coğrafi ya-

pısı ve bunun beraberinde getir-diği sosyo-ekonomik durumlar-dır. Mesela burada ticaret yerine tarımı; kuraklık ve açlık korkusu-nun beraberinde getirdiği yağma ve baskınlar yerine, bağcılık, bah-çecilik ve iç ticareti daha yoğun görmekteyiz.

Ayrıca burada putperestliğe ilave-ten, yoğun bir Yahudi kalabalığı-nın olduğu malumdur. Bu kalaba-lığın müşrikler üzerinde ciddi bir dini tesirleri olduğunu söylemek

de zordur. Diğer hususlarda, klasik ortaçağ şehirle-rinden küçük bir şehir. Mekke’deki tabiatın oluştur-duğu sert, tüccar uyanıklığı ve şair-hatipliği yerine, daha yumuşak ve sanata yatkın tipleri görmemiz mümkündür. Ayrıca ticaretin getirdiği büyük servet sahiplerinden çok, kendi düzenini kurmuş, geçimi-ni el emeğiyle sağlayan insanların çoğunlukta oldu-ğu bir yerdir Medine.

Sosyal yapının yukarıdaki durumuna ilaveten hür-mevali-köle şeklindeki yapının burada da sürdü-ğünü söyleyebiliriz. Kabile sayısı Mekke’deki kadar olmasa bile, büyük ve önemli kabile olarak, Hazreç-Evs Araplardan, Kaynuka-Nadir ve Kurayza kabi-leleri de Yahudilerdendi. Aralarında sürekli ihtilaf,

Kardeşlik/İslam kardeşli-ği duygusu, tabiri caizse, “Allah Resulü’nün en bü-yük ideolojisi” diye hoş-landığım bir kavramdır. Bana göre İslam’ın tek bir ideolojisi vardır, o da İs-lam kardeşliğidir. Bunun üzerinde bir ideal olamaz.

Page 9: İSLAM DAVETİNİN MEDİNE DÖNEMİ - İlim – DergisiMedine’nin Mekke’den tek farkı, şehrin coğrafi ya-pısı ve bunun beraberinde getir-diği sosyo-ekonomik durumlar dır.

العلم9 ربيع الآخر 1438 العدد:17

çekişme ve savaşlar olduğu için, birbirleriyle ittifak kurarak, kendilerini güçlendirmişlerdi ki, bu durum tüm Hicaz bölgesinde de cari ve yaygındı. Dinî ha-yat ve gelenek, aile ve kabile yapısı Mekke’dekinden farksızdı.

Allah Resulü burada tebliğe başladığı zaman, du-rum biraz daha olgunlaşmış olsa da, Yahudi ve müş-rik tepkilerinin Mekkelilerinkinden farklı olduğunu söyleyemeyiz.

5. Medine’deki ilk aylarında Peygamberimizin iki atılım gerçekleştirdiği malum. Müslümanlar arası kardeşlik ve Yahudilerle vatandaşlık anlaşması… Bunlar ne anlam ifade ediyordu o gün için?

Kardeşlik/İslam kardeşliği duygusu, tabiri caizse, “Allah Resulü’nün en büyük ideolojisi” diye hoşlan-dığım bir kavramdır. Bana göre İslam’ın tek bir ideo-lojisi vardır, o da İslam kardeşliğidir. Bunun üzerin-de bir ideal olamaz. Yine bence Müslümanların en büyük ütopyası da budur. Tüm Müslümanlar kar-deştir ve bunu gerçekleştirmek üzere ve bunun için çalışmalıdırlar. Tam ve mükemmel bir kardeşliğin gerçekleşebileceğine inanmıyorum, ama bu uğurda

savaşmak ve bunu hayata geçirmek için çalışmak görevimizdir. Ütopya dememin sebebi şudur: Allah Resulü sadece diliyle “kardeşlik” deyip geçmedi. Kardeşliğin sosyal, siyasal ve kültürel tüm gerekle-rini de yerine getirdi. Bugün bunu yapamadığımız için sadece dilimizle “İslam kardeşliği” diyoruz. Resulullah’ın kardeşlik projesinin sahabe zamanın-da bozulmasının nedeni de, kanaatimce, kardeşliğin gerektiği hususlardan uzaklaşılmasıdır.

Allah Resulü bu kardeşleştirme işiyle, Muhacir ve Ensarı birbirine kaynaştırdığı gibi, ilk etapta psiko-sosyal yapıyı da kolayca oluşturmuştur. Muhacirle-rin yeni şehre entegresini sağlamış, arkadaşlarına göç psikolojisini yaşatmamıştır. Böylece gelecek tehlikeleri ve alınacak sorumlulukları ve geleceği birlikte karşılama durumunu üstlenmeyi hakkıyla yerine getirmiştir.

“Medine vesikası” olarak adlandırılan belge, sadece bir arada yaşamanın gereği olan bir “saldırmazlık ve savunma sözleşmesi”dir. Abartılarak ona çeşit-li anlamlar yüklenmesini de garipsiyorum. Bunun siyasal bir ideolojiye dönüştürülmesi, çok hukuk-luluk açısından derin anlamlar yüklenmesi, dinler

Page 10: İSLAM DAVETİNİN MEDİNE DÖNEMİ - İlim – DergisiMedine’nin Mekke’den tek farkı, şehrin coğrafi ya-pısı ve bunun beraberinde getir-diği sosyo-ekonomik durumlar dır.

ilim Ocak 2017 Sayı: 1710

arası diyalog gibi dışarda üretilen projelere dayanak yapılması gibi yaklaşımlar, bu sözleşme açısın-dan, bence kabul edilebilir değil-dir. Buradaki temel durum şudur: Hz. Peygamber’in, hicret ettikten sonraki ilk işi, düşmanlarına karşı kendini sağlama almak ve asıl işi olan tebliğini yapabileceği zemin-leri oluşturmak. Sadece bunların derdinde olan Allah Resulü, muha-taplarına böyle bir teklif götürerek, hem kendini ve cemaatini meşru-laştırmış ve hem de çok iyi bir neti-ce alamasa da, buradaki düşmanlığı asgariye indirmeyi başarmıştır.

6. Cihadın meşruiyeti sonrası, Buvat’tan Tebük’e Peygamberi-miz birçok gazveye çıkıyor. Bu sa-vaşların genelini göz önünde bu-lundurursanız, Asr-ı Saadetteki cihad mantığına dair neler söyle-yebilirsiniz?

Öncelikle bahsettiğimiz kişi, Allah Resulü’dür, yaptığı örnektir ve belli oranda bağlayıcılığı vardır. Bu yüz-den durumu doğru yorumlamak ve analiz etmek za-rurettir. Burada benim için en önemsenecek durum, Allah Resulü’nün muhatapları karşısındaki tavrıdır ve bana göre bu tavır, ilke ve prensipleri dışında, ortaçağdaki herhangi bir devletin tavrından farklı değildir. Bunu neden özellikle vurgulama ihtiyacı duyuyorum, çünkü o dünyayı örnek alarak bugün İslam adına irticaya özenenler ve “din” diye, terörü meşrulaştıranlar var. Halbuki İslam düşüncesinde gözden kaçan hususlardan biri de, özellikle “cihâd”

ile “kıtâl” ayrımıdır. Cihadın “kıtal”a indirgenmesi bir sorun, “cihad” yap-mayanların “cihad” adıyla “kıtal”a soyunması daha büyük bir sorun-dur. Bu durum aslında, Resulullah’ın diğer birçok uygulamasının olduğu gibi, kendilerine “vatan savunması” manasında zemin bulamayanların, “sünnet”i istismar etmesinden iba-rettir.

Bugün İslam düşüncesinin en prob-lemli alanlarından biri haline ge-tirilen “cihad” anlayışımız, aslında kapitalizmin ve emperyalizmin bir numaralı korkusu iken, hem “kıtal”a dönüştürüldüğü için ve hem de em-peryalizme hizmet ettirildiği için maalesef en yumuşak karnımızdan biri haline dönüştürülmüştür. Be-nim iddia ve kanaatim şudur: Ta-rihteki herhangi bir şey, yorumlaya-madığımız veya onunla gereği kadar yüzleşemediğimiz için karnımızda veya daha da kötüsü beynimizde ağrı yapan bir ura dönüşmüştür ki, cihad anlayışımız da bunlardan bi-

ridir. Hz. Peygamber’in siyasi tavırları, iç politika ve uluslararası ilişkilerde yürüttüğü politikalar doğru okunamadığı veya bizim yerimize küresel emperya-list güçler tarafından yorumlandığı müddetçe, bizle-rin daha çok urlar barındıracağımız kaçınılmazdır.

Ayrıca Resulullah’ın savaşlarını değerlendirirken, “onlar savunma harpleriydi” denmesini de doğru bulmuyorum. Böyle deyince bir şey mi oluyor, neyi izah etmiş oluyoruz? Bence bu yaklaşım, sadece kompleks gereği söylenmiştir. Bu durum, bana göre,

Tarihteki herhangi bir şey, yorumlayamadığı-mız veya onunla gereği kadar yüzleşemedi-ğimiz için karnımızda veya daha da kötüsü beynimizde ağrı yapan bir ura dönüşmüştür ki, cihad anlayışımız da bunlardan biridir. Hz. Peygamber’in siyasi tavırları, iç politika ve uluslararası ilişkilerde yürüttüğü politikalar doğru okunamadığı veya bizim yerimize küresel emperyalist güçler tarafından yo-rumlandığı müddetçe, bizlerin daha çok urlar barındıracağımız kaçı-nılmazdır.

Page 11: İSLAM DAVETİNİN MEDİNE DÖNEMİ - İlim – DergisiMedine’nin Mekke’den tek farkı, şehrin coğrafi ya-pısı ve bunun beraberinde getir-diği sosyo-ekonomik durumlar dır.

العلم11 ربيع الآخر 1438 العدد:17

Hz. Ayşe’nin yaşı küçük olduğu için evliliğinden dola-yı Resulullah’ı kınayanla, Hz. Ayşe’nin yaşının aslın-da 17-18 olduğunu söyleyenin tavrının aynılığı gibidir. Kısaca Allah Resulü, kendini, toplumunu ve vatanını korumak için, ne gerekiyorsa yapmış, hangi durumda nasıl ve neye göre bir tavır alınması uygun olmuşa, o tavrı almıştır: Savunma gerekliyse, savunma; taarruz gerekliyse taarruz o kadar.

7. Medine’yi Mekke’den ayıran yönlerden biri, yo-ğun ehl-i kitap nüfusu barındırıyor olması. Müslü-manların ehl-i kitapla ilişkileri nasıldı Medine’de?

Allah Resulü’nün, bulunduğu ortamda etkili ve yetkili olmayı “başardığını” görmeliyiz. Bu bağlamda Resu-lullah, hicretten sonraki süreçte Medine şehrinde ve toplumunda gereken yeri de almıştır. Bu husustaki politikasını ben, “hoşgörü”, tolerans gibi kavramlar-la izah etmeyi doğru bulmuyorum. Bence bunun tek karşılığı, içinde bulunduğu ortama uygun olarak “bir arada yaşama” siyasetidir. Bir arada yaşamayı, “kişi veya toplumun kendisi olarak kalması” diye görüyo-rum. İslam toplumları ve devletleri bu yüzden em-peryalist olmamıştır; Müslümanların geleneğinde, bu yüzden azınlıkların kimliklerini korumalarına fırsat verilmiştir.

Bu durum, mesela diyalog vb. hususlar için olduğu gibi, günümüz toplumsal ilişkileri için de belli oranda delil getirilemez. Toplumu paylaşanların aralarındaki sözleşmeye uygun davranması ve belli ilkelerle ha-reket etmesi için örneklik sunmakla beraber, bu du-rumun da literal okunması maalesef beraberinde bir takım problemleri doğurmuştur. Bu husus da diğer birçok ayet veya hadis rivayeti gibi, çarpıtılmaktadır.

Resulullah, sosyal ve siyasal olduğu gibi, ekonomik bazı hususları da içeren maddeleri bu sözleşmeye koydurmakla, diğer yandan madden zayıf durumunu

da güçlendirmiş oluyordu. Bütün bunlar bizim için, ilke ve prensipler açısından çok önemli örneklik oluş-turmakta ve karşılaştığımız yeni durumlara çözümler üretmemizi teşvik etmektedir.

8. Medine’de Peygamberimizin yeni bir Müslüman pazarı oluşturduğunu biliyoruz. Buranın Müslü-manın ticaret ve pazar hukuku açısından nasıl bir özelliği vardı acaba?

“Müslüman Pazarı” sözü, “İslam Devleti” ve “İslam Tarihi” gibi kullanılan galat bir kavram bence. İslam’ın nasıl devleti yok, Müslümanların devleti varsa; aynı şekilde pazarın da Müslümanı gâvuru olmaz, Müs-lümanların pazarı olur. Bu yüzden bu tür slogan ve terimlerin kavramsallaştırılmalarından, başka türlü anlamlandırmaların ve sapmaların olduğunu düşün-mekteyim. Hz. Peygamber’in zaten birinci sınıf bir tüc-car olarak bildiği ve taşıdığı liderlik sorumluluğundan dolayı da, ihmal etmesinin mümkün olmayıp önemini gördüğü, ticaret ve pazar işlerine el atmasından daha önemli ne olabilir. Bunun iki sebebi olmalıdır. Birinci-si, kendilerine ait ve kendi ilke ve prensipleriyle yürü-yen, faiz, tefecilik, ihtikar, karaborsa vb. insan kanını emen ve insanı insan olmaktan çıkaran uygulamaların bulunmadığı bir pazar oluşturmak. İkincisi de, Müslü-manları başkalarının piyasasına mahkûmiyetten kur-tarıp, kendi kendilerine ekonomik anlamda da ayakta kalabilmelerinin yolunu açmak.

Allah Resulü bir devlet için hem olmazsa olmazlar neyse onun yolunu açıyor, hem tüzel kişiliğinin ta-nınmasını sağlıyor ve hem de kendi ayakları üstünde durabilmenin yollarını buluyordu. Bunun bir parçası da, maalesef bugün bir türlü yoluna koyamadığımız ve istismarcıların da önüne açan, vergi uygulamasının farz kılınmasıdır. Hz. Peygamber ve ilk dönem Müs-lümanları zamanında devlete verilen verginin zekât

Page 12: İSLAM DAVETİNİN MEDİNE DÖNEMİ - İlim – DergisiMedine’nin Mekke’den tek farkı, şehrin coğrafi ya-pısı ve bunun beraberinde getir-diği sosyo-ekonomik durumlar dır.

ilim Ocak 2017 Sayı: 1712

olduğu açıktır. Devletin ayakta kalabilmesinin en önemli yollarından biri olarak devlete vergi vermek, Müslümanlara farz kılınmıştır ki, bu zekâtla sağlanı-yordu. İslam düşüncesinde zekatın yani devlete ver-gi vermenin en önemli ibadetlerden biri olarak kabul edilmesi de, bu açıdan son derece önemlidir.

9. Hanefi hocam, Medine demek, bir bakıma vah-yin kemale erdiği süreç demek. Soru genel ola-bilir, fakat ben tarihî açıdan soruyorum: Vahiy kâtiplerinin titizlikle inen ayetleri kayda geçirdi-ğini biliyoruz. Buna rağmen niye “filan sure, ön-celeri çok daha uzundu”, “filan (mevcut Mushaf’ta olmayan) sureler de Kuran’dandır” gibi rivayetler var ortada?

Ben Kur’an tarihi veya Kur’an’ın metinleşme süre-ci hakkında Müslümanların bir hipotezleri olması gerektiğini düşünüyorum. Bu hususta yazılan çok sayıda çalışmayı okumakla beraber, tamamını oku-duğumu iddia etmiyorum. Bu yüzden yazılanlardan değil, okuduklarımdan yola çıkarak konuşacağım. Bana göre Kur’an’ın tamamı kayıtsız şartsız Resulul-lah zamanında yazıya geçirilmiştir. Benim de kabul ettiğim hipotezim budur. Öncelikle ne kadar sahih görünürse görünsün, Kur’an söz konusu oldu mu, ona zarar verecek ve onun hakkında şüpheye gö-türecek hiçbir rivayeti asla kabul etmem. Benim bu konudaki bilimsel varsayımım budur. Buna göre de, Hz. Ebu Bekir zamanında yapılan derleme faaliyeti,

Zeyd b. Sabit’in sahabenin elindeki metni, daha son-ra herhangi bir itiraza mahal vermemek için, şahit-lerin de huzurunda, Allah Resulü’nün metninde de yer aldığını ortaya koymak ve dolayısıyla bu metnin toplum tarafından kabulünü sağlamak için yaptığı bir icraattan ibarettir. Yani:

Hz. Ebu Bekir zamanında icra edilen Kur’an’ın top-lanması faaliyeti, bana göre de Resulullah zama-nında yazılan tüm metinlerin, derlenerek iki kapak arasına alınması yani tabiri caizse ciltlenmesinden ibarettir. Ancak burada benim ayrıldığım nokta ve iddiam şudur: Zeyd b. Sabit, sahabenin elindeki me-tinlerden bu işi yapmamıştır ve yapamaz da. Çünkü Allah Resülü’nün hazırlattığı ve hayatının her döne-minde kâtiplerine titizlikle yazdırdığı, gerekiyorsa okuma yazma bildiği için bizzat kontrol ve tashih ettiği bir metin vardı. Zeyd b. Sabit, bu metni ortaya koymuş ve herkesin elindeki ve ezberindekini de or-taya koymalarını istemiştir. Gelen kişi, elindeki özel nüshasını veya ezberindekini okumuş, zaten hafız ve metne de aşina olan Zeyd de, ilgili yerleri göste-rerek metinde o kısmın bulunduğunu teyid ve ikrar ettirmiştir. Yoksa onların ellerindeki metinlerden, tashih, takviye ve ikmal yapmamıştır ve yapamaz da. Böyle olduğu için, Hz. Ömer ayet sandığı, recm cümlesini Kur’an’a sokamamış veya sahabe ezberin-deki dua türü bazı metinleri, ayet zannettikleri için yanıldıklarını anlamışlardır. Bu yüzden, hamd olsun,

Page 13: İSLAM DAVETİNİN MEDİNE DÖNEMİ - İlim – DergisiMedine’nin Mekke’den tek farkı, şehrin coğrafi ya-pısı ve bunun beraberinde getir-diği sosyo-ekonomik durumlar dır.

العلم13 ربيع الآخر 1438 العدد:17

Müslümanların ellerinde kaya gibi sağlam bir metin vardır.

Peki, bu şekilde bahsettiğiniz türden rivayetler ne-den sonradan kitaplarımıza girmiştir? Bunu “rivayet tapınakçılarına” sormak gerektiğini düşünmekteyim. Çünkü çok ilginç, “Garanik rivayetlerini” “zındık uy-durması” diye reddedenler, nasıl oluyor da aynı has-sasiyeti Kur’an’ın metin yapısı hakkında göstermi-yorlar? Bunun tek sebebi, galiba, bu rivayetlerin sahih hadis metinlerinde geçmesidir. O zaman hadisleri reddetmek gibi bir lüksümüz olamayacağına göre, bu rivayetlerin sahih metinlere girmiş, diğer çok sayıda-ki uydurmalardan olduğunu veya daha başka sosyal ve siyasal sebeplerle bu konuların gündeme geldiğini söylemek durumundayız.

Daha başka söylenecek şeyler var tabii, ancak bir rö-portaj boyutunda bu kadarla yetinmek uygun olacak galiba.

10. Son olarak, Medine’deki davet sürecinden bu-gün için çıkaracağımız en önemli ders sizce nedir hocam?

Malumunuz Medine devri, siyer ve teşri’ açısından, devletleşme, toplumlaşma ve uluslararasılaşma dö-nemidir.

Ben Kur’an’ı olduğu gibi, Allah Resulü’nün hayatını da anlamak ve anlamlandırmak için, Mekke ve Medine gibi akademik ayrıştırmalarla anlamayı doğru bulmu-yorum. Onun hayatı, her şeyi ve her yönüyle örnek bir hayattır, nasıl ve ne şekilde ele alacağınızla alakalı olarak tabii. Resulüllah tek bir şahıs ve bana göre ta-vır ve davranışlarında tutarlı ve istikrarlı bir şahıstır. Onu Mekkeli veya Medineli olarak ele almak yanlış-tır, zihinlerimizi parçalamaktır ve hatta Kur’an’ı da ötelemektir. Çünkü o, yaşadığı hayat boyunca, bizim

karşılaşabileceğimiz birçok durumla karşılaşmış ve bu durumlarda Kur’an’ı hayata geçirmiştir. Onun tek reh-beri Kur’an’dır. Sahabe de ona ittibaen, bir problem-le karşı karşıya kalınca öncelikle ve sadece Kur’an’a başvurmuş ve onda bulduğunu, hayatına geçirme-yi başarmıştır, çünkü Resulullah’ın hep bu şekilde davrandığını görüyorlardı. Ancak Kur’an’da göreme-diklerinde, Resulullah’ın uygulamasına başvuru-yorlardı.

Öyleyse bize düşen de Allah Resulü’nü örnek alarak onun gibi yapmak yani Kur’an’ı hayata ge-çirmektir. Bu geçirmenin, Mekke’si veya Medine’si değil, içinde bulunduğu-muz şartlarla veya kar-şılaştığımız olaylarla ilgi ve irtibatı vardır. Önce dünyamızı ve içinde bu-lunduğumuz durumu bütünüyle anlamalı daha sonra da önündeki her türlü dini metinleri an-lamayı öne çıkarmalıdır. Dinî olanı bilip dünyayı bilmemek nasıl irticayı doğurursa, dünyayı bilip dini bilmemek de, mutlak akılcılığı ve sekülerleşmeyi doğuracaktır. Bu ikilemden kurtulmak zorundayız.

Yorduk sizi Hanefi hocam, emeğinize, ilginize sağlık. Allah razı olsun.

Ben Kur’an’ı olduğu gibi, Allah Resulü’nün hayatını da anlamak ve anlamlandırmak için, Mekke ve Medine gibi akademik ayrış-tırmalarla anlamayı doğru bulmuyorum. Onun hayatı, her şeyi ve her yönüyle örnek bir hayattır, Onu Mekkeli veya Medineli olarak ele almak yanlıştır, zihin-lerimizi parçalamak-tır ve hatta Kur’an’ı da ötelemektir.

Page 14: İSLAM DAVETİNİN MEDİNE DÖNEMİ - İlim – DergisiMedine’nin Mekke’den tek farkı, şehrin coğrafi ya-pısı ve bunun beraberinde getir-diği sosyo-ekonomik durumlar dır.

Kronolojik Medine DönemiFethullah Yazıcı

1. YIL

* Mescid-i Nebevî’nin inşası. (Çatısı hurma dalından, direği

hurma kütüğünden yapılan mescidin kıblesi o dönemlerde Müslüman-

ların kıblesi olan Kudüs tarafına doğruydu. Bir yıl sonra kıble Kâbe’ye

çevrildi.)

* Ezan uygulamasının başlatılması.

* Muhacir-ensar arası kardeşlik anlaşması. (Cemazi-

yelahir ayı) (Peygamberimiz Aleyhisselam Mekke’den gelen muhacir-

lerle Medineli ensar arasındaki ilişkiyi güçlendirmek amacıyla her iki

kişi arasında kardeşlik anlaşması yapmıştır. O kadar ki biri ölünce diğeri

ona mirasçı olabiliyordu. Sonraları bu miras olayı kaldırılmıştır.)

* Peygamberimizin Hz. Aişe ile evliliği -Zifaf- (Şevval

ayı)

* Sa’d b. Ebi Vakkas Seriyyesi (Zilkade ayı) (Seriyye, Pey-

gamber Efendimizin katılmadığı keşif kolu veya harp müfrezesi demek-

tir. Efendimizin katıldıklarına gazve denir. Toplam 35 seriyye, 26 gazve

yapılmıştır.)

2. YIL

* Cihadın meşru kılınışı. (Müşriklerin zulüm ve baskısına 13 yıl

boyunca sabredilmiş, nihayet Medine’de Müslümanlar düşmana karşı

koyacak güce ulaşınca fiili cihad için Allah tarafından izin verilmiştir.)

* Veddan (Ebvâ) Gazvesi. (Safer ayı) (Hazreti Peygamberi-

mizin katıldığı ilk gazvedir. Ordunun beyaz bir sancağı vardı ve Kureyş

kervanı için 60 süvari ile yola çıkılmıştı.)

* Kıble’nin Kâbe’ye çevrilmesi. (Recep ayı) (Peygamber

Efendimiz bundan önce 16 ay Kudüs-Mescid-i Aksa tarafına doğru

namaz kılıyordu. Yahudilerin “bize karşı çıkıyor, ama kıblemize tabi

oluyor“ dediğini duyunca, kıblenin atası Hazreti İbrahim’in kıblesi olan

Kâbe tarafına çevrilmesini arzulamaya başlamıştı. Nihayet yeni kıble

için ilahî emir geldi.)

* Oruç ve Zekâtın farz kılınışı. (Şaban ayı)

* Büyük Bedir Gazvesi. (17 Ramazan. 13 Mart 624) (Müs-

lümanların ilk büyük savaşıdır. Medine’nin güneybatısındaki Bedir’de

yapıldığından bu adı almıştır. Müslüman ordu 305, Kureyş ordusu 950-

1000 kişiydi. Gökten melek ordularının gönderildiği savaş Müslüman-

ların zaferiyle sonuçlandı.)

* Hz. Peygamberin kızı Rukiyye’nin vefatı. (Peygam-

ber Efendimizin dört kızı, üç oğlu dünyaya gelmişti. Zeynep’ten sonra

büyük kızı olan Rukiyye, Hazreti Osman’la evlenmiş ve Bedir Savaşı

günlerinde vefat etmiştir.)

* Hz. Ali ve Fatıma’nın evliliği. (Evlilik Bedir dönüşü olmuş-

tur. Hazreti Fatıma bu sırada 15 yaşındadır. Efendimizin soyu yalnız

kendisiyle devam eder. Hazreti Fatıma, Peygamber Efendimizden 6 ay

sonra vefat etmiştir.)

* Beni Kaynuka Gazvesi. (Şevval ayı. Nisan 624) (Kaynuka-

oğulları, Müslümanlarla yaptıkları anlaşmayı ilk bozan Yahudi kabile-

dir. Medine’nin en zenginleri bunlardı. On beş günlük kuşatma sonra-

sında 400 kişilik kabile Medine dışına sürülmüş, malları ganimet olarak

alınmıştır.)

3. YIL

* Gatafan Gazvesi. (Rabiulevvel ayı) (Hicri ikinci senenin son

günlerinde Gatafan kabilesinden Muharip ve Salebe kollarının Zû Emer

bölgesinde toplanıp Medine’ye baskın yapacakları haberini alan Pey-

gamber Efendimiz, 450 kişiyle onlara karşı koymak üzere yola çıkar.

Düşmanlar korkup kaçmış, sonrasında İslam’a giren liderleri vesilesiyle

çoğu hidayet bulmuştur.)

ilim Ocak 2017 Sayı: 171414

Page 15: İSLAM DAVETİNİN MEDİNE DÖNEMİ - İlim – DergisiMedine’nin Mekke’den tek farkı, şehrin coğrafi ya-pısı ve bunun beraberinde getir-diği sosyo-ekonomik durumlar dır.

Kronolojik Medine Dönemi

* Peygamberimizin Hz. Hafsa ile (Ramazan ayı) ve Zey-nep binti Huzeyme ile (Şevval ayı) evliliği. (Hazreti Hafsa,

Hazreti Ömer’in kızıdır. Sahabi eşi vefat edince hicretin üçüncü yılında

20 yaşındayken Peygamber Efendimiz kendisiyle evlenmiştir. Hicretin

41. yılında vefat etmiştir. Hazreti Zeynep binti Huzeyme’nin ise Hazreti

Hafsa’dan sonra Efendimizle nikâhı kıyılmıştır. Yoksul ve kimsesizlere

çok yardım ettiği için kendisine “yoksulların annesi” denmiştir. Efendi-

mizle nikâhlandıktan iki veya üç ay sonra vefat etmiştir.)

* Uhud Gazvesi. (15 Şevval. Ocak 625) (Uhud Dağı civarında

müşriklerle yapılan ve başında Müslümanların galip geldiği, fakat Efen-

dimizin sözünden çıkıldıktan sonra mağlup olunan savaştır. Düşman

tarafından 20-30 kişi ölürken, Müslümanlar 70 şehit vermişlerdir.)

4. YIL

* Bi’ri Maune Faciası. (Safer ayı) (Peygamber Efendimizden

din hocası olarak istenen 70 seçkin sahabenin ihanete uğrayarak Mau-

ne Kuyusu çevresinde şehit edildiği faciadır.)

* Beni Nadr Gazvesi. (Rabiulevvel ayı. Ağustos 625)

(Peygamber Efendimizin diyet ödemek amacıyla yurtlarında olduğu

sırada Yahudi Beni Nadr kabilesinin ona suikast planlamak suretiyle

Müslümanlarla yaptıkları anlaşmayı bozmaları üzerine, kendilerine ya-

pılan kuşatmadır. 15 günlük kuşatma sonrasında yanlarına alabildikleri

kadar mal alıp Medine dışında yaşamalarına izin verilmiştir.)

* Peygamberimizin Ümmü Seleme ile evliliği. (Şevval

ayı) (Asıl ismi Hind olup Mekke’den Habeşistan’a hicret eden ilk Müs-

lümanlardandı. Sahabenin fıkıh uzmanlarından olan Ümmü Seleme

validemiz, Efendimizle evlendiğinde 30 yaşındaydı. Hicri 61 yılında 90

yaşlarında vefat etmiştir.)

5. YIL

* Beni Mustalik Gazvesi. (Şaban ayı. Aralık 626) (Huzâa

kabilesinin bir kolu olan Mustalik Oğullarının birkaç Arap kabilesiyle

birlikte Medine’ye hücum edecekleri duyulunca, kendilerine yapılan

saldırıdır. Müslümanların zafer kazandığı harekâtta esirler arasında kabile reislerinin kızı olan Cüveyriye ile Peygamber Efendimizin nikâh

kıyması, kabileden birçok kişinin İslam’a girmesine sebep olmuştur.)

* İfk Hadisesi. (Şaban ayı) (Beni Mustalik Gazvesi dönüşü Pey-

gamberimizin hanımı Hazreti Aişe’nin iffetine atılan büyük iftira olayı-

dır. Sıkıntılı geçen bir zamanın ardından Allah Teâlâ tarafından mümin-

lerin annesinin en ufak bir iffetsizliği bulunmadığı bildirilmiştir.)

* Hendek Gazvesi. (Şevval ayı. Şubat 627) (İslamiyet’i ta-

mamen yok etmek isteyen Mekkeliler, Ebu Süfyan komutasında yeni

bir orduyla, Miladi 627 yılında Medine üzerine yürürler. İranlı sahabe

Selman-ı Farisi’nin önerisi üzerine şehrin etrafına uzun ve derin bir

hendek kazılır. Oldukça zorlu geçen kuşatma sonrasında müşrik ordu

geri çekilmek zorunda kalmıştır.)

* Beni Kureyza Gazvesi. (Zilkade ayı. Mart 627) (Hendek

Savaşı’nın hemen ardından Müslümanlarla yaptığı anlaşmaya sadakat

göstermeyen Kureyza Oğulları Yahudilerine hicretin beşinci yılında ya-

pılan kuşatmadır. Verilen ceza, Yahudi hukukuna uygun olarak eli silah

tutan 600 erkeğin öldürülmesi, kadın ve çocukların esir olarak alınma-

sıydı.)

6. YIL

* Hudeybiye Barış Anlaşması (Zilkade ayı. Mart 628)

(6 yıldır özlemini çektikleri Kâbe’yi ziyaret maksadıyla Mekke’ye gelen

Müslümanları engelleyen müşriklerle yapılan anlaşmadır. Anlaşma

şartları başta olumsuz gözükse de sonradan Müslümanlara çok faydası

olmuştur.

Müslümanların ilk defa resmi güç olarak tanındığı bu süreçten sonra,

güç dengesi hep Müslümanların lehine işlemeye başlar.)

العلم15 ربيع الآخر 1438 العدد:17

Page 16: İSLAM DAVETİNİN MEDİNE DÖNEMİ - İlim – DergisiMedine’nin Mekke’den tek farkı, şehrin coğrafi ya-pısı ve bunun beraberinde getir-diği sosyo-ekonomik durumlar dır.

7. YIL

* Hayber Fethi. (Muharrem ayı. Mayıs 628) (Hudeybi-

ye Barışı’yla Mekkeli müşriklerle sağlanan sulh ortamında Medine

kuzeyindeki Yahudi topluluklarının, özellikle Hayber Yahudilerinin

itaat altına alınmasıdır. Müslümanlar birçok ganimete kavuşmuş, Ya-

hudiler sonunda cizye vermeye razı olmuştur.)

* Peygamberimizin Safiye binti Huyey ve Ümmü Habibe ile evliliği.

* Habeşistan’a hicret eden Müslümanların Medine’ye dönüşü.

* Kaza Umresi (Zilkade. Mart 629)

* İslam’a davet için çevre krallık ve yöneticilere el-çiler gönderilmesi.

8. YIL

* Hz. Peygamberin kızı Zeyneb’in vefatı (Muharrem

ayı)

* Mûte Seriyesi (Cemaziyelûla. Eylül 629) (Peygamberimizin

elçisinin öldürülmesi üzerine Müslümanlarla Hristiyanlar (Rumlar

ve Hristiyan Araplar) arasında yapılan ilk savaştır. 200 bin (veya 100

bin) kişilik düşman ordusuna karşı Müslümanlar 3 bin kişiydi.)

* Hudeybiye Barışı’nın Bozulması.

* Mekke Fethi. (20 Ramazan. 11 Ocak 630)

* Huneyn Gazvesi. (6 Şevval. 27 Ocak 630) (Mekke’nin

Fethi’nden 16 gün sonra Arabistan’ın en büyük kabilelerinden He-

vazin ve müttefikleriyle Hüneyn Vadisi’nde yapılan savaştır. 20 bin

kişilik düşman ordusuna 12 bin kişilik Müslümanlar galip geldi.)

9. YIL

* Kabile elçilerinin biat için gelişi. (Arab Yarımadasından

70 kadar Arap kabilesinin Peygamberimize gelip biat etmesidir.)

* Tebük Gazvesi. (Recep ayı. Eylül 630) (30 bin kişilik Müs-

lüman ordusuyla Bizans güçleri ve Hristiyan Arap kabileleriyle sa-

vaşmak için Tebük Kasabası’na yapılan askeri sefer. Düşman güçleri

Müslüman ordunun karşısına çıkamayınca muharebe gerçekleşme-

den geri dönülmüştür.)

* Peygamberimizin kızı Ümmü Gülsüm’ün vefatı.

* Hz. Ebu Bekir’in hac emirliği. (Zilhıcce ayı. Şubat

631)

10. YIL

* Peygamberimizin oğlu İbrahim’in vefatı (8 Şevval.

Ocak 632) (Efendimizin en küçük ve yedinci çocuğuydu. Diğer 6 ço-

cuğu ilk hanımı Hatice’den, İbrahim ise Mısırlı Mariye’den dünyaya

gelmiştir. Öldüğünde 2 yaşını doldurmamıştı.)

* Veda Haccı (Zilhıcce ayı. Mart 632) (Efendimizin ashabıy-

la büyük çaplı son buluşmasıdır. Efendimiz 120 bine yakın sahabeye

meşhur Veda Hutbesi’ni okumuştur.)

11. YIL

* Üsame bin Zeyd Seriyyesi (26 Safer) (Peygamberimiz

Hazreti Üsame’yi orduya komutan seçtiğinde, Üsame 20 yaşınday-

dı.)

* Hz. Peygamberin vefatı. (1 veya 12 Rabiulevvel. 27 Ma-

yıs 632)

ilim Ocak 2017 Sayı: 1716

Page 17: İSLAM DAVETİNİN MEDİNE DÖNEMİ - İlim – DergisiMedine’nin Mekke’den tek farkı, şehrin coğrafi ya-pısı ve bunun beraberinde getir-diği sosyo-ekonomik durumlar dır.

العلم17 ربيع الآخر 1438 العدد:17

Peygamber Efendimiz (sav) Medine’ye hicret ederek burayı bir kültür şehrine çevirmeyi planlamıştır ve bu doğrultuda ilk olarak bazı adımlar atmıştır. El-bette ki bir yerin kültür seviyesinin artması ve hal-kının daha bilinçli olması için ilim şarttır. İlimsiz bir devletin devletler muvazenesine girmesi tam bir ütopyadır. Bu yüzden Peygamberimiz henüz Mekke’de iken Akabe Biatı’nın ardından Musab Bin Umeyr’i öğretmen olarak Medine’ye göndermiştir. (İbni Sa’d, 4/155) Böylelikle Medine’de ilmî anlamda ilk adımı atmıştır. Zaten Peygamber Efendimizin genel olarak hayatına bakıldığında, ilme verdiği önem ra-hatça görülecektir. Gerek Bedir’deki esirlerden her birini on kişiye okuma yazma öğretmesi karşılığın-da serbest bırakması, gerek Suffa adında o dönemin şartlarında bir okul kurdurması bunların somut bir göstergesidir.

Eğitim ve öğretim, aynı zamanda ibadethane yanın-da, misafirhane ve okul olarak kullanılan Mescid-i Nebevi’nin inşa edilmesiyle daha resmi bir hal alma-ya başlamıştır. Mescid-i Nebevi’deki bu okula Suffa deniliyordu. Suffa’dan İbni Mesut, İbni Ömer, Ebû Zer, Bilal-i Habeşi ve çok hadis rivayet etmesi ile meşhur olan Ebu Hureyre gibi sahabenin çok önem-li bazı simaları yetişmiştir. Hatta Ashab-ı Suffe’nin sayısı dört yüze kadar yükselmiş ve artık Suffa’ya sığamayan öğrenciler için Medine’de Mekremet İbni Nevfel’in evinde Daru’l-Kurra adında yeni bir okul açılmıştır. Suffa’da Kuran-ı Kerim öğrenildiği için talebelerine kârii de denmiştir (Muhammed Hami-

dullah, İslam Peygamberi, s.770). Üstelik bu eğitim alanları sadece İslami ilimler ile sınırlı değildi. Kozmoloji, astroloji, tıp, meteoroloji gibi ilimler Medinelilerin iştigal ettiği ilimler idi. (A.g.e, s.780)

Kültür konusuna geçersek, bu kavramın tarifinde bir zorlukla karşılaşırız. Kültürle ilgili Cemil Meriç; “kültür çok kaypak bir kavramdır, tam olarak ta-nımlayamazsınız”, der. (Cemil Meriç, Kültürden İrfana, s.17) Ama biz Herder’in tanımını esas alacağız: “Kültür; bir toplumun yaşam tarzıdır”.

Musab bin Umeyr’in Medine’deki tebliğ çalışmala-rı halkta makes bulmuştu. İnsanlar artık oluk oluk İslam’a giriyorlardı. Bu insanların Müslüman oluş-ları tabii olarak Peygambere ittibayı gerektiriyor ve hal, hareketlerini taklit etmek ve tavsiyelerini yerine getirmek anlamına geliyordu. Nitekim öyle oldu. Hatta bazı fakihler Medine ehlinin amelini dinde delil saymaktadır. Zira Medine’deki toplum hayatına Efendimiz yön veriyordu. Peygamberin alışverişten yeme içme adabına bir dizi hareketi Medine toplumunu etki-liyordu. Öyleyse Peygam-berimizin davranışlarına bakarak Medine ehlinin davranışlarını öğrenebili-riz.

Ayrıca İslam dininin emrettiği ibadetlerin önem-li bir kısmının Medine’de farz olması toplumu et-kilemiş ve bir ibadet geleneği oluşturmuştur. Bu ibadetleri şöyle sıralamamız mümkün: Namaz, İs-lam dininin en önemli ibadetidir. Peygamberimiz bunu bir hadisinde “Cennetin anahtarı namazdır,

Abdulmevla Güzel

Medine'de eğitim ve öğretim, aynı zaman-da ibadethane yanın-da, misafirhane ve okul olarak kullanılan Mescid-i Nebevi’nin inşa edilmesiyle daha resmi bir hal almaya başlamıştır. Mescid-i Nebevi’deki özel okul bölümüne Suffa deniliyordu.

Medine’de ilmî ve toplumsal hayat

Page 18: İSLAM DAVETİNİN MEDİNE DÖNEMİ - İlim – DergisiMedine’nin Mekke’den tek farkı, şehrin coğrafi ya-pısı ve bunun beraberinde getir-diği sosyo-ekonomik durumlar dır.

ilim Ocak 2017 Sayı: 1718

namazın anahtarı da abdesttir.” (Müsned) sözüyle be-lirtmiştir. Bu önemli ibadet Kuran-ı Kerim’de birçok ayette zikredilir. Örneğin “Namaz kötülüklerden ve fuhşiyyattan korur.” (Ankebut, 45) Namazın hem birey-sel hem de toplumsal faydaları vardır. Bireysel olarak yukarıdaki ayette belirtildiği üzere insanı kötülük-lerden uzaklaştırır ve kendisine bunca nimeti veren Allah’a boyun eğerek O’na karşı kulluk vazifesini ifa ettiği için kendisini iyi hisseder. Toplumu insanlar oluşturduğu için namaz kılan toplum da kötülükler-den kaçar. Ayrıca insanlara birlik ruhu verir ve onları bir noktada toplar. Bu sebeple Efendimiz cemaat ile kılınan namazın 27 derece daha üstün olduğunu söy-ler. (Buhârî, Ezan 30)

Orucun evrensel bir ibadet olduğunu ise Rabbimiz şöyle beyan eder: “Oruç sizden öncekilere farz kılın-dığı gibi size de farz kılındı.” (Bakara, 183) Oruç insanların duygularına belli bir kota koyar. Bu yüzden insanlar daha duyarlı ve anlayışlı hale gelir. Medine toplu-mundaki Müslümanlar da oruç tuttukları için orucun etkisi topluma yansımıştı. Aynı şekilde zekât Kuran-ı Kerim’de özellikle “Namazınızı kılın, zekâtınızı verin” (Nur, 56) şeklinde sıkça geçer. Müslümanlar toplumda-ki ekonomik dengeyi sağlayabilmek için mallarından kırkta birlik payı zekât olarak verirlerdi. Böylelikle fakirler açlık ile pençeleşmekten kurtulurdu. İslam’ın dört temel ibadetinden hac, yine Müslümanları belli bir zamanda, belli bir mekâna toplayan bir ibadettir. Hac kişiye mahşeri hatırlatır. Onu dünyadan kopa-racak duygular hissettirir. Toplumsal olarak birlik ol-maya, yıllık belli kararlar almaya ve istişare yapmaya yarar.

Bu aslî ibadetlerin yanı sıra bunlara ön hazırlık olan bazı uygulamalar vardır. Ezan, abdest bu uygulama-lardan sayılabilir. Ezan her İslam toplumunda görü-len bir değerdir. Bu değer İslam kültürüne öyle bir yerleşmiştir ki artık İslam’ın bir şiarı haline gelmiştir.

Öyle ki bir beldedeki camiler ve ezan sesleri, o bel-denin Müslüman bir belde olduğunu göstermektedir. İbadetlere bir diğer hazırlık ise abdesttir. Abdest de aynı şekilde Kuran’da emrolunmuştur. (Maide, 6) İslam dini başından beri temizliğe önem vermiştir. Bunu meşhur “Temizlik imanın yarısıdır.” (Müslim, tahâret 1) ha-disinden rahatça anlayabiliriz. Abdest alınca insan pislikten temizlenir. İbadetler insanın iç dünyasını temizlediği gibi abdest de dış dünyasını temizler.

İbadetlerin Medine’deki Müslümanların hayatında önemli bir yere sahip olması, beraberinde ibadetha-neleri de önemli kılıyor. Zira Müslümanlar genellik-le namazlarını cemaat ile kılarlardı. Bu da mescitle-rin çok işlek bir durumda olduğunu gösterir. Ancak bu mescitlerin en önemlisi şüphe yok ki Mescid-i Nebi’dir. Mescid-i Nebi Medine’de bir üs görevi gör-mekte ve diğer mescitlere nispeten merkez addedil-mekte idi. Bu sebeple Cuma namazlarında diğer mes-cit cemaatleri Mescid-i Nebi’de toplanırdı.

Medine’nin ahlakî ve toplum yapısında yukarıda an-lattığımız gibi Peygamberimiz çok etkili idi. İnsanlar Peygamberimizin emirlerini harfiyen uyguladıkları için, her şey Efendimizin tasarladığı şekilde gerçekle-şiyordu. Efendimizin gerçekleştirdiği bazı faaliyetleri ele alacak olursak başta muahâtı (kardeşliği) zikre-debiliriz. Efendimiz Medine’ye geldiğinde yaptığı ilk işlerden birisi Ensar ve Muhaciri birbirlerine kardeş yapmasıdır. Aslında bu kardeşlik genel olarak Müslü-manların bir özelliğidir. (Hucurat, 10) Sahabeler birbirle-rine kardeş olduktan sonra birbirlerini daha çok kol-lamış, birbirlerinin yardımına koşmuşlardır.

İş hayatında ise Mekkeliler ticaret yapıp Medineliler de zirai işler ile meşgul oluyorlardı. Bu iş farklılıkları, şehri iş olanakları ve ekonomi açısından daha zengin kılıyordu. Ayrıca bu genel kardeşliğin yanında Efen-dimiz bazılarını özel olarak kardeş kılıyordu. Mesela

Page 19: İSLAM DAVETİNİN MEDİNE DÖNEMİ - İlim – DergisiMedine’nin Mekke’den tek farkı, şehrin coğrafi ya-pısı ve bunun beraberinde getir-diği sosyo-ekonomik durumlar dır.

العلم19 ربيع الآخر 1438 العدد:17

Hz. Ebubekir ile Haris bin Zübeyr, Hz. Ömer ile It-ban İbni Malik birbirlerine kardeş ilan edilmişlerdir. (Buhârî, menakibu’l-ensar, 3) Bu kardeşlik sayesinde şehir olarak birbirlerinden farklı olan kişilerin bir şehirde nizaya ve kargaşaya mahal vermeden yaşam sürdür-meleri sağlanmıştır.

Diğer taraftan biliyoruz ki her bölgenin diğer bölge-ye nispeten elbisesi ve giyim tarzı farklılık arz eder. Ancak İslam bu farklılıklara ve giyimlere bazı sınır-lar çizmiştir. Medine halkının giyim kuşamlarına da Efendimiz bazı sınırlar getirmiştir. Örneğin kibirli ve diğer insanlardan daha havalı gösteren ipek giysileri yasaklamıştır. (Buhârî, Kitabu’l-libas, 1979) Aynı şekilde bir kibir alameti olarak elbiseleri yerde sürüklemeyi ve giysilerin aşık kemiklerini geçmesini yasaklamıştır. (A.g.e, 1973)

Efendimiz elbiselere bir ayar verdiği gibi bunların na-sıl giyileceği hakkında tavsiye verdiği de olmuştur. Örneğin bir hadisinde “Sizden biri ayakkabılarını gi-yerken sağdan başlasın, çıkarırken de soldan çıkarsın” (A.g.e, 1994) demiştir. Elbette ki burada kast ettiği sadece ayakkabı değil, genel olarak bütün giysilerdir. Bütün bunların yanında Efendimiz en önemli düsturu ise her hususta müşriklere muhalefet etmek idi. Zira “Müşriklere muhalefet edin; sakalları uzatın, bıyıkları kısaltın” (A.g.e, 1997) şeklindeki hadisi hem sahabe üze-rinde bir tarz oluşturuyor hem de müşriklere karşı bir nefret duygusu aşılıyordu.

Medine toplumunda İslam’ın etkisi hemen her saha-da görülüyordu. Tabii olarak yeme içme gibi mutat fiillerde de görülüyordu. Allah’ın domuz etini haram kılışı gibi (Bakara, 173) Efendimizin yeme içme ile ilgili birtakım kısıtlamaları ve tavsiyeleri vardır. İslam ki-birlenmenin haram olduğunu söyler. Dolaylı olarak insanda kibir meydana getirecek şeyleri de yasaklar. Mesela Huzeyfe (r.a.), Efendimizin altın ve gümüş

kaplarda yemek yemeyi yasakladığını söyler. (Buhârî,

Kitâbu’l-libas, 1990) Yemek adabına dair ise Ömer bin Ebu Seleme’ye şunları öğütlemiştir Efendimiz: “Ey oğul! Yemeğe besmele ile başla ve sağ elin ile ve kendi önün-den ye!” (Buhârî, Kitâbu’l-et’ıme, 1888) Diğer bir hadisinde ise “Ben yaslanarak yemem” (A.g.e, 1895) diyerek aslında “siz de yaslanarak yemeyin” demiş olur.

Bütün bunların yanında Efendimiz az yer ve sofra-sında bir fakiri doyurmaya çalışırdı. (A.g.e, 1992) Aynı şekilde içeceklerde Müslümanlara bazı kısıtlamalar getirilmiş ve tavsiyeler yapılmıştır. Örneğin Allah bir ayetinde içki içmeyi haram kılar. (Maide, 90-91) Aynı ayette kumar oynamayı da haram kılarak toplumu bu iki felaketten uzak tutar. Bu haramlık hadislere de konu olmuştur. (Buhârî, Kitabu’l-eşribe, 1930) Ayrıca Efendi-mizin suyu üç yudumda içtiği bize ulaşan bilgilerden-dir. (A.g.e, 1945) Efendimizin her hareketini uygulamaya çalışan Medine halkı, bu emirleri yerine getirerek ah-laklı bir toplum inşa etmişlerdir.

Meslek ve sanatlar bir toplumda hayatın idame etti-rilmesi için olmazsa olmazdır. Bu hususta Efendimi-zin “Allah kulunun helal kazancı için yorgun düştü-ğünü görmeyi sever.” hadisi Peygamberin çalışmayı övdüğünü gösterir. Bu şekilde alın terine değer veren İslam, haksız kazanç olan faizi de yasaklayarak top-lumdaki bu ahlaksızlığı engellemiştir. (Bakara 275) Peki, Medine ehlinin genel sanat uğraşları ne idi? Başlıca şunları sayabiliriz: Yazı yazma öğretmenliği, tercü-manlık, duvarcılık, tüccarlık, kasaplık, tahtırevan ve yatak yapıcılığı, kap, kaçak ve tencere yapımı, demir-cilik, tabiplik, fırıncılık, berberlik, koku satıcılığı, deri-cilik, ziraatçılık. (Muhamed Hamidullah, İslam Peygamberi, s.991)

Page 20: İSLAM DAVETİNİN MEDİNE DÖNEMİ - İlim – DergisiMedine’nin Mekke’den tek farkı, şehrin coğrafi ya-pısı ve bunun beraberinde getir-diği sosyo-ekonomik durumlar dır.

ilim Ocak 2017 Sayı: 1720

Madalyonun İki Yüzü Medineli Ehli Kitap ve Müslümanlar // Abdullah Köşgen

Bu yazımızda Medine’deki Ehli kitap ile Müslü-manlar arasındaki ilişkiyi inceleyeceğiz. İki cemaat dıştan bakıldığında iki ayrı din gibi görünen ama özünde bir ağacın farklı iki meyvesi gibidirler. Me-seleye girmeden evvel konu etrafında birkaç zıpla-ma tahtası oluşturacağız. Bu yazının neticesini, bizi doğru din anlayışına ulaştıracak bir merhale olarak görüyorum.

Medine’de Ehli kitabın büyük kısmını Yahudiler oluştururdu. Mekke’de Efendimizin mücadele etti-ği insanların içinde Hıristiyan olduğu için Kuran-ı Kerim’de Ehli kitap kaydı ile getirilen ayetler bazen Efendimize iman edenleri, bazen Yahudileri, bazense Hıristiyanları anlatmaktadır. Yahudilerin Medine’ye gelişi hakkında farklı iddialar vardır. Genel olarak yaşadıkları şehirlerin (Filistin, Kudüs, Suriye) işga-li üzerine göç ettiklerinde fikir birliğine varılmıştır. Bununla birlikte göç etmelerinin diğer sebebi, kut-sal kitaplarında geleceği bildirilen peygamberin bu şehre hicret edeceğidir. Medine’yi ayakta tutan üç Yahudi kabilesinden söz edilir: Beni Kaynuka, Beni Kureyza, Beni Nadr. Daha sonra Müslüman olan Evs ve Hazrec kabileleri ise Yemen’den buraya Ya-hudilerin müttefiki olarak göç ederler.

Müslümanların Medine’ye gelişleri, Mekke’nin bo-yunduruğundan kurtularak medeniyet inşasını sağ-lamak içindir. Öyle de olur. Şehre girer girmez ilk iş olarak antlaşma imzalanır. İki cemaat birbirlerini ve şehri muhafazaya dair bir vesika imzalarlar. Bu antlaşma gönüllerin birliği için de ilk adım niteli-ğindedir. Bu barış ve hoşgörü anlayışından hiçbir zaman taviz verilmemiştir. Savaş zamanında dahi

maruf üzere mücadele emredilmiştir. Yani zalime taviz vermeden ve mazluma destek olarak gerçekle-şen bir mücadele… Genel olarak Ehli kitaba tanınan inanç özgürlüğünü bu potada eritmek mümkündür. Bunun örneğini gerek Efendimize gelen yahut Efen-dimizin gönderdiği heyetlerle münasebetten tesbit edebiliriz. Bunlardan bir tanesi Medine’deki Yahu-dilere Efendimizin davetidir: “Ey Yahudi topluluğu! Müslüman olun, selamet bulursunuz.” Bu hitaba kar-şılık vermeyen Yahudiler hiçbir zorlama ile karşılaş-mamışlardır. Çünkü bu “La ikrâhe fi’d-din / Dinde zorlama yoktur” (Bakara, 256) ayetinin bir mucebidir.

Aynı şekilde Efendimize gelen Necran Hristiyan-ları da bu imtiyazdan paylarını almıştır. Medine’de Efendimizden ibadet için yer talep ettikleri zaman mescidi göstermiştir. Ertesi gün Efendimiz, kendile-rini İslam’a davet edince arada ihtilaf çıkmış ve iş la-netleşme teklifine varmıştır. Çünkü Efendimizi biz-zat ayet bununla memur kılmıştır: “Artık sana ilim geldikten sonra, kim seninle onun hakkında çekişirse de ki: Gelin, oğullarımızı ve oğullarınızı, kadınlarımı-zı ve kadınlarınızı, kendimizi ve kendinizi çağıralım. Sonra Allah’a dua ve niyaz edelim de O’nun lânetini yalancıların üstüne okuyalım. Eğer, yine yüz çevirir-lerse muhakkak Allah, o fesatçıları hakkıyla bilen-dir.” (Al-i İmran, 61) Nihayet mesele Necranlıların Efen-dimize siyaseten teslim olmaları ile neticelenmiş ve lanetleşme yapılmamıştır.

Meselemize dönecek olursak, Medineli Ehli kitaba tanınan müsamahadan bahsettik. Bu müsamahanın ilk zaman güç dengesini korumak için olduğu söyle-nebilir. Ancak Müslümanların güç sahibi oldukları

Page 21: İSLAM DAVETİNİN MEDİNE DÖNEMİ - İlim – DergisiMedine’nin Mekke’den tek farkı, şehrin coğrafi ya-pısı ve bunun beraberinde getir-diği sosyo-ekonomik durumlar dır.

العلم21 ربيع الآخر 1438 العدد:17

Madalyonun İki Yüzü

Hz. Ömer devri ve daha sonraki nice devirde cizye ödeyerek dinlerini yaşamalarına müsaade edilen Ehli kitaptan anlıyoruz ki bu müsamahanın sebe-bi azciyet değil, hürmettir. İşte bu denli hürmetkâr bir Peygamber ve ona tabi olan ashabı, Medine’de üç Yahudi kabilesinden de umduklarını bulamaz. Antlaşmanın üstünden daha iki yıl geçmeden ihlal edilmeye başlanır.

Müslümanların Allahu Teâla’nın inayetiyle kazan-dıkları Bedir Harbi Yahudilerin taşkınlıklarını artırır. Bu taşkınlıklara müsamaha gösterilmesine rağmen çarşıda Kaynuka oğulları tarafından bir Müslüman kadının tacize uğraması ve olayda kan dökülmesi, bardağı taşıran son damladır. Efendimiz Kaynuka oğullarının bölgesini muhasaraya alır. Bir müddet sonra teslim olurlar. Haklarında idam kararı alın-masına rağmen, araya giren birkaç kişi sayesinde sürgün emri verilir. İlk kabile böylece Medine’den çıkarılır.

Nadr oğullarının durumu ise Bedir Gazvesi’ne kadar tarafsızlık halindeydi. Antlaşmaya sadıktılar. Ancak Bedir Gazvesi sonucu öfkelenmeleri ve Müslüman-lar aleyhinde şiirler yazan şairleri Kâ’b b. Eşref’in öldürülmesi, antlaşmayı bozmalarına bir olanak sağladı. Meselenin sonu, kabilenin sürgünü ile so-nuçlanacaktır. Sebep olarak iki ayrı rivayet mevcut-tur. İkisinde de Efendimize yönelik suikast söz ko-nusudur. Nihayetinde bunun bedelini öderler. Önce Hayber’e sürgün edilirler. Burada iken yine fitne fesattan ellerini çekmediler. Hendek muhasara-sında kabileleri ve Kureyş’i kışkırttılar. Kendilerine karşı savaş ilan edilmesinin diğer sebebi ise, Suriye

kervanları için tehdit kaynağı olmalarıdır. Sa-vaş sonucu şehrin yarısı kılıçla, yarısı ise barış-la alınır. Efendimiz burada canlarını bağışlayıp sadece yanlarına alabildikleri eşyalarıyla şehri terk etmelerini söyleyerek büyük lütuf göster-di. Daha sonra kararını yumuşatarak mahsu-lün yarısını istedi.

Hayber Fethi’nden önce Nadr oğulları Medine’de kalan son Yahudi kabilesi Kureyza oğullarını Müs-lümanlara karşı kurulan birliğe katılmaya çağırdı. Bu teklif ilerleyen süreçte kabul edilince Efendimiz iki ateş arasında kalmış oldu. Çünkü Kureyza oğul-larının bulunduğu bölge Hendek Savaşı için bir set mahiyetindeydi. Tam bu sırada Nuaym b. Mesud’un Müslüman olmasıyla Gatafan ve Kureyza oğulları-nın arasını açan savaş hilesi olayları tersine çevirdi. Peygamber, savaş sonrası süratle Kureyza oğullarına dönüp 15-20 günlük muhasara başlattı. Ve sonunda Yahudiler kendileri hakkında kararı müttefikleri olan Sa’d b. Muaz’ın vermesini istediler. Onun hük-mü, savaşabilecek erkeklerin öldürülmesi, kadınla-rın ve çocukların esir muamelesi görmesi ve malla-rının Müslümanlar arasında paylaştırılmasıydı.

Son olarak, “Biz sizi düşünen birinin düşünebileceği kadar yaşatmadık mı?” (Fâtır, 37) ayetini hatırlayalım. Hz. Peygamber bu olaylar yaşanmadan onlara ba-rış çubuğunu uzatmıştı. Yollarının birbirine yakın olduğunun farkındaydı. Bundan dolayı anlaşarak inançlarında devamlılık göstermelerini hoş gördü. Bu hoşgörünün farkına varanlar Müslüman oldu. Abdullah b. Selam gibi. Farkına varamayanlar ise kendilerine yazık ettiler.

Kaynakça:TDV İslam Ansiklopedisi; Vakidi, el-Meğazi; Sîret-i İbni Hişam

Page 22: İSLAM DAVETİNİN MEDİNE DÖNEMİ - İlim – DergisiMedine’nin Mekke’den tek farkı, şehrin coğrafi ya-pısı ve bunun beraberinde getir-diği sosyo-ekonomik durumlar dır.

ilim Ocak 2017 Sayı: 1722

İnsan iki kavram ile her zaman iç içe olmuştur: İnanç ve iktisat. İnsan inancına ve ilkelerine göre iktisat yapar. Her iktisadın bir amacı vardır. Bu amaç insanı nereye götürüyorsa insanın inancı budur. İslam’da iktisat, ifrat ve tefritten yani cim-rilik ve israftan uzak olmaktır.

Batı dünyası her ne kadar bilime, iktisat ve eko-nomiye değer verse de insanı bir eşya gibi görür ve insanı adeta satın alır ve pazarlar. Kimilerini medyayla, kimilerini futbolla, kimilerini bilimle. İnsanı sadece fizikî yönleri ile değerlendirir. Ya avdır insan ya da avcı. Tırnak içinde batının hiç de ‘renkli’ bir dünyası yok. Siz ya müşterisinizdir ya da bir mebi’. Hiçbir zaman üçüncü bir şık koymaz-lar önünüze. İşte İslam’ın diğer tüm oluşumlardan ayrıldığı nokta, insana üçüncü bir şık sunması ve milyon tane renk katmasıdır. İslam tabiri caizse, gözümüzdeki siyah beyaz perdeyi kaldırmış, bizi renklerin dünyasına tevdi etmiştir. İnsanı hem fi-ziken hem de duygusal olarak ele almış ve bizatihi insana insan olduğu için değer vermiştir. Bunun tezahürünü hepimizce malum bir beyitte görüyo-ruz: “Yaratılanı severim yaratandan ötürü.”

Bunlarla birlikte İslam dininde iktisat ve ekonomi konusunda en önemli unsurlardan biri şeffaflıktır.

Gizli ve şüphe uyandıran bir faaliyet olamaz. Nite-kim “kapısı kapalı camide cuma namazı kılınmaz” ifadesi, İslam’ın şeffaflığa ne kadar önem verdiğini gösteriyor. Bu girişten sonra, gelin hep beraber İs-lam toplumunun iktisat kavramını yerinde tefek-kür edelim.

Mekke

Efendimiz (s.a.v.)’in doğduğu şehir, Hicaz bölgesi-nin iktisat ve ekonomi açısından en önemli şehir-lerinden biriydi. Çünkü Mekke’de ne bir ot ne de verimli toprak mevcuttu. Buna bağlı olarak Mekke insanı ticarete yönelmiş ve gitgide kendini geliş-tirmişti. Özellikle Hac mevsimlerinde en büyük ekonomik sirkülasyonu sağlayan pazarlar kuru-yorlardı. Efendimiz de bu çevrede doğup büyüdü-ğü için doğal olarak ticaretle uğraşmış, amcası ve Hatice validemiz ile ticarî faaliyetlerde bulunmuş-tu. Efendimiz’in zekâsı dürüstlüğü ile mezc olunca aranan isim olmuş ve birçok zengin ortaklık teklif etmiştir. Efendimiz (s.a.v.) bu ahlakı sebebiyle an-nemiz Hz. Hatice’den evlilik teklifi alarak ilk izdi-vacını gerçekleştirdi. Kendisi bu ticarî yaşantısı ile bize ‘nasıl dürüst ticaret yapılır’ı göstermiş ve dü-rüst olmanın mal kaybına uğratmayacağını adeta ispat etmiştir.

MEDİNE İSLAM

TOPLUMUNUN İKTİSADÎ

VE SOSYAL YAPISI ÜZERİNE

KADİR METE ÖNAL

Page 23: İSLAM DAVETİNİN MEDİNE DÖNEMİ - İlim – DergisiMedine’nin Mekke’den tek farkı, şehrin coğrafi ya-pısı ve bunun beraberinde getir-diği sosyo-ekonomik durumlar dır.

العلم23 ربيع الآخر 1438 العدد:17

Medine

Hicret edilip Medine’ye gelindiğinde, iki önemli faaliyeti gerçekleştirme fırsatı Müslümanlara geç-mişti. Verimli toprak üzerinde bulunan Ensar’ın tarımla uğraşması ve Muhacir’in bildiğimiz üzere ticarete yönelmesi, Müslümanların lehine bir ge-lişme olmuştur.

Efendimiz (s.a.v.) Medine’deki ilk ticaret pazarını Yahudi tekelinden arınmış, faiz ve tefecilikten so-yutlanmış bir kabristan bölgesine kurdu. Müslü-manların satış yaptığı her an ölümü düşünmeleri, buna bağlı olarak ahiret bilincinden hiç kopma-maları adaletin tesisini kolaylaştırıcı bir sebepti. Kendi nefislerini muhasebe altına almayı başa-ramayan, nefsi kocaman olmuş Yahudiler buna karşın Arapları ‘bizden değiller zaten’ düşüncesi ile ‘soyup soğana’ çeviriyorlardı. Bugün de ticaret, bir insanın ahiret bilinci ve temel ahlakî değerle-ri itmam olmadığı sürece aynı adaletsiz, acımasız yönünü sürdürüp zengini daha da zengin, fakiri daha da fakir etme eyleminden başka bir şeye dö-nüşmez.

Efendimiz hem söylem hem de yaşam açısından her zaman ahiret bilincini göz önüne sermiş ve

ahlakî değerleri telkin etmiştir. Olur da insan ha-taya düşer diye ticaret pazarını kabristanın yanı-na kurmuştur. İşte dedelerimizin her camiye bir hazire yaptırması ve merkezî yerlere umumî kab-ristanlar oluşturması belki de insanları zinde tutu-yor, her daim ahiret bilinci ile hareket etmelerini sağlıyordu.

İstediğimiz kadar ekonomik güce sahip olalım, ilk önce ahlakî değerlerimiz olmalı ve insanı bir meta haline dönüştürmemeliyiz. Nitekim Rabbimiz, Kur’an-ı Kerim’de insanları iktisadî faaliyetler açı-sından ahiret bilinci olan ve olmayan şeklinde ikili bir ayırıma gitmiştir. (Mutaffifîn suresi, 1-5) Ahiret bilin-ci olmayanların azaba uğratılacağını söylemiştir. (Mutaffifîn suresi, 10-17)

Peygamber Efendimiz (s.a.v.) hayatımızın her da-kikasında, her saniyesinde nasıl bizi hilme (yu-muşaklık), merhamete, hoşgörüye davet ediyorsa, ticarette de insanlarla ilişki safhasında yumuşak olan ve zarar vermekten kaçınanları tazim edi-yor. Biz biliyoruz ki ahlakî değerleri olan, kendi-ni ‘kâr’a satmayan tüccarlar hiçbir zaman zarara uğramazlar. Unutmayalım helâl 5 lira, haram 10 liradan daha çoktur.

Page 24: İSLAM DAVETİNİN MEDİNE DÖNEMİ - İlim – DergisiMedine’nin Mekke’den tek farkı, şehrin coğrafi ya-pısı ve bunun beraberinde getir-diği sosyo-ekonomik durumlar dır.

1. Bir önceki Mekke konuşmamızda İslam öncesi şehrin genel durumunu sormuştum. Bu kez Medine’yi merak ediyoruz. Medine ismini almadan önce, gerek kültürel gerek siyasi nok-tada Yesrib nasıl bir yerdi?

Öncelikle sosyal yapıyı oluşturan en dinamik unsuru yani şehrin demografik yapısını ele alacak olursak, şehir iki ana bloktan oluşuyordu. Şehrin yüzde altmışını Araplar, yüzde kırkını Yahudiler oluşturuyordu. Rakamla ifade etmek gerekir-se, altı bin Arap, dört bin Yahudi vardı Yesrib’te. Şehrin ilk sakinlerinin Amalika kabilesi Arapları olduğu tahmin edilir. Daha sonra Yahudi nüfus, ardından Evs ve Hazrecliler gelmiş ve şehir kabi-lelerden ibaret bir kente dönüşmüştür. Burayı ilk defa Yahudilerin kurduğu da nakledilir.

Sosyal yapıyı böyle bir kabile kültürünün oluşturması, şehirde sürekli ve canlı bir siyasi yaşamın varlığını gerektiriyordu. Çünkü müşrik Arap kabilelerle Yahudi kabileler arasında bitme-yen bir üstünlük iddiası vardı. Sürekli antagoniz-ma ve kabile savaşları içindeydiler. Zaman zaman kabile içi sülale kavgaları da yaşanmıştır. Bu tarz iç çekişme ve kavgalarda tarihin ve tabiatın de-ğişmez kanunu devreye girer, üçüncü taraf her zaman kazanan olurdu.

Yesrib’in tek bir otorite tarafından idare edilen bir sisteme ihtiyacı olduğu, neredeyse herkesin kabul ettiği bir gerçekti. Fakat şehrin heterojen yapısı bunu zorlaştırıyordu. Yahudiler Arap ka-bilelerini birbirlerine düşürerek şehir üzerindeki hâkimiyetlerini sürdürüyorlardı. Şehri oluşturan bu iki ana blok; Yahudi ve müşrikler birbirlerine müdahale etmeden dini hayatlarını sürdürebili-yorlardı. Yahudiler ehli kitap olmalarından dolayı ayrıca bir üstünlük taslasalar da müşrikleri kendi dinlerine davet etmiyorlardı. Ezcümle iki kesimin çatısı olabilecek merkezi bir yönetim yoktu.

Şehrin putu Menat şehrin dışında Müşellel mevki denilen bir yerde bulunuyordu. Şehirde bir ibadet merkezi ve dini toplanma yeri yoktu. Bu-nun dışında herkesin evinde küçük bir put bulu-nuyordu. Şehrin merkezinde bir mabed olmayışı, dini hayatın sosyal ilişkilerde çok belirgin olma-masını sağlıyordu ya da sosyal ilişkilerine dini hayatlarını fazla karıştırmıyorlardı.

Yine diğer kabilelerden, özellikle Kureyş’ten nisbeten biraz daha farklı, kendilerine özgü bazı dini ritüelleri vardı. Mesela Yesribliler ihramlıy-ken hayvansal gıdalar yemez, gölgede durmaz, ev-lerine arkadan açtıkları bir delikten veya çatıdan sarkarak girerlerdi. Bu uygulamanın erdemlilik

Beş Soruda Medine Dönemi

k

Muhammed Yazıcı Hoca ile Kapak Konusu Sorular ve Düzenleme: Adem Özçelik

ilim Ocak 2017 Sayı: 1724

Page 25: İSLAM DAVETİNİN MEDİNE DÖNEMİ - İlim – DergisiMedine’nin Mekke’den tek farkı, şehrin coğrafi ya-pısı ve bunun beraberinde getir-diği sosyo-ekonomik durumlar dır.

olmadığı Kur’an’da şöyle anlatılır: “İyi davranış, asla evlere arkalarından gelip girmeniz değildir. Lâkin iyi davranış, korunan (ve ölçülü giden) kim-senin davranışıdır.” (Bakara suresi, 189)

Mekke’deki şirk dinin özellikle hac aylarında umre yapmayı büyük bir günah sayması manidar-dır. Çünkü Kureyş hac aylarında umre yaptığın-da, sene içerisinde bir daha umreye gelmemeleri gibi bir durum söz konusu olacağından ve bunun da şehrin ekonomisini olumsuz etkileyeceğinden dolayı, söz konusu durumu büyük günah sayarlardı. Ne var ki Yesrib müşriklerinin bu uygulamaya bir itirazlarının olduğunu görüyoruz kaynaklarda. Diğer yandan Kâbe’yi tavaf eder gibi putların etrafın-da döndükleri rivayetler arasında mevcuttur.

Medine’nin iki büyük kabilesi Evs ve Hazrec sürekli savaş halin-deydi. Fakat hac ve umreye giden kişinin evine, malına asla zarar vermezlerdi. Kâbe’ye saygılarından kaynaklanan bu durum, dini haya-tın toplum üzerindeki etkilerinden biridir. Necm suresinde Lat, Uzza ve Menat ol-mak üzere üç büyük puttan bahsedilir. Lat Taif’in, Uzza Kureyş’in, Menat ise Medinelilerin putuy-du. Hatta Menat’ın bulunduğu yerde bir mabedin olduğu, hac ve umreye giderken orada ihrama gi-rildiği, dönüşte de orada birkaç gün kaldıklarında ancak haclarının kabul olacağına inanıyorlardı.

Tıpkı müşriklerin örneğinde olduğu gibi şe-hirde Yahudilere ait umumi bir ibadethane de yoktu. Yahudilerin haham sınıfı ahbarın Yahudi-ler üzerinde etkileri çok büyüktü. Bundan dolayı

Hz. Peygamberimiz “Yahudilerin hahamlarından (ahbar) on tanesi bana iman etseydi, yeryüzün-deki bütün Yahudiler bana iman ederdi” demiş-tir. (Müsned-i Ahmed 2/346. Benzer lafızla Buhari ve Müslim) Siyasi açıdan Beni Nadir ve Beni Kureyza Yahu-dileri Evslilerle, Beni Kaynuka ise Hazrec ile itti-fak halindeydi.

Yesrib’de Hıristiyanlık ise yok denecek kadar azdı. Kaynaklar gasîletü’l-melaike sıfatıyla maruf Hanzala’nın babası Ebu Âmir bin Amr’ın Hıris-

tiyan bir rahip olarak ismini verirler. Önceleri Medine’de insanlara ahireti, cennet ve cehennemi anlatır, iyiliğe davet ederdi. Hicretten sonra Hz. Peygamber’e hep muhalif oldu. Hatta Uhud Savaşı’nda müşrik saflarında yer aldı. Bu zat Mescid-i Dırar’ın in-şasının da fikir babasıdır. Bizans’ın Şam valiliğiyle ir-tibatı kaviydi ve Bizans’ın Medine’yi kuşatacağı iddi-asıyla Medine’deki müna-fıkları daima zinde tutmaya çalışıyordu.

2. Medine’nin Mekke’den belki de en bü-yük farkı kuşkusuz fiili cihad. 26 gazve ve 35 seriyeden bahsediliyor. Bu, her yıl birkaç savaş veya çatışma yaşanması demek. Peygamberi-mizin savaşları ve kabilelerin biatı üzerinden konuşacak olursak, İslam’ın cihad mantığını ve bununla bağlantılı biat kavramını siz nasıl yo-rumluyorsunuz?

Şüphesiz Medine döneminin tamamını gaz-veler oluşturmuyordu. Lakin gazve ve savaşlar

İslam öncesi Yesrib’in tek bir otorite tarafından idare edilen bir sisteme ihtiyacı olduğu, neredeyse herkesin kabul ettiği bir gerçekti. Fakat şehrin heterojen yapısı bunu zorlaştırıyordu. Yahudiler Arap kabilelerini birbirle-rine düşürerek şehir üze-rindeki hâkimiyetlerini sürdürüyorlardı.

العلم25 ربيع الآخر 1438 العدد:17

Page 26: İSLAM DAVETİNİN MEDİNE DÖNEMİ - İlim – DergisiMedine’nin Mekke’den tek farkı, şehrin coğrafi ya-pısı ve bunun beraberinde getir-diği sosyo-ekonomik durumlar dır.

büyük bir yer tutmaktaydı. Bedir’e götüren sü-reçte Kureyş’e karşı atılmış en önemli adım, çev-re kabilelerle yapılan anlaşmalardı. Bu, düşmanı azaltmayı ve hedef küçültmeyi sağlıyordu. Bu kabileler Bedir zaferinden sonra Medine ile daha sıkı ilişki içinde olmaya çalıştılar. Kabilelerle an-laşma politikası daha sonra Hendek’te, Kureyş önderliğinde oluşmuş bir konfederasyonun güç-lenmesini engellemişti.

Üçüncü yılda Uhud Savaşı Kureyş için tam bir galibiyet sayılamazdı. Çünkü Mekke’yi ayak-ta tutan ticaretti ve ticaret, kervanların Suriye’ye güvenli biçimde gidiş gelişine bağlıydı. Kervan güzergâhı Hz. Peygamberin kontrolündeydi. Su-riye kervanlarının aksaması Mekke’nin ticaretini bitirmeye yetecek bir şeydi. Medine’de bir devlet var oldukça hiçbir sonuç Kureyş için bir zafer ve nihai başarı olarak görülemezdi. Yani Hendek Savaşı kaçınılmazdı. İç muhalefet Bedir ve Beni Kaynuka zaferlerinden sonra etkisini yitirmiş olsa da Uhud mağlubiyetinden sonra yeniden hareketlenebilirdi. Fakat Hz. Peygamberin şehir savunması stratejisine yapılan muhalefet, böylesi muhtemel hoşnutsuzluğun önüne geçmiştir.

Peygamber devrinin son gazvesi Tebük’ün ortaya koyduğu gerçek ise Müslümanların artık küresel bir güç olduklarıdır. Hz. Peygamber 20 yıl içinde Arap Yarımadası’nı tanınmayacak ka-dar değiştirmişti. Şefkat ve merhamet gibi insanı yücelten vasıflar, onun devlet yönetim anlayışını da oluşturuyordu. Bedevi bir toplumu medeni bir topluma çevirmişti. İnsan ve toplumun tarihi tec-rübeyle elde edeceği yaşam kalitesini önceye çek-meyi başarmıştı. Bu şekilde ileriyi geri çekiyor, geleceği bizzat kendi inşa ediyordu. Genel olarak

İslam’ın başarısı, Hz. Peygamberin herkesin ak-lından geçirmeye korktuğu hakikati fütursuzca, en yüksek perdeden seslendirmesinin bir ödülüy-dü. Böylelikle Arap Yarımadası’nda İslam’a doğru kitlesel yöneliş, Müslümanları bir anda bölgesel güç olmaktan küresel bir güç olmaya yükseltti. İşte bu nedenle Tebük Savaşı İslam’ın küresel bir güç oluşunun kanıtı niteliğindedir.

Biat mese-lesine gelecek olursak, burada P e y g a m b e r i -mizin risalet ve idareci misyo-nunu ayırmak gerekir. Hicretin ilk yıllarında tek tek biat etmek için Medine’ye gelen bedevi k a b i l e l e r d e n Cüheyneli biri-ne Peygamberi-mizin “bu (biat) bedevi biatı mı yoksa hicret bia-tı mı?” diye sor-ması, o günün sosyolojisinde peygambere gelip yapılan bütün biatların peygambere iman etmek anlamına gelmediği, siyasi bir anlamı olduğu yani güçlü kabileler için iş birliği, zayıf kabileler için sığınma anlamını taşıdığı ve en önemlisi Hz. Pey-gamberin peygamberlik konumu ile devlet adam-lığını birbirinden ayırdığını göstermesi açısından oldukça manidardır. Ayeti kerime bu tür biatlılar

Peygamber devrinin son gazvesi Tebük’ün ortaya koyduğu gerçek ise Müslü-manların artık küresel bir güç olduklarıdır. Hz. Pey-gamber 20 yıl içinde Arap Yarımadası’nı tanınmaya-cak kadar değiştirmişti. Şefkat ve merhamet gibi insanı yücelten vasıflar, onun devlet yönetim an-layışını da oluşturuyordu. Bedevi bir toplumu mede-ni bir topluma çevirmişti.

ilim Ocak 2017 Sayı: 1726

Page 27: İSLAM DAVETİNİN MEDİNE DÖNEMİ - İlim – DergisiMedine’nin Mekke’den tek farkı, şehrin coğrafi ya-pısı ve bunun beraberinde getir-diği sosyo-ekonomik durumlar dır.

için “iman ettik demeyin, teslim olduk deyin” bu-yurur. (Hucurât Suresi, 14)

Biatlar sayesinde kabileler Arabistan’ın yükse-len yıldızı Medine devletinin güvenlik sistemine dâhil oluyorlardı. Hz. Peygamber İslam’ın kabulü-nü şart koşmaksızın, herhangi dini bir talepte bu-lunmadan anlaşmalar yaptığı kabileleri İslam’ın gölgesinde oluşan güvenlik paktına davet ediyor-

du. Fakat daha sonraları İslam devleti bölgede önemli bir güç olunca, Hz. Peygamber bu muahedelerde kabile putları-nın yıkılmasını ön şart olarak sundu. Hatta Mezhiclilerin bir kolu olan Cufi kabilesi, kesilen hay-vanların kalp-lerini yeme-meyi dinî bir

ritüel olarak kabul ederdi. Bu kabileyle yapılan görüşmelerde Hz. Peygamber kızartılmış bir kalp getirerek kabile reisi Kays bin Seleme’nin önüne koydurdu. Eğer bunu yemeği reddederse tam ola-rak İslam’ı kabul etmiş sayılmayacağını söyledi. Bu olay, Hz. Peygamberin puta tapınmanın an-lam ve muhteva sınırlarını çok geniş tuttuğunu gösterir. O sadece ‘sanem’e değil, her türlü puta karşıydı.

3. Mekke’de Peygamberimizin civar kabi-lelere açılma safhası nasıl kırılma noktası ise, katılır mısınız bilmiyorum, ama sanıyorum Hudeybiye de Medine için öylesi bir kırılma ve sıçrama noktası. Müslüman toplumda nasıl bir değişim baş gösterdi Hudeybiye Barışı’ndan sonra?

Bir kere Hudeybiye’ye kadarki süreci iyi tahlil etmeden Hudeybiye’yi anlamamız çok zor. Me-dine muhasarasından sonra Hz. Peygamberin Kureyş’e karşı izlediği politikada öncesine nis-beten çok ciddi değişiklikler olduğu gözlemlenir. Mekke’yi mağlup etmek ve tümüyle yok etmek gibi bir niyetinin olmadığını, Mekke’nin kendi iradesiyle İslam’a girmesini istediğini ve bütün si-yasetini bunun üzerine kurduğunu göstermiştir. Hudeybiye Barışı İslam’ın küresel vizyonunun bir neticesidir. Hz. Peygamberin dar düşünce ve sığ hedeflerle küçük hesaplar peşinde olmadığının kanıtıdır. Hudeybiye Muahedesi’yle Kureyş artık Hz. Peygamberin peygamberliğini olmasa da Me-dine devletinin meşruiyetini kabul etmiş oldu.

Ertelenerek de olsa Müslümanların Kâbe’yi ziyaret edecek olmasının muahedeye eklenmesi, Peygamberimizin niyetinin safiyâne bir ibadetten ibaret olduğunu göstermişti. Bu şekilde Mekkeli-lerin “eğer Müslümanların niyetleri sadece ibadet olsaydı, sözleşmeye bunu bir şekilde eklerlerdi” türünde bir kara propaganda yapmasının önüne geçilmiş oldu. Özellikle bedevilerle ilişkilerde ta-rafların eşit olduğunu öngören madde, artık bü-tün Arabistan’da Medine’nin Mekke’ye mukabil meşru bir devlet olduğunun Kureyş tarafından tesciliydi. Bu durum, sekiz ay önce görülmemiş bir ordu gücüyle kuşattıkları bir devleti bizzat ve resmen tanımaları anlamına geliyordu.

Medine muhasarasından sonra Hz. Peygamberin Kureyş’e karşı izlediği politikada öncesine nis-beten çok ciddi değişik-likler olduğu gözlemlenir. Mekke’yi mağlup etmek ve tümüyle yok etmek gibi bir niyetinin olmadığını, Mekke’nin kendi iradesiyle İslam’a girmesini istedi-ğini ve bütün siyasetini bunun üzerine kurduğunu göstermiştir.

العلم27 ربيع الآخر 1438 العدد:17

Page 28: İSLAM DAVETİNİN MEDİNE DÖNEMİ - İlim – DergisiMedine’nin Mekke’den tek farkı, şehrin coğrafi ya-pısı ve bunun beraberinde getir-diği sosyo-ekonomik durumlar dır.

Anlaşmadan çıkan bir diğer sonuca göre, Mekke kervanlarının bundan böyle yol emniyeti-ne zarar verilmeyeceği gerçeği, Medine adına bir tavizdi. Fakat Mekke kervan ticaretinin olumsuz etkisi Mekke halkı üzerinde Medine’ye karşı bir nefret oluşturuyordu ve Kureyş yönetimi bu nef-retten faydalanarak yok olmaya yüz tutmuş olan Mekke’deki beraberlik ruhunu ve ortak amaç bir-liğini sağlıyordu. Dolayısıyla bu durum menfi açı-dan bir birliktelik sağlıyordu. Peygamberimiz söz konusu emniyetin sağlayıcısı olarak Mekkelilerin sempatisini kazanmıştı.

Ayrıca bu muahede neticesi çevre kabilelerle ilişkiler güçlenecek ve İslam davetinin doğu ve kuzeye doğru genişlemesine imkân tanınacaktır. Geçmişte Mekke’yle olan gerilim, İslam’ın diğer bölgelere açılmasına engel oluyordu. Bu süreçten sonra Peygamberimizin tevhid ve adalet hareketi, o günün şartlarına göre bir yapı en hızlı ne kadar büyüyebilirse o kadar büyümüştü. Bu genişleme-de Hudeybiye aşamasının yeri büyüktür. Sizin de işaret ettiğiniz gibi, İslam’ın belki bu günlere ulaş-masının temelinde Hudeybiye fırsatı olduğunu söyleyebiliriz.

Kureyş’in Bedir’de aldığı büyük hezimet, kendi içindeki kabile rekabetini bir an olsun askıya al-masına ve bir amaç etrafında birleşmesine vesile olmuştu. Mesela Mahzum ve Abduşşems oğulları arasındaki ezeli düşmanlık, Bedir mağlubiyetin-den sonra neredeyse tamamen yok olmuştu. Ne var ki Hudeybiye sonrası yumuşayan ilişkiler ve yeniden normale dönen ticaret hayatı, tekrar bu iki gurubu çekişmeye sevk etti. Acıların birleştir-diği toplum, rahat ve rehavet ortamında eski ha-line dönmüş oldu.

Burada esir meselesine de temas etmek gereki-yor. Hudeybiye Anlaşması’nın içinde Müslüman-lar aleyhine görünen en net madde, esir mübade-lesi maddesiydi. Buna göre Mekke’de Müslüman olan biri Medine’ye sığındığı vakit Medine iade edecek, Medine’den Mekke’ye sığınan kişi teslim edilmeyecekti. Bu çok açık bir tavizdi. Belki Hu-deybiye günü Müslümanların Hz. Peygambere karşı kırgın olmalarına sebep olan maddeydi bu. Fakat Mekkeli Ebu Basir’in Müslüman olmasıyla çok enteresan bir gelişme yaşandı. (Bazı rivayetler Müs-

lüman olmadığını, siyasi bir sığınma talebiyle Medine’ye geldiğini

söyler.) Medine’ye geldiğinde Kureyş peşine adam göndererek yapılan sözleşmedeki malum madde-yi hatırlattı. Hz. Peygamber sözleşme gereğince Ebu Basir’in Medine’den çıkmasını emretti.

Bunun üzerine Ebu Basir Medine’den ayrılıp Suriye kervan yolu üzerinde sahile yakın bir yere gitti ve burada Müslüman olmak istediği halde muahedeye göre Mekke’ye iade edilecek yetmiş kişiyi topladı. Bu gurup Kureyş kervanlarını ta-ciz etmeye başladı. Böylelikle hem muahede ih-lal edilmemiş hem de Kureyş’in anlaşmadan en fazla kazandığı ve Hz. Peygamberin verdiği bir taviz olarak görünen kervan yolu emniyeti kay-bolmuş oldu. Yol kesenler resmi olarak Medine’ye bağlı olmadığından dolayı yaptıklarından Medine sorumlu tutulmuyordu. En sonunda Kureyş elçi-leri Medine’ye gelerek muahedenin kendi lehle-rine olan maddesinin feshedilerek bu gurubun Medine’ye dönmesini istediler.

Böylelikle çok açık bir şekilde bu anlaşmanın Kureyş’e hiçbir katkısı olmamış oldu. Bu deği-şiklikle birlikte mutlak galip tarafın mağlup bir devletin önüne koyduğu ve imzalamaktan başka

ilim Ocak 2017 Sayı: 1728

Page 29: İSLAM DAVETİNİN MEDİNE DÖNEMİ - İlim – DergisiMedine’nin Mekke’den tek farkı, şehrin coğrafi ya-pısı ve bunun beraberinde getir-diği sosyo-ekonomik durumlar dır.

hiçbir seçenek bırakmadığı bir mahiyet aldı. Artık güç tamamen Medine’ye geçmişti. Bir zamanla-rın azametli Kureyşlilerinin, yaptığı çağrıya kah-kahayla karşılık verdikleri Mekke’nin yetiminin ayağına kadar gidip bir lütufta bulunmasını iste-mek zorunda kalmaları bile meseleyi izah etmede yeterliydi. Kazanımlardan bir başka-sı Hayber Fethi’dir. Hayber Fethi’nin tam anlamıyla Hudeybiye’nin mey-vesi olduğunu gösteren en önemli delil, Peygamberin Hayber muhasa-rasına sadece Hudeybiye’ye katılıp Rıdvan Biatı’nda bulunan kimsele-rin katılmasını istemesidir.

Hz. Peygamber Hudeybiye’ye Müslüman olmayan kabileleri de hac için davet etmişti. Bu davet beklendiği ilgiyi görmese de Pey-gamberin bu kabileleri Medine dev-leti bünyesine alma hedefini göste-riyordu. İşte Hudeybiye Anlaşması bu hedefi gerçekleştirmek için de büyük bir fırsattı. Hz. Peygamberin, kendisine zulmetmiş olan Kureyşli-lere karşı kronik bir hal almış düş-manlığı yoktu. Bu büyük bir olaydır. Mekke kompleksi taşımaması çok önemliydi. Onun hedefi Mekke’yi yerle bir etmekten ziyade Kureyş’i de içine alan Arabistan coğrafyasında alternatif, ideal bir toplum örneği ortaya koymaktı.

Sonuç olarak, Hudeybiye Hz. Peygamberin hicretten sonraki hem stratejik hem diplomatik başarısının neticesinde ortaya çıkan bir zafer-dir. Hudeybiye’yle birlikte yeni dinin köksüz ve

mevcut yapıyla alakasız bir din olmadığını ortaya koymuş oluyordu. Mekke’nin İslam için de kutsal bir yer olduğu, hatta merkez olduğu gösterilmiş ve Mekke halkının gönlünde yumuşama meydana getirmişti. Diğer taraftan Hudeybiye’nin özellik-le haram aylar içerisinde gerçekleştiğini düşün-

düğümüzde, Peygamberin tamamen tedbirsiz davranmadığı görülmüş olacaktır. Sadece yolcu kılıçlarıyla Mekke’nin eşiğine kadar getirdiği Müslümanları tehlikeye atmamıştır.

4. Medine’de özellikle Yahudi nüfusun fazla oluşu, ehl-i kitap ilişkileri bağlamında sonraki Müs-lümanlara zengin bir miras bırak-mış. Bununla birlikte Peygamberi-mizin ehl-i kitapla münasebetinin her zaman aynı olmadığını görü-yoruz. Bu tablo bize söylüyor?

Evet, Yahudi nüfusu Medine’de çoktu. Toplamda yüzde altmışa kırk olmak üzere büyük bir nüfusa sahip-ti. Hz. Peygamber’den önce Araplar-la bir kültür geçişi gerçekleştirmiş-lerdi. Karşılıklı kız alıp verme, ticari ve kültürel ortaklık gibi iki taraflı bir kaynaşma söz konusuydu. Medine anayasasının 25. maddesi Yahudile-rin kendi dinlerini özgür bir şekilde

yaşamalarını garanti ediyordu ve Yahudilerle bir-likte Müslümanları Medine vatandaşlığı kavramı altında birleştiriyordu.

Vakidî gibi bazı siyer kaynakları Hz. Peygam-berin Medine’ye ilk geldiğinde genel Medine Sözleşmesi dışında özel olarak Yahudilerle bir

Hz. Peygamberin, kendisine zulmet-miş olan Kureyş-lilere karşı kronik bir hal almış düş-manlığı yoktu. Bu büyük bir olaydır. Mekke kompleksi taşımaması çok önemliydi. Onun hedefi Mekke’yi yerle bir etmekten ziyade Kureyş’i de içine alan Arabis-tan coğrafyasında alternatif, ideal bir toplum örneği orta-ya koymaktı.

العلم29 ربيع الآخر 1438 العدد:17

Page 30: İSLAM DAVETİNİN MEDİNE DÖNEMİ - İlim – DergisiMedine’nin Mekke’den tek farkı, şehrin coğrafi ya-pısı ve bunun beraberinde getir-diği sosyo-ekonomik durumlar dır.

anlaşma yaptığını kaydeder. Buna göre Yahudiler hiçbir koşulda Hz. Peygambere düşmanlık etme-yecek veya lehine-aleyhine hiçbir tutum içerisin-de olmayacaklardı. Anlaşmayı Yahudileri temsi-len Beni Kureyza’dan Ka’b b. Esed imzalamış ve Hendek Savaşı’na kadar sözleşme-ye sadık kalmışlardır.

Bununla birlikte Hz. Peygam-berin Medine’ye gelişinden Yahu-dilerin sınır dışı edilişine kadarki süreçte yok denecek kadar az sa-yıda, dört beş Yahudi gerçekten Müslüman oldu. İslam’a girenlerin genelde münafıklar içerisinde bu-lunduğunu görüyoruz. Oysa Hz. Peygamber Yahudilere önyargıyla yaklaşmadı. Kur’an Yahudilerle il-gili Âli İmrân suresinin 113. ayetin-de hepsini aynı kefeye koyup bir kenara atılmalarına karşı çıkmış ve içlerinde ayrıma gidilmesini emretmiştir.

Her fırsatta iki dinin de aynı kaynaktan fışkırdığını dile getiren Hz. Peygamber, Medine’ye gelişi-nin daha ilk başlarından itibaren Yahudilerle hep uzlaşma zemini aradı. Kalplerini İslam’a ısındırmak için çok uğraş gösterdi. Hicret-ten hemen sonra Medine’de kıble olarak Kudüs’e dönmesinden tutun da Müslümanların toplan-ma gününün Yahudilerin sebt gününün hazırlığı sayılan cumaya denk getirilmesine kadar… Fa-kat bütün bu çabasına rağmen Yahudiler Müs-lüman olmaya yanaşmadıkları gibi her fırsatta

düşmanlık etmekten geri durmadılar. Fikri ve te-olojik alanda baş gösteren çatışma, kısa süre son-ra fiziki ve siyasi mahiyete büründü.

Nihai kertede Yahudilerin seçilmiş bir millet olduğu ve Allah’ın sadece onlardan peygamber

göndereceği inancı, onların ade-ta sonu olmuştu. İlerleyen yıllarda Yahudiler Medine’den çıkarılarak Hayber’de bir koloni oluşturdular. Bütün bunlara rağmen ben zaman ve zemin dikkate alınarak aynı şart-lar tekrar ettiğinde, Medine’nin ilk yıllarına dönmenin mümkün olabi-leceğini düşünüyorum.

5. Son olarak Veda Hutbesi ile veda edelim. Peygamberimizin son kez umumi kamuoyuna yap-tığı bu konuşmada biz sonrakilere ana mesajı nedir sizce?

Bir kere Veda Hutbesi’nin irad edildiği yer, bilinenin aksi-ne Arafat’tır. Bu bile başlı başına bir devrim niteliğindedir. Çünkü Kureyşliler hac menasiki içinden Arafat’ta vakfe yapmayı çıkarmış-lardı ve bir kabile kibriyle diğer ka-

bilelerden farklı olmak için Arafat’ta vakfe yap-madan direk Müzdelife’ye geçerlerdi. Peygamber bütün bir nübüvvet hayatı boyunca yapmış oldu-ğu değişiklikleri, yine birini gerçekleştirdiği yerde insanlara özetledi. Biliyoruz ki Peygamberimiz bi’setten itibaren yüzlerce konuşma yaptı. Üm-metinin karşısına çıkarak onlara dünya ve ahi-ret hayatına dair vaazlar verdi. Veda Hutbesi bir

Peygamberimizin aile, ceza ve muame-le hukukunda yaptığı değişiklikler reorga-nizasyon mahiyetin-deydi. Komünal bir yapıdan insanın bir fert olarak hak ve hürriyetini dikkate alan ve bunun önün-deki engelleri kaldır-mayı amaçlayan bir toplumsal yapı oluş-turmayı hedeflemiş ve bu anlayışın ka-rarlarda etkili olduğu gözlemlenmiştir.

ilim Ocak 2017 Sayı: 1730

Page 31: İSLAM DAVETİNİN MEDİNE DÖNEMİ - İlim – DergisiMedine’nin Mekke’den tek farkı, şehrin coğrafi ya-pısı ve bunun beraberinde getir-diği sosyo-ekonomik durumlar dır.

bakıma o güne dek söylenen tüm sözlerin özetiy-di aslında. Adeta bir romanın, bizzat yazarı tara-fından özetlenmesiydi. Kelimenin tam anlamıyla bir İslam manifestosuydu.

Diğer semâvî dinler gibi İslam da hem bireysel hem toplumsal anlamda huzur ve refahı sağlamak için gönderildi. Bunun en açık şekli ibadetlerde karşımıza çıkmaktadır. İbadetlerin kimisi gizli ve tekil, kimisi ise cemaatle yani açıktan yapılır. Giz-li olanlar bize bu dünyaya ait olmadığımızı, birer yolcu olduğumuzu hatırlatırken, cemaatle yapı-lanlar şu anda dünyada olduğumuzu ve bu hayat-ta yalnız ayakta kalamayacağımızı öğretir. İşte tam bu noktada Veda Hutbesi bize ictimai hayatın temel ilke ve düsturlarını gösterir. Her bir ferdin uyması gereken asgari kurallardır bunlar. Birçok insana göre ilk insan hakları beyannamesidir bu konuşma.

Güçlünün güçsüze, zenginin yoksula, erkeğin kadına, büyüğün küçüğe karşı olan sorumlulukla-rına dikkat çeker Peygamberimiz. Hiçbir insanın bir diğerinden yaratılış olarak üstün olmadığını üstüne basa basa vurgular. Ekonomik hayatı felç ederek gelir dağılımında adaletsizliğe sebep olan faizi net bir şekilde tekrar yasaklar. Yıllardır bitip tükenmek bilmeyen kan davalarına son verir.

İnsanlığın ilk günlerinden bu yana tüm pey-gamberlerin anlattığı, hatta uğruna canlarını ver-dikleri değerlerdir bunlar. Peygamber Efendimiz de bu dava için mücadele ederek sevdiklerini, ar-kadaşlarını bu uğurda feda etmiş, ahirete irtihal etmeden önce davasının temel düsturlarını orada bulunanlara anlatmış ve bu ilkeleri yaymaları için nasihatte bulunmuştur.

Temel hak ve hürriyetlerin tesisi için feda edil-miş bir ömrün son demlerinde, kendisini bu yolda yalnız bırakmamış insanlara karşı son uyarılardır söyledikleri. Bu açıdan bir vasiyet de diyebiliriz Veda Hutbesi’ne. Peygamberimiz hayatının tüm safhalarında olduğu gibi burada da kendisi için hiçbir şey istememiş, sadece insanlığı düşünmüş-tür. Çünkü o yaşatmak için yaşamıştır. Vermek için kazanmış, mutlu etmek için acı çekmiştir.

Buraya kadarki bütün anlatılanlara göz atıl-dığında şöyle bir hipotez ortaya konulabilir: Pey-gamberimizin aile, ceza ve muamele hukukunda yaptığı değişiklikler reorganizasyon mahiyetin-deydi. Komünal bir yapıdan insanın bir fert olarak hak ve hürriyetini dikkate alan ve bunun önün-deki engelleri kaldırmayı amaçlayan bir toplum-sal yapı oluşturmayı hedeflemiş ve bu anlayışın kararlarda etkili olduğu gözlemlenmiştir.

Cahiliyede kişinin kabileden bağımsız kendi-ne özgü bir kişiliğinden söz edilemezdi. Böylelikle kişinin diğerinden farklı, kendine ait bir şahsiyete sahip olduğunu, aynı zamanda bir toplumun da parçası olduğunu hissettirerek denge kurmuştur. Şahsiyeti cemiyet içerisinde var etmiştir. Cema-atle namaz bunun en belirginleştiği yerdir.

Peygamberimiz dahası Allah’la kulun baş başa kalacağı bir ibadeti toplu halde yapmayı emrede-rek, bu dengeyi günde beş defa düzene koymayı amaçlar. Bu aynı zamanda Müslümanlar arasın-daki cemaat duygusunu pekiştirir.

العلم31 ربيع الآخر 1438 العدد:17

Page 32: İSLAM DAVETİNİN MEDİNE DÖNEMİ - İlim – DergisiMedine’nin Mekke’den tek farkı, şehrin coğrafi ya-pısı ve bunun beraberinde getir-diği sosyo-ekonomik durumlar dır.

ilim Ocak 2017 Sayı: 1732

Medine DönemindeHukuki DüzenlemelerEmre Gündoğdu

Cahiliye adetlerinin kökünün kazındığı 13 yıllık Mek-ke döneminde, herhangi bir kanuni yapılanma ile ilgilenilmemiş, daha çok dini ayakta tutma, İslam’ın yayılması, Müslümanların güçlenmesi gibi işlerle uğ-raşılmıştır. İşte bu dönem, aslında Müslümanları yo-ğun geçecek Medine dönemindeki hukuk sistemine hazırlamıştır. Mekke dönemi, Hazreti Peygamberin yeni bir dinin esaslarını anlattığı ve insanların azı-nın kendisine inanıp çoğunun reddettiği bir devredir. Hazreti Peygambere inanmayan çoğunluk kesim her daim İslam’ın karşısında durmuş ve onun kökünü kurutmanın yollarını aramıştır. Rasulullah da buna çözüm olarak İslam’ın başka diyarlara yayılmasını öngörmüştür. Bu çözüm yolu ile hem Müslümanlar feraha kavuşacak hem de gittikleri topraklara İslam’ı yayacaklardı.

Rasulullah daha bi’setin 5. yılında Habeşistan’a 12 ki-şilik bir kafile yollamış, talihsiz bir olay üzerine bu ka-file bir yıl sonra dönmüştü. Bunun üzerine Rasulullah 72 kişilik bir kafile daha yollamıştır. Günler geçtikçe Müslümanların sayısı artmış, bu artış ile müşriklerin baskıları da had safhaya ulaşmıştı. Yıllar sonra ger-çekleşen Akabe biatları ile Rasulullah dışa açılan ka-pının anahtarını bulmuştur. Yesrib’ten gelen bir grup insan Müslüman olmuştur. Rasulullah onların yan-larına hoca olarak Musab b. Umeyr’i verir ve Yesrib’e yollar. Sadece iki yıl sonra Yesrib’teki iki büyük ka-bile -Evs ve Hazrec- Müslüman olur. Rasulullah bu

habere çok sevinir. Müslümanların rahata kavuşması için yeni bir yol çıkmıştır.

Kısa bir müddet sonra hicret ayeti nazil olur ve Müs-lümanlar fert fert hicret etmeye başlarlar. Rasulullah da hicret edince Medine’de sadece Müslümanların kalabileceği bir ortam ve istikbaldeki Medine İslam devleti oluşmuş olur. Devlet olmak bazı sorumluluk-lar gerektirir elbet. Yeni adetler, yeni kanunlar ve yeni bir sistem… Artık ayetlerin rengi değişmiştir. Ayetler yeni bir devlet kurmaya odaklı gelmeye başlamıştır. İşte Medine dönemi hukuki açıdan böyle bir değere sahiptir. Gelin bu hukuki sürece kronolojik olarak ba-kalım.

BİRİNCİ YILDA DÜZENLEMELER

1. Hutbe: Hz. Peygamber Medine’ye hicret yolculu-ğunda ilk hutbesini Kuba Mescidi’nde irad buyurmuş ve bundan sonra hutbe, cuma namazlarının bir par-çası haline gelmiştir.

2. Ezan: Medine’de hicretten hemen sonra Müslü-manları beş vakit namaza dâvet etmek için bir çare aranmış, Rasulullah ashabı ile bu konuyu istişare etmiştir. Hristiyanlar gibi çan çalınması, Yahudiler gibi boru öttürülmesi, ateş yakılması vb. vasıtalar teklif edilmiş ise de Peygamberimizin gönlü bunlara yatmamış ve meclis dağılmıştır. Daha sonra Hazrec kabilesinden Abdullah b. Zeyd isimli zat rüyasında bir kişinin ezan okuyarak namaza dâvet ettiğini ve

Page 33: İSLAM DAVETİNİN MEDİNE DÖNEMİ - İlim – DergisiMedine’nin Mekke’den tek farkı, şehrin coğrafi ya-pısı ve bunun beraberinde getir-diği sosyo-ekonomik durumlar dır.

العلم33 ربيع الآخر 1438 العدد:17

Medine DönemindeHukuki Düzenlemeler

kamet getirerek de cemaate çağırdığını görmüş, uya-nınca rüyasını Rasulullah’a anlatmıştır. Rasulullah “Bu ilâhî bir rüyadır” buyurduktan sonra sesi müsait olan Bilâl’e emretmiş, Bilâl’in Peygamber mescidi-ne yakın yüksekçe bir evin üstünde okuduğu ezan-ı Muhammedî, kıyamete kadar güzel bir sünnet ve şiâr olmuştur. İlk ezanı duyunca koşarak gelen Hz. Ömer de aynı rüyayı gördüğünü ifade etmiştir. (Buhârî, Ezan, 1;

Tirmizî, Mevâkît, 27; Müslim, Nikâh, 79)

3. Nikâh: Hicretin birinci yılında Abdurrahman b. Avf evlendiği zaman Peygamberimiz kendisine “Eşine me-hir olarak ne verdin” diye sormuş, o da “Bir çekirdek (bir gramdan biraz fazla) altın” demiştir. Peygambe-rimiz bu cevabı aldıktan sonra “Bir koyun keserek bile olsa insanlara ziyafet ver” buyurmuştur. (Buhârî, Nikâh,

7, 54, 56) Mehir, düğün ve ziyafet gibi unsurlar ile başla-yan aile müessesesinin kuruluşu, çeşitli zamanlarda gelen eş sayısının sınırlandırılması, karşılıklı haklar, anlaşmazlıkların çözümü gibi hükümlerle tamamla-narak devam etmiştir.

4. Cihat: Müslümanlar önce Habeşistan’a, sonra da Medine’ye hicret ettikleri halde Mekkeli müşrikle-rin zulmünden kurtulamamışlar, bilhassa Mekke’de kalan kadın, çocuk ve yaşlılar, çeşitli baskı ve işken-celere maruz kalmışlardı. Böylece zulmü ortadan kaldırmak, din ve vicdan hürriyetini sağlamak için düşmanın saldırısına karşı koymak kaçınılmaz hale gelmiş, ashap da bunu ısrarla talep eder olmuştu. Ni-

hayet Allah Teâlâ: “Kendilerine karşı savaş açılanlara, zulme uğramış olmaları sebebiyle -mukabele etme ko-nusunda- izin verildi. Şüphe yok ki Allah onlara yar-dım etmeye hakkıyla kadirdir.” (Hac: 22/39) buyurarak Müslümanların savaşmalarına izin verdi. Bu izinle başlayan cihat, gerekçesi bulundukça kıyamete kadar sürmek üzere meşru kılınmış, Peygamberimiz on yıl-lık Medine hayatında yirmi beş civarında büyük kü-çük gazâya çıkmıştır.

İKİNCİ YILDA DÜZENLEMELER

1. Oruç: Önceki ümmetlere de farz kılındığı Kur’an-ı Kerîm’de bildirilmiş olan Ramazan orucu, muhteme-len Hz. İsmail ve babası Hz. İbrahim şeriatından kal-mış bir gelenek olarak Araplarca bilinir, bazı kimseler bu ayda oruç tutarlardı. Peygamberimiz de bu ayda Hira Mağarası’na çekilir, burada ibadet ve tefekkür ile meşgul olurdu. Hicri 2. yılda nazil olan şu ayet-le Ramazan orucu farz kılınmıştır: “Ey iman edenler! Sizden öncekilere yazıldığı gibi oruç size de yazıldı (farz kılındı); umulur ki korunursunuz.” (Bakara: 2/183)

2. Bayram namazları: Medine’de halkın eğlenip ne-şelendiği iki günleri vardı. Peygamberimiz burayı teş-rif ettikten sonra “Allah bunların yerine size daha iyi iki bayram verdi; Fıtır ve Kurban Bayramı” buyura-rak bu iki bayram geleneğini başlattı ve halka bayram namazlarını kıldırdı. (Nesâî, Iydeyn, I., Ahmed, C. III, s. 103.)

3. Zekât: Yeterli mala sahip olanların vermekle

Page 34: İSLAM DAVETİNİN MEDİNE DÖNEMİ - İlim – DergisiMedine’nin Mekke’den tek farkı, şehrin coğrafi ya-pısı ve bunun beraberinde getir-diği sosyo-ekonomik durumlar dır.

ilim Ocak 2017 Sayı: 1734

yükümlü olduğu zekât farziyeti şu ayetle meşru kılın-mıştır: “Mallarından, onları temizleyeceğin ve ruhla-rını yücelteceğin bir sadaka (zekât) al.” (Tevbe: 9/103)

4. Kıblenin değiştirilmesi: Müslümanlar Mekke dö-neminde namaz kılarken Kudüs’teki Beyt-i Makdis’e yöneliyorlardı. Medine’de inen ayetle birlikte Müs-lümanların kıblesi ebediyete dek Kâbe olarak değiş-tirildi: “Biz senin yüzünün göğe doğru çevrilmekte ol-duğunu görüyoruz. Hemen seni hoşnut kalacağın bir kıbleye doğru döndürüyoruz; yüzünü artık Mescid-i Haram tarafına çevir. (Ey Müslümanlar!) siz de nere-de olursanız olun, yüzlerinizi o tarafa çevirin.” (Bakara:

2/144)

ÜÇÜNCÜ YILDA DÜZENLEMELER

1. Miras hükümleri: İslâm’dan önce Araplar kız ço-cuklarına mirastan hisse vermezler, miras erkek çocuklara kalırdı. Bunun dışında mal bırakılmak is-tenen kimseler için vasiyet edilirdi. Buhârî’nin İbn Abbâs’tan şu rivayeti miras hukukunun tarihine ışık tutmaktadır: “Mal erkek çocuğa ait idi. Ana-babaya vasiyet yoluyla mal bırakılırdı. Allah Teâlâ bu uygu-lamadan dilediği kısmı neshederek kaldırdı. Erkeğe iki kadın hissesi kadar verdi. Ana-babadan her birine altıda bir ve -bazı durumlarda- anaya üçte bir verdi. Kocanın hanımına sekizde veya dörtte bir, kocaya ise yarı veya dörtte bir verdi.” (Buhârî, Vasâyâ, 6.) Miras huku-kunun büyük bölümünü detaylı şekilde Nisa suresi 11 ve 12. ayetleri anlatmaktadır.

2. Boşanma: Bu yıl içinde boşama hükümleri konmuş ve “Talâk” ismini taşıyan sure inmiştir. İlk ayette şöyle buyurulmaktadır: “Ey Peygamber! Kadınları boşamak istediğiniz zaman onları iddetleri içinde (iddetlerini gözeterek) boşayın ve iddeti iyi hesap edin. Rabbiniz Allah’tan korkun. Apaçık bir hayâsızlık yapmadıkça onları evlerinden çıkarmayın, onlar da çıkmasınlar.” (Talâk: 65/1)

3. Faiz: Faiz Araplar arasında son derece yaygındı. Mekke’de, Taif’de ve Medine’de faizcilik yaparak ça-lışmadan kazanan birçok kişi vardı. İslam’da faiz ka-deme kademe haram kılınmıştır. Mekke’de iken hoş bir şey olmadığı haberi verilmişti, fakat ilk haram kı-lınışı hicri 3. yılda Al-i İmran suresi 130. ayeti ile ol-muştur. “Ey iman edenler! Faizi kat kat alarak yeme-yin. Allah’tan sakının ki başarıya ulaşasınız.”

DÖRDÜNCÜ YILDA DÜZENLEMELER

1. Yolculukta namazın kısaltılması ve korkulu du-rumlarda namaz: Nisâ suresinin 101-103 arası ayet-leri yolculukta, savaşta vb. hallerde namazla ilgili kolaylıklar getirmektedir: “Yeryüzünde sefere çıktığı-nız zaman, kâfirlerin size kötülük etmelerinden çeki-nirseniz, namazı kısaltmanızda size bir günah yoktur. Şüphesiz kâfirler sizin apaçık düşmanınızdır.” Hadis-ler ve uygulama, yolculuk vb. durumlarda dört rekâtlı farz namazların ikiye indirilerek kılınması ruhsatının korku ve tehlikeli durumlara bağlı olmadığını, normal yolculuklarda da bu kolaylığın söz konusu olduğunu ortaya koymuştur.

2. Recm cezası: Medine’de Yahudi bir erkek Yahudi bir kadınla zina ederken yakalanmış ve Hz. Peygamber’e getirilmişlerdi. Peygamberimiz suçlulara, kendi din-lerine göre cezalarının ne olduğunu sormuş, onların yalan söylemeleri üzerine Abdullah b. Selâm’ın yar-dımı ile Tevrat’ta mevcut recm hükmünü bulmuş ve suçlulara uygulamıştı. Aynı hüküm, sünnete dayalı icmâ ile İslâm’a da intikal etmiş ve bu suçu işleyen evli şahıslara -bunların sayısı çok az da olsa- uygu-lanmıştır. (Buhârî, Hudûd, 24 vd.)

4. Abdest ve Teyemmüm: İlgili ayette şöyle buyu-rulmaktadır: “Ey iman edenler! Namaza kalktığınız zaman yüzlerinizi ve dirseklerinize kadar ellerinizi yıkayın. Başlarınızı meshedin ve topuklarınıza kadar ayaklarınızı yıkayın. Eğer cünüp iseniz boydan boya yıkanın. Eğer hasta yahut yolculukta olursanız veya

Page 35: İSLAM DAVETİNİN MEDİNE DÖNEMİ - İlim – DergisiMedine’nin Mekke’den tek farkı, şehrin coğrafi ya-pısı ve bunun beraberinde getir-diği sosyo-ekonomik durumlar dır.

العلم35 ربيع الآخر 1438 العدد:17

sizden biri tuvalet ihtiyacını görmüş ya da kadınlara dokunmuş (/ cima etmiş) olup da su bulamazsanız te-miz bir toprakla teyemmüm edin. Onunla yüzlerinizi ve ellerinizi meshedin. Allah size bir zorluk çıkarmak istemiyor; ancak sizi temizlemek ve olur ki şükredersi-niz diye üzerinize nimetini tamamlamak istiyor.” (Mai-

de: 5/6)

BEŞİNCİ YILDA DÜZENLEMELER

1. İffete iftira cezası (haddu’l-kazf): Kadınların na-muslarına dil uzatılmasını engellemek maksadına yönelik “iftira cezası” yine bu yıl, Hz. Âişe’ye yönelti-len bir iftira sebebiyle vazedilmiştir. Bu cezayı getiren ayetin meali şöyledir: “Namuslu kadınlara zina isna-dında bulunup, sonra (isbat için) dört şahit getireme-yenlere seksener sopa vurun ve artık onların şahitliği-ni hiçbir zaman kabul etmeyin.” (Nur: 24/4)

2. Îlâ: Îlâ, kocanın karısına yaklaşmamak, onunla cinsî temasta bulunmamak üzere yemin etmesidir. İl-gili nasta bunun çözümü şöyle açıklanır: “Kadınlara yaklaşmamaya yemin edenler dört ay beklerler; eğer bu müddet içinde kadınlarına dönerlerse şüphesiz Al-lah çokça bağışlayan ve esirgeyendir. Eğer boşamaya karar verirlerse Allah (her şeyi) işitir ve bilir.” (Bakara:

2/226-227)

ALTINCI YILDA DÜZENLEMELER

1. Anlaşma kaideleri: Rasûl-i Ekrem (s.a.v.) ashâbı ile beraber, hicrî 6. yılda umre ibadeti yapmak üze-re Mekke’ye hareket etmişti. Mekke yakınlarındaki Hudeybiye bölgesinde Kureyş müşrikleri yolunu ke-serek onu Mekke’ye sokmayacaklarını söylemişlerdi. İlk bakışta Müslümanların aleyhine gibi gözüken bir anlaşmaya varıldı ve o yıl Medine’ye geri dönüldü. Bu hâdise çerçevesinde milletlerarası ilişkiler, harp ve sulh, müzâkere usulü gibi meselelerde önemli kai-deler konmuş, gerekli örnekler verilmiş oldu.

2. Alkollü içkilerin ve şans oyunlarının yasaklanması:

Alkollü içkilerin yasaklanması faiz gibi birden olma-mış, bu köklü alışkanlığı sıkıntısız olarak ortadan kal-dırmak için “yasaklamayı zaman içine yayma ve sin-dirme” metodu takip edilmiştir. İlk âyette; hurma ve üzümün faydalarından bahsedilirken bunların sarhoş olmak için de kullanıldığı zikredilmiş (Nahl: 16/96), ikinci ayette içki ve kumarın faydaları bulunmakla beraber zararlarının daha büyük olduğu anlatılmış (Bakara: 2/219), üçüncü ayette sarhoşların namaz kılmaları yasaklan-mış (Nisâ: 4/43), konu ile ilgili son ayette ise alkollü içki-ler ve şans oyunları kesin olarak yasaklanmıştır: “Ey iman edenler! Şarap, kumar, dikili taşlar (putlar), fal ve şans okları birer şeytan işi pisliktir. Bunlardan uzak durun ki, kurtuluşa eresiniz.” (Mâide: 5/90) Bu yasakla-manın tarihi konusunda çeşitli rivayetler ve tespitler vardır. Bunlardan kuvvetli olanı, yasaklamanın Hu-deybiye yılında olduğudur. (İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, C. XII, s.

127.)

3. Vakıf: Hayber’den elde edilen ganimet dağıtılınca Hz. Ömer, kendi hissesini, Allah rızası için vakfetmek üzere Rasulullah ile istişare etti. Onun “istersen aslını bırakır, menfaatini tasadduk edersin” buyurması üze-rine Hz. Ömer, “satılmamak, hibe edilmemek, miras-çılara kalmamak üzere; fakirler, aile yakınları, köleler ve yolcular için” bu değerli toprağı vakfetti. Rivayet-lerden birine göre İslâm’da ilk vakıf uygulaması bu olmuştur. (Şevkânî, Neylu’l-evtâr, C. VI, s. 22-35.)

4. İsyan ve haydutluğun cezası: Hicrî 6 ile 7. yıl ara-sında Hz. Peygamber’e etraf kabilelerden bazı kim-seler Müslüman olduk, diyerek sığınmışlardı. Zayıf oldukları için Medine sıtmasına yakalandılar. Hz. Peygamber de onları hem tedavi olsunlar hem de beslensinler diye Medine haricinde, zekât develeri-nin bulunduğu yere gönderdi. Bu şahıslar orada iyi-leşip güç kazanınca irtidat ederek deve çobanlarını tüyler ürperten işkenceyle öldürdüler ve develeri alıp gittiler. Rasulullah bunların peşinden takipçi birlik

Page 36: İSLAM DAVETİNİN MEDİNE DÖNEMİ - İlim – DergisiMedine’nin Mekke’den tek farkı, şehrin coğrafi ya-pısı ve bunun beraberinde getir-diği sosyo-ekonomik durumlar dır.

ilim Ocak 2017 Sayı: 1736

gönderdi. Yakalanıp getirildiler. Cezaları hakkında şu ayetler nazil oldu: “Allah ve Rasulüne karşı savaşan-ların ve yeryüzünde düzeni bozmaya çalışanların ce-zası ancak ya acınmadan öldürülmeleri ya asılmaları yahut el ve ayaklarının çaprazlama kesilmesi yahut da bulundukları yerden sürülmeleridir. Bu onların dünyadaki rüsvalığıdır. Onlar için ahirette de büyük azap vardır.” (Mâide: 5/33)

YEDİNCİ YILDA DÜZENLEMELER

1. Bazı yiyeceklerin yasaklanması: Hayber Savaşı’nda ehlî eşeklerin azalması üzerine durumu Rasulullah’a iletmişlerdi. O da ehlî eşek etinin yenmesini kesin ola-rak yasakladı. (Buhârî, Zebâih, 24; Zâdu’l-me’âd, Beyrut, 1987; C. III,

s. 342.) Cahiliye devri Arapları hemen bütün hayvan-ları yerlerdi. Bunlardan bir kısmını Kur’ân-ı Kerîm, bir kısmını da (köpek dişi ile parçalayan etoburlar ile pençesiyle avlayan kuşlar vb.) sünnet yasaklamıştır.

2. Zirai ortaklık: Cahiliye devrinde toprağı üç sıfatla işlemek ve ekmek mümkün oluyordu: Toprağın sahibi olmak, menfaati bağışlanmış olmak, nakit karşılığın-da kiralamak. İslâm bunlardan ilk ikisini kullanıma geçirdi. Üçüncü şekil üzerinde yasaklayıcı hadisler bulunduğu için görüş ayrılıkları vardır.

SEKİZİNCİ YILDA DÜZENLEMELER

1. Kısas: Kısasla ilgili ayetler (Bakara: 178, 179; Mâide: 45; İsrâ:

33) gereği Mekke’de Rasûlullah, Hüzeyl kabilesinden bir şahsı, Süleym kabilesinden birisini öldürdüğü için kısas ile cezalandırmıştır. Fetih’ten sonra irad bu-yurdukları hutbede şu ifadeye yer vermişlerdir: “Bir yakını öldürülen kişinin önünde iki seçenek vardır; ya kendisine tazminat ödenir yahut da -bunu kabul et-mezse- katil kısas olunur.” (Buhârî, Diyât, 8)

2. Müddetli evlenmenin (Mut’a) yasaklanması: İslâm’da evlenme akdi, geçici bir zaman için, müddet-li olarak değil, devamlı olmak üzere yapılır. İkinci bir tasarruf ile evlilik bağı çözülmedikçe akit taraflardan

birinin ölümüne kadar devam eder. Hayber Savaşı’na kadar savaş hali zaruri kıldığı için, Müslümanların belli bir müddet için akit yaparak evlenmelerine izin verilmişti. Mut’a nikâhı denilen bu nevi evlenme, nihai hükme Müslümanların intibaklarını kolaylaş-tırmak üzere, önce Hayber Savaşı’nda yasaklandı. Sonra bir müddet daha serbest bırakıldı ve Sünnilerin çoğunluğuna göre Mekke’nin Fethi seferinde kesin ve devamlı olmak üzere yasaklandı.

DOKUZUNCU YILDA DÜZENLEMELER

1. Hac: İslâm’ın beş şartından biri olan hac, hicretin 9. senesinde farz kılındı. İlgili ayetlerin meali şöyle-dir: “Muhakkak ki insanların ibadeti için kurulan ilk mabet, Mekke’deki o çok mübarek ve insanların kıb-lesi olup âlemlere doğru yol gösteren Kâbe’dir. Onda, Allah katındaki şeref ve hürmetini gösteren apaçık deliller ve İbrahim’in makamı vardır. Ona giren, her türlü tecavüzden emin olur. Ona varmaya gücü yeten kimsenin Kâbe’yi tavaf etmesi ise, Allah’ın insanlar üzerindeki bir hakkıdır. Her kim bu hakkı tanımaz ve haccı inkâr ederse, doğrusu Allah bütün âlemlerden müstağnidir, kimsenin ibadetine ihtiyacı yoktur.” (Âl-i

İmran: 3/96-97)

Bu ayet-i kerimeler hicretin dokuzuncu yılında nazil olunca, Hz. Rasulullah bir hutbe irad ederek Müslü-manlara mükellefiyetlerini şöyle bildirdi: “Ey insan-lar! Hac üzerinize farz kılındı. O hâlde haccediniz.” Resul-i Ekrem’in bu tebliği üzerine sahabeler, “Yâ Ra-sulallah! Her yıl mı?” diye sordular. Peygamber Efen-dimiz cevap vermeyerek sustu. Aynı sualin üçüncü kere tekrarlanmasından sonra Peygamberimiz (s.a.v.) “Hayır! Her yıl değil. Şayet ‘Evet’ demiş olsaydım, mu-hakkak ki her sene haccetmek üzerinize farz olurdu ve siz buna güç yetiremezdiniz.” (Müsned, 2:113; Müslim, 2:975) buyurdu.

Page 37: İSLAM DAVETİNİN MEDİNE DÖNEMİ - İlim – DergisiMedine’nin Mekke’den tek farkı, şehrin coğrafi ya-pısı ve bunun beraberinde getir-diği sosyo-ekonomik durumlar dır.

Bir dava uğruna çileler çekilir, var yok feda edi-lir. Can ve mal verilir. Sahip olunan ne varsa bu uğurda feda edilir. Yeter ki hak bilinen

dava hâkimiyeti ele geçirsin. Yeter ki dava tüm dün-yada ses getirsin. Tarihte nice davalar, nice erler var-dır. Bir dava, uğrunda ölenler varsa davadır. Bir dava, uğrunda yoklar veriliyorsa davadır. İslam tarihinde bir dönüm noktası olan hicret ise İslam davasını dava kılan en önemli vakıadır. İslam davası için yapılan en büyük fedakârlıktır. Canların, malların, hayatların karşılıksız feda edildiği hadisedir hicret. Gelin, hicreti biraz daha yakından anlamaya çalışalım.

Zorunlu Hicret

Hz. Peygamberimiz (s.a.v) ve beraberindeki saha-beler, Mekke’deki 13 yıllık müşriklere karşı sabır ve çile mücadelesinden sonra Yüce Allah’a (c.c) kullukta muvaffak olmak için İbrahim (a.s) şehri Mekke’den Medine’ye gitmek zorunda kaldılar. Bu mübarek hic-ret günü, kendisinde fetanet (zeka) vasfı bulunan ve âlemlere rahmet olarak gönderilen Efendimiz hicret gecesi müşrikleri yanıltmak için taktiksel bir yol iz-ledi. O gece kendi yatağına işkence ve ölüm risk alan Hz. Ali’yi bıraktı. Meşakkatli bir yolculuğa çıkarken yanına dostu ve kardeşi (es-Sıddîk) Hz. Ebubekir’i aldı. Hicret kaçmak değildir, çaredir. Yesrib’e gidenler canlarını korumak için kaçıp gittiler, gibi bir şey söz konusu olamaz. Peygamber ve ashabı can sevdasında değildiler.

Zulümden Hicret

Allah (c.c) nebisine dağları önüne sereyim mi, diye sordu? O ise doğal yaşamak istiyorum Yarabbi, dedi. Mucizelerle yol almadı. Zorluklar, zulümler ve işken-celer görerek yol aldı. Sıradan bir insan nasıl yaşıyor-sa öyle yaşadı. Mekke’de çıkıp bu Kur’an hak kitap-tır, dedi. Herkes kabul etmedi. Rahatça yol giden bir peygamber yoktu. Olsaydı zaten peygamber olmazdı. Müşrikler dinlerinden döndürmek ve onlara bakarak başkalarının da iman etmesini önlemek için, akılla-rına gelen her türlü eziyet ve işkenceyi uyguluyor-lardı. Rasülü Ekrem Efendimizin öz amcası Ebu Le-heb, Peygamber ve ashabının kafasından işkembeler, pislikler döktü. Ayağına dikenler batırdı. Efendimiz Kâbe’de namaz kıldığı için Ebu Cehil’den dayak yedi ve zulüm gördü. Sadece kendisi yaşamadı bu çileyi. Ashabın ilkleri, kemik kadro dediklerimiz de yaşadı. Ammar bin Yasir’in ailesine yapılmadık işkence kal-madı. Köle olan Hz. Bilal-i Habeşi’nin derisi yüzül-dü. Kızgın şişler sokuldu vücuduna. Sonra Rahman suresini Kâbe’de müşriklere okuduğu için bayılana kadar dayak yiyen Abdullah bin Mesud ve diğerleri… Görülebilecek en büyük zulme maruz kaldılar. İşte bu yüzden hicretleri zulümden hicret demekti.

Sapkınlıktan Hicret

Mekke’de hak hukuk yoktu. Güçlü olan her zaman haklıydı. Kız çocukları kendilerinden utanıldığı için daha küçücük, masum bir çocukken diri diri toprağa

Abdulkadir Bölücek

العلم37 ربيع الآخر 1438 العدد:17

Page 38: İSLAM DAVETİNİN MEDİNE DÖNEMİ - İlim – DergisiMedine’nin Mekke’den tek farkı, şehrin coğrafi ya-pısı ve bunun beraberinde getir-diği sosyo-ekonomik durumlar dır.

gömülüyordu. Müşrikler daha kendi üzerine pisleyen kuşları engellemekten aciz, duyamayan, göremeyen, konuşamayan ve kendi elleriyle yonttukları Lât,

Menât, Uzzâ gibi putlara tapıyorlardı. Kurbanlarını onların önünde kesip onlardan yardım istiyorlardı. Artık bu anlamsız ve aklı evvel duruma dayanama-yan Efendimiz putların yanından uzakta bir yerde Hira Mağarası’na sıkça gidip tefekkür halinde olmayı tercih ediyor ve puta tapanların yanında durmamayı istiyordu.

Hicret Yolculuğu

Resulü Ekrem Efendimiz, peygamberliğin 13. yılın-da bir gün Hz. Ebubekir’in evine gelip “Allah bana Mekke’den Medine’ye hicret için izin verdi” dedi. Hz. Ebubekir “Bu yolculukta sana eşlik etme şerefi bana nasip olacak mı?” diye sordu. Efendimiz ona evet deyince, Hz. Ebubekir’in sevinci ve mutluluğu ilik-lerine kadar yaşadığını Efendimiz görmüştü. Ailesi

babalarından uzak olacakları için ağladıklarında Hz. Ebubekir onlara “benden burada beklememi isteme-yin. Allah Rasülüne yol arkadaşı olmayı dünya dolusu altına değişmem.” dedi.

Hz. Âişe diyor ki; “babamın bu günkü kadar sevindi-ğine daha önce şahit olmadım.” Ardından Efendimiz-le birlikte hicret yolculuğunda kendilerine yol kıla-vuzluğu etmek için sözünde duran, güvenilir müşrik Abdullah b. Ureykit ile anlaştılar ve üç gece sonra Sevr Dağı’nda buluşmak için karar verdiler. Efendi-miz hane-i saadete döndüğünde Cebrail (a.s) Efendi-mize müşriklerin tehlikesinden haber verdi: “Şimdiye kadar uyuduğun yatağında bu gece uyuma.” Bunun üzerine Efendimiz Hz. Ali’yi kendi yatağına bıraktı ve ona “korkma. Sana hiç bir zarar gelmeyecektir. Allah seni koruyacaktır.” dedi. Ayrıca Efendimiz kendisine teslim edilen emanetleri Hz. Ali’nin sahiplerine ver-mesini istedi.

Peygamberin Evine Suikast

Efendimizi kesin öldürme kararı alan gözü dönmüş müşrikler evini kuşatmaya geldi ve içlerinde öz amca-sı Ebu Leheb’in de olduğu ve diğer azılı müşriklerden Ebu Cehil ve Ümeyye bin Halef, Efendimize kumpas düzenlendiler. Evden Hz. Ali’nin çıktığını gören Ebu Cehil çıldırmışa döndü. Sonra Hz. Ebubekir’in evine gidip orada aradı. Bulamayınca Hz. Ebubekir’in kızı-na bağırıp tokat attıysa da bekledikleri sonuca ulaşa-madılar.

Yolculuk ve Sevr Mağarası

Efendimiz hane-i saadetten çıkıp doğruca Ebubekir’in yanına vardı ve yola koyulup Mekke’ye bir saat uzak-lıkta olan Sevr mağarasına yol aldılar. Dost Ebubekir yolda giderken Efendimizin bir sağından, bir solun-dan, bir önünden ve bir arkasından gitmeye başladı. Efendimiz ona “niçin böyle yapıyorsun?” diye sorun-ca, Sıddık “senin zarar görmene dayanamam” dedi.

ilim Ocak 2017 Sayı: 1738

Page 39: İSLAM DAVETİNİN MEDİNE DÖNEMİ - İlim – DergisiMedine’nin Mekke’den tek farkı, şehrin coğrafi ya-pısı ve bunun beraberinde getir-diği sosyo-ekonomik durumlar dır.

Evet, dayanamazdı. Çünkü o ilklerin ilkiydi ve tekti. Tereddütsüz imanın adıdır Hz. Ebubekir. Mağara-ya vardıklarında içerinin pisliğini gören Hz. Ebube-kir içeriyi temizleyip Efendimizi davet etti. Bu çileli yolda aksilikler oldu. Hz. Ebubekir’in ayağını yılan soktu. Efendimiz yarayı tükürüğüyle temizleyince Allah’ın ikramı ile acısı geçti. Sonra Allah’ın emriyle mağara ağzına örümcek ağ gerdi. Güvercinler yuva kurdu. Bu hayvanlar iki dostu korumak amaçlı nöbet tutuyorlardı.

Bu kutlu yolculuk sırasında müşrikler Mekke’de Efen-dimizi öfkeyle aramaya devam ettiler. Mekke’de ses şöyle yankı yapıyordu: “Muhammed ve dostunu geti-rene veya öldürene yüz deve veririz.” Bu haberi duyan müşrikler Mekke’nin her tarafına dağılıp aramaya başladılar ve sonunda Efendimizin izini bulup Sevr mağarasının yanına kadar geldiler. Mağaraya doğru az daha yaklaşsalar içerdekileri göreceklerdi. Efendi-miz ve Hz. Ebubekir onları görüyor ama kâfirler onla-rı göremiyordu. Bu sırada Hz. Ebubekir’i telaş, korku ve hüzün sardı. Kendi canının derinde değildi. Yine tek terdi, arkadaşına zarar gelmemesiydi. Efendimiz bu durumu fark edip onu teselli etti: “Üzülme! Allah bizimle beraberdir.”

Kısa zaman sonra Hz. Ebubekir tekrar “ya bizi gö-rürlerse, ya yakalanırsak?” diye konuşmaya başladı. Efendimiz bu kez hafif uyarıcı tarzda; “ey Ebubekir! İki kişinin üçüncüsü Allah olursa, sonucun ne olaca-ğını ne zannediyorsun? Yakalanacağımızı mı sanıyor-sun?” buyurdu. Bunun üzerine içi ferahlayan Sıddık, Rabbine dua etti. Yüce Rabbimiz Kuran’da bu olaya şöyle işaret ediyor: “Ona (Muhammed’e) yardım et-mezseniz, bilin ki, inkâr edenler onu Mekke’den çıkar-dıklarında mağarada bulunan iki kişiden biri olarak Allah ona yardım etmişti. Arkadaşına (Ebu Bekir’e) ‘Üzülme, Allah bizimledir’ diyordu; Allah da ona gü-ven vermiş, görmediğiniz askerlerle onu desteklemiş,

inkâr edenlerin sözünü alçaltmıştı. Ancak Allah’ın sözü yücedir. Allah güçlüdür, hakîmdir.” (Tevbe Suresi, 40)

Mağaradan Ayrılıp Medine’ye Varış

Perşembe gecesi girdikleri mağarada üç gün saklan-dıktan sonra pazartesi günü ayrıldılar. Develerle yol almaya devam ettiler. Yolda daha önce süt vermeyen keçinin süt vermesi gibi mucizevi hadiseler gerçekleş-mişti. Medineli ensardan Müslümanlar Efendimizin yola çıktığını duyduktan sonra, halkın arasında bu-lunan Hz. Ömer, Sad bin Ebu Vakkas, Bilal-i Habeşî gibi sahabeler de yollarda hasretle onu beklediler. Hz. Bilal şöyle diyordu: “Allah’ın onu koruduğu bilmesem, başına bir şey gelmesinden korkarım.” Bunu duyan Hz. Ömer “Sabret Bilal! Her şeyin zamanı var” diye-rek onu teselli etti.

Artık zamanı gelmişti. Medine halkı Rasülüne ka-vuştu. Heyecanla gözyaşının aktığı anlardı. Efendi-mizle dostu hurma ağacının altında yorgunluklarını giderdiler. Sonra onu karşılayanlarla birlikte Kuba’ya doğru yol aldılar. Bu kutlu yolculuğu Allah’ın izniyle sağ salim geçirip hedeflenen hicreti gerçekleştirdiler. Bir süre sonra emanetleri dağıtması için yatağında bı-raktığı amcasının oğlu Ali de Medine’ye, Efendisine kavuşmuştu.

Hicret aslında Medine’ye değil, Allah’a. Rahata, fe-raha değil, sıkıntı, çile ve meşakkate. Hicret aslında kaçış değil, teslimiyet; kurtuluş değil, esaret… Hicret, içinde bin bir ibret dolu ağzı bağlı torba… Bu torba-nın ağzını biraz olsun açtık. Açtık ki kardeşlerimiz ibretten nasiplerine düşeni alsın ve faydalansın. Eğer maksadımız hâsıl olmuşsa ne mutlu bizlere!

Kaynakça:

Kur’an-ı Kerim

Sahîh-i Müslim

Sîret-i İbni Hişam

العلم39 ربيع الآخر 1438 العدد:17

Page 40: İSLAM DAVETİNİN MEDİNE DÖNEMİ - İlim – DergisiMedine’nin Mekke’den tek farkı, şehrin coğrafi ya-pısı ve bunun beraberinde getir-diği sosyo-ekonomik durumlar dır.

ilim Ocak 2017 Sayı: 1740

Değerli dostlar, saadet asrından günümüze ilham devşirmeye devam ediyoruz. Bir önceki sayıda beş madde üzerinden Mekke’den çıkardığım prensipleri anlatmıştım. Kısaca hatırlayalım: İdeal tevhid, şirk toprağında yeşerir… Putperestlik sonrakilerin don-durulmuş dinidir ve bunu çözmek için peygamber reformcular gönderilir… Peygamberimiz, kendinde hiçbir değer görmediği için en değerli insandır… Dış baskı iç birliğin ön şartıdır… Tebliğ, mesajı sansürle-meyen ve belli kesime hapsetmeyen diyalogdur…

Diğer taraftan çok yönlü tarihî hadiselerin kişisel yo-rumlanışındaki olası hatalara ve Mekke-Medine ayrı-mına çok da kanmamak gerektiğine geçen yazıda işa-ret etmiştim. Yine bu yazılar, asr-ı saadetteki birebir olaylar üzerinden değil, genel fotoğrafa dönük sapta-malardı. Olayların okunması sadedinde “Peygamberi-mizin Hayatını Okumaya Giriş” ve “Bu Hayatı Başka Birinde Göster, Ona da Peygamber Diyeyim” başlıklı önceki yazılarıma bakılmasını söylemiştim.

Malum, Medine veya eski adıyla Yesrib ve Taybe, İslam’ın sokaklarda söz sahibi olmaya başladığı, Müs-lümanların toplumsal güce kavuştukları 10 yıllık bir süreç. Ezan uygulamasından cihada, zekâttan mirasa, faizden iftira cezasına, kadınlar için cilbab farziyetin-den alkollü içkilerin ve şans oyunlarının yasaklan-masına kadar dinin sosyal yasaları, Medine’de teşri edilen hususlar. Hicretin ilk yılında Medine-Kızıl De-niz arasındaki kabilelerle dostluk oluşturulmasından

onuncu yılda Yemen’den Aden’e uzanan bölgelerin yönetim altına girmesine kadar üç milyon kilomet-re karelik Arap Yarımadası’nın tümü Müslümanla-rın kontrolüne geçmiştir ki bu, Muhammed Hami-dullah hocaya göre, günde ortalama 845 kilometre karenin ülke sınırları içine katıldığını gösterir. Arap Yarımadası’nın yanı sıra İslam sancağı bu dönemde Güney Filistin ve Güney Irak’ta yayılmış bulunuyor-du. (İslam Peygamberi, Muhammed Hamidullah, 425. ve 1072. paragraf-

lar) Artık sürecin genelinden çıkarabileceğimiz ilkele-re geçebiliriz.

Müslüman Kardeşliği Olmadan Müslümanlık Olmaz

Peygamberimiz sallallâhü aleyhi vesellem Medine’ye hicretinin beşinci ayında 186 civarında Mekke’li ai-leyi Medine’li ailenin yanına yerleştirerek muhacir ve ensar arasındaki sevgi bağını güçlendirdi. Yerli Müslümanların arazilerinin yarısını yeni kardeşle-rine bağışlamak istemelerinden ve geçici süreliğine birbirlerine mirasçı olabilmelerinden ve hatta ha-nımlarından birini boşayıp muhacirlerle evlendirmek isteyen kimilerinden İslam kardeşliğinin boyutunu anlayabiliyoruz. Toplumun daha önceden bilmediği bu kardeşleştirme uygulaması, ileriki askeri seferlere sağladığı avantajlar dışında, toplumun Müslümanlaş-ması için atılabilecek en ideal adımdı.

İşte arkadaşlar, Peygamberimiz Müslüman cemaa-tin nasıl oluşacağını pratikte gösteriyor. Elinde neyin

Medine’den ÖğrendiklerimAsr-ı Saadet’in Medenî Sürecinden Evrensel İlkelerMustafa Alp

Page 41: İSLAM DAVETİNİN MEDİNE DÖNEMİ - İlim – DergisiMedine’nin Mekke’den tek farkı, şehrin coğrafi ya-pısı ve bunun beraberinde getir-diği sosyo-ekonomik durumlar dır.

العلم41 ربيع الآخر 1438 العدد:17

varsa bir başkasıyla, senin şehrinden ve örfünden olmayan başkalarıyla Allah için bölüşeceksin. En de-ğerli gözüken varlıklarını, dışarıdan belki en değersiz gözüken inançdaşlarınla paylaşman, sana imanın başka hiçbir anahtarla açılmayan kapısını açacak. Bir insan kendine saklayarak, biriktirerek zengin olur; ama Müslüman zengin olamaz. Doktor, mühendis olur; ama Müslüman doktor ve mühendis olamaz. Esnaf olur; ama Müslüman esnaf olamaz. Kişisel ibadetin seni Müslüman cemaat yapmaz. Sen ancak Müslüman kardeşinle siz, yani bir bütün, muvahhid ve ümmet olabilirsiniz. Siz olmadan senin garantin kim olacak? Kendi başına toplumun dayatmalarına ne kadar direneceksin? Bunlar da ayrı konular.

Günümüzün bireyselleşen koşullarında; evlerin, ara-baların ve imkânların tek kullanıcıya indirgendiği dünyada bu yüzden Müslüman birliğini ve kaynaş-masını hissedemiyoruz; çünkü kardeşliğimiz yok. Saflarda omuzlarımız birbirini baskılamadığı için camilerde kilise soğukluğu var. Birbirimize borç ver-mediğimiz için bulvarlar bankalarla dolu. Ev aha-lisini ekranlardan, tabletlerden alamıyoruz; çünkü evde misafir yok. Esasında hayatımızda Allah yok; çünkü insan yok. Geleneksel Müslüman algısı, tan-rının altında insanı ezdi. Bir başına Allah’a kavuşa-cağını zannetti. Hâlbuki Allah bodrum katındaki dul teyzenin kahırlı öksürüğünde, komşunun zilinde, mültecinin yırtık çorabında, köyden emmioğlunun

merhabasında, yurttaki kızın intihar teşebbüsünde…

Sonuçta İslam başka nedir ki? İslam Müslüman kar-deşliğidir. Allah’ın vadettiği refah ve bereket, nihaye-tinde Müslümanlar eliyle tahakkuk eder. Müslüman kardeşinin sıcak sarılmasında hissedemediğin cenne-ti öbür dünyada nasıl bulacaksın? Sahabe bunu yap-tı muâhât ahdinde. 60-70 bin liralık arabası olanlar, onu satıp yarısıyla ihtiyaçlarını karşılayan bir araç aldılar. Kalan yarısını yıllardır İETT kahrı çeken bir Müslümanın araba alması için harcadılar. Kadınlar gardırobun yarısını gözleri kapalı boşaltarak muhtaç çevredekilere dağıttılar. İmamlar camiye gelmeyen kahve müdavimini ısrarla kendi evinde misafir etti. Onun ayak kokusuna, sigara dumanına tebessümle katlandı. Patronlar işçilerden kalan parayı aldılar. Bu kolay değil diyeceksiniz. Doğru, kolay olan dişler ara-sındaki etleri temizleyerek geğire tıksıra namaz kıl-mak, sıcak halıya kaykılıp notalı Kur’an dinlemek, hd ekrandan Kâbe’yi canlı yayın izlemek, kafiyeli cuma mesajları göndermek…

İslam kardeşliğinin en somut getirilerinden biri hu-kuk alanında kendini gösterir. Kanunların ahlak üze-rine bina edilmediği durumda baskı rejimine dönüşe-ceği ve işi kitabına uyduranın her tür suçu işleyeceği bilinen bir husus. Dolayısıyla hükümlerde tedricilik metodunu benimseyen İslam şeriatı, Medine’nin ilerleyen yıllarında getirdiği yasak ve sınırlamaları, hep sürecin başındaki bu kardeşlik esasına ve sevgi

Page 42: İSLAM DAVETİNİN MEDİNE DÖNEMİ - İlim – DergisiMedine’nin Mekke’den tek farkı, şehrin coğrafi ya-pısı ve bunun beraberinde getir-diği sosyo-ekonomik durumlar dır.

ilim Ocak 2017 Sayı: 1742

bağına bina etmiştir. Örneğin Müslümanlar arasında yardımlaşma iyice yaygınlaşınca hicretin üçüncü yı-lında faiz yasaklanmış ve hatta konuyla alakalı sert uyarılar, Kur’an’ın son inen ayetlerinde yer almıştır. Aksi halde paraya sıkışan mağdurların karz-ı hasen ve zekat gibi fonlarla desteklenmesi sözkonusu ol-madığı için faiz yasağı uygulanabilirlikten uzak kalır, sahici durmazdı.

Aynı şekilde zina cezasından evlere izinsiz girilmeme-sine, mülâaneden kadın-erkek ilişkilerindeki mahre-miyete kadar bir dizi ailevî, cinsî ve hayaî hususu içe-ren Nur suresi, hicretin dokuzuncu yılına dek yayılan geniş zaman içerisinde peyderpey nazil olmuştur. (et-

Tahrîr ve’t Tenvîr, İbni Âşûr, 18/140) Bu da bize toplumda iffet ve hayânın yerleşmesi için aile içi ve Müslümanlar arası sevgi ve dayanışma duygusunun ne kadar el-zem olduğunu ispatlar. Surede kadınların namusuna yönelik iftiradan yine kadının yakın aile dışı karşı cinslere ev içi giysileriyle görünmemesi gerektiği hep bir bütündür ve ancak hep birlikte hayata aktarılabi-lirler. Aksi halde bugün olduğu gibi sevgi ve kardeşlik bağları zayıflamış cinslere yönelik tesettür ve mahre-miyet öğütleri, sonuçsuz kalmaya mahkûmdur.

O halde İnsanların İslam kardeşliği bilinciyle gönül-den uygulamaya hazır olmadıkları yasa ve düzenle-meler, kanun metinlerinde hapsolur. Hayata taşan İslam, sokağa taşan kardeşliktir. Seni ancak bir Müs-lüman kardeşin Müslüman kılar. Allah, kardeşinin ihtiyaç ve taleplerinden konuşur.

Öncesi İttifak Anlaşmalarıyla Beslenmeyen Cihadın Sonu, Asker Zayiatıdır

Önce tarihî verileri gözden geçirelim. Hicretin ilk yılında Hz. Hamza komutasında 30 kişilik ilk keşif kolundan hicretin dokuzuncu yılında 30 bin kişilik Tebük Savaşı’na kadar yapılan 60 civarı gazve ve se-ferde toplam şehit sayısı 93’tür. Düşünün, en zorlusu

Hendek’te 12 bin kişilik düşman ordusuna karşı 3 bin Müslüman askeri var ve sonuçta sadece 6 kayıp ve-rilmiş. Bu durum, çok net biçimde Peygamber Efen-dimizin yenilgi ihtimalini ve asker zayiatını en aza indirmek için savaş öncesi bütün önlemleri aldığını gösteriyor. Zaten istatiksel olarak -Peygamberin tali-matı dinlenmediği için ikinci yarıda mağlubiyet ya-şanan- Uhud dışında hiçbir savaşta Müslümanların geri püskürtüldüğü vaki değil.

Tablo önümüzde hanımlar, beyler. Bugünkü hâkim cihad anlayışının ne kadar mesnetsiz olduğunu, ne kadar yıkım ve insan zayiatı üzerine kurgulandığını görüyoruz. Biraz daha derine indiğimizde Peygambe-rimizin cihad stratejisinden şu noktaları çıkarıyoruz: İnsanın güvenliğini esas almak, reel güce bağlı olarak ortak düşmana karşı yeni ittifaklar kurmak, yenilgi-nin baştan belli olduğu savaşa girmemek ve tarafların güç dengelerini iyi bilmek… İşte bunlar asr-ı saadet savaşlarından kolaylıkla edinebileceğimiz izlenimler-dir. Efendimiz önce şehirdeki Müslümanları güven-de tutmak için çevre kabilelerle anlaşmalar yapıyor. Toplumu farklı çatılar altında örgütlüyor ve olası teh-ditlere karşı sürekli keşif güçleri yolluyor. Ardından savaş ihtimalini bertaraf etmek için mevcut barış yol-larını sonuna kadar yokluyor. Bölgedeki aile ve kabile gibi bağlardan istifade etmeyi deniyor.

Buna rağmen savaş kaçınılmazsa, asker zayiatını en aza indirmeye bakıyor. Ortak düşman için yeni müt-tefikler edinmeye gayret ediyor. Elbette bunları ya-parken Makyavelist veya emperyal bir tutum değil, adilâne ve barışsever bir irade sergiliyor. Burada in-tikam hırsı yok, yapılan anlaşmaya sadakatsizlik yok, fiilî tehdit oluşturmayan insanlara ilişmek yok. Başka ifadeyle şunu rahatlıkla söyleyebiliriz: İslam’da cihad, ancak savaşanlar için kişisel bir zaaf, savaşılanlar için de kişisel zaaftan başka ihtimal kalmadığında meş-ru olur. Bu kesinlikle korkudan, dünya sevgisinden

Page 43: İSLAM DAVETİNİN MEDİNE DÖNEMİ - İlim – DergisiMedine’nin Mekke’den tek farkı, şehrin coğrafi ya-pısı ve bunun beraberinde getir-diği sosyo-ekonomik durumlar dır.

العلم43 ربيع الآخر 1438 العدد:17

değil, barış ortamının verimliliğinden, müminin en temelde ıslah amacı güttüğünden, kişinin sadece kendi iradesiyle dine teslim olması gerektiğinden.

Bir kere mevcut cihad algımız, yaşadığımız çağın güç dengelerini hesap etmekten ve küresel çıkarların farkında olmaktan çok uzak. Kendi dışımızdakilerle bir şekilde ittifak kurmanın yollarını aramak yerine, onlara cephe almanın bahanelerini arıyoruz. Oysa mesela Allah Rasülü Medine’nin güvenlik ve bağım-sızlığını pekiştirmek için kuzeyde Cüheyne, güneyde Damra, Ğıfar ve Müdlic kabileleriyle askeri ittifaklar kurma çabasına girmiş, Mekke’deki Huzâalılardan ve Necd’deki Yemâmelilerden birçok müttefik ve dost edinmişti. Hicretin ilk yıllarında atılan bu adımlar, dokuzuncu yılda Havâzin’den Neha’ya yetmişi aş-kın Arap kabilesinin Peygamberimize heyet gönderip yeni dinlerini öğrenme talepleriyle sonuçlandı.

10 yıllık süreçte benzerlerine sıkça rastlayacağımız bu anlaşma zeminleri, Allah Rasülü’nün bir gerçeği çok iyi bildiğini ortaya koyuyor: Allah’ın yardımı şartla-rın olgunlaşmasıdır. Eğer reel koşulların hazırlanması dışında Allah’ın bir yardımı olsaydı, bunu tüm za-manlarda en çok sevdiği elçisine gösterirdi. Öyleyse bireyde cesaret, toplulukta güvenlik esastır. Mucize veya kerametle insanların gönüllerini fetheder; ama şehirleri fethedemezsin. Allah’ın tekvinî ve toplumsal yasaları kurunun yanında yaşa bakmaz. Burası Mek-ke değil, Medine. Kalplere olduğu gibi kalelere de ta-lipsen, bunun fizikî ve mimarî bir dizi hesabı vardır. Hülasa, cihad ve İslamî mücadele biçimi noktasında Medine süreci üzerine uzun uzun düşünmeliyiz dost-lar.

Nifak Hareketleri Gücün Getirdiği Bir Sınavdır ve Kontrollü Devamı Sağlanmazsa, Ümmet Birliği Büsbütün Yara Alır

Muhataralı bir konuya geçiyoruz. Peygamberimizin

Medine’de münafıklarla ya da daha genel tabirle kalplerinde maraz olanlarla ilişkisini nasıl okuma-lıyız? Mekke’de bir güç ve prestije erişemeyen Müs-lüman toplum karşısında haliyle münafık, yani sü-rekli pozisyon değiştiren ikiyüzlü bir kitle çıkmıyor. Medine’de sağlanan iktidar, beraberinde böyle bir kesim getiriyor. İlk gerçeği kulağımıza küpe edelim: Bir davanın gücü varsa, sırf bu güce yanaşmak iste-yen bazıları belki de herkesten çok o davanın adamı görünecektir. Suyun akış gücü nasıl berrak suyla bir-likte çer çöpü de taşıyorsa, iyiliğin iktidar gücü aynı şekilde belli kötülükleri peşine takıp sürükler. Bunu büsbütün engellemek demek, berrak suyun da gücü-nü kırmak demektir. Bunun gibi sahiciler arasındaki sahtekâr hacıları ayıklayacağım dersen, samimi hacı-ların dikkat ve motivasyonu daha fazla dağılır. Ken-dileri için de ciddi endişe duymaya başlarlar. Doğal denge sarsılır.

Kur’an-ı Kerim’de 30 medenî sure varsa, bunun 17’sinde ve toplamda 340’a yakın ayette münafıkların adi özelliklerinden ve stratejilerinden bahsedilir. İbni Kayyim “Kur’an’ın neredeyse tümü onları anlatmak-tadır” diyecek kadar (Medâricü’s-Sâlikîn, İbnül Kayyim, 1/347) meseleye önem atfeder. Tarih otoriteleri Medine’de ni-fak hareketinin başını Abdullah bin Übey bin Selül’ün çektiğini söylerler. Evs ve Hazrecliler tam kendisini Medine kralı yapacakları sırada Peygamberin şehre hicreti ve halkın Müslüman olmasıyla taç giyme ha-yalleri suya düşen Übey bin Selül, Bedir Savaşı’ndan sonra Müslümanların zaferini görünce çaresiz şekil-de beraberindekilerle Müslümanlığa geçer.

Adı Müslüman olmasına rağmen, hicretin sekizinci yılındaki ölümüne kadar peygamber ve Müslüman-lar aleyhine türlü komplolar tezgâhlar. Düşmanla gizli işbirlikleri yapar ve kritik süreçlerde Müslümanların arasına fitne tohumları eker. Bütün bunlara karşın Peygamberimiz onu görünürdeki tevhid söylemine

Page 44: İSLAM DAVETİNİN MEDİNE DÖNEMİ - İlim – DergisiMedine’nin Mekke’den tek farkı, şehrin coğrafi ya-pısı ve bunun beraberinde getir-diği sosyo-ekonomik durumlar dır.

ilim Ocak 2017 Sayı: 1744

KUR’AN’DA MEDENİSURELERİN ÖZELLİKLERİ

göre kabul ederek katline izin vermemiş, çevirdiği entrikaları boşa çıkarmakla yetinmiştir. Fitne hareke-tinin başını çeken isim olarak Übey bin Selül göste-rilmekle birlikte, kaynaklar (es-Sîretü’n Nebeviyye, İbni Hişam,

2/123 ve sonrası) Huyey bin Ehtab, Ka’b bin Eşref, Abdul-lah bin Suriyâ, Lebid bin E’sam, Rafi’ bin Harise gibi birçok entrikacı Yahudi düşmandan ve onlarla birlik-te hareken eden Evs ve Hazrec Münafıklarından bah-seder. Bunlar içerisinde Amr bin Avfoğullarından Zu-beyaoğullarına, Levzanoğullarından Nebitoğullarına çeşitli kabile ve soylardan ikiyüzlü hainlerin isimleri zikredilir.

Konumuz doğrudan adı sanı belli münafıklar değil, daha genelde Kur’an’ın birçok yerinde “kalplerinde maraz olanlar” şeklinde geçen menfaatperest ve her devrin insanları. Bilinen münafıkların ve hain Yahu-dilerin de içinde yer aldığı bu kesim, Ahzap suresinde çarpıcı biçimde iki temel Müslüman profili üzerinden anlatılır: “Hani o zaman münafıklar ve kalplerinde hastalık bulunanlar: Allah ve Resulü bize sadece kuru vaatlerde bulundular, diyorlardı.” (Ahzap suresi, 12) Bun-dan birkaç ayet sonra diğer Müslüman karakteri çizi-lir: “Müminler ise, düşman birliklerini gördüklerinde, İşte Allah ve Resulü’nün bize vadettiği! Allah ve Resulü doğru söylemiştir, dediler. Bu (orduların gelişi), onların ancak imanlarını ve Allah’a bağlılıklarını arttırdı.” (Ah-

zap suresi, 22)

Sözkonusu iki ayet, her ne kadar hususi olarak Hen-dek Savaşı bağlamında nazil olsa da evrensel iki inançlı tipini dikkatimize sunar: Zoru görünce fire ve-renler ve vermeyenler… Canları yandığında dünyayı ateşe verenler ve vermeyenler… Biliyoruz ki Peygam-berimize sadece münafıklar değil, müminler içinde yer alan -samimi fakat görgüsüz, samimi fakat cahil, samimi fakat aldatılmaya müsait- bu tür insanlar da rahatsızlık veriyordu. Ganimet taksimlerinden idarî görevlendirmeye kadar bir dizi nebevî kararda ben-cilce seslerini yükseltenler her daim olmasına karşı,

Peygamberimiz bunlara nasıl tavır takındı? Bugün için alacağımız ikinci ders işte burada yatıyor.

Uhud Savaşı’nda ordudan ayrılıp Müslümanları yü-züstü bırakmak, İfk Hadisesi’ni çıkarmak, Mescid-i Dırar’ı inşa etmek, Hendek gibi Müslümanların en zor savaşında düşmanla gizli iş tutmak, Evs ve Haz-rec arasındaki eski düşmanlığı körüklemek, Peygam-bere sihirden suikasta her türlü saldırıya yeltenmek gibi birçok çirkefliğe imza atmış bu kişiler, her zaman Müslümanların iç problemi olarak kaldı. Allah Rasülü bunlara öldürücü darbe indirmeyerek hem doğrudan düşman hattına geçmelerini hem müminler arası iç çatışmanın ve ümmet birliğinin rencide olmasını en-gelledi. Onları en adil ve köklü mahkeme olan kamu vicdanına mahkûm etti. Söz konusu yanardöner kit-leyi ne büsbütün özgür bırakarak fitnenin sevâd-ı azamı engellemesine izin verdi ne de kökten kazıya-rak safların ayrışması için gerekli ilahî dengeye halel getirdi. Kontrollü şekilde devam etmelerini ve maşer-i vicdan tarafından yargılanmalarını amaçladı.

Tıpkı o gün gibi bugün ve yarın da aynı hodbinler ve ihale avcıları olacak. Ne en ön safın ne fotoğraf kare-sinin başköşesini kimseye kaptıracaklar. Rüzgâr ner-den esiyorsa oranın yılmaz şövalyesi kesilecekler. 15 Temmuz’da konfeksiyoncular, dürümcüler tanklara ve silahlara siper olduğu halde, nutukları bunlar çe-kerler. Flaşların olmadığı yerde isimsiz kahramanlar varken, plaketi, laykı ve medya köşelerini bunlar alır-lar. Böyledir hayhuyu devranın. Medine’nin gerçek fatihi genç Musap şehit olduğunda cesedini kapata-cak elbise bulunmazken, Akra’ bin Hâbisler, Uyeyne bin Hısn’lar yüzer yüzer ganimet alırlar Huneyn’den. Sınavdır çünkü bu. İktidarın, siyasallaşmanın, kalp-lerle birlikte kaleleri de elde tutmanın… Bu tezgâhı dağıtayım dersen Doğu Arabistan sahillerindeki Umân kabilesi de yoksun kalır hidayet güneşinden, Bahreyn’in güneyindeki Abdulkays kabilesi de… Bu-rası dünya. Burası bu kadar işte!

Page 45: İSLAM DAVETİNİN MEDİNE DÖNEMİ - İlim – DergisiMedine’nin Mekke’den tek farkı, şehrin coğrafi ya-pısı ve bunun beraberinde getir-diği sosyo-ekonomik durumlar dır.

KUR’AN’DA MEDENİSURELERİN ÖZELLİKLERİ

Medine... Çiseleyen vahyin sel olup oluk oluk aktığı o mübarek belde… Peygamber kervanının konakla-dığı, İslam Devleti’nin kurulduğu, aydınlığın karan-lığa, hakkın batıla başkaldırdığı, kılıçların adalet için şakırdadığı, kardeşliğin güneş misali şehrin her met-rekaresini ısıtıp, ışıttığı o büyük şehir...

İslam’ın Medine dönemi bilindiği üzere Mekke’de ekilen tohumun yeşerip boy verdiği bir dönem. Yine vahyin format değiştirdiği, sistemin şekil aldığı ve boşlukların doldurulduğu bir dönem. Medine sos-yal, siyasal, kültürel, ekonomik anlamda Mekke’den farklıdır. Öncelikle bakıldığında Medine’deki sosyal hayat bize beynelmilel bir tablo çizer. Hicaz bölge-sindeki Yahudi nüfusun en yoğun ve en fazla söz sahibi olduğu yerdir Medine. Kaynukoğulları, Na-diroğulları ve Kureyzaoğulları bölgedeki en nüfuzlu Yahudi kabileleridir. Bunun yanı sıra Evs ve Hazrec kabileleri bölgedeki Arap toplulukların en nüfuz ve nüfuslu kabileleridir.

Medine’deki nüfusun çoğunluğunu iki farklı millet-ten insanların oluşturması, haliyle bu toplumu, ta-mamı Araplardan oluşan Mekke toplumundan farklı kılacaktır. Medine’deki siyasi üstünlük Yahudilerin-dir. Ellerindeki kutsal kitabın bunda payı büyüktür. Zira Araplar çözemedikleri bazı meseleleri ehl-i ki-tap olmaları hasebiyle Yahudilere danışırdı. Bu se-bepten olsa gerek Evs ve Hazrec kabileleri birçok kere Yahudilerin oyunlarına alet olmuş ve araların-da bir asırdır süre gelen bir adavet peyda olmuştur. Hal böyleyken Yahudilerin iktidarı ele geçirmesine

ramak kala hicret gerçekleşmiş ve hayalleri suya düşmüştür.

Bölge jeopolitik konumu itibari ile tarıma elverişli olduğu için tarım faaliyetleri diğer uğraşlara nazaran revaçtadır. Bunun yanı sıra Yahudilere ait bir pazar vardır Medine’de. Bu pazarda ticaretin Yahudilere ait olması sebebiyle ekonomik üstünlük yine onla-rındır. Tıpkı kültürel anlamda ellerindeki Tevrat’ı evirip çevirerek üstünlük elde ettikleri gibi…

İşte Peygamberimizin davasının dallanıp budakla-nacağı yer burasıydı. Vahyin sel olup ıslatacağı, be-reketlendireceği kurak toprak… Burada baş uzatan fidana balta sallayan Ebu Cehiller, yeni patlayan to-murcuğa balyoz indiren Ebu Lehebler yoktu. Onlar arkada kalmıştı. Meydan cenk meydanıydı. Meydan er meydanıydı. Vakit, hakkın konuştuğu, batılın sus-tuğu vakit… Vakit, vahyin güldür güldür aktığı va-kit…

Geçen ayki yazımızda “Kur’an’da Mekki Surelerin Özellikleri”ni işlemiştik. Bu ay ise Medeni sureleri incelemek istiyoruz. Yukarıda vahyin yeni zemini Medine’den ve Medine’yi Mekke’den ayıran özel-liklerden bahsettik. Zeminin ve şartların değişmesi elbette topluma yön veren vahyin niteliklerinde de bazı değişiklikleri gerekli kılmıştır.

Bu değişikliklerden kısaca bahsedecek olursak; ayetlerdeki belaği üstünlüğün azalıp tatvil edilme-si, şekli özelliklerin başında gelir. Hukuki, toplum-sal, siyasi, askeri konuları muhtevi oluşu ve diğer

İBRAHİM TÜRKAN

العلم45 ربيع الآخر 1438 العدد:17

Page 46: İSLAM DAVETİNİN MEDİNE DÖNEMİ - İlim – DergisiMedine’nin Mekke’den tek farkı, şehrin coğrafi ya-pısı ve bunun beraberinde getir-diği sosyo-ekonomik durumlar dır.

milletlerle ilişkilerden bahsedilmesi de muhtevasına ait özelliklerin başında gelir. Şimdi bunlardan detay-lıca bahsedelim.

ŞEKLİ ÖZELLİKLER

Medeni ayetleri, Mekki ayetlerden ayıran iki şekli özellikten bahsedebiliriz; birincisi ayetlerin Mekke dönemine nazaran daha uzun oluşu, ikincisi ise “Yâ eyyuhellezîne âmenu/ Ey iman edenler” hitabının sık-ça kullanılması.

Tatvil:

Medeni ayetlere baktığımızda, Mekki ayetlere naza-ran daha uzun, daha sakin ve daha yumuşak bir üs-luba sahiptir. Sebebini hitap edilen çevrenin çoğunlu-ğunun Müslüman oluşu ve bir ispat derdinin olmayışı olarak düşünebiliriz. Çünkü Mekke toplumunda hi-tap edilen çevrenin ekseriyeti müşrikti ve bir ispat ve inandırma derdi söz konusuydu. Bu sebepten bu dö-nemde insanı hayrete düşürecek kadar yüksek edebi kimliğe sahip ve ikna kabiliyeti kuvvetli ayetler yeri-ne, daha sade ve yumuşak bir forma sahip ayetler ter-cih edilmiştir. Bunun yanında ayetlerin muhtevası da söz konusudur. Yani Medine döneminde işlenen ko-nular ayetlerin bu formda olmasının diğer sebebidir. Ayetlerin bu şekilde uzun ve sade tutulmasına ıtnap denir. Itnap, sözü uzun tutarak manayı daha anlaşılır kılmaktır. Bu terimin tersi olan icaz ise sözü daha kısa ve öz tutmaya denir.

Yâ Eyyuhellezîne Âmenu Hitabı:

Yine Medine’nin sosyal yapısıyla ilgili bir değişikliktir Yâ eyyuhellezîne âmenu hitabının çokça kullanılması. Medine’de ayetlerin ekseriyetle muhatap aldığı top-luluk müminlerdir. Dolayısıyla Mekke’de kullanılan ve bütün milletlere dönük Yâ eyyühe’n nas hitabı hu-susileşerek Yâ eyyuhellezîne âmenu formunu kazan-mıştır.

MUHTEVAYA AİT ÖZELLİKLER

Aslında Medeni ayetleri, Mekkilerden ayıran en be-lirgin özellikler, muhtevasına ait olanlardır. Bunları genel olarak dört başlık altında inceleyebiliriz; huku-ki, askeri, toplumsal ve diğer milletlerle ilişkiler.

Hukuki Özellikler

İslam’ın Mekke dönemi, tohumun toprağa bırakıldığı bir dönemdir. Bu dönemde İslam, tebliğ vasıtası ile tıpkı bir tohum misali kalplere ekilmişti. Bu tohumu sulayan vahiy biraz daha vaat ve vait formatına sahip-ti. Ahlaki değerler, imanın önemi, cennet-cehennem tabloları, ayetlerin genel çerçevesini oluşturmaktay-dı. Fakat Medine dönemine geldiğimizde ekilen to-hum patlamış, boy vermiş ve yemyeşil bir fidana dö-nüşmüştü. Bundan sonraki amaç bu fidanın dallanıp budaklanarak meyve vermesi olmuştu. Bu sebepten fidanı sulayan vahyin formatında bazı değişikliklerin olması elzemdi.

Medeni ayetlere baktığımızda gözümüze çarpan ilk özellik; hukuki içerikli olması olacaktır. Medine’de bir araya gelen Müslümanlar resmi bir hüviyet kaza-narak İslam toplumunu oluşturmuşlardı. Mekke’de olduğu gibi gizli saklı bir dini yaşantı son bulmuştu. Müslümanlar Medine içerisinde istediklerini yapma-ya muktedir hür bir toplum olmuşlardı. Bu hüviyet İslam düşmanı Kureyş tarafından da Bedir zaferi ile tescillenmiş ve teyit edilmişti. Artık kendi ayakları üzerinde durmaya başlayan bu toplumu, düzen ve intizam içerisinde tutacak ve sağlıklı bir hayat yaşa-masını sağlayacak hukuki bir sisteme ihtiyaç vardı. İşte Medine döneminde nüzul eden vahiy bu ihtiyacı karşılayacaktı.

Miras hukuku, alış-veriş muameleleri, zekât, zina, iftira, adam öldürme, hırsızlık cezaları, evlenme-boşanma usulleri hukuki içerikli ayetlerin çerçeve-sini oluşturur. Bunlar ve bunlar gibi konularda teşri faaliyeti, Medine İslam toplumunun şekillenmesinde başrol oynamıştır. Bununla birlikte Medeni ayetle-

ilim Ocak 2017 Sayı: 1746

Page 47: İSLAM DAVETİNİN MEDİNE DÖNEMİ - İlim – DergisiMedine’nin Mekke’den tek farkı, şehrin coğrafi ya-pısı ve bunun beraberinde getir-diği sosyo-ekonomik durumlar dır.

rin göze çarpan ilk özelliği hukuki formatı olsa da bu durum, Medeni ayetlerin ayırıcı vasfı değildir. Şimdi ayetlerin diğer özelliklerine bakalım.

Askeri Özellikler

Medeni ayetlerin özelliklerinden biri de askeri alan-da düzenlemeler getiriyor olmasıdır. Mekke’de daha yeni yeni kalbi İslam’a ısınmış bir avuç insan ile harp elbette mümkün değildi. İlk olarak sayısal azlık, ikinci olarak teçhizat eksikliği söz konusuydu. Bu durum-da civarın en iyi kılıçşörü olan Kureyş’e kafa tutmak imkânsızdı. Hikmet gereği yapılması gereken, sahip olunan rakam ve niteliğin artıp fazlalaşmasını bekle-mekti. İşte beklenen rakam ve nitelik çileli hicretin akabinde nazlı Medine’de gerçekleşecekti.

Savaş emri ilk olarak Medine’de geldi. Müslümanlar cizye alıncaya ya da İslam oluncaya değin düşman ile savaşmakla emrolundu. İlk olarak Müslümanlar Medine döneminde İslam için kılıç çekti ve zırh ku-şandı. Kılıçlar ilk kez İslam için şakırdadı ve hava-da helezonlar çizdi. Müslümanlar savaş için sağlam atlar yetiştirmekle emrolundu. Mallar ilk kez savaş için Medine’de biriktirildi. Atlar ilk kez savaş için Medine’de eğerlendi. Bedir’de kuyular, Uhud’da dağ-lar, taşlar ağladı. Hendek’te azap, Mekke Fethi’nde rahmet rüzgârları esti.

Toplumsal Özellikler

Mekke’de müşrikler güruhu bir avuç mümine eziyet ve çile çektirmekten vazgeçmiştir. Fakat o müminler ne imanlarından ne de davalarından vazgeçmemiş-lerdi. Müşriklerin üstün ve ezici gücü İslam’ın büyü-yüp gelişmesini engelliyordu. Bu sebeple İslam’ın bü-yümesini sağlayacak münbit topraklar bulmak ve bu sayede haksız çile ve ızdıraptan kurtulmak elzemdi.

İşte Hz. Peygamberin ashabı İslam için doğup büyü-dükleri Mekke’yi ve içindekileri terk edip Medine’ye yerleşti. İslam tarihinde bu olay “Hicret” olarak ad-landırılır. Hicret ile Medine’deki Müslümanlar iki

gruba ayrılmıştı; muhacir ve ensar. İki farklı beldenin insanları bir beldede yaşayacaklardı. Onları bir ara-da tutacak bazı toplumsal kanunlar gerekliydi. Me-sela bütün müminler kardeş ilan edilmişti. Ensar ve muhacirin Allah’tan, Allah’ın da onlardan razı olduğu bildirilmişti. Böylelikle farklı topluluklardan insanla-rın tek çatı altında huzur ile yaşayabilmesi için psiko-lojik destekte bulunulmuştu.

Diğer Milletlerle İlişkiler

İslam’ın Mekke döneminde Müslümanlar sadece kendi ırklarından olan müşriklerle muhataptı. Aynı şekilde vahyin de muhatap aldığı topluluk bunlardı. Fakat Medine döneminde vahiy müminlerin yanı sıra münafıkları ve diğer toplulukları muhatap almıştır.

Medine’de İslam dışı nüfusun toplumun ekseriye-tini oluşturması hasebiyle, diğer milletlere naza-ran Kur’an Yahudiler hakkında daha fazla malumat sunmuştur. Firavun’dan kaçışları, Musa’ya ihanetle-ri, Mısır’a girişleri, Tevrat’ı tahrif etmeleri… Yine bu dönemdeki ayetlerde Hristiyanlardan bahsedilir. Hz. İsa ve Meryem’i tanrı edinişleri, rahipleri tanrı yeri-ne koymaları, keşişlerin tuğyanı gibi. Bunun yanı sıra Müslümanların bu milletlerle münasebetlerine dair bazı uyarılar yapılmıştır. Örneğin onlarla sıkı dost olunmaması gerektiği bildirilmiştir. Geçmiş milletle-rin kıssaları anlatılarak ibret alınması ve o milletlerin düştükleri hatalara düşülmemesi gerektiği söylen-miştir.

Son olarak Mekki ve Medeni ayetler hakkında bir şeyler söyleyecek olursak: Medeni ayetler, Mekki ayetler gibi matropikör misali müşrik kafası delici özelliğe değil, daha sakin, daha yumuşak, daha sade özelliklere sahiptir. Mekki ayetler daha çok şahsı mu-hatap alırken ve kişiyi geliştirmeye yönelik bir meto-da sahipken Medeni ayetler daha çok toplumsal bir içeriği haizdir.

العلم47 ربيع الآخر 1438 العدد:17

Page 48: İSLAM DAVETİNİN MEDİNE DÖNEMİ - İlim – DergisiMedine’nin Mekke’den tek farkı, şehrin coğrafi ya-pısı ve bunun beraberinde getir-diği sosyo-ekonomik durumlar dır.

ilim Ocak 2017 Sayı: 1748

Kabile savaşlarının bir türlü bitmek bilmediği Yesrib şehri, İslam ile tanıştıktan sonra adeta bir gül bah-çesine dönüşmüştür. Elbette gül bahçesi yetiştirmek kolay değildir. Ciddi bir emek, yürek, aşk, umut ister. Ebu Ümame ile başlayan bu kıvılcım Nevvar, Zeyd, Kerime.., gibileri ile tutuşturuldu ve Musap bin Umeyr ile alevlendirilmiştir.

Bahçeye son şeklini veren Musap bin Umeyr, benli-ğine yerleştirdiği birkaç ayet ile Medine’ye gül koku-sunu serpti ve ileride İslam’ın başkenti olabilmesi için uygun bir şekilde imar etmeye başlamıştı. Yıllar son-ra hicret gerçekleşti. İslam’ın temel taşları Medine’de atılmaya başladı. Olaylar Bedir, Uhud, Hendek gaz-veleri ile devam ederken Hudeybiye Anlaşması ile savaşlara ara verilmişti. Bu olaylar olup biterken bunların sekiz yaşındaki bir çocuğun gözünden gö-rürmüşçesine aktarılması, olayları hem daha iyi an-lamamıza hem de yeni bir ufuk kazanmamıza vesile olmuştur.

Bugüne kadarki İslam tarihi kitaplarına baktığımız-da, genelde kuş bakışı tarzında anlatılır olaylar. Fakat Yesrib’te Bahar kitabının, İslam’ın Medine dönemini bir çocuğun gözünden roman tarzında yansıtması, hem olayların içindeymişiz gibi bir his uyandırmak-ta hem de o zamanın ruhunu daha iyi anlatmaktadır. Asıl önemli olan da o dönemde yapılan antlaşmala-rın, savaşların, barışların ruhunu daha iyi anlayabil-mek değil midir?

Genelde insanlar hangi alanda olursa olsun, kitap okumaktan her daim sıkılmaktadırlar. Her geçen gün teknoloji gelişmekte, bununla birlikte tembellik de gelişmektedir. Artık kitap okumanın yerini telefon-lar, bilgisayarlar, diziler almakta. İnsanlar okumak isteseler de tercih ettikleri bölüm, roman olmaktadır. Bundan dolayı İslam tarihi kitaplarımızı yeni bir for-matta hazırlamak gerekmektedir. Zira her yeni nesil tarihimizden biraz daha kopuk yaşamaktadır. Bunu engelleyecek yegâne çözüm, aslından koparmayarak, tarihimizi roman formatında yazmaktır. Sanırım ya-zar Vincenzo da bu düşünceye haiz olduğu için böyle bir kitap yazmaya karar vermiştir.

1961 yılında Napoli’de dünyaya gözlerini aralayan Vincenzo, 1990 yılında İslam dinini kabul ederek ileri-ki yıllarda İtalyan CON.RE.IS. (İslam Dini Cemaati)’in kurucuları arasında yer almıştır. Hayatının geri ka-lan kısmını ise Milano’da geçirmektedir. 2012 de “Yesrib’te Bahar” adlı kitabını yayınladıktan sonra 2014’de “Şifacı” adlı kitabını okura sunmuştur. Kana-atimce Yesrib’te Bahar yazarın ilk eseri olmasına rağ-men, günümüzde yayınlanan birçok kitabı arkasına atabilecek kadar güzel. Olayları bir çocuğun gözün-den görerek anlatması, işin en güzel tarafı olmaktadır. Yesrib vahası, çöl, Menat Tapınağı, Bedir Savaşı, Hu-deybiye Antlaşması başta olmak üzere kitap on yedi bölüm içermektedir.

Yaklaşık üç yüz sayfadan oluşan bu kitabın ikinci gü-zel yanı ise, giriş kısmında romanda geçen kişilerin kısaca tanıtılmasıdır. Bu da diğer roman kitaplarında görmediğim ayrı bir güzellikti. Sanırım kitaptaki tek eksiklik, yazarın Arapça eserler yerine, onların tercü-melerinden yararlanmasıdır. Bu özeti yazarken kitap gözüme daha bir güzel ve değerli gözüktü. Bunu söy-lemeden bitirmek istemedim. Bizlere bu eseri kazan-dırdığı için Ahmed Abdulveli Vincenzo’ye teşekkür eder, saygılarımı sunarım.

YESRİB’TE BAHAR

Ahmed Abdulveli Vincenzo