Saraçhane Bölgesinde Kentsel Dönüşüm, Tarihsel ve Sosyal ...

91
Saraçhane Bölgesinde Kentsel Dönüşüm, Tarihsel ve Sosyal Topografya İstanbul Teknik Üniversitesi Doç. Dr. Turgut SANER Ar. Gör. Bilge AR Duygu GÖÇMEN Ebru KÜMET Ertunç DENKTAŞ Soner ÖZIŞIK

Transcript of Saraçhane Bölgesinde Kentsel Dönüşüm, Tarihsel ve Sosyal ...

Page 1: Saraçhane Bölgesinde Kentsel Dönüşüm, Tarihsel ve Sosyal ...

Saraçhane Bölgesinde Kentsel Dönüşüm, Tarihsel ve Sosyal Topografya

İstanbul Teknik Üniversitesi

Doç. Dr. Turgut SANER Ar. Gör. Bilge AR

Duygu GÖÇMEN Ebru KÜMET

Ertunç DENKTAŞ Soner ÖZIŞIK

Page 2: Saraçhane Bölgesinde Kentsel Dönüşüm, Tarihsel ve Sosyal ...

İÇİNDEKİLER:

Valens Kemeri……………. 1 Polyeuktos Kilisesi……………. 17

Çandarlı İbrahim Paşa Hamamı……………. 26 Şehzade Külliyesi……………. 33

Ebu’l-Fazl Mahmut Efendi Medresesi……………. 43 Amcazade Hüseyin Paşa Külliyesi…………….46

Ankaravi Mehmet Emin Efendi Medresesi……………. 54 Nevşehirli Damat İbrahim Paşa Külliyesi – Direklerarası……………. 60

Tayyare Şehitleri Abidesi……………. 74 Belediye Sarayı……………. 82

i

Page 3: Saraçhane Bölgesinde Kentsel Dönüşüm, Tarihsel ve Sosyal ...

VALENS KEMERİ

Valens Kemeri ya da ileride kökenine değinilecek diğer ismiyle Bozdoğan Kemeri,

Saraçhanebaşı bölgesinde hala –kısmen- ayakta kalmış en eski yapılardan biridir. Yapı; yapım

tarihi ve şekliyle ilgili çeşitli görüşler olmasına rağmen, çoğunlukla İmparator Valens

dönemine (364 - 378) atfedilir. Bu durum, yapının Valens Kemeri diye adlandırılmasını da

beraberinde getirmiştir.

1

Page 4: Saraçhane Bölgesinde Kentsel Dönüşüm, Tarihsel ve Sosyal ...

Hadrianus Kemeri – Valens Kemeri – Bozdoğan Kemeri

apıyı en erken döneme tarihleyen kişilerin başında Cyril Mango gelir. Hadrianus döneminde

zmanların çoğunlukla kabul ettiğine göreyse kemerin yapımına 368 yılında İmparator

Sokrates, İmparator Valens’in Kadıköy surlarının yıktırılarak taşlarının bir kamu hamamı inşasında

e ise kemerin 373’te, Prafektus Klearkus zamanında tamamlandığını

smanlı dönemindeki kaynaklarda geçen Bozdoğan Kemeri adlandırmasının kaynağı

Kemeri’ne dönüşmüş olabileceği şeklindedir. (İA, 319)

Y

(117 – 138) bir sukemeri yapıldığını ifade eden kaynaklara dayanan Mango, konumuz olan

kemeri bu kemerle ilişkilendirerek Hadrianus Kemeri olarak adlandırır (aktaran Kuban,

İstanbul, Bir Kent Tarihi, 21).

U

Valens’in emriyle başlanmıştır. Bu durum farklı birçok kaynağa (Kedrenos, Zonaras,

Sokrates) dayandırılmıştır. Bu kaynaklarda kemerin nasıl yapıldığına dair bazı farklılıklar

içeren rivayetler ortaya atılmıştır. Pierre Gilles’in İstanbul’un Tarihi Eserleri isimli kitabında

aktardığına göre:

kullanılmak üzere İstanbul’a taşınmasını emrettiğini yazar ve taşlardan birinde bir kehanetin yazılı

olduğunu, bunun da, taşın eski zamanlardan beri saklı olduğu yerden açığa çıkarılarak bir hamam

duvarında kullanılması halinde kente bol su geleceği ancak bu durumda sonsuz sayıdaki barbar halkın

Roma toprağına saldıracağını, etrafa dehşet saçacağını ve sonunda bu barbarların yenilecekleri anlamını

taşıdığını anlatır. …Zonaras ve Kedrenos da benzer biçimde, düşmanı Prokopios’u korudukları için hıncını

Kadıköylülerden alan Valens’in, Kadıköy’ün surlarını yıktırarak taşlarının suyolu yapımı için

naklettirdiğini yazarlar. Bu suyolunu Zonaras Valens’in suyolu, Kedrenos da bazen Valens’in, bazen

Valentinianus’un suyolu olarak adlandırır”. (Gilles, 162-164)

İstanbul Ansiklopedisi’nd

belirten bir kaynaktan söz edilir. (İA, 319)

O

hakkında da çeşitli fikirler vardır. Etimolojik olarak; bir tür doğan kuşu, armut cinsi veya

armut şeklini anımsatan bir gürz çeşidinden yola çıkılarak adlandırıldığı düşünülmekle

beraber, akla en uygun gelen açıklama 1607 tarihli bir suyolu haritasında, depremlerle yıkılmış

kemerin Bozulgan Kemer diye not edildiği ve bu adlandırmanın zaman içerisinde Bozdoğan

2

Page 5: Saraçhane Bölgesinde Kentsel Dönüşüm, Tarihsel ve Sosyal ...

Roma Suyolları – İstanbul – Su

Bizantion, Konstantinopolis ve İstanbul sürekliliğinde yaşanan tarihsel değişim ve dönüşümü

nasında kentin karşılaştığı en önemli sorunlardan bir tanesi su sıkıntısıdır. Boğaz bölgesinin

aynaklar; Karadeniz

ıyısındaki dağlar, kuzeybatıdaki Belgrad Ormanı, Halkalı Bölgesi ve Terkos Gölü’dür.

indeki mühendislik yapılarının en önemlilerinden biri olarak kabul edilen

yollarının temel amacı; suyu genellikle 1/1000’lik bir eğimle kent dışındaki yüksek

es

jeolojik yapısı, daha farklı bir ifadeyle şehrin kayalıklar üzerine kurulmuş olması, sürekli artan

nüfusun su ihtiyacını dışarıdan karşılamak zorunluluğunu doğurmuştur.

Kentin su ihtiyacını karşılamak için kurulan sistemlerin beslendiği temel k

k

Bizantion döneminde Hadrianus’un yaptırdığı suyolu kente günde 6000 metreküp su

sağlamaktaydı (Mango’dan aktaran Kuban, İstanbul, Bir Kent Tarihi, 93). Nüfusun artmasıyla

birlikte bu miktarın genel gereksinimi karşılayamamasıyla birlikte yeni yolların yapımına

başlandı. Valens Kemeri; bu suyollarının, günümüzdeki Beyazıt Meydanı’na denk düşen

Tauri Forumu’ndaki büyük havuzla (Nimfeum Maksimus) sonlanmasından hemen önceki

bölümüdür.

Roma dönem

su

kaynaklardan kente getirmektir. Arazinin bu eğime doğal olarak sahip olduğu bölümlerinde

üstü kapalı kanallar kullanılırdı. Suyolu üzerindeki dağlar ve tepeler gibi ani yükseltileri

geçmek için ise yer altı tünelleri açılırdı. Suyu kullanılan eğime uygun olarak bir vadiden

geçirmek için kullanılan strüktür ise kemerlerdi. Kemerler vadinin derinliğine bağlı olarak tek

katlı veya çift katlı olabiliyordu. Derinliğin çok fazla olmadığı yerlerde duvarlar kullanılıyordu.

Suyu yüzlerce kilometre boyunca sabit bir eğimle şehirdeki sarnıçlara ulaştıran bu sistemler

3

Page 6: Saraçhane Bölgesinde Kentsel Dönüşüm, Tarihsel ve Sosyal ...

hem suyun şehir için olan öneminin büyüklüğünü, hem de Roma mimarlığının mühendislik

yapılarına yansıyan kesinliğini göstermektedir.

Bizantion’un başkent Konstantinopolis’e dönüşmesiyle birlikte, şehre Roma mimarisinin

damgasını vurma isteğinin bir ifadesi olarak da okunabilecek, Valens Kemeri’nin de bir

parçası olduğu, 150 kilometrelik suyolunun inşası 30 yıl sürmüştür. Valens döneminden

sonraki 100-150 yıl içerisinde, özellikle I. Theodosius döneminde (379-395), yapılan

eklemelerle birlikte, Trakya’dan (Vize’den) Konstantinopolis’e su getiren bu hattın

uzunluğunun 250 kilometreyi aştığı bilinmektedir. Profesör Kazım Çeçen tarafından

yürütülen araştırmalarla ortaya çıkartılan bu suyolunun Roma döneminde yapılmış en uzun

suyolu olduğu kabul edilmektedir (Çeçen, ---).

4

Page 7: Saraçhane Bölgesinde Kentsel Dönüşüm, Tarihsel ve Sosyal ...

Bu sistem içerisinde Valens Kemeri’nin üstlendiği rol, kent dışından gelen suları Havariyyun

Kilisesi ve Capitol arasında yer alan vadiden geçirerek büyük havuza ulaştırmaktır. Zaman

içerisinde şehir isim değiştirmiş, vadinin iki tarafını tanımlayan yapılar değişmiş ama Valens

Kemeri yeni isimler kazanmasına, depremlerle, yangınlarla ve istilalarla zarar görüp,

“bozulup” değişim geçirmesine karşın kentin içerisindeki baskın bir öğe oluşunu günümüze

kadar korumuştur.

Kemerin Geçirdiği Değişimler

Valens Kemeri’nin zaman içerisinde geçirdiği değişimlerin kaynaklara olan yansıması 6.

yüzyılla birlikte başlar. Müller-Wiener’in Theophylacti’den aktardığına göre II. İustinos’un

imparatorluğu döneminde (565-578) kemer onarılmıştır. 576 yılındaki bu onarımın, kemerin

depremden hasar görmesinden sonra yapılmış olabileceği düşünülmektedir. 626 yılındaki

Avar istilasında suyolları tahrip edilmiştir. Avarlar sur içine giremediğinden Valens

Kemeri’nin bu istilada hasar almadığı tahmin edilmektedir. Bu olaydan sonra suyolu

sisteminin onarımı ve böylece Valens Kemeri’nin de yeniden işlevsel hale gelişi ancak V.

Konstantinos zamanında (741-775) olmuştur (aktaran Müller-Wiener,…).

Bu dönemden sonra bilinen ilk onarım 1019 yılında, II. Basileios’un imparatorluğu

zamanındadır (976-1025). 1403 yılındaki Konstantinopolis seyahatini yazan İspanyol Elçi Ruy

5

Page 8: Saraçhane Bölgesinde Kentsel Dönüşüm, Tarihsel ve Sosyal ...

de Clavijo’nun anlattığına göre kemer bu tarihlerde işlevini bağ, bahçe sulaması gibi daha

küçük ölçeklerde sürdürmekteydi (aktaran İA, s. 319).

Osmanlıların Konstantinopolis’i ele geçirmesinden sonra su şebekesi kapsamlı bir onarım

geçirdi. Valens Kemeri de onarılarak, Fatih Suyolu olarak adlandırılan bu sisteme dahil edildi.

II Bayezid (1481-1512) ve Kanuni Sultan Süleyman (1520-1566) dönemlerinde artan nüfusun

su gereksinimi karşılayabilmek adına su şebekesi genişletilmiştir. Bu dönemlerde Bozdoğan

Kemeri’nin de dahil olduğu su sistemi Halkalı Suyu olarak adlandırılmaktaydı.

1509 yılındaki “kıyamet-i sugra” (küçük kıyamet) diye nitelenen depremde kemer de hasar

görmüştür. Şehzade Camisi’nin yakınındaki kısmının bu depremle birlikte yıkıldığı

düşünülmektedir (İA, s.319). Depremde kemerin bir kısmının yıkılmasıyla oluşan gölcük

nedeniyle Vefa-Şehzadebaşı arasında kalan bölge bir süreliğine “Büyük Bataklık” olarak

tanımlanmıştır. 1556-1557 yıllarında Süleymaniye Suyolu’nun yapımıyla birlikte Bozdoğan

Kemeri de bu sisteme dahil edilerek özellikle Topkapı Sarayı’na su taşımakta kullanılmıştır.

II: Mustafa döneminde (1695-1703) Bozdoğan Kemeri’nin doğu bölümü onarılmıştır.

Kemerin 45. payesinin üstüne bu onarıma dair bir kitabe konulmuştur. Bu onarımın kapsamı

41-45 arasındaki 5 payenin eski biçimlerine göre yeniden inşa edilmesidir (Müler-Wiener, s.

277). Çeçen’e göre 52-56 numaralı açıklıklardaki sivri kemerler de II. Mustafa dönemindeki

onarımların bir sonucudur (aktaran İA, s. 319). II. Mustafa’dan sonra tahta çıkan III. Ahmed

döneminde de (1703-1730) suyolu şebekesi tamir görmüştür.

Bu onarım ve yenilemelerin dışında da, kemerin tarih içerisinde üstlendiği farklı işlevlere

ilişkin, çok da kesin olmayan ifadeler vardır. Bunlardan bir tanesi; 1748 tarihli bir suyolu

haritasında kemerin Fatih kısmında görünen bir taksim kulesidir. Bir diğeri ise; 23 Ağustos

1908 tarihli büyük yangından sonra çevredeki bütün camiler ve konutlar harap olduğundan,

ezanın kemerin tepesinden okunduğuna dair hikayelerdir.

Unkapanı-Aksaray aksı arasında Atatürk Bulvarı’nın açılması sırasında Bozdoğan Kemeri’ne

dokunulmamıştır. Prost’un bu bölge için yaptığı imar planı dikkate alınarak yol, kemerin 41-

45 numaralı açıklıkları arasından geçirilmiştir.

6

Page 9: Saraçhane Bölgesinde Kentsel Dönüşüm, Tarihsel ve Sosyal ...

Günümüzde de İstanbul’un, Beyazıt Kulesi’nin de bulunduğu üçüncü tepesiyle, Fatih

Camisi’nin bulunduğu dördüncü tepesi arasındaki derin vadide boylu boyunca uzanan

Bozdoğan Kemeri, kentin çeşitli noktalarından bakıldığında siluet içerisinde baskın bir şekilde

fark edilebilen bir yapıdır.

Kemerin Teknik Özellikleri

1/1000 oranında bir eğime sahip olan kemerin uzunluğu 971 metre civarındadır. Denizden

yüksekliği 63,5 metre, ortalama yüksekliği 28,5 metredir. 1990-1993 arasında Doğan Kuban

ve Şirin Akıncı tarafından yürütülen restorasyon çalışmaları sırasında Atatürk Bulvarı’nın

geçtiği bölgedeki zeminin, yapının ilk yapıldığı dönemdeki zemininden 4 metre yüksekte

olduğu ortaya çıkartılmıştır.

Valens Kemeri hakkında kapsamlı bir monograf yazmış olan Dalman’ın belirttiğine göre;

kemerin göz sayısı 86’dır. Fatih bölgesinden başlayarak sayarsak; 15. göze kadar bir kat

devam eder. Bu bölümdeki duvar kalınlığı 3,40 metre olarak sabit devam etmektedir. Yapının

yıkılan ve zamanla değişen kısımlarını da dahil edersek, 15. gözden 73. göze kadar olan

bölümde kemer çift katlı bir şekilde devam eder. Bu bölümlerde duvar kalınlığı değişkendir

ve en geniş yerinde 5,65 metreyi bulur. Kemerin tek katlı olarak devam eden kalan

bölümünde ise kalınlık 4,30 metre civarına düşer.

7

Page 10: Saraçhane Bölgesinde Kentsel Dönüşüm, Tarihsel ve Sosyal ...

Yıkılmış olan bölümün yaklaşık 335 metreyi bulduğu hesaplanmıştır. Fatih tarafındaki

bölümün ise yakın bir geçmişte yıkıldığı bilinmektedir.

Kemerin gözlerinin mevcut durumu farklı dönemlere işaret eder. İstanbul Ansiklopedisi’nin

aktardığına göre; 1-40 arasındaki ve 46-51 arasındaki gözler Roma döneminden kalmıştır ve

bunlar Fatih zamanında onarılmıştır. 52-56 arası gözler Kanuni döneminde, 52-56

arsındakilerse II. Mustafa döneminde tamirat görmüştür.

İlk başlarda kemerin üzerindeki açık bir kanalla getirilen su daha sonra künklerle, son olarak

da metal borularla şehre taşınmıştır.

8

Page 11: Saraçhane Bölgesinde Kentsel Dönüşüm, Tarihsel ve Sosyal ...

Kişiler ve Olaylar

Flavius İulius Valens

364-378 yılları arasında Doğu Roma İmparatorluğu’nu yönetmiş olan Valens; 328 yılında,

tıpkı kendisinden 7 yaş büyük kardeşi Valentinianus gibi Cibalae’de (Hırvatistan Doğu

Slavonya’daki Vinkovci) doğmuştur. 360 yılında orduya katılana kadarki hayatını, babası

Büyük Gratius’un Britanya ve Afrika’daki aile evlerinde geçirdi. 364 yılında imparator

Jovian’ın zehirlenerek ölmesinin ardından Valentinianus Augustus oldu ve imparatorluğun

tek başına yönetilemeyecek kadar büyük olduğunu düşündüğünden, kardeşi Valens’i ortak

imparator ilan etti. 364 Aralık’ında Valens

Konstantinopolis’e geldi.

Valens’in imparatorluğunun henüz başlarında karşılaştığı

en önemli olay Prokopius’un ayaklanmasıdır. Prokopius;

Jovian’dan önceki imparator Julianus’un anne tarafından

kuzeniydi ve Julianus’un ölümünden sonraki ardılının

seçimi sırasında kendisinin taht hakkının yenildiğini

düşünmekteydi. Valens’in Kapadokya’da bulunmasını

fırsat bilerek kendini imparator ilan etti ve yaptığı

propagandayla birlikte taraftar kitlesi kazandı. Bu durum

karşısında; tahtı bırakmak, savaşmak ve hatta intihar

etmek arasında bocalayan Valens sonunda savaşmaya karar verdi. Hem kardeşi

Valentinianus’tan yeterli desteği göremediğinden, hem de kendi askerlerinin bile

Prokopius’tan yana çıkmalarından dolayı bu isyan karşısında ilk başlarda zorluklar yaşayan

Valens Kalkedon yakınlarındaki bir çarpışmada yakalanmaktan son anda kurtuldu (Bu olay

Valens Kemeri’nin yapımında Kalkedon surlarının kullanıldığını belirten rivayetlerde sebep

olarak anılan olaydır). 366 senesinde kontrolü ele geçiren Valens Prokopius’un ordularını

Thyatira (Akhisar) Savaşı’nda yenilgiye uğrattı. Prokopius 27 Mayıs’ta idam edildi ve kellesi

Trier’deki Valentinianus’a gönderildi.

9

Page 12: Saraçhane Bölgesinde Kentsel Dönüşüm, Tarihsel ve Sosyal ...

Valens; bu isyan sırasında Prokopius’u destekledikleri için Gotlara karşı atağa geçti.

Athanaric'in Trevingisi ile karşılaşmadan önce kuzeydoğudaki Got kabilesi Greuthungi'ye

saldırdı. Buradaki başarısından sonra, Athanaric antlaşma yapmak istedi. Valens’in kabul

ettiği bu anlaşma gereğince, Gotlarla Romalılar arasındaki ticaret ve asker alışverişi sona erdi.

Valens’in imparatorluğu sırasında uğraştığı önemli bir diğer olay da; Pers kralı II. Şapur’un

Ermenistan tahtını ele geçirme girişimlerini bastırmaktır.

Valens’in imparatorluk kariyerindeki en önemli olaysa Adrinople (Edirne) Savaşı’dır. Romalı

tarihçi Ammianus Marcellinus’un yazdığı Roma Tarihi’nde geniş olarak anlatılan bu savaş bir

yandan “Roma İmparatorluğu için tüm kötülüklerin başlangıcı” kabul edilirken, diğer taraftan

da Valens’in ölümünü doğurmuştur.

Romalıların barbarlar karşısında çok büyük bir hezimete uğradığı 378 yılında yaşanan bu

savaşla birlikte Roma piyadesinin yenilmezlik unvanını sarsmıştır. Savaş esnasında ölen

Valens’in ölümü ve sonrası hakkında ise iki farklı anlatım vardır. Bunlardan ilkinde; Valens’in

bir okla ölümcül biçimde yaralanıp kısa bir süre içinde son nefesini verdiği, cesedinin

bulunamadığı ve bu yüzden gömülemediği şeklinde bir ifade vardır. Diğer anlatımsa, Roma

piyadelerinin savaş sırasında yalnız bırakıldığını ve bu savunmasız durumdayken

öldürüldüklerini, Valens’in de yaralanıp ahşap bir kulübeye taşındığı ve kulübenin Gotlar

tarafından, içerisinde Valens’in bulunduğu bilinmeden, ateşe verildiği anlatılır.

Valens’in aşırı gururuna ve askeri konulardaki tecrübesizliğine bağlanan bu ağır yenilgi, çoğu

zaman büyük kardeşi Valentinianus’un askeri başarılarıyla karşılaştırılarak, onun Roma

tarihindeki başarısız imparatorlar arasında değerlendirilmesine neden olur. Kaynaklarda geçen

bir başka karşılaştırma, Valens ve Valentinianus’un farklı dinsel görüşlere sahip olmalarıdır.

Valens Aryan olarak vaftiz edilmişti, Valentinianus ise Nicaea (İznik) İtikatı’na üyeydi.

10

Page 13: Saraçhane Bölgesinde Kentsel Dönüşüm, Tarihsel ve Sosyal ...

Sokrates’in Aktardığı Kehanet

Sevinçli genç kızlar kente su halkalarını dalgalandıracak

dans ettiklerinde, çiçeklerle süslü yollar boyunca,

duvar, hamama uğursuz kale

olacak, o zaman, çeşitli insanların sayısız halkları,

yabanıl, kızgın, silahlar kuşanmış çok sayıda insan,

suları güzel akan Tuna’yı aştığı zaman

mızraklarıyla, umutla çıldırmış çok sayıda insan

Trakya’yı geçtiği zaman, ömrün sonu gelecek.

11

Page 14: Saraçhane Bölgesinde Kentsel Dönüşüm, Tarihsel ve Sosyal ...

Nazım Hikmet – Kuvâyi Milliye

BEŞİNCİ BAP

920’NİN 16 Martı

ve

MANASTIRLI HAMDİ EFENDİ

ve

REŞADİYELİ VELİ OĞLU MEMET’İN

HİKÂYESİ

920’nin 16 Martı.

Öğleden evvel

saat onda

makina başında şöyle bir telgraf aldı Ankara’daki:

“Der-aliye 16/3/1920.

İngilizler bastı bu sabah

Şehzadebaşı’ndaki Muzika karakolunu.

Müsademe edildi.

İşgal altına alıyorlar İstanbul’u şimdi.

Berâyi malûmat arzolunur.

Manastırlı Hamdi.”

920’nin 16 Martı.

Harbiye Nezareti telgrafhanesi buldu Ankara’yı:

“Etrafta dolaşıyor İngiliz askerleri.

Şimdi işte

İngiliz askerleri giriyorlar nezarete.

İşte giriyorlar içeri.

Nizamiye kapısına.

Teli kes.

12

Page 15: Saraçhane Bölgesinde Kentsel Dönüşüm, Tarihsel ve Sosyal ...

İngilizler buradadır.”

920’nin 16 Martı.

Manastırlı Hamdi Efendi

buldu Ankara’dakini tekrar:

“Paşa hazretleri,

Harbiye telgrafhanesini de işgal etti İngiliz bahriye askeri

Tophaneyi de işgale ediyorlar bir taraftan,

bir taraftan da zırhlılardan asker ihraç olunuyor.

Vaziyet vehamet kesbediyor efendim.

Paşa hazretleri,

Emri devletlerine muntazırım.

16 Mart 1920

Hamdi”

920’nin 16 Martı.

Durumu bir kez daha tekrar etti Hamdi Efendi:

“Sabah bizim asker uykuda iken

İngiliz bahriye efradı karakolu işgal etmekte iken

askerlerimiz uykudan şaşkın kalkınca müsademe başlıyor.

Neticede bizden altı şehit, on beş mecruh olup

İngilizler zırhlıları rıhtıma yanaştırıp

Beyoğlu ve Tophane’yi işgal edip.

İşte Beyoğlu telgrafhanesi de yok.

İşte Beyoğlu telgraf memurları geldiler.

Kovmuşlar.

Burası da işgal olunacaktır bir saate kadar.

Şimdi haber aldım efendim.”

13

Page 16: Saraçhane Bölgesinde Kentsel Dönüşüm, Tarihsel ve Sosyal ...

920’nin 16 Martı

uykuda kesti kâfir üçümüzü,

kurşuna dizdi kâfir ikimizi.

İngiliz’in hepsi değil domuzu

Sabaha karşı aldı canımızı.

920’nin 16 Martı

basıldı Vezneciler’de karargâh.

Uyan be tosunum uyan.

Üçümüzü uykuda kesti kâfir,

üçümüz: Abdullah çavuş, Şarkışla’dan Osman,

Bir de Zileli Abdülkadir.

920’nin 16 Martı

Bozdoğan Kemeri’nde

kurşuna dizdi kâfir ikimizi.

Ahmet oğlu Nasuh arkadaşımın adı,

Reşadiyeli Veli oğlu Memet benimkisi.

920’nin 16 martı

uykuda kesti kâfir üçümüzü.

Soktu Osman’ın karnına kasaturayı,

bastı göğsüne kâfirin dizi.

Dört çocuk babasıydı Abdullah çavuş.

Dıymadı dünyasına Abdülkadir.

Üçümüzü uykuda kesti kâfir,

kurşuna dizdi ikimizi.

920’nin 16 Mart sabahı,

karakolun karşısında

bırakmadım elimden silâhı,

yere serdim iki İngiliz’i.

14

Page 17: Saraçhane Bölgesinde Kentsel Dönüşüm, Tarihsel ve Sosyal ...

Senin ırzını kurtardım İstanbul’um,

Sana can feda çakır gözlü gülüm.

Üçümüzü uykuda kesti kâfir,

kurşuna dizdi ikimizi.

Şimdi üçümüz:

Abdullah ve Osman ve Abdülkadir,

taşları yan yana yatar Eyüp’te.

Arama, bulamazsın ikimizin kabrini,

belki maşrıkta, belki mağripte,

biz de bilmeyiz yerini.

Uykuda kestiler üçümüzü,

kurşuna dizdiler ikimizi,

Ahmet oğlu Nasuh arkadaşımın adı,

Reşadiyeli Veli oğlu Memet benimkisi.

Bir de altıncımız var,

kara kaytan bıyıklı bir şehit,

son mekânı şöyle dursun,

adını da bilen yok…

15

Page 18: Saraçhane Bölgesinde Kentsel Dönüşüm, Tarihsel ve Sosyal ...

KAYNAKÇA:

İstanbul Ansiklopedisi, İlgili Maddeler

• “Bozdoğan Kemeri” Cilt II, sayfa: 319a.

Doğan Kuban,

“İstanbul, Bir Kent Tarihi: Bizantion, Konstantinopolis, İstanbul” Tarih Vakfı Yurt

Yayınları, İstanbul 1996 (2000)

“İstanbul Yazıları” YEM Yayın, İstanbul Kasım 1998

Murat Belge, “İstanbul Gezi Rehberi” Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul Mart 2004

(Onuncu Basım)

Pierre Gilles (Petrus Gyllius), “İstanbul’un Tarihi Eserleri” Eren Yayıncılık, İstanbul 1997

Wolfgang Müller-Wiener, “İstanbul'un Tarihsel Topografyası: 17. Yüzyıl Başlarına Kadar

Byzantion-Konstantinopolis-İstanbul” YKY, İstanbul 2002

16

Page 19: Saraçhane Bölgesinde Kentsel Dönüşüm, Tarihsel ve Sosyal ...

POLYEUKTOS KİLİSESİ

Polyeuktos Kilisesi, 524–527 yılları arasında Anikia İuliana tarafından yaptırılmıştır.

Günümüzde, Fatih İlçesi’nde, Saraçhanebaşı’nda temel kalıntıları görülebilen –aslında Arkeoloji

Parkı kotundan daha alçakta kalan, tel örgülerle çevrilmiş bu alan çok da görünür olmamalı ki

çöplerin biriktirildiği, acil ihtiyaçların giderildiği bir yer halini almıştır- bu kilisenin yeniden

keşfinin hikâyesi çok ilginçtir.

Polyeuktos Kilisesi temel kalıntılarının günümüzdeki durumu

1960 senesinde, bölgede yapılan Haşim İşcan Alt Geçidi temel kazısı sırasında bulunan

kalıntıların üzerindeki yazıların 10.yy.da hazırlanmış bir antolojideki (Palatine Anthology) şiirle

eşleştirilmesi sonucu, bu kalıntıların Anikia İuliana tarafından Melitene’de (günümüzde Malatya)

Hıristiyan inançları yüzünden şehit edilen Romalı asker Polyeuktos’a adanarak yaptırılan

Polyeuktos kilisesine ait olduğu anlaşılmıştır. Bu keşfin ardından, Arkeoloji Müzesi Konservatörü

Nezih Fıratlı ve buradaki bilgileri çoğunu edindiğimiz kitabın da yazarı olan R.M. Harrison

tarafından 1964’te başlatılan kazılar, 1971 yılına kadar sürdürülmüştür.

Kazıların tamamlanmasının ardından bölge açık bir arkeolojik park olarak tasarlanmıştır.

Ancak bu alan bakım yapılmadan ve güvenlik önlemleri alınmadan terkedilmiş bir tarihi kalıntı

olarak günümüzde varlığını sürdürmektedir. Bölgede kalıntılar hakkında bilgi veren herhangi bir

tanıtım unsuru bulunmamaktadır. Bu durum devam ettikçe Polyeuktos Kilisesi İstanbul’un

kaybetmekte olduğu değerler arasında yerini almaya devam edecektir.

17

Page 20: Saraçhane Bölgesinde Kentsel Dönüşüm, Tarihsel ve Sosyal ...

Kilisenin temel kalıntılarının planı

Yer Seçimi

Yer seçimiyle ilgili en önemli etken olarak mülkiyet hakkını gösterebiliriz. Anikia İuliana

soylu bir aileden gelmekteydi. II. Theodosius’un karısı Eudokia, Anikia’nın büyük-

büyükannesiydi. Polyeuktos Kilisesi’nin yapıldığı yerde Eudokia zamanında yapılmış daha küçük

bir kilisenin olduğu, bu kilisenin Eudokia’nın sarayıyla bağlantılı olduğu bilinmektedir.

Eudokia’nın sarayı Anikia’ya geçtikten sonra, Anikia İuliana’nın yaptırdığı daha büyük kilisenin bu

sarayın yakınında, eski kilisenin yerinde olması mantıklıdır. Bir başka sebep ise bu bölgenin,

törenler ve ayinlerde kullanılan yol, Mese üzerinde/yakınında olmasıdır.

18

Page 21: Saraçhane Bölgesinde Kentsel Dönüşüm, Tarihsel ve Sosyal ...

Mimari

Kazılar sonucunda ortaya çıkan temel kalıntıları, şiirin yazılmış olduğu parçaların

konumları ve aynı dönemlerdeki yapılarla mimari karşılaştırmalar yorumlanarak, kilisenin plan

şeması ve kesiti üzerine varsayımlar yapılmıştır. Bu çalışmada gerek kilisenin planı hakkında bilgi

verirken, gerekse modeli oluştururken R.M. Harrison’ın yapmış olduğu bu yeniden tasarımlama

(restitüsyon) denemesini temel aldık.

Kilisenin tahmini dış görünüşü

Buna göre kilise büyük bir kubbeyle örtülü ana/orta

nef etrafında yan nefler, narteks, absid ve bir avludan

(atrium) oluşmaktaydı. Kilise’nin yüksekliği 40m,

kubbesinin çapının 20 m civarındadır. Atrium’un

kuzeyinde, vaftizhane olduğu düşünülen yapının

kalıntılarına rastlanılmıştır. Şiirin yazılı olduğu

parçaların şekilleri ve konumları incelendiğinde, bu

parçaların kilisenin orta nefini çevreleyecek şekilde

yerleştirilmiş oldukları sonucuna varılmıştır. Böylece

19

Page 22: Saraçhane Bölgesinde Kentsel Dönüşüm, Tarihsel ve Sosyal ...

zemin kat planına dair varsayımlarda bulunulmuştur. Zemin katta olduğu düşünülen eksedralar

tamamen bu şiirin izlediği yoldan yola çıkılarak önerilmiştir.

Kilise mimari açıdan bulunduğu dönemdeki birçok ilkin temsilcidir. Öncelikle İstanbul’ da

kubbeli bazilika tipinde yapılmış ilk örnektir. Bundan önceki bazilikal plan şemalı kiliseler beşik

çatı ile örtülürken ilk kez bu büyüklükte bir kubbeyle orta nefin üzeri geçilmiştir. Mimari evrim

açısından kilisenin durumunu kavramak için yapının yakın dönemindeki diğer yapılarla

karşılaştırılması bu konuda daha açıklayıcı olacaktır. Bugüne kadar varlığını sürdüren

Polyeuktos’tan önce yapılan İmrahor Camii dönemindeki adıyla Saint John Studios Kilisesi

bazilikal plana sahip ve beşik çatı örtüsüne sahip bir kilisedir.

İmrahor Camii Kesit ve Planı

Polyeuktos Kilisesi ile aynı plan şemasına sahip ve onunla aynı yıllarda yapımı tamamlanan

Aya İrini ise yine bazilikal plan şemasına sahip olup, orta nefin kubbe ile geçildiği bir mimariye

sahiptir. Aynı dönemde yapılması nedeniyle Polyeuktos Kilisesi’yle en mimari açıdan an çok

benzerlik taşıyan kilise Aya İrini Kilisesi’dir.

Polyeuktos Kilisesi Kesiti Aya İrini Kilisesi Kesiti

20

Page 23: Saraçhane Bölgesinde Kentsel Dönüşüm, Tarihsel ve Sosyal ...

Kilise yakın akranlarından farklı olarak doğu özgü mimari unsurlar taşır. Özellikle sütun

başlıkları, ve kemerlerdeki bezemeler kendilerine özgü bir üsluba ait olup gelecek kuşaklar

etkileyecektir. Büyük olasılıkla bu kilisenin yapımında çalışmış ustaların Ayasofya’nın yapımında

da çalışmış oldukları ve benzeri mimari unsurları burada da kullanmış oldukları düşünülmektedir.

Kilisenin tahrip edilen parçalarının San Marco Meydanı’nda “doğudan gelen taşlar” ismiyle

sergilenmesinin nedeninin taşıdığı doğu unsurları olduğu düşünülmektedir.

Ş

Kilisenin tahmini iç görünüşü ve kazılar

sırasında bulunan bezemeli kemer parçası

Haçlı Seferleri sırasındaki yağmadan (1204) önce de belirsiz sebeplerden dolayı kullanım

dışı kalan ve yağmalanan bu kilisenin sahip olduğu çok zengin bezemeler, süslemeler ve bazı

elemanlar çeşitli müzelerde sergilenmektedir. Kazılardan sonra bulunan kalıntılar Arkeoloji

Müzesi’nde sergilenirken, Haçlı Seferleri ve öncesinde yapılan yağmalarla götürülen bazı parçalara

San Marco Kilisesi’nde, Piazetta’da (pilastiri acritani) ve hatta Barselona Arkeoloji Müzesi’nde

rastlanmaktadır. İstanbul Arkeoloji Müzesi’nde kiliseye ait sütun parçaları, sütun başlıkları, niş

parçaları ve tavuskuşu içimli kemer parçaları gibi mimari öğelerin yanı sıra Meryem Ana ile çocuk

ve aziz betimlemeli ikonalar, çeşitli heykel parçaları, gümüş kaşık, kemik ikona, sabuntaşı, tunç ve

kurşun haçlar, haç sarkaçlar ve haç biçimli rölikerler;cam hamuru,ametist ve sedef kakma

birimleri,kemik ve cam süs öğeleri bulunmuştur.

21

Page 24: Saraçhane Bölgesinde Kentsel Dönüşüm, Tarihsel ve Sosyal ...

Anikia Iuliana Hakkında

Anikia Iuliana yaşadığı dönemde Bizans

İmparatorluğu’nun soylu ailelerinden birine mensuptu.

Kocası önemli bir komutandı ve soyağacına bakıldığında

oğlunun taht üzerinde hakkı vardı. Fakat kocasının askeri

alandaki başarısızlığı ve oğlunun tahta geçememesi,ve onun

yerine soylu olmayan asker kökenli İustinanus’un tahta

geçmesi, Anikia Juliana’nın ailesinin soyluluğunu kanıtlama

ve sürdürme çabalarına yönelttiğini izlemini verir. Anikia bu

amaçla yalnızca büyükannesininkinden daha büyük bir kilise

yaptırmakla kalmamış, aynı zamanda sağlık alanında da çeşitli yazılı çalışmalar yapılmasını

sağlamıştır.

Anikia Iuliana ile İustinanus arasındaki politik rekabetin Ayasofya’nın yapımına da

yansıdığı görülür. Yapıldığı dönemde Konstantinopolis’in en büyük kilisesi olan Polyeuktos

kilisesini Anikia’nın yaptırmasının hemen on yıl sonra İustinanus kendisine karşı çıkarılan büyük

bir isyanı bastırdıktan sonra beş yıl gibi kısa bir sürede Ayasofya’yı yaptırır. Ayasofya yalnızca

Konstantinopolis değil bütün dünyadaki en büyük kilise olma unvanını uzun bir zaman üzerinde

taşıyacaktır. Polyeuktos Kilisesi, bezemelerinde taşıdığı şiirde bahsedildiği gibi Süleyman

Tapınağı’yla; yaptıran Anikia İuliana ise Kral Süleyman’la özdeşleştirilmiştir. Bu yüzden,

İustinanus’un Ayasofya’yı bitirdikten sonra “Ey Süleyman seni geçtim!” demesi Anikia İuliana’ya

bir gönderme olarak kabul edilmektedir.

Anikia ile İustinanus arasında geçtiği varsayılan bir diyalog bu rekabetin nasıl

sonuçlandığını gösterir. Bir gün İustinanus Anikia’dan bağış toplamak amacıyla Polyeuktos

Kilisesi’ni ziyaret eder. İsteğini dile getirdiğinde Anikia İustinanus’tan başını kaldırıp yukarı

bakmasını ister. İustinanus yukarı baktığında tavandaki altın bezemeleri görür. Anikia bütün

servetini kiliseye harcadığını belirtmiştir ama hemen ardından İustinanus’un koluna girer ve onun

parmağına bir yüzük takar. Bu yüzük Anikia’a atalarından miras olarak kalmış taht varisliğini

simgeleyen yüzüktür.

22

Page 25: Saraçhane Bölgesinde Kentsel Dönüşüm, Tarihsel ve Sosyal ...

Anikia Iuliana’nın soyluluğunun simgesi haline gelmesini istediği Polyeuktos Kilisesi’nin

kemerlerni süsleyen şiir iki kısımdan oluşur. Birinci kısım Anikia ve ailesini tanıtırken ikinci

kısımda ise kiliseye ilişkin mimari betimlemeler bulunur.

İmparatoriçe Eudocia, Aziz Polyeuktos’tan aldığı esinle

Tanrı’yı onurlandırmak için ilk kez bir tapınak yaptırandı

Ama O, bu tapınağı şimdiki kadar büyük ve güzel yaptırmadı

Bunun sebebi maddi yetersizlikler ya da engellemeler değildi.

O, gelecekteki nesillerinin

bu yapıyı daha da güzelleştirecek imkanlara sahip olacağının biliyordu.

Bu imkanlarla Juliana

Dördüncü nesilden bu soylu kanı taşıyan

Kutsanmış ebeveynlerinin parlak ışığı

Kraliçeyi hayal kırıklığına uğratmadı

O ki en güzel çocukların annesi,

Bu yapıyı özgün halinden şimdiki formuna ve büyüklüğüne getirdi.

Ailesinin ayak izlerinin takip eden Juliana

Tanrı’ya hürmet eden yolda tam adımlarla ilerleyerek,

Onlara ölümsüz bir doğum verdi.

Cennetteki kralın hizmetkarlarından biri olarak ona hediyeler sundu

Ve çocuklarının korunması için adına tapınaklar yaptırdı.

Ve bu en çalışkan ailenin sonu

Güneş ateşten savaş arabasını sürdükçe var olmaya devam edecek.

Hangi koro Juliana’nın yaptıklarını söylemek için yeterlidir?

Roma’nın güzelleştiricisi Constantine, kutsal ve altın ışık Theodosius’tan sonra

Ailesinin değerinin birkaç yıl içinde yaptığı işlerle kanıtladı,

Hatta daha da fazlasını.

Tek başına zamanı yendi ve Süleyman’ın bilgeliğine ulaştı.

Tanrı’ya ulaşmak için bir tapınak yükselterek,

Zengince işlenmiş zarif parıltılı, yılların kutlayamayacağı…

Nasıl da derin köklerinden doğuyor,

Yükselerek cennetin yıldızlarını takip ediyor,

Doğudan batıya uzanıyor,

Güneşin parlaklığıyla her iki yandan da parıldıyor.

Merkezi nefin her iki yanında güçlü sütunların üzerindeki sütunlar,

23

Page 26: Saraçhane Bölgesinde Kentsel Dönüşüm, Tarihsel ve Sosyal ...

Altın çatıyı taşıyorlar. Her iki yanda da girintiler,

Kemerlerin içinden oyularak ayın dönen ışığın doğmasını sağlıyorlar.

Birbirine bakan karşı duvarlar hayatı geri çağırıyorlar.

Uçsuz bucaksız yolların içinden değerli ve olağanüstü madeni çayırlardan,

Kayaların diplerinde çiçek açmasını sağlayan,

Doğanın parıltısı, Tanrı’nın evini örtüyor ve koruyor,

Juliana’dan bir hediye olarak.

Juliana’nın çabaları, sayısız çabadan sonra, ailesinin ruhları,

Kendi yaşamı ve şimdiye kadar olmuş ve şimdi olanlar için.

24

Page 27: Saraçhane Bölgesinde Kentsel Dönüşüm, Tarihsel ve Sosyal ...

Kaynaklar

İstanbul Ansiklopedisi,

“Polieuktos (Ayios) Kilisesi” Doğan Kuban, Cilt VI, sayfa: 276b.

“Anikia İuliana” Nevra Necipoğlu, Cilt I, sayfa: 274b.

R. Martin Harrison,

“A Temple for Byzantium” Harvey Miller Publishers, Londra 1989

“Excavations at Saraçhane in İstanbul” Princeton Uni. Press, Princeton 1986

www.byzantium1200.com

www.wikipedia.org

25

Page 28: Saraçhane Bölgesinde Kentsel Dönüşüm, Tarihsel ve Sosyal ...

ÇANDARLI İBRAHİM PAŞA HAMAMI

II. Mehmet’in İstanbul’u fethinden sonra Saraçhanebaşı semti daha önceki dönemlerde

üstlendiğinden farklı bir işlev kazanmıştır. Bu bölgede, 1475 yılında inşa edilen İstanbul

Saraçhanesi hem bu işlev değişikliğinin başlangıcı olmuş, hem de bölgenin Saraçhanebaşı

olarak adlandırılmasına yol açmıştır. Binek hayvanları için gerekli olan her türlü malzemenin

satıldığı bu çarşı yapısı, beraberinde getirdiği ticaret hayatını destekleyecek yapıların inşa

edilmesine de önayak olmuştur. Bu yapıların başında tekkeler, hamamlar ve mescitler

gelmektedir. Çandarlı İbrahim Paşa Hamamı da bu dönemde inşa edilen ve bu dönemde inşa

edilmiş birçok başka yapıyla aynı yıkılmak kaderini paylaşan bir hamam yapısıdır.

Çandarlı Ailesi ve Çandarlı İbrahim Paşa

Yapıyı yaptıran kişi olan Çandarlı İbrahim Paşa, Osmanlı İmparatorluğu’nun kuruluş

döneminde çok büyük bir güce sahip olan Çandarlı ailesinden çıkmış son sadrazamdır.

Çandarlı ailesinin kökenleri Ankara’nın Nallıhan ilçesinin Cendere köyüne dayanmaktadır.

Ailenin isminin Osmanlı kaynaklarında yer alışı Çandarlı Kara Halil Hayrettin Paşa’yla birlikte

başlamıştır. Kara Halil Hayrettin Paşa Eylül 1364 ile 22 Ocak 1387 tarihleri arasında 22 yıl 4

ay sadrazamlık yapmıştır. Ahi teşkilatına mensup bir kişiliktir. Yeniçeri ocağı ve devşirme

sisteminin kurucusu olarak kayıtlara geçen Çandarlı Kara Halil Hayrettin Paşa, maliye

teşkilatının kuruluşuna da katkı sağlamıştır.

Çandarlı Kara Halil Hayrettin Paşa’nın ölümünden sonra oğlu Çandarlı Ali Paşa baş

vezir olmuştur. 22 Ocak 1387'den 18 Aralık 1406 tarihine kadar, 19 yıl 11 ay boyunca bu

görevini sürdürmüştür. Yıldırım Beyazıt döneminde, kadıların aylığa bağlanıp rüşvet

almalarının önlenmesi için tavsiyede bulunmuştur. Hakkındaki en ilginç bilgi ise Yıldırım

Beyazıt’ı içkiye alıştıran kişi olarak gösterilmesidir.

Çandarlı ailesinden sadrazamlık mertebesine ulaşan üçüncü kişi ise bu görevi II.

Murat’ın saltanatında, 1421-1429 yılları arasında yapmış olan Çandarlı İbrahim Paşa’dır.

Kendisinden 70 yıl sonra sadrazamlık yapan ve bu yazının asıl konusunu oluşturan hamamın

26

Page 29: Saraçhane Bölgesinde Kentsel Dönüşüm, Tarihsel ve Sosyal ...

banisi Çandarlı İbrahim Paşa’yla karıştırılmaması için günümüz metinlerinde Çandarlı Birinci

İbrahim Paşa olarak anılmaktadır.

Çandarlı Birinci İbrahim Paşa’nın büyük oğlu Çandarlı Halil Paşa (Çandarlı Kara

Halil Hayrettin Paşa’yla karışmaması için günümüz kaynaklarında Çandarlı İkinci Halil Paşa

olarak da anılır), II. Murat döneminde sadrazam olarak çok büyük bir güce sahipti. II.

Murat’ın tahttan çekilmesiyle yerine geçen 13 yaşındaki oğlu II. Mehmet döneminin

başlarında bu görevini sürdürdü. Osmanlı Devleti’nin içinde bulunduğu şartlarla II.

Mehmet’in baş edemeyeceğini öne sürerek II. Murat’ın tekrar tahta çıkmasını sağladı. Bir süre

sonra tekrar tahttan çekildi fakat o sıralarda meydana gelen Edirne yangını ve yeniçeri

ayaklanması olaylarından sonra üçüncü defa tahta oturdu. Bu süreçte de kendisine Çandarlı

Halil Paşa yardımcı oldu. II. Murat’ın 1451’deki ölümüyle birlikte II. Mehmet üçüncü defa

tahta geçti. İstanbul’un fethi için hazırlıkların başlamasını isteyen padişahla, bunun yeni bir

Haçlı Seferi’ne sebep olacağını düşünen sadrazam Çandarlı Halil Paşa arasında görüş ayrılığı

yaşandı. II. Mehmet’in istediği gerçekleşti ve İstanbul alındı. Bu olaydan sonra Fatih Sultan

Mehmet adını alan II. Mehmet, kendisinin iki defa tahttan indirilmesine önayak olan Çandarlı

Halil Paşa’yı Bizans’tan rüşvet aldığı iddiasıyla 1 Haziran 1453’de idam ettirdi. Böylece,

Çandarlı Halil Paşa Osmanlı tarihindeki idam ettirilen ilk sadrazam olurken, Çandarlı ailesi de

Osmanlı devleti içerisindeki etkin konumunu kaybetmeye başladı.

Saraçhane’deki hamamı yaptıran Çandarlı İkinci İbrahim Paşa (1429 – 1499), idam

edilen Çandarlı Halil Paşa’nın oğludur. İstanbul’un alınması sırasında Edirne’de kadılık

yapmakta olan Çandarlı İbrahim Paşa ilmiye sınıfına mensuptu. Yıldırım Beyazıt Han

vakfının idaresini üstlendikten sonra Bursa beldesinin idaresinde bulundu. Sonrasında

Amasya’ya kadı olarak gitti. O dönemde henüz çocuk yaşta Amasya’da vali olarak bulunan II.

Beyazıt’la yakınlık kurdu ve lalalığını üstlendi. II. Beyazıt tahta çıktığında ise Çandarlı İbrahim

Paşa Şehzade Ahmet’in lalalığına atandı. 1485 yılında Rumeli kazaskeri, sonrasında kubbe

veziri ve en nihayetinde de 1498 yılında sadrazam oldu. 1499 yılındaki İnebahtı seferi

sırasında öldüğü için sadrazamlığı çok kısa sürmüştür. Bazı kaynaklar İnebahtı’nda

defnedildiğini söylerken; diğerleri, cesedinin İznik’e nakledilip babasının yanına gömüldüğünü

aktarmaktadır. Kaynaklarda akıllı, bilgili, cömert, ahlaklı, iyiliksever ve tedbirli olarak

27

Page 30: Saraçhane Bölgesinde Kentsel Dönüşüm, Tarihsel ve Sosyal ...

anılmaktadır. İleriki bölümlerde anlatılacak olan hamam yapısının dışında; Uzunçarşı’da cami

ve medrese, İznik’te bir cami ve Kastamonu’da bir medrese yaptırmıştır.

Mimari Özellikleri

Eski Eserleri Koruma Encümeni’nin koruma kararına rağmen, 1956 yılında Atatürk

Bulvarı’nın açılması sırasında ortadan kaldırılan bu çifte hamam yapısı hakkındaki bilgiler çok

kısıtlıdır. Mimar Ayas Mahallesi’nde yaptırılan yapının 1494 tarihli vakfiyesine göre senelik

22.500 akçelik bir gelirinin olduğu bilinmektedir.

Yapının mimari özellikleri sadece Pervititch haritasındaki çizimden ve Glück’ün

çizdiği plana eşlik eden anlatımından öğrenilebilmektedir. Bu kaynaklara göre hamam,

Şehzade Camisi’nden Fatih Camisi’ne uzanan Şehzadebaşı Caddesi üzerinde bulunmaktaydı.

Erkekler kısmının girişi bu caddeye bakan cepheden yapılmaktayken, kadınlar bölümüne giriş

bu caddeye paralel olan Serezli Sokağı’na ulaşımı sağlayan yola bakan cephedeydi. Fakat

Glück’ün belirttiği ve Pervititch haritasında da görüldüğü gibi, kadınlar bölümüne bu giriş

zamanla örülmüş ve Serezli Sokağı’na bakan cepheye bir eklenti yapılarak kadınlar kısmına

giriş bu cepheye alınmıştır.

28

Page 31: Saraçhane Bölgesinde Kentsel Dönüşüm, Tarihsel ve Sosyal ...

Erkekler hamamında girişten sonra camekân bölümü gelmektedir. Bu bölümde,

duvarları çepeçevre dolaşan bir seki ve ortada bir şadırvan bulunmaktadır. Ahşap çatı örtüsü

yine sekiz adet ahşap sütunla taşınmaktadır. Bu bölümün, kadınlar hamamının orijinal

girişinin olduğu sokağa bakan cephesinde bir çıkışı daha bulunmaktadır. Bu çıkışın hemen

karşısındaysa soğukluğa açılan geçiş vardır.

Soğukluk bölümü geçişi pandantiflerle sağlanan bir orta kubbe ve iki yanındaki

tromplu yarım kubbelerden oluşan dikdörtgen bir mekandır. Bu plan şeması, hamamın hem

erkekler kısmının, hem de kadınlar kısmının sıcaklıklarında tekrarlanmaktadır. Erkekler

hamamının soğukluğunun camekâna açılan duvarının ortasında bir niş bulunmaktadır.

Derinliği 37 cm. olan bu nişin genişliği 2.75 metredir. Soğukluğun her iki yarım kubbeli

biriminin sonlandığı cepheleri daha küçük hacimli iki odaya açılmaktadır. Bu mekanların

tuvalet olduğu tahmin edilmektedir.

Soğuklukla aynı şemaya sahip olan sıcaklığa geçiş, soğukluktaki nişli cephenin

karşısındaki cepheden sağlanmaktadır. Sıcaklığa girildiğinde sol tarafta kalan yarım kubbeli

bölüm, soğuklukta olduğu gibi, küçük bir odaya açılmaktadır. Bu oda, soğukluktaki odayla

birlikte hamamın Şehzadebaşı Caddesi yönündeki cephesinden dışarıya taşmaktadır. Sıcaklığa

29

Page 32: Saraçhane Bölgesinde Kentsel Dönüşüm, Tarihsel ve Sosyal ...

girişin tam karşısında yer alan duvarda mukarnaslı eğrisel bir niş; bu nişin her iki yanında eş

büyüklükteki iki halvete açılan geçişler yer almaktadır. Sıcaklığın orta kubbesinin olduğu

bölümüyle aynı oranlara sahip bu mekanlardan soldakinde Türk üçgenleri, sağdakinde ise

(burada Glück “eğer doğru hatırlıyorsam” diye not düşmüştür) nişe benzeyen eğrisel

elemanlar geçiş elemanları olarak kullanılmıştır.

Kadınlar kısmına giriş, Glück’ün belirttiği ve Pervititch haritasında görüldüğü gibi,

yeni eklenen bir bölümün yardımıyla hamamın arka cephesinden yapılmaktadır. Kadınlar

hamamının camekân bölümü erkekler bölümündekiyle aynı ölçülere sahiptir. Soğukluk

bölümü burada, dikdörtgen bir mekanın açıldığı kubbeli bir kare mekandan oluşmaktadır. Bu

haliyle erkekler hamamındakinden farklıdır. Sıcaklık bölümü ise, daha önce de belirtildiği gibi,

erkekler hamamındakiyle aynı plan şemasını kullanır. Tek fark olarak erkekler kısmındaki

sıcaklığın halvetler dışında açıldığı küçük oda, burada yer almamaktadır. Kadınlar hamamına

giriş için kullanılan arka cephede ayrıca, manastır tonozlarıyla örtülü iki kare birimden oluşan

bir mekan bulunmaktadır. Bu bölüme hamamın içinden ulaşılamamaktadır. Glück bu

mekanın molozlarla dolu olduğunu belirtmektedir. Hamamın yıkanma yerleriyle ilişkisi

bulunmayan bu bölümün -kadınlar hamamının orijinal girişinin bu cepheden olmadığı da

dikkate alındığında- dükkan olarak kullanılma ihtimali akla gelmektedir.

Hamamın her iki bölümünün de halvetlerinin bulunduğu cephesinde külhan bölümü

yer almaktadır. Bu bölüm, eş büyüklükteki dört halvet birimine eklenen manastır tonozlu bir

birim boyunca uzanmaktadır. Pervititch haritasında görüldüğü üzere, külhanın sonlandığı

yerden itibaren, hamamın camekân bölümleriyle yakın boyutlardaki bir bahçe yer almaktadır.

Bu bahçeye giriş Serezli Sokağı üzerinden yapılmaktadır. Bahçe duvarına bitişik bir çeşmenin

olduğu da haritadan okunabilmektedir.

Kentsel Dokudaki ve Kent Hayatındaki Yeri

Çandarlı İbrahim Paşa Hamamı, inşa edildiği 1494 tarihinden yıktırıldığı 1956 yılına kadar,

bulunduğu kentsel alanda hizmet vermiştir. İşlev değiştirmeden ve işlevsiz kalmadan bu

kadar uzun süre kullanılan yapının hakkında çok daha fazla şeyin bilinmesi, isminin çok daha

fazla yerde geçmesi beklenirdi. Oysa hamam hakkındaki kaynakların, hikayelerin sayısı, bu

çalışma kapsamında yer alan diğer yapılar hakkındakilerle karşılaştırıldığında çok yetersiz

30

Page 33: Saraçhane Bölgesinde Kentsel Dönüşüm, Tarihsel ve Sosyal ...

kalmaktadır. Söylenecek, tekrar edilecek her şey tükendiğine göre, 450 yıl boyunca mekanı

olduğu hatıralardan, hikayelerden bize tek ulaşanıyla, Yıldırım Beyazıt’ı içkiye alıştıran kişinin

soyundan gelen bir sadrazamın yaptırdığı hamamın son demlerinde gördüğü bir demlenme

hikayesiyle, bitirelim.

Neyzen Tevfik – Hamam Sefası

Bir gün Neyzen ile arkadaşı çaycı Hacı İbrahim Paşa Hamamı’na gitmişlerdi. Keyif bu ya, hamamda âlem

yapma arzusuna kapıldılar. Yani hamamda rakı içmek, birkaç gün ardı ardına demlenmek istediler. İki

dost ufak bir damacanaya o devrin çok meşhur rakılarından olan ve Büyükada’daki manastırda bir

papazın çektiği rakıdan --ki o yıllarda buna “papazın düzü” derlerdi-- doldurttular. Bardak, kadeh, fincan

alma lüzumunu görmediler. Hamam tasları ne güne duruyor? Rakıyı da kurnalardan birine döktüler,

başına geçip taslarla içmeye başladılar.

Neyzen çaldı, Hacı okudu. Hacı okudu, Neyzen çaldı. Böylece günü geçirdiler. Rakı tükenince getirttiler.

Üçüncü gün peştamalları da attılar. Çırılçıplak, ney çalarak, okuyarak, şiir söyleyerek günü geçirdiler.

Hamamın sıcaklığı da onları bol bol terletiyor ve bu yüzden içki tutmuyor, adamakıllı sarhoş olamıyorlardı.

Ne yapmalı? Neyzen hemen kararını verdi, sırtına bir peştamal alarak sokağa fırladı. Direklerarasındaki

Sokrat Eczanesi’ne koşarak büyük bir şişe eter aldı. Hamama dönünce eteri, rakıyı kurnaya döktü.

Başladılar içmeye.

Taslar çoktan kurnanın dibinde, rakının içinde, kim çıkaracak? Esasen tasa ne hacet var, beygir gibi eğilip

içmek dururken? Eğilip lakır lakır içerler. Bu cümbüş dört gün sürer. Nasıl oluyorsa, iki kafadar Adem,

Havva, Şeytan ve Cennet hakkında bir bahse, bir münakaşaya giriyorlar.

İki çıplak Adem’in cennette nasıl gezdiğini, elbisesini, donu olup olmadığını konuşuyorlar. Ve nihayet

Adem’in de cennette kendileri gibi çıplak yaşadığına hükmediyorlar. Madem ki Adem Babamız çıplak

gezerdi, onlar niçin gezmesin? “Gezerim, gezemezsin” derken Neyzen fırlayarak “Ben gezerim, işte

Şehzadebaşı’na gidiyorum!” diyerek hamamın kapısından sokağa uğruyor. Neyzenin çıkamayacağına

inanan Hacı, belki dışarıda, soğuklukta gizlenmiştir düşüncesiyle Neyzen in peşinden -kontrol kaygısıyla-

çıkıyor. Fakat Neyzen’in sokağa çıktığını öğrenince, o da fırlıyor. Neyzen önde Hacı arkada, ikisi de

çıplak, sakallar uzamış Şehzadebaşı’na kadar geliyorlar.

31

Page 34: Saraçhane Bölgesinde Kentsel Dönüşüm, Tarihsel ve Sosyal ...

KAYNAKLAR

İstanbul Ansiklopedisi, İlgili Maddeler

“Çandarlı İbrahim Paşa Hamamı” İ. Aydın Yüksel, Cilt II, sayfa: 468b

“Saraçhanebaşı” Cilt VI, sayfa: 457a.

“Şehzadebaşı” Cilt VII, sayfa: 155c.

Heinrich Glück, “Die Bader Konstantinopels” Viyana 1921

Jacques Pervititch, “Sigorta Haritalarında İstanbul” Axa Oyak, İstanbul 2000

“Sicil-i Osmanî – Osmanlı Ünlüleri” Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul Haziran 1996

Murat Belge, “İstanbul Gezi Rehberi” Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul Mart 2004 (Onuncu

Basım) sayfa: 101, 164-165.

http://www.osmanlimedeniyeti.com/index.php/%DDbrahim+Pa%FEa+(%C7andarl%FD

+z%E2de)

http://tr.wikipedia.org/wiki/%C3%87andarl%C4%B1lar

http://www.sodev.org.tr/kisiler_sanat/neyzen2.htm

32

Page 35: Saraçhane Bölgesinde Kentsel Dönüşüm, Tarihsel ve Sosyal ...

ŞEHZADE KÜLLİYESİ

“Şehzadeler güzidesi, şehzade Mehmed’im”

Kanuni Sultan Süleyman (Öz, 1946, 223)

Şehzade camii, Bizans döneminde MESE olarak adlandırılan kentin en önemli aksının, Marmara

sahili boyundan, Edirnekapı’da sonlanan bir biçim almasının ardından, Fatih Külliyesi ve Beyazıt

külliyelerini takiben kent siluetindeki yerini alan üçüncü selatin camisidir. Kanuni Sultan

Süleyman’ın oğlu olan ve Manisa valisiyken, 950/1543 senesinde vefat eden ve bugün bu

külliyenin haziresindeki türbesine gömülmüş olan Şehzade Mehmet’e ithaf etmiştir. Ancak yine

de, bu yapı kompleksinin inşasını aslında Süleyman’ın kendisi için başlatmış olabileceği

düşünülmektedir.

I. Süleyman sefer dönüşü, Edirne’de ölüm haberini aldığı şehzadesinin Manisa’dan

İstanbul’a getirilmesini emreder.18 Şaban 950/16 Ekim 1543tarihinde, Beyazıt Camii’nde kılınan

cenaze namazının ardından kendisi için yapımına başlanılan camiinin kıble tarafına gömülmesini

buyurur. O vakit itibariyle bu yapı kompleksi Şehzade Mehmet adına tamamlanır. Yapının mimarı,

dönemin hassa mimarlar ocağının başında yer alan Mimar Sinan’dır. Sâi Mustafa Çelebi'nin

kaleme aldığı Tezkiretü’l-Bünyan’da külliyenin inşasına Rebiyülevvel 950/Haziran 1543 yılında

başlandığı bilgisine ulaşmaktayız.(Kuban, 1996 ,152). Gerek ölüm gerekse külliyenin inşası için

verilen başlangıç tarihleri arasında bir çelişki mevcuttur. Doğan Kuban, bizlere bu çelişkinin, bu

büyüklükteki yapı inşaatlarının kitabelerindeki başlangıç tarihlerinin altyapı inşasının

tamamlanmasının ardından, mihrabın yerine yerleştirildiği vakitlere denk geldiğini

yorumlamaktadır. Bu karmaşıklığa rağmen bugün kitabeden okuyabildiğimiz kesin bir bilgi vardır

ki o da yapının inşasının recep 955/Ağustos 1548 de bittiğidir.

Kentin ilk selatin külliyesi olan Fatih Külliyesi ve Şehzade’nin ardından yapımı

tamamlanan Süleymaniye Külliyesinde çok net okunan “camii merkeziyetli” bir külliye yerleşimi,

Şehzade Külliyesi için geçerli değildir. Yapıldığı dönem itibariyle yeniçerilere ait olan ve caminin

güneyinde yer alan Eski Odalar’ın varlığı ve de bugünde varlıklarını koruyan Şehzadebaşı ve Dede

Efendi İmareti aksları, bu “merkeziyetçi” olmayan yerleşimin etkenleri olmalıdır. Külliye, bu iki

caddenin kesiştikleri alanda yer alan haziresini de içene alan bir dış avlu duvarına sahiptir. Camiyi,

kuzeyde bu duvara yapışık yerleştirilmiş medrese, tabhane ve kervansaray yapıları izler. Dede

Efendi İmareti Caddesi’yle ayrılan güneydoğu kısmında ise külliyenin imareti ve sıbyan mektebi

bulunmaktadır.

33

Page 36: Saraçhane Bölgesinde Kentsel Dönüşüm, Tarihsel ve Sosyal ...

Şehzade Külliyesinin Vaziyet Planı

Camii, açık ve kapalı mekanları kendi içlerinde çözümleyen, iki eşit kareden oluşan bir

biçimlenme sergilemektedir. Bu biçimlenme avlu planından çok daha rahat okunabileceği üzere

5x5 modüllenme ile oluşturulmuştur. Avluda dış çeperi oluşturan 1x1 modüller revaklarla çevrili

iken, geriye kalan 3x3lük alan ise açık bırakılmıştır. Bu açık alanın merkezini oluşturan modülde

ise, bugünkü kubbe görünümü IV. Murad zamanında gerçekleştirilmiş olan sekiz sütunun taşıdığı

baldaken şadırvan yer almaktadır.

İç mekanda ise, hem plan düzleminden, hem de çatı örtüsünden çok rahat okunabilen 3x3

modüllük bir alan kaplayan kubbeyi, 1x2 ya da 2x1’lik modüllerin kapladığı 4 yarım kubbe takip

etmektedir. Fatih külliyesinin eski camisinde tek, Beyazıt caminde ise 2 adet ve yine bir Mimar

Sinan eseri olan Mihrimah sultan Camiinde 3 olan yarım kubbe sayısı bu yapıda 4’e ulaşmıştır.

Kubbeyi 4 adet fil ayağını birbirine bağlayan kemerlerin taşıdığı bir baldaken sistem oluşturarak

taşıtan Mimar Sinan, böylelikle Selimiye’de elde edeceği mutlak merkezi mekan anlayışına bu

yapıyla bir adım daha yakınlaşmıştır.

Merkezi mekan anlayışına ulaşmak, Türk mimarisinde uzun yıllar önemli bir hedef olarak

görülmüştür. Geleneksel örtü sistemini kubbe olarak benimseyen Osmanlı mimarlığının,

İstanbul’un fethinin ardından Türk mimarisinde yarım kubbeleri kullanması, Batılı tarihçiler

tarafından Bizans’ın kopyacılığı ve devamı olarak algılanmak istenmektedir. Bizans mimarlığında,

bu strüktürel elemanın örneği olan Ayasofya’da uygulanan plan şeması, bu doğrultuda kendini

34

Page 37: Saraçhane Bölgesinde Kentsel Dönüşüm, Tarihsel ve Sosyal ...

yenileyememiş ve 6. yydan itibaren Bizans Mimarlığındaki tek olma özelliğini korumuştur.

(Corbett, 1962, 194).

Geçiş elemanı olarak

pandantiflerin kullanıldığı, 19 m’lik çapa

ve 37 m’lik kilit taşı yüksekliğine sahip

kubbeyi, bir alt kademede 4 adet yarım

kubbe izlemektedir. Bu yarım kubbeleri

ise çeyrek kubbe olarak tanımlanabilecek

eksedralar ( küresel geçit öğeleri) izler.

Yapının masif duvarları ve yarım

kubbelerin birleştikleri noktalarda geçiş

elemanı olarak mukarnas kullanılmıştır.

Mekanın köşelerinde kalan 1x1 lik

modüller ise avludaki revaklara yakın Avludan bakış???

ölçülere sahip 4 adet kubbeyle örtülmüştür. Merkezi kubbe, yarım kubbeler ve birimsel

kubbelerden oluşan hiyerarşinin piramidal biçimlenişi dış cepheden çok rahat okunabilmektedir.

Bu durumun en önemli nedeni olarak avluda var olan dengesel bütünlüğü gösterebiliriz. Bu

dengeyi, son cemaat revağının, avludaki diğer revaklar ile eşit yüksekliğe sahip olması ile

açıklayabiliriz.

İç mekanda fazlasıyla hissedilen

merkezi mekan anlayışının

nedenlerinden biri olarak ise yapının

müezzin ve hünkar mahfilleri dışında,

cemaate mahsus mahvillerin yer

almayışıdır. (Kuban, 1996, 153) Ancak

ilk defa bu yapıda görülen yan

sahınlaşmadan bahsedebilir. Camiinin

kuzey ve güney yönlerinde kare plandan

dışarı eklemlenmiş yan mahfiller

bulunmaktadır. Bu mahfillerin

Osmanlı Mimarlığındaki masif cephe Camiinin doğu cephesinden bir görünüş

35

Page 38: Saraçhane Bölgesinde Kentsel Dönüşüm, Tarihsel ve Sosyal ...

görüntüsüne hareket kattığı gözden kaçmayacak kadar önemli bir etki yaratmaktadırlar. Bu

sahınların kuzey yönündeki bitişleri ise minarelerle sonlandırılarak, camii ve minare ilişkisine yeni

bir boyut katmıştır. (Kuban, 1996, 153).

Medrese, Kervansaray, İmaret ve Sıbyan Mektebi

Külliyenin kuzeydoğusunda dış avlu duvarına bitişik olarak biçimlenen medresenin, yapımına

1544 yılında başlanmış ve kitabesinden okunduğu üzere 954H/1547 yılında tamamlanmıştır. Dış

avlu duvarında yer alan bir kapıdan girilen medreseyi, Selçuklu kumbetini andıran şadırvana sahip

revaklı bir avlu ve onun etrafındaki “U” biçimli bir yerleşim şekillendirmektedir. Bu oluşan

dikdörtgen şekilli yerleşmede, girişin karşısında bir eyvan yer almaktadır. Ana derslik ise güneyde

şekillenmiştir. Kıbleye yönelen ve bir mihraba sahip olan bu derslik aynı zamanda mescit olarak ta

kullanılmıştır. Ana dersliğin önünde yer alan revak ise diğerlerinden piramidal bir kubbe ile

farklılaştırılmıştır. Hücreler ise bu şekillenmede yer alıp, geçiş elemanı olarak panditifin kullanıldığı

kubbelerle örtülüdür. (Ahunbay. 1988, 245).

Şehzade medresesinin kesiti

Önce ellilik ve ardından altmışlı

olarak tanımlanan bu medrese, yapıldığı

dönem ve İstanbul’da yer aldığı konum

dolayısıyla önemli eğitim yapılarından biri

olmalıdır. (Kuban ,1996, 154). 1950lerde

kız yurdu olarak kullanılmak üzere vakıflar

müdürlüğünden kiralanan bu yapının

revakları camekanlarla kapatılmıştır..

Medrese’nin bu işlevini terk etmesinin

ardından yapı bir süre moloz yığınlarıyla Medresesin avlusundan ana dersliğe bakış

36

Page 39: Saraçhane Bölgesinde Kentsel Dönüşüm, Tarihsel ve Sosyal ...

doluyken Türk Dünyası Araştırma Vakfı tarafından vakıflar genel müdürlüğünden kiralanarak

onarıma tabi tutulmuştur. Bunun sonucu olarak ise bugün bu vakfın bünyesinde bir restoran

olarak kullanılmaktadır.

Medreseyi, aynı duvar ekseni boyunca birbirlerine bitişik olarak konumlanan tabhane ve

ahır kısımları izler. Erken Osmanlı mimarisinde camii biriminin genel olarak bitişik bir parçası

olarak karşımıza çıkan tabhane birimleri bu külliyede yapıdan koparılmıştır. Böylelikle değişen bir

fonksiyon şeması ile tabhane ve ahır birimlerinden oluşan “kervansaray” kompleksi camii

avlusunun dışında konumlanmıştır. (Kuban, 1996, 154)

Medrese ile aynı doğrultuda ancak, birbirlerinden uzak bir konumlanmayla yerleştirilmiştir.

Bugün bu mevcut boşluktan Valens (Bozdoğan) Kemerinin altından gelen bir sokak geçmekte ve

çevresinde ise niteliksiz bir yapılaşma görülmektedir. Medresenin girişi dış avluya bakmakta iken,

tabhanenin girişi ise tam tersi, yapının kuzeydoğu cephesinde yer almaktadır. Tabhanenin hemen

bitişiğinde avluya açılan kapının konumlanma nedenlerinden biri ise bu durum olarak

gösterilebilir.

Dikdörtgen bir plan şemasına sahip olan yapı geniş bir hol ve ona açılan her birinin kendi

ocağına sahip olduğu ve kubbeyle örtülü olan 4 odadan oluşur. Bu yerleşim 2 oda güneydoğuda, 2

oda ise kuzeybatıda olarak konumlanmıştır. Girişin bulunduğu geniş hol ise aydınlık fenerine

sahip daha büyük bir kubbeyle örtülüdür. Bu plan şemasıyla Beyazıt külliyesinin tabhanesini

andırmaktadır.(Tanman, 1988, 340) Ancak Beyazıt tabhanesinde giriş holü tek bir kubbeyle

örtülüdür. Bu yapıda ise girişin bu büyük kubbenin altından gerçekleştirildiği anlaşılırken, onu ise

dış avluya bakan kısımda ise aynalı bir tonoz izlemektedir.

Tabhanenin güneydoğu duvarına yapışık olarak ise ahır yer alır. Dikdörtgen bir plan

şemasına sahip olan bu yapı, 3 taşıyıcı ayak ile 8 birime bölünmüştür. Her birim kubbeyle

örtülüdür. Ahıra giriş de ahırın önünde bulunan ve külliyenin güneydoğu ucunda yer alan bir

açıklıktan sağlanmaktadır. Bu açıklık bugün otopark olarak kullanılmaktadır. Tabhane ise boş ve

harap bir şekilde terkedilmişliğe bırakılmıştır. Ayrıca tabhanenin çatı kotunda, güneybatı ve

kuzeydoğu cepheleri boyunca tuğla örgülü parapet duvarları bulunmaktadır.

İmaret külliyenin güneydoğusunda, Dede Efendi İmareti sokağına paralel bir yerleşime

sahiptir. Depo, mutfak, yemekhane ve avlunun yer aldığı ikisi kapalı ve biri açık olmak üzere üç

37

Page 40: Saraçhane Bölgesinde Kentsel Dönüşüm, Tarihsel ve Sosyal ...

birimden oluşur. Yapıya giriş cadde üzerindeki kapıdan avluya

girilerek gerçekleştirilir. Orjinalinde revakları olmayan ve sade bir

şekillenmeye sahip olan bu avlu, Pervititich haritasında giriş

cephesi dahil olmak üzere “U” şekilli bir revaklaşma ile

gösterilmiştir. Bugünde yapıya eklenmiş olan bu ahşap revaklar

mevcuttur. Ancak büyük oranda çökmüşler ve ıssız avlu içinde

yıkılma tehlikesi yaratmaktadırlar.

Avlunun sağ tarafında depoların bulunduğu birim yer alır.

Bu birim her biri ikişer kubbe ile örtülmüş üç eşit birime

bölümlenmiştir. Doğan Kuban, bu üç birimin ikisinin depo, bir

tanesinin ise konaklama amacıyla kullanılmış olabileceğini söyler.

Sol tarafta ise mutfak ve yemekhane yer alır. Mutfak iki adet

serbest taşıyıcıyla bölünmüştür. Mekan 4 adet kubbe ve onları

takiben 4 adet aynalı tonoz ile örtülmüştür. Yemekhane Pervititich Haritasında

de ise depolara benzer bir plan şeması kullanılarak iki adet imaret ve sıbyan mektebi

kubbe ile örtülmüştür.

Tanman, yapının 1970’li yıllarda bir onarım geçirdiğinden bahsetmektedir. Ayrıca yapının

sağ kanadının İstanbul Vakıflar Müdürlüğüne ait depolar olarak kullanıldığından bahsetmektedir.

Pervititch haritası’da bu kullanımı desteklemektedir. Ancak yapı bugün terkedilmiş ve ahşap

revaklarının çoğu yıkılmış olarak demir parmaklıklar arasındaki görüntüsü ile kent sakinlerinin

algılarındaki yerini almaktadır.

Sıbyan mektebi de imarete benzer bir şekilde Dede Efendi İmareti Sokağına paralel bir

doğrultuda konumlanmaktadır. İmaret ile mektep arasında mektebin girişi için tasarlanmış bir kapı

yer alır. Bugün bu giriş kapalıdır ve bu girişin oluşturduğu boşluğu mektebin cephesine

eklemlemiş bir duvar örgüsü kapamaktadır. Bu duvar büyük bir ihtimalle Pervititch haritasında da

yer alan, mektebin bugün bahçesi olan yerde yer alan yapının izleri olmalıdır.

Yapının bugünkü girişi güneydoğuda yer alan cephesi üzerindedir. Kare bir plana sahip

olup, pandantiflerle geçilen bir kubbe ile örtülüdür. Yapı bugün İ.Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi

Mensupları ve Mezunları Vakfı olarak işlev görmektedir.

38

Page 41: Saraçhane Bölgesinde Kentsel Dönüşüm, Tarihsel ve Sosyal ...

Şehzade Mehmet türbesi

1543 yılında yapımına başlanan bu türbe, Doğan Kuban’a göre çok kısa bir zamanda 1544

yılında, Tahsin Öz’a göre ise 1548 yılında

tamamlanmıştır. Sekizgen plan şemasına sahip bu

türbeye üç kemerin bölümlemiş olduğu düz saçaklı bir

revaktan girilir. Dilimli bir kubbeye sahip bir kubbe ile

örtülmüştür. Bu kubbe ise daha yoğun bir

dilimlenmeye tabii tutulmuş bir tambura

oturmaktadır.

Yapının sekiz köşesinde de birer sütun plaster

bulunmaktadır. Girişin bulunduğu cephe hariç, diğer

yedi cephede, altta ve üstte ikişer pencere dizisi

bulunur. Alttaki pencereler mermer sövelere,

üsttekiler ise sivri kemerli bir görünüme sahiptir. Bu

iki pencere dizisinin arasındaki kitabelerde ise

Besmele, Fatiha ve diğer süreler kabartma olarak Şehzade Mehmet türbesinin planı

işlenmiştir. (Öz, 1946, 224) Sahip olduğu bu dış

görünüş özelliklerine cephedeki bu bölümlerin kompozisyonunda yer alan pembe ve yeşil

porfirlerde eklenince, Şehzade Mehmet Türbesi İstanbul’daki türbelerin içinde ayrı bir görünüm

sergilemektedir.

Cephede bu kadar yoğun bir komposizyona

sahip olmasıyla birlikte, üst sıradaki pencere

dizisinin sahip olduğu büyük yuvarlak

doğramalar (revzen) cephede yalınlık sağlamış

ve gözü yormamaktadır. Bu tür doğramalar

külliyenin başka bir birimi olan imaret

yapısında da karşımıza çıkmaktadır. Türbe’de

Şehzade Mehmet’in yanı sıra sağ tarafında

kardeşi Cihangir, sol tarafında ise kızı

Hümaşah Sultan yer almaktadır.(Öz,1946, 225)

39

Page 42: Saraçhane Bölgesinde Kentsel Dönüşüm, Tarihsel ve Sosyal ...

Rüstem paşa türbesi

Sekizgen bir plan şemasına sahip olan bu türbeyi tambursuz, doğrudan duvara oturan bir

kubbe şekillendirir. 4 adet baklava biçimli başlığa sahip sütunların üçe bölümlendirdiği düz saçaklı

bir giriş revağı mevcuttur. Yapının kubbesinde ve giriş revağının saçağında ondüle bir korniş

görülür.

Altta dikdörtgen söveli, üstte ise sivri kemerli pencereler

olmak üzere, cephede iki sıra pencere dizisi dolanmaktadır. Üst

sıradaki pencereler Şehzade Mehmet türbesindeki gibi daire

biçimli revzenlere sahiptir Girişin bulunduğu cephede ise

yapının kitabesi ve ayetler yer alır. Bu kitabede Rüstem paşanın

ölüm tarihi olan 1561 yazılıdır.

Biri Rüstem paşaya diğeri ise oğluna ait olmak üzere iki

lahitin bulunduğu bu yapının mimarı, Şehzade Mehmet

Türbesi’nin de mimarı olan Mimar Sinan’dır. Mimar Sinan

Rüstem Paşa’nın vakfiyesine birçok yapıyla katkıda

bulunmuştur. Çinileriyle ünlü olan Rüstem Paşa Camii bunun

en güzel örneklerinden biridir.

Rüstem Paşa Türbesi’nin plan ve kesiti

İbrahim paşa türbesi

Sekizgen bir plana sahip olan bu türbe, tambursuz bir kubbe ile örtülüdür. Yapı, ön

sırasında dört adet mukarnas başlıklı sütunun üçe bölümlediği bir giriş revağına sahiptir. Bu saçak

ise düz bir saçakla örtülüdür.

Yapının her bir köşesinde dairesel plasterler bulunmaktadır. Bu plasterler saçağın üstüne

kadar çıkarak alemlerle sonlanmaktadır. Bu şekillenme Şehzade Mehmet türbesindeki gibi,

cephelerin kompozisyonlarında kendi çerçevelerini oluşturur. Giriş hariç her cephede altta ve

üstte birer pencere dizisi bulunmaktadır. Diğer türbelerde de olduğu gibi alttakiler söveli

dikdörtgen bir şekle sahipken , üst sıradakiler sivri kemer şeklinde bir biçimlenişe sahiptir. Bu iki

40

Page 43: Saraçhane Bölgesinde Kentsel Dönüşüm, Tarihsel ve Sosyal ...

sıra pencerenin arasında kalan kısımlarda ise ayet el kürsünün yer aldığı bir kuşak dolanmaktadır.

Giriş kapısının üzerinde yapının kitabesi bulunurken, kapının yan kısımlarda bitkisel motiflerle

kaplı panolar dikkat çekmektedir.

Türbenin içinde ise İbrahim paşa, oğlu ve kızına ait olmak üzere üç adet lahit yer

almaktadır. (Demirsar, 1996, 132)

Mustafa Paşa Türbesi

Diğer türbeler gibi Şehzade

Camisinin mihrabının arkasında bulunan

hazireye yerleşmektense, külliyenin dış

avlusunda yer almaktadır. Yapı şehzade

caddesindeki dış avlu duvarına yapışık

olarak , duvarın paralelinde bir

biçimleniş sergilemektedir. Ortasında

büyük bir kubbenin, güney ve kuzey

yönlerinde ise birer aynalı tonozun

örttüğü dikdörtgen bir plan şemasına Mustafa Paşa Türbesinin dış avludan görünüşü

sahiptir. Güney cephesinde yer alan girişte, dört adet türk üçgeni başlığa sahip sütunun, üçe

bölümlediği revak bulunur. Sivri kemerlerle oluşturulan bu revağın orta kemerinin başlangıç

noktalarında birer rozet rölyef bulunmaktadır. Buna benzer bir rölyef aynı kemerin kilit taşında da

yer almaktadır. Giriş kapısının hemen üstünde ise sülüs hat ile yazılı bir beyit kitabe yer alır.

(Çobanoğlu, 1996, 566)

Türbenin batı duvarının dış avlunun giriş kapısına kadar uzatılmasıyla revağın batı yönüne

bakan kısmı kapatılmıştır ve caddeyle ilişkisi ortadan kaldırılmıştır. Bu kapanmadan dolayı

cephelerde iki sıra pencere düzeni izlenirken, bu kısımda bu sayı bire düşürülmüştür. Bu

düzenleme diğer türbe yapılarında da olduğu gibi alt sırada mermer söveli pencereler üst sırada ise

sivri kemerle gerçekleştirilmiştir. Bu uzatılmış kısımda ise, mermer söveli dikdörtgen pencere

yerini korurken, üst sıra pencerenin yerini bir kitabe almıştır.

İç mekanda , ilk sıra pencerelerin bitimine kadar çini kaplaması mevcuttur. Bu çini işçiliği

ise genel olarak Beyaz üzerine mavi, yeşil ve kiremit kırmızı kompozisyonlarındadır. Sivri

41

Page 44: Saraçhane Bölgesinde Kentsel Dönüşüm, Tarihsel ve Sosyal ...

kemerlerle taşınan kubbenin sahi olduğu kalem işleri ise yoğun tahribata uğramış olup, pek iyi

durumda değildir.

Türbenin içinde ise, Destari Mustafa Paşa, eşi,oğlu ve kızının lahitleri yer almaktadır.

Bunların dışında kimliği belirlenemeyen bir mermer lahit daha yer almaktadır.

KAYNAKLAR AHUNBAY, Zeynep (1988). Mimar Sinan’ın Eğitim Yapıları ; Medreseler, Darülkurralar, Mektepler, Mimarbaşı Koca Sinan; Yaşadığı Çağ ve Eserleri c.I, 239-309, İstanbul ASLANAPA, Oktay (1989). Türk Sanatı, Remzi Kitabevi, İstanbul CORBETT, Spencer (Çev. Nermin SİNEMOĞLU (1962). Sinan; Kanuni Süleyman’ın Baş Mimarı , Vakıflar Dergisi V, 193-198, Ankara ÇOBANOĞLU, Ahmet Vefa (1996). Mustafa Paşa Türbesi, İstanbul Ansiklopedisi c. V, 565- 566, Türkiye Ekonomik ve Toplumsal Tarih Vakfı Yayınları, İstanbul DEMİRSAR, Belgin (1996). İbrahim Paşa Türbesi, İstanbul Ansiklopedisi c. IV , 131- 132, Türkiye Ekonomik ve Toplumsal Tarih Vakfı Yayınları, İstanbul ERDOĞAN, Hülya (1993). Şehzade Mehmed Külliyesi İmareti Restorasyon Projesi, İstanbul Teknik Üniversitesi Uzmanlık Tezi, İstanbul KUBAN, Doğan (1996). Şehzade Külliyesi , İstanbul Ansiklopedisi VII , 152 - 155, Türkiye Ekonomik ve Toplumsal Tarih Vakfı Yayınları, İstanbul KURAN, Aptullah (1988). Mimar Sinan’ın Türbeleri , Mimarbaşı Koca Sinan; Yaşadığı Çağ ve Eserleri c.I, 223-238 , İstanbul OKÇUOĞLU, Tarkan (1996). Rüstem Paşa Türbesi , İstanbul Ansiklopedisi c.VI, 377-378 , Türkiye Ekonomik ve Toplumsal Tarih Vakfı Yayınları, İstanbul ÖZ, Tahsin (1946). Şehzade Mehmet Türbesi , Arkitekt , 221-225, İstanbul TANMAN, M. Baha (1988). Sinan’ın Mimarisi ; İmaretler, Mimarbaşı Koca Sinan; Yaşadığı Çağ ve Eserleri c.I, 333-353, İstanbul

42

Page 45: Saraçhane Bölgesinde Kentsel Dönüşüm, Tarihsel ve Sosyal ...

Ebu’l-Fazl Mahmut Efendi Medresesi “Mübarek eylesin Rahman bu medrese-i zibayı” (Ayvansarayi)

Ebu’l-Fazl Mahmut Efendi Medresesi, Saraçhane bölgesinde 1950’li yıllar içinde gerçekleşen

imar yıkımlarının boyut açısından en büyük hedef yapıları arasında bulunmaktadır. Medrese,

Şehzadebaşı’ndaki yolun genişletilmesinde ve yeni belediye binasının inşa edilmesinde engel

oluşturmaktaydı. 1954 yılında bu nedenlerle yıktırılan medrese İstanbul Belediye Sarayı’nın

hemen önündeki alanda yer almaktaydı. Banisi Rumeli kazaskerlerinden Mahmut Efendi’nin

1652 yılında ölmüş olması, kitabesi bulunmayan medresenin 17. yüzyılın ortasında inşa

edilmiş olması gerektiği görüşünü beraberinde getirmiştir. Bunu Ayvansarayi’nin tarih

düşürmesi desteklemiş ve eğitimin daha önce başlamasına rağmen inşaatın 1666-67

tarihlerinde bittiği anlaşılmıştır.

Düzgün bir kare plan üzerinde tasarlanan yapının mutlak simetrik düzeni, hemen

bitişiğinde çevre yapılarının olmadığını, yapının araziye rahatça yerleşebildiğini

43

Page 46: Saraçhane Bölgesinde Kentsel Dönüşüm, Tarihsel ve Sosyal ...

göstermektedir. Girişi Şehzade Camisi’ne bakacak şekilde konumlandırılmıştır. Bu yönde,

aynı zamanda, kapının iki yanında üçer adet de dükkan yer almaktaydı. Plan restitüsyonunda,

kare avluyu beşer birimli, kubbeli revaklar sarmaktadır; dershanenin bulunduğu yöndeki

revak birimleri daha küçüktür. Yapının toplam 14 odası ve bir büyük dershanesi

bulunmaktadır. Eski fotoğraflarında, sivri kemerler ve bunları taşıyan Türk üçgeni motifli

sütun başlıkları görülebilmektedir.

Mahmut Efendi, tarihsel kayıtların da bildirdiği gibi “Burmalı Mescit yakınında kendi

dershanesine” defnedilmiştir. Eyice, yıkım sırasında Mahmut Efendi’nin mezar taşının

Şehzade Camisi haziresine götürüldüğünün söylendiğini, fakat orada bulunamadığını

belirtmektedir.

Plandan okunduğu kadarıyla türbe işlevinin ana yapı inşa edilirken öngörülmediği

anlaşılmaktadır; bu, baninin ölümünün ardından verilen bir karar olmalıdır. Türbenin bir ek

olduğu, beraberinde arkaya bir de sıbyan mektebi eklendiği, bu kısmın planının, düzgün kare

planlı medrese tasarımına göre daha düzensiz oluşundan belli olmaktadır. Plandaki eğrilik

yapıyı bu yönde sınırlayan sokağın getirdiği bir zorunluluktur. Yapı içinde türbenin

bulunması hemen, Anadolu Selçuklu camilerinde ve medreselerinde de yaptıran kişinin

mezarının binanın içinde veya bitişiğinde yer alması uygulamasını akla getirmektedir; bir

başka ifadeyle türbenin dershaneden ulaşılabilen bir ek olması Türk mimarlık ve yapı

kullanım geleneğine yabancı değildir. Mimari kompozisyon açısından değerlendirilirse, bir

Mimar Sinan yapısı olan 1580 tarihli Şemsi Ahmet Paşa külliyesindeki durum hatırlanabilir.

Burada da Şemsi Paşa’nın türbesi camiye bitişik, onun içinden geçilerek ulaşılacak şekilde

inşa edilmiştir. Şemsi Paşa Camisi ve türbesi yine de bütünlüğü olan bir düzenlemedir,

Mahmut Efendi Medresesi’nde ise buna benzer bir mimari fikir uygulanmakla birlikte iki yapı

gövdesinin, yani dershane ile türbenin birbirine ne oranda uyum sağladığını söylemek

mümkün değildir.

Medresenin yıkım süreci 20. yüzyılın erken yıllarında başlamıştır. Önce, tramvay

hattının yerleşebilmesi için yapının dükkanları kaldırılmıştır. Bu noktada medrese, Nevşehirli

Damat İbrahim Paşa külliyesinin arasta kısmı ile aynı kaderi paylaşmış, bir bölümünü, şehrin

modernleşmesi adına, yol genişletme inşaatı uğruna kaybetmiştir. Bunu izleyen zamanda,

1914 yılında eğitim kurumu işlevini de kaybetmiş, “kadro dışı” kalmıştır.

44

Page 47: Saraçhane Bölgesinde Kentsel Dönüşüm, Tarihsel ve Sosyal ...

Çeşitli tarihlere ait bazı kayıtlardan, örneğin 1792’de 13 kişinin yaşadığı, 1869’da bir

mezun ile 24 öğrencinin kaldığı öğrenilmektedir. Bu iki kaydın ilkinde geçen, bir hücre sahibi

taşrada bulunduğu için hücresinde yeğeninin yaşadığı bilgisi, medrese hayatını bugün bir

miktar canlandırmaya yardımcı olacak, insana dair bir yön içermektedir.

1914’te işlev dışı kaldığı zaman yapının sadece arkadaki 3-4 odası ile dershanesi

ayaktadır; geri kalan kısmı yıkılmıştır. Mevcut kısımlar da yıkılma eğilimi göstermektedir.

Öyle olmasına rağmen 1918’de evsiz kişiler bu odalarda barınmaktadır. Bu, kullanım dışı

kaldığında medrese odalarının birçoğunda karşılaşılan bir durumdur. 1930’lu yıllara ait

Pervititch haritasında ise artık “eski medrese – yıkıntı” ibaresi okunmaktadır.

Ebu’l Fazl Mahmut Efendi Medresesi, bölgenin önde gelen yapılarından biri olmuştur.

Aynı alandaki beş büyük medreseden biridir ve mimari açıdan da, en azından planının

gösterdiği gibi, özenle tasarlanmış bir örnektir. Medrese ve sıbyan mektebi işlevleriyle bir

eğitim yapısı, dükkanlarıyla da çevreye uyum sağlayan ve olasılıkla gelirini bu yolla elde

eden bir ticaret yapısıdır. Türbesiyle ise bir “hayır yapısı” imgesini taşımaktadır. Kaybına

rağmen bugün bir miktar da olsa elle tutulur halde olmasını Semavi Eyice’nin yıkım

sırasındaki gözlemleri ile izleyen yıllarda devam eden ilgisine ve yayınlarına borçludur. Yapı

Bizans döneminden kalan bazı tonozların üzerine inşa edilmiştir; bir dönem yapısının bir

başka dönemin yapısı ile örtülmesi, “mimarlık tarihinin bir oyunu” ile aynı şekilde

medresenin de başına gelmiş, yapının bulunduğu yere Belediye Sarayı’nın inşa edilmesiyle

İstanbul’un imar tarihinde bir anı olarak kalmıştır.

Kaynaklar

M. Kütükoğlu, İstanbul Medreseleri…

S. Eyice, “Ebu’l Fazl Mehmud Efendi Medresesi”, İstanbul Ansiklopedisi, C. 3, s. 121-122.

45

Page 48: Saraçhane Bölgesinde Kentsel Dönüşüm, Tarihsel ve Sosyal ...

AMCAZADE HÜSEYİN PAŞA KÜLLİYESİ

“Saraçhanebaşı’ndaki eserler kafilesine onsekizinci asır başında katılmış olan Amucazade

manzumesi, bomboş ve metruk kalmasına rağmen, o eski İstanbul’dan arta kalub, büyük caddelerimiz

üstünde artık benzerine hiç tesadüf edilmeyen bir timsal gibi durmaktadır.” (Ayverdi, 1959, 793)

Ekrem Hakkı Ayverdi’nin bu sözlerle betimlediği külliye içindeyken

Saraçhanebaşı’nın eski zamanlarının “sezilebildiği” ender mekanlardan biridir. Etrafındaki

istimlaklere, geçirdiği yangınlara ve depremlere karşın ayakta durmaktadır ve 18.yy

Osmanlısı’nın eğitim, hayır ve ticaret kurumlarının ne şekilde yanyana işlediğinin bir

açıklaması gibidir.

Amcazade Hüseyin Paşa

Amcazade Hüseyin Paşa Sultan II. Mustafa devrinin ünlü sadrazamıdır. Amcazade

ünvanı Köprülü Fazıl Ahmet Paşa’nın amcaoğlu olmasından kaynaklanmaktadır. Başlangıçta

amcası ve amcaoğulları sayesinde edindiği çeşitli görevlerle sonradan devlet içinde

yükselmiştir. Sadrazamlığı (1697-1703) Osmanlı Devleti’nin “Almanya, Venedik, Lehistan ve

Rusya’ya karşı on altı yıldan beri tek başına devam ettirdiği savaştan yorulmuş, ekonomik

durumu bozulmuş, halkın ise mali külfetlerden sıkıntıya düşmüş” olduğu bir zamana denk

gelmiştir. Bu şartlar altında imzalanan Karlofça Antlaşması devletin ilk “felaketli

antlaşmasıdır”.

Amcazade Hüseyin Paşa, akıllı, dürüst, iyi bir devlet adamı olarak tarihe geçmiştir.

Savaşın her türlü güçlüklerini görmüş, halkın bu gibi durumlarda nasıl ezildiğini bildiğinden

daima barıştan yana olmuştur. Zamanında tarımı teşvik etmiş ve imparatorluğun zenginlik

kaynaklarını diriltmeye gayret etmiştir. Amcazade Hüseyin Paşa’nın önemle takip etmiş

46

Page 49: Saraçhane Bölgesinde Kentsel Dönüşüm, Tarihsel ve Sosyal ...

olduğu işlerden biri de Yörük ve Kürt aşiretlerinin iskanı idi; hükümet gezginci olan bu

aşiretlerin Antalya, Alaiye, Manavgat, Urfa ve Malatya taraflarına yerleşmelerine çalışarak

bunların zirai kalkınmada yapacakları faaliyetten istifade etmek istiyordu.

Amcazade Hüseyin Paşa’nın zamanına kadar vezir, beylerbeyi, ümera vs. tarafından

gönderilen evrak veya diğer yazışmaların, mektupların sonlarına tarih konması ve yerinin

belirtilmesi adet değildi. Amcazade Hüseyin Paşa bundan sonra bir yanlışlığın önüne geçmek

niyetiyle bu gibi evraka tarih konulmasını emretmiştir.

Bir rivayete göre zevk ve sefasına aşırı derecede düşkündü; bu yüzden arkadaşlarının

ihtarına maruz kaldığı, halkın kendisine sarhoş lakabını verdiği de kaydedilmiştir. Diğer

taraftan ilim ve sanat adamlarını daima korumuştur. Tarihe ise son derece meraklı idi.

Nitekim Naima, meşhur tarihini Ravzatu’l-Hüseyin fî Hülâsata Ahbâri Hârikayn ı ona ithaf

etmiştir.

Sicil-i Osmani’de hakkında yazılanlar1 saygı kazanmış bir devlet adamı olduğu

izlenimi uyandırmaktadır.

Külliye – Mimari Özellikler

Külliye 17.yy sonlarında İbrahim Ağa’nın mimarbaşılığı sırasında inşa edilmiştir.

Amcazade Hüseyin Paşa, külliyesini Fatih Sultan Mehmet’in inşa ettirdiği 110 dükkanlı ve

ortasında bir de loncası bulunan meşhur Saraçhanenin karşısında yaptırmıştır. Böylece burası,

o zamanlar civarında bulunan Dülgerzade Camii, Mimar Ayas Camii, Canfedâ Hatun Sebili

ve Sultan Osman III’ün su terazisi ile birlikte Saraçhanebaşı’nda bir ‘Türk Sitesi’ meydana

getirmiştir. (Önge & Erdem, 1966, 181) Dönemdaşı külliyelerin pek çoğunun kapalı avlularla

ve dar sahalarda inşa edilmelerine karşın Amcazade Külliyesi geniş bir bahçe içinde,

2580m²lik bir alan üzerinde2 serbest ve zengin avlulu bir tasarım olarak ele alınmıştır. Eski

Saraçhane Sokağı üstündeki giriş cephesi, hazire, sebil, çeşme ve sıbyan mektebi3 altındaki

dükkanlar gibi sokak yaşantısını hem sosyal hem de görsel olarak zenginleştiren öğeler

barındırmaktadır. 1 “Dindar, akıllı ve iradeliydi.” (Süreyya, 1996, 718) 2 Önge & Erdem, 1966, 181; Ayverdi, 1959, 794 3 “Sıbyan Mektebi çok dikkatli tasarlanmış, sokak görüntüsünü derinden etkileyen yaratıcı bir binadır.” (Cerasi, 2006, 95)

47

Page 50: Saraçhane Bölgesinde Kentsel Dönüşüm, Tarihsel ve Sosyal ...

Külliyenin serbest ve yaratıcı planı, yapıldığı dönemde herhangi bir arazi zorlamasıyla

karşılaşılmadığını düşündürmektedir. Yapı önceleri medrese, sıbyan mektebi, dershane-

mescit, kütüphane, sokak cephesinde dükkanlar ve sebilden oluşmaktayken bunlara 1702

yılında vefat eden Amcazade Hüseyin Paşa’nın sebilin güneyine gömülmesinden sonra bir

hazire ve 1739 yılında Şeyhülislam Mustafa Efendi tarafından bir çeşme eklenmiştir.

(Çobanoğlu, 1993, 236b) Kareye yakın bir alanı kaplayan külliyenin doğu cephesi ortasında

basık kemerli kapısı vardır. Yapının Arapça inşa kitabesi bu kapının üstünde bulunmaktadır.

Kapının sol tarafında iki yanı hazire olan sebil, sağ tarafındaysa çeşme ve sıbyan mektebi

altındaki dükkanlar yer almaktadır. Avlunun kuzeyinde külliyenin fevkani kütüphanesi,

güneyindeyse medrese odalarından bağımsız, üç tarafı revaklarla çevrili dershanesi yer

almaktadır. 16 esas odası4 olan medrese, önündeki revaklarıyla avluyu uzun koluyla batıdan,

iki kısa koluyla kuzey ve güneyden çevrelemektedir. Avlunun ortasında sekizgen planlı

şadırvan yer almaktadır.

4 1914 yılında hücre sayısı 17’yi bulmuştur. (Kütükoğlu, 2000, 257)

48

Page 51: Saraçhane Bölgesinde Kentsel Dönüşüm, Tarihsel ve Sosyal ...

Medrese odaları, tabanları uzun bir ‘U’ meydana getirecek şekilde sıralanmıştır; herbiri

4x4 m boyutundadır, 11’i batı, 4’ü kuzey ve 2’si güney cephede bulunmaktadır. Hepsi

kubbeyle örtülmüştür. Bütün odaların revaklara ve dışa açılan birer pencereleri vardır. 14

birimden oluşan revaklar aynalı tonozla örtülü iki birim hariç kubbeyle örtülüdür. Güneyde

ortadaki oda ile kütüphane yanındaki üç oda hariç, odaların bazısında bir, bazısında iki tane

olmak üzere dışa açılan pencereler bulunur. Odaların içinde iki ya da üç dolap nişi ile bir ocak

nişi bulunmaktadır. Çobanoğlu revak medrese birleşiminde bir uyumsuzluk olduğunu belirtir.

(1993, 237b)

Dershane sekizgen planlıdır ve geçişleri mukarnaslarla sağlanan 11 m çapında bir

kubbeyle örtülüdür. Doğu, batı ve kuzey olmak üzere üç yönden revaklarla çevrilmiştir.

Dershanenin basık kemerli kapısında, kemerin ortasında ‘Mühr-ü Süleyman’ motifi yer alır.

Yapıya 1700 tarihini veren tek satırlık Arapça kitabe bu kısımda yer almaktadır. (Çobanoğlu,

1993, 236c) Giriş cephesi hariç diğer cephelerde altta ve üstte ikişer pencere, girişin

karşısındaysa mihrap bulunmaktadır.

49

Page 52: Saraçhane Bölgesinde Kentsel Dönüşüm, Tarihsel ve Sosyal ...

Kütüphane avlunun kuzeyinde sıbyan mektebi ve medrese odaları arasında, odalara

bitişik olacak şekilde konumlanmıştır. Sıbyan mektebi ile arasında asıl avlunun kuzeyinde

kalan, iki yapının da ortak kullandığı bir ufak avlu bulunmaktadır. Bu küçük avluya yuvarlak

kemerli “dehliz”den geçilir. Bu kısımda üst kata ulaşan merdivenler vardır ve bu tasarım

avluya elde edilmek istenen “mahfuz” mekan özelliğini fazlasıyla vermiştir. Üst katta da girişi

önünde revak bulunan kütüphane yapısı 6,5 x 6,5 m ölçülere sahiptir, ve geçişi pandantiflerle

sağlanan kubbeyle örtülmüştür. Kütüphanenin altında asıl avluya açılan bir mahzen ve sarnıç

bulunmaktadır. (Ayverdi, 1959, 794)

Sıbyan mektebi külliyenin doğusunda dış cephede yer alan dükkanlar üzerinde

bulunmaktadır. Kütüphane ile ortak kullanımda olan avludan merdivenle dar bir sahanlığa

çıkılır. Buradan önce kuzeydeki birime, kuzeydeki birimden de mektebe geçilir. Her bir hücre

boyutu 6 x 6 md boyutundadır ve kubbeyle örtülüdür. Bir hücre altta iki dükkanın üstünü

işgal etmektedir. Dükkanlar beşik tonozla örtülmüş ince uzun dikdörtgen yapılardır, sokak

cephesinden olan girişlerinin karşısında nişler, altlarında ise mahzenler bulunmaktadır.

(Çobanoğlu, 1993, 238b)

Külliyenin doğu cephesinin hazireler ve dükkanlarla birlikte görsel zenginliğini

arttıran ve yapının sokakla sosyal ilişkisini kuran unsurlardan bir diğeri dışa taşkın bir

konumda ve dört dilimli olarak tasarlanmış sebildir. Hazireler, biri sebille giriş arasında diğeri

sebilin güneyinden yapı sınırına kadar olmak üzere iki tanedir. Bunlardan ilki 5 x 5,5 m, diğeri

9,5 x 9,5 m boyutlarındadır. Çobanoğlu bu açık hazirelerde toplam 47 mezar bulunduğunu

aktarır. (1993, 239) Sebille beraber bu hazirelerin yine Divanyolu üzerindeki Damat İbrahim

Paşa külliyesinin sebil ve haziresinde olduğu gibi sokakla ilişkisi demir şebekelerle sağlanmış,

bu yolla bu birimler hem sokakla ilişki içinde olmuş ve bu yolla külliyenin sokakla ilişkisini

kurmuş, hem de sokaktan ayrı bir mekansal bütünlüğe sahip olmuşlardır. Cerasi’nin türbe ve

hazirelerin, hanedanın önemli ailelerinin kimi zaman gözden düşen fertleri için bir “statüyü

geri kazanma” yeri olduğunu vurgulaması ilginçtir.

“Önemli vezir ailelerinin eksenin merkezi kısmındaki hakimiyetleri ve temsilci statülerini mimari

vasıtasıyla koruma yetenekleri etkileyicidir. Köprülü, Çorlulu, Merzifonlu ailelerinin ya da Amcazadeler’in

türbe ve hazireleri olmaksızın, Divanyolu mimari ve mekansal bakımdan ulaştığı konuma gelemezdi.”

(Cerasi, 2006, 71)

50

Page 53: Saraçhane Bölgesinde Kentsel Dönüşüm, Tarihsel ve Sosyal ...

İşleyiş ve yaşantı

Külliye darülhadis olarak hizmet vermek üzere yaptırılmıştır. 1700 tarihli ilk

vakfiyesinde muhaddis, dersiam ve talebelerde aranacak özellikler ve verilecek görevler

belirlenmiştir. Vakıf kadrosunda bulunanların ve öğrencilerin günde kaçar akçe alacağı,

kütüphanenin hangi saatler arasında çalışacağı, kütüphanedeki kitaplardan ne şekilde ve ne

zaman yararlanılabileceği gibi unsurlar da vakfiyede yer almaktadır. (Kütükoğlu, 2000, 258)

Buna göre kitaplar kütüphane dışına çıkarılamaz ve ancak pazar, pazartesi ve salı günleri

öğrencilerin kütüphaneden yararlanmasına izin vardır.

Vakfiyede ayrıca külliyede alimlerin, hafızı kütüplerin, katiplerin, imamların,

müezzinin, ferraşın, ferraş çırağının, mücellitin, sebilcinin, mutemetin, meremmetçinin, su

yolcusunun, su yollarının düzenlenmesi için mezbelekeşin, sıbyan mektebi için öğretmen

yardımcısının, hattatın, bevvabın ve muhasibin de görevli olacağı belirtilmiştir.

Geçirdiği dönüşümler

Külliye günümüze orjinal haliyle ulaşamamıştır. Bunda, geçirdiği doğal afetlerin

olduğu kadar çeşitli onarımların da büyük rolü olmuştur. (Önge & Erdem, 1966, 182)

Yapılan sayımlarla külliyede belirli tarihlerde kaç kişinin yaşadığının tespit edilmesi

külliyedeki yaşantının geçirdiği dönüşümleri aydınlatması açısından önemlidir. Bu esnada

külliyenin 1718 yılındaki yangından, 1755 ve 1896 depremlerinden ciddi zarar gördüğü

bilinmektedir. 1755 depremi sonrasında hasar gören yapı Amcazade Hüseyin Paşa’nın kızı

Rahmiye Hanım5 tarafından tamir ettirilmiştir. (Önge & Erdem, 1966, 182) Bunlardan

özellikle 1896 depremi sonucunda revakların üç kemeri ve altı kubbesi ile birlikte bacalar,

sağdan dört oda tamamen yıkılmış, kısman sıbyan mektebi ve dershane-mescit de bundan

zarar görmüştür. (Önge & Erdem, 1966, 183) 1792 yılında yapılan sayımda külliyede 18 kişi

yaşamaktayken bu sayı 1869’da 58’e çıkmıştır. Büyük bir yıkımın yaşandığı 1896 depreminden

sonra 1914 yılına ait teftiş heyeti raporu medresenin esas odalarından sadece 6 tanesinin

oturulabilecek halde olduğunu belirtmektedir. (Kütükoğlu, 2000, 258) Kütükoğlu ayrıca bu

tarihte öğrencilerin bir kısmının medresenin dış bahçesine yapılmış olan barakalarda 5 Paşa’nın ölümünden sonra kızı Rahmiye Hanım vakıflarının idaresini eline almıştır.

51

Page 54: Saraçhane Bölgesinde Kentsel Dönüşüm, Tarihsel ve Sosyal ...

yaşamakta olduğunu yazar. Birinci Dünya Savaşı’nda burada bulunan öğrencilerin askere

alınmasıyla boşalan külliye, bundan sonra zaman zaman çeşitli kişilerce işgal edilmiş ve uzun

süre harap halde kalmış, onarılmayı beklemiştir. Beklenen ilgiyi 1940’lı yıllarda Ekrem Hakkı

Ayverdi göstermiş, külliyede kısmi bir tamir yapılmış ancak bu yeterli olmamış ve güneydeki

hücrelerin ve şadırvanın yıkılmasını önleyememiştir. (Kütükoğlu, 2000, 259)

Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından 1957 - 1966 yılları arasında sürdürülen

çalışmalar sonucunda dershanenin yıkılan kısımları, hücreler, kütüphane ve sıbyan mektebi

onarılmıştır. Ayverdi, onarımın başlarında yazdığı makalesinde güney sınır duvarının eskisine

nazaran biraz “lüks” bir şekilde onarıldığını yazmakta ve “aslına tefavvuk etmenin

lüzumsuzluğu aşikardır” demektedir. (Ayverdi, 1959, 799)

Yapı günümüzde “Türk İnşaat ve Sanat Eserleri Müzesi” olarak işlevlendirilmiş

durumdadır. Ne şekilde işleyeceği merak konusu olmakla birlikte, orjinalliğinden –herşeye

rağmen- çok şey yitirmemiş olmasından dolayı etrafındaki 21.yy hızına ve karmaşıklığına

karşın ona kimliğini kazandıracak onarımları ve çalışmaları beklemektedir.

52

Page 55: Saraçhane Bölgesinde Kentsel Dönüşüm, Tarihsel ve Sosyal ...

KAYNAKLAR

(1) Cerasi, M., Divanyolu, Kitap Yayınevi, İstanbul, 2006

(2) Çobanoğlu, A. V., Amcazade Hüseyin Paşa Külliyesi mad., “İstanbul

Ansiklopedisi”, Türkiye Ekonomik ve Toplumsal Tarih Vakfı, İstanbul, 1993, c.1,

s.236-239.

(3) Koçu, Reşat Ekrem, Amucazade Külliyesi mad., İstanbul Ansiklopedisi, 1959,

s.792-799.

(4) Kütükoğlu, M., XX. Asra Erişen İstanbul Medreseleri, Türk Tarih Vakfı Yayınları,

Ankara, 2000, 257-259

(5) Önge, Yılmaz & Yücel, Erdem, Amca Hüseyin Paşa Külliyesi, Arkitekt XXXV,

1966, s. 181-187

(6) Süreyya, M., Hüseyin Paşa, Amcazade mad., Sicil-i Osmanî, Tarih Vakfı Yurt

Yayınları, İstanbul, 1996, C.3, s.718.

(7) Yücel, E., Amcazade Hüseyin Paşa Külliyesi makalesi, “Vakıflar Dergisi” c. 8,

s.249

53

Page 56: Saraçhane Bölgesinde Kentsel Dönüşüm, Tarihsel ve Sosyal ...

ANKARAVİ MEHMET EMİN EFENDİ MEDRESESİ

1707 tarihli Ankaravi Medresesi, hem Saraçhane’de yakın çevre ölçeği içindeki konumu, hem

mimarlık tarihinde medrese tipolojisi açısından yeri, hem de medreseyi yaptıran Şeyhülislam

Mehmet Efendi’nin bilim yaşamında oynadığı rol yönünden İstanbul’un özellikli yapıları

arasındadır. İşlevini kaybettiği yıllarda geçirdiği kullanım dönüşümleri, odalarına yerleşen yeni kişi

ve gruplar da yapının bugüne kadar ulaşan ömrü içinde ayrıcalıklı yer tutmaktadır. Yapıldığı

yıllarda ve hatta 20. yüzyılın ortalarına kadar geçen süre içinde, medresenin yerleşim yoğunluğu

gösteren bir kentsel dokunun parçası olduğu düşünülebilir. Başka bir ifadeyle yapı, konut alanları

içinde ve küçüklü büyüklü başka kamu yapıları ile birlikte kendine yer edinmiştir. Yapıldığı

çağdaki durum bilinmemekle birlikte, geç dönemlerde böyle bir yerleşim yoğunluğu 1935 tarihli

Pervititch haritasında görülmektedir. Medreseyi birçok başka yapının yakından kuşattığını, öğrenci

odalarının dışarıya kapalı olması, sadece avluya dönük yönlerinde pencere açılmış olması da

göstermektedir. Bu durum 1950’lere gelindiğinde bozulmuş, yakın çevrenin fiziksel karakteri

büyük ölçüde değiştirilmiş ve Belediye Sarayı’nın da inşa edilmesiyle medrese gelip geçerken

dikkatli bakılmadığında algılanmayan, çevresiyle ilişkisiz, boşlukta duran bir yapı karakteri almıştır.

Ankaravi Mehmet Emin Efendi

Şeyhülislam Mehmet Emin Efendi, yapılmasını vasiyet ettiği medresenin inşaatından 20 yıl kadar

önce ölmüştür. Başka bir ifadeyle medresenin inşaatı, şeyhülislamın yerine geç getirilmiş bir

vasiyetidir. Ölüm tarihi 1687’dir, dolayısıyla 1686’da aldığı son unvanı şeyhülislamlığı, uzun yıllar

taşıyamamıştır. Mezarı, Fatih’te Sultan Selim Camisi yakınlarında bulunan Kovacı Dede Camisi

haziresindedir.

Mehmet Emin Efendi ilk derslerini, bilim adamı olan babası Hüseyin Efendi’den almış, eğitimine

İstanbul’da devam etmiştir (Kütükoğlu). Babasının ticaretle uğraştığı bilgisi de mevcuttur (Özcan,

s. 461). Osmanlı İmparatorluğu’nun çeşitli yerlerinde görev yapmasına, İstanbul’da medrese

54

Page 57: Saraçhane Bölgesinde Kentsel Dönüşüm, Tarihsel ve Sosyal ...

inşaatı vasiyet etmesi ve mezarının da bu kentte bulunmasına rağmen, doğduğu yer Ankara’ya özel

önem göstermiş, cami, medrese, çeşme, hamam ve kervansaray gibi vakıf yapılarıyla kentin sosyal

yaşamına katkıda bulunmuştur (Kütükoğlu). Çeşitli medreselerdeki görevlerinin arkasından,

Yenişehir, Bursa, Mısır ve İstanbul kadılıklarını yürütmüştür (Özcan, s. 461). Genel övgü sözleri

olarak görülebilmekle beraber, titiz, araştırmacı, cömert, kerim, adil ve mütevazı ifadeleri ile

tanımlanmaktadır (Kütükoğlu).

Mimari Özellikler

Medresenin gösterişli olmaktan uzak bir kütlesi ve

tipik medrese planından ayrılmayan ortalama

özellikleri olduğu söylenebilir. Planın, kırılmalar,

dönüşler, fazla iniş çıkışlar olmadan, net bir

dikdörtgen içinde toplanmış olması, arazi

koşullarının ve yapının inşa edildiği dönemde yakın

çevredeki yapılaşmanın bir zorlama getirmediğini göstermektedir. Avluyu üç yandan kubbeli

hücreler çevrelemekte, giriş ekseni üzerinde, karşıda ana derslik konumlanmaktadır. Diğer odalara

göre daha büyük bir kubbeyle örtülü derslik basamaklı bir altyapı üzerinde yükselmektedir.

Odaların önünde avluyu saran revak, tonozlu küçük dikdörtgen birimlerden oluşmaktadır.

Yalın dış cepheyi bugün taş ve tuğla dizilerinin getirdiği doku ve kızılımsı renk belirlemektedir.

Fazla belirgin kütle hareketleri olmadığı gibi cephe yüzeyinde de doku ve rengin haricinde özel bir

ifade yoktur. Reşat Ekrem Koçu’nun ansiklopedi metnine eşlik eden, olasılıkla 1950’li yıllar içinde

yapılmış olan çizimde cephelerin sıvalı olduğu, bunun yer yer döküldüğü görülmektedir. Yapı

55

Page 58: Saraçhane Bölgesinde Kentsel Dönüşüm, Tarihsel ve Sosyal ...

gövdesini ve cephesini hareketlendiren düzenler, ana dersliğin pencereleri, aynı mekanın yüksek

ve taşkın durumu ile odaların bacalarıdır.

Taş ve tuğla dizilerinden oluşan duvar örgüsü, Ankaravi Medresesi’ni mimari açıdan belirgin kılan

özelliklerdendir. Erken dönem Osmanlı mimarlığında da karşılaşılan bu uygulama 18. yüzyıl

mimarlığının orta büyüklükteki birçok yapısı için tipiktir. Ana dersliğin yükseltilmesi ve bunun

diğer mekanlardan bir miktar kopuk olarak inşa edilmesi de, yine bir 18. yüzyıl başı örneği olan

Feyzullah Efendi Medresesi’nde karşılaşılan bir mimari özelliktir.

Medrese yapılaşmış bir mahalle çevresinin parçası olarak diğer yapılarla ilişki kurmasının yanında,

bir de hazireye sahipti. Bu mimari kompozisyon, özellikle 18. yüzyılda küçük ölçekli yapılarda

yaygınlaşmış olduğu gibi, hem işlevsel bir yön taşımakta, hem de ağaçlıklı bir bahçe ile yapıların

kent peyzajına katılmasını sağlamaktaydı. Ancak hazire de 1956/57 yıllarında gerçekleşen yol ve

çevre düzenleme çalışmaları sırasında bozulmuş, burada bulunan mezar taşları Eyüp’te Afife

Hatun Tekkesi’nin haziresine taşınmıştır (Ersen-Ulukan, 152 vd.).

Ankaravi Medresesi çok sayıda bakım ve onarımdan geçmiştir. Belgeler ancak 19. yüzyılın ilk

yarısına inmektedir. Bunlardan 1845 ve 1871/72 tarihli belgeler yapıya su iletilen boruların

onarımından söz etmekte, 1914’te odaların tamir edildiği bildirilmektedir (Kütükoğlu). Koçu,

kendi döneminde medresenin harap olduğunu gözlemlemiş, bunu “odalarının ahşap döşemeleri

çökmüş, bir kısmının ise büsbütün kaldırılmış” ifadesiyle dile getirmiştir (Koçu, s. 87). Yeni

düzenlemeler kapsamında, Belediye Sarayı’nın inşaatına paralel olarak yapı 1958/60 yıllarında

onarılmıştır, ancak onarımın isabeti tartışmalıdır (Ahunbay)

İşlev ve Kullanım Dönüşümleri – Kişiler ve Öyküler

Özgün işlevini sürdürdüğü sıralarda medresede yaklaşık 20 civarında öğrenci ve görevlinin

yaşadığı bilinmektedir. Kayıtlarda, 1792’de 21 kişi, 1869’da 27 öğrenci ve 1914’te de 15 öğrenci

görülmektedir (Kütükoğlu). Burası, kapının üzerine yerleştirilmiş yazıtında da dile getirildiği gibi,

“en güzel ilmin kendisine komşu olduğu bir medresedir” (Yakıt, s. 33). Eğitim kurumu

sınıflandırması içinde Ankaravi Medresesi yüksek öğretime hazırlık niteliğinde dersler okutulan bir

“hareket-i dahil” medresesidir, yani orta dereceli eğitimin son aşaması uygulanmaktadır (Yakıt, s.

33). Günde 50 akçe maaşla çalışan üç müderris ders vermektedir.

56

Page 59: Saraçhane Bölgesinde Kentsel Dönüşüm, Tarihsel ve Sosyal ...

Medrese, bir eğitim yapısı özelliğini yaklaşık 200 yıl kadar koruduktan sonra başka işlevler

yüklenmeye başlamıştır. Bazen ihmal sonucu düştüğü bakımsız duruma bağlı rastlantılarla barınak

olarak kullanılmış, bazen de, bugün de olduğu gibi, özel işlevlerle donanmıştır. Ancak bu

dönüşümlere ilişkin bilgiler de fazla kapsamlı değildir. Bunlardan en erken tarihli olanı, yapının

1918 yılında Ordu Dairesi I. Sevk Taburu 2. Bölük Karargahı olarak kullanıldığını bildirmektedir

(Kütükoğlu). Yapıya bir bölüğün yerleşmesi, mekanların askerler tarafından büro, toplantı ve

konaklama işlevleri ile kullanıldığını akla getirmektedir. En azından ana dersliğin toplantılar için

olanak sunacağı düşünülebilir, öğrenci hücrelerinin de yine toplantı, konaklama ve malzeme

depolama gibi kullanım ihtiyaçlarına cevap verdiği kabul edilebilir. Bu işlevin ne kadar sürdüğü

bilinmemektedir.

Koçu’nun İstanbul Ansiklopedisi için izlenimler ve öyküler kaleme aldığı yıllarda medrese harap

durumdadır. Koçu, yapının onarıldığı takdirde ev sıkıntısı çeken 30 aileye barınak olabileceğini

önermektedir. Medreseye ilişkin izlenimlerini aktarırken, o tarihten 9-10 yıl önce yapıda “Şişman

Bahriye” olarak bilinen bir kişinin oturduğundan söz etmektedir. Mahalle ölçeğindeki renkli

söylentileri de ansiklopedi maddelerine katan Koçu’ya göre, çevreye karşı vurgulu dindar bir

izlenim yansıtan Bahriye Hanım, aynı zamanda mahallede uygun karşılanmayacak kadın erkek

ilişkileri için kendi oturduğu mekanı, yani medrese odasını sunmaktaydı (Koçu, s. 87). Bu bilgi

yine de, medresenin belki 1930’lu 40’lı yıllarda kısmen konut olarak kullanıldığını göstermesi

açısından önem taşımaktadır.

Yapı geçirdiği son kapsamlı onarımın ardından Kaşgarlı Mahmut Türk Dünyası Araştırmaları

Vakfı’nın merkezi olarak hizmet vermektedir. Odalar çalışma mekanları olarak kullanılmakta, ana

derslik ile kuzey kanadın arasındaki alan kitaplık olarak değerlendirilmektedir.

Kent Yaşamında Geçmişteki ve Bugünkü Yeri

Saraçhane çevresi dar yolların, konutların, kamu yapılarının belirlediği bir mahalle iken Ankaravi

Medresesi de bu tablonun bir parçası niteliğindeydi. Şehzade Camisi’nin medresesi ile birlikte

Amcazade Külliyesi’nin medresesi ve Gazanfer Ağa medresesi bölgenin eğitime yönelik

donanımını 17. yüzyıla gelene kadar belirlemiş kurumlardır. Ankaravi Medresesi ise yakındaki

Feyzullah Efendi (1703) ve Nevşehirli Damat İbrahim Paşa (1718?) medreseleri ile bölgenin 18.

yüzyılda kazandığı yeni eğitim yapıları arasındadır. Bu kadar örnek bile kuzeyden kabaca

Bozdoğan Kemeri’nin sınırladığı alanın yoğun bir kentsel yerleşim bölgesi olduğunu, bu

mahallelerde oturan öğrencilerin de devam edebileceği eğitim olanaklarının kurulduğunu

57

Page 60: Saraçhane Bölgesinde Kentsel Dönüşüm, Tarihsel ve Sosyal ...

göstermektedir. Onarım kaydının bulunduğu 1914 yılında yapı hala medrese görevini

sürdürdüğüne göre, çevrenin ve Ankaravi Medresesi’nin değişmeye başlaması, buraya Ordu

Dairesi’nin yerleştiği I. Dünya Savaşı yıllarıyla ilişkilendirilebilir. Anlaşıldığı kadarıyla yapı daha

sonra terk edilmiş, bakımsız kalmış ve barınma ihtiyacı olanlar tarafından kısmen işgal edilmiştir.

1950’li yıllarda kentteki yoğun imar etkinliğinin en fazla yansıdığı bölgelerden olan Saraçhane, çok

sayıdaki tarihsel yapısını yol inşaatı ve özellikle Atatürk Bulvarı’nın açılması sırasında kaybetmiştir.

Ankaravi Medresesi bu yıkımlardan kurtulmuş, ancak kentsel bütünlük içindeki konumunu

koruyamamıştır. Bugün yalıtılmış bir konumda, İstanbul Belediye Sarayı’nın, kelimenin tam

anlamıyla, gölgesinde yaşamını sürdürmektedir. Bir kültür ve araştırma merkezini barındırması,

Şehzade Medresesi gibi birçok benzerinin, işlevinden tamamen kopuk, ince bir beğeni ürünü

olmayan dekorasyonlarıyla restoran olarak hizmet etmesinin karşısında, talihli bir durum olarak

yorumlanabilir.

58

Page 61: Saraçhane Bölgesinde Kentsel Dönüşüm, Tarihsel ve Sosyal ...

Kaynaklar Z. Ahunbay, “Ankaravi Mehmed Efendi Medresesi”, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, Cilt 1, s. 275. A. Çetin, “Ankaravi Mehmed Efendi Medresesi”, Türk Dünyası Tarih Dergisi, Sayı ??, s. 20-22. A. Ersen – M. Ulukan, “Eyüp’te Afife Hatun Tekkesi ve Restitüsyon Önerisi”, Eyüp Sultan Sempozyumu 8, s. 152-159. R. E. Koçu, “Abdülhalim Medresesi”, İstanbul Ansiklopedisi, Cilt 1, 1958, s. 87-88. M. Kütükoğlu, İstanbul Medreseleri, s. 297-299. T. Özcan, “Mehmed Emin Efendi, Ankaravi”, İslam Ansiklopedisi, C. 28, Ankara 2003, s. 461-462. İ. Yakıt, “Şeyhülislam Ankaravi Mehmet Efendi”, Türk Dünyası Araştırmaları Dergisi, Sayı 51, 1987, s. 9-42.

59

Page 62: Saraçhane Bölgesinde Kentsel Dönüşüm, Tarihsel ve Sosyal ...

NEVŞEHİRLİ DAMAT İBRAHİM PAŞA KÜLLİYESİ – DİREKLERARASI

Şehzadebaşı’nda Şehzade Camisi’nin güneydoğu komşusu olan Damat İbrahim Paşa

Külliyesi, 1720 yılında tamamlanmış bir Lale Devri yapısıdır. Kitaplık, dershane, sebil, hazire

ve hücre gibi temel medrese bileşenlerinden oluşan külliyenin uzun arastası, inşa edilişinden

yaklaşık bir yüzyıl sonra kent yaşamında sosyal ve kültürel açılımın yaşandığı

“Direklerarası”na mekan olmuştur. Bu açıdan külliye, hem mekanının kullanılış biçimi

açısından hem de banisi Damat İbrahim Paşa’nın, Lale Devri’nde İstanbul’da gerçekleştirilen

pek çok yeniliğin öncüsü olması bakımından Şehzadebaşı ve İstanbul için önemli bir yapıdır.

Esas olarak külliyenin ve geçirdiği dönüşümlerin hem kendi hem de çevresi açısından

incelendiği bu yazıda, öncelikle Damat İbrahim Paşa’nın ele alınmasının gerekliliği, Osmanlı

tarihinde özel bir yeri olan sadrazamın, yapının arastasını kentte unutulmuş bir cadde

geleneğinin hatırlanması olarak algılanabilecek saiklerle hareket ederek inşa ettirdiği fikrine

dayanmaktadır.

Nevşehirli Damat İbrahim Paşa

“Ülke yıkıntı ve mutsuzluk içinde yuvarlanıp

dururken günün birinde Nevşehir’de İzdin Voyvodası

Ali Ağa’nın bir erkek çocuğu dünyaya gelmişti.

Karanlık bir gecenin sabahında ağlaya ağlaya gözlerini

açan bu küçük et parçasının üç yüz yıla yakın bir süre

sonra bir eğlence âleminin başı olarak incelenip

anlatılacağı kimin aklına gelirdi..” (Sevengil, 1998,

83)

Refik Ahmet Sevengil’in bu sözlerle

betimlediği doğum Ahmed Refik’in aktardığına göre

1670 yılında gerçekleşmiştir. Nevşehirli İbrahim,

damat ve paşa olana kadar sarayda helvacılık, baltacılık,

evkaf katipliği, yazıcı halifeliği gibi görevlerde

bulunmuş ve bu dönemlerde Şehzade Ahmet ile tanışmış, onun sırdaşı olmuştur. Şehzade

Ahmet’in padişah olmasını takiben İbrahim Efendi de Darüssaâde Ağası’nın katipliğine

60

Page 63: Saraçhane Bölgesinde Kentsel Dönüşüm, Tarihsel ve Sosyal ...

getirilmiştir. Kendisine pek çok defalar vezirlik teklif edildiği ancak bunları reddettiği ve bu

şekilde itibarını arttırdığı söylenir. (Altınay, 1973, 9) İtibarı sarayda rekabet doğurunca

sürgüne gönderilmiş ve önce Mora’da sonra Niş’te, en son da Petervaradin’de

görevlendirilmiş, bir Avusturya seferi sonrasında rapor teslim etmek üzere padişahla

görüşmesi yeniden saraya dönmesine vesile olmuştur. III. Ahmet’in kızı Fatma Sultan’la

evlenmiş, Pasarofça Antlaşması’nın imzalanmasının ardından 1718 yılında sadrazamlığa

getirilmiştir. Tarihte Lale Devri diye adlandırılan, III. Ahmet’in saltanatının son 12 yılını ve

Damat İbrahim Paşa’nın sadrazamlığını kapsayan ve zevk ve eğlenceyle olduğu kadar, pek

çok yenilikle de hatırlanması gereken dönem böylece başlamıştır.

Lale Devri’nde coşkulu eğlencelerden, helva sohbetlerinden, İstanbul’u saran lale

çılgınlığından başka hatırlanması gereken şey, İbrahim Paşa’nın çabaları sonucu suriçi

semtlerde onarımların yapılmış, İstanbul’a daha fazla su temin etmek için çeşitli bentlerin, su

yollarının, anıtsal çeşmelerin inşa edilmiş olduğudur. Ayrıca Avrupa’nın teknik ve toplumsal

gelişmişliğine ilişkin çeşitli rapor, çizim ve açıklamalar İbrahim Paşa’nın ilgisini çekmiştir. Bu

dönemde İstanbul’un imarı öncelik kazanmış, yangın alanları bakımsız kalan İstanbul’u bir

kent bütünlüğüne kavuşturmak için çaba harcanmıştır. Osmanlı başkenti, anıt çeşmeler,

matbaa, itfaiye örgütü gibi yeniliklerle İbrahim Paşa zamanında tanışmıştır. Sakaoğlu, kent

yaşamını ve imarını doğrudan ilgilendiren pek çok yeniliğin bu dönemde yapılmış, pek çok

hükmün bu dönemde verilmiş olduğunu, bu yüzden kente ve kentsel sorunlara İbrahim Paşa

kadar önem veren başka bir sadrazamın gösterilemeyeceğini söyler. (Sakaoğlu, 1993, 127b)

Damat İbrahim Paşa’nın müzik ve şiire değer vermiş olduğu bilinmektedir. Sevengil bu

noktada eski şairliğin çoğu kez dalkavukluktan farklı olmadığını hatırlatır. (1998, 85)

Sicill-i Osmani’de hakkında yazılanlar, Osmanlı tarihindeki değerli bulunan ancak

tamamıyla aklanmamış sadrazamlardan biri olduğu fikrini doğurmaktadır. Öyle ki, önce akıllı,

olgun, alçakgönüllü, vakur, kerim, cömert gibi genel övgü sözleriyle başlayan ifadeler giderek

“zevk-u sefada aşırıya varmak, israf kapılarını açmak, kılıçla fetihlerin zamanını idrak

edememek” gibi yergilere dönüşmüş, nihayet “kötü hizmeti ve sefahati hem nefsini, hem

ailesini, hem de devlet ve efendisini zarara uğratmıştır” sözleriyle bitmiştir. (Süreyya, 1996,

779) Sadrazam, Patrona Halil isyanını izleyen günlerde korkunç biçimde katledilmiş,

61

Page 64: Saraçhane Bölgesinde Kentsel Dönüşüm, Tarihsel ve Sosyal ...

cesedinin toplanan parçaları Şehzadebaşı’nda kendi adını taşıyan külliyesinin haziresinde

gömülmüştür.

Külliyenin Mimari Özellikleri

Kuban, yapının darülhadis ve kütüphane olarak inşa edildiğini aktarır. Dershane

mescit olarak kullanıldığı ve sonradan bir de minare eklendiği için Darülhadis Mescidi gibi

adlandırmalara rastlamak da olasıdır. (Kuban, 1998, 144) Darülhadisler yalnızca hadis ilmi

okutulan medreseler olma özelliğiyle diğer benzerlerinden ayrılmaktaydı. Buna rağmen özgün

bir mimari tipolojileri yoktur, işlevleri benzer olduğundan medrese tipolojisi Damat İbrahim

Paşa Külliyesi’nde ve İstanbul’da ayakta kalmış en eski darülhadis olan Süleymaniye

Darülhadisi’nde küçük farklarla tekrarlanmıştır.

İbrahim Paşa Külliyesi – plan – Zeynep Ahunbay (kaynak: İstanbul Ansiklopedisi)

Külliyenin klasik medrese tipolojisinden farklı bir tasarımı vardır. Ana öğeler olan

avlu, hücreler ve dershanenin birbirleriyle ilişkileri bu külliyede farklı bir anlayışla ele

alınmıştır. Giriş ekseninin iki yanında eksene göre simetrik planlı kitaplık ve dershane yer alır.

Zeminden basamaklarla yükseltilmiş ve kubbeyle örtülü bu odaların avluya bakan yüzlerini

aynalı tonoz örtülü birimlere sahip revaklar çevreler. Avluya karakterini bu konumlanma

62

Page 65: Saraçhane Bölgesinde Kentsel Dönüşüm, Tarihsel ve Sosyal ...

verir. Avlunun ortasında sekizgen planlı bir şadırvan bulunmaktadır. Hücreler, önleri revaklı

ve U-planlı olarak avlunun güney kısmına doğru yerleştirilmiştir. Bunlar yer seviyesindedir ve

arka taraftaki pencerelerle hava ve ışık alabilmektedir. Revaklar bugün, farklı işlevler

yüklenerek hala kullanılır durumda olan pek çok medrese yapısında olduğu gibi niteliksiz

metal-cam elemanlarla kapatılmış durumdadır. Bu, revakların avluya nasıl bir zenginlik

kattığının görülmesini engellemekte ve hücreleri avludan koparmaktadır. Hücrelerin yer aldığı

bloğun güneybatı kolunda revak yoktur. Burada açık bir eyvanın bir yanında iki, diğer

yanında bir oda vardır. Kuban, bu odaların ve eyvanın varlığının, bu kısmın bir yazlık

dershane ya da müderris için bir daire olabileceğini düşündürdüğünü söyler. (Kuban, 1998,

145)

Giriş, külliyenin Dede Efendi Caddesi

üzerindeki kısa cephesinden verilmiştir.

Şehzadebaşı Caddesi ile Dede Efendi

Caddesi’nin birleştiği köşede sebil, çeşme ve

hazire yer alır. Özellikle sebil ve hazire, dövme

demir parmaklıklarıyla sokakla külliyenin

ilişkisini zenginleştirir. Çeşme ve sebil yol

seviyesinin yükseltilmesi nedeniyle yaklaşık 60

cm kadar zemine gömülü kalmıştır. Çeşmenin kitabesine göre bu bölüm külliyenin diğer

kısımlarından bir yıl önce, 1719’da tamamlanmıştır. Külliyenin Şehzadebaşı Caddesi’ndeki

cephesinde sebil, hazire ve yaklaşık yüzyıl önce yıkılmış revaklarından geriye, izi ancak yolun

bir tarafında ve tonozlu mekanların harap durumdaki kemerlerinden sürülebilen uzun arasta

bulunmaktadır.

63

Page 66: Saraçhane Bölgesinde Kentsel Dönüşüm, Tarihsel ve Sosyal ...

Vakfiyeye göre Külliyenin işleyişi – Yaşantı

Yapının vakfiyesi bu tür mekanların sosyal ve kurumsal içeriğini anlamak açısından

önemlidir. Bu vakfiyeye göre medresenin 13 hücresi vardır. Bu bilgiyi Ahunbay’ın Darülhadis

plan çizimi desteklemektedir. Ancak plan çizimi ve vakfiyenin yazılması arasındaki yüzyıllarda

hücre sayısına ilişkin değişik rakamlar karşımıza çıkar. 1792’de 14, 1914’de 16 hücre

sayılmıştır. (Kütükoğlu, 2000, 150) Bunlar olasılıkla yapıya ilave edilen barakalardır. Vakfın

idamesi için yapılan dükkanlar külliye hizasında 37 tanedir.

Darülhadisler öğretim hiyerarşisinde en üst düzeydeki öğretim kurumlarıdır.

Vakfiyeden edinilen bilgi 100 akçe maaş bağlanan bir dersiam (müderris) olacağı ve bu kişiye

yardımcı olmak üzere üç kişinin görevlendirileceğidir. Bunlardan ikisi 10’ar, biri 20 akçe maaş

alacaktı. Bunun haricinde hücrelerde kalması planlanmış, derslerde görülen kitapları okuyup

anlayabilecek ve öğretebilecek kabiliyette olan ‘danişmend’lere, dersiamın derslerine devam

şartıyla 10’ar akçe verileceği gene vakfiyede öğretime ilişkin yazılı bir başka husustur.

Kitapların alınması, okunması, külliyeden dışarı çıkılmaması gibi kurallar da vakfiyede yer

almaktadır. Vakfiyede ayrıca her birine ne kadar maaş bağlanacağı kararlaştırılmış ve

külliyenin her ihtiyacı düşünülerek hazırlanmış bir hocalar ve görevliler kadrosu listesi

bulunmaktadır. Bu görevliler arasında mesnevîhan, ferâiz muallimi, imam, müezzin, sirâcî1,

kayyum, buhurcu, dershane, kütüphane, şadırvan, meydan ve abdesthaneleri temizlemekle

görevli ferraşlar, bevvab2, mezbeleci, sebilci, tamirci, kurşuncu, lağımcı, sengtraş yer

almaktadır. (Kütükoğlu, 151) Yaklaşık 35 kişiden oluşan bu kadro, Kuban’ın verdiği bilgiye

göre küçük bir külliyeye tahsis edilen en zengin vakıf kadrolarından biridir. Bu vakfiyeden

edinilen bilgilerin bir yorumu da, kadroda mesnevîhanın yer almasının, Lale Devri’nin özgün

niteliğine işaret etmekte olduğudur. Buna göre Damat İbrahim Paşa ve karısı Fatma Sultan’ın

dönemin tasavvuf ve rintlik atmosferinde özel bir ağırlıkları vardır. (Kuban, 1998, 146)

Yapının Geçirdiği Onarımlar – Dönüşümler

Darülhadis’in geçirdiği tamirlere ilişkin en eski tarihli bilgi 1841 yılına aittir. Sebilin su

yollarının tamir edildiği bu yılın ardından harap olan duvarlar onarılmıştır. 1844 ve 1849

1 Kandili yakmakla görevli. 2 Kütüphane ve darülhadis’in kapısı açıp kapamakla görevli.

64

Page 67: Saraçhane Bölgesinde Kentsel Dönüşüm, Tarihsel ve Sosyal ...

yıllarındaki tamirler de sebil ve su yolları ile ilgilidir. 1899 depremi için de bir tamir vesikasına

rastlanmıştır. 1902 yılında medresenin kurşunları değiştirilmiştir. (Kütükoğlu, 152)

1959-1960 yıllarında yapının bir restorasyon geçirdiği bilinmektedir. Bu

restorasyondan önce külliye fakir halkın ikamet ettiği bir sefalet yuvası görünümündedir.

1964 yılında odalarının bir kısmı Verem Savaş Derneği tarafından kullanılmıştır. Yapı

günümüzde Doğu Türkistan Vakfı Kültür Merkezi olarak kullanılmaktadır.

Revaklı Caddenin Canlandırılması ve Dönüşümü

Külliyenin İstanbul sosyal hayatındaki olağanüstü yerini almasına mekanlık eden

revaklı dükkanlar (arasta) kentin unuttuğu bir geleneğin yeniden canlandırılması olarak

okunabilir.3 Çünkü arasta, kent geleneğindeki revaklı yolların (embolos) bir uzantısıdır.

(Kuban, 1998, 65) Kuban, Osmanlı tarihinde kentsel düzenlemeler içinde az bulunan

örneklerden saydığı bu revaklı dükkanların yapımını belki de İbrahim Paşa’nın tarihe olan

merakına ve antik kitaplar okumasına borçlu olduğumuzu belirtir. (Kuban, 1998, 146)

3 Şehzadebaşı Caddesi’nde külliyenin karşısında yer alan dükkanların gerisinde geçmişte kapıkulu ve acemi ocakları için yapılan ilk kışla olduğu bilinmektedir. Fetihten hemen sonra inşa edilen kışlanın yer seçimi rivayete göre Haliç tarafından İstanbul’a giren yeniçerilerin buraya bayrak dikmesiyle açıklanır. Aksaray’da 16.yüzyılda Yeni Odalar yapılınca burası Eski Odalar adını almıştır. 1718 yılındaki Cibali yangınında Acemioğlanlar Kışlası ile birlikte Eski Odalar da yanmış, ve ahşap olacak şekilde yeniden inşa edilmiştir. 1826 yılında bu bölgede gerçekleşen yıkım sonrası açılan arsaya Fevziye adı verilmiş ve bu bölge Vakıflar’ın idaresine bırakılmıştır. Vakıf dükkanları bu tarihten sonra inşa edilmiştir. (Sakaoğlu, 1993, 204a) Sakaoğlu’nun verdiği bu bilgiye göre külliye tarafına yapılan dükkanlardan başka yeniçerilerin kışlasına bitişik dükkanlar (45 dükkan) da yapılmıştır.

65

Page 68: Saraçhane Bölgesinde Kentsel Dönüşüm, Tarihsel ve Sosyal ...

Saraçhane ve yakın çevresindeki doku dönüşümü – kırmızı yapılar yok edilmişleri işaret etmektedir. (kaynak: Divanyolu)

Cerasi’nin yorumu kentsel perspektiflerin yaratılmasına ilişkindir. Bu planlamayı

“mekan içinde süreklilik sağlamak bakımından kısa ömürlü bir deney” olarak nitelemiştir.

(Cerasi, 2006, 110) Kısa ömürlü bir deney olmuştur, çünkü dükkanların önündeki revaklar

daha 1864 yılında düzenlenen bir taslak nizamnamenin atlı tramvayların güzergahlarını

belirlemesiyle yıkılma sürecine girmiştir. (Çelik, 1996, 75) Zaten 1935 yılında tamamlanan

Pervititch haritasında (Vezneciler sigorta planı) revaksız dükkanlar ve aradaki caddede Fatih-

Beyazıt arasında çalışan iki yönlü bir tramvay hattı görülmektedir. Raşit Çavaş’ın verdiği

bilgiye göre sütunlar 1910 yılında yıkılmış ve dükkanlar açığa çıkmıştır. (Çavaş, 1994, 60a)

Son olarak, 1957 yılında Beyazıt’tan Saraçhane’ye uzanan geniş bir cadde açma uğruna

Direklerarası yerle bir edilmiştir. (Arpad, 1988, 233)

Külliye, tramvay yolu ve Direklerarası’ndaki tiyatro yapılarını gösteren Pervitich haritası – 1935 tarihli

66

Page 69: Saraçhane Bölgesinde Kentsel Dönüşüm, Tarihsel ve Sosyal ...

“Direklerarası Devri”

Damat İbrahim Paşa Külliyesi’ni (özellikle arastasını) İstanbul’un sosyal ve kültürel

yaşamı için son derece önemli hale getiren dönem 19. yüzyılın son çeyreğinde başlamıştır.

Direklerarası’nın asıl eğlenceleri, Ramazan ayında hemen her geniş çayhanede ve

kahvehanede sergilenen Karagöz, meddah, hokkabaz oyunları, kukla ile pehlivan güreşleri

olmuştur. Bunlara daha sonra saz toplulukları ve kantocular da eklenmiştir. (Çavaş, 1994,

60a) Arpad, Direklerarası’nda Şule, Yıldız, Şark, Darüttalim-i Musiki Salonu gibi

kıraathanelerin, Mersin Çayhanesi ve Ferah Muhallebicisi gibi lokallerin ünlü olduğunu ve

Ramazan ayı geldiğinde bu kıraathanelerde gerekli düzenlemelerin yapılarak mekanların saz

topluluklarına ya da meddahlara hazır hale getirildiğini aktarır. (Arpad, 1988, 229)

“Direklerin” görülebildiği ender fotograflardan biri.

(kaynak: Gözlem Yayıncılık Arşivi) Yok Edilen İstanbul adlı kitabındaki bir yazısında Arpad’ın aktardığı gözlemler o

dönemde bu mekanlardaki yaşantıyı anlamak açısından ilginçtir:

67

Page 70: Saraçhane Bölgesinde Kentsel Dönüşüm, Tarihsel ve Sosyal ...

“Direklerarası adını sürdüren Şehzadebaşı tiyatro ve sinemalarını 1919-1930 yılları

arasında yakından tanıdım. En son melodramları, kantocuları, komik-i şehirleriyle. Ramazan

aylarında Vezneciler’den Saraçhanebaşı’na ulaşan geniş bir alanda sirk çadırları, yaya

kaldırımlarına taşmış çay evleri, meddah bulunduran en son kıraathaneleri, Darüttalim-i Musiki

salonunda saz heyetleri, tiyatro kapılarında “Alte Kamarad”4 marşını çalarak müşteri çağıran

(tuluatçıların deyimiyle antrak <entre acte> yapan) üç kişilik bandosuyla. Osmanlı toplumunda

“temaşa” diye nitelenen bu eğlence-kültür türünün filmle bir programda sunulduğu en son yıllarında

kulisleri tanıdım. İnsanlarıyla tanıştım. Sahne üstü odalarına girdim. Amma yine o yıllarda,

Muhsin Ertuğrul ve arkadaşları, Sabık Dârülbedayi sanatkarları, Cemal Sahir opereti

topluluklarını da, yeni Türk tiyatrosunun doğuş günlerini de 13-18’li yaşların pırıl pırıl

heyecanıyla yaşadım.”(Arpad, 1988, 75)

Bu yıllar Direklerarası’nın ününün sönmeye başladığı yıllardır, 1930’lu yıllarda ise

semt canlılığını büsbütün yitirmiştir. (Arpad, 1984, 5) Direklerarası’nın İstanbul’da modern

tiyatronun kuruluş ve gelişmesinde çok önemli bir yeri vardır. Arpad, Meşrutiyet’e kadar

Direklerarası’nda gerçek biçimiyle tiyatro salonları ve yapıları bulunduğunu gösteren bir

belgeye rastlamadığını belirtir. Eğlenceler gibi tiyatro oyunları da “derme çatma ve çoğu

büyükçe kıraathanelerden bozma salaşlarda” yapılmaktadır. (Arpad, 1988, 231) Meşrutiyetin

ilanından sonra tiyatro topluluklarının sayısı artmış, oyunlar ilgi çekmiş ve bazı işadamları bu

bölgede tiyatro binaları yaptırmıştır. Yaptırılan ilk tiyatro 1911 tarihli Ferah Tiyatrosu’dur.

Ferah Tiyatrosu (kaynak: İstanbul Ansiklopedisi)

4 Alte Kameraden, yakl. 1889 yılında Alman bando bestecisi Carl Teike tarafından bestelenmiş ve zamanla çok sevilmiş bir Alman marşıdır. Dinlemek için: http://www.liedertafel.business.t-online.de/Alte_Kameraden.htm

68

Page 71: Saraçhane Bölgesinde Kentsel Dönüşüm, Tarihsel ve Sosyal ...

1935 tarihli Pervititch haritasından görülebileceği gibi tiyatro gerektiğinde sirk olarak da

kullanılabilecek şekilde planlanmıştır. Bu tarihten hemen bir yıl sonra Pervititch haritasında

Turan Tiyatrosu (Millet Tiyatrosu) olarak görünen tiyatro binası yapılmıştır. Bu yapı Batılı

örneklere uygun şekilde at nalı biçiminde tasarlanmıştır. Yolun karşı tarafında ise Milli

Sinema5, Hilal Sineması ve Türk Salonu bulunmaktadır. Bunlardan Türk Salonu (Meşrutiyet

öncesinin ünlü Feyziye/Fevziye Kıraathanesi), Damat İbrahim Paşa Külliyesi’nin sebilinin

karşı köşesinde yer alan tek katlı bir yapı olarak tuluatçılara, saz topluluklarına ve tiyatrolara

sahnelik etmiş, sırasıyla Emperyal, Güneş, Felek isimlerini alıp sinema olarak, sonra bir süre

Türk Salonu adıyla dans salonu olarak çalıştırılmıştır. Pervititch’te arsası boş gözükmektedir,

çünkü Milli Sinemacılar tarafından satın alınıp yıktırıldıktan sonra yeni bir tiyatro yapısına

caddenin ileride genişletileceği sebebiyle izin verilmemiştir. Ferah Tiyatrosu yangın sonucu

yok olmuş, Şark Tiyatrosu ve Milli Sinema yol genişletilirken 1957’de yıkılmıştır.

Millet / Turan Sineması ise 1970’lerin sonunda “anıtlar kurulunun konuyu benimsememesi

yüzünden” yok edilmiştir. Arpad “Halbuki gerçek bir tiyatro yapısı olduğu için korunmalıydı”

demektedir. (1988, 233)

Direklerarası’nda tiyatro grupları “kumpanyalar” ve “topluluklar” olarak ikiye

ayrılırdı. Kumpanya tuluatçılar için kullanılan deyimdi. Önemli kumpanyalar arasında

Osmanlı Komedi Tiyatrosu, Türk Temaşa Heyeti, Halk tiyatrosu, Darüttemsil heyeti

sayılabilir. Bu kumpanyalarda, metne dayalı piyesler ve komediler değil, tuluatçıların kendi

deyimleriyle ‘kanava’da oluşan söz oyunları, basmakalıp yutturmacalar, en kaba düzeyde bir

güldürü doğaçlama oynanmıştır. Taslak hemen hemen hiç değişmemiş, orta oyunu ve

Karagöz tekerlemelerinden esinlenmiş ikili konuşmalarla seyirciler güldürülmüştür. Komik-i

Şehir (ünlü komik), İbiş, Fıstık ve benzeri adlarla anılırdı. Dümbüllü İsmail ve Naşit Bey

(Naşit Özcan) dönemin ünlü ‘Komik-i Şehir’lerindendir.

Tuluat kumpanyalarındaki bazı oyun adlarını Burhan Arpad şu şekilde aktarmıştır:

Beyimin Tiyatroya Merakı, Yahudi Doktorun Metresi, Sürpik Dudu, Ağamız Eğleniyor,

Hoşkadem Gebe, Kayseri Bülbülleri, Ballı Baba, Sakallı Gelin, Rüyada Taaşşuk. (Arpad,

1988, 235)

5 Acemoğlu Hamamı’nın bulunduğu sokakta eski bir handan dönüştürülmüş yapıdır. Önce Ertuğrul Sineması, sonra Sahir Tiyatrosu olmuş(Cemal Sahir Opereti’ne sahnelik etmiş), sonra Milli Sinema adıyla bir kırtasiyeci tarafından çalıştırılmıştır.

69

Page 72: Saraçhane Bölgesinde Kentsel Dönüşüm, Tarihsel ve Sosyal ...

Sevengil tuluatçılığı, kodamanlarının sürekli maskaralık yaparak ortalığı kasıp

kavurdukları ve sürekli olarak para kazandıkları, “halkın beğenisini bayağılaştıran sanat

eşkiyalığı” olarak görmekte ve şöyle demektedir:

“Saray halkı, vekiller, vezirler, zenginler sınıfı binlerce kadın ve erkek Kel Hasan’ın süpürge

sopasını biçare Ali Rıza Efendi’nin kafasına nasıl indireceğini, gaz tenekesinin sahnede nasıl

yuvarlanacağını, uşağın evin hanımına nasıl arsızca ilan-ı aşk edeceğini görüp eğlenmek için

saatlerce yoldan araba tutup Şehzadebaşı’na gelirlerdi.” (Sevengil, 1998, 142)

Tuluatçıların bir başka önemli kolu da kantoculardır. Burhan Arpad’a göre tuluat

tiyatrosunun en olumsuz yanı olan bu gösteri, “kadın şarkıcıların yırtmaçlı eteğinden bacağını

ya da tombul kollarını, göğsünü cömertçe sergilemesi”nden ibarettir. Arpad’ın saydığı ünlü

kantocular Peruz, Kamelya, Viktorya Haçıkyan, Şamran, Verjin, Niko ve Amelya Kardeşler

ve Zarife’dir. (Arpad, 1998, 235)

Sevengil’in kantocular hakkındaki fikirleri de Arpad’ınkilere benzer. Ona göre “hiçbir

estetik değeri olmayan bir beste, güfte ve dans” olan kantoda önem taşıyan ne müziktir ne de

dans. Amaç, çıplak bir kadının beden hareketleriyle halkın uyarılıp ilgisinin çekilmesi ve

salonu yıkacak biçimde kopan ve coşan alkışları elde etmektir. (Sevengil, 1998, 143)

Diğer tiyatro grupları ise topluluklar adını almış ve ciddi oyunlar sergilemişlerdir.

Mınakyan Efendi Osmanlı Dram Heyeti, İstanbul Operet Heyeti (1920-1923), Sahir Opereti

(1922-1928), Sabık Darülbedayi Sanatkarları (1923-1924), Ertuğrul Muhsin ve arkadaşları

(1925), Raşit Rıza ve arkadaşları / Türk Tiyatrosu (1927), Aktör Faik Bey ve yazar İbnürrefik

Ahmet Nuri Bey / Şehir Tiyatrosu (1927-1928) Burhan Arpad’ın aktardığı önemli tiyatro

topluluklarıdır. Bununla birlikte Ertuğrul Muhsin’in 1925 Ramazanı’nda Ferah Tiyatrosu’nda

sunduğu oyunlar repertuarın niteliği açısından Türk Tiyatrosu tarihinde çok önemlidir. O

güne kadar sadece adapte Fransız vodvillerini ya da romantik piyesleri izleyebilmiş

tiyatroseverler İbsen, Stringberg, Andriyev’i tanıma fırsatı bulmuşlardır. Vedat Nedim Tör’ün

‘sosyal eğilimli’ oyunu “İşsizler” de Ferah Tiyatrosu’nda oynanmıştır.6 (Arpad, 1988, 239)

6 1924 Ferah Sezonu: Bu sezonda ilk kez öğrencilere indirimli matineler düzenlenmiş, salona eğitici pankartlar asılmış ve seyircilere tiyatro konusunda bilgi veren broşürler dağıtılmıştır. (İstanbul, 1993, 291b)

70

Page 73: Saraçhane Bölgesinde Kentsel Dönüşüm, Tarihsel ve Sosyal ...

Damat İbrahim Paşa Külliyesi’nin arastasındaki dükkanların önce kıraathaneler,

çayhaneler ve lokaller olarak, sonrasında da tiyatro girişleri olarak kullanılmasıyla (Pervititch

haritasında özellikle Ferah ve Turan Sinemaları için bu çok belirgindir) semtte yukarıda

anlatılmaya çalışıldığı gibi bir kültür-eğlence canlanması olmuştur. Andre Antoine’ın Türk

Tiyatrosunu kurma çabaları Letafet Apartmanı’nda başlamıştır.

Letafet Apartmanı (kaynak: İstanbul Ansiklopedisi) Burhan Arpad “İstanbul Konservatuarı için de aynı yerin seçilmesi rastlantı değil.”

demektedir. (Arpad, 1988, 228) Damat İbrahim Paşa, revaklı dükkanlarını yaptırırken Lale

Devri’nden yaklaşık 150 yıl sonra İstanbulluyu yeniden sokağa çıkartan bu dönemin ve

mekanın oluşumuna bilmeden katkı sağlamıştır.

Şu anda ise geçmişiyle bağını koparmış ve bambaşka bir kent aksına dönüşmüş

caddenin o dönemki halini hayal etmek gravürler de olmasa imkansız hale gelmiştir.

Yıkılmaktan kurtulmuş dükkanlardan geriye kalan kepenklerin ve tabelaların arasında zar zor

seçilebilen kemerlerdir. Külliyenin ana yapısının kentten soyutlanmış kullanımı, üzüntü verici

olmakla birlikte henüz (!) geriye dönüşü olmayan uygulamalar ve yıkımlar yapılmadığı için

teselli edicidir.

71

Page 74: Saraçhane Bölgesinde Kentsel Dönüşüm, Tarihsel ve Sosyal ...

KAYNAKLAR

(1) Ahunbay, Z., Medreseler mad., “İstanbul Ansiklopedisi”, Türkiye Ekonomik ve

Toplumsal Tarih Vakfı, İstanbul, 1993, c.5, s. 320-326

(2) Altınay, A.R., Lale Devri, Başbakanlık Kültür Müsteşarlığı Yayınları, Ankara, 1973

(3) And, M., Meddahlık mad., “İstanbul Ansiklopedisi”, Türkiye Ekonomik ve Toplumsal

Tarih Vakfı, İstanbul, 1993, c.5, s. 320

(4) Arpad, B., Direklerarası ‘Türk Tiyatrosundan Hikayeler’, Türkiye Turing Ve

Otomobil Kurumu Yayını, İstanbu, 1984

(5) Arpad, B., Yok Edilen İstanbul, Türkiye Turing Ve Otomobil Kurumu Yayını,

İstanbul, 1984, s.75-78; 228-241

(6) Cerasi, M., Divanyolu, Kitap Yayınevi, İstanbul, 2006

(7) Çavaş, R., Andre Antoine mad. “İstanbul Ansiklopedisi”, Türkiye Ekonomik ve

Toplumsal Tarih Vakfı, İstanbul, 1993, c.1, s. 281

(8) Çavaş, R., Direklerarası mad., “İstanbul Ansiklopedisi”, Türkiye Ekonomik ve

Toplumsal Tarih Vakfı, İstanbul, 1993, c.3, s. 60-61

(9) Çelik, Z., Değişen İstanbul, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul, 1998

(10) Çerçi, F., Damat İbrahim Paşa ve Nevşehir, İlya Yayınevi, İzmir, 2003

(11) Eyice, S., Arastalar mad., “İstanbul Ansiklopedisi”, Türkiye Ekonomik ve Toplumsal

Tarih Vakfı, İstanbul, 1993, c. 1, s.296-297

(12) http://www.liedertafel.business.t-online.de/Alte_Kameraden.htm (Alte

Kameraden marşı için)

(13) İstanbul, Ferah Tiyatrosu mad., “İstanbul Ansiklopedisi”, Türkiye Ekonomik ve

Toplumsal Tarih Vakfı, İstanbul, 1993, c.3, s. 291b

(14) İstanbul, Fevziye Kıraathanesi mad., “İstanbul Ansiklopedisi”, Türkiye Ekonomik ve

Toplumsal Tarih Vakfı, İstanbul, 1993, c.3, s. 307-308

(15) Kuban, D., Kent ve Mimarlık Üzerine İstanbul Yazıları, YEM Yayın, İstanbul,

1998

(16) Kütükoğlu, M., XX. Asra Erişen İstanbul Medreseleri, Türk Tarih Vakfı Yayınları,

2000, s. 150-153

(17) Sakaoğlu, N., İbrahim Paşa (Damat) mad., “İstanbul Ansiklopedisi”, Türkiye

Ekonomik ve Toplumsal Tarih Vakfı, İstanbul, 1993, c. 4, s.126-127.

(18) Sevengil, R.A., İstanbul Nasıl Eğleniyordu?, İletişim Yayınları, İstanbul, 1998

72

Page 75: Saraçhane Bölgesinde Kentsel Dönüşüm, Tarihsel ve Sosyal ...

(19) Suner, Y., Letafet Apartmanı mad., “İstanbul Ansiklopedisi”, Türkiye Ekonomik ve

Toplumsal Tarih Vakfı, İstanbul, 1993, c.5, s. 203b-c

(20) Süreyya, M., Sicill-i Osmani Osmanlı Ünlüleri, Tarih Vakfı Yurt Yayınları,

İstanbul, 1996, c.3, s.778-779

73

Page 76: Saraçhane Bölgesinde Kentsel Dönüşüm, Tarihsel ve Sosyal ...

TAYYARE ŞEHİTLERİ ABİDESİ VE “SARAÇHANE KENTSEL BOŞLUĞU” NUN OLUŞUM SÜRECİ

Osmanlı Devletinde Tanzimat Fermanı ile yoğunlaşan Batılılaşma sürecinde, havacılık

konusundaki yaşanan gelişmelerin hüzünlü bir göstergesi olan Tayyare Şehitleri Anıtı, 1916

yılından bu yana Fatih Saraçhane’de kent algısındaki yerini korumaktadır. 8 Şubat 1914’te

İstanbul’dan İskenderiye’ye yola çıkan ve hayatlarını kaybeden Fethi, Sadık ve Nuri Beylerin

anısına dikilen bu anıt, Abide-i Hürriyet anıtıyla beraber Osmanlı döneminde başka örneği

bulunmayan alan anıtlarını oluşturmaktadır. (Ergin, 1996, 229)

Temeli 2 Nisan 1914’te atılmış, 1916

yılında tamamlanmıştır. Beyaz mermer ve

bronzdan yapılan anıtın mimarı, ulusal mimarlığın

önemli temsilcilerinden ve dönemin Sermimar-ı

Hazret-i Şehriyarı Vedat Tek’tir. Anıt, köşelerinde

bir ve her köşe arasında ise iki adet olmak üzere

toplam 12 figüratif eleman ve bordürlerle çevrili

6,02 m x 6,02 m ‘lik yeşil bir alanın ortasına

yerleşmektedir. Taban alanı 2,01m x 2,01 m olup,

kaidesinin üstünde yer alan 84 cm çapında bir

dikilitaşla 7,50 metre kadar yükselmektedir.

(Batur,2003,122)

Anıtın kaidesi, dört köşesinde de klasik Osmanlı

cephe mimarisinde çok sık karşılaşılan

“kademeleşme” ile başlayıp, birer ulusal mimarlık Anıtın önden görünüşü

biçimine dönüşmüş babalara sahip yüksek bir podyuma

oturmaktadır. Podyumda bu kademeleşmenin yarattığı üçgen alanlarda ve kaidenin birçok

noktasında özenle tasarlanmış dekoratif örgüler yer almaktadır. Bu örgüler özellikle kaidenin Fatih

Kaymakamlığı’na bakan cephesi ve simetriği olan cephelerdeki iki madalyonda kendini

göstermektedir. Kaidenin diğer iki cephesinde ise bronz madalyonlar bulunmaktadır.

Madalyonlardan biri kitabeyi içerirken, diğeri ise yolculuğu anlatan bir rölyefi taşır.

74

Page 77: Saraçhane Bölgesinde Kentsel Dönüşüm, Tarihsel ve Sosyal ...

Bu rölyefte, uçağın kalkış

yönünde Beyazıt Kulesi, Seraskerat

Giriş Kapısı ve camileriyle İstanbul

betimlenirken, sol köşesinde

yolculuğun varış noktası olan

İskenderiye (Mısır) Piramitler ile

tasvir edilmiştir.(Batur,2003,122)

Kaide mermer bir halka ile

sonlanırken, kaideyi, dikili olan

sütun parçasının yivlendirilmiş

kısmına bağlayan bronz bir bilezik izlemektedir. Yolculuğu anlatan madalyon ve

Bu yivlendirilmiş kısmın sonlanmasını Yiğit Senem tarafından çıkarılmış mulajı

ise ön cephede yer alan defne yaprağının taşıtıldığı bronz bilezik ve anıtın son kısmı olan ucu

kırık düz mermer sütun izlemektedir. Madalyonlarda izlenen sembolik anlatım, bu kısımda da

kendini yarım kalan yolculuğu kırık bir sütun olarak figürleştirerek göstermektedir.

Anıtın konumlandığı Saraçhane semti ise, Bizans döneminden itibaren kentte önemli yapı

faaliyetlerinin gerçekleştiği bir bölge olma özelliğine sahiptir. Bizans döneminde kentin ana ekseni

olan Mese’den ,“Philadelphion” olarak adlandırılan noktada ayrılıp, Edirnekapı’ya yönelen ikincil

bir caddenin bu bölgeden geçtiği düşünülmektedir. Bu durumla birlikte önem kazanmış

olabilecek bölgede, kentin su ihtiyacını karşılamak amacıyla yapılmış olan Valens su kemeri ve

524-527 yılları arasında yaptırılmış olan Hagios Polyeuktos Kilisesi dönemin bilinen önemli

yapıları arasındadır. Bu yapılara ek olarak yeri aslında tam olarak tespit edilememiş ancak Semavi

Eyice’ye göre Belediye sarayının bulunduğu mevkide yer almış olan ve kilisenin banisi Anikia

İuliana’nın kendi adına yaptırdığı saray da bölgeye önem kazandıran diğer önemli bir yapıyı

oluşturur.

Bölge bugünkü “Saraçhanebaşı” adını ise II. Mehmet’in 1475 yılında yaptırmış olduğu

İstanbul Saraçhanesi’nden almaktadır. 20. yüzyıl başına kadar Saraçhanede sayıları kimi kaynaklara

göre 320’den 1.084 e kadar değişen dükkanlar mevcuttur. Bu dükkanlar önemli bir çekim gücü

yaratmış olmalı ki, bölgede daha sonraki yıllarda birçok yeni imar hareketiyle ortadan kaldırılacak

mescit, hamam ve külliyenin inşasına neden olmuştur. (İstanbul, 1996, 457) İstanbul kent

dokusunda bugün bile hissedilen “saraçhane kentsel boşluğu”nun oluşum nedenlerinin başında

75

Page 78: Saraçhane Bölgesinde Kentsel Dönüşüm, Tarihsel ve Sosyal ...

ise, bütün tarihi yarımadada benzer sonuçlara neden olan büyük İstanbul yangınları gelmektedir.

Dar ve çıkmaz sokaklarda, birbirlerine bitişik bir düzen içinde konumlanmış olan ahşap yapı

topluluklarından oluşan bir kent dokusuna sahip tarihi yarımadada, yaşanan birçok yangının

ardından yeni imar planlamaları uygulanmaya çalışılmıştır. Modern bir kent dokusu oluşturmak

üzere yapılan bu planlarda mümkün olduğunca“grid sistem” kullanılmıştır.1 Başta 1856 Aksaray ve

1865 Hocapaşa yangınlarının sonuçları olarak, sokaklar ve yapılaşma adalarını oluşturmak üzere

Islahat-ı Turuk Komisyonu kurulmuştur. 1869 yılında feshedilen bu komisyon tarafından özellikle

Hocapaşa yangınından etkilenmiş bölgeler için birtakım nazım imar planları hazırlanmıştır. Bu

planlarda kentin bugün bile önemini koruyan birçok ana caddesi oluşturulmuştur. Bunların

başında gelen Divanyolu , ITK Komisyonunun uygun gördüğü bir takım istimlak ve yıkımlarla

bugünkü şeklini almıştır. Divanyolu’nun bu şekillenmesi, aynı zamanda Türkiye’de “korumacılık”

kavramının da ilk kez sorgulanmaya başlandığı uygulanmalardan birini teşkil etmektedir. (Çelik,

1986, 49) Başta Çemberlitaş meydanının düzenlenmesi olmak üzere, Ayasofya ve Süleymaniye

külliyelerine bitişik nizamdaki ahşap binaların yıkımı, bu korumacılık anlayışının önemli

örneklerini oluşturmaktadır.

19. yüzyılda şehircilik alanında yaşanan bu değişimler 20. yüzyılın başlarında da kentte

meydana gelen birkaç büyük yangınla beraber kendini göstermeye devam etmiştir. 23 ağustos

1908 günü meydana gelen Çırçır yangınından, başta Saraçhane olmak üzere, birçok semt

etkilenmiş ve 1500 civarında yapı hasar görmüştür.2 Bu yangınla birlikte oluşan bu büyük kentsel

boşluk, kente daha önceden de batılılaşma ve modernleşme adına yapılan yenilikler için yeni bir

şantiye alanı kazandırmıştır. Pervititch haritalarından da fark edildiği üzere bölgede grid sistem

oluşturularak, geniş caddeler planlanmış ve yapılaşma için ise yeni parseller öngörülmüştür. Bu

parsellerin bir kısmının kamu hizmetine, yeşil alanlara ayrılması ile, daha sonraki yıllarda

eklenecek istimlakler yoluyla oluşacak “saraçhane kentsel boşluğu”nun ilk halkası yaratılmıştır.

Bu ilk halka, 1912 yılında mimar Yervant Terziyan tarafından tasarlanmış olan Fatih

Kaymakamlığı ve 1916 yılında önündeki parka inşa edilmiş olan Tayyare şehitleri anıtı ile bölgede

yeni bir kamusal alan biçimlenmesine örnek teşkil etmiştir. Tasarlanmış olan bu alan, Osmanlı

mimarlığının klasik biçimlenmesinde etkin olan dini yapı merkeziyetli kamusal alan

şekillenmesinin aksine batıdaki örneklerine yaklaşan bir meydan anlayışıyla biçimlenmiştir. Fatih

kaymakamlığı, Tayyare Şehitleri Anıtı ve bunlara daha sonra eklenen İtfaiye yapıları, birbirleri ile

mimari bir dil bütünlüğü yaratarak, kent algısı içinde ulusal mimarlığın temsilcisi olan bir meydan

denemesinin sonucunu oluşturmuştur. (Kızıldere, 2005, 94)

76

Page 79: Saraçhane Bölgesinde Kentsel Dönüşüm, Tarihsel ve Sosyal ...

Bölgede oluşan bu

şekillenme sırasında kentin ana

caddelerinden biri olarak

düşünülmüş olan İtfaiye Caddesi

yerini 26 Şubat 1943’te törenle

açılmış olan Atatürk Bulvarı’na

bırakmış olmalıdır. Bu bulvarın

açılması için yapılmış olan

istimlak uygulamaları, Pervititch

haritalarının bugünkü mevcut

durumla karşılaştırılması ile çok

kolay okunabilmektedir. Bu

istimlak uygulamalarına ek olarak Pervititich Haritası’nda (Axa Oyak, İstanbul 2000 )

1964 yılında yapılan Haşim İşcan Tayyare Şehitleri Anıtı’nın dikilmiş olduğu park ve dolayları çıkan Hagios Polyeuktos Kilisesi’nin temelleri de, bölgede yeni kentsel boşlukların oluşmasına yol açmıştır. 1958/1960 yılları arasında

modern mimarlığın Türkiye’deki ilk örneklerinden biri sayılan İstanbul Belediye Sarayı’nın inşası

ise, bölgeyi birçok mimari kimliğin kesiştiği bir nokta durumuna getirmiştir. Ancak bu kimliklerin

ortaya çıkmasına neden olan ulaşım bağlantıları ne yazık ki bugün bölgeyi bir çekim noktası haline

getirmek yerine, ulaşım amacıyla kullanılan bir düğüm noktası niteliğinde bırakmıştır.(İstanbul,

1996, 458)

1 Bu grid sistemin uygulanabilmesi için 1882 yılında yayımlanacak olan Ebniye

Kanunu’nda “tarla kuralı” olarak geçecek bir dizi yasal uygulama gerçekleştirilmiştir. Tarla

kuralına göre üzerinde yer alan yapılardan en az on tanesinin yanmasıyla sonuçlanan bir yangın

sonucunda arsanın tarla kabul edilip, yeniden planlanıp, parsellenmesi öngörülmektedir. (Çelik,

1986, 43) 2 Alaiyeli Aşık Kemal’in 28 dörtlükten oluşan Çırçır At Pazarı Yangın Destanı’nda

yangının Bakkal sokağından çıktığı, At Pazarı civarının yanıp kül olduğu, Saraçhane, Kıztaşı,

Sofular semtlerinin harabeye döndüğü, yardım toplandığı ve halka çadır verildiği gibi bilgiler yer

almaktadır. (KOZ, 1996, 425) Ayrıca Osman Nuri Ergin’in Mecelle-i Umur-i Belediyye’sine göre

yangın tarihi 13 ağustos 1908 ve bu yangından etkilenen bina sayısı ise 1324’tür.

77

Page 80: Saraçhane Bölgesinde Kentsel Dönüşüm, Tarihsel ve Sosyal ...

ALTIN KANATLARIN YOLCULUĞU

Balkan Savaşları’ndan yeni çıkmış olan Osmanlı Devleti’nde savaşın yol açtığı prestij kaybını

silmek ve de halkın moralini yüksek tutmak üzere İttihat ve Terakki Hükümeti tarafından, iki

uçaktan oluşacak bir ekiple İstanbul – İskenderiye arasında kat edilecek bir uçuş planlanmıştır.

“Altın kanatlar” olarak adlandırılan bu uçuş için, Eskişehir – Afyon – Konya – Ulukışla – Adana -

Halep – Humus – Beyrut – Şam – Kudüs – El’ariş – Port Said – Kahire’yi takip eden ve

İskenderiye’de sonlanması planlanan 2515 km’lik bir uçuş güzergahı oluşturulmuştur. Bu uçuş,

başta Enver Paşa olmak üzere Talat ve Cemal Paşaların da katılımıyla çok ciddi bir organizasyona

dönüşür. Uçakların takip edeceği rota üzerindeki belirli noktalara gerekli yer hizmeti, benzin,

yedek parça sağlanacağı istasyonlar kurulur ve aynı anda uçaklara karadan takip olanakları sağlanır.

Altın kanatların yolculuğu, 8 Şubat 1914’te Yeşilköy’de,

o günkü adıyla Ayastefanos’ta kurulmuş olan Tayyare

Mektebi’nden kalkan iki uçakla başlamıştır. “Muavenet-i

Milliye” isimli BLEROIT XI/B tipi ilk uçağın pilotları Yzb.

Fethi Bey ve Yzb. Sadık Bey’dir. 1887 yılında İstanbul

Ayazpaşa’da doğup, 1907 yılında Bahariye Mektebini bitiren

tayyareci Fethi Bey, 3 Temmuz 1912 tarihinde İngiltere Bristol

uçak fabrikasına “uçak makinistliği” eğitimi almak üzere

gönderilir. Uçuşa olan yeteneğinin fark edilmesi üzerine

kendisine uçuş eğitimi de verilir. Ülkesine döndükten sonra ise

Türkiye’de pilotluk görevine yükselen ilk 8 kişiden biri olarak

büyük bir başarı gösterir. ŞEHİT HV.PLT.KD.YZB.

MEHMET FETHİ BEY (1887-1914)

Fethi Bey’in yardımcısı Sadık Bey ise 1887 yılında Selanik’te doğmuş, Manastır Askeri

Lisesi’ni bitirmiş ve Harbiye’den teğmen olarak mezun olmuştur. Trablusgarp savaşında Enver

Paşa ile aktif rol almış ve Enver Paşa’nın Harbiye Nazırlığı’na getirilmesi ile Başkatiplik görevini

üstlenmiştir. Başarılarından dolayı seçilen bu ilk grup pilotun yolculukları uçuşlarının Şam –

Kudüs parkurunu gerçekleştirmek üzere havalandıkları 27 Şubat 1914 günü bilinmeyen bir

sebepten ötürü düşmeleri sonucu Şam’ın Taberiye Gölü yakınlarında son bulur.

“Muavenet-i Milliye” isimli uçakla aynı gün hareket eden “Prens Celaleddin” isimli

DEPERDUSSIN tipi ikinci uçağın pilotları ise Teğmen Nuri Bey ve İsmail Hakkı Bey’dir.

78

Page 81: Saraçhane Bölgesinde Kentsel Dönüşüm, Tarihsel ve Sosyal ...

Teğmen Nuri Bey 1890 yılında İstanbul’da doğmuş, uçuş eğitimini topçu olarak gönderildiği

Fransa’da almıştır. Yzb. Fethi Bey ile birlikte Garbi Rumeli Ordusu’nun emrindeki Tayyare

müfrezesinde yer alarak Balkan savaşlarında aktif rol oynamıştır. Pilotlar kötü hava şartları ve

mekanik arızalara rağmen birinci ekibin kat ettiği rotaya yakın bir güzergah izleyerek 27 Şubat

1914 günü Şam’a varırlar. Ancak vardıklarında Fethi ve Sadık Bey’in cenazeleriyle karşılaşırlar.

Kendileri de 11 Mart 1914 günü Yafa’dan Kudüs’e hareket etmek için havalanırken irtifa

kaybederek denize düşerler. Yzb. Fethi Bey, Yzb. Sadık Bey ve Teğmen Nuri Bey Türk Hava

Kuvvetleri’nin ilk şehitleri olarak tarihteki yerlerini alarak, Şam’daki Selahaddin Eyyübi Türbesi’ne

defnedilirler.

Yaşanan bu kazaların o dönem zarfında toplumda yarattığı iz o kadar derin olmalı ki,

kalabalık bir halk kitlesinin de katılımıyla temeli atılan Tayyare Şehitleri Anıtı bugün Fatih

Saraçhane’deki yerini korumaktadır. Türk Havacılık Tarihi’nin bu ilk şehitleri için yalnız

Saraçhane’de değil aynı zamanda şehit düştükleri yer olan Şam’da Taberiye Gölü’nün doğusunda

yer alan “Ayn Gev” yakınlarında da bir anıt dikilmiştir. (YILMAZER, Bülent)

Bu olayların gerek sosyal bellekte gerekse kent belleğinde bıraktığı izler yalnızca şehitlere

adanan iki anıtın dikilmesi ile sınırlı kalmamıştır. Muğla’nın “Megri” kasabasının adının “Fethiye”

olarak değiştirilmesi ve Sebilci Hafız Hüseyin Efendi’nin seslendirdiği neveser bir taş plak eser de

bu olayın toplumun belleklerindeki farklı yansımalarıdır.

“Telli turnam gibi çıktın yuvadan Dedi o saklar, kötü gözden yaradan, Dedim o saklar, kötü gözden yaradan, Yine akşam oldu ezan sesi var, Bülbüllerin güle karşı yeisi var, Bülbüllerin güle karşı yeisi var, O yavrumun benden gayri nesi var, O yavrumun benden gayri nesi var, Ağla annem, ağlamanın yeridir, Tayyareden düşen oğul Fethi’dir. “ Sebilci Hafız Hüseyin Efendi. 1914

Kaybedilen pilotlar ve düşen uçaklar, uçuş projesinin rafa kaldırılmasıyla

sonuçlanmamıştır. Aksine, ilk ekibin düşüşünün ardından 6 Mart 1914 tarihinde “Ertuğrul” isimli

BLERIOT tipi bir başka uçak, tayyareci Salim ve Kemal Beyler yönetiminde İstanbul’dan yola

79

Page 82: Saraçhane Bölgesinde Kentsel Dönüşüm, Tarihsel ve Sosyal ...

çıkar. Ancak aksilik onlarında peşlerini bırakmaz ve 13 Mart 1914 günü Edremit yakınlarında

düşerler. Edremit halkı kendi aralarında para toplayarak projenin devamı için yeni bir uçak satın

alırlar. “Edremit” ismi verilen BLERIOT tipi uçak bu sefer “Sardiye” isimli gemiyle 11 Nisan

1914 tarihinde Galata rıhtımından Beyrut’a hareket eder. 19 Nisan 1914 günü Beyrut’tan başlayan

yolculuk, Kudüs, El’ariş ve Port Said’i izleyerek 9 Mayıs’ta Kahire, ardından 15 Mayıs’ta

İskenderiye’ye vararak hedeflendiği gibi sonlanır. 22 Mayıs 1914 tarihinde ise Romen bandıralı

“Daçya” gemisi ile İstanbul’a hareket etmek üzere İskenderiye’den ayrılır.

Türk havacılık tarihinin ilk şehitlerinin verildiği bu yolculuk, aynı zamanda havacılık

tarihinde birkaç ilke daha sahne olmuştur. 9 Şubat 1914 günü Nuri ve İsmail Hakkı Beylerin

komutasındaki “Prens Celaleddin” uçağıyla Lefke – Bilecik arasında ilk Türk hava postası

taşınmıştır. Ayrıca 11 Şubat günü Konya’dan havalanan “Muavenet-i milliye” uçağıyla Fethi Bey

yaptığı 4000 metre irtifa ile Toros Dağları’nı aşarak Türk havacılık tarihindeki ilk yüksek irtifa

rekorunu elde etmiştir.

Türk tarihinde, gerek

kişileriyle gerekse başarılarıyla

önem kazanan bu uçuş, 2000’li

yılların başlarında TRT

önderliğinde başlatılan “Altın

Kanatlar Projesi” kapsamında

tekrar yaşatılmaya çalışılmıştır.

TRT, ODTÜ Havacılık

Mühendisliği Bölümü,

Teknotasarım Şirketleri ve Türk

Hava Kuvvetleri 2. Hava İkmal

Merkezi’yle yürütülen ortaklaşa

bir çalışma ile Kayseri 2. Hava Türk hava Kuvvetler bünyesinde hizmet yapmış olan Bleriot tipi uçaklar (THK Uçak Albümü İkmal Merkezi’nde 1914 tarihindeki uçuşta kullanılmış olan BLERIOT XI modeli 2 uçak, bugünün sinyalizasyon teknolojisine sahip

bir yenilemeye tabi tutularak tekrar üretilmiştir. Bu uçaklar 15 Mayıs 2001 tarihinde İstanbul’dan

havalanmıştır. Fethi Beylerin 1914 yılındaki uçuşlarında izlediğine yakın bir uçuş rotası izleyerek

18 Haziran 2001 günü İskenderiye’ye varılmıştır. Tekrar gerçekleştirilmiş olan bu uçuş için, 87 yıl

öncesinin bilgilerini de içeren üç bölümlük bir belgesel oluşturulmuş ve TRT de yayınlanmıştır.

80

Page 83: Saraçhane Bölgesinde Kentsel Dönüşüm, Tarihsel ve Sosyal ...

Bu uçuşa katılmış olan uçaklar ise Ankara Etimesgut Havacılık Müzesi ve İstanbul Yeşilköy

Havacılık Müzelerinde sergilenmektedir.

Bu yazının yazımında kullanılan bilgiler, Hava Kuvvetleri Komutanlığının web sitesinde yer alan, adı geçen kişiler ve uçuşla ilgili künye ve yazılardan derlenmiştir.

KAYNAKLAR BATUR, Afife (2003). M. Vedad Tek Kimliğinin İzinde Bir Mimar, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul CEZAR, Mustafa (1963). Osmanlı Devrinde İstanbul yapılarında tahribat yapan yangınlar ve tabii afetler, İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi Türk San’atı Tarihi Enstitüsü Araşturma ve İncelemeleri c.I, 415-434, İstanbul ÇELİK, Zeynep (1986). 19. Yüzyılda Osmanlı Başkenti Değişen İstanbul, Türkiye Ekonomik ve Toplumsal Tarih Vakfı Yayınları, İstanbul ERGİN, Nilüfer (1996). Tayyare Şehitleri Anıtı , İstanbul Ansiklopedisi c.VII , 229, Türkiye Ekonomik ve Toplumsal Tarih Vakfı Yayınları, İstanbul ERGİN, Osman Nuri (1995). Mecelle-i Umur-i Belediye, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür İşleri Daire Başkanlığı Yayınları, İstanbul EYİCE, Semavi (2006). Tarih Boyunca İstanbul, Etkileşim Yayınları, İstanbul KIZILDERE, Selda (2005). İstanbul’da Birinci Ulusal Mimarlık dönemi yapıları’nın kent bütünü içindeki yerinin değerlendirilmesi, İTÜ Dergisi c.2 sayı:1, 87-95, İstanbul KOZ, M. Sabri (1996). Yangın Destanları , İstanbul Ansiklopedisi c.VII, 425-426, Türkiye Ekonomik ve Toplumsal Tarih Vakfı Yayınları, İstanbul SÖZEN, Metin (1984). Cumhuriyet Dönemi Türk Mimarlığı, İş Bankası Kültür Yayınları, Ankara SÖZEN, Metin ve TAPAN, Mete (1973). 50 Yılın Türk Mimarisi, İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul İSTANBUL (1996). Saraçhanebaşı, İstanbul Ansiklopedisi c. VI , 457- 458, Türkiye Ekonomik ve Toplumsal Tarih Vakfı Yayınları, İstanbul

81

Page 84: Saraçhane Bölgesinde Kentsel Dönüşüm, Tarihsel ve Sosyal ...

İSTANBUL BELEDİYE SARAYI

1953 yılında ulusal bir mimarlık

yarışması sonucu Nevzat Erol tarafından

tasarlanan İstanbul Belediye Sarayı

yapıldığı dönem ve yer nedeniyle

Türkiye’deki mimarlık anlayışının değişim

sürecinin dönüm noktalarından biridir.

Yapının inşa edildiği dönem olan İkinci

Dünya Savaşı’nı izleyen on yıl içerisindeki

mimarlık ortamına bakıldığında, savaşın

etkisinden sıyrılmış olan dünyada, yeni fikir ve tasarım anlayışlarının yaygınlaştığı ve bunun

Türkiye’deki mimarlık ortamını etkilemesi sonucu özellikle büyük şehirlerde kent kimliğini

dönüştüren büyük ölçekli yapılar inşa edilmeye başlandığı görülmektedir. İstanbul Büyükşehir

Belediyesi kurumunu temsil eden yapı, şehrin en önemli arterlerinden birinde şehir siluetinde

önemli bir rol oynayacak şekilde konumlanması nedeniyle, kent kimliğine önemli katkıda

bulunmuştur. İstanbul Belediye Sarayı, II. Ulusal Mimarlık akımının etkisinin kaybettiği sırada

açılan ulusal mimarlık yarışmasını modern tasarıma sahip olarak kazanması nedeniyle modernist

akımın başlamasının simgesi haline gelmiştir.

İkinci dünya savaşından sonra çoğunlukla tahrip edilmiş olan Avrupa kentleriyle aynı

kaderi paylaşmasa da İstanbul, dış basın kaynaklı yeni fikirlerin henüz uygulanmadığı bir kentti ve

savaşın ekonomik zorlukları sonucunda, daha göç akımına uğramamış imar alanları ve yeşil

alanlarla doluydu. Bu haliyle yeni şehirsel planlara ve büyük imar projelerine açık bir şehir tablosu

çiziyordu. “Geriye baktığımız zaman, fiziksel çevredeki büyük değişmelerin, yeni dünya sisteminin

ve dolayısıyla ekonomisinin parçası olduğumuz 1950’li yıllardan sonra ortaya çıkan uluslararası

konjonktürlerin doğrultusunda başladığını, fakat bu atılımın Cumhuriyet’in İkinci Dünya

Savaşı’ndan önce biriktirdiği spritüel enerjiye dayanarak ve o dönemin yetiştirdiği dünya ile

bütünleşmeye hazır insanlar eliyle gerçekleştirdiğini görüyoruz. Başka bir deyişle yüzyılın birinci

yarısı bir ölüm kalım savaşı, bir nehakat ve yeni bir kimliğin tanımı dönemi, ikinci yarısı ise bu

yeni varlığın kendini kanıtlama dönemidir.”(Enis Kortan,Mimarlık Antolojisi)Bu dönemde

İstanbul’da toplum ile dünyanın ilişkisinin simgesi olabilecek, uluslararası standartlara uygun

örneğin adliye sarayı, konser salonu, konferans salonu gibi büyük ölçekli yapı ve yapı grupları inşa

82

Page 85: Saraçhane Bölgesinde Kentsel Dönüşüm, Tarihsel ve Sosyal ...

ediliyordu. Belediye Sarayı’nın yapımına ulusal mimarlık tasarım yarışması sonucu bu tip ihtiyaca

yönelik bir yaklaşımla karar verilmiştir.

1950’ler ve Modernizm

Aynı yılların dünyadaki mimari tasarım ortamına göz atıldığında yeni bir Modernizm

akımının dünyada etkisini göstermeye başladığı görülür. Savaşın sona ermesinin etkisiyle tasarım

içerikli yurtdışı yayınlar Türkiye’ye yeniden ulaşmaya ve özellikle akademik ortam olmak üzere

dönemin Türk mimarlarını etkilemeye başlamıştır. Domus ve L’architecture d’aujourd’hui gibi

yurtdışı kaynaklı ve Arkitekt gibi yurtiçi tasarım

dergilerinde yayınlanan, çoğunlukla Amerika, Fransa,

İtalya ve Brezilya’da yapılan tasarımlarda Modernizm

ilkelerinin yeniden önem kazandığı görülür.

Modernizin ilkelerine kısaca göz atmak gerekirse, Le

Corbuser’in 1920’lerde mimarlığa getirmiş olduğu beş ilke

kıstas alınabilir. Bu ilkeler: Ronchamp Tapınağı

1)Pilotiler. Kolonlar kiriş ve döşemeler vasıtası ile bütün yükleri taşırlar ve duvarları

taşıyıcı olmaktan kurtarırlar2) İskelet ve duvarlar görsel olarak birbirinden bağımsızdır. Dolayısıyla

sürekli, şerit şeklinde pencereler yapmak olanaklı hale gelir.

3) Bağımsız plan. Bölme iç mekânı biçimlendirilen öğeler olarak kullanılırlar; çok katlı

yapılarda değişik katlarda değişik düzenlemeler yapma olanağı vardır.

4) Bağımsız cephe. İskelet strüktür tarzının doğruya sonucudur.

5)Çatı bahçesi. Yapının zeminde kapladığı yer kadar doğa parçası, düz olan çatıda

tekrar kazanılır. Artık çatılar yaşanılır, yeşillikli bahçeler haline dönüşmektedir.

Temel ilkeleri mimarlık teknolojisinin

gelişmesine paralel olarak değişimler geçirse

de tanım olarak modern mimari artık

insanların yaşadıkları dönemin ifadesi şeklini

almıştır ve her dönemde farklı modern

projeler ortaya çıkmaya başlamıştır.

Sul America Hospital , Alvar Aalto 1952

83

Page 86: Saraçhane Bölgesinde Kentsel Dönüşüm, Tarihsel ve Sosyal ...

Bu dönem mimarları, F. L. Wright, W.

Gropius, M. Breuer, Le Corbusier, O. Niemeyer gibi

Modernizm’in öncüsü isimlerin ustalık dönemleri

olarak tanımlanacak evrelerinde birçok eseri inşa

etmelerine tanık olurlar: Ronchamp Tapınağı(1950-

1953), Guggenheim Müzesi(1943-1959), T.W.A.

Terminal Binası, Sydney Opera Binası(1956-1973) vd.

T.W.A. Terminal Binası

1950’lerde Türk Mimarlığı

II. Ulusal Mimarlık Akımı’nın etkili olduğu 1940’lı yıllarda ulusal mimari öğelerin yalnızca

tasarım felsefesi olarak benimsenmesi, biçimin taklit edilmemesi gerektiği savunulmaktaydı. Fakat

bu akımın öncüsü olarak gösterilen mimarların yapılarında kullandıkları öğelerin Osmanlı

mimarisiyle olan biçim benzerlikleri, hatta birebir kullanımlar, bu akımın sorgulanması, olumsuz

yönde eleştiriler alması ve etkisini kaybetmesine neden olmuştur. Başta mimarlık öğrencileri

tarafından dış mimari yayınların etkisiyle yaygınlaşan modern mimari akım, zamanla akademik

kadroda da etkisini göstermeye başlamıştır.

Bu sıralarda II. Ulusal Mimarlık akımının

en etkili temsilcilerinden Sedad Hakkı Eldem’in,

Modernizm döneminin başlangıç sembolü haline

gelen Hilton Oteli’nin tasarım ekibinde yer

alması da bu çözülmenin göstergelerinden biridir.

İstanbul Hilton Oteli –SOM Sedad H. Eldem

Bu dönemde yapılan mimari yarışmalara gönderilen projeler artık çoğunlukla modern

üsluba sahip olmaya başlamış ve ödüllere de bu projeler sahip olmuştur: Ankara Ulus

Meydanı,Nişan Yaubyan, Harutyun Vaporciyan, Arman Güran (İkincilik Ödülü,1952),Maltepe

Süreyya Paşa Sanatoryumu,Fatih Uran (1952), Büyükada Anadolu Klubü,Abdurrahman Hancı ve

84

Page 87: Saraçhane Bölgesinde Kentsel Dönüşüm, Tarihsel ve Sosyal ...

Turgut Cansever (1950). Modern üslup yöntemini teknolojinin gelişmesiyle kazanmış olsa da

Türkiye’de bu dönemde modern üsluba sahip birçok yapı, gerekli teknolojinin yurtiçinde

kullanılamamasından dolayı, sadece biçim olarak modern üsluba sahip olmuş, fakat teknik olarak

modern yapım tekniklerine sahip olamamışlardır. İkinci Ulusal Mimarlık'taki çözülme 1948'de

İstanbul Adalet Sarayı için açılan üçüncü yarışmada S. H. Eldem ile E. Onat'ın ortaklaşa

düzenledikleri rasyonel nitelikteki

projenin birinci seçilmesiyle

başlamış, akım, 1952'deki İstanbul

Belediye Sarayı yarışmasıyla kesin

olarak son bulmuştur.

İstanbul Adalet Sarayı, S.H. Eldem & E. Onat, 1948

Tasarım Yarışması ve Projenin Yapım Aşaması

1952 yılında kamuoyuna duyurulan Belediye Sarayı mimari tasarım yarışmasının sonuçları

17 Nisan 1953’te açıklanmıştır. Ord. Prof. Dr. Emin Onat’ın başkanlığında Belediye Reis Muavini

Y. Mimar Sedat Erkoğlu, Aydın Boysan, Y. Mimar Orhan Alsaç’ın bulunduğu jüri heyeti ön

elemeden geçen 15 proje arasından Nevzat Erol’un tasarladığı projeyi birinci seçmiştir. Jüri

önceden açıklamış olduğu mimari programda şehrin en önemli eksenlerinden ikisinin kesiştiği bu

noktada yapılacak belediye binasının, burada oluşturulacak bir meydanın Şehzadebaşı siluetini

caminin yüksekliğini göz önünde tutan alçak bir merasim bloğu ile çevrelenmesinin en uygun

yaklaşım olduğunu belirlemiştir. Bu blokların gerek kütle, gerekse plan ve işlev bakımından

birbirinden iyi ve uygun bir şekilde ayrılmış olmasının gerekliliği vurgulanmıştır.

Nevzat Erol’un tasarlamış olduğu projenin seçilme nedenleri arasında merasim ve büro

kısımlarının ayrı tutulması, meclis toplantı salonunun yüksek bir hacimle belirginleştirilmesi yer

almaktadır. Aynı zamanda yüksek kütledeki mimari şeklin diğer kısımlarla olan uyumu ve kütle

formlarının diğer projelere göre daha uygun olması da jürinin raporunda seçilme nedenleri

arasında gösterilmiştir. Bunlara karşılık kütlelerin birbiriyle olan bağlantı noktasının ve büro binası

antresinin daha ciddi bir şekilde düşünülmesi gerektiği de rapora eklenmiştir.

İstanbul Valisi Fahrettin Kerim Gökay döneminde yapımı tamamlanan Belediye Sarayı'nın

inşaat alanında, temel kazıları sırasında Roma ve Bizans dönemlerine ait mozaiklere ve Bizans

döneminden kalma duvar kalıntılarına rastlanmıştır. Bu mozaikler, halen İstanbul Arkeoloji

Müzesi'nde bulunmaktadır.

85

Page 88: Saraçhane Bölgesinde Kentsel Dönüşüm, Tarihsel ve Sosyal ...

Yer Seçimi ve Mimari

Yapıya bakıldığında İstanbul’un önemli ulaşım eksenlerinden Atatürk Caddesi ve Şehzadebaşı

Caddesi’nin kesişim noktasında bulunduğu görülür. Bulunduğu yerin konumu itibariyle özellikle

büro birimlerini barındıran yüksek kütlenin Atatürk Caddesi’ne hakim bir manzaraya sahip olması

yer seçimindeki önemli faktörlerden biri olarak görülebilir. İki kütlenin arasında kalan alan,

caddelerin kesişim noktasında bir meydan oluşturmaktadır. Çevresinde bulunan tarihi dokuyla

doğrudan temas etmeyen yapının merasim binası Şehzadebaşı Camisi’nin kent siluetindeki yerini

olumsuz yönde etkilememek için daha alçak olarak tasarlanmıştır. Yapı dikdörtgenler prizması

biçimindeki yüksek büro kütlesi ve yatay bir dikdörtgen prizma olan, başkanlık ve toplantı

hacimlerine ayrılmış yapı parçası olmak üzere iki ana kütleden oluşur. Kütleler birbirlerine ikinci

katta bulunan iki ayrı geçiş aracılığıyla bağlanır.

Başkanlık Bölümü

Başkanlık bölümü, başkanlık dairesi, büro

hacimleri, encümen odaları, toplantı ve sergi

salonlarından oluşan ve büro bölümünden daha

farklı olarak törensel kullanıma da yönelik olan bir

düzenlemeye sahiptir. Bu bölümün üstünde,

toplantı salonunu işaret eden ve çapraz tonoz

biçiminde, hiperbolik bir eğrisel örtü vardır. Proje

sahibi, bu örtü biçimini, karşısında bulunan Şehzade Camisi'nin örtü sistemine atıf yapan bir

tasarım olarak tanımlamıştır. Yapının meydana ve tersine bakan cephesinde, iç mekânlar

içerden başlatılarak iki kat boyunca teraslar oluşmasını sağlanmıştır.

86

Page 89: Saraçhane Bölgesinde Kentsel Dönüşüm, Tarihsel ve Sosyal ...

Büro Bölümü

Büro ve benzeri birimleri içeren yüksek kütle, 6 kattan ve onun üzerindeki restoran

katından oluşur. Genel kat düzenlemesini, yapı gövdesi boyunca uzanan bir koridor ve bunun iki

ucunda merdivenlerden oluşan dolaşım alanları ile bu mekânlara açılan birimler belirlemektedir.

Yapının üzerinde bulunan restoranın çatısını oluşturan örtü sistemi, merasim binasındaki eğrisel

örtüyle uyum sağlayacak biçimde tasarlanmıştır.

Betonarme sistemle inşa edilen

yapıda bölme duvarların taşıyıcı nitelikte

olmaması sık pencere kullanımına imkan

tanımıştır. Tasarımcı bant pencere yerine

küçük ölçekli pencere birimlerini

kullanımını tercih etmiştir. Cephelerde ise

malzeme olarak küçük ölçekli mermer

bloklar ve mozaik kaplama seçilmiştir.

Beyaz rengin hâkim olduğu yapıda eğrisel

örtüleri oluşturan birimler mavi mozaik taşlarla kaplanmıştır.

Kütlelerin arasında kalan meydanda süs havuzlarından ve küçük ölçekli yeşil alanlardan

oluşan bir peyzaj düzenlemesi yapılmıştır. Yapının çevresinde oluşacak dolaşımı kesmemek

amacıyla, kütleleri birbirine bağlayan geçiş alanları ikinci kat hizasında yer almaktadır. Binaların

girişlerinin üstü, iki kolonun taşıdığı betonarme çıkmalarla örtülmüştür.

Yapının Geçirdiği Değişimler ve Bugünkü Kullanımı. Deprem güçlendirme ve onarım çalışmaları doğrultusunda 2000–2002 yılları arasında Belediye

Sarayı’nda güçlendirme çalışmaları yapılmıştır.

Güçlendirme çalışmaları çerçevesinde yapıya

betonarme perde duvarlar eklenmiş, var olan kolon

boyutları büyütülmüş, betonarme temellere yeni

yönetmeliğe göre takviyeler yapılmıştır. Ayrıca binaya

yük getiren ek ağırlıkları kaldırmak amacıyla,

betonarme asma tavanlar, dolu tuğladan yapılmış

duvarlar, çelikten imal edilmiş doğramalar ve benzeri

inşaat malzemeleri modern hafif malzemeler ile değiştirilmiştir.

87

Page 90: Saraçhane Bölgesinde Kentsel Dönüşüm, Tarihsel ve Sosyal ...

Yakın dönemde başkanlık bölümü binasının bir dekorasyon projesiyle değişime uğraması

kamuoyundan bir takım olumsuz tepkiler alınmasına neden olmuştur. Modern yapının iç

mekanlarının, özgün üsluba uymayan kartonpiyerler,

kabartmalı kapılar, çiçek motifli aplikler ile bezendiği dile

getirilmiştir. Yapının özgün mimari öğeleri olan merdiven

korkulukları, kapılar, ıslak hacimler değişmiştir.

Daha önceden de başkanlık salonu ve özel kalem

gibi başkanlık hizmet birimlerinin ve yer döşemelerinin

yine projesiz bir biçimde yenilenmesi, söz konusu

uygulamaların olumsuz yönde eleştiriler almasına neden

olmuştur. Ayrıca dış bahçede yer alan meydanın bir kısmının açık otopark olarak kullanılması da

meydanın görünümü olumsuz yönde etkilemektedir.

Mimar Nevzat Erol Hakkında

Yapının mimari Nevzat Erol 1940 yılında Güzel Sanatlar Akademisi (bugünkü adıyla Mimar Sinan

Güzel Sanatlar Üniversitesi) mimarlık bölümünden mezun oldu. 1948’de İstanbul Belediye

Harbiye 2 No’lu Park Gazinosu tasarımı yarışmasında mansiyon ödülünü aldı. 1953’te Belediye

Sarayı tasarım yarışmasını kazandığında yüksek mimardı. 2003 Aralık ayında vefat etti.

Belediye Sarayı, yapıldığı dönemde İstanbul’un prestij yapılarından biri olarak tarihteki

yerini almıştır. II. Ulusal Mimarlık akımının çözülüşü ve Modernizm akımının başlangıcının

simgesi haline gelmesi, Cumhuriyet Dönemi mimarlığının dönüm noktalarından biri olmasını

sağlamıştır. Yapının özgün kullanımına günümüzde devam edilmektedir. Son yıllarda nüfusa bağlı

olarak belediye hizmetlerinin de daha büyük bir yapıya ihtiyaç duyması söz konusudur.

Kamuoyunda bazı kesimlerden mimarisi nedeniyle olumsuz yönde eleştiri alsa da, yapıldığı

dönemin gerek Türkiye gerekse dünyadaki mimari anlayışını temsil etmesi, bulunduğu çevrede

tarihi dokuya olan yaklaşımı nedeniyle halen İstanbul’un prestij yapılarından biri olarak kabul

görmektedir.

88

Page 91: Saraçhane Bölgesinde Kentsel Dönüşüm, Tarihsel ve Sosyal ...

KAYNAKLAR

Enis Kortan ,”Mimarlık Antolojisi”,s.13-27

Artitekt, Cilt 1, 1953, s. 76-84

İstanbul Büyükşehir Belediyesi Deprem Onarım ve Güçlendirme Raporu, Cilt 1, 2003

www.arkitera.com/v1/haberler/2003/12/15/

http://ansiklopedi.turkcebilgi.com/Cumhuriyet_D%C3%B6nemi_T%C3%BCrk_Mimarl%C4%

B1%C4%9F%C4%B1

http://www.ibb.gov.tr/tr-TR/Kurumsal/BelediyeTarihcesi/YeniBelediyeBinalari/

http://www.arkitera.com/kose-yazisi_28_belediye-sarayi-na-ne-oldu.html

89