ÜÇÜNCÜ FASILARAFAT VE MÜZDELİFE'DE...

105
ÖNSÖZ Dünya düzenini sağlamak ve ahiret saadetine ulaştırmak için Sevgili Peygamber'i vasıtasiyle bizlere Kur'an-ı Kerim'i indiren Allahu Teala'ya sonsuz hamd ü senalar ederim. Mübarek sözleriyle Kur'an-ı Kerim'in mücmelini açıklayan ve güzel hareketleriyle bizlere örnek teşkil eden Hz. Muhammed Aleyhisselam'a ve O'nun Al ve Ashabına salat ve selam ederim. Bundan sonra bilmiş ol ki, dinimizin iki ana kaynağı vardır. Bunlardan biri Kur'an-ı Kerim, diğeri de O'nun açıklaması olan Hadis-i Şeriflerdir. Her ne kadar Allah Kelamı'na başka bir şeyin karışamayacağı yine Kur'an lisaniyle bildirilmiş idiyse de, bir ihtiyati tedbir olarak Resul-i Ekrem, hadislerinin yazılmasına müsaade etmemişti. Bununla beraber hariçte olanlara duyurulması için bazı müsaadeleri de vardır. Sahabe-i Kiram bu yasağa uydukları gibi Tabiin de bunlara uymuş ve hicri birinci asrın sonuna kadar hadisler yazılmamış, ancak, kuvvetli hafızların ezberlemeleri sayesinde ağızdan ağıza intikal ederek gelmişlerdir. Ne zaman ki Kur'an-ı Kerim, doğu ve batıya yayıldı, Mushaflar çoğaltılıp her tarafa gönderildi, böylece Kur'an'a hadislerin ve başka bir sözün karışma tehlikesi ortadan kalktı; (öte yandan hadis bilginlerinin kısmen ölmeleri ve kısmen de başka memleketlere dağılmaları, hadislerin kaybolma tehlikesini ortaya koyduysa da, o zamanın devlet ve din adamları bu önemli dava üzerine eğilerek hadisleri bir araya toplamak için faaliyete geçtiler.) Bu hususta ilk adımı 110. Hicride ölen Halife Ömer b. Abdülaziz atmıştır. Şöyle ki: Amr b. Hazm'e yazdığı mektupta: "Hadise dair bildiklerini yaz: zira hadis bilginlerinin ölmeleri ve etrafa dağılmaları ile hadis ilminin kaybolacağından korkuyorum." demiştir. Rivayet ve dirayet yoluyla Hadis İlmi'ni ilk önce ortaya koyan zat da. 124 Hicri'de ölen, Şihab-ı Zühri'dir. Hadise dair kaleme alınan ilk kitap, 149 Hicri'de ölen İbn-i Cüreyc'in kitabıdır. Fakat bu kitap mevcut değildir. Bize kadar intikal eden hadis kitaplarının ilki, İmam-ı Malik'in "Muvatta"ıdır. Hacca gittiği Hicri 144 yılında Abbasi Halifelerinnden El-Mansur, İmam Malik'e: "İbn-i Ömer'in ihtiyatlarından, İbn-i Abbas'ın ruhsatlarından ve İbn-i Mes'ud'un şazlarından kaçınarak Sahabe-i Kiram ve Hulefa-i Raşid'in kabul ettikleri ortamda bir hadis kitabı yaz. Bunu etrafa göndererek her tarafta okunup yalnız buradaki hadislerle amel edilmesini sağlamaya çalışalım." diye emretti ve İmam Malik de Muvatta'ı yazdı. Bu iki hadis kitabı yayıldıktan sonra birçokları hadis derleme sevdasına kapılarak bir hadis için günlerce yol yürüdü ve hatta yaya olarak çölü aşanları da oldu. Maksatları ravileri azaltarak hadisi en kısa yoldan ve gerçek şekliyle alabilmekti. Böylece hadisler derlenip toplandıktan sonra da tashihlerine, ravileriyle birlikte ezberlenmelerine ve senetlerine son derece önem vermişlerdi. Ne zaman ki, Kur'an ve hadisten mülhem olarak Fıkh'ın usul ve füruu ortaya kondu, fıkıh kitapları yazıldı ve fıkhi meseleler yerleşti, artık hadis incelemesinden vazgeçilerek din ve dünya ihtiyaçları için herkes fıkıh ile uğraşmaya başladı. Buna tesir eden diğer bir sebep te hadisler daha çok incelendiği takdirde yeni ihtilafların başgöstermesi ve daha başka mezheplerin doğması korkusu idi. Hatta bu yüzden bugün bir fertte

Transcript of ÜÇÜNCÜ FASILARAFAT VE MÜZDELİFE'DE...

ÜÇÜNCÜ FASILARAFAT VE MÜZDELİFE'DE TELBİYE

ÖNSÖZ

Dünya düzenini sağlamak ve ahiret saadetine ulaştırmak için Sevgili Peygamber'i vasıtasiyle bizlere Kur'an-ı Kerim'i indiren Allahu Teala'ya sonsuz hamd ü senalar ederim. Mübarek sözleriyle Kur'an-ı Kerim'in mücmelini açıklayan ve güzel hareketleriyle bizlere örnek teşkil eden Hz. Muhammed Aleyhisselam'a ve O'nun Al ve Ashabına salat ve selam ederim.

Bundan sonra bilmiş ol ki, dinimizin iki ana kaynağı vardır. Bunlardan biri Kur'an-ı Kerim, diğeri de O'nun açıklaması olan Hadis-i Şeriflerdir. Her ne kadar Allah Kelamı'na başka bir şeyin karışamayacağı yine Kur'an lisaniyle bildirilmiş idiyse de, bir ihtiyati tedbir olarak Resul-i Ekrem, hadislerinin yazılmasına müsaade etmemişti. Bununla beraber hariçte olanlara duyurulması için bazı müsaadeleri de vardır. Sahabe-i Kiram bu yasağa uydukları gibi Tabiin de bunlara uymuş ve hicri birinci asrın sonuna kadar hadisler yazılmamış, ancak, kuvvetli hafızların ezberlemeleri sayesinde ağızdan ağıza intikal ederek gelmişlerdir.

Ne zaman ki Kur'an-ı Kerim, doğu ve batıya yayıldı, Mushaflar çoğaltılıp her tarafa gönderildi, böylece Kur'an'a hadislerin ve başka bir sözün karışma tehlikesi ortadan kalktı; (öte yandan hadis bilginlerinin kısmen ölmeleri ve kısmen de başka memleketlere dağılmaları, hadislerin kaybolma tehlikesini ortaya koyduysa da, o zamanın devlet ve din adamları bu önemli dava üzerine eğilerek hadisleri bir araya toplamak için faaliyete geçtiler.)

Bu hususta ilk adımı 110. Hicride ölen Halife Ömer b. Abdülaziz atmıştır. Şöyle ki:

Amr b. Hazm'e yazdığı mektupta: "Hadise dair bildiklerini yaz: zira hadis bilginlerinin ölmeleri ve etrafa dağılmaları ile hadis ilminin kaybolacağından korkuyorum." demiştir. Rivayet ve dirayet yoluyla Hadis İlmi'ni ilk önce ortaya koyan zat da. 124 Hicri'de ölen, Şihab-ı Zühri'dir. Hadise dair kaleme alınan ilk kitap, 149 Hicri'de ölen İbn-i Cüreyc'in kitabıdır. Fakat bu kitap mevcut değildir. Bize kadar intikal eden hadis kitaplarının ilki, İmam-ı Malik'in "Muvatta"ıdır. Hacca gittiği Hicri 144 yılında Abbasi Halifelerinnden El-Mansur, İmam Malik'e: "İbn-i Ömer'in ihtiyatlarından, İbn-i Abbas'ın ruhsatlarından ve İbn-i Mes'ud'un şazlarından kaçınarak Sahabe-i Kiram ve Hulefa-i Raşid'in kabul ettikleri ortamda bir hadis kitabı yaz. Bunu etrafa göndererek her tarafta okunup yalnız buradaki hadislerle amel edilmesini sağlamaya çalışalım." diye emretti ve İmam Malik de Muvatta'ı yazdı.

Bu iki hadis kitabı yayıldıktan sonra birçokları hadis derleme sevdasına kapılarak bir hadis için günlerce yol yürüdü ve hatta yaya olarak çölü aşanları da oldu. Maksatları ravileri azaltarak hadisi en kısa yoldan ve gerçek şekliyle alabilmekti.

Böylece hadisler derlenip toplandıktan sonra da tashihlerine, ravileriyle birlikte ezberlenmelerine ve senetlerine son derece önem vermişlerdi. Ne zaman ki, Kur'an ve hadisten mülhem olarak Fıkh'ın usul ve füruu ortaya kondu, fıkıh kitapları yazıldı ve fıkhi meseleler yerleşti, artık hadis incelemesinden vazgeçilerek din ve dünya ihtiyaçları için herkes fıkıh ile uğraşmaya başladı. Buna tesir eden diğer bir sebep te hadisler daha çok incelendiği takdirde yeni ihtilafların başgöstermesi ve daha başka mezheplerin doğması korkusu idi. Hatta bu yüzden bugün bir fertte toplanmasında imkan olmıyan ağır şartlar öne sürerek içtihat ve istinbat kapılarını da kapadılar ve böylece hadis ile uğraşanlar da azalmış oldu.

Şüphesiz bu hal böyle devam edemez. Çünkü zamanın icabı ve hayat şartlarının değişmesiyle, doğacak bazı meseleler hakkında indi ve keyfi mütalaalara boyun eğmeden doğru hüküm vermek veya yeni hükümler çıkarmak ve İslam Dininin eski nüfuzunu yaşatmak için elbette Kur'an ve hadise müracaat edilecektir.

Bunların böyle hassas ve titiz davranmaları karşısında, aslında birlik ve bereberliği ve her yönüyle çalışıp ilerlemeyi emreden, doğru muhakemeye sahip olan, akıl ve mantığın reddedileceği hiçbir yönü bulunmayan ve cihanşümul bir din olan İslamiyet'i yıkmak, akıl ve mantığın alamıyacağı uydurmaları Resu-i Ekrem'e isnad ederek alemlere rahmet olarak gönderilen o büyük insan Hz. Muhammed Aleyhisselam'ı küçük düşürmek için zındıklar, şahsi çıkar, siyasi maksat ve batıl inançlarını tervic için, dinden nasibi olmayan bazı kimseler de hadis uydurmaktan geri kalmıyorlardı. Bunların yanında başka bir sınıf daha vardı. Bunlar da kendi görüşleriyle Kur'an-ı Kerim ve gerçek hadisleri kifayetsiz (!) bularak, insanları düştükleri isyan bataklığından kurtarmak için Tergıb ve Terhib hadisleri uyduruyorlardı. Böylece kimisi dünyayı öküzün boynuzuna yerleştiriyor, kimisi İslamiyet'in kesinlikle kabul etmediği Ruhbaniyet ve ataleti teşvik ediyor, muzahref ve yaldızlı sözlerle yüce İslam Dini'ni yıkmaya çalışıyorlardı.

Kassas ve istismarcıların işine gelen bu uydurmaların alabildiğine yayıldığını ve saf müslümanların fikirlerinin teşviş edildiğine gören gerçek bilginler, hemen bu bozguncuların önüne geçerek Kur'an-ı Kerim'e uymayan ve Resul-i Ekrem ile ilgisi bulunmayan bu uydurmaları atarak muteber hadis kitapları vücuda getirdiler. Bunlar "Sıhah-ı Sitte" diye anılan Buhari, Müslim, Ebu Davud, Tirmizi, Nesei ve İbn-i Mace gibi muteber altı hadis kitabıdır. Bunların da en sahihi, Buhari ile Müslim'dir. Bu zatlar hadislerin sıhhati için öyle ağır şartlar koşmuşlar ki, Buhari, derlediği 600 bin, Müslim'de topladığı 300 bin hadisten ancak 10 bin civarında hadisleri kitaplarına alabilmişlerdir. Diğerleri yalnız sahih hadislerle yetinmeyip, amel babından hasen hadisleri de kitaplarına almışlardır.

Ayrıca makbulünü merdudundan ayıran, Nisaburi'nin "El-Ma'rife", Bağdadi'nin "El-Kifaye" ve "Camiu'l-Edeb", İbn-i Salah'ın "Ulumu'l-Hadis", Nevevi'nin "Et-Takrib ve't-Teysir", Iraki'nin "Elfiye", İbn-i Hacer'in "Nuhbetü'l Fiker" ve Suyuti'nin "Tedribu'r-Ravi" gibi muteber kitapları ve mevzu hadisleri bir araya toplayan daha başka eserler de vardır.

Ne yazık ki, bu kıymetli eserler, bugüne kadar dilimize çevirilmedikleri için mevzu hadisler memleketimizde halen revatça ve geçer akçe gibi piyasaya sürülmektedirler. Doğrusu uydurma hadislerin mevcudiyeti üzerinde titizlikle durulması gereken önemli bir davadır. Buna rağmen ihtiyatı elden bırakmamak ve i'tinalı davranmak lazımdır.

İşte bu boşluğu bir nebze doldurur düşüncesiyle, nisbeten daha mutedil davranan Aliyyü'l-Kari'nin Mevzuat adlı eserini mümkün olan bazı kısaltmalar ile dilimize çevirmeyi uygun buldum. Eserde 600 civarında mevzu hadis vardır. Kıymetli meslektaşlarıma ve bütün din kardeşlerime yardımcı olabileceğimi ümid ederim. Ancak mevzuatı daha iyi kavrayabilmek ve hadis ile ilgili terimleri anlayabilmek için de, kısa bir Usul-i Hadis'i başına almayı uygun buldum.

Tevfik ve hidayet ancak Allah'tandır.

"Bismillahirrahmanirrahim"

Kur'an-ı Azim'i indiren Allahu Teala'ya ham'eder ve hadisleri ile Kur'an-ı açıklayan Resul-i Ekrem'e, O'nun al ve ashabına salat ve selam ederim.

Bundan sonra Kelam-ı Kadim'in hizmetçisi ve sağlam hadislerin müdavimi Bari Teala'nın mağfiretini uman Sultan Muhammed'in oğlu Aliyyü'l-Kaari der ki: Allahu Teala'nın kelamı, fazl u keremi ile, yazılışına ve hatta noktasına varıncaya kadar korunmuştur. Çünkü Allahu Teala: "Kur'an-ı biz indirdik ve onu biz koruyacağız" buyurmuştur. Resul-i Ekrem'in hicretinden günümüze kadar 1300 küsur yıldan fazla zaman geçtiği halde korunmakta olup korunmasına devam edilecektir.

BİRİNCİ BÖLÜM

Hadislere gelince: Hadisler böyle değildir. Zaman geçip avam (halk) arasına mevzu hadislerin yayılmasıyle ahkam ifade eden hadisler bile kesinliklerini kaybederek insanlar arasında şüpheyi durumuna düştüler. Bununla beraber gerçek ilim erbabı durmadan çalıştı ve hadislerin hakkını vererek sahih ile sakimini, hasen ile zayıfini, merfu ile mevkufunu ve maktu ile mevzuunu birbirinden ayırdılar. Hafız Ebu Nuaym Hilye'sinde Ebu Hüreyre'den merfu olarak rivayet ettiği bir hadiste: "Muhakkak ki İslamiyet kendisiyle aldatılmak istenilen her bid'at zamanında onu yok edecek Allah dostlarından birisi bulunur." buyurulmuşur. Yani düşmanın sokuşturmak istediği bid'atları o kaldırır. Sonra yine ma'nen tevatür edip lafzan da tevatüre yakın olan ve Arapça metinde 69 rivayet yolu ile bildirilen Buhari, Müslim ve Hakim'in Ebu Hüreyre'den ve cüz'i ifade farkları ile diğer ravilerden de rivayet ettikleri hadiste: "Kasden benim için yalan uyduran kimse Cehennem'deki yerine hazırlansın." buyurulmuştur.

Hacmın büyümemesi, okuyanlara usanç vermemesi için diğer rivayeti yollarını tercümeye almadık. Ancak hadisin sebeb-i vücudunun bildiren bir -iki rivayeti daha almakla yetiniyoruz. Birisi: Buhari, Ebu Davud, Nesei, İbn-i Mace ve Darekutni'nin Abdullah b. Zübeyr'den rivayetlerinde şöyle denmektedir: Abdullah diyor ki: Babama, herkes Resul-i Ekrem'den hadis rivayet ediyor. Sen niye rivayet etmiyorsun diye sordum. Babam:

- Oğlum, ben Müslüman oldum olalı Resul-i Ekrem'den ayrılmadım. (Yani benim de pek çok bildiklerim var.) Fakat Resul-i Ekrem'in, "Benim namıma yalan uyduran Cehennem'deki yerine hazırlansın" hadisini bildiğim için rivayet edemiyorum, dedi.

Tabarani Evsat'ında Abdullah b. Ömer'den şöyle rivayet ediyor:

Adamın biri Resul-i Ekrem'in giydiği elbiseyi giyip onun kıyafetine girerek Medine’de bir mahalleye gider ve: Beni Rasul-i Ekrem gönderdi, dilediğim eve girer, istediğimi yapar ve orada oturabilirim dedi. Mahalle halkı kendisine bir oda tahsis eder ve hemen Resul-i Ekrem'e haber gönderirler. Resul-i Ekrem, Hazret-i Ebu Bekr ve Ömer'i hemen gönderir ve buyurur ki: "Onu canlı bulursanız hemen öldürün ve sonra da yakın. Şayet işini bitmiş yani kendisini ölmüş bulursanız ki, kanaaatimce onu ölü bulacaksınız, ölüsünü yakın." Adam geceleyin abdestine çıkınca zehirli bir engerek yılanı kendisine sokar ve öldürür. Hazret-i Ebu Bekr ve Ömer de ölüsünü yakarak geri dönerler. Bunun üzerine Resul-i Ekrem: "Benim namıma kasden yalan uyduran kimse Cehennem'deki yerine hazırlansın." buyurdu.

Diğer bir rivayet bölümünde de: Medine'ye iki mil mesafede Leys Oğullarından bir kabile bulunuyordu. İslamiyyetten önce adamın biri onlardan bir kız istemiş ve alamamıştı. Bu defa Resul-i Ekrem'in kılığına girerek bu kabileye gider ve, bu elbiseyi Resul-i Ekrem bana giydirdi mal ve canlarınızda dilediğim gibi tasarrufu bana emretti, diyerek doğruca alamadığı kızın evine gider. Bu kabile durumu Resul-i Ekrem'e haber verir. Resul-i Ekrem: "Allah'ın düşmanı yalan söyledi." buyurduktan sonra birisine; "Git bak, onu canlı bulursan öldür. Ölü bulursan yak" buyurur. Adam gittiğinde zehirli bir yılan tarafından öldürüldüğünü görünce ölüsünü yakar ve gelir. Bunun üzerine Resul-i Ekrem bu hadisi şerifi irad eder. İşte hadisin sebeb-i vürudu budur.

Hafız Suyuti, hadisi yüzden fazla Ashab'ın rivayet ettiğini ve hepsinin rivayet yolları kuvvetli olduğunu söylemiştir. Cennet ile müjdelenen on Sahabi'nin ittifaklı olarak rivayet ettikleri tek hadis budur.

Celale'd-Din Suyuti, “Resul-i Ekrem'e yalan isandından başka hiçbir günah için Ashab-ı Kiram'ın, ehl-i sünneti tekfir ettiklerini bilmiyorum” dedi. Ebu Muhammed el-Cüveyni “Resul-i Ekrem adına bilerek yalan uyduran kimse kafir olur ve İslam milletinden çıkar” dedi. Aralarında Maliki imamlarından Nasırü'd-Din de bulunan birçok zatlar bu fikirdedirler. Aliyyü'l-Kaari diyor ki: "Ben de derim ki, Resul-i Ekrem'in; “Benim namıma yalan uydurmak başkaları adına yalan uydurmak gibi değildir." hadisi ve Resul-i Ekrem'in adına uyduran adamı öldürtüp yaktırması bunları tey'id etmektedir. Çünkü Peygamber'e iftira, Allahu Teala'ya iftiradır. Zira Resul-i Ekrem hakkında;

"O hevadan konuşmaz. Onun konuştuğu ancak Allahu Teala tarafından kendisine vahyolunandır." (Necm: 53/3-4) buyurulmuşur. Ayrıca Resul-i Ekerm'in: "Ben ancak gökten nazil olanı söylerim." sözü de bunu tey'id etmektir. Demek ki, Resul-i Ekrem'in din hakkındaki her sözü ilahi vahye dayanır. Ona yalan uydurmak Allah'a yalan isnad etmek demektir. Kur'an-ı Kerim'de: "Allah'a yalan isnad edenden daha zalim kimdir?" buyurulmuştur. Allah'a yalan isnad edenler, O'nun ayetlerine inanmayanlardır. Allah ve Peygamber'den başkası adına yalan uyduranların kafir olmadıkları Sahabe'nin ittifakı ile sabittir.

Müslim ve Tirmizi'nin Muğire b. Şube'den rivayet ettikleri ve İbn-i Mace'nin de sahih dediği, yine Müslim ile İbn-i Mace'nin Semure b. Cündüb'den merfu olarak ve İbn-i Mace'nin de Hazret-i Ali'den rivayet ettikleri; "Yalan olduğunu bilerek benim namıma hadis rivayet eden kimse iki yalancının veya yalancıların biridir." buyurulduğu gibi Bezzar ve İbn-i Adiyy'in Enes'den rivayetlerinde; "Bilerek uydurma hadisi rivayet edenler de hadis uyduranlar gibi Cehennem'deki yerlerine hazırlansınlar." buyurulmuştur.

Bu gibi uydurma hadisleri rivayet etmekten men'eden ve bu hususta şiddetli veidlerde bulanan daha birçok hadisler vardır. Müslim şerhinde Nevevi; bayağı insanlar hakkında yalan uydurmak haram iken sözü şeriat, konuştuğu vahy ve onun namına yalan Allah'a karşı yalan sayılan Resul-i Ekrem hakkındaki uydurma veya şüpheli hadisleri rivayet etmenin, ister ahkam ile ilgili olsun, ister tergib ve terhib için olsun haram ve çirkinlerin çirkini ve günahların en büyüğü olduğunda ittifak edildiğini ve yukarıdaki veide dahil olduklarını söylemektedir. Hafız Celalü'd-Din Suyuti, mevzu hadisleri rivayetin, ancak mevzu olduklarını bildirmek için caiz olabileceğini, başka suretle helal olmıyacağına bütün hadis alimlerinin ittifak ettiklerini söylemiştir. Yalnız ahkam ile ilgili olmayıp terğib ve terhib babındaki zayıf hadisleri rivayet caizdir. (Zayıf ile mevzuun farkını bildik.) İnsan iyice incelemediği bir hadisi hatta herhangi bir haberi bile söylememelidir. Nitekim Resul-i Ekrem; "Kişiye günah sayılması bakımından her duyduğunu söylemesi kafidir." buyurdu. Demek ki, şüpheli hadisler de uydurma hadisler hükmündedir.

İşte bu duruma düşmemek için Hulefa-i Raşidin ve Sahabe'nin güzide simaları çok hadis rivayet etmekten kaçınmışlardır. Hazret-i Ebu Bekr ve Ömer (Allah onlardan razı olsun), duymadıkları bir hadisi rivayet eden zatlardan şahid ararlar ve bu hususta kendilerini korkuturlardı. Hazret-i Ali de yemin verdirdi. Hatta ihtiyatlı davranan Sahabe ve Tabiin'in bazıları hadis rivayet ederken, böyle veya bu mealde veya buna yakın bir ifade ile Resul-i Ekrem buyurmuştur, derlerdi. Müslim'in Ebu Hüreyre'den rivayetinde Resul-i Ekrem: "Yakın gelecekte ümmetim arasında öyle insanlar türeyecek ki, sizin ve atalarınızın duymadığınız uydurma hadisler rivayet edeceklerdir. Onlardan sakının ve vay onlara." buyurmakla bu hususta ümmeti uyanık bulunmaya ve helakten korunmaya da'vet etmiştir. Bunun için İmam-ı Azam Ebu Hanife son derece ihtiyatlı davranır ve şüpheli hadislere dayanmadan içtihadı ile amel ederdi. Bununla beraber müctehidlerin asıl dayanağı hadis olduğu için hadislerin senedlerini aramak dinden sayılmıştır.

İKİNCİ BÖLÜM

Hafız Zeynü'd-Din Irakı "El-Baisü ale'l-halas min havadisi'l-kassas" adlı kitabından sahih olup olmadığını bilmediklerini kabul ettikleri halde cerci, kıssacı ve hikayeci vaizlerin rivayet ettikleri hadisler, tesadüfen sahih olsa da yine günahkarlardır. Çünkü her ne kadar gerçeğe uygun düşse de bilmediklerini rivayet cür'et etmişlerdir. Buhari ile Müslim'de olsa da bu gibiler buldukları hadisi bir hadis alimine göstermeden rivayet etmeleri helal olmaz demişir. Hafız Ebu Bekr b. Hayr, rivayet yollarını bilmeyen kimsenin, "Resul-i Ekrem şöyle buyurdu." demesinin helal olmadığında bütün alimler ittifak etmişlerdir, dedi.

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

Zehebi'nin "Mizan" adıl kitabında yazdığına göre, Cevzekani Ebu'l-Abbas es-Sirac'dan şöyle hikaye ediyor: "Ebu'l-Abbas diyor ki: İmam Buhari'nin huzurunda bulunuyordum. Büyüklerden birisinin oğlu kendisine bir kitap getirdi ve o kitaptaki bazı hadislerden İmam'a sordu. Hadislerden biri Zühri'nin Salim'den ve Salim'in de babasından merfu olarak rivayet ettiği "İman artmaz ve eksilmez" hadisi idi. Buhari kitabın arkasına, ‘bu hadisi rivayet edene şiddetli bir dayak atmak ve onu uzun müddet hapsetmek lazımdır’ diye yazdı. Yine Mizan'da anlatıldığına göre, Yahya b. Main'i "Süveydü'l-Enbari" kitabında: Bu adamın kanı helal olur, demiştir. Yine Mizan'da anlattığına göre, İbn-i Üyeyne'ye Mualla b. Helal, İbn-i Ebi Nüceyh ve Mücahid yolu ile Abdullah'dan: "Kadınlar gibi başı örtmek peygamberler ahlakındandır." diye bir hadis rivayet edilmiştir, buna ne dersin” diye sordular. İbn-i Uyeyne:

“Mualla bu rivayeti İbn-i Nüceyh'den duydu ise niçin boynunu vurmadı” dedi.

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM

Darekutni, “Bir kimse bir adamın merdud bir hadisi rivayet ettiğini anlarsa tenhada onu uyarması lazımdır” dedi. Böyle yapmak ilim erbabının ittifakı ile din ve diyanet adına vacibdir. Çünkü Müslümanlara bir öğüttür. Ebu Bekr b. Hallad Yahya b. Said'e;

“Bazılarının rivayet ettikleri hadisleri almıyorsun. Allah huzurunda senden davacı olacaklarından korkmaz mısın?” diye sordu. Yahya b. Said de;

“Resul-i Ekrem'in, niçin bu çürük hadisleri anlayıp atmadın, diye davacı olmasından, bunların davacı olmaları benim için daha ehvendir. Küçücük bir menfaat karşılığı yalan şahidliği yapan kimsenin halini açıklamak ve kendini teşhir etmek borç olursa Resul-i Ekrem namına yalan uyduranı teşhir öncelikle sabit olur. Zira yalan şahidliği ancak yalnız belli bir hakkı iptal eder. Fakat Resul-i Ekrem adına yalan dini yıkar. Resul-i Ekrem adına yalan söylediği için Cehennem'deki yerine hazırlanacak olan bir kimsenin teşhir ve gıybeti neden caiz olmasın?” Süfyan-ı Sevri bazı zatların kuvvetli olup rivayetlerinin kabule şayan olduğunu ve diğer bazılarının ise zayıf olup rivayetlerinin kabul edilmemesini söyler ve bunu bir gıybet saymazdı. Adamın biri Malik, Sa'd ve İbn-i Uyeyne'ye; şayan-i i'timad olmayan bir adamın hadis rivayet etiğini gördüğüm vakit ne yapayım, diye sorduğunda hepsi birden; hemen durumunu açıkla, dediler. Yine Şu'be'ye; bu bir gıybet olmaz mı, diye sorunca Şu'be; ey ahmak, bu bir din işidir. Bunun terki günahtır, diye mukabelede bulundu. Muhammed b. Bezzar el-Cürcani Ahmed b. Hanbel'e; filan zayıf ve filan yalancıdır, demek bana zor geliyor, dediği vakit, Ahmed; ya sen susarsan cahiller sahih ve sakimi nereden bilecekler, dedi. Yine rivayet edildiğine göre, Süfyan-ı Sevri bir adamın rivayetlerini dinleyince; vallahi yalancıdır. Eğer benim için susmak günah olmasa bir şey demezdim dedi. İmam Şafii de; ravinin yalancı olduğunu bilene susmak günahtır, ve bunun bir gıybet sayılmayacağını söyliyerek sözlerine şöyle devam ediyor; çünkü alimler sarraflar gibidir. Sarraflar kalp parayı haber vermeye mecbur oldukları gibi alimlerin de yalan rivayeti haber vermeleri diyanetleri adına mecburidir, dedi.

BEŞİNCİ BÖLÜM

Rivayet olunduğuna göre, Ahmed b. Hanbel ile Yahya b. Main (Allah ikisine de rahmet etsin) Mescidü'r-Rasafe'de namaz kıldılar. Namazı müteakip kıssacı ve cerci yüzlerden birisi kürsüye çıkarak Ahmed b. Hanbel ve Yahya b. Main vasıtalarıyle Resul-i Ekrem'e kadar yükselterek: "Kim, La ilahe illa'llah derse Allahu Teala onun her harfine bir kuş (melek) yaratır. Gagası altundan, tüyleri mercandan..." diye tutturdu. Ve böylece saya saya yirmi sayfalık bir va'z yaptı. Adam konuşadursun, Ahmed b. Hanbel ile Yahya b. Main; sen mi söyledin, ben mi söyledim, diye birbirinin yüzüne baktılar. Her ikisi de; "Vallahi bu sözleri yeni duyuyoruz." dediler. Palavracı vaiz sözlerini bitirdi ve gelen hediyeleri toplamaya başladı. Her iki zat da kendisini bekliyorlardı. Hediyeler verilip herkes dağılınca adamı çağırdılar. Adam burada bol bahşiş var diye koşa koşa yanlarına geldi, Yahya:

- Bu hadisi kimden duydun?

- Yahya b. Main ve Ahmed b. Hanbel'den, dedi. Yahya:

- İşte Ahmed, işte ben. Biz böyle bir şey ne duyduk ve ne de söyledik. Mutlaka yalan söylemen gerekiyorsa, bizi neden alet ediyorsun? Bizi bırak da kendiliğinden ne yaparsan yap, dediler. Adam:

- Hakikaten ben Yahya b. Main'in ahmak bir adam olduğunu duyuyor ve fakat inanamıyordum. Şimdi ise onun gerçekten ahmak olduğunu anladım, dedi. Yahya:

- Ahmak olduğumu neremden anladın, diye sordu. Adam:

- Ahmak olduğun şuradan belli ki, sen, senden başka Yahya b. Main olmadığını zannediyorsun. Halbuki sizden başka onyedi tane Ahmed b. Hanbel ve Yahya b. Main vardır, deyince Ahmed b. Hanbel elini yüzünü koyarak; bırak şu herifi def' olsun gitsin, dedi. Adam da onlarla alay derecesine oradan uzaklaştı.

Yine Tartuşi'den rivayet edildiğine göre Süleyman b. Mihran el-A'meş Basra'ya gitti. Mescide girdi. Orada da böyle bir kahraman kıssası kürsüde doldurup atıyor ve hadislerini A'meş vasıtasıyle Resul-i Ekrem'e kadar yükseltiyor, hak halka halinde vaizi sarmış zevkle dinliyorlar. Buna dayanmıyan A'meş halka ortasında koltuklarını yolmaya başladı. Kısacası bunun farkına varır ve A'meş'e dönerek:

-İhtiyar! Biz va'z edip ilminden dem vururken sen bu yaptığına utanmıyor musun? Bu sana yakışır mı, der. A'meş:

- Benim bu yaptığım senin yaptığından daha hayırlıdır.

- Nasıl olur, diye sorar. A'meş:

- Zira ben bir sünnet işliyorum. Sen ise yalan söylüyorsun. Çünkü A'meş benim. Şu senin bana isnad ettiklerinin hiçbirini söylemedim der:

Şibli anlatıyor: Namaz kılmak için bir mescide girdim. Yanımda kaba sakallı bir adam, etrafını çeviren kalabalık bir kütleye hadis rivayet ediyor. Yine Resul-i Ekrem'e kadar yükselttiği bir hadiste (!)

"Allahu Teala iki sur yarattı. Her iki sura iki def'a üfürülür. Birisi helak olmak, diğeri de kıyametin kopması içindir." dedi. Ben dayanamadım. Namazı bitirdim ve ihtiyara: Allah'tan kork, yanlış konuşma! Allahu Teala iki değil bir sur yaratmıştır. Ona iki def'a üflenir, dedim. Bunun üzerine adam; ey facir, bunu bana filan zat haber verdi. Sen inkar mı ediyorsun, diyerek nalınlarını çıkarıp vurmaya başladı. Bunu gören herkes başıma çullandı ve nerede ise beni linç edeceklerdi. Pabucun pahalıya mal olacağını görünce, yüksek sesle; Allah aşkına ne diyorsunuz, iki mi? Dediğinizden de çok daha çok surlar yaratılmış ve her birine de üfürülür, diyerek güç bela kendimi kurtardım, dedi Bunun gibi daha pek çok misaller vardır. Bağdad hatibi Hafız Ebu Bekr'in anlattığına göre, Muhammed b. Yunus el-Kerimi Ehvaz'a gitmişti. Orada bir vaiz Resul-i Ekrem'e isnad ederek bir hadis rivayet ediyor. Hadiste:

Hazret-i Fatıma'nın düğününde Allahu Teala Tuba ağacına; (Kokulu incilerini Cennet halkına saç, nurdan tabaklar içerisinde bu hediyelerin gönder, koklasınlar.) diye emretti." diyor. Adamcağıza: Resul-i Ekrem'e iftira ediyorsun, dediğimde; nene lazım bırak şunları dinleteyim, coşturayım ve ağlatayım, dedi. Yine İbn-i Cevzi diyor ki: Zamanımız kassaslarından birisi bir kitap yazdı. Kitabında şöyle anlatıyor: "Hazret-i Hasan ile Hazret-i Hüseyin Hazret-i Ömer'in huzuruna girmişlerdi. Ömer meşgul olduğu için farkına varamamıştı. Sonra onları görür görmez hemen kalkarak alınlarından öptü ve her birine biner dirhem hediye verdi. Eve gidip durumu babalarına anlatıklarında Hazret-i Ali, Resul-i Ekrem'den: "Ömer, dünyada İslam'ın nuru, ahirette Cennet halkının aydınlığıdır." buyurduğunu işittim, dedi. Bunun üzerine çocuklar hemen Hazret-i Ömer'e dönerek hadisi haber verdiler. Hazret-i Ömer de; "Cennet gençlerinin efendileri Hasan ve Hüseyin babalarından, o da Resul-i Ekrem'den bu yolda bana bir hadis rivayet ettiler." diye hadisi yazdıktan sonra hadisin mezarına konmasını vasiyyet etti. Ölümü anında bu unutuldu ve sabahleyin mezarı başına gidenler kağıdı mezarın üzerinde buldu ve üstelik; "Hasan, Hüseyin doğru söyledi ve Resul-i Ekrem doğru buyurdu" diye de yazılmıştı.

Bu hatası yetmiyormuş gibi bundan daha şaşılacak yüzsüzlüğü de utanmadan bu kitabı bazı fakihelere arz ederek onların takrizlerini almak istemiştir.

Yine vaizin biri kürsüde: "Allahu Teala Musa Aleyhisselam'a, kimi istiyorsun diye sorar. Musa, kardeşim Harun'u: Muhammed Aleyhisselam, annemi ve amcamı: Nuh Aleyhisselam, oğlumu: Ya'kub Aleyhisselam da, oğlum Yusuf'u isterim, deyince, Allah-u Teala; yazık, hepiniz benden istiyor ve hiçbiriniz beni istemiyorsunuz, buyurdu." Vaiz efendi bunu anlatırken elini şiddetle kürsüye vurarak; "Ey okuyucular! Allah için okuyun." diye kürsüden arslanlar gibi kükrer. Etrafındaki cemaat, bu zatın ilmin kaynağından ve özünden dem vuruyor zanniyle bu vaizin tesiri altında coşarak hüngür hüngür ağlayıp yaka paçalarını yırtarak kendilerinden geçerler.

Yine kassaslardan biri Bağdad'in bir toplantı yerinde, "Umulur ki, Rabbin seni Makam-ı Mahmud'a getirir." ayet-i celilesini tefsir ederken: "Allahu Teala Muhammed Aleyhisselam ile arş üzerinde oturur." dedi. Bunu duyan Muhammed b. Carir et-Taberi'nin canı son derece sıkıldı ve: "Hiçbir arkadaşı ve arş üzerinde oturttuğu bir kimsesi olmayan Allahu Teala'yı bu gibi niteliklerden tenzih ederim." yazdı ve levha olarak kapısının üzerine astı. Bunu gören halk adamın evini taşa tuttu ve hatta kapıyı tamamen taş yığını altında bıraktılar.

(Görülüyor ki, bu gibi sahtekar kıssası vaizler yeni türemiş değil, ta ilk zamanlardan beri devam edegelmekte ve her asırda zavallı cahil halkın teveccühüne mazhar olmaktadırlar. Hakiki bilginler ise acı olduğu için gerçekleri söylerken dayağa varıncaya kadar her türlü zorluk ile karşı karşıya kaldılar. Buna rağmen yine de korkmadan ve yılmadan dinin müdafii olmakta ve halkı sahte vaizlerin bataklığından kurtarmakta devam ettiler. Karınca kararınca bizler de bu yolu tercih etmiş bulunuyoruz. Tevfik ve hidayet Allah'dandır.)

ALTINCI BÖLÜM

Hammad b. Zeyd'e dayanarak Ukayli şöyle anlatıyor: "Zındıklar Resul-i Ekrem'e isnad ederek oniki bin hadis uydurmuşlardır. İbn-i Adiyy'in Ca'fer b. Süleyman'dan rivayetinde de Halife Mehdi diyor ki: Zındıklardan birisi, Resul-i Ekrem'in söylemediği, haramı helal ve helali haram yapan dört bin hadis uydurduğunu ve bu hadislerin hala dillerde dolaşmakta olduğunu bana i'tiraf etti.

İbn-i Askari'in rivayetinde; zındığın birisini Harünü'r-Reşid'e getirdiler ve Harun i'damını emretti. Bunun üzerine zındık; ey mü'minlerin emiri, haydi beni i'dam ediyorsun, fakat Resul-i Ekrem'in buyurmadığı ve haramı helal, helali haram eden ve hala milletin elinde bulunan uydurduğum dört bin hadisi ne yapacaksın, dedi. Harunü'r-Reşid; ey zındık, ya senin Abdullah b. el-Mübarek ve İshak el-Gavari'den haberin yok mu? Onlar da kelime kelimesinin uydurduğun hadisleri çıkartıp atıyorlar, diye cevap verdi.

Ukayli de kitabında; Ya'la b. Abdurrahman el-Vasıti'nin ölürken Hazreti Ali'nin faziletine dair yetmiş hadis uydurdum, dediğini rivayet etmektedir.

Hatib de Rebia'dan rivayetinde: "Öyle hadisler var ki, gündüz gibi parlaktır, onları kabul edersin. Öyle hadisler de var ki, gece gibi karanlıktır, onları reddedersin." demiştir.

YEDİNCİ BÖLÜM

Vakta ki vaizlerin çoğu tefsirde ve hadis rivayetinde ve hadisin sıhhat derecelerinde cahil kimseler oldu ise; "İnsanlara ancak emirler veya bunların ta'yin edeceği memurlar veyahud da mürailer va'z eder" denmiştir. Üçüncü kısım vazifeliler dışında oldukları için mürailerdir. Bu hadisi İbn-i Mace sahih senedi ile Ömer b. Şuayb'dan o da babasından, o da dedesinden rivayet etmiştir. Ayrıca Ebu Davud da ceyyid senedle Malik b. Avf'dan "Murain" yerine "Muhtalin" ifadesiyle; Tabarani de Ubade b. es-Samit'den "Mutekellefin" lafziyle rivayet etmişlerdir.

Yine Tabarani Cenab b. el-Ers'den merfu olarak rivayetinde: "Beni İsrail'in helaki böyle asılsız kıssalara dalmaları sebeb olmuştur" denilmektedir. Zeynü'd-Din Iraki de şöyle diyor: Kassasların afetlerinden birisi de avamın akıllarının alamıyacağı ve anlıyamayacakları şeyleri onlara hikaye edip i'tikadlerını sarsmış olmalarıdır. Doğru hikayetlerde hal böyle olunca ya yalan ve uydurma kıssalar ne olur? İbn-i Mes'ud radiya'llahu anh: bir cemata anlıyamayacağı bir hadisi anlatmak bazıları için fitne olur, demiştir. Bunu Müslim Sahih'inin mukaddimesinde anlatmıştı. Ben de derim ki, onların afetlerinden biri de diğer hususlarda cemaate ucub ve gururu aşılamaktır. (Bu gibi hikayeler ile olduk diye kendilerini beğenir ve aldanırlar) İmam Ahmed sahih sened ile Haris b. Muaviye'den rivayetinde: "Haris, Ömer b. el-Hattab'a giderek kıssalardan ona sordu. Ömer; ne yapmak istiyorsun, deyince; senin müsaadene dayanarak kıssa rivayet etmek istiyorum dedi. Hazret-i Ömer; korkarım sen kıssaları anlata anlata kendini Süreyya yıldızı gibi yükseklerde görmeye başlarsın. Sonra da kıyamet gününde Allahu Teala kendini yüksekte sandığın nisbette seni ayaklar altına düşürür, buyurdu. Yine Tabarani sened-i ceyyid ile Amr b. Dinar'dan rivayetinde; Temim Dari, kıssa rivayeti için Hazret-i Ömer'den müsaade istedi, Ömer müsaade etmedi. Tekrar müsaade isteyince Hazret-i Ömer, eliyle işaret ederek; böylece kellenin uçurulmasını istiyorsan anlat, dedi. Herbir adil ve emin kimseler olan Ashab-ı Kiram ve Tabiin'in kıssa rivayetleri hakkındaki Hazret-i Ömer'in tutumuna bak, bundan ibret al." Tabiin ve onlardan sonra gelenlerde Temim gibiler nerede?

İbn-i Asakir'in Bekr'den rivayetinde: Temim Dari kıssa rivayeti için Ömer'den müsaade istediğinde, Ömer; sen boğazlanmayı mı istiyorsun? Nasıl, kıssa anlatmak suretiyle kendi kendini göklere çıkarırsın? Sonra da Allahu Teala, seni yerin dibine düşürürse iyi mi olur, buyurmuştur.

İbn-i Asakir'in Humeyd b. Abdurrahman'dan rivayetinde, Temim uzun seneler kıssa rivayeti için Ömer'den müsaade istediği halde Ömer bir def'asında bir günlüğüne kendisine müsaade etmişti. Temim fazlaya gidince, Hazreti Ömer; ne söylüyorsun, diye sordu. Temim; Allahu Teala'nın ayetini okuyor, iyilikle emir ediyor ve kötülükten nehyediyorum, dedi. Sonra Ömer; işte o boğazlanmaktır. Sonra da: Cum'a günü ben camie gelmeden va'zının bitir dedi. O da yalnız Cum'a günü bir def'a va'z ederdi.

İbn-i Asakir'in Ebu Sehl b. Malik'den, o da babasından ve o da Temim'den rivayetinde; Temim kıssa anlatmak üzere Hazret-i Ömer'den müsaade istedi. Hazret-i Ömer izin verdi ve sonra da kendisini kamçı ile döğdü, diyorum ki, zannedersem bir kereden fazla va'z etti de ondan döğmüştür.

İbn-i Mace'nin hasen sened ile İbn-i Ömer'den rivayetinde; Resul-i Ekrem Ebu Bekr ve Ömer zamanlarında kıssacılar yoktu. Bunu Ahmed ve Tabarani Saib b. Yezid'den rivayet etmişlerdir. Tabarani'nin Mücahid'den rivayetinde, ki bunu Ubadele yani Abdullah b. Ömer, Abdullah b. Abbas, Abdullah b. Zübeyr ve Abdullah b. Ömer de rivayet etmişlerdir. Şöyle ki: Resul-i Ekrem: "Kıssacıların bekledikleri buğzu adavettir." buyurdu. Bu ifade adetin hilafına gaybdan haber veren bir mucizedir. Ahmed Zühd'ün de Ebu'l-Melih'den rivayetinde; Meymun, kıssaslardan söz açtı ve kassas üç durumdan şaşmaz: Ya dinini zayıflatmakla sözlerini besler, ya kendini beğenir, veyahud yapmadığı şeyi başkalarına emreder. Bunun için Resul-i Ekrem: "Kassas'ın beklediği buğzdur." buyurdu.

Sonra kıssacıların afetlerinden bazıları da Mervezi'nin ilim kitabında ve Ebu Nuaym'ın Hilye'de Ebu Kılabe'den rivayet ettiklerine göre: İlmi, ancak kıssacılar öldürür. Çünkü bir kimse kıssacılar ile bir sene otursa kendisinden yarayışlı bir şey öğrenemez demiştir. Ebu Nuaym'ın Said b. Asım'dan rivayetinde; Muhammed b. Vasi'in evine yakın bir mescidde bir kıssacı var idi. Bir gün dersinde etrafındakileri tevbih ederek; nedir kalbleriniz korkmuyor, vücudunuz ürpermiyor ve gözleriniz yaşarmıyor, ne katı kalbli insanlarsınız, diyor. Muhammed b. Vasi; ey Allah'ın kulu, bu cemaat senin kalbinden gelme bir söz duymadılar ki ağlasınlar. Yani gerçek zikir kalbden çıkarsa, diğerinin kalbine girer. (seninki hep dilinin ucundan savurduğun boş sözlerdir). dedi.

Mervezi ilim kitabında ve Ebu Nuaym'in A'meş'den rivayelerinde; İbrahim-i Nehai: İbrahim'den başka kıssaları ile Allah rızasını kasdeden bir kimseyi görmedim. Öyle iken ne lehinde ve ne de aleyhinde olmak üzere bundan kurtulmasını temenni ediyordum, demiştir.

Yine Ebu Nuaym İbrahim Nehai'den; başkalarının etrafına toplanması için oturan kimseye yaklaşmayın, demiştir.

Yine Ebu Nuaym Hilye'de Zühri'den; meclis uzayıp cemaat çoğaldığı vakit şeytanın da orada nasibi vardır, dedi.

İbn-i Mübarek Ukbe b. Müslim'den rivayetinde; sohbet bir, iki, üç ve a'zami dört kişi ile olur. Oturanlar çoğalınca ya sükut et ya da meclisden ayrıl, demiştir.

Mervezi'nin Salim'den rivayetinde; İbn-i Ömer mescidden çıkar ve hariçde lüzumsuz sözler konuşurdu. Niçin böyle yapıyorsun diyenlere; şu sizin kassasın sesi beni mescidden uzaklaşırdı, dedi.

Yine Mervezi'nin Mücahid'den rivayetinde; kıssacı bir adam geldi ve Hazret-i Abdullah b. Ömer'in bu yanında oturdu. İbn-i Ömer zabıtaya haber gönderdi, bir polis gelerek adamı yaınndan kaldırdı.

Hasan-ı Basri'den rivayet edildiğine göre; kıssacılık bid'at, duada sesi yükseltmek ve alabildiğine elleri kaldırmak bid'at, kadınlar ile erkeklerin bir araya toplanmaları da bid'attir, dedi.

Bir latife: Kufe mescidinde Zer'a adında bir kıssacı var idi. İmam-ı A'zam Ebu Hanife'nin annesi bir şey sormak istedi. Oğluna sordu ve oğlunun fetvasını beğenmedi ve ben şu vaiz Zer'a'ının dediğini kabul ederim, dedi. İmam-ı A’zam rahmetullahi aleyh de annesini aldı Zer’a’ya götürdü ve bu annemdir. Senden bir şey sormak istiyor, dedi. Vaiz; sen var iken ben nasıl cevap verebilirim? Benden çok üstün bir alimsin, cevabını sen ver, dedi. İmam-ı A'zam; ben ona bu şekilde fetva verdim, deyince Zer'a da; işte onun gibidir, dedi ve ondan sonra İmam'ın annesi fetvayı kabul etti ve oradan ayrıldılar.

İbn-i Adiyy'in Hüseyn-i Kerabis'den rivayetinde de yine Bağdad'da meşhur bir kıssacı var idi. Adına Ebu Merhum el-Kass derlerdi. İnsanlar etrafında toplanır, cemaati kalabalık, istediği gibi eser savururdu. Bir gün bu zat; bana tefsirden ve hatta tefsirin tefsirinden ne isterseniz sorabilirsiniz ve sorun, dedi. Duvar arkasından birisi kalktı ve; ey Ebu Merhum, Allah seni ıslah etsin, diye seslendi. Vaiz; fahişe çocuğu diye ona ta'n etti. Adamın biri; o sana dua etti. Sen ona böyle kötü söyledin deyince vaiz; Allahu Teala'nın; "Perde arkasından çağıranların çoğu akılsız kimselerdir." buyurduğunu duymadın mı, dedi ve adam; müzabene ve muhakale hakkında ne dersin, dedi, vaiz; muhakale, elbisenin simsar elinde eskimesi, müzabene de din kardeşine zebun adını vermektir, dedi.

SEKİZİNCİ BÖLÜM

Vakta ki hadis hafızlarının pek çoğu insanların dilinde dolaşan meşhur hadisleri toplayıp sahihini, hasenini, zayıfını anlatıp mevkuf, merfu ve mevzu' olduklarını güzel maksatlar ile birbirinden ayırdıklarını gördümse, bu uzun sahifeleri kısaltmayı düşündüm. Mesela netice i'tibariyle bunun aslı yok, bu aslında mevzu'dur diye kısa yoldan ifade edeyim ki, kolayca zabdetilmiş olsun. Çünkü bütün hadisleri toplamak imkansızdır. Onlar toplanmıyacak kadar çoktur. Sonra mevzu olup olmadığı hususunda ihtilaf edilmeyen hadisleri de tehlikeden sakınmak için terk ettim. Çünkü bir yoldan mevzu olan bir hadisin başka bir yoldan sahih olma ihtimali vardır. Bütün bunlar senedlere, ravilerin durumuna göre elde edilen neticelerdir. Yoksa ortada kesin bir delil yoktur. Kesin olarak böyledir, diye hükmedilemez. Binaenaleyh sahih dediğimiz bir hadisin zayıf veya merfu' olması, mevzu'un da sahih veya merfu olması da ihtimal dahilinde ve aklen caizdir. Ancak yakin ilmi ifade etmekle mütevatir hadisler kesindir. Bunun için Zerkeşi bizim için mevzu'dur dememizle, sahih değildir sözümüz arasında büyük fark var, demiştir. Çünkü mezvudur demek yalan olduğunu yerleştirmektir. Sahih değildir demek de, sabit olmadığını bildirmektir. Bundan da yok olduğunu ispat lazım gelmez.

Bundan sonra bilmiş ol ki, bir hadis her ne kadar ma'na bakımından Kitab ve Sünnet'e uygun olursa da mebnası, elfazı ve kuruluşu bakımından da mevzu olabilir. Hakikati bulmakta Allahu Teala'dan tevfik dileriz. Çünkü doğru yola ulaştıran ancak O'dur. İşte alfebetik sıraya göre hadisleri ele alıyoruz.

Mevzu Hadisler:

1) “Tabebetin son noktası dağlamaktır."

Bu hadis değil, İbn-i Debi-i Yemani'nin "Muhtasar-ı Makaasıd" adlı eserinde söylediği sözüdür. Askalani"nin de dediği gibi. Araplar arasında meşhur bir darb-ı mesel halindedir.

2) “Allahu Teala'nın Kitabından bir ayet Muhammed ve alinden hayırlıdır."

Askalani, aslını bulamadım, dedi.

3) “Peygamberler öncü, fakihler efendi. Bunlar ile oturmak ziyadeliktir."

Hulasa'da anlatıldığı gibi mevzu'dur.

4) “İmam-ı A'zam, ümmetimin ışığıdır."

Hadis alimlerinin ittifakı ile mevzu'dur.

5) “Allahu Teala ancak kendi Kitabınının doğru olmasını kabul eder."

Sehavi; böyle bir hadis bilmiyorum diyor.

6) “Abdallar Velilerdendir."

Muhtelif ifadeler ile merfu olarak Enes’den rivayet edilmişse de İbn-i Debi’nin anlattığına göre hepsi zayıftır. İbn-i Salah’ın rivayetinde, abdallar hakkında en kuvvetli rivayet Hazret-i Ali’nin: “Abdallar Şam’da bulunur.” sözüdür. Udebâ, nücebâ, nukabâ tabirlerine gelince bunlar da bazı tarikat şeyhlerinin terimleridir. Hadiste böyle bir şey sabit değildir. Ben de derim ki: Zerkeşi Ahmed’in Müsned’inde Ubade b. es-Samit’in merfu olan rivayetinde “Bu ümmetin abdalları 30 kişidirler. Onlardan biri öldüğü vakit Allah Teala yerine başka birini geçirir.” Bu hadis hasendir ve Hilye’de İbn Mesud hadislerinden de deli vardır. Suyuti de “el-Ukubat ale’l-Mevzuat” adlı eserinde açıkladığı gibi bu hadisin daha bir çok şahidleri var, demiştir ve sonra da, bunu müstakil bir risale olarak kaleme aldığını ilave etmiştir.

7) “Yoksullara yedirin. Zira Kıyamet günü onlarda üstünlük vardır. Kıyamet günü geldiği vakit bir münadi: hayatta birbirinize nasıl özür diledinizse şimdi gidin fakirlere özür dileyin, diye nida eder.”

İbnu’d-Debi’nin anlattığına göre: Askalani, bunun aslının olmadığını, Sehavi: bu anlamda daha bir çok rivayetler anlatıp hepsinin batıl olduğunu söyledikten sonra Zehebi, İbn Teymiyye ve diğerlerinin de bu hususta geçmiş hükümleri olduğunu anlatmıştır. Ben de derim ki: Üstadımız Hafız Celaleddin-i Suyuti diyor ki: Bu hadisin başını Ebu Nuaym Hilye’de, Ebu Musa’dan rivayet etmiştir. O da: “Yoksulları yedirin. Zira onlar Kıyamet günü mevki sahipleridir.” şeklindedir.

8) “Soğuktan korunun. Zira kardeşiniz Ebu’d-Derda’nın ölümüne sebep olan odur.”

Sehavi, bu hadisin aslı olmadığını ve şayet aslı varsa te’vile muhtaç olduğunu söylemiştir. Çünkü Ebu’d-Derda Rasul-i Ekrem’den çok sonra ölmüştür. Menufi: Bunun te’vili mümkündür. Rasul-i Ekrem bir mucize kabilinden istikbalde muhakkak olacak bir şeyden mazi ile haber vermiş olabilir, dedi.

9) “Afetlerden sakının ve korunun.”

Sehavi, bu ifade ile bulunamamıştır, dedi.

10) “Töhmet yerlerinden sakının. Dedikoduya sebep olacak şeylerden uzaklaşın.”

Bu Hazret-i Ömer’in: “Töhmet yollarına giren töhmet altında kalır” sözünün anlamıdır. Haraiti, Mekarim-i Ahlak’a merfu olarak Ömer’den şu ifade ile rivayet etmiştir. “Töhmet yerlerinde bulunan kimsenin, kendisine kötü sanıda bulunanı yermeye hakkı yoktur.”

11) “İyilik ettiğin kimsenin kötülüğünden sakın.”

Sehavi: bunu hadis olarak bilmiyorum. Eskilerden birinin sözü olmak ihtimali vardır, dedi. Dinyuri’nin “Mücalese”sinde Hazreti Ali’den mevkuf olarak: “Kerem sahibi kimselere saygı gösterildiği vakit yumuşar ve tevazu gösterir. Fakat düşük kaliteli olanlar taltif edildikleri vakit katılaşır, böbürlenirler.

12) “Solgun çehrelerden sakının. Zira o, hastalık veya uykusuzluktan değilse müslümanlara karşı kalbinde kin ve çekememezliktendir.”

Hadisi Deylemi Müsned’inde İbn-i Abbas’dan rivayet etmiştir. Askalani aslını bulamadığını ve her ne kadar İbn-i Kayyım Tıbb-ı Nebevi’de bunu zikrettiyse de senedsiz olduğunu söylemiştir.

13) “Hızır ve İlyas’ın her sene hac mevsiminde buluştuklarına dair rivayet edilen hadis.”

Hafız Askalani: Bu hususta hiçbir şey sabit değildir, dedi. Ben de derim ki: herhalde bu husustaki rivayetlerin hiçbiri sahih değil demek istemiştir. Yoksa Suyuti’nin anlattığına göre: Ukayli ve Darekutni, İfrad’ında ve İbn-i Asakir de İbn-i Abbas’dan rivayetlerinde Rasul-i Ekrem: “Hızır ile İlyas her sene Hac mevsiminde buluşur ve birbirinin başını traş ederler. Sonra dua ederek ayrılırlar.” buyurmuştur.

14) “Toplanın ve ellerinizi kaldırın. Biz de toplandık ve ellerimizi kaldırdık. Sonra üç kere: Allah’ım, müslümanlara mağfiret eyle ki, Kur’an-ı kerim gayb olmasın. Ulemayı aziz et ki, din kaybolmasın.” dedik.

Bu hadis mevzudur. Yine bunun gibi “Allah’ım, müslümanları mağfiret eyle, ömürlerini uzat ve kazançlarını bereketlendir.” rivayeti de, Leali’de anlatıldığı gibi mevzudur.

15) “Rasul-i Ekrem’in anne ve babasını diriltmesi hakkındaki rivayetler”

İbn-i Dıhye’nin de dediği gibi mevzudur. Bu hususta müstakil bir risale te’lif ettim.

16) “Ümmetimin (dini meselelerdeki) ihtilafı (mezhep farkları) rahmettir.”

İmamların çoğu bunun aslı olmadığını zannettiler. Fakat Kurtubi “Garibu’l-Hadis”de istitraden zikretti ve kendi kanaatine göre aslı olduğunu bildirdi. Ayrıca Suyuti de Nasr-ı Makdisi'nin "Kitabü'l-Hibe"sinde ve Beyhaki "Risale-i Eş'ariyye"de senedsiz zikretti. Ayrıca Halimi ve Kadi Hüseyin, İmamü'l-Haremeyn ve diğerleri de hadisi zikrettiler. Bazı hafızlar belki bize vasıl olmayan bazı kitaplarda yazılmış olur dediler. Her şeyi Allah bilir. Ayrıca Zerkeşi de Nasru'l-Makdisi Kitabü'l-Hibe" de merfu' olarak, Beyhaki de Medhal'inde, Kasım b. Muhammed'den ve Ömer b. Abdül'a-Aziz'den: "Muhammed'in Ashabının ihtilaf etmemesi beni sevindirmez, zira onlar ihtilaf etmeseydi ruhsat olmazdı."

Suyuti diyor ki: Bu rivayet ahkamda ihtilaflarına delalet etmektedir. Bazıları da: San'at ve benzeri işlerde ihtilaftır. Bunu da bir cemaat anlatmıştır. Murad ettiği işlerde kullarını çalıştıran Allahu Teala'yı noksan sıfatlardan tenzih ederim. Müsned-i Firdevsi'de Cübeyr yolu ile Dahhak ve İbn-i Abbas'dan merfu olarak rivayetlerinde: "Ashabımın ihtilafı sizin için rahmettir." İbn-i Sa'd Tabakat'ında Kaasım b. Muhammed'den; "Muhammed salla'llahu aleyhi vessellem'in Ashabının ihtilafı insanlar için rahmettir." rivayetleri vardır. Ben derim ki: Bundan anlaşılan, diğer ümmetlerin ihtilafı zahmet ve azabdır. Lafız bakımından her ne kadar ayrı olsa da ma'na bakımından bunu te'yid eden; "Ümmetim sapıklık üzerine toplanmaz, ittifak etmez" hadisidir. Hadisi İbn-i Ebi Asım "Es-Sünne" de Enes'den rivayet etti. Ayrıca Tirmizi de İbn-i Ömer’den; "Bu ümmet asla dalalet üzerinde toplanmaz, Allah'ın kudreti topluk iledir." Yine Ahmed Müsned'inde ve Tabarani Kebir'inde Ebu Nasr el-Gıfari'den merfu' olarak rivayet ettiği hadisde "Ümmetimin dalalet üzerine toplanmamasını Rabbimden istedim. Rabbim de bunun kabul buyurdu." dedi.

17) “Kadınları Allahu Teala geride bıraktığı gibi siz de geride bırakın."

Hidaye kitabında, hadis meşhurdur, denilmiştir. İbn-i Humam, meşhur olamsı şurada dursun merfu olduğunu da kabul etmez. Sahih olan İbn-i Mes'ud'a merfu' olmasıdır. Yani ancak oraya dayanır ve yukarı geçmez.

18) “Sünneti gizli ve düğünü i'lan edin."

Sehavi; birinci fıkrasının aslı yoktur, dedi. Çünkü çocuğun sünnetini i'lan hakkında da hadisler varid olmuştur.

19) “Dünyayı yıkmayı murad ettiğim vakit, önce Beyt'imi (Ka'beyi) yıkarım. Sonra da diğer dünyayı yıkarım."

Iraki aslı olmadığını söylemiştir.

20) “Allahu Teala birinci kat göğe inmek istediği vakit bizatihi Arşından iner."

Deccal gibi birinin uydurmasıdır.

21) “Yediğiniz vakit yemekten artırın."

Hadisi Sehavi rivayet etti ve hakkında yorumda bulunmadı. Fakat İbn-i Debi' diyor ki: Buhari'deki, Resul-i Ekrem südün son damlasını içtiği ve yemek kabını sıyırdığı rivayeti bunu reddeder. Ben de derim ki: "Artığı kalmayan yemek ve suda hayır yoktur." hadisi ile: "İçtiğiniz vakit sudan artırın, yani bardakta bir miktar kalsın." hadisi buna uygun düşer. Birinciyi İyaz, ikinciyi de İbn-i Esir zikretmiştir. Bunları te'lif etmek de mümkündür. Sonuna kadar bitirmek caiz olduğu gibi başkasına faydası dokunmak için bir miktar bırakmak daha efdaldir. Zaten bu gayeyi taşmazsa (dökülüp kaybolacağından) son lokmaya kadar bitirmek efdaldir. Nitekim, bir mikdar bırakın veya tamamen bitirin şeklinde rivayetler vardır.

22) “Ey Muaz, Yemen'e gittiğin vakit oradan sür'atle geç, zira orada iri ve kara gözlü güzeller vardır."

Sehavi hadis olduğun bilmediğini, Menufi de bunun mevzu' olmasıyla hükmetmek daha doğru olacağını söylemiştir.

23) “Talebe hocasının karşısında oturduğu vakit Allahu Teala yetmiş rahmet kapısı açar, hocanın önünden yeni doğmuş gibi günahlarından çıkmış, sıyrılmış olduğu halde kalkar, öğrendiği her harfe altmış şehid sevabı yazılır ve her sözüne Allahu Teala bir senelik ibadet sevabı verir."

24) “Yemek ile akşam namazı hazırlandığı vakit, yemeği namaz üzerine takdim ediniz, önce yeyiniz ve sonra kılınız."

Iraki, hadis kitaplarından bu ifade ile aslı olmadığını söylemiştir. Buhari ile Müslim'de hadisin aslı şöyledir: "Yemek hazırlandığı ve akşam ezanı da okunduğu vakit, önce yemeği yeyin." şeklindedir.

25) “Salihler anıldığı vakit Ömer'i hatırlayınız ve onu sevmeye koşunuz."

"İkmal" de İyaz, Kurtubi ile İbn-i Esir, İbn-i Mes'ud'un sözü olarak rivayet etmişlerdir. "Zehire" de ezan bahsinde Iraki'nin sözünden anlaşılan hadis olmasıdır. Belki de mevkuf hadis olduğunu kasdetmiştir.

26) “Kadı'nın sultana iltica ettiğini gördüğün vakit bilmiş ol ki, o soyguncudur. Zengine sığındığını gördüğün vakit bil ki, riyakardır. Sakın ona aldanma, hatta hakkı yerine getirir, mazlumu korursa da ona aldanma. Bu kabil hareketi şeytani bir hiledir. Bilginler bunu bir yol kabul etmişlerdir."

Hadis değil, Sevri'nin sözüdür. Yine; "Sevmediğim bir kimse ile karşılaştığım vakit hal ve hatırımı sorarsa ona karşı gönlüm yumuşar ya yemeğini yiyip misafiri olduğum kimselere karşı durumum nice olur?" Bunun için hadisde; "Allah’ım, facir kimsenin ni'metini bana nasib edin de beni ona karşı medyun-ı şükran etme." diye varid olmuştur. Ve yine denildi ki; bir alim arandığı vakit sultanın yanında bulunması ne de çirkin şeydir. Yine denildi ki; emir kapısında fakir ne kötü, fakir kapısında emir ne güzeldir.

27) "Sevgi samimi olduğu vakit edeb şartları sakıt olur."

İbn-i Debi' hadis olmadığını söylemiştir. Ben de derim ki: Risale-i Kuşeyriye'de olduğu gibi Cüneyd'in sözüdür.

28) "Benim üzerime salevat getirdiğinizde onu umumileştirin, yani diğer peygamberleri ve Al ve Ashabımı da bu salevata katın."

Sehavi; bu ifade ile bulunmamıştır, dedi.

29) "Güneş gölgesi bir buçuk- iki zira' olduğu vakit öğleyi kılın."

Batıldır.

30) "Oğlun büyüdüğü vakit onu kardeş yerine koy."

Bu ifade ile varid olmamıştır. Bu, Taberani'nin Evsat'ında Ebu Nuaym'den ve Darekutni'nin de merfu olarak rivayet ettikleri; "Çocuk yedi sene efendi ve başkandır, yedi sene de köle ve tutsaktır, yedi sene de kardeş ve vezirdir. Razı olursan ne ala, razı olmazsan zaten ona karşı vazifeni yaptın. Sen de boş verirsin." hadisinin anlamıdır. Fakat bunun da senedi zayıfdır.

31) "Mektup yazarken baş tarafına "lag" deyip başlamayın. O kelime şeytanının adıdır. Fakat "Allah" diyerek başlayın."

"Leali" de anlatıdıldığı gibi mevzu'dur.

32) “Su başında bulunduğun vakit suyu vermekte cimrilik etme."

Sehavi; bunu hadis olarak bulamadım, demiştir.

33) "Tabağınıza sinek düştüğü vakit onu suyuna batırın."

Sahihdir. "Sonra da onu atın" rivayeti Mağrib'de olduğu gibi uydurma ve mevzu'dur.

34) "Dört şey dört şeyden doymaz; Toprak yağmurdan, kadın münasebetten, göz bakmaktan ve alim ilimden."

İbn-i Cevzi'nin anlattığı gibi mevzu'dur. Sehavi diyor ki; Hakim "Tarih-i Nisabur'da ve Ebu Nuaym Hilye'de, Süleyman-ı Temimi'den, Muhammed b. Fadl'dan rivayet ettiler. Fakat bu adam yalancılık ve hadis uydurmakla ittiham edilmiştir. Ayrıca Zerkeşi Hadisi İbni Adiyy'in Hazret-i Aişe'den rivayet ettiğini ve münker olduğunu söylemiştir. Menufi ise; meşhur olan hakimlerden birisinin sözüdür, dedi.

35) Pirinç hakkında rivayet edilen hadis de İbn-i Debi'e göre sabit değildir. Ben de derim ki; Ebu Nuaym Tıbb-ı Nebevi'de Hazret-i Ali'den merfu' olarak ve Deylemi de; "Dünya yemeklerinin en iyisi ve sonra da pirinçtir" diye rivayet etmişlerdir.

36) "Denize nisbetle kara, karaya nisbette yer ağıl gibidir."

Aslı bulunmamıştır.

37) "Yerler yedi kattır. Her katında sizin Peygamberiniz gibi bir peygamber vardır."

Bu, İbn-i Abbas'dan rivayet edilmiştir. İbn-i Kesir İbn-i Cerir'e izafe ederek der ki: Bu rivayetin İbn-i Abbas'dan geldiği sahih ise İsrailiyyata hamledilir. Peygamberimiz'e yükseltilmeyen bu gibi sözler merdudddurlar.

38) “Kudsi yerler kimseyi tenzih etmez, kişiyi tenzih eden ameldir.”

Malik Muvatta'ında Yahya b. Said'den rivayet etmiştir. Şöyle ki: Ebu'd-Derda' Selman'a; şu mukaddes yere gel, diye yazdı. Selman da cevap olarak bunu söyledi. Bu hem mevkuf ve hem munkatı'dır. İbn-i Melik Hutbetü'l-Meşarık şerhinde der ki: Babam hocasından şöyle nakleder; Mekke'de öldüğü ve orada defnedildiği halde o mekana layık olmayanlar başka tarafa nakledilir. Fakat ben böyle bir şey bulamadım dedi.

39) "Sadaka vermek veya borç ödemekle işinize başlayın."

İbn-i Debi bunu anlattı ve insanların dilinde böyle bir söz dolaştığı halde ben aslını bulamadım dedi.

40) "Mevsiminde soğuktan Allah'a secde et, O'na sığın."

Suyuti'nin anlattığına göre; bunu Ebu Nuaym Hilye'de Tavus'tan rivayet etti ve "Böyle denilmiştir." dedi.

41) "Ey komşu dinle."

Bu Haccac'ın kendinden şikayet eden Enes'e söylediği bir sözdür.

42) "Ben Allah'ın Resulü olduğuna şehadet ederim."

Rafii; Resul-i Ekrem teşehhüdünde yani Et-tahiyyat okurken böyle söyledi, diyor. Askalani ise "Telhis-i Tahric"inde; aslı olmadığını söyler. Belki tevatüren kendisinden rivayet edilen teşehhüdünde herkes gibi şehadeti okumasıdır. Namaz haricinde ve diğer hallerde ise Seleme b. el-Ekva'nın rivayet ettiği hadiste Resul-i Ekrem; "Beni kavmimim çıkaracağından korktuğum vaki.." diye başlayan hadisin sonunda; "Ben Allah'ın Resulü olduğuma şehadet ederim." dedi. Ve yine Cabir; Resul-i Ekrem'in duası bereketiyle babasının borcunu ödediği gibi fazlasına da sahip olduğu kendisine bildirdiği ve müjdelendiği vakit, Resul-i Ekrem: "Ben Allah'ın Resulü olduğuma şehadet ederim." demiştir dedi.

43) "Ölüye ikram, onu defnetmektir."

Sehavi; merfu olarak bulunamadığını, ancak İbn-i Ebi'd-Dünya Eyyub-i Sahtiyani yolu ile rivayet ettiğini söylemiştir. Eyyub diyor ki:

"Ölünün, aile efradından beklediği iyilik, bir an önce kendisini mezarına koymalarıdır." "Cenazeyi sür'atle defnedin." hadisi de buna delalet etmektedir. Beyhaki; öldüğü kesin olarak bilindiği vakit cenazeyi acele defnetmek için hususi bir bab ayırmış ve burada Taberani'nin merfu' sened ile rivayet ettiği; hadisinde; "Sizden biriniz öldüğü vakit onu bekletmeyin, sür'atle kabrine götürün." Diğer ifade ile de; "Sabahleyin ölen kimse güneş dönmeden kabrine girmeli, akşama doğru ölen kimse de geceyi mezarda geçirmelidir" buyurulmuştur. Sonra Sehavi devamla diyor ki: Mekke halkı bundan gafildir. Çünkü onlar geceden ölen cenazelerini sabah namazına kadar, sabah namazından sonra ölen cenazelerini öğleye kadar, öğleden sonra öleni de ikindiye kadar Ka'be'de bekletirler. Hattabi de; merhum Sehavi'nin bunları reddetmesi çok yerinde bir harekettir, dedi. Zira şeyhimiz arif-i bi'llah Muhammed b. Iraki de onların bu hareketini redderdi. Ben de derim ki: Cemaati çoğaltmak bakımından Mekkeliler cenazelerini bekletmelerinde ma'zur sayılabilirler. Güzel maksadları ve güzel görülen bid'atleri ancak Allah bilir. İbn-i Mes'ud'dan merfu ve mevkuf olarak rivayet edilen sahih bir hadisde; "Mü'minlerin güzel gördüğü, Allah katında da güzeldir." buyurulmuştur.

44) "Ekmeğe saygı göserin."

Birçok rivayet yolları varsa da hepsi birbirinden daha zayıftır. Sehavi diyor ki: Bu hadisi merfu kabul etmek zordur. Hele Hakim'in Müstedrek'inde Hazret-i Aişe'den, "Ekmeğe saygı gösterin." rivayeti oldukça sağlamdır. Askalani de bu rivayetin sağlam şahid olduğunu söylüyor. Ben derim ki: Bağavi "Mu'cemü's-Sahabe"sinde bunu; "Zira Allahu Teala ekmeği göklerin bereketinden yani yağmur vasıtasiyle indirdi." ziyadesiyle rivayet etmiştir.

45) "Şahidlere ikram edin, zira Allahu Teala onlar sayesinde hakları meydana çıkarır ve zulmü önler."

Ukayli, mazbut bir hadis olmadığnı: Sağani, mevzu olduğunu ve fakat Iraki, farkında olmadığını söylerler. Suyuti ise, hadisi Deylemi'nin İbn-i Abbas'dan rivayet ettiğini söylemiştir. Ben de derim ki: Iraki "İhya"nın hadislerini çıkarırken Hakim'den rivayetinde, Hakim isnadının sahih olduğunu, ayrıca Suyüti de İbn-i Cevzi'nin Mevzuat'ına aldığı hadislerini reddetmekte bunu zikretmiş ve Zehebi de bu hususta susmuştur.

46) "Toprak yemek her Müslümana haramdır."

Beyhaki; bu hususta birçok hadisler rivayet edilmişse de hiçbiri sahih değildir, dedi. Birçokları da bu görüşe katılmıştır. Hatta Sehavi'ye göre de hüküm böyledir. Nitekim Sehavi diyor ki: Toprak yemenin haram olduğuna dair rivayet edilen hadislere dair bir risale yazılmışsa da hadislerinin hiçbiri sahih değildir. Ben de derim ki: Hadislerin sahih olmamalarından hasen veya zayıf olmamaları lazım gelmez. Taberani'nin Ebu Hüreyre'den merfu olarak rivayetine dayanarak Suyuti Camiü's-Sağir'inde bu hadisi; "Toprak yiyen kendini öldürmeye yardım etmiş gibi olur." ifadesiyle rivayet etmiştir.

47) "Keşkül yemek hakkındaki hadis.

Muhtasar'da anlatıldığına göre; "Münasebet zayıflığından Cebrail'e şikayet ettim. Cebrail de bana keşkül yemeği öğüt verdi." Bazıların göre mevzu ve diğer bazıların göre de zayıfdır. Muaz'ın rivayetinde Muaz Resul-i Ekrem'e,

“Cennet yemeklerinden hiç yedin mi? diye sordu. Resul-i Ekrem;

"Evet, keşkül getirildi bana, yedim ve erkeklik kuvvetim kırk misli arttı." buyurdu. Bunun için Muaz da daima yemeğe keşkül ile başlardı.

Bu rivayeti keşkül sahibi Muhammed b. el-Haccam uydurmuştur. Rivayet yollarının çoğu ondan geçer ve ravilerinin çoğu da yalancıdır. Başka rivayet yolu varsa da orada da İbrahim el-Ezdi gibi güvenilmeyen ravi vardır. Tirmizi'nin Şemali'nde İbn-i Hacer-i Mekki diyor ki; Taberani'nin Evsat'ındaki rivayetinde:

"Gece namazı kılmakta ayakta durabilmem için Cebrail bana keşkül yedirdi." denmişse de mevzu olduğu söylenerek reddedilmiştir.

48) "Niyyetini halis et de kırda yat uyu, korkma."

Ed-Debi'nin anlattığı gibi hadis değildir.

49) "Bütün dertlerin başı nefsin arzularına uymaktır."

İbn-i Debi' eskilerin sözü olup, hadis olmadığını, söylemiştir.

50) "Alıcıya yardım edin."

İbn-i Debi'in anlattığına göre; bu ifade ile veya "Müşteri" lafziyle de aslı yoktur.

51) "Ammenin belasından Allah'a sığınırım."

Suyuti'nin dediği gibi, aslı yoktur.

52) "Öğüd tutun ve arabuluculuğu kabul edin."

İbn-i Debi' hadis olmayıp darb-i mesel kabilinden atasözü olduğunu söylemiştir.

53) "Tekrar etmek saadettir."

İbn-i Debi'; bu lafz ile bulunmamış olduğunu söyledi. Ben de derim ki: Dillerde meşhur olan; "Yeni bir şey anlatmak tekrar etmekten hayırlıdır." sözüdür. Fakat Tirmizi'nin Şemail'inde anlattığına göre; Resul-i Ekrem bazan bir sözü iyice anlaşılsın diye üç defa tekrar ederdi.

54) "İbadetlerin efdali, en zahmetlisi, en yorucu ve en zor olanıdır."

Zerkeşi; bu hadis olarak bilinmiyor, dedi. Suyuti de bu hususta sükutu tercih etti. İbn-i Kayyim; Menazil şerhinde aslı olmadığını söyledi. Ben de derim ki: Ma'nası sahihdir. Zira Buhari ile Müslim Hazret-i Aişe'den: "Mükafat emek nisbetindedir." diye rivayet etmiştir. İbn-i Esir'in "Nihaye"sinde bu hadis İbn-i Abbas'a istinad edilmiştir.

55) "Yakınlar ikrama daha layıktır."

Sehavi, bu ifade ile bilinmiyor. Fakat Resul-i Ekrem Ebu Talha'ya:

"Onu yakınlarına ver." buyurmuştur. Hadisi Buhari ile Müslim rivayet ettiler.

56) "En iyi hüküm vereniniz Ali"dir."

Sehavi; merfu olarak bu ifade ile bilinmemiştir, diyor. Fakat Hakim Müstedrek'inde; bu rivayet sahihdir, dediği gibi, ayrıca İbn-i Mes'ud'un "Biz Medine'de en iyi hakimin Ali olduğunu söylerdik." rivayetini de tasrih etmiş ve doğruluğunu kabul etmiştir. Sehavi der ki: Bu vasıfda olan hadisin hükmü en doğrusu merfu olmaktır. Ben de bunda açık bir i'tiraz olduğunu söyledim. İbn-i Ferişte'nin Meşarık şerhinde anlattığına göre; Hazret-i Ömer en iyi okuyucumuz Ubeyy ve en iyi hakimimiz de Ali'dir, derdi. Ben derim ki: Açıkça Tirmizi'nin İbn-i Ferişte rivayetinde; "Ümmetim arasında ümmetime en merhametlisi Ebu Bekir, Allahu Teala'nın emrilerinde en titiz davrananı Ömer ve en ciddi haya sahibi Osman ve en iyi hüküm vereni de Ali'dir." hadisi Suyuti'nin rivayet ettiği gibidir.

Hafız es-Sehavi Fetva kitabında şöyle yazıyor: Melaikelerin Hazret-i Osman'dan nerede haya ettiklerinden soruldu. Ben de buna dair inanılır bir hadis bulamadığını söyledim. Fakat hocamız Bedr'en Nısabe bir risalesinde Cemal-i Kazeruni'den şöyle rivayet ediyor; Resul-i Ekrem Medine'de muhacir ve ensar'ı birbirine kardeş ettiği vakit, Enes'in gıyabında Hazret-i Osman'ı da ona kardeşlik etmek için çağırmıştı. Hazret-i Osman geldiği vakit göğsü açıktı. Melekler ondan utanarak geri çekildiler. Resul-i Ekrem de göğsünü örtmesini kendisine emretti ve ondan sonra melekler tekrar yerlerini aldılar. Resul-i Ekrem meleklere niçin geri çekildikleri sebebini sorunca, Osman'dan haya ettik de ondan, dediler.

57) "Cennet halkının çoğu ahmak (görülen) kimselerdir."

Makaasıd, hadisi biraz zayıf, Kurtubi 'de sahih olarak rivayet etmişlerdir. Bir de; "Yüksek makamlar akıl sahipleri içindir." ziyadesi var ki, Iraki'nin dediği gibi bunun da aslı yok. Belki Ahmed b. Ebu'l-Havari'nin ilavesidir. Iraki diyor ki: Biraz zayıf olduğunu söyleyerek rivayet etmişlerdir. Halbuki böyle değildir. Zira İbn-i Adiyy münker olduğunu söylemiştir. Sonra denildi ki: "Dünya adamlarının aksine olarak din işlerinde anlayışlı ve dünya işlerinde ahmak olan saf ve temiz kimselerdir." Yanız dünyalıkta her şeye akıl erdirip din hususunda geri kalanlar makbul değildir. Nitekim ayet-i celilede; "Dünya yaşayışından aşikare olan bilirler, halbuki onlar ahiretten habersizdirler." buyurulmakla yerilmişlerdir. Sehl-i Tüsteri; eblehleri, gönülleri Allah aşkiyle yanıp tutuşan kimseler, diye tefsir etmiştir. Şüphesiz bu tevcih çoğunluk kelimesine uygun düşmez. Daha doğrusu diğerlerinin de dedikleri gibi beleh; ihtiyar, salabetli ve dini hükümlerde dayanışma gösterip kanaatlerinde sarsılmayan kimseler, demektir. Sofilerin bazı muhakkikleri de; beleh, Cennet ve Cennetin ni'metleri ve Allah'a mülakat ile yetinen kimselerdir, dediler. "Nihaye" de ise beleh, eblehin çoğuludur ki, kötülüklerden bihaber ve iyilikten başka bir şey bilmiyenler, demektir. Diğer bir rivayette de; herkese iyi sanıda bulunup kimse için kötülük düşünmiyen kimse demektir. Zira onlar dünyanın dedikoduklarından sıyrılıp yalnız ahiret için uğraşan kimselerdir. Elbette Cennet'in çoğunluğunu onlar teşkil ederler. Fakat "ebleh" akılsız kimse demektir ki hadisin şümulüne girmez.

58) "Abdest suyunuza ikram edin, saygı gösterin."

İbn-i Teymiye mevzu' olduğunu söyledi. "Zeyl" de de böyle kabul edildi.

59) "İnsanların dili, Allah'ın kalemidir."

İbn-i Debi', aslı yoktur, dedi.

60) "Allah’ım, hükümdarı ve avenesini ıslah et."

Iraki, aslı olmadıığını söylemiştir.

61) "Allah’ım, İslam Dini'ni iki Ömer'in biriyle kuvvetlendir."

Bu ifade ile aslı yoktur. "Ömeran "Ömer, Ali ve cahiliyyet devrinde künyesi Ebu'l-Hakem iken Resul-i Ekrem'in Ebu Cehil dediği Ömer b. Hişam'ın ismidir. Tağlib yolu ile bunlar murattır. Fakat anlam bakımından hadis doğrudur. Ahmed, Cami'inde, Tirmizi ve diğerleri İbn-i Ömer'den merfu' olarak "Allah’ım şu iki kişiden biri ile yani Ebu Cehl ve Ömer'den Sen'in katında daha sevimli olanı ile İslamiyeti kuvvetlendir." Diğer rivayette: "Allah’ım, İslamiyeti Ömer ile izzetlendir." Diğer rivayette de; "Özellikle Ömer ile te'yid eyle." şeklindedir. Bütün bu rivayetlerin te'lifi mümkündür. Şöyle ki, önce ikisinden biri hakkında dua etti, sonra Ebu Cehl'in Müslüman olmayacağını anlayınca duasını yalnız Hazret-i Ömer'e tahsis etti ve bu duası kabul oldu.

62) “Allahümme salli ala Nebiyyin kabbeleke : Allah’ım Seni öpen Peygamber'e rahmet et."

Avamı takımı (Peygamber (s.a.s.)in Hacerü'l-Esved'i öptüğü vakit bunu söylerlerse de aslı yoktur. Bu ifade ile lafız bakımından aslı olmadığı gibi, ma'na bakımından da küfürdür. Şam alimlerinden ve zamanının uleması sayılan Abdünnebiyyi'l-Mağribi bu hususta yazdığı risalesinde bunu söyleyeni tekfir etmiştir. Bu hatanın menşei avam takımıdır. Onlar bazı zatlardan: "Allah’ım, şu Hacerü'l Esved'i öpen Peygamber'e rahmet et." veya Sen'i öpen Peygamber'e Allah rahmet etsin." dediklerini duydular ki bunun iki şekli de doğrudur. Onlar bu iki ibareyi birbirine katarak bu fesadı doğurdular. Allah kullarını esirger. Bu şekilde ifade edeni tekfir değil, sözlerini iltifata hamlederek ve hüsn-i zan etmek daha uygun olur. İltifat şöyle olur: Önce Allah'a hitab ederek, Allahım, o Peygamber'e rahmet et; ondan sonra da taşa yönelerek, "Ey taş, seni öpen" şeklinde olur. Nitekim Resul-i Ekrem Veda Haccı'nda cemaate yönelerek; "Tebliğ ettim mi?" dedikten sonra Allah'a yönelerek, Allahım, Sen şahid ol" demiştir. İltifatın şartı, kendisinden konuşulanın, bir kişi olması şart olduğu için bu hal Peygamber'e mahsustur. Burası ayakları kaydıran ve üzerinde düşünülmesi gereken önemli bir mes'eledir.

63) “Kulun verdiği eman, emandır."

İbn-i Hüman, aslı olduğu bilinmemiştir, dedi.

64) "Görünüşe göre hüküm vermekle me'murum. Gizli işleri Allah bilir."

Usul-i fıkıh alimleri arasında böylece şöhret bulmuş ve hatta Müslim şerhi Nevevi'de de; "Ben insanların kalblerini araştırmakla me'mur değilim." şeklinde ifade edilmiştir. Fakat meşhur hadis kitapları arasında olmadığı gibi dağınık risaleler arasında da yoktur. Iraki, kesin olarak aslı olmadığını söylemiştir. Müzeni ve diğerleri de bunun inkar etmişlerdir. Bunu inkar edenlerden birisi de "Tahric-i Beyzavi" de Hafız İbn-i'l-Mülakkan'dır. Zerkeşi, bu ifade ile bilinmemiştir, dedi. Suyuti; Şafii'nin sözüdür, risalesinde vardır, dedi. Hafız İmadü'd-Din İbn-i Kesir muhtasar hadisleri topladığı eserinde; senedini bulamadım dedi.

65) “Lokmayı küçültmek ve iyice çiğnemekle emrolunduk."

Nevevi sahih olmadığını söylemiştir.

66) “Arıların beyi Ali'dir."

İbn-i Debi', aslı yoktur, dedi. Deylemi Hasen b. Ali'den rivayetinde: Ben mü'minlerin emiri, beyiyim dedi ve bunu Resul-i Ekrem'e ref ederek; "Ya Ali, sen Müslümanların efendisi ve mü'minlerin emirisin" buyurduğunu söyledi (Yasub) Kamus'da anlattığı gibi arıların beyidir. Zerkeşi hadisi Taberani'nin Ebu Zer’den rivayet ettiğini, Suyuti de İbn-i Asakir'in Selman'dan rivayet ettiğini söylemiştir.

67) “Dad harfini konuşanların en fasihi benim."

Ma'nası sahih fakat İbn-i Kesir ve İbn- Cevzi'nin dedikleri gibi insanların dilinde meşhur olan bu ifade ile hadisin aslı yoktur. Büyük mevki sahibi olmakla "Celali Muhalla"nın Şerh-i Cemi'i'l'-Cevami'de bunu zikrederek hiçbir tenbihte bulunmaması şaşılacak bir şeydir. Yine bunun gibi "Mukaddemetü'l-Cezeriyye" şerhinde Şeyh Zekeriyya da aynı şekide zikretmiştir.

68) “Ben Kureyş'den olmakla beraber Arapların da ne fakihiyim."

Suyuti, hadisi ashab-ı Garaib'in anlattığını, ravi ve senedinin bilinmediğini söylemiştir.

69) “Ben, benim için gönlü mahzun olanlar ileyim."

Sehavi diyor ki: Bunu Gazali Bidaye'de anlatmıştır. Şüphe yok ki, söz burada tamamlanmamıştır. Tamamı; "Ben, benim için kabirleri gayb olanların yanındayım." dır. Merfu' hadislerde he iki şıkkın da aslı yoktur.

70) “Ben ilmin şerhiyim, Ali de kapısıdır."

Hadisi, Tirmizi Cami'inde rivayet etti ve münkerdir, dedi. Sehavi de; bunun doğru tarafı yok, dedi. İbn-i Main Ebu Hatem ve Yahya b. Said de, aslı olmayıp yalan olduğunu söylediler. Ayrıca İbn-i Cevzi de bunu Mevzuat'ına aldı. Zehebi ve diğerleri de bu görüşe katıldılar. İbn-i Dakik, hadis sabit değildir, dedi. Bazıları da batıl olduğunu söylediler. Darekutni de sabit olmadığını söylemiştir.

Suyuti'nin anlattığına göre; Hafız Askalani'ye bu hadisden sorduklarında Hafız; ne Hakim'in dediği gibi sahih ve ne de İbn-i Cevzi'nin dediği gibi merfu değil, belki hasen'dir, dedi. Zerkeşi'nin anlattığına göre; Hafız Ebu Said el-Alai de; mevzu olması şöyle dursun en doğrusu ravileri i'tibariyle ne sahih ve ne de zayıf, belki hasen'dir dedi.

71) “Ben Allahu Teala'dan mü'minler de bendendir."

Askalani diyor ki: Bu ihtilaflı bir yalandır. Zerkeşi bilinmediğini; Ebu Teymiye, mevzu olduğunu; Sehavi de, Deylemi senedsiz, Abdullah b. Hirad'dan merfu olarak hadisi şöyle rivayet etti, demiştir: "Ben Allah'dan, mü'minler de bendendir. Bir mü'mine eziyet eden bana eziyet etmiş olur."

72) “Hakkı i'tiraf edene insaf ile muamele et."

Sehavi, hadis olduğunu bilemem, dedi.

73) “Cebde olanı ver ki, gaibde olan sana gelsin"

Lafzı i'tibariyle aslı yok, fakat ma'na itibariyle sahihtir. Zira ayet-i celilede; "Hayırdan neyi infak ederseniz O (Allah) halefini size verir." buyurulmuştur. Yine Buhari ile Müslim'de; “İnfak et ki, infak olunasın." diye varid olmuştur. Hazret-i Ebu Bekr malının tümünü infak edip yırtık bir câre büründüğüne dair rivayet edilen hadis de lafız bakımından sahih değilse de ma'na bakımından sahihtir. Yani malının tamamını infak etmiştir.

74) “Toprak deve sidiğinden kırk gün pis kalır."

Ravileri arasında hadis uyduran Davud vardır.

75) “Bilal ezan okurken "şın" harfini "sin" diye okurdu."

Müzeni Burhanü's-Sefaksi'den rivayetine göre; avamın dilinde böyle bir şey dolaşıyorsa da hadis kitaplarında yoktur, dedi.

76) "(Sabah namazında) güneş Ali b. Ebu Talib için geç doğmuştur."

Ahmed b. Hanber, aslı olmadığını; İbn-i Cevzi de, mevzu olduğunu söylemişlerdir. Fakat Suyuti İbn-i Münzir'den, İbn-i Şahin ve İbn-i Merduye de rivayet etmişlerdir. Tahavi ve Kadı Iyaz, sahih olduğunu söylemişlerdir. Ben de derim ki: Belki menfi olan, Hazret-i Ali için güneşin doğmaması, müspet olan da Resul-i Ekrem'in duası ile geç doğmasıdır. Tafsili siyer kitaplarındadır.

77) “Kanını damara hululü gibi şeytan da insana hulul eder. Onun yollarını açlıkla daraltınız."

Hadisi Gazali İhya'da zikretti. Iraki de, Buhari ile Müslim'in Safiyye'den rivayet ettiklerini, yalnız son fıkra olan (yolunu daraltın) kısmının bulunmayıp bazı sofilerin kelamı olduğunu söyledi.

78) “Yer ile gök arasında (Velhan) adında bir şeytan var. Adem oğullarının sekiz misli askeri var, bir de (Hızb) adında bir halifesi vardır."

İbn-i Cevzi, mevzu olduğunu söylemiştir.

79) “Alim ile öğrencisi bir köye uğradıkları vakit (onların hürmetine) Allahu Teala kırk gün o köyün mezarlığından azabı kaldırır."

Hafız Celalü'd-Din, aslı olmadığını söylemiştir.

80) “Kul için medh ü sena ile dolmuş şark ile garp arası kadar genişlikle sahifeler neşredilir. Fakat Allah katında sivrisinek kanadı kadar değerleri olmaz"

İhya'da yazılı olan bu hadisi Iraki, bu şekilde bulmadığını söylemiştir. Buhari ile Müslim'de; "Yemiş içmiş şişman, semiz ve besili insan, kıyamet günü huzur-u ilahi'ye getirilir. Fakat bu şişmanlık Allah katında sivrisineğin kanadı kadar değer taşımaz" şeklindedir.

81) “Kısa boylu kadın bazan uzun boylu çocuk doğurur."

Cevheri'nin rivayet ettiği bu söz Kamus sahibinin anlattığı gibi, hadis değil, belki darb-ı mesel ve bir atasözüdür.

82) “Hazret-i İbrahim aleyhi's-selam ve Ebu Bekiri's-Sıddık'ın Cennet'de sakalları vardır."

Taberani'de de Musa aleyhis's-selam'ın sakalı göbeğine kadar uzayacak şeklinde, Kurtubi'nin de Hazret-i Harun ve hatta Adem hakkındaki rivayetlerinin Askalani'nin de dediği gibi hiçbiri sabit değildir.

83) “Allahu Teala aklı yarattığı vakit akla, dön bu yana, buyurdu. Akıl döndü. Dön o yana, yine döndü. Bunun üzerine Allahu Teala, İzz ü Celalim hakkı için senden şerefli hiçbir şeyi yaratmadım. Seninle alır ve seninle veririm."

İbn-i Teymiye ve arkadaşları yalan ve uydurma olduğunda ittifak ettiler. Makaasıd'da da böyledir. Fakat ihya'da zikredilmiştir. Iraki diyor ki: Taberani Kebir ve Evsat'ında ve bir de Ebu Nuaym zayıf senedler ile rivayet etmişlerdir.

84) “Lahinli (teganni ile yapılan) duaları Allah kabul etmez.”

Hadis sabittir. Fakat Takıyyü'd-Din-i Sübki hadisi reddediyor. Lahinden maksat i'rab ve binada hata olduğunu söyliyenler de vardır. Bazıları da lahinden gaye haksız yere yapılan dualardır, dediler.

85) “Allahu Teala zenginlerin tadını yoksulların yemeğine verdi."

Askalani mevzu olduğuna hükmetti. Celalü'd-Din-i Suyuti Mevzuat'ının sonunda anlattığına göre; "Allahu Teala zenginlerin yemeğinin tadını yoksulların yemeklerine aktardı." hadisinden kendisine sorulduğunda mevzu olduğunu söylemiştir.

86) “Allahu Telaa münafıklara buğzetmek üzere mü'minlerden, mü'minlere de buğzetmek üzere münafıklardan söz aldı."

Hadis olarak bulunmadı.

87) “Allahu Telaa her sene altıyüz bin kişinin tavaf etmesini Ka'be'ye va'detti. Şayet insanlardan bir mikdar dolmazsa Allahu Teala o sayıyı meleklerle tamamlar. Kıyamet günü Ka'be, Zifafa hazırlanmış bir gelin gibi süslenir. Onu tavaf eden herkes, eteklerine sarılır. O Cennet'e girinceye kadar etrafında dolaşır ve onunla beraber Cennet'e girerler."

Iraki, aslı bulunmamıştır, dedi.

88) “Allahu Teala tüylü ve kıllı erkekleri sever, tüylü kadını sevmez"

Abdu'l -Gafir-i Farisi de bu mealde bir hadis söyler. Hadisi, Suyuti zikretti ve hadise dair bir söz söylemedi.

89) “Allah, işsiz boş duran adamı sevmez."

Zerkeşi, aslı bulunmamıştır, dedi. Suyuti de, İbn-i Adiyy'e göre İbn-i Ömer'den rivayet edilmiş fakat hadiste terk edilen kısım var. O da: "San'atkar kulunu Allah sever." Deylemi de Hazret-i Ali'den rivayetinde; "Allahu Teala kulunu helal kazanç yolunda yorgun görmeği sever." dedi. Bu lafzan hadis değilse de ma'nen hadisdir. Mebnası bakımından en kuvvetli rivayet Seyyid b. Mansur'un Müsned'inde İbn-i Mes'ud'dan mevkuf olarak rivayet ettiği şu hadisdir:

"Kişiyi ne dünya ve ne de ahiret işinde olmayıp boş durduğu halde görmekten hoşlanmam."

90) “Allahu Teala çok karı boşayan adamı sevmez."

Sehavi diyor ki: Bu ifade ile böyle bir hadisi bilmem. Fakat; "Allah katında helallerin en çirkini talaktır, yani karı boşamaktır." hadisi vardır. Yine "Zevk için evlenen ve koca değiştiren kadın ve erkekleri sevmem." hadisi de vardır.

91) “Arkadaşları arasında kendisini üstün ve imtiyazlı gören kimseyi Allahu Teala sevmez."

İbnü'd-Debi': böyle bir hadis bilmiyorum, dedi. Ben de derim ki: İbn-i Asakir'de; "Allahu Teala kulunun emsalleri arasında kendisini imtiyazlı görmesinden hoşlanmaz" şeklinde rivayet edilmiştir.

92) “Allahu Teala'nın ölüleri nakleden melekleri vardır."

Sahavi, aslı yoktur, dedi.

93) “Allahu Teala'nın öyle melekleri var ki, göz kapaklarının arası beşyüz senelik mesafedir."

Aslı bulunmamıştır.

94) “Siz amele ilham olunduğunuz bir zamandasınız. İleride bir zaman gelecek ki, onlar mücadeleye ilham olunurlar."

Hadis İhya'da zikredildi. Iraki, böyle bir hadis bulamadım dedi.

95) “Size en az verilen, yakın ve sabr-ı azamettir. Bunlardan nasibini alan kimse, artık gece kalkamadım ve fazla oruç tutamadım diye üzülmesin."

Hadis İhya'da yazılıdır. Iraki, aslını bulamadım, dedi. Abdu'l-Berr'in Muaz'dan rivayetinde: Allahu Teala yakinden daha az hiçbir şey indirmemiştir. Ben de derim ki: Bu, Allahu Teala'nın; "Size ilimden az mikdar verilmiştir." ayet-i celilesinden alınmıştır. "Amelde azimete gelince, bu da azdır." ayet-i celilesi bunu ifade etmektedir.

96) “Öyle günahlar var ki, onlar ancak Arefe vakfesi mahveder."

İhya'da Ca'fer b. Muhammed'in bu hadisi Resul-i Ekrem'e isnad ettiği söylenmişse de Iraki, ben aslını bulamadım, dedi.

97) “Güç yetmemek ismettendir."

Sofilerin sözüdür. Hatta Şafii'nin hoşuna giden sözlerden birisidir. Abdullah b. Ahmed "Zevaidü'z-Zühd"ünde Avf b. Abdullah'dan rivayetinde Abdullah diyor ki: "Dünyalıktan arayıp da elde edemeğin şey ismettendir." (Bir nevi korunmaktır) Bunu Suyuti anlatmıştır.

98) “Müsafir de, malı da tehlikededir."

Nevevi Tehzib'inde, bunun hadis olmayıp eskilerden birisinin, bazıları da Hazret-i Ali'nin sözü olduğunu söylerlerse de İbnü's-Sikkat ve Cevheri, çöl Araplarının sözü olduğunu söylerler. Yine hadiste; "İnsanlar, Allahu Teala'nın müsafire olan merhametini bileydi herkes yolculuğa çıkardı. Müsafir ve eşyası tehlikededir. Fakat Allahu Teala'nın koruduğu müstesnadır." buyurulmuştur. Bu hadisi Deylemi Ebu Hüreyre'den merfu ve fakat senedsiz olarak rivayet etmiştir. Ayrıca İbn-i Esir de Nihaye'de rivayet etmiştir, fakat zayıftır. Yine Deylemi Ebu Hüreyre'den senedli ve merfu olarak rivayetinde; "Müsafir için olan lutufları insanlar bilseydi hep yolculuk halinde sabahlarlardı. Allah yolculara son derece merhametlidir." Bu da zayıftır.

99) “Her sözünde istisna etmek kişinin imanının kemalindendir."

Münkerdir.

100) “Ölü yedi gün evindeki insanları, evine gidip gelenleri görür."

Menakıb-ı İmama-ı Ahmed'de Beyhaki diyor ki: Bunu Ahmed'den sordular. Batıldır, aslı yoktur, dedi. Sehavi; "ma'nası düşünülür, dedi. Nevevi; karanlık bir söz ve uyduran da günahkar bir kimsedir. Bunu uydurana Allah da lanet etsin ve yatacak yer bulamasın, dedi.

101) “İstifade edilen şeyi sahibine nisbet etmek, yani bu yardım bana filancandandır, demek, bildiği şeyde şükür ve doğruluktan gelir. Bundan sükut etmek faidelendiği kimseyi anmamak, bildiği şeyde yalancılık ve küfran-ı ni'metten gelir."

İbn-i Cemaat Mensek-i Kebir'inde anlattığı gibi, hadis değil belki Süyan-ı Sevri'nin sözüdür.

102) “Gül, Resul-i Ekrem'in veya Burak'ın terinden meydana gelmiştir."

Sehavi'nin anlattığına göre, Nevevi sahih olduğunu, Askalani de mevzu olduğunu söylemiştir. Ebu Asakir de aynı fikirdedir. Zerkeşi; Müsned-i Firdevs'de ve İbn-i Fars'ın "Kitabü'r-Reyhan"ında, rivayet yolu vardır, der.

103) “Söz gümüş, ise sükut altındır.”

İbnü'd-Debi''in anlattığına göre, hadis değil belki Hz. Süleyman'ın sözü veya Lokman'ın oğluna yaptığı öğütlerdendir. Hattabi der ki: Bu ifadesiz ve boş sözler hakkındadır. Yoksa konuşmak bazı yerlerde vacip ve bazılarında da mendubdur. Ben de derim ki: "Susan kurtulur." hadisi boş sözlere hamledilir. Nitekim: "Allah'a ve ahiret gününe iman eden söylerse hayır söylesin, söylemezse sükut etsin." buyurulmuş ve bu hadiste hayırlı sözlerin kötülüğe sükuttan çok daha iyi olduğuna önemle tenbih edilmişlerdir. Çünkü birincinin faidesi umumi, ikincinin faidesi ise azdır. Nehy-i Münker'de olduğu gibi.

104) “Alimler de Allah'ın dostu olmazsa, Allahu Teala'nın hiç dostu yok demektir."

Bu, hadis değil, imam-ı Azam ve Şafii'nin sözüdür. Denildi ki; alimlerin aleyhinde konuşanların kalblerini Allahu Teala öldürür. Diğer bazıları da; alimleri gıybetin büyük günah olduğunu, diğer bazıları da; alimlerin etlerinin öldürücü zehir olduğunu söylemişlerdir.

105) “(Yemen tarafından) Rahmeti bulmak için geldim."

Iraki, aslı bulunmamıştır dedi.

106) “Allahu Teala'nın ilk yarattığı akıldır."

Hadisi İbn-i Davud-ı Mihber rivayet etti. Sehavi Mihber'in yalancı olduğunu söyledi. Askalani ise; bu hususta bir de, "Allahu Teala'nın ilk yarattığı kalemdi." rivayeti var ki, bu rivayet daha kuvvetlidir, dedi.

107) “Çöplükte biten güle yaklaşmayın (Kimliği belli olmayan kadınlar ile evlenmeyin.)"

İbn-i Debi'in anlattığına göre; Darekutni İfrad'ında ve Askeri, Vakıdı'den rivayet etmişlerdir. Darekutni sahih olduğunu söyledi. Suyuti de hadisi, Deylemi, Ebu Said'den rivayet etmiştir dedi. Ben de: İster mevkuf olsun, ister merfu olsun hadisin mevzu olduğunu söylerim. "Tuhfetü'l-Arus" sahibi de Hazret-i Ömer'den mevkuf olarak hadisi rivayet etmiştir. Hadisin metni: "Asaleti olmayan kadınlar ile evlenmeyin. Onun doğuracağı çocuk da kendisi gibi olur. Asaletli kadın alınız ki, doğan çocuk kadının babası, amcası ve kardeşi gibi olsun.”

108) “Ey İbn-i Revaha, kafiyeli sözden sakın."

İhya'da bu ifade ile yazılan bu hadis hakkında Iraki, aslı bulunmamıştır, dedi. İbn-i Sünni'nin "Er-Riyaza" ve Ebu Nuaym'in "El-Hilye"sinde, sahih sened ile Hazret-i Aişe'den şöyle rivayet etmiştir: "Hazret-i Aişe; "Kafiyeli sözlerden sakın. Zira Resul-i Ekrem ve Ashabı Kafiyeli söz konuşmazlardı." dedi. İbn-i Hibban'ın rivayetinde de, "Kafiyeli sözlerden uzaklaş." şeklindedir. Buhari de İbn-i Abbas'dan benzerini rivayet etmiştir. Maznum olan kafiyeli sözler güçlükle söylenenlerdir. Fakat kendiliğinden gelen ve cümlenin dizilmesine uygun olan sözler yasak değil belki şeriatta buna müsaade edilmiştir. Nitekim Resul-i Ekrem; "Allah’ım, faidesiz ilimden, huşu'suz kalbden, doymayan nefisden, kabul olmayan duadan ve bu dördünden Sana sığınırım." buyurmuş ve bunlar da kafiyeli düşmüştür.

109) “Hangi şey gizlenmez? Olan şey buyurdu."

Askalani, aslını bulumadım, dedi.

110) “İyi veya kötü gizli hallerini açıklamayan kimseye Allahu Teala o hallerinden bir elbise giydirir ve onunla bilinir, yani açığa çıkmayan gizli hali kalmaz. Bir mü'min dolaba girip orada ibadet etse bile bunu herkes duyar ve sabahleyin konuşurlar."

Ben de derim ki: Bunun ma'nasını Allahu Teala'nın, "Gizlemek istediğiniz şeyi Allahu Teala açığa çıkarır." ayet-i celilesi takviye etmektedir. Denildi ki: Allahu Telaa'nın, "Gizliyi de bilir, sır olanı da bilir." ayet-i celilesinin ma'nası, gizli yapılanlar ile, açıkta olanları veya gizli olanlar ile henüz hiç olmayanları da bilir. Çünkü Allahu Teala varlıkları bildiği gibi ma'dum olan yokları da, olacağı da, olmayacağı da, olursa nasıl olacağını da bilir. Ve O, bir şeyin olmasını irade edince o şey hemen oluverir.

111) “İman, kalb ile inanmak, dil ile ikrar ve a'zalar ile amelden ibarettir."

Sehavi diyor ki: Hadisi bu şekilde İbn-i Mace Hazret-i Ali'ye merfu olarak Abdü's-Selam b. Salih'den rivayet etmiştir. İbn-i Cevzi ise mevzu olduğuna hükmetmiştir. Lakin Suyuti; İbn-i Cevzi'nin bunu Mevzuat'ına alması doğru değildir, dedi. Ben de derim ki: Firuzabadi "Es-Sıratu'l-Müstakim" kitabında diyor ki: Bu hususta meşhur olan "İman, söz ve ameldir. İman artar eksilir, iman artmaz eksilmez" mealindeki hadislerin hiçbiri sahih değildir. Zerkeşi, "İman artmaz ve eksilmez" diye bir hadis rivayet edenler için; iyi bir dayak ve uzun müddet hapsedilmeleri lazımdır, dedi.

112) “Patlıcan ne maksatla yenirse ona şifadır."

Askalani, Zerkeşi, Suyuti, İbn-i Cevzi ve Zehebi hadisin batıl olup aslı olmadığını ve diğer hadis lafızları da, zındıkların uydurması olduğunu söylemişlerdir.

113) “Zemzem suyu hangi niyetle içilirse ona şifadır."

Hadis ihtilaflıdır. Sahih, hasen ve zayıf olduğunu söyliyenler varsa da, mevzu olduğunu kimse söylememiştir.

114) “Kadınların nefesleri ile erkeklerin nefeslerini uzaklaştırın (birbirine değmesinler).”

Hadisi, İbnü'l-Hac; bayram namazı İbn-i Cemaet tavaf hakkında anlattı ise de sabit değildir. Tavaf hakkında Resul-i Ekrem'den, "Kadınlar ile erkeklerin arasını açın." şeklinde rivayet edilmiştir.

115) “Baklagiller hakkında rivayet edilen hadisler”

İbnü'd-Debi ve Zerkeşi'nin anlattıkları gibi aslı yoktur, batıldır.

116) “Sadakayı erken verin.."

İbn-i Cevzi hadisin mevzu olduğunu söyledi ise de Askalani mevzu olmadığını kaaildir. Suyuti de diyor ki: Hadiis Tebarani Evsat'ında Ali'den Ebu'ş Şeyh de Enes'den rivayet etmişlerdir.

117) “Ümmetimin cimrileri terzilerdir."

Sehavi, bu hadisi bulamadığını; İbnü'd-Debi aslı olmadığını, zira "Erkeklerin en makbul işi terzilik, kadınların da eğiriciliktir." diye Seh b. Sa'd'dan rivayet edilen hadis bunu reddeder, dedi.

118) “Cimri insan bir din adamı da olsa Allah'ın düşmanıdır.”

Aslı yoktur. Bunun gibi; "Abid de olsa cimriler Cennet'e giremez, Fasık da olsa cömerdler Cennet'e girer" rivayetleri de asılsızdır.

119) “Soğuk dinin düşmanıdır."

Hadis değil, belki büyük imam Seyyid b. Aziz-i Dımeşki'nin sözüdür.

120) “İyi kimse kendi ehline daha çok iyilik edendir.”

Hadis değil, umumi bir sözdür.

121) “Bereket kızlardadır."

Sehavi'nin İbn-i Abbas'dan rivayetinde şöyle denilmektedir: Adamın biri kız çocuğunun olmaması için dua ediyordu. Bunun üzerine Resul-i Ekrem böyle buyurmuştur dedi. Senedleri arasında hadis uydurmakla töhmetlenen bir zat vardır. Bu rivayet kız çocuklarının ölümlerinin kerem-i ilahi olmasına münafi değildir. Çünkü makamların değişmesiyle hal ve durumlar da değişebilir. Taberani Kebir ve Evsat'ında, daha başkaları da İbn-i Abbas'dan rivayetlerinde; Resul-i Ekrem kızı Rukıyye için ta'ziye edildiği sırada, "Allah'a hamd olsun, kız çocuklarını defn etmek bir lutuf ve ihsandır." Bezzar'ın rivayetinde, "defn" yerine, "mevt" kelimesi vardır. Yani kız çocuğunun ölüsü iyilik ve ihsandır. İbn-i Ebü'd-Dünya'nın rivayetinde; İbn-i Abbas'ın bir kız çocuğu öldü. İnsanlar ta'ziye için yanına gidince, "Mahrem idi Allah onu örttü. İmanı var idi, Allah ona yeter ve bir ücret idi ki, Allah onu gönderdi." dedi. Bunu duyanlar bu sözlerin birbirine uygun düşen Arapçasına bir cümle daha katmak istedilerse de lafz ve ma'na bakımından uygun düşecek bir söz bulamadılar. Halbuki bu hüküm Allah'ın takdiri idi. Güç ve kuvvet ancak Allah'dandır, mealinde ilaveler yapılabilirdi.

122) “Bereket, ekmek ufaklarında, ip'in uzunluğunda ve küçük sulardadır."

Sehavi, bu hadisi Makaasıd'ında zikretti ve Nesei'ye uyarcasına batıldır, dedi ki, Nesei de yalan olduğunu söylemiştir. Ben de derim ki: Bereket hadisini Suyuti Camiüs-Sağir'inde, Ebü'ş-Şeyh de "Sevab" da İbn-i Abbas'dan ve başkaları da İbn-i Ömer'den rivayet etmişlerdir. "Saffiru" hadisi hakkında izahat gelecektir.

123) “Ortak tencere kaynamaz"

İbnü'd-Debi', hadis değildir, dedi.

124) “Güler yüz, yemek yedirmekten hayırlıdır."

Sehavi, böyle bir hadis bilmiyorum, dedi.

125) “Öldüreni öldürmekle müjdele"

Sehavi, aslı yoktur, dedi.

126) “Kavun karpuzun fazileti hakkındaki hadisler.”

Ebu Ömer Et-Tevkani, bu hususta bir risale yazdı, ise de İbnü'd-Debi ve Zerkeşi'nin anlattıklarına göre bu babdaki hadislerin hepsi batıldır. Ben de derim ki, faziletlerini ifade eden rivayetlerin batıl olduğu doğrudur. Fakat Şemal-i Tirmizi ve diğerlerinde olduğu gibi Resul-i Ekrem'in karpuzu hurma ile yediği sabittir.

127) “Tokluk (çok yemek) zekayı giderir."

Lafzı bakımından hadis değil, fakat Amr b. As ve diğer Ashab'dan bu mealde rivayetler vardır.

128) “Din temizlik esasları üzerine kurulmuştur."

İhya'da zikredilmişse de aslı, İbnü'd-Debi'in ifadesine göre, bulunamamıştır. Ben de derim ki: Belki bu ifade ile aslı bulunmamış, fakat İbn-i Hibban'ın Zuafa'sında Aişe'den, "Temizlenin, zira İslamiyet temizdir,"; Taberani de son derece zayıf bir sened ile İbn-i Mes'ud'dan, "Nezafet imana da'vet eder." şeklinde rivayetler vardır. Suyuti de diyor ki: Bundan daha kuvvetlisi Tirmizi'nin Sa'd b. Ebi Vakkas'dan merfu olarak rivayet ettiği şu hadistir: "Allah temizdir, temizi sever; etrafınızı temizleyiniz." Yine Tirmizi Sa'd b. Ebi Vakkas'dan rivayetinde; "Allah güzeldir, güzeli sever; temizdir, temizliği sever; Kerim'dir, kerem sahiplerini sever; cömerttir, cömertleri sever. eli ile işaret ederek: Şu etrafınızı temizleyin ve Yahudilere benzemeyin" buyurmuştur. Kurtubi Esma-i Hüsna şerhinde: Bu hadisi Bezzar Müsned'inde zikretti, demiştir. Ayrıca Rafii de senedli olarak Ebu Hüreyre'den rivayetinde; "Bütün gücünüzle temizliğe dikkat edin. Zira Allahu Teala İslam Dinini temizlik esasları üzerine kurdu. Cennet'e ancak temizler girebilir." buyurulmuştur.

129) “Bela söze bağlıdır."

İbn-i Cevzi, Ebu'd-Derda ve İbn-i Mes'ud'dan rivayet