NIETZSCHE’NN TRAGEDYASINDA DECADENCE SORUNUacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4239/4720.pdf ·...
Transcript of NIETZSCHE’NN TRAGEDYASINDA DECADENCE SORUNUacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4239/4720.pdf ·...
T.C.ANKARA ÜN�VERS�TES�
SOSYAL B�L�MLER ENST�TÜSÜ FELSEFE ANAB�L�M DALI
S�STEMAT�K FELSEFE VE MANTIK B�L�M DALI
NIETZSCHE’N�N TRAGEDYASINDA DECADENCE SORUNU
Yüksek Lisans Tezi
H. Gizem Kılınç
Ankara-2007
T.C. ANKARA ÜN�VERS�TES�
SOSYAL B�L�MLER ENST�TÜSÜ FELSEFE ANAB�L�M DALI
S�STEMAT�K FELSEFE VE MANTIK B�L�M DALI
NIETZSCHE’N�N TRAGEDYASINDA DECADENCE SORUNU
Yüksek Lisans Tezi
H. Gizem Kılınç
Tez Danı�manı
Prof. Dr. Sabri Büyükdüvenci
Ankara-2007
T.C. ANKARA ÜN�VERS�TES�
SOSYAL B�L�MLER ENST�TÜSÜ FELSEFE ANAB�L�M DALI
S�STEMAT�K FELSEFE VE MANTIK B�L�M DALI
NIETZSCHE’N�N TRAGEDYASINDA DECADENCE SORUNU
Yüksek Lisans Tezi
Tez Danı�manı : Prof. Dr. Sabri Büyükdüvenci
Tez Jürisi Üyeleri
Adı ve Soyadı �mzası
Prof. Dr. Sabri Büyükdüvenci.............. ........................................
Doç. Dr. Erdal Cengiz........................ ................................
Yrd. Doç. Dr Beliz Güçbilmez.............. ........................................
.................................................................... .........................................
.................................................................... .........................................
.................................................................... .........................................
Tez Sınavı Tarihi: 28. 11. 2007
i
TE�EKKÜR
Belli bir yere bakmak her yere bakmaktan iyidir. Bazen bakılan yeri belli
eden güzelli�idir, fazla seyre dalarsınız. Ama sizi ça�ıran orası de�ildir. Tam da bu
yüzden ça�rıyı gösteren danı�manım Prof. Dr. Sabri Büyükdüvenci ve ısrarla
gösteren Yrd. Doç. Dr. Beliz Güçbilmez’e ama en çok Nietzsche’ye te�ekkür ederim.
Baktım ve görebildiklerimi yazdım.
ii
TE�EKKÜR .......................................................................................................... i
��NDEK�LER...................................................................................................... ii
G�R�� ....................................................................................................................1
1. Nietzsche Felsefesinin Genel Görünümü ...........................................................1
2.“Tragedyanın Ölümü”nün Nietzsche Felsefesindeki Önemi ................................10
3.Tezin �çeri�i ve �zle�i .........................................................................................11
B�R�NC� BÖLÜM: NIETZSCHE’N�N TRAGEDYA ANLAYI�I
1.1 Tragedyanın Do�u�u’na Giri� .........................................................................16
1.1.1 Tragedyanın Mitolojik Kökeni Ba�lamında Apollon ve Dionysos’un
De�erlendirilmesi .................................................................................................25
1.1.2 �ki Yaratma Tarzı Ba�lamında Apollon ve Dionysos’un De�erlendirilmesi ...30
1.1.3 Varolu� Ba�lamında Apollon’un ve Dionysos’un De�erlendirilmesi -“Temel
Bir”in Maya Perdesi: Olympos ..............................................................................35
1.1.4 Erken Tragedyanın De�erlendirilmesi–“Ba�langıçta Koro Vardı” .................38
1.1.5 Birinci Oyuncunun Ortaya Çıkı�ı Ba�lamında Erken Tragedyanın
De�erlendirilmesi…………………………………………………………………..42
1.2 Dramanın Yetkinle�tirilmesinde Üç Basamak: Aiskhylos, Sophokles ve
Euripides ..............................................................................................................43
1.2.1 Aiskhylos ......................................................................................................45
1.2.1.1 Prometheus’un Dionysos’un Maskesi Olarak De�erlendirilmesi.................45
1.2.2 Sophokles .....................................................................................................51
1.2.2.1 Oidipus’un Dionysosçu Bilgeli�in “Maskesi” Olarak De�erlendirilmesi ....53
1.2.3 Euripides ......................................................................................................59
iii
1.2.3.1 Pentheus’un Sokrates’in Maskesi Olarak De�erlendirilmesi ......................65
�K�NC� BÖLÜM: TRAGEDYADA DÉCADENCE SORUNU .............................69
2.1 Décadence’ın Türlerine ve Belirtilerine Göre De�erlendirilmesi ......................71
2.2 Décadence’ın Ya�am Açısından De�erlendirilmesi .........................................74
2.2.1 Décadence’ın Görünümleri Açısından De�erlendirilmesi ..............................78
2.2.2 Reaktif Kuvvetlerin Aktif Kuvvetlere Egemenli�i Ba�lamında Ahlâk ...........80
2.2.3 Reaktif Kuvvetlerin Sokrates ve Platon Ba�lamında De�erlendirilmesi .........85
2.3 Tragedyaya Kar�ı Décadence Ba�lamında �ki Karde� Ruh: Sokrates ve
Euripides ..............................................................................................................94
SONUÇ…………………………………………………………………………… 101
KAYNAKÇA .......................................................................................................110
ÖZET ....................................................................................................................114
ABSTRACT .........................................................................................................116
G�R��
1.Nietzsche Felsefesinin Genel Görünümü
Friedrich Nietzsche, felsefe tarihinin bu asi, gizemli filozofu Batı dü�ünme
kültürünün 20.yy. popülerizminde giderek mite dönü�türülürken trajik biçimde açık
edilmektedir. Bir mit dü�ünün ki sıkı�tı�ınızda elinizin altında ve diliniz tekerlemeyi
döndürmeye hazır; üstelik söylemeyi her seferinde becerebiliyor. Mit, bir kez dilin
tekerleme oyununa konu olmu�sa çocukken oynanılan bu oyundan bildi�imiz gibi
kendi özgül anlamından çok daha ba�ka bir anlama sahip olur e�er �anslıysa. Ne var
ki ço�unlukla sözcükler cümleyi ele geçirir ve askıda sonsuzla�ır. Bildi�imiz en basit
tekerlemenin belirli bir sözcü�ü tekrarlamak oldu�u dü�ünülürse durumun sözcükten
ya da cümleden ba�ımsız oldu�u rahatça seçilebilir. Dilin bu oyununun özelli�i,
adından anla�ıldı�ı gibi tekerle�in kendi üzerinde, aynı yerde döndürülmesidir ki
burada oyunu oynayan ilerleme ilüzyonunun kurbanı olur. Aynılıkta suni bir farklılık
ya�ar; bununla kastedilen sözcü�ün anlamını yitirmesidir. Elbette bu anlamsızlı�ın
sözcü�ün ya da cümlenin ba�lamsız, i�levsiz kullanımından kaynaklandı�ı açıktır.
Ancak anlamsızlı�ı yaratan di�er faktör insanın tekrarı, dilini ya da dili
döndürmesidir. Nietzsche’nin 20.yy.’da popülerle�mesi, mite dönü�türülmesi de aynı
izlenimi uyandırıyor.
Nietzsche felsefesi en ufak dü�ünsel sıkı�ıklıkta el altında ve döndürülmeye hazır bir
tekerleme gibi dilin hizmetinde. Bu gizemli dü�ünürün fikirleri sürekli, yersiz ve
ba�lamsız kullanımda te�hir edilerek inanılacak ya da tapınılacak bir mite
2
dönü�türülmektedir. Nietzsche felsefesinde popülerizmin ya da bu türlü
anlamsızla�tırma ediminin “yırtıcı”, “özgün” yani “belirsiz” olanın
evcille�tirilmesine kar�ılık geldi�i hatırlandı�ında Nietzsche’nin konu oldu�u bir
çalı�mada dikkat edilecek en önemli noktanın daha ba�ta belirdi�i söylenebilir. Bu
edim anlamadan ziyade söylendi�i üzere inanmaya kar�ılık gelir ki belirsiz ve
tehlikeli olanı kendi özgünlü�ünden sıyırarak geri kalanla idare etme e�ilimine
hizmet eder. Dolayısıyla Nietzsche’nin konu oldu�u herhangi bir çalı�manın
motivasyonunu bu e�ilimden sıyrılma mücadelesi belirlemelidir. “Daha kendinizi
aramamı�ken beni buldunuz. Böyledir tüm inananlar; inancın de�eri azdır bu yüzden.
�imdi size beni yitirmenizi kendinizi bulmanızı buyuruyorum; hepiniz beni
yadsıdı�ınız gün, ancak o gün geri dönece�im sizlere...” (Nietzsche, 2003 b: 10). Bu,
Nietzsche’nin muhataplarına kendiniz olun ça�rısıdır. Ecce Homo’nun daha giri�inde
okuyucularına �öyle seslenir: “Bu ko�ullar altında, alı�kanlıklarımı, içgüdülerimin
gururunu aslında ayaklandıran bir ödev dü�üyor bana, �unu söylemek dü�üyor:
Dinleyin! Ben falancayım. Ba�kasıyla karı�tırmayın beni her �eyden önce!”
(Nietzsche, 2003 b: 7). Aksi takdirde söz tekerleme, söz söyleyen anonim Nietzsche
ise “gelmi� geçmi� en büyük filozof” olarak anlamsızla�acaktır. Kaldı ki filozof
kendisini büyük sayanlara alttan alta “Büyük �eyler ya üzerinde konu�mamayı ya da
onlar üzerine büyük konu�mamayı gerektirir” mesajını verir (Nietzsche, 2002: 19).
Buradan çıkarılacak sonuç �udur: Söz söylenecekse, gizemli olanın kendini açmasına
olanak tanıyacak tevazuda olmalıdır, aksi; açılımı tahakküm altına alma ediminden
ve Nietzsche’yi evcille�tirilme çabasından ba�kaca bir anlam ta�ımayacaktır.
Nietzsche’nin, modern dü�ünme kültürünün kriti�ine içerik ve biçimce taklit
3
edilemeyecek bir alternatif olu�turarak giri�mesi kendi t�biriyle “çekiçle felsefe
yapmak”, sistemati�i olanı kavramaya kodlu modern zihinlerdeki anlama zorlu�unun
en önemli nedenidir. Adım adım geli�tirilen bu metafor ve aforizma a�ırlıklı
anlatımdan olacak, kimileri Nietzsche’nin “muhtelif konuları aynı zamanda ele alıp
hiçbirini sistematik olarak incelememesi ve bitirememesi”ni anla�ılmazlı�ının nedeni
olarak gösterir (Baykan, 1989: 9). Fakat tartı�masız kabul edilmesi gereken bir di�er
nokta, bahsedilen zorlukların a�ılmasında umut vericidir ki bu, Nietzsche’nin yine
alı�ık olmadı�ımız dürüstlü�üdür. Nietzsche kendisini anlama zorlu�u çekenlere
amacını açık seçik hatta cüretle ortaya koymasıyla yol göstericidir. Temel amacı, son
yapıtının alt ba�lı�ında hemen tüm eserlerinde oldu�u gibi ortadadır: “Bütün
De�erleri De�i�tiri� Denemesi”. Bu, Nietzsche’nin felsefesinin temel motivasyonun
ve de�er motifinin if�asıdır (Deleuze, 1983: 1). De�i�tirilmesi gereken bu de�erlerin
mahiyeti, putları andırıyorsa bu noktada Nietzsche’nin felsefesi çekiç kullanma
sanatı olarak bütün tutarlılı�ıyla kar�ımızda durur. Yani Nietzsche’nin felsefesinin
sistematik olmayı�ına takılıp yanlı� anlamalara yol açmaktansa, amaçları bakımından
de�erlendirdi�imizde buldu�umuz tutarlılı�a sarılmakta fayda vardır.
Nietzsche, entelektüel dünyaya Schopenhauer ve Wagner etkisini ta�ıyan
Tragedyanın Do�u�u ile adım atar, “�nsanca Pek �nsanca da bu iki aydına ili�kin
görü�leri farklıla�ır ve Böyle Buyurdu Zerdü�t’te, �en Bilim’de açı�a çıkan
“üstinsan” idealini cesurca ortaya koyar. Böylelikle Nietzsche’nin dü�ünceleri üç
evrede incelenebilir. Nietzsche’nin Schopenhauer ve Wagner’e olan hayranlı�ının
giderek dü�manlı�a dönü�mesi yani felsefesini bu iki dinamikten sıyırmaya çalı�ması
bu bölümlendirmenin esasını olu�turur. Fakat bu iki aydının belirleyicili�i buna
4
benzer ba�ka bölümlendirmelerin olmasına engel de�ildir. Sözgelimi �en Bilim’de
verilen Tanrı’nın ölümü müjdesini de bir evre olarak belirlemek mümkündür. Hatta
Nietzsche’nin herhangi bir kavramını merkeze alıp bu kavramı ortaya koyu� sürecine
göre bölümlendirebiliriz. Fakat herhangi bir bölümlendirmeye gitmeksizin filozofun
görü�lerinin adım adım geli�ti�ini temele almak, sözünü etti�imiz görü�
de�i�ikliklerini de kapsayacak bir anlamaya olanak sa�layacaktır. Bunun için
Nietzsche’nin görü�lerinde önemini hiç kaybetmeyen esteti�i göz önünde
bulundurmak gerekir. Estetik, Nietzsche’nin ahlâk, din, sanat ve felsefe
ele�tirisindeki tavrının ve insanın Dionysosçu kötümserlik ba�lamında kendini
yaratmasının olana�ı olarak ilk yapıtından sonuncusuna kadar merkezili�ini korur.
Esteti�in bu merkezi rolünü anlayabilmek için Nietzsche’nin de�erleri yeniden
de�erlendirme projesine kısaca de�inmek gerekir.
Batı metafizi�inin hakikat özlemiyle �ekillenmi� iki bin be� yüz yılını “décadence”1
olarak tanıtmak Nietzsche’nin de�erleri yeniden de�erlendirme projesinin ilk aya�ını
olu�turur çünkü, de�i�tirmeye çalı�tı�ı de�erler bu kaynaktan beslenir. Nietzsche,
felsefe tarihinde Platon’un “idea”, Aristoteles’in “form”, Descartes’in “cogito” ya da
Kant’ın “numen” olarak gündeme ta�ıdı�ı kavramların hakikatin farklı adlarla
yeniden üretilmesi oldu�unu savunur ve ya�amı de�erden dü�üren bu
kavramsalla�tırmanın gerisindeki e�ilimi göstermeye çalı�ır. Bu e�ilim insanın ahlâki
bir varlık olarak kurgulanmasıyla, daha ziyade “ahlâklı” insanın toplumda a�ırlık
merkezi haline gelmesiyle birlikte de�erlendirilir. Dolayısıyla filozof kendisini bir
1 Fransızca bir sözcük olan “décadence” , Latince çökme, dü�me anlamına gelen decadere’den gelir. Nietzsche, Almanca kar�ılı�ı olmadı�ı için Fransızca bıraktı�ı “décadence’ı çökü�, dü�ü�, bozulma, yozla�ma, hastalık ve yabancıla�ma gibi farklı anlamlarda kullanır. Dolayısıyla Türkçe’de tek bir sözcükle kar�ılayamadı�ımız bu kavramı aynı �ekilde kullanıyoruz (Baykan, 1989: 1).
5
ahlak kar�ıtı olarak tanıtır. Fakat buradan Nietzsche’nin ahlâka tamamen kar�ı
oldu�u yanılgısına kapılmamak gerekir. Nietzsche, “köle ahlâkı” ve “Hıristiyanlık”
olmak üzere belirli bir ahlâka ve onun kendisini en iyi yaydı�ı belirli bir dine
kar�ıdır. Budizm ya da Paganizmin göreceli olarak Nietzsche’nin öfkesinin dı�ında
kalması bu yargıyı destekler.
Nietzsche “köle ahlâkı” ve Hıristiyanlık üzerine incelemelerini modern ça�ın içine
dü�tü�ü nihilizmle tamamlar. Ona göre Sokrates’la ba�layan ya�amın a�kın
de�erlerce mahkûm edili�inin son halkası, sürecin iç çeli�kisi olarak ortaya çıkan
“de�ersizle�medir”, nihilizmdir (Nietzsche, 2002: 21). Tarih boyunca beslenen
geli�tirilen ülküler ve de�erler özellikle Ortaça�’da “Tanrı” adı altında
merkezile�tirilir ve sonunda “batar”. Fakat Nietzsche açısından bu, de�erlerin
topyekûn iflasının en acı sonucu ya�amın da bu batı�tan nasibini almasıdır. Platon
tarafından ancak “hakiki dünyanın” yansıması olarak kendisine de�er atfedilen
ya�am, Hıristiyanlıkla birlikte tümüyle ceza olarak anlamlandırılır ve yadsıma
e�iliminin sonuçlarına sistematik olarak maruz bırakılır. Ortaça�’da ruhu Tanrı’ya
ula�tırmak adına bedene gerek do�rudan gerekse yeme, konu�ma ya da cinsellik gibi
ihtiyaçlara dönük oruçlarla dolaylı olarak i�kence etmenin neredeyse farz olarak
algılanması, ya�amla mücadelenin boyutlarındaki derinle�meyi gösterir. Bu
derinle�meyle birlikte ya�amı ku�atan bir sisteme dönü�en Hıristiyanlı�ın çökü�ü,
geride kapsadı�ı alanın büyüklü�ü oranında muazzam bir bo�luk bırakır. Modern
ça�ın inançsız insanının varolma tarzı ise bu bo�lukla �ekillenir. Bu anlamda
nihilizm, “gücün uzun zaman bo�a harcanmasının bilincidir, ‘bo�unalı�ın’ kahrıdır,
güvensizliktir, insanın kendini her hangi bir �ekilde dinlendirmesi için kendini her
6
hangi bir �eyle yatı�tırmaya fırsat bulamamasıdır. Sanki insanın çok uzun süre
kendini aldatmı� gibi kendinden utanmasıdır” (Nietzsche, 2002: 26). Nietzsche’ye
göre, insanın, sırf de�erine inanabilmek için tasarladı�ı bu bütünün ardından ya�adı�ı
inançsızlık kendisini en yetkin biçimde Schopenhauercu kötümserlik olarak gösterir.
Schopenhauer’a göre, ya�am de�ersizli�iyle birlikte kör bir irade olarak tasarlanır.
�radenin açılımı olan bu de�ersiz, durmadan isteyen dünyada insanın yapması
gereken doymak bilmeyen iste�ine kar�ı direnmek ve neredeyse eylememektir.
�nsan, ya�amın de�ersizli�inin yarattı�ı acısını ancak iste�inin tersine hareket
etmekle ve eylemsizlikle azaltabilir (Weber, 1998: 382-386). Nihilizmin de�erlere
oldu�u kadar ya�ama da e�it uzaklıkta bulunmayı ö�ütleyen Schopenhauercu türü,
Nietzsche tarafından “pasif nihilizm” olarak kategorize edilir. Nietzsche, özü
itibariyle eylemsizli�i salık veren her yakla�ımı “pasif nihilizm” olarak tanımlar
(Nietzsche, 2002: 29). Bu anlamda Schopenhauer, Tanrı adına eylememeyi
ö�ütleyen �sa’dan farklı de�ildir. Nietzsche’nin ele�tirisinin oda�ı her ikisinin de
ya�am kar�ıtlı�ı ve bunun ifadesi olan eylemsizliktir (Deleuze, 2001 : 111).
Nihilizm, Batı medeniyetinin “décadence”ının su yüzüne çıktı�ı ve anlamına en
yakın oldu�u süreci ifade etmesi yanında büyük bir olana�ı içinde barındırmasıyla
gündeme ta�ınır. Avrupa nihilizmi, yüz yıllara yayılan kültürel décadence’ın son
noktası oldu�u kadar aynı zamanda insanın, Tanrı’nın ölümünün ardından dünyaya
anlamını verecek esas yaratıcıya dönü�mesindeki ön a�amayı ifade eder (A.g.m:112).
Nietzsche’nin insanda bulabildi�i tek iyi yön onun bu a�amanın sonunda alt edilecek
olması, ba�ka bir deyi�le süreç olmasıdır. Ona göre, insan hayvanla “üstinsan”
7
arasında gerilmi� bir ip olarak, Zerdü�t’ün gelece�ini müjdeledi�i dünyaya anlamını
yeniden ve hiç olmadı�ı haliyle kazandıracak olan “üstinsan” dolayısıyla önemlidir.
“Dionysosçu tip”, “çocuk” ya da “Deccal” olarak da adlandırılan “üstinsan”ın
yaratıcı eylemi, ya�amın çokluk ve çe�itlilik içinde kendini bengi biçimde �evkle
yıkan ve yeniden yapan yaratmasının uzantısıdır. “Üstinsan”ın yaratıcılı�ı, insanın
zayıflı�ından dolayı yaratıcılı�ını stabilize etme içgüdüsünün aksine yıkma
içgüdüsüyle tamamlanır. Bu nedenle yaratması çocuk oyunundan farksızdır.
Nietzsche’nin üstinsanı çocuk metaforuyla betimlemesinin en önemli nedeni onun
belleksizli�iyle alakalıdır. Kendi üzerinde dönen tekerlek olarak betimlenen çocuk
için asli olan oyun oynamaktır. O, oyun kurar ve yıkar, kendisini ba�ka ba�ka
oyunların öznesi olarak yeniden anlamlandırır. Çocuk, hiçbir oyuna ba�lanmayacak
kadar belleksizdir, aynı zamanda hiçbir oyun yaratıcısına a�kın olmadı�ı için de
yıkıcı eylemi suç de�ildir (Nietzsche, 2000: 30).
Nihilizm, “üstinsan”ın ortaya çıkı�ı için gereken özgürlük zemini olarak
olumlanmakla kalmaz insanın, yüzyıllarca yurtta�lı�ı altında ezilen bireyselli�ini
ke�fetmesinin zemini olarak da olumlanır. Kendisini yalnızca mevcut toplumsal
düzen içinde güvende hisseden ve zayıf olarak tanımlanan “sürü insanı” de�erlerin
dima�ından giderek silinen a�kınlı�ın ardından kültürdeki hâkimiyetinin dayana�ını
yitirir. Dolayısıyla Nietzsche tarafından nihilizmle ifade edilen bu süreç toplumun
“sürü insanına” dönü�erek evcille�mi�, yaratmaya kabiliyetli ya da güçlü olarak
nitelenen bireyleri açısından avantajdır (Baykan, 1989: 106). Ona göre, ki�i
de�ersizle�menin yarattı�ı dü� kırıklı�ı ve inançsızlıkla kamburunu sırtında ta�ıyan
deveden farksız, kendi çölüne yalnız ba�ına yolcu olur. Bireysel varlı�ının ahlâki
8
de�erler altında alçaldı�ını ayrımsayan ruhun, yerle�ik de�erleriyle hesapla�ması
gerekir. Tanrısız çöllere gidip yüre�ini parçalayan ki�i kendini hasta kılan iç sesini,
vicdanını söküp atmalıdır (Nietzsche, 2000: 87). Böylece hakikat u�runa kendini
de�erden dü�ürmesine son verecek güce ya�amın sava� okulunda eri�ir (Nietzsche,
2005 a: 8). “Kendi dü�manınızı aramalısınız, kendi sava�ınızı vermelisiniz ve kendi
dü�ünceleriniz u�runa! Ve �ayet yenilirse dü�ünceleriniz, yine de dürüstlü�ünüz
zafer naraları atmalıdır bunun için!” (A.g.e: 45) Görüldü�ü gibi Nietzsche’nin
insanın bireyselle�mesindeki öngördü�ü ilk ödev, alı�kanlıklarının tüm
buyurganlı�ına kar�ı çıkarak kendini hatırlaması ve sava�arak güçlendirmesidir.
Ki�inin kendi kendisiyle yürütece�i bu sava�ta mutlak zafer ahlâki varlı�ına kar�ı her
durumda bireysel varlı�ına aittir. Ki�i “�anslıysa” bu süreçte kendini-a�maya sadakat
erdemini kazanır ve üstinsan olmaya giden süreçte öze yabancıla�madan aslanla
simgelenen ikinci basama�a geçebilir (Baykan, 1989: 108).
�nsanın ahlâki de�er yargılarına itaat e�ilimiyle sava�masında ikinci basamak,
özgürlü�ünü kazanmasına yöneliktir. Ki�inin kendi varlı�ının efendisi olması için
son sava�ması gereken “büyük ejder”, “Yapmalısın”dır. Buna kar�ı kendi
özgürlü�ünü zorla alma yolunda güçlenmi� ruh “istiyorum”der. Kendisine özgürlük
yaratmak için ahlâka ve alı�kanlıklarına “kutsal bir Hayır”ı görev bilen aslan, “yırtıcı
hayvan” mayasını açı�a çıkarır (Nietzsche 2000: 29-30). Aslan ile simgelenen bu
a�amanın ardından ruhun çocukla�aca�ı öngörülür.2 Filozofun ancak çocukta
2 Nietzsche’nin Böyle Buyurdu Zerdü�t’te deve, aslan ve çocuk olarak betimledi�i ruhun de�i�im basamakları “üstinsan”a ula�madaki zorunlu basamaklardır. Fakat nihilizmin olana�ı olarak öne sürülen üstinsan, bütün insanların ula�abilece�i bir hedef de�ildir. Bu, amaç yalnızca genetik olarak ruhsal sava�ını kazanma gücüne sahip ki�ilerce gerçekle�tirilebilir. Yani filozof, üstinsan kavramıyla ifade etti�i ayrıcalıklı bir grubun zorunlu geli�im basamaklarını sunmaktadır. Sıradan insan, bu süreçte “üstinsan” dolayımıyla kazanç sa�lar.
9
buldu�u yeterlilik yırtıcı hayvanın olumsuzlayıcılı�ının, olumlamaya dönü�mesidir.
Bu anlamda kendini a�manın, kendi olmanın belirtisi ya�ama “kutsal bir Evet”tir.
Ya�amın sonsuza dek, sınır tanımadan yok olup yeniden do�u�unu ifade eden “bengi
dönü�” kavramına paralel olarak üstinsan, ya�amın tüm olanaklarına ve kendisine
açık bir varolma tarzını ifade eder. Yüksek ruhun alameti olarak belirtilen amor
fati(yazgı sevgisi) üstinsanın vasfıdır. Bu, “(…) insanın hiçbir �eyi geçmi�te,
gelecekte, sonsuza dek ba�ka türlü istememesidir.”, çünkü ya�amın kendisi de kendi
üzerinde dönen tekerlekten farklı de�ildir (Nietzsche, 2003b: 46). Nietzsche, Hegel
diyalekti�inden farklı ve ona kar�ı olarak ba�langıç-son arasında ilerlemeye dair her
hangi bir a�ama kabul etmez. Ona göre“olu�”, ya�amın hareketinin döngüselli�ine
ba�lı olarak anla�ılmalıdır (Deleuze, 2001: 120-123).
Nietzsche’nin felsefenin gündemine ta�ıdı�ı nihilizm; “üstinsan”, “sürü insanı”,
“bengi dönü�”, “güç istenci” gibi kavramları geli�tirmesine ve Batı medeniyetinin
çürük temellerini göstermesine olanak tanır. Descartes’ın “bilen özne”sinin “ortaya
çıkardı�ı” düalite problemiyle u�ra�an filozofların aksine Nietzsche, problemin
kayna�ını Sokrates’ı içinden çıkaran kültüre ba�lar. Böylelikle bu problemin ya�amı
bilgiye sı�dırma “hastalı�ından” kaynaklandı�ı, bunun da “décadence”ın felsefi
görünümü oldu�u ortaya koyulur. Nietzsche’nin Batı dü�ünme kültürünün en önemli
ve büyük kısmını “décadence” olarak kabul ettirmede ba�arılı olup olmadı�ı tartı�ılır.
Fakat Sokrates’a dayanan kültürün bilgiyle, hiyerar�isini me�rula�tırdı�ı kavram
çiftlerinden ikibinbe�yüzyıl boyunca göz ardı edilen, hatta lanetlenen kısmın sözü
edilen me�ru zemininin Nietzsche’yle derinden sarsıldı�ı tartı�masız kabul
10
edilmelidir. 20.yy.’da beden, duygu, kadın, görüngü, iktidar gibi kavramları dü�ünme
kültüründe haketti�i yere oturtmak isteyen dü�ünürlerin (M. Heidegger, L. Irigaray,
M. Foucault...) yolunun Nietzsche’den geçmesi bunun kanıtıdır. Nietzsche’nin bizim
açımızdan önemi ise, kültürden dı�lanmı� bu kavramları Dionysos adı altında
birle�tirmesi ve dı�layan kültürü “décadence” kavramıyla ili�kilendirmesidir.
Buradan hareketle varolu� ve yazgı kavramlarının kültür içindeki anlamına dair
görü� kazanabiliriz. Bunun için i�e Nietzsche’nin ba�ladı�ı yerden, tragedyadan ve
ba�ka bir kültürün olana�ı olan trajik ça�dan ba�lamalıyız. Bu gereklili�i yalnızca
yazgı, trajiklik, varolu� kavramlarının ve pre-Sokratik dönemin de�il, Nietzsche’nin
de ke�fi ve anla�ılma ko�ulu olarak sunuyoruz.
2.“Tragedyanın Ölümü”nün Nietzsche Felsefesindeki Önemi
“Tragedyanın Do�u�u”, Nietzsche’nin tüm ya�amı boyunca �ekillendirdi�i
felsefesinin ba�langıcı, aynı zamanda da sonu olması bakımından
de�erlendirilmelidir. “Ba�langıç son, son ba�langıçtır” düsturuna dayanarak
diyebiliriz ki “De�erleri yeniden de�erlendirme denemesi” yani Nietzsche’nin son
yapıtı, söz konusu ki�i bir ahlâk kar�ıtıysa esteti�e, Tragedyanın Do�u�u’una, ilk
yapıtına tutarlılıkla ba�lanır. Bu iddia tam deste�ini bulmak için son yapıta
gereksinmez bile...“Böylelikle, yeniden, ba�ladı�ım noktaya geliyorum.-
‘Tragedyanın Do�u�u’ benim tüm de�erleri yeniden de�erlendiri�imdi: böylelikle
yeniden uzanıyorum, benim istememin, yapabilmemin ye�erdi�i topra�a- ben, filozof
Dionysos’un son havarisi,- ben, bengi dönü�ün ö�retmeni...” (Nietzsche, 2005a :112)
Nietzsche bu sözleriyle eserinin önemini açıkça gösterir. Fakat burada çok önemli bir
11
�ey daha görülmelidir: Tragedyanın ve trajikli�in ba�langıç-son döngüsünde yatan
anlamı. Aslında Martin Heidegger’i arkamıza alarak anlamın kendisinin bu
döngüden ba�ka bir yerde aranamayaca�ını belirtmeliyiz. Elbette ba�langıç ve sonu,
do�um ve ölümle -ölüm ve do�umun bir kerelik, ba�langıç ve sonun bengi oldu�unu
gözetmek kaydıyla- e�le�tirerek dü�ünüyoruz. Nietzsche, tragedyanın do�u�unu,
ölümü açısından; tragedyanın ölümünü de Tanrı’nın do�u�u ve ölümü açısından
önemser. Ona göre trajiklik, insanın hiç olmasına ra�men yazgısını ve hiç olan
ya�amı de�erlendirerek olumlamasıdır (amor fati). Tragedyanın do�u�u, varolu�un
ve ya�amın bu türden olumlanı�ının ürünüdür. Tragedyanın ölümünden sonra ise
ya�amın “hakikat” için feda edildi�i ahlâk temelinde bir varolu�un etkin hale geldi�i
görülür. (Nietzsche, 2005a: 79-80) O halde bu anlamla birlikte Sokrates’ten önceki
Yunan kültürünü, Platon’u hazırlaması bakımından kendine konu edinen ikibinyılı
a�mı� gelene�i ele�tirmenin Nietzsche’nin projesinin yalnızca küçük bir bölümü
oldu�unu söyleyebiliriz. Sokrates ve Platon’un gölgelediklerinden ve nihayetinde
ona ba�lanan gelene�in unutup-unutturduklarından olu�an bir dü�ünce biçimi
geli�tirmek: Ecce Nietzsche!
3. Tezin �çeri�i ve �zle�i
Gölgede kalmı� kültür ve onun en �a�kınlık uyandıran ürünü tragedya nasıl
anla�ılabilir ve çözümlenebilir? Bu, Nietzsche’nin Tragedyanın Do�u�u adlı eserinin
geri planındaki sorudur. Nietzsche, 20.yy.’ın dü�ünme kültürü içinde artan bir ilgiyle
irdelenen Sokrates öncesi Yunan kültürünün, tragedya ve trajiklik ba�lamında
çözümlenmesine ilk eseriyle katkıda bulunur. �nsanı varolu� kavramıyla birlikte
12
anlamanın do�al olarak öne çıkardı�ı yazgı, trajiklik ve ölümlülük gibi kavramlar,
ister istemez “trajik ça�”ın, tragedyanın dolayısıyla da Nietzsche’nin önemini
perçinler. Gerek 20.yy.’ın dü�ünme kültüründeki sözünü etti�imiz ilgi gerekse
Nietzsche’nin felsefesindeki yeri dolayısıyla tragedyanın do�u�u, gölgede kalmı�
Yunan kültürünün ve Nietzsche felsefesinin anla�ılmasında çözümlenmeye
muhtaçtır. Çünkü Nietzsche’nin iddiasına göre tragedyayı içinden çıkaran kültür,
Batı’nın nihilizmin kuca�ına dü�mü� kültürüyle kıyaslandı�ında “sa�lıklı”dır.
Dolayısıyla “sa�lıklı” kültürdeki yazgı anlayı�ı nihilizmin sonunu getirecek
“üstinsan”ın yazgısıyla �ekillenecek yeni kültürün prototipidir. Bu bakımdan
tragedyadaki de�i�im, sa�lıklılıktan hastalıklılı�a “dü�ü�ü” ortaya koymakta ön açıcı
olacaktır. Bu tezde, Nietzsche’nin sınırlı biçimde ele aldı�ı tragedyanın do�u�undan
ölümüne giden süreci, “décadence” kavramına ba�lı olarak irdeleyece�iz. Amacımız,
Yunan tragedyasının geçirdi�i evreleri Nietzsche’nin ba�vurdu�u Zincire Vurulmu�
Prometheus, Kral Oidipus ve Bakkhalar tragedyalarıyla sınırlı bir biçimde tartı�mak
ve “décadence” kavramıyla ili�kilendirmektir.
Nietzsche, tragedyanın bozulmamı� halinin modern zihinlerce anla�ılamayaca�ını
savunur çünkü, tragedya do�du�u gibi ölür, çarçabuk gömülür ve kulaktan kula�a
anılır (Megill, 1998: 124). Fakat bu, tragedyanın adına uygun yazgısıyla,
tragedyadaki yazgısallı�ın birbirine te�et ili�kisine ula�ılamayaca�ı anlamına
gelmez. Tezimizin ana savı tragedyadaki yazgısallı�ın tragedyanın ve kültürün
“décadence”ına ba�lı olarak de�i�ti�idir. Nietzsche, tragedyanın do�umunu ve
bozulmasını aynı yazarda, Aiskhylos’da bulur, Sophokles bozulmanın ikinci halkası,
Euripides ise ölümün ve çürümenin ba�langıcıdır (Güçbilmez, 2006: 38).
13
Nietzsche’nin devrimci yönü, bu süreci de�erlendirirken insanın varolu�un terörüne
kar�ı aldı�ı tavrı, iki farklı varolma tarzını (köle- efendi) ve bunların birbirleriyle
ili�kisini tarihselli�i içinde görmemize olanak tanıyacak biçimde sunmasıdır.
Nietzsche, ya�amı güç istenci metaforuyla “güçlü” ve “zayıf” tiplerin dayana�ı
olarak sunar. Bu tiplerin kendi varolu�unu kavrama tarzları ise estetik ve ahlâk
temelinde ayrılır. Nietzsche Dionysosçu kötümserli�i, esteti�in Apollonca ve
Dionysosça olan yaratı türlerini bünyesinde ta�ıyan tragedyayı do�uran Yunan tini
aracılı�ıyla örnekler. Bunlara dayanarak güçlü tipin, ya da “efendi”nin varolu�u
kavrama tarzını tragedyanın do�u�u olayı altında ele alaca�ız. Nietzsche’nin uzun
uzadıya tartı�tı�ı de�er alanlarındaki zayıf tipi kar�ılayan “köle” egemenli�i, tarihsel
olarak tragedyanın ölümüyle ve çürümesiyle ba�lar. Bu anlamda Nietzsche’nin ilk
eserinin önemi estetik ve ahlâk arasındaki çatı�mayı ve ahlâkın estetik üzerindeki
egemenli�ini anlatmasında yatar. Bu çalı�madaki amacımız tragedyanın içinden
geçti�i süreci varolu�un kavranmasındaki tavır farkını gösterecek biçimde
serimlemek ve yazgının nasıl ahlâkın aracına dönü�tü�ünü göstermektir. Bu amaçla
öncelikli olarak sa�lıklı kültürün tragedyadaki kar�ılı�ını, Dionysos-Apollon birli�ini
ve bunun tragedyadaki görünümünü de�erlendirece�iz. Bu de�erlendirme
Nietzsche’nin Dionysosçu kötümserlikten ya da efendinin varolu�unu kavrama tarzı
olarak estetikten ne anladı�ı göstermek için gereklidir. Sonrasında tragedyanın
geçirdi�i de�i�imi ifade eden Dionysos-Apollon birli�indeki bozulmayı “décadence”
kavramı ekseninde tartı�aca�ız çünkü, ya�amın ve sanatın olumsuzlanması, zayıfın
kendi varolma tarzını haklandırması do�rudan “décadence” kavramına i�aret eder.
Nietzsche’nin “güç istenci”, “décadence”, “nihilizm”, “güçlü” gibi kavramlarının
14
genellikle “Tanrı’nın ölümü” ile ba�layan süreç içinde tartı�ılmasının aksine, biz
konuyu “tragedyanın ölümü” çerçevesinde tartı�aca�ız. Böylelikle Nietzsche’nin
Batı dü�ünme kültürünün çürük temellerini göstermek yani Sokrates sorununa
geçmek için basamak olarak kullandı�ı tragedyanın ölümünü merkeze alarak
“décadence”ı tartı�mı� olaca�ız. Nietzsche’nin aksine “Sokrates sorununu” tarihte ilk
kez ortaya koymak gibi bir amacımız olmadı�ından, Sokrates’ın gölgesinde kalan
Euripides’i biraz daha öne çıkararak tartı�ma �ansımızı de�erlendirece�iz. Bu amaçla
çalı�mada Yunan tragedyalarını sınırlandırılmı� biçimde, Apollon-Dionysos
birli�inin da�ılması olarak yazgı, koro, mitos, trajik kahraman ba�lamında kendimize
yakınla�tıraca�ız. Sokrates, Platon ve Aristoteles’nun estetik kar�ıtı tutumu ise
“décadence”a u�ramı� tragedyanın dü�ünsel zeminini olu�turmaları bakımından
Antik Yunan’ın karanlıkta kaldı�ı iddia edilen noktasına ı�ık tutmamıza yardımcı
olacaktır.
Çalı�manın birinci bölümünde sırasıyla; Antik Yunan’ın anla�ılmasında Tragedyanın
Do�u�u’nun Dionysosça kötümserlik temelinde alternatif olarak sunulmasından
ba�layarak, Dionysos-Apollon birli�inin belirtilen tragedyalardaki etkinli�ine ve
Aiskhylos, Sophokles ve Euripides’in bu ili�ki ba�lamında de�erlendirilmesine yer
verece�iz. Burada tragedyanın mitolojik kökeninden yola çıkarak erken tragedyayı,
tragedyanın dönü�ümünde Aiskhylos, Sophokles ve Euripides’in rolünü görebilmek
için gündeme ta�ıyaca�ız. Temel amacımız Apollon-Dionysos ikili�inin de�i�imine
dayanarak bu de�i�imin varolu�sal geri planını gösterebilmektir.
�kinci bölümde ise, tragedyanın do�umunu, ölümünü ve çürümesini “décadence”
15
kavramı e�li�inde tartı�aca�ız. Bu bölümde Dionysos imgesini “güç istenci”
kavramıyla de�erlendirecek ve Euripides tragedyalarının décadence’a u�ramı�
kültürle ili�kisine de�inece�iz. Bunun için köle ahlakının de�erler alanında egemen
hale geli�ini Sokrates ve Platon’dan yola çıkarak tragedyanın akıbetine ba�layaca�ız.
Tragedyanın ölümü vakasında kar�ımıza çıkan isim olan Euripides’i, Sokrates’la
ba�layan ahlâkın estetik üzerindeki tahakkümünü göstermek için tekrar
de�erlendirece�iz. Böylece tragedyanın geçirdi�i süreci sınırlı da olsa niteliksel ve
niceliksel dinamiklerine ba�lı olarak göstermeye çalı�aca�ız.
B�R�NC� BÖLÜM: NIETZSCHE’N�N TRAGEDYA ANLAYI�I
1.1 Tragedyanın Do�u�u’na Giri�
Tragedyanın Do�u�u yayımlandıktan sonra bilim çevrelerince ya genel kanıların
dı�ına fazlaca çıkıldı�ı ve “bilgece” olmadı�ı gerekçesiyle yerilir ya da Yunan
sanatının köklerini açıklamı� olması bakımından övülür. Fakat her iki durum da
eserin, dönemini sarstı�ının kanıtıdır. Nietzsche, bu ilk eseriyle tragedyanın
psikolojik motiflerini ortaya koyarken Johann Joachim Winckelmann ve Lessing gibi
sanat tarihçilerinin görü�lerindeki bo�lu�u görür. 18.yy.’ın ortalarında Klâsik Yunan
sanatındaki ve tragedyalardaki güzelli�i Apollon ve Laocoön heykellerinden
çıkarsayan Winckelmann, Yunan eserlerindeki harmoniyi mutlu Yunan eylemi
olarak açıklar ve Yunan sanatının güzelli�ini ise “soylu yalınlık ve sakin ihti�am”la
formüle eder ki bu formülün mükemmel i�leyi�ini Platon’un diyaloglarında bulur.3
Ona göre, sanatçının mutlulu�unu yansıtan tragedyalar izleyicisinin e�lencesidir
(Sweet, 1999: 347).
Gotthold Ephraim Lessing, Winckelman’ın heykellerden yola çıkarak Yunan sanatını
mutluluk konseptine yerle�tirmesinin bir genelleme zaafı oldu�unu ileri sürer. Ona
göre, Winckelmann’ın gözardı etti�i tragedya; umutsuzluk, acı ve çılgınlı�ın
ifadesidir. Sözgelimi Aiskhylos’un Orestia üçlemesinde Klytaimestra’nın kocasının
ölümü kar�ısında aldı�ı tutum, ne soylulukla ne ihti�amla ne de güzellikle
3 Laocoön, Apollon tapına�ının rahibidir. Laocoön, Apollon heykeli önünde karısıyla sevi�erek Apollon’un öfkesini üstüne çeker. Apollon’un öfkesi iki o�luyla birlikte yılanlar tarafından bo�ularak korkunç bir biçimde can vermesine neden olur (Erhat, 2003: 192).
17
açıklanabilir. Kısaca Lessing’in Winckelmann’a görsel sanatlarla edebiyatı
birbirinden ayırması önerisinde bulundu�unu söyleyebiliriz (A.g.m: 349).
Nietzsche, Lessing’in ele�tirisini, tragedyanın mutlu Yunan toplulu�unun yansıması
olarak anla�ılmaması gerekti�i noktasında sahiplenir. Aynı zamanda görsel ve görsel
olmayan sanatlar arasındaki ayrımı yerinde bulur ve Yunan sanatında gözlenen
sükûnetin karanlık ve yüzeysel olmayan kısmının tragedyada açı�a çıktı�ını savunur.
Bu anlamda Nietzsche’nin görevi, sözünü etti�imiz birbirine kar�ıt iki sanatı(yontu
ve tragedya) insanın varolu�unun iki yüzü olarak ortaya koymaktır. Nietzsche,
“décadent” de�erlere kar�ı üstinsan eldivenini eline geçirdikten, yani “Tragedyanın
Do�u�u” yayımlandıktan ondörtyıl sonra kendi ele�tirisini verir ve o dönem kendini
me�gul eden sorunları geli�tirmeyi amaçladı�ı yeni anlayı�ın sınırlarını belirleyerek
�u �ekilde dile getirir: “Müzik ve tragedya? Yunanlılar ve tragedya müzi�i?
Yunanlılar ve kötümserli�in sanat yapıtı? Bugüne kadarki insanların en e�itimli, en
güzel, en gıpta edilen, ya�amaya en çok ayartan türü? Yunanlılar- nasıl? Tam da
onlar mı tragedyaya gereksinmi�lerdi? Dahası sanata? Niçin Yunan sanatı?”
(Nietzsche, 2005 b:10) Winckelmann ve Lessing’in Yunan sanatına dair yorumlarına
kar�ı, tragedyanın do�u�unun insan varolu�una ba�lı olarak ve ziyadesiyle Apollonca
ve Dionysosça ile ifade edilen iki kavram e�li�inde serimlenmesi Nietzsche’nin
anlayı�ını özetler. Fakat bu anlayı�ın Nietzsche’yi tragedya konusunda otorite kılan
en önemli kısmı, tragedyanın do�umundan ölümüne giden süreci ve sonrasını
kapsamasıdır. Bir ba�ka deyi�le Nietzsche, varolu�un do�um ve ölümle ili�kisine
paralel bir biçimde tragedyanın do�u�uyla ölümü dolayısıyla ilgilenir.
18
Do�um-ölüm ve çürüme kavramları açısından bakıldı�ında tragedya, Nietzsche’nin
ilgilendi�i tek vaka de�ildir. Modern ça�ın kriti�inde kendine seçti�i en stratejik
nokta Yunanlılar’ın trajik ça�ına gözardı edilemeyecek biçimde ba�lanır. O da ilk
kez “�en Bilim”de dile getirdi�i Tanrı’nın ölümüdür. Bu ba�ıntıyı gösterebilmek
için, pazar yerinde hiçbir �ey bilmedi�ini yani bildi�i tek �eyi söyleyerek dola�an
Sokrates’tan ilk bakı�ta tek farkı tela�ı olan “kaçık adam”ın sözlerine bakmak
gerekir.
“Tanrı nerde?’ diye sorar, ‘�unu da ekleyece�im, onu biz öldürdük- sizlerle ben! Onun katilleriyiz hepimiz. Ama bunu nasıl yaptık? Denizi kim içebilir? Bütün çevreni silmemiz için bize bu süngeri kim verdi? Onu güne�in zincirinden kurtarır iken ne yaptık biz yeryüzünde? Nereye gidiyor �imdi dünya, biz nereye gidiyoruz? Bütün güne�lerden uza�a mı? Sürekli, bo� yere geriye, öne, yana, bütün yönlere atılıp durmuyor muyuz? Üst alt kaldı mı? Sanki sonsuz bir hiçte yolumuzu yitirmiyor muyuz? Bo� uzayın solu�unu duymuyor muyuz? Hava giderek so�uyor mu? Giderek daha çok gece gelmiyor mu? Ö�leden önce fenerleri yakmak gerekmiyor mu? Tanrıyı gömen mezar kazıcılarının yaygarasından ba�ka bir ses duyuyor muyuz? Tanrısal çürümeden – Tanrının çürümesinden ba�ka koku duyuyor muyuz? Tanrı da çürüdü. Tanrı öldü! Tanrı ölü! Onu öldüren biziz!” (Nietzsche, 2003c: 130)
Kaçık adam neden dolayı acı çekmektedir? Bütün bir ya�ama anlamını veren
a�kınlı�ın öldürülmü� olmasından mı? Bunun sonucunda eylemlerinde gereksindi�i
amaçtan yoksun kalmasından mı? Tanrı’nın öldürülebilmesinin ona
dü�ündürdüklerinden mi? Peki ya Tanrı’nın ölümünün ardından dayanak
olduklarının varlı�ına ne demeli? Belki de asıl mesele yaratıcıyı, yaratı�ın
öldürmesinde yatıyordur. �üphesiz bu soruların hepsi “kaçık adam”ın acısının
çözümlenmesine katkı sa�lar. Ancak onun trajikli�ini anlamanın yolu, acısını geç
kalmı� bilgiyle ili�kilendirmekten geçer. Nietzsche, dikkati Tanrı’dan, yaratıcıyı
öldürenin yaratık olmasına daha önemlisi bu farkındalı�ın geç –“çürüme” den sonra-
gelmesine çeker. Kaçık adam yalnızca geçmi�in farkında de�ildir. Vuku bulmu�
eylemin korkunç sonucu sorumluluktur. Bu eylem insan için “fazla büyük” oldu�u
için sorumluluk kimse tarafından yüklenilemez. �imdi ortaya çıkan ikilem �udur: geç
19
kalınmı� bilginin erken idrakçisi kaçık adam ne eylemi geri çevirebilir ne de
büyüklü�ünden dolayı sorumlulu�unu yüklenebilir (A.g.e: 131). Varlı�ına a�ır bu
bilgiyle kaçık adam nasıl ya�ayabilir? Belki hiçkimsenin umurunda olmayan bu
bilgiyi alıp “bu tekinsiz olagelmeden” Scheopenhauercu anlamda el etek çekmelidir
ya da farkındalı�ı ça�ıran kaçıklı�ına lanet okumalıdır. Seçenekler ço�altılabilir,
fakat önemli olan, kendi yarattı�ı de�erlere Tanrı aracılı�ıyla a�kınlık atfedip,
bilinçsiz eylemiyle ondan kurtulmu� insanın, farkındalı�ından dolayı çekti�i acısını
ve ya�amını haklandırmak zorunda oldu�udur. Çünkü bütün de�erlerin kendisine
referansta bulundu�u Tanrı’nın ölümünden geriye “ya�amın de�eri nedir?” problemi
kalır (Ansell-Pearson,1998:24).
E�er kendinden menkul bir de�eri yoksa ya�am, acısına ra�men ya�anmaya de�er
midir? Bu problem Nietzsche’nin daha önce çözümledi�i “trajik ça�”ın do�u�una-
ölümüne ve çökü�üne yani Tanrı’nın ölümü olarak ifade etti�imiz ikinci vakanın
ba�langıcına ba�lanır. Sokrates ve Platon’un önderli�inde geli�tirilen iyimserli�in
dayana�ı olan a�kın de�erler ö�retisi “çürüdüyse”, Sokrates öncesi kültürün, yani
ya�amın aslına uygun kavranı�ına örnek olan dönemin referans ve umut olması
�a�ırtıcı de�ildir. Fakat bu noktada Nietzsche, Sokratescı dü�ünme kültürünün iflasını
ifade eden Nihilizmin, kendini açı�a vurdu�u Schopenhauercu kötümserli�e
alternatif bir kötümserlik geli�tirmelidir. Bu yeni kötümserlik ise “kaçık adam”ın
Zerdü�t’e dönü�tü�ü, “Hiçbir zaman daha büyük bir eylem olmadı, �u da var ki,
bizden sonra do�acak olan, bu eylem yüzünden �imdiye kadarki tarihlerden daha
yüksek bir tarihin parçası olacak!” (Nietzsche, 2003 c: 130) inancına kaynaklık etsin.
Tespitimizi Nietzsche’nin �u sorusuyla destekleyebiliriz: “Kötümserlik zorunlu
20
olarak çökü�ün, yıkılı�ın, ba�arısızlı�ın, yorgun ve zayıf dü�mü� içgüdülerin i�areti
midir?” (Nietzsche, 2005 b: 8) Buradan hareketle onun, pasif nihilist kategorisinde
algıladı�ı Schopenhauer’ın kötümserli�ine kar�ı, kötümserli�in güç emaresi olan
ba�ka bir ifadeyle ya�amı olumlayan türünü aradı�ını belirtebiliriz (Young, 1992:
27). Dolayısıyla Yunanlıların ya�am, ölüm, acı ve varolma kavramlarını nasıl
kavradıklarına bakar, bunların hepsini birden kar�ılayan soruyu sorar:“ Dionysosçu
olan nedir?” (Nietzsche, 2005 b: 11) Sonuç olarak, Nietzsche’nin iki tür kötümserli�i
ve iyimserli�i açı�a çıkaran durumu, trajik ça�ın kötümserli�ini Schopenhauercu
kötümserlikten ayırmak ve trajik ça�ın sonunu iyimserlikle ili�kilendirmek suretiyle
ortaya koymaya çalı�tı�ı açıktır.
Schopenhauer, ya�amın gerçek bir doyum ve haz sa�layamayaca�ını temele alarak,
Yunanlıların trajik olanı yükseltme e�ilimlerini ya�ama yüz çevirmeye ve teslimiyete
ba�lar. Ona göre tragedya, Yunanlıların ya�am kar�ıtlı�ının dı�a vurumudur
(Janaway, 2007: 111-112). Schopenhauercu kötümserli�in tragedyayı do�uran
e�ilimi ya�am kar�ıtlı�ına denk tutması Nietzsche’nin hem nihilizmle hem de trajik
ça�ın çözülü�üyle hesapla�ması açısından önem ta�ır. Bu anlamda Nietzsche’nin
tragedya anlayı�ıyla hesapla�tı�ı ilk dü�ünür, kendisi açısından modern “çökü�
ça�ı”nı “trajik ça�”la ili�kilendirmeye elveri�li olan Schopenhauer’dur. �kinci
dü�ünürü ise yukarıda sözü edilen kötümserlik ve iyimserlik ayrımının dayandı�ı �u
sorularla belirleyebiliriz: “Temel sorulardan biri Yunanlıların acıyla ili�kisi, bunun
duyarlılık derecesidir,- bu ili�ki hep aynı mı kalmı�tır? Yoksa tersine mi
dönmü�tür?” (Nietzsche, 2005b: 11) Tragedyanın do�umu, ölümü ve çürümesini
gündeme ta�ıyan Nietzsche’ye göre, Yunanlıların acıyla ili�kisi bu süreç içinde trajik
21
ça�ın sonunu getirecek ölçüde de�i�ir. Dolayısıyla Aristoteles’in tragedyaya ili�kin
günümüze ta�ınmı� en önemli yapıt olan Poetika’da iddia etti�i gibi bu süreci
“yetkinle�me” ile nitelemek mümkün de�ildir. O halde Tragedyanın Do�u�u
Schopenhauer’a oldu�u kadar Aristoteles’ya da güçlü bir “hayır”dır.
Nietzsche Aristoteles’in tragedya ile ilgili görü�lerine birbiriyle ili�kili iki farklı
noktada itiraz eder. Birincisi tragedyanın kendi ba�ına–kökeninden ba�ımsız-bir
sanat dalı olarak incelenmesine ikincisi tragedyanın Aiskhylos’tan Euripides’e
gelinceye kadar adım adım yetkinle�ti�ine dairdir. Bunu Aristoteles’in
Poetika’sından �u pasaja ba�lı olarak tartı�abiliriz:
“...tragedya, varılan her bir geli�me basama�ının yetkinle�tirilmesiyle yava� yava� biçim kazandı. Birbirini kovalayan birçok �ekil de�i�tirmeden sonra da özüne en uygun biçimi bularak bugünkü �ekli elde etmi� oldu. Aishkylos, oyuncuların sayısını birden ikiye çıkardı�ı gibi, koronun yapıttaki payını da azaltarak ba�rolü dialog’ a bıraktı. Sophokles, oyuncu sayısını üçe yükseltti�i gibi, sahne dekorasyonu’nu da tragedya’ya soktu.( Bir ba�ka geli�me basama�ını da) dar çevreli öyküden uygun geni�likte olan bir öyküye geçi� olu�turur. Dil de kendisinden do�mu� oldu�u satyr oyununun kaba dilinden kurtulduktan sonra ancak büyüklü�e ve yüceli�e ula�tı; mısra ölçüsünde de ( trokhaik) tetrametre’nin yerini ( jambik) trimetre aldı. Ba�langıçta tetrametre kullanılıyordu, çünkü trajik �iir satyr oyununa ve dansa yakındı. Fakat (tragik) stil nasıl geli�tiyse, aynı �ekilde ona uygun bir mısra ölçüsü de kendili�inden çıktı. Çünkü bütün ölçüler arasında jambik ölçü, konu�ma tonuna en uygun olanıdır. Gündelik konu�mamız içinde jambik (trimetreleri) sık sık kullanmamız bunun do�rulu�unu gösterir.” (Aristoteles, 1998: 19)
Aristoteles’in bu ifadesi Nietzsche’ye pek anlamlı görünmez çünkü, Aristoteles’nun
yetkinle�me adını verdi�i bu sürecin sonunda tragedyanın öldü�ünü biliyoruz.
Yunanlıların görkemli sanatından geriye ürün veren tek kol olarak yeni Attika
komedyası kalır. Ba�ka bir deyi�le Yunan istencinin akıbeti komedyadır. Bu bilgiler
e�li�inde Aristoteles’in yorumuna dayanarak tragedyanın yetkinle�erek komedyaya
dönü�tü�ünü söylememiz gerekir ki bu da pek mantıklı de�ildir. Nietzsche’nin,
“Yunan’lıların acıyla ili�kisi tersine mi dönmü�tür?” sorusu tam da bu mantıksızlı�ı
çözüme kavu�turmak için sorulur, çünkü Aristoteles yukarıda gösterildi�i gibi,
22
tragedyanın içinden çıktı�ı ve kendisinden beslendi�i kayna�ı, müzi�i - kaba
bularak- gözardı eder. Bu da Aristoteles’nun tragedyayı kayna�ından ba�ımsız
olarak, bir “sanat” olarak de�erlendirdi�ini gösterir. Bu yakla�ım Aristoteles’nun
“katharsis”(arınma) kavramıyla da desteklenir. Tragedyanın ödevinin seyircide
acıma ve korku duyguları uyandırarak ruhsal arınmayı sa�lamak oldu�unu ileri
süren Aristoteles, tragedyanın bu ödevini yerine getirebilmesinin ko�ullarını ortaya
koyar. Ona göre tragedya rastlantının ürünü olmaktan uzak, bu ödevi yerine
getirmeye uygun olarak kurgulanmalıdır (Aristoteles, 1999: 22). Aristoteles’in ifade
etti�imiz bu görü�leri, tragedyanın kuramsal dü�ünceye konu edili�ine örmek olarak
algılanmalıdır. Nietzsche açısından kuramsal dü�ünceye konu olan tragedya ise,
estetik de�il, ahlâkla anlamlandırılabilir.
Nietzsche açısından Aiskhylos, Sophokles ve Euripides, tragedyanın köklerinden
ayrılmasının aktörleridir. Tragedyanın müzikten arıtılması konusunda neredeyse
birbiriyle yarı�an bu yazarların, Aristoteles’le benzer estetik kaygıları payla�tıkları
dü�ünülebilir. Peki, bu estetik anlayı� trajik dü�üncenin ya da Yunanlıların acıyla
ili�kisinin ne kadar dı�ındadır? �imdi bu ili�kinin dı�ında tümüyle öznel bir estetik
anlayı�ının geli�tirilip tragedyaya uygulandı�ını mı, yoksa bu estetik anlayı�ının
acıyla ili�kinin yeni formu olarak ortaya çıktı�ını mı savlayaca�ız? Bu ili�kinin
de�i�imine bir soykütükçü olarak yakla�an Nietzsche, ne tragedyayı ne de tragedyayı
kapsayan herhangi bir estetik anlayı�ı öznel bir edim olarak de�erlendirmez. Bu
yüzden tragedyayı kökeni ba�lamında ele alarak, onu kapsayan estetik yakla�ımları
tragedyayı içinden çıkaran kültürdeki bozulmaya ba�lar. Ona göre tragedyanın
mitolojiyle yani kökeniyle ba�lantısı kurulmaksızın “Yunanlıların(...)eskisi gibi
23
tamamen bilinemez ve tasavvur edilemez kalacakları” açıktır (Nietzsche, 2005 b:11).
Bu sözlere bakılırsa Yunanlıların trajik ça�ı Aristoteles için bile karanlıkta
karanlıktadır.
Tragedyanın Dionysos adına düzenlenen �enliklerden do�du�u dü�ünülürse
Yunanlıların karanlıkta kalmı� yönü Dionysosçu olan nedir sorusuyla açı�a çıkarılır.
Bu ba�lamda Tragedyanın Do�u�u’nda üç farklı Dionysos birbiriyle ili�kili biçimde
ortaya koyulur. �lki Tanrı, ikincisi yaratı(müzik) ve sonuncusu ya�amın kendisidir.
Nietzsche’nin tragedya anlayı�ının temel çerçevesini belirledi�imiz bu kısmı
özetlemek gerekirse; Nietzsche Winckelmann, Lessing, Schopenhauer ve
Aristoteles’nun görü�lerine belirli noktalarda itiraz eder. Nietzsche’nin ilk ve en
önemli itirazı Winckelmann ve Lessing tarafından tragedyanın, trajik ça�ın ruhunun
iyimserli�in görünümü olarak sunulmasına yöneliktir. Ona göre iyimserlik, ya�amın
de�ersizli�ine yönelik bulunmu� bir çaredir. Nietzsche tarafından ilk olarak
Sokrates’e mal edilen bu çare, insanın hiçlik kar�ısında ve hiç olu�una
katlanamayarak “hakiki” bir dünya yaratmak yoluyla ya�amı de�erden
“dü�ürmesini” ifade eder. Ya�am, “hakiki dünya”nın gerçekli�i kar�ısında aklı çelen
bir yanılsama alanına dönü�ür. Nietzsche’nin Sokrates’le ba�lattı�ı ve décadence
olarak tespit etti�i bu süreç, tragedyadaki ve trajik ça�ın tinindeki de�i�menin
ifadesidir. Dolayısıyla iyimserlik, tragedyayı do�uran Yunan tiniyle de�il,
tragedyanın ölümüyle ve trajik ça�ın sonuyla ili�kilendirilmelidir.
24
Nietzsche’nin ikinci itirazı, tragedyanın do�u�unu eylemden ve acıdan kaçı�ın örne�i
olarak dü�ünen Schopenhauercu kötümserli�e yöneliktir. Nietzsche’ye göre ya�amın
ve insanın gerçekte hiç olu�undan duyulan acı, tragedyanın do�u�u örne�indeki gibi
yaratıcı eylemin olana�ıdır. Yaratıcı eylem ise Nietzsche açısından ya�amın
olumlanması anlamını ta�ır. Böylelikle Nietzsche, Yunan tinini ya�amı olumlama
ba�lamında ele alarak Schopenhauercu kötümserli�e alternatif bir varolu� tarzına
giri� yapar. Burada önemli olan belirtildi�i gibi “décadence”a u�ramı� Batı
medeniyetine “décadence” öncesi süreci hatırlatarak bir çıkı� noktası
gösterebilmektir.
Nietzsche’nin üçüncü itirazı, tragedyanın içinden geçti�i süreci de�erlendirirken bu
Dionysosçu kötümserlik temelini gözden kaçıran Aristoteles’e yöneliktir. Nietzsche,
iyimserlik, Schopenhauercu ve Dionysosçu kötümserlik olmak üzere varolu�u
kavrama tarzlarını tragedya olayı üzerinden anlamlandırır. Buna göre tragedyanın
do�umu varolu�un kavranmasında Dionysosçu kötümserli�in, tragedyanın ölümü ve
çürümesi iyimserli�in ve nihayetinde iyimserli�in çökü�ü (Batı medeniyetinin
“décadence”ı olarak Avrupa nihilizmi) Schopenhauercu kötümserli�in ifadesidir. Bu
noktada tragedyanın de�i�im basamakları Aristoteles’in iddia etti�i gibi geli�me
de�il adım adım “décadence”dır. Bu itirazların altındaki temel iddia ise Yunanlıların
trajik ça�ını karanlıkta bırakan Dionysosça olanın eksikli�idir. Bir ba�ka deyi�le
tragedya ve trajik ça�a ili�kin sözünü etti�imiz yakla�ımlar Dionysosça olanı temele
almaktan uzak oldu�u için Nietzsche’nin itirazına konu olur. Nietzsche’nin tragedya
anlayı�ının Dionysos kavramı üzerinden �ekillendi�i dü�ünülürse de tragedyanın
içinden geçti�i süreci, kültürün “décadence”ına uygun serimlemek için Dionysos’un
25
Nietzsche tarafından yeniden de�erlendirili�ini öncelikli olarak ele almak gerekir. Bu
gereklilik ba�lamında Dionysos’u ilk olarak mitolojiye, ikinci olarak da yaratma
türüne konu oldu�u biçimiyle ortaya koyaca�ız.
1.1.1 Tragedyanın Mitolojik Kökeni Ba�lamında Apollon ve Dionysos’un
De�erlendirilmesi
Dionysos mitine dair Phrygia veya Mısır Osiris’nden türeme birçok de�i�ik öykü
vardır. Fakat bu öykülerden birisi konumuz açısından di�erlerinden daha etkilidir. Bu
da M.Ö 6.yy.’da yalnızca ana kara ve adalarla sınırlı kalmayıp güney �talya’ya kadar
yayılan Orfeusçuluk diye tanımlanan yeni Dionysos tapınımıdır. Tiranlık yönetimi
altında Dionysos tapınımının kente getirili�i, onun tarımsal karakterinde kökten bir
de�i�im yaratır. Dionysos tapınımının kentin me�ru inanı�ıyla temâsından do�an
tragedyayı inceledi�imize göre, kırsalla sınırlı kısmını devre dı�ı bırakaca�ız.4
�lgimiz mitin, Thebai ve Trakya merkezleriyle sınırlı olacaktır. M.Ö 6.yy tragedya,
felsefe ve sanat açısından oldukça önemlidir çünkü, Orfeus mistisizminin yayılması
bu yüzyıla denk gelir ve Orfeusçu mistiklerin Yunan sanatına ve felsefesine etkisi
açıkça kabul edilir. Aynı zamanda Nietzsche’nin referans noktasının Orfeusçuluk
olması da di�er öykülerden ilgimizi çekmemiz için yeterlidir.
4 Dionysos tapımı Yunanistan’da hiçbir zaman yurtta�lı�a yükselememi� kadınlar, köleler ve “a�a�ı” sınıftan köylülerce benimsenmi�ti. Orfeusçulu�un kente giri�inde ve yayılmasında iki belirleyen söz konusu edilebilir. �lki, Orfeusçu hareketin malından mülkünden edilmi� köylü sınıfının dünyaya bakı�ını yansıtıyor olmasıydı (Thomson, 2004: 170). �kincisi ise Aristokrasinin kendisini, ayrı kılmayı me�rula�tırmak için Dionysos’la temsil edilenleri a�a�ı, kar�ıtını ise yüksek kabul etmesidir. Tiranlık, Aristokrasiye kar�ı kazandı�ı zaferini desteklemek için onun dı�ladıklarını kente ça�ırır. George Thomson, tiranlı�ın kuruldu�u ilk kent olan Korintos’la, Dithrambos’un Lesbos’lu ilk �airinin kentsel ortaklı�ına dikkati çeker (Thomson,2004:167). Orfeusçular, Peisistratos zamanında Atina’ya yerle�mi� durumdaydılar.
26
Thebai merkezli mitteYunan topraklarına gelen son Tanrı olarak Dionysos’un
Olympos’ta yeri ve ya�amı sanki daha do�umundan bellidir. Thebai merkezli mite
göre Dionysos, Tanrılar’ın kralı Zeus’un ve Kadmos kızı Semele’nin o�lu olarak
soya�acına eklenir. Onun yazgısı Hera’nın Semele’yi kandırmasıyla belirlenir.
Semele tüm tanrısallı�ıyla Zeus’u görmeyi ister ve iste�i yerine geldi�inde çoktan
can vermi�tir. Zeus, henüz yedi aylık olan Dionysos’u çarçabuk Semele’nin
rahminden alır ve kendi baldırına yerle�tirerek onu gizler (Erhat, 2003: 94). O, iki ay
sonra Zeus’un baldırlarından yeniden dünyaya gelir.
Orfeusçulukta ise mit de�i�iklikler gösterir. Orfeus mistisizminde Dionysos,
Olympos’a eklenti olmaktan çok daha fazlasıdır. Homeros yerine Hesiodos’dan
beslenen Orfeusçular, Dionysos’u insanın ortaya çıkı�ının ve varolu�unun kökeni
olarak sunar. Buna göre Khronos evreni yaratır. Evrenden tanrı Phanes do�ar. Hem
erkek hem di�i olan Phanes, Nyks’i (gece) do�urur. Phanes Nyks’le birle�erek Gaia,
Uranos ve Khronos’u dünyaya getirir. Khronos’un o�lu Zeus, Phanes’i yutarak
dünya egemenli�ini ele geçirir. Zeus, kızı Persephone ya da Demeter’le birle�erek
Dionysos-Zagreus’u yaratır. “Zeus’un çocu�a ba�ı�ladı�ı onura çok kızan Hera,
Titanları ayartır ve onları çocu�u ortadan kaldırmaya kandırır. Buna dayanarak,
yanlarına çekici oyuncaklar(...) alan Titanlar, çocu�u bakıcı Kureta’ların elinden
alırlar, parça parça ederler, kol ve bacaklarını bir kazana atarlar, kaynatıp yerler.”
(Thomson, 2004: 127). Kimilerine göre Pallas Atena kimilerine göre Apollon
Dionysos’un hâlâ atmakta olan kalbini kurtarır. Zeus Dionysos’un kalbini bünyesine
alır ve yeniden dünyaya gelmesini sa�lar, sonra Titanları da yıldırımlarıyla yakar. Bu
kandan ve külden insan soyu ortaya çıkar. “�nsan do�asının kısmen iyi, kısmen de
27
kötü olmasının nedeni budur. Kendine kar�ı bölünmü�tür insan do�ası. Zaman,
yumurta, Phanes’in yutulması, Dionysos’un acısı ve insano�lunun kökeni- bütün
bunlar Orfeci yeniliklerdir.” (Thomson, 2004: 170).
Görüldü�ü gibi Dionysos’un insanla ili�kisi Orpheusçulukta Thebai mitine kıyasla
daha köktendir. Fakat dikkat edilmesi gereken, her iki mitte de Dionysos’un iki kez
do�mu� olmasıdır. Hintliler’in Tanrı Soması’nın Dwidijianman olarak anılması gibi
O da iki kez do�an anlamına gelen Dionysos adıyla anılır (Euripides, 2003: 13). �ki
mitin di�er ortak noktası Dionysos’un ölümden do�du�u vurgusudur. Dionysos’un
annesi Thebai mitinde Semele, Orfeusçulukta Persephone olarak ifade edilir. �lk
bakı�ta iki mitin içerdi�i farklılıklardan biriymi� gibi duran bu ayrıntıyı aslında
önemli bir ortaklık olarak dü�ünebiliriz çünkü, Demeter yer’dir, Persephone de onun
Hades tarafından yeraltına kaçırılmı� kızıdır. Semele ise Demeter soyundan gelir.
Dionysos’un annesi bir biçimde yerle ve yeraltıyla yani ölümle ili�kilidir. Bu
anlamda ölüm ve ya�am hem içerik hem biçimce aynı mitte yer alır. Konumuz
açısından Dionysos mitinin en önemli özelli�i de budur.
Yunanlıların ölüm ve ya�am ili�kisini nasıl kavradı�ını anlamak için bu mite devam
etmekte fayda var. Böylece Dionysos tapınımının di�er bile�enlerini de
anlamlandırma olana�ını elde etmi� oluruz. Thebai merkezli mitte Zeus’un,
Dionysos’u güvenli bir yere (Nsya da�ına) bıraktı�ından söz edilir. Bu, Dionysos’un
do�umu me�ru, sıradan bir Olympos tanrısı olmadı�ını ve Olympos’tan sürgün
edildi�ini gösterir. Ancak O, sürgününü serüvene dönü�türür. Gezgin bir tanrıdır,
ba�cılı�ı ve �arabı gezginli�i sırasında ke�feder. Yunan topraklarına döndü�ünde
28
kaderi üzümle, �arapla çoktan e�le�mi�, Olympos’a kar�ı Demeter’e, Persephone’ye
yanda� olmu�tur (Euripides, 2003: 14-16).
Dionysos anlatısına dayanarak ona yüklenen özellikler kolaylıkla belirlenebilir.
Yukarıdaki, do�umunun tüm ya�amını belirledi�ine ili�kin sava sadık kalarak
denilebilir ki Dionysos, birbirini tamamlayan ikililiklerin tanrısıdır. Dionysos’un en
önemli özelli�ini Thebai mitinde yer alan Zeus’un baldırından yeniden do�masıyla
belirleyebiliriz. Athena’nın Zeus’un ba�ından do�ması ve aklın, bilginin tanrıçası
olması gibi Dionysos da içgüdünün, cinselli�in tanrısıdır.
Dionysos mitlerine ba�lı bu sınırlı anlatımımız ölüm, do�um, içgüdü, acı gibi
kavramların altını çizmek ve bu kavramların birbirine ça�rısını göstermek içindi öyle
ki Yunanlılar, miti içeri�ine uygun biçimlendirerek bu kavramları Dionysos
tapınımında oldu�u gibi her daim birbirine ili�tirirler. George Thomson tarafından
erginlenme töreni kapsamında incelenen ayinlerin tipik özelli�i mitin
canlandırılmasıdır. Dionysos mitinin canlandırıldı�ı ayinler kabileye dahil olacak kız
ve o�lanların ölümünü, kadın ve erke�in do�umunu temsil eder. Do�um, ölüm, acı,
sevinç, cinsellik kavramlarının deneyimde kar�ılık buldu�u bu ayinler, tragedyanın
zeminini olu�turur. Kostümler giyen katılımcılar, Dionysos’un öküz olarak
canlandırıldı�ı büyük bir alay olu�turarak (pompe - gönderme) her türlü ta�kınlı�a
uygun kırsala çekilir. �enliklerin en önemli kısımlarından birisi Tanrı’nın ölümü ve
dirili�ine ili�kin temsillerdir (agon-sparagmos sınama ya da yarı�). Bu canlandırma
sırasında Tanrıyı simgeleyen kutsal e�yalar gösterilir (anakalypsis) ve erginlenecek
gençleri ayinin parçası kılacak bilgiler verilir (ainigmata-dokimasia). Erginlenmenin
29
sonucunda alay �arkılar ve danslar e�li�inde geri döner (komos- utkulu dönü�). 5
Yunan erginlenmesinin tören kalıbı Dionysos miti e�li�inde daha da
ayrıntılandırılabilir ve geçirdi�i de�i�im basamaklarından söz açılabilir. Ancak bu
de�i�im basamaklarını tragedyayla tekabüliyetine ba�lı olarak ele almak gerekir.
Buna göre çocuk olarak çıkılan erginlenme yolcu�unun ilk basama�ı “pompe”,
tragedyada “parados” olarak adlandırılan koronun oyun alanına girerken söyledi�i
�arkı kısmıyla e�le�ir. Tanrının ölümü ve dirili�inin temsil etti�i çocu�un ölüp
yeti�kin olarak dirilmesi “agon-sparagmos”, tragedyada “peripetia-kommos” olarak
adlandırılan baht dönü�üyle e�le�ir. Tanrıya ait kutsal e�yaların gösterilmesini ifade
eden “anakalypsis” ise tanınma ya da Aristoteles’in deyimiyle “bilgisizlikten bilgiye
geçi�”i kar�ılayan “anagnorisis”tir. Yeti�kinin kabulünün ardından gizli bilgilerin
payla�ılma safhasını temsil eden “ainigmata-dokimasia”, tragedyanın kar�ılıklı
konu�masını ifade eden “stichomythia”dır. Yeti�kin olarak dönü� yani “komos”,
koronun final �arkısını kar�ılayan “exodos”dur (Thomson, 2004: 206). Bu
e�le�tirmede ilkel erginlenmenin do�um-ölüm-dirili�, tanınma, bilgilenme etrafında
�ekillenen tören kalıbının tragedyada bile korundu�u görülür. Öyleyse erken
tragedyanın bu kavramları zorunlu olarak içerdi�ini kabul etmek durumundayız.
Ba�ka deyi�le erken tragedya ile Aristoteles’in aktardı�ı tragedya arasında genel
olarak bu kavramların kullanılmasında de�i�iklik göremiyoruz. Fakat kavramların o
dönemdeki popülerli�ine kanmadan tragedyanın erken dönemini erginlenme törenleri
ve tragedya arasına yerle�tirerek tarihsel çerçeveyi tamamlamamız gerekiyor.
5“ Pompe”, Antik Yunan erginlenmesi kapsamında yapılan Dionysos �enliklerinin ilk , “komos” ise, son bölümünü ifade eder.
30
George Thomson’un görü�leri do�rultusunda gösterdi�imiz erginlenmenin tören
kalıbı ve tragedyanın bölümleri arasındaki e�le�me, tragedyanın Yunanlılarla
ili�kisini ne kadar ifade ediyor? Dionysos tapınımının Orpheusçu mistiklerinin
katkısıyla aldı�ı hal, tragedyanın do�umunun altındaki estetik yönelimi ifade etmeye
yeterli midir? Hiç �üphesiz erginlenme, Dionysos tapınımının toplumsallı�a açılan
kapısıdır. Bu da tragedyanın toplumsallı�ını anlamamız açısından önemlidir. Bu
toplumsallı�ın, tragedyanın maddi ve manevi desteklenmesine ve
yaygınla�tırılmasına katkısına bir diyece�imiz yoktur. Ancak tragedyayı açı�a
çıkaran ve ondan beslenen Yunan tini söz konusu olunca, salt erginlenme ya da
üretim ili�kilerine dayanan bu yakla�ımın, meselenin özüne katkı sa�laması
bakımından de�er ta�ıdı�ı inancındayız, yoksa tragedyanın kökenini ve trajikli�i
do�rudan bu yakla�ımla anlayamayız. Çünkü; mesele Yunanlıların varolu�unda ve
Nietzsche’nin de belirtti�i gibi kendi varolu�larını kavrama tarzlarında yatar. Bu da
bizi iki yaratma biçimi olarak Dionysos ve Apollon’a götürür. Bu yüzden
tragedyanın do�u�unu ya da erken tragedyayı bu iki yaratma biçimi üzerinden
anlamalıyız.
1.1.2 �ki Yaratma Tarzı Ba�lamında Apollon ve Dionysos’un De�erlendirilmesi
“Yunan istenci”nin M.Ö.V.yy.’daki tragedya atılımının, Dionysos kültünün kente
giri�iyle ili�kisi hali hazırda bir sorun olarak duruyor. Burada sorgulanması gereken
tragedyanın Dionysos �enliklerinden do�du�u yönündeki bilgi de�il, Dionysos
kültünün neden yalnızca Yunan topraklarında sanatsal bir etkinli�ine dönü�tü�üdür.
Fakat Nietzsche’nin görü�lerinde yeri merkezile�en Dionysos’a kanarak tragedyanın
31
do�u�unda da aynı merkezili�e sarılmak, Dionysosça davranan Yunanlılarla
“barbarlar” arasındaki “uçurum”dan dü�memize neden olacaktır (Nietzsche, 2005 b:
32). Yunanlıların acıyla ili�kisini, Olympos’u kurgulayan Yunanlıların, Homeros’un
ne kadar dı�ında tutabiliriz? Tragedyayı ne tümüyle Dionysos’un Tanrı haline ne de
Dionysosçu yaratmaya dayandırabiliriz. Nietzsche’ye göre sanatın geli�imi ancak,
Apolloncu olan ve Dionysosçu olanın ikilili�ine ba�lı olarak anla�ılabilir. Bu ikililik,
mitoloji, sanat ve sanatçının yönelimi açısından ortaktır. Nietzsche “Yunanlı’ların o
derin anlamlı nefis mitologyası’nı ve onun ilk ba�langıcını, fizik alanından beylik
sözlere, güne�e, �im�e�e, fırtına ve sise indirgemeden rahat edemeyen”lere
mitolojinin estetik karakterini gündeme getirerek �u �ekilde cevap verir (Nietzsche,
1992: 19):
“Yunan dünyasında kökene ve hedeflere göre, yontucunun sanatıyla, Apolloncu olanla, müzi�in görsel olmayan sanatı, Dionysosçu olan arasında muazzam bir kar�ıtlık bulundu�una ili�kin bilgimiz, onların bu iki sanat tanrısına, Apollon’a ve Dionysos’a dayanır: Birbirinden böylesine farklı bu iki dürtü yan yana var olur, ço�u kez birbirleriyle açık bir uyu�mazlık içinde ve birbirlerini kar�ılıklı olarak sürekli yeni daha güçlü do�umlara uyarırlar(...)” (Nietzsche, 2005 b: 25)
Yunanlıları di�er uluslardan ayıran unsur olarak altı çizilen Apollon’un en belirgin
özelli�i varlı�ı akılla kavrama ve akıl yetisine dayanan yöntemlerle biçimlendirme
gücü ve yetene�idir. Musa’ların yani tüm yaratıcı güçlerin yöneticisinden Phoibos
Apollon olarak da söz edilir (Erhat, 2003: 44-45). I�ıldayan anlamına gelen bu
sözcü�ün Almanca kökeninin schein olu�u Nietzsche’nin Apollon’u dü� tanrısı
olarak yorumlamasına olanak sa�lar. Nietzsche’nin gözünde Apollon “ı�ıldayan
tanrı”(der Scheinende) oldu�u kadar yanılsama tanrısıdır aynı schein’ın ı�ıkla birlikte
benzerlik, yanılsama anlamına gelmesi gibi (Megill, 1998: 75). �iir, yontu sanatı ve
tüm di�er yaratıcılıkları Apollon ba�lamında uzla�tırabilece�imiz nitelik, bu dü�
kavramında, daha da önemlisi bunun düzenleyicili�indedir. Nietzsche’ye göre akıl,
32
düzen, ölçülülük ve dü� kavramlarını kar�ılayan Apollon, aslında bu kavramların
birbirine kökten ba�lı oldu�unu gösterir. Bu anlamda do�ada kendi halinde, biçimsiz
bulunanı kaba bularak zihninde tasarladı�ına uyumsuz fazlalıkları çekiçle ayıran
yontucunun edimi, Homeros’a Olympos’u söyleten edimden farklı de�ildir. Her ikisi
de gerçekli�e biçim vererek ondan katlanılabilir ikinci bir gerçeklik çıkarma
dürtüsünü ifade eder. Nietzsche’nin Hans Sachs’ın “gerçek dü� yorumculu�undan
ibarettir” sözünden çıkardı�ı ders budur (Nietzsche, 2005 b: 26). Ayrıca bu yeni
“gerçekli�in” katlanılabilirli�ine bakarak onun “ho� ve sevimli” görüntülerden ibaret
oldu�u yanılgısına dü�ülmemelidir. Nietzsche dü� ve dü�leyen arasındaki ili�kiyi �u
�ekilde betimler:
“(...)ciddi, bulanık, hazin, ku�kulu görüntüler, apansız tutkular, rastlantının cilveleri, endi�eli beklentiler, kısacası ya�amın tüm ‘ilahi komedyası’, cehennemle birlikte geçer gözünün önünden, yalnızca bir gölge oyunu gibi de�il-çünkü kendisi de bu sahneleri ya�amakta ve acı çekmektedir- Üstelik bu deneyim derin haz, sevinç kayna�ı oldu�u kadar bir zorunluluktur.” (A.g.e: 27)
Nietzsche’nin dile getirdi�i zorunlulu�un nedeni, dü�ün içindeki acıdan çok daha
a�ır ve tahammül edilemez olanın-gerçe�in Maya perdesinin altında durmasıdır.6
Öyle ki bu gerçek Nietzsche’ye sanatın varolu�un teröründen ölmeyelim diye var
oldu�unu söyletecektir (Nietzsche, 2002: 405).
Nietzsche’nin dü� yorumculu�una dair aktardıklarımızı de�erlendirecek olursak,
Apollonca olanın iki anlamda kullanıldı�ını görürüz. Nietzsche Apolloncu olanı
sanattan ve metafizikten bahsederken birbiriyle ili�kili olmasına ra�men ayrı
6 Hindu felsefesinde gerçe�in oldu�u gibi kavranamadı�ı durumda, oldu�undan ba�ka türlü görünmesini ifade eden kavramdır. Buna göre gerçek, zihin tarafından kavranabilir duruma geldi�inde “Maya perdesi” i�levsizle�ti�i için kendili�inden ortadan kalkar. Nietzsche de bu kavramı, Hindu inanı�ına paralel bir biçimde gerçe�in zihin tarafından ba�ka türlü kavranmasını ifade etmek amacıyla kullanır. Fakat Nietzsche kavrama farklı bir anlam yükleyerek onun Dionysosça olan tarafından ortadan kaldırıldı�ını, yırtıldı�ını ifade eder.
33
anlamlarda kullanır. Yukarıdaki anlatımımıza dayanarak Apolloncu olanın sanattan
metafizi�e do�ru salındı�ını söyleyebiliriz. Nietzsche, bireyselle�me ilkesini ve Hint
felsefesinin Maya perdesini Apolloncu yaratının metafizik anlamları olarak
Dionysosçu olana geçi� için kullanır. Bununla birlikte Maya perdesi ve bireyselle�me
ilkesine dayanan bu metafizik anlamdan, Apollonca bilincin farklı modlarının
ahlâksal ve toplumsal sonuçlarını de�erlendirmek için faydalanır. Bireyselle�me
ilkesinin öznesi olarak Apollon, zihnin dünyaya sınır çekmesini, çoklu�un durmadan
de�i�en açılımlarının yarattı�ı belirsizli�in, görünü� yoluyla kavranabilirlik
kazanmasını ifade eder (Young, 1992: 32). Yontu sanatının, belirsizin her �ey ve
hiçbir �ey olabilme durumunu belirli bir biçim aracılı�ıyla düzenlemesini, toplumun
belirli ölçütler do�rultusunda kendini olu�turan insanlara kimlik kazandırmasıyla
e�le�tirebiliriz. Bu anlamda �eyleri benzerli�e ya da benzemezli�e göre “bir �ey”
olarak algılamanın her türlü görünümü bireyselle�me ilkesinin olana�ı sayılır.
Biçimsiz mermerin “güzel” olarak görünmesi gibi gerçek de Maya perdesinin
ardından belirli, düzenli bir gerçek olarak görünür.
Zihnin bireyselle�me ilkesi yoluyla anladı�ımız etkinli�i sürekli midir? Tasarımla
çeli�en herhangi bir durum, insanın gerçekle kurdu�u bu dolayımlı ili�kiyi kesintiye
u�ratır mı? Dü�ün gerçekli�i insani de�il midir ya da insanın kurdu�u dü�, gerçe�in
kendisini ne ölçüde ba�lar? Hans Sachs’ın “gerçek dü� yorumundan ibarettir”
ifadesi insanın gerçek kar�ısında aldı�ı tutuma atıftır. Burada dü�le gerçek arasında
ontolojik bir denklik savlanmamaktadır. O halde gerçe�in dü�ün ardında gizlenmesi
durumu süreklilik ta�ımaz. Nietzsche’ye göre “(...)görünü�ü bilme durumlarından
ansızın ku�kuya dü�üldü�ünde... verili bir durumda, nedensellik yasasının bir istisna
34
olu�turuyor göründü�ünde”(Nietzsche, 2005b: 28) insanın kapıldı�ı deh�et,
süreklili�in Dionysosça kesintisinden ba�ka bir �ey de�ildir. Nietzsche buradan,
Maya perdesinin yırtılmasına ya da “bireyselle�me ilkesi”ne kar�ılık hissedilen
deh�ete, do�adan yükselen haz dolu büyülenme ve esrikli�i ekleyerek Dionysosçu
olanın özüne geçi� yapar. Dionysosça olan, “bireyselle�me ilkesi”nin yani insanın
insanla ve di�er tüm �eylerle arasına koydu�u sınırın ortadan kalkmasını ifade eder.
Böylelikle “(...)insanla insan arasındaki ba� yeniden kurulmu� olmaz: yabancıla�mı�,
dü�man ya da boyunduruk altına alınmı� do�a da, kaybolmu� o�luyla, insanla
barı�ma �enli�ini kutlar yeniden” (A.g.e: 29). Bir ba�ka deyi�le toplumun üzerinde
yükseldi�i sınırlar ortadan kalkar, esrik; yürümeyi, konu�mayı unutur ve “temel
bir”in ezgisinde dans eder. Do�ayla birlik ya da “temel bir”e dahil olma, insanın
insanla ve di�er �eylerle ortak yazgısının içinde erimesidir. Bu ortak yazgı ise:
varolu�tur.
Nietzsche, Apollon ve Dionysos’un ili�kisini, tragedyaya gerek duymaksızın Julian
Young’un belirtti�i metafizik anlama dayanarak ortaya koymu� gözüküyor. Ona göre
Dionysosça ve Apollonca olan, do�anın ya da “temel bir”in görünümleri,
yaratıcılı�ıdır. Fakat do�anın yaratıcılı�ı olarak dü�ündü�ümüz bu iki kavramdan
Apollon, insan varlı�ı açısından kültürü olanaklı kıldı�ı için daha belirleyicidir.
Dionysos ise hem “temel bir’i (bireyselle�meden ya da parçalanmadan önceki
durum), hem de insanın ona kar�ı duru�unun ortadan kaldırılmasını ifade eder.
Özetlemek gerekirse Dionysosça olan Tanrı Dionysos’a , “temel bir” de Apollonca
olana önceldir. Bu öncellik olmaksızın tragedyanın do�u�undan önce bu iki kavramı
ortaya koymak mümkün olmazdı. Aynı �ekilde bu metafizik anlam olmaksızın
35
Dionysos’un Olympos’a eklenti oldu�u dü�ünülürse Apollon-Dionysos
kar�ıtlı�ından söz etmenin olana�ı da kalmazdı. Burada açıkça mitolojinin de yaratı
oldu�u dile getirilir. Buradan hareketle Apollonca-Dionysosça kar�ıtlı�ın metafizik
anlamlarına ili�kin bu yorumu Yunanlıların acıyla ili�kisine eklemek gerekir.
1.1.3 Varolu� Ba�lamında Apollon’un ve Dionysos’un De�erlendirilmesi -
“Temel Bir” in Maya Perdesi: Olympos
Eski dünyanın dört bir yanında kutlanan Dionysos �enlikleri bakımından Atina’nın
bir süre kurtarılmı� bölge oldu�u irdelenirse, “Yunanlılar ile Dionysoscu barbarlar”
arasındaki uçurumda yükselen tragedyanın Apollonca ve Dionysosça köklerini
anlamamız mümkün olacaktır. Yunanlılar Dionysos kültünden kendilerini nasıl
koruyabilmi�ler dahası neden böylesi bir korunma ihtiyacı hissetmi�lerdir? Nietzsche
bu süreci �u �ekilde dile getirir:
“Yunanlılar, kara ve deniz yolları üzerinden bilgi sahibi oldukları �enliklerin ate�li co�kuları kar�ısında, Apollon figürü sayesinde, bir süre tamamen güvencelenmi� ve korunmu�lardı. Apollon’un azametle-yadsıyan bu tavrını ölümsüzle�tiren Dor sanatı olmu�tur. Sonunda, Helence olanın en derin köklerinde benzer dürtüler boy verdi�inde, �imdi Delfoi tanrısının etkinli�i, tam zamanında yapılmı� bir uzla�mayla zorlu rakibinin elinden yok edici silahları almakla sınırlı kalmı�tı.” (Nietzsche, 2005 b: 32).
Görüldü�ü gibi Apollonca olan Dionysos kültünün gücü kar�ısında daha fazla
direnemez ve ona kendi içinde bir yer ayırır. Bu evre, Dionysos kültünün kültüre
kabulünü yani Dionysos’un Olympos’un ı�ıltılı dünyasına ekleni�ini ifade eder.
Ancak Nietzsche’ye göre Apollon ve Dionysos çok daha önce kar�ı kar�ıya gelir ve
dü�çü Homeros, Apollon’a zafer kazandıran Olympos’u yaratır (A.g.e: 38). Ba�ka bir
36
deyi�le “Apollon’da cisimle�en dürtü, genel olarak tüm o Olympos dünyasını
do�urmu�tur” (A.g.e: 35). Bu a�amada Dionysos-Apollon’a dair buraya kadar
anlattıklarımızı bütünleyecek olan “Böyle parlak bir Olymposlu varlıklar toplumunu
do�uran o muazzam gereksinim neydi?” sorusunu cevaplayaca�ız. Böylelikle
yukarıda “bireyselle�me ilkesi”nin “temel bir” ile ili�kisinin ortak yazgı olan
varolu�ta açık kalan ucunu tragedyaya ba�layabilece�iz.
Nietzsche, Olympos’un yaratılmasında Apolloncu olanın motivasyonunu Yunan halk
bilgeli�ine dayanarak �u �ekilde ifade eder:
“Kral Midas, bilge Silenos’u, Dionysos’un e�likçisini, uzunca bir süre ormanda kovalamı�, ama yakalayamamı�. Nihayet, bir gün eline dü�tü�ünde, sormu� Silenos’a kral, insanlar için en iyi ve en mükemmel �eyin ne oldu�unu. Kaskatı ve kıpırtısız durarak susmu� daymon, kral tarafından zorlanıncaya kadar; sonunda, kulakları çınlatan bir kahkahayla birlikte �u sözler dökülmü� a�zından: ‘Zavallı, bir günlük ömürlü tür, rastlantının ve kederin çocukları, duymamanın senin için en hayırlısı oldu�u �eyi söylemeye niye zorlarsın beni? En iyi �ey senin için tamamen ula�ılmazdır: do�mamı� olmak, var olmamak, hiç olmak. En iyi ikinci �ey ise senin içindir- en kısa zamanda ölmek”( A.g.e: 36).
Homeros’a Olympos’u dü�leten ve Yunanlıları buna sımsıkı ba�layan insanın yarı
tanrı açısından bir günlük olan ömrüdür. Yunanlıların ayrıcalıklı durumu ise
varlıktan hiçli�e salınan bu dünyanın, sonsuz döngüsüne bir anlık bakı� olmanın
deh�etinde açı�a çıkar. Varolu�un terörü ve korkunçlu�u kar�ısındaki deh�etin
büyüklü�ü Olympos’un parlaklı�ından anla�ılır. Yunanlı, ölümlü olu�unun
farkındalı�ıyla ve bunun acısıyla ba� etmenin yolunu Delfoi Tanrısı’nın bilgeli�inde
bulur. Silenos’un sessizli�i yaran kahkahasına kar�ı Phoibos, onlara ı�ıkta her �eyin
oldu�undan ba�ka-daha çirkin görünemeyece�i için güzel- göründü�ü bilgisini
fısıldar. Burada Yunanlıya deh�et salan varolu�tan ziyade onun farkındalı�ıdır. Bu
yüzden Yunanlının ya�ayabilmek ve ya�amı-nı haklandırmak için Olympos’u
yaratması ve varolu�un tüm yönlerini iyi-kötü ayırt etmeksizin tanrıla�tıran Helen
37
istencinin olu�turdu�u bu dünyanın en tepesine moira’yı (yazgı) koyması gerekir.
��te Yunanlıyı ya�amaya ayartan budur. Aksi takdirde “(...)böyle e�siz acı çekme
yetene�ine sahip bu halk nasıl katlanabilirdi varolu�a, aynısını daha yüksek bir �anla
çevrili bir biçimde tanrıların da ya�adı�ı gösterilmeseydi” Prometheus’un akbabası,
Sisypos’un ta�ı, Atreuso�ullarının laneti... bütün bunlar Yunanlılar’ın kendilerine
tuttukları ululayıcı aynalar olarak moira’dır. Ba�ka bir deyi�le Yunanlı ya�adı�ı
sürece bu ululayıcı aynadaki aksine bakabilecek, öldü�ü zamansa Hades’in
karanlı�ında bu yanılsamayı bile ya�ayamayacaktır. O halde ya�amanın, yanılsamayı
ya�amak dahi olsa olumlandı�ını kesin olarak söyleyebiliyoruz (Güçbilmez, 2005:
20-21). Bu noktada Nietzsche, Silenos’un bilgeli�inin Apollon’un yolda�ı Homeros
tarafından ters yüz edildi�ini ifade eder. Anonimi bu ters yüz edili�e göre yeniden
düzenlersek, varolu�un anlamını arayan Kral Midas’a Homeros’un naifçe
gülümseyerek onlar için en kötü �ey hemen ölmektir, ikinci en kötü �ey ise ölmektir
dedi�ini duyabiliriz.7
Nietzsche, mitolojiyle ili�kili bir biçimde ortaya koyulmu� Apollonca ve Dionysosça
iki güç ortaya koyar ve bize bu iki gücün dönemsel olarak birbirine yakla�tı�ını,
dönemsel olarak birinin di�erine üstün geldi�ini ve yine dönemsel olarak birinin
di�erinin kar�ısında güçsüzle�ti�ini anlatır. �ki kavramın metafizik anlamlarına
dayanarak da bunun kökenini insanın varolu�una, yazgısına daha da önemlisi
yazgısını kavrayı�ına ba�lar. Buraya kadar Nietzsche’nin Yunan kültürünün ini�li
çıkı�lı yapısını bu iki gücün birbirine olan uzaklı�ıyla de�erlendirdi�ini açıkça
belirtmi� olduk. �imdi insanın yazgısını kavrama tarzı olarak Apollon ve
7 Tragedyalarda ölüm genellikle ı�ı�ı görememekle e�le�tirilir.
38
Dionysos’un sava�ımının sanatsal görüngü olarak kar�ılı�ını buldu�u tragedyayı,
varolu� ve yazgının yeniden de�erlendirilmesi ba�lamında irdeleyece�iz.
1.1.4 Erken Tragedyanın De�erlendirilmesi – “Ba�langıçta Koro Vardı”
Yunanlı, gerçe�e ve kendisine ululayıcı bir ayna tuttu�u Olympos’a bir süre
bakabilir. Yanılsama alanının bo�luklarından arada bir sızan ve anlık olarak da olsa
ba�ka bir gerçekli�in oldu�unu deneyimleten ikinci güç Dionysos, Yunan sanatında
kendini göstermeye muktedir oldu�unda, Apollonca-Dionysosça kar�ıtlık e�i
görülmemi� bir yaratıda Olympos’u da yeniden do�urur. Dü� ve esrikli�in ortak
açılımı tragedya, Yunan kültürünün üzerinde �ekillendi�i amansız çeki�menin ilk ve
son arenasıdır (Nietzsche, 2005b: 26). Ya�amın iki devindirici gücünün e� zamanlı
aktivasyonu sahnededir ve hatta sahnenin kendisidir. Sahnenin geri planında
(motivasyon anlamında) ise Dionysosça olanın yani müzi�in gücü vardır. Nietzsche,
“müzi�in lirik �airlerde, Apolloncu imgelerde kendi varlı�ının ötesinde dile gelme
sava�ımı verdi�ini” belirtir. Ona göre, bireyin yok edilmesinden duyulan co�ku
ancak müzi�in tininden yola çıkarak anla�ılabilir (A.g.e: 110). Bu kısımda onun,
müzi�in dü� kar�ısındaki zaferi olarak “Tragedya’nın trajik korodan do�du�u ve
ba�langıçta sadece koro oldu�u ve korodan ba�ka bir �ey olmadı�ı” savından
hareketle koro orijinli tragedya anlayı�ını irdeleyece�iz (A.g.e: 53). Koronun
mahiyetine ili�kin sorgulamanın çerçevesini ise onun ideal seyirci oldu�u ya da
sahnenin iktidarı temsil eden bölümü kar�ısında halkı temsil etti�ine ili�kin
görü�lere itiraz belirler. Ancak en önemli itiraz tragedyanın ba�langıçtaki
biçimleni�inde koronun rolünü önemsiz bulan Aristoteles’e yöneliktir. Burada
konumuz açısından önemli olan erken tragedyanın koro, seyirci, trajik kahraman ve
39
trajiklik kavramlarının Apollon-Dionysos birli�ine dayanarak genel özelliklerini
çıkarmaktır. Bu özellikler tragedyanın ölümünde ve kültürün “décadence”ında
ölçümüz olacaktır.
Nietzsche, Schiller’in Messinalı Gelin’e (1803) yazdı�ı önsözde, “(...)koroyu,
tragedyanın kendini gerçek dünyadan tamamen soyutlamak ve ideal zeminini ve
�iirsel özgürlü�ünü korumak için kendi çevresine ördü�ü canlı bir duvar olarak”
görü�üne atfen koronun genel niteli�ini belirlemeye çalı�ır (Nietzsche, 2005b: 55).
Ona göre “(...)koro, baskın veren gerçekli�e kar�ı canlı duvardır, çünkü o-satirler
korosu- genellikle kendini biricik gerçeklik olarak gören kültür insanından daha
hakikatli, daha gerçek, daha tam serimlemektedir varolu�u(...)”( A.g.e: 59). Bu
sözlerden de anla�ılaca�ı gibi koro kültürün içinde ona kar�ı yükselen bir duvardır.
Burada müzi�e dayalı �iir, dünyanın dı�ında ve �airin fantastik dü�ü olarak de�il,
tersine hakikatin makyajsız anlatımı olarak kültür insanının maskesinin dü�me
olana�ıdır.8 �zleyicinin, kültür insanı olu�undan sıyrılması, kendini konumlandırdı�ı
ve ayrımsadı�ı niteliklerinin ortadan kalkmasını ifade eder. Benzerlik ve
benzemezli�in ölçütleri olan nitelikler, insanın kültür içindeki koordinat noktalarıdır.
Ba�ka bir deyi�le Nietzsche burada kültür insanının gerçekle arasındaki açıya i�aret
eder. Koronun, kültür içinde ona kar�ı duvar olu�una bakarak kültür insanının
gerçekle arasındaki bu açının tragedya aracılı�ıyla giderek kapandı�ını, ortadan
kaldırıldı�ını söyleyebiliriz. Burada artık izleyici kendisini izledi�inden muaf tutacak
“yalancı süsünden” arıtılır. Bu anlamda tragedya deneyiminde insan, Apolloncu
8 Burada Latince persona sözcü�ünün maske ve birey anlamını kar�ıladı�ı belirtilmelidir. Maske “bireyselle�me ilkesi”nin ifadesi olarak tragedyanın Apolloncu ö�esini ifade eder. Maskeyi yüzünde ta�ıyan trajik kahraman da aynı �ekilde Dionysos’un trajik kahraman olarak belirli bir biçimde sunulmasıdır.
40
kültürün yanılsama dünyasını zenginle�tiren bir ö�e de�ildir. �nsan, tragedya
aracılı�ıyla “temel bir”le ilk ili�kisini yeniden ya�ar. Nietzsche de�indi�imiz temel
iddiasını �u �ekilde dile getirir:
“(...)Yunan kültür insanının kendini satirler korosu açısından ortadan kaldırılmı� hissetti�ini dü�ünüyorum: i�te Dionysoscu tragedyanın bir sonraki etkisi de budur, devlet ve toplum, genel olarak insan ve insan arasındaki uçurumlar, do�anın yüre�ine götüren a�ırı güçlü birlik duygusu içinde gözden yitmektedir.” (Nietzsche, 2005b: 57)
Esrimenin büyüsü, sınırların yok edili�iyle geçici olarak geçmi�te ya�anmı� her
�eyin, içinde kayboldu�u bir “unutulmu�luk uçurumu” yaratır. Bu unutulmu�luk
uçurumu sayesinde gündelik ya�am ve Dionysosçu gerçeklik dünyaları birbirinden
ayrılır. Gündelik ya�am, Dionysosçu gerçekli�in satir korosu aracılı�ıyla bir olma
ça�rısına kapılan izleyici tarafından unutulur. Üstelik gündelik ya�am, yeniden
bilince girdi�i anda bile onun gündelik bir bilinç oldu�u tiksintiyle duyumsanır.
Ba�ka bir deyi�le varolu�un korkunçlu�undan kaçarak Olympos’a, kültüre ya da
gündelik gerçekli�e sı�ınan Yunanlı, fazla uza�a gidemedi�iyle yüzle�ir.
Tragedyadan sonra varolu�un korkunçlu�unun sınırları artık gündelik gerçe�e kadar
geni�ler. Bu durumda “(...) kurtarıcı, �ifa bilgisine sahip büyücü olarak yakla�ır
sanat; yalnızca o kırabilir, varolu�un korkunçlu�u ya da saçmalı�ı hakkındaki tiksinti
dü�üncesini... Dithyrambos’un satirler korosu, Yunan sanatının kurtarıcı
eylemidir(...)”(A.g.e: 58).
Yunan seyircisinin maskesinden kurtulu�u, koro ile seyirci arasında kurulan esrik
ili�ki yoluyla sa�lanır. Dionysos ayinlerindeki esrik katılımcıların do�ayla kurdukları
dolayımsız ili�ki, koro ile seyirci arasında da geçerlidir. Tragedyanın bu deneyimin
sanatsal ifadesi oldu�u dü�ünülürse seyircinin korodan ayrı olmadı�ını kavrarız.
Dionysos ayinlerinde katılımcıların kendilerinden geçerek kendilerini satir sanması
41
gibi “(...)seyirci bölümünün ortak merkezli yaylar biçiminde yükselen teraslı
yapısında, herkesin çevresindeki tüm kültür dünyasını görmezden gelmesi ve
bakmaya doyarak, kendinin de bir koro üyesi oldu�unu sanması olanaklı”dır
(Nietzsche, 2005b: 60) Bu, her ikisinin de Dionysosçu hakikatin uzantısı olmasının
olana�ıdır. Bu yüzden Nietzsche koroyu, tragedyanın erken a�amasında, Dionysosçu
insanın kendisini yansıtı�ı olarak ortaya koyar. Ona göre “Satirler korosu her �eyden
önce Dionysosçu kitlenin bir vizyonudur; sahnedeki dünya da bu satirler korosunun
bir vizyonudur...”(A.g.e: 61). Bununla birlikte bu vizyon “(...)tüm bir kitleye, bu
kendini, onunla içten bir birlik içinde oldu�unu bildi�i böyle tinler sürüsüyle çevrili
görme sanatsal yetene�ini iletecek durumdadır.” Tragedya korosunun bu süreci,
Nietzsche tarafından dramatik ilk fenomen olarak kabul edilir. Bu ilk fenomen tam
manasıyla “(...) kendini, kendi kar�ısında de�i�mi� görmek ve �imdi, sanki gerçekten
bir ba�ka bedene, bir ba�ka karaktere bürünülmü� gibi davranmak.”la ifade edilir
(A.g.e: 62). Lirik �airi drama yazarına dönü�türen de bu olanaktır. �airin karakterini
“(...)sürekli eylemeye ve ya�amaya devam...” eder görmesi drama yazarında
karakterle bir olmak, kendini karakter olarak görmeye ve göstermeye evrilir. Bu
anlamda “Dionysosçu bilgilerin ve etkilerin Apolloncu somutla�tırılması...” olarak
dramanın ortaya çıkı�ı da aynı fenomene kar�ılık gelir (A.g.e: 63). Zamanla koronun
içinden bir ki�i öne çıkar ve koroya cevap verir. �lk oyuncunun ortaya çıkı�ı bu
�ekilde gerçekle�ir. Dramanın geli�imi kapsamında ele alınması gereken bu de�i�im
tragedyanın erken dönemde sözünü etti�imiz Apolloncu ve Dionysosçu ö�elerinin
dengesini de de�i�tirir. Bu dengenin, erken tragedyanın Dionysosçu unsurunun geri
çekilmesi buna kar�ılık Apolloncu ö�elerin öne çıkması anlamına gelir. Bu nedenle
dramanın geli�imiyle tragedyanın kapsamının ne �ekilde geni�ledi�i ve de�i�ti�i
42
belirlenmelidir.
1.1.5 Birinci Oyuncunun Ortaya Çıkı�ı Ba�lamında Erken Tragedyanın
De�erlendirilmesi
Buraya kadar erken tragedyanın koro ve seyirci ba�lamında çözümleni�inde bilinçli
bir biçimde eksik bıraktı�ımız unsur kahramandı. Aslında gerek tragedyanın
mitolojik kökeni, gerek iki yaratma tarzı gerekse tragedyanın belirleyici ilkesinden
söz ederken kahramana dair de fazlasıyla bilgi verdik çünkü, burada kahramandan
söz ederken Dionysos’tan ba�kası kastedilmiyor. Fakat sahnenin ve vizyonun odak
noktası olan Dionysos’un, tragedyaya konu olu� tarzı tragedyanın her a�amasında
aynı de�ildir. Sözgelimi tragedyanın en eski döneminde Dionysos gerçekten mevcut
de�ildir, mevcutmu� gibi tasavvur edilir. Dionysosça olanın etkinli�i do�rultusunda
izleyici kendini satir korosu, satir korosu da kendisini Dionysos olarak duyumsar.
Daha sonra koroya cevap veren birinci oyuncunun ortaya çıkı�ıyla tanrıyı bedensel
olarak gösterme denemesi yapılır ve “dar” anlamda dramaya geçilir. Bu a�amada
koronun görevi, Dionysos’u temsil eden trajik kahraman sahneye çıktı�ında onun
maskeli bir insan de�il de Tanrı’nın ta kendisi oldu�una inandıracak co�kunlu�u
sa�lamaktır. Ba�ka bir deyi�le koronun artık inandırmaya dönük bir i�levi vardır. Bu
basamakta seyirci, esrime içinde acı çekti�ini tasavvur etti�i tanrısına artık
bakmaktadır. Nietzsche’ye göre tragedya, drama safhasında artık Dionysosçu
bilgilerin ve etkinli�in Apolloncu somutla�tırılması de�ildir. Apollon’un Dionysos’a
kar�ıtlı�ı artık görsel bir nitelik kazanır. Nietzsche’ye bakılırsa “seyirci, büyülü bir
biçimde ruhunun kar�ısında titreyen tanrı imgesini, ister istemez o maskeli figüre
43
aktarmı� ve onun gerçekli�ini adeta hayaletimsi bir gerçek dı�ılıkla sona erdirmi�ti.”
Apolloncu dü� durumu devreye girdikten sonra ise “tragedyanın yetkinle�mesi”nin
ne anlama geldi�ini �u �ekilde ifade eder:
“Bundan dolayı, tragedyada etkileyici bir biçim kar�ıtlı�ının oldu�unu görüyoruz: konu�manın dili, rengi, devingenli�i, dinamizmi, koronun Dionysoscu lirik �iirinde ve di�er yandan sahnenin Apolloncu dü� dünyasında tamamen ayrılmı� anlatım alanları olarak, birbirinden uzakla�ırlar. Dionysos’un kendini nesnele�tirdi�i Apolloncu görünü�ler, koronun müzi�i gibi ‘sonsuz bir deniz’, kar�ılıklı yer de�i�tirme, akkor halinde bir ya�am de�ildir artık, Dionysos’un co�kun kulunun onlarda tanrının yakınlı�ını sezdi�i, yalnızca duyumsanan, görüntü halinde yo�unla�mamı� güçler de�il: �imdi sahneden epik canlandırmanın netli�i ve sabitli�i konu�maktadır onunla, �imdi Dionysos artık güçleriyle de�il, epik bir kahraman olarak konu�maktadır, handiyse Homeros’un diliyle.” (Nietzsche, 2005 b: 65)
Açıkça görülüyor ki dramayla birlikte erken tragedyadaki Apollon-Dionysos birli�i
ba�kala�ır. Nietzsche, erken tragedyada Dionysosçu bilgilerin ve etkilerin Apolloncu
somutla�tırılması olan kar�ıtların sıkı birlikteli�inin bozuldu�unu, dramanın
geli�mesiyle bu iki gücün birbirinden uzakla�arak de�i�ti�ini belirtir. Erken
tragedyanın Apollonca gücü görünü�e sı�ınarak kurtulma de�ildir; tam tersine,
bireyin parçalanmasını ifade eder. Acaba dramanın dahil olu�uyla birlikte Apolloncu
gücün bahsi geçen mahiyetinde bir de�i�iklik söz konusu mudur? Bu sorunun
cevabını dramanın yetkinle�mesinde aramak gerekir.
1.2 Dramanın Yetkinle�tirilmesinde Üç Basamak: Aiskhylos, Sophokles ve
Euripides
Tragedyanın koro ve seyircinden ibaret sınırları (bu sınırlar her ne kadar Nietzsche
tarafından bengi dönü�ü-mü ifade etmesi bakımından sınırsızlı�ı ça�rı�tırsa da)
drama ile birlikte beden ve mitosu içine alacak �ekilde geni�ler. Erken tragedya
a�amasında da var olan bu unsurlar dramayla birlikte uygun sahneleme ve oyunculuk
44
teknikleri geli�tirilebilecek unsurlar olarak ortaya çıkar. De�inildi�i üzere artık
koro ve seyirciye ek olarak, trajik kahraman trajik mitosuyla birlikte bedenen
sahnededir,. Nietzsche bu ayrımı �u �ekilde ifade eder:
“Yunan tragedyasının, en eski biçiminde yalnızca Dionysos’un acılarını konu edindi�i ve uzun bir süre boyunca biricik sahne kahramanının Dionysos oldu�u, çürütülemez bir geleneksel bilgidir. Ama Euripides’e gelinceye kadar, Dionysos’un trajik kahraman olmaya asla son vermedi�i, Yunan sahnesinin tüm ünlü figürlerinin, Prometheus’un, Oidipus’un vb. yalnızca ba�langıçtaki kahraman Dionysos’un maskeleri oldukları da aynı kesinlikle öne sürülebilir.” (Nietzsche, 2005 b: 73)
Erken tragedyanın biricik kahramanını (Dionysos’u) zaten trajiklikle nitelendirmeye
gerek yoktur. Pekâlâ, trajiklikle nitelendirme gereklili�inin, kahramanın Dionysos’la
ili�kisini kurmak amacıyla hissedilmi� oldu�unu öne sürebiliriz. Yenili�in me�ruluk
kazanmak için gelene�i ça�rı�tırması alı�ılmadık bir durum de�ildir. Kaldı ki
Nietzsche de trajik kahramanların idealliklerini Dionysos’un maskeleri olması
dolayısıyla kazandıklarını belirtir. Buradaki yenilik, Apolloncu olanın kendisini
oyuncu olarak sahneye çıkarmasıdır. Dipnotta (s 39) da belirtti�imiz gibi maske
bireyselle�me ilkesine göndermelidir. Dolayısıyla maske ve maskeyi yüzünde ta�ıyan
oyuncu tragedyanın Apolloncu ö�esidir (Weinberg, 1999: 94-95). Kurt Weinberg’in
ifade etti�i gibi Apollon tragedyanın suret veren babası, Dionysos ise öz veren annesi
rolündedir. Dolayısıyla tragedya içindeki her türlü biçimsel unsur Apolloncu, her
türlü belirsiz (müzik gibi) öz de Dionysosçu unsurdur (Weinberg, 1999: 87-88).
Mitosun trajikli�i de aynı yolla, Dionysos’un yazgısının maskeleni�iyle sa�lanır.
Mitos ve oyuncudaki bu de�i�iklikleri “Apollon’un marifeti” olarak adlandıran
Nietzsche’ye bakılırsa, Dionysos-Apollon arasındaki sava�ta Apollon ata�a geçer.
Bu kısımda Apollon’un ata�ını de�erlendirmek için tragedyanın “ilk” ustası
Aiskhylos’u kendimize yakınla�tıraca�ız.
45
1.2.1 Aiskhylos (M.Ö 525- 456)
Nietzsche, Zincire Vurulmu� Prometheus üzerinden giri�ti�i Aiskhylos yorumunda
tragedyanın yazgısına açıklık getirir. Sanıyoruz ba�ka bir mitsel figür, Nietzsche’yi,
Aiskhylos’u, Helen’i içine alacak bir anlatıya elveri�li sayılmazdı. Hem kendi dünya
görü�üne dayanarak Apollon-Dionysos kar�ıtlı�ına yeni bir boyut kazandıracak
Aiskhylos, hem de onun üzerinden tragedyanın yazgısına geçecek Nietzsche,
Prometheus’la simgelenenin derin sezgisine sahiptiler. Bu kısımda Prometheus’un
simgelediklerini tragedyanın yazgısını serimlemekte zemin olarak kullanmak üzere
gündemimize alıyoruz.
1.2.1.1 Prometheus’un Dionysos’un Maskesi olarak De�erlendirilmesi
Prometheus insanlar, Titanlar ve Olymposlular arasındaki ili�kide kilit aktördür.
�nsanın varlık kazanmasında, Pandora’nın merakla açtı�ı kutunun içinden çıkan
“varolu�” felaketinde ve “üçüncü devrim: egemenli�in Olympos’tan insana
geçi�i”nde hep Prometheus figürüyle kar�ıla�ırız (Erhat, 2003: 255). Fakat daha
önemlisi Prometheus’un Zeus’a kar�ı suç i�lemenin bedelini Herakles çıkıp gelene
dek zincire vurulmu� halde bir kayanın üzerinde hergün ci�erini yiyecek kartalı,
yazgısını bekleyi�idir. Mitolojide �apetoso�ulları olarak geçen Prometheus ve
karde�leri (Epimetheus, Menoitios ve Atlas) Zeus tarafından ola�anüstü cezalara
çarptırılırlar. Zeus’un bu Titanlara besledi�i özel hıncın nedeni bu Titanların akıl
gücünden pay almı� olmasıdır, çünkü akıl, Zeus’un egemenli�ini me�ru kılan yegâne
güçtür (Aiskhylos, 2000: 19-21). Homeros’un Olympos’un zaferini akıl, düzen ve
46
ölçülülükle taçlandırdı�ı dü�ünülürse, Prometheus ve dört karde�i Zeus’un egemenlik
zeminin hiç de me�ru olmadı�ını gösterir. Prometheus akıldan pay aldı�ını her
fırsatta Zeus’a hatırlatır. Aklını ve gelece�i görme gücünü kullanarak Zeus’u küçük
dü�ürmeye çalı�ır. Burada Prometheus’un aklından ziyade bilici�i daha önemlidir.
Yunan mitolojisinde dünya üzerindeki egemenlik Titan, Olympos ve insan olmak
üzere üç varlık düzlemi arasındaki ili�kide açı�a çıkar. Bu ili�kiye göre Titanların
egemenli�i Zeus tarafından sonlandırılır ve ı�ıltılı Olympos dönemi ba�lar. Titanlar
ya Zeus’un egemenli�ini kabul etmek mecburiyetinde kalır ya da bir biçimde tehdit
olmaktan çıkar. Prometheus ise burada devreye girer ve Zeus’un egemenli�inin sona
erdirilece�i, insan soyunun Olympos’a ihtiyaç duymadan ya�ayabilece�i kehanetinde
bulunur (Erhat, 2003: 255). Prometheus, Titanların ba�ına gelenlerden Zeus’u
sorumlu tuttu�u için bu kehaneti gerçekle�tirme konusunda hiçbir �eyden çekinmez.
Bu konuda Nietzsche de �u sözleriyle aynı kanaatte bulundu�unu gösterir: “Titan
sanatçı, kendi ba�ına insanlar yapabilece�i ve Olympos tanrılarını en azından yok
edebilece�i yolunda güçlü bir inanç bulmu�tur: ve bunu da, bedelini sonsuz acı
çekerek ödemek zorunda kaldı�ı üstün bilgeli�iyle yapacaktır.”(Nietzsche, 2005 b:
69) Bilgelik ve bilgeli�in sonucunda gerçekle�en yazgı; trajik mitosun ana eksenini
olu�turan budur. Ne tür bir bilgelik tragedya yazarlarınca cezalandırılır? Bunun yanıtı
aslında çok da güç de�il, ceza Olympos’tan geldi�ine göre buna �imdilik ölçüsüz
bilgelik diyebiliriz.
Prometheus mitosunun di�er önemli özelli�i insanlar ile Olymposlular arasındaki
ili�kideki belirleyicili�idir. Ate�in insanlı�ın tasarrufuna sunulması Prometheus ve
47
insanın ortak suçudur. Nietzsche’ye göre bu durum her kültürün giri� kapısına bir
kaya blo�u gibi yerle�tirilen insan ile tanrı arasında çözülemez bir çeli�kidir. Bu
çeli�ki �u �ekilde dile getirilir: “�nsanlık yararlanabilece�i en iyi en yüce �eye, büyük
bir suç yoluyla ula�ır ve �imdi bunun sonuçlarına, yani hakarete u�ramı� göksel
varlıkların asilce yükselmekte olan insan soyuna göndermek zorunda oldukları acılar
ve kederler seline katlanması gerekmektedir(...)” (A.g.e: 70) Nietzsche,
Prometheus’un asıl erdeminin ve tragedyanın etik temelinin etkin günah ya da suç
fikri oldu�unu belirtir. Bir ba�ka deyi�le Prometheus, insanla tanrı arasında kurulan
etkin günaha dayalı ilk ili�kinin tragedya aracılı�ıyla gündeme ta�ınmasının,
varolu�un ve acının haklı çıkarılmasının simgesidir.
Nietzsche, Aiskhylos’un Zincire Vurulmu� Prometheus’daki Apollon- Dionysos
kar�ıtlı�ının, birbiriyle ili�kili ancak birbirinden ayrı görünümleri üzerinde durur.
Bunlardan ilki, Prometheus’un “etkin günah” fikrine ba�lı sunumunun Dionysosça
olanın ifadesi olmasıdır ki Nietzsche’nin Dionysosçu kötümserlikten anladı�ı tam
olarak budur. Prometheus “etkin günah” fikriyle birlikte yazgısını ya�ama tarzı
bakımından Nietzsche’nin güçlü tipine kar�ılık gelir. Helen Adolf, Prometheus’un
Dionysos’un maskesi olarak Dionysos’tan daha sa�lıklı bir trajik kahraman oldu�unu
ve Nietzsche’nin güçlü tipine kar�ılık geldi�ini do�rular (Adolf, 1951: 116-117).
Prometheus ba�ına gelecekleri bilerek suç i�ler, üstelik yazgının kaçınılmaz acısını
dik ba�lılıkla kar�ılar (Aiskhylos, 2000: 83-85). Prometheus ba�ına gelenlerden
dolayı eyleminden pi�manlık duymaz. Bu da Prometheus’u güçlü tipin vasfı olan
amor fati ( yazgı sevgisi) kavramıyla tanımlamamıza yeterlidir ( Weinberg, 1999: 91-
92).
48
�kinci durum, sınırlara yani tragedyanın Apolloncu yönüne ili�kindir. Tanrısal ve
insansal dünya kendi içinde haklıdır, ta ki insan kendi dünyasının bireyselle�me
ko�ulunu a�ıp iki görünüm arasındaki dengeyi bozana dek. Bu dengeyi bozmanın
cezası bireyselle�menin acısıdır. Burada önemli olan “temel bir”in “bireyselle�me
ilkesi’yle olan ili�kisinin insansal ve tanrısal dünya olarak tekrar konu edilmesidir.
Dionysos’un acısı Titanlar tarafından parçalara ayrılmaktı. Aynı �ekilde Pentheus,
Orpheus ya da Tyestes’in üç çocu�unun parçalandı�ını belirtmek trajikli�in,
parçalanma ve birle�me üzerinden kuruldu�unu anlamamıza yeterli olacaktır. Bütün
trajik kahramanların Dionysos’un maskeleri oldu�una dayanarak Prometheus’un
parçalara ayrılma ve birle�me ili�kisini simgeledi�i söylenebilir (Nietzsche, 2005 b:
71). Prometheus’un Apolloncu olanla ili�kisi Nietzsche tarafından �u �ekilde dile
getirilir: “Adalete yaptı�ı seferinde Aiskhylos, Prometheus’un, baba tarafından
Apollon’un, bireyle�menin ve adalet sınırlarının tanrısının, kavrayı�lı tanrının
soyundan geldi�ini ele vermektedir.” Buna göre, “Varolan her �ey haklıdır ve
haksızdır ve ikisi de e�it ölçüde haklı kılınmı�tır.” (A.g.e: 72). ��te Aiskhylos’un
motivasyonu tanrılara kar�ı i�lenmi� suçun yani “etkin günah”ın’ kar�ılı�ı moira,
dünya görü�ü uyarınca “bengi adalet” olarak en tepede durur. Homeros’un
Olympos’unun akıl, düzen ile taçlandırıldı�ından ve buna dayanan Yunan kültürünün
kendini Dionysos kültünden uzak tutabildi�ine de�inmi�tik. Olympos, Titanlar ve
onların simgelediklerine kar�ı yüceltmi�ti. Ba�ka bir deyi�le akla dayanan düzen,
egemenlik, kar�ıtını kültürden kovdu�u gibi onun yeniden Dionysos simgesiyle geri
dönü�üne de engel oluyordu. Aiskhylos’un trajik �iirinin güçlü etkisi Tartarus’a
gömülmü� Titanlar ça�ını yeniden gün ı�ı�ına çıkarırken Homeros’un mitosunu da
49
yeni ba�tan de�erlendirir. Orfeus mistisizminin insanın soyunu Dionysos ve Titanlara
ba�layan anlatımı dü�ünüldü�ünde Aiskhylos’un kültüre eklenen bu yeni dü�ünme
biçimini tragedyaya ta�ıdı�ı açıktır. Üstelik burada Dionysos, Titanlar ve Olympos
bir arada insanın yazgısına yeniden katılır. Homeros aracılı�ıyla Tartarus’a
gönderilen Titanlar Dionysos aracılı�ıyla yeniden kültürde yerini alır, üstelik
yaratıcılık, akıl ve cesaret gibi niteliklerle. Bütün bunlara ra�men Nietzsche
Aiskhylos’ta mitosun ölmeden önceki bakı�ını görür (Nietzsche, 2005 b: 76). Ba�ka
bir deyi�le Aiskhylos’un yeniden de�erlendirmesi mitos açısından pek hayırlı
olmamı�tır. Bu yüzden Zincire Vurulmu� Prometheus’un Apollon ve Dionysos
kar�ıtlı�ı daha ayrıntılı de�erlendirilmelidir.
Bütün dinlerin ölmeye yüz tutmu�lu�unun alameti, onun do�allıkla ya�anmasına ve
kendini devam ettirmesine kar�ı koyularak mitlerin inandırıcılı�ının ürkekçe
savunulmaya ba�lanmasıdır. “Yunanlılar zaten çoktandır, (...) tüm mitsel gençlik
dü�lerine tarihsel-pragmatik bir gençlik tarihi damgası vurmaya koyulmu�lardı.”
(A.g.e: 75) Burada Nietzsche’nin anlatmaya çalı�tı�ı her mitin yazgısı olan çökü�
sürecinin Yunan mitosu ba�lamında çoktan ya�anmaya ba�landı�ıdır. Fakat
“Dionysosçu müzi�in yeni do�mu� dehası” çökmekte olan mitosu sahiplenerek ona
kendi bünyesinde yepyeni anlam kazandırır. “Trajik �iirin a�ırı güçlü etkisi altında
Homeros’un mitleri yeniden do�ruluyor ve kendisinden daha güçlü ve derin bir
dünya görü�ü tarafından yenildi�i gösteriliyor.” (A.g.e: 74) Mitosu yeniden do�uran
bu derin dünya görü�ü daha önce de�inilen satir korosunun kendisine dayandı�ı
müzi�in “Heraklesvari gücü”dür. “Tragedya aracılı�ıyla mitos en derin içeri�ini, en
anlamlı biçimini kazanır; bir kez daha do�rulur, yaralı bir kahraman gibi ve tüm güç
50
fazlalı�ı, ölmekte olanın bilgelik dolu dinginli�iyle birlikte, gözlerindeki son bir
güçlü ı�ıltıda yanar.”(Nietzsche, 2005 b: 76) Ba�ka bir deyi�le Dionysos’un yeniden
do�u�u gibi mitos da tragedyada yeniden do�ar. Açıkça görülüyor ki Nietzsche
açısından mitosun tragedyadan ba�ımsız bir varlı�ı yoktur. Artık tragedyanın yazgısı,
mitosun ve en genel anlamda Helen istencinin ortak yazgısıdır. Bütün bunlardan
çıkaraca�ımız sonuç tragedyayı do�uran Dionysosçu müzi�in, mitosun yeniden
do�u�unun da ko�ulu oldu�udur. Yani mitosu yeniden de�erlendiren Dionysosçu
olanın etkinli�idir.
Aiskhylos’un tragedyasında Prometheus aracılı�ıyla ortaya koyulan Dionysosçu güç
tragedyayı, mitosu ve Helen istencini yüksekte tutmaya ne derecede muktedirdir?
Mitosun yeniden üretilmesini drama ve ona ba�lı unsurların geli�tirilmesine ba�layan
Aiskhylos, müzi�in gücünü yadsır. Daha önce de belirtildi�i gibi Aiskyhlos
tragedyada oyuncu sayısını birden ikiye çıkaran ki�idir. Bununla birlikte �air, oyunun
sergilenmesinde duyguların maskelerle (proposa) ifade edilmesi, bol kıvrımlı
elbiseler, yüksek tabanlı ayakkabılar (kothornos) kullanması gibi yeniliklerle anılır.
Tragedyada ikinci oyuncuya yer açmanın yolu ise koronun geriye çekilmesinden
geçer. Böylelikle tragedyada koro �arkılarının bulundu�u kısım azalırken diyalog
kısmı artar. Hatta oyuncu sayısının ikiye çıkarılması gibi koro da elli ki�iden onikiye
dü�ürülür. Yani tragedyadaki niteliksel de�i�im kendisini, niceliksel olarak da
gösterir. Trajik kahramanın trajikli�ini yüzünde ta�ması gibi. Aiskhylos’un
devrimcili�i tragedyanın bütün biçimsel unsurların geli�tirilmesini ifade eder ki
bunlar tragedyanın Apolloncu ö�eleridir. �nsanın tragedya aracılı�ıyla dünyaya
varolu�unun bilincinde olan bir varlık olarak baktı�ı mitos penceresi, öz ve biçim
51
bütünlü�ünden yoksun bırakılarak kapanır, geriye üzerinde teknik geli�tirilecek
biçim kalır. Aiskhylos’un Prometheus’u bizi Dionysosçu amor fati kavramına
götürse bile Apollon’un tragedyadaki bu ölümcül a�ırlı�ını de�i�tirmez. Aiskhylos
Orestia üçlemesinde Dionysosçu öze gönderme yapan “etkin günah”ı da kaybeder.
Orestes, babasını öldüren annesini öldürür. Orestes, annesini öldürdü�ü için vicdan
azabından delirmek üzereyken Apollon’un adaletine sı�ınır. Apollon Orestes’in
eyleminin yani ana katlinin suç olmadı�ına hükmeder. Prometheus’un bilerek suç
i�lemesine kar�ılık, burada suç da yazgı da ortadan kaldırılır. Bu da Apolloncu özün
ön plana geçmesi olarak okunabilir. Bu noktada tragedyanın Dionysos-Apollon
birlikteli�i geri dönülemez bir biçimde kırılır. Dionysos-Apollon birli�inin,
dolayısıyla tragedyanın da sonu olan bu kırılma noktasından geriye çökü� kalır.
Üstelik Prometheus’un kehanetinin Prometheus aracılı�ıyla gerçekle�tirilmesine tas
tamam uyarak. Yani egemenli�in Tanrılardan insanlara geçi�i süreci ba�lar, çünkü
tragedyada Apolloncu ö�elerin geli�imi giderek güç kazanacak ve sonunda
Euripides’le sıradan insan merkezile�ecektir (Güçbilmez, 2006: 36-38).
1.2.2 Sophokles (M.Ö 495 - M.Ö 406)
Sophokles tragedyayı ölüm yolculu�una çıkarma konusunda bilmeden de olsa
Aiskhylos’un kaldı�ı yerden hevesle devam eder. Üçüncü oyuncu ve dekor
Sophokles’e mal edilen yeniliklerdir. Dramadaki bu yenilikler; trajik mitosun
diyalo�a, oyunculu�a ve kurguya olan ba�ımlılı�ının artması anlamına gelir. Bu
tespiti Azra Erhat’ın �u sözleriyle desteklemek mümkündür. “Sophokles her
bakımdan ölçülü bir �airdir... Üslubu temiz ve mantıklıdır. Hemen her tragediası
52
do�rudan do�ruya diyalog ile ba�layıp, seyirciyi derhal dramatik eylemin içine sokar.
Dialogları Attika mantı�ına, aydın ve yalın dü�ünü�üne birer örnek sayılabilir.”
(Erhat, 1954: 29) Nietzsche de Yunan tragedyasının Apolloncu bölümüne dair,
“diyalogda yüzeye çıkan her �ey basit ve saydam görünür. Bu anlamda diyalog
Helen’in suretidir.” derken aynı vurguyu yapar (Nietzsche, 2005b:67-68). Ona göre,
Sophokles’in keskin ve açık dili büsbütün Apolloncu olanın görünümüdür. Mitosun
kendi içinde oyuncu, mekân ve kurgu bütünlü�ü olu�turacak �ekilde düzenlenmesi de
aynı Apolloncu e�ilimin uzantısıdır. Trajik kahramanın sahnede bedenen bulunu�una
paralel bir biçimde mitos da dekorla birlikte mekânsal olarak izleyicinin gözleri
önüne serilir. Aiskhylos’un soyut olarak bıraktı�ı bo�luklar Sophokles tarafından bu
�ekilde doldurulur ve drama zirveye ta�ınır. Aristoteles, Sophokles’in tragedyanın
kurgusunu da tam bir uyuma, idealli�e kavu�turdu�unu dile getirerek, tragedyanın
Sophokles’le ula�tı�ı noktayı do�ru tespit etti�imizi gösterir (Aristoteles, 1998: 19).
Bütün bu de�i�imle birlikte Sophokles’in korosu ise dekoru tamamlayan bir parçadır,
oyunculardan birisidir (Aristoteles, 1998: 53). Böylelikle koroya dair tespitlerimizi
hatırlayarak tragedyadaki Apollon-Dionysos kar�ıtlı�ının, Apolloncu dü�çülü�ün ve
biçimcili�in belirleyicili�inde tasnif edildi�ini rahatlıkla söyleyebiliyoruz. Bu �ekilde
sanal bir gerçeklik yaratmanın eksik kalmı� ana unsurları tamamlanır ve sıra
Apolloncu Maya perdesinin izleyicinin gözlerine çekilmesine gelir. Apolloncu dü�
Dionysosçu gerçe�i perdeler. Perdenin gerisinde kalansa Dionysosçu bilgeliktir
(Güçbilmez, 2006: 37). Aiskhylos’la birlikte deneyimin payla�ılarak açı�a çıkması
yani Dionysosça olan müzik engellenmi�ti. Sophokles’le birlikte bilgeli�in
Dionysosçu etkinli�i, edilgenli�e dönü�türülerek tragedyadan iyice uzakla�tırılır.
Bunun için Dionysos’un Prometheus’tan sonraki maskesi Oidipus’a bakmak yerinde
53
olacaktır.
1.2.2.1: Oidipus’un Dionysosçu Bilgeli�in “Maskesi” Olarak De�erlendirilmesi
Oidipus tragedyanın bilgelik, suç ve yazgı eksenine ba�lı olarak kurgulanır. Buna
göre Oidipus kimsenin çözemedi�i Sfenks’in sorusunu cevaplayacak kadar bilgedir.
Oidipus, bilgeli�i dolayısıyla kral olarak herkes tarafından imrenilen mutlu bir
ya�amı elde eder. Fakat Oidipus’un bütün ya�amı, do�ar do�maz Tanrı tarafından
bildirilen korkunç yazgısının adım adım gerçekle�mesinden ba�ka bir �ey de�ildir.
Bu yazgı ise babasını öldürmesi annesinin kocası olmasıdır. Hiçkimsenin kendisine
konduramayaca�ı Oidipus’un payına dü�en yazgıyı nasıl yorumlayaca�ız?
Sophokles, yazgının insanın bütün benli�ini üzerindeki gücünü daha do�rusu bu
gücün �iddetini insanın tinsel varlı�ını altüst ederek vurgular. Burada trajik
kahraman, erken dönem tragedyasında ya da Aiskhylos’un Prometheus’unda oldu�u
gibi fiziksel de�il ruhani bir parçalanmaya tabidir. �nsanın, hakikatin acısından içine
kaçtı�ı toplumsal varlı�ının üzerine u�ursuz bir biçimde çöken bu yazgıda toplumsal
roller birbirine sokulmu�tur. O�ul Oidipus babasını öldürür, annesine koca,
karde�lerine baba olur. Ancak bu karı�ıklı�a fazla takılmamak gerekir çünkü,
tragedyanın varolu�un haklandırılması oldu�unu hatırlarsak esas meselenin akıl
almaz da olsa yazgının önlenemezli�ine yapılan vurgu oldu�unu görürüz (Bayladı,
2002: 203). Tragedyaya göre, Oidipus do�ar do�maz yazgısı tanrılar tarafından Laios
ve �okaste’ye bildirilir. Laios, yazgının tecellisini engellemek için çocu�un ayaklarını
delerek onu bir kayaya çiviler. Oidipus’u ölüme terk etmek yazgıdan kurtulmak
54
de�il, aksine onun gerçekle�mesinin önünü açmaktır. Çünkü Oidipus’un i�ledi�i
günahlar bilgisizli�inden kaynaklanır. Onu bilgisiz kılan ise, anne ve babasına
verilmi� bilgidir (Erhat, 1954:71). Aynı �eyi Oidipus’un Apollon tarafından
bilgilendirilmesinde de görmek mümkündür. Ölümün elinden bir keçi çobanı
sayesinde kurtulan Oidipus Korintos’un kralına evlatlık verilir. Günün birinde
Apollon’un kâhini ona yazgısını bildirir. Oidipus bu bilgiyle ailesine zarar vermemek
için kenti terk eder ve yolda bilmeden gerçek babasını öldürür. Thebai �ehrinin
yakınlarında Sfenks’i bilgeli�iyle alt eder (A.g.e: 65). Bu bilgelik onun annesiyle
evlenmesine neden olur. Yine yazgıdan kaçı�ın sonu yazgının kuca�ına dü�mektir.
Peki, Sophokles bilgi ve bilgisizlik arasında salınan Oidipus’la hangi ilk çeli�kiyi
anlatır? Burada kahramanın trajikli�inin zamansız bilgiyle örüldü�ü görülüyor. Daha
do�rusu insanın yitimlili�i ile zaman üstü tanrılar arasındaki çeli�ki, durumu trajik
kılıyor diyebiliriz. Oidipus ne yaparsa yapsın yazgısına ve yazgısını önlemeye geç
kalmı� durumdadır. Yazgısından kurtulmasının tek yolu ise bilge Silenos’u
hatırlarsak neredeyse hiç do�mamı� olmak ya da hemen ölmektir (Güçbilmez, 2005:
23). Sophokles’e bakılırsa do�mu�sa da yazgısına do�mu�tur ve bunun de�i�tirmenin
ko�ulu yoktur. Teiresias’a “Ben sussam da hadiseler konu�acak” dedirten de budur
(Erhat, 1954: 67). Sophokles’in Oidipus’un bilgeli�ine yaptı�ı vurgu da do�rudan bu
ko�ulsuzluktur. Bilgeli�iyle bütün bir kenti kurtaran ki�i kendi ya�amında insan için
dü�ünülebilecek suçların en büyü�ünü bilgisizli�iyle i�lemekte hatta “kendi
hayatının bilmecesini çözmek bir yana o bilmecenin varlı�ını bile fark
etmemi�tir.”(Güçbilmez, 2005: 23). Sonuç olarak Apollon tarafından bildirilen yazgı
Apollon vergisi bilgelikle bile alt edilemez. Bahsi geçen tanrısal ve insansal olmak
üzere dünyaların “kendi içinde haklılı�ını” sa�layan sınıra bakarsak bilgi ve
55
bilgisizli�in trajikli�ini vurgulayabiliriz.
Oidipus tragedyasında i�lenen çeli�ki, bilginin Tanrısallı�ı ve insanili�i arasındaki
derin ayrıma dayanır. �nsansal ve Tanrısal dünyaları birbirinden ayıran -insana
ölümlülük, Tanrılar’a ölümsüzlük niteli�ini veren- zamandır. Silenos’un bilgeli�i
Tanrı ile insan arasında zaman üzerinde yükselen derin uçurum Augustinus’ta �u
�ekilde yankılanır:
“(...)Oysa sen hep varolan bengili�inin a�kınlı�ıyla, bütün geçmi� zamanlardan öncesin, bütün gelecek zamanların ötesindesin; onlar gelecek olduklarından ötürü, geldiklerinde geçecekler, oysa sen kendin aynısın ve senin yılların azalmaz. Senin yılların ne gider ne gelir, oysa bizim yıllarımız hepsi gelsin diye gidip gelirler. Senin yılların durduklarından hepsi bir arada durur; geçmedikleri için de giden yıllar gelenlerce ortadan kaldırılmı� olmazlar; oysa bizim yıllarımız, hepsi ortadan kalkınca, i�te o zaman ‘hepsi’ olacaktır. Senin yılların bir gündür ve senin günün her gün de�ildir, bugündür; Çünkü senin bugünün yarınınla ortadan kalkmaz, nitekim dünden sonra gelmi� de�ildir. Senin bugünün bengiliktir.” (Aristoteles/ Augustinus /Heidegger, 1996: 47)
Her ne kadar bahsi geçen ayrımın cephelerinden biri Hıristiyanlık çerçevesinde
sunulan bir tanrıysa da Augustinus’un görü�leri zamana a�kınlık ve zamansallık
üzerinde yükseldi�i için tanrısallı�ın zamanla ili�kisini serimlemek için kullanılabilir.
Çünkü, Tanrı’yı varlık, insanı varolu� kavramıyla anla�ılır kılan zamansallık, bütün
dinlerin özünü yansıtır.
Augustinus Tanrı’nın bugününü bengilik olarak de�erlendirirken insan için henüz
gerçekle�memi� olanın Tanrı için çoktan sonlanmı� oldu�unu ifade eder. Ona göre
geçmi�, �imdi ve gelecek olarak ayrılmı� zaman aralıkları insan için söz konusudur.
�nsan için söz konusu olan bu zaman aralıkları Tanrı’nın bengi sonsuzlu�unda bir
aradadır (Aristoteles/ Augustinus /Heidegger, 1996: 55). Zamanın bölünemez ve
geldi�i gibi geçen anlarına benzer biçimde Tanrı’nın zihninde geçmi� ve gelecek bir
arada bulunur. Yani insan için söz konusu olan “henüz” Tanrı için “çoktan”dır. Bunu
56
Yeni Ahit’te �sa’nın Kudüs’e giri�inde söyledi�i sözlerde de görmek mümkündür:
“�sa yakla�ıp kenti görünce onun için a�ladı. ‘Ke�ke bugün nelerin seni esenli�e kavu�turaca�ını bilseydin!’ dedi. ‘Ama �imdi onlar gözlerinden gizli kalıyor. Dü�manlarının çevrende siper kazıp seni ku�atacakları, her yönden saracakları günler geliyor. Seni de, ba�rında ta�ıdı�ın çocuklarını da kaldırıp yere çarpacaklar. Sende ta� üstünde ta� bırakmayacaklar. Çünkü kendini ilgilendiren tanrısal ziyaret vaktini bilmedin.’” (Luka,1999: 164)
�sa daha Kudüs’e girmeden çoktan olup bitmi� olanların kederini ya�ar ve “ke�ke!”
der. Bu ke�ke, yazgının de�i�tirilemeyecek olu�una mı, yoksa insan bedeninde
tanrısal bilgiye vakıf olu�una mıdır? Bu soruları Jose Saramago’nun �sa’yı yeniden
yorumladı�ı romanına de�inerek açıklık getirmek istiyoruz. Tanrı �sa’ya biçti�i
kendini kurban etme yazgısını açıkladı�ında �sa yazgısını bir �artla kabul eder. �öyle
der:
“ Sen Tanrı’sın ve sana soru soruldu�unda gerçe�i söylemek zorundasın, ve yine Tanrı oldu�un için, dünü de bu kadar bilirsin, ikisinin arasında olup biteni de, günlerin neler getirece�ini de. Evet ben zamanım, gerçe�im ve ya�amım. Öyleyse söyle bana, sahip oldu�unu iddia etti�in tüm bu sıfatlar a�kına, ölümden sonra gelecek bana neler getirecek, senin tatminsizli�in ve niyetlerin u�runa, yedi düvele hükmedebilmen için ya�amımı feda etmeyi kabul etmeseydim neyi kaybedecektim, gelecekte farklı olan ne olacaktı, söyle bana.”(Saramago, 2000: 339)
Tanrı gönülsüzce �sa’ya bu cevabın uzun sürece�ini söyler ve �sa’nın tebaasını
anlatmaya giri�ir. Onun adına kurulacak kilisenin görü� ayrılıklarına dayanan “acı,
çile ve ölümün her biçimi” Tanrısal sözde kar�ılı�ını bulur. �sa’nın ölümünden
ba�layarak, havarilerin, �sa’ya inananların ve inanmayanların akıbeti yani tarih
tanrının dilinden dökülürken her olayla birlikte �sa’nın yüzüne ikonalarda
resmedilecek ünlü kederi çöker. �sa’nın yüzüne ve omuzlarına çöken kederini
anlamlandıran ise tanrı ile insan arasındaki sözünü etti�imiz çeli�kidir. �sa Tanrı’ya
ko�ullu bir soru sorar, teklifi kabul eder fakat eylem henüz gerçekle�memi�tir. Oysa
tanrı bu sorunun cevabı olarak bütün tarihi anlatır. Ba�ka bir deyi�le tanrı açısından
her �ey çoktan olup bitmi�tir. Saramago Tanrı ile insan arasındaki zamansallı�ı,
57
Augustinus’la paralel bir biçimde Tanrı’nın a�zından �u �ekilde dile getirir: “(...)ben
zamanım, benim için gelecek çoktan geride kaldı, geçmi� ise hâlâ ya�anıp duruyor”
(A.g.e: 350). �imdi bilginin Tanrısal ve insansal olmak üzere ikiye ayrılan türüne
ili�kin betimlemeler e�li�inde bütünlüklü bir bakı� açısını ortaya koymu�
bulunuyoruz. Konu zamana a�kınlık ve zamansallıkta dü�ümlenir, fakat bu dü�üm
insanın zamansallı�ından yükselerek kendi varlı�ına Tanrı cephesinden bakma
giri�iminde açı�a çıkar. Kendi ko�ulları açısından insansal olan yani ba�ına “henüz”
eklediklerimiz belirsizli�i ve bilinemezli�i beraberinde getirdi�i için problem te�kil
etmez. Ancak Tanrısal olan açısından de�erlendirildi�inde, sonsuzluk parametresiyle
birlikte “henüz” olanların tamamlanmı�lık durumu, gelece�i belirsiz olan insan
açısından trajikli�i açımlayan problemdir. Bunun için Tanrı adına ihtiyaç
duyulmayabilir. Tanrı’yı aradan çıkartıp sonsuzluk üzerinde de�erlendirilse dahi aynı
problemle bu sefer aracısız kar�ıla�ılır. Nietzsche de �sa’nın kederini Tanrı kavramını
i�e karı�tırmadan ve bütün insanlara mal ederek �u �ekilde dile getirir:
“Tam bir felaket! Hep aynı hikâye! Ki�i evini yapıp tamamladı�ında, daha in�aata ba�lamadan bilmesi gereken bir �eyi- o ebedi, ölümcül ‘çok geç’i fark eder. Her �eyin çoktan tamamlanmı�, olup bitmi� olmasının yarattı�ı bitimsiz melankoli!” (Güçbilmez, 2005: 20)
Bu açıdan bakıldı�ında trajikli�in Tanrı’yla ya da Tanrı’sız, bir biçimde bengilik ile
zamansallık arasında açı�a çıktı�ı görülür. �imdi Oidipus’un bilgi ve bilgisizlik
arasındaki salınımda kendini belli eden çeli�kisinin bilginin zamana a�kınlı�ı ile
zamansallı�ı oldu�unu tespit edebiliriz. Bu nedenle Laios ve �okaste’ye ve
sonrasında Oidipus’a Apollon tarafından if�a edilen bilginin zamana a�kın,
Oidipus’un bilgeli�inin ise zamansal oldu�u açıktır. Oidipus’un asıl yazgısı ise bilgi
türleri (Tanrısal-insansal) arasındaki sınırı asla a�amayaca�ıdır.
58
Sophokles’in Oidipus aracılı�ıyla “maskeledi�i” Dionysosçu bilgeli�e dair neler
söylenebilir? Bu konuda öncelikle Tanrı Dionysos’un insanın bireyselli�inden
kurtulma olana�ı oldu�unu hatırlamalıyız. Dionysos, sınır Tanrı’sı Apollon’a kar�ı
sınırların erimesini simgeliyordu. O, sınıra kar�ı sınırsızlık olarak insanın sözünü
etti�imiz ayrımları a�masını sa�lıyordu. Bundan dolayı ki�i kendini satir, satir
kendini tanrı olarak deneyimleyebiliyordu. Oysa Sophokles trajikli�i, bu sınırların
a�ılamazlı�ında serimlerken, perspektifinin Apolloncu geri planını
saklayamamaktadır, dahası böyle bir sorunu da yoktur. Sophokles’in sorunu
Aiskhylos’da da gösterdi�imiz, bu Apolloncu gücün �iddetini arttırmak üzerinedir.
Bunu da Oidipus’u günah i�lerken büsbütün pasifize ederek sa�lar. Prometheus’u
Dionysos’a yakınla�tıran etkin günah, Oidipus’la birlikte pasifize edilerek Apollon’a
yakla�tırılır (Nietzsche, 2005: 68). Prometheus i�ledi�i suçu kendi ere�i
do�rultusunda, her a�amasında bile isteye i�ler hatta suçun sonucunda çarptırıldı�ı
cezayı da dik ba�lılıkla, pi�manlık duymaksızın çeker. Prometheus, cezasını çekerken
hâlâ Zeus’a lanet okur ve onun egemenli�inin bitirilece�i kehanetini haykırır. Buna
kar�ılık Oidipus, suç i�ledi�inin hiçbir biçimde farkında de�ildir. Aslında bu
yazgının nedeni ona de�il, Kadmos’a uzanan lanetli soyuna dayanır. Kadmos
soyunun dördüncü ku�a�ı olan Oidipus, atası Pentheus’un Dionysos’a kar�ı i�ledi�i
günahın bedelini öder. Ancak en korkunç yazgı onu bulur. Bu duruma Oidipus’un
�anssızlı�ı desek bile Sophokles’in yazgı diyece�i açıktır.
Sophokles, Oidipus’un eylemini bilgisizlik temeline oturturken iki noktada kültürün
“décadence”ını haber verir. Bunlardan ilki pasifize edilmi� suçla, amor fati’nin
temelindeki güçlünün dü�ünce ve eylem birli�inin olanaksızla�tırılmasıdır. Burada
59
güçlünün eyleminden bahsetmek olanaksızdır. Dolayısıyla Oidipus’un yazgısını
sevmek bir yana onu tiksintiyle kar�ıladı�ı söylenebilir. Oidipus’un aydınlanması
yani tanı(n)ması (anagnorisis) gerçekle�ti�inde ise Oidipus, kendinden hakikati
saklayan gözlerini oyar. Bu eylem, Oidipus’un kendisini aldatan görünü�e kar�ı
aldı�ı tavrı göstermesi bakımından i�ledi�i suçun sonuçlarını görmeme avuntusundan
öte bir anlam ta�ır. Schopenhauer’a göre, trajedi kahramanın hatası olmadan olu�an
ve sonunda kahramanın ya�amın kendisinden vazgeçti�i durumu anlatır( Janaway,
2007: 253-254) Aynı Oidipus’un sonunda artık “istemeyerek” acısını arttırmaktan
uzak durması gibi. Ba�ka bir deyi�le ya�ama sırt çevirir. �kincisi ise Oidipus’un
bilgisizli�ine yapılan vurgudur. Bu Sokrates’in “�nsan bilerek kötülük yapmaz”
düsturuna yakın bir tavırdır. Fakat Sophokles’in vurgusu yazgının kaçınılmazlı�ı
oldu�u için Oidipus’un suç i�lememe ihtimali yoktur. Dolayısıyla Sophokles,
Sokratesçi iyimserlik yerine Schopenhauercu kötümserli�i hatırlatır. Sonuç olarak
Sophokles’in görünü� ve hakikat ayrımını bir biçimde tragedyaya ta�ımasına
dayanarak Apollon’un hakikat, Dionysos’un ise görünü� olarak kavranmaya
ba�landı�ı söylenebilir.
1.2.3 Euripides (M.Ö 480- M.Ö 406)
Euripides, Aiskhylos ve Sophokles’ten sonra çözümleyece�imiz sonuncu tragedya
yazarıdır. Euripides’le birlikte Nietzsche’nin perspektifindeki iki temel motif
(Dionysos-Apollon) e�li�inde çözümledi�imiz Yunanlıların acıyla ili�kisinin
farklıla�tı�ı noktaya varmı� bulunuyoruz. Nietzsche, Euripides’le birlikte
tragedyanın, tragedya içinde can bulan mitosun, Apollon- Dionysos kar�ıtlı�ının ve
60
“trajik ça�”ın da öldü�ünü tespit eder. Tragedyanın ölümü Nietzsche’nin sitem dolu
sözlerinde �u �ekilde ifade edilir:
“Neydi istedi�in, bre Euripides, bu ölüm dö�e�indekine bir kez daha angaryalar yüklemeye çalı�ırken? Senin zorba ellerinde öldü o: ve �imdi, eski �atafatı Herakles’in maymunu gibi yalnızca süslemek için kullanmasını bilen, taklit edilmi�, maskelenmi� bir mitosa gerek duydun. Ve mitos nasıl senin ellerinde öldüyse, müzi�in dehası da sende öldü: Hırslı müdahalenle, müzi�in tüm bahçelerini ya�malamak istedi�inde, onu da taklit edilmi� bir müzik haline soktun. Ve Dionysos’u terk etti�in için, Apollon da seni terk etti; onların kampındaki tüm tutkuları yerinden kaçır ve onları kendi çemberine sürgün et; kahramanların konu�maları için sofist bir diyalekti�i sivrilt ve törpüle kendine- senin kahramanlarının da yalnızca taklit edilmi�, maskelenmi� tutkuları var ve yalnızca taklit edilmi� maskelenmi� sözler söylüyorlar.” (Nietzsche, 2005b: 76)
En ciddi tespitleri bile büyük bir samimiyetle dile getiren filozofun, dilinin
ki�iselli�ine takılıp kalma riskini a�mak, bu sözleri de�erlendirmeye geçmeden
önceki ilk i�imiz olmalıdır. Çünkü, konunun ele alını� tarzını belirleyen ki�isel ve
samimi üslup tragedyanın akıbetine ili�kin yanlı� kanıların önünü açabilir. Sözgelimi
tragedyanın Euripides’in öznel müdahalesiyle öldü�ünü dü�ünebiliriz. Fakat
tragedya, mitos, Apollon-Dionysos kar�ıtlı�ı ve “trajik ça�” gibi bir ulusun kültürünü
yansıtan bu kavramların bir ki�i tarafından ala�a�ı edilebilece�ini kabullenmek
Nietzsche için bile a�ırıdır. Çalı�manın ikinci bölümünde “décadence” kavramı
üzerinden netle�tirilecek bu dikkat noktasından sonra, yukarıdaki alıntının belirleyici
savının tragedyanın ölüm dö�e�inde olu�uyla dile getirildi�ini ifade edebiliriz. Di�er
sav ise Dionysosçu olanın, Apolloncu olanı yüceltmek u�runa dı�lanmı� olmasının
her ikisinin de sonunu hazırladı�ıdır. Bu savla birlikte Helen istencinin Homeros’la
birlikte uzun süre Dionysos tapınımını topraklarına sokmadı�ı, bunu da Apolloncu
olanı yücelterek sa�ladı�ı yani Dionysos’u dı�ladı�ı hatırlanırsa Nietzsche’nin
kendisiyle çeli�ti�i dü�ünülebilir. Bu dü�ünce, Dionysos’un barbarlar ve Yunanlılar
olmak üzere iki farklı anlamının görmezden gelindi�i durumda ortaya çıkar.
Nietzsche burada, Dionysosça müzi�in dehasını Yunanlılara atfedilen yeni yüzünün
61
dı�landı�ından ve öldü�ünden söz eder. Dolayısıyla Dionysos ve Apollon
kar�ıtlı�ının daha önce hiç açı�a çıkmamı� görünümünün sona erdi�ini
dü�ünmeliyiz. Fakat bu durumun; kar�ıtlı�ın, Dionysosça olanın barbar ve Yunanlı
olmak üzere iki ayrı anlamına dayanan eski ve yeni biçimlerini ortadan kaldıran bir
a�ama oldu�unu da belirtmeliyiz. Mitos nasıl tragedyayla birlikte yeniden do�duysa
Dionysosçu müzi�in dehası da aynı �ekilde do�ar. Bu bir ruh göçüdür. Eski yeninin
içinde ya�amaktadır ve onunla birlikte de ölecektir. Dolayısıyla tragedyayı do�uran
Dionysosça dehanın ölümü sanatı güdüleyen Dionysos-Apolloncu birli�in de
sonudur. Bu noktada, Nietzsche’nin birine kültür birine ya�am olarak de�er atfetti�i
bu iki temel gücün tümüyle ortadan kalktı�ını ya da tragedyada koronun
dı�lanmasının tragedyanın ölümünü getirdi�ini mi dü�ünmek gerekiyor? Bu soruları
Euripides’in tragedyaya “yükledi�i angaryaları” açıkladıktan sonra tartı�mak üzere
ucu açık bırakıyoruz. Çünkü, öncelikli olarak tragedyanın ölümünün izini
sürdü�ümüz ve Sophokles’te bıraktı�ımız çözümlemeyi bitirmek gerekiyor. Aksi
takdirde ne Dionysos-Apollon kar�ıtlı�ının sonunu ne de tragedyanın ölümünü
sa�lıklı bir biçimde de�erlendirmek mümkün de�ildir.
Euripides’in tragedyada yaptı�ı de�i�ikliklerin geri planında özgürlük ve e�itlik gibi
demokrasinin temel de�erlerine duydu�u yakınlık bulunur. Tragedyanın Tanrı
Dionysos’tan sonra, bir biçimde Tanrı soyuna eklenen trajik kahramanları konu
edindi�ini belirtmi�tik. Euripides’le birlikte ise trajik kahramanın bu yapısında
sıradan insan boy göstermeye ba�lar. Sıradan insan ve toplumsal hiyerar�inin alt
sınırı kadınlar Euripides’in akılcı, ahlâkçı perspektifinden süzülerek dile gelir.
Tragedya artık “insanları akla ve mantı�a” ça�ırma aracıdır (Thomson, 2004: 380).
62
Euripides, tragedyanın bu ödevini ba�arıyla yerine getirmesini sa�layan, seyircinin
sahneye ta�ınması yenili�iyle anılır (Nietzsche, 2005 b: 78).
Aiskhylos’la bilerek ya da bilmeyerek ba�layan tragedyanın Dionysosçu unsurunun
geri çekilmesi Euripides’le ba�arıya ula�tırılır. Sophokles’te dekorun bütünleyicisi
olan koro Euripides’le “eylemle ili�kisiz müzikal ara oyun olmaya do�ru gider.”
(Thomson, 2004: 369) Koronun bıraktı�ı bu bo�luk Sophokles’te oldu�u gibi diyalog
ve dekor aracılı�ıyla doldurulur. Fakat Euripides’in e�itlikçi tutumunun uzantısı
olarak tragedyanın a�ırlık merkezini seyirciye kaydırması onu öncüllerinden keskin
bir biçimde ayırır. Euripides’le birlikte diyalog ve dekor niteliksel bir dönü�üm
geçirir. Tragedyanın halka açılmasının yolu onu gündelik sorunları gündelik dille
sunmaktan geçer. Nietzsche, Euripides’in tragedyaya getirdi�i yenili�i �u �ekilde dile
getirir:
“Gündelik ya�amdaki insan Euripides aracılı�ıyla seyirci sıralarından sahneye atlamı�tı; daha önce yalnızca büyük ve cesur özelliklerin dile geldi�i ayna, �imdi do�anın akim kalmı� çizgilerini de titizlikle yansıtan o özenli sadakati göstermekteydi. Eski sanatın tipik bir Helen’i olan Odysseus, �imdi yeni �airlerin elinde, bundan böyle iyi huylu-açıkgöz ev kölesi olarak dramatik ilginin odak noktasında duran Graeculus figürüne denk dü�üyordu... Esas olarak seyirci �imdi Euripides’in sahnesinde kendi dublörünü görüp i�itiyor ve onun bu kadar iyi konu�mayı bilmesine seviniyordu. Ama seyirci bu sevinçle yetinmedi: Euripides’ten konu�mayı ö�rendi(...)” (A.g.e: 78)
Nietzsche’ye göre Euripides kendini bu yeniliklerle birlikte Aiskhylos’u alt etmi�
sayar. Seyircinin merkezi bir ö�e olarak konumlandırıldı�ı bu tragedya anlayı�ının
sonucunda halkın tragedya ve “felsefe” ile arasındaki açı daralır (A.g.e: 79). Bu
açının daralmasında diyalogların sofist diyalektikle örülmesi ve günlük konu�maya
en yakın ölçünün kullanılmasının etkili oldu�unu söyleyebiliriz. Bütün bunlarla
birlikte “(...)�imdi de koronun seyirciye alı�tırılması gerekiyordu. Koro Euripidesçi
makamdan �arkı söylemeye alı�tı�ı sürece, satranca benzeyen yeni tiyatro türü, yeni
63
komedya, sürekli kurnazlık ve sinsilik zaferiyle yükselmi�tir.” Nietzsche’ye göre
tragedyanın ölümünün ardından açı�a çıkan büyük bo�lu�a yeni Attika komedisi göz
diker (Nietzsche, 2005b: 77). Bu bo�lu�un olu�masında ve doldurulmasında en
büyük rol Euripides’e aittir çünkü, tragedyanın dilinin gündelikle�mesi ve komedya
ile aynı ölçüye (jambik) göre düzenlenmesi Attika komedisinin gidece�i yolu
hazırlar. Nietzsche “gündelik ya�amın sahnede kendini nasıl ve hangi cümlelerle
temsil edebilece�i sır de�ildi artık” derken Euripides’in yeni komediye bıraktı�ı
mirası kasteder. Euripides’in ba�arısı yani mirası gündelikli�in sanat kılı�ında
yeniden üretilmesidir. �fade edilen sıradanlık, gündeliklik tragedyadaki ölümsüzlük
konseptinin yerini alır. Nietzsche’ye göre
“Helen insanı onunla birlikte ölümsüz oldu�u inancından vazgeçti, ideal bir geçmi�e duyulan inançtan de�il, ideal bir gelece�e duyulan inançtan da vazgeçti... be�inci tabaka, köleler tabakası, �imdiden en azından zihniyetiyle iktidardadır: ve �imdi hala bir Yunan ne�esinden bahsedilecekse, bu, herhangi bir sorumluluk üstlenmeyi, büyük bir �eye ula�mak için çaba göstermeyi, geçmi�teki ya da gelecekteki bir �eye �imdiki zamandakilerden daha çok de�er vermeyi bilmeyen kölelerin ne�esidir.”(A.g.e: 79)
Burada ifade edilenlere dayanarak artık tragedyanın ba�tan beri betimledi�imiz
niteliklerinin bozuldu�unu dile getirmekten çekinmiyoruz. Euripides tragedyalarının
ne biçimi ne içeri�i tragedyanın varolu�u haklandırma konseptine uymaz. Bu alıntıda
Euripides aracılı�ıyla yeni bir tarzın egemenli�ini ilan etti�i açıklanıyor. O da ne
Helen ne barbar olarak tanımlanabilecek yeni köle “gücü”dür. Bu gücün, tragedyanın
seyirci, koro ve Dionysos birli�ini tam manasıyla ortadan kaldırdı�ı açıktır. Seyirci
merkezli bu tarzda Euripides, seyircinin hazır bulunu�lu�unu bozmadan koroyu ve
Tanrı’yı seyircinin varlı�ına dahil etmek ister (Murray, 1965: 101-102). Buna
kar�ılık tragedyanın ilk biçimi, bütün ayrımların “temel bir’de erimesinin olana�ıydı.
Bu olanakla Tanrı’nın varlı�ında koro ve seyirci ayrımı ortadan kalkıyordu.
Ba�langıçta seyirci ve koro olarak ayrımsananlar kendilerini kendi gözlerinde
64
de�i�mi� görüyor ve deneyimleyebiliyordu. Euripides tragedyasında ise
de�i�tirilenler koro ve tanrıdır, seyirci ise de�i�meden kalır.
Seyirciyi hak etti�i konuma yerle�tirmekle övünen Euripides tragedyayı nasıl kavrar?
Aiskhylos ve Sophokles’ten farklı olarak Euripides, seyircinin konumunun
tragedyanın di�er bile�enlerinin altında kaldı�ını mı dü�ünür? Nietzsche’ye göre
Euripides, Aiskhylos ve Sophokles’ten farklı olarak aynı zamanda dü�ünürdür. O
kendini izleyici yerine koyar ve tragedyada açımlanan birlikten pay alamaz.
Nietzsche’nin “ilk ‘ayık’ �airdir” ifadesiyle di�er �airlerden ayırdı�ı Euripides, bu
vasfıyla tragedyaya üstten bir bakı� atıp seyircinin “ihtiyaçlarını” tespit eder.
Euripides’in ihtiyaç analizinde tragedyanın dilini ve içeri�ini anla�ılmaz buldu�u
açıktır (Nietzsche, 2005b: 82-89). Sarho�lu�u esrime olarak anladı�ımızda Aiskhylos
ve Sophokles’in erken tragedyaya yakın bir tarzda esrik �airler ve yapıtlarının bu
deneyimin koro ve seyirciyle payla�ılması oldu�u dü�ünülebilir. Ba�ka bir deyi�le bu
�airler, Apolloncu olanı öne çıkarmı� olsalar bile bunu esriklikle yaparlar. Bu
noktada Nietzsche Euripides’in ayıklı�ıyla Apollonculu�un esrimeden ayrı�mı�, yeni
tarzına i�aret eder. “(...) ba�langıçsal ve her �eye gücü yeten Dionysosçu unsuru
tragedyadan çıkarıp atmak ve tragedyayı arı ve yeni bir biçimde, Dionysosçu
olmayan sanat, töre ve dünya görü�ü üzerine kurmak- i�te buydu, Euripides’in �imdi
gün gibi açık bir biçimde kar�ımıza çıkan e�ilimi.” Bu e�ilimle Euripides,
“tragedyayı anlamayan ve bu yüzden ona saygı duymayan öteki seyirciyi buldu.
Onunla ittifak yaparak, bir ba�ına kalmı�lı�ından çıkıp, Aiskhylos’un ve
Sophokles’in sanat yapıtlarına kar�ı korkunç bir sava� ba�latmaya cesaret
edebilirdi.”(Nietzsche, 2005 b: 83) Burada Nietzsche di�er seyirciyi Sokrates olarak
65
tanıtır. Ona göre dü�ünür Euripides’in fikirlerinden etkilendi�i ki�i Sokrates’tır.
Tragedyayı gençler için tehlikeli bulan Sokrates’ın söz konusu Euripides’in
tragedyalarıysa seyirci koltu�unda hazır bulunmasına gönderme yapan Nietzsche, bu
iki dü�ünür arasındaki ittifakı su yüzüne çıkarır. Bütün aktardıklarımıza dayanarak
Apolloncu olandan esrimeyi sıyıran, Sokrates felsefesinin Euripides aracılı�ıyla
tragedyaya yansıtılan “gücü”dür diyebiliriz. Nietzsche’ye göre tragedyanın kayna�ını
ondan ayırmak, Dionysos’u tragedyanın dı�ına atmak Dionysos’a kar�ı Apollon’u
yüceltmekle de�il, Dionysos’a kar�ı yeni bir daymon koymakla mümkün olur. Bunu
Nietzsche’nin �u sözlerinde açıkça görmek mümkündür:
“ Dionysos zaten tragedya sahnesinden kovulmu�tu, hem de Euripides aracılı�ıyla konu�an daymonik bir güç tarafından. Euripides de bir anlamda yalnızca maskeydi. Onun a�zından konu�an tanrı, Dionysos de�ildi, Apollon da de�ildi, tamamen yeni do�mu� bir daymondu: adı Sokrates’ti: Budur yeni kar�ıtlık: Dionysoscu olan ve Sokratesçi olan” (Nietzsche, 2005 b: 84)
�imdi Euripides’in son tragedyası Bakkhalar’da konu�an Sokrates’i duyabilecek
miyiz buna bakmalıyız. Böylelikle Aiskhylos’tan Sophokles’e getirdi�imiz
tartı�manın son noktasını koymu� olaca�ız. Gösterildi�i gibi Euripides’e gelindi�inde
Dionysos-Apolloncu kar�ıtlıktan ve buna dayanan tragedyadan söz etmenin olana�ı
kalmamı�sa bundan sonra Euripides’in tragedyalarına ne diyece�imizi tartı�aca�ız.
1.2.3.1: Pentheus’un Sokrates’in Maskesi Olarak De�erlendirilmesi
Euripides’in son yapıtı olan Bakkhalar’ın oyuncuları: Dionysos, Pentheus, Kadmos,
Teiresias, hizmetçi, Birinci Bakkha, �kinci Bakkha, Haberci, Agaue’dir. Tragedyanın
erken döneminde bıraktı�ımız Dionysos’u tekrar sahneye ta�ıyan Euripides, onu hem
66
oyuncu olarak hem de Tanrı olarak kullanır. Tragedya koronun Dionysos’un
annesinin diyarı Thebai’ye geli�ini müjdelemesiyle ba�latılır. Euripides Tanrı
Dionysos’a söz verir ve Dionysos’un gönderece�i yazgının nedenini daha ba�tan
açı�a serer. Dionysos, kendisine kar�ı i�lenen suçu �u �ekilde ifade eder:
“Hellen topra�ında, Bakkhaların keskin çı�lıklarıyla çınlattı�ım, kadınlarının çıplak vücutlarını ceylan postlarıyla sarıp ellerine thyrsosu, sarma�ıklı asayı verdi�im ilk �ehir Thebai oldu. Çünkü burada, anamın kız karde�leri- evet ne yazık ki kız karde�leri- benim Zeus’un o�lu olmadı�ım iftirasını attılar; güya Semele ölümlü bir insandan gebe kalmı�, Kadmos’un kızının adını korumak için ortaya attı�ı kurnazca bir bulu�la günahın Zeus’a yüklemi�, Zeus da bu yalana kızarak anamı öldürmü�. Ben de �imdi onları delirtip saraylarından kaçırttım; azgın bir ruhla da�lara dü�tüler; zorla benim cümbü�lerime girenlerin kisvesine büründüler. Bütün Thebai kadınlarını da-ama yalnızca kadınları- onlarla birlikte çılgına döndürüp da�lara sürdüm. �imdi fakiri zengini, hepsi ye�il çamlar altında, sarp kayalıklarda yersiz yurtsuz ya�ıyorlar. Artık bu �ehir Dionysos’un sırlarına ermekte geç kaldı�ını anlasın. Thebaililere Zeus’un o�lunun bir tanrı oldu�unu gösterip anama sürdükleri lekeyi temizleyece�im. Kadmos tacını tahtını, kızının o�lu Pentheus’a bırakmı�, Pentheus bana ayak diriyor; beni tanrı sayıp adaklarına, dualarına karı�tırmıyor. Ona da, Thebaililere de bir tanrı oldu�umu gösterece�im”(Euripides, 2003: 37)
Görüldü�ü gibi suç Dionysos’un teyzeleri tarafından i�lenir. Fakat Kral Pentheus,
Dionysos’un ba�ta annesi ve teyzesi olmak üzere tüm kadınları “delirterek”
yerlerinden yurtlarından etmesine öfkelenir. Pentheus, kendisini Tanrı’ya hak etti�i
saygıyı göstermeye ça�ıran Teiresias ve Kadmos’a �u cevabı verir:
“Ben burada yokken �ehri garip bir bela sarmı�; kadınlarımız, sözde Bakkos �enliklerini kutlamak için evlerini bırakıp gitmi�ler; ıssız da�larda, korolarla, Dionysos dedikleri benim tanımadı�ım bir tanrıya ibadet ediyorlarmı�; ortalarında testiler dolusu �arap varmı�; kö�elere saklanıp kendilerini erkeklerin kuca�ına atıyorlarmı�; güya Mainadların ibadeti böyle olurmu�…Yakalattıklarımın hepsi, elleri kolları ba�lı, zindanda yatıyor. Elimden kaçanlara gelince oları da da�larda arayıp bulaca�ım; hayvanlar gibi yakalayıp zincire vurduraca�ım. Bu hayâsız çılgınlıklar pek yakında sona erecektir.” (Euripides, 2003:50)
Açıkça görüldü�ü gibi Pentheus, Dionysos’a kar�ı suç i�ledi�ini dü�ünmez aksine,
varolan ahlâksızlı�ı ortadan kaldırmaya dönük eyleminin do�rulu�undan da emindir.
Bu hususta onu, bu yeni Tanrı’nın gücüne i�aret ederek eyleminden döndürmeye
çalı�an, Kadmos ve Teiresias pek de ba�arılı olamazlar (Euripides, 2003: 53).
Pentheus, Bakkhaların ba�ındaki insanın öldürülmek üzere, bulunmasını emreder.
67
Dionysos, Pentheus’un kar�ısına getirildi�inde onun bütün saygısız sorularına
sükûneti ve bilgeli�iyle cevap verir. Pentheus daha da öfkelenir ve Dionysos’u
zindana attırır. Dionysos, Pentheus’un bütün çabalarından mucizevî biçimde
kolaylıkla sıyrılarak ve özgür kalır ve yazgısını hazırlamak için geri döner.
Pentheus’un yazgısı ise annesinin aslan sanarak onu paramparça etmesidir. Agaue
o�lunun cesedini alır ve Thebai’ye Bakkha alayının kutlaması e�li�inde girer. Agaue
kadın ba�ına, yalnızca ellerini kullanarak bir aslanı nasıl parçaladı�ını Thebai’ye ve
babasına sevinç içinde haykırır. O�lunun ba�ını asasına takan ve sevinçli bir biçimde
hikâyesini anlatan kızına bakan Kadmos, kederle kızının aklını ba�ına getirmeye
çalı�ır. Agaue “Olamaz! Kör olası gözlerimle acıların en müthi�ini görüyorum” der
ve eyleminin farkına varır (A.g.e: 114-119). Aklı ba�ında olmadı�ı için Tanrı’ya
saygısızlık etmenin bedelini bu �ekilde ödedi�ini Kadmos’tan ö�renir. Dionysos ve
Agaue’nin yüzle�mesi ise tragedyanın belki en önemli kısmıdır. Dionysos kendisine
yapılan saygısızlı�ın korkunç cezasını bir bir açıklar. Buna göre tüm Thebai halkı
sürgün edilerek köle hayatı ya�ayacak, Agaue ve kız karde�leri katil oldukları için
�ehri terk edecekler, Kadmos ise insanlıktan çıkıp yılan olacaktır. Bütün bunlara
kar�ı af dileyen Agaue, Tanrı’nın merhametsizli�i kar�ısında �unu söyler: “�nsani
tutkular tanrılara yakı�maz” (A.g.e: 126).
Bütün ya�amı boyunca Orfeus mistisizmine kar�ı duran Euripides’in son yapıtında
“imana geldi�i” ve Dionysos’a methiye düzdü�ü söylenebilir. Nietzsche’ye bakılırsa
bu tragedya Euripides’in kendi e�ilimine bir protestodur (Nietzsche, 2005 b: 84).
Benzer �ekilde George Thomson’da Euripides’in tavrının de�i�ti�ini öne sürer
(Thomson, 2004: 381). “Bakkhalar” her ne kadar Dionysos’un gücünü yansıtsa da
68
tragedyaya içinden baktı�ımız ayna Sokratesçi yeni vizyondur. Euripides, �phigeneia
ve Alkmeon’da oldu�u gibi Bakkhalar’da da insanların Tanrılar tarafından akıl almaz
cezalara çarptırılmasına kar�ı tavrını, Agaue’nin a�zından “�nsani tutkular tanrılara
yakı�maz” diyerek silik de olsa sürdürür. Nietzsche tarafından Sokratesçı bir dü�ünür
olarak sunulan Euripides’in ya�amı boyunca geli�tirdi�i yöntem �u �ekilde ifade
edilir:
“(...) hem so�uk hem de ate� gibi sıcak bir �eydir; donmaya da tutu�maya da aynı ölçüde yatkındır; destanın Apolloncu etkisine ula�ması olanaksızdır, öte yandan Dionysosçu unsurlardan olabildi�ince kopu�tur ve �imdi etkili olabilmek için...-Apolloncu görünü�lerin yerine-so�uk paradox dü�ünceler ve Dionysosçu cezbelenmelerin yerine- ate�li duygulanımlardır; üstelik gerçekçi bir biçimde taklit edilmi�, kesinlikle sanatın eterine daldırılmamı� dü�ünceler ve duygulanımlar” (Nietzsche, 2005 b: 86)
Euripides her ne kadar son tragedyasında koroya etkin bir rol biçse de yukarıdaki
“sanat” e�ilimlerinin dı�ına çıkamaz. Burada önemli olan, ba�langıçta kayna�ına,
Dionysosçu olana gönderme yapan koronun niceliksel-niteliksel olarak etkin bir
biçimde kullanılsa dahi kayna�ından çoktan kopmu� oldu�u için tragedyayı
diriltemeyecek olmasıdır yani Euripides tragedyaya geç kalır. Bu �ekilde
Euripides’in Sokrates’i tragedyaya yansıtı�ını ve bu eylemin tragedya açısından geri
döndürülemez etkisini Euripides’in kendi fikirlerinden vaz geçti�i son tragedyasında
bile gösterme olana�ı vardır. Fakat Bakkhalar’daki tutum de�i�ikli�i
dü�ünüldü�ünde trajikli�in kuramsal dü�ünce tarafından nasıl öldürüldü�ünü ortaya
koymak için Euripides’in önceki tragedyalarını sınırlı biçimde de�erlendirmek
gerekir. Böylelikle ucunu açık bıraktı�ımız kuramsal olanın estetik olana üstünlü�ü
ba�lamında Sokratesçılı�ı tartı�arak, Euripides’in tragedyalarını “décadence”ın
görünümü olarak ortaya koyaca�ız.
�K�NC� BÖLÜM: TRAGEDYADA DÉCADANCE SORUNU
Nietzsche’nin tragedya anlayı�ını üç tragedya yazarı ba�lamında serimlerken
kar�ımıza çıkan Sokrates, ara�tırmanın seyrini “décadence”a kilitler. Apollon ve
Dionysos’un birbiriyle ili�kisi do�rultusunda yargıya vardı�ımız Aiskhylos ve
Sophokles’ten sonra Euripides, de�erlendirme ölçütünü Dionysos-Sokrates’e
dönü�türdü�ü için bu yeni kriteri, tragedyanın içinden geçti�i süreci do�ru
de�erlendirmenin zorunlu dura�ı olarak sunuyoruz. Nietzsche Ecce Homo’da �öyle
der:
“Bu kitabın ba�lıca iki yenili�inden biri, Yunanlılardan Dionysosca olayının anla�ılması, psikoloji yönünden ilk olarak çözümlenmesi, bütün Yunan sanatının köklerinden biri olarak görülmesi. Öbürü de Sokratesçili�in anla�ılması: Sokrates’i Yunan çökü�ünün aracı, örnek decadent olarak görüp tanımak ilk kez. ‘Akılcılık’, içgüdüye kar�ıt. Her �ey pahasına ‘akılcılık’: Tehlikeli, ya�amı yıkıcı bir güç. Kitapta Hıristiyanlık üstüne derin, dü�manca bir susku ba�tanba�a; çünkü o ne Apollonca, ne Dionysoscadır; Tragedya’nın Do�u�u’nda tanınan biricik de�erlerin, estetik de�erlerin hepsini yadsır.”(Nietzsche, 2003 b: 59)
Görüldü�ü gibi Nietzsche, “ne Dionysosça ne Apollonca olanı” Hıristiyanlıkla
e�le�tirir. Hıristiyanlık décadence’ın din alanında görünümüdür. O halde ne
Dionysosça ne Apollonca olan Euripides tragedyaları “décadence”ın sanat alanında
görünümüdür. Burada Euripides’in tragedyalarını “décadence” örne�i olarak ortaya
koymamızın temel dayana�ı, Nietzsche’nin ne Apollonca ne Dionysosça olan
durumu do�rudan esteti�in yadsınması olarak de�erlendirmesidir. Euripides’in
tragedyayı olanaksızla�tırdı�ı ve tragedyalarının “sanattan yoksun duygu ve
dü�ünceler” oldu�u hatırlanırsa e�le�tirmenin haklılı�ı da kabul edilecektir.
“ (…) töre’nin kendisini decadence belirtisi diye almak, pek önemli, benzersiz bir yenilikti bilgi tarihinde. Bu iki bulu�umla, ku�beyinlilerin iyimserlik ve kötümserlik kar�ıtlı�ı üstüne zavallıca gevezeliklerini nasıl da a�ıverdim! �lk olarak ben gördüm gerçek kar�ıtlı�ı: Bir yanda, ya�ama kar�ı alttan alta öç güden o yozla�mı� içgüdü (örnekleri Hıristiyanlık, Schopenhauer felsefesi, ...daha o zamandan Platon felsefesi, ülkücülü�ün
70
bütünü) ; öbür yanda doluluktan dolup ta�maktan do�mu� en yüksek olumlama ilkesi, sınırlama bilmeyen bir evet deyi�, acının kendisine, varlı�ın sorunsal ve yabancı nesi varsa hepsine(...)”(Nietzsche, 2003 b: 60)
Buna göre Dionysos-Sokrates’le ifade edilen yeni de�er, ya�amın olumlayıcı gücünü,
kölenin (zayıfın) ülkücülükle yadsımasıdır. Ya�am olarak Dionysos ve onun
Sokrates’le örneklenen yadsınmasını ifade eden “décadence” kavramı arasındaki
ili�kiyi çözümlemek, yalnızca tragedyanın de�il aynı zamanda trajik ça�ın da
çökü�ünü aydınlatacaktır. Ya�amın sanat görünümünden, bizzat ya�amın
yadsınmasına geçi�tir bu. Kuramsal dü�üncenin öne çıkan ilk ismi olarak Sokrates,
anti lirik, anti sanat, anti Dionysosçu ve anti Grek olarak trajikli�in yıkımının ya da
ölümünün ilk belirtisidir (Huscar, 1945: 260). Bu süreçte Euripides’in rolü ise
tragedyanın ve ya�amın yadsınmasının yine sanat yoluyla sa�lanmasıyla ilgilidir.
Euripides, sanata ve ya�ama yönelik Sokratesçı dü�manlı�ın kendisini mantık ve
diyalektikle tragedya içinde göstermesini sa�lar. Allan Megill, Euripides’in sözünü
etti�imiz rolünü �u �ekilde do�rular:
“Bu dü�manlı�ın estetik ifadesi- bu, belki tam da estetik oldu�u için daha ilginçtir- Euripides’te bulunabilir. Nietzsche’ye göre, Yunan sahnesine akılcılı�ı getiren odur. Euripides, kendini Aiskhyloscu-Sophoklesci trajedinin bilinçsiz yaratıcılı�ının kar�ısına yerle�tirerek, Sokrates’in ‘her �eyin iyi olması için bilinçli olması gerekir’ düsturunu ‘her �eyin güzel olması için bilinçli olması gerekir’ düsturuyla tamamlamı�tı.” (Megill, 1998: 98)
Buna göre Sokrates ve Euripides, trajik dü�üncenin ölmesini ve kültürün “hakikat”
adı altında “alçak” de�erlerle yeniden yapılandırılarak kuramsal dü�üncenin
hizmetine girmesini temsil ederler. Trajik dü�üncenin ikinci kez alt edilmesi
Hıristiyanlık, üçüncüsü ise modern dü�ünce biçimi ve Wagner ile ifade edilir
(Deleuze, 1983: 10-11) Dolayısıyla Batı medeniyetinin temelleri “décadence”
kültürüne dayanır. Bir ba�ka deyi�le “uygarlık” tarihinin sahnesinde ba�rol
71
“décadence”a u�ramı� kültüre aittir (Megill, 1998: 126). Çalı�manın bu kısmında
“décadence”ın tragedyaya yansımasını do�ru de�erlendirmek için Nietzsche’nin
gerek Yunan kültürünün çözülü�ünü, gerekse Avrupa nihilizmini yorumlamakta
kullandı�ı temel kavram olan “décadence”ın sınırlarını belirlemek öncelikli
i�imizdir. Böylelikle tragedyanın içine sürüklendi�i Dionysos-Sokrates kar�ıtlı�ının
neden ya�amın de�erden dü�ürülmesi oldu�u yönündeki yargıya açıklık getirmi�
olaca�ız.
2.1 “Décadence”ın Türlerine ve Belirtilerine Göre De�erlendirilmesi
Ruhbilimci Nietzsche’nin felsefeye aktardı�ı “décadence”ın sınırlarını kestirmek
hayli güçtür. Güçlük, kavramın her zaman aynı anlamı ta�ımayan; dü�ü�, çökü�,
yozla�ma, bozulma, çürüme ve yabancıla�mayı kapsamasına dayanır. Sözgelimi
bozulma hem çürümeyi hem de arî olanın de�i�mesini ifade eder. Fakat bu güçlükten
kurtulmanın yolu, “décadence”ı “Dionysos’un esinledi�i ya�amla” birlikte
dü�ünmekten geçer. Nietzsche’ye göre “décadence”; ya�amın devamlılı�ının, ya�ama
kar�ı direnen ve kendini bu motivasyonla yeniden üreten zorunlu ko�uludur, ya�amı
en fazla yadsıdı�ı yani kendi anlamına en yakın oldu�u durumda bile ya�amdan
beslenir.
“O, hayatın büyümesinin zorunlu bir mantıksal sonucudur. Yozla�manın ortaya çıkı�ı hayatın do�ması ve ilerlemesi gibi zorunludur. Onu ortadan kaldırmak insanın elinde de�ildir. Akıl bunun tersini ister. Ona hakkı verilmelidir der... Bir toplum için genç kalmak onun elinde olan bir �ey de�ildir. Yine de onun en güçlü oldu�unda pislik ve döküntü maddeleri olu�acaktır. Toplum ne derece daha enerjik ve daha cüretkar olarak hattı harekette bulunursa, o ba�arısızlardan, fena yaratılmı� olanlardan daha ço�una malik olacak ve batı�a daha yakın bulunacaktır... Ya�lılık kurumlarca ortadan kaldırılamaz. Hastalık da onlarla yok edilemez.” (Nietzsche, 2002: 38)
72
Bu pasajda “décadence”ın ya�amdan ba�ımsız bir varlı�ı olamayaca�ı ortaya
koyulur. Fakat atlanmaması geren di�er husus Nietzsche’nin “décadence”a ili�kin
yanlı� anla�ılmaların önünü kesmeyi amaçladı�ıdır. Nietzsche’nin amacı; bu sürecin
ki�i ya da ki�ilere mal edilmesinin önüne geçmek ve “dejenerasyonun sebepleri
olarak telakki edilenlerin, yozla�manın sonuçları” oldu�unu göstermektir. Bu
durumda “décadence” kavramını tarihselli�ine ba�lı olarak anlamak, onu öznel ve
istisnai bir durum olarak de�il, süreç olarak dü�ünmeyi gerektirir. Bu sürecin sa�lıklı
de�erlendirmesi ise, Batı medeniyetinin me�ruiyetini borçlu oldu�u kabullerini
tersten okumakla mümkündür. Sözgelimi Nietzsche’ye göre “Erdemsizlik, sefahat;
hastalık-hastalıklılık-cürüm (kriminalite, canilik; bekârlık-kısırlık; histeriklik- irade
zayıflı�ı; alkol dü�künlü�ü ( alkolizm); kötümserlik; anar�izm; sefahat (keza manevi
dinginsizlik)...sa�lı�ı bozanlar, ku�kucular, tahripkârlar.” gibi durumlar décadence’ın
nedenleri de�il sonuçlarıdır.
Nietzsche tarafından iddialı bir biçimde tersine çevrilen ve birçok olguyu
birlikte dü�ünmeyi gerektiren “décadence”ın esasını ortaya koymak için çe�itli
alanlarda kendini gösteren “décadence”ı do�a, sosyal ya�am ve ki�iler bazında ele
alabiliriz. Bu ayrıma göre do�ada “décadence”, her geli�menin sonunda ya�anan
çürüme ve eliminasyondur. Sosyal ya�amda “décadence”, insanların
gereksinimleriyle birlikte ortaya çıkan kurumların, gereksinimler ortadan kalkmasına
ra�men geride kalan tortu olarak varlı�ını sürdürmesini ifade eder. Son olarak
ki�ilerin ya�amında “décadence” ise “insanın kendi içgüdüleri ile kavga etmek
durumunda kalması”dır. Bununla ki�inin do�al olan her �eye kar�ı hissetti�i utanma
duygusuyla kendine zararlı olanı seçmesi kast edilir (Nietzsche, 2002: 47; 2005a:
73
86). Saydı�ımız “süprüntü ve artık maddeler” ya�amın her alanında her zaman
bulunabilir. Nietzsche’ye göre bunları “décadence” kavramının altına sokan, ya�amın
bunu sindirememesidir. Sonuç itibariyle “décadence”, ya�amın kendi artı�ı
tarafından ku�atılmasıdır (Nietzsche, 2002: 44). Ba�ka bir deyi�le ya�am kar�ıtı her
durum ya�amdan beslense de kar�ıtlı�ın boyutları kimi zaman ya�amın do�al
hareketini kendisine endeksleyecek boyutlara ula�abilir.
Ya�amın toplumsal düzen(e�)i ve onun biricik öznesi insanın “décadence” ile
ili�kisi do�aya göre çok daha problematiktir çünkü, ya�amın di�er unsurları her �eyi
kendi bünyesinde hiçlikte eritme gücü olarak ifade etti�imiz “temel bir”e direnecek
duyguya ve akla sahip de�ildir. Buna kar�ılık insan içgüdülerini gerçekle�tirecek
kudretten yoksun oldu�u durumda, içgüdülerinden utanç duyarak içine kaçaca�ı bir
dünya görü�ünü kurgulayabilir. Hatta dünya görü�ünü ahlâk, din, sanat ve felsefe
gibi alanlarla me�rula�tırarak yeniden ve yeniden üretebilir. Bu nedenle inorganik ve
organik varlık düzlemi içinde “décadence”ın irdelenece�i yegâne kısmı “kudret
yoksunu” insan ve toplumsal ya�am olu�turur. Gilles Deleuze’a göre, Nietzsche’nin
ya�am dedi�i yalnızca “décadence”ın olana�ı de�il, aynı zamanda içindeki tüm
unsurlarının varolma tarzlarını belirleyen soykütüksel elementtir. Dolayısıyla mesele
kudret yoksunlu�una dayanmı�ken, toplumunun kendini me�rula�tırma araçları olan
felsefe, ahlak ve din gibi alanlara geçmeden önce “décadence”ın ya�amla ili�kisini;
ya�amı “güç istenci” olarak tanıtarak ele almak istiyoruz.
74
2.2 Décadence’ın Ya�am Açısından De�erlendirilmesi
Do�anın parçalanı�ında kaybetti�i çocu�u, insanın evine geri dönü�ü daha önce
belirtildi�i gibi Dionysosça olanı tanımlar. �nsanın do�a, “temel bir” ya da ya�amla
kurdu�u bu ili�ki, parçalanmanın kendini gösterdi�i kültürün yıkımıyla mümkün
oluyor ve kısa süreli de olsa ki�i tüm varlı�ı oldu�u haliyle sezebiliyordu. Sonradan,
akıl dolayımıyla olu�turulanın yıkımıyla ula�ılan bu yurt, her �eyin ama, daha çok
Dionysosça olanın kayna�ıdır. Nietzsche, Dionysos mitinden esinlenerek kurguladı�ı
ya�amı �u �ekilde betimler:
“Ve ‘dünyanın’ benim için ne oldu�unu biliyor musunuz? Onu size kendi aynamda göstereyim mi? Bu dünya: Ba�langıcı ve sonu olmayan içten bir canavardır, gücün sabit, demirden bir büyüklü�üdür, o ki ne daha büyük, ne de küçük olur, kendini tüketmez, sadece de�i�ir, bütün olarak de�i�meyen bir bütünlük arz eder, harcamaları ve kayıpları olmayan bir bütçedir, ama aynı zamanda artması da olmayan, gelirleri olmaksızın, sınırı tarafından ku�almı� gibi hiçlikle çevrilmi�tir, bulanık olmayan bir �ey, israfı olmayan bir �ey, sonsuz bir uzamsal olmayan, tersine belirli bir güç belirli bir mekana konmu�tur. Her hangi bir yerde ‘bo�’ olan bir mekana de�il, tersine her yerde güç olarak, gücün ve güç dalgalarının aynı zamandaki oyunu olarak, ve birçok �ey burada yı�ılarak ve aynı zamanda orada azalarak, içinde fırtınala�an(hücum eden) ve kabaran güçlerinin bir denizidir, ebediyen de�i�erek, ebediyen geri çekilerek, geri dönü�ün muazzam yıllarıyla �ekillendirmelerinin gel-giti ile,...,en sessizden, en donmu�tan, en so�uktan dı�arı çıkarak en korlanan ate�in içine, en vah�i olanın içine ebediyen tekerrür edecek olan olarak kendini kutsayarak, hiçbir doyum, hiçbir bıkkınlık, hiçbir yorgunluk tanımayan bir olu� olarak- Kendini ebediyen yaratanın bu diyonizik dünyası, kendini ebediyen tahrip edi�in bu diyonizik dünyası, çift �ehvetlerin( yapmak ve yıkmak) bu esrarengiz dünyası, benim ‘’iyi ve kötünün’’ öte yanıdır e�er devr-i daimin mutlulu�unda bir hedef bulunuyorsa, hedefsiz olarak,..., Bu dünya için bir isim duymak ister misiniz? Bütün bu muammaları, bilmeceleri için bir çözümleme? (...),Bu dünya kudrete yönelik iradedir- ve bunun dı�ında bir �ey de�ildir! Sizin kendiniz de kudrete yönelik bu iradesiniz ve bunun dı�ında hiçbir �ey de�ilsiniz!’(Nietzsche, 2002: 500)
Nietzsche’nin ya�am dedi�i, Dionysos mitinin güç esansına batırılmasıyla
olu�turulmu� Apollonca (yapım) ve Dionysosça (yaratıcı yıkım) olanı içinden
çıkaran “enerji canavarıdır”. Ya�amın bu bengi hareketi içinde dü�ü� ve yükseli�,
birle�me ve da�ılma, do�um ve ölüm gibi Herakleitos’in olu� evrenin bütün zıtlıkları
kendine yer bulur. Nietzsche, Herakleitos’ten farklı olarak bu devinimi, doymak
75
bilmez bir “güç istenci”ne ba�lar öyle ki güç dünyasının ba�rında ta�ıdı�ı var olma
ve yok olma, gücün kendi üstüne kapanan- dairesel- güç skalasının iki olana�ıdır. Bu
olanakların belirleyicisi ise, güç istencinin niteli�i ve niceli�idir. Kaotik, güç
evreninde varolu�un tarzları, onun hareketine ba�lı olarak ortaya çıkar. Bu anlamda
güç istenci olarak ya�amın belirsiz, artan-azalan, yükselen-dü�en, birle�en ve da�ılan
hareketinde varlı�a gelenler bu hareketin niteli�ini ta�ır. Varlı�a gelenlerin güce
yöneliminin mahiyeti de aynı �ekilde bu büyük hareketin bile�enleridir.
Etimolojik kökeni istek anlamına gelen “mögen” fiili ve gizil güç ya da potansiyel
anlamına gelen “möglich” sözcü�üyle birlikte yorumlanması gereken güç (macht)
kavramı ile varolma tarzları arasındaki ili�ki nasıldır? (Ansell-Pearson, 1998: 71)
�stek, arzu, direnç, kuvvet, potansiyel anlamlarını içeren güç istencinin, kendini zayıf
ve güçlü olarak gösteren varolma tarzlarıyla ili�kisi nasıldır? Gilles Deleuze’ün “güç
istenci”nin özel bir yolla kuvvete gönderme yaptı�ına ili�kin yorumu, yukarıdaki
soruların cevaplanmasına ve bu mu�lâk kavramın netlik kazanmasına yardımcı
olacaktır. Deleuze, öncelikle güç ve kuvvetin karı�tırılmaması gere�ini ısrarla
vurgular (Deleuze, 1983: 49 vd).9 Güç, temelde duran kavramdır ve öncelikle
potansiyel anlamındadır, kuvvet ise realitede açı�a vurulmu� güçtür. Zayıf ve güçlü
ayrımı kuvvetle ili�kilidir, çünkü varolma tarzlarını zayıf ya da güçlü addetmeye
yarayan potansiyeli gerçekle�tirme yetkinli�idir. Buna göre zayıf ve güçlü olarak
nitelenmeden önce her varlık güce yönelmedir. Fakat onları güçlü ya da zayıf kılan
bu iste�in ya da potansiyelin gerçekle�tirilmesidir. Buradan hareketle Deleuze,
9 Deleuze’ün ingilizcede power ve force’a kar�ılık gelen kavramlara yönelik ayrımını belli edebilmek için power’ı güç, force’u ise kuvvet olarak çevirmeyi uygun gördük. Bu tercih kuvvet sözcü�ünün vektörel bir büyüklü�ü kar�ılamasına dayanır. Kuvvet potansiyel halde bulunan gücün belirli bir do�rultuda kendini etkin olarak göstermesini ifade eder. Zayıf ve güçlü nitelikleri ise potansiyel olanı gerçekle�tirmenin tarzlarını ifade eder ki do�rudan kuvvet sözcü�ünün kar�ılı�ıdır.
76
Nietzsche’nin güçlü ve zayıf ayrımını aktif ve reaktif kuvvetler olarak sunar. Aynı
�ekilde iki kuvvetin ili�ki içine girdi�i olanaklı tüm durumlarda kuvvetlerden birisi
dominant, di�eri ise resesiftir. Bu iki kuvvetin hâkimiyet sava�ının zafer konsepti
içsel bir tamamlayıcıya muhtaçtır ki bu da “güç istenci”dir. Bu tamamlayıcı,
kuvvetler arası ili�kide açı�a çıkan niteliksel ve niceliksel farkın oldu�u kadar
sürecin devinimi içinde kendini yeniden bu yolla açı�a çıkarması bakımından
hareketli bir ilkedir. Belirleyici, olanak ve sonuç olarak tasarlanan güç istenci
Nietzsche’nin zayıf(lık)-güçlü(lük), hasta-sa�lam, köle-efendi, çekinik–baskın,
alçak–yüksek, soysuz-soylu, tepki-eylem, yadsıma-olumlama gibi kuvvetlerin
genetik elementidir.
Aktif ve reaktif kuvvetlerin ili�kisinde ikisi arasındaki genetik fark, olumlama ve
yadsıma olarak kendini gösterir. Olumlama aktif hale gelmenin gücüdür. Yadsıma
ise basit bir tepki de�il, tepkisel hale gelmedir. Her eylemi olumlama, her tepkiyi
yadsıma olarak dü�ündü�ümüzde güçlü ve zayıfın zafere ula�madaki tutumuna daha
da yakınla�mak mümkündür. “Güç istenci”nin bir araya getirdi�i iki kuvvetten
genetik olarak zaferi elde etmeye muktedir olan güçlü, açıktan yürütülecek sava�ın
gönüllü öznesidir. Güçlü, kendi kendisiyle kutlu bir birli�i açımlamanın pe�inde,
eyleme ve yaratmaya her daim hazırdır. O, varlı�ını içsel olarak belirleyen güç
istencinin ki�iselle�en halidir. Bu nedenle güçlünün eylemi “güç istenci”nin, ya�amın
ve bireysel varlı�ının olumlanmasıdır.
Zayıfın güce yönelimi güçlüye tepki olarak açı�a çıkar. Bu, güçlü aracılı�ıyla
kendini gösteren dolayımlı kuvvet, güçlüyle arasında geli�ecek olası sava�ta genetik
77
olarak zaferi elde edecek güçten yoksun oldu�u için yaratmanın dinamizmini
yadsır.10 Dolayısıyla zayıf, yaratmaya, eyleme kar�ı tepki olarak “güç istenci”nin,
ya�amın yadsınmasıdır ve kendisini iktidar sahibi olmaya motive eden içgüdülerini
de dü�man olarak görür. Bu anlamda zayıfın varlı�ında ikinci bir içgüdüden söz
etmek gerekir. O da “décadence”ın formülü olan ya�amı yadsıma içgüdüsüdür.
�çgüdünün yadsınması zayıfın kendi varlı�ına yabancıla�ması anlamına gelir. Buna
göre zayıf, içsel olarak akıl ve ruh cephesinde saf tutarak içgüdüsüne kar�ı
parçalanır. Böylelikle güçlü ve zayıfın kuvvetler arası ili�kide açı�a çıkan farkını
kökeni ba�lamında kısıtlı da olsa göstermi� bulunuyoruz. Açıkça görülüyor ki
Nietzsche’nin “güç istenci” kavramı felsefe tarihinin kar�ıtlıklar üzerine akıl yürütme
gelene�ine bir biçimde ba�lanır. �imdi “güç istenci”ne dair anlatımımızı maddeler
halinde özetleyerek güçlü ve zayıf arasındaki farkı de�er ba�lamında tartı�maya
geçece�iz. Böylelikle “décadence”ın görünümlerine geçi� yapabilece�iz.
1. “Güç istenci” kuvvete gönderme yapar. Kuvvetler arası ili�kiye içsel
tamamlayıcı, niteliksel ve niceliksel ayırıcı, sürecin tamamının belirleyicisi
ve sürecin ürünü olarak dahil olur.
2. Kuvvet, açı�a vurulmu� “güç istenci”dir ve do�rultu bildiren anlamı iki
kuvveti gerektirir.
3. Bu kuvvetlerden biri di�erine göre baskın ve aktiftir, di�eri ise çekinik ve
reaktiftir.
4. Aktif kuvvet “güç istenci”nin olumlanması, reaktif kuvvet ise yadsınmasıdır.
10 Yaratmanın, yıkımı ba�rında ta�ıması dinamizminin göstergesidir. Dionysosça yaratıcılı�ın, Apolloncu olanı yıkması hatırlandı�ında yaratıcılık ve yıkıcılı�ı tek ba�ına kar�ılayan Dionysos’un “güç istenci”ne ilham oldu�u açık seçik ortadadır. Zayıfın reaktif kuvvet olarak “etkinli�i” ise güçlünün yarattı�ını dondurarak, onu ya�ama a�kın, evrensel bir form olarak tasavvur etmektir. Bengi yaratmanın bir momenti, tek ba�ına ve di�erlerini yadsıyarak bengilik altında sunulur. Böylelikle yaratmanın dinamizmi statikle�tirilir.
78
5. Olumlama, aktivasyonun ki�iselle�mesidir; yadsıma ise tepkisel hale
gelmedir.
6. Güçlü kendisiyle birlikte “güç istenci” olarak kavramsalla�tırılmı� ya�amı
olumlar, zayıf ise “décadence” ile kavramsalla�tırılmı� ya�amın
yadsınmasıdır.
7. Güçlünün edimi, kendi kendisiyle ve ya�amla birli�i do�rultusunda, zayıfın
tepkisi ise güçlüye, ya�ama ve kendisine kar�ı dolaylı olarak açı�a çıkar
(Deleuze, 1983: 63-72).
2.2.1 “Décadence”ın Görünümleri Açısından De�erlendirilmesi
Nietzsche’nin Dionysosçu dünyasının deviniminde insanın aktif veya reaktif olu�u
de�er nosyonuna ba�lıdır. Güçlü kavramını yırtıcı hayvan, zayıf kavramını ise sürü
insanına dönü�türen, insanın bu muazzam güç dünyasına de�er yaratıcısı ya da
“feti�isti” olarak katılmasıyla anlamlandırılır. Nietzsche insanın ya�amla ili�kisini �u
�ekilde ifade eder:
“ Dünya(...)kendinde bir dünya olarak varolmaz; o manen ba�ıntılar dünyasıdır. Onun özel mal ve �artlar altında hangi noktadan bakılırsa farklı yüzü vardır. Onun varlı�ı ruhen her noktada ayrıdır. O her noktaya baskı yapar. Ona her nokta direnir ve bu toplamalar her halde büsbütün uyumsuzdur. Bizim tekil halimiz yeterli bir ilginçliktedir: Biz bir dünya içinde ya�ayabilmek ona öyle katlanabilmek için düpedüz yeterli algılamak için bir konsepsion yaptık.” (Nietzsche, 2002: 286)
Dionysosça ve Apollonca olanın ili�kisini tartı�ırken de�indi�imiz insanın gerçek
kar�ısındaki zorunlu kaçı�ı burada da kendini gösterir. Bunu dünyada ya�amanın �artı
olarak sunmu�tuk, �imdi bu kaçı�ın niteli�ini de�er nosyonuna ba�lıyoruz. Buna göre
bir ömürlük insanın dünyayı de�erlendirmesi insan olmanın ilk ko�uludur. Bu ko�ul
79
güçlülük ya da zayıflık niteli�inin ayrımından öncedir. �nsan ya�am-ın-a anlam
kazandırır. Ancak bu anlam ya�am açısından, ya�amın zihin yoluyla
indirgenmesinden ba�ka bir �ey ifade etmez. Ya�amın bu durumdan kazancı, kendini
insan olarak gösterdi�i parçalarının ya�amaya devam edebilmesidir. Bu yolla
özündeki çoklu�u ve çe�itlili�i artırır. Peki, ya�amın de�erlendirilmesi her zaman
kazanç mıdır?
�nsanın varolu� tarzı de�erden ayrı dü�ünülemez. De�erin yaratılma süreci ve
mahiyeti varolma tarzlarının aktif ve reaktif kuvvet olu�una ba�lı olarak belirlenir.
Dolayısıyla, Nietzsche için aktif kuvvet ile reaktif kuvvetin ortaya koydu�u de�er,
onların niteliksel ve niceliksel ayrılı�ının bir göstergesidir. Bu hususta ilk elden
ayrımsadı�ımız, güçlünün de�er koyuculu�u ya�amın olumlanmasına, zayıfınki ise
ya�amın yadsınmasına tekabül eder. Nietzsche bu iki kuvvetin sava�ında ortaya
koyulan de�erleri, zayıfın de�erleri ba�lamında çözümlemeye giri�ir. Çünkü din,
felsefe, sanat ve ahlâk olarak tasnif edebilece�imiz de�er alanlarının ikibinyılı reaktif
kuvvetin zaferini yansıtır. Bunu Nietzsche’nin Güç �stenci’ndeki 39. fragmanında
görmek mümkündür:
“�unlar kavranmalıdır. Her türlü çöküntü ve hastalanmada toplu de�er yargılarıyla birlikte �unlar etki etmi�tir: Egemen hale gelen de�er yargılarında decadence (yozla�ma) a�ırlık merkezi haline gelmi�tir. Biz hali hazırdaki sefaletin do�urdu�u durumlarla sava�makla kalmamalıyız, tersine �imdiye kadar ki bütün yozla�maların bakiye olarak kaldı�ını da bilmeliyiz. Yani onların canlı olarak kaldıklarını kavramalıyız. �nsanlı�ın ana içgüdülerinden topluca sapması, de�er yargısının böyle bir top yekun yozla�ması tam anlamıyla soru i�aretidir. ‘�nsan’ denilen hayvanın filozofa sordu�u asıl bulmacadır.”(Nietzsche, 2002: 38)11
11 Çeviride de�i�iklik yapılmı�tır.
80
Nietzsche, de�er yargılarının evriminde “décadence”ın belirleyicili�ini vurgularken
insanlı�ın temel içgüdülerinden de�er yargılarının topyekûn “décadence”ıyla
saptı�ını savunur. Bir ba�ka deyi�le de�er yargıları ve alanları “décadent” de�erlerin
istilasına u�rar. �imdi bu alanları kar�ıla�tırmalı olarak de�erlendirerek zayıf ve
güçlünün varolu�sal analizini derinle�tirece�iz, çünkü Nietzsche “décadence”ın
eri�ti�i boyutları tespit ederken bunu zayıfın egemen hale geli�i olarak yorumlar ve
güçlünün yaratıcılı�ına ba�lı egemenli�indeki de�i�ime dikkat çeker. Bu de�i�im,
varolu�unu estetik temelde kavrayan güçlünün, varolu�u ahlâk temelinde kavrayan
zayıf tarafından evcille�tirilmesini, yaratıcılı�ını yitirmesini ifade eder. Zayıfın güçlü
üzerindeki bu egemenli�ine dayanarak genetik kodun kırıldı�ını ve Nietzsche’nin
kendisiyle çeli�ti�ini dü�ünebiliriz. Bu dü�üncenin haklı olup olmadı�ını
sınırlandırılmı� biçimde de�er alanlarında arayaca�ız. Böylelikle reaktif kuvvetlerin
egemenli�ini ahlâk üzerinden nasıl elde etti�i sorununa açıklık getirerek ve buradan
Sokrates’ın trajik ça�ın felsefesindeki rolünü bu sürecin somutla�ması olarak
gündeme ta�ıyaca�ız.
2.2.2 Reaktif Kuvvetlerin Aktif Kuvvetlere Egemenli�i Ba�lamında Ahlâk
Ahlâk, felsefe, sanat ve din gibi de�er alanları do�ada tek ba�ına varolamayacak olan
insanın toplumsallı�ı üzerinde yükselir. Bu alanların kökeni, “güç istenci”
ba�lamında birbirinden niteliksel, niceliksel olarak ayrılan ve güçle güdülenen
insanların olu�turdu�u topluluk içindeki barı� ve düzenin sa�lanmasına dayanır.
Nietzsche’nin güçlü ya da zayıf ayırt etmeksizin ortaya koydu�u insanın topluluk
olarak ya�ama zorunlulu�u, sürü içgüdüsüyle birlikte anla�ılmalıdır. Sürü içgüdüsü
81
insanın geli�me, kendini idame ettirme, güçlerin biriktirilmesi, yaratma, kendini
a�ma gibi ya�amı olumlayan içgüdüleri kadar do�aldır. Bu anlamda
“(...)Nietzsche’nin ‘sürü içgüdüsüne’ bir itirazı yok. Tam tersi; e�er sürü içgüdüsü
olmasaydı insanlık varlı�ını sürdüremezdi.” (Baykan, 1989: 21) Çünkü güce yönelik
arzu o kadar �iddetlidir ki bazen birbirimizi parçalamak isteriz. Bu iste�in önüne
çekilmi� set, yani topluluk duygusu ya da sürü içgüdüsü güce yönelik arzuyu bastırır
(Nietzsche, 2002: 157). Ba�ka bir deyi�le do�ada tek ba�ına kalarak yok olup
gitmekten korunan insan- hayvanın, bu do�a kar�ıtı olu�uma (toplulu�a) borcunu
ehlile�erek ödemesi gerekir (Baykan, 1989: 16). Nietzsche’ye göre ahlâkın orijini
insan-hayvanın ehlile�tirilmesine dönük bu zorunlu sürece dayanır. Topluluk, tek tek
bireylerin çokluk ve çe�itlilik gösteren uyumsuzlu�unu, ahlâkla körelterek düzenini
olu�turur.12 Nietzsche �en Bilim’de ahlâk ve sürü içgüdüsü arasındaki ili�kiyi �u
�ekilde ifade eder:
“Nerede törellikle yüzle�sek, de�er biçmelerle, insan güdüleri ile eylemlerinin sıra düzeniyle kar�ıla�ırız. De�er biçmeler ile sıra düzenleri toplulu�un, gereksinimlerini dile getirir hep. Onun için en yaralı olan (ikinci en çok, üçüncü en çok) aynı zamanda bütün bireylerin de�eri için ilk ölçüt sayılır. Törellik, bireyleri sürünün i�levi olmaları, kendilerine salt i�lev olarak de�er yüklemeleri yönünde e�itir. Farklı toplulukların korunmasının ko�ulları çok farklıdır; bu yüzden çok farklı törellikler vardır. Gelecekteki sürülerin, toplulukların, devletlerin biçimlerindeki özlü de�i�meleri göz önünde bulundurarak, çe�it çe�it törelerin olaca�ını önceden söyleyebiliriz. Törellik bireydeki sürü içgüdüsüdür.” (Nietzsche, 2003c: 125)
Ahlâk her ne kadar topluluklara göre de�i�se de özü itibariyle bir arada bulunmanın
ko�uludur ve insanın do�a kar�ısındaki acizli�inde temellenir. Nietzsche ahlâkın
12 Toplulu�u toplumdan ayıran toplulu�un Apolloncu unsurlarca belirlenmi� olmasıdır. Bu anlamda toplumla Yunanlılar’ı kast ediyoruz. Topluluk ise ilkel kabileleri kar�ılayan bir tanımlamadır. Nietzsche her ne kadar Apolloncu bireyselle�me ilkesini insanlı�ın do�a kar�ısındaki acizli�i ba�lamında ortak bir durum olarak de�erlendirse de bunun bilinci ve toplulu�un kendisini koruyan bir mekanizmaya dönü�tü�ü topluluk tarzını bu ortaklıktan ayrı dü�ünür. Bu yüzden Yunan toplumu dı�ındaki topluluklara “Barbarlar” der.
82
do�a kar�ıtı bir olu�um oldu�unu öne sürer ve do�a ile ahlâk arasındaki ili�kiyi �u
�ekilde dile getirilir:
“(...)bu güçlü muazzam ahmaklık ruhu e�itti; kölelik göründü�ü haliyle, kaba ve ince anlamıyla, ruh disiplininin ve �artlandırılmasının kaçınılmaz aracıdır. Her ahlak bu açıdan bakıldı�ında :(...)kocaman özgürlükten nefreti ö�reten, ‘do�a’dır, sınırlanmı� ufukların, en yakın ödevlerin gere�ini yerle�tiren, kafamıza,-bakı� açımızın darla�tırılmasını, böylece de, kesin anlamıyla, ya�amının ve büyümenin ko�ulu olarak ahmaklı�ı ö�reten. ‘Boyun e�melisin birine ve uzun süre: Yoksa ortadan kalkacaksın, kendine olan son saygını da yitireceksin’- bu bana do�anın ahlak buyru�u olarak görünüyor(...)haklara yöneltilmi�tir o ırklara, ça�lara, sınıflara ama her �eyden öte, tüm insan hayvanına, insanlı�a.(Nietzsche, 2001: 92)
Görüldü�ü gibi ahlâk, do�anın ça�lar boyunca hüküm süren ve sürecek olan insanı
hayvandan ayırdı�ı buyru�udur. Egemenli�i yüzyıllarla desteklenmi� do�a
kar�ıtlı�ının, toplu halde ya�ama gelene�iyle birlikte kökenine sadık kaldı�ı açıkça
görülüyor. Fakat bu kar�ıtlı�ın, toplulu�un topluma dönü�mesinde oynadı�ı role ve
de�er alanlarında kendini türlü türlü gösteri�ine diyecek sözümüz olmalıdır. Aksi
takdirde Nietzsche’nin köle ahlâkına ve dinine yönelik tepkisini anlamlandıracak
zeminden yoksun kalırız. Çünkü sürü içgüdüsü “décadence”ı açı�a çıkararak, varolan
kar�ıtlı�ı uçuruma dönü�türecek bir evrimden geçmediyse, kökeni itibariyle zorunlu
bir sürece itiraz etmenin hiçbir anlamı yoktur. Dolayısıyla Nietzsche’nin itirazları
do�rultusunda do�aya kar�ıtlık olarak kurulan toplulu�un, bu kar�ıtlı�ı do�al
içgüdülere kar�ıtlık ba�lamında içine çekti�ini ve sonrasında ona yeni bir görünüm
verdi�ini söyleyebiliriz. Toplumun dönü�ümünde kendini, gereksinimlerin üzerine
çıkarmak ve kendi varlı�ı için gereksinimleri oldu�undan büyük göstermek; i�te
Nietzsche’nin “décadence” içgüdüsünden beslenen ahlâktan ve toplumdan anladı�ı
budur. Ba�ka bir deyi�le toplum ve ahlâk arasındaki ili�kiyi “décadence” kavramına
ba�layan ahlaka toplum içindeki bireylerin ıslah edilme i�levinin verildi�i durumdur.
83
Bu özelli�i gösteren toplumsal yapıda ahlâkın, do�adan ziyade bünyesinde ta�ıdı�ı
do�al olana yönelik oldu�unu söyleyebiliriz. Bu yargı Nietzsche’nin �u ifadesine
dayanır:
“Ahlak, insanlarca hı�ma u�ramı� ve baskı altına alınmı� insanlar ve katmanlar için, ya�amı umarsızlıktan ve hiçin içine atmaktan korumu�tur; çünkü varolu� kar�ısında en çaresiz acıla�mayı, do�a kar�ısında güçsüz kalmak de�il, insanlar arasında güçsüz kalmak do�urur. Ahlak, gücü elinde bulunanları, gücü uygulayanları, ‘efendi’leri, genelde dü�man saymı�; onlara kar�ı da alttaki baya�ı insanı korumu�tur; yani onların kar�ısında ilkin yüreklendirilmesi gereken insanı.” (Nietzsche, 2001: 194-195)
�nsan varolu�unun bir parçası olan sürü içgüdüsü, toplulu�un birbirine
indirgenemeyecek bireylerinin ortak niteli�i olmasından ziyade bireylerin
ortakla�tırılmasına dönük olması bakımından ele alınmalıdır, çünkü sürü içgüdüsü
kudretin bo� bıraktı�ı alanı doldurur. O, do�anın topluluk içine aracılı�ıyla sızdı�ı
bireylere kar�ı hissedilen kudret bo�lu�undan beslenir. Bu nedenle sürü içgüdüsü
kuvvetler arası ili�kinin reaktif kanadında, aktif olana kar�ı yo�unla�ır. Toplulu�un
kendili�inden eyleme geçen, kendini geli�tiren, kar�ıtını yalnızca kendine daha
minnettar, daha sevinç dolu “evet” demesi için arayan aktif kuvvetinin varlı�ı, sürü
içgüdüsünün katalizörüdür. Dolayısıyla insan-hayvanın, hayvanî vasıfları a�ır basan
bu türü, sürünün sa�ladı�ı güveni ve huzuru fazlaca önemseyen türü açısından
potansiyel tehlike olarak kavranır. Çünkü potansiyelini gerçekle�tirmeye muktedir
güçlü, her durumda yeni, belirsiz dolayısıyla alı�ılmadık olanı beraberinde getirir. Bu
da toplulu�un normlarla düzenlenmesinden en çok faydalanan zayıf türünde hınç
duygusuna yol açar (Nietzsche, 2004: 46). Hınç duygusu ise zayıfın “yaratıcılı�ının”
temel motivasyonudur. Nietzsche’ye göre toplumun “efendilerine” kar�ı “kölelerin”
isyanı bu yaratıcılı�ın ürünüdür. Zayıfın “yaratıcılı�ı”, efendinin “iyi” de�erinin
84
kar�ısına önce “kötü”yü yerle�tirmek sonra ba�langıçta “iyi” denileni “kötü”ye
dönü�türmektir (Deleuze, 1983: 121-122).
�nsanların do�alarından getirdikleri güce dayalı hiyerar�ik düzenin, kölenin lehine
bozulmasının tek yolu efendinin birli�inden aldı�ı gücünü azaltmakla mümkündür.
Köle, dü�ünce, eylem ve mutlulu�un kutlu birli�ini temsil eden efendinin kar�ına
do�rudan de�il, eylemsizli�i telkin eden de�erleri aracılı�ıyla çıkarak onu
muhatapsız bırakır. Böylelikle efendi, buyurganlı�ının eylem dayana�ını ve birli�ini
yitirir. Muhatabını bulamayan içgüdüler sahibine geri döner. Efendi ve köle
eylemsizlikte yani kölelikte birbirine e�itlenir. Zayıfın kendi içgüdülerini dü�man
olarak görmesi gibi efendi de içgüdülerini ve özgünlü�ünü suç olarak kavramaya
ba�lar (Deleuze, 1983: 142). Kölenin yaratıcı eyleminin sonucu, efendinin sıradan
olmadı�ı için kendisini suçlu hissetmesini sa�lamaktır ki buna vicdan geli�tirmek de
denebilir. Köle ahlâkının oda�ını olu�turan vicdan, güçlünün içine yerle�tirilen
zayıflatıcı mekanizmadır. Köle, içini kemiren olası bir sava�tan bu zekice icadı
sayesinde yakayı kurtarır. Hiç de�ilse zekâsı bakımından hakkı teslim edilen köle bu
yolla, korkaklı�ı ve eylemsizli�iyle sürü içinde egemen olmayı ba�arır ve hiyerar�ik
düzeni e�itli�e çevirir (Baykan, 1989: 67; Kuçuradi, 1999: 29). Nietzsche’nin köle
de�erlerine itirazı toplulu�un tek aktif kuvvetinin bu �ekilde hadım edilmesinedir,
çünkü köle yalnızca efendi üzerinde egemen olmakla kalmaz genel bir dü�ünce
biçimine dönü�erek insanlı�ı etkiler. Bu sonuç, toplulu�un de�er çe�itlili�inin
öznesinin, köle de�erleri tarafından evcille�tirilmesiyle sa�lanır. De�er alanından
sürülen efendinin yoklu�unda, zayıfın kendini koruma içgüdüsü din, felsefe ve sanat
alanlarına yayılarak ikibinbe�yüzyılı etkisi altına alır. Hıristiyanlık, Demokrasi,
85
Sosyalizm ve Sokratesçılık zayıfın tek tip(ortalama) insan projesinin maskeleridir.
Bütün bunlar zayıfa ait tehlike paranoyasının uzantılarıdır.
2.2.3 Reaktif Kuvvetlerin Sokrates ve Platon Ba�lamında De�erlendirilmesi
Kölenin, bütün de�er alanlarına egemenli�inde Sokratesçı felsefe ve Hıristiyanlık
Nietzsche’nin dikkati çekti�i iki alandır. Hıristiyanlık, Sokrates aracılı�ıyla
felsefenin gündemine dü�en hakikat özleminin dünya görü�üne dönü�mesini ifade
eder. Bu açıdan Nietzsche’nin neden Sokrates’i Batı dü�ünme kültürüne “dékadent”
olarak tanıtmakla i�e ba�ladı�ı anla�ılırdır. Nietzsche’nin kendisinin de kabul etti�i
“büyük bilgelerin çökü�-tipleri” olduklarına ili�kin saygısızlı�ı, bu bilgelerin ya�ama
kar�ı saygısızlı�ıyla kıyaslandı�ında her durumda ye�dir. “Décadence”a u�ramı�
kültürün kuramsal zeminini borçlu oldu�u Sokrates ve Platon ya�am, Yunanlar ve
tragedya açısından yadsımanın teorisyenleri olmaları bakımından dönüm noktasıdır
(Nietzsche, 1992: 22). Putların Batı�ı’nda Sokrates ve Platon’un çürüme belirtileri
olduklarının, Grek çözülü�ünün araçları olduklarının, pseudo-Grek, anti grek
olduklarının daha ilk yapıtında farkına vardı�ını iddia eden Nietzsche bunu �u
�ekilde destekler:
“Ya�am hakkında, tüm zamanlarda en bilgeler hep aynı yargıya varmı�lardır: de�mez... Her zaman ve her yerde aynı ses duyulmu�tur a�ızlarından,- ku�ku dolu, efkar dolu, ya�am yorgunlu�u dolu, ya�ama kar�ı direnme dolu bir ses. Sokrates bile demi�ti ki ölürken: ‘ya�amak- uzun süre hasta olmak demek: kurtarıcı Asklepios’a bir horoz borçluyum.’ Sokrates bile bıkmı�tı... Eskiden denilmi�ti ki,(- hey, hem de yeterince yüksek sesle ve bizim kötümserlerimizden önce dediler bunu!): ‘Burada her halükarda bir hakikat payı bulunmalı.”(Nietzsche, 2005 a: 18)
Nietzsche, hastalıktan kurtulan birinin Asklepios’a horoz kurban etmesi ritüeline
dayanarak Sokrates’in gözünde ya�amakla hastalı�ın e� tutuldu�unu ve hakikatin, bu
86
hastalıklı gözün görmesi oldu�unu savunur.13 Kendi bilgeli�ini bilgisizlikle
temellendirmek ancak, ya�amın de�erinde sorun görmekle mümkündür. Bu anlamda
Sokrates’in, Delphoi tanrısının “kendini bil” bilgeli�ini, “bildi�im tek �ey hiçbir �ey
bilmedi�imdir” düsturuna dönü�türmesi, varlı�ında uyanan hakikat özleminin ve
ya�amın de�ersizli�inin yeni biçimi olarak iyimserli�e i�arettir.
Sokrates’e göre ya�am hakikate kaynaklık edemeyecek kadar kafa karı�tırıcıdır yani
gerçek olamayacak kadar görünü�tür. Bu kabulle birlikte “décadent”in önüne
koydu�u amaç, hakikatin varlı�ına ili�kin ipuçlarını ya�ama ters ba�lamaktır. Bu
ipuçları, zihnin aracılı�ıyla hüküm verdi�i kavramlardır. Matematik, geometri gibi
Yunanlılar’ın oynamaya pek meraklı oldukları zihin oyunları ya da tikellerde kendini
gösteren nitelikler, hakikatin varlı�ına ve mahiyetine gönderme yapar. Platon’dan
ö�rendi�imize göre tikellerin de�i�imini ifade eden ideaların (kavramlar) kendisi
pekindir aynı ait oldukları dünya gibi. Bu açıdan bakıldı�ında iki dünya kar�ımıza
çıkar; gerçe�i ifade eden idealar dünyası, idea ve onun bilgisi episteme ile görünü�ü
ifade eden fenomenler dünyası, fenomen ve onun “bilgisi” sanı (doxa). Hocasının
bilgi ve bilgisizlik arasına serpti�i hakikatten, epistemolojiyi olanaklı kılan bir sistem
in�a eden Platon, bu yolla vefa borcunu ödemi� midir bilinmez, ama onun görü�lerini
böylelikle sistematize etti�i kesindir.
�dealar kuramı, Nietzsche tarafından büyüklü�ü tescillenmi� iki filozofa dayanır.
Platon, fenomenler dünyasını Herakleitos, idealar dünyasını ise Parmenides
13 �talya’da “Kusursuz Hekim” diye adlandırılan Asklepios, sa�lık Tanrısıdır. Konumuz açısından önem ta�ıyan özelli�i Apollon’un o�lu olmasıdır. Asklepios kuzgun yumurtasının içinden yılan biçiminde do�ar. Hekimli�in simgesi yılan, Asklepios’un öyküsünün uzantısıdır (Bayladı, 2002: 108-111). Apollonculu�u öne çıkararak felsefenin sa�altıcılı�ına soyunan Sokrates’ın Asklepios’a de�inmesi, Nietzsche’nin aradaki ba�lantıyı göstermesine yardımcı olmu�a benzer.
87
felsefesinin varlı�a ili�kin görü�leri do�rultusunda ortaya koyar. Herakleitos evrenine
hükmeden logos durmadan de�i�en bir varlık alanını betimler, öyle ki her �ey bu
yangının içinde var olmaktadır. “Bir nehirde iki kez yıkanılmaz” düsturu
do�rultusunda, dile getirilen her �eyin pekinlikten yoksun oldu�u kavranır.
Herakleitos’un üzerinde durmadı�ı bu, evrenin bilinebilirli�i sorunu Sofistler
tarafından i�lenir. Sofizm, Herkaleitos’un evrenine, insanı toplumsal bir varlık olarak
yerle�tirir. Bunun için Protogoras’ın “insan her �eyin ölçüsüdür” lafını hatırlamak
yeterlidir. Ba�ta Protogoras olmak üzere Sofizmin de�erlerin görecelili�ine yaptı�ı
vurgu, yine bir Sofist olan Sokrates’in ve Platon’un felsefesinin çıkı� noktasını
olu�turur. �nsanın daha çok toplumsal bir varlık olu�uyla ilgilenen Sokrates ve Platon
açısından toplumsal düzenin devamlılı�ının biricik ko�ulu ahlak, görecelili�in tehdidi
altındadır. Bu anlamda Yunan toplumunun ilk kurtarıcısı Sokrates’in amacı,
toplumun yozla�masının nedeni olarak gördü�ü bu tehdidi ekarte etmektir. Platon’u
“ideal devlet” tasarlamaya sevk eden de aynı misyondur. Bu ortak amaç “nasıl iyi
yurtta� olunur” sorusuyla ifade edilebilir. Platon açısından bu soru cevabından önce
evrensel, ba�layıcı bir yurtta� kavramına gönderme yapar. Oysa ki�ilerin yargılarını
ve ya�amlarını ba�layacak evrensel bir ölçüt olmaksızın bu sorunun sorulması bile
mümkün de�ildir. Görecelilik, her kavramın nesnesiyle ili�kisinin keyfi ya da
rastlantısal zemini oldu�u için, yurtta� olmayı niteleyecek bir iyi kavramından
bahsetmek de olanaksızdır. Platon bu konuya Menon diyaloguyla açıklık getirir. Ona
göre ki�i bilmedi�i bir �eyi arayıp sormayaca�ı gibi bildi�ini aramaz ve sormaz. Yani
soru sorma, bilgililik ve bilgisizli�in birlikteli�inde mümkündür. Platon’a göre
insanın bu eksikli�ini tamamlama sürecinin adı ö�renme de�il, hatırlamadır (Cevizci,
88
1999: 42). Aksi takdirde Sokrates’ın köleye geometri problemi çözdürmesi hem
mümkün hem de anlamlı olmazdı (Platon, 1998: 158).
Platon ve Sokrates’le varlık, Parmenides’in çıkarımları do�rultusunda bir ve pekin
idealar dünyası olarak fenomenal dünyaya ötelenirken, bu “temel bir”in adına “iyi”
denir. Platon, varlı�ı temellendirdi�i gibi buna iyi diyerek trajik ça�ın felsefesini
kökten de�i�tirir. Buna göre trajik ça�da biri di�erine ye�lense bile bir arada bulunan
kar�ıtlıklar artık birbirinden kökten ayrılmı� dünyalara aittirler. Öyle ki idealar
dünyası vardır, fenomenler dünyası ise bu asli dünyanın ancak yansıması olması
bakımından var-olmaktadır. Kar�ıtlıklardaki ayrımın kökeni birini neredeyse yok
saymaya kadar uzanır. Bu açıdan bakıldı�ında Platon’un çözmesi gereken sorun, bu
iki dünyanın bir biriyle ili�kisi ya da fenomenal dünyada varolan insanın,
episteme’ye nasıl ula�aca�ıdır. Bu sorunun, Parmenides ve Herakletios’un birbirine
kar�ıt görü�lerinin Sokrates’in bilgeli�iyle “uzla�tırılarak” çözüldü�ünü görürüz.
Platon, Sokrates’in mayotik yöntemiyle insan ruhunu, hapsoldu�u bedenden ve onun
gönderme yaptı�ı bütün kar�ıtlık zincirinden kurtarmanın yolunu bulur.
Do�umundan beri yanılsama dünyasına bakan gözü “güne�e” çevirmenin ve ruhu
bedenin kötülü�ünden kurtarmanın yolu ruhun uzun, çetrefilli bir e�itimden
geçmesiyle mümkündür (Platon, 2000: 117-118). Ruhun, akıl (logos) ve tensel
hazlara e�ilimli iki ucundan akıl kısmında saf tutması gerekir. Bunun için aklın
etkinli�ini arttıran trivium (diyalektik, retorik, gramer) ve quadrivium (cebir,
geometri, astronomi ve müzik) olarak bilinen özgür sanatlar, Platon’un ruhu
sa�altma reçetesinde bilgelik, ölçülülük, adalet ve cesaret erdemlerini tamamlar.
Filozofun, kar�ıtlıkları “iyi” ve “kötü” üst ba�lı�ı altında tasnif etmesine dayanarak
89
kötü kategorisinde yer alan beden ve fenomenal dünyadan tümüyle el etek çekmeyi
ö�ütledi�i dü�ünülmemelidir. Aksine, insanın toplumsal varlı�ını düzenleme
niyetinin yansıması olan �deal Devlet’te aklın ruhtaki etkinli�inin arttırılmasının ilk
basama�ı ölçülü ve düzenli olmak �artıyla beden e�itimidir (Platon, 2000: 92). Fakat
yine de ya�am hakikat, beden ruh için ıslah edilmelidir, çünkü; içgüdülere, bilgisiz
olana verilen her ödün a�a�ıya götürür (Nietzsche, 2005a: 22-23).
Sokrates ve Platon’un “iyi yurtta�” idealinin önünde Apollon durur. Akıl ve akılla
kavramaya dayanan tüm yetilerin bu denli öne çıkarılması bu yargıya varmamızda
belirleyicidir. Platon bütün diyaloglarında ahenk, düzen ve ölçülülükten söz eden
hocasının ötesine geçip, i�i “akıl devleti” tasarlamaya kadar götürür. Fakat tüm
bunlar Apollon’daki de�i�imi görmemize engel de�ildir. Nietzsche’ye göre Sokrates
ve Platon’da öne çıkan mitoloji ve sanattan arıtılmı� ba�ka bir Apollon’dur. Bu yeni
Apollon, düzen ve biçimi yalnızca zihinsel olanla sınırlıdır. Buna göre tasarıma
uygun biçim verme sanatının Tanrı’sı artık salt tasarım Tanrı’sıdır. Bu de�i�im,
Apollon’un görünü� yerine hakikate referans olmaya ba�lamasının sonucudur.
(Megill, 1998: 97). Platon’un sansürcülü�ü Apollon’daki bu yeni anlamın
uzantısıdır. Platon, ruhun tensel hazlar kısmının uyarıcısı olan (insanı görünü�e
ba�layan) ve taklidin taklidi olarak tanımlanan tragedya ba�ta olmak üzere
komedya, resim, yontu gibi sanatları devletinde yasaklar. Sansürün nedeni ise bu
sanatların insanı görüngüler ve duygularla geri beslemeli bir ili�kiye sokmasıdır
(Platon, 2000: 267). Artık sanatseverin aklını korumak için onu görünü�ten uzak
90
tutmak gerekir. Kısaca Platon’un sanata kar�ı tutumu sanatseverde yarattı�ı etkiye
göre �ekillenir.14
Ya�amın ve sanatın “hakikat”e dayanan ahlâk aracılı�ıyla yadsınmasında
Aristoteles, yorum farkına ra�men Sokrates ve Platon’la bir biçimde ortakla�ır.
Aristoteles de öncülleri gibi sanatı taklit olarak dü�ünür. Fakat öncüllerinden farklı
olarak Aristoteles, hakikate ula�mada tensel hazların sanatla uyarılmasının faydalı
oldu�unu dü�ünür. Ona göre sanatsever taklidin kar�ısında ya�adı�ı arınma ile asıl
olanı aramaya koyulabilir. Bu anlamda sanat bir bilgilenme sürecinin tetikleyicisidir
ve “katharsis”(arınma) sıradan insanın ö�renmeye yönelmesinin olana�ıdır.
“Tragedyanın ödevi, uyandırdı�ı acıma ve korku duygularıyla ruhu tutkulardan
temizlemektir.”(Aristoteles, 1999: 22) Bununla birlikte her türlü etkinlik insanı
ö�renmeye motive etmeyece�inden sanat eseri Poetika’da gösterildi�i üzere
rastlantısallıktan kurtarılmalıdır (Lenoir, 2003: 47-48). Tragedyanın bu amaca hizmet
edebilmesi için belirli ölçütler sunan Aristoteles, tragedyanın izleyicide uyandırdı�ı
etkiye göre de�erlendirilmesini teorize eder. Ona göre tragedya yazarı geli�i güzel
duygulanımına göre de�il izleyici üzerinde yarataca�ı etkiyi kurgulayarak
yazmalıdır. Sözgelimi mitos üç birlik kuralına uygun olarak i�lenmelidir. Tragedyada
ola�anüstü bir olay i�lenmeli, bu olay aynı mekanda ba�layıp aynı mekanda bitmeli
ve bir gün içinde gerçekle�melidir. Aristoteles’in olay, mekan ve zaman birli�i olarak
gündeme ta�ıdı�ı bu kurallara ek olarak mitos ne çok uzun olmalı ne de kısa
olmalıdır (Lenoir, 2003: 89-93). Görüldü�ü gibi Aristoteles, tragedyaya olumlu bir
anlam yüklese de onu i�levi bakımından de�erlendirir. Bununla birlikte Poetika; 14 Platon, insan eylemlerini toplumsal düzenin devamlılı�ı açısından iyi ya da kötü olarak de�erlendirir. Dolayısıyla sanat etkinli�i, insanın toplumsal ya�amdaki rolü olan yurtta�lı�ını olumsuz yönde etkileyecek olan bireyselli�ini ön plana çıkarma tehlikesinden arıtılmalıdır.
91
Aristoteles’in, seyirci üzerindeki etkisini dü�ünerek tragedyayı, içerik ve biçim
olarak kuramsal dü�üncenin konusuna dönü�türme çabasının ürünüdür.
Sokrates’in etkisi olarak de�erlendirilmesi gereken bu sürecin adına “güzelin
ahlâkile�mesi” diyebiliriz. Tragedyanın seyircide bıraktı�ı etkiye göre
de�erlendirilmesi bakımından ortakla�an Sokrates, Platon ve Aristoteles’in, bu
yakla�ımı benimsemesinde görünü� ve gerçek ayrımının oynadı�ı rol açıktır. Buna
göre tragedya Dionysosçu gerçekli�e ula�tıran bir esrime olana�ı de�il; yalnızca
duyguların ve içgüdülerin co�kunlu�una indirgenir. Aynı yakla�ım Euripides’te de
görülür. Euripides, seyircinin aklını, içgüdülerin ve duygulanımların tehlikesinden
koruma e�ilimini tragedyaya ta�ır. Bu anlamda Euripides tragedyaları Dionysosçu
gerçekli�e de�il, co�kunlu�a kar�ıttır (Megill, 1998: 85). Estetik kar�ıtı Sokrates’in
“seyirci” merkezli tragedyalarıyla ünlenen Euripides’i “bilgelik yarı�ında ikincilik
ödülü”ne layık görmesi sözünü etti�imiz ortaklı�ı do�rular (Nietzsche, 2005 b: 91).
O halde Sokrates, Platon, Aristoteles ve Euripides’i “décadence” ba�lamı içine
oturtanın insan eylemlerini akla ve artık ondan ayrı dü�ünülemeyecek ahlâka göre
düzenleme amacı oldu�unu ayırt etmi� bulunuyoruz. Dolayısıyla “bilgelikte” “ilk
“décadent” “Sokrates’ten sonra gelen Euripides’i “ikinci décadent” olarak ortaya
koyuyoruz.
Nietzsche trajik ça�ın felsefesini ele aldı�ı çalı�masında, “Felsefe nerede kendini
yardımcı, kurtarıcı, koruyucu olarak göstermi�se, bu, sa�lamlarda olmu�tur; hastaları
ise daha da hasta kılmı�tır” (Nietzsche, 1992: 17) der. Ona göre, felsefenin
Thales’ten Sokrates’e kadar gelen eski bilgeleri “sadece bilgi için ya�ayan biricik
92
insanlardı” Trajik ça�ın bu devleri “ayakları altında sürünen bile bile gürültü koparan
cücelerden hiç rahatsız olmayarak, zekâlarının yüksek konu�malarını devam
ettirmi�lerdir.” (Nietzsche, 1992: 20) Çünkü kar�ılarına hiçbir sa�altıcı, hafifletici
moda çıkmaz. Bu anlamda eski bilgelerin felsefesi, tragedya gibi Yunan ulusunun
sa�lıklılı�ının görünümüdür. Bu anlamda da trajik ça�ın felsefesi, tragedyanın
do�u�unu rastlantının gölgesinde kalmaktan kurtarır. Nietzsche �öyle der:
“Yunanlı’ların, gerçekten sa�lam bir ulus olarak, felsefe yapmakla, bütün ba�ka uluslardan çok daha büyük ölçüde felsefeyi me�ru kıldılar. Ama… vaktinde duramadıklarından ötürürüdür ki, kendilerinden sonra gelen barbarlara gördükleri hizmeti kendi elleriyle ufalttılar. Çünkü bu barbarların gençlik cahilli�i ve co�kunlu�u içinde, suni olarak dokunmu� bu a� ve iplerin (yani sonraki Yunan felsefesinin) içine takılmaları mukadderdir.” (Nietzsche, 1992: 18)
Burada da görüldü�ü gibi felsefenin sa�altıcı olarak ya da genel anlamda
i�levselli�in hizmetine sokuldu�u kısmı simgeleyen Sokrates noktası, vaktinde
bitirilememi� olanın yansımasıdır. Ancak yeri gelmi�ken Nietzsche’nin sa�lıklılıktan
anladı�ının Apollon ve Dionysos birli�i oldu�unu belirtmek gerekir. Dionysos-
Apollon birli�i Nietzsche’nin gerek tragedyanın içinden geçti�i süreçte, gerek trajik
ça�ın felsefesinde gerekse modern dünyanın çürümü� temellerini te�hirde kullandı�ı
biricik ölçüttür. Nietzsche bunu �u �ekilde dile getirir:
“Altıncı ve be�inci yüzyıllarda, ‘dünyevi’le�menin çok büyük tehlikeleri içinde; yani: Yunan yerle�melerinin kâ�iflik mutlulu�u, zenginli�i ve duyarlılı�ı içinde- yürüdü�ü vakit felsefenin, Orphik sırların grotesk hiyerogliflerle örf ve adetlerini anlattıkları aynı yüzyıllarda do�an tragediya ile amacı aynı olarak, asil bir ihtar edici niteli�i ile geldi�ini seziyoruz. O filozofların hayat ve varlık üzerine öne sürdükleri yargı, modern bir yargıdan çok daha fazla anlam ta�ır. Çünkü hayat, onların önüne bolluk içinde geli�en bir yetkinlikle seriliyordu ve çünkü onlarda, dü�ünürün duygusu, yalnız: hayatın ne de�eri var? diye soran do�ruluk iste�i arasındaki ikililikten bunalmıyordu. Filozofun, birlikli bir anlatıya sahip gerçek bir kültür içinde ödevi…tam bir �ekilde kestirilemez. Çünkü bizim böyle bir birlikli bir kültürümüz yok.”(Nietzsche,1992:21-22)
Daha önceki bölümlerde serimledi�imiz Apollon ve Dionysos birli�inin ifade etti�i
sa�lık, trajik ça�ın felsefesinde görülür. Trajik ça�ın dü�ünürleri birli�in kendini
çokluk içinde açtı�ı bilgisine sahiptir. Bu nedenle “su”, “ate�”, “apeiron”, “nous”
93
olarak adlandırılanlar temelde aynı birli�in açılımını ifade eder. Bu, Pre-Sokratiklerin
sa�lıklı kültürün yansıması olmasından ileri gelir aynı, felsefeye kurtarıcılık niteli�i
yükleyen dü�ünürlerin sa�lıksızla�an kültürün yansıması olması gibi. Burada önemli
olan, görünü� ve gerçe�in birlikte kavranmasının sa�lıklılık, görünü� ve gerçe�in
birbirinden ayrılarak, ya�amın görünü� adı altında yadsınmasının ise hastalıklılık
olarak tanımlanmasıdır.
Sonuç olarak “décadence”a u�ramı� Yunan kültüründe filozof, ahlakı akılcıla�tırma
pe�inde ko�arken aslında gerçe�in önüne yeni ve daha güçlü bir Maya perdesi
çekmeye çabalar. Bunun nedeni ise sözünü etti�imiz gibi tragedyanın ölümüdür.
Fakat bu iki Maya perdesi arasında kesin olarak ayrılması gereken
Homeros’unkinden farklı olarak ikincisinin tragedyanın çürümesinin yaydı�ı kokuyu
soluyan filozoflarca “yaratılmı�” olmasıdır. Nietzsche’nin Sokrates, Platon ve
Aristoteles’i “décadent” olarak niteledi�ini vurgulayarak ilk Apolloncu yaratıdan,
köle “yaratısı” yani olumsuzlaması olması bakımından ikincisini ayırıyoruz. O halde
buraya kadar Nietzsche’nin anlatımdan üç tür yabancıla�maya yer vermi�
bulunuyoruz . “Décadence” kavramı altında saydı�ımız bozulma, çürüme, hastalık
gibi anlamlara göndermeli olarak birincisi, tüm insanların do�a kar�ısında ya�adı�ı
zayıflıkta temellenen ilk ve zorunlu yabancıla�madır. �kincisi, toplulu�u topluma
dönü�türen ve varolu�un haklandırılmasına temel olan (de�er alanlarıyla
desteklenmi� ve Homeros’u içinden çıkaran) Yunan toplumunu ifade eden
yabancıla�madır. Üçüncüsü ise toplumun kendini, içindeki bireylere kar�ı
korumasına dönük de�erlerin, yani köle de�erlerinin egemenli�ini ifade eden
yabancıla�madır. Her üçünde de tanrı Apollon’un adı geçirilebilir. Fakat
94
yabancıla�manın yalnızca üçüncü türünün “décadence”ın içeri�i oldu�u ve bu
kısımda Apollon’un metamorfoza u�radı�ı kesin olarak benimsenmelidir. Apollon
artık görünü�ten ya da varolu�tan ba�ımsız “hakikat” olarak anlamlandırılır.
Hıristiyanlık ise “décadence”ın kurumsalla�ması olarak bu sürecin devamıdır.15
Tragedyanın çürümesiyle birlikte ba�layan ya�am kar�ıtlı�ının ya�amı ku�atacak
“güce” kavu�masıdır. “Décadence”ın kurumsalla�ması süreci kendi içinde Tanrı’nın
ölümüyle birlikte katlanarak nihilizmi açı�a çıkaracak boyutlara ula�ır.
2.3 Tragedyaya Kar�ı Décadence Ba�lamında �ki Karde� Ruh: Sokrates ve
Euripides
“Décadence”a u�ramı�, Dionysos-Apolloncu birli�i da�ılmı� kültür kendini
Sokrates’in bilgi, erdem ve mutluluk formülüyle açı�a çıkar. “Sokrates’in �ahsında
açı�a çıkan, do�anın açıklanabilirli�ine ve bilginin iyile�tirici gücüne duyulan inanç,
tragedyayı do�uran büyük Helen kötümserli�inden kar�ısına iyimserli�i çıkarır
(Nietzsche, 2005 b: 113). Sokrates’in “insan bilerek kötülük yapmaz” düsturu,
15 Nietzsche, “décadence” kavramını geleneksel felsefe ve Hıristiyanlık ele�tirisinde kullanır. Nietzsche’nin görü�lerine baktı�ımızda Hıristiyanlı�ın daha yo�un olarak tartı�ıldı�ını görürüz. Bunun nedeni Hıristiyanlı�ın, Batı kültürünün geleneksel felsefeyi kendisine zemin yaparak kültürün tamamına yayılacak gücü bulmasıdır. Nietzsche’nin temel gayesinin kültürün “décadence”ını çözümlemek oldu�u dü�ünülürse felsefe ele�tirisinden kültüre yükselmeye çalı�tı�ı açıktır. Hıristiyanlık ise bu yükseli�te “décadence”ın kurumsalla�ma boyutunu ifade etmesi bakımından önemsenir çünkü filozoflar “décadent” olsalar da nihayetinde de�er koyucu olmaları bakımından sürü insanı ile kıyaslandı�ında de�er hiyerar�isi gere�i üstte bulunurlar. Bu yüzden filozof, sürü insanın zayıf varolu�una ra�men varlı�ını garantileyen kurumlara gereksinmesi üzerinde durur. Kilise ve devlet bu kurumsalla�mayı ifade eder. Nietzsche’ye göre ba�langıçta �sa tarafından yaratılan de�erler, kilisenin ve papazları elinde hastalı�ın yayılması ve güç kazanmasını sa�layacak düzeyde de�i�ir. Ona göre zayıfın de�erinin özü bireyselli�ine açık fertlerini ıslah etmeye dönük bir dolayımlılı�a dayanır. �sa, Tanrı’yı sürü insanın varolu�unun garantisi olarak sunar. Papazlar, Tanrı’yla insan arasına kendilerini ve kiliseyi koyarak insan eylemlerinin dolayımını arttırır. Daha önceki bölümlerde de�inildi�i gibi dolayım, kölenin efendinin kendisini tehdit eden özgünlü�ünden korunma ve kendi varolu�unu haklandırma konusundaki davranı� tarzını ifade eder. Bu anlamda kurumlar Nietzsche tarafından soyut, a�kın Tanrı’nın yeryüzündeki eli olarak toplumsal ya�amı ve gelece�i belirlemede köle de�erlerini sisteme dönü�türmesi bakımından ele�tirilir.
95
kölenin do�u�tan gelen zayıflı�ına gönderme yapan varolma tarzını, cehaletle
ili�kilendirir. Buna göre köle, bilgisizlikten bilgiye geçi�le erdemli bir ki�i olarak
mutlulu�a eri�ebilir. Bu, “décadence” kültürünün uzun süre var olabilmek için
ihtiyaç duydu�u köle sınıfına erdemi ve mutlulu�u bah�etmesidir. Euripides’in
tragedyanın tanrılar ve yarı tanrılar üzerinde yükselen deneyimini, bilgiye
dönü�türmesi böylece de sıradan insanı cehaletten kurtarması gibi. Biri felsefenin,
di�eri tragedyanın sa�altıcısı olan Sokrates ve Euripides trajik dünyanın, kavramsal
dünyanın içinde öldürülmesi misyonunda kol kola mücadele yürütür (A.g.e: 117-
119). Sokrates’in trajik ça�ın felsefesini toplumsal gereksinimler do�rultusunda
dönü�türmesi gibi Euripides de tragedyayı izleyicinin gereksinimleri ba�lamında
dönü�türür. Böylece varolu�unu bir haksızlık olarak görmeyi ö�renmi�, yalnızca
kendisi için de�il tüm ku�aklar adına intikam almaya yeminli zayıf, evrensellikle
fikse edilmi� kavramsal dünya içinde varolu�un ve efendinin teröründen, akıl yoluyla
korunur. Euripides’in tragedyalarında seyircinin merkezile�mesine niteliksel
tamamlayıcı olarak karı�an akıl, sözünü etti�imiz Sokratesçı yeniliklerin adım adım
uygulanmasıdır. Birinci bölümde Dionysos-Apollon kar�ıtlı�ı ba�lamında
de�indi�imiz Euripides’i �imdi Dionysos-Sokrates kar�ıtlı�ına ba�lı olarak ortaya
koymak gerekiyor. Bu ba�lamda Euripides’in di�er tragedyalarındaki erdem, bilgi,
akıl ve soyluluk kavramlarını gözönüne sererek koro, trajik kahraman ve yazgı
kavramlarının de�i�imini tam anlamıyla ortaya koyabilece�iz.
Bakkhalar’da Euripides’in tutumunu de�i�tirdi�ine ili�kin genel yoruma
ra�men, tanrılara kar�ı insanların yanında yer aldı�ına dair kalıntılar bulunuyordu.
Euripides’in, Bakkhalar’a gelinceye kadar Elektra, Alkestis, Helene, �phigeneia
96
Aulis’te ya da Hekabe’de kendinden önceki tragedya üstatlarına açıktan sava�
açtı�ına ili�kin yargımızı destekleyecek kanıt bollu�una sahibiz. Sözgelimi erdemin
soylulukla ba�ı Elektra’da Orestes aracılı�ıyla �u �ekilde dile getirilir:
“Ah! Fazilet için hiçbir emin ni�ane yok (...)Ben bir babanın o�lunun hiç i�e yaramaz bir adam oldu�unu ve adi ana babadan namuslu çocuklar do�du�unu gördüm. Zengin adamda ruh fakirli�ini ve fakirin vücudunda ruh büyüklü�ünü gördüm. Do�ru hükmetmek için bundan böyle hangi alameti seçmeli? Zenginli�i mi? Bu suretle verilecek hüküm fena bir hüküm olacaktır.(...) Bu adama bakın Argos’un büyüklerinden biri de�ildir, güzel bir ismin parlaklı�ıyla gururlanmıyor, halktan bir adam olmakla faziletini gösterdi. Sizler ki bir yı�ın hurafenin aldattı�ı insanlarsınız; aklın sözünü dinlerseniz fanilerin asaletini hareketleriyle seciyeleriyle ölçersiniz! Aileler gibi devletler de böyle vatanda�larla kudret sahibi olurlar. Fakat aileleri iyi te�ekkül etmi� vücutlar, fikir itibariyle bo�salar, umumi meydanları süslemekten ba�ka bir �eye yaramazlar.” (Euripides, 1943: 25-26)
Görüldü�ü gibi Euripides, Sokrates’in “décadence” formülü olarak de�erlendirilen
bilgi, erdem ve mutluluk dizgesine sadık kalır. Sosyal sınıfların ya da itibar edilen
yerle�ik de�erlerin akla ba�lı olarak de�erlendirilmesini savundu�u açıkça görülen
Euripides’in yakla�ımı Hekabe’de �u �ekilde sergilenir: “(...)�rsiyet mi üstün yoksa
terbiye mi? �yi bir terbiye, vazifenin ne oldu�unu ö�retiyor, bu muhakkak; bu iyice
ö�renildikten sonra, iyilik esas olmak üzere, kötü ayırt ediliyor.” (Euripides, 1943:
30) Meziyetlerin soya de�il erdeme ve iyiye ba�lı olarak yeniden de�erlendirilmesi
köle, haberci, çiftçi ve hizmetçi gibi oyun karakterlerinin sofistçe konu�turulmasının
olana�ıdır. Erdemin e�itimle edinilece�ini gösteren Euripides, aklın etkin
kullanımında toplumsal farkların da anlamını yitirece�ini savunur. Platon’un �deal
Devlet’inin yöneticilerini filozofla sınırlandırması �phigeneia Aulis’te de Menelaus
a�zından �u �ekilde ifade edilir: “(...) Ben bir �efi yahut komutanı, soyu dolayısıyla
bir memleketin ba�ına geçirmek fikrinin tamamıyla aleyhindeyim. Bir devletin
ordusunu kumanda edilebilmek için akıl lazım. Buna malik olan her adam ba�
olmaya layıktır.”(Euripides, 1945: 19) Buradan hareketle Euripides’in ortaya
97
koydu�u de�erlerin asli belirleyicisinin akıl oldu�u görülür. Euripides’in tragedyaya
getirdi�i bu yenili�i trajik kahraman açısından nasıl de�erlendirebiliriz?
Euripides’e kadar Prometheus ve Oidipus’la örneklenen trajik kahramanın erdemi,
soyla destekleniyordu. Soy ya da do�um her zaman karakteri bütünleyen, yazgıyı
belirleyen ba�langıç son diyalekti�inin ipucuydu. Sözgelimi Pentheus’un yazgısı
Dionysos’un kökenine atılmı� iftiranın bedelidir. Dionysos’un Demeter soyundan
gelmesi onun do�ayla ya da ya�amla ili�kisini anlatır. Aynı �ekilde Prometheus’un
Titan soyundan gelmesi Zeus’un bitmeyen öfkesinin ve Prometheus’un ba�ına saldı�ı
belanın anla�ılmasını sa�lar. Oidipus karakterinde ise soy, çok daha belirleyicidir.
Oidipus’un edilgin günahı, soyu üzerindeki lanet olmaksızın Tanrısal adalete de�il,
adaletsizli�e gönderme yapar. Euripides’in erdemi, aklın belirleyicili�inde ruh
soylulu�u olarak tanıtması, trajik kahramanın yazgısını akılsızlık olarak görmeye
kadar götürülebilir. Hatta bir hizmetkâr Elektra’da Orestes’i �u �ekilde tanıyabilir:
“Asil bir nesilden oldukları görülüyor. Fakat bu daima iyi bir i�aret de�ildir! Birçok
asilde adi insan ruhu vardır. Bunun ehemmiyeti yok(...)” (Euripides, 1943: 38) Aynı
anlam Helene’de haberci tarafından dile getirilir:
“(...) Tanrının ba�kalarına köle olarak yarattı�ı ben, hür bir adamın adını alamasam bile, duygularını ta�ıyarak, bari yüksek kalpli köleler arasında sayılmaya layık olabilsem! Bu elbette hem ba�kasına köle olarak boyun e�mek, hem de aynı derecede adi olan ruh köleli�ini �ahsında toplamak gibi bir talihsizli�e u�ramaktan iyidir.” (Euripides, 1945: 59)
Görüldü�ü gibi soyluluk niteliksel bir dönü�üme u�ratılarak ruh soylulu�una
dönü�türülür. Bu dönü�üm kendini daha önce Aiskhylos ve Sophokles’te önemi
trajik kahramanın tanı(n)masında (anagnorisis) sözcü olmaktan öteye gitmeyen
hizmetçi, haberci ya da köle tabir edilen alt sınıf aracılı�ıyla dile getirilir. �on
98
tragedyasındaki köleye bakılırsa bu tabirler addan ibarettir ve hiçbir köle özgürden
kötü de�ildir, çünkü do�ru bir ruh ta�ır (Sabine, 1961: 30). Dolayısıyla akıl sahibi
olmak bakımından efendiyle e�it olan kölenin utanaca�ı tek �ey, Euripides’in
haksızlık olarak de�erlendirdi�i anla�ılan ona do�u�tan verilmi� adıdır. Euripides’in
e�itlik vurgusuyla Platon’un bile ötesine geçti�i dü�ünülebilir, çünkü Platon ruhun
ölümsüzlü�ünü temellendirdi�i Phaidros’ta varolu� tarzları arasındaki farklılı�ı
idealardan alınan paya göre de�erlendirir ve bilgilenmeye e�ilimi anlamlandırmaya
çalı�ır (Eflatun, 1997: 47-60). Oysa Euripides, do�u�tan gelen farkı Fenikeli
Kadınlar’da insanın do�al yasası e�itliktir diyerek tamamen reddeder (Sabine, 1961:
26). O halde insanların ya�amda varolma tarzları toplumsal statüden ba�ımsız olarak
ruh soylulu�u ba�lamında de�erlendirilmelidir, çünkü statü gösterildi�i üzere çok da
adil olmayabilir.
Dini bütün Aiskhylos ve Sophokles’in yazgının bengi adaletinin habercisi olan
korosunun aksine, Euripides’in korosu akıl ve ahlâkı salık veren tasdikleyiciye
dönü�ür. Nietzsche’nin i�aret etti�i gibi koro giderek geriye çekilse de hali hazırda
Satirler korosudur ve Dionysosça bilgeli�in �arkısını söyler. Aiskhylos bireysel,
toplumsal ve dinsel sorunları bütünlük içinde tartı�ır ve Tanrısal adaletle toplum
arasındaki uyumu koro aracılı�ıyla dile getirir. Sophokles’te ise daha birlikli bir din
inancı görülür ve Kral Oidipus’ta oldu�u gibi koro yazgının gücü kar�ısında insanın
güçsüzlü�ünü �öyle söyler:
“(...) Anlamsız bir çalımla Ne söylese, ne yapsa Kendi bildi�ine giden, Adaletten çekinmeyen, Tanrı saygısı bilmeyen Çarpılacaktı elbette Hak etti�i akıbete. (Sophokles, 1966: 50-51)
99
Euripides’in soya yönelik reddiyesini, toplumsal e�itli�i ve ahlâkı öne çıkaran
yakla�ımı gere�i koro konu�ur. Sözgelimi Alkestis’te koro: “(...)ruh asaleti, hiçbir
engeli hesaba katmadan insanı vazifeye sevk eder. Her iyi dü�ünce namuslu
insanlarda bulunur” der (Euripides, 1943: 38). �phigeneia Aulis’te’de ise:
“ (...) insanların tabiatları gibi, adaletleri de ba�ka ba�kadır. Fakat hakiki do�ruluk, daima kendini gösterir. �yi bir terbiye, insanı, fazilete ula�tırmaya çok yardım eder. Zira iffet bir kemaldir ve onda, akıl sayesinde ödevi, idrak etmek gibi nadir bir meziyet vardır. Ancak bu suretledir ki �öhret, hayata kocamayan bir �eref verir.” (Euripides, 1945: 28)
Koronun niteliksel de�i�iminin en açık biçimde gözler önüne serildi�i diyalog ise
Helene’den çekilip alınabilir: “ Theoklymenos- Bu da ne demek? Esir efendisine
emir mi verecek? Koro ba�ı- Evet, çünkü akıl ve mantık bu esirden yana.”
(Euripides, 1945: 122) Euripides’in üstünlü�ü e�itli�e ve akla ba�lı olarak koro
aracılı�ıyla de�erlendirmesi, Nietzsche’nin i�aret etti�i kölenin efendi üzerindeki
hâkimiyeti gösterir. Tragedyada, Tanrı’nın- daymon’un simgesi olan koro tercihini,
görüldü�ü üzere Nietzsche’nin do�u�tan zayıf olarak gördü�ü köleden yana kullanır.
Euripides’in Sokrates’le paralelli�i yalnızca erdemin soydan koparılmasıyla sınırlı
de�ildir. Bilgi, erdem ve mutluluk formülünün oldu�u gibi i�letildi�i Alkestis ve
Helene tragedyaları mutlu sonla biter. Bu da Nietzsche’nin Euripides’i, Sokratesçı
iyimserli�in tragedyadaki adresi olarak göstermesini haklı kılar. Trajikli�in güç
emaresi olan kötümserli�i ifade etti�i hatırlanırsa, bu mutlu sonla biten tragedyaların,
Nietzsche’nin de gösterdi�i gibi kölenin, ya�amı de�il kendi zayıf varolu�unu
haklandırmasının aracına dönü�tü�ü sonucu do�rulanır. Euripides’in bu oyunları
mutlu sonla bitirmesi, oyunda komik sahneleri kullanması tragedyanın özüyle
100
ba�da�mayan yenilikler olarak sunulabilir. Buradan hareketle bu oyunların
tragedyadan ziyade melodram örnekleri oldu�u savunulabilir (Murray, 1965:103-
104). Trajik kahramanların ilk kez komik karakterlerle birlikte aynı oyun içinde yer
almasına bakarak, bu oyunları tragedya ile komedyanın sentezi olarak
de�erlendirmek bile mümkündür. Fakat bu, üzerinde özellikle çalı�ılmı� bir sonuç
olmak zorunda de�ildir. Euripides’in sıradan insanı oyunun içine katmasının ortaya
çıkardı�ı bir karı�ıklık olarak dü�ünülebilir. Çünkü komedya sıradan insanı konu alır
ve sıradanlık komiktir. Oysa tragedya soylu insanı konu alır ve acı, ancak soylularca
ta�ınabilir bir yüktür. Elbette demokrat Euripides, sıradan insanın da acı çekti�ini ya
da soyluların sıradan insanlardan farklı olmadı�ını göstermek ister. Tragedyadaki bu
köklü yenilik, kölenin, efendiyi kölele�tirerek kendisine e�it kılmasının “sanatsal”
ifadesidir; soylu insan sıradanlıkta erir. Sonuç olarak Euripides’in tragedyayı halkın
ahlâki e�itimi için araç olarak kullanma e�ilimi, trajik kahramanın sıradanla�masını,
yazgının iyimserle�mesini ve seyircinin “estetik” dinleyiciye dönü�mesini ba�arıyla
gerçekle�tirir.
SONUÇ
Nietzsche’nin tragedya anlayı�ının temelinde kötümserli�in yani ya�amın kendinde
bir de�er ta�ıdı�ına yönelik inançsızlı�ın yaratıcılı�a açılan kapısı olan Dionysosçu
kötümserlik bulunur. Nietzsche, tragedyanın ortaya çıkı�ını Dionysosçu
kötümserli�in etkinli�i olarak de�erlendirir. Ona göre tragedyayı do�uran Yunan tini,
ne Winckellman’ın Yunan ne�esiyle ne de Schopenhauercu kötümserli�in ya�amı
olumsuzlayan türüyle temellendirilebilir. Tragedya, insanın varolu�un teröründen
içine kaçtı�ı Apolloncu yaratının ürünü olan kültürde, Apolloncu yaratı ve ona kar�ı
varolu�un acısıyla yüz yüze bırakan Dionysosça yaratının bir araya gelmesinden
do�ar. Bu iki gücün birlikteli�i olarak ortaya koyulan tragedya, insanın acısına
ra�men varolu�u ve ya�amı yaratıcılı�ıyla olumlamasının ürünüdür.
Dü� ve sarho�luk olana�ından anladı�ımız Apollonca ve Dionysosça yaratının
birlikteli�i, insanın ölümlü bir varlık olarak varolu�unu olumlaması temelinde ortaya
koyulur. Bu noktada Nietzsche’nin tragedya anlayı�ında adı geçen Apollon ve
Dionysos’un üç farklı �ekilde kullanıldı�ını gördük. Nietzsche, Dionysos’un
mitolojik anlatımından yola çıkarak Dionysosça yaratıya, müzi�e ve buradan da
metafizik, ya�am anlamına geçer. Aynı ayrımsama Tanrı Apollon, Apollonca yaratı
olan yontu sanatı, Homeros’un “Olympos dü�ü” ve ya�amın Maya Perdesine sarılmı�
hali olan kültür için de söz konu edilir. Birinci bölümde sözünü etti�imiz, Nietzsche
tarafından Apollon ve Dionysos’a gizlenmi� bu anlamların birbirleriyle ili�kisi
tragedyanın koro, trajik kahraman, yazgı ve mitos gibi bile�enlerindeki de�i�imi
gösterir. Nietzsche, Yunanlıların Trajik Ça�ında Felsefe adlı eserinde sa�lıklı
102
kültürden anladı�ının “birlikli” kültür oldu�unu ifade eder. Bu birlik ve trajikli�in
Apollon-Dionysos birli�i oldu�u “Tragedyanın Do�u�u”nda açıkça ifade edilir.
Ya�amın ve varolu�un olumlanmasının örne�i olarak sunulan “sa�lıklı” Yunan
kültürünün “hastalanması” ya da “décadence”ı ise bu birli�in bozulması anlamına
gelir.
Tragedyanın Dionysosçu ve Apolloncu unsurlarının Aiskhylos, Sophokles ve
Euripides’teki de�i�imi tragedyanın ölümüne ve “décadence”a giden sürecin
basamaklarıdır. Buna göre ba�langıçta koronun müzikli �iirinden ve Dionysos
mitinin canlandırılmasından ibaret olan erken tragedyaya dayanarak, koro ve
Dionysos’un do�um- parçalanma-ölüm ve bunun döngüsünü ifade eden mitosu
tragedyanın Dionysosçu unsuruna gönderme yapar. Aiskhylos’un birden ikiye
çıkardı�ı oyuncu, trajik kahraman, kostüm gibi dramanın geli�imi altında ortaya
koydu�umuz biçimsel ö�eler ise tragedyanın Apolloncu unsuruna gönderme yapar.
Nietzsche, tragedyanın Dionysos ayinlerinden do�du�una ili�kin genel yargıya ek
olarak korodan ibaret tragedyanın “temel bir” ya da do�ayla birle�me olana�ı
ta�ıdı�ını ortaya koyar. Koronun önemi, Dionysos ve seyirci arasındaki ayrımı
ortadan kaldırmasıdır. Erken tragedyanın koro, seyirci ve Dionysos bile�enleri
arasında ba�langıçta varolan ayrım, esrimeyle ortadan kalkar. Böylece Satir korosu
kendisini Dionysos, seyirci kendisini satir korosu olarak deneyimler. Dionysosçu
unsurun ya da koronun belirleyicili�inde tragedya, Apolloncu yaratının ürünü olan
kültür içinde “bireyselle�me ilkesi”ni yani gündelikli�i parçalar. Böylece gündelik
gerçeklikle birlikte Dionysosçu gerçeklik, ikinci ve asli bir gerçeklik olarak tragedya
103
aracılı�ıyla görünür kılınır. Üstelik “barbar” Dionysos tapını�ının aksine Yunan
kültüründe beliren bu gerçeklik, deneyimi a�arak varolu�u olumlama düzeyinde
açı�a çıkar.
Apolloncu unsur, koronun içinden bir ki�inin öne çıkarak oyuncuya dönü�mesiyle
tragedyanın içine girer. Koroya “cevap veren” ilk oyuncu sonrasında Dionysos’u
canlandırır. Aiskhylos’la birlikte tragedya, ikinci oyuncusunu kazanır ve tragedyada
giderek rolü artan Apolloncu unsur kendisini mitosun yeniden yorumlanmasında
hissettirir. Tragedyanın yaratıcısı olarak sunulan Aiskhylos’un önemi, Apolloncu
unsurun etkinli�ini arttırması ve mitosu yeniden kurgulayarak tragedyayı dini
ritüelden büsbütün ayırmasıdır. Onun tragedyaları Apollon-Dionysos birli�inin
ürünüdür. Burada Aiskhylos’un Prometheus’unun, Apolloncu aklın ve Dionysosçu
“etkin günah”ın e� zamanlı birlikteli�ini yansıttı�ı hatırlanmalıdır.
Zincire Vurulmu� Prometheus tragedyasıyla Aiskhylos, Prometheus’un ba�ına
i�ledi�i suçun bedeli olarak her gün ci�erini parçalayacak kartalı musallat etmesiyle
yazgıyı (moira) en tepeye yerle�tirir. Tragedyaya bakıldı�ında görülecektir ki yazgı
yalnızca Titan için de�il, Zeus için de tepede durur. Bunun önemi insanın kendi
varolu�unu ve acısını, yazgının kaçınılmazlı�ı ba�lamında Titanların ve Tanrılar’ın
da ya�adı�ını göstererek haklandırmasıdır. Nietzsche açısından daha önemli olan
Prometheus’un yazgısını kavrama tarzıdır. Prometheus, ba�ına gelecekleri bildi�i
halde isteyerek suç i�ler. Yazgısını inat ve dik ba�lılıkla kar�ılar (Aiskhylos, 2000:
84-90). Bu, Nietzsche’nin Aiskhylos’ta buldu�u Dionysosçu bilgelik özüdür.
Prometheus, hiçbir �eyi oldu�undan ba�ka türlü istemez yani yazgısını sever. Bu,
104
Nietzsche’nin sonraları Dionysos’tan esinlenerek kavramsalla�tırdı�ı üstinsanın
niteli�i olan amor fati’ye(yazgı sevgisi) kar�ılık gelir. Nietzsche’nin Aiskhylos’un bu
tragedyasını Apollon-Dionysos’un e� zamanlı birlikteli�i olarak sunmasına
dayanarak “sa�lıklı” kültürün ürünü ve tragedyanın zirvesi olarak de�erlendirdik. Bu
anlamda Nietzsche’nin Dionysosçu kötümserlikle temellendirdi�i Yunan tini ve
yaratıcılı�ı tam kar�ılı�ını Aiskhylos’un tragedyalarında bulur. Prometheus figürü
aracılı�ıyla yazgının, tüm acısına ra�men ya�ama daha güçlü “Evet” demeyi olanaklı
kılan kavranma tarzı örneklenir.
Sophokles, tragedyanın Dionysosçu unsurunu geri çekerek Apolloncu unsura yer
açmakta ikinci basama�ı olu�turur. Üçüncü oyuncunun ve dekorun tragedyaya giri�i
Sophokles’e mal edilen yeniliklerdir. Ayrıca tragedyada giderek artan diyalog ve düz
yazıya yakınla�tırılan dil de biçimsel ö�elerinin öne çıkı�ını destekler. Fakat daha da
önemlisi tragedyanın Dionysosçu özündeki bozulmadır. Sophokles, insanın yazgı
kar�ısındaki çaresizli�ini vurgulamak amacıyla Oidipus’un eylemini büsbütün
pasifize eder. Birinci bölümde de�erlendirdi�imiz gibi Oidipus suçu bilmeden i�ler.
Dolayısıyla Oidipus’un yazgısı kar�ısındaki tutumu yazgısını sevmek de�il, ondan
tiksinmektir. Eyleminin sonuçlarını görmemek için gözlerini oyması ise, yazgısından
kaçı�ın ve görünen dünyaya sırt çevirmenin ifadesidir. Bu, Sophokles’in
tragedyalarında Apollon’un lehine bozulan Apollon-Dionysos birli�inin tragedyaya
yansımasıdır. Sophokles burada tanrısal bilgi ile insanî bilgi arasındaki ayrımın altını
çizer. Dolayısıyla birli�in bozulmasına paralel olarak bu ayrım, Sokrates tarafından
dillendirilen hakikat-görünü� ayrımının ön a�aması olarak dü�ünülebilir. Oidipus
hakikati bilmedi�i için suç i�lemi�tir. Oidipus’un, Nietzsche’nin “pasif nihilist”
105
kategorisine soktu�u ve “décadence”ın en açık biçimde kendini gösterdi�i
dü�ünürlerden birisi olarak sundu�u Schopenhauercu kötümserli�e yakınlı�ı da
dikkat çekicidir. Bu dikkat çekici nokta Prometheus ve Oidipus arasındaki suçu
sahiplenme farkına dayandırılabilir. Bu fark, Prometheus’un eylemini bengi biçimde
olumlayı�ına kar�ılık, Oidipus’un eylemini görmemeyi ve sonraki ya�amında da
eylemden uzak durmayı “seçmesiyle” dile getirilebilir.
Tragedyanın Apollon-Dionysos birli�ine ba�lı olarak gündeme aldı�ımız Aiskhylos
ve Sophokles’in ardından Euripides’in çözümlenmesi farklı bir zemine oturur.
Euripides’e gelindi�inde tragedya beslendi�i Dionysosçu kayna�ından tümüyle
kopar ve ölür. Nietzsche’nin tragedyada Apollon-Dionysos kar�ıtlı�ı yerine,
Sokrates-Dionysos kar�ıtlı�ının geçti�i tespitine dayanarak Euripides’i kültürün
“décadence”ına uygun olarak dü�ünmek zorunludur. �kinci bölümde gösterildi�i
üzere Euripides tragedyaları hiçbir biçimde Aiskhylos ve Sophokles tragedyalarıyla
ba�da�maz. Bunun için ikinci bölümde belirtti�imiz Helen ve Alkestis oyunlarının
mutlu sonla bitmesi, soylulu�un ruhsal bir nitelik olması (beden ve ruhun ayrılması),
trajik kahramanın yazgısının akla kar�ı tutkularla hareket etmenin cezası olması ve
en genel anlamda ahlâkın akılla temellendirilmesi argümanlarını hatırlamak
yeterlidir. Bütün bunlara ek olarak Euripides’le birlikte gerçekle�en en önemli
de�i�imin seyirciyle ilgili oldu�u vurgulanmalıdır. Erken tragedyada koro, Dionysos
ve seyirci arasındaki ayrılık tragedyanın Dionysosçu ö�esinin etkinli�inin göstergesi
olan esrime yoluyla birli�e dönü�ür. Buna kar�ılık Euripides tragedyaları, seyirciyi
e�itmek için seyirci olarak bırakır. Euripides’e gelindi�inde tragedyanın Dionysosçu
unsuru artık esrime deneyiminin olana�ı olmaktan çok uzaktadır. Euripides
106
tragedyalarındaki dil de�i�imi de Dionysosçu unsurun akıbetini do�rular. Erken
tragedyanın müzikli �iiri, Asikhylos ve Sophokles’le birlikte yava� yava� düz yazıya
yakla�tırılır. Euripides’le birlikte ise müzik yerini büsbütün Sokratik diyaloglara
bırakır. Dile getirdi�imiz bütün bu argümanlar ise temelde Euripides’in tragedyayı
halkın e�itimi için kullanma e�iliminin sonucudur.
Tragedyanın korodan ibaret oldu�u erken dönemden ba�layarak Euripides’le
geçirdi�i ba�kala�ım “décadence” kavramında çözümlenir. Nietzsche’nin konuları
irdelemede takındı�ı ki�isel üsluba ra�men tragedyadaki hiçbir de�i�ikli�i sanata
yapılmı� öznel müdahaleler olarak de�erlendirmek mümkün de�ildir. Çünkü ya�amı
“décadence”a u�ratmaya kimsenin gücü yetmez (Nietzsche, 2002: 38). Bu yargıyla
birlikte ve ikinci bölümde gösterdi�imiz Sokrates-Euripides ili�kisi ba�lamında
Euripides tragedyalarının “décadence”a u�ramı� kültürün yansıması oldu�u ayırt
edilmelidir. Aynı durum Sokrates, Platon ve Aristoteles gibi dü�ünürler için de
geçerlidir. Euripides dahil olmak üzere bu dü�ünürler (Nietzsche, Euripides’i sanatçı
de�il, dü�ünür sayar) “ne Apollonca ne Dionysosça” olan yeni “Sokrates-Dionysos”
kar�ıtlı�ı üzerinden �ekillenen “décadence”a u�ramı� kültürden beslenirler. Bu
dü�ünürlerin ortak noktası etkinliklerine atfettikleri sa�altıcılık ya da genel anlamda
i�levdir. Sokrates “mayotik yöntem”iyle, Platon “�deal Devlet”inde e�itimle,
Aristoteles “katharsis”iyle felsefelerindeki sa�altma misyonunu açık eder. Bu
dü�ünürler yozla�maya kar�ı ruhun sa�altılmasında “hakikat”le temellendirilmi�
erdemli ya�ama i�aret ederek kültürdeki “décadence”ın hem belirtisi hem de üreticisi
olurlar.
107
Duyusal olanın her türlü uyarıcısı, Sokrates ve Platon’un hakikatle garanti altına
aldıkları erdemli ya�amı tehdit eder. Dolayısıyla insanı duygu selinde “bo�an”
tragedya, aklın sanılarla çelinmesine yol açar. Bu yüzden tragedya, sakıncalı bir
sanattır ve Platon’un �deal Devlet’inde bu sanata yer yoktur. Aristoteles, tragedyanın
duyusal olanı harekete geçirdi�i konusunda öncülleriyle hemfikirdir. Fakat Sokrates
ve Platon’un aksine tragedya bu duyguların bo�almasında, “katharsis”i sa�lamada
yararlıdır. Seyirci aldı�ı hazla taklitten hakikate ula�abilir yani bilgisizlikten bilgiye
geçebilir (Lenoir, 2003: 37-48). Tragedyayı ister yararlı isterse zararlı bulsunlar bu
dü�ünürlerin tragedyaya dair takındıkları tutumda iki noktada ortakla�tı�ı açıktır. �lk
nokta, tragedyanın duyusal olanın uyarıcısı olarak “mimesis” (taklit) kavramı altında
anla�ılmasıdır. �kinci nokta ise tragedyanın yararlı ya da zararlı i�levselli�i üzerinden
de�erlendirilmesidir.
“Décadence”a u�ramı� kültürün dü�ünürleri olarak sundu�umuz Sokrates, Platon ve
Aristoteles’in görü�lerindeki ortaklık Euripides’de de söz konusudur. Gösterildi�i
üzere Euripides, tragedyaya seyircinin ahlâki e�itimi i�levini yükler. Onun
tragedyaları, seyirciyi akılla desteklenen bir ya�am sürme konusunda e�iterek,
“hasta” Yunan toplumunu sa�altmanın ve ıslah etmenin aracıdır. Nietzsche’ye göre
sa�altıcılar, ancak hastalanan, “décadence”a u�rayan bir kültürde ortaya çıkar
(Nietzsche, 1992: 17-18). Islah, e�itme ve sa�altma ise, köle ahlâkının i�levidir. Köle
ahlâkı, ya�amın “hakiki dünya” ülküsü altında de�erden dü�ürülmesi ve ya�amın
güçlü bireylerinin yaratıcı eylemini kontrol altında tutmayı ıslah, sa�altma ve
e�itimle sa�lar. Sokrates ve Euripides’le örneklenen ahlâkla ıslah etme e�ilimi;
ya�amın çoklu�unu ve çe�itlili�ini, kendini yıkma ve kurma kudretine sahip olan
108
bireylerini aynıla�tırarak yoksulla�tırma amacı ta�ır. Ya�amın do�al hareketinin
parçası olan “décadence”ın, ya�amı yoksulla�tırarak kendisine kilitlemesi bu amacın
ba�arıya ula�masıyla ili�kilidir. “Décadence”ın ula�abilece�i boyut Nietzsche’nin �u
sözlerinde görülebilir:“(...)ya�amın aydınlanması ve bengi Evet’i olmak yerine,
ya�amı çelecek kadar yozla�ması!” (Nietzsche, 2003: 26). O halde ikinci bölümde
gösterdi�imiz köle ahlâkının ya�ama ve ya�amı olumlayan güçlüye yönelik oldu�u
sonucundan hareketle tragedyanın geçirdi�i süreci güçlünün yaratıcı ediminden,
zayıfın “katharsis”ine dönü�mesi olarak dü�ünmenin önünde engel yoktur.
Görüldü�ü gibi do�umu Dionysosçu kötümserli�e, güçlünün varolu�un acısını
haklandırmasına ba�lanan tragedyanın, ölümü ya�amın dü�ü�e geçmesiyle
gerçekle�ir. Kültürün “décadence”ı ya da tragedyanın çürümesi ise Euripides
aracılı�ıyla Sokratesçı iyimserli�e, zayıfın kendi varolu�unu haklandırmasına zemin
olur. De�inildi�i üzere Euripides’le birlikte Nietzscheci terminolojide bir kar�ılı�ı da
güçlü olan soylu insan sıradanla�tırılır. Bu, kölenin güçlüyü kölele�tirmesinden ayrı
bir anlamda dü�ünülemez. Trajik kahramanın Tanrı’dan (Dionysos) yarı Tanrı’ya
(Oidipus, Pentheus...) ve sonrasında sıradan insana dönü�mesi bu süreci yansıtır.
Buna paralel olarak tragedyanın dilinin müzikli �iirden, diyaloglardan olu�an düz
yazıya dönü�mesi ve Euripides’in oyunun sonunda bütün oyunu Tanrı’ya (deus ex
machina) özetletmesi tragedyayı seyircinin anlama düzeyine indirgeme çabasının
sonucu olarak de�erlendirilmelidir.
Tragedyadaki en önemli dönü�üm ise yazgının kavranmasına dönüktür. Aiskhylos’ta
gösterdi�imiz Dionysosçu kötümserli�i yansıtan “etkin günah”, Sophokles’le
pasifize edilirken Euripides’le bamba�ka biçimde trajik kahramanın akılsızlı�ından
109
dü�tü�ü duruma dönü�ür ki bununla seyircinin ibret alması hedeflenir. Bunu
Sokrates, Platon ve Aristoteles’in tragedyayı duyusal olanın uyarıcısı olarak
de�erlendirmeleriyle birle�tirirsek, tragedyanın Dionysosçu unsurlarından adım adım
arıtıldıktan sonra “temel bir”de erime deneyiminin yerini, yalnızca duyguların
ta�kınlı�ına bırakır diyebiliriz. Ba�ka bir deyi�le tragedyanın Dionysosçu özü gözden
kaçırıldı�ı için içi bo�alır ve bu etkinlik, e�lence ya da e�itim olarak
araçsalla�tırılabilir.
Sonuç olarak tragedya, ya�amın yükselen ve dü�en do�al hareketine paralel bir
biçimde do�ar, ölür ve çürür. Bu süreç ise, Yunanlılar’ın acıyla ili�kisindeki
duyarlılı�ın de�i�imine gönderme yapar. Buna göre Yunanlılar’ın acıyla ili�kisi,
güçlünün kendini ve ya�amı olumlamasından, kendi yazgısını sevmesinden zayıfın
kendini ve ya�amı olumsuzlamasına, kendi yazgısından yazgının anlamını bozarak
“kurtulmasına” do�ru de�i�ir. Bu ise varolu�u kavramada estetikten, ahlâka
“dü�ü�”tür.
110
KAYNAKÇA
Adolf, Helen, (1951) The Essence and Origin of Tragedy, The Journal of Aestetics
and Art Criticism, Publised by American Society of Aestetics, Vol. 10, No 2. pp(
112-125)
Aishülos, (1943), Agamemnon, Çeviren: Ahmet Cevat Emre, Ankara, T.D.K.
Aiskhylos, (2000), Zincire Vurulmu� Prometheus, Çeviren:Azra Erhat, Sabahattin
Eyubo�lu, �stanbul, Türkiye �� Bankası Yay.
Ansell-Pearson, Keith, (1998), Kusursuz Nihilist - Politik Bir Dü�ünür Olarak
Nietzsche’ ye Giri�, Çeviren: Cem Soydemir, �stanbul, Ayrıntı Yayınları
Aristoteles/ Augustinus / Heidegger, (1996), Zaman Kavramı, Çeviren: Saffet Babür,
Ankara, �mge Kitabevi
Aristoteles, (1999), Poetika, Çeviren: �smail Tunalı, �stanbul, Remzi Kitabevi
Baykan, Fehmi, (1989), Bilgelik Yolunda Bir Filozof Nietzsche, Ankara, Palme
Yayınları
Bayladı, Derman, (2002), Mitoloji/ Tanrıların Öyküsü, �stanbul, Say Yayınları
Cevizci, Ahmet, (1999), �dealar Kuramı/ Platon’un Felsefesi Üzerine Ara�tırmalar,
�stanbul, Gündo�an Yayınları
Deleuze, Gilles, (1983), Nietzsche and Philosophy, Translated by: Hugh Tomlinson,
New York, Columbia University Press
Erhat, Azra, (2003), Mitoloji Sözlü�ü, �stanbul, Remzi Kitabevi
Erhat, Azra, (1954), Sophokles Hayatı ve Eserleri, �stanbul, Varlık Yayınları
Euripides, (1943), Alkestis, Çeviren: A. Hamdi Tanpınar, Ankara, Maarif Matbaası
Euripides, (2003), Bakkhalar, Çeviren: Sabahattin Eyubo�lu, �stanbul, Türkiye ��
Bankası Kültür Yayınları
111
Euripides, (1943), Elektra, Çeviren: A. Hamdi Tanpınar, Ankara, Maarif Matbaası
Euripides, (1943), Hekabe, Çeviren: Hamdi Varo�lu, Ankara, Maarif Matbaası
Euripides, (1945), Helene, Çeviren: Vahdi Hatay, Ankara, Milli E�itim Basımevi
Euripides, (1945), �phigeneia Aulis’te, Çeviren: Lamia Kerman, �stanbul, Milli
E�itim Basımevi
Güçbilmez, Beliz, (2005), Tragedya Oyunun(un) Sonu: Oıdipus’un Tahtında Kör
Hamm(let) Tragedya ve ‘‘Geç Kalma’’ Ontolojik ve Epistemolojik Bir Yakla�ım,
Ankara, Tiyatro Ara�tırmaları Dergisi, sayı 17, Ankara Üniversitesi Basımevi
Güçbilmez, Beliz, (2006), Permormans sanatı. Nietzsche’nin Kehaneti, Ankara,
Tiyatro Ara�tırmaları Dergisi, sayı 21, Ankara Üniversitesi Basımevi
�ncil, (1999), �stanbul, Orhan Matbaacılık
Huszar, de George, (1945), Nietzsche’s Theory of Decadence and Transvaluation of
all Values, Journal of the History of Ideas, Vol.6, No.3., pp.259-272, by
Pennsylvania Press
Janaway, Christopher, (2007), Dü�üncenin Ustaları/ Schopenhauer, Çev:R. Ça�rı
Atamani, A�ustos, Altın Kitaplar Yayınevi
Kuçuradi, Ionna (1999), Nietzsche ve �nsan, Ankara, Türkiye Felsefe Kurumu
Yayınları
Megill, Allan, (1998), A�ırılı�ın Peygamberleri- Nietzsche, Heidegger, Foucault,
Derrida, Çeviren: Tuncay Birkan, Ankara, Bilim ve Sanat Yayınları
Murray, Gilbert, (1968), Aeschylus-The Creator of Tragedy, London, Oxford
Universtiy Press
Murray, Gilbert, (1965), Euripides and His Age, New York, Oxford University Press
112
Nietzsche, Friedrich, (2004), Ahlakın Soykütü�ü Üstüne - Bir Kavga Yazısı, Çeviren:
Prof. Dr. Ahmet �nam, �stanbul, Say Yayınları
Nietzsche, Friedrich, (2001), “Avrupa Nihilizmi”, Çeviren: Oruç Aruoba, Cogito,
Sayı. 25, �stanbul, Yapı Kredi Yayınları
Nietzsche, Friedrich, (2003 a), Deccal, Çeviren: Oruç Aruoba, �stanbul, �thaki
Yayınları
Nietzsche, Friedrich, (2003 b), Ecce Homo, Çeviren: Can Alkor, �stanbul, �thaki
Yayınları
Nietzsche, Friedrich, (2002), Güç �stenci – Bütün De�erleri De�i�tiri� Denemesi,
Çeviren: Sedat Umran, �stanbul, Birey Yayıncılık
Nietzsche, Friedrich, (2001), �yinin Kötünün Ötesinde, Çeviren: Prof. Dr. Ahmet
�nam, �stanbul, Yorum Yayınevi 2.baskı
Nietzsche, Friedrich, (2005 a), Putların Batı�ı Ya Da Çekiçle Nasıl Felsefe Yapılır,
Çeviren: Mustafa Tüzel, �stanbul, �thaki Yayınları
Nietzsche, Friedrich, (2003 c), �en Bilim, Çeviren: Levent Öz�ar, Bursa, Asa
Kitabevi
Nietzsche, Friedrich, (2005 b), Tragedyanın Do�u�u, Çeviren: Mustafa Tüzel,
�stanbul, �thaki Yayınları
Nietzsche, Friedrich, (����), Yunanlıların Trajik Ça�ında Felsefe, Çeviren: Nusret
Hızır, �stanbul, Kabalcı Yayınevi
Nietzsche, Friedrich, (2000), Zerdü�t Böyle Diyordu, Çeviren: Osman Derinsu,
�stanbul, Varlık Yayınları
Platon, (2000), Devlet, Çeviren: Sabahattin Eyübo�lu, M.Cimcoz, �stanbul, Türkiye
�� Bankası Kültür Yay.
113
Platon, (1998), Diyaloglar 1, Çeviren: Teoman Aktürel, �stanbul, Remzi Kitabevi
5. Basım
Platon, (1997), Phaidros, Çeviren: Hamdi Akverdi, �stanbul, M.E.B Yay.
Sabine, George. H, (1961), A History of Political Theory, New York, Holt, Rinehart
and Winston, Inc
Saramago, Jose, (2000), �ncil’deki �kinci �sa, Çeviren: Emrah Çakmak, �stanbul,
Genda� Yayınları
Sophokles, Kral Oidipus (1966), Çeviren: Bedrettin Tuncer , �stanbul, Milli E�itim
Basımevi
Sweet, Dennis, (1999), The Birth of ‘The Birth of Tragedy’, Journal of History of
�deas, Vol. 60, No. 2, Published by Pennsylvania Press, s. 345-359.
Thomson, George, (2004), Tragedyanın Kökeni- Aiskhlyos ve Atina, Çeviren:
Mehmet H. Do�an, �stanbul, Payel Yayınevi
Weinberg, Kurt, (1999), Nietzsche’s Paradox of Tragedy, Yale French Studies,
No.96, Part 1, pp 86-99
Young, Julian, (1992), Nietzsche’s Philosophy of Art, Cambridge, Cambridge
University Press
114
ÖZET
Nietzsche ilk eserinde tragedyanın do�umuyla ve ölümüyle kendini görünür kılan
süreci, Dionysos-Apollon ve Dionysos-Sokrates kar�ıtlı�ı ba�lamında ortaya koyar.
Bu kavram çiftleri Nietzsche’nin “bütün de�erleri de�i�tiri� denemesi”nde
yetkinle�tikçe “güç istenci”ne ve décadence’a dönü�ür. Hatta ya�am ve ya�amın
olumlanması Dionysos, Dionysosça olan, güç istenci, üstinsan, güçlü tip olarak
kavramsalla�tırıldı�ı gibi ya�amın yadsınması décadence, Nihilizm, sürü insanı ve
zayıf tip olarak kavramsalla�tırılır. Nietzsche bu kavramlar e�li�inde Batı
medeniyetinin décadence’ını te�hir etme derdindedir. Bunun için décadence öncesine
dönerek i�e tragedyanın do�umundan ba�lar. Koro, Aiskhylos, Sophokles ve
Euripides tragedyanın do�umundan ölümüne evrilen sürecin basamaklarıdır.
Euripides, tragedyanın ölümünün ve çürümesinin gerçekle�ti�i son basamaktır.
Çünkü büyük Helen sahnesine Sokrates çıkar. Sokrates’le birlikteyse sahne zihindir.
Koronun �arkısı ise “öte dünyanın” diyalogla hüküm süren yankısıdır.
“Nietzsche’nin Tragedyasında Décadence Sorunu” adlı tezimizin amacı,
tragedyanın de�i�im basamaklarını décadence kavramıyla ili�kilendirmektir. Bunun
için birinci bölümde tragedyayı Apollon-Dionysos ili�kisi ba�lamında ele alacak ve
bu ili�kiyi trajik kahraman, yazgı ve dramanın geli�mesi e�li�inde çözümleyece�iz.
Burada tragedyanın Apolloncu kayna�ının nasıl öne çıktı�ını ve tragedyanın
Apolloncu bir etkinli�e dönü�tü�ünü gösterece�iz. �kinci bölümde ise décadence
kavramını tragedyayla birlikte dü�ünmemize olanak tanıyan Sokrates’i ve onun
115
tragedyadaki temsilcisi Euripides’i, tragedyanın ahlakile�tirilmesinin öznesi olarak
de�erlendirece�iz. Sonuçta ise Nietzsche’nin kültürün décadence’ıyla varolu�un
kavranmasında estetikten ahlaka dü�ü�ü kastetti�ini göstermi� olaca�ız.
116
ABSTRACT
In his first work, Nietzsche puts forward the process which brings itself to the front
with the birth and death of tragedy in the context of contrast between Dionysus-
Apollo and Dionysus-Socrates. The couples of these concepts evolve/turn into “will
to power” and “décadence” as they come closer to perfection throughout Nietzsche’s
“effort to change all values”. Moreover, life and affirmation of life find expressions
as the concepts of Dionysus, Dionysian, will to power, superman and the powerful
while denial of life is conceptualized as décadence, nihilism, the herd and the weak.
Nietzsche tries to exhibit the décadence of the Western civilization in the company of
these concepts. To achieve this, he goes back to the period before décadence and
begins with the birth of tragedy. The chorus, Aeschylus, Sophocles and Euripides are
the steps of the process of tragedy’s birth evolving into its death. Euripides is the
final step where the death of tragedy and its corruption take place. Because Socrates
is on the stage of the Great Helen now. With the coming of Socrates the stage is
reason and the song of the chorus is the echo of the “other world” reigning through
dialogue.
My thesis titled “The Question of Décadence In Nietzsche's Tragedy” aims to
associate the stages of change in tragedy with the concept of decadence. To do this,
in the first part we will discuss tragedy in the context of Apollon- Dionysus and
analyze this relation while dealing with the tragic hero, fate and the development of
drama. We will display here how the Apollonian root of tragedy came into
prominence and also how tragedy became an Apollonistic activity. In the second
117
part, we will evaluate Socrates who enabled us to consider the concept of décadence
together with tragedy and also Euripides who is his representative in tragedy as the
subjects of moralization of tragedy. In the result part, we will display that by the
décadence of culture Nietzsche meant the fall from esthetics to ethics in realization
of existence.
Kılınç, H. Gizem, Nietzsche’nin Tragedyasında Decadence Sorunu, Yüksek Lisans Tezi,
Danı�man: Prof. Dr. Sabri Büyükdüvenci, 117 s
ÖZET
Nietzsche ilk eserinde tragedyanın do�umuyla ve ölümüyle kendini görünür kılan süreci,
Dionysos-Apollon ve Dionysos-Sokrates kar�ıtlı�ı ba�lamında ortaya koyar. Bu kavram
çiftleri Nietzsche’nin “bütün de�erleri de�i�tiri� denemesi”nde yetkinle�tikçe “güç istenci”ne
ve decadence’a dönü�ür. Hatta ya�am ve ya�amın olumlanması Dionysos, Dionysosça olan,
güç istenci, üstinsan, güçlü tip olarak kavramsalla�tırıldı�ı gibi ya�amın yadsınması
decadence, Nihilizm, sürü insanı ve zayıf tip olarak kavramsalla�tırılır. Nietzsche bu
kavramlar e�li�inde Batı medeniyetinin decadence’ını te�hir etme derdindedir. Bunun için
decadence öncesine dönerek i�e tragedyanın do�umundan ba�lar. Koro, Aiskhylos, Sophokles
ve Euripides tragedyanın do�umundan ölümüne evrilen sürecin basamaklarıdır. Euripides,
tragedyanın ölümünün ve çürümesinin gerçekle�ti�i son basamaktır. Çünkü büyük Helen
sahnesine Sokrates çıkar. Sokrates’le birlikteyse sahne zihindir. Koronun �arkısı ise “öte
dünyanın” diyalogla hüküm süren yankısıdır.
“Nietzsche’nin Tragedyasında Decadence Sorunu” adlı tezimizin amacı, tragedyanın
de�i�im basamaklarını decadence kavramıyla ili�kilendirmektir. Bunun için birinci bölümde
tragedyayı Apollon-Dionysos ili�kisi ba�lamında ele alacak ve bu ili�kiyi trajik kahraman,
yazgı ve dramanın geli�mesi e�li�inde çözümleyece�iz. Burada tragedyanın Apolloncu
kayna�ının nasıl öne çıktı�ını ve tragedyanın Apolloncu bir etkinli�e dönü�tü�ünü
gösterece�iz. �kinci bölümde ise decadence kavramını tragedyayla birlikte dü�ünmemize
olanak tanıyan Sokrates’i ve onun tragedyadaki temsilcisi Euripides’i, tragedyanın
ahlakile�tirilmesinin öznesi olarak de�erlendirece�iz. Sonuçta ise Nietzsche’nin kültürün
Kılınç, H. Gizem, The Question of Decadence In Nietzsche's Tragedy, Mastes’s Thesis,
Advisor: Assoc.Prof Sabri Büyükdüvenci, 117 p
ABSTRACT
In his first work, Nietzsche puts forward the process which brings itself to the front with the
birth and death of tragedy in the context of contrast between Dionysus-Apollo and Dionysus-
Socrates. The couples of these concepts evolve/turn into “will to power” and “decadence” as
they come closer to perfection throughout Nietzsche’s “effort to change all values”.
Moreover, life and affirmation of life find expressions as the concepts of Dionysus,
Dionysian, will to power, superman and the powerful while denial of life is conceptualized as
décadence, nihilism, the herd and the weak. Nietzsche tries to exhibit the décadence of the
Western civilization in the company of these concepts. To achieve this, he goes back to the
period before décadence and begins with the birth of tragedy. The chorus, Aeschylus,
Sophocles and Euripides are the steps of the process of tragedy’s birth evolving into its death.
Euripides is the final step where the death of tragedy and its corruption take place. Because
Socrates is on the stage of the Great Helen now. With the coming of Socrates the stage is
reason and the song of the chorus is the echo of the “other world” reigning through dialogue.
My thesis titled “The Question of Decadence In Nietzsche's Tragedy” aims to associate the
stages of change in tragedy with the concept of decadence. To do this, in the first part we will
discuss tragedy in the context of Apollon-Dionysus and analyze this relation while dealing
with the tragic hero, fate and the development of drama. We will display here how the
Apollonian root of tragedy came into prominence and also how tragedy became an
Apollonistic activity. In the second part, we will evaluate Socrates who enabled us to consider