Mersin Polifonik Dergi - 1

50
1

description

Mersin Polifonik Dergi - 1

Transcript of Mersin Polifonik Dergi - 1

Page 1: Mersin Polifonik Dergi - 1

1

Page 2: Mersin Polifonik Dergi - 1

2

İçindekiler:

Çıkarken Mustafa ÖRÜNK 4

Müziği, güzellikleri ve sevgiyi paylaştıklarım Selma YAĞCI 5

Biz Devlet Opera ve Tiyatrosunu nasıl gerçekleştirdik Nevit KODALLI 6-7

Bugüne nasıl geldik Müşerref ÖRÜNK 8-9

Yönetim Kurulu 10 Müzikte Çokseslilik gerekli midir? Bülent BÎROL 11-12-13

Şiir – Müziğe Franz Schober 14

Portre - Wolfgang Amadeus Mozart A. Mecit BASKIN 15-16-17-18

Mesleğim koro sanatçısı adresim opera Ugur UYGURER 19-20

Müzik, eğitimin ABC'si Halil Bedii YÖNETKEN 21

Yüreğinizde çırpınan bir kuş var mı? Suna TANALTAY 22

Cumhuriyet’in kuruluşundan günümüze Çoksesli müziğin gelişimine kısa bir bakış Mustafa ÖRÜNK

23-24

İnsanlar şarkı söylemeli ama evrensel boyutta Vahap KOKULU 25-26-27

Bir sonbahar masalı Ali ÇOLAK 28

Bir CD/Kaset minyatürleri / Miniaturis Cihat AŞKIN 29

Lider Aranıyor Güngör Uras 31

Ahmet Adnan Soygun Mustafa ÖRÜNK 32

Yunus Emre Oratoryosu Hasan Ali YÜCEL 35

Aşk gelicek cümle eksikler biter Ahmet Adnan SAYGUN 36

Şiir- Gülümseme Erdoğan TANALTAY 37

Müzik Fıkraları 38 Haberler 39 2. Mersin Polifonik Korolar Şenliği

40-50

Page 3: Mersin Polifonik Dergi - 1

3

ATATÜRK'ÜN KÜLTÜR P0LİTİKASI VE MÜZİK

“Amacımız, Türkiye Cumhuriyeti halkını tamamen modern ve bütün anlamı, içeriği ve

biçimiyle uygar bir toplum durumuna getirmektir. Başarı için en gerçek kılavuz bilimdir,

tekniktir. Bilim ve teknik için sınır ve koşul yoktur. Bilim ve teknik nerede ise oradan alınmalı ve

her yurttaşın kafasına sokulmalıdır. Dünyanın her türlü biliminden, buluşlarından,

ilerlemelerinden yararlanılmalı; fakat asıl temel, ulusun kendi içinden çıkarılmalıdır. Kültür

etkinlikleri, yeni ve modern esaslara göre örgütlenip yürütülmelidir. Sanat, birey ve toplum

olarak insanca yaşamanın vazgeçilmez öğeleridir. Türkiye Cumhuriyetinin temeli “kültür”dür.

Kültür, oluştuğu, yapıldığı, geliştiği yerin özelliklerine bağlıdır. Bu yer, ulusun öz yapısıdır. Türk

halkının gelişmesi demek, en başta kendi kültürünün gelişmesi demektir. Güzel sanatlarda

başarı, bütün inkılapların başarılı olduğunun da kesin kanıtıdır. Sanatsız kalan bir ulusun hayat

damarlarından biri kopmuş demektir. Bir ulus sanata önem vermedikçe büyük bir felakete

mahkumdur. Bunun içindir ki Türk ulusunun sanata olan sevgisi sürekli olarak her türlü araç

ve önlemlerle geliştirilmelidir. Sanatlar içinde en çabuk, en önde götürülmesi gereken müziktir.

Çünkü, bir ulusun yeni değişikliğinde ölçü, müzikte değişikliği, alabilmesi, kavrayabilmesidir.”

M. K. Atatürk

Türkiye'de çoksesli müzik, Atatürk'ün yukarıdaki görüş ve ilkeleri doğrultusunda, özgür düşünce temelindeki yaratıcılık ortamına ilerlemiştir. Buna "Türk Müzik İnkılabı" diyoruz...

Page 4: Mersin Polifonik Dergi - 1

4

Çıkarken

Neden?

Bir dergi çıkarken sorulacak ilk sorulardan birisidir bu. Çünkü her dergi varoluşunu

anlamlandırmak zorundadır.

Dergimiz müzik sanatına yönelik olmakla birlikte tüm sanat dallarına açık bir yapıdadır.

Bizler istedik ki; Mersin'in sanat yaşamına çok seslilik adına bir katkıda bulunalım. Var olan

çok sesli sanatsal çalışmaları kağıda dökelim, yarınlara sesimiz de kalsın yazı da.

Mersin Polifonik Korolar Derneğinin yayın organı olan dergimizde ağırlık elbette müzik

olacaktır.

Ulusal müzik kültürümüzün gelişip boyut kazanmasında Polifonik Koro Müziği'nin etki ve

önemini bilen bizler, bu müzik türünün toplumumuzda yaygınlaşmasını, Türk Koro Müziği 'nin

evrensel müzik dünyasında yerini alabilmesini amaçlıyoruz.

Müziği meslek olarak seçmemiş, fakat ona gönül ve yürek vermiş olan bizler, bunca hüzün ve

kederler içerisinde hayatı daha çekilir ve güzel kılmak adına yoğun bir çaba içerisindeyiz.

Tüm sanat dostlarını bu çabaya birlikte katkıda bulunmaya çağırıyoruz... Selam ve sevgi ile...

Mustafa ÖRÜNK

Page 5: Mersin Polifonik Dergi - 1

5

Sevgili Arkadaşlarım, Müziği, güzellikleri ve sevgiyi paylaştıklarım… Ne mutlu ki yaşamımın bir bölümünde buluşuverdim sizlerle... Çok sesli bir koronun üyesi olmanın ve tek tek her

birinizi tanımanın mutluluğunu yaşıyorum.

Nereden başlasam öykümüze diye düşünüyorum. Sanırım beş sene kadar oluyor. Prof. Nevit Kodallı (Nevit

Ağabey'im), Olcay Kodallı (Çocukluk arkadaşım) bizim evde toplanmıştık bir akşam. Nevit Ağabeyim emekli olup

Mersin-Lamas'a yerleşmişti. Onları sık görebilmek büyük mutluluktu bizim için. Özlem gidermek güzeldi. Sohbet

sırasında "Bir şeyler yapsak iyi olur" diye konuşurken Nevit Ağabeyim hemen atıldı: "Bir koro kuralım öyleyse" dedi.

Öykümüz işte o an başladı. Şaka gibi... Belki de bir "Kodallı yöntemidir" bu... Çok kolaymış gibi gösterip zor işler

başarmak...

Önce Mersin'deki müzik öğretmenlerini davet ettik. Bize destek olmalarını istedik. Hemen hepsi geldiler ama

giderek sayılan azaldı. Bugün koromuzda sadece birkaç müzik öğretmeni var.

Televizyondan, radyodan seslendik Mersinli sanatseverlere. Afişler astık, çok sesli koromuza katılsınlar diye.

Katılmak isteyenlerin hemen hepsini de aldık aramıza. Amacımız profesyonel bir koro kurmak değil çok sesliliği

benimsemek ve olabildiğince yaymaktı.

Yetişkinler korosunun Şefi Alexei Viogradski belgisini, sevgisini veriyor koromuza. Onu anlatmak ayrı bir yayı

konusu olabilir.

Sevgi dolu, müzik dolu Alexei'ye sonsuz teşekkürler

"Mersin Polifonik Korolar Derneği" adı altında dernekleştiğimizin üçüncü yılında (1998) birinci Mersin Korolar

Şenliği'ni başlattık. Şenlikten hemen sonra yapılan Gençlik Korosu seçmelerine gençlerimiz coşku ile akın akın

geldiler. Böylece Gençlik Korosu da kurulmuş oldu. Bu yıl Ekim ayında 5-8 yaş Minikler Korosu da katıldı aramıza.

MDOB'nin Çocuk Korosu ile birlikte güzel Mersinimiz'in dört çok sesli korosu var şimdi. Bu, birlikte şarkı

söyleyebilen pek çok kişi demektir. Anne babalan ve kardeşleri de sayarsak... Ne büyük mutluluk değil mi sevgili

dostlarım?...

Gençlik Koromuzun şefi müzik öğretmeni Engin Aktuğ, sevgiyle, özveriyle çalışıyor. Gençlerimiz de hızla

öğrenerek zamanla yanşıyorlar. MDOB Çocuk Korosu'nun güzel şefi Reyhan Bezdüz, o da müzik öğretmeni. Coşku ile

sürdürüyor çalışmalarını. Onu daha iyi tanımak için korosunu izlemeniz gerek. Reyhan öğretmene sevgi ve teşekkür-

ler... Minikler korosunun şefi Ayşe Fahlioğulları da müzik öğretmeni. Minicik koristlerinin hem şefi hem annesi. Sağ

olasın Ayşe öğretmen.

İlk çalışmalarımızdan birinde şefimiz Alexei Vinogradski şöyle seslenmişti bize; "Şarkı söylerken kendi sesinizi

duymayın sakın, komşunuzu dinleyin. Çok sesliliğin temel ilkesidir bu." Kendinden başkasını dinlemek, başka seslere de

kulak verebilmek, iyiyi, güzeli, dostluğu, sevgiyi paylaşmak... Siz de bir koroda şarkı söylüyorsanız eğer, yaşadığınız

mutlu duygulardır bunlar.

Polifonik koro üyeleri iyi bilirler; bir başlamaya görün bu işe, çok geçmeden hastası olur, vazgeçemezsiniz. Bir

tutkudur bu, bir tür aşktır ve duyguların en uç noktasında bir yerlerdedir. Diğer seslerle buluştuğunuzda kanatlanıp

uçarsınız sanki. Evet sevgili dostlarım nasıl anlatsam bilmem ki, en iyisi siz de katılın bize ve şarkı söyleyelim birlikte.

Varolun Nevit Hocam!.. Ve siz sevgili arkadaşlarım... İyi ki varsınız...

Nice güzelliklerde bulaşmak üzere... Sevgiyle... Müzikle.

Selma Yağcı

Page 6: Mersin Polifonik Dergi - 1

6

BİZ DEVLET OPERA ve TİYATROSUNU NASIL GERÇEKLEŞTİRDİK

Atatürk, 1910'lu yıllarda Sofya'da ataşe militerken ilk kez bir operayı seyrettikten sonra, operanın

güçlü etkisi altında "Bizde de opera kurulacaktır" derken sanki ileride en büyük inkılabım diye nitelediği

müzik reformunu dile getirmiştir. Müzik devrimini başlattığı 1924 yılında Cumhuriyetimizin ilk okulu olan Musiki Muallim Mektebi'ni açtıktan sonra, 1930'lu yıllarda bu düşüncesini gerçekleştirmek üzere, o

zaman Avrupa'dan henüz dönmüş olan genç kompozitörlerimizden Adnan Saygun'a "Özsoy", Necil Kâzım Akses'e "Bayönder" ilk opera denemelerini yazdırdığını, İran Şahı Pehlevi'nin Türkiye'yi ziyaret törenlerinde Ankara Halkevi'nde ilk kez seslendirildiği önemli bir tarih olarak biliyoruz. Atatürk bu temsiller

sırasında çekilen sıkıntıları ve eksikleri görmüş ve 1935 yılında tiyatro sanatını da mektepli bir hale getirmek üzere Ankara Devlet Konservatuarı'nı kurdurmuş, 1936 yılında Konservatuar, opera-tiyatro-müzik

dallarında, çoğu dışardan gelen sanatçı uzmanlarla eğitime başlamıştır. Fakat ne yazık ki, Atatürk bu

okulun arzuladığı ilk semereleri olan tiyatro ve opera temsillerini hayatta iken göremeyecektir.

Ben, 1939 yılında Ankara Devlet Konservatuarı'nın Kompozisyon bölümü sınavlarını kazanarak

öğrenciliğime başladım. O yıllar Konservatuarın en yoğun çalışmalarına sahne oluyordu. Atatürk'ün

müzik reformunu aralıksız devam ettiren Cumhurbaşkanı İsmet İnönü ve Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali

Yücel, İkinci Dünya Savaşı'nda olmamıza, onun yokluklarına rağmen Konservatuar üzerindeki

ihtimamlarını hep sürdürdüler. Özellikle Hasan Ali Yücel'in Konservatuara haftada birkaç kez işlerin

yürümesini kontrol için gelerek hepimizle ilgilendiğini hatırlarım. Ben, yeni bir kompozisyon öğrencisi olarak,

ilk kez Türkiye'de oynanacak Mozart'ın çok küçük yaşta bestelediği "Bastien ve Bastienne" adlı operasının

bütün çalışmalarını hiç kaçırmadan izledim. Eseri Konservatuarın Sahne Sanatları bölüm başkanı Kari

Ebert sahneye koyuyor, orkestrayı hocam Praetorius idare ediyordu. İlk kez yanılmıyorsam 1940-41 ders

yılında sahnelendi. Bastien'i tenor Süleyman Güler, Bastienne'yi Soprano Rabia Erler, Kolas'ı bas Ruhi

Su seslendiriyordu. Tabii o sıralarda hepsi de Konservatuar öğrencisi idiler. Orkestra,

Cumhurbaşkanlığı Senfoni (o zamanlar Filarmoni adıyla) Orkestrası idi. Oyunları B.M. Meclisi

üyeleri ve ilgililerle halk beğeni ile izlemişlerdi. Bu, Konservatuarın ve Türkiye'nin ilk opera denemesi

ve başarısı idi. Aynı dönemde Tiyatro Bölümü de ilk temsillerini halka sunuyordu. Bundan sonra sıra

daha büyük opera ve tiyatro eserlerine geliyordu. Okulda öğrenci sayımız azdı, hepimiz dallarımızla hiç

ilgisi olmamasına rağmen ilk temsillerde görev aldık Biz öğrencilerin görevi opera ve tiyatroda

korolarda söylemekti. Kimimiz kompozisyon öğrencisi, kimimiz tromboncu, piyanist, kimimiz yaylı çalan,

her daldan öğrenciler olarak görev aldık. Hiçbir zaman ben solistim, sen koristsin, sen figüransın diye

komplekslere kapılmadık, elbirliği ile omuz verdik. Düşünün, öğrenci tenor Aydın Gün bir yanda

ilk Butterfly Operası'nda baş rolde Pinkerton'u oynarken, diğer yanda bizlerle birlikte koroda

söylüyordu. Vedat Gürten Tosca operasında bir gece baş rollerden Scarpia'yı oynarken, diğer gece

gene bizimle aynı eserde koroda söylüyordu. Savaş yıllarının gece karartmaları arasında ilk temsiller

Ankara'da Halkevinde veriliyordu. Geceleri kışın temsil sonrası okula dönebilmemiz için o eski

Rus Otobüslerinden yalnız bir tane veriliyordu. Temsil bitiminde biz makyajlarımızı silerken o tek otobüs

Page 7: Mersin Polifonik Dergi - 1

7

hemen çıkan orkestracılarla dolar ve bizler gecenin saat 12'sinde Cebeci'deki Konservatuara buz gibi

soğukta titreye dona yayan giderdik. Bizler Müzik Bölümü öğrencileri olmamıza rağmen tiyatro eserlerinde

koroda da yer alırdık. Tiyatro Bölümünün en önde gelen öğrencileri de örneğin "Fidelio" operasında,

mahkumlar korosunda figüran olarak görev alırlardı. Bizim ilk baletimizin 1994 yılında sahnelediğimiz

"Satılmış Nişanlı" operasındaki danslarda görev alan Cüneyt Gökçer olduğunu ve onun aynı zamanda

Antigone'de Haymon’u, diğer tiyatro eserlerinde baş rolleri oynadığını söylersem bizlerin bütün okul

olarak nasıl bir inanç ve özveriyle operayı, tiyatroyu halkımıza, Millet Meclisi üyelerine en güzel

örneklerini vererek Tatbikat Sahnesi yasasını, sonra da Devlet Tiyatrosu yasasının çıkmasını

sağlayabildiğimizi anlarsınız. Bu arada ilk 1946 yılında öğrenime başlayan, sonradan Devlet Balesini

oluşturacak Ankara Devlet Konservatuarının Bale Bölümünü de unutmamak gerekir. Benim o

yıllarda çalışmalarda aldığım korodaki görevleri sayayım. Butterfly operasında Balıkçılar Korosunda,

Antigone'de, Dokuzuncu Senfoni (1942 yılı), Tosca'da, Fidelio'da, Satılmış Nişanlı'da. Bunlar dışında

operalarda perdecilik de yaptım.

Bizim Konservatuar kuşağımız işte böyle bir kuşaktı...

Bugün 6 ilimizde Devlet Senfoni Orkestraları, 4 ilimizde Devlet Opera ve Baleleri, sayısı hayli kabarık

Türk Opera ve Bale eserleri, Yurt yüzeyine yayılmışlarıyla birlikte 7'si Ankara'da olmak üzere birçok

Tiyatromuz, Türk tiyatro eserlerimiz, Ankara Devlet Konservatuarından doğma 7'yi aşkın Devlet

Konservatuarımız varsa, bu bizim 194O'lı yıllarının Ankara Devlet Konservatuarı öğrencilerinin kuşağı

sayesinde, Atatürk'ün istediği bu kültür sonucuna erişilmiştir. Aramızdan ayrılanları saygıyla anarken bu

kuşağın bir bireyi, o günleri yaşamış bir kişi olarak geçmişimizle daima övünür, gurur duyarım ve

andıkça hala heyecanlanırım. İçel Sanat Kulübü Bülteni 1996 Sayı 53

Devlet Sanatçısı Prof. Nevit KODALLI

Page 8: Mersin Polifonik Dergi - 1

8

BUGÜNE NASIL GELDİK? - 1995 Koromuzu kurup çalışmalara başladık. - 1996 Polifonik Korolar Derneğini kurduk.

(Türkiye'de 2. kurulan Çok Sesli Müzik derneğiyiz.)

- 10 Kasım 1996 Atatürk'ü Anma Günü Kültür Merkezi'nde konser. - 29 Ekim 1996 Cumhuriyet Bayramı Kültür Merkezi'nde konser. - 1996 Aralık ayı Güzel Sanatlar Galerisi'nde konser. - 1996 Mitoloji Günleri nedeniyle Gözne Sanat Evi'nde konser. - 1996 Sanat Kulübü Nevit Kodallı Salonu'nda Yıl sonu kapanış konseri. - 1997 10 Kasım Atatürk'ü Anma Günü - Kültür Merkezi'nde konser. - 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı Kültür Merkezi'nde konser. - Demir Çağlan Sempozyumu Açılış konseri - Hilton Otelinde. - 12 Nisan Lionslar Derneği Bölge Toplantısı Açılış Konseri - Kültür Merkezi'nde. - Kültür Merkezi Şeref Salonu'nda Vali onuruna verilen konser. - 21-25 Mayıs 1997 Ankara'da Türkiye 2. Polifonik Korolar Şenliği'ne katılma.

Alman Ödül: Koro Müziğine Ses ve Ruhları ile katkı ödülü. - Haziran 1997 Sanat Kulübü Nevit Kodallı Salonu'nda Yıl Sonu Bahar Konseri. - 1998 10 Kasım Atatürk'ü Anma Günü Konser - Kültür Merkezi'nde. - 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı (Atatürk Orotoryosunu seslendirme) - Kültür Merkezi'nde. - Kültür Merkezi Şeref Salonu'nda Konser ve Kokteyl. - 26-31 Mayıs 1998 Ankara'da Türkiye 3. Polifonik Korolar Şenliği'ne katılma ve alınan 2

ödül: 1. Yapıtı yorumlamada Koro-Şef uyumu başarısı ödülü. 2. Akaseo Vakfının Özel Özendirme ödülü (Özel özendirme ödülleri katılan 43 korodan 10 tanesine

verilmiştir.) - Sanat Kulübü tarafından derneğimiz adına düzenlenen plaket törenine katılma ve mini konser. - 1998 14-15 Kasım

1. Mersin Polifonik Korolar Şenliği'ni düzenleme.

Şenliğe katılan korolar: 1. Ankara TRT Gençlik Korosu 2. Ankara Polifonik Korolar Derneği Dernek Korosu 3. Rengim Oda Korosu 4. İstanbul Oda Korosu 5. Antalya Güzel Sanatlar Lisesi Korosu 6. Mersin Devlet Operası Çocuk Korosu 7. Polifonik Korolar Derneği Korosu

- 29 Ekim Cumhuriyetimizin 75. Yılı Kutlama Konseri (Cumhuriyet Alanında) - Polifonik Korolar Derneği Gençlik Korosu'nun kurulması. - Ramazan Eğlenceleri (Kantolar-Tangolar) - Botanik Restoranda. - 17 Mart Atatürk'ün Mersin'e Geliş Günü - Kültür Merkezi'nde Konser. - Tarsus Kültür Merkezi'nde Konser (Polifonik Korolar Derneği Büyükler Korosu,

Gençlik Korosu, Opera Çocuk Korosu katılımıyla.) - 1999 29 Mayıs-6 Haziran Ankara'da Türkiye 4. Polifonik Korolar Şenliği'ne Dernek

Büyükler Korosu ve Gençlik Korosu ile birlikte katılma. - Büyükler korosunun aldığı 2 ödül;

1. Entonasyon Homojenlik ve Koro Tınısı Basan ödülü

Page 9: Mersin Polifonik Dergi - 1

9

2. Jüri Özel Ödülü - Gençlik korosunun aldığı ödül;

Ritmik beraberlik, ritmik uyum basan ödülü. - 1999 Ekim Ayı Derneğimizin 5-8 Yaş Minikler Korosu'nun kurulması. - 1999 Kasım Ayı Polifonik Sanat Dergisi'nin çıkarılması - 5-6 Kasım 1999 Mersin 2. Polifonik Korolar Şenliği'nin düzenlenmesi.

Şenliğe katılan korolar: Ankara Polifonik Korolar Derneği Korosu Ankara Polifonik Korolar Derneği Kızlar Korosu Ankara Fen Lisesi Korosu. Antalya Büyükşehir Belediyesi Gençlik Korosu Çukurova Üniversitesi Konservatuar Korosu Mersin Üniversitesi Konservatuar Korosu Mersin Devlet Opera ve Balesi Orkestra ve Korosu (Yunus Emre Oratoryosunu seslendirecek.) Mersin Devlet Opera ve Balesi Çocuk Korosu Polifonik Korolar Derneği Büyükler Korosu Polifonik Korolar Derneği Gençlik Korosu katılacaktır. Şenlik Kültür Bakanlığı ve İçel Valiliğinin katkılan ile gerçekleştirilmektedir.

Müşerref ÖRÜNK

Page 10: Mersin Polifonik Dergi - 1

10

Derneğimiz 4. Olağan Genel Kurulunu 24.10.1999 Pazar Günü yaptı.

Yeni Yönetim Kadromuz

Yönetim Kurulu

Asil Yedek

1. Selma YAĞCI – Başkan A. Mecit BASKIN

2. Müşerref ÖRÜNK - Başkan Yrd. Necla AKBULUT

3. Vahap KOKULU – Sekreter Bülent TOGAY

4. Hatice S. AKTUĞ - Sayman Ayşe DEVELİ

5. Remzi BİRİN - Üye Melike KAYTAZ

6. Olcay KODALLI - Üye Canan TÜRKALP

7. Ömer SERT - Üye Cem Mayk SANCAR

Denetleme Kurulu

1. Ayfer AKÇA

2. Doğan AKÇA

3. Sevim BİRİN

4. Engin AKTUĞ

Yeni Dönemimizde de seçilen arkadaşlarımızla aynı mutluluğu paylaşmak istiyoruz.

Page 11: Mersin Polifonik Dergi - 1

11

MÜZİKTE ÇOKSESLİLİK GEREKLİ MİDİR?

Doğada hiçbir şey tek başına değildir. Rönesans ile gelişen, sanayileşme ile yükselen,

demokrasiyle yerleşen çoksesliliğin yaklaşık bin yıllık bir geçmişi vardır. Çokseslilik fiziksel bir

zorunluluktur, çünkü ses tek boyutlu değildir. Batı dünyasında çoksesli müziğin yerleşmesi ve gelişmesi

tarihsel bir olgudur. (Umur, 1987, s. 1)

Çokseslilik (polifoni) denemeleri X. yüzyılda 4'lü ve 5'lilerin asıl ezgiye eşlik etmesiyle organum

şeklinde başlamıştı. Kiliselerdeki dinsel şarkılar teksesliydi, daha sonraları "orta sese" yer verildi.

Uygulamaya göre tenor asıl ezgiyi söyler, bu ezgi üçlü yada beşliden okunduğunda bas oluşur, ikisi

birden sekizli tizden söylenerek soprano ve altoya ulaşılırdı. XII ve XIV. yüzyıllarda 3'lü ve 6'lıların

kullanıldığı ikiz şarkı denemeleri yeni bir çoksesliliğin üçüncüsü olmuştu. İtalyanca'da sabit şarkı

anlamına gelen "cantus firmus" da esas alman ezginin diğer ezgilerle işlenmesidir.

XV ve XVI. yüzyılda çokseslilik parlak bir dönem yaşamış, giderek yaygınlaşmıştır. Öncelikle

İtalya, İngiltere, Fransa ve İspanya'da polifoni yerleşmiştir. Operanın gelişmesiyle XVII. yüzyılda

homofoni (uyumsal, armonik müzik) geçerlik kazanmış, XVIII. yüzyılda ise homofon ve polifon tarzda

eserler üretilmiştir. XX. yüzyıl çoksesliliğin çeşitli müzik türlerinde denendiği, bilimde, teknolojide,

toplum yaşamında ve sanattaki gelişimle paralelliğin görüldüğü bir çağdır.

Türkiye'de Cumhuriyet dönemi ile sanat eğitiminde kapsamlı ve köklü atılımlar yapılmış,

bestecilerimiz halk müziğimizden yola çıkarak çoksesliliğin başarılı örneklerini vermiştir.

Musiki Muallim Mektebi'nin açılması, Muzıka-ı Hümayun’un Cumhurbaşkanlığı Senfoni

Orkestrası'na dönüştürülmesi (1924)'de Darülelhan'ın İstanbul Konservatuarına

dönüştürülmesi, Güzel Sanatlar Akademisi'nin kurulması (1927), Halkevlerînin kurulması (1932),

Devlet Konservatuarının 1936'da, Devlet Opera ve Tiyatrolarının 1949'da kurulması gibi atılımlar,

genç Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin kültür sanat politikasına ne denli önem verdiğinin bir

göstergesidir.

Atatürk'ün "Osmanlı müziği Türkiye Cumhuriyetindeki büyük değişiklikleri dile getirebilecek güçte

değildir. Üstelik bir ulusun yeni değişikliğinde ölçü, müzikte değişikliğin alabilmesidir, kavrayabilmesidir. Bize

yeni bir müzik gereklidir ve Ulusal ince duyguları, düşünceleri anlatan yüksek deyişleri toplamak, onları bir

gün önce genel son musiki kurallarına göre işlemek gereklidir. Ancak, bu düzeyde Türk ulusal musikisi

yükselebilir, evrensel musikide yerini alabilir." (Ankara, 1934) TBMM açış konuşması şeklindeki

görüşleri, çağdaşlaşmanın, evrenselliğe ulaşmanın gereğidir. Atatürk, her fırsatta; "Çoksesli müziğin

bizim ruhumuza uygun olduğunu" söylemiştir.

Evrensel bir dil olan müzik ve onun ürünleri bütün insanlığın ortak malıdır.

Çokseslilik bir eğitim işidir. Birden bire anlaşılabilecek, öğrenilebilecek bir olay değildir. Çoksesliliği

sevmek, anlamak ve zevk almak için onu sıkça dinlemek, bilgi sahibi olmak ve bir ölçüde seslendirmek

Page 12: Mersin Polifonik Dergi - 1

12

gereklidir. Müziğin üç öğesini tartım, ezgi ve çokseslilik oluşturur. Nasıl ki; ressamın tablosundaki ışık-

gölge, perspektif o resme bir derinlik, boyut kazındırıyorsa çokseslilik de müziğe derinlik, boyut

kazandırır. İki, üç, dört veya daha fazla çalgının birlikte çalmasından orkestraya kadar; birkaç

kişinin söylemesinden büyük korolara kadar, bu toplulukları oluşturan bireyler kendi partilerini

doğru ve güzel yorumlamaları açısından birbirlerine karşı sorumludurlar. Böylece, bireylerde sorumluluk

duygusu, dikkatlerini toplama yetisi gelişmiş olacaktır. Çokseslilik; aynı zamanda çoğulcu toplum

olmanın gereğidir. Bir ezgi ile ona eşlik eden ezgi yada karşı çıkan ezgiler bir uyum oluştururlar.

Demokratik ülkelerde herkes düşüncesini söyleyebilir. Çoksesli düşünmekteki güzellik de

buradadır. Ancak herkes "nasıl olsa demokrasi var" diyerek bildiğini okur, istediğini söylerse o zaman

karmaşa doğar, uyum bozulur. Tıpkı rasgele seslerle çoksesli müzik olmayacağı gibi. Bu nedenle,

sanatta çokseslilik uygarlık ölçüsüdür. Kültür düzeyi yüksek, sanat eğitimi almış kişilerden oluşan

toplumların çoksesli müziği sevdikleri, dinledikleri, önemsedikleri ve bu tür müziğin ileri düzeyde olduğu

bilinmektedir.

Çoksesli müzik, aydınlatıcı, eleştiriye açık, dinamik ve insanı geliştirici özelliktedir. Çağdaşlık,

hep değişen, sürekli kendini yenileyen bir olgudur. Çağdaş insana yakışan da budur.

SONUÇ VE ÖNERİLER

Bir toplum başka toplumlar yanında çağdaş ölçülerde var olabilmek için, başka toplumlar

tarafından var kabul edilebilmek için, çağdaş toplum yaşamına uygun, kendi inceliği olan yeni

değerler yaratmak zorundadır. Yaratılan bu değerler hem ulusal gereksinimleri karşılamak, hem de

uluslararası geçerlilikte olmak durumundadır.

Ülkenin tanıtımında çoksesli müziğin önemini kavrayan devletler, okul öncesi yaşlardan başlayan

seçici ama nitelikli eğitime yönelik çalışmalarını bir sistem haline getirmekte, ardından bestecisini,

yorumcusunu kollayan birlikler ve derneklerle müzikçileri örgütlemekte, yine aynı tür örgütlenmeyle ve

kültür politikasıyla nota ve plak basımına eğilmekte, radyo ve televizyonun kitle beğenisini yönlendirme ve

geliştirmekteki önemini kavrayarak bu tür programları ehil ellere vermekte, uluslararası yarışmalara

katılacak düzeyde sanatçılar yetiştirmek için eğitim düzeyini yükseltmekte, nitelikten ödün

vermemektedir.

NE YAPMALI?

1. Okul öncesi eğitimden başlayarak ve ortaöğretim kurumları ile üniversitelerde çoksesli korolar

kurmalı, yaygınlaştırmalıdır.

2. Her ilde korolar kurulmalı, tek ve çoksesli eserler seslendirilmelidir.

3. Çoksesli müzik örnekleri, kanon ve iki sesli şarkılar olarak okul öncesi eğitim

kurumlarından başlanarak verilmelidir.

Page 13: Mersin Polifonik Dergi - 1

13

4. Okullarda çalgı toplulukları kurulmalıdır. Öğrencilerin yaş ve eğitim düzeylerine uygun çalgıların

yapımı desteklenmelidir.

5. Televizyon kanalları, çoksesli örnekleri sıkça yayınlamalıdır.

6. Kurulan ve kurulacak olan korolar dernekleşip desteklenmelidir. Çeşitli kategorilerde teşvik

anlamında ödüllü yarışmalar, şenlikler düzenlenmelidir. Mevcutların sayısı arttırılmalıdır.

7. Milli Eğitim Kültür Bakanlığı ve üniversite işbirliği ile çoksesli müzik tanıtımında

kampanyalar açılmalıdır.

8. Halk müziği türünde çokseslilik özendirilip yarışmalar düzenlenmelidir.

9. Devlet bütçesinden yeterli pay ayrılıp nota basımı, kaset, CD kayıtları çoğaltılıp ilgili yerlere

gönderilmelidir.

(x) Harmoni Sanat, s. 148 1998

Page 14: Mersin Polifonik Dergi - 1

14

Sen, ey güzellerin güzeli sanat,

Acıyla örülü anlarımda defalarca

Hayatın çılgın ortamından kurtardın beni hep,

Sıcak bir sevgi getirdin kalbime,

Daha iyi bir dünya sundun bana.

Bazen senden kopan bir iç çekiş,

Senden yansıyan tanrısal bir ses

Evrenin daha iyi anlarını armağan etti bana.

Sen, ey güzellerin güzeli sanat,

Bütün bunlar için teşekkürler sana.

'An die Music- müziğe" Franz Schober'in bir şiiridir.

Besteci Franz Schubert aynı şiirler ölümsüz Lied'lerinden birini vermiştir.

Page 15: Mersin Polifonik Dergi - 1

15

WOLFGANG AMADEUS MOZART (1756-1791)

Müzik tarihinin hep dahi çocuğu olarak kalan Wolfgang Amadeus Mozart kadar adından

söz ettirmiş, üstüne pek çok yazı yazılmış, film ve tiyatro konusu haline dönüşmüş bir başka

besteci daha yoktur.

Yapıtlarındaki insan sevgisi, pırıltılı huzur, yalnız ruhsal bozuklukları değil, fiziksel

hastalıkları da onarmakta. Bugün bile bir tıp merkezinde ameliyat sonrası nice hasta Mozart müziği

ile iyileştirilmekte.

Mozart 20. yüzyılın bu son diliminde gelişen medyanın da baş konuğu olmuştur. Çikolatadan

düğmeye, likörden T-shirt'e neler Mozart'ın adını taşımadı ki!.. Bütün yapıtları seslendirildi;

günlerce haftalarca her ortamda, her ülkede Mozart dinlendi. Besteci sanki yeniden keşfedildi.

Mozart, kısacık yaşamına sığdırdığı 600'den fazla yapıtla insanlığa kocaman bir hazine

sunmuştur. Nüktesi, çocuksu coşkusu, yalınlığı, hemen dinleyiciyi kavrayıveren tılsımı ve tüm

çocuksuluğunun ardındaki derin düşüncesi, onu nice besteciden ayrıcalıklı kılar, gerek özel

yaşamında gerekse içinde yaşadığı tarih diliminde karanlık günler geçirir ve bunların hiçbirini

müziğine yansıtmaz. Bu nedenle, nice besteci müziğini bir otobiyografi gibi kullanırken, Mozart'ın

müziği katıksız, saf müziktir. Ne parasız günlerini, ne ateşli hastalığını ne de tırmanmakta olan

Fransız devriminin etkilerini anlatır müziğinde. Tüm etkilenmeler onun zamanından ileri bir

teknikle dokuduğu bestelerinin derinliklerinde kendini gösterir. 27 Ocak 1756'da Salzburg'da

dünyaya gelir.

Babası Leopold Mozart (1719-1787) örnek bir aydınlanma müzikçisidir. Hem beste yapar hem

de keman çalar. Sürekli araştıran, yenilikleri izleyen, aydın bir kişidir. Küçük Mozart doğduğu

sırada Leopold Sarayın orkestra yönetmen yardımcısı görevindedir. Aynı yıl keman çalma üzerine

bir kitabı yayınlanmıştır. Mozart'ın annesi Anna Mari Pertl, iyi koşullarda yaşamış bir burjuva

ailesinden gelmektedir. Mozart doğduğunda annesi 35, babası 36 yaşındadır. Ailenin ilk

çocuğu, Mozart’tan 4 yaş büyük ablası Anna'dır. Baba Leopold her iki çocuğunun da harika çocuk

yeteneğine sahip olduğunu keşfeder ve eğitimleri ile bizzat kendisi ilgilenir. Keman ve klavyeli

çalgılar çalmayı, Latince’yi, müzik kuramını ve gerekli genel kültür bilgilerini öğretir. Çocuklarının

müzik dehalarını sergilemek üzere Avrupa'nın çeşitli merkezlerine geziler düzenler. Mozart

gelmiş geçmiş en parlak harika çocuktur. Üç yaşında klavsen çalar, beş yaşında ilk menuet'ini

besteler. Dokuz yaşında senfonilerin sahibidir. Gezilerinin ilk durağı Münih ve Viyana'dır. Sonra

Fransa, İngiltere, Hollanda ve İtalya. Bütün bu merkezlerde Wolfgang değişik insanlar tanır,

besteciler ile tanışır, o çevrenin müziğini dinler. Böylece ilerdeki üslubunu oluştururken, İtalyan,

Page 16: Mersin Polifonik Dergi - 1

16

Fransız ve Alman sitillerini biriktirip kendi süzgecinden geçirecektir. Bu arada usta bir keman

yorumcusu olarak da kendini kanıtlar.

Çok iyi bir gözlemci olan Mozart, küçücük yaştan beri yaptığı gezilerden pek çok kişiyi

aklında tutar. Güçlü belleğinde sakladığı bu tipleri sonradan operalarındaki kahramanlara

dönüştürür. Mozart'ın tanrı vergisi büyük yeteneğinin yanı sıra, babasının iyi bir öğretmen, aydın ve

organizatör biri olması da tanınmasında çok önemlidir. Mozart zamanın da her besteci çevresini

eğlendirdiği ölçüde öykü toplamıştır. Mozart'ta patronlarına, prenslere, kontlara, imparator ve

krallara yaranmak için, onların adına adadığı yapıtlar bestelemiştir. Ayrıca, arkadaş partilerine, yakın

çevresinin doğum günlerine, bahçe eğlencelerine ve çeşitli törenlere de bir çırpıda besteler yazmıştır.

Mozart, hemen her yapıtını bir sipariş üzerine yazmış, ama hep ideal bir dinleyici kitlesi ve çok

yetenekli yorumcu topluluğu düşlemiştir. Kafasının içinde bir anda hücum eden müziksel

düşünceleri bir çırpıda yazabilmesi, her an, her ortamda, gürültü, kalabalık demeden besteleme

sürecine girebilmesi, sanki kısacık ömrüne pek çok şey sığdırma kaygısındadır.

Haydn beste yapmaya oturduğu zaman esin perisi gelsin diye uzun uzun dua edermiş. Oysa

Mozart, kafasının içinde doludizgin dolanan esin tohumlarını nasıl dizginleyeceğini

bilemediğinden yakınırmış. Üstelik her yapıt parçacıklar halinde değil, tümüyle doğar Mozart'ın

kafasında. Herhangi bir ortamda, örneğin bilardo oynarken aklına gelen bir fikri gülüp oynayarak,

şakalaşarak, çevresinden kopmadan kafasında geliştirebildiğini yakın çevresi anlatmıştır.

Bir Almanya gezisi esnasında Mannheim orkestrası üyelerinin birinin kızı olan on beş yaşındaki

Aloysia Weber'e aşık olur. Arkasından 1778'de annesi hastalanır ve ölür. Büyük acısı, yalnızlığı

bestecinin üretmesini engellememiş aynı yıl dersler vermekte, yayıncılarla tanışmakta, yapıtlarını

yorumlatmayı başarmaktadır. Ancak, geleceğe güvenle bakmasına yetecek şeyler değildir bunlar.

Annesinin ölümünden sonra yeniden Salzburg'a döner ve saray orgculuğuna atanır. Burada

piskopos Collored ile bir türlü geçinemez ve sonunda işine son verilir. Mozart bu durumda

Viyana'ya yerleşir. Öğretmenlik ve bestecilik yaparak geçinmektedir. Bu arada Weber ailesi Viyana'ya

taşınmış, Aloysia'da bir tiyatrocuyla evlenmiştir. Saraydan kız kaçırmayı bu dönemde besteler

ve Aloysia'nın kız kardeşi Constanze Weber ile evlenir. Babası buna karşı çıkmış evliliği ve yüzünden

Mozart'ı hiç bağışlamamıştır.

Mozart, artık tanınan, kendisine eser ısmarlanan, konserleri olay yaratan bir sanatçıdır.

Önceleri usta bir kemancı olarak tanınırken şimdi önemli bir piyanist olarak da tanınmaktadır. 1780'li

yıllarda ortaya çıkan birçok piyano konçertosu, üç bölümlü barok biçimde yazılmıştır.

İmparator II. Joseph 1787'de ona düşük bir ücretle saray bestecisi olmayı kabul ettirir. Bu

arada en büyük başarası Viyana operası için yazdığı Figaronun Düğünü operası olur. Bütün bu

başarılara karşın geçim sıkıntısı içindedir. Constanze'nin hastalıkları ve bitip tükenmeyen

istekleri için para gerekmektedir. 1791 yılının bir bölümü ise bir Mason dostunun işbirliği ile Sihirli

Page 17: Mersin Polifonik Dergi - 1

17

Flüt operasını bestelemek geçirir. Aynı yıl ismini vermeyen bir kişiden ilginç bir sipariş alır. Kendisinde

ölüm duası bestelenmesi istenmiştir. Bunun üzerine sağlığı da iyiden iyiye bozulan Mozart

kendisi için dua yazmak duygusuyla siparişi kabul eder. Requiem bestelenmeye başlanır. Sihir Flüt

operası aynı yıl Viyana'da tamamlanarak sahneye konulmuştur. Requiem'i büyük bir gayret ile,

iyice güçsüzleşen bünyesi, sürekli ateşlenmesine karşın öğrencisi ve dostu Süssmayer'e

Lacrimosa'nın sonuna kadar dikte ettirir. Kalanı taslak halindedir. Beş Aralık 1791'de ölür.

Söylentilerdeki gibi kasten zehirlenmemiş, böbreklerindeki bir rahatsızlık nedeni ile ölmüştür. Fırtına

ve yağmurdan cenaze törenine kimsenin katılmadığı, ölüsünün birkaç mezarcının Viyana dışındaki

St. Marx adlı bir yoksullar gömüsüne atıldığı söylenmektedir.

Mozart kendi üstünlüğünün farkındadır. Çevresindekilerin onunla eşdeğer zeka ve yeteneğe

sahip olmadığını anlamaları hep acı deneylerle olmuştur. Entrikaları tanımayacak kadar saf

bir yüreği, çıkarlarını korumayı bilmeyen çocuksu yönü, ölüm döşeğine kadar taşıdığı

özellikleri olmuştur.

35 yaşında ölen Mozart'ı mutlu, mutsuz, sevdalı, tutkulu, düşkün, yoksul, borçlu,

hastalıklı, her ortamda aynı düzeyde, aynı nitelikte müzik yapabilen bir deha olarak

hatırlayacağız. Bu besteci bir delikanlı kadar genç, bir yaşlı kadar bilgedir. Yaşamında

çevresindekiler derin düşüncesini anlayamamış, çağının ötesinde yaşadığını kavrayamamışlardır.

Mozart, klasik kalıbının öz ve biçim dengesini özenle korur. Fransız rokoko akımının zarif, güleç ve

süslü anlatımını; Mannheim orkestrasının dengeli çalgı birleşimini, İtalyan şan geleneğindeki

güzel şarkı söyleme anlayışını, Alman edebiyatının esinli Fırtına ve Gerilim akımının içe dönük

karamsarlığı, Bach ve Handel’in barok birikimi ile birleştirmiş ve bütün bunların üstüne kendi

dehas ın ı eklemiş . Operalarıyla, opera tarihinde yeni bir dönem açan Mozart, Haydn'ın

olgun dönem müziğine, Beethoven’e, Schubert'e Mendelssohn'a Brahms'a ve günümüze dek

pek çok besteciye ışık tutmuştur. Mozart'ın müziğinde sezinlediğimiz, duyumsadığımız

şudur; esin peşinde değildir o, esini kovalamaz; esin için bir güç harcamaz; esin onun doğal bir

parçasıdır; bitmez tükenmez bir kaynaktan geliyor gibidir, kendiliğindendir, yürektendir, içten gelen

bir akıcılıkta, ılık bir yumuşaklıktadır. 35 yıllık ömrü içinde 20 Opera, 52 Senfoni, 70'ten fazla Arya

ve şarkı, 40 Lied, 18 Sonat, 50'den fazla konçerto (21'i piyano için) olmak üzere 6002'ye yakın eser

bırakmıştır.

YAPITLARINDAN ÖRNEKLER:

OPERALAR : Bastien ve Bastienne, Lucia Silla, Sözde Bahçıvan, Çoban Kral, Zaide,

İdomeneo, Saraydan Kız Kaçırma, Kahire Kazı, Figaronun Düğünü, Don Giovanni, Cosi Fan

Tutte, Sihirli Flüt, La Clemenza di Tito.

KOROA MÜZİK : Requiem, 18 Missa, Exultate Jubilate

Page 18: Mersin Polifonik Dergi - 1

18

ODA ORKESTRASI SERENATLAR: Serenata Notturna, Haffner, Küçük Bir Gece Müziği,

Bir Müzikal Şaka, Divertimento'şlar, Cassation'lar, Danslar ve Marşlar.

KONÇERTOLAR : Piyano, Keman, Keman ve Viyola için senfoni konsertant, Fagot, Flüt,

Obua, Klarnet, Flüt-Arp için konçertolar.

PİYANO İÇİN VE VOKAL MÜZİK:

Birçok beste, konser aryaları Dört el için düetler.

KAYNAK: Evin İlyasoğlu-Zaman İçinde Müzik Vural Özer - Müzik ve Müzisyenler Ansiklopedisi Ahmet Say – Müzik tarihi

Derleyen: A. Mecit BASKIN

Page 19: Mersin Polifonik Dergi - 1

19

MESLEĞİM KORO SANATÇISI, ADRESİM OPERA

Opera sanatı dört ana grubun kolektif çalışması sonucu oluşuyor. Solistler - Koro - Orkestra -Teknik Ekip.

Bu grupların birbirlerini tamamlayıcı çalışmaları sonucunda görkemli sanat opera doğuyor. Bu sanat dalında hiçbir grup birincil öneme sahip değildir.

Şöyle düşünelim: Çok yetenekli solistlerin olduğu bir oyun var. Ne yazık ki orkestra kötü yönetiliyor ve çalışıyor. Koro rezalet, teknik sahne değişiminde ve ışık oyunlarında hata üstüne hata yapıyor. Bu durumda solistlerin yapacağı pek bir şey yok. Oyun çöker.

Bence hiçbir sahne sanatı opera kadar birlikte üremeye ihtiyaç duymaz. Bu sanatta başarılı olmak için çok iyi bir takım ruhuna ihtiyaç vardır.

Bu gruplardan bir tanesi de Koro.

Nedir Koro? Oyunlarda solistlerin arkasına dizilen kalabalık mı? İnsanlardan oluşan dekor mu? Tabi ki hayır.

Operalarda koroya bir bütün içerisinde bakmak gerekiyor. Koronun eserin konusu içindeki yeri de böyle değerlendirilir. Bazı oyunlarda koronun rolü çok önemlidir. Bazılarında ise daha az. Biz koristler mesleğimizi anlatırken çok zorlanırız.

- Ne iş yapıyorsunuz? - Opera sanatçısıyım. - A ne güzel? Hangi oyunlarda oynuyorsunuz? - Hepsinde (Çünkü koristler bütün korolu eserlerde oynar. Rol seçme hakkı yoktur.)

- Kutlarım sizi doğrusu. Hangi oyuna gelsek sizi göreceğiz yani. En sevdiğiniz rol hangisi?

İşte ölümcül soru

- Ben halkım, koroyum. Operayı tiyatrodan ayıran ve ülkemizde çok bilinmeyen büyük özellik. Kolektif üretim. Ne yazık

ki seyircimizin büyük bir çoğunluğu operayı, tiyatro seyreder gibi, hatta sinema izler gibi seyrediyor. Baş rolde kim var, konusu ne, sözlerini anlamıyorum gibi şikayetleri var.

Bu sanattaki müziği, birlikte yaratılan uyumu, tınıyı hissedemiyor. Opera tabidir ki bir sahne sanatı ama müzik yönü ağır basan bir sanat dalı, tiyatrodan onu farklı

kılan da bu özelliği. Çoksesli müziğin yapısına bakıldığında size yukarıda bahsettiğim birlikte üretimin önemi

daha iyi anlaşılıyor. Bu bağlamda opera koroları hep bir ağızdan tek bir melodiyi söyleyen topluluklar değiller. Kendi

aralarında insan sesinin gereği olan gruplara ayrılıyorlar; Tenor- bas - soprano - alto gibi. Müzikteki akorlar gereği her grup kendi partisini söylüyor. Bunların

birleşiminden müzik doğuyor. Korolarda her grubun kendi açısından önemi büyük. Bu grupların birbirleriyle olan ilişkileri ve sayısal

dengeleri işin sağlığı açısından önemli.

Korist sanatçının sanatını sergileyebilmesi için diğer grup arkadaşlarına ihtiyacı vardır. Yani tek başına yapamaz mesleğini. İşin en can alıcı noktası, koroyu meydana getiren (30-80 kişi) herkesin form düzeyinin eşit olması gereğidir. Partisini yanlış söyleyen bir kişi diğer arkadaşlarının bütün çabalarını bir anda yok eder.

Koronun bir oyuna hazırlanması için iki veya üç aylık bir zaman gerekir. (Bu süre son dönemlerde repertuar operasına geçildiği için hayli kısalmıştır.)

Page 20: Mersin Polifonik Dergi - 1

20

Önce koro şefiyle birlikte grup çalışmaları başlar, örneğin soprano grubu koro partisinin kendine ait bölümlerini halleder. Sonra diğer gruplarla birleşmeler başlar. Grupların birbirleriyle uyumu sağlanır. Burada koro şefinin önemi büyüktür ve koronun tek amiridir. Daha sonra orkestra şefi devreye girer. Koronun solistler ve orkestrayla uyumu sağlanır. Orkestra şefi tüm gruplara kendi yorumunu anlatır ve sahne... Rejisör koronun oyundaki rolünü koristlere anlatır. Kendilerine reji gereği roller dağıtılır. Yani kısacası çok uzun, zor fakat zevkli uğraşlar ve büyük emekler sonucu doğar opera. Ama birde bu zevki tadınca, yani operayı sevince ondan ayrılmak çok zor.

Yazacak çok şey var ama yerim dar ne yapayım. Sonra ben bir koristim. Birlikte üretmeye alışmışım. Yazı yazmak çok zor. Kendimi yalnız hissediyorum.

(OPERAVE BALE DERGİSİ Şubat Sayısı)

Uğur UYGURER

Page 21: Mersin Polifonik Dergi - 1

21

MÜZİK, EĞİTİMİN ABC’İ Okullarda Çokses Eğitimi

Okulda çokses eğitimi, daha ilk kulak eğitimi ve solfej dersleriyle birlikte başlayabilir. Do-sol

beşlisi ile öğretime başlayan metotlarda, gerek her iki eli birden kullanarak (Fonomoni), ve gerek çifte renkli değneklerle özel levhalar yada portreye yazılmış gam noktaları üzerinde çift sesli işitme alıştırmaları ve deşifraj çalışmaları yapılabilir. Teksesli solfej çalışmalarında basan kazandıktan sonra çift sesli çalışmalara geçilebilir. Teksesli toplu şarkı söylemede tam bir basan sağlandıktan sonra, ilkin basit iki sesli kanona geçmek yerinde olacaktır. Burada dikkat edilecek en önemli nokta Tempo'dur. İkinci partinin icraya katılmasından başlayarak her iki ses arasında çok kere tempo bakımından karışıklık meydana gelir. Her iki partide temponun tam bir disiplinle korunması, her iki partinin aynı tempoya uyması koşuldur. Bu iş sanıldığı kadar basit ve kolay değildir. Bir imitasyon çalışması, bu açıdan çok sesli bir çalışma olan kanonların her çeşidinde "giriş"leri tam zamanında vermek, partileri tam zamanında icraya katmak, her şeyden önce tempoyu korumak zorunludur.

Kanon dışındaki gerçek çoksesli çalışmalarda, şarkılarda toplu çalışmalarda partiler kendi seslerini temiz bir ünison biçiminde hazırlanmalıdır. Ama bu da yetmez. Her parti kendi müziğini temiz hazırlar da çokseslilik içinde bu temizliği koruyamaz. İşte asıl önemli sorun, çokseslilik içinde entonasyon temizliği ve sağlığını korumaktır.

A capella söyleyiş, eşlikli söyleyişten güçtür. İlk çalışmaların eşlikli olması bir süre için doğru olur. Detonasyon başladığı anda koroyu susturup detone edilen yeri belirtmek, detonasyon nedenini açıklamak, ton inme yada yükseltmesini önlemek, temiz bir entonasyon sağlamak güç bir iştir, ama mutlaka sağlanmalıdır. Her türlü çoksesli çalışmada en önemli koşul, çocukların birbirini duymaları, çoksese kulak vermeleridir. Çok kere bunun tersi yapılmaktadır. Hatta basit iki sesli bir kanonu söylerken bile, çocukların kendi partilerinin yanı sıra öteki partiyi duymamak, şaşırmamak için elleriyle kulaklarını tıkadıkları görülür. Bunu önlemek ve kendi partilerine yabancı sesi duymalarını, çokseslilik içinde kendi partilerini söylemelerini sağlamak gereklidir. Kulağını tıkayan çocuk, tekses içinde kalıyor demektir. Onu mutlaka çoksese yöneltmek, çok sesin özelliğini ve güzelliğini, varlık nedenini, anlamını duyurmak, çocukları buna inandırmak, çoksesi sevdirmek gerekir. Armonik aralıklar fiziksel bakımdan doğru çıkarılmalı ve doğru tınlamalı ki, temiz ve gerçek bir çokseslilik yapılsın.

Gerek okulda yapılan çokseslilik, toplu şarkı söylemede ve gerek okul dışı yüksek polifonik koral icralarda koroların iyi tınlamasının tek nedeni, partilerin her notada, her yükseklikte, yerinde ve doğru, temiz icra edilebilmesidir.

Eğer küçük koristler okulda titizlikle ve disiplinle yetiştirilirse, bir gün okul dışı icralara katıldıkları zaman, işi kolayca, doğrulukla ve zevkle başarabilirler.

Okulda iyi bir polifonik koro eğitimi almamış çocuklar, yetişkin dönemde nekoral icralara katılmak gereksinim ve zevkini duyarlar, ne de bu çalışmalarda basan elde edebilirler.

Okulda çoksesli toplu söylemede temiz entonasyon, top-barut örneğindeki barut kadar önem içerir. Aksi durumda yapılan kakafoni olur.

Başarısız çoksesliden kaçınmak, onu kötü yapmaktansa hiç yapmamak, ancak yapılabilecek duruma geldikten sonra yapmak en doğru hareket olur.

Okulda çokses eğitimi, özellikle bizim ülkemizde çok özel ve büyük önem taşıyan bir eğitimdir. Müzik Görüşleri s.33 - 1952

Halil Bedii YÖNETKEN

Page 22: Mersin Polifonik Dergi - 1

22

“YÜREĞİNİZDE ÇIRPINAN BİR KUŞ VAR MI?” Şarkı söylüyor musunuz?... Yeni güne bir şarkı mırıldanarak başlıyor musunuz?...

İçinizden, gönlünüzden taşan şarkılar, türküler hep sizinle mi?.. İster hüzün, isterse mutluluk şarkıları olsun; yalnız değilsiniz...

...Yılların gerisinde... Hemen her akşam üstü şarkılar, türküler taşardı pencerelerden... Güneşin başını alıp gittiği bu saatlerde evlerin mutfakları hareketlenip canlanır, salatalara şarkılar sinerdi... Hüzün yada özlem seslenişleriyle yıkanırdı meyveler... Babalar işlerinden, çocuklar kapı önlerindeki oyunlarından bu taptaze ve şarkı kokulu, sevgi kokulu evlere dönerlerdi. Çocukluğumun ve ilk genç kızlık dönemimin Mersin'inde bu erken akşamlar çok özeldi. Şiirdi... Şarkıydı...

...Yıllar geçti aradan... İnsanlar nicedir şarkılarını unuttu... Zaman zaman TV ekranlarından seslenen güncel şarkılar var. Onlara katılma süreci içinde bir yenileri ve bir yenileri çıkıyor. Eğer çok güzel bir ses yüreğinize yüreğinize doluyorsa, odur kalıcı olan...

(...Yine bir günbatımı idi... Aktur'da... Selma kardeşimle birlikte koro şarkıları söylemiştik... Mersin Lisesi'nde rahmetli müzik öğretmenimiz Hikmet Hazar'ın öğrettiği şarkıları... O güzel insanı, değerli öğretmenimizi O'nun şarkılarıyla uğurluyorduk; dua gibi... Hiç unutmadığımız "Büyük Müzik" örnekleriydi bunlar; yüreğimize evrensel bir köprü kuran...)

...Ve yıllar, yıllar sonra Mersin'de bir Polifonik Koro kurulur... Kocaman ablalar, ağabeyler... Çoğu Hikmet Hazar öğretmenimin çocukları... Güpgüzel öğrencileri... Müzik öğretmenleri, işadamları, anneler... Müziğe aşık, müziğe saygılı güzel insanlar... Başlarında da Nevit Kodallı... Atatürk Oratoryosunun bestecisi, Atatürküm'ün has oğlu Nevit Ağabey'im... (Erken akşamlarda bu koro çalışmaları vardır artık... Çocuk yüreklerini sımsıkı saklamış bu kocaman insanlar gün boyunca ne iş yaparlarsa yapsınlar, hep akşamı beklerler... Ve içten içe mırıldanırlar şarkılarını...)

...Günlerden bir gün, Koro Şefi Aleksi çıkagelir... Bir koronun başında hem Prof. Nevit Kodallı, hem de Aleksi olunca... İşte o koro bir başka olur... Tüm güçleriyle çalışırlar... Ve Ankara'ya başka korolarla da tanışmaya ve yarışmaya giderler...

Aleksi by pass olalı iki ay geçmiştir... Bağrı çiçekli adam olduğunu unutarak var gücüyle saçılıp savrulmaktadır... Bir yarışmanın da söz konusu olduğu konser günü gelip çatmıştır.

...İşte o gece... Birer birer söylerler şarkılarını... Gözleri koro şeflerinin ellerinde ve bakışlarındadır... Tek bir yürek gibi, fakat yüreklerce "Çok sesli"dirler... Evrenlerce büyük bir müziktir bu... Yaşamdır... Duadır.. ...Son şarkılarında... Olduğu yerde kıpırdanır, sendeler koro şefleri... Rengi solar... Ve sazlar gibi, topraktan kopamayan bitkiler gibi ona doğru eğilir tüm Koro canlanır... Ve gümbür gümbür bir final olur...

Şeflerini kaptıkları gibi hastaneye götürürler... Tansiyonu yüksektir. Küçüğü de büyüğü de fırlamıştır birden... "Oturun ve dinlenin. Az sonra tekrar bakacağım." der, doktor... Ve gerçekten az sonra Aleksi'nin tansiyonu kısmen yoluna girmiştir.

Ertesi gece ödüller dağıtılır. Mersin Polifonik Korosu ödül almıştır. Şef Aleksi, Jüri Özel Ödülü almıştır. Geçirdiği önemli ameliyata karşın, korosuyla bütünleşen güçlü yorumuyla...

...Ve anlatır Aleksi, koro arkadaşlarına: "Bana ne oldu çocuklar, bilir misiniz?.. Çok güzel şarkı söylüyordunuz. Sanki göklerde,

yıldızlardaydınız... Bu benim (u)ruhum, kalbim de göğsümden çıktı. Tavanı deldi. Ve yukarılarda size ulaştı... Çok güzeldi... Harikaydı... Fakat tekrar geri dönünce, göğüs kafesine giremedi... Sığmadı... Çırpındı, zorlandı... Fakat sığmadı... İşte ben böyle bir şeyler oldum..."

...Sizin de yüreğinizde çırpman ve kanatlanmak isteyen bir kuş var mı?... Şarkı söyleyin... Ve o kuşa özen gösterin. Sevin, sayın, koruyun onu... Gerçek yaşam mucizesi belki de budur...

Suna TANALTAY

Page 23: Mersin Polifonik Dergi - 1

23

CUMHURİYETİN KURULUŞUNDAN GÜNÜMÜZE ÇOK SESLİ MÜZİĞİN GELİŞİMİNE KISA BİR BAKIŞ

Türkiye'de üzerinde en çok tartışılan sanat dallarından biri de müziktir. Bu durum Cumhuriyet'in ilk yıllarında da böyleydi.

Osmanlı toplumunda merkezi bir anlayışla yönlendirilen müzik, Cumhuriyet'in ilanından sonra oldukça çalkantılı bir dönem geçirdi.

Hem köklü geleneğiyle, hem de yetiştirdiği üstatların bıraktığı kültür mirasıyla Türk sanat müziği, kitleler arasında etkinliğini her zaman korudu. Halk müziği alanında ise özellikle Cumhuriyet'in ilk yıllarında, çok sesli müzik, tek sesli müzik tartışmaları yoğun bir biçimde yaşandı. Bir dönem tartışmalar o kadar yoğunlaştı ki, bu tür müzik radyolarda bile çalınmadı.

Cumhuriyet'le birlikte değişen değer yargıları, yaşayış biçimi, toplumsal ve ekonomik sistem müziği de etkiledi. Cumhuriyet'in ilk yıllarında, Saadettin Arel, Suphi Ezgi, Rauf Yekta, Mesut Cemil, Refik Fersan, Münir Nurettin Selçuk, Saadettin Kaynak gibi ustaların da etkisiyle klasik Türk Müziği belki de "son parlak dönemini" yaşadı.

1950'lerden sonra Türk müziği yeniden yoğun biçimde radyolarda çalındı, konserler arttı. Türk müziği konservatuarların ve radyoların dışında bırakılınca, sadece gazinolarda çalınır oldu.

Oysa 1950'lerden sonra yükselen bir eğriyle, Türk müziği tekrar radyolarda çalınmaya başlandı. Ayrıca o müzikle ilgili konservatuarlar da kuruldu. Böylece gazinolara terk edilen müzik yeniden devletin denetimine girdi. Daha sonraları da Kültür Bakanlığı'na bağlı olarak heyetler kuruldu.

Hiç kuşkusuz Cumhuriyet’ten önce ihmal edilen halk müziğine de değer verildi, ayrıca halk müziği motifleri, malzemesi çok sesli müzik içinde kullanıldı.

Cumhuriyet 'in ilk y ıllarında Atatürk'ün önderliğinde müzik konusunda bir devlet politikası oluşturulmaya başlandı. 1934'ten başlayarak da genç devletin inkılâplarından biri sayıldı. Yaklaşık 100 yıllık bir geçmişi olan saray orkestra ve bandosu Musika-i Hümayun, 1924'de Ankara'ya aktarılıp Riyaseticumhur Musiki Heyeti'ne (Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası) dönüştürüldü.

Bu orkestranın üyelerinden bir bölümüne öğreticilik görevi verildi ve Eylül 1924'de Musiki Muallim Mektebi açıldı. Böylece ortaöğretime çok sesli müziği yerleştirecek öğretmenler yetiştirilmeye başlandı.

Yeni Türk musikisinin yaratılmasında kullanılacak olan halk ezgilerinin toplanması için 1925 Ağustos'unda derleme dizileri yapıldı ve notaya alman ezgiler defter biçiminde yayınlandı.

Devlet, ilkini 1925'te açtığı yarışmalar sonucunda başarılı olanlar Paris, Berlin, Budapeşte ve Prag gibi kentlere öğrenim için gönderdi. 1917'de kurulmuş olan Doğu Musikisi Bölümü'nün adı 1926 sonlar ında İstanbul Belediye Konservatuarı olarak değiştirildi. Burada öğrencilere viyolonsel, keman gibi Batı enstrümanlarının eğitimi verilmeye başlandı. İstanbul Belediyesi tarafından 1927 yılında kurulan Şehir Bandosu gibi birçok kent ve kasabada belediye bandoları oluşturuldu.

Bütün bunlara ek olarak, 1932'den itibaren bütün ülkede kurulan Halkevlerinde çok sesli müzik eğitimi verilmeye başlandı.

Atatürk çok sesli müziğin ülke çapında yaygınlaştırılması amacıyla en ünlüsü 1927 Sarayburnu söylevi olmak üzere bir çok konuşmasında konuyu gündeme getirdi. Devletçe benimsenen bu uygulamalar ilk 10 yılını doldurduğunda, çok sesli müzik konusunda hiç de azımsanmayacak bir birikim elde edilmişti. Hatta, Ankara'nın Jansen tarafından 1928'de çizilen ilk kent planında ilk ulusal opera binasının yeri bile belirlenmişti.

Bu arada konularını Atatürk'ün önerdiği, hatta taslaklarını kendi el yazısıyla yazıp düzelttiği sözler üzerine üç de opera yazıldı. Bunlardan ilki olan, Türk ve İran halklarının kardeşliklerini simgeleyen Özsoy Operası 1934 Haziran'ında Atatürk ile Şah Rıza Pehlevi 'nin huzurunda Ankara Halkevi'nde oynandı. Bu operanın bestecisi Türk Beşleri'nden Ahmet Adnan Saygun'du. Bu gösterinin coşkusu henüz dinmeden TBMM'de Milli Musiki ve Temsil Akademisi yasası onaylandı.

Atatürk'ün, 1 Kasım 1934 günü TBMM'nin açılış söylevinde "Bugün dinletmeye yellenilen musiki yüz ağartıcı değerde olmaktan uzaktır. Bunu açıkça bilmeliyiz" sözleri üzerine İçişleri'ne bağlı

Page 24: Mersin Polifonik Dergi - 1

24

Basın Müdürü'nün önerisi, Bakanın da uygun görmesi ile Türkiye radyolarından geleneksel Türk sanat musikisinin yayını kaldırıldı. Kültür Bakanlığı da ayın sonlarına doğru ilk toplantısını yapan on beş üyeli bir kurula musiki devriminin programını hazırlama görevi verdi.

Almanyalı sanatçı Paul Hendemith ile bir anlaşma sağlandı. 1935-37 yılları arasında dört kez Türkiye'ye gelerek beş ay çalışan bu seçkin sanatçı, yetkililere öneriler sundu. Daha sonra gerek İkinci Dünya Savaşı'nın başlaması gerekse başka sebepler yüzünden Hindemith'in önerileri yeterince uygulanmadı.

Bununla beraber Alman ve Avusturyalı öğreticilerin görevlerini sürdürdüğü 1946 yılına kadar büyük bir gelişme yaşandı. 1936'da Ankara Devlet Konservatuar'ı açıldı. Eski Musiki Muallim Mektebi yeniden düzenlenerek Gazi Eğitim Enstitüsü'ne bağlandı ve 1938'de Eduard Zuckmayer'in yönetiminde yeni binasına taşındı. 1933 yılına dek Milli Savunma Bakanlığına bağlı bulunan Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası, 1934'de bağlandığı Milli Musiki ve Temsil Akademisi'nden ayrıldı ve 1936'da başlı başına bir kuruma dönüştü. 1939'da Askeri Müzikalar Ortaokulu açıldı ve bu okul 1949'da Askeri Müzika Meslek Okulu adını aldı.

1940 yılında TBMM'de Devlet Konservatuarı Yasası, geleneksel mûsikinin öğretimine yer verilmeksizin kabul edildi. Bu yasa uyarınca kurulan Tatbikat Sahnesi, 1942'de Ankara ve İzmir'de Türkçe opera gösterilerini başlattı. Bu kuruluş yedi yıl sonra yasayla Devlet Operası'na dönüştü. Yaratıcısı ve seslendirici sanatçılar yetiştirilmesi için 1936 Ekim'inde açılan Ankara Devlet Konservatuarı'nı 1954'te İzmir Müzik Okulu izledi. 1969'da İstanbul Devlet Konservatuarı kuruldu. 1940'ların ortalarında adlarını en çok duyuran beş genç besteci Türk Beşleri olarak tanıtıldı. Necil Kâzım Akses, Ulvi Cemâl Erkin, Ahmet Adnan Saygun, Hasan Ferit Alnar, Cemal Reşit Rey... Her biri usta birer besteci olarak kabul edilmekle birlikte ulusal bir ekol oluşturmadıkları için de eleştirildi bu ünlü besteciler.

Çok sesli ulusal musikinin özendirilmesi için İnönü Armağanı konuldu. Bu ödül ilk kez 1942'de Hasan Ferit Alnar, Ulvi Cemâl Erkin ve Ahmet Adnan Saygun'a verildi. Bugün de çok sesli müziğin önemli diğer bestecilerini de şöyle sıralayabiliriz.

Nevit Kodallı, İlhan Usmanbaş, Ferit Tüzün, Muammer Sun, Kemal İlerici. 1948 yılında çıkarılan Harika Çocuklar Yasası çok sesli müziğe yönelik devlet desteğinin

en çarpıcı örneklerindendir. Bu yasa uyarınca önce 8 yaşındaki piyanist İdil Biret, sonra 12 yaşındaki kemancı Suna Kan müzik öğrenimi için Paris'e gönderildiler. Daha sonraki dönemlerde de sayıları 10'u aşkın harika çocuk bu amaçla yurtdışına gönderildi. Ancak daha sonraki yıllarda yeterli ödenek bulunmadığı için bu uyguluma yürütülmedi.

1950 Mayıs'ındaki iktidar değişikliğinden sonra, musiki yaşamında değişiklikler baş gösterdi. Çok sesli müzik, artık devletin toplumu ulaştırmak istediği uygarlık hedefinin bir parçası olarak değil, tıpkı 19. yüzyıldaki gibi Batılı ve uygar bir ülke görünümü vermek için kullanılan bir araç oldu...

Mustafa ÖRÜNK

Page 25: Mersin Polifonik Dergi - 1

25

İNSANLAR ŞARKI SÖYLEMELİ AMA EVRENSEL BOYUTTA...

Ankara yolcularının en küçüğü 6 En büyüğü 60 yaşında idi. 200 kişi idiler hep. Hiç eksilmediler. Ortak nitelikleri çok sesli evrensel Müziği sevmekti. Çok sesli idiler ama, Mersin'de sessiz, sedasız çalıştılar aylarca. Anneler çocuklarını, Beyefendiler hanımefendi eşlerini, Sonbaharla yaz arasında geçen sekiz kocaman ay ve Saatler boyu süren müzikli dakikalar içerisinde Kültür Merkezi'nin son ışıkları sönünceye kadar beklediler...

Mersin sıcak Akdenizlilerin kenti. Mersin büsbüyük şehirlere göçetmiş sanatçıların, bilim adamlarının doğum yeri, İlham kaynağı.. Doğarlardı, büyürlerdi gelişirlerdi ve büsbüyük, Ama Mersin'e çok uzak kentlerde kalıverirlerdi yıllarca... Unuturlar mıydı acaba yasemen beyazını, Mimoza sarısını, Begonvil moru'nu ve, Misler yükü portakal çiçeğinin kokusunu? Ama şimdi 6 ile 60 arasında 200 Mersinli Müzik götürdüler, çağdaş sanatı götürdüler, Evrensel çok sesli müziğin Akdenizli'deki görünümünü Büsbüyük Ankara'ya taşıdılar. Onlar gibi 2000 çoksesli müzikseverle birlikte, Ankara'daki işleri sadece "evrensel şarkılar" söylemekti. Kocaman altı otobüsün yolcuları. Ankara'da dokuz ayrı konukevinde kaldılar.. Gündüzleri otobüslerde birarada olanlar. Geceleri ayrı semtlerde farklı odalarda kalıverdiler. Ne için? Çok sesli evrensel Müziği sunabilmek için Mersin 'i onurlandırmak için. Harçlıklarının yettiği kadar karınlarını doyurdular, Annelerin, eşlerin hazırladığı yiyecekleri paylaştılar sevinçlerle

Ankara Cumhurbaşkanlığı Senfoni orkestrası sahnesinde idiler, Otuzlarla, kırklarla ama tek yürekli.. Gözler Aleks'teydi, Engin'deydi, Reyhan'daydı.

Page 26: Mersin Polifonik Dergi - 1

26

Dikkatle...

Mersin Devlet Opera ve Balesi çocuk korosu idiler. Mersin Polifonik korolar derneği gençlik korosu idiler. Büyükler korosu idiler. Mersin'li idiler ve Tam 200 kişi idiler. Mersin'de sessiz sedasız, Ankara'da çok sesli idiler.

Bir Moldova'lı Bir Amerikalı zencinin şarkısını, o güzelim tenor sesi ile icra etti Ankara'da Türkiye'de Sevgiyle coşkuyla (Teşekkürler Büyükler Korosu Şefi Sn. Alexeı Vınogradskı) Bir şef, Gençlik korosunun "Gülpembe"sini "Yavuz" türküsünü bitirir bitirmez ve Alnının teri kurumadan henüz, Bir hızla yerini aldı büyükler korosunun "Bas" sesleri arasına. (Teşekkürler Gençlik Korosu Şefi Sn. Engin Aktuğ) Bir Anne... İkinci bebeğinin doğmasına bir iki ay kala Onlarca çocuğunun, öğrencisinin karşısında ve ayakta Ve gururla, sevinçle yönetiyordu korosunu. (Teşekkürler Operamızın Çocuk Korosu Şefi Sn. Reyhan Bezdüz)

Ve, Bütün bu çok seslilerin en büyüğü Çok sesliliğin yaşayan büyükbabası Sessiz, sakin ve kalender heyecanlarla Seyirci koltuklarında bizleri dinlerken Hangi türkümüzü evrenselliğe taşıyan notalarını yaratıyordu aydınlık yüreğinde. (Teşekkürler Devlet Sanatçısı Sn. Prof Nevit Kodallı)

Ödüllerimiz mi dediniz! Anne veya babanın, Eşimizin, Çocuğumuzun, Torunumuzun, Öğretmenimizin Ve Sevgilimizin, Bir busesi neyimize yetmedi ki? (Teşekkürler. Sizleri de çok seviyoruz.)

Page 27: Mersin Polifonik Dergi - 1

27

Kasım 1999. Çok sesli evrensel müziği söylemeye devam ediyoruz.. Miniklerle, Çocuklarla, Geçlerimizle, Üniversitelilerimizle, Opera gençleri ile büyüyerek, çoğalarak. Bilmem sesimizi duyabiliyor musunuz?

Vahap KOKULU

Page 28: Mersin Polifonik Dergi - 1

28

BİR SONBAHAR MASALI Uzak bahçelerde güneş, ilk yaprakları sarartmanın rahatlığıyla, ardından ikindi serinlikleri

bırakıp gidiyor. Son çiçekler, dal uçlarında neşeli çocuklar gibi kıpırdıyor. Üzüm salkımları tanelerini sapsarı ışıldatıyor yapraklar arasından. Akşama doğru, kuşlar saltanatı başlıyor tenha bahçelerde. Ağaçlar, mesut bir yorgunlukla giriyor geceye. Toprak, kuru dallar, otlar tanıdık bir şarkıyla gelen yağmurun serin-liğine bırakıyor kendini. Sonbahar, uzak ve serin bahçelerden, gök gürlemeleri, ince yağmur sesleriyle şehre doğru yürüyor.

Yüzün her zamankinden çok sonbahara benziyor senin. Bir adam, yağmur sesine kaptırıyor kendini, zamanı unutuyor. Gece, ıssız bir orman gibi kaplıyor

sokakları. Camlar ardına çekiliyor kadınlar. Camlarda, yağmurun sarkılan başlıyor. Sonbaharın tüm olumsuz çağrışımlarını unutuyorsun. Yeni bir güne başlar gibi bir mevsime

giriyorsun. Bir şarkıdan diğerine geçer gibi. Sarmaşık, son çiçeklerini açıyor bir yandan. Biraz ötelerde, yol kıyılarında, tepelerde beyaz, mor, kırmızı güz çiçekleri süslüyor toprağı. Kulakları yağmur sesine ayarlanmış gibi, ilk yağmurlardan sonra açıveriyor güz çiçekleri.

Bugün çokça sonbahara benziyorsun. Gök gürültüleri ve şimşek aydınlıklarıyla bölünmüş bir rüyanın hafifliğiyle işiyor yüzün. Sabah,

bir masal gibi sarıyor eşyayı. Güneş, saçlarını donuk, üşengeç sisler ardında gezdiriyor. Fersiz bir sarılık, denizin üstüne doğru süzülüyor. Şehir, romantik bir ressamın, mesela Tuner'in suluboya tablolarından birini andırıyor. Her şey hafif, birbirine karışmamış renk lekelerinden oluşan kocaman bir suluboya tabloya, genişletilmiş bir rüyaya benziyor. İstanbul; Çamlıca'da, Sarayburnu'nda ve Boğaz'ın kendi masalına aşina sırtlarında kanayan güneşin utangaç ışıklarıyla konuşuyor. Bu masalın içinden, nühüft bir beste gibi sesleniyor yüzün...

Sonbahar kocaman bir tereddüt olarak kuruluyor insanların kalbine. Söylenen her söz biraz eksik her şarkı biraz yarım sanki. Sislere, vapur düdüklerine karışan İstanbul, bir görünüp bir kaybolan kıyılar... Sahilde bir kadın, ömrünün bütün macerasını okuyor İstanbul'u aldatan sislerin aynasında.

Bugün sonbahara ne çok benziyorsun. Güz çiçekleri gibi, ince ve soylu hüzünlerle, mutlu yalnızlıklarla besleniyor yaşama sevincin. Hafif ve

sınırsız düşlerin... Her mevsimde tazelenen şükrün, her sabah sımsıkı tutunduğun ümitlerin... Yine hiçbir şey olmamış gibi, yağmurlar yağmamış, şehir sislerle örtülmemiş, güz çiçekleri

açmamış gibi dolmuşlar, vapurlar ve otobüsler tıklım tıklım. Bir kıyıdan diğerine insanlar dolusu sonbahar taşıdığının farkında değil vapurlar. Vapur düdükleri sisleri yardığının martılar sislerin ardında bir masal yaşandığının farkında değil. Ve lodos... "İstanbul'un bütün afeti ve lezzeti..." "Çok kıskanç, belalı bir aşık gibi ortaya çıkıyor. Daha bir kaç hafta evvel o kadar hırpaladığı, yerden yere çaldığı, adeta dört bir tarafa dağıttığı sevgilisini durmadan süslüyor, güzelleştiriyor. İstanbul, bu sevginin ve okşamanın altında mesut, hatta biraz baygın, gülüyor..." (x)

Bugün her zamankinden çok İstanbul’a benziyorsun. İstanbul'un yeni bir masala başlıyor. Kış hazırlıkları aceleci alışverişler, okul kapıları. Yine otobüsler,

yine vapurlar. Hızla geçilen caddeler, yağmura yakalanmalar, ıslak saçlar, rüzgarlar... Boş vermeler, aldırmamalar, hafif üşütmeler... Heyecanlar... Hava çabuk karardı. Yandı ışıklar. Gecikmiş kuşlar. Karanlığı bıçak gibi yarıp geçen kanatlar... Sonbaharlar...

Evlere sığmıyor içinin sonbaharı. Yüzünden bambaşka bir rüya okunuyor. Tutup Necatigil okuyorsun: "Kimi gün ortası yanına sokuluyor/ En çok güz aylan ve yağmur yağınca/ Alçalır ya bir bulut, o hüzün bulutunda/ Uzanıp alıyorum kimse olmuyor/ Solgun bir gül oluyor dokununca."

Haydarpaşa'dan tren düdükleri işitiliyor. Tren, yağmurları sindire sindire kayboluyor uzakta. Kalabalıklar vapurlara doluşuyor. Yüzü sonbahara benziyor insanların. O çiçekler, o güz çiçekleri orada öylece duruyor. Kimse bilmiyor, hatırlamıyor onları. Sen şimdi kalkıp onlara gitmelisin. İnce yağmurlara kapılıp dağlara doğru yürümelisin. Şehri bir kaplayıp bir açılan sis olmalı, sisler ardından nühüft bir beste gibi sesin ışı-malı, vapur düdükleri bir daha, bir daha çalmalı... İstanbul'da bir sonbahar masalı başlamalı, Lodos, deniz ışıkları, kestane kokuları ve caddeler boyunca uzanan ıslak ezan sesleri... (x) Ahmet Hamdi Tanpınar, Yaşadığım Gibi.

Ali KOÇAK

Page 29: Mersin Polifonik Dergi - 1

29

Bir CD/ KASET MİNYATÜRLER/ Miniatures

Keman sanatçısı Cihat Aşkın ile piyanist Mehru Ensari'nin ortak çalışmalarının ürünü olan Minyatürler albümü son yıllarda az rastlanan kalitede bir yapıt.

Teknik becerisi ve gelişen yorumu ile özellikle Türk bestecilerinin eserlerine yakın ilgi duyan Cihat Aşkın ve Mehru Ensari bizleri çoktandır özlediğimiz tat ve duygulara götürüyor. Kalan Müzik yapımı olan CD / Kaset'in repertuarındaki parçalara gelince:

Sarı Gelin: (Anonim) Yüzyıllar boyunca Anadolu topraklarında yaşayan topluluklar kendi kültürlerini üretmiş ve komşu kültürlerinden etkilenmişlerdir. Sarı Gelin'in Erzurum yöresinden alınmış olan versiyonu ile Ermenice okunan kaynaklardan alman versiyonu arasında melodik yapı bakımından pek bir fark olmamakla beraber, sözlerinin Türkçe ve Ermenice olmak üzere iki versiyonu vardır. Sarı Gelin veya Dağlı Gyalin. Parça yüzyıllar boyunca aynı köyde yaşamış olan farklı kültürlerin ürettiği ortak değerlere en güzel örnektir.

Kız Belin İncedir İnce: (Anonim) Kafkas müziklerini inceleyen ve kullanan ünlü Rus müzikolog ve besteci Ippolitov Ivanov (1859-1935) 1930'da bestelediği ve Op.65 Türk Fragmanları adını verdiği eserinde bu melodiyi kullanmış, çağımızın önemli bestecilerinden Luciano Berio'da aynı melodiyi hiç değiştirmeyerek şan ve orkestra için düzenlemiştir. Ayrılık: (Ali Selimi) İran Azerbaycanında doğmuş olan Ali Selimi'nin derlediği parçalar arasında en tanınmışlarından biridir.

Für Allen. Dev Masal. Kanto: (Münir Nurettin Beken) Halen Maryland Üniversitesi Türk Müziği Kürsüsü Başkanı olan Beken, Für Allen isimli parçayı kuzeni için bir viyola eseri olarak bestelemiştir. Barışçıl bir hava ile başlayan eser, oda müziği özellikleri taşıyan ve her iki saza da gereken önemi veren bir yapıya sahiptir. Dev Masalı adlı bölüm bestecinin TRT için yazmış olduğu Avrupa'da Türk İzleri' isimli belgesel müzikten, keman ve piyano için besteci tarafından düzenlen-miştir. Eski İstanbul'dan nostaljik bir eser, Kanto, bestecinin 1987 yılında yazdığı bir piyano parçasıdır.

Buselik Saz Semaisi Op.3: (Cihat Aşkın) 1988 yılında bir okul ödevi olarak yazılmış, fakat daha sonra keman ve piyano için çok seslendirilmiş olan eserde geleneksel Saz Semaisi formu korunmuştur. Eser 4 hane ve her hane arasında aynı melodiye sahip olan bir mülazimeden oluşuyor. 4'ncü hane 6/8 ritminde olup bir Mevlevi ayinin son yürük semaisini hatırlatır dinleyiciye.

Tango, Özleyiş: (Necip Celal Andel) Cumhuriyetin ilk besteci ve kemancılarından olan Andel, klasik tarzda eserler vermiş olmasına rağmen daha çok tangoları ile tanınır. Alman soprano Evelyn Holt'a ithaf edilen 'Özleyiş Tangosu', Türk tango geleneğinin en tanınmış parçası olup, birçok sanatçı tarafından plağa okunmuştur.

Salacak Şarkısı Op.2: (Cihat Aşkın) Salacak içinde pek çok eski evi barındıran İstanbul'un en güzel semtlerinden biridir. Bu semtteki en eski evlerden biri de Türkiye'nin ilk eczacılarından Mustafa Nevzat'ın evidir. 1989 yılında Mustafa Nevzat Bey'in kızı Nevhiz Pak tarafından Kültür Evi olarak açılan mekan, İstanbul'un tarihi yapı özelliklerini korumakta ve dinleyiciye bambaşka bir atmosferde konser dinleme olanağı vermektedir. Eser ilk defa burada seslendirilmiş ve Nevhiz Pak'a ithaf edilmiştir.

Ağıt 1,2: (Musa Göçmen) 1974 doğumlu genç bir bestecimiz olan Göçmen, küçük yaşta girdiği Bando-Mızıka okulunda öğrenimini başka çalgılar içinde eser vererek sürdürmektedir. Besteci ve düzenlemeci olarak çalışan Göçmen'in halk müziği üzerine araştırmaları, hafif müzik tarzında eserleri vardır. Ağızların içli ve dokunaklı yapılan dinleyici üzerinde derin, içe işleyen bir etki bırakmaktadır.

Page 30: Mersin Polifonik Dergi - 1

30

Amalimiz Efkarımız: (Miralay Rafet Bey) Türkiye'de çok sesli müzik geleneği 1826 yılında bandonun kurulmasıyla başlamıştır. Eser veren bando bestecileri de ilk çok sesli müzik yazan bestecilerimizdir. Musıka-i Hümayun için yazılan bu eserler doğal olarak marş tarzında olmuştur. Batı etkisi taşıyan birkaç marş dışında, hemen hemen hepsi Osmanlı karakteri yansıtan ve Türk Müziği etkisini hissettiren orijinal eserlerdir. Amalimiz Efkarımız' bunların içinde yavaş temposu ile enteresan bir özellik taşımaktadır.

Neşide-i Zafer: (Leyla Saz) 1850 yılında İstanbul'da doğan ve 1935'de ölen Saz, sarayda yetişen bir kadın olarak o yılların özelliklerini daha sonra çeşitli anı kitaplarında toplamıştır. Medeni Aziz Efendi ve Nikos Ağa'dan dersler alarak Klasik Türk Müziği ve Batı müziğinde de kendini geliştirmiş, unutulmaz eserler bırakmıştır. 1908'de ilan edilen 2. Meşrutiyet için yazılan Neşide-i Zafer marşını Fehime Nüzhet Han ımın sözleri üzerine bestelemiştir.

Kavak Marşı: (Mehmet Zati Arca) Arca, 1864-1951 yılları arasında yaşamış bir klarnet virtüözümüzdür. Musika-i Hümayun devresinden geleneği klarnet çalma geleneğini kendinden sonraki devreye de taşımış olan bestecinin eğitim kitapları, film müzikleri, senfonik eserleri dışında, bando için marşları arasında en tanınmışlarından biri olan Kavak Marşı, İstanbul'un Karadeniz'e bağlandığı Boğaz'da görevli deniz birliği için yazılmıştır.

Trakya Marşı: (Halit Recep Arman) 1902-1982 yıllarında yaşamış olan Arman, bir bando şefi ve marş bestecisidir. Yazdığı marşlarda Türk ezgilerini kullanarak Muzıka-ı Hümayun geleneğini sürdürmüştür. Aynı zamanda Afganistan'daki Mızıka Okulunun da kurucusudur. Trakya Marşını henüz 20 yaşında iken yazdığı sanılıyor.

Eski Bir Nisan Şarkısı, Yeni Bir Nisan Şarkısı: (Cihat Aşkın) Nisan olgusu çocukluğumdan beri içimdedir. İçimdeki bütün güzel ve heyecan dolu duygular, düşünceler, yaşantım, bu Nisan olgusu ile bütünleşir. Belki de Nisan'da doğmuş olmam ya da Nisan'ın bana çok nostaljik gelmesi. Nisan'da daha olgunca yaratabilmem, hep Nisan'dan ilham aldığımı ve onun benim kaynağım olduğunu söylüyor bana. Eski bir Nisan Şarkısı benim ilk beste denemem. 1985'de yazdım. Çok gençlik hayali ve romantizm dolu. 10 sene aradan sonra 1995'de yazdığım Yeni Bir Nisan Şarkısı ise daha rafine. İki Nisan Şarkısı da Nisan'a birer ithaf... Heyamo: Birol Topaloğlu'nun derlediği bir Laz Türküsü, İmece manasına geliyor. Köylülerin nasıl ekin biçtiğini ve nasıl beraber çalıştıklarını anlatıyor. Keman ve piyano için orijinal melodiyi bozmadan hayli değiştirip, düzenlediğim Heyamo özgür bir düzenleme

Cihat AŞKIN

Page 31: Mersin Polifonik Dergi - 1

31

Lider Aranıyor Şefin görevi orkestrayı yönetmektir. Orkestradaki müzisyenlerin her biri şef olmadan da ses

çıkarabilir. Şefin görevi sıradan müzik yapanları bir arada "sıra dışı" müziğe yöneltmektir.

İnsanları oldukları gibi bırakırsanız, "sıradan insanlar" kalabalığı ortaya çıkar. Ama onları bir araya getirip özel bir hedefe yönlendirirseniz olduklarından daha fazla olmalarını sağlarsınız. İşte insanları özel ve de ortak bir hedefe doğru yönlendirebilen, heyecanlandırabilen, vizyona doğru harekete geçirebilen, "sıra dışı" hale getirebilen kişi liderdir.

Bir orkestra şefi nasıl bir müzik aleti çalmaz ise, bir general de savaşmaz. Bir başbakan tarlada sebze yetiştirmez. Bir sanayici makinenin başına geçip iplik üretmez. Liderlik, insanların önüne geçerek orkestrada çalanları, firmada çalışanları, orduda dövüşebilenleri olabileceklerinden daha iyi olmaya yöneltme sanatıdır.

"İyi olmanın ölçüsü" zaman içinde değişti. Eskiden arayış çevrede, ülkede, dünyada en iyi olmak idi. Şimdi ise "çevre, ülke ve dünya için" en iyi olabilmek arayışı var. Eskiden Japonya'da ekonomi bozulur, Japonya krize girer ise ABD'yi yönetenler bundan mutluluk duyardı. Şimdi sadece Japonya'da değil dünyanın başka yerlerinde de kriz çıktığında ABD'yi yönetenler endişe duyuyor. Çünkü başka ülkelerin sorunları hızla diğer ülkelere de yansıyor. Dünya bir aile haline geldi.

Bu değişim, yönetim anlayışını da değiştirdi. Günümüzün lideri, "-Ben liderim. Ben ne söylersem o yapılır. Soru sorulamaz. Uyum sağlayamayan burada duramaz. Önemli olan para, ün ve güçtür. Hedefi ben belirlerim. Herkes bu hedefe yönelmek zorundadır" diyemez. Böyle konuşan, böyle düşünen lider başarıya ulaşamaz. Hedefleri tek başına belirleyen lider eski sistemin bir parçası olur. Sadece hedefe odaklanan lider kâr/zarar hesabının içine tıkanıp kalır. Önemli olan insanları bir vizyon doğrultusunda ortak hedefler oluşturmaya yöneltmektir. Sayın okuyucularım, bu satırları geçen hafta Turcas'ın daveti ile İstanbul'a gelen Boston Filarmoni Orkestrası Şefi Benjamin Zander'in Ferhan Çamlıkaya'ya anlattıklarından özetledim.

"Bir senfoniyi yönetmekle bir şirketi yönetmek arasında hiçbir fark olmayabilir. Her ikisi de ruhun yaratıcısı ifadeleridir" diyen Zander geçen perşembe günü Lütfi Kırdar Salonu'nda bir konferans verdi. Zander'i dinledim. Söylediklerinden etkilendim. Zander diyor ki, "Tepede uçan kartallar için tarlaları çevreleyen çitler ve duvarlar bir şey ifade etmez. Çitler ve duvarlar sadece inekler ve koyunlar içindir."

Zander diyor ki, "İnsanlar doğar. Bazı kalıpların, kutuların içine girer. Hayat boyu bu kalıpların, kutuların içinden çıkamaz. En sonunda bir başka kutuya (tabuta) konulur ve gömülür. Hayatta iken kalı-pların, kutuların içinden çıkmayı başarın..."

Benjamin Zander'i İstanbul'da dinleyenlerin tamamına yakını ne yazık ki genç profesyonellerdi. Halbuki Zander'in söylediklerinden esas ders alması gerekenler politikacılar ve işverenlerdi. Liderlik koltuğuna oturup liderlik yapmayanlardı.

Güngör URAS - Milliyet

Page 32: Mersin Polifonik Dergi - 1

32

Ahmet Adnan SAYGUN (1907-1991)

2. Mersin Polifonik Korolar Şenliği'nde Yunus Emre Oratoryosu'nun MDOB Korosu tarafından seslendirilmesi nedeniyle Cumhuriyetimizin önde gelen bestecilerinden olan Ahmet Adnan SAYGUN ile başlıyoruz bestecilerimizi anlatmaya:

"Türk Beşleri" olarak adlandırılan bestecilerimiz, Cumhuriyetimizin müzik alanında ilk temsilcileridir. A. Adnan Saygun, Atatürk'ün müzik alanındaki atılımlarının gerçekleşen bir simgesidir. Çünkü o salt bir besteci değil, değerli bir düşün adamı, etnomüzikolog ve kompozisyon öğretmenidir.

7 Eylül 19O7'de İzmir'de doğan ve 6 Ocak 1991'de İstanbul'da ölen A. Adnan Saygun küçük yaşta müziğe olan ilgisini belli etti. 1912'de İzmir'deki Hadika-i Sübyan Okulu'na başladı. Müzik derslerinde yeteneğini gösterdi. 1918'de İzmir'de İttihat ve Terakki Mektebi'ne girdi. Dönemin ünlü müzikçisi ve öğretmeni İsmail Zühtü'den (Kuşçuoğlu) solfej dersleri aldı ve okulun dört sesli korosunda şarkı söyledi. İsmail Zühtü'nün önerisiyle Rossati'nin piyano öğrencisi oldu. 1922'de Macar Tevfik Bey'in, 1923'de Hüseyin Saadettin Arel'in öğrencisi oldu. Fransızca kitapları yardımıyla armoni ve kontrpuan çalıştı. La Grande Encyclopedie'den müzik maddelerini Türkçe'ye çevirdi. 1925'de İzmir'de ilkokul müzik öğretmenliğine başladı. Daha sonra Ankara'daki Musiki Muallim Mektebi'nde sınav vererek lise müzik öğretmeni oldu. 1926'da İzmir Lisesi'ne müzik öğretmeni olarak atandı.

1928'de Milli Eğitim Bakanlığının açtığı sınavı kazanarak müzik öğrenimi yapmak üzere devlet tarafından Paris'e gönderildi. Paris'te Madame Eugene Borrel'den armoni ve kontrpuan dersleri aldı, füğ çalıştı, org öğrendi ve Vincent d'Indy'den kompozisyon, Souber Bielle'den org müziği, Amadee Gastoue'den Gregorien müziği dersleri aldı. İlk yapıtı olan "Divertissement"i 193O'da Paris'te besteledi.

1931 Nisan ayında yurda döndü ve Musiki Muallim Mektebi'ne kontrpuan ve teori öğretmeni olarak atandı.

1934'de sözleri Münir Hayri Egeli'ye ait olan üç perde ve on iki tabloluk Özsoy (daha sonraki adıyla, Feridun) operasını yazdı ve bu yapıt ilk kez 19 Haziran 1934'de Ankara Halkevi'nde Atatürk ve konuk İran Şahı'nın huzurunda sahnelendi.

1934 yılında yine M.H. Egeli'nin tek perdelik librettosu üzerine bestelediği "Taşbebek" operası, Atatürk'ün Ankara'ya gelişinin 15. yıldönümü dolayısıyla 27 Aralık 1934 günü Halkevi'nde sahnelendi.

Saygun, Riyaseticumhur Orkestrası yönetmeni Osman Zeki Bey'in bu görevden ayrılması üzerine 1934'de orkestranın yönetmenliğine getirildi. Sağlığının bozulması nedeniyle orkestradaki bu görevinden ayrıldı, 1936'da İstanbul Belediye Konservatuarına teori öğretmeni olarak atandı. Konservatuarın arşivinde yaptığı çalışmalar sonucu, Karadeniz oyun havalarını notaya aktararak bir kitap yayınladı. 1936'da Bella Bertok'un Türkiye'ye gelmesini sağlaması ve onun ülkemizde kısa süreli kalışında gerçekleştirdikleri verimli işbirliğinin sonucu, birçok halk müziği araştırmalarıdır.

1939'da Ankara'ya çağrılarak CHP'nin müzik danışmanı ve Halkevleri Müfettişi oldu.

Adnan Saygun'un en önemli hizmetlerinden biri, 1940 yılında aynı ilkeye yönelen arkadaşlarıyla birlikte, Ankara'da "Ses ve Tel Birliği" adlı bir müzik derneği kurmuş olmasıdır. Yaşamını son yıllara kadar sürdürmüş olan bu dernek, Türk sanat müziğinin, çokseslilikte kendine özgü teknik ve estetiği oluşturarak, dünya literatürüne katılma yolundaki gelişim çabasını geniş ölçüde etkilemiş ve uluslararası sanat müziğiyle, büyük virtüözlerin Türkiye'de dinlenmelerini mümkün kılan konserlerin düzenlenmesine olanak sağlamıştır.

Page 33: Mersin Polifonik Dergi - 1

33

1946'da yeniden Ankara Devlet Konservatuarı kompozisyon ve modal müzik öğretmenliğine atandı. Bu arada bestelediği ''Yunus Emre Oratoryosu" Ankara'da seslendirildikten sonra, 1 Nisan 1947'de Paris'in Pleyel salonunda kendi yönetimi altında Lamoreux Orkestrası ve St. Eustache Korosu tarafından başarıyla seslendirildi. Daha sonra İngilizce sözlerle Leopohd Stokovski yönetiminde eski NBC Senfoni Orkestrası tarafından 25 Kasım 1958'de New York’ta sunuldu. Dünya çapında bir üne ulaşan Saygun, 1947'de International Folk Music Council'in yönetim kurulu üyeliğine seçildi. 1948'de İnönü Armağan ı 'n ı , 1949'da Palmes Academique Nişanını aldı. 1958'de İtalya'nın Stella della Soliderieta Nişanını ve Harriet Cohen International Music Award'ın Jean Sibelius kompozisyon madalyasını aldı.

Saygun'un New York’taki nota basımevi Southern Music Puplishing kurumu tarafında yayımlanan eserleri, dünyanın belli başlı sanat merkezlerinde icra edilmektedir.

Saygun'un müzik sanatının pedagoji dalında olduğu kadar, bilimsel dallarında da yapmış olduğu araştırma, inceleme ve yayınlar, olağanüstü önem taşımaktadır. Saygun'un bu alandaki bilimsel çalış-maları; melodinin doğal ve tarihi oluşum prosedürü üzerindeki düşünce, bulgu ve teorilerle ilgili araştırmaları, kendi düşünce, yargı ve teorisine özgü buluşları ve mod (makam) öncesi dönemleri ve Grek müziğiyle ortaçağ müzikleri üzerine yaptığı incelemelerden elde ettiği sonuçları içermektedir.

Saygun'un 1931 yılından bu yana ethnomuzicolque alanında yaptığı çalışmalar ve bu alanda yazdığı eserler, yurtdışında büyük yankılar uyandırmıştır; sanatçının büyük Macar bestecisi Bela Bartok'un Türkiye'deki yerel müzik araştırmalarıyla ilgili olarak kaleme aldığı İngilizce eser, 1976 yılında Budapeşte'de basılmıştır.

A. Adnan Saygun, 1952'de "Kerem" adlı operasını yazdı. Librettosu Sabahattin Batu tarafından manzum olarak yazılan 3 perde ve 8 tabloluk bu opera, 22 Mart 1953'de Ankara Devlet Operası tarafından sahnelendi. 1953'de 1. Senfonisini yazdı ve bu yapıt 1954 Mayıs ayında Viyana Radyosu'nda, Kasım ayında ise Ankara'da seslendirildi. 1947'de yazdığı Op. 27 birinci yaylı dörtlü 1954'de Paris’te de I’Ecole Normale de Musique konser salonunda seslendirildi.

1952'de başlayıp, 1958'de tamamladığı piyano konçertosu 1958'de Dünya Sergisi nedeniyle Brüksel’de Orchestre des Concerts Colonne eşliğinde İdil Biret tarafından çalındı. Bu konçerto 1963'de Moskova'da Niyazi Takizade yönetiminde seslendirilerek kayda alındı. Bir yıl sonra CSO eşliğinde Mithat FENMEN tarafından Ankara'da çalındı.

2. Senfonisini 1958'de yazdı. 2. yaylılar dörtlüsü ilk kez ABD'de Juilliard Dörtlüsü tarafından 1958'de yorumlandı ve 1960 yılında yazdığı 3. Senfonisi 1963'de Bakü'de ilk kez Saygun yönetiminde ve Moskova'da Niyazi Takizade yönetiminde çalınarak kayda alındı.

Bu dönem içerisinde Saygun, Ankara Devlet Konservatuarında kompozisyon öğretmenliğini sürdürürken, ayrıca Talim ve Terbiye Kurulu üyeliği yaptı ve okul müzik eğitimi ile ilgilendi.

1964'de yeniden opera bestelemeye yönelen Saygun, 3 perdelik "Gılgamış Destanı”nı yazdı. Bu operanın librettosunu da besteci hazırladı.

1967 yılında tamamlanan Op. 44 Keman Konçertosu'nun Dünya'da ilk seslendirilişi Prof. Lessing yönetiminde CSO eşliğinde, kemancı Suna Kan tarafından 27 Aralık 1968'de gerçekleştirildi.

Sabahattin Batu'nun librettosunu yazdığı 3 perdelik ve 8 tabloluk "Köroğlu" operası ise ilk kez Uluslararası 1. İstanbul Festivali'nde yer alarak 25 Haziran 1973'de İstanbul Açıkhava Tiyatrosu'nda sahnelendi.

Saygun, 1976'da bestelediği ve aynı yıl seslendirilen 4. Senfonisinden sonra 1978'de "Viyola Konçerto"sunu yazdı. Bu yapıtını 1979'da yaylı çalgılar için "Oda Konçertosu" izledi.

1982'de yazdığı ve Gürel Aykal yönetiminde CSO ile İstanbul Devlet Opera Korosu eşliğinde, Suna Korat, Işın Güyer, Erol Uras ve Ayhan Baran'ın solist olarak katıldığı "Atatürk'e ve Anadolu'ya Destan" adlı yapıtı 16 Haziran 1983'te seslendirildi. Bu yapıtın sözleri besteci tarafından yazılmıştır. On beş "Deyiş "ten oluşan "Destan" Saygun açısından Atatürk'ün kendisine bırakt ığı bir vasiyet niteliğindedir.

Page 34: Mersin Polifonik Dergi - 1

34

1985'te tamamlanan 5. Senfoni ise aynı yıl CSO tarafından Ankara'da yorumlandı.

Saygun, besteciliğinin yanı sıra yerel müziklerimiz alanında da önemli bir araştırmacıdır ve bu konuda yapılan yurtdışı toplantılarına Türkiye'yi temsil etmek üzere gitmiştir. Ayrıca müziğin çeşitli konularında yazılmış kitapları ve yazıları vardır. Bestecinin "Töresel Okuma Kitabı" ve dört ciltlik "Musiki Nazariyatı" konservatuarlarımızda eğitim kitabı olarak okutulmaktadır.

Her besteci gibi, Saygun'un da sanatsal serüveni bazı dönemleri kapsar. Bülent Tarcan'ın deyişiyle "Son derece güç beğenir bir sanatçımızdır. Özeleştirisi acımasızdır." Yapıtlarını titiz bir arayış içinde, belirli aşamalarda ortaya getirir. 1930'da yazdığı Divertimento'dan 1946'daki Yunus Emre Oratoryosuna kadar olan yapıtları genel olarak ilk yaratma dönemi olarak değerlendirilir. İkinci döneminde halk müziği öğelerinin yanı sıra Türk makamlarına da yönelir. Bülent Tarcan, bu dönem için şunları söylemiştir: "Modal çalışmasında bir sihirbaz gibi kullandığı çizgisel yazısıyla gayet ileri ve orijinal bir stilin içine girmiştir".

2. yaylılar dörtlüsüyle başlayan üçüncü döneminde ise Önder Kütahyalı'ya göre, "Son derece verimlidir. Kullandığı deyiş olgun, anlatımı derin ve yoğundur. Makamsal öğeler soyutlanmıştır. Orkestralama, güzelliğin doruk noktasına ulaşmıştır. Müzik, tonsuzluk ve elektronik teknik dışında, çağdaşlaşmanın hemen bütün olgularını özenli bir arayış içinde sergiler. 3. Senfoni, 3. Yaylılar Dörtlüsü, Piyano için "Aksak Tartılar Üzerine On Etüd", "Oniki Prelüd, Keman Konçertosu" ve yaylı çalgılar orkestrası için "Söyleşi" gibi yapıtlarla ortaya koyduğu bu aşamasında Saygun, en olgun yaratma düzeyine ulaşır".

1971 yılında "Devlet Sanatçısı" unvanı verilen Saygun, 1972 yılında emekli olmuş, Devlet Konservatuarı'ndaki görevini Devlet Sanatçısı olarak sürdürmüştür. 27 Nisan 1978'de Ege Üniversitesi tarafından fahri doktora payesi verilen sanatçı 1981'de "Atatürk Sanat Armağanı"yla, 1985'te "Sanatçı Profesör" unvanıyla onurlandırıldı.

Sanatçının sürekli bir gelişim çabası içinde olan çok sesli Türk sanat müziği üzerine düşünceleri kısaca şöyledir: "Sanat her zaman, kökü içinden çıktığı toprağa bağlı kaldıkça gelişmiştir. Sanat, kökünden ayrılınca ölür... Çoksesliliği müziğe tabiat ve fizik kanunları getirmiştir. Halk musikisinde, ilkel olarak çoksesliliği ve armoniyi benimseyen bir arayış sezilir... Edebiyatımız nasıl bir değişime girmişse, musikimiz için de paralel olarak bir değişme kaçınılmaz olmuştur. İkinci Mahmut'un mehteri kaldırıp, yerine bandoyu koyması, bu değişim ihtiyacının bir belirtisidir. Osmanlı toplumundaki bütün yeni yol arama çabaları gibi..."

A. Adnan Saygun'un yapıtlarının seslendirme üzerindeki hakları SACEM'e aittir. Yayınlanan bir kısım yapıtlarının telif hakları Southern Music Puplishing, New York ve Hamburg'taki Peer Musikverlag'a aittir.

Çoksesli Türk Sanat Müziği’nin oluşmasına öncülük eden "Türk Beşleri"nin en verimlisi olan A. Adnan Saygun 6 Ocak 1991'de İstanbul'da aramızdan ayrılmıştır.

KAYNAKLAR

1. Cevat Memduh Altar, Opera Tarihi

2. Ahmet Say, Müzik Ansiklopedisi

3. Ahmet Say, Türkiye'nin Müzik Atlası

4. Vural Sözer, Müzik Ansiklopedik Sözlük

5. Filarmoni Sanat, S.147

Derleyen: Mustafa ÖRÜNK

Page 35: Mersin Polifonik Dergi - 1

35

YUNUS ve YUNUS EMRE ORATORYOSU Yunus Emre, Türk ruhunu dile getirmede, hemen yedi asır, nefesi her sesin üstünde kalmış bir

gönül eridir. Türlü olaylarla çalkalanan Anadolu halkı, onun ilahilerinde güvensiz günlerinin avunmasını, haksızlık gördüğü zaman ölümün sağladığı amansız eşitliği anlatan mısralarında şaşmaz adaletin koruyucu duygusunu, gurbette çaresiz kaldığı anlarda onun ebedilik terennüm eden sesinde en yakın, en vefalı dost yüreğini aramadan bulmuş; onu sevmiş, ona bir ruh kurtarıcısı olarak tapmıştır. Hiçbir bey, hiçbir emir, hiçbir sultan; bu mütevazı halli, "gözüyaş, bağrı taş, koyundan yavaş" derviş kadar yurdumuzda saltanat sürememiş, hükmünü bu kadar derinlere sindirememiş, bu kadar ömürlü olmamıştır. Yunus Emre, dimağlarda medrese istibdadının ferman ferman olduğu devirlerde hürriyetin, tanrılaştırılıp kargaşalık doğurduğu zamanlarda iç inzibatının sığındığı sakin, huzurlu bir ruh köşesidir.

Onun şiirleri, sese bürünmüş söz, söze sokulmuş bir özdür. Türkçe düşünmüş, Türkçe duymuş ve Türkçe düşündürüp duyurmuştur. Burada Türkçe derken, yalnız Türk dilini anlamamalı; demek istediğim, onun su katılmamış "Türk olarak" düşünmüş ve duymuş, düşündürüp duyurmuş olduğudur. Allah diye bağırıp coşan, ağzı köpüklenmiş tekke dervişlerinden Frenk diyarında tahsillerini yapmış modern insanlara kadar bu sesi bir vesile ile duyup işitmiş olan her cins adam Yunus'a bağlanmıştır. Şiirden anlayan hele "saf şiir" nedir bilen hiçbir kimse, Yunus'u büyük şair bulmakta tereddüt edemez. Yunus milli olduğu kadar insani bir sestir. Hangi dile tercüme edilirse, o dili bilenlerin yakın dostu olur. O kadar asli temlere dokunmuş, beşiri kaygıları söylemiş, o kadar candan konuşmuştur.

Değerli bestecimiz Adnan Saygun, Yunus'u sevmekte ve bestesine konu yapmak için onu seçmede başarısının ilk sebebini bulmuş sayılabilir. Zaten kendi sesi ve hele kendisinin çok güzel sesi olan Yunus'un tıpkı onun gibi bir Türk olan bu sanatkarda uyandırdığı ilham; hallolmamış beşeri meselelerin susuzluğunda yanmış olanlar için kurumak bilmez bir kaynak olacaktır. Şimdiye kadar kim bilir, Yunus'u kaç milyon fani heceledi; kaç milyon biçare aç ve hasta ruhunu onunla besleyip şifalandırdı? Yunus bütün insanlık için, kendisinden alındıkça artan bir gönül gözüdür. Daha pek çok sanatkâr, şair, hakim, onda tükenmez bir ruh pınarı bulacaktır. Yunus'un sözleri asırlarca Tanrı ibaretlerinin ahenkli bir ayini olmuşsa, bu sadece göreneğin, basitçe bir geleneğin eseri sanılmamalıdır. Yunus gerçekten büyük bir şairdir. "Yunus Emre Oratoryosu", ne bir mersiye, ne bir methiye, ne alaturka, ne alafranga; yalnız ve yalnız Yunus'un ölümsüz şahsında içli, duygulu Türk ruhunun, hayatmemat dediğimiz muamma karşısındaki arama cehtidir. Yunus'u bir kere daha takdis, onu söyletmeye muvaffak olduğu için sanatkâr Adnan'ı takdir ederim.

Not: Bu yazı Yunus Emre Oratoryosu 'nun 25 5 1946 Cumartesi günkü ilk seslendirilişi dolayısıyla çıkarılmış olan broşürden alınmıştır.

Hasan Ali YÜCEL

Page 36: Mersin Polifonik Dergi - 1

36

AŞK GELİCEK CÜMLE EKSİKLER BİTER Bu oratoryo, sanat hayatımın en büyük tecrübelerinden biri oldu. Her şeyden önce Yunus Emre'ye

yaklaşabilmek için ruhumun gerektiği gibi hazır olmadığını, oratoryoyu yazmadan önce, yıllar yılı hissettim. Besteleme arzusuyla O'nun şiirlerine elimi her uzatışımda kolumun kanadımın kırıldığını, nefesimin kesildiğini duyar, acı ile hüsranla geri çekilirdim.

Çocukluğumdan beri yanımdan ayırmadığım divanını okur, şiirlerinden bazısının beni büyülemesine karşılık bazısını da bir türlü benimseyemediğimi sezer, bunu bir türlü kendime izah edemezdim. Zamanla divanın içinde sıralanmış olan şiirlerin hepsinin Yunus Emre'ye, benim sevdiğim Yunus Emre'ye ait olamayacağı kanısına vardım; bugün daha da i güçlenmiş olarak benimsediğim bu düşünce beni, kendime göre, asıl Yunus'a mal ettiğim şiirleri ayrıca değerlendirmeye yöneltti. O zaman, bu ulu insanın "Visâl'e" ve "Huzur"a götüren yoldaki çırpınışlarını, çilesini daha iyi sezer gibi oldum. Bu çile, aynı yolda yürümeye çabalayan her insanın, huzura susamış, ama bağlı gözlerle ne yola gideceğini bin yıllar boyu şaşırmış, uçuruma sürükleyen taşkın sularda hangi dala sarılacağını bilememiş, görememiş bütün insanlığın çilesi idi. Yunus Emre'nin:

"Aşk gelicek cümle eksikler biter." mısrasıyla ne engin bir özlemi dile getirdiğini, ne özlü bir varışın kapılarını ardına kadar açıp huzurun nur dolu alemini gözler önüne seriverdiğini artık içimde duyuyordum. O zaman bu aranışı, sürçmeleri, çileyi ve varışı kendime özgü bir oratoryo anlayışı içinde verebileceğimi düşündüm. Artık Yunus benim için bir sembol olmuştu. Bu anlayışıma uygun şiirleri Yunus Divanı adı verilen şiirler dergisinden seçtim, kiminden birkaç dörtlük, kiminden birkaç mısra aldım. Bazen mısraların yerlerini değiştirdim. Aldığım şiirlerden bazısı Yunus'un dahi olmayabilirdi. Bunların benim için bir önemi yoktu. Ben bir edebiyat tarihçisi değildim; zira, dediğim gibi, yazma adını vermiş olan Yunus, benim için İnsan'ın, İnsanlığın sembolü olmuştu. Oratoryo böylece meydana geldi ve onu bir çırpıda yazdım, tamamladım.

Sanat hayatımın en büyük tecrübelerinden birinin bu oratoryo olduğunu söylemiştim. Onüçüncü ve ondördüncü yüzyıllarda yaşamış olduğu anlaşılan Yunus Emre'nin şiirlerini O'na aykırı düşmeyecek bir hava içinde musikiye yansıtabilmek kolay bir iş değildi. Solistler, koro ve orkestra için çokseslilik tekniği ile yazacağım bu eserde en küçük bir sürçmeyi Yunus affedemezdi. Tamamiyle makami bir anlayışın hâkim olduğu, içinde yer yer kendime göre şekillendirdiğim ilâhilerin bulunduğu bu yazı, bu yüzden geleneklerimize dayan ıyor demekti . Geleneğimize ait unsurları geleneğimizin dışında kalan bir çokseslilik ile bağdaştırmak... Bu hiç de kolay bir iş değildi. Ama Oratoryo'nun 1946'daki ilk icrasından sonra Türk ve yabancı aydınlar bir yana, Anadolu'nun küçük şehir ve kasabalarında yaşayan türlü meslek ve yönlerdeki kimseler ile, bana kendi gönüllerince mektuplar yazan, belki de köylerinden hiç ayrılmamış Türk köylüsünden gördüğüm, beni son derece heyecanlandırmış olan olumlu ilgi, gözlerimi Yunus'a huzurla kaldırabileceğim ve ona "İşte şimdi anlıyorum ki sana ihanet etmemişim" diyebileceğim kanısını bana verdi.

Bu olaydan şu dersi çıkardım: Demek ki "gelenek" dediğimiz şeyi katı bir anlam içinde bize sunmak isteyenler haklı değildirler. Gerçekten, toprağa kök salmış ağaçlar gibi gönüllerimize kök salmış olan geleneklerimizi donmuş kalıplar gibi alma eğiliminde olanlar ne kadar yanlış yoldadırlar. Çağlar gelir geçer, çağlarla beraber insanlar da gelir geçer, ama evrim, yaşayışta evrim, ruhlarda evrim sonsuzluğa doğru yürür gider. Bu sonsuzluk yolunda sanat, ancak bu evrim havası içinde oluşacak, sanat adamı eserlerini bu hava içinde verecektir.

(Opera ve Bale Dergisi Mart 1997 13. sayısı)

Ahmet Adnan SAYGUN

Page 37: Mersin Polifonik Dergi - 1

37

BİR GÜLÜMSEME

Islak Altınoluk sabahında

Bir avuç suya

Takıldı gözlerim

Yürüyüp geçerken yanından

Umurumda değildi

Ne dün, ne gelecek

Arınmış çakıl taşları

Dalgadan, rüzgârdan, acıdan

Seksek oynarken gördüm onu

Tek başına

Çevirdi başını, "Merhaba" dedi

Bilmezdim o güne kadar

Gülümsediğini bir güvercinin

Sevdalısına.

Erdoğan TANALTAY

Page 38: Mersin Polifonik Dergi - 1

38

Müzik Fıkraları

MÜZİKÇİNİN SIRRI Toscanini provalarından birinde, orkestrasına yeni almış olduğu bir kemancının hiç de mutlu

görünmediğini fark etti. Adam iyi çalıyordu; parmaklan tellerin üzerinde uçuyor, yaylara doğru, nüanslara dikkat ediyor, tempoyu kaçırmıyordu. Ne var ki, sanki aklı başka bir yerdeydi. Maestro böylesini hiç görmemişti yönettiği orkestralarda. Kendine bir hakaretti bu. Daha büyük bir ateşle yönetmeye koyuldu. Eserin her yüksek noktası büyük bir gerginlikle patlıyor, tatlı ve duygulu yerler en dokunaklı ifadeler kazanıyordu. Adamın suratında bir ilgi belirtisi okunmuyordu gene de. Sıkıntıdan patlayacak gibiydi. Aralarda yerinden kıpırdamıyor, öylece duruyordu, sigara bile içmeye gitmemişti.

Prova bitince Toscanini dayanamadı artık, adamın yanına gitti.

- Neniz var kuzum, bir üzüntünüz mü? Yoksa, çaldığımız eserleri mi beğenmediniz?

- Hayır, Maestro, dedi adam, fena eserler değil.

- Öyleyse benim yönetimimi beğenmediniz.

- Hâşâ, çok iyi yönetiyorsunuz.

- Peki, ister misiniz, sizi ikinci kemanlardan birinci kemanlara alayım?

- Yoo, fena değil burası.

- E, nedir öyleyse yüzünüzdeki o sıkıntılı anlam?

- Maestro, ben müzikten pek hoşlanmam da...

ARTURO TOSCANİNİ -1867'de doğdu, 1957'de öldü. İtalyan orkestra şefi.

TEMPO - Basit olarak "hız", "sürat" anlamındadır.

MAESTRO - "Üstat" anlamına gelen İtalyanca terim. Günümüzde orkestra şefleri için kullanılan bu terim, önceleri önemli besteciler için kullanılırdı.

NÜANS - Bir müzik eserini ifadelendirmekte kullanılan "piyano", "forte" gibi müzikal dinamiklerin tümü.

ŞEFTEN HABERSİZ Londra’daki Cyristal Palace'de bir orkestra provası yapılırken, şef üçüncü kornocunun yerinde

olmadığını görmüş:

- Nerede üçüncü kornocu? Neden zamanında gelmedi?

- Öldü, efendim.

Şef iyice kızmış:

- Bana bir haber göndermek yok mu?

NOT: Prof. Koral ÇALGAN'ın Müzik Fıkraları kitabından.

Page 39: Mersin Polifonik Dergi - 1

39

HABERLER

• Dernek üyelerimizden Necmiye ÇİFTÇİ bir ameliyat geçirdi. Şu anda aramızda. Kendisine geçmiş olsun diyoruz.

• Dernek Yönetim Kurulu üyemiz Remzi Birin ve dernek üyemiz Sevim Birin'in İstanbul Üniversitesi Basketbol takımındaki kızları artık Mersin'de. Üniversite sınavlarına hazırlanıyor. Başarılar diliyoruz.

• Dernek üyemiz Hülya Cesuroğlu ve Çelik Bey'in sevgili oğulları Sungur Bilkent Üniversitesini kazandı. Kendilerini kutluyor, üniversite hayatında başarılar diliyoruz.

• Gençlik Korosu Şefimiz Engin Aktuğ ve Dernek Yönetim Kurulu üyemiz Hatice Aktuğ'un sevgili kızları Jale Anadolu lisesini kazandı. Kendilerini kutluyor, darısı üniversite sınavını kazanmasına olsun diyoruz.

• Dernek üyemiz Cem Mayk Sancar'ın eşi Semira Hanım'ın annesi vefat etti. Kendilerine ve tüm ailesine başsağlığı ve Tanrıdan rahmet diliyoruz.

• Dernek Yönetim Kurul üyemiz Vahap Kokulu ve Gülten Hanım'ın biricik kızları Esra evlendi. Genç çiftlere sonsuz mutluluklar diliyor, Kokulu ailesini kutluyoruz.

• Dernek Yönetim Kurulu üyemiz Müşerref Örünk, Dernek Üyemiz Mustafa Örünk'ün büyük kızları Sanem okulu bitirdi. İş Bankası uzman yardımcılığı sınavını kazandı. İş Bankası Genel Md. işe başladı. Örünk ailesini kutluyor, Sanem'e iş hayatında başarılar diliyoruz.

• Derneğimizin neşe kaynağı gezmeyi çok seven arkadaşımız Necla Akbulut bu yıl Uzakdoğu gezisini gerçekleştirmiştir. Daha nice gezmeleri dileğiyle...

• Sevgili Mayk Sancar da Almanya'ya uçmuş ve halâ bize o Almanya anılarını anlatamamanın sıkıntısını yaşamaktadır. Bir an önce bizlere anlata bilmesi ve başkanımız Sayın Selma Yağcı'nın korosunu Almanya'ya uçurması dileğimizle...

• Koromuzun hanımefendiliği ile tanınan kızı Sıdıka Targan Çukurova Üniversitesi Konservatuarı Şan bölümünü kazandı. Kutluyor başarılarının devamını diliyoruz.

• Derneğimiz Minikler Korosu kuruldu. Aramıza katılan Minikler Korosu şefimiz Ayşe Fahlioğulları'na, hayırlı olsun, aramıza hoş geldin, diyoruz.

• Derneğimiz Gençlik Korosu üyelerinden Ali Uğur, Çukurova Üniversitesi Konservatuarını, Sevda Pusat Müzik öğretmenliğini, Celâl Eldeniz İstanbul Üniversitesini kazandı. Gençlerimizin başarılarının devamını diliyoruz.

Page 40: Mersin Polifonik Dergi - 1

40

ANKARA POLİFONİK KOROLAR DERNEĞİ KOROSU 1989 yılında derneğin kuruluşu ile birlikte derneğin ilk korosu olarak kuruldu.

Kuruluşundan bu yana Koro'yu Mustafa APAYDIN çalıştırdı ve yönetti. Koro bugüne kadar

değişik bankalar, çeşitli yabancı kültür merkezleri, resmi, yarı resmi ve özel kuruluşlarla

işbirliği yaparak bir çok konserler gerçekleştirdi. Ayrıca Ankara Radyosu'nda stüdyo

konserleri, TV çekimleri, radyo yayınları, kaset ve disc yapımı için band kayıtları yaptı.

Konser salonlarında bir çok konser verdi. Koro dağarcığında özellikle hiç seslendirilmemiş

koro yapıtlarıyla derneğimizin amaçları doğrultusunda ulusal müziğimizin evrensel boyut

kazanmasına seçkin örneklerle yardımcı olacak yapıtlara yer vermektedir. Sanatçıların büyük

bir bölümü, mesleği müzikle ilgili bir meslek olmayan değişik meslek gruplarından oluşan

koro, bu yapısıyla da ülkemizde koro müziğinin her kesimce nitelikli olarak yapılabileceğinin

de bir örneğini oluşturmaktadır. Polifonik Korolar Derneği'nin 6 korosundan biri olan Dernek

Korosu Türkiye 2. Korolar Şenliği'nde "Entonasyon, Homojenlik ve Koro Tınısı Başarı Ödülü",

"Jüri Özel Ödülü" ve "Özel İkem Lisesi Özendirme Ödüllerini" kazanmıştır. Koro 3. Türkiye

Korolar Şenliğinde de "Müzikalite, Müzikal Dinamikler Başarı Ödülü" almıştır.

KORO ŞEFİ Mustafa APAYDIN

Antalya Akseki'de doğdu. 1970'de G.E.F Müzik Bölümü'nü bitirdi. Aynı yıl kurulan

Ankara Radyosu Çoksesli Korosu'nda Bas-Bariton olarak göreve başladı. Bu arada 5 yıl süreyle

müzik programları yaptı. Bunlardan "Müzik Sözlüğü" adlı program ile 1981 yılı T.D.K. Radyo

Televizyon Dil Ödülü'nü aldı. Koro yöneticiliğine ilk kez 1973 yılında G.E.F Müzik

Bölümü'nde başladı. 1976 Bayreuth Uluslararası Genç Sanatçılar Koro Festivali'nde

ülkemizi başarı ile temsil eden APAYDIN, 1983'de kurulan TRT Ankara Gençlik Korosu'nun

yöneticiliğine getirildi. Bu koro ile yaptığı konserler, katıldığı uluslararası yarışmalar ve

Çoksesli Koro Müziği alanında Türkiye'de ilk kez olmak üzere Kültür Bakanlığı'nca üretilen

iki adet kaseti ile dikkat çekti. Sanatçı bu çalışmalarıyla 20'ye yakın koro yöneticisinin koro

yönetim ve eğitim tekniğini aktif olarak, bir o kadarını da inceleyerek "Türkiye Koro Müziği

Eğitimi ve Söyleme Biçimi" konusunda özel bir sentez geliştirdi. 1990-1993 yılları arasında

ODTÜ Güzel Sanatlar Müzik Bölümü'nde ODTÜ Korosu'nu, 1995-1996 yılları arasında

G.Ü.G.E.F. Müzik Eğitimi Bölümü Koroları'nı yöneten APAYDIN, 1995 yılında Doçent oldu.

1998 yılında Regensburg'da yapılan Alman Koroları yarışmasına konuk şef olarak katıldı.

Sanatçı, halen TRT Ankara Gençlik Korosu Yöneticiliği'nin yanı sıra arkadaşları ile birlikte

kurduğu Polifonik Korolar Derneği Başkanlığı ve Dernek Korosu Yöneticiliği görevlerini de

sürdürmektedir.

PROGRAM

Page 41: Mersin Polifonik Dergi - 1

41

Madımak (Türkü Düzenleme Cemal Reşit REY El Condor Paşa (Bolivya Halk Şarkısı) Lorenz MATERHOFER Değirmenin Bendine (Türkü Düzenleme) Dilaram AMANULLABVA Standchen aus Senegal Heinz LEMMERMANN Bahar Türküsü Adnan ATALAY

Tenor Solo : Deniz Yener KEKEÇ Bella VENEZİA Benchard WEBER Zekiyem (Türkü Düzenleme) Nevid KODALLI Suita "Ardelenana" Lucian NİREŞTEANU Tıpır Tıpır Yürürsün (Türk Düzenleme) Cemal Reşit REY

KORO ELEMANLARI

Soprano Alto Tenor Bas Canan TEMEL Gülten SAVRAN Deniz Y. KEKEÇ Kutlay ALPUĞAN İlknur BÜTÜNER Nilüfer TATMAN Eşref E. PİŞİRİCİ Erdinç ÖZEN NurGÜRSES Gülfem TOSUN Faruk BİRSEN Cavit DEMİRSOY Tuğba ÇELİK Gonca ÖĞÜTÇÜ Kutluay BOĞAZKÖY Oytun ŞENEL Ayşegül SELEK Banu TAHTALI Nafiz GÜRBÜZER Ufuk VARDAR Mine ÖZALP Nilüfer NORMAN Alper ÜLKÜ Fehmi ÖZDEM Elif ÖRÜNK Nilgün ERGÜDER Koksal APAYDINLI Dilek GÖKTÜRK Ayşe ECE Burçin ZENGİN Evren ALTUNYA

Page 42: Mersin Polifonik Dergi - 1

42

ANKARA POLİFONİK KOROLAR DERNEĞİ

KIZLAR KOROSU Polifonik Korolar Derneği Kızlar Korosu 1994 Ekim ayında kurulmuştur. Koro çalışmalarına

Şef Nurdan Turan ile başladı ve halen devam etmektedir. Koro bugüne kadar çeşitli okul, kuruluş ve törenlerde konserler vermiştir. 1996 Koro Şenliğinde "Diksiyon Artikülasyon ve Koro Tınısı" başarı ödülü, 1997 Şenliğinde "Korolu Yapıt Yorumlamada Başarı Ödülü" ve 1998 Şenliğinde ise "Program Zenginliği ve Çeşitlilikte Başarı Ödülü"nü kazanmıştır. Koro üyelerinin çoğunluğu lise ve üniversite öğrencileri olduğundan okul durumlarına göre her yıl değişik üyelerle çalışmalarını sürdürmektedir.

KORO ŞEFİ: Nurdan Turan İlk müzik çalışmalarına ilköğretmen okulunda keman dersleri ile başlayan sanatçı G.E.F

Müzik Bölümü'nü 1970 yılında bitirdi. Aynı yıl TRT bünyesinde kurulan TRT Çoksesli Korosu'nda profesyonel sanatçı olarak göreve başladı. Koro ile yurt içi ve dışında sayısız konserlere katıldı. Koro çalışmalarının yanı sıra özel tiyatrolarda koro müziği çalışmaları yapmıştır. Müziklendirdiği oyunlar Devlet Tiyatroları ve Özel tiyatrolarda sahnelenmiştir. 1994 yılında Polifonik Korolar Derneği Kızlar Korosu'nu da çalıştırmaya başlayan sanatçı bu görevini ve TRT Çok Sesli Korosu Sanatçılığını sürdürmektedir.

PROGRAM

Dağlar Norveç Şarkısı Köyü Anış W. GLUCK Tulan TEİ Oscar MERICANTO Kikke hi bi J.H. SHINE Galija Alman Halk Şarkısı Sunam Seni Çok Severim Düzenleme : Zafer SAĞLIKSEVER Leblebi Düzenleme : Zafer SAĞLIKSEVER My Lady Greenbleevs Arr. W. ANDERSON Türkiyem Düzenleme : Hayri ALKAN

KORO ELEMANLARI

Soprano Alto Berna ÜÇEL Aydan KARAPINAR Ebru BULUT Serap KEMİKKIRAN Hülya YAMAN Asuman ALTINTOP Mihrap Şahin GÜRLER Ayşegül Kutlu DEMİRSOY Selda YAMAN Dilan AYATA

Gitar Eşlik : Cavit DEMİRSOY

Page 43: Mersin Polifonik Dergi - 1

43

ANKARA FEN LİSESİ ÇOK SESLİ KOROSU Ankara Fen Lisesi Korosu 1989 yılında Müzik Öğretmeni Fehmi ÖZDEM tarafından

kuruldu. 1990-1994 yılları arasında "Türkiye Filarmoni Derneği ve Sevda-Cenap AND Vakfı" tarafından düzenlenen çok sesli koro yarışmalarında çeşitli derece ve ödüller aldı, konserler verdi.

1995 yılında eleman yetersizliği nedeniyle çalışmalarına ara verdi. 1996-1997 Öğretim yılında tekrar kuruldu. Türkiye Polifonik Korolar Derneği ve Filarmoni Derneği tarafından düzenlenen Türkiye Korolar Şenliğine katılarak çeşitli dallarda ödül aldı.

1998-1999 Öğretim Yılında Ankara V a l i l iğ i İl Milli Eğ i t i m Müdürlüğünce düzenlenen 1. Okullar arası Müzik Şenliği'nde ve Cumhuriyetimizin 75. Yıl kutlamalarında konserler verdi.

Eleman eksikliğine rağmen çalışmalarını sürdürmektedir.

KORO ŞEFİ - Fehmi ÖZDEM 1957 Balıkesir Savaştepe doğumlu Savaştepe İlköğretmen Okulu ve Nazilli İlköğretmen

Okulu'nu bitirdikten sonra, Ank. Gazi Eğt. Ens. Müzik bölümüne girdi. 1980 yılında mezun olduktan sonra, Kütahya Atatürk Lisesi ve Isparta Yalvaç Atatürk

Lisesi'nde Müzik Öğretmeni olarak çalıştı. 1988 yılında Ank. Fen Lisesi Müzik Öğretmenliğine atandı. Filarmoni Derneği Korosunda çalıştı. Polifonik Korolar Der. Üyesi olup, dernek korosunda bas olarak çalışmaktadır.

PROGRAM Güçlükleri Yeneceğiz C. Akın Laçin Türkü Düz. A. Sevgi Üç Güzel Şey D. Frederici The Sound of Silence R Simon Tıpır Tıpır Yürürsün (Türkü Düz) C. R. Rey La Cucaracha M. Frey Deriko S. F. güz

KORO ÜYELERİ Soprano Alto Canan PEHLİVAN Ayşe KÜÇÜKYILMAZ Leyla BAYSAL İnci AKALP Didem ÇINAR Burcu AK Mihriban ÇATKAYA Esra SERDAROĞLU Tenor Bas Turhan BAYRAKTAR Ferhat ABUL Ali Erdem TANSİK C.Emre ULUIŞIK A.Tunga DAĞCAN Serdar TÜRKMEN

Piano : A.Tunga DAĞCAN Gitar : Aykut ÖZEN Marakas : Ferhat ABUL

Page 44: Mersin Polifonik Dergi - 1

44

ANTALYA BÜYÜKŞEHİRBELEDİYESİ GENÇLİK KOROSU

1998 Polifonik Korolar Şenliği'ne katılmış, Polifonik Korolar Derneği Özendirme Ödülü, Ritmik Beraberlik, Ritmik Uyum Başarı Ödüllerini almıştır. 1998 Mersin Polifonik Korolar Şenliği'ne katılmıştır.

KORO ŞEFİ Muazzez BEKTAŞ

G.E.E mezunudur. Antalya Anadolu Güzel Sanatlar Lisesi'nde işitme ve koro öğretmenliği yapmıştır.

PROGRAM Promenade dans Les bois Aria Karahisar Kalesi Düzenleme: Emre Kaçar The Muppet Show Theme Serenad

Şef: Muazzez BEKTAŞ

KORO ELEMANLARI

Didem IŞIN Erkan SÜLÜN Gizem GÜNAÇ Ozan SARI KEPE Hande GENÇÖRNEK İbrahim YILMAZ Seher TARI Uğur ÖZALP Sevim ZARANOĞLU Umut Tarık AKÇA Seçil EYİLİKEDER Önder ALTINTAŞ Ayşegül ANDIRICI Kenan TÜFEKÇİ Sevinç ADSALAN Sinan TÜFEKÇİ Pınar ÖZTAŞ Sezgin İÇEL Bahar ÇAPKUR Mustafa SABUR Özge AKDEMİR Ali ŞEN Esra ERDİRİK Hasan ÖZBAY Güvenç İŞGÜZAR

Page 45: Mersin Polifonik Dergi - 1

45

ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ DEVLET KONSERVATUARI KOROSU Çukurova Üniversitesi Devlet Konservatuarı Korosu 1997 yılında kuruldu. 11 öğrenci Lise

bölümünden 27 öğrenci ise Lisans bölümünden olmak üzere toplam sayı 38'dir. Eşlik ve Solo sorunlarını da koro kendi üyelerinden sağlamaktadır.

KORO ŞEFİ OĞUZ ÖZTÜRK Trabzon'da doğdu. 1983 yılında Ankara Gazi Üniversitesi Eğitim Fakültesi Müzik

Bölümü'nden mezun oldu. 1982 yılında Ankara A Capella Dostluk Topluluğunu kurdu. 1984-1987 yıllarında Hatay'da Müzik Öğretmenliği yaptı. 1988 yılında Çukurova Üniversitesi'nde görev aldı. 1989 yılında Çukurova Üniversitesi Çoksesli korosunu kurdu ve koroyla 1999 yılına kadar çok sayıda yurtiçi konser ve bir de yurt dışı konser gerçekleştirdi. 1997 yılında Çukurova Üniversitesi Devlet Konservatuarı Korosu'nu kurdu. Halen Çukurova Üniversitesi'nde Devlet Konservatuarı'nda çalışmalarına devam etmektedir.

PROGRAM Her Şey Ölümdür J. Bach Jul Sezar Operası Hendelx Feraye (Düzenleme Ulvi Cemal Erkin) Ankara Zeybeği Çeşitlemeleri (Düzenleme Muzaffer Arıkan) La Traviata (Brindissi) G. Verdi

KORO ELEMANLARI

Soprano Tenor Aslı GÜVEL Onur POLAT Seda ARACI Kazım HASANEFENDİOĞLU

Sueda SİREL Deniz YILMAZ Eylem DEMİRHAN Efe ÜNAL Özlem E. YAKICI Mursel YAVUZ Selen UYSAL Teoman BAĞ Sibel BEYAZYÜREK Ömer Ç. ÇIĞSAR Billur H. YAPICI U.Cavit SON Güldane TERÜKOL Heyecan CEYLAN

Alto Bas Bahar PEKDURANER Korhan DİNÇER Günce ULUDAĞ Melih TEPRETMEZ Ümit Ö. ÇATALOĞLU Murat AÇIKADA Diler GÜRSOY Engin SUNA Ercan YALÇIN İlkan ŞAHİN Seda ÜZMEN Cüneyt ÇAVDAR Canan GÖNCEL Yusuf Z. BÜYÜKASLAN Elif CANDAŞ Kaan YILDIRIM Filiz KARATAŞ

Not: Koromuz 1998 yılındaki yarışmada Mansiyon kazanmıştır.

Page 46: Mersin Polifonik Dergi - 1

46

MERSİN DEVLET OPERA ve BALESİ ORKESTRA ve KOROSU

A. ADNAN SAYGUN YUNUS EMRE ORATORYOSU

Orkestra Şefi: Nezih SEÇKİN - Koro Şefi: Alexei VİNOGRADSKİ

Solistler Işıl AZAZ (Soprano) - Çiğdem TEZİŞÇİ (Soprano)

Zeynep TATLIPINAR (Mezzosoprano) - Bülent BEZDÜZ (Tenor) Fahri ÖNOĞLU (Tenor) - Mehmet YILMAZ (Bas)

KORO SOPRANOLAR ALTOLAR TENORLAR BASLAR Hicran EVSEN Gülbeste ÖZDEMİR M. Fatih SANAL Mehmet OKMAN A.Şebnem İPEK F. Deniz ÖKTEM Serhat KAYA M. Özkan ÇAVDAROĞLU S.Nazlı ALPTEKİN Serenat SAYIN Ziya HUMAR N.Gökhan VARKAN Gökçen BÖLLÜ R. Ayça ALTAR C. Eftal BÖLLÜ T.Tolga ERDEN A. Ayşin SANAL Seda YÖRENÇ M. Levent SÖZERİ R.Ufuk KASAR Perrin KORBEK Işıl ATASOY Mehmet İ. ÖZTÜRK Asım SEYHAN Ayşegül D. SERDAR Günayım KAVAME Unsal ÖZTEKİN Konstantin KONTSEVOV Duygu KIZILAY Fazıla MAVİOĞLU Deniz YILMAZ Koman DİNÇER Gülay BOZOLUK Ü.Özlem ÇATALOĞLU Melih TEPRETMEZ Başak GİRGİN Ercüment ŞİRİN Z.Özgür GÜNAL Gülçin ZORLUEROĞLU Pınar OLGUN Fulda UYANIK Işıl ÇAVGA R. Neslihan ULAŞ G. Evrim KESKİN

ORKESTRA

I.KEMAN VİOLONSEL KLARNET TROMBON Zülfiye SEÇKİN (Konzertmeister) Vacislova KAİNOV Merih DEMİRKOL Meriç ÖTENEL Burcu HÜYÜK Hakan GÜRKAN A. GRİGORENKO Deniz ÖSMEN Aslı KIZILTUĞ BAŞ KLARNET Hakan ÜNAL Serpil YEVTUŞENKO İpek AYDOĞAN Müjdat ŞENORMANULAR Nurten YORGUN Tarık AYDOĞAN Övül GÜNGÖR Rena KOULIEVA KONTRABAS FAGOT TİMPANİ Marina BABAYEVA Teymur BAYRAMOV Valentin TROFİMOV Seda BALKARU Tamari RAMİŞVİLİ Hakan ÖZHAN Arzu SOYSAL Kaan UĞUZ II. KEMAN FLÜT KORNO VURMA SAZLAR Arif ÖSMEN Füsun ÜNVER Sedat ILGIN M. Şükrü ŞAHİN Ahsen ERGİN Nefise Bayram YAZICI Serdar BAKIREZEN Emre YUNKUŞ Olga VİNOGRADSKAYA Alparslan KILIÇ Olgae TROFİMOVA Didem ARIKAN OBUA TROMPET TUBA Alper ÖZCAN Ali CANLI Rauf MUSAEV Abdullah KÜÇÜK Çavlan GENCER Senem KARAL Muhittin DİKENER VİOLA CORINGLESE PİYANO Olcay ERDEN Noyan AYDAŞ Natalia TCHANTOURlCHVILI

Page 47: Mersin Polifonik Dergi - 1

47

MERSİN DEVLET OPERA VE BALESİ ÇOCUK KOROSU Mersin Devlet Opera ve Balesi'nin kurulduğu 1992 yılında çalışmalarına opera sanatçısı Nuran

ÇAPANOĞLU ile başlayan çocuk korosuna 1996 yılına kadar Serhat KAYA, Fatih SANAL, Ayça ALTAR şeflik etmişlerdir. 1996-1997 sezonundan bu yana Reyhan BEZDÜZ tarafından çalıştırılan piyanistliğini ve seslendirilen pek çok şarkının piyano eşlik düzenlemelerini Şefika TALiPZADE'nin yaptığı koro, kurulduğundan bugüne kadar tek ve çok sesli çocuk şarkılarından oluşan repertuarı ile pek çok konserler vermiş. "La Boheme" ve "Carra" Operalarında görev almıştır. 26-31 Mayıs 1998 tarihleri arasında Türkiye Flarmoni Derneği ve Polifonik Korolar Derneği tarafından Ankara'da düzenlenen 3. Korolar Şenliği'nde "Solo" Yapıt Seslendirme Başarı ve Ezgi yayıncılık Jüri Özel ödüllerine layık görülen koro, Cumhuriyet'in 75. yıl kutlamaları kapsamında pek çok konsere katılmış, 1 Kasım 1998 tarihinde Mersin Polifonik Korolar Demeği'nin düzenlediği "Mersin 1. Korolar Şenliğinde" ilimizi başarı ile temsil etmiştir.

KORO ŞEFİ: Reyhan BEZDÜZ

197O'de Ankara'da doğdu. 1988-1992 yılları arasında G.Ü.G.E.F Müzik Eğitimi Bölümü'nde öğrenim gördü. 1992'de yüksek lisans sınavını kazandı. Yüksek lisans eğitimini 1996'da tamamladı. Mersin'de bir ilköğretim okulunda müzik öğretmenliği görevinin yanı sıra, Mersin Devlet Opera ve Balesi Çocuk Korosu'nu çalıştırmaktadır.

Piyanist: Şefika TALİPZADE

PROGRAM

Bahar F. MENDELSSOHN Z. AYDINTAN Solistler: Cemre KULAKÇI - Kazım ASUTAY – Çetin YARAŞ

Müzisyenler: Jeans RONWER (Üç Sesli Kanon) Adapte: E. ZUCKMAYER Katibim İstanbul Türküsü Silent Night F. GRUBER

Solist Bilal GÜNCAN Esireler Korosu G. VERDİ (Nabucco Operasından) L'Astronave di Capıtan Rottame D. SABIU (Türkiye'de İlk Seslendirici) Düz. R. BEZDÜZ - Ş. TALİPZADE

Solistler: Ş. Melek GÜNEL - Anıl SAPLIK - İrem SAVRUN Vurmalı Çalgılar: Eşlik - Pınar ASLAN

KORO ELEMANLARI Melis ÖZDEMİR Mehmet ÖZALTINOĞLU Nilay ÖZAYDIN Bengü NANE Gülümser OKAN Zeynep E. AKBAŞ Aysıma AYDEMİR Sarenur KINOĞLU Eda Duygu ERDEM Ayşegül YILDIRAN Pelin ALAGÖZ Eray DOYGUN Büşra GÜNAY Gözde TÜFEKÇİ Salih AKBAŞ Hande TÜFETÇİ Gİzem SAYDANOĞLU Ozan YILDIRAN Murat DURMAZ Anıl SAPLIK Kaan KANDEMİR İlgin Su ÇATALKAYA Candan DEMİRCİOGLİ Gözde DEMİRHAN İdil AKTUĞ Nil TOGAY Sema EZER Ezgi TALAŞ Semin ÖZTÜRK Elif Can GÖÇMEN Buket ÖZTÜRK Zeynep ÖZ Gizem AĞ Aysun KUŞ Dilek KURALOĞLU Bahar BAZENCİR Selin ERDEVİREN Aslı NASİF Selin OYAN E. Cem YÖRÜ Murat KARASELÇUK Serçin YATKIN Kazım ASUTAY Cemre KULAKÇI Mazlum ÇALIŞKAN Makbule AĞLAMAZ Osman UZUN Sevgi KORKMAZ Bikem AYDEMİR Elçin ÖZBAY Selda BİLEN Mustafa SOYEL Ebru ÇETİN Ezgi AY Merve ÖZALTINOĞLU Çetin YARAŞ Simge ÖZYURT Bilal GÜNCAN Eray ÖZÇELİK Gizem PİRE Banu HAS Didem KAYA N. Nur DUMLU Seçil TOK Hatice SOYEL Çağlanur SAKARYA Gizem AKSOY Selcan YATKIN Aygül VAYİSOĞLU Ş. Melek GÜNEL İmre SERİN Candan DEMİRCİOĞLU Ecmel İS Erdem COŞAR Nermin ÖZTEKİN Deniz UYSAL İrem SAVRUN Başak TOMBAK Selen GÜLER Merip ADIGÜZEL

Page 48: Mersin Polifonik Dergi - 1

48

MERSİN ÜNİVERSİTESİ DEVLET KONSERVATUAR KOROSU KORO ŞEFİ

Prof. ZARİFE İSMAİLOVA AĞA-MUSA KIZI

Bakü'de doğdu. İlk müzik okulunda piyano eğitimi gördü. 1960-1965 yıllarında Baku Üzeyir Hacıbeyov Konservatuarında Koro Şefliği Bölümü'nde eğitim gördü. Mezun olduğu yılda aynı okulda öğretmenliğe başladı. 1989'da Moskova kentinde Milli Eğitim Bakanlığı tarafından Koro Şefliği Kürsüsü üzerine Doçent payesi verildi. 1992'de Koro Şefliği Bölüm Başkanı oldu. 1994'de Konservatuar Yüksek Kurulu'nda Profesör seçildi. Türkiye'ye gelinceye kadar bu görevi sürdürdü.

Konservatuarındaki görevinin yanında 1966 yılında Azerbaycan Cumhuriyeti Devlet Çoksesli Korosu'nu kurdu. Üç yıl çalıştı. 1978 yılında Azerbaycan'da ilk Erkek Çocuk Korosu'nu kurdu. 1982 yılında Moskova merkez Televizyonu'nun Çocuk Korosu yarışmasında birincilik kazandı. Koro yönetimi ve eğitimi tekniği üzerinde on bir basılmış yapıtı vardır. 1995 yılının sonunda İzmir Devlet Opera ve Balesi'nin daveti üzerine, Koro Şefi olarak İzmir'e geldi. Operadaki görevinin yanında, Kültür-Sen Çocuk Korosu'nu ve Türk-Fransız Derneği Çoksesli Korosu'nu çalıştırmıştır. 1999 Mersin Konservatuar Koro Şefliği görevini yapmaktadır.

PROGRAM Spiritual Jakob's Ladder Viva tutti F. Gardini Ihlamur Ağacı F. Schubert Pharadizi Anonim Et in cahnatus Anonim The Muppet Shop Koro için düzenleyen: Ahmet KAHYAOĞLU Catulli Carmina Kantatından, Odi. Cari ORFF Spiritual W. Dawson Gonna Build A. Newley

Soprano Alto Gülden VURANDEMİR Sibel BARBUR Burcu ESGİN Ezgi ERGÜN Senem ZINCIRCİ Burcu GÜNEMRE Gökçen ÇAKIT Melani SOUSAL Ongun KULA Eylem AKGÜL Özlem SERÇELER Burcu SANLI Rahşan İZMİRLİ Çiğdem Sinem CİLASIN Melis YORULMAZ Pınar ARSLAN Özen GÜNEY Mehtap ŞİMŞEK Eda VURANDEMİR Özlem BULUT Hande EVERES Esra YÜCE Gökçe AĞ Ela DAĞTEKİN Aslıhan KOÇER Dilara TAŞ

Tenor Bas Eser Acar OĞUZHAN Hakan KAYHAN Çağın AKGÜL Levent YETKİN Serkan KARAGÖZ Orhan YILDIZ Cevdet ÇALDIRAN Hasan BERK Kahraman ŞEREF Kaan VAROL Candost ÖZKAN Ekin EFE Sonat TÜRKOĞLU İlker AY

Page 49: Mersin Polifonik Dergi - 1

49

MERSİN POLİFONİK KOROLAR DERNEĞİ KOROSU

Mersinli Devlet Sanatçısı Sn. Prof Nevit KODALLI'nın teşvik ve önerisi ile 1994 yılında kurulmuştur. Dernek korosu 1994 yılından bu yana Mersin'de İçel Valiliği'nin düzenlediği çeşitli resmi etkinliklerde çok sesli eserlerin seslendirilmesinde sorumluluklar almıştır. Mersin Polifonik Korolar Derneği Cumhuriyetimizin kuruluşunun 75. Yılı etkinlikleri kapsamında 14-15 Kasım 1998 tarihleri arasında "Mersin 1. Çoksesli Korolar Festivalini" gerçekleştirmiş olup, bu festivale; Ankara Polifonik Korolar Derneği Korosu, TRT Gençlik Korosu, İstanbul Oda Korosu, Antalya Güzel Sanatlar Lisesi Korosu, Mersin Devlet Opera ve Balesi Çocuk Korosu konuk olarak katılmışlardır. Mersin Polifonik Korolar Derneği Büyükler Korosu'nun aldığı ödüller aşağıda açıklanmıştır.

1. Ankara 2. Çoksesli Korolar Şenliği "Çoksesli müziğe ses ve ruhları ile katkı özel Ödülü" 1997

2. Ankara 3. Çoksesli Korolar Şenliği "Koro Şef Uyumunda Başarı ödülü" 1998

3. Ankara 3. Çoksesli Korolar Şenliği "ATASEV Vakfı özendirme ödülü ve plaketi" 1998

4. Ankara 4. Çoksesli Korolar Şenliği "Entonasyon, Homojenlik, Ses Tınısı Başarı Ödülü" 1999

5. Ankara 4. Çoksesli Korolar Şenliği "Jüri Özel Ödülü"

KORO ŞEFİ

Alexei VİNOGRADSKİ

1952 yılında Rusya’nın (Moldavya) Magnitogorsk şehrinde doğdu. 1972 yılında Moskova Gnesin Müzik Akademisi'ne girdi. 1979 yılında mezun olduktan sonra Moldavya Devlet Opera ve Balesi'nde koro şefi olarak çalışmaya başladı. 1981 ve 1983 yıllarında Moskova Bolşoy Tiyatrosu'nda koro şefi olarak stajyerlik yaptı.

1989-1995 yılları arasında Ankara ve İzmir Devlet Opera ve Bale Müdürlüklerinde koro şefliği yaptı. Bu sırada Ankara Devlet Opera ve Balesi tarafından hazırlanan Yunus Emre Oratoryosu Compact Disc'inde koro şefi olarak çalıştı ve 1991 Yunus Emre Sevgi yılında diğer Türk sanatçıları ile birlikte Vatikan'da Papa 2. Jean Poul'un elinden Gümüş Madalya ödülünü aldı. 1995 yılından bu yana Mersin Devlet Opera ve Balesi'nde Koro Şefliğini sürdürmektedir.

PROGRAM

Sensin Kerim Sensin Rahim A. Adnan SAYGUN (Yunus Emre Oratoryosu)

Havuzbaşı A. Adnan SAYGUN Melodi Antonin DVORAK Dondurmacı Ulvi Cemal ERKİN Oh! I Can't Sit Dovvn G. GERSHWIN

(Porgy and Bess) Solist: Fatih SANAL

KORO ELEMANLARI

Soprano Alto Tenor Bas-Bariton Ayfer AKÇA Necla AKBULUT A. Mecit BASKIN Engin AKTUĞ Başak ARSLAN Hatice AKTUĞ Esat DEMİRAL Remzi BİRİN Meral AYTEKİN Özcan ATAKAN C. Mayk SANCAR Süha ÇERÇEL Ayşe DEVELİ Medine BALKARU Ömer SERT Vakkas KARAFAKI Suna KILIÇÇI Sevim BİRİN Bülent TOGAY Vahap KOKULU Olcay KODALLI Hülya CESUROĞLU Mustafa ÖRÜNK Mutluay PEKCAN Necmiye ÇİFTÇİ Ahmet TÜRKERİ Tansel SALLUHİ Yücel DURU Sıdıka TARGAN Handan GÜNEYLİ Canan TÜRKALP Müşerref ÖRÜNK Servet TÜRKKAN Selma YAĞCI

Page 50: Mersin Polifonik Dergi - 1

50

MERSİN POLİFONİK KOROLAR DERNEĞİ GENÇLİK KOROSU

Mersin Polifonik Derneği'ne bağlı olarak kurulmuştur. Üyeleri Mersin'in çeşitli ortaöğrenim kurumları

öğrencileri karmasıdır. Eylül 1999 tarihinde yapılan seçmelere 180 kişi müracaat etmiştir. Mersin Polifonik Korolar Derneği Yönetim Kurulu Başkanı Selma YAĞCI, Mersin Devlet Opera ve Balesi Çocuk Korusu Şefi Reyhan BEZDÜZ, Gençlik Korosu Kurucu Şefi Engin AKTUĞ ve Mersin Polifonik Derneği Büyükler Korosu Şefi Aleks VİNOGRADSKİ'den meydana gelen bir jüri tarafından seçmeler yapılmıştır. 26 Kasım 1999 tarihinden itibaren Mersin Devlet Opera ve Balesi mekanlarında, İçel Sanat Kulübü Nevit KODALLI Konser Salonu'nda eğitim çalışmalarını sürdüren Mersin Gençlik Korosu ilk kez Ankara Polifonik Korolar Şenliği'ne katılmıştır.

Aldığı Ödül : Ritmik uyum, ritmik beraberlik ödülü Koro Şefi: Engin AKTUĞ

1954 yılında Mardin'de doğdu. 1974 yılında Gazi Eğitim Enstitüsü Müzik bölümüne birincilikle girdi. 1977

yılında mezun oldu. Burada yan flütte Prof. Cahit KOPARAL'ın piyanoda ise Bilal APAYDIN'ın öğrencisi oldu. 1975-1981 yılları arasında Ankara Çoksesli Müzik Derneği'ne bağlı olan ve Muzaffer ARKAN'ın çalıştırıp yönettiği Ankara Gençlik Korosu'nda tenor ve bas olarak koristlik yaptı. Bulgaristan ve Yugoslavya'da aynı koro ile koro şenliklerine katıldı. İtalya'nın Guido Arrezzo kentinde düzenlenen uluslararası koro yarışmalarına aynı koro ile katılarak ülkesini temsil etti. 1981 yılından beri Mersin Özel Toros Lisesi'nde Müzik öğretmenliği yapmaktadır. Onursal başkanlığını Prof. Nevit Kodallı'nın yaptığı Mersin Polifonik Korolar Derneği'nce, 1998 Kasım'ında kuruluş çalışmaları tamamlanan ve 26 Kasım 1998 tarihinde çalışmalarına başlayan Mersin Gençlik Korosu'nun Şefliğini kuruluşundan beri sürdürmektedir.

PROGRAM Çiğ Felix MENDELSSOHN Fincan U. Cemal ERKİN Bülbülüm Altın Kafeste Nevit KODALLI Lofçalı Nevit KODALLI Gülpembe Barış MANÇO

4 Sesli Düzenleme : Engin AKTUĞ Batum R TÜZÜN Yavuz GELİYOR A. Adnan AYGUN

KORO ELEMANLARI SOPRANOLAR ALTOLAR TENORLAR BASLAR Duygu YELÇİ Arzu AKYÜZ Akın Buğra ÖZKÖK Ali Uğur AYDOĞAN Ezgi AKTUĞ Burcu ÇETİN Can POYRAZ Buğra BUDAK Fulya KARGI Burcu GÜLEVİZ Doğa OZAN Çağlar EKİNCİ Güner ÜSTÜNER Ekin ALTINBAŞ Egemen BOSTANCI Egemen ZENGİN İpek ADIYAMAN Ekin ÖZBAY Emrah SÖZER Emre BABUŞ Mine YÜKSEL Esra ARTLAN Emre KARAMAN Erman YİĞİT Mualla ALGÜL Filiz GÖĞDEMİR Engin KURALOĞLU Nailcan ÖZTÜRK Nehir KÜRKLÜ Hacer IŞIK Galip ÇAMLI Ufuk KILIÇARSLAN Nergis SERT İdil TUNGA İlhan ALCA Nihan BULUT Jale AKTUĞ İzzet BIYIKBEYOĞLU Nihan KUZU Nida ŞANLI Okan SERT Okşan KURTOĞLU Özlem ÜLGÜR Uğur MENEKŞE Orçin DEMİR Seda ŞANLI Ümit ÇOLAKOĞLU Özden ALTUNKANAT Tuğba ALGÜL Selen TÜRKOĞLU Tuğba SARICAOĞLU Senem ASLAN Serap SAYDAM Sıdıka YILMAZ Sinem TOGAÇ Türkan SAYAR