kisi.deu.edu.tr › asuman.altay › İKTİSADIN TARİHİNE KISA BİR BAKIŞ VE... · İKTİSADIN...

41
İKTİSADIN TARİHİNE KISA BİR BAKIŞ VE MERKANTİLİZMDEN GÜNÜMÜZE İKTİSADİ ŞÜNCELER Kamil Güngör * GİRİŞ İnsan oğlunun yeryüzünde yaşama başlamasından itibaren çeşitli ihtiyaçlarını karşılamak için, üretimde bulunmak ticaret yapmak ve elindeki ürünleri korumak gibi, esas itibariyle ekonomik karakterli çeşitli faaliyetlerde bulunduğu kuşkusuzdur. İktisat teorisinin nasıl doğduğu ve geliştiği iktisadın tarihinin nereden başladığı tartışmalı bir konudur. Kimileri bunu eski Yunan’da kimileri Eski Çin’de, Kimileri de Eski Mısır Uygarlığı’ndan başlatır. Ancak bazı yazarlar da Yeni Çağa kadar hiç kimsenin iktisat literatürüne bir katkısı olmadığını iddia eder. Bu iddiaya göre iktisadın tarihi 1776’da Adam Smith’in yazdığı “Milletlerin Zenginliği” kitabı ile başlar. Schumpeter bu görüştedir. Çünkü ona göre İktisat Bilimi hakkında genel bir görüş birliğine bu dönemde varılmıştır. Buradan anlaşıldığı üzere iktisadın başlangıç tarihi hakkında iki temel ayırım söz konusundadır. -İktisat Bilimi Batı uygarlığının bir ürünüdür. Dolayısıyla Eski Mısır, Çin ve Babil gibi uygarlıkların iktisat bilimine bir katkısı yoktur. -Daha bilimsel olan ikinci görüş ise; bu uygarlıklarda, dönemlerinde ciddi ekonomik gelişmeler olmasına rağmen, bu döneme ait iktisat bilimine ışık tutacak olan yeterli sayıda belge günümüze kadar ulaşamamıştır. Mesela; Çin’in gelişmiş bir para sistemi ve döviz kontrol sistemine, Mısır’ın planlı bir ekonomi modeline, Babil’in gelişmiş bir hukuk sistemi ile para ve kredi sistemine sahip olduğu tarih ve tarihçiler tarafından kabul edilmektedir. Adam Smith "Ulusların Zenginliği" adlı kitabının yayım yılı olan 1776 tarihini iktisadi analizin doğuş yılı olarak kabulü gerektiğini bildirdikten sonra bu konu ile ilgili aşağıdaki düşüncesini izhar eder: "Ancak her klasik durum, kendinden önce gelen çalışmaları özetler veya birleştirir. Bu nedenle tek başına anlaşılmaları mümkün değildir." Bugünkü genel kabule göre iktisadın tarihi Eski Yunan'la, özellikle Aristo'nun fikirleriyle başlamıştır. Ancak tarih, "başlangıcı olmayan bir incelemedir." Bu nedenle iktisadi düşüncenin insanlıkla birlikte var olduğunu düşünmek son derece mantıklı bir yaklaşımdır. Üstelik Eski Yunan Uygarlığı'ndan önce İ.Ö. 3000 yıllarında Eski Hindistan, Mısır ve Babil'de göz kamaştırıcı uygarlıklar olduğu bilinmektedir (Savaş, 1997:1-4). * Afyon Kocatepe Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Maliye Bölümü, E-posta: [email protected]

Transcript of kisi.deu.edu.tr › asuman.altay › İKTİSADIN TARİHİNE KISA BİR BAKIŞ VE... · İKTİSADIN...

Page 1: kisi.deu.edu.tr › asuman.altay › İKTİSADIN TARİHİNE KISA BİR BAKIŞ VE... · İKTİSADIN TARİHİNE KISA BİR BAKIŞ VE MERKANTİLİZMDEN ...İKTİSADIN TARİHİNE KISA BİR

İKTİSADIN TARİHİNE KISA BİR BAKIŞ VE MERKANTİLİZMDEN GÜNÜMÜZE İKTİSADİ DÜŞÜNCELER

Kamil Güngör*

GİRİŞ İnsan oğlunun yeryüzünde yaşama başlamasından itibaren çeşitli ihtiyaçlarını

karşılamak için, üretimde bulunmak ticaret yapmak ve elindeki ürünleri korumak gibi, esas itibariyle ekonomik karakterli çeşitli faaliyetlerde bulunduğu kuşkusuzdur.

İktisat teorisinin nasıl doğduğu ve geliştiği iktisadın tarihinin nereden başladığı tartışmalı bir konudur. Kimileri bunu eski Yunan’da kimileri Eski Çin’de, Kimileri de Eski Mısır Uygarlığı’ndan başlatır. Ancak bazı yazarlar da Yeni Çağa kadar hiç kimsenin iktisat literatürüne bir katkısı olmadığını iddia eder. Bu iddiaya göre iktisadın tarihi 1776’da Adam Smith’in yazdığı “Milletlerin Zenginliği” kitabı ile başlar. Schumpeter bu görüştedir. Çünkü ona göre İktisat Bilimi hakkında genel bir görüş birliğine bu dönemde varılmıştır.

Buradan anlaşıldığı üzere iktisadın başlangıç tarihi hakkında iki temel ayırım söz konusundadır.

-İktisat Bilimi Batı uygarlığının bir ürünüdür. Dolayısıyla Eski Mısır, Çin ve Babil gibi uygarlıkların iktisat bilimine bir katkısı yoktur.

-Daha bilimsel olan ikinci görüş ise; bu uygarlıklarda, dönemlerinde ciddi ekonomik gelişmeler olmasına rağmen, bu döneme ait iktisat bilimine ışık tutacak olan yeterli sayıda belge günümüze kadar ulaşamamıştır. Mesela; Çin’in gelişmiş bir para sistemi ve döviz kontrol sistemine, Mısır’ın planlı bir ekonomi modeline, Babil’in gelişmiş bir hukuk sistemi ile para ve kredi sistemine sahip olduğu tarih ve tarihçiler tarafından kabul edilmektedir. Adam Smith "Ulusların Zenginliği" adlı kitabının yayım yılı olan 1776 tarihini iktisadi analizin doğuş yılı olarak kabulü gerektiğini bildirdikten sonra bu konu ile ilgili aşağıdaki düşüncesini izhar eder: "Ancak her klasik durum, kendinden önce gelen çalışmaları özetler veya birleştirir. Bu nedenle tek başına anlaşılmaları mümkün değildir."

Bugünkü genel kabule göre iktisadın tarihi Eski Yunan'la, özellikle Aristo'nun fikirleriyle başlamıştır. Ancak tarih, "başlangıcı olmayan bir incelemedir." Bu nedenle iktisadi düşüncenin insanlıkla birlikte var olduğunu düşünmek son derece mantıklı bir yaklaşımdır. Üstelik Eski Yunan Uygarlığı'ndan önce İ.Ö. 3000 yıllarında Eski Hindistan, Mısır ve Babil'de göz kamaştırıcı uygarlıklar olduğu bilinmektedir (Savaş, 1997:1-4).

*Afyon Kocatepe Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Maliye Bölümü, E-posta: [email protected]

Page 2: kisi.deu.edu.tr › asuman.altay › İKTİSADIN TARİHİNE KISA BİR BAKIŞ VE... · İKTİSADIN TARİHİNE KISA BİR BAKIŞ VE MERKANTİLİZMDEN ...İKTİSADIN TARİHİNE KISA BİR

I-ORTADOKS VE HETEREDOKS İKTİSAT AYIRIMI İktisadın tarihi incelenirken önemle üzerinde durulması gereken bir konu da ortadoks

iktisat ve heteredoks iktisat ayırımıdır. Ortadoks iktisat deyimi Sovyetler Birliği dağılıncaya kadar Batı ülkelerinde okutulan iktisat teorisini anlatmakta kullanılırdı. Bu yüzden SSCB dağılıp dünya iki kutuplu olmaktan kurtulunca ortadoks teorinin evrensel bir nitelik kazandığı söylenebilir. Ancak bunun yanında ortadoks teori ile heteredoks teori arasında kapsam içerik ve kullanılan metodoloji arasında önemli farklılıklar vardır. Günümüzde heteredoks teorinin uygulama alanından kalkmış olması ileride tekrar uygulanmayacağı, öngörülerinin tamamen geçersiz olduğu anlamına gelmeyeceği gibi teorik varlığını sürdürmesine de engel teşkil etmez.

Ortadoks iktisat bugün genel olarak benimsenmiş haliyle insan ihtiyaçlarına oranla kıt olan kaynakların ortaya çıkardığı sorunları kendine araştırma programı olarak seçmiştir. Bu sorunları, üretim faktörlerinin alternatif kullanım alanları arasında dağılımı (allocation), milli gelirin bölüşümü (distribution), ekonomik istikrarı (stability) ve milli gelirin artırılmasını (growth) şeklinde dört ana gruba ayıran ortadoks iktisat, faktörlerin dağılımı, hangi malların ve ne kadar üretileceği, ile milli gelirin nasıl bölüşüleceği konularını mikro iktisat (micro economics) adı verilen iktisat teorisini inceleme konusu yapmıştır. Makro iktisat ise istikrar ve büyüme konularını inceler. Burada inceleme konusu olan bireyler değil, bütün ekonomidir. Gelir ve istihdam düzeyi, fiyatlar genel seviyesi ve büyüme hızı makro iktisadın araştırma konularını oluşturur.

Heteredoks iktisat ise iktisadın araştırma programını ve yöntemini daha değişik bir şekilde belirlemiştir. Marksist iktisat, Alman Tarihçi Okulu, Amerikan Kurumcuları ve Post Keynezyenler Heteredoks iktisadın önemli temsilcilerindendir. Heteredoks iktisatçılar İktisat biliminin sınırlarını genişletmeye ona sosyoloji, antropoloji, psikoloji, siyaset ilmi ve tarih ilminden aktarmalar yapmaya yönelmişlerdir (Savaş, 1997:12-13).

Yukarıda açıklanan heteredoks teorinin en ileri gelen temsilcisi ve bilimsel sosyalizmin kurucusu Karl Marks’tır (1815-1883) Karl Marks Marksist teorinin de kurucusudur. Karl Marks’ın görüşlerinin oluşmasında kendisinden önce gelen sosyalist düşünürlerin görüşlerinden yararlanmıştır. Bunlardan en önemlisi Klasik iktisada eleştirileri ile tanınan Robert Owen’dir (1771-1858). Görüşlerinin şekillenmesinde en önemli kişi ise devrinin ünlü filozofu George Hegel’dir (1770-1831). Hegel’in görüşleri fert, devlet ve tarihsel değişme konularında Aydınlık çağını karakterize eden akılcılık (rasyonalizm)felsefesinin tersi görüşlere sahipti. (Savaş, 1997:467).

Karl Marks düşüncelerinde sosyalizmi savunmaktan ziyade kapitalizmi eleştirmiştir. Zaten en önemli eserinin ismi de Kapital’dir. Sosyalist görüş üretim araçları mülkiyetinin topluma ait olması gerektiğini savunur. Bundan amaç gelir dağılımında eşitliğin sağlanmasıdır. Bu sosyalist görüşün temelini oluşturur (Savaş, 1997:469).

Heteredoks Teorinin diğer bir temsilcisi de Tarihçi okuldur. 19. Yüzyılın ortalarından itibaren Smith ve Ricardo tarafından temsil edilen iktisat teorisine karşı Almanya’da şiddetli bir tepki ortaya çıktı. Bu tepkinin odak noktası bu egemen iktisat teorisinin sahip olduğu felsefe ve kullandığı metot idi. Bu tepki sonradan Alman tarihçi okul adını almıştır (Savaş, 1997:489).

Page 3: kisi.deu.edu.tr › asuman.altay › İKTİSADIN TARİHİNE KISA BİR BAKIŞ VE... · İKTİSADIN TARİHİNE KISA BİR BAKIŞ VE MERKANTİLİZMDEN ...İKTİSADIN TARİHİNE KISA BİR

A-MERKANTİLİZM Ekonomik olayların bir bütün olarak bir biriyle ilişkili ve tutarlı olarak ele alınması

merkantilizmle başlamıştır. Merkantilizm “arz yönüne ağırlık veren” bir iktisat teorisi idi(SAVAŞ, 1986:5).

İktisadın bir bilim dalı olarak ortaya çıkmasında merkantilizmin önemli katkıları olmuştur. Merkantilizmle birlikte iktisadi olaylarla ilgili yeni düşünceler geliştirilmiş, para, faiz, dış ticaret, devletin iktisadi faaliyetlere müdahalesi, korumacılıkla ilgili yeni görüşler ileri sürülmüştür.

Merkantilizm geleneksel olarak ele alındığında Avrupa iktisadi düşüncesinde 1500-1800’lü yılları içine alır. Orta Çağı takip eden ve yaklaşık 300 yıl süren bu dönemde Orta Çağın temel özelliklerini yansıtan “doğal” ekonomi anlayışı, feodalizm ve skolastizmi tümüyle ortadan kalkmamış ve dönemin sonuna kadar bazı ülkelerde az, bazı ülkelerde çok, etkisini göstermeye devam etmiştir.

Merkantilistler, Orta Çağ düşüncesini reddedip onun yerine daha akılcı (rasyonel) ilkeler oluşturmaya yönelmişlerdir. Bu yönleri nedeniyle sonradan ortaya çıkacak ve gerçek politik ekonominin kurucusu sayılan Fizyokratların öncüleri olarak kabul edilirler. Bu döneme merkantilzm (mercantilism) ismini veren Adam Smith’tir. Ulusların Zenginliği adlı ünlü eserinde bu dönem düşüncesini eleştirirken kullandığı bu sözcük sonradan bu dönemin resmi adı olmuştur.

Merkantilizmin esası devlet idaresine dayanır ve ekonomi politikası hem ekonominin ve hem de devletin birlikte büyümesini ve güçlenmesini sağlayacak temel bir araç olarak görülmüştür. Bu dönemde güçlü olmanın kriterlerinden bir tanesi de hazinenin büyümesi idi ve bunun için de dış ticaret dengesinin pozitif olması, yani ithalattan çok ihracat yapılması gerektiği için hükümdar ile tacirler arasında bir çıkar birliği olmuştur (Savaş:, 1997:138).

Fransız Merkantilizmi Colbertism, Alman Merkantilizmi ise Kameralizm olarak adlandırılmaktadır. Fransız Merkantilizmi İngiliz merkantilistlerin aksine işadamı değil, resmi devlet görevlileri idi. Fransız merkantilizminin colbertism olarak adlandırılması da Fransız merkantilist düşüncesinin dönemin maliye Bakanı Jean Baptise Colbert tarafından devletin resmi politikası olarak benimsenmiş olmasından dolayıdır.

Fransız merkantilizmi İngiliz merkantilizminin aksine devlet müdahaleleriyle yönlendiriliyordu. Bir başka deyişle İngiliz merkantilizmi büyük bir hızla devlet müdahalelerinden kurtulmaya yönelmişken Fransız merkantilizminde bu müdahaleler kurumsal hale getirilmiştir (Savaş, 1997:160-161).

Alman merkantilistler (kameralistler) de İngiliz ve Fransızlar gibi devletin ekonomiye geniş bir şekilde müdahale etmesini, gümrük tarifelerinin ve vergilerin yoğun biçimde kullanılmasını altın ve gümüşün yurt içinde geniş oranda biriktirmek suretiyle ulusal zenginliğin artırılmasını istemişlerdir. Merkantilistlerin temel konusu dış ticaret olduğu halde, Alman Kameralistleri bir-iki istisna dışında dış ekonomik ilişkiler, ticaret ve ödemeler dengesi gibi sorunlarla çok az ilgilenmişler, ağırlığı yurt içi tarım ve sanayi faaliyetlerine vermişlerdir (Savaş, 1997:163-164).

Page 4: kisi.deu.edu.tr › asuman.altay › İKTİSADIN TARİHİNE KISA BİR BAKIŞ VE... · İKTİSADIN TARİHİNE KISA BİR BAKIŞ VE MERKANTİLİZMDEN ...İKTİSADIN TARİHİNE KISA BİR

Merkantilizm daha çok pratik ekonomi politikalarına önem veren bir doktrin olmuştur. Etkili olduğu dönem içerisinde Avrupa’da büyük zenginliklerin oluşumuna sebep olmuştur. Denilebilir ki merkantilizm, feodalizm ve kapitalizm arasında bir ara aşamadır.

Merkantilist doktrin üç temel faktöre dayalı olarak açıklanabilir: Bunlardan birincisi; milli ve güçlü devlet ilkesidir. İkincisi kazanç tutkusu ve kıymetli madenlere sahip olma tutkusudur. Üçüncüsü ise dış ticaretin gerekliliğidir. Ancak bu üç ilke birbirinden bağımsız değil, tam aksine birbirine bağlı olarak dikkate alınması gereken ilkelerdir. Bunun için kuvvetli bir ordu ve donanmaya güçlü ve büyük bir ticaret filosuna da ihtiyaç vardı. Bunu başarabilen ülkeler daha çok koloniye sahip olabilecek deniz ticaret yollarını ellerinde tutabilecek ve rakiplerine karşı üstünlük sağlayabilecektir (Tekelioğlu, 1993:18).

B-FİZYOKRASİ Fizyokrasi (Physiocracy) kelimesi, Fransızca “Phyiocrate” kelimesinden gelmiştir. Bu

kelimenin Yunanca aslından kaynaklanan anlamı “doğa yasası”dır. Fizyokratlar bir ilahi iradenin evrensel ve aslında mükemmel olan bir “doğal düzen” ortaya koyduğu düşünceyi benimsemişlerdir. Dünyada mevcut fiziksel düzen gibi sosyal düzen de vardır. Bu doğal düzenin yasalarına uygunluk en yüksek mutluluğu sağlayacaktır.

Fizyokrasinin en ünlü temsilcisi ve kurucusu Francois Quesnay’dır (1694-1774). Fizyokrasi merkantilizmin aksine Fransa’da gelişmiş bir düşüncedir. O dönemde Colbertizmin beklenen etkiyi meydana getirememesi neticesinde Fransa’da huzursuzluklar çıkmış ve bunu aşabilmek için fizyokrasi geliştirilmiştir.

Fizyokratlar fen bilimlerinde olduğu gibi sosyal olaylarda da bir nedensellik ilişkisi ve düzenlilik ilkesi bulmak amacından yola çıkmışlardır. Bu dönemde iktisatla felsefe arasında bir bağlantı kurulmuş, ve iktisat “Moral Felsefe”nin bir alt dalı olarak kabul edilmiştir. Fizyokrat Felsefenin babası John Locke’dur. Locke’un “rasyonalizm” ve “doğal düzen”e verdiği önemi Fizyokratlar da benimsemiştir (Savaş, 1997:226-228).

Ekonomide arz ve talep arasındaki dengesizliklerin geçici olduğunu ve bu dengesizliklerin piyasa mekanizması içinde kendiliğinden giderileceğini, dolayısıyla müdahalenin gereksiz olduğunu savunmuşlardır. Fizyokratların iktisadi doktrinler tarihinde ilk liberaller oldukları ileri sürülebilir. Ancak benimsedikleri liberalizm serbest piyasa mekanizmasından çok doğal düzen anlayışına dayanmaktadır. Fizyokratlar tek verimli faaliyet alanı olarak tarımı görmüşler ve ülkenin zenginliğini bu alandaki hasıla artışına bağlamışlardır (Eker ve Diğ. 1994,1993 : 9-10). Fizyokratlar ekonomide doğal düzenin tanrısal olduğunu ifade etmişlerdir (Alkin,1975: 26).

Fizyokratlara göre ekonomik sistemin temelini kişisel çıkar (self interest) ilkesi oluşturur. Onlara göre insan her davranışın yarar ve zararlarını hesaplar ve diğer insanlarla işbirliği yapmanın gereğini kabul eder. Ünlü sloganları “bırakınız yapsınlar bırakınız geçsinler” (Laissez Faire, Laissez Passer) bu temel düşüncenin veciz bir ifadesi olmuştur (Savaş, 1997:228).

Fizyokrasi merkantilist düşüncenin aksine serbestiden yana bir iktisadi görüştür ve tarımsal üreticiyi ön plana çıkarmıştır. Bu daha çok o günün şartlarında Fransa’nın bir tarım ülkesi olması ve tarım üzerindeki ağır vergiler ve tarımsal üretimin giderek azaltılmasından kaynaklanmıştır. Tarımsal alanda devlet müdahaleleri o derece yoğundu ki

Page 5: kisi.deu.edu.tr › asuman.altay › İKTİSADIN TARİHİNE KISA BİR BAKIŞ VE... · İKTİSADIN TARİHİNE KISA BİR BAKIŞ VE MERKANTİLİZMDEN ...İKTİSADIN TARİHİNE KISA BİR

serbestiyi savunan fizyokrat düşünce kendisine kolayca taban bulabildi. Hatta bazı düşünürler fizyokrasinin Fransız devriminin hazırlayıcısı olduğunu savunurlar.

Sanayiinin yararını kısmen kabul eden fizyokratlar yine merkantilistlerin aksine ticarete aynı gözle bakmazlar ve ticaretin gelişmesinden yana değildirler. Çünkü ticaret mala karşı mal verilerek yapılan bir faaliyet olduğu için, bir değer oluşturmaz (Tekelioğlu, 1993: 41-42). Bu açıdan merkantilistlerle fizyokratlar arasındaki fark çarpıcıdır. Merkantilistler hem ulusal hem de uluslararası ticaretin ulusal zenginliği artıran tek uğraş olduğunu kabul etmiştir (Savaş, 1997:233).

C-KLASİK İKTİSAT Modern iktisat bilimine dayanak oluşturan klasik iktisat teorisi arz ağırlıklı bir teoridir.

Klasik iktisat düşüncesi kendisinden önceki teorilerin aksine bireye ve bireysel girişimciliğe önem vermiş ve bu yüzden bireyin faaliyetlerini sınırlayıcı olarak gördükleri devlete çok az görev yüklemişlerdir.

Devlet müdahalesine karşı oldukları için, girişimci gücü kuracak olan piyasaya herhangi bir müdahaleye izin vermemişler ve devletin görevlerini çok sınırlı belirlemişlerdir. Klasiklerin devlete atfettikleri görev “jandarma devlet” görevidir. Zorunlu bir fena olarak gördükleri devlet; güvenlik, savunma adalet ve diplomasi görevlerini yerine getirecek ve hiçbir suretle piyasaya müdahale etmeyecektir. Devlet sınırlı bir alanda mal ve hizmet üreteceği için harcamaları da bu çerçevede sınırlı kalacak ve bu harcamaların finansmanında özel kişi ve kuruluşlardan az miktarda vergi alacaktır (Eker ve Diğ. 1994 :. 22).

Klasik iktisatçılar maliye politikası aracı olarak küçük denk bütçeden yanadırlar. Buna göre bütçe açığı kadar bütçe fazlası da olumsuz karşılanır. Çünkü bütçe fazlası özel tasarrufların daraltılması pahasına sağlanmaktadır. Bu ise toplam yatırım hacmini azaltacak ve dolayısıyla ekonominin uzun dönemli gelişmesini uzun dönemli gelişmesini olumsuz yönde etkileyecektir (Orhan,1989, :64).

Klasik iktisatçılar çağın özgürlükçü düşüncelerinden de faydalanarak yeni bir ekonomik düzen önerisini sistematik bir anlayışla kurma çabasına girişen kişiler olmuşlardır. Bunun için de başlangıç olarak ve fizyokrasiden farklı olarak fert temeline dayalı bir ekonomik sistem önerisinde bulunmuşlardır. İktisadi faaliyetlerin açıklayıcı unsurunu kişinin davranışlarına bağlayarak ferdin ve dolayısıyla emeğin, iktisadi faaliyetlerin merkezinde yer aldığı iktisadi analizlere girmişlerdir (Tekelioğlu, 1993:60).

Klasik iktisat, iktisat politikası aracı olarak sadece para politikasına önem vermiştir. Ekonomik istikrarsızlık ortaya çıktığında mali politikalar yerine para politikaları (banka rezervlerinin azaltılması, açık piyasa işlemleri gibi) tercih edilmelidir. Zira mali araçlar aslında para politikasının bir aracıdır. Mesela devlet harcamalarının artırılması aynı zamanda para arzını artırmak demektir. Onlara göre tam rekabet, ücret esnekliği ve faiz esnekliği varsayımları gerçekleştiği taktirde ekonomi daima ve kendiliğinden tam istihdama ulaşacak, üretilen her mal satılacak stok artışı ve üretim yetersizliği gibi dengesizliklerle karşılaşılmayacak ve dolayısıyla fiyatlar genel seviyesi hem enflasyonist hem de deflasyonist baskılara yol açmadan istikrarını koruyacaktır. Onların deyimiyle “piyasanın görünmeyen eli, ekonomiyi istenen yönde geliştirmeye yeterlidir.”(Savaş, 1986: 34-35).

Page 6: kisi.deu.edu.tr › asuman.altay › İKTİSADIN TARİHİNE KISA BİR BAKIŞ VE... · İKTİSADIN TARİHİNE KISA BİR BAKIŞ VE MERKANTİLİZMDEN ...İKTİSADIN TARİHİNE KISA BİR

İktisat Biliminin ve Klasik iktisadın kurucusu olarak kabul edilen Adam Smith görünmeyen el ile ilgili olarak Ulusların Zenginliği adlı kitabında şunları söylemiştir: “Her fert kapitalini elinden geldiği kadar yurt içi sanayii desteklemek için ve bu sayede mümkün olan en yüksek kıymeti üretmek için kullanacağından, herkes zorunlu olarak toplumun yıllık gelirini yapabildiği ölçüde en yüksek seviyeye ulaştırmak için çalışır. Fert genellikle aslında ne toplumsal çıkarı teşvik etmeye niyetlenir ve ne de onu ne kadar teşvik ettiğini bilir. Yurt içi sanayii yabancı sanayie karşı desteklemeyi tercih etmekle ferde sadece kendi güvenliğini gözetir; ve kazancını düşünür ve fert bu durumda, diğer durumlarda olduğu gibi, bir görünmeyen el tarafından tasarıları içinde yer almayan bir amacı teşvik etmiş olur.”

İdeal ekonomik yapı doğal düzenin çerçevesi içinde kendiliğinden ortaya çıkar. Bunlar arasında iş bölümü, parasal sistemin gelişmesi, tasarrufların büyümesi ve yatırımların artması, dış ticaretin gelişmesi, ve arz talebin birbirine göre ayarlanması sayılabilir. Bunlar ve “kendiliğinden oluşan” (spontaneous) düzenin diğer kurumları insanın kişisel çıkarına dayalı davranışından doğar ve bütün toplumun yararına olan sonuçlar oluşturur (Savaş, 1997 :269-270).

Smith Ulusların Zenginliği adlı kitabında devlet harcamalarını “Hükümdarın (Hükümetin) veya Ulusun Harcamaları Hakkında” adlı bölümünde hükümetin temel görevlerini ele almıştır. Ona göre hükümetin üç temel görevi vardır: Hükümetin ilk görevi toplumu diğer bağımsız toplumların saldırı ve istilasından korumak olup, bu görev sadece askeri bir güç ile yerine getirilebilir. Hükümetin ikinci görevi mümkün olduğunca toplumun her üyesini başka üyelerden gelecek adaletsizlik ve baskıya karşı korumak veya tam bir adalet sistemini kurmak olup, toplumun ayrı dönemlerinde iki son derece farklı harcamayı gerektirir. Hükümetin ve toplumun üçüncü ve son görevi, herhangi bir ferdin veya az sayıda kişinin yaptıkları masrafı kurtaramayacakları için kurmayı ve işletmeyi düşünmeyecekleri fakat büyük bir toplum açısından son derece yararlı olacak bazı kurumları kurmak işletmek ve bayındırlık hizmetlerini sağlamaktır.

Buna göre Smith; daha sonraları “devletin klasik görevleri” diye adlandırılacak olan devletin klasik görevlerini savunma, adalet, bayındırlık ve kısmen de eğitim hizmetleri olarak belirlemiştir (Savaş, 1997:293).

Klasik İktisat Teorisinin diğer önemli temsilcileri de J.B. Say’dır. Say’in üzerinde en çok durulan ve Klasik Teorinin temel taşlarından birisi Say Kanunu veya Mahreçler Kanunu diye adlandırılan görüşüdür.

Say tasarrufun tüketimi azaltmayacağını, tasarrufun bir gün mutlaka değişik şekillerde tüketileceğini ve paranın sadece bir mübadele aracı olduğu görüşünü ileri sürmüştür. Ona göre bir mal üretilir üretilmez kendi kıymetine eşit kıymette diğer mallara bir Pazar meydana getirir. Klasik deyimle “her arz kendi talebini kendi yaratır.”

Say arızi olarak arz talep arasında bir dengesizlik olabileceğini, ancak bunun sebebinin mallardan birinin aşırı veya eksik üretiminden kaynaklanacağı görüşünü ileri sürmüştür.

Ona göre ürünlerin toplam arzı ile toplam talebi zorunlu olarak birbirine eşittir. Çünkü toplam talep, üretilmiş malların toplamından başka bir şey değildir. Genel bir tıkanma tümüyle anlamsızdır (Savaş, 1997:299-300).

Page 7: kisi.deu.edu.tr › asuman.altay › İKTİSADIN TARİHİNE KISA BİR BAKIŞ VE... · İKTİSADIN TARİHİNE KISA BİR BAKIŞ VE MERKANTİLİZMDEN ...İKTİSADIN TARİHİNE KISA BİR

Diğer bir önemli Klasik İktisatçı David Ricardo’dur. Ricardo’nun Klasik İktisada en önemli katkısı Mukayeseli Üstünlükler Teorisidir. Bu teoriye göre; serbest ticaret ilkeleri çerçevesinde her ulus kendine en uygun malların üretiminde uzmanlaşacaktır. O dönemde serbest ticaret bir ülkenin kendi üretemediği veya başka ülkelerden daha ucuza üretemediği malları ithal etmesi halinde yararlı olacağı düşüncesine dayanıyordu. Ricardo, mutlak üstünlük diye bilinen bu görüş yerine “mukayeseli üstünlük” kavramını getirmiş, ve ülkeler arası uzmanlaşma ve ticareti bu yönde açıklamıştır. Böylece dış ticaret bütün taraflar için yararlı olabilecektir.

Mukayeseli üstünlükler teorisi liberalizm ideolojisinin yaygınlaşıp kuvvetlenmesi yönünden büyük önem taşımaktadır. Bu teorinin ortaya konulmasıyla “laissez faire” ilkesi bütün dünya için geçerli bir ilke haline gelmiştir. Yurt içi ekonomik ilişkilerde kendi çıkarlarını gözeten kişilerin, aynı zamanda toplum çıkarı yönünden de olumlu sonuçlar doğuracağına olan inanç, mukayeseli üstünlükler teorisi ile uluslar arası ilişkileri de kapsamıştır. Buna göre dünya toplumunda ulusal çıkarlar arasında bir uyum (harmony) vardır. Ricardo bunu şöyle açıklamıştır: “tam özgür bir ticaret sistemi içinde, her ülke sahip olduğu üretim faktörlerini doğal olarak kendisi için en yararlı kullanımlara yöneltecektir. Kişisel yararın gözetilmesi bütün ülkelerin evrensel yararı ile hayranlık veren bir şekilde ilgilidir. Genel kütlesel üretimin arttırılması ile genel yararın dağıtımı sağlanır ve ulusların evrensel topluluğu bütün uygar dünyada bir çıkar ve ilişki bağı ile birbirine bağlanır.” (Savaş, 1997:330-331).

Bir diğer ünlü Klasik iktisatçı Thomas Robert Malthus’tur. Klasik iktisadî düşüncede Malthus daha çok Nüfus teorisi ile öne çıkmıştır. Malthus nüfusla ilgili görüşlerini 1798 yılında yayınlanan ve kendisi ölmeden altı baskı yapan “Nüfus Prensibi Üzerine Bir Deneme” adlı çalışmasında ortaya koymuştur.

Malthus eşitliğin ve mutluluğun egemen olacağı bir altın çağ kurmanın hayal olduğu düşüncesindedir. Çünkü ona göre toplumun gelişmesini devamlı şekilde engelleyecek ve altın çağa ulaşmayı imkansız kılacak bir engel (nüfus artışı) olduğu düşüncesindedir. Malthus bu konudaki görüşlerini şöyle açıklamıştır: “ Bir yazar bana, insanların sonunda bir deve kuşu olacaklarına inandığını söyleyebilir. Fakat bir kimseye bunu inandırabilmesi içini insanların boynunun devamlı bir şekilde uzadığını, dudaklarının kalınlaşıp büyüdüğünü, bacaklarının ve ayaklarının her gün şekil değiştirdiğini ve saçlarının tüylere dönüştüğünü göstermek zorundadır.”

Malthus iki önermede bulunmuştur. Bunlardan birincisi, insanın varlığı için yiyecek gereklidir; ikincisi ise cinsiyetler arasındaki ihtiras gereklidir ve bugünkü haliyle devam edecektir. Bu iki önermenin sonucunda mutluluğa ulaşmak mümkün olmayacaktır. Nüfusun artma potansiyeli kontrol altına alınmadığı sürece geometrik oranlı, buna karşılık geçim vasıtalarının artışı aritmetik oranlıdır.

Malthus yaptığı bir mukayese ile 25 yılı bir dönem kabul etmiş ve 225 yıl sonra nüfusun 512 kat yiyeceklerin ise sadece 10 kat artacağı sonucuna ulaşmıştır. Dolayısıyla nüfus üzerinde sıkı ve devamlı bir kontrol uygulanması gerektiğini savunmaktadır . Bu nedenle Malthus insanların eğitilmelerini bir aileyi geçindirecek hale gelinceye kadar evliliği geciktirmeyi ve evlilik dışı ilişkilerden kaçınmayı öğrenmenin üzerinde durmuştur (Savaş, 1997:344-345).

Page 8: kisi.deu.edu.tr › asuman.altay › İKTİSADIN TARİHİNE KISA BİR BAKIŞ VE... · İKTİSADIN TARİHİNE KISA BİR BAKIŞ VE MERKANTİLİZMDEN ...İKTİSADIN TARİHİNE KISA BİR

D-NEO-KLASİK TEORİ 19. yüzyıl ortalarına gelinceye kadar Klasik Teori çeşitli eleştirilere rağmen egemen

iktisadi düşünce olarak varlığını sürdürmeyi başarabilmiştir. Ancak bu tarihlerden sonra Klasik Teoriye bazı eleştiriler getirilmiştir. Bu eleştiriler daha çok uygulamada ortaya çıkan fakat teoride öngörülen görüşlerden farklı sonuçlarla ortaya konmuştur. Mesela Malthus’un nüfus teorisi böyledir. 1850 ve 1860’lı yıllar hem nüfusun hızla arttığı ve hem de tarım üretiminin önemli ölçüde iyileştiği bir dönem oldu. Bu durum Malthus’un nüfus teorisine duyulan güveni hemen tümüyle yok etti. Hızlı nüfus artışıyla birlikte işçi sınıfının yaşam standardında meydana gelen yükselme Malthus’un teorisine olan güveni ortadan kaldırmıştır.

Bunların dışında bu yıllarda hız kazanan sanayileşme ve kentleşme, beraberinde pek çok sosyal problemi de getirmiştir. Uzun çalışma saatleri, sağlığa zararlı çalışma koşulları, çocuk ve kadın işçilerin çalıştırılması, sendikaların kurulup gelişmeye başlaması, toplumsal sağlık problemlerinin ön plana çıkması ve bütün bu sorunların bir sonucu olarak devletin gittikçe daha fazla ekonomiye müdahale etmesi gibi problemler klasik teorinin temel taşını oluşturan laissez faire ilkesine istisnalar getirmeye başlamıştır (Savaş, 1997: 514).

Bu dönemde Klasik Teoriye çok sayıda eleştiri getirilmiştir. Ancak bunlardan hiçbirisi Alfred Marslall’ınki gibi olmamıştır. Çünkü diğer iktisatçıların eleştirileri kişisel ve kısmi olmaktan ileri gidemezken Marshall, (1842-1924) Neo-Klasik İktisadı kurmuştur. Marshall iktisadın tanımı ile başlamıştır: “Politik ekonomi veya iktisat, insanın günlük işi içinde incelenmesidir. İktisat refahın maddi gereksinmelerine ulaşmak ve onları kullanmak ile sıkı sıkıya ilgili bazı bireysel ve toplumsal hareketleri inceler” diyerek iktisat ilmini “insan davranışları ilmi” olarak ele alır. Marshall Klasik iktisatçıların aksine iktisadı politikadan bağımsız olarak ele almıştır. Klasik iktisatçıların çoğu iktisat ile politikanın birbiriyle sıkı ilişki içinde olduğunu düşünüyor ve bu nedenle politik ekonomi (political economy) adını daha uygun buluyorlardı. Marshall ise ilk defa iktisat (economics) kelimesini kitabının isminde kullanmış bir iktisatçıdır. Öte yandan bu tanım iktisadın konusunu çok geniş ve esnek bir biçimde belirlemiştir. Marshall’ın böyle geniş ve esnek bir alan belirlemedeki esas amacı iktisat ile diğer sosyal bilimler arasına katı ve kesin sınırlar koymama isteği idi (Savaş, 1997:583-584).

Marshall’ın üzerinde önemle durduğu konulardan biri de ekonomik analizde zamanın oynadığı roldür. Ona göre zaman, ekonomik olayların analizini önemli ölçüde güçleştiren bir faktördür. Bu gerçeği; İlkeler (Principles) kitabında “hemen her ekonomik problemin temel güçlüğü, zamandan kaynaklanır” diye belirleyen Marshall, iktisat ilmine en büyük katkılarından birini ekonomik analize zaman boyutunu getirerek kazandırmıştır.

Marshall, zamanla ilgili İlkeler’inde olarak aşağıdaki görüşleri ortaya koymuştur: “Zaman unsuru ekonomik araştırmalarda karşılaşılan güçlüklerin başlıca sebebidir ve kişinin sınırlı güçleriyle adım adım ilerlemesini zorunlu kılar. Bunun için de karmaşık bir problemin parçalara bölünmesi ve her defasında bir parçasının incelenmesi ve sonunda bu kısmi çözümlerin birleştirilerek temel sorunun az veya çok bir çözümüne ulaşılması gerekir.” (Savaş, 1997:589).

Marshall’a göre zaman boyutu özellikle üretim ve arz miktarı yönünden büyük önem taşır. Marshall bu açıdan dört önemli zaman dilimini birbirinden ayırmıştır. Bunlar piyasa

Page 9: kisi.deu.edu.tr › asuman.altay › İKTİSADIN TARİHİNE KISA BİR BAKIŞ VE... · İKTİSADIN TARİHİNE KISA BİR BAKIŞ VE MERKANTİLİZMDEN ...İKTİSADIN TARİHİNE KISA BİR

dönemi (market period), kısa dönem (short run), uzun dönem (long run), ve çok uzun dönem (secular period)dur. Bu dört ayrı dönem içinde üretimin dolayısıyla arzın tabi olduğu koşulları Marshall ayrıntılı bir biçimde incelemiştir. Piyasa dönemi Marshall’dan günümüze kadar gelen tanımıyla üretimin yapılmış ve malların piyasaya mevcut miktarlarıyla gelmiş olduğu hali yansıtır. Bu dönemde söz konusu malın miktarı da ya satarak ya da imha ederek azaltılabilir. Kısa dönemde ise bir malın arzı üretim için gerekli faktörlerden bazılarının miktarını artırmak suretiyle çoğaltılabilir. Uzun dönemde ise mal arzı üretim faktörlerinin tümünü artırmak suretiyle çoğaltılabilir (Savaş, 1997: 599).

Neo Klasik Teori çeşitli katkılarla Keynezyen Devrime kadar devam etmiştir. Bunlardan en önemlisi Jon Neville Keynes ve Lionel Robbins’tir.

Neo Klasik iktisadın en belirgin özelliği, mallar, hizmetler ve üretim faktörleri yönüyle piyasa içerisindeki fiyatların oluşum ve işleyişinin yeni bir yaklaşımla açıklamasıdır. Bu yaklaşımlar piyasa ekonomisine duyulan inancı devam ettirmekle birlikte bazı konularda ondan ayrılıyordu. Neo klasik iktisat klasik iktisadın bazı açmazlarından bir çıkış yolunu temsil etmiştir. Neo klasik iktisat daha çok marjinal fayda üzerinde durmuştur. Onlara göre fayda, kişilerin mallar, hizmetler ve üretim faktörleri birimlerine atfettikleri önem ve değerdir. Malın son biriminin ortaya çıkardığı fayda ise marjinal faydadır (Tekelioğlu, 1993:135).

Klasik iktisadi düşüncede piyasa ekonomisinin tek başına sosyal refahın optimizasyonunu sağlayacağı ve bu nedenle devletin ekonomiye müdahalesine gerek olmadığı görüşü hakimdi. Neo-klasik iktisadi düşüncede ise, piyasa ekonomisinin bazı faktörler dolayısıyla başarısızlığa uğrayabileceği, böylece sosyal refahın optimumdan uzaklaşabileceği görüşü savunulmuştur. Neo Klasikler klasiklerden farklı olarak devletin ekonomiye müdahalesinin gerekli olduğunu, ancak bunun “sınırlı” olması gerektiği görüşünü savunmuşlardır (Aktan1992 b :38).

II-KLASİKLER SONRASI 1929 deprasyonunun ortaya çıkardığı sorunların klasik iktisadın temel prensiplerinden

biri olan “laissez faire” politikasına dayalı olarak açıklanamaması deprasyon sonrasında alternatif bir iktisat politikası olarak talep yönlü iktisadı (demand-side economics) gündeme getirmiştir. Talep yönlü iktisat başlıca, maliye, para ve kredi dış ticaret dolaysız kontroller ve kamu girişimciliği politikalarından yararlanılarak sosyal refahın daha üst düzeye yükseltilebileceğini savunmuştur.

KEYNEZYEN İKTİSADİ GÖRÜŞ (TALEP YÖNLÜ İKTİSAT) Yirminci Yüzyılın iki dünya savaşı arasında kalan dönemi hem Avrupa hem de

Amerika için bir buhran dönemi olmuştur.1921’de İngiltere’de başlayan kriz, 1930’lu yıllardan itibaren bütün dünyayı sarmıştır. İşsizlik ve durgunluk gibi iki büyük meseleyle karşı karşıya kalmış olan piyasa ekonomilerinin önü tıkanmıştı(Savaş, 1997: 742).

Neoklasik Teori etrafında dolanan çeşitli fikir akımları tartışılırken 1930’lu yıllarda Keynezyen Devrim adı verilen teorik gelişme ile tartışmalar yeni bir boyut kazandı. İngiliz İktisatçı John Maynard Keynes’in 1936 yılında yayınladığı “İstihdam, Para ve Faizin Genel Teorisi (The General Theory of Employment, Money and Interest) adlı kitabı iktisatçıların dikkatini Neoklasik iktisadın dışında makro ekonomiye ağırlık veren bir yöne kaydırmıştır. Aslında makro teoriye duyulan ilgi 1920’li yıllarda başlamış, Keynes bu

Page 10: kisi.deu.edu.tr › asuman.altay › İKTİSADIN TARİHİNE KISA BİR BAKIŞ VE... · İKTİSADIN TARİHİNE KISA BİR BAKIŞ VE MERKANTİLİZMDEN ...İKTİSADIN TARİHİNE KISA BİR

akımın bir devamı olarak ortaya çıkmıştır. Özellikle İsveçli iktisatçı Knut Wikscell ekonomik dalgalanmalarla ilgili görüşleri 1920’li yıllarda bir çok iktisatçının dikkatini çekmiş ve ekonomik dalgalanmaların nedenleri ve bu dalgalanmaların kontrolünde para ve kredi politikalarının etkin olup olamayacağı konularında yoğun bir tartışma alanı oluşmuştu. Ancak bu iktisatçılar Neoklasik teorinin genel yapısı içinde kalarak ekonomide kendi kendini düzenleyen bir mekanizmanın olduğuna ve ekonominin bir durgunluk (depression) döneminden sonra yeniden tam istihdam dengesine döneceğine inanmışlardır. Ancak bu dönemde meydana gelen ve “Büyük Dünya Bunalımı” adı verilen durgunluk dönemi yaşanmış ve ABD, İngiltere ve Batı Avrupa ülkelerinde yaygın ve devamlı bir işsizlik ortaya çıkmıştır. Bu durum, ekonominin kendi kendine düzeleceğini öne süren görüşlere güveni zayıflatmıştır. Keynes işte böyle bir ekonomik bunalım döneminde ortaya çıkmış, ve ücretlerle fiyatların esnek olduğu bir ekonomide tam istihdamın kendiliğinden sağlanacağını öne süren Neoklasik Teoriyi reddetmiştir. Keynes’e göre toplam talebin ana unsuru yatırım harcamaları idi ve belirsizliklerle dolu bir dünyada düşük faiz uygulamak suretiyle tam istihdama ulaşmayı amaçlayan bir politikaya güvenilemezdi. Keynes’in bu görüşleri iktisatçıları derinden etkilemiş ve bu teorinin Neoklasik Teoriden tümüyle ayrı bir teori olduğu ve yeni bir entelektüel devrimi başlattığı düşünülmüştür (Savaş, 1997:640).

Ekonominin talep yönüne ağırlık veren politikaların düzenlenmesindeki amaç, ekonomik gelişmede kısa dönemli istikrarsızlıkların giderilerek doğrudan doğruya kamu harcamaları ve vergiler yoluyla istihdam ve üretim seviyesinin temel belirleyicisi olan efektif toplam talebin, tam istihdam üretim seviyesine uygun olarak etkilenmesidir.

Genel Teorinin ortaya çıkmasıyla birlikte Neoklasik teorinin unutturduğu makro analiz yeniden iktisatçıların gündemine geldi. Böylelikle ilgilenilen temel konu kaynakların alternatif kullanımlar arasında nasıl dağıtılacağı konusu değil, kaynakların tümünün kullanımının mümkün olup olmadığı konusu olmuştur. Genel Teorinin temel amacı, Keynes’in kitabın ön sözünde belirttiği gibi “bir bütün olarak üretim ve istihdam düzeyinde meydana gelen değişmeleri belirleyen güçlerin incelenmesidir” (Savaş, 1997:753-755).

1-Keynezyen İktisadın Başlıca Varsayımları Keynezyen İktisadın varsayımlarını aşağıdaki gibi sıralayabiliriz:

*Keynezyen Makro Teori ekonomik yaşamda meydana gelecek dengesizliklerin (enflasyon, işsizlik, deflasyon, durgunluk gibi) toplam talep ayarlamaları ile giderilebileceğini savunurlar. Bu görüşü ileri sürerken Keynezyen makro teori, arz koşullarının kısa dönemde sabit olduğunu ve uzun dönemde de iktisat politikalarına karşı duyarsız olduğunu farz eder. Bir başka deyişle Keynezyen Teori, arz koşullarının önemini red veya ihmal etmez, fakat bu koşulların iktisat politikalarının etki alanının dışında kaldığını kabul eder (Savaş, 1986:171).

*Keynezyen ekonomi ilke olarak özel sektörün dengesiz olduğunu kabul eder. Bu dengesizliği ortadan kaldırmak amacıyla ekonomiye devlet müdahalesinin gerekli olduğunu kabul eder. Para ve maliye politikalarıyla toplam talebin bileşimini ve miktarını değiştirmek suretiyle ekonomideki dengelerin arzulanan yönde gerçekleşmesi

Page 11: kisi.deu.edu.tr › asuman.altay › İKTİSADIN TARİHİNE KISA BİR BAKIŞ VE... · İKTİSADIN TARİHİNE KISA BİR BAKIŞ VE MERKANTİLİZMDEN ...İKTİSADIN TARİHİNE KISA BİR

sağlanacaktır. Keynezyenlere göre maliye politikası* araçları olan harcama ve vergi politikası toplam talebi etkileme açısından para politikasına** göre daha etkilidir.

*Keynezyen iktisatta üretimde kullanılan sabit sermaye miktarı ile üretiekniğinin değişmediği düşünülmektedir. Yani ekonomik olaylar kısa dönemli olarak gerçekleşir. Keynes “uzun dönemde hepimiz ölmüş olacağız” diyerek bu varsayımı özetlemiştir.

*Keynes Genel teoride baştan sona kadar tam rekabetin geçerli olduğu yolunda bir varsayımda bulunmuştur. Bu nedenle değişen derecelerde tekel veya ücret-fiyat politikası tamamen ihmal edilmiştir. Genel teoride dış ekonomiye ilişkin sorunlar üzerinde fazla durulmayarak kapalı bir ekonomi varsayımından hareket edilmiştir. Genel teori “statik” bir karakter taşımakta olup zaman unsurunu dikkate almamıştır. Bu nedenle de dinamik sayılabilecek analizlerden yoksun kalmıştır.

Genel Teoride sadece talep yetersizliğinden ortaya çıkan işsizlik üzerinde durulmuş, sermaye kapasitesi yetersizliği, döviz dar boğazı gibi ekonominin toplam arz cephesindeki yetersizliklerden doğan işsizlik üzerinde durulmamıştır.

*Keynes geliştirdiği teoride fiyatlar genel seviyesini veri olarak almıştır.

*Klasik teori belirlilik içinde bulunan bir ekonomiyle ilgilendiği halde Genel Teori’de Keynes, belirsizlik ve ileriye dönük bekleyişleri önemli bir nokta olarak göz önüne almıştır. Keynes’in teorisinin önemli bir parçasını oluşturan özel yatırım harcamaları, belirsizlik ve bekleyişlerden önemli ölçüde etkilenmektedir. (Orhan1989: 38-41).

*Keynes’in istihdam teorisini hareket noktası efektif taleptir. Keynes efektif talebi “toplam talebin toplam arz ile kesiştiğin noktadaki değeri” olarak tanımlamaktadır. Bir başka tanımlama ile efektif talep, kullanılabilecek bir satın alma gücüyle desteklenmiş taleptir ve belirli bir dönemdeki tüm harcamalara eşdeğerdir.

*Keynes’e göre bir ekonomide üretim faktörlerinin kullanıldığı sınıra kadar toplam arz elastikiyeti sonsuz var sayılabilir. Bir başka deyişle, tam istihdam denge düzeyine kadar toplam talepteki her artış arzı da peşinde sürükler. Bu bakımdan denge gelir düzeyini belirleyen efektif taleptir. Keynes efektif talebi bir toplumda müteşebbislerin mevcut istihdam seviyesinde sahip oldukları üretim faktörlerinden elde etmeyi umdukları gelirlerin toplamı olarak ele almaktadır.

*Keynes, makro dengenin toplam arz ile toplam dengenin veya toplam tasarruflarla toplam yatırımların eşitlendiği noktada sağlandığını belirtmektedir. Bu denge sağlanamadığında ekonomide “enflasyonist açık”ya da “deflasyonist açık” ortaya çıkar. Keynes’e göre bu istikrarsızlıkların giderilmesi için devletin efektif talebi yönlendirmesi mümkündür (Aktan, 1994:60-61).

2-Müdahaleci Devlet Anlayışı Keynes’in en büyük mirası, kapitalist ülkelerde ekonomi yönetiminin hükümetin

zorunlu ve doğal bir faaliyet alanı olduğunu anlayışını yerleştirmesidir. Bu, devleti

* Maliye politikası, kamu harcamalarını ve kamu gelirlerini etkileyen devlet faaliyetleridir. Ya da makro ekonomik amaçlara ulaşmak için, devletin vergi ve harcama programlarındaki değişmelerin düzenlenmesidir. **Para politikası:belirli makro ekonomik amaçlara ulaşmak için, para otoriteleri tarafından para arzı ve banka rezervlerinin değiştirilmesini ifade etmektedir.

Page 12: kisi.deu.edu.tr › asuman.altay › İKTİSADIN TARİHİNE KISA BİR BAKIŞ VE... · İKTİSADIN TARİHİNE KISA BİR BAKIŞ VE MERKANTİLİZMDEN ...İKTİSADIN TARİHİNE KISA BİR

ekonomik sistemin içerisinde hareket edeceği genel ilkeler ve kurallar biçimindeki eski rolünün oldukça ilerisine taşır. Bu fonksiyona ekonomi içi güçlerin kapitalist kurallar içindeki hareketinden olumsuz yönde etkilenenlerin veya ekonomik aktiviteye katılamayacak derecede güçsüz olanların korunması ve destek vermesi de dahildir (Tekelioğlu, 1993:212).

Keynezyen İktisatçılar ekonomik istikrarın sağlanabilmesi için devletin ekonomideki rolü ve fonksiyonlarının genişletilmesini savunmuşlardır. Keynezyen iktisatçılar “Fonksiyonel Devlet Teorisi” çerçevesinde kaynak kullanımında ve kaynak dağılımında etkinlik sağlanması, adil gelir ve servet dağılımının sağlanması, iktisadi istikrarın sağlanması, iktisadi büyüme ve kalkınmanın sağlanması ödemeler bilançosunda denklik sağlanması gibi devletin bazı fonksiyonları sağlamak üzere ekonomiye aktif olarak müdahale etmesi gerektiği görüşünü savunmuşlardır (Aktan b, 1992:39).

Kısa dönemde toplam arzın üretimin teknik koşullarına yani istihdam seviyesine üretim ve teknolojisine bağlı olacağını öne süren Keynezyen Teori, devletin çeşitli politikalarla toplam talebi etkileyebileceğini ve bu yoldan ekonomiyi düzenleyeceğini iddia etmişlerdir. Bu nedenle Keynezyen Teori “ talep yönlendirici” bir teoridir (Savaş, 1994:192).

Para ve maliye politikaları başta olmak üzere devletin ekonomiyi düzenlemek ve belli amaçlara ulaşmak için kullandığı bütün araçlar Keynezyen Makro Teori kaynaklıdır. Keynezyen Makro Teori, ekonominin ”kendiliğinden” ve “daima” tam istihdama ulaşmasının mümkün olamayacağını ve tam istihdama ulaşmak için devletin ekonomiye müdahale etmesinin kaçınılmaz olduğunu öne sürmüştür. Bugün para ve maliye politikaları başta olmak üzere devletin ekonomiyi düzenlemek ve belli amaçlara ulaşmak için kullandığı bütün araçlar Keynezyen Makro Teori kaynaklıdır. Keynezyen Makro Teori, ekonominin “kendiliğinden” ve “daima” tam istihdama ulaşmasının mümkün olamayacağını ve tam istihdama ulaşmak için devletin ekonomiye müdahale etmesinin kaçınılmaz olduğunu öne sürmüştür (Savaş, 1994:192).

Keynezyen iktisatçıların müdahaleci devlet anlayışı, kamu sektörünün zaman içerisinde büyümesinin önemli nedenlerindendir. Keynezyen iktisatçılar denk bütçe yerine “telafi edici bütçe” prensibini kabul ederek, politikacılara “vergilemeden harcama yapma” imkanı sağlamıştır. Kamu harcamalarının vergileme ile birlikte emisyon ve borçlanma ile finansmanı keynezyen iktisadın bıraktığı bir mirastır. Bir başka deyişle kamu sektörünün büyümesinden sadece politikacılar değil, Keynezyenler de sorumludur (Aktan a, 1992:97).

Keynes’in önerileri 1960’lı yılların sonlarına kadar gerçekten ekonomik istikrarsızlıklara çözüm getirmiştir. Ancak devletin ekonomik hayata her gün yeni yeni konularda müdahale etmesi ve bu müdahaleler için gerekli masrafları devlet bütçesine yüklemesi, hem bütçe açıklarına hem de açıkların giderek artan oranda çoğalmasına ve ekonomi yönetimine yerleşmesine neden olmuştur.

Bütçe açıklarının bir sonucu olarak hızla artan devlet borçları, yükselen faiz hadleri, milli paranın değer kaybı, artan enflasyon, kronikleşen dış ticaret açıkları vb. birçok ekonomik istikrarsızlığın ortaya çıktığı görülmüştür (Tekelioğlu,1993 :212).

Page 13: kisi.deu.edu.tr › asuman.altay › İKTİSADIN TARİHİNE KISA BİR BAKIŞ VE... · İKTİSADIN TARİHİNE KISA BİR BAKIŞ VE MERKANTİLİZMDEN ...İKTİSADIN TARİHİNE KISA BİR

3-Philips Eğrisi Bir Keynezyen görüş olan Philips Eğrisi de işsizlik sorunu ile ilgilenmiştir. 1958

yılında A W Philips tarafından geliştirilen bu eğri işsizlikle enflasyonu birbirine alternatif olarak görmektedir. Philips işsizlik azaldığı zaman İngiltere’de ücretlerin hızla artmakta olduğunu, bunun aksine işsizlik oranı yükseldiğinde ise, ücret artışlarının yavaşladığını belirterek işsizlik oranı ile ücret değişmeleri arasında bir değiş oranı (trade off), ilişkisinin mevcut olduğunu ortaya koydu. Philips eğrisi analizine göre daha düşük bir işsizliğin, ancak daha yüksek bir enflasyon ile satın alınabileceğini ileri sürmektedir (Orhan 1989: 57).

Philips eğrisi fiyatların nisbi bir istikrar gösterdiği yıllarda oldukça başarılı olduğu halde, 1970’li yıllarda enflasyon ile durgunluğun aynı anda yaşanması, bu ilişkiye duyulan şüpheleri artırmıştır.

Özellikle doğal işsizlik hipotezini geliştiren Friedman ve Edmund, Phelps, beklenen enflasyon ile öngörülmeyen enflasyon kavramını ortaya atarak Philips eğrisi olgusunu sadece kısa dönemli bir olgu olduğunu geçici bir nitelik özelliği taşıdığını ileri sürerek, uzun dönemde işsizlik ile enflasyon arasında böyle bir ilişkinin olmadığını ileri sürmüşlerdir.

ŞEKİL-1: Philips Eğrisi

Enflasyon oranı

PE

B

A

0 işsizlik oranı

Enflasyon hızı ile işsizlik oranı arasında ters yönlü bir ilişkiden bahseden A.W Philips, bu görüşünü herhangi bir teoriye dayandırmadan ve sadece istatistik verileri gözlemlemek suretiyle bu sonuca varmıştır. Bu ilişki iktisat politikasını ya “yüksek oranda işsizlik ve düşük enflasyon” veya “düşük oranda işsizlik ve yüksek enflasyon”gibi iki zorunlu tercih arasında bırakmıştır.

Mesela A noktası işsizlik oranı da enflasyon oranı da hiç değişmemektedir. Eğer B noktasına kaymak istenirse işsizlik oranı azalacak, enflasyon oranı yükselecektir. Philips eğrisi Keynezyenler tarafından sevinçle karşılanmış ve benimsenmiştir. Ancak 1970’li

Page 14: kisi.deu.edu.tr › asuman.altay › İKTİSADIN TARİHİNE KISA BİR BAKIŞ VE... · İKTİSADIN TARİHİNE KISA BİR BAKIŞ VE MERKANTİLİZMDEN ...İKTİSADIN TARİHİNE KISA BİR

yıllarda bu eğrinin gerçek dünya olaylarına uymadığı ve politika reçetelerine güvenilemeyeceği yolundaki iddialar Philips eğrisine güveni azaltmıştır (Savaş, 1986:87).

Philips eğrisi ile işsizlik ve enflasyon arasında ters bir ilişkinin varlığının kabul edilmesi talep yönlü iktisadı daha da pekişmiştir. Ancak Keynezyen Makro Teori 1970’li yıllarda ortaya çıkan işsizlik ve enflasyon hızındaki devamlı yükselme ile popülaritesini kaybederken Arz iktisadının da basın, politika ve bilim çevrelerinde zemin bulmasına yardımcı olmuş ve atlama taşı vazifesi yapmıştır. Çünkü bu eğrinin öngördüğü varsayım gerçekleşmemiştir. Bir başka deyişle, Japonya hariç, sanayileşmiş ülkelerde görülen yüksek enflasyon işsizlik ve prodüktivite düşüklüğünün aynı anda görülmesi Philips eğrisinin dayanağını ortadan kaldırmıştır (Savaş, 1986:172).

4-Talep Yönlü Vergi ve Maliye Politikası Klasik iktisatçılar vergilemenin mali amacı dışındaki fonksiyonları üzerinde

durmamışlardır. Yani Klasikler vergilemenin mali amaç dışında kullanılmasına karşıydılar. Klasikler verginin sadece “hazinenin besleyici bir kaynağı” olması gerektiğini ileri sürmüşlerdir (Dikmen, 1995:26).

Mali liberalizmin yerine müdahaleci devlet anlayışının geçmesi ile birlikte vergilemenin mali olmayan amaçları teori ve uygulama alanında giderek daha fazla benimsenmeye başlanmıştır. Vergi teorisinde müdahalecilik uygulaması kapsamlı olarak 1929 dünya ekonomik buhranından sonra olmaya başlamıştır. Böylece vergiler mali amaçlarının yanında ekonomik ve sosyal amaçla da kullanılır olmaya başlanmıştır.

Talep yönlü vergi politikasında vergiler, sınırlayıcı ve genişletici olarak kullanılabilir. Sınırlayıcı vergi politikası ekonomiyi enflasyonist bir istikrarsızlıktan kurtarmak amacıyla toplam talebi daraltmayı amaçlar. Genişletici vergi politikası ise, toplam talebi artırıcı bir politikadır. Bu politika talep yetersizliğini canlandırmak amacıyla durgunluk dönemlerinde kullanılır.

Keynezyen politikaları uygulayabilmek için, hükümetin borçlanması ve bütçe açıkları üzerindeki ahlaki sorumluluk kamu vicdanından çıkarılmak zorunda kalınmıştır. Bu amaç için kamu borçlarının kuşaklar arası etkileri yok sayılmıştır. İddialara göre yapılan borçların finansmanı gelecek dönemdeki vergi mükelleflerini olumsuz olarak etkilemeyecektir. Mali sorumluluğun sağlanması için mevcut olan ahlaki (moral) sınırlamalar erozyona uğratıldı ve onun yerini alabilecek hiçbir şey de ortaya konulmadı. Demokratik yollardan seçilen ve seçildikleri bölgeleri temsil eden politikacılar vergileme yerine harcama yolunu seçtiler. Bu da kronik bütçe açıklarına yol açtı (Buchanan 1997:117).

Devletin fonksiyonları genişledikçe siyasal karar alma sürecinde rol alan kimselerin “çıkarlarının” artması söz konusudur. Çünkü seçmenler daha fazla kamu hizmeti talep edeceklerdir. Bu talepler kamu kesiminin büyümesinin ilk nedenidir. Tekrar seçilebilme isteği, bütçenin büyümesini gerektirir. Büyüyen bütçenin finansmanı ise, vergilerle değil, vergi dışı gelirlerle finanse edilir. Çünkü verginin daha da artması seçmeni memnun etmeyecektir. Bir başka deyişle seçmen daha fazla kamu hizmeti beklerken, buna karşılık daha az vergi ödeme gibi paradoksal bir eğilime sahiptir. Emisyon ve borçlanma yoluyla finanse edilen kamu hizmetleri uzun vadede ekonomide ciddi sorunları ortaya çıkarır. Baskı ve çıkar gruplarının transfer istekleri kamu kesimini daha da genişletir.

Page 15: kisi.deu.edu.tr › asuman.altay › İKTİSADIN TARİHİNE KISA BİR BAKIŞ VE... · İKTİSADIN TARİHİNE KISA BİR BAKIŞ VE MERKANTİLİZMDEN ...İKTİSADIN TARİHİNE KISA BİR

Buchanan’a göre devletin başarısızlığında Keynezyen iktisadi anlayış doğrultusunda hareket eden akademisyenler, bürokratlar ve politikacılar önemli bir yere sahiptir. Politik kararlar rasyonel kişisel çıkarlar doğrultusunda olmalıdır (Durden ve Diğ.1996: 133). Çünkü 1929 buhranından sonra geniş oranda uygulama alanı bulan Keynezyen İktisatta para, kredi, maliye, dış ticaret, dolaysız kontroller ve kamu girişimciliği politikaları aracılığıyla ekonomiye aktif olarak müdahalesi söz konusudur. Bu müdahaleci devlet anlayışı kamu sektörünün zaman içerisinde büyümesine yol açmıştır.

Açık bütçe yaklaşımı ekonomik daralmalar dışında piyasayı rahatlatmada yardımcı olmayacaktır. Uzun dönem uygulanan açık bütçe politikalarının bir alışkanlık oluşturması ise korkulan bir sonuçtur. Bu sonuç uzun dönemde gelir dağılımında ve kaynakların kullanımında sapmalara sebep olacaktır (Schneider, 1992:34).

Arz Yönlü İktisatçılar Keynezyen maliye politikasını şiddetle eleştirmiştir. Onlara göre Keynezyen iktisadi düşünce ekonominin arz cephesini ihmal etmektedir. Keynezyen maliye politikası nisbi fiyat değişmelerinin verimlilik üzerinde meydana getirdiği etkileri göz önüne almaması nedeniyle yetersiz bulmaktadırlar. Çünkü Keynes, nisbi fiyat değişmelerinin fazla önem taşımadığı kısa dönemdeki gelişmelere dikkatleri yoğunlaştırmıştır.

III-ÇAĞDAŞ İKTİSADİ DÜŞÜNCELER 1970‘li yılların sorunlarına çözüm üretememesi Keynezyen iktisada alternatif iktisadi

düşünceleri gündeme getirmiştir. Bu teoriler klasik iktisat ilkelerine dayalı fakat onu bazı yönlerden eleştiren yeniden yorumlayan bir karaktere sahipti. Moneterizm, Rasyonel Beklentiler Okulu, Kamu Tercihi Teorisi ve buna dayalı olarak oluşturulan Anayasal İktisat, Arz Yönlü İktisat bu teorilerdendir.

A-MONETARİZM Modern miktar teorisini makro ekonomik politikalarında temel olarak ele alan ve para

stokundaki değişmelere önem veren iktisatçılar Moneterist (Paracı) olarak adlandırılmaktadır. Bu iktisatçılar iktisat politikası aracı olarak para politikasının etkinliğine inandıkları için bu adla anılmaktadırlar. Moneterist iktisatçıların savundukları görüşe “Moneterizm” denilmekte olup bu terim ilk defa Karl Brunner tarafından kullanılmıştır (Orhan,1989 74).

Moneterizm büyük ölçüde 1976 yılı Nobel ekonomi ödülü alan Amerikalı iktisatçı Milton Friedman tarafından geliştirilmiş bir teoridir. Friedman 1976 yılında “Paranın Miktar Teorisi Üzerine Çalışmalar:” (Study In the Quantity Theory of Money) adıyla editörlüğünü kendisinin yaptığı bir kitap yayınladı. Bu çalışma ile Friedman esasen moneterizmin temel ilkelerini ortaya koymuş oldu (Aktan, 1990: 212). Friedman’ın ikinci önemli eseri ise, A. Schwarts ile yazdığı “A Monetary History of the United States 1867-1960” (1867-1960 Yılları Arasında Amerikan Para Tarihi) adlı çalışmasıdır (Orhan,1989:75).

Moneterizm daha çok enflasyon üzerinde durmuştur. Moneterist düşünce enflasyonun nedeni olarak para arzının hükümetlerce gereksiz yere aşırı artırılmasında görmektedir. Moneteristlere göre ekonomideki bir çok istikrarsızlık parasal kökenlidir. Bu yüzden iktisadi sorunların çözümlenmesinde para politikası diğer politikalardan daha etkilidir (Aktan, 1990:212). Enflasyonu tümüyle parasal bir olar olarak gören moneteristler, para

Page 16: kisi.deu.edu.tr › asuman.altay › İKTİSADIN TARİHİNE KISA BİR BAKIŞ VE... · İKTİSADIN TARİHİNE KISA BİR BAKIŞ VE MERKANTİLİZMDEN ...İKTİSADIN TARİHİNE KISA BİR

arzındaki artışın, milli gelirdeki artışı aşan kısmının doğrudan fiyatlar genel seviyesini yükselttiği görüşündedirler. Mesela toplam para arzı % 12 ve toplam milli gelir % 4 ise o yılki enflasyon % 8 olacaktır (Savaş, 1994:223).

Milton Friedman kendisine Nobel Ekonomi Ödülü verilirken yaptığı konuşmada bu konuyla ilgili olarak şunları söylemiştir: “enflasyon her zaman ve her yerde parasal bir olay olmuştur. Enflasyon ile işsizlik arasında uzun dönemde iddia edildiği gibi bir alış veriş (trade off) söz konusu değildir. Çünkü uzun dönem Philips eğrisi, doğal işsizlik oranından çıkan bir dikey gibidir. Dolayısıyla fiyat artış hızı işsizlik oranına değil, para miktarındaki artışlara ve beklenen enflasyon oranına (expected rate of inflation) bağlı olacaktır (Üstünel,1990:273).

Para ve maliye politikası uygulamasına karşı olan Moneteristler, bunun yerine denk bütçe uygulamasına özen gösterilmesini ve piyasa mekanizmasının işleyişini etkileyen monopollerle mücadele edilmesini isterler. Ayrıca moneteristler, devletin para arzını her yıl ve üretim artış hızına eşit bir oranda artırmasını tavsiye ederler (Savaş, 1994:223).

Moneteristler esasen Klasik ekonomiye dayanmakla birlikte onlardan bazı noktalarda ayrılırlar:

-Klasik miktar teorisi yetersizdir,

-Ekonomi daima tam istihdam düzeyinde değildir. Ekonomide “doğal işsizlik” olabilir.

Moneterizmin temel ilkeleri aşağıdaki gibidir.

*Para arzındaki büyüme oranı ile nominal gelirin büyüme oranı arasında kesin olmamakla birlikte bir ilişki vardır. Kesin değildir. Çünkü para arzındaki artışların geliri etkilemesi zaman alır. Bunun ne kadar süreceği de bilinmez.

*Ortalama olarak para arzındaki artış, nominal gelirleri yaklaşık 6 ve 9 ay arasında geçecek bir süre sonunda etkiler.

*Nominal gelirin büyüme oranındaki artış etkisi ilk olarak üretim üzerinde görülür. Bu, daha sonra fiyatlara yansır.

*Ortalama olarak fiyat etkisi yaklaşık 6 ve 9 ay arasında değişen zaman boyutu içerisinde ortaya çıkar. Para arzındaki artış ile enflasyon arasındaki toplam gecikme ortalama 12-18 ay arasındadır.

*Kısa dönemde para arzındaki değişmeler öncelikle üretimi etkiler (Aktan, 1990:213).

*Ekonomik yaşamı etkileyen temel faktör parasal değişmelerdir. Dolayısıyla toplam talebi ve buna bağlı olarak üretim istihdam ve genel fiyat seviyesini belirleyen temel unsur para arzında meydana gelen değişmelerdir.

*Para arzında meydana gelen değişmelerin ekonomiye yansıması, genellikle mikro karakterde olup, aktif varlığın (portfolio of asset) fiyat ve getiri oranındaki değişmeler nedeniyle yeniden düzenlenmesi yoluyla ortaya çıkar.

*Ekonominin istikrarını bozan etkenlerin çoğu, hükümetlerin izlediği maliye politikasından ve para otoritelerinin firmalar ve kişiler arasında farklılık yaratıcı takdiri uygulamalarından kaynaklanır. Ekonomi kendi halinde istikrarlıdır. İstikrarı dışarıdan yapılan para ve maliye politikası müdahaleleri bozar. (Savaş, 1994:216-217).

Page 17: kisi.deu.edu.tr › asuman.altay › İKTİSADIN TARİHİNE KISA BİR BAKIŞ VE... · İKTİSADIN TARİHİNE KISA BİR BAKIŞ VE MERKANTİLİZMDEN ...İKTİSADIN TARİHİNE KISA BİR

Friedman’a göre ileri ülkelerde 1970’lerden sonra baş gösteren krizin asıl nedeni Keynes’ten esinlenerek uygulamaya sokulmuş olan konjonktür politikalarıdır. Yüksek düzeyde istihdam oluşturmayı esas almış olan konjonktür politikaları gevşek para politikasından doğan etkilerle ekonomileri rayından çıkararak istikrarsızlığı yaygınlaştırmıştır (Tekelioğlu, 1987:101).

1970’lerin ve 1980’lerin başında Moneteristler gerek akademik ve gerekse politik çevrelerden bir çok taraftar toplayarak düşüncelerini yaymışlardır. En önemlisi 1970’lerin sonları ile 1980’lerin ilk yarısında moneterist iktisat politikaları bir çok gelişmiş sanayi ülkesinde uygulanan iktisat politikalarını yönlendirmiştir.

Onlara göre 1970’li yılların sorunu olan işsizlik ve enflasyonun sebebi uygulanan para politikalarıdır. Ekonomik istikrarsızlığın kaynağı ise para arzındaki düzensiz dalgalanmalardır. Örneğin enflasyon para arzındaki artışların doğrudan doğruya nominal gelirleri artırmasıyla ortaya çıkmaktadır. İşsizlik ise enflasyonun sebep olduğu bir olgudur (Eker ve Diğ. 1994, s. 52).

Friedman “Kapitalizm ve Özgürlük” adlı çalışmasında günümüz hükümetlerinin kesin bir biçimde yapmaları gerektiği savunulan faaliyetleri dahil, bir çok devlet görevinin ve müdahalelerinin bütünüyle kaldırılmasından yanadır. Friedman devlet müdahalelerini gereksiz ve zararlı sayar.

Friedman Hayek’in “Köleliğe Giden Yol” isimli kitabında belirtilen görüşlere benzer biçimde, devlet müdahalelerinin ve devlet sektörünün giderek büyümesinin, insanların teşebbüs ve çalışma arzularını kırmak suretiyle, insanlığı köleliğe, iktisadi ve düşünsel gerilemeye götürmekten başka bir işe yaramayacağını savunmaktadır (Tekelioğlu, 1993: 241).

Moneterist görüş, klasik teoride olduğu gibi ekonominin kendiliğinden ve daima tam istihdamda olacağını kabul eder. Bu nedenle devletin keyfi (takdiri) para ve maliye politikası uygulaması önlenmelidir (Savaş, 1994:221).

Moneteristler özellikle artan oranlı gelir vergisi yerine düz oranlı gelir vergisinin getirilmesini önermektedirler. Friedman’a göre, %15 veya % 16 oranında uygulanacak gerçek bir düz oranlı vergi, istisna ve muafiyetlerin sürdürülmesi halinde % 12-50 arasında uygulanan vergi oranı ile aynı hasılatı sağlayabileceğini, istisna ve muafiyetlerin sayısı artırılırsa, düz oranlı vergi oranının % 17’ye çıkarılabileceğini öne sürmüştür (Devrim, 1995:82).

B-RASYONEL BEKLENTİLER TEORİSİ Rasyonel Beklentiler Teorisi, 1960’lı yılların sonlarında klasik iktisat teorisinin temel

ilkelerini benimseyerek ortaya çıkan yeni bir ekonomik teoridir. Rasyonel Beklentiler Teorisi Moneterizmin bir dalı olarak görülebilir. Ancak Moneterist iktisatçıların hepsi Rasyonel Beklentiler Teorisi’nin tümünü kabul etmemektedirler.

Rasyonel Beklentiler Teorisi, Klasik iktisatçıların yaklaşımına benzer şekilde insanların iyi bir şekilde bilgilendirildiklerine ve bunu çok iyi kullandığına inanmaktadırlar. Bunun yanında piyasada fiyatların ve ücretlerin esnek (flexible) olduğunu savunurlar. Bu yüzden işsizliğin daima gönüllü (voluntarily) olduğunu savunurlar. İnsanlar gerçek ücretlerin çok düşük olduğunu düşündükleri için işsizdirler (Eker ve Diğ. 1994:55-57).

Page 18: kisi.deu.edu.tr › asuman.altay › İKTİSADIN TARİHİNE KISA BİR BAKIŞ VE... · İKTİSADIN TARİHİNE KISA BİR BAKIŞ VE MERKANTİLİZMDEN ...İKTİSADIN TARİHİNE KISA BİR

Rasyonel Beklentiler Teorisinin kurucusu Jon F. Muth’tur. Muth 1959 yılında Econometric Society’in Washinton D.C.’de yapılan kış toplantısına sunduğu bildiride teorisini ilk defa açıklamıştır. Rasyonel Beklentiler Teorisi de Keynezyen makro teoriye bir karşı teori olarak ortaya çıkmış bir iktisadi düşünce akımıdır. Rasyonel beklentiler konusu ilk defa Muth tarafından incelenmiş olmakla birlikte, Lucas, Sargent, ve Wallace tarafından geliştirilmiştir.

Muth ekonomik yaklaşımda meydana gelen dalgalanmaların büyük bir kısmının ekonomik değişkenlerle ilgili tahminlerde yapılan hatalardan kaynaklandığını ileri sürer.

Ona göre ne tür bir enformasyonun kullanıldığı ve bunların gelecek koşulların tahmini için nasıl bir araya getirildiğini anlamak çok önemlidir. Çünkü dinamik sürecin karakteri, gelecek ile ilgili beklentilerin, olayların gerçek seyri tarafından nasıl etkilendiğine karşı çok duyarlıdır. Ayrıca mevcut enformasyonun miktarı veya sistemin yapısı değiştiğinde beklentilerin nasıl değişeceğini kestirebilmek de çoğu defa gereklidir.

Rasyonel Beklentiler en doğru tahmini yapmamıza imkan verir. Çünkü rasyonel beklentiler doğrudan doğruya ilgili değişkeni belirleyen sürecin (işlemin bilinmesine) bağlıdır. Rasyonel beklentilerin hatası; değişkeni belirleyen süreçte yer alan tesadüfi değişken ile sınırlıdır. Bu nedenle tahmin hatası süreçte yer alan ve tahmini mümkün olmayan tesadüfi değişkene eşit olur. Böyle bir durum ise istatistiksel olarak tahminin en üst doğruluk sınırına ulaştığını gösterir (Savaş, 1997:974-980).

Muth’a göre bekleyişler rasyoneldir. Bekleyişlerin rasyonel olması, beklenen değer ile gerçekleşen değer arasındaki farkın, beklenen değeri sıfır olan tesadüfi bir değişken olması anlamını taşımaktadır. Bir ekonomik değişkenin rasyonel bekleyişleri oluşturulurken piyasadaki ekonomik birimler, değişkeni etkileyebilmektedirler ve bu alanda elde edebildikleri tüm bulgulardan yaralanabilmektedirler (Tekelioğlu:111-112).

Politik iktisat hemen daima devletin ekonomiye nasıl müdahale edeceği, amaçlar arasında önceliği nasıl belirleyeceği ve hangi araçları kullanacağı gibi konular üzerinde durmuştur. Bu tür bir yaklaşım, iktisat politikası iktisat politikası uygulamaları karşısında fertlerin “pasif” bir davranış içerisinde olacaklarını ve devlet bir politika uygularken, kendi davranışlarını tıpkı politika önerisinde olduğu gibi, devam ettireceklerini farz eder. Rasyonel Beklentiler Teorisi bunu kabul etmez ve fertlerin devlet politikaları karşısında aktif bir tutum içerisinde olduklarını var sayar. Fertler devlet politikaları karşısında kendi menfaatleri çerçevesinde titizlikle dururlar (Savaş, 1994 :225-226).

Rasyonel Beklentiler Teorisi, aktif iktisat politikalarının terk edilmesini ister. Bu politikalarla konjonktür dalgalanmaları yumuşatılamaz. Aktif politikalar rasyonel insana hangi ekonomik sonucun iyi olduğunu belirleme hakkını vermez. Aktif iktisat politikaları ile işsizlik oranını veya kullanılmayan kapasiteyi azaltmaya çalışmak sadece ekonomideki enflasyonun ve konjonktürün boyutlarını artırır.

Rasyonel Beklentiler Teorisi’nin enflasyonla mücadele yöntemi teklifleri ise, para miktarındaki azaltmaları vergi indirimleri ve kamu harcamalarının daraltılmasını kapsamaktadır. Vergi indirimleriyle birlikte ücret artışlarının frenlenmesi, karlılığı artırmanın tek yoludur ve ayrıca arzı olumlu yönde etkileyecek bir politikadır (Tekelioğlu:113).

Page 19: kisi.deu.edu.tr › asuman.altay › İKTİSADIN TARİHİNE KISA BİR BAKIŞ VE... · İKTİSADIN TARİHİNE KISA BİR BAKIŞ VE MERKANTİLİZMDEN ...İKTİSADIN TARİHİNE KISA BİR

Rasyonel Beklentiler Teorisini savunanların Keynezyen iktisada yaptıkları eleştiri 1960’lı yıllarda ortaya çıkan yüksek enflasyon ve işsizliktir. Onlara göre bu olaylar sıkı para politikası ve dengeli bütçe gibi klasik ilkelerin bir sonucu olarak doğmamıştır. Aksine Keynezyen doktrinin enflasyon riski taşımasına rağmen reel büyümeyi ve artan istihdamı vaad eden geniş bütçe açıklarını ve yüksek oranlı parasal genişlemeyi gerektiren politikaların sonucu ortaya çıkmıştır (Savaş, 1997:965).

Beklentiler (expactation) iktisatta daima önemli bir yer tutmuştur. Çünkü ister üretici ister tüketici veya tasarruf ya da emek sahibi olsun davranışlarında daima geleceğe yönelik beklentiler belirleyici olur. Ancak geçmiş dönemde beklentilerde belirleyici unsur “geçmiş dönemle uyumlu beklentiler” (adaptive expections theory). iken bu teori beklentilerin “rasyonel” olduğu üzerine bina edilmiştir. Onlara göre ancak rasyonel beklentilere dayalı makro teorilerin ve modellerin gerçek dünya koşullarını ve iktisat politikası sonuçlarını yansıtacağını öne sürmüşlerdir. Rasyonel Beklentiler Teorisini savunanlar, beklentilerin uyumcu değil, rasyonel olduğunu kabul etkilerinden, iktisat politikası uygulamaları karşısında derhal “aktif” bir tavır takınıp, iktisat politikasını tamamen etkisiz hele getirdiklerini ileri sürerler. Buna karşın, toplumun beklemediği anlarda ve beklemediği tarzda uygulanacak bir politikanın çok kısa bir süre, etkili olabileceğini, fertlerin bu politika ile ilgili enformasyonu temin edip beklentilerini değiştirdiğinde politikanın yine etkisiz kalacağını ileri sürerler (Savaş, 1994 :226).

Uyumlu beklentilerde gelecek yıllarla ilgili tahminler (beklentiler) geçmiş yılların bilgileri kullanılarak yaklaşık bir sonuç dikkatte alınır. Mesela bir önceki yılın enflasyonu % 20 ise beklenti % 20’den az ancak % 10’dan fazla olacaktır. Beklentiler ancak tahminlerin tutmaması halinde değiştirilir. Bu değişiklik beklentinin tahminin altında gerçekleşmesi halinde azalış yönünde tersi durumda artış yönünde olur (Savaş, 1997, 970).

Rasyonel Beklentiler Teorisine göre geçmişe dayalı beklentiler ancak değişkenlerin geçmiş ve gelecek değerleri arasındaki ilişki sabitse anlamlıdır. Eğer bireyler geleceğe ait tahminler yaparken sadece geçmiş verileri dikkate alıyorlarsa bu tür beklentiler gerçekçi olamaz. Geçmiş ve gelecek veriler arasındaki ilişkinin çok az değişeceğini öne sürmek ve fertlerin de böyle bir beklenti içinde olacağını farz etmek herhangi bir politika değişikliği halinde komik sonuçlara yol açar. Rasyonel Beklentiler Teorisi Bu tahmin metodunu irrasyonel ve Keynezyen Makro Teorinin düzeltilmesi mümkün olmayan yanlışı olarak kabul eder (Savaş, 1986: 193-194).

Rasyonel Beklentiler Teorisinin ilk ve en önemli ilkesi pek çok ekonomik değişkenin baz “işlemler” ve “süreçler” (process) tarafından belirlendiğini ileri süren görüştür. Buna göre bir değişkeni belirleyen süreç veya işlem o değişkenin ulaşabileceği değerleri sınırladığı gibi o süreç veya işlem belirlendiği zaman değişkenin değeri ile ilgili rasyonel bir beklenti elde etmek mümkündür.

İktisat teorisinde insan rasyonel bir varlık olarak kabul edilir. Rasyonel bir insan da gelecekle ilgili bir beklenti belirlerken o değişken ile ilgili bütün verileri kullanır. Dolayısıyla beklentilerin nasıl oluştuğu incelenirken bireyin o değişkenin davranışını belirleyen bitin verileri dikkate aldığını kabul etmek gerekir.

Rasyonel Beklentiler Teorisi tahmin ve beklentilerin her zaman doğru sonuç vereceğini ileri sürmez. Ekonomik değişkenleri belirleyen süreçlerin büyük çoğunluğu “tesadüfi” (stochastic) süreçlerdir. Bir başka deyişle süreçler önceden tahmini mümkün

Page 20: kisi.deu.edu.tr › asuman.altay › İKTİSADIN TARİHİNE KISA BİR BAKIŞ VE... · İKTİSADIN TARİHİNE KISA BİR BAKIŞ VE MERKANTİLİZMDEN ...İKTİSADIN TARİHİNE KISA BİR

olmayan unsurlara sahiptir. İktisadın kendine konu olarak insan davranışlarını alması, insan davranışlarının da önceden tahmini mümkün olmayan bir tesadüfilik unsuru içermesi, değişkenleri belirleyen süreçlerin de tesadüfü unsurlar içermesine neden olur.

Rasyonel Beklentiler Teorisi Klasik Teori ilkelerinin bütün ekonomik problemlere ve özellikle makro ekonomi politikasına uygulanmasından oluşmaktadır. Bu yüzden Rasyonel Beklentiler Teorisine dayalı olarak Yeni Klasik Teori oluşturulmuştur.

Rasyonel Beklentiler Teorisine göre Klasik teorinin iki temel önerisi vardır:

*Bireyler optimalize ederler: yani tüketici fayda maksimizasyonu üretici ise kar maksimizasyonuna ulaşmak amacındadır. Bu amaçlara ulaşmak isterken gelirlerinin ve mevcut teknolojinin sınırlarıyla karşı karşıyadırlar.

*Piyasalar arz-talebi dengeler: Ancak bunun gerçekleşebilmesi için piyasada yasal sınırlamaların olmaması, enformasyon farklılığının bulunmaması veya devletin müdahale etmemesi gerekir (Savaş, 1997:992-993).

Rasyonel Beklentiler Teorisi, para politikasının kısa ve uzun dönemde ekonomide sadece fiyatlar genel seviyesini etkileyeceğini öne sürerken, maliye politikasının uzun dönemde istihdam ve üretim üzerinde olumsuz etkiler yapacağını iddia eder.

Rasyonel Beklentiler Teorisi tıpkı Klasik iktisatçılar ve moneteristler gibi, devlet harcamalarındaki artışın özel tüketim ve yatırım harcamalarında veya ithalatta meydana gelecek bir azalma ile karşılanacağını kabul eder. Bu nedenle devlet harcamalarındaki bir artış, toplam talebi etkilemez. Dolayısıyla milli gelir ve istihdam düzeyinde bir gelişme olmayacaktır. Buna karşın Rasyonel Beklentiler Teorisi maliye politikasının toplam arz üzerinde olumsuz etkilerde bulunduğu görüşündedir. Bunun sebebi ise daha çok devlet harcamalarının vergi artışıyla finanse edilmesidir. Sonuç olarak Rasyonel Beklentiler Teorisi, aktif makro iktisadi politikaların (devlet harcamalarının artırılması, verginin azaltılması, para arzını artırmak ya da azaltmak ... gibi) karşıdır (Savaş, 1994:242-243).

C- KAMU TERCİHİ TEORİSİ VE ANAYASAL İKTİSAT

İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ortaya çıkan gelişmelerden biri de Kamu Tercihi veya (Toplumsal Seçim) Teorisi (Theory of Puplic Choice) olarak bilinen teoridir. Bu teorinin gelişimi İkinci Dünya Savaşından sonra kamu kesiminin hızlı bir şekilde büyümesi ile birlikte olmuştur. Bu büyüme hem kamu harcamalarında hem de kamu gelirlerinde kendini göstermiştir. Mesela ABD’de 1946-1974 yılları arasında kamu harcamaları/GSMH %13’ten %22’ye devlet gelirleri ise % 28’den % 40’a yükselmiştir. Benzer gelişmeler Avrupa ülkelerinde de görülmeye başlanmıştır (Savaş,1997:1009).

Kamu Tercihi Teorisi, kamunun ekonomide üslendiği rol ve faaliyetlerin sınırlarına farklı bir bakış açısı getirmiştir. Kamu Tercihi yaklaşımı politikacılar seçmenler, siyasi partiler ve çıkar grupları arasındaki ilişkileri politik karar alma sürecindeki davranışlarıyla birlikte iktisat, politika, hukuk, sosyoloji bilimi çerçevesinde inceleyen teorik bir yaklaşımdır. Kamu Tercihi yaklaşımının temelinde bireylerin politik süreç içerisinde kendi kişisel çıkarlarını, refahlarını maksimize edecekleri varsayımı yatmaktadır. Bu gruplar kendi çıkarları peşindedirler (Eker ve diğ., 1994: 71).

Kamu Tercihi Teorisi, politikayı bir mübadele (catallaxy) olarak görür. Bu sözcük “politika karmaşık bir mübadele türüdür” anlamında kullanılmaktadır. Anayasal bir düzen

Page 21: kisi.deu.edu.tr › asuman.altay › İKTİSADIN TARİHİNE KISA BİR BAKIŞ VE... · İKTİSADIN TARİHİNE KISA BİR BAKIŞ VE MERKANTİLİZMDEN ...İKTİSADIN TARİHİNE KISA BİR

altında kavramsal bir sözleşme olan “politik mübadele” kendi kendine kurulur. Politik mübadele toplumdaki herkesi kapsar (Eker ve diğ. 1994:55).

Kamu Tercihi teorisine göre çözüm politik karar alma sürecinde rol alan aktörlerin daha iyileriyle değiştirilmesi daha açık bir ifadeyle eğitimli, kültürlü, din ve ahlak sahibi insanların iş başına getirilmesi ile değil, anayasal-yasal-kurumsal çerçevenin yeniden oluşturulmasıyla mümkündür. Hatta J. Buchanan “anayasal-kurumsal reform içerisinde kötü fena ve yetersiz olan politikacıların iyi nazik ve yetenekli olanlarıyla değiştirilmesi gibi önerilere yer yoktur. Anayasal reform içerisinde amaç, yönetimde yer alan kişilerin iyilerinin seçilmesi değildir. Anayasal reformun amacı; politikacıların uyması gereken sınırların veya kuralların oluşturulmasıdır.” (Aktan1992 a:83-84).

Kamu Tercihi Teorisyenleri kamu kesiminin büyümesini klasik görüş ve hipotezler dışında (Savaş, 1997, s. nüfus artışı, enflasyon vb) iki sebebe dayandırmaktadırlar:

1-Homo Economicus ve Maximand Yaklaşımı

2- Keynezyen İktisat

1- Devletin fonksiyonları genişledikçe siyasal karar alma sürecinde rol alan kimselerin “çıkarlarının” artması söz konusudur. Çünkü seçmenler daha fazla kamu hizmeti talep edeceklerdir. Bu talepler kamu kesiminin büyümesinin ilk nedenidir. Tekrar seçilebilme isteği, bütçenin büyümesini gerektirir. Büyüyen bütçenin finansmanı ise, vergilerle değil, vergi dışı gelirlerle finanse edilir. Çünkü verginin daha da artması seçmeni memnun etmeyecektir. Bir başka deyişle seçmen daha fazla kamu hizmeti beklerken, buna karşılık daha az vergi ödeme gibi paradoksal bir eğilime sahiptir. Emisyon ve borçlanma yoluyla finanse edilen kamu hizmetleri uzun vadede ekonomide ciddi sorunları ortaya çıkarır. Öte yandan baskı ve çıkar gruplarının transfer istekleri kamu kesimini daha da genişletir.

2-Buchanan’a göre devletin başarısızlığında Keynezyen iktisadi anlayış doğrultusunda hareket eden akademisyenler, bürokratlar ve politikacılar önemli bir yere sahiptir. Politik kararlar rasyonel kişisel çıkarlar doğrultusunda olmalıdır. (Durden and Millsaps, 1996). Çünkü Keynezyen İktisat devletin ekonomiye aktif müdahalesini ön görür. Özellikle 1929 buhranından sonra geniş oranda uygulama alanı bulan Keynezyen İktisatta para, kredi, maliye, dış ticaret, dolaysız kontroller ve kamu girişimciliği politikaları aracılığıyla ekonomiye aktif olarak müdahalesi söz konusudur. Bu müdahaleci devlet anlayışı kamu sektörünün zaman içerisinde büyümesine yol açmıştır.

Keynezyen İktisatçıların önemli yanlışlıklarından birisi vergilemeden harcama yapılabileceğini savunmalarıdır. Böylece kamu harcamaları vergilerle değil, emisyon ve borçlanma yolu ile finanse edilmiştir. Keynezyen İktisadın İktisat politikasına bıraktığı bu kötü miras bugün aktif olarak kullanılmaktadır. Devletin aşırı büyümesi ise ekonomik ve politik yozlaşmayı beraberinde getirmektedir (Aktan, 1992 a: 76-78).

Kamu Tercihi Teorisinin bir sonraki aşaması kabul edilen anayasal iktisat ise esasen hukuk ekonomi ve siyaset biliminin de içerisinde bulunduğu inter disipliner bir teoridir. Anayasalar kişilerin toplumun ortak çıkarı gereği hak ve özgürlüklerini ne dereceye kadar sınırlayacağı yada nasıl düzenleyeceği ile ilgilidir. Kişilerin siyasi hak ve özgürlükleri olduğu gibi ekonomik hak ve özgürlükleri vardır. Anayasaların bu iki alanı da düzenlemesi gerekir. Geleneksel anayasalarda siyasi hak ve özgürlükler ön plandadır. Ancak devlet denen sosyal organizasyon bireylerden oluşmuş ayrı bir kişiliği (hükmi şahsiyet) sahip ve

Page 22: kisi.deu.edu.tr › asuman.altay › İKTİSADIN TARİHİNE KISA BİR BAKIŞ VE... · İKTİSADIN TARİHİNE KISA BİR BAKIŞ VE MERKANTİLİZMDEN ...İKTİSADIN TARİHİNE KISA BİR

egemenlik gücüne sahip bir yapılanmadır. Elbette ki kişilerin hak ve özgürlükleri sınırlandığı kadar devletin de sınırlandırılmaya tabi tutulması gerekir. devletin egemenlik gücüne sahip olması onun bu gücü kötüye kullanması anlamına gelmez. Devlet adına yetki kullananların bu yetkilerini anayasal ve yasal zemine dayandırarak meşrulaştırması gerekmektedir.

Anayasal iktisada göre devletin temel görevlerinin anayasal düzeyde belirlenmesi, post-anayasal aşamada ise anayasal normların uygulanmasını sağlamaktır. Bu kuralların konması iktidarların keyfi kararlar almasını engellemektedir. Çünkü Kamu Tercihi Teorisini geliştiren bilim adamlarından Gordon Tullock'un ifadesiyle devlet bazı sorunların çözümü, bazılarının da bizatihi kaynağıdır. Anayasal iktisat teorisinin ulaştığı sonuç devletin ekonomi içindeki yerinin sınırlandırılmasıdır. Kamu kesiminin aşırı büyümesi bir çok ülkede tedbirler alınmasını gündeme getirmiştir. Bu yüzden ekonomik anayasa çerçevesinde devletin hak ve yetkileri sınırlandırılırken kişi hak ve özgürlüklerinin sağlandığı yeni bir ekonomik anayasaya ihtiyaç vardır. Demokrasinin daha çok yaygınlık kazandığı günümüzde devlet, hem birey özgürlüklerine saygı açısından hem de anayasal olarak sınırlandırılmış ve belirlenmiş yetkileri dolayısıyla vergilendirmenin de bir sınırı olmalıdır. Çünkü devletin vergi toplama hakkı varsa bireylerin de başkalarına devredilemez ve vazgeçilemez bireysel hakları mevcuttur. Bu yüzden devlet vergilendirme yetkisini ancak kişilerin hak ve özgürlüklerini koruyarak kullanabilmelidir.

J. Buchanan ve Gordon Tullock araştırmaları sonucu 1962 yılında yazdıkları Oybirliğinin Matematiği: Anayasal Demokrasinin Mantıksal Temelleri (Calcolus of Consent: Logical Foundation of Constitutional Democracy) adlı çalışmalarıyla Anayasal iktisadın temellerini atmışlardır. Bu kitabın temel amacı “toplumsal kararlar almada kullanılacak belirli kuralların anayasal düzeydeki tartışmalardan elde edileceğini açıklamak”tı. Bu iki yazara göre, anayasal kuralların “ekono-politik” yaşamın “oyun kuralları” idi. Ve iyi bir oyun için, oyuncuların nitelikleri için oyunun kuralları önemliydi.

Toplumsal tercihlerin belirleme yöntemlerini önemli kılan bir başka neden devletin ekonomiye “bütçe politikası” ile müdahale edebileceğini savunan Keynezyen teoriden kaynaklanmıştır. Onlara göre bu durum, Amerikan Mali Anayasasının önemli bir unsuru olan “denk bütçe” ilkesini zedelemiştir. Denk bütçe ilkesinin göz ardı edilmesi, bütçe açıklarının ortaya çıkmasına bu ise hükümetlerin iç ve dış borçlarının artmasına ve para basma yetkisinin sınırsız bir şekilde kullanılmasına neden olmuştur. Anayasal iktisadın temel amacı iktidarların ne gibi yasal, kurumsal ve anayasal sınırlarla sınırlandırılmaları gerektiğini araştırmaktır. (Savaş, 1997:1014).

Kamu Tercihi Teorisinin iktisat bilimine getirdiği en önemli katkılardan biri “piyasa başarısızlığı teorisi” (The Theory of market failure) ne karşılık olmak üzere “Devletin Yetersizliği Teorisi” (The Theory of Governmental Failure”yi geliştirmiş olmasıdır. Refah iktisadı teorisi 1930’lu ve 1940’lı yıllarda bazı faktörlere dayalı olarak piyasa ekonomisini milli ekonomi içerisinde yetersiz olduğunu ve dolayısıyla devletin ekonomide düzenleyici rol oynaması gerektiğini savunmuştu. Kamu tercihi iktisatçıları ise 1960’lı yılların başlarından itibaren Keynezyen iktisat politikasının müdahaleci ve genişletici politikalarını eleştirerek kamu ekonomisinin de piyasa ekonomisi gibi kendi başına optimumu sağlamaktan uzak olduğunu açıklamıştır (Aktan, 1990:221).

Page 23: kisi.deu.edu.tr › asuman.altay › İKTİSADIN TARİHİNE KISA BİR BAKIŞ VE... · İKTİSADIN TARİHİNE KISA BİR BAKIŞ VE MERKANTİLİZMDEN ...İKTİSADIN TARİHİNE KISA BİR

Kamu Tercihi ve Anayasal İktisatta Devletin Sınırları Kamu tercihi teorisi politika biliminin ekonomik analizidir. Yani kamu tercihi politik

süreçte alınan karar ve uygulamaları iktisat biliminin kullandığı araç, metot ve varsayımlara dayalı olarak açıklayan bir disiplindir.

Bu teori, devletin hak ve yetkilerinin sınırlandırılması ve bireylerin ekonomik hak ve özgürlüklere (mülkiyet ve miras özgürlüğü vb) sahip olabilmesi için devletin yetkilerinin sınırlarının belirlenmesi üzerinde durur. Çünkü devlete ait olan bütçe yapma vergileme para basma ve borçlanma hak ve yetkilerinin sınırlandırılması, bireyin ekonomik hak özgürlüklerini genişletir (1992 a, :8).

Anayasal iktisat ekonomik anayasanın;

Mali anayasa: Mali anayasa (fiscal constitution) anayasal iktisat literatüründe devletin, harcama ve vergileme ve borçlanma konusundaki yetkilerini ve bu yetkilerin anayasal sınırlarını ifade eden bir kavramdır.

Parasal anayasa: Parasal hükümler ise, para basmaya bir sınır getirerek büyüme ve GSMH ile ilişki kurarak sınırı belirlenecektir. ve böylece keyfi para basmanın engellenmesi.

Dış ticaret anayasası: Bu anayasa düzenlemesi ile dış ticaretin serbestleşmesi sağlanacaktır.

Yasal kurumsal serbestleşme ve rekabet ana yasından oluşur. Devletin ekonomiye olan müdahalelerini ve kontrollerin mümkün olduğunca azaltılması ve "oyunun kurallarını" koyması ve aksak ve yıkıcı rekabeti önleyici tedbirler alması(Aktan, 1994 :153).

Anayasal iktisat teorisinin ulaştığı sonuç devletin ekonomi içindeki yerinin sınırlandırılmasıdır. Kamu kesiminin aşırı büyümesi bir çok ülkede tedbirler alınmasını gündeme getirmiştir. Bu yüzden ekonomik anayasa çerçevesinde devletin hak ve yetkileri sınırlandırılırken kişi hak ve özgürlüklerinin sağlandığı yeni bir ekonomik anayasaya ihtiyaç vardır. Demokrasinin daha çok yaygınlık kazandığı günümüzde devlet hem birey özgürlüklerine saygı açısından hem de anayasal olarak sınırlandırılmış ve belirlenmiş yetkileri dolayısıyla vergilendirmenin de bir sınırı olmalıdır. Çünkü devletin vergi toplama hakkı varsa bireylerin de başkalarına devredemeyecekleri vazgeçemeyeceği bireysel hakları mevcuttur. Bu yüzden devlet vergilendirme yetkisini ancak kişilerin hak ve özgürlüklerini koruyarak kullanabilecektir. (Schneider, 1992).

Anayasal iktisat ve kamu tercihi teorileri, denk bütçe yasasının demokratik süreci güçlendirmede bir potansiyele sahip olduğunu göstermektedir. Hükümete mali konularda sınırlamalar getirilmesi anayasal kurallarla (normlarla) sağlanmalıdır. Bunların gerçekleştirilmesinde, çıkan yasal düzenlemelere itaatin sağlanması için yasanın gerektiği şekilde esnek olup olmadığı, ceza yasalarını içerip içermediği, yasanın çıkarılma zamanının uygun olup olmadığı, yasanın gerçekte maliye politikalarına bir kısıtlama getirip getirmediği ve yasanın seçmenlerin konu ile ilgili anlayışlarını artırıp artırmadığı önemli faktörlerdir.

Page 24: kisi.deu.edu.tr › asuman.altay › İKTİSADIN TARİHİNE KISA BİR BAKIŞ VE... · İKTİSADIN TARİHİNE KISA BİR BAKIŞ VE MERKANTİLİZMDEN ...İKTİSADIN TARİHİNE KISA BİR

D-ARZ YÖNLÜ İKTİSAT VE VERGİ YAKLAŞIMI Keynezyen iktisadın özellikle 1970’li yılların sorunları karşısında alternatif olarak

ortaya çıkan teorilerden birisi de “supply-side economics”tir. Türkçe’ye arz yönlü iktisat, arz iktisadı veya sunum yönlü iktisat şeklinde çevrilebilecek olan bu teorinin öne çıkardığı politika, vergi indirimleri ve bu indirimler neticesinde ekonominin arz yönünün güçlendirilmesidir.

1978 yılında Amerikan İktisatçılar Birliği tarafından resmen kabul edilen bu terim, ekonomideki sorunların giderilmesini daha çok vergi indirimlerine dayandırması dolayısıyla arz yönlü vergi politikası veya arz yönlü (veya yanlı) maliye politikası olarak da bilinir. (Yıldırım, 1989:92-93).

1-Tanım ve Temel İlkeler Arz Yönlü İktisat, ekonominin yüz yüze olduğu verimlilik, enflasyon, reel büyüme

gibi pek çok sorunla ilgili compleks bir disiplindir. Bunların yanında tasarruf, yatırım, çalışma gayreti, teşvikler, iş verimi, hükümetin büyüklüğü ve etkinlik alanı, regulasyonlar ve piyasaların etkinliği ve hatta uluslararası karşılıklı etkileşim gibi konular da Arz Yönlü İktisadın ilgilendiği alanlar içerisinde yer alır (Evans 1987:107).

Arz Yönlü İktisat ile ilgili olarak çeşitli tanımlamalar yapılmaktadır. Bu teoriyi gündeme getiren Arthur Laffer bu konuda şu görüşlere yer verir: “Arz yönlü iktisat, klasik iktisadın modern tarzda ifadesinden başka bir şey değildir. Arz Yönlü İktisat temel olarak teşviklere dayanır. Teşvikler değiştiğinde insanların davranışları da değişir. Eğer bir kişi daha cazip bir aktivitede bulunursa diğer insanlar da bu aktiviteyle ilgilenmeye başlayacaklardır. Aynı şey tersi için de mümkündür. Vergi, dolaysız kontroller (regulation), hükümet harcamaları ve devletin ekonomi üzerindeki bütün faaliyetleri üzerinde yapılacak kapsamlı değişiklikler, kişileri teşvik eder ve davranışlarını değiştirir.” (Analysing, 1982:70-71). Ancak Arz yönlü iktisat taraftarlarının bütün görüşlerini kapsayacak şekilde genel bir tanım arz yönlü iktisadın ekonometrik analizini yapan Michael Evans tarafından yapılmıştır: Ona göre arz yönlü iktisat “ekonominin prodüktif kapasitesini etkileyen unsurları inceleyen iktisat dalı”dır (Savaş, 1997:957).

Arz Yönlü İktisadın temel politik aracı vergi oranlarıdır. Vergi oranlarının önemli bir politik araç olarak kullanılmasının kaynağı Avustralyalı iktisatlı Colin Clark’tır. Clark 1940’ların sonunda yaptığı bir ekonometrik araştırmada vergi yükünün % 25’in üzerine çıkması halinde enflasyonun başlayacağını ileri sürmüştür. Clark’a göre yüksek vergi oranları tasarrufu ve çalışmayı azaltacak üretimi ve arzı daraltacak bu yoldan da toplam talep toplam arz dengesini bozarak enflasyona neden olacaktır. Clark’ın bu görüşü de iktisat politikalarını etkilememiştir. Bunun nedeni sanayi ülkelerinin vergi yükünün % 25’in üzerine çıkarmış oldukları halde hızlı gelişmeyi sürdürebilmiş olmalarıdır. Buna rağmen vergi yükü ile makro büyüklükler arasındaki ilişkiye ait ekonometrik araştırmalar devam etmiş ve 1975’te Laffer, Wanniski ve Roberts unun vardığı sonuçlar Clark’ın görüşünü yeniden güncel hale getirmiştir. En ekstrem şekliyle “Laffer Eğrisi” (Laffer Curve) diye bilinen bu görüş iktisat politikalarının temelini oluşturmaya başlamıştır (Savaş, 1986:172).

Amerika’da Hazine sekreteri ve Kongre danışmanlarından Paul Craig Roberts Arz Yönlü İktisadın vergi kesintileri ile Keynezyen vergi kesintileri arasındaki farklılıkla ilgili olarak şu görüşleri ortaya koymuştur: Arz Yönlü İktisadın vergi kesintileri ile Keynezyen

Page 25: kisi.deu.edu.tr › asuman.altay › İKTİSADIN TARİHİNE KISA BİR BAKIŞ VE... · İKTİSADIN TARİHİNE KISA BİR BAKIŞ VE MERKANTİLİZMDEN ...İKTİSADIN TARİHİNE KISA BİR

Ekonomideki vergi kesintileri arasında çok büyük farklılıklar vardır. Keynezyen öğretide vergi kesintileri, maliye politikasını uyarıcı bir nitelik taşır. Bu ise daha fazla harcama, daha fazla talep ve belki de daha fazla enflasyon ve bütçe açığı demektir. Elbette ki vergi kesintisi için bu kadar sebep bütçe açıklarını üretmektedir. Geçmiş dönemlerde bu etki hissedilmiştir. Ancak bu konuda şimdi çok farklı düşünülmektedir. Arz Yönlü İktisatta vergi kesintilerinin sebebi, marjinal vergi oranlarını indirmek şeklindedir. Bu gerçek bir katkı anlamına gelir. Ayrıca Arz Yönlü İktisadın ulaşmak istediği sonuç, nisbi fiyatlarda toplam talepten daha fazla bir değişiklik yapmaktır.

Bunu şöyle açıklayabiliriz; öncelikle nisbi fiyatlar kişilerin gelirlerini tüketim ve tasarruf arasında nasıl tahsis edecekleri üzerinde etkilidir. Cari tüketime tahsis etmek için ayrılan ek gelir, gelecekteki tüketimden vazgeçmek ve tasarruf oluşturmaktır. Gelecekteki gelirden vazgeçmenin değeri, marjinal vergi oranı tarafından etkilenir. Daha yüksek marjinal vergi oranı ek cari tüketimde bir kişi için daha ucuz vazgeçmektir. Nisbi fiyatlar, insanların zamanlarını çalışma, boş durma, eğlence veya yeteneklerini artırmak üzerinde yönlendiricidir. Eğer kişi zamanının bir kısmını boş durmaya ayırırsa, bu, çalışarak kazandığı cari gelirin bir kısmından vazgeçmek demektir. Cari gelirden vazgeçmenin gaydası marjinal vergi oranının bir fonksiyonudur.

Arz Yönlü İktisadın ikinci yönü de altın standardına geri dönülmesi düşüncesidir. Altın standardını savunanlara göre, bu standart para arzının aşırı artışına ve enflasyona mani olur. Para sadece ihtiyaç duyulduğunda ve altın mevcudu kadar basılır. Öncelikle para arzı kontrol altına alınır ve enflasyon ortadan kaldırılır. Altın standardı, açık bütçeler parasal genişlemeye sebep olduklarından hükümetlerin açık harcama yetkilerini de ortadan kaldırır. Böylece parada istikrar ve bütçede de denge oluşturulur. Özel sektör vergi teşviki nedeniyle yatırıma yönlenir. Bunu istihdam ve ekonomik büyüme takip eder (Kımzey,1983: 21). Ancak arz yönlü iktisadın bu ikinci yönü fazla taraftar bulamamıştır ve uygulamaya konamamıştır.

2-Laffer Eğrisi Arz Yönlü İktisadın en temel yaklaşımlarından birisi vergi oranları ile vergi gelirleri

arasındaki ilişkidir. Buna göre bu ilişki ters orantılıdır. Ancak, Arz Yönlü İktisatta Laffer eğrisiyle ifade edilen bu ilişkinin Artur Laffer’le başladığı söylenemez. Nitekim (İbn-i Haldun’un görüşleri yanında) iktisadın bir bilim haline gelmesini sağlayan ünlü İktisatçı Adam Smith yine iktisadın bilim haline gelmesini sağlayan ünlü kitabı “Milletlerin Zenginliği” (1776) adlı kitabında bu konudaki görüşlerini açıklamıştır: “Yüksek vergiler bazen üzerinden vergi alınan malı ve dolayısıyla tüketimi azaltır. Bazen de kaçakçılığı teşvik eder ve kamu gelirlerinin tahmin edilenden daha az olmasına yol açar.” Ancak konunun esaslı olarak gündeme gelmesi 1974 yılında Arthur Laffer’in kendi ismiyle anılan eğriyi çizmesiyle olmuştur. Wanniski Roma İmparatorluğu’nun yüksek vergiden yıkıldığı ve 1929 büyük depresyonuna da yine yüksek vergilerin neden olduğu görüşündedir. Ona göre; sıfır vergi oranında üretim maksimum düzeyde olacaktır (Fullerton, 1982 :5-6).

Laffer eğrisine göre hiç vergi hasılatı sağlamayan iki ekstrem vergi oranı vardır. Bunlar sıfır vergi oranı ve % 100 vergi oranıdır. Sıfır vergi oranında fertler hiç vergi ödemezler. Vergi oranı % 100 olduğunda ise fertlerin üretim yapıp gelir elde etme arzuları tükenmiş olacağından yine hiç vergi ödemeyeceklerdir. Bu iki ekstrem arasında önceden belirlenmesi mümkün olmayan bir vergi oranı

Page 26: kisi.deu.edu.tr › asuman.altay › İKTİSADIN TARİHİNE KISA BİR BAKIŞ VE... · İKTİSADIN TARİHİNE KISA BİR BAKIŞ VE MERKANTİLİZMDEN ...İKTİSADIN TARİHİNE KISA BİR

vergi hasılatını en yüksek düzeye çıkaracaktır (Savaş, 1997:960).

Şekil 2: Laffer Eğrisi Vergi Oranı (R)

100

R1

R0

0 T1 T0 Vergi Geliri

(T)

Yukarıda Laffer eğrisinde görüldüğü gibi optimum vergi oranı 0-100 arasında belirsiz bir yerdedir. 0 noktasında hasılat da sıfırdır. Yani bu noktada herhangi bir gelir söz konusu değildir. Arz Yönlü İktisat vergi oranının belli bir noktaya kadar yükseltilmesi halinde vergi mükelleflerinin ödedikleri vergi nedeniyle uğradıkları kaybı telafi etmek için daha fazla çalışacakları görüşündedir. Bu durum vergi gelirinin daha da artmasına yol açacaktır. Ancak vergi oranının bir noktadan sonra daha da artması vergi mükelleflerinin şevkini kıracaktır. Bu durum onların çalışma arzularını azaltacak ve böylece vergi gelirleri de azalacaktır. Şekilde R0 noktasındaki bir vergi maksimum vergi hasılatının (T0) sağlandığı noktadır. Daha fazla Vergi oranı en yüksek noktaya getirildiğinde (%100), ekonomi yeraltına kayacak ve gelirler beyan edilmeyecektir (unreported). Böylece vergi hasılatı sıfıra inecektir.

Laffer eğrisi üzerinde vergi indiriminin büyüklüğü de önemlidir. Eğer vergi indirimi çok geniş tutulursa vergi hasılatı artmaz. Örneğin R0’ın altındaki bir vergi indirimi böyle bir etki gösterir.

Vergi hasılatını artırmak düşüncesiyle vergi oranlarında bir indirime gittiğimiz zaman var olan oranın maksimum vergi oranını sağlayacak olan oranın üzerinde olması gerekir. Şeklimizde maksimum vergi hasılatını sağlayan nokta R0 noktasıdır (Kımzey,1983:16-17)..Marjinal vergi oranlarında meydana gelen azalma bireylerin çalışma arzular ını artıracağı gibi tasarruflarını da etkiler. Bireyler gelirlerini ya tasarruf eder ya da tüketirler. Marjinal vergilerde meydana gelecek değişiklik bireylerin bu gün ki tüketim ve gelecekteki tüketim eğilimlerini değiştirecektir. Marjinal vergi oranlarının artması bireyleri tüketime azalması tasarrufa yönlendirecektir (Yıldırım 1989:96-97). Haldun-Laffer etkisi aşağıdaki şekille de açılanabilir.

Şekil 3: Vergi Oranları ile Toplam Piyasa Üretimi ve Vergi Geliri Arasındaki İlişki

Page 27: kisi.deu.edu.tr › asuman.altay › İKTİSADIN TARİHİNE KISA BİR BAKIŞ VE... · İKTİSADIN TARİHİNE KISA BİR BAKIŞ VE MERKANTİLİZMDEN ...İKTİSADIN TARİHİNE KISA BİR

Vergi Oranı (%)

F

T4 E

T3 D

L T2

K T1 C

A B

Toplam Y3 Y2 Y1 0 R1 R2 R3 Vergi Geliri

Piyasa Üretimi

Şeklin sağ tarafı vergi oranları ile vergi gelirleri arasındaki ilişkiyi göstermektedir. Vergi oranı sıfır olduğunda vergi geliri de sıfırdır. Aynı etki vergi oranının % 100 olduğu durum için de geçerlidir. Vergi oranlarının B,C ve D’ye kadar artırılması vergi hasılatı üzerinde olumlu etkide bulunur. D noktası maksimum vergi hasılatının elde edildiği noktadır. Bu noktadan sonra yapılacak olan vergi oran artırımı hasılatı azaltacak nihayet F noktası üzerinde (% 100) sıfır hasılat olacaktır.

Sol taraf ise vergi oranlarıyla toplam piyasa üretimi ilişkisini göstermektedir. Vergi oranının sıfır olduğu varsayımı altında toplam piyasa üretimi Y1 düzeyindedir. Vergi oranı belli bir noktaya çıkarılıncaya kadar toplam piyasa üretimi artar. Çünkü burada devlet bir miktar vergi toplarken bir miktar da hizmet arz eder. Bu mal ve hizmet tam kamusal veya yarı kamusal olabilir. Bu hizmetler özel sektör üzerinde olumlu etki gösterir ve toplam piyasa üretimi artar. Bu ise GSYİH’nin artışı demektir. Vergi oranındaki artış L noktasından itibaren toplam piyasa üretimi üzerinde olumsuz etki meydana getirir. Çünkü yüksek vergi oranları fiyatları olumsuz etkiler.

T4’ten T3’e yapılacak bir vergi indirimi vergi gelirlerini R2’den R3’e çıkaracaktır. Şekilden de görüldüğü gibi toplam piyasa üretiminin maksimuma ulaştığı nokta (L) vergi hasılatının maksimuma ulaştığı noktadan (D) öncedir. Bunun nedeni şudur; devletin bir miktar vergi geliri toplaması ekonomiye bir miktar kamusal mal arz etmesi anlamına gelir. Başlangıçta bu düşük vergi oranları ekonomik birimlerin faaliyetleri üzerinde pozitif etkide bulunur. Böylece toplam piyasa üretiminde maksimuma, düşük bir vergi oranında ulaşır (Aktan, 1990:227).

Arz Yönlü İktisatçılar çalışmalarını mümkün olduğunca ampirik bulgulara dayandırmışlardır. Bu amaçla yapılan ampirik çalışmalar yanında monetaristlerin ve Rasyonel Beklentiler Teorisi’nin yaptığı çalışmalardan da yararlanmışlardır. Arz Yönlü İktisada göre Batı ülkelerinde ferdi tasarruf hacmi en düşük ülke ABD’dir. Bunun sebebi Amerikan vergi sisteminin ağır vergi yüküne sahip olmasıdır (Tekelioğlu, 1993:250).

Page 28: kisi.deu.edu.tr › asuman.altay › İKTİSADIN TARİHİNE KISA BİR BAKIŞ VE... · İKTİSADIN TARİHİNE KISA BİR BAKIŞ VE MERKANTİLİZMDEN ...İKTİSADIN TARİHİNE KISA BİR

3-Laffer Eğrisine Yönetilen Eleştiriler Bazı iktisatçılar Laffer eğrisindeki amaçlara muhalefet ederler. Onlara göre Laffer

eğrisinde bazı belirsizlikler vardır. Örneğin varsayımların doğruluğunun ampirik bulgularla test edilmesi son derece zordur. Laffer vergi indirimlerinin derhal vergi hasılatı sağlayacağını söylemez. Vergi indirimleri yatırım ve üretim artışına o da gelir ve vergi artışına yol açar. Gerçekten vergi indirimleri yatırım ve üretimi uyarıcı bir etki yapar, ancak bu toplam vergi gelirlerini artırmak için yeterli değildir. Üstelik vergi indirimlerinin yeraltı ekonomisi üzerinde ne kadar etki edeceğini belirlemek de son derece zordur (Kımzey,1983:19).

Laffer eğrisi, bir başka açıdan da eleştirilmektedir. Buna göre merkezinde insan olan ekonomi bilimini incelediği halde insanların iyi ya da kötü olarak nitelendirilebilecek davranışlarını dikkate almıyor. Bunun dışında ahlaki ve politikaya ait şeyler arasında ayırım yapmaya imkan vermiyor (Lacoude,1980 :6).

Laffer eğrisine yönelik diğer bazı eleştiriler şunlardır: Bu eleştirilerden bazıları Laffer eğrisinin bir hayal ürünü olduğu yönündedir. Laffer eğrisinde öne sürülen tasarruf, çalışma ve tüketim gibi etkiler esasen subjektif özellik taşır ve ölçülemez. İnsanların tercihleri ve beklentileri politikacılar tarafından bilinse bile, insanlar bu tercih ve beklentilerini daima sürdürmezler. Diğer bir eleştiri ise Laffer eğrisinin makro ekonomik bir temel den yoksun olduğu yönündedir. Buna göre teori vergi indirimleriyle ekonomik tercihlerin değiştiğini basit bir şekilde ele alır. Bu değişikliklerin nasıl olduğu hangi sürelerde olduğu, veya nispi fiyat değişikliklerinin neler olduğu tartışılmıyor. Bu kadar yüzeysel bir yaklaşım Arz Yönlü İktisadı açıklamaya yetmez. (Lacoude,1980 :8).

Laffer eğrisinin başarılı olabilmesi için mevcut vergi oranının C noktasının üzerinde bulunması gerekir. Vergi oranları E noktasından D noktasına indiğinde vergi gelirleri yükselecektir. Bununla birlikte maksimum vergi geliri noktasının nerede bulunduğunu nilme imkanı olmadığından hiç kimse Laffer etkisinin ortaya çıktığından emin olmaz. Eğer vergi oranı C noktasından düşük ise, (A ve B noktaları) oranlarda yapılacak bir indirim vergi hasılatını artırmayacaktır.

Şekil 4: Laffer Eğrisi

Vergi Oranı (R)

100

E

D

C

B

A

Page 29: kisi.deu.edu.tr › asuman.altay › İKTİSADIN TARİHİNE KISA BİR BAKIŞ VE... · İKTİSADIN TARİHİNE KISA BİR BAKIŞ VE MERKANTİLİZMDEN ...İKTİSADIN TARİHİNE KISA BİR

0 Vergi Geliri (T)

Page 30: kisi.deu.edu.tr › asuman.altay › İKTİSADIN TARİHİNE KISA BİR BAKIŞ VE... · İKTİSADIN TARİHİNE KISA BİR BAKIŞ VE MERKANTİLİZMDEN ...İKTİSADIN TARİHİNE KISA BİR

Laffer Etkisinin geçerli olması için yerine getirilmesi gereken ikinci önemli koşul, vergi indiriminin çok fazla olmamasıdır. Vergi oranının C noktasından yukarıda olduğunu varsaydığımızda, bu oranı vergi gelirini maksimum gelir noktasına daha yakın bir noktaya getirmedikçe Laffer etkisinin gerçekleşmesi mümkün değildir. Örneğin vergi oranını E’den D’ye veya C’ye indirilmesi vergi hasılatını artıracaktır. Ancak B noktasına yapılan indirim vergi hasılatını düşürecektir. Hiç kimse eğrinin şeklini ya da maksimum vergi geliri noktasının konumunu bilmediğinden, vergi oranlarını uygun bir şekilde azaltmak çok güç bir iş olacaktır.

Vergi gelirlerinin yükselebilmesi için kişilerin vergi indirimlerinden sonra daha fazla çalışmaları gerekir. Gerçekten elde edilen veriler, kişilerin reel gelirleri arttığında daha az çalışmadığını ve daha fazla boş durmadıklarını göstermektedir. Aynı şekilde kurumlar vergisi indirimlerinin vergi gelirlerini artırması için, firmaların vergi sonrası kazançları arttığında yeni yatırımlara yönelmeleri ve yatırımlarını önemli ölçüde artırmaları gerekir (Presten ve diğ., 1993:299-301).

IV-DİĞER TEORİLER Bu başlık altında farklı bazı önerilerde bulunan ancak esasen devletin iktisadi hayata

müdahalesini ön gören “Yapısalcılar”, aktif yapıcı ve fonksiyonel devlet düşüncesinin ötesinde sosyal devlet ilkesine dayanan ancak gerektiği kadar devlet mümkün olduğunca piyasadan yana olan “Sosyal Piyasa Ekomomisi” ve Neo-Klasik ile Marksist İktisadın görüşlerine alternatif fikirler üreten kurumsal iktisat üzerinde durulacaktır.

A-YAPISALCI (STRUCTRALİST) YAKLAŞIM Bu iktisadi yaklaşım çoğunluğu Latin Amerika kökenli iktisatçıların 1950’li yıllarda

Latin Amerika ülkelerinin karşılaştığı darboğazların moneterist iktisadın ön görülerinden farklı bir şekilde giderilebileceği düşüncesinden doğmuştur. Bu iktisatçılar az gelişmiş ülkelerin gelişmiş ülkelerden çok ve farklı yapısal sorunları olduğunu, moneterizmin enflasyon için ortaya koyduğu önerilerin bu ülkeler (az gelişmiş ülkeler) için çözüm olamayacağını iddia ederek ona (moneterizme) bir tepki olarak doğmuştur. Bu görüşe göre enflasyonun kaynağı sözü edilen ülkeler için yapısal bozukluklar ve dar boğazlar olup, bunlar giderilmedikçe enflasyon da çözümlenemeyecektir.

Yapısalcılar, Klasikler ve onun devamı olan teorilerin aksine az gelişmiş ülkelerin yapısı gereği kamunun büyüme ve kalkınma çabalarına öncülük etmesinden ve içe dönük sanayileşmeden yanadır.

Az gelişmiş ülkelerde yapısalcı yaklaşım, enflasyonu dolayısıyla istikrarsızlığa yol açan sorunları besleyen ve kronikleştiren bazı unsurlar olduğuna dikkat çekerek bunları açıklamaya çalışmıştır.

Bu unsurlar şunlardır:

-Tarımda arz esneksizliği; Az gelişmiş ülkelerde nüfusun hızla artması, tarımda modernizasyonun sağlanamaması gibi nedenler tarım ürünlerini giderek daha yetersiz hale getirmektedir. Bu durum ise devletin tarım kesimini yönlendirmesi ve altyapısını hazırlaması yönünde bazı fonksiyonları üslenmesini gerektirmektedir.

Page 31: kisi.deu.edu.tr › asuman.altay › İKTİSADIN TARİHİNE KISA BİR BAKIŞ VE... · İKTİSADIN TARİHİNE KISA BİR BAKIŞ VE MERKANTİLİZMDEN ...İKTİSADIN TARİHİNE KISA BİR

-Dış Ticaret Dengesizliği; Yapısalcılar bu sorunun giderilmesi için ithal ikamesine dayalı sanayileşme, ihracatın artırılması ve ithalatın kısılması hatta yasaklanmasından yanadırlar.

-Parasal ve Mali Dengenin Sağlanması; Az gelişmiş ülkelerde var olan bütçe kronik açıkları sorunu üzerinde de duran yapısalcılar bu sorunun giderilmesinde çözümün para arzını artırmak yerine kamu gelirlerinin artırılması (etkin vergi denetimi, üst gelir gruplarının vergilendirilmesi, vergi kayıp ve kaçaklarının en aza indirilmesi ve yeni vergi alanlarının oluşturulması vb) ile çözümlenebileceği ve enflasyonist baskının azaltılabileceği düşüncesindedirler.

-Ekonomik Kurumların Yetersizliği; Az gelişmiş ülkelerin en önemli sorunlarından birisi de hantal devlet yapısı ağır bürokrasi siyasal istikrarsızlı, yetersiz sermaye ve bankacılık gibi esasen uzun vadede çözümlenebilecek sorunlardır (Eker ve diğ., s. 62-65).

Görüldüğü gibi yapısalcı yaklaşım klasik iktisadi düşüncenin aksine devlet müdahalelerinden yanadır. Çünkü Az gelişmiş ülkelerde ekonomide var olan bir çok sebep piyasanın istikrarsızlığı giderici etkide bulunamayacağı istikrarın sağlanabilmesi için devletin müdahalelerinin şart olduğu görüşündedirler.

B-SOSYAL PİYASA EKONOMİSİ Sosyal Piyasa ekonomisi Almanya’da Frieburg Albert Ludwing Üniversitesinde

1930’lu ve 1940’lı yıllarda görev yapan bir grup iktisatçı ve hukukçunun geliştirdiği Ekonomik Düzen Teorisi ve Ekonomik Anayasa Hukuku düşüncesine dayanmaktadır.

Frieburg Okulu ve Ordo Liberalizmi olarak da bilinen Ekonomik Düzen Teorisi (Ordnungstheorie) Alman İktisatçı Waltter Eucken ve Hukukçu Franz Böhm’ün öncülük ettiği bilimsel çalışmalarla ortaya çıkan çağdaş iktisadi ve sosyal düşüncelerden birisidir (Aktan, 1994:179).

Frieburg öğretisi toplumda mutlaka bir düzenin şart olduğu ve bu bu düzenin bir yönünü de “ekonomik düzenin” oluşturduğunu ortaya koyar. Bu öğretiye göre ekonomik düzen bizatihi insanlar tarafından oluşturulur. Yani doğal dün reddedilir.

Frieburg okulu “sınırlı devlet” yerine “aktif-yapıcı-fonksiyonel devlet”ten yanadırlar. Ancak bu müdahaleci devlet anlamına gelmez. Aktif devlet, sosyo-ekonomik ve politik düzenin kural ve kurumlarını oluşturan devlettir. Bu yüzden devlet piyasadaki rekabet yetersizliğini giderecek ve aksak rekabeti önleyecek kural ve kurumları oluşturmalıdır.

Frieburg okulu mensupları eserlerinde sıkça “ordnungsrahmen” terimi üzerinde dururlar. Bu kavram ile yasal-kurumsal düzenin genel çerçevesi ifade edilmektedir. Bu kavram yerine zaman zaman “ekonomik anayasa” kavramı da kullanılmaktadır (Aktan, 1994:182).

Frieburg okulunun geliştirdiği ekonomik düzen teorisinde ekonomik düzenin hukuki çerçevesini oluşturan kural, norm ve kurumlar bütünü “ekonomik anayasa” olarak adlandırılmaktadır. Bir başka ifadeyle ekonomik anayasa, ekonomik birimlerin karar ve faaliyet alanlarını düzenleyen her türlü hukuki norm, kural ve kurumlar bütününe verilen isimdir.

Ekonomik düzenle ekonomik anayasa birbirinden farklı kavramlardır. Ekonomik düzen ekonomik anayasa olmadan da var olabilir.Ekonomik yaşamda kendiliğinden

Page 32: kisi.deu.edu.tr › asuman.altay › İKTİSADIN TARİHİNE KISA BİR BAKIŞ VE... · İKTİSADIN TARİHİNE KISA BİR BAKIŞ VE MERKANTİLİZMDEN ...İKTİSADIN TARİHİNE KISA BİR

oluşmuş kurallar (örneğin iş ahlakı kuralları) ve kurumlar ekonomik düzeni oluşturabilir. Ekonomik anayasa ile ekonomik düzenin daha iyi işlemesi amaçlanmaktadır.

Böylece ekonomik düzen teorisi ve ekonomik anayasa hukukunu özetledikten sonra, bunlara dayalı olarak oluşturulan sosyal piyasa ekonomisine geçebiliriz. Sosyal Piyasa ekonomisini (Sociale Marktwirtshaft-Social Market Economy) kavram olarak ilk defa kullanan Alfred Müller-Armack’tır. 1978 yılında ölen Armack fikirlerini Frieburg okulunun kurucuları olan Euken ve Böhm’e dayanarak geliştirmiştir. Ona göre sosyal piyasa ekonomisi; “rekabet ekonomisi temeline dayalı özgür girişimi, piyasa ekonomisi faaliyetleri içinde güvence altına alınan sosyal gelişme ile bağdaştırma” düşüncesine dayanır.

Buradan anlaşıldığı üzere sosyal piyasa ekonomisinin iki temel boyutu vardır:

1-Ekonomik boyut; Sosyal piyasa ekonomisi zaten bir ekonomik düzen modelidir ve piyasa özgürlüğü ve rekabete dayanır. Bu boyut kaynağını ekonomik düzen teorisinden alır

2-Sosyal Boyut; Bu boyutta ise sosyal eşitlik ilkesi üzerinde durulur. Bu boyut daha çok Hıristiyanlığın bazı kurallarına (mesleki dayanışma, iş ahlakı, karşılıklı yardımlaşma vs) dayanır.

Aynı zamanda sosyal piyasa ekonomisinin temel ilkelerinden birisi de olan sosyallik, piyasa da düşük gelir gruplarının yaşam standartlarının yükseltilmesi ve tüm toplum üyelerinin ekonomik ve sosyal sorunlara karşı korunmasını ifade etmektedir.

Sosyal piyasa ekonomisinin diğer ilkeleri ise özgürlük (ve piyasa özgürlüğü) rekabet (devletin müdahalesine açıktır), sosyal devlet (devletin temel sosyal amaçları gerçekleştirmek için ekonomiye müdahale etmesi; örneğin gelir dağılımının bizzat devlet tarafından düzeltilmesi gibi) ilkelerine dayanır.

Bunun dışında sosyal piyasa ekonomisi yetkilerin yatay kuvvetler ayrılığı (yasama, yürütme, yargı) ve dikey kuvvetler ayrılığı (ademi merkeziyet) aracılığıyla paylaşılmasından yanadır.

Sosyal Piyasa ekonomisi öngördüğü devlet müdahalelerinin piyasa sistemine uygun olması ve piyasa sisteminin işleyişini bozmamasından yanadır. Sosyal Piyasa Ekonomisi, devletin mal ve hizmet fiyatlarını direk olarak kontrol etmesini piyasaya uygun olmayan bir müdahale olarak kabul eder (Aktan, 1994:188-192).

B-KURUMSAL İKTİSAT

Kurumsal iktisat Amerikan menşeli bir iktisadi düşüncedir. Kurucusu olarak Thorstein B. Veblen kabul edilir. Diğer önemli temsilcileri ise istatistiksel yöntemlerin kullanılmasına önem veren Wesley Mitchell ve yasama yoluyla pek çok ekonomik ve sosyal reformların gerçekleştirileceğini savunan John R.Commons’tur.

Neo-klasik ve Marksist iktisadın görüşlerine alternatif fikirler üretme üzerinde yoğunlaşmıştır. İktisat bilimini interdisipliner olarak kabul eder. İktisat, sosyoloji, psikoloji, siyaset, maliye, yönetim gibi bilimleri birlikte değerlendirmektedir. İktisadi olay ve faaliyetlerin gelişiminde kurumların önemi büyüktür. Ekonomide istikrar için devletin ekonomiyi sürekli olarak izlemesi ve yönlendirmesi gerekmektedir. Devlet gelir dağılımında adaleti sağlayıcı olmalıdır.

Kurumsal İktisat her iki görüşün (neoklasik ve marksist) dışında, karma bir ekonomi modeli öngörmektedir. Kurumsal iktisada göre sosyal politikaların ana amacı topyekün

Page 33: kisi.deu.edu.tr › asuman.altay › İKTİSADIN TARİHİNE KISA BİR BAKIŞ VE... · İKTİSADIN TARİHİNE KISA BİR BAKIŞ VE MERKANTİLİZMDEN ...İKTİSADIN TARİHİNE KISA BİR

insan refahının yükseltilmesine yönelmiştir. Devlet bireyin durumunu iyileştirmek için onun önündeki engelleri kaldırmalıdır.

Onlara göre insanlar mülk sahipliği ve paylaşımı konusunda sürekli çatışma içerisindeler. Bu çatışmanın herkesin yararına disiplin altına almak için kollektif kurumlara ihtiyaç vardır. Ekonomik düzenin kendiliğinden meydana geleceğini beklemek yerine ekonomik sistemi yönetmek ve yönlendirmek gerekmektedir.

Kurumsalcılar sistemli teoriler kurmak yerine gelenekleri, kurumları ve davranışları incelerler. Tümevarım metodu kullanarak sonuca varmaya çalışırlar. Ekonominin sadece piyasadan ibaret olmadığı mantığı çerçevesinde ekonomiyi tüm yönleriyle inceleyerek gelişmenin temel dinamiklerini belirlemeye çalışırlar.

Kurumsalcılar ekonomiyi ve evreni yönlendirmektense varolan kurum ve kuralları inceleyerek bir sonuç çıkarmaya çalışırlar. Kapitalizmin ve sanayi toplumunun ortaya çıkardığı sorunların nasıl çözümleneceği üzerinde araştırma yapmaktadırlar.

1-Temel Görüşleri *Ekonomiyi parçalar halinde değil, bir bütün olarak dikkate almak gerekir. Çünkü ayrı

ayrı değerlendirmek yanıltıcıdır. Ekonomi diğer bilimlerle ilişkili bir bütündür ve bütün parçaların toplamından daha büyüktür.

*Kurumların rolüne büyük önem verirler. Onlara göre kurumlar sadece mevcut yapılanmayı değil, daha ileriye doğru inşa edilecek insan davranışlarının organize edilmiş yapılanmalarını da kapsar.

*İstikrarın tek yolu devletin ekonomiyi sürekli gözetmesi ve yönlendirmesidir.

*Kurumcular gelir ve servetin daha adil dağılımını sağlamak için liberal ve demokratik reformları desteklerler. Ancak piyasa kurallarıyla kaynakların etkili dağılımı ve gelirin bölüşümünün sağlanamayacağını ileri sürerler.

* Kurumcular geleneksel teorinin ekonomik yaklaşımda bir uyum olduğuna dair görüşlerine karşı çıkarlar. Onlara göre ekonomide uyum değil kurumlar arası çatışma vardır. Başka bir deyişle ekonomik birimler uyum içinde değil, çatışma halindedir.

* Ekonomik olaylar neden-sonuç etkileriyle birlikte bütünsel olarak ele alınmalıdır.

* Devletin ekonomide gözetim, denetim ve müdahalesi kaçınılmazdır.

* Bireylerin davranış güdülerinde sadece kişisel çıkarlar yoktur,

* İktisadi olaylar değişkendir,

*Hem kapitalizmi hem de marksizmi eleştirirler,

* Paranın rolü sadece mübadele değil, spekülasyon ve ihtiyat saiki rolü de vardır. Bunu Keynes’ten önce söylemişlerdir.

*Konjonktür modelini kurmuşlardır. Belli dönemler ve uzun dönemli iktisadi hareketleri inceleyerek toplumsal bir denetim kurulabileceğine inanmışlardır.

* Kamu harcamaları dengeleyici bir araç olarak kullanılabilir.

* Depresyonla mücadelede ücret indirimlerine karşı çıkmışlardır.

* İktisat bilimine “güç”, “toplumsal denge” gibi kavramları getirmişlerdir. Onlara göre güç kamusal müdahalenin temelinde yatar. Kapitalizmin ileri safhalarında piyasalar

Page 34: kisi.deu.edu.tr › asuman.altay › İKTİSADIN TARİHİNE KISA BİR BAKIŞ VE... · İKTİSADIN TARİHİNE KISA BİR BAKIŞ VE MERKANTİLİZMDEN ...İKTİSADIN TARİHİNE KISA BİR

oligopolleştikçe firmalar güç sahibi olurlar. Buna karşılık alıcıları koruyan sendikalar vardır. Fakat bu güçler dengeyi sağlayamazlar. Devletin müdahalesine ihtiyaç vardır.

Toplumsal denge ise, özel ve kamu girişiminin arz ettiği mal ve hizmetler arasında dengesizlik vardır. Toplum üretim sorununu çözse de bölüşüm sorununu çözemez. Bu sebepten toplumsal dengenin sağlanabilmesi için kamu hizmetlerinin artırılması gerekir. Ücret-fiyat kontrollerine ihtiyaç vardır. Bunun için kamu müdahalesi ve bu müdahalenin devamına ihtiyaç vardır.

Kurumsal iktisatçılara göre iktisat biliminin temelini bireyler değil kurumlar oluşturur. Bireyler bu kurumların etkisi altındadır. Bireysel tercih, istek ve seçimleri veri kabul etmek yanıltıcıdır. Ayrıca iktisadi sistem de sosyo kültürel sistemin bir alt dalıdır.

Kurumsal iktisatçılar toplumsal değişme üzerinde de dururlar. Toplumun devamlı değiştiğini dolayısıyla toplumla ilgili kesin bir şeyin söylenemeyeceğini ileri sürerler.

Kurumsal iktisat deneyciliğe önem verirler. Yani metafizik olguları kabul etmezler.

Kurumsal iktisatçılar statik yerine dinamik, duygular yerine faaliyetler, bireysel davranış yerine grup davranışı, denge yerine yönetim, bırakınız yapsınlar yerine denetim terimlerini kullanmışlardır.

2-Eski ve Yeni Kurumsal İktisatçılar Kurumsal iktisatçılar eski ve yeni kurumsal iktisatçılar olarak iki ye ayrılmaktadırlar.

Eski kurumsal iktisatçılar rasyonel iktisadi aktörler üzerine kurulu olan neo-klasik yaklaşımın tamamen terk edilip yerine iktisadi davranışların kültürel bağlamda meydana geldiğini varsayan yeni bir yaklaşımın konulmasını savunurlar. Oysa yeni Kurumsal İktisatçılar neoklasik iktisadın yeniden düzenlenmesini ve genişletilmesini savunurlar. Yani Eski Kurumsal iktisatçılara göre insan bir kültür ürünü iken yeni kurumsal iktisatçılara göre insan rasyonel seçici bir özellik taşır.

Yeni kurumsal iktisatçıların en önemli temsilcisi John Kenneth Galbraith’tir. Ona göre çağdaş ekonomilerde planlı sistem ve piyasa sistemi olmak üzere iki sistem vardır. Ancak gücü elinde tutan planlı sitemdir. Bunlar kamusal mal ve hizmetleri kendi refahlarına, fakat toplumun aleyhine kullanırlar. Üstelik planlı sistem bürokrasi ile işbirliğine girişerek çıkarlarını mükemmel bir şekilde yönetmektedir. Bu sebepten mevcut durumda piyasa kendi kendine dengeye gelmez. Oligopolleri azaltan ve rekabetçi piyasayı destekleyen kamu politikalarına ihtiyaç vardır.

Sanayi toplumu her ne kadar üretim sorununu çözmüş olsa da bölüşüm sorununu çözememiştir. Özellikle kamu kesiminin yetersizliğine değinen Galbraith özel kesimle kamu kesiminin birbirini tamamlayıcı olduğunu söyler. Ona göre kamu hizmetlerinin yeterince artırılmaması hayat standardını düşürecek ve çevre şartlarını bozacaktır. Bunun önlenmesi ise devlet müdahalesi ile olur. Ancak bu müdahale Keynesçi bir müdahale değildir. Keynesçi müdahale asıl olarak işsizliğe bir çare olarak kamu harcamalarının artırılmasını öngörür. Ancak bu harcamalar sosyal alanda kullanılmamış, büyük firmaların mallarının alımına yönelmiştir. Ayrıca Keynesçi politika enflasyona yol açmıştır. Bu yüzden sosyal harcamaların niteliğinin değişmesi gerekir. Kamu harcamalarının rekabeti güçlendirici olarak sınai temelleri olmayan; yoksulluk yardımı teknik olmayan eğitim yardımı, adaletin sağlanması gibi toplumun geneline hizmet eden faaliyetlere yönlendirilmelidir. Yani Galbraith gelir dağılımını sağlayan kamu harcamasından yanadır.

Page 35: kisi.deu.edu.tr › asuman.altay › İKTİSADIN TARİHİNE KISA BİR BAKIŞ VE... · İKTİSADIN TARİHİNE KISA BİR BAKIŞ VE MERKANTİLİZMDEN ...İKTİSADIN TARİHİNE KISA BİR

Bu sebeple verginin artan oranlı olmasını savunur. Ekonomide istikrar ihtiyacından ziyade reform ihtiyacı söz konusudur. Mevcut sistem planlı ekonomideki birkaç bin sermaye sahibini desteklemektedir. Bankalar ihtiyacı olmadığı halde kredileri bunlara vermekte piyasa sisteminde yer alan ve esas krediye ihtiyacı olan kesimi ise horlamaktadır

3-Kurumsal İktisat ve Yerleşik İktisat Kurumsal İktisat yerleşik iktisattan farklı olarak iktidar üzerinde durur. Bu bağlamda

iktisadi etkinliğin çerçevesini çizen hakların gelenek ve hukuk yoluyla yeniden biçimlenmesini gelenek ve hukukun kurallarının işleyiş ve yeniden biçimlenmesini yasal süreçlerle piyasa süreçlerinin karşılıklı ilişkisini ve hukuk yapısının çalışma kurallarının içinde gömülü olduğu değerlerin neler olduğuyla ilgilenmektedir.

Kurumsal İktisatçılara göre iktisadi sistemler açık ve dinamik bir sistemdir. Hukuki düzenlemelerin de açık ve dinamik olması gerekir. Yani yerleşik iktisatta olduğu gibi bir çok şey sabit değil, hareketli ve değişkendir. Bir çok faktörün sabit kabul edilmesi ekonomiyi kapalı hale getirir. Bilgi, teknoloji, tüketici tercihi ve zevkler vs’nin sabit sayılmasını eleştirirler.

İktisadi sistem sosyal sistemden soyutlanamaz. Ekonomi işleyen bir süreçtir. ve sosyal yapıyla iç içedir. Tercihlerin belirlenmesinde bilgiden daha önemli bir parametre inançlardır. Bunun yanında insan davranışlarını belirleyen diğer faktörler gelenek, alışkanlıklar ve sosyal kimliktir.

4-Kurumsal İktisatçılar ve Radikal İktisatçılar Kurumsal iktisatçılarla radikal iktisatçılar arasında da benzer ve farklı yönler

bulunmaktadır. Özellikle kurumsal iktisatçılarla radikal iktisatçıların kapitalizmi eleştirisi benzerlik taşır. İktidar konusunda da yaklaşımları birbirine benzemektedir. Her ikisi de KİT’lerin ekonomideki yerini koruması gerektiğini aksi halde ekonominin üst sınıfların hegamonyasına gireceğini savunurlar.

Buna karşılık radikallerin sınıf kavramını reddederler. Toplumsal değişimi kabul ederler. Ancak bunun önceden belirlenemeyeceğini söylerler. Sosyal değişim devrimle değil, reformla sağlanır onlara göre. Marx sosyalist devrimin kaçınılmaz olduğunu söyler. Fakat kurumsal iktisatçılar bunun önceden tahmin edilemeyeceği görüşündedirler.

Devletin ekonomideki rolü hakkında da farklı yaklaşımları vardır. Kurumsal iktisatçılara göre devlet bir uzlaşma zeminidir. Değer teorisi de farklıdır. Radikaller değerin emekle, kurumsal iktisatçılar teknolojiyle ortaya çıktığı ifade ederler.

5-Kurum ve İktisat Kurumsal İktisada adını veren en önemli kavram kurumdur. Kurum kavramı sosyal

bilimlerde kullanılan kurum kavramından farklıdır. Yani yasal organizasyon biçimlerini değil, daha çok geçmişten köklenen ve insan topluluklarını geleceğe taşıyan istikrarlı davranış tarzlarını ve düşünce alışkanlıklarını ifade eder. Ancak kurum bir belirsizlik içermektedir. Ne olduğu hususunda bir ittifak yoktur ve sınırları kesin olarak belirlenemez. Bu yüzden kurum bazen birlikte hareketi sağlayan yasalar veya doğal hakların bir çerçevesi bazen de birlikte yaşayan insanların davranışları olarak ortaya çıkar. Kurumsal iktisatçılardan Commons kurumu “bireysel eylemin genişletilmesi ve denetlenmesinde ortaya çıkan toplu eylem” olarak tanımlar. Mitchell ise, “geniş alışkanlıklar” olarak tanımlar. Bir başkası ise “sosyal olarak belirlenmiş ilişkilerin davranış kalıpları kümesi”

Page 36: kisi.deu.edu.tr › asuman.altay › İKTİSADIN TARİHİNE KISA BİR BAKIŞ VE... · İKTİSADIN TARİHİNE KISA BİR BAKIŞ VE MERKANTİLİZMDEN ...İKTİSADIN TARİHİNE KISA BİR

olarak tanımlamaktadır. Ayres’e göre ise kurum “menkıbeler, geçmişten kalan inançlar, statü ve toplumun hiyerarşik düzenine dayalı kurumların tümüdür.”

Onlara göre kurum sadece belli amaçla oluşturulmuş bir kuruluştan; örneğin bir okul, bir hapishane bir sendika veya bir merkez bankasından ibaret değildir. Kurum bir düşünce alışkanlığı ve organize olmuş bir kültürün belli bir parçası olarak benimsenmiş bir grupsal davranış biçimidir. Yani kurum gelenekleri, sosyal alışkanlıkları, yasaları, düşünce biçimlerini ve yaşam biçimlerini de kapsar. Mesela köleliği savunan bir toplumda kölelik bir kurumdur. Bu sebeple kurumsalcılar ekonominin iktisadi yönünden öte, kurumsal yönüyle ilgilendikleri ileri sürülmüştür.

Kurumsalcılar teknolojiye de önem verirler Onlara göre teknoloji uzun vadede kurumsal yapıyı biçimlendirir. Dini toplumun gelişmesi önünde bir engel olarak görürler Teknolojik gelişme dinin baskısını azaltır. Kilise teknolojik gelişmenin önündeki en büyük engeldir. Ayres teknolojiyi nihai bir değer olarak görür. Kurumsal iktisat da zaten teknolojiyi ve teknolojik değişmeyi inceleyen bir bilimdir.

Kurumlar teknolojik gelişmeye bağlı olarak yavaşça değişir. Toplum kurumsal sistemin bir bütünüdür. Kurumsal iktisatçılara göre, kurumlar oyunun kuralları örgütler ve müteşebbisler oyunculardır.

6-Kurum ve İktidar Kurumsal İktisatçılar, iktidar üzerinde dururlar. İktidar denince aslında iktisat değil,

siyaset akla gelir. Bu yüzden yerleşik iktisatçılar iktidar üzerinde fazlaca durmamışlardır. Kurumsal İktisatçılar, iktidarın nasıl oluştuğu ve bunun iktisadi kurum ve karar verme süreçlerine nasıl etki ettiğine önem vermişlerdir. Çünkü iktidar, kaynak tahsisini etkilemektedir.

Kurumsal İktisatçılar siyasal iktidar kadar ekonomik iktidar üzerinde de dururlar. Onlara göre ekonomik iktidar, iktisadi karar verme sürecindeki dengesiz denetim gücüdür. Kişiler neyin üretileceğine, nasıl üretileceğine ve kimin üretileceğine karar verebilme yeteneğini ifade eder. Fakat bu kararı verebilmeleri sahip oldukları iktisadi güçle sınırlıdır.

Siyasal iktidar zaman zaman ekonomiye müdahale ederek onun gidişatını etkiler. Bu sebepten kurumların oluşmasında önemli bir rolü vardır.

7-Kurum ve Piyasa Kurumsal İktisatçılar piyasaya yerleşik iktisattan farklı bakarlar. Onlara göre piyasa

kurumlar tarafından biçimlendirilmiş, karmaşık bir bütündür. Ve toplumdaki diğer kurumlarla etkileşim içindedir. Piyasa kaynakları tahsis etmez. kaynak tahsisini işler hale getiren kurumları harekete geçirir. Bu yaklaşımla Kurumsal İktisatçılar, hem neoklasik iktisattan hem de sosyalist iktisattan ayrılır. Neo-klasikler piyasa merkezli düşünürken, kurumsal iktisatçılar ekonomiyi öne çıkarırlar. Ayrıca neo-klasikler piyasayı doğal düzen kabul ederler, fakat incelendiğinde bunun böyle olmadığı ortaya çıkar.

Kendisi de bir kurum olan piyasa serbest değildir. Diğer kurumlarla etkileşim içindedir. Piyasa bireylerin tercihleriyle oluşmaz. Toplumsal bir karakter taşır. Bu sebepten bireyci düşünceyi reddederler.

8-Kurumsal İktisadın Eleştirisi Bu eleştiriler dört grupta toplanabilir.

Page 37: kisi.deu.edu.tr › asuman.altay › İKTİSADIN TARİHİNE KISA BİR BAKIŞ VE... · İKTİSADIN TARİHİNE KISA BİR BAKIŞ VE MERKANTİLİZMDEN ...İKTİSADIN TARİHİNE KISA BİR

1- Kurumsal iktisat diye bir teori yoktur. Çünkü kurumsal iktisadın fikir babaları bile kurumsal iktisadın ne olduğu hususunda bir uzlaşmaya varamamışlardır.

2- Kurumsal iktisatçılar iktisattan ziyade sosyal bilimler üzerinde dururlar ki bu durum ilgili kişilerin iktisatçı olduğu hususunu tartışmalı hale getirir. Mesela iktisat için çok önemli olan fiyat mekanizması üzerinde bile durmamışlardır. Bağımsız bir teori geliştirememişlerdir.

3-Kurumsal iktisatçılar daha çok iktisadi politikaların gelişimi ve iktisadi değişme konularıyla ilgilenmektedirler.

4- Kurumsal iktisatçılar sürekli eleştirdikleri neo-klasik iktisatçılara karşı da bir alternatif teori geliştirememişlerdir. Yani topladıkları bilgi ve deneyler bir teori ortaya koyamamaktadır. Kurumsal iktisatçılar bir eleştiri iktisadı olarak ortaya çıkmaktan ileri gitmediği kurumsal iktisatçılara yönelen eleştirilerin temelini oluşturur.

Ek Tablo: İktisadın tarihini daha detaylı olarak aşağıdaki tablo ile gösterebiliriz İKTİSADIN TARİHİNDE YER ALAN BAŞLICA TEORİLER Bilimsel İktisadın Öncüleri Eski Çağ (İ.Ö. 300-400): Asur, Babil, Eski Mısır, Çin, Hindistan ve İbraniler Klasik Eski Çağ (İ.Ö. 400, İ.S. 500): Eski Yunan, Plato, Aristo ve Roma İmp. Orta Çağ (500-1500): Thomas Aquinas, Scholastisizm 16. ve 17. Yüz Yıl Politik Ekonomi İle İlgili Yazarlar J. Lock, B. Manceville,R. Cantillon,D. NortW. Petty,D. Hume

Fizyokrasi (1750-1776) Merkantilism(1500-1750) S. P. de Vauban J. B. Colbert

Page 38: kisi.deu.edu.tr › asuman.altay › İKTİSADIN TARİHİNE KISA BİR BAKIŞ VE... · İKTİSADIN TARİHİNE KISA BİR BAKIŞ VE MERKANTİLİZMDEN ...İKTİSADIN TARİHİNE KISA BİR

P. le P. de Boisguilbert T. Mun P.S. Dupont de Nemours D. Defce F. Quesnay J. Stuart A.R.J. Turgot

Klasik Politik Ekonomi (1776-1850) A. Smith 1776 Alman Tarihçi Okulu J. Bentham 1780 F. List 1841 J. B. Say 1803 K. Knies 1853 J.C.L.S. de Sismondi 1803 B. Hildebrant 1848 D. Ricardo 1817 G. Schmöller 1863 T.R. Malthus 1820 N. Senior 1836 Amerikan Okulu J. S. Mill 1846 H.C.Carey 1837

Marksist Politik Ekonomi Kurumcular Keynezyen İktisat K. Marks 1867 J. M. Keynes& T Veblen 1899 M. Kalecki 1936 R. Luxemburg 1913

W.C. Mitchell 1913 J. Robinson 1956 V.I. Lenin 1916 J.R. Commons M. Dobb 1937 P. Swezy 1942 P. Baran 1957 Neo Klasik Ekonomi Avusturya Okulu

W. S. Jevons 1871 E. Von Böhm-Baverk 1889 C. Menger 1871 L. Walras 1874 F. Knight 1921 A. Marslall 1890 J Schumpeter 1942 I Fisher 1911 L. Von Mises 1947 A.C. Pigou 1912

J. Robinson& E.H. Chamberlin 1933

P. Samuelson 1947 Yeni Ricardocu İktisat Chicago Okulu P. Sraffa M. Friedman

Çağdaş Düşünce Okulları ve Temsilcileri

Page 39: kisi.deu.edu.tr › asuman.altay › İKTİSADIN TARİHİNE KISA BİR BAKIŞ VE... · İKTİSADIN TARİHİNE KISA BİR BAKIŞ VE MERKANTİLİZMDEN ...İKTİSADIN TARİHİNE KISA BİR

Heteredoks Politik Ekonomi Marksist& Kurumcular Neo-Ricardo& Neo Klasik Monetarizm Neo Marksist Neo Marksist J. K Galbraith Post Keynezyen Keynezyen (Chicago) P. Sweezy G. Myrdal I. Steedman Sentez M. Fridman E. Mendel A. Eicher J. Tobin G. Becker P. Samuelson K. Brunner Ortadoks İktisat Avusturya Arz İktisadı Yeni Klasik F.A. Hayek A. Laffer (Ras Bek T.)

M. Evans R.E. .Lucas N.B. Ture T.J. Sargent

T.J.Hailstone R. Barro Kaynak: Vural Fuat Savaş, İktisadın Tarihi,Liberal Düşünce Topluluğu, Avcıol Matbaacılık, İstanbul, 1997 s. 16.

Page 40: kisi.deu.edu.tr › asuman.altay › İKTİSADIN TARİHİNE KISA BİR BAKIŞ VE... · İKTİSADIN TARİHİNE KISA BİR BAKIŞ VE MERKANTİLİZMDEN ...İKTİSADIN TARİHİNE KISA BİR

KAYNAKLAR AKTAN, Coşkun Can. (1992), “Anayasal İktisadın Felsefi ve Teorik Temelleri”,

Ekonomik Anayasa Sempozyumu, Takav Mat., Ankara.

AKTAN C. Can b, (1992). Kamu Ekonomisinden Piyasa Ekonomisine: Özelleştirme Ankara.

AKTAN, Coşkun Can. (1994). Çağdaş Liberal Düşüncede Politik İktisat, Takav Mat., Ankara.

AKTAN, C. Can, (1990). DEÜ İİBF Dergisi Çağdaş İktisadi Düşünceler, cilt:5 sayı: 1-2.

AKTAN. C. Can ve Ayça EKER. (1997). Nezihe SÖNMEZ’e Armağan, “İlk Çağdan Günümüze İktidadi Düşünce Okulları, Anadolu Matbaacılık, İzmir.

ALKİN, Erdoğan. (1975). Gelir ve Büyüme Teorileri, İstanbul Ün. İktisat Fak. İstanbul.

(1982). Analysing Supply-side Economic: A Symposium, Wiewpoints On Supply-Side Economics, A Prentice-Hall Company, Reston, Virginia.

ATAÇ, Beyhan. (1991). Maliye Politikası, Gelişimi, Amaçları ve Uygulama Sorunları, Anadolu Üniversitesi Eğitim, Sağlık, ve Bilimsel Araştırma Çalışmaları Vakfı Yayınları, No: 86 Eskişehir.

KİMZEY Mc. Bruce. (1983). Reaganomics, “What Did Reagan Inherit” West Publishing Company, Newyork.

BUCHANAN, James McGill. (1997). “The Balanced Budget amendment: Clarifying the Arguments.” Public Choice 90.

DEMİR, Ömer; (1996). Kurumcu İktisat, Vadi Yayınları, İstanbul.

DEVRİM, Fevzi. (1995). Kamu Maliyesine Giriş, İzmir.

DİKMEN Orhan, (1995). Liberal, Bitaraf, ve Müdahaleci Vergi Politikaları, İ.Ü. İktisat Fakültesi Maliye Enstitüsü, Yayın No: 665-85-1, İstanbul.

DURDEN, Garey C. and Steven W. MILLSAPS. (1996). “James McGill Buchanan's Contributions to Social and Economics Thought: Citation Counts, Self-Assessment and Peer Review” Constitutional Political Economy, 7, 133-151.

EKER, Aytaç ve Diğerleri, (1994). Maliye Politikası (Teori, İlkeler ve Yöntemler), Takav Matbaacılık, Yayıncılık San. Ve Tic. AŞ. Ankara.

EVANS, Michael. (1983). Higher Rates of Return Will Raise Personal Saving, The Truth About Supply-Side Economics, New York.

FULLERTON, Don. (1982). On the Possibility of An Inverse Relationship Between Tax Rates and Government Revenues, Journal of Puplic Economics, vol: 19, October.

HAİLSTONE, J. THOMAS. (1982). Wiewpoints On Supply-Side Economics, A Prentice-Hall Company, Reston, Virginia.

CHEVALIER, J. (1983).“Koruyucu Müşfik Devletin Sonu” Çev: Dündar Sağlam, Dünya Ekonomisinde Bunalım-Seçme Yazılar, Ar Basım ve Dağıtım AŞ, İstanbul.

KIMZEY, Bruce Mc. (1983). Reaganomics, “The Logical of Reaganomics”, West Puplishing, New York.

Page 41: kisi.deu.edu.tr › asuman.altay › İKTİSADIN TARİHİNE KISA BİR BAKIŞ VE... · İKTİSADIN TARİHİNE KISA BİR BAKIŞ VE MERKANTİLİZMDEN ...İKTİSADIN TARİHİNE KISA BİR

KİRAZCI, M Deniz ABD’de Başkan Reagan Dömemi Vergi Politikasının Ekonomik ve Politik Kökenleri, Vergi Dünyası Dergisi.

Kyer, Ben L.;Maggs Garry E, (1994). A Macro Economic Approach to Teachivg Suply Side Economics, Journal of Economic Education, Winter, Vol: 25.

LACOUDE Philippe L’effect Laffer en France au cours des années 1980 http://planetehomeo.cdtel.fr/sos/reunions/laffer.html.

DİKMEN, M Orhan. (1995). Liberal, Bitaraf, ve Müdahaleci Vergi Politikaları, İ.Ü. İktisat Fakültesi Maliye Enstitüsü, Yayın No: 665-85-1, İstanbul.

KİMZEY Bruce Mc. (1983). Reaganomics, “What Did Reagan Inherit” West Publishing Company, Newyork.

ORHAN, Osman Z. (1989). Keynezyen ve Moneterist İstikrar Politikaları, Bilim Teknik Yayınevi İstabbul.

PRESTEN J. Ve Diğerleri, (1993). Vergi oranları ile Vergi Gelirleri Arasındaki İlişki ve Laffer Etkisinin Belirsizlikleri, Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, Cilt: 8, Sayı: 1.

SAKAL, Mustafa, Asuman ALTAY, (1995). Türkiye’de Liberalizasyon Sürecinde Maliye Politikaları Açısından Kamu Ekonomisinin Özel Ekonomi Üzerindeki Etkileri, “Türkiye’de Maliye Politikasının Uygulamasında Kurumsal Sorunlar,” Gazi Magosa- KKTC: 4-8 Mayıs.

SAVAŞ, Vural F. (1986).Keynezyen İktisat Yıkılırken, Beta basım Yayım Dağıtım AŞ, İkinci Baskı, İstanbul.

SAVAŞ, Vural F. (1994). Politik İktisat, İkinci Baskı, Beta Basım Yayın, İstanbul: 1994.

SAVAŞ, Vural F (1997). İktisadın Tarihi, Liberal Düşünce Topluluğu, Avcıol Matbaacılık, İstanbul.

SCHNEIDER, Friedrich. (1992). “Politik Anayasa, Ekonomik Anayasa ve Anayasal Bütünlük”, Ekonomik Anayasa Sempozyumu, Takav Mat., Ankara.

SÖNMEZ, Sinan. (1994). Bütçe Açığının Finansmanı ve Enflasyon, ODTÜ Gelişme Dergisi 21(4).

TEKELİOĞLU, (1987). Muammer “Çağdaş İktisadi Düşüncede Yol Ayrımları” Çukurova Üniversitesi İİBF Dergisi cilt:1 sayı:1.

TEKELİOĞLU, Muammer; (1993). İktisadi Düşünceler Tarihi, Çukurova Üniversitesi Basımevi, Adana.

ÜSTÜNEL, Besim. (1990). Makro Ekonomi, Beşinci Baskı, Ankara 1990.

VAN DEN HAUVE, Ludwing (2000). The Case For Supply-Side Economics Revisited: The Effect of Time Preference.

YILDIRIM, Refia. (1989). Maliye Politikası Açısından Arz Ekonomisi Çukurova Üniversitesi İİBF Dergisi, cilt:3, sayı:1.