Karavan - Şubat Sayısı

13
Çağdaş Mehmetali Sakallı | Benlik Fatma Begüm Dalga | Kusursuzluk ve Mükemmelik Üzerine Kardelen Akçasağaç | Senaryo Hakan Koç | Nehir KARAVAN karavandakiadam.com Şubat 2015 | Sayı: 3 Oğuz Kerim Saygılı | Hiç Bilmediğim Bir Şey Nihal Tali | Sarhoş Balık ve Topal Martı Özgün Halil Köse | Çivi Çiviyi Söker | Mahzen Rukiye Yakar | ”Her”ler

description

Yeni bir edebiyat e-dergisi olan Karavan'ın Şubat sayısı sizlerle. Karavan'ı tüm sayılarını ISSUU üzerinden ücretsiz olarak okuyabilirsiniz. www.karavandakiadam.com

Transcript of Karavan - Şubat Sayısı

Page 1: Karavan - Şubat Sayısı

Çağdaş Mehmetali Sakallı | Benlik

Fatma Begüm Dalga | Kusursuzluk ve Mükemmelik Üzerine

Kardelen Akçasağaç | Senaryo

Hakan Koç | Nehir

KARAVANk a r a v a n d a k i a d a m . c o m

Şubat 2015 | Sayı: 3

Oğuz Kerim Saygılı | Hiç Bilmediğim Bir Şey

Nihal Tali | Sarhoş Balık ve Topal Martı

Özgün Halil Köse | Çivi Çiviyi Söker | Mahzen

Rukiye Yakar | ”Her”ler

Page 2: Karavan - Şubat Sayısı

2

İÇİNDEKİLERKARAVANDAKİ SESLER 2

FATMA BEGÜM DALGA 3

KUSURSUZLUK VE MÜKEMMELİK ÜZERİNE 3

KARDELEN AKÇASAĞAÇ 4

SENARYO 4

ÖZGÜN HALİL KÖSE 6

ÇİVİ ÇİVİYİ SÖKER 6

MAHZEN 7

OĞUZ KERİM SAYGILI 8

HİÇ BİLMEDİĞİM BİR ŞEY 8

NİHAL TALİ 9

SARHOŞ BALIK VE TOPAL MARTI 9

RUKİYE YAKAR 10

”HER”LER 10

HAKAN KOÇ 11

NEHİR 11

ÇAĞDAŞ MEHMETALİ SAKALLI 12

BENLİK 12

Page 3: Karavan - Şubat Sayısı

Milenyum veya teknoloji çağı dediğimiz bu çağda, yapmamız gereken onlarca iş yetiştirmemiz gereken o kadar çok yer var ki… Bu çağa bir nevi “koşuşturma çağı” da diyebiliriz. Peki biz bu soluksuz kaldığımız koşuşturmaca içerisinde ya mükemmel olmak istiyorsak? İşte o zaman işler biraz değişiyor ve güçleşiyor.

Kusursuz olmayı ve mükemmele ulaşmayı hedeflediğimiz vakit ardında pek çok sorumluluğu ve sıkıntıyı da üstlenmiş oluyoruz. Haliyle bu yorucu yolda “başarma” hırsı korkuya dönüşebiliyor, “başaramama kor-kusuna”.

Okuduğumuz okullarda, girdiğimiz işlerde, spor faaliyetlerimizde ve ikili ilişkilerde bizden daima “en iyisi” olmamız istendi yahut biz çevremizdeki gözlerin etkisi altında en mükemmel olmayı istedik. Doğal ola-rak bu yaşananlar beraberinde korku ve endişeyi getirdi. Bilinçaltımız bizi sürekli mükemmel olamama korkusuna karşı tetikledi. Şüphesiz ki korkunun yaptırım gücü diğer hislerin yaptırım gücünden çok daha fazla ancak endişe ederek ya da korkarak yaptığımız bir iş, sergilediğimiz bir davranış ne kadar kendimizi yansıtır veya ne kadar mükemmel olur burası tartışılır. Üzerimizde böyle bir baskı olduğu sürece mükem-mele yaklaşmamızla endişelerimizin artması doğru orantılı olacaktır. Çünkü zaten yoklanan her adımda “mükemmelliğin sonrası” muamması kurcalar beynimizi. Bilinmezliğin yoğun kıvamı bizim sağlığımızı ve mutluluğumuzu etkileyebilir/etkiler. Umudumuz Kırılıyor - Bu “kalabalık” ve “mobil” dünyada birbirinden farklı milyonlarca insan, birbirinden farklı milyonlarca kişilik ve ortak kullandığımız küçük alanlar. İnsanlarla paylaştığımız bu küçük ortak alan-larda mükemmellik beklemek pek de akıl kârı değil sanki. Otobüs beklediğimiz duraklarda, metrolarda, parklarda ve dinlenme alanlarında kaç şey olması gerektiği gibi? Neredeyse hiçbir şey! Hal böyle olunca umutsuzluğa boğulmak elde değil. İnsanoğlu bu acımazsız koşturma içinde insanlığını unutuyor. Belki biz de zaman zaman o “insanlığını unutanlardan” oluyoruz ve gaddarca karşımızdakilerden mükemmellik be-kliyoruz. Önce kendimiz şöyle boylu boyunca bir bakmalıyız, doğruya ve kusursuzluğa ne kadar yakınız diye. Fiziki konularda ya da çevremizde olup biten olaylarda mükemmeli yakalayamıyorsak en azından in-sanî açıdan mükemmel olmayı hedeflemeli. Ancak bu hedeflerimiz psikolojimizi zedelememeli. Bizi çökün-tüye uğratmamalı.

Peki Ne Yapmalı? - Mükemmeli ilk önce düşüncelerimizde yaratmalıyız. Şartlara göre düşüncelerimizi si-vriltmeli yahut törpülemeliyiz. Ulaşamayacağımız seviyede mükemmellik arzusu yaşamımızı ele geçirme-den biz olaya müdahale etmeliyiz. Bu konuda uzmanların görüşü de aynı doğrultuda. Hayatı kendimize yaşanılır kılmalıyız. Zaten tutunmanın/tutunabilmenin zor olduğu bu dünyada kaybeden olmamak için kültlerimizden kurtulmalı, tabularımızı yıkmalıyız. Biz normal orada yapılması gerekeni yaptıktan sonra ge-risini akışına bırakmalı, sonucunda ne olduğunu görüp ona göre tedbir almalıyız.

Unutulmaması gereken bir şey var fikrimce: o da bu hayatın tasalanıp karamsarlığına düşmek için pek kısa olduğu.

3

Kusursuzluk ve Mükemmellik Üzerine”Mükemmeli ilk önce düşüncelerimizde yaratmalıyız.”

Yazan: Fatma Begüm Dalga

Yazan: Fatma Begüm Dalga

Page 4: Karavan - Şubat Sayısı

4

Senaryo

Tanrı, tüm bunları bir iksir, bir büyü haline getirip insanla-ra veremeyeceğine göre, onlarda halihazırda bulunmasını sağlar. Tüm bu film için gereken malzemeleri ve biraz daha çoğunu bir araya getirir ve insana ; ezbersiz çıkacağı bu oy-unda yol göstericisi olacak olan tek şeyi verir: ruh. Hemen kaybolmasın, ne yapması gerektiğini bilsin diye de o ruha bir şeyler kodlar. O kodların tamamı duygulardır. Ama ba-zen sistem bozulur, kodlar karışır. İnsan duygularını yöne-temez, tatmin olmaz, ikna olmaz, hissedemez, acısını dindi-remez ve hatta yaşayamaz hale gelir. Film tehlikede, intihar kapıdadır.

İntihar, filmin aynı olduğunu fark etmeyenler için anlamsızdır; onlara göre hayat sürprizlerle doludur, karşımıza neler çıkacağı belli değildir. Erkendir, çünkü daha filmin sonu gelmemiştir ve bir filmi ancak onu yazan biti-rebilir. Kolaya kaçmaktır, çünkü her filmde çekilmesi çok zor sahneler vardır ama onlar pes etmemişlerdir. Adına ne derseniz. Onlar bunu anlayamazlar. Bu, onların ruhuna kodlanmamış bir şeydir ve bunu anlayamazlar.

Bazı filmler, diğer filmlere göre daha fazla bütçeli, daha uğraşılarak yapılmış; daha özenilmiş, daha önemsenmiştir. Ama bu bile intiharın önünü kesmeye yetmez. Çünkü in-sanlar, filmlerini sevmedikten sonra yıldız olmakla ilgilen-mezler. Bazı filmlerde acıklı sahneler öylesine yoğundur ki insanlar artık buna dayanamaz filmi kapatmak isterler.

Yazan: Kardelen Akçasağaç

Tanrı, bir insana hayatı boyunca; aynı hatayı telafi etmek için birkaç şans verir. Bunu biz çoğunlukla fark etmeyiz. Tanrı, çok yetenekli olmayan ve fenası sıkılgan bir senaristtir, yeni hikayeler yazmaya ayıracak vakti yoktur; biz aynı filmi, benzer özellikler taşıyan farklı karakterlerle defalarca izleriz.

Normal olanı bunu fark etmemektir, fark edersen içinden çıkılmaz bunalımlara sürükleneceksindir; birbiri-nin aynısı insanlara en fazla nereye kadar yeni sayfa açabilir, onlara ne kadar güvenebilir,kalbini sunabilirsin ki? Sonunu bildiğin filmi neden izleyesin ki, kapatacaksın. Sen filmini kapattığın yerde Tanrı’nın oyunu biter. O, bunu istemeyecektir. Bunun için oyununu doğrusu iyi oynar. İkna edicidir.

Sana bunun farklı olacağına dair inanç verir, bunun adı umuttur.

Karşındaki insana karşı istek, heyecan, arzu verir, bunun adı aşktır.

Onun doğru olacağı konusunda telkinler verir,bunun adı güvendir.

Bunlar tükendiğinde, inanç bittiğine; Tanrı’ya değil, insanlara; daha kötüsü her ikisine olan inanç bittiğinde, film kapanır. Bunun adı, intihardır.

Page 5: Karavan - Şubat Sayısı

5

Çok sevdiğim bir repliği paylaşayım: „İnsanlara seçme hakkı sunarsanız, yanlışı seçerler.” Filmin içindeki sahneler seçimlerle belirleniyorsa evet, doğruyu ya da yanlışı elbette sorgulayabiliriz. Fakat şayet filmin de-vam edip kapatılması ise konumuz, üzgünüm Tanrı, üzgünüm toplum; bunun tartışmanın en ufak mantığı yoktur. Zira, „Ölüm de yaşama dahildir. „

Peki, filmin bitmesi o oyuncunun artık kendini ifade edemeyecek olması demekse, neden kapatır insan kendi filmini? Bu sorunun pek çok yanıtı var. Ölüm veya hadi daha da dramatikleştirelim ; mutlak son, herke-se aynı şeyi anlatmaz. Çünkü sonlar, her zaman kötü değildir. Örneğin, bu ister fizyolojik olsun ister psikolo-jik, acının sonu mutlu edicidir. Bir insan,sonu isteyecek kadar acı çekip kendini öldürdüyse, artık acısı dindiği için onun adına mutlu olmalı, kendi adına da kahrolmalı insan olan. Çünkü onun mutsuzluğu hepimizin suçu; onun ölümünde hepimiz katiliz. Film Tanrı’ya mal oladursun, dünya bizim. Sebepler ve sonuçlarla bizim eserimiz. Ve şayet intihar eden insan sahiden kusurluysa, durup düşünmeli; hepimiz aynı fabrikanın ürünleriyiz. Kandırmanın anlamı yok, bitli yorganı üzerinden atmak kimseyi temiz yapmaz. Bir yerlerde bariz yanlışlar var ve şayet düzeltmezsek, makine patlayacak; hepimiz el birliğiyle havaya uçacağız. Bizi kurtara-cak tek şey insanlığımızdı, bildiğiniz üzere o uzun zaman önce hakkın rahmetine kavuştu. Hepimiz kendi ilkel, vahşi, savunmasız, saldırgan ve tehlikeli benliğimizle baş başayız. İşte, filmin kamera arkası budur.

Page 6: Karavan - Şubat Sayısı

6

Çivi Çiviyi Söker”Çivi, çiviyi sökmez; keser, çiviyi söker.”

Kimi söylemler var; yıllardır duyuyor, sorgulamak gereği bile duymadan -işimize geldiği için- kabul edip onaylıyoruz. Son zamanlarda üzerinde çokça düşündüğüm ifade: “çivi çiviyi söker”. Sözün verdiği mesaj; bize sıkıntı veren, canımızı yakan bir duru-mun acısını hafifletmek için, aynı türden başka de-neyimler yaşamamızın işe yarayacağı yönündedir.

Bunca zaman söylenegelmesi, bir şekilde işe yaradığının göstergesi. Ancak düşününce zaten

sıkıntı yaşadığımız durumun bir benzerini tekrar yaşamak rahatlatıcı olmaz. Olsa olsa alışmış ve duyarsızlaşmış oluruz. Belki de bir tür hissetmeme, tembellik durumu.

Kalıcı bir çözüm olarak, canımızı yakıp bize sıkıntı veren durumları oluş şekilleriyle ortadan kaldırmamız gerekir. O sorunu neyle, nasıl iliştiy-sek yine tersi şekilde ondan uzaklaşmamız ge-rekir. Kalıcı bir çözüm olarak, canımızı yakıp bize

sıkıntı veren durumları oluş şekilleriyle ortadan kaldırmamız gerekir. O sorunu neyle, nasıl iliştiysek yine tersi şekilde ondan uzaklaşmamız gerekir.

Atasözündeki mecazı kaldırıp değerlendirirsek de çivi çakmak için kullanılan alet bir keserdir. Çiviyi sökmek için çivi kullanmak pek akıllıca değildir, zira son derece zor belki de imkansız olacaktır.Ancak çi-viyi bir keser yardımıyla çok kolay bir biçimde söke-biliriz. Tıpkı bir soruna iliştiğimiz yolu tersten gide-rek kalıcı çözüme ulaşabileceğimiz gibi.

Herhangi bir konuda zorlukla karşılaşmamız yada canımızın yanması durumunda, çiviyi çiviyle sök-meye çalışıp duyarsızlaşmak yerine kalıcı çözümler-le kalıcı rahatlığa erişebiliriz.

Bir süredir üzerinde düşündüğüm bu söz her söylendiğinde “çivi, çiviyi sökmez; keser, çiviyi söker” diye vurguluyorum. Bazı acıları çok yaşayıp o konu-da duyarsız olmak, aslılnda çözülmemiş sorunları kanıksamak ve hissetmesek bile o rahatsızlıkla yaşa-mak demektir.

Yazan: Özgün Halil Köse

Page 7: Karavan - Şubat Sayısı

7

Mahzen

Kahverengi bir ”café” olsun, genel rengi. Masif ahşap masaları ve sanda-

lyeleri, aynı şekilde pencere ve kapı çerçeveleri. Küçücük camlar kâfi. Çok

fazla ışığa ihtiyaç yok çünkü. Gerek olursa da mum yakar aydınlatırız. Her

şey sadece ihtiyaç olduğu kadar büyük olacak. Masa mesela; 2 şarap kade-

hini taşısın yeter. Sandalyeler, ancak bizi taşıyacak kadar büyük. Tavan bile

ancak kafamıza çarpmayacak kadar, elimizi kaldırmasak da olur.

Bir taraftan yanık kokuları gelecek, belki kahve kokusu belki yanan mu-

mun ciğerleri yakan dumanı. Bir de şarabın ruhu saran kokusu olacak. Ta-

bii bizi ağırlayan, şarabımızı ve bizi taşıyan ahşabın da kokusu eksik kal-

mayacak.

Mümkünse bir de ufak tıngırtı gelecek, herkesin anlam veremediği

türden. İçinde gitar olacak, piyano olacak. İçtiğin şarap değil de o müzik

sarhoşluğa çekecek. Belki ara ara girip bitiriş hamlesi yapan saksafon da

olabilir. Tabii bütün bu müzik şarabın sesini bastırmayacak, örneğin ma-

saya kadehi indirirken çıkan tıkırtıyı.

İşte öyle bir yer olsun istiyorum, kahverengi. Ruhumla gidip oturayım,

birkaç kadeh şarap içeyim. Mümkünse denizi ve dalgaları seyredebileyim,

denizden gelen iyot kokusunu içime çekip ayılayım. Bir çeşit ikmal olsun,

tamamlanmış olarak çıkıp hayata devam edeyim.

”Bir taraftan yanık kokuları gelecek, belki kahve kokusu belki yanan mumun ciğerleri yakan dumanı.”

Yazan: Özgün Halil Köse

Page 8: Karavan - Şubat Sayısı

8

Hiç Bilmediğim Bir ŞeyAcıyı öğrendiğinde mutlu olduğun saniyelerin ne kadar değerli olduğunu da öğrenirsin.Birinin canını yakacağın zaman ona gerçekten acı çektirmek istediğin anda durabilmeyi de öğrenirsin.En önemlisi de tüm bunları yaparken insan olmanın nasıl bir şey olduğunu öğrenirsin.Sinirlendiğim zaman kendimden başka kimseye zarar veremiyorum artık.Artık kimseye de bir şey anlatamıyorum.Belirsizliklerin arasında kaybolmuş biri gibiyim, Ne doğru ne de yalan… Tamamen doğru olsam yaşayamayacakmışım gibi. Yalan olsam gece uyuyamayacakmışım gibi.Doğru olarak yatsam yarın yalan olarak ölecekmişim gibi.Birine haksızlık yapsam benden çıkacağını bildiğim gibi.Yapmazsam tutunamayacağımı bildiğim gibi.

Bunları bildiğim gibi birazcık da sevmeyi bilirim.Yani sevdalanmayı...Bir olamasak da bile onun için hep iyilik istemeyi bilirim.Gözyaşı dökmeyi bilirim.Sigara içmeyi de bilirim. Her çekişte bir hayal kurup, Her bırakışta darma dağın olmayı bilirim.Bazen içki içmeyi bile bilirim.Her şeyi unutabilmeyi bu kadar çok isterken,Aslında içimdeki bir benin bunu hiçbir zaman istemediğini bilirim. Ben bazen şiir okumayı da bilirim.En alçak sesimle haykırırken en güzel mısraları,Duyulmadığımı bilirim.Ben uzaklara dalıp gitmeyi çok iyi bilirim.Dünyanın sesi kısıldığında, Onun yanında olmayı bilirim. Ona dokunamamayı bilirim.Ama dünya konuşmaya başladığında,Yanına gidemeyeceğimi de bilirim.Gözlerinde başkasını görmenin nasıl olduğunu bilirim.Ağzından başka birinin adının çıkmasını çok iyi bilirim.Uzun zaman sonra sesini duymanın sersemletici darbesini bilirim.Kalbinin bağımsızlığını ilan edercesine çırpınışını bilirim. Kontrolsüzce çıkan kelimeleri,Artık yeter dercesine titreyen bacakları bilirim ben.Onun için vazgeçmeyi bilirim ben.Uzaklaşmayı bilirim. Onun için ona bağırmayı bilirim. Aslında benim olmayan cümleleri söylemeyi bilirim. Her şeyden biraz bilirim. Ama unutmanın nasıl bir şey olduğunu bilmem.İnanmam da unutmaya… Hem kim sevdiğini unutabilir ki?İşte, ben bir tek unutmayı bilmem.

”Belirsizliklerin içerisinde kaybolmuş biri gibiyim, ne doğru ne yalan...”

Yazan: Oğuz Kerim Saygılı

Page 9: Karavan - Şubat Sayısı

Sarhoş Balık ile

Topal Martıve uzun bir süre çıkmıyordu. İkincisi ise tatları

değişikti, mide bulandırıcı bir kokuları vardı.Ah işte

orada bir balık gördüm ufak, cılız, tam istediğim gibi.

Biraz daha alçaldım ve biraz daha… Suyun biraz

üzerinden takip ediyordum onu. O ise kusursuz bir

şekilde yoluna devam ediyordu. Neden sonra birden

durdu, geri dönüyor gibi oldu ve onu tam ortasından

tuttuğum gibi yakaladım. Dişli çıkmıştı, kaygan vücu-

dunu can havliyle bir o yana bir bu yana oynatıyordu.

En sonunda devreye kuyruğu da girdi ve gözümün

biraz altına ıslak, kaygan bir şaplak yedim. Şaşkınlıkla

ağzımdan yere atmak zorunda kaldım. Suya düşer-

ken yüzüme tuzlu damlalar sıçradı.

Devamı gelecek...

“Ben onu sana yiyesin diye aldım, martıya atasın

diye değil!” diye bağırıyordu orta yaşlı bir bayan

karşımda duran ufak tosun çocuğa. O ise aldırış et-

meden hala bana simidinden ufak parçalar atıyordu.

Ben de çevik hamlelerimle o lokmaları usta bir bi-

çimde yakalıyordum. Bu hareketimin çocuğu mest

ettiğinin farkındaydım. Yoksa insanoğlu o güze-

lim nimeti benle ne diye paylaşsın. Üstelik topal

bir martıydım. Ama güzel soytarılık yapıyordum

doğrusu ekmeğimi kazanmak için. En sonunda orta

yaşlı o gudubet, çocuğun eline vurarak elindeki simi-

di çekip çocuğu vapurun iç kısmına doğru sürükledi.

Tüh! Yine müşterim kaçmıştı. Halbuki ne güzel vakit

geçirmiştik birkaç dakika da olsa. O, ona afili hareke-

tler sergilediğim için şaşırıp mutlu olmuştu, bense

bunu karşılığında karnımı doyurduğum için… Tabi

buna karın doyurmak denirse! Kör olası yumurcak

küçük küçük koparıyordu parçaları.

Huzursuzlukla gökyüzüne yükseldim. Hava parçalı

bulutluydu, gün batmak üzereydi. Morlu, turuncu-

lu yansımalar öyle güzel kırılıyordu ki bulutlarda…

…”Hey!” dedim kendi kendime. Karnımı tam ola-

rak doyuramazsam ben de sabaha kadar açlıktan

kırılacaktım. Artık balık benim için tek çareydi. (Ge-

rçi simidi hiçbir şeye değişmem ama…şYine de bu

düşüncemi diğer martılara açmıyordum. Çünkü on-

lara göre balık sevmeyen martı olamazdı.Sürüdeki-

ler duysalar dillerinden kurtulamazdım eminim ki.

Varsınlar her daim aç kaldığımı topallığımdan bilsin-

ler.

Bir parça alçaldım istemeye istemeye. Birincisi, o

pul denen lanet olası şeyler üst gagama yapışıyordu

9

Yazan: Nihal Tali

Page 10: Karavan - Şubat Sayısı

10

”Her”lerBazı şarkılar vardır; anılara kadifeden bir yatak sunan, uyulduğu anda odaya misk-i amber kokusunu yay-

an.Dinlesen boğacak yüreğini zihninin kurduğu darağacında, dinlemesen...Sesini açıp notalara süzülmeyi yeğleriz çoğu zaman.O kadar çok şey var ki insanın ruhunu baltalayan.Yanlış kalplerde soluklanmaktı belki asıl hata.Zaman akıllanmaz bir çocuk gibi birkaç aşk çaldı bahçemizden, kim bilir ?Mucize gerek bazen, gideni geri getirmek için, gelene ’’Merhaba!’’ demek için, şikayet etmemek için.Yeni bir çağ gerek bazen kısalan ömrümüze geçmişi kenara bırakmak adına.Bazense ağır gelir dar omuzlara yüklenen dev yükler. Sığınacak bir sıcaklık aranır. En savunmasız andır o.En çok kanatan darbesidir hayatımızın.’’Doğru insan’’sa karşıdaki sımsıkı sarılırsın ılık nefesine, koca bir ömrü bahşedersin.’’Yanlış insan’’sa eğer bir kalp kırıklığı daha eklenir tecrübe sepetine.Önemli olan sepeti doldurmak mı yaşanmışlıklarla, yoksa yıllara rağmen saf kalabilmek mi ? Bilemiyorum.İnsan hayatında iki şeye muhtaçtır aslında. ’’Her şey’’i ve ’’Herkes’’i.

Her şey; dosttur. Her anda, her alanda, her zamanda yanında olan. Kat’iyen reddettiğin ne varsa yaptıran. Dostların tecrübeleri ortaktır mesela. Yaşadıkları ve yaşayacak oldukları aynıdır. Tanrı onları aynı kahveden aynı hazzı alsınlar diye yaratmıştır aslında. Dedim ya ‚’Her şey’’idir dostu insanın.

Bir de ‚’Herkes’’i vardır. Ne güzeldir o. Her katresini sevmek için bir neden bulunur. Ömür Yad edilir kimisi-ne, kimisi de yarım bırakır hiç tamamlamamışçasına.

Ne olursa olsun her insanda O’nu aradığı için ’’Herkesim’’ denir.O varken ne yağmur üşütür teni ne de çatlak çatlak toprağı yaralayan soğuklar...Dostların kurduğu cümleler dahi aynı iken Herkesi ile sevdiği renkler bile aynı değildir.Tam zıttır.Ama sever insan işte.’’Her şey’’ de ‚’’Herkes’’ de tektir bu yaşamda.Geri kalanlar boş anları dolduran, vakit dolduruculardır.Onlar ’’Olmasa da olur’’lardır.Ne sığınırsın onlara ne de sevebilirsin.Şimdi dönüp bakalım hayata. Kimin için ne ifade ediyoruz ? Hangi kategorideyiz ?Tüm yanıtlar bizde, insan bilir değerli olduğu yeri.Lafı fazla uzattım sanırsam.Birinlerinin ’’Herkes’’i ve ’’Her şey’’i olmanız dileğiyle.

Yazan: Rukiye Yakar

Page 11: Karavan - Şubat Sayısı

11

NehirNehir, ismini kudretle akan sulardan aldığını söylemiştin. Gülerken ki fotoğrafını gördüğümde bunun bir

dergi fotoğrafı olduğunu düşünmüştüm. Şimdi tüm bunlar kayıp mı oldu? Buraya en son geldiğinde yine o tepeye çıkmıştık, hatırlıyor musun? Oraya vardığımızda gülümsüyordun çünkü yine her zamanki gibi yüzüne vuran rüzgârı sevmiştin. Oturup gün batımını izlemiştik. Bana gün batımından önce bir dilek tutmak istediğini söylemiştin. Aşağı yürürken beni durdurup konuşmaya başlamıştık ama ben sana bakamamıştım Nehir. Güneşin tam yanında duruyordun ve güneş ise gözlerimi kamaştırıyordu. O zaman ben seni dinle-miyorum sanmadın değil mi? Çünkü ben seni tüm içtenliğimle dinliyordum. Hatta bak, neden bahsettiğini bile hatırlıyorum. Anne ve babanın seni üzdüğünden bahsetmiştin. Ben de seni teselli etmiştim. Sonra, “sen gerçek bir dostsun.” deyip bana sarılmıştın. Beni çok mutlu etmiştin Nehir. Her şeyi hatırlıyorsun değil mi? Ben o güne dair hiçbir şeyi unutmadım. Zaten unutmam da çünkü o gün yaşadıklarımızı geçmişim gibi hissediyorum.

Kasabadan ayrıldığın zaman çok üzülmüştüm. Aylar sonra sen, bana bir mektup ve fotoğraf göndermiştin. Mektubu da çok iyi hatırlıyorum Nehir, bir yıldız olacağını ve bunun senin hayalin olduğunu söylemiştin. Ben çok sevinmiştim bunu okuduğumda. Hemen senin için hayal kurmaya başlamıştım. Hatta bazı geceler bu yüzden uykusuz bile kaldım Nehir. Bir de fotoğraf vardı değil mi, sen ben ve Suat’ın olduğu fotoğraf. O fotoğrafı çektiğimiz zamanı da iyi hatırlıyorum Nehir. Ama o mektuptan sonra bana hiç mektup atmadın oysaki ben sana cevap yazmıştım… Yoksa attın mı Nehir? Ama bana hiç mektup gelmedi ki... Zaten bilirsin ben pek mektup da almam. Bu yüzden onu okuyamadığım için bana kızmazsın öyle değil mi? Ah… Az kalsın bir şeyden bahsetmeyi unutuyordum. Gittiğin güne ait fotoğraftan, sadece ikimizin olduğu fotoğraf. O fotoğrafı sana göndermem için bana giderken çok ısrar etmiştin Nehir. Ama ben gönderemedim çünkü eğer onu da mektupla beraber gönderseydim sana dair hiçbir kalmayacaktı elimde.

Hiç seni unuttum sanmadın değil mi Nehir? Mektubundan sonra hep senden bir haber alacağım günü be-kledim. Bir gün benim hiç sevmediğim arkadaşın bana tatil için ailenle bir sahil kasabasına gittiğini söylemi-şti. Gerçekten anlattıkları kadar güzel miydi oralar? Oralardan bana neden hiç bahsetmedin Nehir? Aslında ben de suçluydum. Hiç gelmedim yanına, gelemedim. Ama inan, hep senin bir gün yıldız olacağının hay-allerini kurdum. Senin için burada dolusuyla hayal kurdum. Hatta, arkadaşlarım sürekli hayal kurduğumu fark edince bana farklı olduğum için güldüler… Ama ben de onlara güldüm Nehir, hepsi aynı olduğu için.Hayallerimde tüm dünya senin ismini biliyordu. Sen çok ünlü olmuştun çünkü güzel şarkılar söylüyordun. Evet, Nehir! Tanınan biri olmak güzel olmaz mıydı? Ve sahne ışıklarıyla yıkanmak? Nehir, ben hep seni izley-ecektim ve mutlu olacaktım. Ama şimdi tüm bu hayaller ufalanıp gitti mi? Bugün, buradan gitmeden önceki birlikte çekindiğimiz fotoğrafı buldum. Onu masanın üzerine koydum. Düşmemek için tutulan gözyaşlarını bilirsin Nehir. Artık senin için hayal kurmuyorum. Hem şimdi neden hayal kurmaya başlayayım ki, sen etra-fta değilsin.

Annen bana öldüğünü söylediğinde onun başka bir Nehir’den bahsettiğini sandım. Ama o, senden bah-sediyor gibi duruyordu. Annen ile konuşmadan önceki zamanları hatırladım. Birbirimize yakın olduğumuz zamanları. Seninle birlikte geçirdiğimiz son yaz için çok yalvarmıştım Nehir. Onun sonsuza dek sürmesi için. Bir keresinde bizim bahçedeki gülleri, koku almanı engellediği için sevmediğini söylemiştin. Ben bu-güne kadar böyle bir şey hissetmedim Nehir. Ama annen ile konuştuktan sonra eve döndüğümde bahçe-den geçerken onların benim de koku almamı engellediğini fark ettim. Annene ikinci mektubumun sana ulaşıp ulaşmadığını sordum Nehir. Bilmediğini söyledi ve kutuna bakmama izin verdi. Mektubu kutunda bulamadım. Buraya ilk geldiğin günde çok büyük bir yağmur yağmıştı biliyorsun, sonra biz seninle daha rahatça konuşabilmek için bir ağacın altına sığınmıştık. Orada yerde demirden ufacık bir kalp simgesi bul-muştum ve onu sana vermiştim. İşte o demir parçası kutudaydı! Sen onu halen saklıyormuşsun Nehir! Oysa ben onu tamamen unutmuştum. Yoksa sen de sadece onu kutunda mu unuttun. Sanmıyorum, Nehir. Çün-kü onu tekrar gördüğümde çok mutlu oldum. Dün televizyondan yarın çok yağmur yağacağını duydum. Ben de bu yazdıklarımı senin mezarına götürüp toprağın üstüne koyacağım Nehir. Üstüne biraz toprak da serpiştirmeliyim yoksa başka türlü nasıl yağmur sana yazdıklarımı ulaştırabilir?

Yazan: Hakan Koç

Page 12: Karavan - Şubat Sayısı

12

Benlik

Bu dergide yazmaya başlarken dil ve etimoloji üzerine yazacağımdan söz ettim. Hep ilim nereye kadar?! Bugün farklı bir şeyi ele almak istiyorum. Insanı ele alacağım.

Ne tuhaf varlıklarız. Bizde olmayanı fazlasıyla yüceltip elde edin-ce de umursamıyoruz. Daha da tuhaf olan yücelttiklerimizi ne-den yücelttiğimizi düşünmüyoruz bile. Toplum yüceltiyorsa o hedef yücedir, umursanmalı. O yüce hedefe ulaşan biri toplumun saygısından başka bir şey kazanmaz bence. Peki tüm bu uğraş, yüceltme toplumun saygısı için değer mi? Yani resim yapmayı seven biri, ressam olmak yerine yalnızca saygınlık için doktor olabiliyor; tıbba ilgisi olmadığı hâlde. Çünkü toplum ressamlığı boş iş olarak görüyor, doktorluğu ise saygın bir iş. Bu, insanın kendi benliğini yok sayıp toplumun özelliklerini kendi benliği ile değiştirmesi değil midir?

Dikkat ederseniz, insanların umursadıkları şeyler diğer insanların kendileri hakkında ne düşüneceğinden ibarettir. Hâlbuki insan kendi olmalı. Toplumun dayatmalarını umursamamalı. Diğerleri ne düşünürse düşünsün.

Sizden ricam ne kadar kendiniz olduğunuzu sorgulamanız. Iyi okurlar.

Yazan: Çağdaş Mehmetali Sakallı

Kendimiz için mi yaşıyoruz yoksa başkaları için mi?

Page 13: Karavan - Şubat Sayısı

Kardelen Akçasağaç | [email protected]

Oğuz Kerim Saygılı | Misafir [email protected]

karavandakiadam.com

Rukiye Yakar | [email protected]

Nihal Tali | [email protected]

Fatma Begüm Dalga | [email protected]

Çağdaş Mehmetali Sakallı | Editör ve [email protected]

Hakan Koç | Genel Yayın Yönetmeni ve [email protected]

Özgün Halil Köse | [email protected]