IV. Tıpta İnsan Bilimleri Kongresi-2008

64
IV. TIPTA İNSAN BİLİMLERİ KONGRESİ ÖZET KİTABI

description

tıp, kongre, araştırma, etik, 2000

Transcript of IV. Tıpta İnsan Bilimleri Kongresi-2008

Page 1: IV. Tıpta İnsan Bilimleri Kongresi-2008

IV. TIPTA İNSAN BİLİMLERİKONGRESİ

ÖZET KİTABI

Page 2: IV. Tıpta İnsan Bilimleri Kongresi-2008

Kongre Onursal BaşkanlarıProf.Dr. İhsan Doğramacı

Prof.Dr. Uğur Erdener

Kongre BaşkanlarıProf.Dr. Serhat Ünal

Prof.Dr. Canan Akyüz

Kongre SekreteriDoç.Dr. Melih Elçin

Düzenleme KuruluÖgr.Gör.Dr. Orhan Odabaşı

Ögr.Gör. Arif OnanArş.Gör. Sevgi TuranArş.Gör. Bilge UzunArş.Gör. Umut ArıözStj.Dr. Necati Enver

Stj.Dr. Şahin KhaniyevStj.Dr. Buğra İlhan

Page 3: IV. Tıpta İnsan Bilimleri Kongresi-2008

Dr. Nurten Akarsu

Dr. Filiz Akbıyık

Dr. Zuhal Akçören

Dr. Ali Akdoğan

Dr. Tuncay Akı

Dr. Murat Akova

Dr. Salih Aksu

Dr. Canan Akyüz

Dr. Gülçin Altınok

Dr. Bülent Altun

Dr. Dilek Aslan

Dr. Pergin Atilla

Dr. Selin Aytaç

Dr. Elif Başgül

Dr. Alp Bayramoğlu

Dr. Aytekin Besim

Dr. Gürkan Bozdağ

Dr. Murat Fani Bozkurt

Dr. Gonca Boztepe

Dr. Nukhet Örnek Buken

Dr. Mustafa Cengiz

Dr. Hamdi Çelik

Dr. Didem Dal

Dr. Ahmet Uğur Demir

Dr. Haluk Demiroğlu

Dr. Bahar Doğan

Dr. Ali Düzova

Dr. Saniye Ekinci

Dr. Melih Elçin

Dr. Mine Ergun

Dr. Mustafa Erman

Dr. Aygün Ertuğrul

Dr. Nazlı Gönç

Dr. Şafak Güçer

Dr. Rana Karabudak

Dr. Evvah Karakılıç

Dr. Derya Karakoç

Dr. Ayşe Kars

Dr. Bayram Kaymak

Dr. Figen Kaymaz

Dr. Nural Kiper

Dr. Çetin Kocaefe

Dr. Ali Konan

Dr. Petek Korkusuz

Dr. Gülnihal Kulaksız

Dr. Barış Kuşkonmaz

Dr. Cem Mocan

Dr. Sevda Müftüoğlu

Dr. Gülay Nurlu

Dr. Aysun Balseven Odabaşı

Dr. Münci OranDr. Hilal ÖzcebeDr. Levent ÖzçakarDr. Uğur ÖzçelikDr. Dilşad Foto ÖzdemirDr. Tuba Turul ÖzgürDr. Şevkat Bahar ÖzvarışDr. Gökhan ÖzyiğitDr. Nüket Paksoy ErbaydarDr. Ahmet PınarDr. Cansın SaçkesenDr. Coşkun SalmanDr. Sarp SaraçDr. Zeynep SarıbaşDr. İskender SayekDr. İncilay SiniciDr. Lale SökmensüerDr. Beril TalimDr. Mine Durusu TanrıöverDr. Özlem TekşamDr. İnci Nur Saltık TemizelDr. Gökhan TunçbilekDr. Ali Rıza TümerDr. Alev TürkerDr. Ömrüm UzunDr. Sarp ÜnerDr. Akın ÜzümcügilDr. Ebru Güneş YalçınDr. Okan Bülent YıldızDr. Taner YılmazDr. Dilara Zeybek

Page 4: IV. Tıpta İnsan Bilimleri Kongresi-2008
Page 5: IV. Tıpta İnsan Bilimleri Kongresi-2008

IV. TIPTA İNSAN BİLİMLERİ KONGRESİPROGRAM

14 MAYIS 2008

09:00-09:15 Açılış

09:15-10:30 Konferans (M Salonu) Oturum Başkanı: Prof.Dr. Serhat Ünal

A1. Türkülerimiz ve HekimlerDoç.Dr. Sait Eğrilmez

10:30-11:00 Ara

11:00-12:30 Sözlü Sunumlar-I B1. Tıp ve Tarih (Kırmızı Salon) Oturum Başkanları: Yrd.Doç.Dr. Akın Üzümcügil Çağhan Tönge (Dönem I)

B1.1 Oryantalizmden Postmodernizme Hadım EdilmeMeltem Yener, S. Giray Kandemirli, Burçin Kaya

B1.2 Anadolu Tarihi için Genlerimiz Ne Diyor?Büşra Yürümez, M.Fırat İkikardeş, Esra Kabadayı, Eren Karaaslan

B1.3 Yaratıcılık Sınırda YaşamaktırEzgi Gündoğdu, Halime Acar, Muhammet Maşuk Şimşek

B1.4 Tıbbın Gerçek BabalarıYasemin Aydınlı, Ahmad el Dandachli, Olta Tafaj, Serkan Akbaş

B1.5 Dokunuşla Gelen SağlıkEmre Koca, Merve İnanç, Müjde Ekmekçi, Elif Namlı

B1.6 Nobele Giden YolBaşak Şenel, Elshad Hasanov, Gamze Gezgen, Süleyman Polater

B1.7 Kafamdaki DelikMine Gültekin, Mehmet Süle, Can Büyükaşık

B1.8 Doğru Bilinen Yanlışlardan Bilinmeyen Doğrulara...Duygu Köylü, İrem Genç, Burcu Şahin

C1. Tıp ve İnsan (Yeşil Salon) Oturum Başkanları: Yrd.Doç.Dr. Çetin Kocaefe Filiz Kerdige (Dönem II) C1.1 Nasıl Bir Tıpçıyız? Abdurrahman Fuat Başar, Şenol Demircan, Özge Nadastepe, Uğuray Aydos C1.2 HÜTF’de Verilen Preklinik Dersleri Üzerine Bir Değerlendirme İsmail Mikdat Kabakuş, İbrahim İleri, Mustafa Karaarslan, Onur Arpat, Emre Karadeniz C1.3 Leyleği Beklerken: İnfertilitenin Psikososyal Sonuçları Fatih Barça, Sare Alkan, Betül Özdil C1.4 Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi ve Tıp Eğitiminin Öğrenciler Tarafından Değerlendirilmesi Mustafa Alican Dirican, Aslıhan Esra Karaağaç, Özge Yanık C1.5 Günümüzde Etkin Tıp Eğitimi Modelleri

Gyulten Ziyaeva Alieva, Egemen Özdemir, Büşra Sultan Doğan, Abegüm Demirtürk, Nefise Demir, Bilge Göktaş

C1.6 Kanayan Yaramız Mustafa Deveci, Mert Şimmşek, Ufuk İlgen, Oğuz Karcıoğlu C1.7 Saldırganlık ve Eğitim Ahmet Çağrı, Evran Hazel Yağcızeybek C1.8 Yapay Rahim-Plasenta Tuğçe Kütük, Emine Ayça Akdemir, Emre Kaplanoğlu C1.9 Hastalığın Alternatif Teorisi: Hastalığa Psiko-Ruhsal Yaklaşım Onur Sargın (Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Dönem V)

12:30-13:30 Öğle Arası

Page 6: IV. Tıpta İnsan Bilimleri Kongresi-2008

13:30-15:00 Sözlü Sunumlar-II B2. Tıp ve Tarih (Kırmızı Salon) Oturum Başkanları: Prof.Dr. Münci Oran Hilal Kalyoncu (Dönem I)

B2.1 Medicine Man ve Kızılderililerin Tıp Anlayışı Elif Demirören, Güler Pınar Özeren, Mehmet Talha Kutlu

B2.2 Mustafa Kemal Atatürk ‘ün Doktorları ve HastalığıFurkan Özer, Elif Özyörük, Berhan Bayram, Levent Gündost.

B2.3 Merhaba YaşamakAslı Tokmak, Işılay Gizem Ceren, Hande Candemir, Gizem Muratoğlu

B2.4 Tıp SembolüÖzenç Özkan, Arash Soudmand, Nasıf Ortaş

B2.5 Uyku Kaçıran Sedatif “THALIDOMIDE”Hakkı Caner İnan, Emine Aygül Karaaslan, Cihan Güler

B2.6 “Türkiye Çocuk Felci İle Savaşını Kazandı” Çiğdem Altınel, Mevlut Serdar Kuyumcu, Mahmut Can Kızıl, Yusuf CanavarB2.7 Olmaya Devlet Cihanda Bir Nefes Sıhhat Gibi

Tülin Çoban, Fatma Öztürk, Esra PolatB2.8 Kanalizasyon Sistemi ve Tıp

Zamir Kemal Ertürk, Ramazan Gürlü, Ali Yıldız

C2. Tıp ve İnsan (Yeşil Salon) Oturum Başkanları: Doç.Dr. Nüket Örnek Büken Fatmagül Keleş (Dönem II) C2.1 Gelemem Ders Çalışacağım İzzettin Hür, Mahmut Bakır Koyuncu, Veysel Akansel, Şahika Bolsoy, Yavuz Gündoğdu C2.2 Ehliyetinizi Görebilir miyim? Gündem Kırlangıç, Ümit Kan, Serdar Bilici C2.3 Şeytan Üçgeninde Öğrenim Ayşegül Hiçdurmaz, Onur İnce, Mustafa Yurtdaş, Selçuk Eren Çanakçı C2.4 Hap Robot Asif Selimov, Başak Bostankolu, Hasan Kadir Bahçeci C2.5 Dövmeden Sonra Dövünme Serap Kırlı, Ayşe Ölmez, Tuğba Akkoyun C2.6 Ödül İçin Ölür müsün? Ayşenur Arslan, Elifcan Aladağ, Zeynep Burçin Yılmaz C2.7 Bir Tutam Bilim, Bir Tutam Aldatma: Hastalık Pazarlama Mehmet Ezer; Levent Mutlu, Pelin Esmeray, H.Onur Özdemir. C2.8 Satılık Hastalıklar Jacqueline Otieno, Mukhshada Devi Seegoolam, Samaya Türk

15:00-15:15 Ara

15:15-16:45 Sözlü Sunumlar-III B3. Tıp ve Tarih (Kırmızı Salon) Oturum Başkanları: Prof.Dr. Şafak Güçer Canan Ersoy (Dönem I)

B3.1 Ölümüne Uyumak Füsun Bocutoğlu, Enes Çakmakkaya, Berkay Hasan Arman

B3.2 Aynı Bedende Farklı DNA’lar: Kimerik İnsanlar Şule Bıçakcı, Halime Lülleci, Seniha Güneş

B3.3 Medeniyet(!) Afrika’ya Dram mı Aşıladı?Telli Kıraç, Selda Kanmaz,Tuba Karakılıç,Yeşim Önal, Elif Ertan

B3.4 Savaş İçinde SavaşNeyran Özcan, Tuğçe Ağırlar, Filiz Kerdiğe, Özcan Selçuk

B3.5 İstilaMustafa Atmaca, Osman Karakılıç, Fulya Boğoçlu

B3.6 Tıp mı? O da ne?Ali Onur Yüksek, Çağlar Bektaş, Emrah Göçer, İsmail Hakkı Terlemez, Kazım Cihan Can

B3.7 Milgram DeneyiKemal Akpınar, Emre Baldan, Suat Koç

B3.8 Sorgulamadan Kabullendiklerimiz ve Bilimsel Temelleri Huriye Erbak, Gurbet Yanarateş, Vildan Şenel, Mehmet Alagöz

Page 7: IV. Tıpta İnsan Bilimleri Kongresi-2008

C3. Tıp ve İnsan (Yeşil Salon) Oturum Başkanları: Prof.Dr. Şevkat Bahar Özvarış Elshad Hasanov (Dönem II) C3.1 Abortuslarda Etik ve Yasal Sorunlar Alaaddin Dadlı, Sümeyra Kurt, Şerife Ebru Özüdoğru, Yavuz Selim Kahraman C3.2 Tıp Fakültesi Burak Ulaş, Can Ilgın, Ceren Alparslan, Hasan Gazi Uyar C3.3 Embriyonik Kök Hücre Araştırmalarının Etik Boyutları Yusuf Tahiri Akpolat, Kübra Feyzioğlu, Hadice Yiğit C3.4 Resimlerin Dili Zeynep Yegin, Ali Pota C3.5 Kadın Programlarının Psikososyal Etkileri Erdem Çomut, Aslı Keşkek, Murat Açar, Ceyda Arslanoğlu C3.6 Seni Duyuyorum Anne... Ertan Nurlu, Okan Günaydın, Hatun Öztürk C3.7 Yüz Yüze Seval Akdemir, Rabia Bağ, Zeynep Merve Görgülü C3.8 Mesleklerine Zıt Doktorlar Merve Erel, Bilaal Matola, Şule Sözen, Onur Bobuşoğlu

17:30-18:10 Tek Kişilik Gösteri: “Benden Sonra Bana Kadar” (Yeşil Salon) Doç.Dr. Melih Elçin

18:30-20:00 Kongre Yemeği (Öğretim Üyeleri Kafeteryası)

20:00-23:00 Kongre Partisi: “45’likler Gecesi” (Öğretim Üyeleri Kafeteryası)

Gün Boyu: Posterler (Fuaye) D1. Tıp ve Tarih D2. Tıp ve İnsan D3. Tıp ve Sanat

Page 8: IV. Tıpta İnsan Bilimleri Kongresi-2008

15 MAYIS 2008

09:15-10:55 Çalıştaylar (PDÖ Odaları) Sözlü Sunumlar-IV E1. Tıp ve Sanat (Kırmızı Salon) Oturum Başkanları: Prof.Dr. Bülent Altun Fatih Barça (Dönem III) E1.1 Büyük Kaoslardan Doğan Dans Eden Yıldızlar Hanife Küçükyıldız, Canan Ersoy, Büşra Görmez E1.2 Medikal İllustrasyon Sanatı Sena Aksoy, Meltem Akgül, Şuayb Alkış, Esra Aydın E1.3 Filmlerdeki Tıp Eğitimi: Sinemadan Tıbba Mahdi Houssein, Mohamed El hasan, Faiq Abu hasan, Hamid E1.4 Vampirler ve Porfiria İlkay Nurcan, Mehmet Akkamış, Friday Chıtsonga E1.5 Türk Halk Müziğinde “Hasta, Hastane ve Doktor” Kavramları Azat Duman, Ramazan Çelik, Yakup Derin E1.6 Ya Kelimeler de Bir Gün Susarsa! Hilal Kalyoncu, Erinç Evrensel, Şerife Dülger E1.7 Vücut Biçimlendirmeye (Body Modification) Tıbbi ve Estetik Açıdan Bakış Sümeyye Kışlak, Mücahit Koçoğlu, Necip Enis Kaya E1.8 Doktor Olmayı Tüm Kalbimle İstiyorum Birsen Öztürk, Tolgahan Örmeci, Fatih Tekin, Adil Öner E1.9 Semazenler ve Tıp: Semazenlerin Başı Neden Dönmüyor? Gizem Çulha, Bahattin Kızılgök (Mersin Üniversitesi Tıp Fakültesi)

10:55-11:10 Ara

11:10-12:45 Çalıştaylar (PDÖ Odaları) Sözlü Sunumlar-V E2. Tıp ve Sanat (Kırmızı Salon) Oturum Başkanları: Prof.Dr. Uğur Özçelik Burak Ulaş (Dönem III) E2.1 Rol Gereği Beslenme Alışkanlığını Değiştiren Ödüllü Sinema Sanatçıları ve Sağlık Burcu Ulaş, Recep Yılmaz, Ensar Topaloğlu E2.2 “Süper atletler” Müzisyenler Ahmad Elturk, Omar Khouja E2.3 Carnal Sanatı ve Tıp Gökçe Naz Küçükbaş, Emre Cem Esen, Erkan Kalafat E2.4 Doktorlar, Hastalar ve Ustalar Selin Sevinç, Özge Şen, Orçun Ortaköylü

E2.5 Şiirlerle Tıp Melike Arslan, Gül Sema Can, Ahmet Kamil Altuğ E2.6 Dans Eden Beyin Yakup Özgüngör, Yasin Özpınar, Mert Özsoy, N. Cansu Öztürk E2.7 Embriyolojinin Embriyolojisi Betül Nur Altuntaş, Yaşar Başağa E2.8 Psikodramayla ‘Şimdi ve Burada’ Yaşamak Fikriye Gözde Bayrak, Ayşegül Eren, Ayşegül Demir, Saliha Erdem, Merve Erdem E2.9 Tıp ve Türkçe Abdullah Emre Taçyıldız Mehmet Kubilay Gökçe (Mersin Üniversitesi Tıp Fakültesi)

12:45-13:30 Öğle Arası

13:30-15:10 Sözlü Sunumlar-VI E3. Tıp ve Sanat (Kırmızı Salon) Oturum Başkanları: Öğr.Gör.Dr. Evvah Karakılıç Berkan Kaplan (Dönem III) E3.1 Estetik Algıda Beynin Rolü: Nöroestetik Burcu Özata, Meltem Ece Özcan, Vedat Menderes Özçiftci E3.2 Medicine, Rock Art and Painting Letta Leah Hiskia, Alaeddin Kamari, Asem Hilwah E3.3 Tıp Dünyasının Görünmez Ustaları - Tıbbi Çizerler

Page 9: IV. Tıpta İnsan Bilimleri Kongresi-2008

Osman Murat Baştopcu, Damla Ünal, Zeynep Nazlı Dayıcan, Çağrı Yıldız E3.4 Tıp Biliminde Estetik ve Sanatın Buluşma Noktası : Altın Oran Mustafa Oktay Elumar, Ayhan Işık, Erdal Deniz, Can Güven, Onur İnam E3.5 Beyinden İçeri… Emir Kalyoncu, Meltem Koca, Murat Koç, Osman Öcal E3.6 Hastane Mimarisinin İyileşmeye Olan Etkisi Efe Cumhur Sezgin, Cem Şimşek, Esra Tehmen E3.7 Antik Çağda Tıbbın Sanata Yansımaları Zeynep Gül Şimşek, Ekin Tunçeli, Eren Vurgun, Ahmet Faruk Yüksel E3.8 Resmin Çocuktaki Büyüsü Gizem Gencosman, Meral Ilgaz, Doğan Güneş E3.9 Tıp ve Psikodrama İlay Hilal Kılıç (Özel Çalışma Modülü öğrencileri adına) (Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi)

15:10-15:20 Ara

15:20-17:00 Ödül Töreni (Kırmızı Salon)

Gün Boyu: Posterler (Fuaye) D1. Tıp ve Tarih D2. Tıp ve İnsan D3. Tıp ve Sanat

Page 10: IV. Tıpta İnsan Bilimleri Kongresi-2008
Page 11: IV. Tıpta İnsan Bilimleri Kongresi-2008

Sözlü Sunumlar

Page 12: IV. Tıpta İnsan Bilimleri Kongresi-2008
Page 13: IV. Tıpta İnsan Bilimleri Kongresi-2008

IV. Tıpta İnsan Bilimleri Kongresi 2008Özet Kitabı

13

Tıp ve İnsanNasıl Bir Tıpçıyız?Abdurrahman Fuat Başar Şenol Demircan Özge Nadastepe Uğuray AydosTıp öğrencilerinin profillerini araştırdığımız projemizde, dönem 1, 2, ve 3 öğrencilerinden 150 kişiye uyguladığımız anket sonuçlarına dayanarak, en uçtaki iki tip öğrenciyi mizahi bir dille anlatmayı amaçlayarak kısa bir film hazırladık. Sunum esnasında anket sonuçlarının kısaca değerlendirilmesinin ardından film gösterimi yapılacaktır.

HÜTF’de Verilen Preklinik Dersleri Üzerine Bir Değerlendirmeİsmail Mikdat Kabakuş İbrahim İleri Mustafa Karaarslan Onur Arpat Emre KaradenizHÜTF’de verilen lisans eğitimi ilk üç yıllık preklinik eğitimi ile sonraki üç yıllık klinik eğitimden oluşmaktadır. Bu eğitim öğretim üyeleri tarafından her an denetlenen bir süreç olsa da henüz öğrenciler tarafından yeterli değerlendirmeler yapılmamıştır. Öğrencilerin de bu değerlendirme sürecine katılmaları bu eğitimin gelişimine önemli katkılar yapabilir. Proje kapsamında öğrencilerin değerlendirmelerini objektif olarak alabilmek için daha uygun bir yöntem olduğu düşünülen anket soruları sorma ve bu sorulara verilen yanıtlar üzerinden değerlendirmelerde bulunma yöntemi tercih edildi. Yapılacak çalışmanın daha önce yapılan çalışmalardan farklılığı nedeniyle refere edilebilecek bir kaynak olmaması proje için hem olumlu hem de olumsuz etkiler yaratabilecek olsa da, yapılmak istenen olumsuz yanları azaltıp olumlu yanları artırarak en fazla verime ulaşmaktır. Projenin kapsamının oldukça geniş olması ve bu bağlamda toplanacak verilerin güvenilirliğinin sağlanması için projenin dönem III öğrencileri ile sınırlı tutulmasına karar verildi.

Leyleği Beklerken: İnfertilitenin Psikososyal SonuçlarıFatih Barça, Sare Alkan, Betül Özdilİnfertilite, üreme çağındaki bir çiftte korunmasız ilişkiye rağmen bir yılın sonunda üremenin gerçekleşmemesi olarak tanımlanır. Birçok fizyolojik durumla beraber, psikososyal birçok faktörün de infertiliteye yol açabileceği çalışmalarla gösterilmiştir. Dünya Sağlık Örgütü’ne göre toplumdaki sıklığı %10-15 olan infertilite tıbbi, psikiyatrik, psikolojik ve sosyal sorunları beraberinde getiren kültürel, dinsel ve sınıfsal yönleri olan bir krizdir. Üremenin canlıların ortak ve temel özelliklerinden biri olduğu tüm bilim çevrelerince kabul edilmiştir. Gerçekten de, hiçbir canlı sonsuza dek yaşayamadığından, sahip olduğu genetik birikimi kendinden sonraki nesle aktararak bir nevi sahip olduğu ömürden daha uzun süre yaşamış olacaktır. Üremenin bu denli önemli olduğunu anlaşıldığında, infertilitenin de neden bu kadar büyük bir sorun olduğunu görülür. Çocuk sahibi olamayan bireyler, bu durumdan hem kendi arzularını gerçekleştiremedikleri için, hem de toplum tarafından etiketlendirilme olasılığı nedeniyle büyük psikolojik yaralar almaktadırlar. Yarattığı bu olumsuz sonuçlar ve en iyi merkezlerde bile gelişmiş tıbbi tekniklere karşın %50’yi aşamamış canlı doğum oranı ile özel bir öneme sahiptir. Bu denli önemli bir soruna, birey ve toplum psikolojisi açısından yaklaşmanın gerekli ve yapıcı olduğu düşünülmüştür. Bu çalışmada, infertilite sorunun, infertil bayanlar üzerindeki etkisi, doğurduğu psikososyal durum ve infertil bayanların ruh halinin sosyal hayata, aile içi ilişkilere yansıması incelenecektir. Proje kapsamında literatür taraması yapılmış ve infertil çiftlerin psikolojik durumları, sosyal yaşamlarında karşılaştıkları sorunlar ve bunların birbirleriyle etkileşimleri üzerine yapılmış çeşitli makalelere veri tabanlarıyla ulaşılmıştır. Bu makaleler ve üniversite kütüphanesinde yer alan benzer çalışmalardan yararlanılarak bir anket hazırlanmıştır. Anket, Kadın Hastalıkları ve Doğum Polikliniğinde tanı almış infertil bayan hastaların katılımına sunuldu. Kontrol grubu olarak da bu açıdan sağlıklı bireylere ulaşıldı ve anket uygulandı. Bu makalelerdeki sonuçlarla yapılacak anketten elde edilen veriler karşılaştırılmıştır

Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi ve Tıp Eğitiminin Öğrenciler Tarafından DeğerlendirilmesiMustafa Alican Dirican, Aslıhan Esra Karaağaç, Özge YanıkHacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi öğrencileri olarak hepimiz Türkiye’nin en

iyi tıp fakültesinde okumanın haklı gururunu taşıyoruz. Fakat her kurumda yaşanabileceği gibi okulumuzda da bazı aksaklıklar yaşanıyor. Bu aksaklıkların giderilmesiyle öncelikle biz öğrencilerin ve dolayısıyla okulumuzun başarılarının daha da artacağına inanıyoruz. Bizler de bu amaçla yaşanan aksaklıkları ve öğrenci sorunlarını belirlemek için dönem 2 ve donem 3 öğrencilerinden oluşan 130 kişinin katıldığı bir anket çalışması yaptık. Bu anketle arkadaşlarımızdan dersler, amfi ve laboratuarların donanımı, PDÖ, İHU, KGT, kütüphane, sağlık hizmetleri ve yurt hakkındaki fikirlerini bizlerle paylaşmalarını istedik. Böylece ortak problemlerimizi belirledik ve anket verileri doğrultusunda projemizi tamamladık.

Günümüzde Etkin Tıp Eğitimi ModelleriGyulten Ziyaeva Alieva, Egemen Özdemir, Büşra Sultan Doğan, Abegüm Demirtürk, Nefise Demir, Bilge GöktaşOrtaçağ’da usta-çırak ilişkisi şeklinde yürüyen tıp eğitimi modern tıp eğitimi sistemine özellikle 20. yüzyılda geçiş yapmıştır. 1910-1970 arası disipline dayalı olan tıp eğitimi 1970’lerden sonra probleme dayalı sisteme geçmiştir. Çeşitli bildirgelerle amaçları belirlenen modern tıp eğitiminin öğrenci merkezli, problemi çözmeye dayalı, entegre, topluma dayalı, seçmeli programlı ve sistematik beceri eğitimi şeklinde olması hedeflenmiştir. Modern tıp eğitimine geçişten itibaren çeşitli tıp eğitim modelleri denenmiştir. Klasik yani disipline bağlı eğitimde eğiticinin ön planda olduğu ve farklı bilimlerin birbirinden bağımsız olarak öğrenciye verilmesi ve öğrencinin bunları kendisinin birleştirmesi beklenir. Probleme dayalı eğitimde yada modüler programlamada vaka merkezli sorularla öğrencinin bilgiye kendisinin ulaşması hedeflenir. Organ-sistem temelli eğitimde yada entegre programda vücut sistemleri komiteler şeklinde ve tüm ilgili bilimler bir arada verilerek öğrenciye sunulur. Topluma dayalı eğitimde amaç belirli bir coğrafi bölgede hizmet veren bir fakültenin, o coğrafi bölgedeki tüm sağlık kuruluşlarından yararlanarak eğitimini sürdürmesidir. Harvard tıp okulunda da uygulanan hibrid modelde öğrencinin hastayla erken teması, problem çözme becerisini geliştirmesi, aktif bir şekilde öğrenim görmesi, kritik düşünme yeteneği kazanması beklenir. Hacettepe’de de uygulanan bu sistem;amfi derslerinin yanında pdö, beceri laboratuarlarını, küçük grup tartışmalarını, iyi hekimlik uygulamalarını da içerir.

Kanayan YaramızMustafa Deveci, Mert Şimşek, Ufuk İlgen, Oğuz KarcıoğluTıp eğitimi uzun süreli ve zor bir eğitimdir. Öğrenciler kadar ailelerin de büyük özveri gösterdikleri tıp eğitimi ile ilgili olarak tıp fakültesinde klinik öncesi eğitimi tamamlayan öğrencilerin bazı görüşlerinin belirlenmesi amacıyla bu çalışma yürütülmüştür. Tanımlayıcı nitelikteki bu çalışmanın veri kaynaklarını Tıp Fakültesi Dekanlığı ve Tıp Eğitimi Anabilim Dalı (TEBAD) ile yapılan görüşme ve Hacettepe Üniversitesi İngilizce Tıp Fakültesi üçüncü sınıf öğrencilerine uygulanan anket formu oluşturmaktadır. Araştırmanın verileri 1-12 Nisan tarihleri arasında toplanmıştır. Araştırmada kullanılan anket formu 19 sorudan oluşmaktadır. Araştırmaya katılmayı kabul eden öğrenciler soruları kendi kendilerine yanıtlamışlardır. Elde edilen niteliksel veriler uygun biçimde özetlenmiş, niceliksel veriler ise Spss 15.0 istatistik paket programı ile analiz edilmiş, yüzde dağılımları alınmış, uygun verilerin normal dağılım ölçütleri hesaplanmıştır. Araştırmaya 85 öğrenci katılmıştır (Araştırmanın gerçekleşme yüzdesi %80.2). Araştırmaya katılan öğrencilerin %70,6’sı Hacettepe’de tıp fakültesi öğrencisi olmaktan memnundur. Fakültede verilen danışmanlık hizmetini katılımcıların %70,6’sı yeterli bulmamaktadır. Katılımcıların %57,6’sı tıp eğitimi hakkındaki tanıtım faaliyetlerini, %17,7’si öğrencilerin başarılı olması için fakülte desteğini yeterli bulmaktadır. TEBAD ve Tıp Fakültesi Dekanlığı eğitim ve danışmanlık hizmetlerindeki eksikliklerin farkında olduklarını, bu eksikliklerin zaman içerisinde aşılacağını ve bunun için çalışmalar yapıldığını belirtmişlerdir. Fakültemizde tıp eğitiminin, tanıtım faaliyetleri ve danışmanlık hizmetlerini de içine alacak şekilde dekanlık, öğretim üyeleri, TEBAD ve öğrencilerin etkin katılımıyla değerlendirilmesi gerekmektedir. Öğrencilerin tıp eğitiminde yaşadıkları problemleri daha kolay atlatabilmeleri adına öğretim üyeleri ile bire bir ve sürekli etkileşim halinde bulunabilecekleri ve aktif olarak işleyen bir danışmanlık sistemi kurulmalıdır. Bu konuda yapılabilecekler arasında ilk hafta yapılan oryantasyon faaliyetlerinin daha uzun ve etkili bir şekilde yapılması, danışmanlık görevi alan öğretim üyelerinin bu konuda ilk adımı öğrenciden beklemeyip daha aktif olarak faaliyetleri sürdürmek adına öğrencilerle bire bir iletişim kurmaya çalışması sayılabilir.

Page 14: IV. Tıpta İnsan Bilimleri Kongresi-2008

IV. Tıpta İnsan Bilimleri Kongresi 2008Özet Kitabı

14

Saldırganlık ve EğitimAhmet Çağrı, Evran Hazel YağcızeybekSaldırganlık,günümüzde gittikçe yaygınlaşmaktadır.Biz de saldırganlığı etkileyen faktörlerden bazılarını (eğitim,önyargıya maruz kalma) irdeledik.Ellişer kişilik üç bağımsız grupla çalıştık.Birinci grup üniversite eğitimi almakta olan ve önyargılarımıza maruz kalmayan gruptu.İkinci grup üniversite eğitimi almakta olan ve önyargılarımıza maruz kalan gruptu.Üçüncü grup ise üniversite eğitimi almamış ve önyargılara maruz kalmayan gruptu.Biz bu grupların saldırganlık düzeylerini ölçtük,birbirleriyle karşılaştırdık ve biyoistatiksel olarak değerlendirdik.Bu şekilde eğitimin ve önyargıların,kişilerin saldırganlığı üzerindeki etkilerini açıkça göstermiş olduk.

Yapay Rahim-PlasentaTuğçe Kütük, Emine Ayça Akdemir, Emre KaplanoğluYapay rahimler, nesiller boyunca bilim kurguların,feminist teorilerin,kürtaj tartışmalarının ve hatta hamileliğinin ileriki aşamalarında olan kadınların özlem dolu düşüncelerinde yerini bulmuştur.Bilim, yıllarca bu hayalin peşinden koştu.Bu alanda birçok çalışma yapıldı.Fakat başarılı sonuçlar alınamadı ta ki 2003 e kadar.2003’te bir fare embriyonu yapay rahimde tamamen büyüyebildi, nefes aldı. Bu konuda başarıya en çok yaklaşan Japon bilim adamları, 2007 yılında tüp bebek yöntemiyle oluşan embriyonların ilk aşamada ana rahmindeki kadar hızlı gelişmesi için “yapay rahim” geliştirdiler. Yapay rahimler 10 yıl içinde uygulanabilir hale getirilebilir ve yapay insan rahmi üretimine doğru büyük bir adım atılabilir. Yapay rahimlerin en mantıklı ve en uygun kullanım alanı, bebek sahibi olamayan çiftlere yardımcı olmak.Yapay bir rahim olsa, fetüsün yaşama süresi büyük ölçüde artabilir. Teoride, gebeliğin başından itibaren bir embriyon, annesinin vücudu dışında da hayatta kalabilir. Kürtaj karşıtları da bebeğini aldıran annelere, bebekleri yapay rahimlerde tutma zorunluluğunun getirilmesini istiyor. Bu konu hakkında şu ana kadar cevaplanmamış birçok soru var ve verilecek cevaplar da etik açıdan daha çok tartışılacağa benziyor.Projemizde biz de bu konuya farklı bir bakış açısı sunmak ve sorulara yanıtlar aramaya çalıştık.

Gelemem Ders ÇalışacağımIzzettin Hür, Mahmut Bakır Koyuncu, Veysel Akansel,Şahika Bolsoy, Yavuz GündoğduDoktorların zamanı kullanma biçimleri, ilgi alanları, mesleklerinin ciddiyeti ve yükümlülüğü diğer meslek gruplarından daha farklı yaşamalarına neden oluyor. Bu ortama yeni katılanlar, yani öğrenciler, bu şartlara uyum sağlayabilmek için bir takım zorluklarla karşılaşıyorlar.Zamanlarından,paralarından hatta sağlıklarından fedakarlık ediyorlar.

Ehliyet’inizi Görebilir Miyim?Gündem Kırlangıç, Ümit Kan, Serdar BiliciToplumsal yaşam için gerekli olan yasalara aykırı davranışa suç, bu tür davranışta bulunan kişilere de suçlu adı verilmektedir. Suç olarak kabul edilen eylem toplumdan topluma ve aynı toplumda zaman içinde farklılıklar gösterebilmektedir. Toplum tarafından konulan kurallara uyulmaması durumunda karşılaşılan yaptırıma

“ceza” adı verilmektedir. Toplumu korumak, bu kişilerin bir bedel ödemesini sağlamak ve onları ıslah edebilmek amacıyla,para cezası, hürriyeti bağlayıcı cezalar gibi çeşitli yaptırımlar uygulanmaktadır. Ceza ehliyeti, ceza hukuku açısından, bir kişinin suçlu sayılabilmesi için gerekli olan bir niteliktir. Türk Ceza Kanunu ceza ehliyetini 1- Akıl hastalığı 2- Yaş 3- Sağır ve dilsizlik 4- Geçici nedenler, alkol veya uyuşturucu madde etkisinde olma bakımından dört özel şekilde düzenlemiştir.

Şeytan Üçgeninde ÖğrenimAyşegül Hiçdurmaz, Onur İnce, Mustafa Yurtdaş,Selçuk Eren ÇanakçıGözlerimizle aldığımız ışık enerjisi, sinir uyarılarına çevrilerek anlamlandırılır. Aydınlanma miktarı, fizyolojik ve psikolojik fonksiyonlarımızı da etkiler. Rahat okumak, uzun süreli konsantrasyon sağlanması, uygun çalışma ortamının yaratılması için özellikle aydınlanma gibi çevresel faktörlerin yeterliliğinin göz sağlığı açısından önemli olduğu da yadsınamaz bir gerçektir. Küçük detayları ve

objeleri ayırt edebilme yetisi anlamına gelen görme keskinliğinin sağlanabilmesi için de optimal aydınlanma son derece önemlidir. Fakat optimal aydınlanmanın en yüksek aydınlatma olmadığı da bir gerçektir. Sadece aydınlanma değil, aynı zamanda nem ve sıcaklık miktarı da öğrenme sürecini etkileyen diğer önemli faktörlerdir. Biz de amfilerimizde standart öğrenme koşullarının olup olmadığını, bu 3 faktör doğrultusunda (aydınlanma, nem ve sıcaklık) nicel verilerle ölçerek değerlendirdik.

Hap RobotAsif Selimov, Başak Bostankolu, Hasan Kadir BahçeciGastrointestinal endoskopinin keşfinden beri, tüm gastrointestinal sistemin doğrudan görüntülenmesi doktorların hedeflerinden biri olmuştur. Standart endoskopik yöntemlerden bazılarıyla ince barsağın ancak bir bölümü görüntülenebilmekte yada örneğin sonda tipi enteroskopla tamamı görüntülenebilse bile çok ağrılı olması dolayısıyla tıp dünyasında kabül görmemektedir. Kapsül endoskop, bu alanda bir devrime yol açmıştır. Ağrısız olarak hastanın yuttuğu hap büyüklüyüğündeki kapsül sayesinde tüm gastrointestinal sistem görüntülenmektedir.

Dövmeden Sonra DövünmeSerap Kırlı, Ayşe Ölmez, Tuğba Akkoyunİnsanların, özellikle de kadınların antik çağlardan beri bildikleri ve uyguladıkları

“kendini süsleme sanatı”, günümüzde adeta bir salgın gibi hızla yayılıyor. Kiminin modaya uymak, kiminin süslenmek veya ilgi çekmek, en çok da kendilerini ifade etmek için kullanılan bu uygulama; bedenlerde kalıcı dövme, piercing, hint kınası ve kalıcı makyaj olarak hayat buluyor. Fakat estetik amaçlarla başlayan bu serüvende kişiler; sağlıklarını tehdit eden; hepatitten AIDS’e, alerjik reaksiyonlardan zehirlenmelere ve tümör oluşumuna kadar pek çok sorunla karşı karşıya kalabiliyorlar. Ayrıca dövme yaptırmadan önce sadece neden olacağı sağlık problemlerini göz önünde bulundurmak yetmiyor. Bu dekoratif desenden sıkıldığınızda silinme işleminin vücutta iz bıraktığını da unutmamak gerekiyor. Unutulmaması gereken en önemli noktalardan biri de şu ki dövme yapımı sırasında kullanılan pigmentlerin hiçbiri FDA (Food and Drug Administration) tarafından onaylanmamıştır!!! Bizler de bu projede; kendini süsleme sanatı kapsamında yapılan uygulamaların komplikasyonlarını ortaya koymayı, risk faktörlerine değinmeyi ve kişilerin bu risk faktörleri hakkındaki farkındalık düzeyleri ile komplikasyonlarla karşılaşma sıklığı arasındaki ilişkiyi belirlemeyi amaçladık.

Ödül İçin Ölür müsün?Ayşenur Arslan, Elifcan Aladağ, Zeynep Burçin YılmazDarwin Ödülü kesinlikle almak isteyeceğiniz türden bir ödül değil.Çünkü bu ödülü alabilmenin tek yolu,akla mantığa sığmayacak yollarla kendi ölümünüze sebep olmanızdır.Wendy Northcutt adlı bir araştırmacı,bu şekilde kendi ölümüne yol açan insanların doğal seçilime katkıda bulunduğunu düşündü.Bu konu hakkında dört kitap yazdı ve bir site kurdu.Topladığı verilerle 1993 yılından itibaren Darwin Ödülleri verilmeye başlandı.Bizim ise amacımız,pek çoğumuzun haberdar olmadığı bu ödülleri tanıtabilmek ve bu ödüllerin humanizm ile ne kadar bağdaştığı yada Darwin’in doğal seçilim kuramını ne derece desteklediği konusunda fikir sahibi olabilmektir.

Bir Tutam Bilim, Bir Tutam Aldatma; Hastalık PazarlamaMehmet Ezer, Levent Mutlu, Pelin Esmeray, H.Onur ÖzdemirGünümüz koşullarında İlaç Endüstri’nin desteği alınmaksızın, sadece devlet imkanları ile tıp biliminin gelişmesi oldukça güçtür. İlaç Endüstrisinin ise temel amaç olan hastaya sağlanacak yararın yanında, doğal olarak ürününü satmak gayreti, kâr ve ürün geliştirme için araştırmalar yapmak veya desteklemek kaygıları vardır. Bugünün hekimleri ve hekim adayları olarak endüstrinin bize sunduğu ilaç bilgilerinin geçerliliğini değerlendirme sorumluluğunu taşımaktayız. Bu sorumluluk, kanıtın geçerliliğini sorgulama kabiliyetimizdeki sorunları gündeme getirir. Endüstri hekim ilişkilerinde, kanıtın geçerliliğini ortaya koyabilmekle ilgili bilgi ve donanım eksikliğine bağlı sorunlar, tarafların diğer ikincil kazanç düşünceleri ile birleştiğinde ortaya devasa boyutta etik

Page 15: IV. Tıpta İnsan Bilimleri Kongresi-2008

IV. Tıpta İnsan Bilimleri Kongresi 2008Özet Kitabı

15

uygunsuzluklar çıkabilmektedir. Endüstri hekim ilişkilerinde, kanıta dayalı tıp pratiği kılavuzluğunda hekimlere sunulan verilerin geçerliliği hekim tarafından doğru bir biçimde değerlendirilebilmelidir. Bu nedenle, hekimler kanıt değerlendirmeleri konusunda daha donanımlı olarak mezun edilmelidir; hâlâ hekimlik yapanların da hizmet içi eğitimlerine bu alanda bir an önce hız verilmelidir. İlaç Endüstrisi tarafından yürütülen çok geniş kapsamlı, bütün modern pazarlama ve reklamcılık tekniklerinin kullanıldığı kampanya örnekleriyle zenginleştirilen sunumumuzu dinlediğinizde; hekimlerin nasıl ikna edilerek veya farkında bile olmayarak ilaç şirketlerinin ticari kaygılarına ortak edildiklerini şaşırarak öğreneceksiniz.

Satılık HastalıklarJacqueline Otieno, Mukhshada Devi Seegoolam, Samaya TürkSatılık hastalıklar güncel ve oldukça dikkat çekici bir konudur.Yoğun reklamlar ve iki yüzlü bilinçlendirme kampanyaları,sağlığına dikkat eden sağlam insanları endişeli hastalara çeviriyor.Çeşitli stratejilerle ilaç firmaları tarafından günlük hayatın doğal iniş çıkışları –sosyal anksiyete,ergenlik dönemi,dikkat eksikliği,utangançlık- sinir hastalıklarına ve normal fizyolojik dönemler-menopoz,regl öncesi gerginlik,yüksek tansiyon,yüksek kolesterol,osteoporoz- korkutucu hastalıklara dönüştürülüyor ve gittikçe daha fazla sağlıklı insan hastaymış gibi gösteriliyor.İlaç şirketleri pek çok tıbbi alana el atmış durumda ve hastalığı arayan ilaçların olduğu bir dönemde yaşıyor bulunmaktayız.Biz de bu dev ilaç firmalarının yalan satmak konusunda hangi stratejileri kullanarak bu kadar başarılı olabildiklerini inceleyip ilerideki meslektaşlarımızla paylaşmak istiyoruz.

Abortuslarda Etik ve Yasal SorunlarAlaaddin Dadli, Sümeyra Kurt, Şerife Ebru Özüdoğru,Yavuz Selim KahramanAbortus ve istenmeyen gebelikler oldukça güncel bi konu.Aslında genel kanaatimiz,hekimlerin bu konuda pek bilgi sahibi olmadığıdır.Bu sunum hekim adayı arkadaşlarımıza bir fikir verebilmek için hazırlamıştır.’Abortus ve İstenmeyen gebelik nedir? Hangi haftaya kadar abortus uygulanabilir? Fetüsün yaşam hakkı var mıdır? Fetüs yaşamı sonlandırılabilir bir yaşam mıdır? Ülkemizde bu konudaki yasal düzenlemelerin içeriği nasıldır? Hekimlerin etik olarak ne yapmaları,neleri bilmeleri gerekir? Acil durumlarda hekim abortus konusunda nasıl davranabilir? ’ gibi soruların cevapları araştırılmış ve kısaca bilgi verilmiştir.Konuyla ilgili diğer ülkelerde durumun nasıl olduğu araştırılmış;sonuçlarına örnek teşkil etmesi sebebiyle kısaca değinilmiştir.Yararlı olmasını dileriz.

Tıp FakültesiBurak Ulaş, Can Ilgın, Ceren Alparslan, Hasan Gazi UyarTıp fakültesi öğrencileri gerçekten de asosyal midir? Ders çalışmaktan başka hiçbir işe zaman bulamıyorlar mıdır? Yoksa çok yönlülük açısından diğer fakültelerin öğrencilerinden daha mı üstündürler? Tıp fakültesi öğrencileri hakkındaki yerleşmiş bir kanı olan “sadece ders çalışırlar,başlarını dersten kaldıramazlar bu yüzden de sosyal aktivite ve hobilere zamanları olmaz” yargısını sınamaya karar verdik.Bunun için tıp fakültesi ve tıp dışındaki diğer fakültelerin öğrencilerine açık uçlu,sohbet tarzında bir anket yaptık.İki öğrenci grubunu spor, müzik, sinema, tiyatro, internet,kitap,hobi ve üniversite topluluklarına üyelikleri açısından karşılaştırdık.Bu karşılaştırmaya ek olarak iki grubun sosyallik algılarını,kendilerini ne kadar sosyal hissettiklerini sorguladık.Sunumumuzda anketimizin sonuçlarını sizlerle paylaşacağız, konumuzla ilgili diğer çalışmalardan örnekler sunacağız ve gerçekten ne kadar sosyal ve aktif olduğumuz sorusunu birlikte yanıtlamaya çalışacağız.

Embriyonik Kök Hücre Araştırmalarının Etik BoyutlarıYusuf Tahiri Akpolat, Kübra Feyzioğlu, Hadice Yiğitİnsan embbriyonik kök hücrelerinin izolasyon ve geliştirilme metotlarının keşfedilmesi ve blastosistlerden embriyonik kök hücrelerinin türetilmesi ile birlikte yapılan çalışmalar bilim adamlarının olduğu kadar hukukçuların ve etikle ilgilenenlerinde çalışma alanı olmuştur. Embriyonik çalışmaların etiği, fertilize yumurtaların nerede yok edileceği, insan embriyosunun sahip olduğu ahlaki değerler, dünyadaki hâkim dinlerin embriyonik çalışmalar hakkındaki görüşleri gibi

konuların karşısında embriyonik kök hücre çalışmalarının büyük umut vaat ediyor olması bu durumların araştırılması gerekliliğini doğurmuştur. Peki, izlenecek hangi yol yada kabul edilecek hangi görüş hem insanların hastalıklarından kurtulması konusuna hem de insan embriyosunun sahip olduğu haklara saygı duyar? Bu çalışmadaki amacımız yukarıda sözü geçen konular hakkında destekleyen ve karşı duran düşüncelerle ilgili literatürde bulunan makaleler ile ilgili kısa bir özet oluşturmak. Bununla beraber amacımız bir taraf tutmak değil, elimizde olan bilgilerle okuyucuyu baş başa bırakmaktır.

Resimlerin DiliZeynep Yegin, Ali Potaİnsanlar, bulundukları ortamlarla “insanları, olayları” özdeşleştirirler. Özellikle de söz konusu olan çocuklarsa bu durumu daha çok görürüz. Bu proje hastanede yatan çocuklarla sağlık durumları iyi olan çocukların hastaneye, doktorlara ve sağlık personeline bakışlarını değerlendirmek amacıyla planlanmıştır. Niteliksel tipteki çalışmada çocuklara karakalemle resim çizdirilerek, her çocuk ile çizdikleri bu resimlerle ilgili görüşülmüştür. Çizdirilen resimler ve sorulan sorular ışığında hasta ve sağlıklı çocukların bulundukları farklı çevre nedeniyle doktorlara bakış açıları değerlendirilmiştir. Çizdirilen resimlerde çocukların çoğunun ev çizdikleri, çizdikleri şekillerin boyut açısından farklıklar olduğu görülmüştür. Sevdikleri insanları mutlu, sevmedikleri insanları suratlarını asık çizen çocuklardan sağlıklı olanlar sağlık hizmetini sadece muayenehane çizerek değerlendirirken, hasta çocuklar ayrıntılarıyla hastaneye yer vermişlerdir. Sağlıklı çocukların en büyük korkuları aşı olmak iken hasta çocuklar kendi hastalıklarından korktuklarını ifade etmişlerdir. Çocuklar gelişim düzeylerine ve bireysel özelliklerine uygun olarak farklı resim ürünleri sergilerler.Bu ürünler,onların çevrelerini ve kendilerini algılayış biçimini yansıtır.Çocuğun bize kendisini yansıtması ve olaylar hakkındaki duygu ve düşüncelerini ifade etmesinde,yalın bir anlatım aracı olan resmin önemi büyüktür.Resim etkinliğinin aynı zamanda sözsüz dili oluşturması ve bu yolla anlatımın kolay olması,yaşı yada kişilik özellikleri dolayısıyla sözlü iletişim kurmakta güçlük çekilen çocukları tanımada da önemli bir teşhis aracı olmasını sağlamaktadır.

Kadın Programlarının Psikososyal EtkileriErdem Çomut, Aslı Keşkek, Murat Açar, Ceyda ArslanoğluKadın programları gündüz kuşağında en çok yer kaplayan programlardır.RTÜK araştırmasına göre izleyicilerin %70’i bu yayınları izlediğini belirtirken,%30’u hiç izlemediğini bildiriyor. Kadın izleyicilerin %84’ü, erkek izleyicilerin ise %56’sı kadın programlarını izliyor. Bu programlar halkı bilgilendirme ve kadın haklarını koruma iddiasındadır. Halbuki Türk Psikolojik Danışma ve Rehberlik Derneği’nin araştırmasına göre bu programlar sosyal bağları zayıflatmakta ve toplum psikolojisini bozmaktadır.Ekranın sunduğu imgesel karakterler ve durumlar ile dolu bu dünya zaman içerisinde izleyicinin gerçek dünyadan beklentilerini biçimlendirmekte ve izleyiciyi uyuşturmaktadır.Üstelik, bu programlarda insanların özel hayatları deşifre edilmekle birlikte aynı zamanda hukuki, ahlaki ve tıbbi konular da tartışılıp hükme bağlanmaktadır. Bu nedenle biz de daha önce pek araştırma yapılmamış bu konuyu daha ayrıntılı incelemek istedik. Yaptığımız 14 soruluk anketin sonuçları doğrultusunda bu programların psikososyal yansımalarını incelemeye çalıştık.

Seni Duyuyorum Anne...Ertan Nurlu, Okan Günaydın, Hatun ÖztürkBu projede;‘Anne karnındaki bebeğe neler öğretilebilir, bu eğitime hamileliğin kaçıncı ayında başlanıyor, anne doğmamış bebeğiyle nasıl iletişim kurabiliyor ve bu bebekler nasıl eğitiliyor,hamilelikte anne ile bebek arasında bir bağ oluşur fakat baba da bu sürece dahil edilebilir mi? ’ sorularına cevap aranmıştır. Anne ve babaların en çok sorduğu sorulardan biri de “çocuğumu ne zaman eğitmeye başlamalıyım? ”dır. Toplumlar yüzyıllardır bilinçli yada bilinçsiz olarak anne karnındaki bebeğe eğitim vermişlerdir. Bu çalışmada bu eğitimlerin bilimselliği araştırılmak istenmiştir. Bu amaçla fetusun işitme,görme, dokunma, tat ve koku alma duyularının hangi haftalarda ne kadar geliştiği, duyuların ve aynı zamanda beynin gelişimi, fetusun farkındalığı ve prenatal öğrenmenin ne kadar olabileceği araştırılmış ve ilginç sonuçlara ulaşılmıştır.

Page 16: IV. Tıpta İnsan Bilimleri Kongresi-2008

IV. Tıpta İnsan Bilimleri Kongresi 2008Özet Kitabı

16

Yüz YüzeSeval Akdemir, Rabia Bağ, Zeynep Merve GörgülüKortikal kompleks işlemleri fonksiyonel asimetrilerinden dolayı her iki hemisfer duyguları yönlendirmede farklı katkıda bulunurlar. Yüz ifadelerimizde de,aynı sağ el yada sol el baskınlığında olduğu gibi, bazı ifadelerimiz tek bir tarafta yoğunlaşabilir. Duygusallık iki şekilde serebral hemisferlerde lateralize olur.Sağ hemisfer özellikle etkili konuşma, ifade etme ve idrak etmede önemli. Kortikal hemisferlerde ruh haliyle ilgili asimetri vardır. Klinik ve deneysel araştırmalar göstermiştir ki, sol hemisfer pozitif düşüncelerimizi, duygularımızı kapsadığı için oldukça önemlidir. Sol hemisferde daha çok negatif duyguları kapsar. Depresyon hastaları incelendiğinde, sol hemisferde lezyon bulunanların insidansı ve şiddetinin diğer yerlerdeki lezyonlara göre daha fazla olduğu görülmüştür. Sağ anterior hemisferde lezyon bulunan hastalar yersiz bir neşeyle tanımlanmış. Bu gözlemler sonucunda sol hemisfer lezyonlarının pozitif duygu kaybı ve depresyonu kolaylaştırdığı; sağ hemisfer lezyonlarının ise negatif duygu kaybı ve yersiz bir iyilik hali meydana getirdiği anlaşılmıştır. Hastalarda yapılan çalışmalarla da bu bulgular desteklenmiştir. Korteksteki lateralizasyonla bağlantılı olarak yüz ifadelerimiz tek tarafta yoğunlaşabilir…

Mesleklerine Zıt DoktorlarMerve Erel, Bilaal Matola, Şule Sözen, Onur Bobuşoğluİnsanlar doktorlardan mükemmel olmalarını bekler. Oysa doktorların da insan oldukları, hasta olabilecekleri göz ardı edilmemeli. Üstelik bazı hastalıklar var ki doktorlarda daha sık görülüyor. Mesela psikiyatrik problemler. Bunların içindeki stres, depresyon ve intiharın doktorlar arasında daha yaygın olduğu artık kabul gören bir gerçek. Doktorlar daha fazla hastalanmak için ellerinden geleni yapıyorlar. Mesela medikal testler ve taramalardan daha az yararlanıyorlar. Ayrıca doktorlar hasta olduklarında da daha az sağlık izni alıyorlar. Her yıl doktorların %80’i hastayken çalışıyor, yarısından fazlası ise bulaşıcı bir hastalık geçirirken hasta bakıyor. Dahası sigara içen göğüs cerrahları, şişman diyetisyenler, psikiyatrik problemleri olan psikiyatristler gibi uzmanlık alanındaki hastalığa yakalanan doktorlar da var. Doktorlarda psikiyatrik problemlerin daha fazla görülmesi üzerinde durulması gereken bir konu. Bunun ilk gerekçesi intiharla sonuçlanabiliyor oluşu. Ayrıca doktorlar bu sorunla mesleki stresten dolayı karşı karşıyalar. Psikolojik hastalıkların madde bağımlılığını tetiklemesi de doktorun kötü durumunu ağırlaştıran bir etken. Bu çalışmada vurgulamak istediğimiz konu, önemli olanın doktor olsak bile yardım alabilmenin önemini anlamak olduğudur.

Hastalığın Alternatif Teorisi, Hastalığa Psiko-Ruhsal YaklaşımOnur SargınHacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Dönem 5Hepimiz her an bazı duygular hissederiz. Mutluluk, coşku, üzüntü, suçluluk vb. Tüm duygular kısa bir süre bizimle beraber olur ve sonra bizi terk ederler. Önce bir artış gösterirler ve yoğun olarak hissedilirler, sonra şiddetleri azalır ve sönerler. Ama çoğu zaman yaptığımız duygularımıza kendilerini ifade etmek için izin vermek ve onları dolu dolu hissetmek yerine onları görmezden gelerek bastırmak yönündedir. Kendini ifade edememiş duygular bizi terk etmez ve zihnimizin bilinçaltı denen bölmesine hapsolurlar. Kısa bir süreliğine görünmez olmuşlardır ama hala bizimledirler. Kişisel duygusal yükümüzü oluştururlar. Yüzleşilmeyi, kucaklanmayı ve özgür olmayı isterler. Ama biz onları bastırmaya devam ederiz. Fakat şunu gözden kaçırıyoruzdur: onlar duygulardır (e-motion) ve onlar hareket etmek (motion) isterler. Ve en sonunda başka çıkış yolu bulamadıklarından kendilerini ifade etmek için bedeni kullanırlar. Bedende organik bozukluğa yol açarlar.

“Hastalık” adını alırlar. Duygular amaçlarına ulaşmışlardır. Kendilerini “bir şekilde” ifade etmişlerdir. “Yaptığımdan çok utanıyorum” demek yerine “midem ağrıyor” demek toplum tarafından daha kabul edilebilirdir. Ya da “sana çok öfkeliyim” demek yerine “yumurtaya alerjim var” demek daha güvenlidir.

Page 17: IV. Tıpta İnsan Bilimleri Kongresi-2008

IV. Tıpta İnsan Bilimleri Kongresi 2008Özet Kitabı

17

Tıp ve Tarih

Oryantalizmden Postmodernizme Hadım EdilmeMeltem Yener, S. Giray Kandemirli, Burçin Kayaİnsanlarda hadım edilme tarih boyunca değişik kültürlerde karşılaşılan bir olgudur. Hadım edilme hem bireysel hem de toplumsal etkileriyle eserlerde yer almıştır, ancak hakkında yapılan bilimsel çalışmalar ne yazık ki 20 yüzyılda hadımların neredeyse tamamen yok olmasıyla oldukça sınırlı bir seviyede kalmıştır. Tarihte kendine büyük bir yer edinmiş Osmanlı imparatorluğu saltanatı boyunca adından söz ettirmiştir.Bu büyük imparatorlukla ilgili adını sıkça duyduğumuz bir şey de gizli bahçesi yani “harem”idir. Projemizde Osmanlı imparatorluğundaki hadım edilmeyi ve hadımla neredeyse özdeşleştirilen haremi ele aldık.Haremden bahsedilirken çok üzerinde durulmayan ama çok ilkel tıbbi yöntemlerle hadim edilen erkekleri inceledik. Hadim edilme olayı ile erkekliği elinden alınan hadımların sonrasında nasıl bir yasam sürdüklerini araştırdık. Hadım edilmenin cerrahi yöntemlerini ve uzun dönemde fizyolojik etkileri üzerine olan incelemeleri araştırdık. Ayrıca günümüzdeki hadım edilmeye eş değer olabilecek fizyolojik etkileri olan androgen deficieny üzerine olan çalışmaları inceledik ve etkilerin anlaşılması için vaka sunumlarını inceledik. Projede günümüzdeki hadımı aktarabilmek için iki vaka sunumu da ekledik.

Anadolu Tarihi için Genlerimiz Ne Diyor?Büşra Yürümez, M.Fırat İkikardeş, Esra Kabadayı, Eren Karaaslanİlk insandan bu yana insanların dünya üzerinde nerelerde yaşadıkları, nerelere göç ettikleri ve atalarının nereden geldiği merak konusu olmuş ve bu şekilde tarih ortaya çıkmıştır. Son yıllarda genetik biliminin de gelişmesi, tarihe farklı bir açıdan bakılabilmesini sağlamıştır. Bu açıdan bakabilmek adına projemizde mitokondriyal DNA ve Y-kromozomu üzerinde yapılmış haplogrup çalışmalarından yararlanarak Anadolu’nun genetiksel çeşitliliğini inceledik. Ve elde ettiğimiz verilerle Asya, Avrupa ve Afrika üzerinde yapılan haplogrup çalışmalarıyla ortaya çıkan verileri karşılaştırarak Anadolu populasyonunun diğer populasyonlarla olan benzerliklerini ve farklılıklarını ortaya koyduk. Genetik verilerin sonuçlarıyla Anadolu tarihi üzerine yapılan araştırmalardan elde edilen bilgileri sentezleyerek tarih ve genetik arasında gerçeğe giden bir köprü kurmaya çalıştık...

Yaratıcılık Sınırda YaşamaktırEzgi Gündoğdu, Halime Acar, Muhammet Maşuk ŞimşekYaratıcılık ve akıl hastalıkları arasındaki yakın ilişki günümüze kadar birçok çalışmaya konu oldu. Ortak ilgi alanımız olan psikiyatriye daha detaylı olarak eğildiğimizde gördük ki, özellikle bipolar bozukluğun manik evresinde hastaların üreticilikleri sıradışı bir şekilde artıyor. Sebep sonuç ilişkisi net olarak ortaya konulamamış olsa da manik evreyle yaratıcılık arasındaki ilişki açık olarak görülmektedir. Tarih boyunca, dehalarıyla öne çıkmış birçok yaratıcı insanın bipolar hastası olduğu düşünülmektedir. Yaşamları boyunca bipolar bozukluğun olumsuz etkileriyle mücadele etmiş olan Beethoven,Mark Twain, Charles Dickens,Vincent van Gogh, Hemingway, Newton gibi deha insanların bir kısmı, bilimsel ve kültürel açıdan çok önemli olan çalışmalarına yenilerini ekleyemeden erken yaşlarda intihar etmişlerdir. Çalışmamızda, bu deha insanların hastalık dolayısıyla yaşadıkları olumsuzlukların yaratıcılıklarına zarar vermemesine yönelik bir değerlendirme yapmayı amaçladık. Çalışmamız boyunca Psikiyatri Ana Bilim dalından, Psikoloji Bölümünden ve Edebiyat Fakültesi Dekanlığından yardım aldık.

Tıbbın Gerçek BabalarıYasemin Aydınlı, Ahmad el Dandachli, Olta Tafaj, Serkan AkbaşEski zamanlarda hasta olmanız gerekseydi bunun için en uygun yer Mısır olurdu.Eski Mısırlılar hastalıkların Tanrı’nın işi yada şeytani güçlerin ve zehirlerinin sonucu olduğuna inanır ve bundan kurtulmanın yolunun da vücudu yara vb şeylerden temizlemek olduğunu düşünürlerdi.Arkeologların buldukları papirüsler eski Mısırlıların kemik yapısı hakkında çok fazla bilgi sahibi olduklarını ve nefes alma nabız beyin ve karaciğerle ilgili de bir miktar bilgi sahibi olduklarını gösteriyor.Eski Mısırlılar bugün kanal teorisi olarak geçen ve 46 tüpün merkezinde kalbin bulunduğu bir teori geliştirmişlerdir.Mısırlılar çiftçilerin tarlalarının bir su

kanalının kapanmasıyla zarar gördüğünü görünce, insan vücudunda da bunun olabileceğini düşünmüşler ve Wehedu denen şeytani gücün vücut kanallarından birini tıkamasının hastalıklara neden olduğuna karar vermişlerdir.Bu tıp konusunda çok önemli bir atak olmuştur.Çünkü bu doktorların hastalıkları iyileştirmede ruhsal tedavilerden vazgeçip kanallardaki blokları kaldırmaya çalışmalarına sebep olmuştur.

Dokunuşla Gelen SağlıkEmre Koca, Merve İnanç, Müjde Ekmekçi, Elif NamlıMasaj; sağlığa ulaşmanın ve sağlıklı kalmanın en kolay yollarından biridir ve hepimiz bunu doğallıkla yaparız. Ağrıyan bir omzu ovmak, endişeden kırışmış bir alın üzerinde elimizi gezdirmek hepimizde doğuştan var olan iyileştirici bir güçtür. Baş ağrısı, ağrı-sızı, uykusuzluk ve stres tek bir basit araçla dindirilebilir: Ellerimiz. Masajın temeli dokunuştur ve bunun değerini gösteren tıbbi kanıtlar da giderek artmaktadır. Tarihe baktığımızda geniş yer tutan masajın günümüzde kanıta dayalı tıp içerisindeki yerini belirtirken masajı mucizevi,tüm hastalıklara şifa bir yöntem yada insan sağlığı üzerine etkisiz yarasız bir saçmalık olarak nitelendiremeyeceğimizden projemizde bahsettik.Özellikle son 2 yıl içerisinde yayınlanmış makaleleri taradığımızda masajın bir çok hastalığın seyrinde olumlu bir yer tuttuğunu ancak bunun birincil tedavi yöntemi olarak da sunulup ticari kazanç sağlamak amacıyla istismar edildiğine hem internet ortamında yaptığımız araştırmalarda hem de günlük yaşam gözlemlerimizde sıkça rastladık. Masajın uzmanlık eğitimi almış doktor ve fizyoterapist dışında ehil olmayan eller tarafından yapıldığında hiç beklenmedik derecede komplikasyonlara sebep olarak insan hayatını tehlikeye sokabileceğini vurgulamak istedik.Hastalıklarına tedavi arayışı içinde olanların masaj konusunda dikkatli olmalarını diliyoruz ve toplumun genelinin bu konuda bilinçlendirilmesini öneriyoruz.

Nobele Giden YolBaşak Şenel, Elshad Hasanov, Gamze Gezgen, Süleyman PolaterNobel Ödülü, ilk kez 1901 yılında Alfred Nobel’in vasiyeti üzerine insanlığa büyük katkıları olan bilimsel gelişmeleri ödüllendirmek ve desteklemek amacıyla başlanmıştır. 6 dalda verilen ödüllerin tıp ve fizyoloji dalında olanı Stockholm’deki Karolinska Enstitüsü tarafından belirlenmektedir. Bizim bu projeyi yapma amacımız tarihsel süreç içinde bu ödülü almaya layık görülmüş bilim insanlarının ortak yada ayırt edici özelliklerini ortaya çıkarmaktır. Bunu yapmak için 100’ü aşkın yıldır verilen ödülün sahiplerini,hayatlarını ve çalışmalarını ‘nobelprize.org’ sitesindeki verileri ve bu konuda yazılmış makaleleri kaynak alarak inceledik. Yaptığımız çalışmaları dönemsel ve bütün olarak değerlendirip bazı sonuçlar elde etmeye çalıştık. Bu çalışmanın bize ve bilimsel çalışmalarda bulunacak arkadaşlarımıza ilham kaynağı olacağını umuyoruz.

Kafamdaki DelikMine Gültekin, Mehmet Süle, Can Büyükaşıkİnsanlar, tarih boyunca çeşitli sebeplerden dolayı vücutlarını kurcalamışlardır. Bu hikayelerin, en eski ve ilginç olanlarından biri kafatasına delik açmaktır. Sizlerle, kafatasında dura mater’e ulaşan bir delik açmak anlamına gelen trepanasyon tekniğinin tarihini kısaca paylaşmak istiyoruz. Trepanasyon, trepan adı verilen ve kol gücüyle çalışan bir aletle kafatasında delik açılması işlemine verilen addır. Bugünün beyin cerrahisinde yeri büyük olan trepanasyonun tarihi ise, M.Ö. 10000’e dayanmaktadır. Trepane edilen ilk kafatasları Fransa’da bulunmuş olsa da bunların üzerindeki deliklerin sebebinin trepanasyon olduğu anlaşılamamıştır. Peru’da E.G. Squier tarafından 1865’te trepanasyona uğradığı fark edilen ilk kafatası bulunduktan sonra, Fransa’daki örneklerin de trepane edilmiş oldukları düşünülmüştür. Ortaya çıkarılan kafataslarında bulunabilecek osteomyelitis, treponematosis gibi bazı hastalıkların trepanasyonla karıştırılması kolaydır. Bundan dolayı bir örneğin trepansyona uğrayıp uğramadığını belirlemek dikkat ister; böcekler, kökler hatta erozyonun neden olabileceği hasarlar bile trepanasyon delikleriyle karıştırılabilir. Yöntem: Araştırmacılar, trepanasyonun farklı kültürlerde birbirinden bağımsız olarak ortaya çıktığını göstermektedir. Bundan dolayı çok çeşitli trepanlar ve teknikler bulunmasına rağmen bu teknikler 3 gruba ayrılabilir: 1.Kazımak 2.Kesmek, kazıyarak delmek, testereyle kesmek a. Dairesel desende b. Çizgisel desende 3.Delmek (matkapla) —küçük delikler açarak bunları

Page 18: IV. Tıpta İnsan Bilimleri Kongresi-2008

IV. Tıpta İnsan Bilimleri Kongresi 2008Özet Kitabı

18

birleştirmek suretiyle bir parça kemik çıkarmak veya tek bir silindirik delik açmak Hipokrat, trepanasyon için ayrıntılı teknikler oluşturmuştur. İnkalar ise bu işi bir çeşit sanat haline getirmiştir. Amaçlar: Kafa kırık ve çöküntüleri gibi çeşitli fiziksel hasarları düzeltmek için kullanılmıştır. Ancak epilepsi ve akıl hastalıkları için de kullanıldığı düşünülmektedir. Bu hastalıklar eski çağlarda kişinin içine girmiş şeytanlar veya ruhlarla açıklandığından, kafatasında bir delik açılarak bu varlıkların dışarı çıkması sağlanmaya çalışılmıştır. Yalancı bilimde trepanasyon: Günümüzde, geçmişteki ritüellere dayalı trepanasyonun bir devamı olarak görülebilecek bir trepanasyon uygulaması mevcuttur. Bart Hughes adlı tıp eğitimi yarım kalmış marihuana bağımlısı, trepanasyonun insan bilinç düzeyini daha yüksek bir seviyeye ulaştırdığını iddia etmiştir. Hughes, pek çok mürit edinmiş ve bu müritlerden Pete Halverson, bu iddianın misyonerliğini yapan International Trepanation Advocacy Group’u kurmuştur. Günümüzde Trepanasyon: Günümüzde trepanasyon beyin cerrahları tarafından da bazı olgularda kullanılmaktadır. Bu işlem genel anestezi ve tam antiseptik koşullar altında yapılmaktadır. İşlemin amacı beyin dokusu üzerindeki basıncı azaltmak, çökük kafatası kırıklarını kaldırmak veya beyindeki bir kan pıhtısını almaktır.

Doğru Bilinen Yanlışlardan Bilinmeyen DoğrularaDuygu Köylü, İrem Genç, Burcu Şahinİnsanla varoluşlarından bu yana sağlıklarını korumak ve hastalıklarını tedavi ettirmek için birilerinin yardımlarına ihtiyaç duymuşlardır. Bu kişi her zaman günümüzdeki kadar iyi eğitimli ve donanımlı olmadığı gibi; kimi zaman bir berber,kimi zaman bir kasap, kimi zaman da bir veteriner olmuştur. Kullanılan yöntemler dönemin taleplerini karşılamaya yöneliktir; fakat küçük bir enfeksiyonun bile kayıpla sonuçlanabilmesi sebebiyle verimleri tartışılabilir durumdadır. İyileştirme sorumluluğunu taşıyan kişiler, edinilmiş bilgilerinin üzerine yenilerini ekleyerek günümüz tıbbi bilgilerinin oluşmasında büyük adımlar atmışlardır. Tıbbi kazanımlar bazen doğru bazen yanlış olmuştur; ancak hata yapmadan doğruya ulaşmak mümkün müdür zaten? Biz projemizde dönem şartlarında doğru kabul edilen kimi yanılgıları konu edinerek bunlara çeşitli örnekler vereceğiz. VIII.Henry’nin doğan ilk çocuklarının yaşayıp sonrakilerin ölmesinin sebebi neydi? Hamile bayanların doğum öncesinde karanlık odalara kapatılmasında güdülen amaç ve yol açtığı sorunlar nelerdi? Kan akıtma yöntemi hangi amaçla, kime, ne şekilde uygulanırdı? Üreme hücrelerine dair ortaya konulan ilk fikirler nelerdi? Trepanasyon kimler tarafından, nasıl uygulanırdı? Acı hissini azaltma amaçlı kullanılan anestezik maddeler (eroin,çekiç vb) ne kadar masumdu? Cleopatra hangi hipotezlerini kimler üzerinde denedi? En önemlisi, tüm bunlar günümüz tıbbına nasıl yansıdı? Belirtilen yöntemlerin hangileri ne tür tedavilerin temelini oluşturdu?

Medicine Man ve Kızılderililerin Tıp AnlayışıElif Demirören, Güler Pınar Özeren, Mehmet Talha KutluAmerikan yerlileri, Christopher Columbus’un Amerika’yı keşfetmesinden 12000 yıl önce o topraklara yerleşmişlerdi ve bu süre boyunca yeryüzünde yaşayan diğer insanlarla bir etkileşimde bulunmadıklarından dolayı yalıtılmış bir şekilde yaşamışlardı. Peki bu yaşantı onların tıbbi olarak gelişmelerini nasıl etkilemişti? Onların tedavide kullandıkları yöntemler nelerdi? Sağlık anlayışları nasıldı? Modern tıbba ne gibi katkılarda bulunmuşlardır? İşte tüm bu soruların cevaplayabilmek amacıyla gerçekleştirdiğimiz bu proje ile Kızılderililerin nasıl yöntemler kullandıkları hakkında da herkesi bilgilendirmek istiyoruz.

Mustafa Kemal Atatürk ‘ün Doktorları ve HastalığıFurkan Özer, Elif Özyörük, Berhan Bayram, Levent GündostMustafa Kemal Atatürk’ün doktorları,kendisinin doktorlarıyla olan ilişkileri,hayatinin son dönemlerindeki sağlık durumu ve ölüm sebepleri ile ilgili araştırmalar projemizin içeriğini oluşturmaktadır.Bildiğimiz üzere Atatürk kendisine yabancı doktor getirilmesini ısrarlı ricalardan sonra kabul etmiştir.Atatürk’ün bu ısrarlı tutumu kendisinin Türk hekimlerine olan sonsuz güveninden kaynaklanmaktadır. Atatürk 1937 yılının ilk aylarından bu yana çeşitli rahatsızlıklar duymaya başlamıştı. Atatürk, fırsat buldukça çok güvendiği Dr.Neşet Ömer Bey’e kendini muayene ettiriyor ve sağlık durumu hakkında bilgi alıyordu.Daha sonraki dönemde ise yurtiçi ve yurtdışından gelen doktorların defalarca yaptığı tetkikler sonucu kendisine siroz teşhisi konulmuştur. Ancak doktorların tamamının aynı

fikirde olmadığı iddia edilmektedir. Tüm tedavilere rağmen günden güne eriyen Atatürk, 8 Kasım 1938 günü şiddetli bir rahatsızlık daha geçirdi.Tüm tedavilere cevap vermeyen Mustafa Kemal Atatürk 10 kasım 1938 saat 9’u beş geçe hayata gözlerini yumdu. Ölüm raporunda ise hastalığın teşhisi şöyledir: “ Hastalığın bir ‘hepatite sclerocongestive ethylique’ olduğu tespit edilmiştir” (alkolle ilişkili karaciğer iltihabı).Ölüm raporunda böyle denilince, ölümün alkolle ilişkilendirilmesi yaygın kanı haline gelmiştir. Rapor 08 Eylül 1938 tarihinde Dr. Nihat Reşat Belger, Prof. Dr. Neşet Ömer İrdelp ve Prof. Dr. Fiessinger tarafından tekrar düzenlenmiştir.

“... Bu vakada ‘Laennec’ tipinde bir skleröz hepatit söz konusu olamaz. Fakat söz konusu olan ‘Hanot ve Gilbert’ tipinde bir hipertrofi şeklidir.” ‘Laennec tipi skleröz hepatit’ alkole bağlı siroz demektir; ‘Hanot ve Gilbert tipi skleröz hipertrofik hepatit’ ise safra yollarındaki kronik tıkanma sonucu gelişen siroz (biliyer siroz) anlamını taşır.Yani bu hastalığın sırf içkiden meydana geldiği yolundaki düşünceler doğru değildir.

Merhaba YaşamakAslı Tokmak, Işılay Gizem Ceren, Hande Candemir,Gizem Muratoğlu

“Merhaba Yaşamak” Cüzzamcılar ve cüzzamlılar yıllar boyu hep bu sözle selamladılar birbirlerini. Tarih boyunca birçok yerde birçok “kötü/kötücül” hastalığın lepra olarak anıldığı yada lepra sanıldığı bilinmektedir. Toplum içinde çeşitli etkilerle cüzzamlıların tanrının günahkar ve lanetli kulları olarak nitelendiğini göstermektedir. Tarih boyunca olduğu gibi, bir oranda günümüzde de lepra korkulacak bir hastalık olarak kabul edilmektedir. 1880’li yıllarda hastalığın Batı literatüründeki izlerini ortaya koyan bir çalışma, 1990’lı yılların AIDS’ine benzerliği açısından şaşırtıcıdır. Sonuç olarak bilginin egemenliği kurulana kadar bu hastalığın geçirdiği süreç, hastalığa yakalananlar ve yakınlarının yaşadıkları, leprayı sosyolojik yönden özelliği olan ve tıp bilimine ışık tutup, önemli katkılarda bulunan bir hastalık haline getirmiştir. İşte biz, tarih boyunca dinlerin, uygarlıkların cüzzama yaklaşımını ele alıyor, günümüzde cüzzamın yerini alan AIDS gibi hastalıklardaki kötü bakış açısının değişmesini umut ediyoruz.

Tıp SembolüÖzenç Özkan, Arash Soudmand, Nasıf OrtaşBugun teknolojide, bilimde alınan yol aslında upuzun bir yoldur. Bu yolda atılan her buluş, her adım gecmişten izler tasır. Bilimin amacı insanlıgı gercege, uygarlıga ve aydınlıga tasımaktır. Tıp bilimi için insan hayatının en degerli varlık oldugu dikkate alınırsa ve amacı insan hayatını bilgi ve becerisiyle korumak, yasatmak olan hekimlerin dogal olarak buyuk bir sorumluluk aldıklarını goruruz. Onlara gorevlerini yerine getirirken yorulduklarında ve hastadan hastaya giderken dayanacakları asanın, Yunan mitolojisine gore Apollon tarafından Hermes e verildigini, iki düşmanın bile bu asanın gucuyle dost olduklarını ogreniyoruz. Yine Yunan mitolojisine gore yılanlar gucun, kudretin ve olümsüzlügün simgesidir. Kanatlar ise Şaman kulturundeki inanca gore hastalıkları yapan kotu ruhları kovan puhu kuşunun kanatlarıdır. Butun bunlar efsane olsa da tıp bilimleri, insan hayatının en degerli varlık oldugu gerceginden yola cıkıyor ve asaya sarılmış iki yılan ve puhu kuşunun kanatlarıyla temsil ediliyor. Bu simgeye yuklenen anlam hekimlere yasamları boyunca tasıyacakları onemli bir sorumluluk veriyor.

Uyku Kaçıran Sedatif “THALIDOMIDE”Hakkı Caner İnan, Emine Aygül Karaaslan, Cihan GülerGünümüzde hemen hemen herkes gebelik sırasında geçirilen bazı hastalıkların ve uygulanan bazı tanı metotlarının ve tedavilerin hem anne hem de çocuk için olumsuz etkilerinin olabileceğini biliyor. Ne yazık ki insanlık bu bilginin bedelini çok ağır bir şekilde ödemiştir. Bu bedel, tarihteki en korkunç tıbbi trajedinin adıdır. 1950’lerin sonu 60’ların başında antibiyotik üretiminde daha ucuz yöntemler bulmak için çalışmalar yürüten Alman ilaç firması ‘Chemie Grünenthal’ kimyasal bir kaza eseri tesadüfen bulduğu ve “thalidomide” adını verdiği ilacı piyasaya sürdü. Yüksek doz thalidomide maruz bırakılan hayvanlar üzerinde yapılan bazı testler sonrasında firma, ilacın zararsız olduğunu ve önemli bir yan etkisinin olmadığını duyurdu.Fakat bu,büyük bir yanılgıydı...

Page 19: IV. Tıpta İnsan Bilimleri Kongresi-2008

IV. Tıpta İnsan Bilimleri Kongresi 2008Özet Kitabı

19

“Türkiye Çocuk Felci İle Savaşını Kazandı”Çiğdem Altınel, Mevlut Serdar Kuyumcu, Mahmut Can Kızıl,Yusuf CanavarTarih çizgisinde insanlık birçok hastalıkla karşı karşıya kalmıştır. Bazılarının üstesinden gelmiş, bazıları ile de hala mücadelesini sürdürmekte ve çözüm kapılarını aşındırmaktadır. Çiçek aşısından sonra hastalığın dünyadan silinme umutları yeşerten çocuk felci aşısı tüm dünyada önemli bir konu başlığıdır. Yakın tarihimize ışık tutan sorularımız bize bu mücadelenin araştırılıp paylaşılması gereken çok yönü olduğunu göstermiştir. Amacımız aşının bulunmasıyla açılan bu yeniçağa gelene kadar meydan gelen değişimleri aktarabilmek.Tarih çizelgesinde şimdiye kadar çağ açıp çağ kapatan,imparatorlukların yıkılıp kurulması iken artık hastalıklarla yapılan mücadeleler mi yer alacak? Bilim insanlarının açtığı bu yolda, tarihin çehresini değiştiren aşamaları ve Türkiye’nin bu mücadeledeki konumunu yansıtabilmeyi amaçlıyoruz. Aşının bulunması ile çocuk felcinin muhteşem yenilgi öyküsüne biraz kendi halinize şükrederek biraz da geride kalanların haline acıyarak tanık olacaksınız. Çocuk felci hala Afrika, Güneydoğu Asya, Hindistan yarımadası ve Yakın Doğu’nun bazı bölgelerinde bulunmaktadır. Avrupa kıtasında da bu hastalığın izleri en son Türkiye’den silinmiştir. Peki neden en son Türkiye’miz? Bazı gerçekleri öğrenince bazı soruları da sormaktan kendinizi alıkoyamayacaksınız. Cevaplarımızla, çok da uzak olmayan tarihe hep beraber perde arayalım.

Olmaya Devlet Cihanda Bir Nefes Sıhhat GibiTülin Çoban, Fatma Öztürk, Esra PolatOsmanlı Devleti’nde yaklaşık 150 yıl süren kardeş katli uygulaması IV.Murat zamanında yerini “Kafes hayatı” uygulamasına bırakmıştır. Projemizde kafes hayatını, bu uygulamaya maruz kalan Osmanlı padişahlarını ve bu uygulamanın doğurduğu bir takım sosyal, psikolojik, fiziksel ve bedensel sorunları araştırmayı amaçladık. Bu araştırmayı yaparken kitap ve çeşitli makalelerden yararlandık, yetimhane çocukları ve üniversite öğrencileri üzerinde yapılan iki çalışmayı bizlere fikir vermesi açısından inceledik. Kafes hayatı uygulamasının kısa ve uzun dönemde getirdiği bir takım olumsuz sonuçlar tespit ettik. Kafes hayatı uygulamasının padişahların yaşamlarını dolayısıyla devlet yönetimlerini etkilediği sonucuna vardık. Benzer olumsuz sonuçların günümüzde de farklı şekillerde karşımıza çıktığını gördük.

Kanalizasyon Sistemi ve TıpZamir Kemal Ertürk, Ramazan Gürlü, Ali YıldızBütün canlılar var oldukları andan itibaren beslenme, büyüme gelişme ve üreme eylemlerini yerine getirme eğilimindedirler.Canlılar, beslenme eylemi sonucu metabolizmasına giren bu besinlerin fazlasını veya metabolizması sonucu oluşan atık ürünleri kendinden uzaklaştırmak zorundadır. İnsan da yaşamını devam ettirebilmek için diğer canlılar gibi bu atık ürünlerden kurtulmalıdır ve bu sebepten dolayı kanalizasyon sistemini geliştirmiştir. Kanalizasyon sistemini yeterince geliştiremeyen toplumlarda pek çok salgın hastalık görülmüştür ve ortalama yaşam beklentisi önemli ölçüde düşmüştür. Projemizde tarih boyunca kanalizasyon sisteminin gelişimini ve bunun insan sağlığı üzerinde etkileri araştırılmıştır.

Ölümüne UyumakFüsun Bocutoğlu, Enes Çakmakkaya, Berkay Hasan ArmanBelki de tüm canlıların vazgeçilmezi olan, ömrümüzün üçte birini adadığımız uykunun; bir hastalık sonucu ölümümüze yol açabilecek olması birçoğumuzun aklına gelmemiştir. Adını mitolojik bir efsaneden alan bu hastalığa tıp literatüründe

“Konjenital Santral Hipoventilasyon Sendromu (CCHS) ” veya efsanede geçen adıyla “Ondine’ın Laneti” deniyor. Beyin sakındaki solunum merkezinin doğuştan (PHOX2B gen mutasyonu) veya sonradan (kazalar, cerrahi operasyonlar vs) hasarlanması ile karakterize olan bu hastalığa sahip insanlar, uykularında soluk alıp veremedikleri için hayatlarını kaybetmektedirler. Ancak bu hastalar solunum desteğiyle yaşamlarını sürdürebilmektedirler. CCHS’nin tam olarak bir tedavisi olmamakla birlikte, erken tanı ile hastaların yaşam standartları yükseltilebilmektedir. Amacımız, çok nadir görüldüğünden çoğu kez gözden kaçırılabilen bu hastalığı gün ışığına çıkarmaktır.

Aynı Bedende Farklı DNA’lar: Kimerik İnsanlarŞule Bıçakcı, Halime Lülleci, Seniha GüneşMikrokimerizm, adını mitolojideki ‘kimera’ adlı yaratıktan alır. Genetik olarak birbirinden farklı olan ve ayrı kaynaklardan gelen iki hücre topluluğunun, biri az yoğunlukta olmak üzere, aynı birey yada organda bulunma durumudur. Bedenlerinde birden fazla DNA profili ile doğan kimeraların literatürde kayıtlı olanların sayısı 50’yi geçmiyor. İnsan bedeninin her yerindeki DNA profilinin aynı olduğuna dayanan adli bilimciler açısından suçluların tespiti, babalık davaları gibi davalarda karar verme açısından dünya üzerinde kayıtlı vaka çok az olmasına rağmen kimerizmin göz ardı edilmemesi gereklidir. Bizim de bu projede amacımız in vitro fertilizasyon, organ trasplantasyonu, kök hücre çalışmaları gibi bilimsel gelişmeler sayesinde sayıları daha da artabilecek olan kimerik insanlara dikkatleri çekmek ve DNA testlerinin sarsılmaz güvenilirliğini biraz olsun irdelemektir.

Medeniyet (!) Afrika’ya Dram mı Aşıladı?Telli Kıraç, Selda Kanmaz, Tuba Karakılıç, Yeşim Önal, Elif ErtanTarihsel ve insani bir sorgulamanın anatomisi! Uzun yıllar Afrika’da BBC için gazetecilik yapmış Edward Hooper’in “The River” (Nehir) adlı kitabında bahsettiği teoriye göre, HIV virüsü insanlara, Afrika’da ırkçı amaçlarla uygulanan çocuk felci aşılarıyla geçti. Bu teoriye göre, 1956-60 yılları arasında, Philadelphia Wistar Enstitisü’nden Hilary Koprowski kobay olarak kullanmak üzere bir milyon Afrikalıya ağız yoluyla çocuk felci aşısı verdi,aşının yapımında şempanze hücreleri kullanıldı. Aşıdaki virüs şempanze hücrelerinde bulunan ve HIV’in atası olan SIV virüsünün gelişmesini sağladı.Oxford Üniversite’sinden ünlü biyolog Bill Hamilton da bu teoriye destek veriyordu.Ne ki saygın bilim dergileri Science ve Nature bu iddiayı kabul etmiyorlardı.

Savaş İçinde SavaşNeyran Özcan, Tuğçe Ağırlar, Filiz Kerdiğe, Özcan SelçukTarih boyunca meydanların gerisinde kalmış olan biyolojik savaş, M.Ö. 14. yy’a dayanıyor. Bu dönemlerde bile insanlar belki bilinçli belki bilinçsiz olarak biyolojik silahları kullanmış. Biyolojik silahlar diğer canlılar üzerinde zararlı etkiler yaratmak maksadıyla kullanılan bakteri, virüs, mikrobiyal toksinler, vb. ajanlardır. Bu tanım genellikle biyolojik olarak elde edilen toksinleri ve zehirleri de kapsayacak şekilde genişletilir. Biyolojik savaş araçları, yaşayan mikroorganizmaları (bakteri, protozoa, riketsia, virüs ve mantar) içerdiği gibi mikroorganizmalar, bitkiler ve hayvanlar tarafından üretilen toksinleri (kimyasallar) de kapsar. Projemizde insanın insana yaptığı en büyük kötülüklerden biri olan biyolojik savaşın şaşırtıcı tarihini araştırdık. Buna göre amacımız; öne çıkan konvansiyonel silahların dışında, arka planda kalmış olan biyolojik savaşları ve çarpıcı sonuçlarını ortaya koymaktır.

İstilaMustafa Atmaca, Osman Karakılıç, Fulya BoğoçluOrganizmada birtakım değişikliklerin ortaya çıkmasıyla sağlığın bozulması durumuna hastalık denir. Bu anlamda hastalıklar açlık, sağlıksız yaşam alanları, savaşlar ve hiç karşılaşılmamış virüsler gibi nedenlerle toplumun büyük bir bölümünü etkileyebilecek şekilde de baş gösterebilir. Salgın ise belli bir insan popülasyonunda, belli bir periyotta, yeni vakalar gibi görülen ancak önceki tecrübelere göre beklenenden fazla etki gösteren hastalıktır. Bu tanımın ışığında salgın hastalıklar; tarih boyunca savaşların seyrini değiştiren, devletler yıkan, büyük göçlere neden olan, önemli toplumsal açılımlar doğuran, kısacası insanlık tarihini direkt etkileyen önemli bir aktör olarak karşımıza çıkıyor. Her ne kadar bilimsel ve teknolojik gelişmeler sayesinde günümüzde çok fazla karşılaşmasak da salgın hastalıklar ekonomik açıdan geride kalmış, savaşların pençesinde kıvranan, medeniyet timsallerinin (!) sömürgesinden kurtulamamış mazlum milletlerin en çok canını yakan faktörlerden biridir. Biz de bu olguyu göz önüne sermek için 6. yy.’dan 20. yy.’a, Floransa’dan Amerika’ya kadar değişik zaman ve mekanlarda baş göstermiş, insanlık tarihinde derin izler bırakmış önemli salgın hastalıkları anlatmaya çalıştık. Sunumumuzda da göstermeye çalıştığımız gibi salgın, trajik sonuçlar doğurabilen ve hekim adayları olarak oluşturduğu tehlikelere karşı her zaman tetikte olmamız gereken çok önemli sosyolojik ve tıbbi bir vakadır.

Page 20: IV. Tıpta İnsan Bilimleri Kongresi-2008

IV. Tıpta İnsan Bilimleri Kongresi 2008Özet Kitabı

20

Tıp mı? O da ne?Ali Onur, Yüksek Çağlar, Bektaş Emrah Göçer,İsmail Hakkı Terlemez, Kazım Cihan CanTıp fakültesinde okuyoruz. Mezun olduğumuzda her birimiz birer hekim olacağız. Peki kaçımız lisans eğitimimiz ve sonrasında sıkça karşılaşacağımız tıp, hekim, tedavi ve benzer kavramların nereden geldiğini, aslında ne ifade ettiğini ve bunların kültürümüzdeki karşılığının ne olduğunu biliyoruz?

Milgram DeneyiKemal Akpınar, Emre Baldan, Suat Koçİnsan için zarar verici elektrik sınırı 50 volt iken hiç kimseye 450 volt elektrik verebilir miydiniz? Hiroşima’ya atom bombasını attıktan sonra neler olduğunu gördüğünüz halde 3 gün sonra da Nagazaki’ye bomba atma emrini yerine getirir miydiniz? Acımasız diktatörlerin tarihin akışını değiştiren kararlarını yerine getiren komutanlar bu emirleri nasıl uyguladılar? Stanley Milgram bu komutanların cani olmayıp sadece aldıkları emirleri yerine getirmeye çalışmış olabileceklerini düşünüyordu. Bu fikrini laboratuar ortamında gerçekleştirdiği bir deneyle kanıtladı. Deney çarpıcı sonuçlar ortaya koydu, 1960’larda basında büyük yankı buldu. Hatta bir mahkemede delil olarak kullanıldı. Ancak deney etik problemleri beraberinde getiriyordu. Amacımız Milgram deneyinin tarihteki örneklerini göstermektir. Ayrıca günümüz tıbbında etik kaygılardan arınmış deneylere zemin hazırlayarak tarihi olaylara bakış açımızı değiştirmeyi hedefledik. Tıbbın aydınlattığı tarihe farklı bir pencereden bakmak isterseniz sizi sunumuza bekleriz.

Sorgulamadan Kabullendiklerimiz ve Bilimsel TemelleriHuriye Erbak, Gurbet Yanarateş, Vildan Şenel, Mehmet AlagözYüzyıllar boyunca insanlar ampirik yollarla birçok bilgi edindiler. Bunlara kimi zaman hurafe deyip başımızı çevirdik, kimi zamansa gerçekten işe yaradığını gördük. Mesela 1. Dünya Savaşı sırasında Rus askerleri nedene yaralarına bal sürdü? Harem kadınlarının vazgeçilmezi: Güzelavrat otu. Romatizma hastalarının hava tahminleri neden tutar? Bizim projedeki amacımız, bu tarz ilginç örnekleri sizlere sunmaktır.

Tıp ve Sanat

Büyük Kaoslardan Doğan Dans Eden YıldızlarHanife Küçükyıldız, Canan Ersoy, Büşra GörmezSanatsal yaratıcılık; sanatçının hayalgücünü kullanarak motivasyon ve becerisiyle yeni bir ürün ortaya koyabilmesidir.Bu yaratma sürecini etkileyen sanatçının aldığı eğitim,içinde yetiştiği kültür,edindiği tecrübeler,kişisel özellikler gibi birçok etmen sayılabilir.Biz bu proje ile asıl olarak bu yaratma sürecinde ruhsal hastalıkların sanatçılar üzerindeki etkilerini anlamaya ve tartışmaya çalıştık. İlk olarak son yıllarda bu konu hakkında yapılan araştırmalara baktık.Sanatsal yaratıcılık süreci son zamanlarda birçok araştırmaya konu olmuş ve bu konuda birçok iddiada bulunulmuş.Örneğin,20. yüzyılın ilk yarısında şizofreninin yaratıcılığı arttırdığı iddia edilmiş,fakat yapılan çalışmalar bunu doğrulamamıştır.20. yüzyılın sonlarında ise mani,hipomani,siklotomi ve bipolar bozukluğun yaratıcılığı nasıl etkilediği merak konusu olmuş ve bunun üzerine çalışmalar yapılmıştır.Biz de bu çalışmaları bilimselliği de göz önende bulundurarak değerlendirdik ve sanatçıların yaratıcılık sürecini anlamaya çalıştık.

“Süper atletler” MüzisyenlerAhmad Eltürk, Omar KhoujaMüzik ile tıbbın etkileşimi daha çok müziğin bir tedavi aracı olarak kullanılması şeklinde ortaya çıkmaktadır. Ancak müzisyenlerin uzun yıllar mesleklerinden dolayı karşı karşıya kaldıkları fiziksel problemler ne sanat ne de tıp çevrelerince yeterince dikkate alınmamıştır. Oysa bu problemler, sporda olduğu gibi tıbbın, icracılar için de destekleyici bir alan olması gerektiğini gündeme getirmektedir. Zira, literatürde

‘süper atletler’ olarak tanımlanan müzisyenler, yüksek bir zihinsel ve fiziksel efor gerektiren ince ayrıntılarla dolu işlerini sürdürmek için günde en az 4-5 saat çalışan, kol ve ellerine adeta yeni birkas hafızası yerleştiren kişilerdir. Buna rağmen, ne yazık ki diğer mesleklerin aksine müzisyenlerin mesleki sağlık ve güvenlik standartları yoktur. Halbuki bir müzisyen için elleri ve kolları en değerli parçalarıdır. Tüm meslek yaşamları küçük bir kasa veya tendona bağlı olup mekanizmanın herhangi bir sakatlık, yetersizlik ve meslek kaybı gibi pek çok kaygı verici duruma dönüşebilir. Proje sırasında verileri toplamada internet ayrıca bu konuda yapılan yüksek lisans ve doktora tezleri bilimsel araştırma yöntemleri kullanılmıştır.

Filmlerdeki Tıp Eğitimi, Sinemadan TıbbaMahdi Houssein, Mohamed El hasan.Faiq Abu hasan, HamidSinemadan Tıbba: Sinemalarda anlatılan tıbbın gerçek hayatta meydana gelen olaylardan esinlenerek ele alındığı görülmüştür. Bu sayede sinema, gerek meslek sahiplerinin gerekse toplumun bilinçlendirilmesine olumlu etkiler sağlamıştır... İncelediğimiz “Patch Adams” filmi de gerçek hayattan alınmıştır. Bu filmde ele alınan konu doktor hasta ilişkileridir. Bu filmde Patch Adams şu ana kadar tanıdığımız hiçbir doktora benzemiyor, onlar gibi davranmıyor,onlar gibi düşünmüyor, ona göre tedavide en iyi ilaç hastaların mutlu olmasıdır.Patch Adams mizah ve duygusallığı ustaca kullanarak hastalarını iyileştiriyor.Bunu yaparken de çeşitli zorluklara katlanmaktadır... Bu filmde asıl olan amaç bir doktorun hastasına karşı nasıl davranması gerektiğini anlatmaktır. Bu amaç geleneksel doktor hasta ilişkilerinde, doktorların hastalarla yeterli ilgilenmemesi ve hastalara gerekli önemi vermemelerinden kaynaklanmıştır. Filmi izleyen bir doktor yada bir tıp öğrencisi kendi tutumunu ve davranışını hastaya karşı olumlu yönde değiştirebilir. Bu da sinemanın tıp alanında da bazen EĞİTİCİ olabildiğini gösterir.

Vampirler ve Porfiriaİlkay Nurcan ,Mehmet Akkamış, Friday ChitsongaBu projede isminden de anlaşılabileceği gibi pek çok filme konu olan vampirlerin aslında porfiria adı verilen bir hastalıktan esinlenerek kurgulanmış olabileceği belirtilmiştir. Bu konunun dikkat çekiciliği sayesinde insanlara vampir kavramının yanlışlığı anlatılmıştır. Projenin amacı vampir hastalığı olarak da bilinen porfiria hastalığını daha yakından tanımak böylece filmlerdeki vampir tanımının yanlışlığını vurgulamak, hastalıkla ilgili merak uyandıran konulara değinmektir. Proje sırasında serbest erişimli e-kaynaklar, literatür (gazete, dergi, vs.) tarama, üst dönem ders notlarına başvurma bilimsel araştırma yöntemleri kullanılmıştır. Proje sırasında

Page 21: IV. Tıpta İnsan Bilimleri Kongresi-2008

IV. Tıpta İnsan Bilimleri Kongresi 2008Özet Kitabı

21

verileri toplamada internet, slaytlardan yararlanılmıştır. Proje sırasında çeşitli kaynaklardan günümüz vampir kavramı ve bu kavrama sebep olduğu düşünülen porfiria hastalığı araştırılmıştır. Porfiria; Hemoglobin yapısında bulunan hem; porfirin adı verilen bir molekül ve demirden sentezlenir. Porfirin biyosentezinde hata olursa porfiria adı verilen hastalık oluşur.Hem biyosentezinde görevli 7 enzimden birinin eksikliği ile ortaya çıkar.Vampir; günbatımı ile şafak arasında dirilerek mezarından çıktığına, insanlara saldırıp kanlarını emdiğine inanılan hayali canavardır. Vampir inancı çok eskilere dayanmaktadır. Kaliforniya Devlet Üniversitesi araştırmacılarından kimya profesörü Wayne Tikkanen’in yaptığı araştırmaya göre vampirliğin asıl sebebinin Porfiria hastalığı olduğu tesbit edilmiştir.Ancak diğer bilimsel kaynaklar, porfiria hastalığının vampir efsanesini doğruluğu iddiasına şüpheyle yaklaşmaktadır. Porfiria hastalığı ve vampirlikle anlatılan efsaneler arasında bazı uyuşmazlıklar vardır. Ortaçağda daha yaygın olan başka bir hastalığın bu inanışların kaynağı olabileceği düşünülmektedir.

Türk Halk Müziğinde “Hasta, Hastane ve Doktor” KavramlarıAzat Duman, Ramazan Çelik, Yakup DerinSon günlerde sıkça bir arada gördüğümüz iki kavramı farklı bir açıdan ele aldık. Alışılmışın aksine tıbbın müziğe bakışını, uygulamada kullanmasını değil; müziğin “hasta,hastane, doktor” kisveleri altında tıbba bakışını ele aldık. Bunu yaparken kesin sınırlar çizmeden bu kavramaların nasıl duygular uyandırdığını bunların anlatıma nasıl aktırıldığını görmeyi amaçladık. Kesin yargılara veya genellemelere varmadan gelecekte yapılacak araştırmalar için bir çeşit başlangıç noktası olmaya çalıştık. Bu amaçla Türk Halk Müziği eserlerini araştırıp konumuza uygun olarak hasta,hastane ve doktor öğelerini içerenleri seçerek şiirsel ve müzikal anlamada iki farklı açıdan inceledik. Şiirsel anlamda yaptığımız incelemede söz ve edebi anlatımdan hareketle eserde hakim olan duygu ve düşünceleri; müzikal değerlendirmede ise eserlerde hakim duyguların melodik anlatıma dökülürken hangi makamsal yapıların ve ritimlerin kullanıldığını, hızlarının ne olduğunu araştırdık. Edebi anlamda yaptığımız incelemede, eserlerde ciddi duygu yoğunluğuyla beraber bazı temaların üzerinde daha fazla yoğunlaşıldığını, bunu ifade etmek için bazı cümlelerin eserlerde tekrarlandığını, bu kavramların (hasta, hastane, doktor) sıklıkla beraber kullanıldığı gurbet, ayrılık, kader, yalnızlık gibi bazı imgelerin bulunduğunu gördük. Müzikal anlamda bir araştırmaya giderken ise üç kıstas kullandık: Makamsal yapı, ritim, hız. Bu değerlendirmede eserlerde duyguları ifade etmek için çok çeşitli makamsal yapılar, ritimler kullanıldığını bununla beraber bazı makamsal yapıların öne çıktığını kimi ritimlerin daha çok yer aldığını gördük. Hız kavramı ise eser icra edilirken tercihen değişebilen bir kavram olmasına karşın kağıda dökülen eserlerde daha çok düşük hızların tercih edildiğini müşahede ettik. Buradan daha çok hastalığın verdiği hüzünle eserlerin oluşturulduğu, bu yüzden parçalarda hüznün hakim olduğu bu hüznü ifade için bazı makamların daha çok kullanıldığı sonucuna vardık.

Ya Kelimeler de Bir Gün Susarsa!Hilal Kalyoncu, Erinç Evrensel, Şerife DülgerŞizofreni toplumda görece sık rastlanan bir beyin hastalığıdır ve beynin kimyasal yapısının bozulmasından kaynaklanır. Günümüzde bu hastalığın tedavisinde antipsikotik ilaçlar kullanılmakta, bunun yanında hastalığın negatif belirtilerinden biri olan sosyal yaşamdan kopuşu önlemede tedavi süreci sanat terapisiyle de desteklenmektedir.Uygulama alanlarında sanat terapisinin bu belirtileri önleyebildiği gözlemlenmiş ancak bilimsel araştırmalarda bu etki çeşitli etmenlerden dolayı tam olarak saptanamamıştır. Belirsizliğin ortadan kalkması için araştırmaların sürmesi gerekliliği aşikardır.

Vücut Biçimlendirme (Body Modification) ’ ye Tıbbı ve Estetik Açıdan BakışSümeyye Kışlak, Mücahit Koçoğlu, Necip Enis KayaVücut biçimlendirme; vücuda aşırı dövme ve piercing yapmak, yara izleri bırakmak, diş yapısını değiştirmek, bazı organları kesmek gibi vücut yapısını değiştirmek ve vücudu biçimlendirmek anlamına gelmektedir. Vücut biçimlendirmenin; bazı insanlar tarafından bir sanat akımı olarak görülmesi, bilinmeyen birçok yönünün olması, konunun son derece özgün olması, günümüzde giderek yaygınlaşması

ve insan sağlığını tehdit eden yönlerinin olması nedeniyle önemli bir sorundur. Bu çalışmanın amacı, vücut biçimlendirmenin sanatsal yönü ve sağlık açısından etkileriyle sağlık ve hastalık kavramlarına bakış konusunda farkındalık kazanmak, insanları vücut modifikasyonu hakkında bilgi sahibi yapmak, sanat ve tıp arasındaki ilişkiyi çok farklı bir bakış açısıyla ele almak, vücut modifikasyonunun etik olup olmamasını, vücuda etkilerini, sanatsal yönünü ve insanların neden böyle bir değişime ihtiyaç duyduklarını, psikolojik ve sağlık açısından etkilerini araştırmaktır. Bunun için literatür taranmış ve Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Dönem-1 öğrencilerinden 73, öğretim elemanlarından 12 kişiye 24 soruluk bir anket uygulanmıştır. Ankete katılanların %21’i vücut biçimlendirmeyi duymuş ve doğru olarak bilmektedir, %15’i vücut biçimlendirmeyi sanatsal bulmuştur, %95’i yapılan işlemleri doğru bulmamıştır. Piercing yaptıran 5 kişiden 2’si sağlık problemi yaşamıştır. Yapılan daha önceki çalışmalar vücut biçimlendirmede özellikle piercing ve dövmenin sağlık açısından çok tehlikeli olduğunu göstermektedir. Estetik açıdan da birçok kişi memnun olmayıp pişman olarak yada sosyal durumundan dolayı dövmeleri sildirmek, piercingi çıkartmak zorunda kalmaktadır. Gelecekte kişileri (özellikle de gençleri) vücut biçimlendirmeye iten nedenler ve vücut biçimlendirme konusunda ne tür bir önlem alınacağı araştırılmalıdır.

Doktor Olmayı Tüm Kalbimle IstiyorumBirsen Öztürk, Tolgahan Örmeci, Fatih Tekin, Adil Önerİzlediğimiz pek çok filmde doktorların çeşitli yönleri işlenmektedir. Projemize konu olan Patch Adams filminde de intihar eğilimli biri olarak girdiği akıl hastanesinde çevresindeki hastalara yardım edebildiğini fark ederek doktor olmaya karar veren ve doktor olmayı gerçekten tüm kalbiyle isteyen Patch’ in tıp eğitimi esnasında sergilediği örnek davranışları anlatılıyor. Gerçek bir hikayeden yola çıkarak çekilen bu filmde doktorun mesleğini bu kadar sevmesi,filmi biz tıp öğrencileri için izlenmeye değer kılıyor. Bu projedeki amacımız doktor adaylarına Patch Adams’ı örnek göstererek doktor- hasta ilişkisinin nasıl olması gerektiği ve kaliteli hizmetin nasıl verileceği konusunda yol göstermektir. Bu amaçla hazırladığımız sunumda filmden çeşitli bölümler izleterek hastalara tedavinin yanında umut da verilmesi gerektiğini, yaşam kalitesini artırmanın önemini, doktor ve hasta arasında bir farkın olmaması gerektiğini vurguladık.Dönem I tıp öğrencilerine yaptığımız anketle de Patch gibi doktorların yetişmesi gerektiği kanısına vardık. Bize göre tıp eğitimi hastalara sadece hastalık olarak değil; birer insan olarak bakmayı öğretebilmelidir.

Rol Gereği Beslenme Alışkanlığını Değiştiren Ödüllü Sinema Sanatçıları ve SağlıkBurcu Ulaş, Recep Yılmaz, Ensar TopaloğluMakinist filmini izlediyseniz eğer, Christian Bale’nin filmdeki bir deri bir kemik halini muhakkak hatırlıyorsunuzdur. Bale, fiziksel sağlığı ve akli dengesi aşırı yorgunluk ve uykusuzluk yüzünden bozulmaya başlayan makine operatörü Trevor Reznik’i canlandırmak için tamı tamına 30 kilo vermişti. Daha sonraki filmi olan

‘Batman Begins’ için altı haftada 54 kilodan 99 kiloya çıktı. Buna benzer bir durum da Bridget Jones serisinin başrol oyuncusu Renee Zellweger’de yaşandı. Bu örnekler, bir yandan oyuncuların sanatları için ne kadar fedakar olduklarını, diğer yandan da sağlıklarını hiçe saydıklarını göstermektedir. Oyuncuların vücut ağırlığındaki bu ani iniş çıkışlar, sağlıklarında geri dönüşümsüz bozulmalara sebebiyet vermektedir.. Projemizde oyuncu sağlığındaki bu olumsuz değişimlere vurgu yaparak oyuncunun almış olduğu ödülün aslında sağlığından önemli olmadığını göstermeye çalıştık. Bu yüzden örneklerimizi ödüllü sanatçılardan derledik. Çalışmalarımızı yaparken örneklemenin yanı sıra betimleme ve doğal gözlem yöntemlerinden yararlandık. Örnekleme yöntemini kullanırken sanatçıların önceki ve sonraki fotoğraflarını karşılaştırarak, geçirdikleri büyük değişimleri gözledik. Ayrıca, röportajlarından kılo alıp verme sürecinde yaşadıklarını ve daha sonrasında ortaya çıkan sağlık sorunlarını öğrenip, bilimsel kaynaklardan da bu magazinsel bilgileri destekleyici veriler elde ettik.

Carnal Sanatı ve TıpGökçe Naz Küçükbaş, Emre Cem Esen, Erkan KalafatCarnal Sanatı, Orlan’ın yarattığı ve tıbbın yöntem olarak kullanıldığı bir sanattır. Orlan, estetik cerrahiden yararlanarak vücudunu sanatının objesi olarak kullanır.

Page 22: IV. Tıpta İnsan Bilimleri Kongresi-2008

IV. Tıpta İnsan Bilimleri Kongresi 2008Özet Kitabı

22

Bunu vücüdunun çeşitli bölgelerini, mitolojideki ve sanat tarihindeki önemli kadın figürlerine benzeterek gerçekleştirir. Amacı günümüzdeki ideal güzelliğe ulaşmak değil; aksine seçtiği kadınların beğendiği tinsel özelliklerini kendi vücudunda biraraya getirmektir. Bu nedenle, Orlan yarattığı bu sanatı aynı beden içerisinde reenkarnasyona uğramak olarak tanımlar. Araştırmamızda, Kubilay Akman’nın

“Hiper Mekanik Çağda Orlan ve Sanatının Organik Üretimi” adlı çalışmasından yararlanılmıştır. Bu konuyla ilgili çeşitli internet siteleri de kaynak olarak kullanılmıştır. Carnal Sanatı bu projede sanat açısından ele alınmış fakat konumuz gereği etik yönü açıkta kalmıştır. Projemizde, Carnal Sanatı’nda tıbbın sanata nasıl entegre edildiği incelenmiştir.

Doktorlar, Hastalar ve UstalarSelin Sevinç, Özge Şen, Orçun Ortaköylü

“Sedare Dolorem Opus Divinum Artem” yani Türkçesi; Ağrıyı dindirmek ilahi bir sanattır. Hipokrat’ın bu sözü, hekimin bir sanatçı, hekimliğin ise bir sanat olduğunun kavranmasının yüzyıllar öncesine dayandığını gösteriyor; nice usta insan vücudunun, tıbbın gizemine karşı koyamayıp eserlerine yansıtmış, nice doktor ve hasta ise, gerek fenomenleri gerekse branşlarını daha iyi ifade etmek adına resmin gücünden yararlanmayı reddedememiş. Bunlardan Yeni Çağdan ve batıdan; Galen’in yöntemlerini eleştirmiş ve modern anatominin babası kabul edilmiş Andreas Vesalius, eğer çalışması planlandığı zaman basılmış olsaydı Vesalius’u gölgede bırakabilirdi diye düşünülen Charles Estienne, insan davranışları ile yüz hatları arasındaki ilişkileri açıklayan bilim dalı olan fizyonomiyi açıklamış Giambattista della Porta, Orta Çağdan ve Çin’den ise geleneksel yöntemlerinden kopmayan ama Japon tıbbını da oldukça etkilemiş Hua Shou’yu ele aldık. Frida Kahlo. 18 yaşında genç bir kız olan Frida‘nın yaşamında gelecekle ilgili belki de tek düşüncesi tıp eğitimini tamamlayıp doktor olmaktı. Yolda geçireceği kaza hayatını yeniden şekillendirecekti. Frida geçtiğimiz yüzyılın kült ressamlarından biri oldu. Çoğunlukla kendini, ağrılarını, ameliyatlarını anlattığı tabloları;fiziksel ve psikolojik acının en canlı ve vurucu tasvirleridir. Leonardo Da Vinci 1452 yılında İtalya’da Vinci kasabasında doğmuştur. Bir ressam, araştırmacı, heykeltıraş, botanikçi, yazar, anatomist, mimar veya mühendis olarak adlandırabileceğimiz Leonardo evrensel dahi olarak da anılmaktadır. Leonardo’nun çalışmalarına yakından bakıldığında diğer anatomi çalışmalarından ne kadar farklı ve orijinal olduğu görülebilmektedir. Albrecht Dürer ünlü bir Alman ressam,grafik sanatçısı ve yine ünlü bir hümanistti. Özellikle insan vücudunun görünüşü, yapısı ve orantılarıyla ilgilendi. Dürer’in orijinal adı “Vier Bücher von menschlicher Proportion” olan kitabı, insanın anatomik oranlarını ilk kez sanata yansıtmak için ortaya çıkarılan bir eserdir

Şiirlerle TıpMelike Arslan, Gül Sema Can, Ahmet Kamil AltuğTıp ve sanatın birleştiği nokta nedir? Tıbbın doğrudan, sanatın ise dolambaçlı yollarla çözmeye çalıştığı düğüm çoğu zaman aynı düğüm değil midir? Bir sanatçının elleri ve gözleriyle; bir hekimin elleri ve gözlerinin odağına takılanlar arasındaki fark ne kadar büyük olabilir ki? O eller, o bakış ve o düğüm ki sanatı ve tıbbı birbirine sımsıkı bağlıyor, yüzyıllardır birinden diğerine köprüler kuruyor. Sanatın bir kolu olan şiir; duyguların en yoğun, en vurucu, belki de içinde mecazlar, cinaslar bulunması nedeniyle tezat gibi görünse de, en kestirme anlatım yoludur. Hem şiir/sanat, hem hekimlik/sağlık halkla bütünleşmeyi gerektirir. Şiir yaşamdan çıkar. Yaşam da sağlıksa, yaşam ve sağlıkla toplumcu köprüyü kurabilen kişi (şair), bahsedilen bu bütünleşmeyi başarandır.

Dans Eden BeyinYakup Özgüngör, Yasin Özpınar, Mert Özsoy, N. Cansu ÖztürkBir şarkı dinliyoruz, kendiliğinden parmaklarımız oynamaya başlıyor, kafamızı sallıyoruz, ayaklarımızla ritm tutuyoruz. Yani en basit anlamıyla dans ediyoruz. İnsanoğlu varolduğundan beri Tanrılara ibadet için, savaşlarda zafer ve cesaret için hatta ağıt yakıp dizlerini vururken bile dans ediyordu. Peki neden ve nasıl dans ediyoruz? Biz de bu çalışmamızda bu sorulara cevap aradık...

Embriyolojinin EmbriyolojisiBetül Nur Altuntaş, Yaşar BaşağaEmbriyoloji canlı oluşumunun başlangıcını inceleyen bir bilim dalı olmakla birlikte bilim adamlarının hep dikkatini çekmiştir; ancak bilinen ilk çalışmalar 1500’lü yıllarda yapılmıştır.Biz bu çalışmada Jacob Rueff ve onun yaptığı embriyoloji çalışmalarını değerlendireceğiz.Jacob Rueff 1554 yılında embriyoloji hakkında ilk yazılı kaynak olan ‘De Conceptu et Generatione Hominis’ adlı eseri yazmış, bilimsel çalışmalarını kara kalemiyle renklendirmiştir. Çalışmamızda o dönemdeki çalışmaların sanat ışığında ilerleyen dönemlere aktarılışını ve bilgilerin günümüz bilgileriyle örtüşen kısımlarını inceledik. O dönemde resmedilmiş sperm, kadın ürogenital sistemi anatomisi, bebeğin anne karnındaki konumu, ikiz bebekler ve günümüzde siyam ikizleri olarak bilinen yapışık ikizlerin resimlerinden örnekler incelenmiştir.

Medikal İllustrasyon SanatıSena Aksoy, Meltem Akgül, Şuayb Alkış, Esra AydınTıp tarihi, insanlık tarihi kadar eskidir. Hastalık ve ölüm kavramlarının insan hayatına girmesiyle, tıp bir bilim olarak ortaya çıkmış; bilimsel araştırmalar, insan vücudunun anlaşılması ve hastalıkların tedavilerinin bulunması üzerine yoğunlaşmıştır. Kuşkusuz, insanın anatomik ve fizyolojik yapısının incelenmesi, bu bilgilerin yazılı/görsel kaynaklar haline getirilmeleri tıbbın gelişimi için büyük önem taşır. İlk tıbbi kitaplarda görsellikten çok tanımlayıcı bilgilere yer verilse de; organlar, sistemler ve bunların tedavideki önemi ile ilgili bilgiler arttıkça, anatomik illüstrasyonların –illustration (Fr.):konu açıklayıcı resim- tıp kitaplarında yerlerini almaları kaçınılmaz olmuştur. Böylece, Eski Mısır’ın duvar resimleri ile başlayan insan vücudunu resmetme merakı, tıbbın ilerlemesiyle bilimsel bir nitelik kazanmıştır. 1543’te Andreas Vesalius’un De Humani Corporis Fabrica adlı çalışmasının yayımlanması ile başladığı kabul edilen modern insan anatomisi çalışmaları ve tıp sanatının beraberliği, yalnızca anatomik bulguların değil, kültürel, politik ve dini inançların, sanat akımlarının ve teknolojik gelişmelerin de etkisiyle günümüze kadar gelmiştir. Leonardo Da Vinci, Raphael gibi ünlü isimlerin de katkılarıyla gelişerek ilerleyen bu “tıp sanatı”nda, varılan noktada, insan vücudu gerçeğe en yakın haliyle resmedilebilmektedir. Günümüzde, sıklıkla kullanılan anatomi atlaslarının dışında, bilgisayar ortamında hazırlanmış üç boyutlu anatomik modellere ve animasyonlara da rastlamak mümkündür. Tüm bu çalışmalar, ezbere dayalı, zor bir bilim/ders olarak bilinen anatominin eğlenceli yüzünü ortaya çıkarmakta, anlaşılmasını ve öğretilmesini kolaylaştırmaktadır.

Psikodramayla ‘Şimdi ve Burada’ YaşamakFikriye Gözde Bayrak, Ayşegül Eren, Ayşegül Demir, Saliha Erdem, Merve ErdemPsikodrama kişilik,kişiler arası ilişki,çatışma ve duygu sorunlarının özel dramatik yöntemlerle keşfedildiği bir tür terapi yöntemidir.Psikodramanın kurucusu kabul edilen Moreno psikodramayı ‘insan ruhunu dramatik eylemle keşetme’ yada ‘gerçeğin dramatizasyonla yeniden keşfedilmesi’ olarak tanımlamıştır.Psikodramanın amacı insanların söz,düşünce ve davranışlarında tutarlı olmalarına yardımcı olmaktır. İnsanların uymak zorunda oldukları toplum kuralları onları giderek kendisinden,kendi doğallığından,yapıcılığından koparmaya başlamıştır.Bu da insanı kendine yabancılaştırmaya ve strese,ruhsal parçalanmışlığa,takıntılar edinmeye itmiştir.Moreno’ya göre bundan kurtulmanın tek yolu doğallıktır,kendine dönmedir ve bu da psikodrama sayesinde gerçekleşebilir.Psikodrama tiyatrosunun işlevi;öykülerin altında yatan gerçeği,insanların kendi görünmeyen gerçeğini ortaya çıkarmaktır.Psikodrama tiyatrosunu diğerlerinden ayıran özellik ise yalnızca birkez oynanabilmesidir.Diğer tiyatrolarda olan sahne,dekor,makyaj,kostüm bu tiyatro türünde de vardır.Psikodramanın 4 önemli ögesi vardır.1) oyuncu (protogonist):kendi öyküsünü sahnede anlatan kişidir.2) Yönetmen (psikodramatist):Öyküdeki gizli kalmış duygularını ve çatışmalarını anlamaya çalışan eğitimli ve psikoloji bilgisi olan uzman kişidir.Öykü sonunda geri bildirim aşamasında etkindir.3) Yardımcı egolar (oyuncular):öykücünün anlattığı kişileri anlayıp,onlar gibi davranan psikodrama eğitimli kişilerdir.4) Grup üyeleri (izleyiciler):Psikodrama grup terapisine katılan diger kişilerdir.Oyunun sununda geri bildirim yapabilirler.Psikodrama terapisine katılan kişi kendi öyküsüne uzaktan bakabilmiş ve kendi gerçegini keşfetme fırsatına sahip olmuştur.Ayrıca öyküsünü başkalarıyla

Page 23: IV. Tıpta İnsan Bilimleri Kongresi-2008

IV. Tıpta İnsan Bilimleri Kongresi 2008Özet Kitabı

23

paylaşabilemenin ve bir gizinden kurtulmanın rahatlığına erişmiştir.Sonuç olarak amacımız meslek hayatı boyunca çok çeşitli insanlarla karşılaşıp spontan ilişkiler kuracak olan hekim adaylarına psikodramanın insan ilişkileri üzerindeki yol göstericiliği ve aydınlatıcılığını anlatmaktır.

Estetik Algıda Beynin Rolü: NöroestetikBurcu Özata, Meltem Ece Özcan, Vedat Menderes ÖzçiftciSanat nedir? Bir yaratıyı güzel veya bayağı bulmamızın nedeni nedir? Bir sanat eserinin güzelliğini anlatmakta neden zorlanırız? Nasıl olur da bazı sesler sıralanıp müzik şeklini alınca dinleyenin ruhunu okşarken, başka sesler sadece gürültüdür? Sanatsal yaratıcılığın kökeni nedir ve neden sanata değer veririz? Sanatsal ve yaratıcı eylem diğer tüm insan etkinlikleri gibi beynin bir ürünüdür. Bu yüzden bu soruların yanıtının bir boyutu da sinirbilim ve nöropsikiyatriden gelecektir. Kuşkusuz yaratıcılık söz konusu olduğunda ilk aklımıza gelen, yaratıcılık kavramının sanatsal yönüdür. Sanatsal yaratıcılık söz konusu olunca da işin içine estetik kavramı girer. Günümüzde bazı araştırmacılar son zamanlarda ilgilerini estetik kavramının ve soyutlamanın beyindeki karşılığına yöneltmişlerdir. Beynin neyi, nasıl ve neden güzel bulduğunu araştırmayı hedefleyen bu araştırmacılar bu çalışmayı “nöroestetik“adı altında toplamaktadırlar. Müzik ve resim gibi estetik değerlerin insanlar üzerinde yarattığı etkiyi beyin ve sinir sistemi üzerinde inceleyen ve giderek gelişen nöroloji bilim dalına nöroestetik denir. Bu araştırmalar, sanat eserleri (özellikle de resim) deneyimlenirken beynin hangi bölgelerinde aktivasyon gözlendiğine bakılarak yapılmaktadır. Görsel bilgi işleme ve müziğin nöropsikolojisi hakkındaki artan bilgilerimiz sanatsal becerinin altında yatan nöronal süreçleri anlamamıza olanak sağlamaktadır. Ressamların akromotopsi, ihmal sendromu, frontotemporal demans gibi durumlardan nasıl etkilendiği, sağ veya sol beyin hasarı sonrası sanatsal tarzlarının nasıl değiştiğini gösteren çok sayıda olgu çalışması vardır. Bu konuda üzerinde en çok konuşulan kişi ünlü besteci Maurice Ravel’dir. Sanatı biyolojik temellere oturtmaya çalışan bir bilim dalı olan nöroestetikle ilgili çalışmalar henüz emekleme aşamasındadır fakat nöroestetik insana özgü bilişsel yeteneklerden biri olan sanatsal yaratıcılık konusundaki gizemi bir ölçüde aydınlatma potansiyeli taşır gözükmektedir.

Medicine, Rock Art and PaintingLetta Leah Hiskia, Alaeddin Kamari, Asem HilwahWhat could Frank Netter and the people of the Kalahari Desert have in common?.Paintings tell a story even those on rocks.We look at the possible ways that rock art can be interpreted,their role in healing and that maybe just maybe the mythical ideology of shamanism (Medicine Man) does exist. Research on rock art and shamanism argues that many cosmological beliefs are highly Persistent and durable,we would also like to establish the link between traditonal healing by nomads to documentation as by profound honoured artists like Dr Frank Netter. A shaman or medicine man is someone who enters a trance in order to heal people,fortell the future control the weather and so forth,this is done during a trance dance where the shaman relies on hyperventilation,intense concentration and highly rythmic dancing to alter his consciousness. Shamanism is still being practised in Asia, Africa, Australia, North America and South America, and it has been practised all over the world in all societies at one point in time.

Tıp Dünyasının Görünmez Ustaları–Tıbbi ÇizerlerOsman Murat Baştopcu, Damla Ünal, Zeynep Nazlı Dayıcan,Çağrı YıldızTıbbi çizerler her gün yapılan binlerce ameliyata, uygulanan tıbbi prosedürlere ve çalışan öğrencilere yardımcı oluyorlar. Fakat birçoğumuz öğrenmemize, çalışmamıza ve hayat kurtarmamıza yardım eden bu isimsiz kahramanların farkında değiliz. Mesleğin ortaya çıkışını ve tarihçesini anlattıktan sonra tıbbi çizerlerin ustaları olan isimleri ilk çalışmaları, ürettikleri teknikler ve kendilerinden sonra gelen nesillere kazandırdıkları ile tanıttık. Bu ustaların nerdeyse her biri kendi birikim ve tecrübelerini ölümsüzleştirmek için bir okulun kurulmasına veya bir üniversitenin tıbbi çizerlik fakültesi açmasına ön ayak olmuştur. Ayrıca, günümüzde eğitim ve tıptan öte yasal, sanatsal, reklam, ve kişisel alanlarda da tıbbi çizerlere muazzam bir ihtiyaç duyulmaktadır. Projemizde çevremizdekilerde bu meslek dalı hakkında bir uyanış başlatmayı, tarihi ve uygulamaları ile sadece anatomik çizimlerden ötesini yaratan kişilerin ne kadar önemli olduğunu göstermeye çalıştık.

Tıp Biliminde Estetik ve Sanatın Buluşma Noktası: Altın OranMustafa Oktay , Elumar Ayhan, Işık Erdal Deniz, Can Güven,Onur InamNedir içimizdeki sese “çok hoş bir ürün, güzel bir tasarım” dedirten şey? İnsan vücudu için en güzel tasarlanan canlı vücudu denmesinin sebebi nedir? Neden birçok kişi iPod’in 4. jenerasyon modeli için “çok iyi tasarlanmış” bir ürün derken, yeni iPod Video için aynı söylemde bulunmuyorlar? İşte tüm bu soruların cevabını değişik şekillerde vermek mümkün olsa da, hemen hemen hepsinin sahip olduğu ortak bir özellik bulunuyor: ALTIN ORAN Altın Oran Nedir? Altın oran, 1 sayısına eklendiğinde kendi karesine eşit olan iki sayıdan biridir. Altın oran 1,618033.... olarak devam eden ondalık sayıdır. (1,618033) 2 = 1,618033 + 1. 1 sayısına eklendiğinde kendi karesine eşit olan diğer sayı da–0,618033... olarak devam eden ondalık sayıdır. Altın oranı sembolize eden harf phi’dir (Ø). Altın orana ilişkin matematik bilgisi ilk kez İ.Ö. 3. Yüzyılda Öklid’in Stoikheia (Öğeler) adlı yapıtında

‘aşıt ve ortalama oran’ adıyla kayda geçirilmiştir.Bundan sonra elde edilen verilerde de, dünyanın gelmiş geçmiş en büyük ressam sanatçılarının verdikleri eserlerde altın oranın bulunması bu sayının ününü daha çok artırmıştır. Altın oranın doğada en belirgin örneklerine insan vücudunda, deniz kabuklulularında ve ağaç dallarında rastlanır. Platon’a göre kozmik fiziğin anahtarı bu orandır. Altın oranı bir dikdörtgenin boyunun enine olan “en estetik” oranı olarak tanımlayanlar da vardır. Altın oranın gizeminin ne olduğunun cevabı, Fibonacci lakaplı İtalyan matematikçinin bulduğu bir dizi sayıda gizlidir. Fibonacci sayıları olarak da adlandırılan bu sayıların özelliği, dizideki sayılardan her birinin, kendisinden önce gelen iki sayının toplamından oluşmasıdır. Fibonacci Sayıları: 0, 1, 1, 2, 3, 5, 8, 13, 21, 34, 55, 89, 144, 233, 377, 610, 987, 1597, 2584,... Fibonacci dizisinde bir sayıyı kendinden önceki sayıya böldüğünüzde birbirine belirgin şekilde yakın sayılar çıkar. Serideki 13. sırada yer alan sayıdan (233) itibaren bu sayı sabitlenir. Fibonacci diziliminin genel olarak anlamı: ‘’Dizideki bir sayıyı kendinden önceki sayıya böldüğünüzde birbirine çok yakın sayılar elde edersiniz. Hatta serideki 13. sırada yer alan sayıdan (233) sonra bu sayı sabitlenir. İşte bu sayı ‘altın oran’ olarak adlandırılır. (1+√5) /2 yada 50.5 *.5 +.5 = Ø = phi sayısını sembolize eden denklem İnsan bedeni: İnsan bedenine bağlı beş belirgin parça vardır. Bunlar iki kol iki bacak ve kafadır. Aynı zamanda kollar ve bacaklara bağlı el ve ayaklarda beşer tane parmak bulunmaktadır. Ayrıca yüzümüzde de dışarıya açılan 5 nokta bulunmaktadır. Bunlar iki göz iki burun deliği ve ağızdır. 5 sayısının da phi ile ilginç bir bağlantısı bulunmaktadır. Altın oranın bulunduğu temel yerler: -Mimari (Antik Yunan, Piramidler) –Bitkiler–Çam kozalakları–Nautilus Pompilius (Kabuklu deniz hayvanı, milyonlarca yıldır evrimce aynı büyüme hızını izleyen canlılardan biridir) –İşitme ve denge organı olan salyangoz–DNA -Evren–İnsanın işaret parmağı–Akciğerler–Kalp atışları–İnsanın yüzü Sonuç olarak vücudumuz ve çevremizdeki bir çok varlık altın orana göre şekillenmiştir.

Beyinden İçeri…Emir Kalyoncu, Meltem Koca, Murat Koç, Osman ÖcalSanatçıların sıradan insanlardan farklı oluşları ile sanatçılar arasında sık rastlanan ruh hastalıklarının yaratıcılığa ve dolayısıyla sanata olan etkisi arasında bir ilişki olabileceği düşüncesiyle bu projeye başladık ve bu proje ile psikiyatrik hastalıkların

“sanatçılık” üzerinde nasıl bir etkisinin olduğunu anlamayı amaçladık. Yaptığımız araştırmada nörobilimcilerin FMR görüntülemelerini kullanarak yaptığı çalışmaları inceledik ve sanatçılar arasında görülme sıklığı fazla olan epilepsi, savant sendromu, bipolar kişilik bozukluğu gibi ruhsal hastalıkların onların yaratıcılıklarında ve eserlerindeki etkilerini örneklemek amacıyla Dostoyevski, Tolstoy, Beethoven, Munch, Goya, Ravel ve Lewis Carrol gibi isimleri çalıştık.

Hastahane Mimarisinin İyileşmeye Olan EtkisiEfe Cumhur Sezgin, Cem Şimşek, Esra TehmenHastane mimarisinin hasta memnuniyetini etkilediği ciddi biçimde kabul görmüş bir gerçektir. Bu gerçek pek çok makalede verilerle desteklenmiştir. Bu çalışmalarda verilen, bunu gösteren kimi örnekler şöyle sıralanabilir: 1. Yeni yapılmış hastanelerde yatan hastaların hastanede geçirdiği süre daha kısadır. Hastanın hastanede geçirdiği süre kısaldıkça hem hastanın maliyeti azalmakta hem de hastanede başka hastalara da hizmet verme olanağı doğmaktadır. Böylece

Page 24: IV. Tıpta İnsan Bilimleri Kongresi-2008

IV. Tıpta İnsan Bilimleri Kongresi 2008Özet Kitabı

24

hastanın hastanede geçirdiği, gerekliliği tartışılabilir süre azaltılmaktadır. 2. Hastaların tedavi süreci sırasında hissettiği acı/sıkıntı azalmaktadır. Bu da haliyle hastaların memnuniyetini ciddi biçimde arttırmaktadır. Aynı zamanda sağlık personelinin de işini kolaylaştıracak bu da sağlık personelinin performansını arttıracaktır. Fakat hastane mimarisinin yalnızca estetik olarak yeterli olması hastayı iyileştirme sürecinde tek başına fayda göstermeyebilir. Hastalar hastanenin akustik niteliklerine de önem vermektedir. Kimi hastalar çok sessiz bir ortamı olan hastaneden rahatsızlık duyarken, bazı durumlarda ise diğer hastaların sesini duymak hastalara rahatsızlık verebilir. Bunun için en iyi çözüm kontrol edilebilir bir akustik ortam sağlamaktır. Böylece gerektiği zaman hastaların rahatlamasını sağlayabilecek sesler kullanılabilecek iken, kimi zamanlarda gerekebilecek ses yalıtımının da sağlanması gerekebilir. Akustiğin yanı sıra hastaların mahremiyetin sağlanması da önemlidir. Bunun için tek yataklı odalar çözümün önemli bir ayağını oluşturabilmektedir.Hastanın kişisel alanının sağlanması da memnuniyete önemli bir katkı sağlamaktadır. Bunun yanı sıra bekleme salonu gibi kalabalık olması beklenen yerlerin geniş tutulması da hastaya kişisel alan sağlayacağından mahremiyet açısından önemlidir. Sonuç olarak halk arasında korkutucu ve tedirgin edici hisler uyandıran alışılagelmiş hastane tasarımları yerine yeni teknolojilerden yararlanan, hastayı rahat ettirmeye yönelik bir mimari tasarım hastanenin tıbbi başarısını arttıracaktır.

Antik Çağda Tıbbın Sanata YansımalarıZeynep Gül Şimşek, Ekin Tunçeli, Eren Vurgun, Ahmet Faruk Yükselİnsanoğlu tarihin her döneminde hastalıkların iyileştirilmesi, ölümle olarak duvar resimleri, heykel ve kabartmalar yapmıştır. Paleolitik (M.Ö. 600.000-12.000), Neolitik (M.Ö. 12.000-5500) ve Kalkolitik (M.Ö. 5500-3000) hastalıklar değişik şekillerde iyileştirilmiştir. Bunların içinde din ve dolayısıyla tanrıların hastalıkları iyileştireceğine inanıldığı için adaklar ve dualar yapıldığı bilinmektedir. Arkeologlar Anadolu’da Çayönü’nde (Diyarbakır) yaptıkları kazılarda iskeletlerde beyin ameliyatlarının yapıldığını gösteren izlere rastlamışlardır. M.Ö. 3000’lerden itibaren Mısır’da mezar duvarlarına yapılan resimlerde ölümden sonraki yaşam inancına bağlı olarak tıbbi olarak çok gelişmiş bir mumyalama sisteminin varlığı bilinmekte ve bu ele geçen birçok mumyalanmış iskeletlerle de desteklenmiştir. Antik dönemde yılanın hastalıkları iyileştirici gücüne inanılmıştır. Girit sanatında M.Ö. 2. binde yılanlı tanrıça heykelleri bol miktarda bulunmuştur. İonia bölgesinde (Batı Anadolu) sağlık tanrısı Asklepios ve eşi tanrıça Hygeia’nın birçok heykel ve kabartmaları bulunmuştur. Her iki tanrının en önemli sembolleri yılandır. Bu yılan günümüzde de tıbbın sembolü olarak kullanılmaktadır. İnsan figürlü vazolar üzerinde yada duvar resimlerinde ölünün kaldırılması, yaraların temizlenmesi ve sarılmasıyla ilgili betimlemeler, insanların antik çağda tıbba verdikleri önemi gösterir. Ayrıca arkeologlar mezarlarda ölen kişinin hekim olduğunu gösteren birçok tıbbi aletler bulmaktadır. Heykeltıraşlar yapmış oldukları heykellerde insan vücudunun tanınması adalelerin yapılmasında iyi bir anatomi bilgisini çok iyi bildiklerini göstermektedir. Yine antik dönem yazıtlarında önemli doktorların isimleri ve hastalıkları nasıl iyileştirdikleri aktarılmıştır. Sonuç olarak antik dönemde yapılan resimler, heykeller ve yazıtlar sayesinde o dönemdeki tıp ve tedavi uygulamalarının nasıl olduğunu anlayabilmekteyiz.

Resmin Çocuktaki BüyüsüGizem Gencosman, Meral Ilgaz, Doğan GüneşMini mini elleriyle kalem tutup kağıt karalamaktan büyük zevk alan çocuklar… Kimi zaman karalamaktan öte, bize içten içe kendilerinin en derinleriyle ilgili ipuçları veriyorlar aslında. Daha yeni başlamış yaşam yolculuklarına rağmen seviniyorlar, üzülüyorlar, ağlıyorlar, gülüyorlar ve her şeyden önemlisi yetişkinler gibi dışa vuramadıkları bir çok şeyi kendi içlerinde biriktiriyorlar. İşte biz de bu projemizde çocukların içinde neler olup bittiğini resmi kullanarak gün ışığına çıkarmaya çalıştık.

Semazenler ve Tıp: Semazenlerin Başı Neden DönmüyorGizem Çulha, Bahattin Kızılgök(Mersin Üniversitesi Tıp Fakültesi)Sema, medeniyetler beşiği Anadolu’ da neredeyse 800 yıldır var olan ve günümüze kadar kendini koruyabilmiş en gizemli ritüellerdendir. Manevi anlamının kişiselliğinden farklı olarak dikkat etmemiz gereken nokta, semanın kendini

özgün haliyle yüzyıllardır koruyabilmiş olmasının bilimsel gerçeklere, bilinçli ya da şans eseri, dayanmasının kaçınılmazlığıdır. Semazenleri sema ederken izleyen herkes müzikten, olayın mistikliğinden etkilenir ve sonunda akıllara hep şu soru gelir: “Nasıl oluyor da başları dönmüyor?”. İşte biz bu projemizde, “Semazenlerin başları neden dönmez?” sorusunu semazenlerin eğitimleri boyunca uyguladıkları metodlarla günümüzün modern bilgilerini karşılaştırarak cevaplamaya çalıştık. Semazenlerin beslenme, vücut duruşu ve odaklanma metodlarını, yerçekim merkezi, baş hareketleri, beslenme, göz kontrolü ve zihinsel aktivite ile ilgili gerçeklerle karşılaştırdık. Semazenler, beslenmelerine oldukça dikkat ediyorlar ve semadan önce hazmı zor gıdalardan uzak duruyorlar. Semaya aç ya da tok değil, yemeklerden 1-2 saat sonra başlıyorlar. Vücutlarının duruşu; kollar pektoral seviyede, parmaklar belli bir duruşta, baş şaşırtıcı benzerlikle dünyanın eğim açısına paralel eğimde, “Meşk Tahtası” adında özel hazırlanmış zemin üzerinde, ayaklar öğretilen konumda dönmeye başlıyorlar. İlk başlarda çoğu semazende baş dönmesi, bulantı, kusma görülüyor. Buna “Safra Atma” deniyor. Ancak artan sürelerle sema edildiği için giderek azalan şikayetler sonunda bitiyor. Zihin aktivesi semanın amacına uygun, ibadet şeklinde yapılıyor. Gözleri kısık, odaklanmış, etrafıyla ilgilenmeyen semazen böylelikle dikkatini kontrol ediyor. Sonuç olarak günümüzde tavsiye edilen vestibüler metodlarla semazenlerin uyguladıkları yöntemlerin birebir örtüştüğünü gördük. Yüzyıllar önce eksen eğikliği, vestibüler sistem kavramları bilinmezken semazenlerin bu gerçeklikleri keşfetmiş olması gerçekten şaşırtıcı. Manevi anlamda semazenler ve dolayısıyla Mevlana dünyada birçok insanı etkilemiştir. Nitekim 2007 yılı UNESCO tarafından MEVLANA YILI ilan edilmiştir.

Tıp ve Psikodramaİlay Hilal Kılıç (Özel Çalışma Modülü-ÖÇM öğrencileri adına)(Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi)Psikodrama, kişilerin ilişkilerini ve bu ilişkilerde yaşadıkları sorunları, çatışmaları ve kendi iç dünyalarını spontan bir biçimde, bir oyunun içinde rol alarak incelemelerini ve farkındalığa ulaşmalarını sağlamaya çalışır. EÜTF’nde ÖÇM kapsamında “Eylem, Spontanlık, Yaratıcılık” adıyla 25-28 Şubat 2008 tarihleri arasında 4 gün süren psikodrama çalışması gerçekleştirilmiş ve spontanlığın öneminin farkına varmak ve yaratıcı eylemler sergileyebilmek amaçlanmıştır. Tıp fakültesi öğrencilerinin; kendilerini ifade etmeleri, empati becerilerini geliştirmeleri, iletişimde güçlü ve geliştirilmesi gereken özelliklerinin farkına varmaları, spontanlık ve yaratıcılıklarını kullanmalarını sağlamaları hedeflenmiştir. Bu hedeflere yönelik olarak bireysel ve toplumsal yaklaşımları içeren rol değiştirme tekniğinin kullanıldığı bireysel ve grup oyunlarına yer verilmiştir. Sonuçta, grup üyeleri kendilerini daha iyi anlamaya başlamış, bu sayede diğer insanları da anlamaları kolaylaşmıştır. Meslek hayatlarında da çok ihtiyaç duyacakları ekip çalışmasını öğrenmişlerdir. ÖÇM’den 1 ay sonra tekrar yapılan geribildirim oturumunda grup üyeleri; aile, arkadaş, partner, grup içi ilişkilerinde fark ettikleri gelişme ve düzelmelerden bahsetmişlerdir. Özellikle hastalara olan bakış açıları büyük ölçüde değişmiştir. Bu sonuçlar doğrultusunda, çalışmaya katılanlar tarafından bütün tıp öğrencilerinin psikodramayla hayatlarında bir kez olsun tanışması önerilmektedir. Sağaltmaksa görevimiz ve sağlığı fiziksel, ruhsal, sosyal açıdan tam bir iyilik hali olarak tanımlıyorsak; fiziksel hasarı düzeltirken ruhsal ve sosyal yaraları da unutmamalıyız. Çünkü diğer yaralar kadar bunları da sarmak bizim görevimiz.

Tıp ve TürkçeAbdullah Emre Taçyıldız, Mehmet Kubilay Gökçe(Mersin Üniversitesi Tıp Fakültesi)Sunumumuzun amacı, Tıp eğitiminde bilimselleşmeden ödün verilmeden Türkçe kelimelerin kullanımını özendirmek, anadilimizin yabancı sözcüklerle kirlenmesini engellemek, yabancı sözcük kullanımının bilinçsizlik ve birazda özenti olduğu konusunda farkındalık yaratmaktır.Tıp terimlerinin büyük bir kısmı Latince kökenlidir. Fakat son yıllarda başta İngilizce olmak üzere birçok batı dilinden pek çok sözcük tıp alanındaki günlük konuşmalara girmiştir. Hastalar “hospitalize edilmekte”, “exchange yapılmakta”, “markırlara bakılmakta”dır. Türkçe tıp dili çok açık şekilde yabancı sözcük saldırısı altındadır. Tıp bilimi ve hekimlik, halk içindir. Tıp terimleri de ulusal dile, halk diline uygun olmalı, Türkçe tıbbın dili gizemden kurtarılmalıdır. Ayrıca hekim adayları için tıp eğitimi oldukça zor ve karmaşık bir

Page 25: IV. Tıpta İnsan Bilimleri Kongresi-2008

IV. Tıpta İnsan Bilimleri Kongresi 2008Özet Kitabı

25

eğitimdir. Zaten zor olan bu eğitimi yabancı sözcüklerle yapmak, tıp eğitimini daha zor bir hale getirmekte ve anlaşılmaz kılmaktadır. Dil, insanlar arası iletişimi sağlamanın yanı sıra, kültürü korumada, ilerlemede ve yenilenmede rol alır. Dilimiz Türkçe ise çok geniş olanaklara sahip matematiksel bir dildir, yazıldığı gibi okunur ve bu özelliği onu bilim dilinde kullanılır hale getirir. Türkçe, bağlantılı bir dil olduğu için sözcük türetme konusunda da olağanüstü özelliklere sahip olup bir sözcükten pek çok farklı sözcük türetilebilmektedir.Sonuç olarak, gerekli özen gösterildiği takdirde, Türkçe, çağa ve teknolojik gelişmelere ayak uydurabilecek özelliklere sahip bir dildir. Türk Tıp eğitiminde amaç; ülke gereksinimlerine uygun, halkla sağlıklı iletişim kurabilen hekim yetiştirmekse, hekim yetiştirmek üzere kullanılan Tıp dili yabancı sözcüklerden arındırılmalıdır.

Page 26: IV. Tıpta İnsan Bilimleri Kongresi-2008
Page 27: IV. Tıpta İnsan Bilimleri Kongresi-2008

Posterler

Page 28: IV. Tıpta İnsan Bilimleri Kongresi-2008

Alan Adı Dönem Sayfa

Edebiyat (Öykü, Roman, Şiir) DI 29

Müzik DI 34

Resim, Heykel DI 37

Sinema DI 41

Sahne Sanatları DI 43

Tarih DII 43

Arkeoloji DII 52

İnanç DII 53

Etik DIII 53

Teknoloji DIII 58

Sosyoloji DIII 59

Hukuk DIII 61

Antropoloji DIII 61

Page 29: IV. Tıpta İnsan Bilimleri Kongresi-2008

IV. Tıpta İnsan Bilimleri Kongresi 2008Özet Kitabı

29

Tıp ve EdebiyatTıp Tanrısı Asklepios ve Sembolü Mert Seçer, Ömer Özsaraç, Recep Özgür, S. Esra SavariBu projedeki hedefimiz tıp tanrısı olarak bilinen Asklepios’un hayatı ve tıbbın Asklepiosla ilgili simgelerinin ne anlama geldiğini açıklamaktır. Tıp tanrısı Asklepios’un hikayesi M.Ö.yy da gezgin yunan doktorlara yardım eden küçük bir tanrı olarak başlar. Asklepios’un antik simgesi olan asaya sarılı yılan ise bugün pek çok tıp kurumunun simgesidir. Yurtdışında parlak tıp öğrencileri Asklepiosun zamanında şifa merkezleri olan Asklepieion kuruluşlarına üyedirler. Asaya sarılı yılan simgesini ilk olarak kullanan Hipokrat da ,kimi antik yazarlara göre Asklepiosla aynı soydan gelmektedir. Hipokratın kullandığı bu amblemi Asklepios’un neden seçtiğini anlatan birçok hikaye vardır en çok bilinenlerden biri, Askelpios Zeus’un yıldırımıyla öldürülmüş bir adamı incelemektedir. İnceleme sırasında bir yılan sürünerek odaya girer ve Asklepios’u şaşırtır ve tepki olarak elindeki asayla yılanı öldürür belli bir süre sonra içeri başka bir yılan ağzında şifalı otlarla ölmüş olan yılanın yanına gelerek ona can verir bunu gören Asklepios yılanın ağzındaki otların aynısını kullanarak ölmüş olan adamı hayata döndürür ve minnettarlığının bir simgesi olarak yılan figürünü asasına dolayarak amblemi haline getirir. Dünya Tıp Birliği tarafından 1956 yılında resmen kabul edilen tıp sembolü, günümüzde sağlık sektöründe sıkça ve bilinçli olarak kullanılmaktadır.

Türk Müziği Makamlari İle TedaviBerkem Büyükakkuş, Emre Bilgin ,Emine Demiryapan,Funda Çoktaş Aytek, Hüseyin ÇeliksözMüziğin şifa veren gücü binlerce yıl önce keşfedildi. Bin yıl kadar önce Orta Asya Horasan kültürü ile makam müziği terapisi gelişmeye başlamış, İbn-i Sina, Farabi, Ebubekir Razi tasniflerinde makamlar ile duygu-organ ilişkisini belirtmişlerdir. Büyük Türk ve İslâm bilgin ve hekimleri Ebubekir Râzi, Fârâbi ve İbn-i Sîna, müzikle tedavinin, özellikle musikinin psişik hastalıkların tedavisindeki etkinliğinin bilimsel temellerini kuranlardandır. Selçuklu ve Osmanlı Türkleri’nde müzikle tedavi bu üç büyük bilginin kurdukları temel ilkeler üzerinde geliştirilmiştir. 1154’de Şam’da Türk asıllı Selçuklu Atabeği Nureddin Zengî’nin kurduğu “Nureddin Hastanesi”nin ilk başhekimi Muhammed bin Abdullah al-Bahili, aynı zamanda müzisyen olup, musikinin, hastalıkların tedavisindeki etkisini incelemiştir. İlk dönem Osmanlı hastane ve tıbbiyelerinden 1399’da Bursa’da kurulan Yıldırım Bayezit Dârüşşifası, 1470’de İstanbul’da kurulan Fatih Dârüşşifası ve 1488’de açılan II.Bayezit Edirne Dârüşşifası, hastaların tedavilerinde musikiden yararlandıkları bilinen merkezlerimizdir. Fatih Dönemi’nde 1478’de kurulan Topkapı Sarayı’nın Enderûn hastanesinde çocuk yaştaki öğrencilerin musikiyle tedavi edildiği, İstanbul’u ziyaret eden Baron J.B. Tavernier’nin eserinde belirtilmektedir. Osmanlı şair hekimlerinden Şuuri Hasan Efendi, “T’adil-ül Emzice” eserinde musikinin tıpla olan ilgisini anlatmaktadır. Aynı eserde hangi makamın hangi hastalıklara iyi geldiğine ilişkin bir liste vardır ki buna “Müzikal akrobadin” de diyebiliriz. Günümüzde müzikle terapi seansları ney, ud, rebap, çeng gibi Türk müziği çalgılarıyla gerçekleştiriliyor; neşe ve huzur veren rast makamı, gerilim tipi baş ağrısı çekenlere gevşemeleri için öneriliyor. Hüseyni makamı, sükûnet ve rahatlık hissi veriyor. Görüldüğü üzere yüzyıllardır müzikle tedavi yapılmaktadır. Özellikle Türk Musikisindeki makamların her birinin bir hastalığa iyi geldiği bilinmektedir. Projemizin amacı farklı makamların hastalıkların tedavisinde kullanımını araştırmak ve Türk musikisiyle tıp arasındaki ilişkiyi açıklamaktır.

Engelliler ve SanatMustafa Şenol Akın, Ibrahim Ağaçkıran, Mandukai Dungee,Asaad KasabashiBu projede amacımız ,engelli insanların sanatla uğraşarak hayata bağlanabildiklerini göstermektir. Bunun için bazı çalışmalar yaptık,anketler düzenledik. Mevcut engelli insanların ne kadarının sanatla uğraştığını , sanatla uğraşanlarla uğraşmayanların hayata bakış açılarının farklılığını , uğraşmayanların neden uğraşmadıklarını ve bu engellerin ortadan nasıl kaldırılabileceğini araştırdık.

Bazı engelli kurumlarında yaptığımız anketlerde engelli insanlara sanata bakış açılarıyla ve sanatsal aktivitelere katılıp katılmadıklarıyla ilgili bazı sorular sorduk.Anketlerimizin sonuçlarına göre, sanatla uğraşanların hayata daha dolu baktıklarını ve toplum içinde kendilerini daha iyi ifade edebildiklerini , uğraşmayanlarında kendilerini daha yalnız hissettiklerini ve toplum içinde daha pasifize olduklarını gözlemledik.Ayrıca anketlerimize göre sanatla uğraşmayan engellilerin uğraşmama nedenlerinin en başında “İmkanların yetersizliği” gelmektedir.Peki “Bu imkanları yeterli seviyeye getirmek için neler yapmamız gerekiyor?” diye sorduğumuzda ise devletin ve özel kuruluşların ulaşım sorunlarını, maddi sorunları halletmesi gerektiği cevablarını aldık.Ayrıca eğitim konferansları verilmeli, aktiviteler için ortamlar hazırlanmalı ve kampanyalar düzenlenmeli gibi cevaplarında olduğunu gördük.En önemlisi de devletin ve toplumun manevi destek vermesi gerektiği sonucuna vardık.

Türkiye’de Izlenebilen Popüler Yabancı Dizilerdeki Doktor KarakterleriFadime Kara, Ahmet Alp Karakaşlı, Taha Yusuf KuzanBu projede Türkiye’de izlenebilen, büyük kitlelere hitap eden yabancı dizilerdeki doktor kimliği analiz edilmiştir. Filmlerin değil de dizilerin incelenmesinin nedenleri daha uzun soluklu ve daha sürükleyici olmaları, insanların televizyon karşısında çok bulunduğu zamanlarda yayınlanmalarıdır. Projenin amacı büyük kitlelere ulaşan dizilerde toplumlara sunulmak istenen “doktor” kavramını incelemektir. Bunun için; Prison Break, Dexter, Lost dizilerinin DVD’leri, bu diziler ve dizilerde yer alan doktor karakterleri için araştırmacılar tarafından hazırlanan kontrol listesi kullanılmıştır. Doktorlar için hazırlanan kontrol listesinde yaş, cinsiyet ve ‘doktor’un olaylar karşısındaki tutumu yer almıştır. Diziler için olan kontrol listesinde hangi kanalda yayınlandığı, şimdiye kadar kaç sezonun izleyiciye sunulduğu, bir bölümünün yaklaşık ne kadar sürdüğü yer almaktadır. Bu formlar aracılığı ile diziler detaylı bir şekilde taranmıştır. Ayrıca dizilerle ilgili eleştiri ve görüşlere ulaşmak için internette araştırma yapılmıştır. Yapılan çalışmalar sonucunda incelenen üç dizinin de hem Amerika hem de Türkiye de izlenebildiği, dram polisiye-aksiyon, roman uyarlama türlerinde olabildikleri, ortalama bölüm uzunluklarının 45-50 dakika olduğu sonuçlarıyla birlikte; doktor karakterlerinin de genellikle farklı alanlarda uzmanlaşmış, bağımlılıkları bulunan, yardımsever, sevecen, liderlik karakterleri eksik, telaşlı ve çalışkan oldukları sonucuna ulaşılmıştır. Gelecekte yaplacak çalışmalarda tıbbın sinemaya herhangi bir katkısının olup olmadığı, senaristleri tıpla ilgili kişiler olan filmlerin başarılarının nasıl olduğu, sinema aracılığıyla toplumun sağlık alanında ne kadar bilinçlendirilebileceği, tıp fakültesini bırakıp bir sanat dalıyla uğraşan insanların bunu yapmalarındaki nedenleri araştırılabilir.

Toplum Rollerinin Romanlara Yansıyan Yönleriyle HekimNuray Öztürk, Zehra TekinYaşadığı dönemin ve sosyo-kültürel çevrenin izlerini taşıyan tüm edebiyatlardaki yazarların romanlarında yer alan hekim karakterlerinin incelenmesi, yüzyıllardır toplumun hekime bakışını,ona yüklediği değeri,toplumunun hekimden beklentilerini kısaca hekimin toplumdaki rolünü aydınlatacaktır.Bu konunun aydınlatılmasıylahekimin sorumluluklarının farkındalığını artacağı düşünülerek yapılan bu projede geçmişten bu yana romanlarda geçen hekim karakterlerini analiz etmek amacıyla doktor karakterini ana tema içerisinde işleyen ünlü romanlar tespit edilmiştir.Farklı edebiyatlara ait romanlar üzerinde yapılan araştırmalarda birbirinden farklı doktor karakterlerine rastlandı.Karşılaşılan karakterlerin birbirlerine benzeyenlerini birlikte inceleyerek toplumun doktora bakışını çözmeye çalışıldı.Romanların bazılarında doktor,çağının ve yaşadığı toplumun sorunlarının farkında olan ve bu problemler konusunda halkını uyaran,çözüm yolları sunan ve teşvik eden halk adamı rolünü üstlenirken; birçoğundaysa beklentilerimizin aksine doktorlara psikolojik problemli,seri katil veya agresif-depresif, vahşete-şiddete meraklı roller verilmiştir.Genel olarak ise doktor karakterleri toplumun önde gelen şahısları arasından seçildiği görülmüştür.

Page 30: IV. Tıpta İnsan Bilimleri Kongresi-2008

IV. Tıpta İnsan Bilimleri Kongresi 2008Özet Kitabı

30

Leonardo Da Vinci’nin Anatomi Resimlerinin Modern Anatomi Resimleri İle KarşılaştırılmasıÇağrı TURAN, Selmin ZIK,İbrahim VASİ,Ahmet USTAAnatomi insan vücudunu oluşturan yapıların normal şekil, yapı, pozisyon ve fonksiyonları ile aralarındaki ilişkileri inceleyen en eski tıp dalıdır. Anatomi konusunda bilinen ilk çalışmalar M.Ö. 500 yıllarında Mısır’da görülmüştür. Tarih boyunca Hippocrates, Aristotle, Galen, Leonardo da Vinci ve modern anatominin babası kabul edilen Andreas Vesalius yaptıkları çalışmalarla anatomi bilimine büyük katkılar sağlamışlardır. Çalışmamızın amacı, İtalyan Rönesans mimarı, müzisyen, anatomist, mucit, mühendis, heykeltıraş, geometrici ve ressam olan Leonardo Da Vinci’nin anatomi üzerine yapmış olduğu resimlerden bazılarını inceleyerek bunları modern anatomi resimleriyle karşılaştırıp, farklılıklarını ortaya koymak ve sonuç olarak tıp ve sanatın ayrılmaz bir bütün olduğunu görmektir. Hiç kuşkusuz biz tıp öğrencilerinin sanatla tıbbın ilişkisini kavraması ne kadar kutsal bir iş icra edeceğimizi kavramamız açısından çok önemlidir. Konuyu işlerken Leonardo’nun günümüze ulaşan, anatomi ve sanatı kaynaştıran yüzlerce resminden 10 adet seçilmiştir; bu resimlerin hakkında kısa bilgiler verildikten sonra bir tıp öğrencisi gözüyle günümüz anatomi resimleriyle karşılaştırması yapılmıştır. Bu eskizlerde Leonardo’nun çizimlerinde kadavralardan yararlanmasının bir sonucu olarak kemiklerin üzerinde görülen çoğunlukla atrofiye uğramış kas kütleleri olduğunu; fakat tendonların daha iyi gözlenebildiği fark edilmiştir. Bir sanatçı olarak Leonardo’nun analizi yapılan resimler incelendiğinde Da Vinci’ye ölümsüzlük kazandıran yaşamlarına yaşam kattığı insanlardır. Örneğin,kalp için “…sağ- sol ventrikül ayrımı, sol ventrikül duvar kalınlığının sağ ventrikül duvar kalınlığının üç katı olduğu, apeksin sol ventriküle ait olduğu ve ilk olarak sol ventrikül çıkım yolu Leonardo Da Vinci tarafından tanımlanmıştır.“ ve kalple ilgili çalışmaları sonucunda kolesterolün kalp damarlarında birikerek kalp hastalıklarına sebep olduğunu keşfetmesi ve insanları buna uygun diyetlere yönlendirmesi sonucunda milyonlarca insanın hayatını kurtarmış sayılabilir. Çalışmanın hipotezi, sanat ve tıbbın birbirinden ayrılmaz olduğudur. Bu araştırma sonucunda “sanat insanın olduğu her yerde vardır” ve “insan odaklı bir bölüm olan tıpta olmadığı düşünülemez”. Leonardo’nun “Vitruvian Man” isimli resminde de söylemek istediği gibi insan vücudunda baştan beri var olan sanat elbette anatomi resimlerine de yansıyacaktır ve yansımıştır. Leonardo Da Vinci buna bir örnektir.

Dizemin (Ritim) Hormonal Etkisi - Kafa SallamaErdem Yusuf Çamırcı, Sinan Görgülü, Emre Kaymakcı ,Orkun AydınMüzik dediğimiz kavram genelde belirli bir dizemin üzerine oturtulmuş uyumlu tonların sonucu oluşur. Bir çok müzik türü insanı hareket etmeye güdüler. İşte bizde tasarımızı, günlük hayatta müzik eşliğinde yapılan, çokça karşılaştığımız bir hareket olan, “kafa sallamadan” esinlenerek oluşturduk. Bu olayın nedenlerini anlamaya çalıştık. Metal müzik veya rock müzik dinleyenlerin müzikle birlikte kafa sallamaları, ilahiler eşliğinde zikir çekenlerin kafalarını belirli bir dizem eşliğinde sallamaları (bu iki müzik türünün birbirlerine çok uzak olmalarına rağmen) bizim esin kaynağımız oldu. Birbirlerine bu kadar uzak kültürleri olan insanları böyle bir ortak noktada buluşturan ne olabilir sorusu aklımıza geldi. Bulgularımız: Kafanın öne ve geriye doğru hareketleri ile sallanması; beynin ön lobunun, kafatasının ön kısmına çarpması sonucu acı hissi oluşturur. Bu acı hissini azaltmak için vücut, bir doğal ağrı kesici olan, “endorfin” hormonu salgılar. Endorfin beyin dokularında bulunan ve morfin kadar güçlü ağrı kesici özelliği olan bir grup proteinin ortak adıdır. Kafa sallamaya başlayınca kişi önce bir ağrı hisseder. Ancak sallamaya devam ettikçe salgılanan endorfinin etkisiyle özellikle beyindeki sinirlerin bir kısmı uyuşur. Böylece kişi rahatlama duygusu hisseder. Devam ettikçe daha çok salgılanan endorfin kişinin iyice kendisinden geçmesine neden olur. Sonuç: Bizim düşüncemize göre bazı insanlar, endorfin salgılanmasına bir bağımlılık düzeyinde alıştıkları için kendilerine acı çektirmeyi bir yaşam biçimi haline getirebiliyorlar.

Yazar DoktorlarBurhaneddin Burak Yurt, Hamidullah Khurami Shujauddin,Nazari Yasin Hakverdiyev TIP VE EDEBİYAT Yazar Doktorlar Tıbbın ve edebiyatın birbiriyle ilgisi nereden gelir? Düşündüğümüz zaman hiç de uzaklarda aramamamız gerektiğini anlarız. İnsanın olduğu yerde elbet tıp olacaktır. İnsan sosyal bir varlık olduğuna göre sanatla uğraşacak edebi eserler verecektir.Hekimin hasta ile olan diyaloğu bile edebiyat için malzemedir. Birçok insan asıl mesleği farklı olmasına rağmen yazarlık yapmakta şiirler yazmaktadır. Niye hekimler yazmasınlar ki? Tarihten günümüze birçok hekimedebiyat dünyasına girmiş ve bu dünyada adını duyurmuştur Dünya çapında yazar olarak tanınan fakat aslında hekim olan bazı kişiler; 1) Albrecht von

Haller 1708 – 1777 2) Théophraste Renaudot 1586 – 1653 3) François Rabelais 1494 – 1553 4) Gottfried Benn 1886 – 1956 5) Janusz Korczak 1879 – 1942 6) Anton Pavloviç Çehov 1860 – 1904 Tıp ve edebiyat birbirlerinden çok uzakmış gibi görünse de aslında çok yakındırlar. Sağlıksız yaşamın bir anlamı olmadığı için tıp zaruri bir ihtiyaçtır. Sanat da Atatürk’ün dediği gibi bir milletin hayat damarlarından biri olduğuna göre edebiyat da insanlık için hayati öneme sahiptir. İnsanlar birbirleriyle edebiyat sayesinde anlaşırlar. Eğer devlet başkanları şair ya da yazar olsalar idi savaşlar çıkmazdı.

Nörolojik Eponimler ve SanatAlp Buğra, Başat Berkay Mevlanaoğlu, Ecem Cantürk, Melek YamanGünümüzde tıp alanında eponimler oldukça yaygın olarak kullanılmaktadır.Genelde hastalığı bulan kişiyi ölümsüzleştirmek adına kişilerin adını alan hastalıklar olduğu gibi bunun yanında bazı görsel ve yazınsal sanatlardan kaynaklanan eponimler de mevcuttur.Bunlardan en çok üzerinde araştırma yapılan konu Lewis Carrol’un yazmış olduğu Alice Harikalar Diyarında isimli kitapta anlatıldığı şekilde vücut imajının idrak edilmesinde bozukluklar,görsel illüzyonlar,depersonalizasyon gibi belirtilerin epilepsi,şizofreni gibi hastalıklarla olası ilişkileridir ki bu tip sendromlar tıp literatürüne Alice Harikalar Diyarında Sendromu diye geçmiştir.Yazınsal bir diğer örnek ise William Shakespear’in 12. Gece eserindeki içkici karakter Andrew Aguecheek’in sarhoş olunca bilincinde görülen fluktuasyonlardır.Bu değişimler kronik portosistemik ensefalopatiden kaynaklanmaktadır ve bu karakterden dolayı bu hastalığa Aguecheek hastalığı denmiştir.Nörolojik hastalıkların tedavi konusunda mucize iyileşmeler sağladığı kabul edilen kahraman Aziz Vitus nedeniyle de paralize eller,titreyen ekstremiteler gibi belirtileri olan Kore hastalığına da efsaneye göre Aziz Vitus dansı denmiştir.Pieter Brueghel 16. yüzyılda yaşamış ressamlardan biri olup distonik fasiyal ifadelerin resimlerini çizmiştir.Bu nedenle şu anda kullandığımız oromandibüler distoni gibi kranial distonilere Brueghel Sendromu denilmiştir.Sık görülen hastalıklardan bir diğeri solunum merkezi gelişmeyen bebeklerde görülen konjenital hipoventilasyondur.Bu ölümcül hastalık da Yunan mitolojisindeki bir su perisi olan Ondine’ın hikayesinden gelmektedir.Bu nedenle konjenital merkezi hipoventilasyon için Ondine’ın Laneti terimi kullanılır.Bilinen kahramanlardan zenginden çalıp fakire verme özelliğiyle ünlü olan Robin Hood ‘un bu özelliği nedeniyle serebral çalma sendromu Robin Hood Sendromu şeklinde kullanılmıştır.Farklı efsanelere göre pek çok değişik isim alan hastalıklardan biri olan Epilepsinin adları arasında Aziz Paul Hastalığı,Aziz john’un Şeytanı,Aziz Valentine Hastalığı vardır.Sonuç olarak doktorların tabiki modern literatürdeki terimleri bilmesi gerekir;ancak sanatla içiçe olan bu orjinal isimleri bilmek de bilimle sanatın yakınlığını kavramak,sadece nöroloji değil diğer tüm alanların uygarlaşmasını sağlamak için önemlidir.

Kaçınılmaz TangoOrhan Efe, Ceren Durmaz, Onur EnginProjemizde toplu ölümlere yol açan hastalıkların (veba, AIDS, kanser, kolera, verem) sanat üzerindeki etkilerini inceledik. Çalışmalarımızı genellikle internet üzerinden yaptık. AIDS ile ilgili olarak Names Project’i, Ribbon Projesi’ni, Durban Konferansı’ndaki çalışmaları ; verem hakkındaki opera ve tiyatroları(La bohemé,Moulin Rouge), romanları (Sefiller,Suç ve Ceza) film(Cennet Yaratıkları) ve heykelleri(American Visionary Art Museum), veba hakkında, çeşitli ressamların tablolarını (Peter Bruegel, Carlo Cipolla, Arnold Bocklin), heykelleri (Viyana, Olomouc, Tvrdja) ,kanser ile ilgili olarak “Keep A Breast” Projesi’ni, çeşitli sanatçıların tablolarını,fotoğrafları, filmleri, “Cancer Survivors Park”ı, ve kolera ile alakalı olan tabloları, heykelleri, filmleri araştırdık.

Hekim ve EdebiyatA.Sencer Kaya, Fatma Nazlı, Hasan Mutlu, Hilal NalcıProjeyi yapmaktaki amacımız; hekim ve edebiyat arasındaki karşılıklı ilişkiyi incelemek ve bu ilişki sonucunda edebiyatın hekime yaptığı etkiyi aynı zamanda hekimin edebiyata olan katkısını göstermektir.Projemiz iki temel üzerine kurulmuştur: 1. Hekimliğin edebiyata malzeme olacak bir zenginlik içermesi, edebiyatçı hekimin ilham konusunda sıkıntı çekmeyecek olmasıdır. 2. Edebiyatın hekimde meydana getireceği aşırı duyarlılık halinin, hastaya yaklaşımı etkilemesidir. Yöntem olarak, projemiz çerçevesinde çeşitli edebi eserleri, eserlerin doktor olan yazarlarını ve kahramanlarını inceleyip, analiz ettik. Projemiz içerisinde; edebiyatla hekimin ilişkisini, edebiyata katkıda bulunmuş ünlü hekimleri ve eserlerini,kitaplardaki hekim karakterleri ve edebiyatta hekimlerin yolculuğunu alt

Page 31: IV. Tıpta İnsan Bilimleri Kongresi-2008

IV. Tıpta İnsan Bilimleri Kongresi 2008Özet Kitabı

31

başlık olarak inceledik. Sonuç olarak; edebiyata hekimler ilham kaynağı olmuştur. Edebiyat ve tıp süre gelen bir ilişki içerisinde bulunmakta olup, bu durum ikisine de kazanç sağlamıştır. İnsanlarla iç içe olan hekimlik mesleği sürdükçe doktorlar her zaman edebiyat dünyasında bulunacaklardır.

Müziğin HomeostazisiHilal Yağar, Özgecan Yılmaz, Tolga ZeydanlıMüzik terapisi müzik aletleri ile birlikte kişilerin katılımını öngören ilaç ve diğer tedavilere ek olarak kullanılan terapi yöntemidir. Antik çağlardan beri müziğin iyileştirici etkisi araştırılmakta ve etkin bir şekilde kullanılmaktadır. Müzikle tedavi ve müzik terapisi psikiyatri temelli hastalıklarda 1950’lerden bu yana etkin olarak kullanılıyor. Yapılan araştırmalar sonucunda müziğin özellikle kişinin o an ki ruh halini ön plana çıkaran bir unsur oluşturduğu anlaşılmıştır. Müzik özellikle otistik çocuklar için bir kazanım olup onların dış dünyaya açılmalarını engelleyen duvarların yıkılmasına olanak sağlayan, onların dış dünyayla daha sağlam köprüler kurmasına yardım eden bir araç olmuştur. Böylece çocukların duygusal ve sosyal olarak yaşıtlarından kendilerini soyutlayan bireyler olmalarının önüne geçilmiş olur. Müziğin, ruhsal hastalıkların oluşumunda etkisi olan ve insanın duygusal durumunu düzenleyen serotonin, dopamin, adrenalin, testosteron gibi hormonları olumlu etkilediği; kan basıncı, solunum ritmi gibi fizyolojik işlevleri düzenlediği ve beyindeki oksijen ve kanlanmanın dengesini sağladığı bilinmektedir. Elbette müziğin sadece iyileştirme amaçlı değil rahatlatma amaçlı olarak da kullanılması söz konusudur. Örneğin anne karnındaki bebek bile müziğe olumlu tepkiler verir. Doğduktan sonra müzik sesiyle sakinleşir ve huzur içinde uykuya geçer. Gözlerini ses dolu bir evrene açan çocuklar doğuştan müziğe duyarlıdırlar. Çevrelerinde duydukları seslere ve ritimlere; önce bedenleriyle, daha sonra ses ile tepki gösterirler.. Bir yaşından itibaren müzik sesi duyduğunda sallanarak, zıplayarak ve birçok beden hareketiyle müziğe eşlik eder. Ayrıca müzik dinlemek, insanın estetik duygusunu ve ritim sezgisini uyararak geliştirir ve içindeki güçlü duyguları uyandırır. StdCongPostID: 141

Yeşilçam’da Doktor OlmakNazım Coşkun, Alper Türkel, Merve Soysal, Ümran Şenyer,Cihan TürkerTürk sineması ve özellikle klasik Yeşilçam dönemi, Anadolu insanının önemli bir kültürel simgesidir. Bu filmlerde işlenen temalar,halkımız tarafından fazla ciddiye alınmıyor gibi görünse de aslında bilinç altımızda önemli yerler tutabiliyor.Biz de bu düşünceden hareketle,günümüz doktorlarıyla da karşılaştırarak, Yeşilçam’daki genel doktor profilini mercek altına almaya çalıştık.Projemiz daha çok görsel yanı ağır basan bir konuya değindiğinden, kaynaklarımızın büyük çoğunluğunu yazılıdan ziyade, görsel ve işitsel öğeler oluşturmaktadır. İşte tüm bu kaynaklardan yararlanarak “Yeşilçam’da doktor kimdir?” sorusunu yanıtlamak ve konunun üzerinde düşünülmesi gereken yanlarını ortaya koymak amacıyla bu projeyi hazırladık.

Tıp ve Dövüş SanatlarıSancar Alp Ovalı, Ayşe Mete, Faruk Koca, Onur Kırat, Seda KöseTıp ve Dövüş Sanatları Dövüş Sanatlarının tıp üzerine bilinmeyen, duyulmamış yönleri üzerine bir çalışma.. Dövüş Sanatlarının görünen yüzünün ardında insan vücüduna tıbbi açıdan yararlı birçok özellik bulunmaktadır.İnsanı dinçleştirmesi(hormonal olarak), kalbi güçlendirmesi, metabolizma ve bağışıklığa iyi gelmesinin yanısıra ahlaki açıdan da geliştirmesi manevi huzura eriştirmesi bir savunma sporundan ziyade tıbbi olarak faydalı bir sanat olduğunu göstermiştir. Bu sporların başında chi gücü felsefesine dayalı tai chi chuan,shaolin khung-fu ve benzeri uzak doğu sporları gelmektedir..

Osmanlı’da Manzum Tıp EserleriSüleyman Kaya, Mehmet Karakurumer, Zeynep Karabacak “Dilçik olsa boğaz içi tolsa, Yimeği yutamaz zebun olsa. Bir yumurda sarusı, bir pare tuz, Cevz-i bevva yarum karışdurunuz. İmük üzre anı yakı eyle, Lazım olursa bir dahi eyle.” 16. yüzyılda yaşamış Hekim Nidâi, Ed-Dürrü’ül-Manzum adlı eserinde bademcik şişmesine bu şekilde bir tedavi yöntemi öneriyor. Yani; bir parça tuz koyulmuş yumurta sarısı, hindistan ceviziyle karıştırılıp ümük üzerine yakı yapılır ve hastalık geçene kadar orada tutulur. Tıp ve sanat tarihine şöyle bir göz attığımızda,

Hekim Nidai misali, şair ruhlu hekimlerin sayısının hiç de az olmadığını görürüz. Ancak tıbba dair eserini manzum olarak yazan şair hekimlere daha çok Osmanlı’da rastlıyoruz. Şair hekimlerin çokluğunu Osmanlı saray kültürüyle; günümüze ulaşan manzum tıp eserlerinin azlığını ise birçok hekimin henüz matbaayla tanışmamış olmasıyla açıklayabiliriz. Bademcik iltihabı gibi basit bir hastalıktan tutun da rahim kanserine kadar pek çok hastalığı ele almış eserlerinde hekimlerimiz. Önerilen tedaviler her ne kadar tecrübeyle sabit olsa da, modern tıbbın tedavi yöntemleriyle nasıl bir paralellik gösteriyor, bu da ayrı bir araştırma konusu olmalı.. Bu projede amacımız, sadece hekimler değil, edebiyatçılar tarafından da büyük ilgi gören bu eserlerde tıp dili olarak Osmanlıcanın yeterliliğini, edebiliğini, bu eserlerle devrine göre tıbbın hangi basamakta olduğunu görebilmektir..

Müzikle Tedaviye Bir Örnek; Sultan II. Bayezıd KülliyesiNeziha Özlem Günbulut, Merve İbrahimağaoğlu, Ahmet GünerOsmanlı padişahlarından Sultan II. Bayezid tarafından 1484 yılında Edirne’nin Tunca Nehri kenarına yaptırılan imaretin bir bölümünü darüşşifa oluşturmaktadır. Akustiği ve merkezi planlaması ile müzik tedavisi düşünülerek inşa edilmiştir.Bilimsel çalışmaları ile ruh hekimliği alanında da, çağdaşlarına göre yüksek düzeye ulaşmış Osmanlı Türk ruh hekimleri, hastaların müzikle tedavisi konusunda bir hayli ileri gitmişlerdi. Edirne Darüşşifası bilinen ilk hastane olması bakımından, Rönesans devrinde ve hastane tarihinde bir eşi daha olmayan Türk psikiyatrisi ve medeniyetinin eşsiz bir abidesidir. Külliye’nin içinde kapsamlı bir şifahane bölümü bulunmaktadır. Şifahane Bölümü: Geçmişte hastaların yatırıldığı bölümdür. Burada 4 yazlık, 6 kışlık oda ve bir musiki sahnesi vardır. Ortadaki havuzun şadrıvanından su akmaktadır. Geçmişte ruh hastalarının musiki, su sesi ve güzel kokularla tedavi edildiği akustiği ile ünlü bir mekandır. Evliya Çelebi’ye göre; müziğin insan ruhu üzerindeki olumlu etkisi konusunda yeterli bilgi ve deneyime sahip darrüşşifanın hekimbaşısı, hastalarına önce çeşitli makamlar dinletiyor, kalp atışlarının hızlanıp ya da yavaşladığına bakıyor, yararlandıkları uygun melodiyi belirliyor, şikayetleri ve benzer hastalıkları bir araya getiriyor, darüşşifanın müzik ekibine haftanın belirli günlerinde konserler düzenlettiriyordu. Evliya Çelebi, farklı müzik türlerinin farklı rahatsızlıklara iyi geldiğini belirtmiştir; zihni açma ve hafızayı güçlendirmede İsfehan, aşırı hareketli,heyecanlı hastaları sakinleştirmede Rehavi, sıkıntılı,karamsar,durgun ve neşesiz hastaların iyileştirilmesinde Kuçi makamının iyi geldiğini seyahatnamesinde belirtmiştir. SONUÇ İnsan yaşamının her döneminde rahatlatıcı bir güç olduğuna inanılan müzik, insanın ruh sağlığında önemli bir yere sahiptir. Bu nedenle insanoğlu, yüzyıllar boyunca çeşitli hastalıkların tedavisinde bilgilerinin ve inançlarının doğrultusunda müziği de bir tedavi türü olarak kullanmışlardır. Türk toplumlarında müzikle tedavinin büyük bir yerinin olduğunu Sultan II. Bayezid Külliyesi’nde görmekteyiz.

Görmeden Gören Beynin SırrıFulya Doğan, Naime Gül Demirel, Deniz ÇekiçBundan 55 yıl önce dünyaya gelen Eşref Armağan 6 yaşındayken kalem ile kağıt üzerine çizmeye, 18 yaşında ise önce parmakları ile kağıt üzerine, sonra da kartona yağlı boya ile resim yapmaya başladı. Yağlı boyadan akrilik boyaya ve tuvale geçti. Ne çocukken ne de yetişkin çağda hiçbir öğrenim görmeyen Eşref Armağan’ da resim yapmak bir tutkuya dönüştü. Elleri artık onun gözleri olmuştu. Görmemesine rağmen çizdiklerinin bu denli gerçeği yansıtması bizi görmenin resim yapmadaki payını araştırmaya yöneltti. Armağan’dan önce görmeyen çocuklarla yapılan çalışmaların da doğrultusunda beyin plastisitesi sayesinde diğer duyuların geliştirildiği, kayıp duyunun eksikliğinin dengelenerek beynin sürekli bir gelişim, değişim ve adaptasyon sürecinde olduğu ve ihtiyaca göre yeni yollar geliştirdiği gözlemlenmiş. Bu yeni geliştirilen öğrenim yolları duyu kaybı olan her kişi için özel olmakla beraber Eşref Armağan’ da ise görme duyusunun eksikliğine karşın dokunma duyusunun geliştiği ve görsel korteksinin gören bir insanınki kadar çalıştığı gözlenmiş. Zaten Armağan da, yapacağı resme ait şekillerin önce kabartmalarını parmaklarıyla incelediğini; boyut, perspektif, gölge ve renk gibi temel öğeleri etrafındaki insanlara sorarak öğrendiğini ifade ediyor. Armağan’ ın bu yeteneği bize mağara duvarlarına resim yapıldığı zamanlardan bu yana görmenin resim yapmadaki gerekli tek unsur olmadığını bir kez daha ve daha kesin bulgularla gösteriyor. Bu ise görmeyen çocukların eğitiminde bir mihenk taşı oluşturarak bizlere yeni ufuklar açıyor…

Page 32: IV. Tıpta İnsan Bilimleri Kongresi-2008

IV. Tıpta İnsan Bilimleri Kongresi 2008Özet Kitabı

32

Tiyatro ve Tiyatrocu Gözüyle TıpCeyhun Çağlar, İhsan Çetin, Rudina CenguTiyatro bilindiği gibi yüzyıllardan beridir var olan bir sahne sanatıdır.Herkesin olduğu gibi bu sanat dalının ve bunu icra edenlerin de tıbba belirli bir bakış açısı vardır.İzleme fırsatı bulduğumuz ‘Son Çare Hastanesi’ adlı oyun insanların bu konuda fikir edinmelerini amaçlamaktadır.Oyunda kapatılmak üzere olan bir hastaneden başka bi hastaneye aktarılacak akıl hastaları bunu engellemek için çeşitli akıl oyunlarına başvururlar.Burada oyuncular izleyicilere toplumdaki akıl hastalarının iç yüzünü biraz olsun anlatma imkanı bulmuşlardır.Oyunları genel olarak incelediğimizde ise tıptaki çeşitli hastalıkların oyunların türlerine göre gruplaştığı görülmektedir.Örneğin;diare,akıl hastalıkları ve sağırlık gibi rahatsızlıklar komedi,verem ve kanser gibi rahatsızlıklar ise daha çok trajedi oyunlarında karşımıza çıkmaktadır.Doktor rolünün de bu sanat dalı için önemi oldukça büyüktür.İki usta tiyatrocu ile yapılan söyleşiden sonra vardığımız kanıya göre doktor rolünün oyuncular arasında popüler ve karizmatik olarak tanımlandığı ve bu rolü canlandıranın büyük keyif aldığıdır.Çünkü halk arasında saygın bir meslek olan hekimlik oyuncuya da sahnede bir özgüven aşılamaktadır.Bu da doğal olarak oyuncunun performansını bir basamak yukarı çeker.Tabi oyuncuların gerçek hayatta karşılaştıkları doktor portresi ile oyunlarında canlandıkları arasında çeşitli farklılıklar vardır.Nedeni ise oyuncuların gerçek hayatta sağlık hizmetlerinde karşılaştıkları zorlukları genelde oyunlarına yansıtmamalarıdır.Böylece tiyatro ve tiyatrocu her alanda olduğu gibi tıp hakkında da izleyicilerin kafasında mutlaka bir fikir oluşturur.

Edebiyat Penceresinden Hastalıklarla YaşamakNeşe Merve Kartal, Gökcen Memiş, Merve KocarBir hastalığın tedavisinde hekim kadar hastanın da çok büyük rolünün olduğu bilinmektedir. Dolayısıyla hekimin ve hastanın mücadelesi bir hastalığın aşılmasında tek başina yeterli değildir. İkisi birlikte olduğunda en iyi sonuç alınabilmektedir. Bu projede yaşadıkları dönemin en zor hastalıklarına yakalanan ancak, yaşama sıkı sıkıya bağlanarak yaşamdan kopmayan bazı roman karakterleri ‘Hastalığı çeken bilir’ ilkesinden yola çıkılarak, hekimlerin hastalara ve hastalıklara yaklaşımlarını kolaylaştırması amacıyla incelenmiştir. Literatür ve internet veri tabanları üzerinden seçilen kitaplar, (Sol ayağım,mavi saçlı kız,bir şizofren kızın güncesi,hayata çevrilen pedal,ağlama ölmeyeceğim) araştırmacılar tarafından oluşturulan bir kontrol listesi üzerinden değerlendirilmiştir. Sınıflandırılan veriler arasından tüm kitap kahramanlarında ortak olan özellikler belirlenmiştir. Böylelikle hem hastalara, hem de hekimlere sunulabilecek olan yaşam deneyimlerinden süzülmüş önerilere ulaşılmıştır Hastalıkla mücadelenin kazanılmasına yardımcı olan faktörlerin başında motivasyon ve moralin geldiği saptanırken listenin devamında bu motivasyonu destekleyecek eş, arkadaş, akrabalar gibi faktörler yer almıştır. Ayrıca hastalık düşüncesinden uzaklaştıracak bir meslek veya uğraşı sahibi olunması da hastalara mücadeleleri sırasında yardımcı olmaktadır. Araştırmanın sonucunda, iyileştikten sonra; hastanın yaşam ve insan sevgisinde artış olduğu, hayatın kıymetinin arttığı, basit şeylerin üzücü olmaktan çıktığı gözlenmiştir. Tüm bu gözlemlere göre hekimlere önerilen hastalarının moral ve motivasyonlarını desteklemeleri, sosyal hayatlarını mümkün olduğunca teşvik etmeleri, yakınlarına da hastanın moralini destekleyici yönlendirmelerde bulunmalarıdır. Hastalara önerilense, hayata daha sıkı sarılmaları, mutlaka bir hobi veya uğraş sahibi olmaları, tedavilerini aksatmamaları ve hekimlerinin tavsiyelerine uymalarıdır.

Sanat ve Tıbbı Birleştiren Alan: DiseksiyonOsman Burak, Kaplan Mehmet ,Afşin Karaoğlan, Ulaş Karaoğlu, Gizem Kaval, Ferhat KeserBilimsel amaçlarla kadavralar üzerinde diseksiyon uygulamasına başlanması 14. yüzyılın ilk yarısına rastlar, rönesansla birlikte de altın çağını yaşar. Diseksiyon derslerinde organları, iç organların yer aldığı boşlukları, kemikleri ve kasları incelemeye yönelik bilimsel yetiye sahip olanlar anatomistlerdi. Bununla birlikte o güne kadar kritik bir yetersizlik söz konusuydu. Anatomistlerin bilimsel anlamda yaptıkları iş kusursuza yakındı; fakat gözlemlerini grafik sanatları anlamında gösterebilecekleri bir eğitimden yoksundular. Bununla birlikte insan vücudunun morfolojisini öğrenmeye meraklı dönemin sanatçıları kimi zaman bu diseksiyon seanslarına eşlik etmişlerdir. İnsan vücudunun gerçekliğini kusursuz gösterebilme arzusu sanatçıları, vücut oranlarını tam olarak temsil etmeyi, kemik ve eklemlerin

şekil ve yapılarını, kas ve tendonların anatomik olarak doğru bir biçimde yerleştirilmesini öğrenmeye itmiştir. Bu teknik ressamlar, insan anatomisinin dış ve iç karmaşıklığını kağıt üzerinde gösterebilme yeteneğine sahiptiler. Rönesanstaki yazılı basım böylece tıp ve sanat arasındaki sıkı ilişkinin doğmasını sağlamıştır. Cerrah ve anatomistlerin diseksiyonlarını belgeleyen çeşitli sanatçıların kritik katkıları, tıp ve sanat arasında, herbirinin diğerine bağlı olduğu yakın bir ortak yaşam alanı yaratmıştır. Bunların arasında öyle birisi vardır ki ayrı bir olgu olarak ele alınmayı hak eder. Karşılaştırmalı anatomist olan Leonardo da Vinci’nin yaptığı resimler kendi diseksiyonlarına dayanır ve tıp ile sanatın evliliğini yansıtır.

Notalarin Ruha DokunuşuÇağhan Tönge, Hani Alissa Alam, Tuğba Nur Torun, Tülay Tan, Deepak Raj PantBu projede müzik ruhun gıdasıdır sözünden yola çıkarak öncelikle müziğin ruh sağlığına ne gibi etkileri var, hangi tür müzik ruhu hangi yönde etkiliyor, psikolojik ve psikiyatrik tedavilerde müziğin kullanılması gibi konuları işledik. İnsanın ruh sağlığını birçok faktör etkiler, bulunduğu ortamdan yaptığı işe, sosyal çevresinden genetik özelliklerine kadar değişebilen bu faktörlerin arasında, müziğin de yeri yadsınamaz. Günümüzde, psikolojik tedavilerde, çeşitli hastaların ruhsal konumunu iyileştirmek, onlara daha kaliteli bir yaşam sunabilmek için müzik kullanılmaktadır ve farklı hastalarda farklı frekans ve tonlarda müzikler kullanılarak tedavi uygulanmaktadır. Biz de bu tedavi yöntemlerini ve etkilerini araştırıyoruz.

Bir Beden On Yedi Kişilik: Sybil Isabel DorsettErhan Ekren, Ecem Zeliha Ergün, Pelin Ertop, Dilan Ece GeylanDünya mavi Ben o mor renkli noktayım. Ben dünyann bir parçası değilim... Böyle olmasını ben istemedim.(1959) 1970’li yılların sonlarında yayımlanan bir kitapla moda olan hastalık: Çok yönlü kişilik bölünmesi (dissociative identity disorder). Kitabın kahramanı ise kurgu değil gerçekten yaşamış bir insan; Sybil Isabel Dorsett ya da asıl adı ile Shirley Ardell Manson. Kadınlı erkekli tam 17 karakteri içinde barındıran bu genç kızın psikanalizi birçok insanı ayağa kaldırdı. Kiminin iddası sadece bir takım psikolojik sorunları olan bu genç kızın 17 karakterini çeşitli hipnotizma ve telkin yöntemleriyle doktoru Cornelia Wilbur’un yarattığı yönünde iken kimileri –ve Cornelia Wilbur- bu kişilikleri çocukken geçirdiği travmalara bağlıyor (ebeveynlerini cinsel ilişki sırasında görmesi, annesinin ona yaptığı işkenceler). Gerçeğin ne olduğunu, bu karakterlerin nasıl oluştuğunu tam olarak bilmesek de Sybil’in 17 değişik karakteri barındıran sanatçı ve entellüktüel kişiliğinden eminiz. Bu karakterler onun sanatına da yansımış, her bir karakteri tamamen farklı insanlar gibi değişik renk ve teknik seçimleriyle resimler yapmışlardır. Örneğin 2-3 yaşlarındaki karakter Ruthie pastel boyalarla yaşına uygun resimler yaparken, 20’li yaşlarındaki, aynı zamanda bir yazar olan Marcia sulu boya kullanarak daha çok mavi tonlar ağırlıklı duygusal resimler yapıyordu. Başka bir çapıcı örnek ise aynı vücut içinde barınan karakterlerden Vanessa’nın müzikal yönü ile ön plana çıkması ve piyano çalabilmesinin yanısıra Sybil’in çalamamasıdır. Biz de bu projemizde ‘çok yönlü kişilik bölünmesi’ne -çocukluk travmaları veya bir doktorun telkinleri sonucu- uğrayan ve sanat yönü ağır basan Sybil Isabel Dorsett’i inceleme olanağı bulduk. Bu hastalık kurgu mu değil mi bilmiyoruz ama Sybil’in her bir karakterinin resimlerindeki farklılıklar oldukça çarpıcı.

Müzikle TedaviSeray Bildir, Ahmet Soykurt, Çise TüccarTIP VE MÜZİK Müzikle tedavi 2. Dünya Savaşı’nda yaralanan askerlerin terapisinde müzikten yararlanılır ilk olarak. Ardından, 1947’de ABD’nin Michigan Devlet Hastanesi nde müziğin tedavi programına alınır.Depresyon, şizofreni, zeka geriliği, alkol ve madde bağımlığı ile mücadelede müzik tedavi yöntemine başvurulur. Türklerde Müzikoterapinin temellerinin atıldığı yerlerden birkaçı:Gevher Nesibe Tıp Tarihi Müzesi , Bayezit Külliyesi’dir.Gevher Nesibe Tıp Tarihi Müzesi,müzenin ilk bölümünde(Gıyasiye)Selçuklu döneminde tıpta kullanılan çeşitli malzemeler sergilenmektedir.İkinci bölümde (Şifahiye) ise, XII. Yüzyılda akıl hastalarının müzik (telkin yolu) ile tedavi edildiği akıl hastaları bölümü(Bimarhane)gezip incelenmeye değer bölümlerdendir.Bayezit Külliyesi ise Sultan Bayezit ll’nin Edirne’de yaptırdığı Bayezit Camii ile buna bağlı medrese,şifahane v.b.’den oluşan eserler topluluğudur. Türkiye’de müzik ile

Page 33: IV. Tıpta İnsan Bilimleri Kongresi-2008

IV. Tıpta İnsan Bilimleri Kongresi 2008Özet Kitabı

33

tedavi alanında TÜMATA ve TÜTEM çalışmalar yapan iki gruptur. Müzikle tedavinin aktif tedavi, pasif tedavi,baksı tedavi,çalgılarla meşguliyet,ritm ve dinleme türleri vardır.Aktif tedavideki hareketlerin amacı, bedeni, ruhsal ve fiziksel yönden geliştirmek ve korumaktadir. Pasif tedavi yere sırt üstü uzanılarak gerçekleştirilen seans sırasında zihnin, düşünce ve sıkıntı gibi etkenlerden arındırılmış olması gerekmektedir.Terapi sırasında müziğin zihinde oluşturdukları müzik terapistlerine aktarılmakta ve bunların nedenleri araştırılmaktadır . Baksı dansı stres, depresyon, halsizlik, kas spazmları, kireçlenme ve romatizma gibi rahatsızlıklar için son derece faydalı ve etkili bir tedavi yöntemidir. Motor sinir sistemi bozukluklarının tedavisinde kullanılan yöntem çalgılarla meşguliyettir. Bu tedavi yönteminde, hastaların bireysel ve grupla birlikte çalgı çalmaları güven duygusunu arttıran en önemli sebeplerden biridir. Hastalara uygulanan ritm çalışmaları, kas katılığı, eklem rahatsızlığı, denge bozukluğu, isteklendirme eksikliği gibi rahatsızlıklarda olumlu sonuçlar ortaya koymaktadır. Hastalara uygulanan müzik dinletme faaliyetleri, dikkat ve hafızayı geliştirici sonuçlar ortaya koymaktadır. Bu yöntemle, otistik, hiperaktif ve disleksiali hastalar tedavi edilmektedir.

Absolute KulakGökçen Büyükbaş, Perihan Aladağ, Mükremin CoşkunMutlak kulak yeteneği, duyulan bir notayı bir referans almadan, başka bir notayla karşılaştırmadan tanıyabilme yeteneğidir. Sol şakak lobunda bulunan planum temporale bölgesi mutlak kulak yeteneği denilen ve duyulan herhangi bir sesin hangi nota olduğunu (örneğin geçen bir arabanın çıkardığı korna sesinin, fa ya da sol olduğunu) bilme yetisinde önemli rol oynuyor. Mutlak kulaklı doğan insanlarda planum temporale lobun sol tarafının gelişmiş olduğu gözlenmiştir. Batı toplumlarında bu yetenek 10.000 kişide bir gibi son derece az görülüyor. Mozart dokuz yaşındayken, gittikleri bir konserde, sol minör senfonisinin la bemol minör çalındığını iddia etmiş. Bunun üzerine yapılan araştırmada, yüksek sıcaklık nedeniyle üflemeli çalgıların yarım ses inceldiği, bu yüzden de orkestradaki yaylı çalgıların da yarım ses daha inceye ayarlandığı bulunmuş.Yani bu durumda, parça sol minör yerine, yarım ses daha ince olan la bemol minör tonunda duyulmuş. Mozart gibi Beethoven, Anjelika Akbar, İdil Biret, Fazıl Say gibi müzisyenler de bu yeteneğe sahiptir. Sonuç olarak üstün yetenek, iyi bir eğitimle birleştiğinde kaliteli müzisyenler ortaya çıkacaktır.

Renkli Kişiliğiyle, Efsane Cerrah, Tarık MinkariMerve Altunbaş, Rengin Güvenç, Dilek ApakHekim olup da sanatın değişik kollarıyla ilgilenen birçok kişi olduğunu gördük.Bazıları müzikle, bazıları resimle, bazıları sinemayla, bazıları fotoğrafçılıkla ilgileniyordu.Tarık Minkari de edebiyatla ilgilenen bir genel cerrah.Gerek cerrahide göstermiş olduğu başarılarıyla, gerekse anılarını anlattığı birçok kitabıyla dikkatimizi çeken bu farklı insanı daha yakından tanımak istedik.Araştırma yaptığımızda, kitapçılarda gördüğümüz birkaç kitabından çok daha fazla sayıda kitabı olduğunu gördük.Kitaplarından bazıları:Önce Bayılt Sonra Ayılt,Bir Cerrahın Anıları, Anılar Portreler Tören, Şaştım Kaldım, Hoş Ya Da Boş...Prof. Dr. Tarık Minkari 1948-1992 yılları arasında İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde 44 yıl aralıksız çalışmış, cerrahi ağırlıklı on kitaba imza atmış ve çok sayıda ameliyat tekniğine doğrudan ya da dolaylı katkıda bulunmuş. Dr. Tarık Minkari’ den EFSANE CERRAH Prof. Dr. Tarık Minkari’ye uzanan yolda karşılık beklemeden, ayakta saatlerce kan ve ter içinde, ameliyathane lambalarının parlak ışıkları altında geçen yarım asır; on binlerce ameliyat. Tuzak dolu en zor ameliyatlardan, daha önce açılmış düzeltme ameliyatlarından, toplumun en üst düzey kişilerinin ameliyatlarına kadar hepsinden alnının akıyla, tertemiz, başarıyla sıyrılmış Tarık Minkari.1992’de ona sevgi ve vefa dolu, çok anlamlı bir “veda ” töreni yapılmış.Hoca “bu tören unutulmamalı” demiş, anılarını yazmaya başlamış.Sonra kendi kendine karar vermiş: “Ahrette seyahat acentası yoktur, ne yapmak istiyorsan bu dünyada yap” demiş, beş kıtayı yeniden keşfetmiş, çok sayıda gezi kitabı yazmış.Daha sonra, Haslet soyöz ile, kitaplarını resimli roman gibi hazırlatıp yayınlatmış.2004’te, Tunca Aykut ve Mahmut Gökgöz , hocanın kitaplarından iki perdelik bir piyes yapmışlar, adını “Merhaba Hayat” koymuşlar.Tarık Minkari’yi sahnede, olağanüstü sanat gücüyle, Dilek Türker canlandırmış.Hoca Şimdi Şöyle diyor:“Kamil insan ona derler ki yaşar hatıralarla bir başka kerem beklemez gelecekten.”

Iki Nefes ArasındaIrmak Karaca, Oğuzhan Kahraman, Gökçen KamışAstım, akciğerdeki hava yollarının daralması veya tıkanması sonucu solunum zorluğuna neden olan kronik bir akciğer hastalığıdır. Klinik açıdan bakıldığında ise tedaviyle veya kendiliğinden düzelebilen diffüz bir hava yolu hastalığı özelliği taşımaktadır. Astımda inflamasyonun oluşmasında genetik ve çevresel faktörler rol oynarlar. Genetik yatkınlıkla beraber sigara, polen, soğuk algınlığı, enfeksiyonlar ve mesleksel faktörler hastalığın tetikleyicisidirler. Sanatçılarda da mesleksel kökenli astım sorunuyla karşılaşılabilmektedir. Bu çalışmada amacımız sanatçılarda görülen mesleksel kökenli astımın kullanılan ses teknikleriyle ilişkisini araştırmak ve astımın sanatçının sanat yaşamı üzerine etkisini ortaya koymaktır. Bu amaç çerçevesinde astım rahatsızlığı bulunan Ankara Devlet Tiyatrosu sanatçısı İclal ÖZERGİN ile bu hastalığın süreci ve sonuçlarıyla ilgili bir söyleşi yapılmıştır. Rahatsızlığının temelinde genetik faktör de bulunan sanatçımız bu hastalıkla tiyatro yaşamı içerisindeyken karşılaştığını ve hastalığının yaşamındaki etkilerinden bahsetmiştir. Sanatçıyla yapılan bu söyleşinin yanı sıra proje hazırlanırken internet tabanlı makalelerden, astım ve akciğer rahatsızlıkları ile ilgili kitaplardan yararlanılmıştır. Yapılan söyleşi ve konu ile ilgili yapılmış diğer çalışmalar göz önüne alındığında sanatçıların kullandıkları ses tekniklerinin belli bir süreç sonunda ses kullanımı kökenli bir tür astıma yol açabileceğini ve bunda aynı zamanda genetik faktörlerin de söz konusu olduğu sonucuna varılmıştır. Ancak astımın atak zamanları haricinde sanatçının sanat yaşamında önemli bir etkisinin olmadığı gözlenmiştir.

Psikolojik Hastalıkların Tedavisinde ŞiirAslı Bilge, Elif Bayram, İbrahim AylakŞiirin ruh üstünde iyi etkileri olduğu inanışı çok eskilere dayanıyor. Yunanlılar şifa tanrısı Asclepius’un şiir tanrısı Apollo’nun oğlu olduğuna inanıyorlar. Mitoloji de Oceanus Prometheus’a kelimelerin akıl hastalıklarının doktoru olduğunu söyler. Ayrıca 1. yy da yaşamış Romalı doktor Soranus hastalarına şiir ve dramayı önerir. Amerika’da da 1991 yılında bir grup doktor şiir yazmanın ruhsal bozuklukların tedavisi için çok etkili bir yol olduğu fikrini ortaya attı. Bu fikir bir grup hasta üzerinde denendiğinde gerçekten etkili olabileceğini görüldü. Yalnız bunun bir görev değil de sadece eğlence amaçlı yapılan bir aktivite olduğu hastalara kabul ettirildiğinde olumlu sonuçlar alınmaya başlanmış. Sonra aynı doktor grubu bu çalışmayı daha de geliştirip dünya çapında bir çalışma haline getirmek istediler. Bu sebeple “Poetry Express” adlı dergiyle bir çalışmaya başladılar ve birkaç yıl içinde büyük bir okuyucu kitlesine ulaştılar, Afrika’dan Avrupa’ya kadar her yerde bir okuyucu kitlesine sahipler su an. Dergi okuyucuları yazdıkları şiirleri dergiye gönderiyor böylece ortak sorunlara sahip insanları bir araya getirip duygularını paylaşma imkanı vermiş oluyorlar, ayrıca aynı grup dergi okurları için şiir yazma üzerine kamplar yapıyor.Ama ne yazık ki ülkemizde hiç duyulmamış bu çalışmaları yapacağımız poster çalışmasıyla ülkemizde yayılmasına katkıda bulunmayı amaçladık.

ChromotherapyMadiha Nazir, Salah Jalal RashedChromotherapy is based on the ancient art of the using color and likes to treat diseases. Practioners believe that by altering the colors that surround us, it’s possible to enhance health and well-being. For many centuries various aspects of healing have been linked to the use of the arts, in particular music and colour because of their innate ability to bring about a mental, emotional and physical calmness. Colour affects the neurological and physical mechanisms that bring about the effect of relaxation. The earliest forms of therapy included the use of color gems and sunlight. There’s now a wide range of treatment options available and many practitioners combine the use of color massage, reflexology, crystals and yoga. Professor Niels Finsen researched colour therapy and received the Nobel Prize in Medicine in 1903 for his work, which explained that different colours had different energies. These different energies or vibrations caused different reactions to the human psyche and the human body. In the last century, light therapy had been discussed by Dr. Babbitt, Dr. Kate Baldwin, and, more recently, Dr. Gumbel. Chromotherapy is a nonpharmacological treatment with light an colour. İt can be used in outpatient clinics, hospitals, rehabilitation centers and sanatoria. The meaning of colour varies from on society to another from one culture to another

Page 34: IV. Tıpta İnsan Bilimleri Kongresi-2008

IV. Tıpta İnsan Bilimleri Kongresi 2008Özet Kitabı

34

and from one nation to another. However the fact that colors carry energy makes them useful in the treatment of diseases. The research reported the color and lighting have profound influence on patients and consumers and cognitive performance. We are body, mind, and spirit and none of these areas function entirely alone; each has an effect upon the other. This is why colour therapy can be so useful since colour adresses all levels of our being.

Irvin D. Yalom Edebiyatın Psikiyatri İle BuluşmasıMurat Akcivan, Fırat Baluken, Zülküf AkelmaProjemiz pek çok insana ürkütücü ve karmaşık gelen psikiyatri biliminin ünlü psikiyatrist Irvin D. Yalom tarafından edebiyat yoluyla insanlara aktarılış yöntemini incelemektir. Bu amaçla ünlü yazarımızın şu üç kitabını şeçtik ve inceledik.Nietzsche Ağladığında,Bağışlanan Terapi ve Aşkın Celladı.Yazarın genel itibariyle psikiyatri ve felsefeden uzak kitlelere en büyük faydası, batı filozoflarını kendi romanlarına karakter olarak yerleştirip onların temel öğretilerini ve algılayışlarını herkesin anlayabileceği şekilde damıtmasıdır. Bugüne kadar Nietzsche, Freud, Breuer ve Schopenhauer gibi batı felsefesinde ve tıbbında rol oynamış insanları kendi karmaşıklıklarından çıkarıp hayatları boyunca ortaya koymaya çalıştıkları “başyapıt” fikirleri ve öğretileri sade bir şekilde vermeyi başarmıştır. Roman kurgusu çok başarılı olmasa bile kişiye psikanaliz çerçevesinde bir hayat perspektifi kazandırdığı için ve psikanalizi kara büyü olmaktan çıkardığı için kitapları büyük ölçüde amacına ulaşmıştır.

Çocukların Şairi ve Hekimi: Ceyhun Atuf KansuTuncay Gökçen, Muhammed Çağrı Külekçi, Harun MankırProjemizin amacı hekim kimliği ve şair duyarlılığıyla tanınan Ceyhun Atuf KANSU’nun hayatı ve hem hekim kimliğini hem de topluma karşı duyarlılığını birleştiren “Dünyanın Bütün Çiçekleri” ve “Kızamuk Ağıdı” adlı iki şiirini incelemekti.Öncelikle hayatını ve yaşam tarzını konu edinen kaynaklara başvurduk ve çeşitli kitaplardan bilgiler edindik.Kendisini daha iyi tanımak amacıyla kızı Hacettepe profesörlerinden Dr. Bahar GÖKLER ile görüştük. Çocuk Hastalıkları Uzmanı olan Kansu’nun şiirlerine ‘Çocuk ve Çocukluk’ imgelerinin daima yansıdığı görülmektedir, çocukluğa açılmak evrensele ve dünyaya açılmaktır Kansu için . Kansu için çocukluk, saf ve iyiliği,masumiyeti çağrıştırır.”Dünyanın Bütün Çiçekleri” adlı şiir, okulun duvarının üstüne çökmesi sonucu yaşamını yitiren Şefik SINIĞ’ın son sözlerinden esinlenilerek ve bu sözün altında yatan insan sevgisi iyice perçinleştirilerek ortaya çıkarılmış ve sonuç olarak defalarca ve ısrarla okunması gereken bu güzel yapıt oluşmuş.”Kızamuk Ağıdı” adlı şiirde de şair, bu şiirinde diğer şiirlerinde de vurguladığı,doktor kimliğiyle bütünleşen insan sevgisini “kızamuk” sebebiyle hayatlarını kaybeden 23 çocuğun ızdırabıyla harmanlıyor ve bu güzel eseri ortaya koyuyor. Ceyhun Atuf KANSU Kızamuk Ağıdı adlı şiirinde doktor olmanın verdiği sorumlulukla ve şefkatle,yazılarında da sık sık değinmiş olduğu aydın duyarsızlığını edebi bir dille kaleme almış ve olan biteni sorgularken aslında o küçücük 23 insanı da ölümsüzleştirmiş.Sonuç olarak doktor ve şair kişiliğini çok iyi sentezlemiş olan Ceyhun Atuf Kansu biz geleceğin doktorları için topluma daha duyarlı olmada iyi bir yol göstericidir.

Tıp ve Müzik

Müzikle TerapiBetül Deniz, Rauf Hamid, Özlem ÇimenMüzik geçmişten beri tıpla birlikte kullanılmıştır. Günümüz dünyasında da ciddi uygulama alanlarında ve literatürde uzmanlık dalı olarak kendine yer bulmuştur. Biz de bundan yola çıkarak bu dalın gelişim evrelerini, yapılan pratik uygulamaları ve bunların sonuçlarını bilimsel verilerden faydalanarak inceledik. Beyinde müzik makamlarına göre alfa ve teta dalgalarının degiştiği, otistik ve nevrotiklerde duyguların olumlu yönde değiştiği ve haraket kabiliyetin arttığı bilinmektedir. Özellikle Prof. Dr. V. Mechleid tarafından EEG ölçümleri ve sonuçları bu tezleri doğrular nitelikteydi. Cerrahide de faydalanılan müzik terapi ile komaya giren hastaların bu durumdan kurtuldukları gözlenmiştir ve sonuçta modern tıp içinde otizm, geriatri, onkoloji, immunoloji, nöroloji, kardiyoloji, depresyon, anksiyete alanlarında tedavi amacı ile kullanılmak üzere yer aldığını gördük. Ülkemizde Yrd. Doç. Dr. Oruç GÜVENÇ’in kurucusu olduğu Türk Müziği Araştırma Grubu (TUMATA) müzikle terapi sansları düzenleyerek muzikoterapide yer edinmiştir. Bu gözlemlerimiz doğrultusunda tıp ve sanatın yakın ilişkisinin doğurduğu faydalı pratik sonuçları görme imkanımız oldu.

Günde 2 Doz MüzikEmine Yazıcı, Eyüp Yüksekal, İhsan YalçınkayaTabiatın her zerresinde büyük bir nizam ve ahenk içinde devam eden ritim ve melodi beraberliği bulunmaktadır.Kuş seslerindeki ahenk ve ritim mükemmelliğinde; elektronların, atomların, galaksilerin hareketleri ile vücudumuzdaki sıvıların dolaşımlarının büyütülen seslerinde müziğin varlık alemiyle ilgi ve ilişkisini gözlemleyebiliriz. Müziğin ve seslerin, büyük çoğunluğu sudan oluşan hücrelerimiz ve organlarımız üzerinde nasıl bir etki yapabilir? -Titreşen sesler çevremizdeki hava içerisinde gözümüzle göremediğimiz titreşimsel desenler oluşturur ve bu titreşimler harekete bağlı enerji alanları yaratır. Biz de bu enerjileri emeriz ve onlar da bizim metabolizmamızı değiştirir. MÜZİĞİN ETKİLERİ • Beyin dalgalarını yavaşlatabilir ve düzenleyebilir. • Nefes alış verişini etkiler. • Kalp atışını,nabzı ve kan basıncını etkiler. • Kas gerilimini azaltır, beden hareketlerini ve koordinasyonunu geliştirir. • Beden ısısını etkiler. • Vücuttaki endofrin düzeyini belirler. • Ağrı ve strese bağlı hormonları düzenleyebilir. • Üç boyutlu algımızı etkiler. • Zaman algımızı değiştirir. • Hafızayı ve öğrenmeyi güçlendirir. • Duygusal ve fizyolojik tepkiler vermemizi sağlar. • Nörolojik ve ruhsal bozukluklar sonucunda zarar gören kısımları tekrar etkinleştirilebilir. • Hiperaktiviteyi azaltır,dikkat süresini arttırır. • Öz güvenini arttırır, benlik algısını çoğaltır. • Korpus kallozumun daha sağlam hale gelmesi Müziğin bu etkilerinden ve geçmiş zamanlarda “müzikle tedavi” yapılmasından dolayı günümüzde de kanıtlanarak “müzikle terapisi” yapılmaktadır. Burada terapist hastasına, iyilik halini ilerletme, sürekli kılma ve sabitleştirmeyi müzik deneyimini kullanarak ve onları değişimin dinamik bir gücü kılarak yol göstermektedir .Müzik terapide, ritim, melodi ve harmoni gibi müzik unsurları tedavi amaçlı kullanılır. Müzik, hastanın sinir ve endokrin sistemi üzerinde olumlu etkiler oluşturarak, duygu ve düşüncelerde anlamlı tepkilerin ortaya çıkmasını sağlar.

Müziğin Gizemli GücüKamranbay Gasimov, Akbar Hajiyev, Sadiga Osmanlı,Cemal SeyhunBu projede amacımız gebelere dinletilen müziğin doğum sürecine etkisini belirlemektir. Araştırma yaparken bu konuda yayınlanan makaleler, tezler, konu hakkında basılı kitaplar, internet üzerindeki akademik kaynaklar kaynak alınmıştır.Bu kaynakların detaylı değerlendirilmesi ile ortak bir sonuca varmaya çalıştık. Gebelik fizyolojik bir olay olmakla birlikte her kadın gebeliğe karşı kendi ruhsal, sosyoekonomik ve kültürel yapısına uygun davranış gösterir. Gebelik süresince değişik zaman dilimlerinde gebenin emosyonel reaksiyonları genellikle kararsızlık, içe dönüklük , pasiflik, kendini beğenmeme, bağımlılık, korku ve anksiyete olarak tanımlanmaktadır. Gebelerde ağrıların ,bilinmezliğin, yabancı ortamın,uygulanan işlemlerin beraberinde getirdiği korku, endişe, huzursuzluk, ağlama gibi davranışsal

Page 35: IV. Tıpta İnsan Bilimleri Kongresi-2008

IV. Tıpta İnsan Bilimleri Kongresi 2008Özet Kitabı

35

belirtilerin iyi bir iletişim kurularak azaltılması yanısıra anne adayına genital bölgeye etkin olduğu savunulan tedavi müziği dinletilmesi önerilmektedir. İnsana sonsuzluk hissi veren,başağrısı, iç sıkıntısına ve genital organlar üzerine olumlu etkileri olan tedavi müziği Rehavi makamıdır. Dinleyiciyi fiziksel ve ruhsal olarak olumlu etkileyen müzikle terapi ,annenin güç ve cesaret kazanmasına ,güven duymasına, kendini ifade etmesine ,kaygının azalmasına, ağrılarıyla başetmesine yardımcı olarak doğumu olumlu yönde etkileyebilir.

Çalgı Çalmaya Bağlı Fizyolojik RahatsızlıklarElif Arslanoğlu, Esra Çetin Gamze, Gündüz Seher KızılMüzik ile tıbbın etkileşimi yüzyıllar öncesine dayanmaktadır. Bu etkileşim daha çok, müziğin bir tedavi aracı olarak kullanılması şeklinde ortaya çıkmaktadır. Ancak müzisyenlerin uzun yıllar mesleklerinden dolayı karşı karşıya kaldıkları fiziksel problemler ne sanat ne de tıp çevrelerince yeterince dikkate alınmamıştır. Ancak müzisyenler, yüksek bir zihinsel ve fiziksel efor gerektiren ince ayrıntılarla dolu işlerini sürdürmek için günde en az 4-5 saat çalışan, kol ve ellerine adeta yeni bir kas hafızası yerleştiren kişilerdir. Buna rağmen, ne yazık ki diğer mesleklerin aksine müzisyenlerin mesleki sağlık ve güvenlik standartları yoktur. Halbuki bir müzisyen için elleri ve kolları en değerli parçalarıdır. Tüm meslek yaşamları küçük bir kasa veya tendona (kiriş) bağlı olup mekanizmanın uğrayacağı herhangi bir sakatlık, yetersizlik ve meslek kaybı gibi pek çok kaygı verici duruma dönüşebilir. Ülkemizde yapılan birkaç fizyoterapi sempozyumunda -yüzeysel olsa da- insan anatomisi ve enstrüman ilişkisi üzerinde yeterince durulmamış olduğu ve anatomi bilinmeden organlara kapasitelerinin üzerinde görevler yüklendiği ortaya konulmuştur. Oysa ülkemizde özel ve resmi pek çok müzik okulunun bulunmasına ve bu eğitimin giderek yaygınlaşmasına karşın konunun yeterince tanınmayışı ve gereken önemin verilmeyişi düşündürücüdür. Yalnız şu da bir gerçektir ki sadece ülkemizde değil, dünyanın pek çok ülkesinde müzisyenler veya bu alanın öğrencileri -örneğin sporcularda olduğunun aksine- bir rahatsızlık anında başvurabilecekleri merkezlerden yoksundurlar. Hatta orkestralar, konservatuarlar ve bu eğitimi veren bütün kurumlar için kendi fizyoterapi merkezlerinin olması düşünülemeyecek kadar lükstür. Bunun nedeni ise bir çok kişi ve kurum, sanatı halâ resmi bir meslek olarak düşünmemekte, müzisyenlerin meslek sorunları ciddi kaygılardan ziyade ‘ilginç tuhaflıklar’ olarak görülmektedir. Her ne kadar 1980’den buyana bir çok ülkede 6000’in üzerinde müzisyen inceleme ve diğer araştırma çalışmalarında yer almışlarsa da müzisyenlerin meslekî sağlık sorunları üzerine bilgilere erişmek yine de zordur.

Uyku Dostu MüzikGülcan Yücel, Erhan Uzun, Muhammed Yiğit, Emrah YılmazMüzik, pek çok alanda insanoğlunun vazgeçilmezi olmuştur. Peki, hayatımızda bu derece yer eden müzik, sağlıklı bir yaşamın en önemli esaslarından olan uykuyu nasıl etkileyebilir? Bu projenin amacı, melatonin gibi bazı hormonların salınımı üzerine etkisinden yola çıkarak daha kaliteli bir uyku için müzikten nasıl yararlanılabilir sorusuna cevap aramaktır. Müziğin, yediden yetmişe her insanın sağlığı üzerinde önemli payı vardır. Mozart Tesiri isimli kitabın yazarı Don Campbell kitabında, müzikle ilgili şöyle demektedir:”Müzik, gerçekten insanın ruh haline tesir etmektedir. Daha anne rahmindeyken ses, müzik ve başka ahenkli titreşimlere maruz kalmak, sağlığımıza, öğrenme gücümüze ve davranışlarımıza tesir eder.” Prematüre bebeklere anne karnındaki seslere benzer olarak verilen müzikli terapilerle uyku derinlikleri artan bebeklerin, kalp atış hızları azalmış ve kilo artışıyla birlikte çok daha kısa zamanda normal hayata dönebildikleri gözlenmiştir. Ayrıca, görme engelli insanlardan Alzheimer hastalarına kadar uyku sorunu çeken pek çok hasta üzerine uygulanan çeşitli müzik terapilerinden olumlu sonuçlar alındığı görülmüştür. Müzikle birlikte hastaların melatonin hormon seviyeleri yükselmekte böylece sirkadyen ritm rayına oturmaktadır. Bu çalışmalarda uygulanan müzik türü önemlidir. Sesler bireylere göre değişebilmekle beraber daha çok sözsüz ve hafif ritmdeki müzikler kullanılmaktadır. StdCongPostID: 238

İnsan ve MüzikAli Keleş, Ahmet Olgunİnsan hayatı boyunca duyulanların değeri büyüktür, işitme faaliyeti evreni hissetmek adına oldukça önemlidir. Özellikle müzik dinlemek, melodi duymak

herkesin hayatında bir şekilde var olduğundan; müziğin kullanım ve etki alanlarının toplu halde görülmesi istendi. Bu amaçla önceki kongrelerde sunulan araştırmaların sonuçları derlendi. Araştırmada görüldü ki müzik çok farklı alanlarda belirleyici olabilmektedir: Anne karnındaki bebeğin zekasının, sosyal becerilerinin gelişmesinden; insan beyninde duyguları, durum algılarını şekillendiren bölgelerden salınan endorfin, oksitosin, enkefalin gibi kimyasalların etkilenmesine kadar geniş bir yelpaze müziğin etki alanındadır. Uygun müziklerin birçok depresyon vakasında artan stres hormonlarını azalttığı, kan basıncı, solunum ritmi, solunum kalitesi, nabız sayısı gibi fizyolojik olaylara da olumlu yönde etki yaptığı görülmüştür. Bunun yanında mikroskobik yöntemlerle, su moleküllerinin müziğin çeşitlerinden farklı etkilenerek değişik şekiller aldığı anlaşılmıştır. Yine zihinsel aktivitelerin, algılamanın, öğrenmenin müzikle olumlu yönde değişebileceği yapılan araştırmalarla tespit edilmiştir. Ameliyat esnasında müzik dinleyen veya hastalarına dinleten cerrahların bulunduğu ve bunun faydasının görüldüğü, hastanın ameliyat sonrasının bundan olumlu etkilendiği bilinmektedir. Terapi halinde uygulanan müzikle tedavi yöntemleriyle AIDS, otizm, kanser, konuşma bozuklukları, alzheimer, şizofreni gibi hastalıklarda iyileşilmeye katkıda bulunulmaktadır. Anadolu’da uygulanan müzik tedavi yöntemleri arasında ‘hastalığa göre’ müzik makamı kullanılması da kayda değer bir bilgidir. Ayrıca toplumsal olayların merkezinde, törenlerde, kutlamalarda, özel günlerde müziğin çokça kullanıldığı bilinmektedir. Tüm bunlara dayanılarak müziğin önemi tekrar hatırlanmış ve hatırlatılmıştır. Hem şimdi hem de gelecek adına umut vadeden bu fırsatın iyi kullanılması gerektiği düşünülmektedir.

Pentatonik Müzik Ile TedaviMahmut Onur Kültüroğlu, Dilek Menteşoğlu, Eda OtmanPentatonik müzik Asya kökenli Türk musikîsinin en önemli ve karakteristik özelliğidir. Pentatonik (5 notadan oluşan) müzik formu ile ritim enstrümanlarının eşliğinde yapılır. Kıl kopuz, dombra, şan kopuz, astayak, davul gibi aletlerle tedavi gerçekleştirilir. Bu projede pentatonik müzik formunun ve Baksı-Kam tedavi geleneğinin günümüz tıbbında yeniden güncelleşmiş bir şekilde sunulup daha iyi tanıtılması amaçlanmaktadır.Çünkü Türk tarihi ve kültüründe önemli bir yeri olan müzik,dans ve bununla ile yapılan tedavi konusunda Türkiye’de pentatonik müzik yeterince tanınmamaktadır. Bu projenin hazırlanmasında kaynak kişilerle görüşülmüş ve literatür taraması yapılmıştır.Elde edilen bulgular otistik ve spastik çocukların tedavisinde pentatonik müziğin çok etkili olduğunu göstermektedir. Araştırmacılar çocuklara, 9-10 yaşına kadar pentatonik müzik dinletilmesini özellikle tavsiye etmektedirler. Komada bulunan hastalara, Türk musikisi makamları dinletilerek terapi uygulamaları yapılmakta olup, beyinde alfa ve teta dalgalarının değiştiği tespit edilmiştir ve bir çok hastanın müzik terapi seansları ile komadan çıktıkları gözlenmiştir. Otistik, nevrotik, pasif, korkak, çekingen, sıkıntılı kişiler ile spastik, özürlü kişilerde hem duyguların değişmesi şeklinde hem de egzersiz vasıtası ile hareket kabiliyetinin gelişmesi yönünde olumlu terapi etkileri bu seans ile sağlanabilmektedir. Sonuç olarak, Eski Türklerdeki müzik sanatını, geleneklerini, keşfedilmemiş değerlerini araştırmak ve geliştirmek için kaynak ihtiyacı bu konudaki en önemli eksik olarak görülmüştür. Osmanlı ve Asya’dan gelen ve günümüzde dünyanın değişik yerlerinde uygulanan bu yöntem daha bilimsel yaklaşımlarla ve klinik deneylerle yeniden ele alınmalıdır.

Sanat ve BeyinOlgu Erkin Çınar, Süha Can Gürsoy, Nevin Güler, Özlem IrakTarih boyunca sanat ile insan hep bir arada görülmüştür. Eski çağlarda mağara duvarlarına resim çizen insan, bugün kendini pek çok sanat dalıyla ifade etmektedir. Değişmeyen durum ise sanatsal ve yaratıcı eylemin diğer tüm insan etkinlikleri gibi beyninin bir ürünü olmasıdır. Yaratıcı eylem, sanatçılar, düşünce adamları, bazı toplum önderleri ve bilim adamları arasında sık görülür. Son yıllarda Sinirbilimdeki kimi gelişmeler sanatsal ve yaratıcı eylemin nöronal temellerini ortaya koyabilme umudumuzu artırmıştır. Beynin neyi, nasıl güzel bulduğunu araştırmayı hedefleyen bu araştırmacılar, bu çalışmaları nöroestetik adı altında toplamaktadırlar. Örneğin, ressamların akromotopsi, ihmal sendromu gibi durumlardan nasıl etkilendiği, sağ veya sol beyin hasarı sonrası sanatsal tarzlarının nasıl değişebildiğini gösteren çok sayıda olgu çalışması vardır. Frontotemporal demans olgularında görsel ve müzik alanında daha önce var olmayan becerilerin gelişebildiği bildirilmiştir. Sinirbilim insana en özgü bilişsel yeteneklerden biri olan sanatsal yaratıcılık konusundaki

Page 36: IV. Tıpta İnsan Bilimleri Kongresi-2008

IV. Tıpta İnsan Bilimleri Kongresi 2008Özet Kitabı

36

gizemi bir ölçüde aydınlatmak potansiyelini taşır gözükmektedir. Şu an sanatsal yaratıcılığın kaynağı, zeka gibi konuları tam olarak açıklamaya uzak olsak da son gelişmeler ve çalışmalar bizlere bu yolda ışık tutmaya ve umut vermeye başlamıştır. Bizim de bu çalışmada amacımız, insanları bu ışığa yönlendirmek ve beynin gizemini deşifre etmeye çağırmaktır. Tabii bunu sanatsal açıdan ele alarak…

Suyun Hafızası- Yaşam FrekansımızErtuğrul Çağrı Bölek, Aykut Çelik, Berrak BarutcuBiz bu çalışmaya başlarken ilgimizi çeken alternatif tıp üzerine yönelmek istedik.Sonrasında da vücudumuzun dörtte üçünü oluşturan suyun hayatımızdaki önemini ve nesilden nesile aktarılan DNA’mızı da katarak bunların frekanslarla değişimini araştırdık.Fransız bilim adamı Dr. Jacques Benveniste,suyun yüklenen maddeyi bir şekilde hafızaya kaydettiğini anlamıştır.Alternatif tıp doktoru olan Emoto ise su araştırması ile suyun ifadelerini yakalamayı başarmıştır.Japon bilim adamı Emoto’nun çalışmasında somut kanıtlarla insanın titreşimsel enerjisinin, düşüncesinin, kelimelerin, fikir ve müziğin, hatta son yaptığı çalışmalarda suya oynatılan filmlerin dahi suyun moleküler yapısını etkilediğini ispat etmiştir.Su damlacıklarını dondurup fotoğraf çekme kapasitesi olan bir karanlık alan mikroskobu altında incelemiştir.Su, bir şey söylendiğinde, ona aktarıldığında, anında etkilenmektedir. 1990 yılında Moskova da bir grup bilim adamı insan genomunun fazlaca biyokimya düzeyine indirildiği görüşü ile; insan DNA’sı üzerinde bir çalışma başlattılar.Projenin yöneticisi bir biyofizikçi ve moleküler biyolog olan Dr. Pjotr Garjajev ‘dir.Bu bilim adamları ‘’Yaşayan dokudaki DNA maddesi, eğer gerekli frekanslar kullanılırsa, lisana - ayarlanmış lazer ışını ve hatta radyo dalgalarına her zaman tepki verecektir.’’ kanısına vardılar.Garjajeva’nın araştırma grubu bu metotla X ışınının zarar verdiği kromozomların onarılabilineceğini ispat etti. Hatta belirli bir DNA’nın bilgi desenini yakalayıp başka birine aktardılar, böylece hücreleri başka bir genoma programladılar.Rus bilim adamları bu kadarla kalmayıp DNA’mızın vakumda bozucu desenlere neden olabileceğini böylece manyetik solucan delikleri yaratabileceğini de keşfettiler. Sonuç olarak her türlü sesten özellikle müzikten (frekansina göre)insan vucut yapılarının etkilendiğini inceledik.

Beynin Büyülü Oyunu: SinesteziBegüm Bahar Başoğlu, Yasin Bucak, Mesut ÇetinProjemizin amacI;kalıplaşmış “müziğin tıptaki tedavide kullanılması” düşüncesinin ötesine geçerek bir hastalığın,sinestezinin,sanatta özellikle müzikte kullanılmasını işlemekti. Sinestezi; bilinçli zihinsel olayların tetiklemesiyle ortaya çıkan istemsiz bir duyusal deneyimdir.Kelime anlamı “birleştirilmiş duyular” olan sinestezi sorununa sahip olan insanlar, renkleri yanlızca görmekle kalmıyor onları aynı zamanda işitebiliyorlar, kokluyabiliyorlar, avuçlarının içinde ağırlıklarını hissedebiliyorlar.Sayıları ve harfleri siyah-beyaz bir kitapta bile kırmızı,mavi,yeşil ya da sarı görebiliyorlar.Beyinleri duyu karmaşası içerisindedir.Doğumdan itibaren budanan duyular arası nöral bağlantılar sinesteziklerde hala mevcuttur.Bu nedenle duyduğu sesin tadını alabiliyor veya kokladığı kokunun rengini görebiliyorlar. Proje sırasında, konuyla ilgili internetten, gazete arşivlerinden ve popüler bilim dergilerinden tarama yaptık. “Sağlıkta Bugün” portalının editörü sayın Esin Sayar aracılığıyla Nöro-Psikiyatri uzmanı Dr.Özcan Eryüce ile iletişimde bulunup sinestezi hakkında geniş çapta bilgi edindik. Çalışmalarımızda,algı bozukluğu olarak adlandırılan sinestezinin bir hastalıktan ziyade aksine bir yetenek olduğunu gördük.Sanatın her alanında sinestezik kişilerin biz normallere göre daha başarılı olduğunu örneklerle kanıtladık.Soyut resim akımını başlatan Wassily Kandinsky’nin sinestezik olduğunu,resimlerinde müzik ve rengi başarıyla yoğurduğunu öğrendik.Özellikle Elizabeth Sulston adlı 27 yaşında kariyerinde zirve yapan İsviçreli flütçü üzerinde çalıştık.Hatta ona internet üzerinden ulaşmaya çalıştık.Ancak bi sonuç alamadık.Sanatçı sesleri duyup görmesinden öte tatlarını da alabilmekte.Ona göre bir minör gamın tadı tuzlu,altıncı perdeninki krema ve bir kuarteninki ise yeni biçilmiş çim tadında.Bu duyu kombinasyonu profesyonel müzikçinin,müzik parçaları içindeki entervalleri(aralık) saptamasına yardımcı oluyor.Genç flütçü,elde ettiği başarıların altında sinestezik yeteneklerinin olduğunu söylüyor.Sanatçı üzerinde araştırma yapan bilim adamları da bunu doğrulamaktalar. Sinestezi tıp dünyasında araştırılmaya devam edilmekte.En sonunda literatüre tam olarak nasıl geçeceğini bilemeyiz ama,şu bir gerçek ki sinestezik sanatçılar bu özelliklerini sanatlarında çok faydalı şekilde kullanıp başarıya ulaşmaktadırlar.

Sanatın Bıraktığı İzlerEce Özdemir, Erdi Özdemir, Mesut ÖztürkSanatçilarimiz toplumumuzun en büyük degerlerindendir. Büyük Önder Atatürk’ün de dedigi gibi “Sanatsiz kalan bir milletin hayat damarlarindan biri kopmus demektir.” Bugüne kadar hep sanatin tibbi açidan tedaviye olan katkisi üzerinde durulmus ancak bizim için bu derece degerli olan sanatçilarimizin yasadigi saglik problemlerinden pek az bahsedilmistir.Oysa ki sanatçilar mesleklerini sürdürebilmek için günlerinin yarisini pratik yaparak geçirmek zorundalar. Bu açidan yogun bir zihinsel ve fiziksel efor harcamakta ve ciddi fiziksel ve psikolojik problemlerle karsi karsiya kalmaktadirlar. Biz de projemizde çesitli sanat gruplarinin karsilastiklari yaygin saglik problemlerini üzerinde durduk.Bu sorunlari tarihte yasamis büyük sanatçilar üzerinde de degerlendirerek literatürde bununla ilgili geçen çesitli örnekleri ele aldik. Bunlardan biri de Robert Schumann. Schumann gençlik yillarinda 3., 4., ve 5. parmagini kuvvetlendirmek amaciyla kendine göre bir yöntem uygulamistir; 3. parmagini olabildigince ‘ekstensiyon’da tutup, digerleri ile çalmayi saglayan bir atel yaptirip kullanmis, ancak orta parmak ‘ekstensör’lerinin kisalmasi sonucu elinde ciddi bir fonksiyon kaybi meydana gelmistir. Neticede Schumann virtüozitesini kaybedip daha çok kompozisyona yönelmistir. Benzer zorlamalari Haydn, Beethoven, Schubert ve Ravel’de yasamislar ve bu durum sanat yasamlarini önemli ölçüde etkilemistir. Bütün bu tibbi kayitlar da göstermektedir ki tip sporda oldugu kadar sanatta da için destekleyici bir alan olmalidir. Sanatçilarin en degerli parçalari olan el ve kollarini korumak için, ugrastiklari sanat dalinin vücutlarina olan etkileri konusunda bilinçlenmeleri, meslek egitimleri hususunda gösterdikleri önemi sagliklari içinde göstermeleri gerekmektedir.

Page 37: IV. Tıpta İnsan Bilimleri Kongresi-2008

IV. Tıpta İnsan Bilimleri Kongresi 2008Özet Kitabı

37

Tıp ve Resim Heykel

Sanat Eserlerinin Yorumlanmasında Kişiye Bağlı Psikolojik Farklıliıklar Yasin Maruf Ergen, Mohammad Ali Fayiz Al ,Tamimi Ruba Al JayyousiSanat, en kaba anlamıyla, yaratıcılığın ve hayal gücünün ifadesi olarak anlaşılır.Sanat biyolojik bir temele sahip olup bir insan aktivitesidir. Tüm insan aktiviteleri gibi (erdem, hukuk, din) beynin yasalarına bağlıdır ve buna uyar. Sanat belli bir nesnenin sadece belli bir yüzüdür. Nesneleri karşılaştıran güç beyindedir demektedir.Beyindeki sanatsal algılamayla ilgili merkezlerde farklılıklar vardır. Sanatın nörobiyolojisi zihindeki kavramları tuvale, müziğe veya edebiyata çevirmesidir. Bu nörobiyoloji sanatla beraber estetiğinde yasalarını formüle etmemize yardımcı olur.Bu ise nöroestetik denen yani bir kavramı bize gösterir. Bizim projemizin amacı,sanatsal algılamada insanlar arası yorum farklılığını tıp gözüyle açıklamaktır.

Antik Çağda Tıbbın Sanata YansımalarıZeynep Gül Şimşek, Ekin Tunçeli, Eren Vurgun, Ahmet Faruk Yükselİnsanoğlu tarihin her döneminde hastalıkların iyileştirilmesi, ölümle olarak duvar resimleri, heykel ve kabartmalar yapmıştır. Paleolitik (M.Ö. 600.000-12.000), Neolitik (M.Ö. 12.000-5500) ve Kalkolitik (M.Ö. 5500-3000) hastalıklar değişik şekillerde iyileştirilmiştir. Bunların içinde din ve dolayısıyla tanrıların hastalıkları iyileştireceğine inanıldığı için adaklar ve dualar yapıldığı bilinmektedir. Arkeologlar Anadolu’da Çayönü’nde (Diyarbakır) yaptıkları kazılarda iskeletlerde beyin ameliyatlarının yapıldığını gösteren izlere rastlamışlardır. M.Ö. 3000’lerden itibaren Mısır’da mezar duvarlarına yapılan resimlerde ölümden sonraki yaşam inancına bağlı olarak tıbbi olarak çok gelişmiş bir mumyalama sisteminin varlığı bilinmekte ve bu ele geçen birçok mumyalanmış iskeletlerle de desteklenmiştir. Antik dönemde yılanın hastalıkları iyileştirici gücüne inanılmıştır. Girit sanatında M.Ö. 2. binde yılanlı tanrıça heykelleri bol miktarda bulunmuştur. İonia bölgesinde (Batı Anadolu) sağlık tanrısı Asklepios ve eşi tanrıça Hygeia’nın birçok heykel ve kabartmaları bulunmuştur. Her iki tanrının en önemli sembolleri yılandır. Bu yılan günümüzde de tıbbın sembolü olarak kullanılmaktadır. İnsan figürlü vazolar üzerinde ya da duvar resimlerinde ölünün kaldırılması, yaraların temizlenmesi ve sarılmasıyla ilgili betimlemeler, insanların antik çağda tıbba verdikleri önemi gösterir. Ayrıca arkeologlar mezarlarda ölen kişinin hekim olduğunu gösteren birçok tıbbi aletler bulmaktadır. Heykeltıraşlar yapmış oldukları heykellerde insan vücudunun tanınması adalelerin yapılmasında iyi bir anatomi bilgisini çok iyi bildiklerini göstermektedir. Yine antik dönem yazıtlarında önemli doktorların isimleri ve hastalıkları nasıl iyileştirdikleri aktarılmıştır. Sonuç olarak antik dönemde yapılan resimler, heykeller ve yazıtlar sayesinde o dönemdeki tıp ve tedavi uygulamalarının nasıl olduğunu anlayabilmekteyiz.

Biomimetic ve Mimari Sanat Eserlerine YansımasıHasan Mervan Aytaç, Ebubekir Bağışİnsanın tüm sistemlerinin ayrı ayrı uzmanlaştığı konulara eğilmek ve bu sistemlerin uzman olduğu konulardan yola çıkarak,sağlamlılığı ve kararlılığı ile göze çarpan yapıları mimari sanata taşımak amacıyla bu projeye başladık.Böylece günümüze değin doğaya en mükemmel şekilde adapte olup hayatta kalabilmiş bu canlıların,adeta doğanın onayını alan bu dayanıklı ve mükemmel yapılarını kendi lehimizde kendi eserlerimizde kullanmayı amaçladık.Aslında doğadaki her canlının profesyonelleştiği alanlarda kullandığı yapıları ele almak istiyorduk.Fakat konu tıp ve sanat olduğu için ve tıpın başta insan kaynaklı bir alan olduğunu düşündüğümüz için başlıca insan biyolojisinde yer alan moleküler yapıları ele alacağız.Sonuç olarak başlıca insan olmak üzere ele aldığımız canlıların mükemmelleştiği organları,yapıları günlük işlerimize ve sanatımıza dökmek istiyoruz.Bunu da günümüzde sağlamlılığı ve gösterişli sanatı ile ilgimizi çeken insan yapımı mimari eserlerle,bu eserlerin esinlenildiği biyolojik yapıları karşılaştırarak yapacağız.(Özellikle insandaki sağlamlılığı ile dikkat çeken kollajen yapısını göz önüne alıp bu ve buna benzer yapıları mimari sanat eserlerine aktarabilme yollarına başvuracağız.)

Anatomist Da VinciErsan Aga Ahmet, Selkan Achmet Oglou, Necmettin Aktürk, Chousein MalkotsLeonardo çalışmalarının merkezine insanı koyar.” İnsan dünyanın modelidir.” der ve dünyanın bizim suretimizde yaratıldığını düşünmeye başlar.’’Dünyanın bitkisel bir hayatı vardır.Eti,topraktır ;kemikleri,dağları oluşturan kayaların düzeni ve birliğidir ; kıkırdağı ,kalker ; kanı,kaynak sularıdır.Okyanus, kalbin etrafını saran kan rezervidir ;denizin gelgitleri, akciğerlerin nefes alıp vermesidir.. Leonardo bu şekilde dünyaya bakışını ve algılama biçimini geliştirecek beyin jimnastiği yaptığını görüyoruz..’’Bu sözünde de sanatla bilimin buluşmasını görebiliyoruz. Leonardo da Vinci Rönesans’ın temsilcisi olağanüstü bir ressam, heykeltraş, mimar ve mühendis olmasının yanısıra, fonksiyonel anatominin de kurucusudur. İkonografik ve fizyolojik anatomi Leonardo da Vinci ile başlamıştır. Yüzonu aşkın kadavra diseksiyon çalışmasının ürünü olan 779 anatomik çizim bırakmıştır . Tükenmeyen dehası ile çağını aşan sanatsal ve bilimsel yapıtlar üreten Leonardo Da Vinci, kardiyak anatomi ve fizyolojiye ilişkin öncü çalışmaların yanısıra birçok önemli araştırma ve buluşun sahibidir . Diseksiyon çalışmaları ile, kalp bozuklarının, kapaklarının yapısal ve işlevsel anatomik özelliklerini ayrıntılı olarak ilk kez tanımlayan Leonardo Da Vinci’dir. Leonardo’nun bilimin tüm alanlarına el attığı ve her birinde modern icatlar yaptığı anlaşılıyor.Tıp alanında ise kan dolaşımının nasıl işlediğini anlamış,insan vücudunun iç yapısını çağının tüm anatomist tıp adamlarından daha iyi anlamıştır.Bunların hepsi onun ruhunda yatan sanatçı kimliğinin inceliğinden, sezgi gücünden kaynaklanmaktadır.Yaratmanın meşhur gizemi onu büyülüyor. O bunda doğaüstü bir şeyler neredeyse ilahi bir nefes buluyordu. Kendini tıbba adamadan önce bilimle sanat arasında tereddüt mü etmişti? Bilimsel araştırmayla sanatsal yaratı arasında gidip gelmiş sonunda her iki alana da kendini eşit bir mutlulukla kaptırmayı başarmıştır.“Çizim bütün bilimlerin öncelikli aracıdır, onun uzantısı olan resim ya da şekillerle tanıma ise, gerçeği felsefeden daha iyi tanımlar.Çünkü göz zihinden daha az yanılır.’’der Leonardo.

Altın Oranİrfan Binicier Kamile Akyol Süleyman AlbayrakAltın oran 1 sayısına eklendiğinde kendi karesine eşit olan iki sayıdan biridir.(1.618033.., phi sayısı da denir.)Tarih boyunca pek çok sanat eseri ve mimari eserde altın oran kullanılmıştır. Leonardo Da Vinci, Raphael, Rubens, Boticelli gibi ünlü ressamlar da resimlerde altın oranı kullananların başında gelmektedir. Özellikle Leonardo Da Vinci’nin “Mona Lisa” ve “Son Akşam Yemeği” tabloları bu oranın kullanılması yönüyle meşhurdur. Mimaride ise altın oranı en erken piramitlerin dizaynı için Mısırlılar kullanmıştır. Daha sonra antik yunan döneminde Phartenon Poseidon ve Apollo tapınaklarında kullanılmıştır. Müzikte de oktavların bölümlenmesinde, müzikal kompozisyonların dizaynında, kemanların dizaynında da altın oranın kullanıldığını görüyoruz.İnsan vücudunda da pek çok yerde altın orana rastlarız. Mesela parmak ucu-dirsek arası/el bileği-dirsek arası, göbek-diz arası/diz-ayak ucu arası yaklaşık 1.618’i verir. Akciğeri oluşturan bronş ağacının bir özelliği, asimetrik olmasıdır ve bu asimetrik bölünme bronşların ardışık dallanmalarında da sürüp gider. İşte bu bölünmelerin hepsinde kısanın uzun bronşa oranı yaklaşık 1/1.618 bulunmuştur. Yine sakin ve dinlenme durumunda olan sağlıklı bir insanda kalbin phi ritminde attığı saptanmıştır. Bir EKG ye bakıldığında P S T noktaları arasında altın oran bulunmaktadır. Ayrıca ideal bir yüze baktığımızda bir çok yerde altın oran görmek mümkün. Yüzün genişliği/uzunluğu dudak ve kaşların birleşim yeri arası/burun boyu bunlardan sadece birkaçıdır. Ve son olarak ağız ve dişlerde de altın oranı görüyoruz.Ör:ilk dişin genişliğinin merkezden ikinci dişe oranı da phi’dir. Görüldüğü gibi yaygın olarak sanat ve mimaride kullanılan altın oranın tıp ve ilgili alanlarda da özellikle diş hekimliği ve estetik cerrahide geniş bir kullanımı vardır.

“Tıbbın Michelangelo’su” Frank H. NetterAslı Çankaya, Neşe Dikmeer, Çınar Çelebioğlu Çocukluğunda hep ressam olmanın hayallerini kuran Netter, yaşadığı dönemin buhranından ve ailesinin baskısından dolayı sanattan uzaklaşıp tıbba yönelmiştir. Ama onun tıp fakültesine girmesi bile, resme olan bağlılığını öldürmedi. Muhteşem resim yeteneğini ve tıp bilgilerini harmanlayan Netter günümüzde de hala en değerli tıp çizimcilerinden biridir. Biz bu projemizde her tıp öğrencisinin en değerli

Page 38: IV. Tıpta İnsan Bilimleri Kongresi-2008

IV. Tıpta İnsan Bilimleri Kongresi 2008Özet Kitabı

38

kaynağı olan, Netter’n kendi çizimlerinden oluşan anatomi atlasını daha yakından tanıtmayı ve bu değerli tıp çizmcisinin yeteneklerinin komuoyunda uyandırdığı etkileri incelemeyi amaçladık.

Bir Sanat Eserini Algılamada Tıbbi BakışRuba Aljayyousi, Mohammad Al Tamimi, Yasin MaarufBir sanat eserini algılamada beynin büyük bir rolü vardır ,bu yönelik yeni bir bilim dalı ortaya çıkıyor (Nöroistetik). beyinin her nöro bir sanat eserinin bir parçasını algılayıp daha sonra da toplayıp ,bütünü algılamış oluyoruz . İkinci araştırdıgım etki :ruh hali bir resim algılamada koskocaman bir rolü vardır. sinir olduğumuz ya da mutlu olduğumuz bir sanat eserini algılamamızı etkiler Üçüncü bahsettiğimiz şey ; bir kişinin özellikleri ve yaşadığı sosyal çevre bir sanat eserini algılamasını çok etkiler .

Orta Kulak ve Demircilik AnalojisiAhmet Peker, Ahmet Cevdet Şahin, Yunus Emre Şentürk,Umut SuadiyeÇekiç,örs,üzengi duydugunuzda aklınıza ilk gelen şey nedir?Orta kulak mu,demircilik mi?Yoksa ikisi hiç aynı anda aklınıza geldi mi?Tarihsel süreçte orta kulaktaki bu üç kemiğin isimlendirilmesinde demircilikte kullanılan çekiç,örs,üzengi aletlerinden şekil benzerliğinden dolayı yararlanılmıştır.Bu isimlendirme sadece Türkçe için geçerli olmayıp,şaşırtıcı bir şekilde birçok dilde böyledir.Latincede “malleus” çekiç,”incus” örs,”stapes” üzengiye karşılık gelirken İngilizcede de “Hammer” çekiç,”Anvil” örs ve “stirrup” üzengiye karşılık gelmektedir.Olaya farklı bir açıdan baktığımızda bu analojinin şekille sınırlı kalmayıp aynı zamanda fonksiyonel olduğunu da görebiliriz.Genellikle demire şekil verirken ortaya çıkan ses rahatsız edici olsa da bu ses demirci açısından oldukça önemlidir.Demirci çekiçle örs üzerinde demire şekil verirken çıkan seslerden belirli bir ritim oluşturur.Bu ritim bir süre sonra demirciye rehberlik eder.Eğer olağan dışı bir durum ya da hata meydana gelirse titreşimler bunu demirciye fısıldar.Kulakta da durum farklı değildir.Kulak kepçesiyle toplana ses dalgaları kulak yolundan kulak zarı aracılığıyla çekiçe gelir.Çekiç havadan belirli frekansla gelen dalgaları düzenleyerek örse iletir.Örs bu ortak frekanstaki ses dalgalarını üzengi aracılığıyla oval pencereden salyangoz ve beyne iletir.Bu kemikler arasındaki ritim ve frekans bozukluğu ciddi işitme problemlerine yol açabilmektedir.Umarız orta kulak ve demircilik arasındaki şikil ve fonksiyonel analojiyi gözler önüne serebilmişizdir.

Görmek Nedir?Arda Berkan Sezgiç, Yasin Sayar, Mesut TankoZihinsel görüntüleri yalnızca gözlerimizle mi oluştururuz yoksa diğer duyular da bu konuda katkıda bulunur mu? Doğuştan görme yeteneğini yitirenler uzam ve uzamdaki nesnelerin konumlarını nasıl anlarlar? Kısacası göremeyen bir insan ne kadar “görür”? Bunun yanında beyin görsel algılamayı nasıl yapıyor?.Bu soruların yanıtını doğuştan görme engelli bir ressam olan Eşref Armağan’a yapılan testlerden yola çıkarak bulmaya çalışıyoruz.Armağan renkleri kullanarak dağların yüzlerin balıkların resmini yapabiliyor.Armağan resimlerinde renkleri gölgelemeyi ve perspektifi uygulayabiliyor.Armağan’ın bu çizimleri nasıl yaptığını anlamak için bir takım testlere tabi tutuyorlar.Daha sonra Armağan’ı beyin-görüntü tarayıcısına bağlarlar ve bu esnada ondan resim çizmesini isterler.Resmi yaparken görme korteksinin faal olduğunu görürler.Prof. Pascual-Leone daha önceki araştırmalarında,Braille(körler) alfabesini okuyanların beyindeki bu bölgenin dokunmaya duyarlı hale geldiğini ortaya çıkarmış.Ancak daha ilginç olan Armağan’ın görsel korteksini çizerken nasıl faal hale getirdiğiydi.Bilinen şu ki,görme yeteneğine sahip olan insanlar nesneleri beyinlerinde canlandırdıkları zaman beynin görsel korteksini kullanırlar.Burada değişen yalnızca kullanım derecesidir.Bu zihinsel görüntüleri yaratmak, görmek gibidir.Burada şu soru akla geliyor: ‘’görmek aslında nedir?’’ Normal olarak görmeyi nesnel gerçekliği gözlerimizle içselleştirmek olarak düşünürüz. Ancak bu doğru mudur? Görmek olarak nitelendirdiğimiz yeteneğin ne kadarı gözlerden kaynaklanır?

Karikatürde DoktorAhmet Eken, Serkan Suyabakİnsan hayatı üzerinde çalışmayı gerektiren bir meslek olan doktorluğu değişik bakış açılarıyla size sunmayı amaçladık.Türü itibariyle eleştirici bir tutum sergimekte olan

karikatör penceresinden doktorluk mesliğini inceledik.sunduğumuz karikatörlerde sağlık sistemindeki bozuklukları,halkımızın sahip olduğu batıl inançları,doktorlarımızın kıvrak zekasını ve bu mesleğin hayvanlar alemine yansımasını sergiledik.500e yakın çizimden seçtiğimiz 70 taneyi açıklamalarla gösterdik. StdCongPostID: 133

Su Yüzüne Çıkan RenklerFatma Nur Arslan, Mustafa Baştürk, Armağan Top, Erdinç UzunayOsmanlıdan günümüze kadar gelmiş belkide en gizemli ve duygu yüklü sanatlardan biridir ebru sanatı.Suyun üstüne serpiştirilen renklerin ahenge sokulmasıdır,ehline göreyse sevgidir,sabırdır,emektir. Bizim çalışmamız,sevgiye normal insanlardan çok daha fazla ihtiyaç duyan zihinsel engelli,özellikle de otistik çocukların rehabilitasyonunda ebru sanatının etkisini incelemekti. Ebrunun rahatlatıcı etkisinin,büyük ölçüde suyun özelliğinden kaynaklandığı düşünülmektedir.Suyun üzerinde kayabilen ve ufak hareketlerle istenilen şeklin verilebildiği renk damlaları,onları istediğiniz gibi kurcalamak,karıştırmak…Renklere dokunmayı bilebildiğiniz ölçüde onlara hükmedebilmek,yada onları kendi hallerine bırakmak…Ama her halükarda elimize kendinize ait bir eser alabilmek.Tüm bunlar elleriyle az çok bir şeyler tutabilen herkesin yapabileceği ve zevk alabileceği bir uğraş.Ve en önemlisi belkide her ebrunun tek olması,aynısından bir daha yapılamaması,her insanın kendine has ve çok özel olduğunu hissettirmesi. Bazı rehabilitasyon merkezlerince de uygulanan,ve etkisinin diğer etkinliklere göre daha belirgin olduğu düşünülen ebru sanatının etkilerini görmek üzere,gözlemlerimizi özel bir eğitim ve rehabilitasyon okulunda gerçekleştirdik,eğitimcilerinden yerinde fikir ve görüşlerini aldık,ebrunun birçok olumlu etkisini onlardan dinledik..Öğrencilerin eserlerini inceleme fırsatı bulduk.Ebru derslerinden birine katıldık ve çocukların,özellikle de aşırı hareketli olanların bile ebru ile uğraşırken nasıl sakinleştiklerine,ilgi gösterdiklerine,ve ebruyu ne kadar sevdiklerine tanık olduk.Öğrencilerle ilgili gelişim raporlarını inceledik,böylece etkiyi daha iyi değerlendirme fırsatını bulmuş olduk.

Medicine and Digital PhotographySulaiman Bako, Muhammed B Jaiteh, Tareq Asi, Alan YoussefPhotography, whether digital or film-based, has had many useful applications in medical therapy in many forms; in diagnosis, treatment and prevention. X-ray diffraction, computed tomography, ultrasound imaging, magnetic resonance, electron microscopy-and the list goes on-are but a few of the techniques used in modern-day medicine that all arose because the progress in digital imaging and has become an area of interest not solely to photographers but to physicians as well. Digital imaging has made major inroads into the routine practice of anatomical pathology and for reporting and conference purposes. In this project, we aim to manifest the relationship between medicine and arts by specifically considering the application of digital photography in medical treatment and therapy. For example, X-rays are especially useful in the detection of pathology of the skeletal system like bone fractures, dislocations and deformed bones. Some notable examples are the very common chest X-ray, which can be used to identify lung diseases such as pneumonia, lung cancer or pulmonary edema, and the abdominal X-ray, which can detect ileus (blockage of the intestine), free air (from visceral perforations) and free fluid (in ascites). Computed Tomography (CT) is a medical imaging method used to separate anatomical structures at different depths within the body. CT has become an important tool in medical imaging to supplement X-rays and medical ultrasonography. Ultrasound Imaging is used to visualize muscles and internal organs, their size, structures and possible pathologies or lesions. Digital cameras are very useful especially in dermatology ie the treatment of skin diseases. As a whole, with the guidance of our tutor, we used scienctific journals and the internet as our referential sources.

Mumyalama Sanatı: Anatominin KökeniMerve Güner, Ömer Komaç, Mehmet Kış Amacımız anatomi biliminin doğmasını sağlayan mumyanın ve mumyalamanın tanımını yaparak o dönemin insanının dini bir yeti olarak gördüğü mumyanın günümüzde nasıl bir sanat imgesi haline dönüştüğünü açıklamaktır. Bu amaçla ilk olarak mumyalamanın nasıl yapıldığını inceledik. Mumyalama ve sargı aşamasından sonra ölü, mumya haline getirilir. Mumyalama aşamasında, ilk olarak

Page 39: IV. Tıpta İnsan Bilimleri Kongresi-2008

IV. Tıpta İnsan Bilimleri Kongresi 2008Özet Kitabı

39

vücuttan iç organların çıkarılması ve bedenin çürümeden korunması amaçlanır; sargı aşamasında ise beden keten bezleriyle sarılır giydirilir ve lahite konularak defnedilirdi. Uygulanan işlemlerden sonra mumyalar günümüze dek bozulmadan gelebilmişlerdir .Biz genel olarak mumyalamanın anatomiye yaptığı katkılar üzerinde durduk. Mumyalama işlemi sırasında insan anatomi ve iç organlarının yapısı temel olarak öğrenilmiş ve fizyolojik fonksiyonları az da olsa ortaya çıkarılabilmiştir. Ayrıca eski yazıt ve kaynaklarda bazı organların isimlendirildiğine rastlanılmıştır. O günkü toplum içerisinde mumyalar şimdiki yaşam ve sonraki yaşam arasında bir bağ olarak görülür ve mumyalar tanrılara ulamak için de bir yöntem olarak kullanılırdı. Mumyaların,dinsel sanat ve resmin( religious art) de ilk örnekleri olduğu kabul edilmekte olup dünya çapında pek çok müzede mumyalar sanat eseri olarak sergilenmektedir. Hazırladığımız posterde, geçmişten günümüze aktarılmış olan mumyalar ve bunların çeşitli müzelerden alınmış resimlerine de yer verdik.

Minyatürde Tıp MotifleriDicle Canoruç, Türkü Çobanoğlu, Yağmur BayındırMinyatür, çok ince işlenmiş, küçük boyutlu resimlere ve bu tür resim sanatına verilen addır. Ortaçağ Avrupası’nda, Mısır’da, Bizans’ta örnekleri görülen minyatürün Türk- İslam coğrafyası açısından ayrı bir önemi vardır, geleneksel sanat haline dönüşmüştür. Biz geleneksel önem taşıyan minyatürlerdeki tıp motiflerini inceledik. İnternet veri tabanları, konuyla ilgili akademisyenler, sanat dergileri ve kitaplarından yararlanarak elde ettiğimiz sonuçlarda minyatürün tarih, efsane gibi konulardan etkilendiği gibi dönemin sağlık koşullarından da etkilendiğini gördük.Ayrıca El Cezeri’nin Otomata’sı, Risalet-i Davet-i el-Etıbba,Pseudo-Galen’in Kıtab el-Tiryak’ı, Dioskorides’in Materia Medica’sı, Şerefettin Sabuncuoğlu’nun Cerrahiyyetül Haniyye’si gibi tıbbi içerikli bilimsel kitaplarda anlatımı somutlaştırmak için minyatüre başvurulmuştur. Proje sonucunda minyatürlerden dönemin yaygın hastalıkları ve tedavi yöntemleri, genetik bozukluklar, yaralıların taşınma yöntemleri, kırık çıkıkların tedavisi, doğumun nasıl gerçekleştiği ve kullanılan araç gereçler, tedavi amaçlı kullanılan bitkiler, panzehirler hakkında bilgi edindik...

Çizgilerde DoktorBurçin Özlem Ateş, Özlenur Cesur, Ayşe Nur AltunÇalışmamızda; bir anlamda resim sanatının türevi olarak olarak düşünebileceğimiz,eleştirel ve mizahi bakış açısının ifşa edilen sanat üzerinde inkar edilemez bir etki oluşturduğu ve aynı zamanda toplumdan her kesime hitap edebilme özelliği olan karikatür çalışmalarını inceledik.Karikatüristlerin tıp dünyası ve doktorlar hakkındaki fikir ve izlenimlerini ele alıp, olumsuz eleştiri aldığımız noktaları belirleyip bu noktalara yoğunlaşarak eksiklerimizi ve hatalarımızı göz önüne serdik.Karikatürleri elde etmek için kaynak olarak internet ve karikatür dergilerini kullandık.Araştırmalarımız sırasında; kimi zaman aldığımız olumsuz eleştirilerin aslında ne kadar haklı gerekçelerle yapılmış olduğuna kanaat getirdik, kimi zaman da olumlu eleştirilerle karşılaşıp bu mesleğin asıl ruhunu kavrayan doktorların olduğunu görmek bizi mutlu etti.Sonuç olarak; daha ileriye, en iyiye diyebilmek için yapılan eleştirilerin dikkat çekmeye çalıştığı hususların tespit edilip doğru davranışlarla telafi edilmesi gerektiği kanaatindeyiz.

Moda mı? Sağlık mı? Halil Tuna Akar, Cihan Yeşiloğlu, Ilgın Akbıyık, Serdar CeylanModa kavramı insanların zihninde genellikle giyim sektörüyle bir tutulmaktadır Ancak moda kavram olarak yaşamımızın her alanını kuşatan bir kavram olarak karşımıza çıkmaktadır. İnsanların modaya uygunluk adına hesapsızca ve bilinçsizce yaptığı işlerin boyutlarını incelediğimiz zaman bu fiillerin insan sağlığını tehdit eden boyutlara büründüğüne tanık olmamak elde değildir. Esasen, insanları sağlıklarından olmaya dahi itebilen bu olgunun tam anlamıyla anlaşılması ihtiyacı bize bu projeyi hazırlamada cesaret veren en önemli etken olmuştur. Yapılan bilimsel çalışmalarda kravatların sıkı bağlanmasının intraoküler basıncı arttırdığı ve glokom hastalığının teşhis ve tedavisini etkilediği kanıtlandı. Yapılan bilimsel çalışmalarda yüksek topuklu ayakkabıların diz bölgesindeki kas faaliyetini etkilediği ve diz ağrısına sebebiyet verdiği görülmüştür. Son yıllarda çok moda olan sivri burunlu ve yüksek topuklu ayakkabılar parmaklarda bozukluğa ve kilonun ayaklara binmesine yol açıyor. Ayrıca yüksek topuklar aşil tendonunu kısalttığı için ayağın en büyük düşmanı olarak görülüyor. ABD’de yaşayan kadınlarda uzun süreli ve sıklıkla kalıcı saç boyası kullanımının mesane kanseri riskini arttırdığı

anlaşılmaktadır. Bu çalışmaya göre, bayanlarda biraz daha yüksek olmak üzere, saç boyası kullananlarda lenfoma riski kullanmayanlara göre %19 artmıştır. Siyah kına dövmeleri (geçici dövmeler), genellikle kınayla birlikte paraphenylendiamine (PPD) adlı bir katkı maddesi içerir.PPD’nin deriyi duyarlı hale getirdiği ve allergic contact dermatitis’e sebep olduğu bilinmektedir.PDD ayrıca saç boyası,baskı mürekkebi, kürk boyası ve lateks eldivenlerde de bulunmaktadır. Sonuç olarak hem modaya uygun hem de sağlıklı yaşamak mümkündür.Bunu sağlamak ise ancak bireylerin bu konuda bilinçlendirilmesi ile mümkündür. Halk sağlığının temel prensibi olan “önlem” bağlamında yaşamımızda yapabileceğimiz küçük değişikliklerle ileride karşılaşılabileceğimiz büyük sorunlardan kurtulabilmek mümkündür.

Leonardo Da Vinci’nin Anatomi Resimlerinin Modern Anatomi Resimleri İle KarşılaştırılmasiÇağrı TURAN, Selmin ZIK, İbrahim VASİ, Ahmet USTAAnatomi insan vücudunu oluşturan yapıların normal şekil, yapı, pozisyon ve fonksiyonları ile aralarındaki ilişkileri inceleyen en eski tıp dalıdır. Anatomi konusunda bilinen ilk çalışmalar M.Ö. 500 yıllarında Mısır’da görülmüştür. Tarih boyunca Hippocrates, Aristotle, Galen, Leonardo da Vinci ve modern anatominin babası kabul edilen Andreas Vesalius yaptıkları çalışmalarla anatomi bilimine büyük katkılar sağlamışlardır. Çalışmamızın amacı, İtalyan Rönesans mimarı, müzisyen, anatomist, mucit, mühendis, heykeltıraş, geometrici ve ressam olan Leonardo Da Vinci’nin anatomi üzerine yapmış olduğu resimlerden bazılarını inceleyerek bunları modern anatomi resimleriyle karşılaştırıp, farklılıklarını ortaya koymak ve sonuç olarak tıp ve sanatın ayrılmaz bir bütün olduğunu görmektir. Hiç kuşkusuz biz tıp öğrencilerinin sanatla tıbbın ilişkisini kavraması ne kadar kutsal bir iş icra edeceğimizi kavramamız açısından çok önemlidir. Konuyu işlerken Leonardo’nun günümüze ulaşan, anatomi ve sanatı kaynaştıran yüzlerce resminden 10 adet seçilmiştir; bu resimlerin hakkında kısa bilgiler verildikten sonra bir tıp öğrencisi gözüyle günümüz anatomi resimleriyle karşılaştırması yapılmıştır. Bu eskizlerde Leonardo’nun çizimlerinde kadavralardan yararlanmasının bir sonucu olarak kemiklerin üzerinde görülen çoğunlukla atrofiye uğramış kas kütleleri olduğunu; fakat tendonların daha iyi gözlenebildiği fark edilmiştir. Bir sanatçı olarak Leonardo’nun analizi yapılan resimler incelendiğinde Da Vinci’ye ölümsüzlük kazandıran yaşamlarına yaşam kattığı insanlardır. Örneğin,kalp için “…sağ- sol ventrikül ayrımı, sol ventrikül duvar kalınlığının sağ ventrikül duvar kalınlığının üç katı olduğu, apeksin sol ventriküle ait olduğu ve ilk olarak sol ventrikül çıkım yolu Leonardo Da Vinci tarafından tanımlanmıştır.“ ve kalple ilgili çalışmaları sonucunda kolesterolün kalp damarlarında birikerek kalp hastalıklarına sebep olduğunu keşfetmesi ve insanları buna uygun diyetlere yönlendirmesi sonucunda milyonlarca insanın hayatını kurtarmış sayılabilir. Çalışmanın hipotezi, sanat ve tıbbın birbirinden ayrılmaz olduğudur. Bu araştırma sonucunda “sanat insanın olduğu her yerde vardır” ve “insan odaklı bir bölüm olan tıpta olmadığı düşünülemez”. Leonardo’nun “Vitruvian Man” isimli resminde de söylemek istediği gibi insan vücudunda baştan beri var olan sanat elbette anatomi resimlerine de yansıyacaktır ve yansımıştır. Leonardo Da Vinci buna bir örnektir.

Fırçanın HüznüMetehan Gündem, Naciye Dursun, Ayşe Bilge Gözübüyük,Öner İskenderVincent Van Gogh’un sahip olduğu düşünülen psikolojik ve nörolojik hastalıklarının resimlerine olan etkisini incelemek amaçlanmıştır. Zaten doğduğu andan itibaren annesi tarafından istenmeyen Hollandalı ressamın sevdiği kadınlar tarafından reddedilmesi onu insanlardan uzaklaştırmıştır. Dünyada kendini alçalmış, sevgilerden uzaklaşmış görmüştür Van Gogh. Ressam arkadaşı Gaugin’le yaşadığı tartışmadan sonra cinnet geçirip kulağını kesmiştir. Bunun dışında sık sık halüsinasyonlar görmekte ve işitmekte idi, 3 ayda bir gelen ve bir hafta kadar süren nöbetler geçirmekte ve sürekli baş dönmesinden şikâyetçi idi.Van Gogh’u hayatının özellikle son 2 yılını ciddi şekilde etkilemiş olan akıl hastalığı için bugün epilepsi, şizofreni, bipolar bozukluk gibi 30’dan fazla teşhis öne sürülmüştür. Van Gogh’un özellikle son dönem eserlerinde açıkça görülen sarı renge ve ayçiçeklerine düşkünlüğünün de bir tıbbi bozukluktan kaynaklandığı öne sürülmüştür. Bu konudaki teorilerden biri de bolca içtiği apsentte bulunan tuyon adlı maddenin zaman içinde Van Gogh’un görüşünü bozarak nesneleri sarımtırak renkte görmesine sebep olduğu, bunun da eserlerine yansıdığıdır. Bir diğer teori de, Van Gogh’un hastalığının tedavisi için yüksek dozlarda yüksük otu verilmiştir

Page 40: IV. Tıpta İnsan Bilimleri Kongresi-2008

IV. Tıpta İnsan Bilimleri Kongresi 2008Özet Kitabı

40

ve bu otun sarımtırak görüşe ve sarı lekeler görmeye sebep olduğu bilinmektedir.Bunların dışında nörosifiliz, boya zehirlenmesi, Meniere hastalığı, deliryum tremans gibi hastalıklar hakkında da teoriler vardır. Kabul görense kötü beslenme, çok çalışma, uykusuzluk, alkol, sigara ve apsent bağımlılığının hastalığını büyük ölçüde etkilediğidir.

İnsan Anatomisinin Mimariye YansımalarıBerin İnan, İrem Iyigün, Sinem Ayşe Örnek, İsa Alptuğ KırıkGüzel sanatların bir kolu olan mimari, zaman zaman insan vücudunu kendine ilham kaynağı olarak almıştır.Projemizde, insan vücudundan şekil ve fonksiyon bakımından esinlenerek yapılmış olan mimari yapıları ve bu esinlenmenin mimari yapılara kazandırdıklarını incelemeyi amaçladık.Veri tabanlarından yararlanarak Eiffel Kulesi, Mercedes Benz Müzesi, Turning Torso, Casa Battlo House, Nanobiyomedikal Teknoloji ve Zar Biyolojisi Enstitüsü (Chengdu-Çin), Casa Mila, kubbeli yapılar ve asma köprüler hakkında bilgi edindik. Bu yapıların insan vücuduna benzerliklerinden ötürü kazandıkları özellikleri inceledik. Edindiğimiz bilgiler ışığında insan vücudundan esinlenerek yapılmış olan yapıların daha fonksiyonel, daha dayanıklı, daha kalıcı ve daha ilgi çekici olduğunu gördük. Bundan dolayı insan vücudu daha iyi incelendikçe ve bu bilgiler mimariye aktarıldıkça daha özgün ve işlevsel yapılar yapılabileceği sonucuna vardık.

Veba: Kara ÖlümMehmet Tekde,n Zeynep Türen, Mustafa UyanıkÖzellikle 14.yüzyılda Avrupa’da büyük kayıplara yol açan veba, enfekte fareleri ısırarak veba etkenini alan pirelerin bu mikroorganizmayı insanların cildine inoküle etmeleri ile gelişen bir hastalık. Veba tarihte üç büyük pandemi şeklinde salgınlara yol açmıştır. Bugün için gelişen yaşam şartları, halk sağlığı uygulamaları ve antimikrobiyal tedavi olanakları vebanın neden olabileceği pandemi riskini ortadan kaldırsa da, küçük ölçekli salgınlar dünya genelinde hala görülmeye devam etmektedir. Milyonlarca insanı öldüren veba toplumsal, ekonomik, kültürel ve sanatsal değişiklikleri de beraberinde getirmiştir. Projemizde hastalığın bulaşma şekilleri, günümüzde ve geçmişteki ölüm oranları ile 1347-1350 yılları arasında Avrupa’yı etkileyen ikinci pandeminin resim sanatına etkileri anlatılacaktır. Çünkü Avrupa’da kara ölümün etkisini,bu sanat eserlerinden daha iyi yansıtan başka bir şey yoktur.

Ameliyat Öncesi Heykelinizi Görmeye Ne Dersiniz?Merve İnce, Merve GüvenoğluEstetik cerrahın insanları daha güzel bir görünüme kavuşturmak için kendi estetik bakışına göre yaptığı operasyonlar ,ortaya koyduğu sonuçları kişinin ve çevresindekilerin beğenisine sunması estetik cerrahı bir sanatçı yapmaktadır.Estetik cerrah insanların kemik, kıkırdak, cildiyle heykel ve resim yapmaktadır.Estetik cerrahi sanatçısı olabilmek için doktorluk ve cerrahi yetenek dışında , iyi estetik görüşe, estetik bir obje ile estetik olmayan arasındaki farkları, boyutları ile yakalama yetisi ve estetik olana benzetme becerisine sahip olmak gerekir.Estetik cerrahın operasyonlarını kendi estetik anlayışı yönlendirmektedir.Mesleğinin sanatla ilgisinin farkında olan ve hatta estetik cerrahlığı organik heykeltraşlık olarak adlandıran cerrahlar vardır.Hastalarının operasyon öncesinde büstünü yapan Op. Dr.Barış Çakır,böylece onlara ameliyat sonrasında nasıl bir görüntüye kavuşacakları konusunda fikir de veriyor.Heykel yapımı şu yararları sağlar:estetik bakışı ve el becerisini geliştirir, simetri ve oranları güzel modeller üstünde çalışarak modelin güzelliğinin temellerini ve ayrıntıların inceleme fırsatı verir, heykel yapımında sürekli model ve heykel arasındaki farkları analiz etme,farkın miktarı belirleme ve heykele doğru değişiklikler yapmanın verdiği teknik beceri hasta için yapılan planı doğru şekilde uygulamayı sağlar.

Tıp ve Sanatın Sentezi: Plastik ve Rekonstrüktif CerrahiZeynep Balık, Seçil Babuçcuoğlu, Mehmet Akif Cilaİnsanoğlu dünden bugüne sürekli bir değişimin içerisinde olmuştur.Bazen değişen çevreye uyum sağlamak bazen de çevreyi kendisine uydurmak için...Peki değişim bir mucize midir yoksa iyi planlanmış bir tasarımın ürünü müdür? Biz çalışmalarımızda mucizeyi ve tasarımı,yani tıbbı, ortak bir noktada birleştirdik.Ortaya çıkan şeyse ESTETİK MUCİZESİ oldu. Araştırmalarımızda Plastik ve Rekonstrüktif Cerrahi’nin

ortaya çıkışının aslında değişim için değil de savaşlarda yaralanan askerlerin tedavi edilmesiyle birlikte olduğunu gördük.İlerleyen zamanlarda ise monotonluktan sıkılan veya vücudunda memnun olmadığı kısımları yeniden şekillendirmek isteyen insanın değişimine olanak sağlayan bir tıp ve belki de sanat dalı haline dönüşümünü izledik. Asıl üzerinde durmak istediğimiz nokta; tıpın sanatla olan ilişkisiydi.Hem de çok sıkı olan ilişkisi...Biz bu sanat dallarından birisi olan “heykeltraşlığı” ele aldık. Plastik ve Rekonstrüktif Cerrahi özellikleri gereği tıpı ve heykeltraşlığı bütünleştiren bir dal.Araştırmalarımızda gördük ki;birçok plastik cerrah heykeltraşlık kursu almakta.İnsan bedeni üzerinde hata yapma lüksü olmadığı için heykeltraşlık dersleri pratik görev görüyor.Aynı zamanda öngörü sağlıyor ve ameliyat sonrası memnuniyeti artırıyor. Sonuç olarak diyebiliriz ki; heykeltraşlık tıp ve sanatı birleştirdiğine göre plastik cerrahlar insan vücudunun heykeltraşlarıdır.

Bizi Niçin Çiziyorlar?Yasin Sarıkaya, Gülizar Porhan, Ersin Taşkın, Mehmet ÖzkanKarikatür çizerleri hemen her alandan kendilerine kolaylıkla malzeme çıkarıyorlar.Peki konu biz yani doktorlar olunca en çok hangi yanımızı işlemeye değer buluyorlar?Çizerler sizin de dikkatinizi çekeceği üzere bize;bazen sistemi eleştirmek, bazen bizi eleştirmek, bazen de hastayı eleştirmek için karikatürlerinde yer veriyorlar. Doğal olarak kimi zaman da sırf mizah amaçlı olarak karikatürde kendimize yer buluyoruz.Biz bu konu ile ilgili olarak çıkarımlarımızı doğrulayan çizimler eşliğinde,bu konuyu irdelemeyi planlıyoruz.

Cansız Bedenlerde Saklanan Sanat: PlastinasyonFurkan Bahadır, Alptekin Muhammed, İbrahim Akpınar, Yakup Alpay, Ahmad Farid ZarifiPlastinasyon, anatomik örneklerin yaşamsal koşullardaki özelliklerini koruyarak çok uzun süre saklanmasına yönelik benzersiz bir metottur. Plastize edilmiş örnekler yüksek ısılara dirençli, kokusuz, zehirsiz özelliklere sahiptir. Plastinasyon, anatomik örneklerin yağ ve sudan arındırılarak polimer bir maddeyle kaplandığı bir yöntemdir. Bu yöntem 1978 yılynda Heidelberg Üniversitesinden Prof. Dr. Gunther von Hagens tarafından bulunmuştur. Ölü insan bedenlerinin sergisi ilk kez 1996 yılında gösterime girmiş ve buna ait sergi turları Mannheim, Viyana, Basel, Cologne ve Oberhausen ile devam etmiştir. Bugüne kadarki başarılı sergileri 6 milyondan fazla kişi ziyaret etmiştir.İnsan vücudunun pek çok heykeltıraşa ilham kaynağı olduğunu düşünürsek bu teknikle hertürlü şekil verilen ölü bedenlerin tıpkı bir sanat eseri gibi sergilenmesi kitlelerde hayranlık uyandırmaktadır. Bu basit anlamıyla insan vücudunun narin güzelliğini estetik anlayışla birleştirerek eğitim için ortaya koyan bir çalışmadır.

Page 41: IV. Tıpta İnsan Bilimleri Kongresi-2008

IV. Tıpta İnsan Bilimleri Kongresi 2008Özet Kitabı

41

Tıp ve Sinema

CinematherapyTigist Gebre, Basel Tarazi, Omran Maraqa, Muatasem ShamiCinema/drama therapy is the process of using movies made for the big screen or television for therapeutic purposes. The massive movie attendance alone testifies to the gratitude of viewers towards film makers who dare to expose the dramas that have hit a society as a whole.. It is a known fact that dreams and imagination are the doors from unconscious to conscious mind. Movies which evoke pleasant and unpleasant emotions are a tool for therapists. Like the dreams, after watching a film this unconscious material becomes accessible to the conscious mind This topic was chosen for the project because there are many people around the world who are not aware or who have not been able to benefit from movie therapies. With the research based on this project it is hoped that more evidence will be put forward and awareness created so that we can all appreciate and benefit from the therapeutic effects of films. Cinema is a universal means of communication that crosses age boundaries,it does not matter if one is old or young they can all benefit from cinematherapy while at the same time enjoying oneself.Besides,cinema is part of our lives and a method of therapy easily undertaken by an individual without having to spend fortunes to see a specialist. It has been found that there is an astounding relationship between cinema and medicine.From all the web and documentary-based research,it is clear that cinema has an undeniable effect on medicine. It is now time to consider cinema not only as a didactic resource for for the medical teaching stuff but also as a health resource.Films have the potential to make diseases known to the general population and this information can be used as a means to promote the prevention as well as health. During the process of gathering information to support the project based on cinema therapy,a number of research methods were used. 1.web research 2.watching the recommended movies as a research group

Sinemada ParanoyaAbdullah Onur Ökmen, Özge Özer, Tuğçe Taşkındere, Güldeniz TaşParanoya büyüklük,aleyhte olma,eziyet edilme gibi hezeyanlarla kendini belli eden akıl hastalığıdır.Bir çok farklı şekilde görülebilir.Sinemada ise paranoyanın bu değişik şekilleri değişik senaryolarla ele alınmıştır ve alınmaya devam edilmektedir.Bu çalışmanın amacı ise paranoya hastalığının senaryo yazarları tarafından neden bu kadar ilgi çekici olarak görüldüğünün nedenlerini bulmaktır.Bunun için paranoya ile ilgili araştırmalar yapılıp ve paranoya ile ilgili bazı filmler incelenerek bu çekiciliğin sebebi öğrenilmeye çalışılacaktır.Bu filmlerden bazıları Akıl Oyunları, Dövüş Kulübü,23 Numara …

Televizyon Dizilerinin Tıp Öğrencilerinin Ruh Sağlığına EtkisiAbdulbaki Gaydan, Deniz Çağın İşler, Mehmet GökçekSon dönemde dizi sayısı hızla artmakta.İnsanlar bu dizileri sıklıkla izleyip onlardan etkilenmekte ve bu dizilerdeki karakterleri örnek almakta.Biz de bu nedenlerden dolayı dizilerin tıp öğrencilerinin ruh sağlığına etkisini incelemek istedik.Amacımız tıp öğrencilerinin ruh sağlığını hangi dizilerin ne ölçüde etkilediğini saptamak.Hipotezlerimizden bazıları: Mafya dizilerinin insanların kendini kötü hissetmelerini sağlaması ve onları şiddete yönelteceği.Komedi dizilerinin insanların üzerindeki stresi azaltacağı.Projemizde kullandığımız bilimsel araştırma methodu olarak anket çalışmasıdır.İlk önce bir örnek anket hazırladık ve bunu 10 kişi üzerinde denedik.Bu denemeden sonra örnek anketimizde düzeltmeler yaptıktan sonra bunu hacettepe üniversitesi tıp fakültesi dönem 1 Türkçe amfide uyguladık.Anketimizi 2006 ve 2007 girişli olan ve rastgele seçilen 100 kişiye ulaştırdık.Projemizde incelediğimiz konular:Tıp öğrencilerinin televizyon dizilerini nasıl değerlendirdiği.En çok ne tür dizilerden hoşlandıkları.Ne sıklıkla televizyon dizisi seyrettikleri.En sevdikleri diziler ve hoşlandıkları dizi karakterleri.Hangi dizilerin insanı iyi hangi dizilerin kötü etkilediği.Dizilerdeki aile içi problemlerin kendi yaşamlarını etkileyip etkilemediği.Dizileri hangi amaçla izledikleri.Gündelik yaşamlarındaki aşkları dizilerle ilişkilendirip ilişkilendirmedikleri.Komedi dizilerinin tıp öğrencileri üzerindeki stresi azaltıp azaltmadığı.Mafya dizilerinin insanı nasıl etkilediği.Romantik dizilerin insan ilişkilerinde nasıl bir rol oynadığı.

Televizyonda ve Sinemada “Tıp” Ne Kadar Doğru?Fatih Aktoz, Yusra M. Alhelo, Deniz AtılganEkranlarda gördüğümüz “tıp” ne kadar doğru dersiniz? İzlenen dizilerde, gişe rekorları kıran filmlerde, Yeşilçam klasiklerinde sıkça kullanılan “hekim” tiplemesi çoğu zaman büyük hatalarla işlenmiştir. Gerek hekim tavrı, gerek tanı-tedavi yöntemleri, gerekse mekanlar gerçek hayattakinden çok farklı olarak yansıtılmıştır. Tıbba hayatını adamış hekimler, bunca emek verdikleri hekimlik mesleğinin ve tıp biliminin dayanıksız temellerle işlenmesinden büyük bir rahatsızlık duymaktadır. Tıp hayatına ilk adımlarını atmış olan bizler de bu raatsızlığı paylaştığımız için bu projeyi yapmayı uygun gördük.

Basit Bir Mucize Gibisi YokturFatih Çağrı Sarıkaya, Emre Yağız Sayacı, Faruk PekgülTıp biliminin en öncelikli amacı insanı korumaktır. Onun yaşam kalitesini düşürecek her türlü hastalığı yok etmektir. Yalnızca yaşamasını sağlamak değil, sağlıklı yaşamasını sağlamaktır. Ama günümüzde insanoğlu sahip olduğu pek çok şey gibi sağlığının da kıymetini bilmiyor. Yaşama sevinci taşımıyor. Biz de bu yaşama sevincini insana aşılayabilecek bir filmi incelemek istedik. İnsana, sağlığını kaybedince hayatının anlamsızlaşacağı; bu yüzden en ön sıraya sağlığını koyması gerektiği mesajını veren bir film. 1990 yapımı olan “Uyanışlar(Awakenings)”a rastladık. Oliver Sacks adlı doktorun kendi anılarını anlattığı kitabından uyarlanmış olan “Uyanışlar”, bir doktorun; çalışmaya yeni başladığı bir hastaneye gelen, 20. Yüzyılın başlarında yayılan ensefalit epidemisinden sağ kurtulan bir grup hastayla ilişkisini anlatıyor. Uyku hastalığı olarak da bilinen bu hastalık 1917-1928 yılları arasında tüm dünyaya yayıldı. Hastalıktan sağ kurtulanlarda da beyin hasarı bıraktı ve yaşları ilerledikçe çeşitli belirtiler ortaya çıkardı. Hastalığın son safhasında tamamen bir felç hali oluşuyordu. Film de doktorun bu hastaları yeniden hayata döndürebilmek için verdiği çabayı konu ediniyor. Özellikle de bir hastayla arasındaki ilişki üzerinde durulmuş. Doktor bu hastasını yeniden hayata döndürünce, hastanın yeniden hayata ayak uydurma çabasına tanık oluyoruz. O hastaların neler hissettikleri ve o doktorun hastaların bu hissettiklerini anlamak ve yorumlamak için gösterdiği çaba çok güzel yansıtılmış. Onun yaşama tutunmak için verdiği mücadele herkese örnek oluşturacak nitelikte. Doktorun inancı sayesinde doğan bir mucize, aynı zamanda doktorun hastasıyla kurduğu dostluk ve onu yaklaşık 30 senedir görmediği, değişen hayata alışmasına yardım etmesi etkileyici bir biçimde işlenmiş. Filmin adı da, hastaların uzun bir uyku sürecinin sonunda yeniden yaşama dönmelerini bir “uyanış” olarak nitelendirdiğini gösteriyor.

Neşter Altında Ama Hala UyanıkDuygu Ercan, M.Fatih Kağan Değirmenci, Gizem Eşme, Barış EsenAcının sınırı nedir?Bir insan en fazla hangi acıya dayanabilir?Cerrahi operasyonlarda yaşanabilecek nadir bir durum olan anestezik farkındalık çok büyük bir acıyla hastaları karşı karşıya getiriyor.Anestezik farkındalık cerrahi operasyon sırasında hastanın her şeyin farkında olacak şekilde uyanık olması,tüm acıları hissetmesi ve anestezinin etkisiyle kasları paralize olduğundan vücudunun hiçbir şeye tepki gösterememesi durumudur.Kısa süre önce sinemalarda gösterime giren “Awake”,“Anestezi” adlı film çok nadir rastlanan bu nedenle halk arasında pek fazla bilinmeyen anestezik farkındalık durumunu yani hastaların ameliyat sırasında anestezi verilmesine rağmen uyanık olmasını işliyor.Film sadece bu tıbbi konuyu ele almıyor,aynı zamanda o sırada bir insanın yaşayabileceği acıyı tarif edip acı sırasında insanın sadece düşünerek hangi anılara tutunup bu acıyla baş edebileceğini anlatıyor.Biz de bu projede bu filmle birlikte anestezik farkındalık durumunun sıklığını,nedenlerini, doğabilecek sonuçları araştırmak ve bu projeyi yaparak halk arasında daha çok bilinmesini sağlamayı amaçlıyoruz.

Küçük Dünyaların Büyük Kahramanlarıİlknur Gündeş, Yusuf Ziya Güven, Ertan HazarÇocukların kendilerini çizgi karakterlerle eşleştirip onların davranışlarını sergilemesi üzerine çalışılmıştır. Projenin Amacı:çocukların(4-9 yaş arası)gelişimleri esnasında kendi ruh dünyalarındaki boşlukları,neden çizgi kahramanlarla,çizgi filmlerle ve sanal alemle doldurduklarını ortaya koymak ve bunun önüne geçebilecek çalışmalar geliştirmek. İlk olarak uzman psikolog Ayşegül Neftçi ile çocukların bu sanal

Page 42: IV. Tıpta İnsan Bilimleri Kongresi-2008

IV. Tıpta İnsan Bilimleri Kongresi 2008Özet Kitabı

42

alemden neden ve nasıl bu kadar etkilendiği,ailelerin bu durumda neler yapması gerektiği hakkında bir röportaj yapıldı.Böylelikle bir uzmanın anket soruları ve proje açısından onayı alınmış oldu. diğer yöntemimiz ise anket çalışmasıdır.Anket çalışmamız iki koldan geliştirildi.Öncelikle Ankara Nurettin Ersin İlköğretim okulunda 35 tane 1.sınıf öğrencisi üzerinde bir anket yapıldı.Daha sonra ebeveynleri çocuklarla nasıl kaliteli vakit geçirdiğine dair bir anket uygulandı. Çocukların tahmin edildiği üzere,tek başlarına kaldıklarında,özellikle ailesi çalışan çocukların kendilerini sanal aleme daha çok kaptırdıkları görülmüştür.Burada ailelerin çocuklarıylaçok fazla kaliteli vakit geçirmediği ve onlara zaman ayıramadıkları görülmüştür. Kendi dünyalarındaki boşlukları,sanal alemdeki figürlerle dolduran çocukların daha çok ilgisiz ya da çalışan anne baba çocukları olduğu sonucuna varılmıştır.Buna yönelik olarak yapılaması gereken ilk önce ailelerin eğitilmesidir.Eğitimli aileler sayesinde denetim altında bilinçli yetiştirilen çocuklarda çizgi karakterlerden etkilenme oranının çok düşük olduğu anket sonuçlarıyla ortaya konumuştur.

Türk Sinemasındaki Tıbbi Olayların İncelenmesiCeren Damla Durmaz, Murat Çağan, Cem ÇöteliHalkımızın duygularını, yaşayışlarını, bakış açılarını direkt olarak yansıttığını düşündüğümüz sinema sektöründe bildiğimiz gibi tıp ile ilgili bir çok terim de bulunmaktadır. Doktorluk, hasta ve hastalıklar, hastalıkların toplumda uyandırdığı izlenimler ve halka etkileri, hastalanma biçimleri bunlardan yalnızca bazılarıdır. Türk sinemasındaki bu terimler incelenerek halkımız hakkında ciddi bir şekilde bilgi edilebileceği bir gerçektir. Çünkü halka ulaşmayı amaçlayan bu filmler bir şekilde halka hitap etmelidir. Bunun da en önemli yolu şüphesiz içerisinde halktan parçalar barındırmasıdır. Filmlerin içerisinde barındırdığı toplum ile birinci dereceden ilgili tıbbi olayların incelenmesi projenin çıkış noktasıdır. Türk sinemasından yukarıda saydığımız kıstaslara uygun, yeterli içerikteki örnekleri bulmak için internet üzerinden tarama yapılmıştır. Filmler eleştirel bir gözle izlenip içerisindeki tıbbı olaylar belirlenmiştir. Bu tıbbi olaylar literatür taraması yapılarak incelenmiş ve tıbba uygunluğu grup üyeleri arasında tartışılmıştır. Elde edilen bulgular ışığında tıbbi olayların sinema sektöründeki kullanımının nedenleri tespit edilmeye çalışılmıştır.

Yeşilçam’da Tıbbi YalanlarEmine Özlem Bostancı, Mehmet Budak, Hamza Çoban,Yunus Emre Dündar, Ebru ErenSinema için tıp her zaman zengin bir kaynak olmuştur. İdealist doktorlar, amansız hastalıklar, sıra dışı doktor-hasta ilişkileri beyaz perdede ana tema olarak yerini almıştır. Türk sinemasının devi Yeşilçam da mümkün olduğunca bu zengin kaynaktan yararlanmıştır. Ama tıp bilimini ve doktorları topluma yanlış yansıttığı da olmuştur. Bizim dikkatimizi de Yeşilçam filmlerindeki bu yanlışlar, tıbbi gerçeklikten uzak bazı sahneler çekti. Bu amaçla “Yeşilçam’da Tıbbi Yalanlar” adı altında projemizi yürütmeye başladık. Amacımıza uygun gördüğümüz üç Yeşilçam filmini (Savulun Battal Gazi Geliyor, Doktor, Şoför Nebahat) izledik. Bunların içerisinde dikkatimizi çeken sahneleri ve bunların topluma olan etkilerini Anatomi ve Farmakoloji Anabilim Dalları’ndan hocalarımızla konuşup tartıştık. Bu abartıların ve yanlışların topluma pek inandırıcı gelmediğini bilsek de insanların tıbba ve doktora bakış açısını ve onlardan beklentilerini etkileyebileceği sonucuna vardık. Bu nedenle, sanat uğruna da olsa bu tarz yanlışların yapılmaması, sinemada ve medyada daha dikkatli olunması topluma tıbbın ve doktorun daha gerçekçi yansıtılması gerektiğine inanıyoruz.

Otizm ve Otizmin Sinema Filmlerinde Ele AlınmasıSinem Girgin, Recep Kar, Aslı MelekProjemizde amacimiz, otizmin sinema filmlerinde nasil yansitildigini incelemek ve otizmi diger gelisimsel bozukluklardan ayirt edebilmektir. Otizmin ne oldugunu ve tanilarini daha iyi anlayabilmek için DSM-4 ve ICD-10 tani kitaplarinda bu hastaliklarla ilgili kisimlari inceledik. Otizm, erken çocukluk döneminde baslayan, tedavisi olmayan, kisilerin ömür boyu tasidigi bir rahatsizliktir. Otizmin prenatal baslangiçli oldugu kabul edilse de tani konabilmesi ancak 30-36. aylarda mümkündür. Çevresel ya da genetik nedenlerden dolayi olusup olusmadigi henüz belirlenememistir. Erkeklerde daha yaygin görülmektedir. Kendi basina ya da zeka

geriligi, ögrenme güçlügü, epilepsi gibi diger gelisimsel bozukluklarla birlikte ortaya çikabilir. “Otizm” kelimesinin anlami ise “kendine dönük” demektir. Otizmin sinema filmlerinde nasil yansitildigini incelemek için Rain Man, Maraton, Mozart ve Balina adli filmleri izledik. Ayrica otizmin zeka geriliginden farkli oldugunu Forrest Gump ve Benim Adim Sam adli filmler üzerinden giderek analiz ettik. Rain Man, Maraton, Mozart ve Balina filmlerinde otistik bireylerin sahip oldugu karakteristik davranislara dikkat çekildigi görüldü. Ayrica bu filmlerde otistiklerin sahip olabilecegi özel becerilerin de üzerinde durulmustur. Benim Adim Sam ve Forrest Gump filmlerini inceledigimizde ise zeka geriligine sahip bireylerin karakteristik özelliklerinin ve otistiklerle olan ortak davranislarinin yansitildigini gördük. Ayrica bu filmlerde otistik ya da zeka geriligi olan bireylerin çesitli sekillerde topluma kazandirilabilecegi de vurgulanmistir.

Page 43: IV. Tıpta İnsan Bilimleri Kongresi-2008

IV. Tıpta İnsan Bilimleri Kongresi 2008Özet Kitabı

43

Tıp ve Sahne Sanatları

Semazenliğin SırlarıEngin Zafer Terzi, Meryem TehmenMevlana Celalaeddin Rum-i müslüman alemi tarafından kabul edilen en büyük düşünürlerden biridir.Tarikatının ayinleri yıllardır görkemli gösterilerle sürmektedir.Bu ayine Sema ve ayini yapanlara Semazen denir.Semazenler yaptıkları bu ayinde insana şaşırtıcı gelen pekçok sırrı barındırmaktadırlar.Örneğin;Semazeenlerin başları neden dönmez,5200 tur döndükleri halde nasıl yorulmuyorlar,Semadan önce neden abdest alınır, Semazenlerin kafasında gördüğünüz takke neden silindir biçimindedir?Biz bu soruları Tıbbi bilgiler ve yaptığımız araştırmalar ışığında açıklamaya çalıştık.

Tıp ve Tarih

Tıbbın TabusuSema Koç, Zekiye Taşgın, Tuba YücePsikiyatride tarihsel,teorik,pratik yönden üzerinde çok çalışılmış bir sendrom olan histeri geçmişten günümüze çok farklı şekillerde yorumlanmasına rağmen semptomlarının nedenleri tam olarak bilinmemektedir.Tarihçesine baktığımızda ilk defa Yunanlılar tarafından ‘hysterikos’ismiyle anılmıştır.Hastalık olarak ise ilk defa Hipokrates tarafından teşhis edilmiş ve adlandırılmıştır.Tıbbın babası Hipokrates bile histeriyi kadın rahminin bir buhranı olarak düşünüp,tedavi yöntemi olarak da genital bölgeye su püskürtme yöntemini kullanmıştır.Ortaçağda,Batı dünyası dogmatik inançlar yüzünden histeri dahil ruhsal hastalıkları doğaüstü güçlere bağladığından,bu hastaların şeytana tutulduğuna inanıp,onları büyücü ilan etmişlerdir.Bu hastaların sonu diri diri yakılmak olmuştur.Günümüzde ise yaygın olarak kabul edilen etiyoloji,Sigmund Freud’un ortaya attığı ‘şuurdışına bastırılmış ve yine tatmin bulamamış cinsel ve saldırganca dürtülerin,bu hastalığa yol açtığı’ görüşüdür.Psikanalitik teoriye göre konversiyon bilinçdışı çatışmaların neden olduğu sıkıntı sonucu ortaya çıkar.Diğer bir teori de kişinin çevresiyle sözel iletişim kuramadığı durumlarda sıkıntısını beden diliyle ifade ettiğini savunmaktadır.Elde edilen veriler konversiyon bozukluğunun kırsal nüfusta,az eğitimli kişilerde,düşük zeka düzeyi olanlarda,çatışmalara katılmış askeri personelde daha sık görüldüğünü göstermektedir.Bu projede özellikle vurgulanmak istenen nokta ülkemizdeki hekimlerce gözardı edilen somatizasyon bozukluklarının tedavi edilememesinin hasta öyküsünün iyi alınamamasından kaynaklandığı,bu durumun gereksiz ilaç kullanımına sebebiyet verdiği,ve ülke ekonomisini büyük zararlara ittiğini açıklamaktır.Rasmussen ve Avant’ın yaptığı bir araştırmaya göre birinci basamağa başvuran hastaların %25’i bu gruptadır ve hekimlerin zamanının %48’ini bu hastalar doldurmaktadır.

Osmanlı’da Saray HekimliğiKoray Uzun, Kemal Tekin, Elif Nazlı Serin, Alperen Halil İhtiyarProjemizde yüzyıllar boyunca Osmanlı Hanedanlığı’na şifa vermiş hekimlerin tıbbi yöntemlerini ve saray hayatında tıbbın yerini anlattık.Osmanlı İmparatorluğu’ndaki hekim eğitimi, önceki İslami dönemlerdeki gibi usta-çırak ilişkisi şeklinde kendini gösteriyordu. Hekimler, hastane ya da özel muayenehanelerinde yanlarında çırak şeklinde hekim yetiştiriyorlardı.Osmanlı’da sistemli tıp eğitimi ise ilk tıp okulu olan Askeri Tıp Okulu’nun açılmasıyla başlar.“14 Mart Tıp Bayramı”, ülkemizde söz konusu bu ilk tıp okulunun kuruluşu olan 14 Mart 1827 tarihine istinaden kutlanmaktadır.Buna karşın Osmanlı’da sivil halka hizmet vermesi için hekimler yetiştirecek hiçbir tıp okulu bulunmuyordu.Bunun yanında denetleme ve yönetim mekanizmaları göz önünde bulundurulduğunda Osmanlı ülkesinde değişik yerlerden gelen hekimlerin büyük bir serbestlik içinde mesleklerini icra edebildiklerini görüyoruz.Saray hekimliğine atananların ise birçoğu darüşşifa hekimlerinden ve Süleymaniye Medresesinden mezun olanlar arasından seçilir; atamalarda liyakata dikkat edilirdi.Hasta muayenesi son derece basit bir şekilde gerçekleştiriliyordu. Hastanın yüzüne doğru bir bakış ve birkaç sorudan sonra nabız kontrolu muayenenin aslını teşkil ediyordu. Nabız bilmek bir hekim için en önemli şeydi.Osmanlı İmparatorluğu’nda, devlet yönetimi içerisinde sağlık alanındaki en yüksek mevki “Hekimbaşılık”tı. Tarihsel kaynakların verileriyle Osmanlı Padişahları ile hekimler arasındaki ilişkiler 15. yüzyılın başlarından itibaren izlenebilmektedir. Bir kurum olarak hekimbaşılığa ait ilk belgeler II. Beyazıt döneminden itibaren tespit edilebilmektedir. Hekimbaşı, pâdişâhın çevresinde çalışan kişilerin en büyüklerinden sayılırdı.Hekimbaşılar her şeyden önce padişahın ve ailesinin sağlığından sorumlu kişilerdi.Hekimbaşı savaşta padişahın yanında olur,askeri teşkilatın ilaç imali ve İstanbul’un sağlık işlerinden sorumlu tutulurdu.Darüşşifa hekimlerinin tayini de hekimbaşılar tarafından yapılırdı.Hekimbaşı Abdülhak Molla’nın Bebek’teki eczânesinin kapısına astığı “Ne ararsan bulunur, derde devâdan gayri” sözü pek meşhurdur.

Hayat Vermenin Dışında Bir Amaç: Biyolojik SilahlarMehmet Özgeyik, Özge Sever, Mehmet Mustafa Nacar,Pınar Erayman, Mustafa Çetinİnsanoğlu yaratılageldiğinden beri hükmetme duygusunu gidermek amacıyla içgüdülerinden gelen saldırma dürtüsünü hep kullandı. Fakat çevresindekilere göre kendi fiziksel yapısı itibariyle hem saldırıda hem de savunmada zaaflar

Page 44: IV. Tıpta İnsan Bilimleri Kongresi-2008

IV. Tıpta İnsan Bilimleri Kongresi 2008Özet Kitabı

44

gösterdi. Çünkü vücudu doğanın gücü karşısında kırılgandı. Ancak sahip olduğu aklı sayesinde bu zaaflarını gizlemeyi başardı. Aklı ona silahlanmasını emretti ve o da olanaklarıyla silahları yaratmaya başladı. İnsanoğlu gün geçtikçe kendi türü üzerinde hüküm kurmaya başladı. İşte bu noktada insanlık tarihinde kara bir defter açıldı: Savaş. Zamanla kendini öldürme egosunu kuvvetlendirdi ve biyolojik olarak zaaflarını kullanmaya başladı. Böylece biyolojik savaşlar doğdu. Zaman teknolojinin lehine işledi ve teknoloji de silahları besledi. Kuyu suyuna atılan cesetlerle başlayan biyolojik silah tarihi Tatarların mancınıkla hastalıklı hayvan ölülerini sur ardına göndermesiyle gelişimini sürdürdü. Büyük vebaların her ne kadar doğal olduğu ileri sürülse de hastalığı yayan vektörlerin başka ülkeler tarafından şehirlere gönderildiği de halen söylenti olarak dolaşmaktadır. Orta çağda veba salgınlarıyla Avrupa’nın dörtte üçü ölmüştür. Birinci Dünya Savaşı ile hız kazanan silah sanayisi İkinci Dünya Savaşı ve soğuk savaş döneminde azami hıza ulaşmıştır. Günümüzde ise ister gelişmiş ülkelerin birbirlerine karşı güç savaşında olsun ister terörizm başlığı altında bazı grupların olsun yine biyolojik silahları kullandıkları bilinmektedir. 11 Eylül saldırılarında insanlara gönderilen zarflar çok büyük korkuya neden olmuştur. Çünkü insanlar zarfların şarbon bakterisini barındırdıklarını düşünmüşlerdir. Bunun dışında halen kanıtlanmamış olsa da ebola gibi virüslerin gelişmiş ülkeler tarafından yaratıldığı ve deney amaçlı Afrika kıtasına atıldığı düşünülmektedir. İşte biz bu noktada grup olarak bu biyolojik silahları mercek altına almayı kararlaştırdık. Bu silahların öncelikle neleri ihtiva ettiklerini, etki güçlerini, insanlara zararlarını ve kullanıldıkları yerleri araştırdık

Gizemli VedaAli Engin Daştan, Mehmet Özbek, Nedim UzunNapoleon Buanoparte yalnızca Fransa açısından önemli bir şahıs değildir.Yaşamı boyunca aldığı her karar, uyguladığı her fikir dünya tarihine yön vermiştir.Hayatta olduğu günlerde yaptıkları kadar gizemli bir şekilde hayattan ayrılması da yıllar sonra bile tartışmalarda yerini almıştır. Bu ölümün ardındaki sır kapısını araladığımızda bazı ayrıntılar dikkatimizi çekmiştir.Hayatı boyunca en büyük amacı sanayi devriminin en önemli ihtiyacı olan kömürün peşinde koşmak olan Napoleon arsenik zehirlenmesiyle hayat veda etmiştir.İlginç olan arsenik zehirlenmelerinde ömrünce peşinde koştuğu kömürün aktif şeklinin ölümünde antidot olarak imdadına yetişememesi.(Arsenik zehirlenmesinde antidot olarak aktif kömür kullanılır.)Rastlantıya bakın ki bunu keşfeden de Fransız bir bilim adamıdır. Biz de çalışmamızda bu ayrıntıların üzerinde durarak bu gizemli vedayı aydınlatmaya çalıştık.

Çiçek EradikasyonuKısmet Çıkı,Gencay Üstün, Emanuel MillsGünümüzde çiçek hastalığının eradikasyonu (dünya üzerinden yok edilmesi) aşılarla elde edilen en büyük başarı hikayesidir. Çiçek, Orthopoxvirus genomuna ait bir virüs tarafından meydana getirilen bulaşıcı bir hastalıktır. Bu bulaşıcı hastalık tarihte pekçok kişinin hastalanmasına ve ölümüne neden olmuştur. Bu nedenle bu hastalığın eradikasyonu son derece önemlidir.Hastalık ilk olarak gelişmiş ülkelerde eradike edilmiş. Daha sonra eradikasyon gelişmekte olan ülkelerde deveam etmiştir. Hastalık en son olarak Somali de görülmüştür. 1976 yılında İngiliz hekim Edward Jenner ın geliştirmiş olduğu çiçek aşısı sayesinde hastalık ortadan kaldırılmıştır.Fakat bir çok ülke biyoterörist aktiviteye bağlı ortaya çıkabilecek olası epidemiler için çiçek aşısı depolamaktadır.

Cerrahinin TarihçesiAhmed Ahmedov, Alaa Quisi, Alper ŞenerCerrahinin insanlık tarihi içindeki gelişimi çoğu doktorun ve cerrahın ilgisini çekmez. Şu andaki konuların genişliği ve bilgi bolluğu düşünülürse bir doktorun tarihçe ile ilgilenmesi pratik olarak mümkün değildir. Ancak geçmişini bilemeyen geleceğini yönlendiremez. Bu nedenle tıp biliminin ve özellikle cerrahinin gelişimi kısa başlıklar altında özetlenecektir.Hastalık insanlık tarihi kadar eskidir ve hastalık için yapılan cerrahi tedavinin de insanın başlangıcından beri varolduğunu kabul etmek yanlış olmaz. Genellikle hastalıkların kötü tanrılar tarafından gönderildiğini düşünüyorlardı. Ancak dikkatli olan bazıları birtakım hastalıklarda hangi gıdaların iyi geldiğini ya da gelmediğini gözlemlediler. Bu şekilde yapılan gözlemler birikti ve

tedavi yöntemleri oluşmaya başladı. 1.Açık ameliyat tarih oluyor! Kapalı cerrahi yöntemler sayesinde günlerce hastanede kalmak, derin dikiş izleriyle dolaşmak sona erdi. 2. Patrick Henry, 1775’de Richmond’da yaptığı bir konuşmada “Adımlarıma rehberlik eden yegane ışık, tecrübe ışığıdır. Geleceğe karar vermenin, geçmişi kullanmaktan başka bir yolunu bilmiyorum” dediğinde, geçmiş tecrübelerden yararlanarak bir ışık kaynağını ve optik sistemi insan vücudunun içine sokup teşhis ve tedavide yepyeni ufuklar açacak bilim adamlarından habersizdi.

Batil İnançlar ve GerçeklerGurbet Yanarates, Vildan Şener, Huriye Erbak, Mehmet AlagözKültürümüzle günümüze kadar taşınan gerek batıl inanışlar gerek nedenini bilmediğimiz bilgiler... Deneme yanılmadır tek desteği yada deneyimler.Kimi neden bilmez inanır onlara.Kimiyse batıl bunlar diyip geçer.Besleyebildiğimiz kadar bilimsellik koyup açıklamaya çalıştık onları.Arkasında yatan bilimsel nedenleri bulmaya çalıştık.

Böbrek Nakli: Bir TarihAyşe Özköse, Aiza Aamer, H. Merve TurgutTürkiye’de ve dünyada meydana gelen böbrek nakli ile ilgili gelişmeler sunulmuştur.İlk insandan insana böbrek nakline kadar bu alanda dönüm noktası olarak kabul edilen immunosupressif ilaçların keşfi,hayvandan insana böbrek nakli,vücudun değişik bölgelerine yapılan böbrek nakilleri ve ilk insandan insana böbrek naklinden sonra bu alanda meydana gelen siklosporin ve tacrolimus gibi yeni immunosupressif ilaçların keşfi,bu alanda tecrübe edilen nakillerle alakalı istatistiksel verilar kroniksel sıralama içinde sunulmuştur.

Büyük Buluş: AntiseptiklerEkrem Bayraktar, Fatmagül Keleş, Mine SezginMikrop öldürücü olarak kullanılan antiseptiklerin bulunmasından önce, ameliyat salonları , hasta için bir umut ışığı olduğu kadar, çok büyük tehlikelerle dolu bir yerdi. Zira, ameliyat için vücudun açılan yerlerine mikroplar kolayca girebiliyorlardı. Pasteur’ün mikroplarla ilgili buluşunu açıklamasından sonra İngiliz cerrah Joseph Lister, ameliyatlı hastaların kaderini değiştiren önemli deneyler yaptı. Pasteur’ün çalışmasını duymuş olan Lister, ameliyat sonrasında birçok hastanın ölmesini, ameliyat amacıyla açılmış olan dokulardan vücuda giren bakterilerin etkisine bağladı ve açık yaralardaki bakterileri öldürmek için antiseptik kullanmaya başladı. Bir süre sonra, ameliyattan önce ellerini antiseptik sıvılarda yıkayarak, ameliyat aletlerini bu sıvılara batırarak, ameliyat salonuna, masasına ve hastanın derisine antiseptik püskürterek, ameliyat sonrası ölüm oranını büyük ölçüde azaltmayı başardı.1867 yılında, doktor Lister’in eski şefi Sir. John Erichsen, “Karın boşluğu, göğüs ve beyin, başarılı bir ameliyat için insanoğluna sonsuza dek kapalı kalacaktır.” diyordu.Oysa Lister’in buluşu antiseptikler ve daha sonra anesteziklerin de devreye girmesi ile, sir Erichsen’in bu iddiası, çok kısa sürede geçersiz kalacaktı.

Nobel Tıp Ödülü Alan Bilim KadınlarıSelin Şahin, Abdullah Kocaoğlan, Emin Hakan YücelBilim alanında kadınlar çok önemli başarılara imza atmışlardır. Biz 1901 yılından bu yana verilen nobel ödüllerinde tıp alanında bu ödülü almaya hak kazanan bilim kadınlarının hayatlarını ve buluşlarını araştırarak tıp biliminin gelişmesinde kadınların önemini inceledik. Nobel tıp ödülünü şimdiye kadar 7 bilim kadını kazanmıştır. Bunlar, ödül kazandıkları yıllar ve araştırmaları şu şekildedir: Abd’li Gerty Cory glikozun katabolik metaboliznasını inceleyerek 1947 yılında ödülü kazandı. Abd’li Rosalyn Yalow 1977 yılında radyoimmunolojik yöntemi geliştirerek ödülü aldı. Yine Abd’li Barbara McLintock 1983 yılında kromozomlar ve gen haritaları üzerine yaptığı çok önemli çalışmalarla ödülü kazanmayı hak etti. İtalyan nörolog Rita Levi Montalcini sinir büyüme faktörünü kanserli dokudan izole ederek 1986 yılında ödülü kazandı. Amerikan biyokimyacı ve farmakolog Gertrude Belle Elion farmakoloji alanında yaptığı çok önemli çalışmalarla 1988’de bu ödülü kazanmaya layık görüldü. Alman biyolog Christiane Volhard 1995’de embriyo gelişiminin erken evrelerinin genetik kontrolü üzerine yaptığı çalışmalarla bu ödülü kazandı. Son olarak ise Amerikan biyolog Linda B.Buck koku duyusunun nasıl tanınıp hatırlandığını açıkladı ve bu araştırmasıyla 2004 yılında nobel tıp ödülünü

Page 45: IV. Tıpta İnsan Bilimleri Kongresi-2008

IV. Tıpta İnsan Bilimleri Kongresi 2008Özet Kitabı

45

almayı hak etti. Bilim dünyasında çok önemli yerleri olan bu kişiler eminiz ki diğer yetişen bilim insanlarının özellikle bilim kadınlarının yapacakları araştırmalarda çok yararlı birer örnek olacaklardır.

Geçmişten Günümüze Estetik KaygılarAyten Arısoy, Serkan Karaisli, Enver Kılıç, Birhat ŞimşekTarih boyunca yeme içme gibi temel ihtiyalarını karşılamayı başaran insanoğlu güzel görünmeyi de kendisine gerek görmüş ve kimi zaman dinsel kimi zaman kültürel kimi zaman da kişisel sebeplerle kendi vücudu üzerinde birtakım değişiklikler yaparak çevresinde ilgi uyandırmayı amaçlamıştır.Dünyanın farklı yerlerinde farklı tür uygulamalar benimsenmiştir.Afrika’da kabile insanları çeşitli boyalar ve kemik takıları vücutlarına uygularken Çin’de kadınlar boyunlarına altın halkalar takmış ve küçük ayaklı olmanın güzelliğine inandıkları için tahta ayakkabılarla ayaklarının üyümesini engellemişlerdir.Tıbbın gelişmesiyle birlikte yapılan uygulamalar değişmiş ve estetik cerrahiyi ortaya çıkarmıştır.Burun ameliyatlarıyla başlayan serüven günümüzde çeşitlenmiş ve insanlar adeta yeni baştan yaratılmaya başlanmıştır.Bu konuyla amacımız estetik konusunda bilgilerinizi derinleştirmek ve yaygınlığı artan bu uygulamaların sonuçlarına dikkat çekmektir.

Derde DevaMehmet Fatih Algan, Sami Aksan, Henok Tamerat Haileİnsanlık tarihi kadar eski olan tıp tarihinde sizi ilginç ve yararlı bilgilerle dolu bir zaman yolculuğuna çıkaracağız. Geçmişten günümüze doğru bu yolculukta ilk durağımız, ilk medeniyetler ve ilk insanlar olacak. Bu dönemde tedavide büyü ve doğa kullanılırdı. En çok da ateş(büyü kovalayıcı) ve su(hastalıkları temizler) kullanılırdı. Daha sonra ilk reçetenin kulak ağrısı ile ilgili, ikinci reçetenin de bronşit ile ilgili olduğunu öğrenecek ve bunlar hakkında detaylı bilgiler bulacaksınız. Bu ilk dönemde insanlar kendi kendisinin hem hekimi hem eczacısı olmuşlardır. Bu dönemde tıp ve eczacılık el ele ilerlemiştir. Ortaçağda ise hastalıkların artması ve dolayısı ile ilaç çeşitlerinin artması, aynı kişinin hem tedavi yapmasını hem de ilaç hazırlamasını zorlaştırdığından hekimler, bundan sonra genelde ilaç yapmayı bırakmışlardır. İlaç hazırlama zaman içinde Apothicaire denilen gruba kalmıştır. Bu grup ‘tüccar’ olarak değil, ‘sanat erbabı’ olarak görülürdü. Bu dönemde özellikle kiliselerde ‘hekim rahipler’ ilaç hazırlamışlardır. İslam tıp bilimi ise büyük ölçüde Yunan ve Hint hekimliğine dayanıyordu. İslam aleminde insan ve hayvan kadavralarında otopsi yapılması yasak olduğundan, anatomi ile ilgili bilgiler için Galen’in kitaplarına başvurulmuştur. Ayrıca İbn-i Sina eserlerinde, insan vücudunun anatomisi ve fizyolojisini işlemiş, bazı hastalıklar ve tedavilerine ve bazı ilaç formüllerine yer vermiştir. Rönesansla birlikte tıp ve eczacılık birbirinden tamamen ayrılmıştır. Ama anlaşılan geçmişte ve günümüzde olduğu gibi gelecekte de, insanların dertlerine deva bulma arayışımız sürdükçe tıp ve eczacılığı tam olarak birbirinden ayırmamız mümkün değil gibi gözüküyor.

Tıbbın AnasıBen Azir Begüm Hymabaccus, Şeyda Ülkü Kuran, Enise Şeker, Gülsüm Yamak “Sağlık, sadece hastalık ve sakatlık halinin olmayışı değil, bedensel, ruhsal ve sosyal yönden tam iyilik halidir “. Biz de bu tanımdan yola çıkarak annelerin çocukların ‘sağlıklı’ gelişimlerinde ilk ve en büyük rolü oynadıklarını düşündüğümüz için, annelerimizin tarihin en eski doktorları olduğuna karar verdik. Bu düşüncelerimizi desteklemek için çocuğun zihinsel ve sosyal gelişiminde anne modelinin gerekliliğini, anne sütünün katkısını araştırdık. Yaptığımız araştırmalarda gördük ki anne sütü,bebeklere gereksinimi olan tüm besin öğelerini tek başına ilk altı ay sağlayabilen en iyi besindir. Doğumdan sonra gelen kolostrum ise bebeğin ilk aşısıdır. Anne sütüyle beslenmenin sağlığa olumlu etkisi yalnızca verildiği süre ile de kısıtlı değildir. Anne sütü alan çocuklar beş yaşına geldiklerinde de bilişsel işlevlerinin biberonla beslenenlere göre daha yüksek olduğu ve konuşma sorunlarının daha az olduğu gösterilmiştir. Anne sütü ile beslenmiş çocuklar astım, alerji, çocuk diyabeti gibi hastalıklara karşı daha dirençli oluyor ve kanser oranının daha düşük olduğu biliniyor. Gelelim psikolojik etkilerine; doğumdan kısa bir süre sonra, çeşitli nedenlerle annelerinden ayrılmak zorunda kalan bebeklerde çeşitli gelişimsel bozukluklar ortaya çıkmaktadır. Örneğin yuvalara yerleştirilen

bebeklerde, bedensel ve zihinsel gelişme geriliği ile sık hastalık ve yüksek bebek ölüm oranı gibi sorunlar görülür. Bunun sebebi, anne yoksunluğudur. Bu ve bilumum nedenlerden dolayı bize göre annelerimiz tıp tarihi kitaplarının tozlu sayfalarında yer almasalar da tarihin en eski doktorlarıdır.

Tarihteki İşkencelerin Vücuda EtkileriSalih Demircioğlu, Pınar Çakmak, Uğur Yasin AkgünProjemizin konusu tarihte uygulandığı bilenen işkence çeşitlerinin kişi üzerinde yarattığı sorunlardır. Bizce işkence genelde bilinen veya pek duyulmamış birçok hasara yol açmaktadır. Bu yüzden bu konuyu tercih ettik. Projemizde tarih boyunca insanlar üzerinde farklı gerekçeler ve farklı metotlarla uygulanmış işkence çeşitlerinden bahsederken işkenceye maruz kalan kişide yarattığı etkiler hakkında bilgi vermeyi ve bu işkence çeşitlerinden bazılarıyla ilgili bulduğumuz resimleri posterimizde sergilemeyi amaçladık. Ayrıca tüm bunları gösterirken bir kez daha işkencenin nasıl insanlığa aykırı bir eylem olduğunu hatırlatma amacını güdüyoruz.

Tıbbi Eğitim Modelleri Gelişim Süreci ve İdeal Eğitim Modeli TaslağıCemaleddin Öztürk, Gizem Pamuk, Mehmet Poyrazer, Onur TayderBu projenin hedefi tam bir tıbbi eğitim modeli ortaya koymak olmayıp, bu mevzu üzerinde gelecekteki çalışmalara metodolojik temel oluşturmaktır. Tespit edilen problemin daha iyi anlaşılabilmesi için tıbbi eğitim modellerinin tarihsel olgunlaşma süreci araştırılmıştır. Bunun yanında günümüzde kullanılır halde olan eğitim modellerinin araştırılması düşünülmüştür. Yurt içi ve yurt dışında kullanılan eğitim modelleri göz önünde bulundurulmuştur. Bu verilerin toplanmasından sonra ideal eğitim modeli taslağı hakkında hipotez aşamasına geçilmiştir. Kurgulanan taslağın kullanılabilirliği hakkında yurt içindeki tıp fakültelerinde günümüz modelleri-taslak modeli kıyaslamalı anketlerle geri bildirimler alınmış ve hipotez olgunlaşma aşamasına alınmıştır.

İlk Başarılı Böbrek TransplantasyonuEvsen Atıcı, Bergen Laleli, Umutcan KayıkçıTip tarihinin ufuk açan olaylarindan biri olan ilk böbrek transplantasyonu 23 aralik 1954’te kronik glomerulonefriti olan Richard Herrick üzerinde gerçeklesti.Doktorlarin bu vakadaki sansi ise hastanin bir tek yumurta ikizinin olmasiydi.Yalniz o dönemde transplantasyon fikri çok yeni oldugu için bu ameliyati yapmak doktorlarin aklina bile gelmemisti. Ta ki kardeslerden biri doktordan bunu isteyinceye kadar... Kadavra üzerinde yapilan çalismalarla ameliyat basarili oldu ve tip tarihinde yeni bir sayfa açildi. Transplantasyon ekibinin sefi ve plastik cerrah Dr. Joseph E. Murray sonunda organ nakillerini olagan bir prosedür haline getiren immünsupresif terapiler gelistirdi ve 1990’da tip alaninda Nobel ödülünü aldi.

Gizli DüşmanFatma Yekta Ürkmez, Tuğba Taştemel, Mustafa Kozan, Cemal ÜnlüOsmanli Devleti’nin son dönemlerinde savas süphesiz ki sadece cephede degildi. Savas ortaminin getirdigi en büyük olumsuzluklardan biri de, bulasici hastaliklardi. Osmanli Devleti, Balkan Savaslari ve 1. Dünya Savasi esnasinda savasin yani sira bulasici hastaliklarla da mücadele etmek zorunda kalmisti. Balkan Savaslarindan sonra ve 1. Dünya Savasi sirasinda Anadolu’ya göçlerin fazlalasmasiyla birlikte Anadolu’da ve diger cephelerde kolera, tifüs, veba, frengi vs.. gibi salgin hastaliklar yayginlasmistir. Bu hastaliklar sadece cephedeki askerleri degil Anadolu’da yasayan sivil halki da çok etkilemistir. Öyle ki sivil halk arasinda salgin hastaliklardan ölümler, yine hastaliklar nedeniyle cephede hayatini kaybeden askerlerin sayisindan fazladir. Bu projemizde Balkan Savaslari sonrasi ve 1. Dünya Savasi sirasinda Anadolu’daki salgin hastaliklari ele aldik. Cephede savasmanin yaninda saglik sorunlarinin da halki ne kadar etkiledigini ve ne kadar önemli oldugunu göstermek istedik.

Tarih Boyunca Veba ve Kültürümüze EtkileriEmir Charles Roach, Hasan Hüseyin Uçkan, Şeyda BozkurtOrtaçağlarda görülen hıyarcıklı veba veya bubonik veba ölümcül ve bulaşıcı veba hastalığının en yaygın biçimidir. Avrupa’da baş gösteren bu veba salgınları nedeniyle 1330 yılında nüfusu 120 bin olan Floransa şehri, karşılaştığı 8 büyük

Page 46: IV. Tıpta İnsan Bilimleri Kongresi-2008

IV. Tıpta İnsan Bilimleri Kongresi 2008Özet Kitabı

46

veba salgını ardından, 1427 yılında 37 bin kişinin yaşadığı küçülmüş bir şehir haline gelmiştir. 1525’de Roma ve Napoli nüfusunun 9/10’u veba salgınında yok olmuştur. 1550’de Milano’da nüfusun yarısı veba salgınında ölmüştür. 1575 - 1577 arasında Venedik’te 50 bin, 1575 - 1585 arasında Messina’da 40 bin, 1581’de Roma’da 60 bin kişi hayatını kaybetmiş ve aynı yıl Milano’da yalnızca 5 bin kişi sağ kalabilmiştir.İlkçağlardan 19.yy a kadar sık sık görülen salgınları milyonlarca insanın canına mal olmuştur. Projemiz çerçevesinde kısa bir tarihçe ve etkilerini anlatacağız.

İlacın OsmanlıcasıMusa Bilir, Hani Wardeh, Yüvehan Kurtuluş, Halitcan BaturCoğrafi konumundan dolayı bitki örtüsünden zengin olan Türkiye’de, 10 000’in üzerinde bitki türü bulunmaktadır. Bu zenginlik, Osmanlı döneminde yüzyıllarca, insanların başlıca şifa kaynağı olmuştur.Biz de Osmanlı Dönemi’nde şifa kaynağı olarak kullanılan belli başlı maddeleri ve bunları topluma sunan kişileri incelemek istedik. İlacın Osmanlıcası konulu çalışmamıza başlerken öncelikle bu konuyla ilgili tarihsel kaynakları inceledik.Daha sonra daha fazla bilgi bulma ve konumuzla ilgili resimlere ulaşmak için internete başvurduk. Bu çalışmamız süresince tarihi kendi döneminde değerlendirme prensibini kendimize şiar edindik. Koruyucu hekimlik anlayışını benimsemiş Osmanlı Devleti’nde sağlığın korunması ve hastalığın tedavisi ile uğraşan geniş bir grup bulunuyordu. Tabip demek, ilaç veren demekti. Hastaya ilaç hazırlayıp vermek hekimin işi olmakla birlikte, ilaç hazırlayıp satan başka meslekler de vardı. Örneğin aktarlar, macuncular, şerbetçiler, tutyacılar ve çiçek yağları, çiçek suları hazırlayıp satanlar, tiryak hazırlayanlar bu gruptan sayılabilirdi. Hastalık kavramı insanlığın başlangıcından beri var olagelmiştir. Bu hastalıklara karşı hekimler de zamanın koşullarına göre en uygun tedavi şeklini denemişlerdir. Biz de bu çalışmamızla Osmanlı döneminden bir kesit sunmak istedik

Bilime ve Eğitime Aç, Sağlığa ve Yardıma Muhtaç Osmanlıların Yaşam Merkezi: Süleymaniye KülliyesiAhmet Murat Aydiın, Merve Örücü, Özden Savaş 16. ve 17. yüzyıllarda Osmanlı Devleti’nin önemli bir sosyal ve bilimsel kompleksi olan Süleymaniye Külliyesi’ndeki eğitim hastanesinin ve üretken tıp fakültesinin yapısı ve çalışmaları,külliye içindeki diğer kurumlarla ilişkileri ve bu çok kurumlu yapının tıp ve sağlık alanında olumlu ve olumsuz etkilerinin incelenmesi amaçlanmıştır.Süleymaniye Külliyesi, Kanuni Sultan Süleyman’ın isteği üzerine dönemin en ünlü mimarı olan Mimar Sinan tarafından yapılmıştır.Tıpkı antik çağlarda Kos adasındaki Asclepiad, Bergama ve İskenderiye kütüphaneleri gibi ya da günümüzdeki Harvard, Oxford ve Cambridge Üniversiteleri örneklerinde olduğu gibi Külliye’nin de çok zengin ve güçlü bir kütüphanesi ve gelişmiş bir bilim ortamı vardı.Külliye tıp fakültesi, hastane, kütüphane, eczane ayrıca kervansaray, tabhane, hamam, sıbyan mektebi,türbeden oluşan bir yaşam merkeziydi.Bu sayede toplumun sağlık ihtiyacının karşılanmasının yanısıra sosyal ihtiyaçları da karşılanıyor,ticaret hayatının canlanmasına da katkıda bulunuluyordu.Bu Külliyenin yapılmasıyla Muhteşem Süleyman olarak da bilinen Kanuni’nin adına yaraşır şekilde bir eser ortaya çıkarılırken, İstanbul’da ilk tıp fakültesinin temelleri de atılmış oluyordu.Bu hastanenin diğer Osmanlı hastanelerinden en önemli farkı özel bir nöropsikiyatri bölümünün de bulunmasıydı.Bu bölümde hastalar özel ilaçlar ve müzik gibi farklı yöntemlerle tedavi ediliyordu.Sonuç olarak hastaların barınma,yiyecek gibi ihtiyaçlarını karşılayan yardımlaşma temelli bu sistemin günümüze uyarlanıp yaygınlaşmasının faydalı olacağı kanısındayız.

Clara’ların ÖyküsüDicle Karakaya, Elif Kıymet, Süleyman Camgöz, Şeymanur Topraklı1933 yılında Yahudilerin haklarının azaltılması ile adım adım başlayan Nazi baskısı, 1935 yılında durumun daha da kötüleşmesiyle doktorluk, eczacılık, askerlik ve birçok diğer mesleğin yapılmasının yasaklanmasına kadar vardı. Bu durum Nazi hükümetinin eline geçirebildiği bütün Avrupa Yahudilerini katletmesi ile sona erdi. Türkiye de yapılmakta olan üniversite reformunun bu döneme denk düşmesi, Nazi baskısıyla Almanya’dan ayrılmak zorunda kalan bilim adamlarının büyük çoğunluğunun Türkiye’yi seçmesinde en büyük etkendir. Bunlardan Max Clara (Histoloji ve Embriyoloji), Hans Winterstein (Fizyoloji), Werner Lipschitz (Biyokimya), Hugo Braun (Mikrobiyoloji), Rudolphe Nissen (Cerrahi), Wilhelm Liepmann (Kadın Doğum), Leopard İgerscheimer (Göz)’i sayabiliriz. Bu kişilerin

desteği ve mesleki deneyimlerine bağlı bilgi transferi, ülkemizde uygulanmaya ve yerleştirilmeye çalışılan modern tedavi yöntemlerinin, araştırma ve eğitim süreçlerinin çağın standartlarına ulaşmasında büyük kolaylıklar sağladığı da vurgulanmalıdır. Biz başta Max Clara olmak üzere bu ünlü isimlerin Türkiye’de yapmış oldukları başarılı çalışmalarını, Türk tıbbına olan katkılarını, üniversitelerde yeni anabilim dallarının kurulmasındaki çabalarını araştırdık. İstanbul Tıp Fakültesi’nde kuruluş yılı olan 1933’te 11 sığınmacı profesör, 17 Türk Ordinaryüsü görev yapmaktaydı. Tıp Fakültesi’ndeki bu dengeli Türk-Alman işbirliği, Türkiye’nin tıp alanında diğer branşlardan çok daha erken dönemlerde uluslararası düzeye ulaşmasını sağlamıştır.

Tıbbın AnasıBen Azir Begüm Hymabaccus, Şeyda Ülkü Kuran, Enise Şeker, Gülsüm Yamak “Sağlık, sadece hastalık ve sakatlık halinin olmayışı değil, bedensel, ruhsal ve sosyal yönden tam iyilik halidir “. Biz de bu tanımdan yola çıkarak annelerin çocukların ‘sağlıklı’ gelişimlerinde ilk ve en büyük rolü oynadıklarını düşündüğümüz için, annelerimizin tarihin en eski doktorları olduğuna karar verdik. Bu düşüncelerimizi desteklemek için çocuğun zihinsel ve sosyal gelişiminde anne modelinin gerekliliğini, anne sütünün katkısını araştırdık. Yaptığımız araştırmalarda gördük ki anne sütü,bebeklere gereksinimi olan tüm besin öğelerini tek başına ilk altı ay sağlayabilen en iyi besindir. Doğumdan sonra gelen kolostrum ise bebeğin ilk aşısıdır. Anne sütüyle beslenmenin sağlığa olumlu etkisi yalnızca verildiği süre ile de kısıtlı değildir. Anne sütü alan çocuklar beş yaşına geldiklerinde de bilişsel işlevlerinin biberonla beslenenlere göre daha yüksek olduğu ve konuşma sorunlarının daha az olduğu gösterilmiştir. Anne sütü ile beslenmiş çocuklar astım, alerji, çocuk diyabeti gibi hastalıklara karşı daha dirençli oluyor ve kanser oranının daha düşük olduğu biliniyor. Gelelim psikolojik etkilerine; doğumdan kısa bir süre sonra, çeşitli nedenlerle annelerinden ayrılmak zorunda kalan bebeklerde çeşitli gelişimsel bozukluklar ortaya çıkmaktadır. Örneğin yuvalara yerleştirilen bebeklerde, bedensel ve zihinsel gelişme geriliği ile sık hastalık ve yüksek bebek ölüm oranı gibi sorunlar görülür. Bunun sebebi, anne yoksunluğudur. Bu ve bilumum nedenlerden dolayı bize göre annelerimiz tıp tarihi kitaplarının tozlu sayfalarında yer almasalar da tarihin en eski doktorlarıdır.

S(?)n NoktaAhmet Gürcan, Burcu Dadı, Püren AlicikGünümüzde bilimsel çalışmaların geldiği nokta ortadadır. Her geçen gün gerek medyadan, gerekse ya ptığımız güncel kaynak taramalarından edindiğimiz bilgiler doğrultusunda bilimsel sürecin ne denli durdurulamaz ve bazen de tahmin edilemez bir biçimde ilerlediğini görmekteyiz. Buna rağmen kimi durumlarda bilimin eleştirel bakışından uzak düşüp kanıksanmış yöntemleri sorgulamamakta ve ispatlandığını düşündüğümüz gerçeklerin derinine inmekten kaçınmaktayız. Bilimin birikimsel sürecinin ve sürerliliğinin farkındalığı içinde gelinebilecek bir son nokta olmadığını göstermek, en umutsuz anlarda ya da en kanıksanmış yöntemlerde bile aslında bir yanlışa düşülmüş olunabilir. Yani hiç bir zaman bir SON NOKTA yoktur ve olması da düşünülemez. Bu noktada özellikle tıp gibi varılacak noktanın sonunun düşünülemeyeceği bir alanda çalışan bize düşen de bilimsel bakış açımızı ve sorgulama yetimizi profesyonel yaşamın yoğunluğu ya da diğer tüm etkenlere rağmen kaybetmemektir.

En Kutsal OrganAdile Begüm Bahçecioğlu, Hande Yatağanbaba, Keziban Koçyiğit, Sevilay KuntGünümüz son teknolojisiyle yapılmakta olan kalp ameliyatları eskiden nasıl yapılmaktaydı,hiç düşündük mü?Peki atmakta olan kalbe dokunan ilk kişiyi biliyor muyuz?Hikaye 7 Eylül 1896 gecesi Almanya’da bir klinik atmosferinden,bir ameliyathaneden ve tıbbi ortamdan uzak bir yerde Wilhelm Justus’un bir sokak kavgasında yaralanmasıyla başlar.Frankfurt Şehir Hastanesine yetiştirilen Justus kalbinden yara almıştır.Justus’la başarılı doktor Ludwig Rehn ilgilenmektedir.Peki ama o zamana kadar kalbe dokunmanın kalbin durmasına sebep olacağına inanılmasına karşın doktor bu yarayı nasıl dikecektir?Aslında bu sorunun cevabını o da tam bilmemektedir;ama birşeyler yapmalıdır ,yoksa Justus kan kaybından

Page 47: IV. Tıpta İnsan Bilimleri Kongresi-2008

IV. Tıpta İnsan Bilimleri Kongresi 2008Özet Kitabı

47

ölecektir.Doktor kararını verir ve ameliyata başlar.İnanılmaz ama ameliyat gayet başarılıdır.Bir yıl sonra doktor Justus’la beraber Berlin Konferansı’na katılır ve diğer cerrahlara ameliyatı nasıl yaptığını anlatır ve konuşmasını şu sözlerle tamamlar: ‘...Kuvvetle inanıyorum ki bu vaka artık çok nadir bir bir literatür vakası olrak kalmayacak,aksine kalp cerrahisi alanında çalışmalara devam etme heyecanı verecek.’

Aspirinin Eski YüzüLevent Üstbaş, Cemal Sakallı, Mehmet Sağlam, Sidar AltundağTarihte aspirin, yazılı kaynaklara göre m.ö. 2. yüzyılda romatizma ve sırt ağrısı için, kurutulmuş mersin ağacı yapraklarından enfüzyon yapılması ile kullanılmıştır. Buradaki etken madde salisilik asittir. Yaklaşık 1000 yıl sonra Hipokrat, ateşe ve ağrıya tedavi amacıyla, söğüt ağacı kabuğundan ekstre edilen suyu kullanmıştır. Bu suyun içindeki etken madde de salisilik asittir. Sonrasında orta çağda bu tedavi doktorlarca değil bitkiye meraklı kişilerce, söğüt kabuklarını kaynatmak suretiyle yapılmaya devam edilmiştir. 1763’ten sonra söğütten elde edilen etken madde salisilik asit hastalara doktorlarca reçetelenmeye başlanmıştır. Fakat salisilik asidin tadı acı, yan etkisi çok ve kokusu ağırdı. Bu madde; Bayer’de çalışan bilim adamı Dr. Felix Hoffmann’in babasının ağrıları dindirmek için de reçetelenmiştir. Bu ilacın yan etkileri nedeniyle babası yatalak olunca, babasının ağrılarını dindirmek için Dr. Hoffmann tarafından asetilsalisilik asit formu keşfetti. Bu şekilde uygulanmaya başlanmiştir. Aspirinin mucizevi etki yöntemi ise 1971’de Prof. John R. Vane tarafından bulundu. Bütün bu etkileri prostoglandinleri baskılayarak yapıyordu. Bundan 24 yıl sonra Dr. Derek Gilroy ilacın enflamasyonu nasıl engellediğini, yani nitrik oksit üzerinden etki ettiğini gösterdi. Mucizevi ilacın etkileri; ağrı kesici(özellikle baş,diş ve eklem ağrılarında), ateş düşürücü,enflamasyonu engelleyici, pıhtılaşmayı engelleyerek kalp-damar rahatsızlıklarını önleyici rollerinin yanı sıra akciğer kanseri, ince bağırsak kanseri ve beyin kanamasında da koruyucu özellikleri bulunduğu gösterilmiştir. Bu etkileri yaparken bazı yan etkileri olduğu farkedildi. Bu yan etkiler, mide ve ince bağırsak kanamasına yol açabilmesiydi.

Mumyanın GizemiŞefika Nurdan Eskici, Murat Karateke, Neslişah Atgüden,Zafer AydınMumya sözcüğü yüzyıllar boyunca kimi toplumlarca mumya dağından çıkan doğal bir madeni, kimi toplumlarca eczanelerde satılan kırık çıkık ilaçlarını, kimi toplumlarca ise canlı birinden büyü ya da efsun gibi işlerde kişinin yerini tutması için kullanılan tırnak ve saçı tanımlamak için kullanıldı. Biz bugün mumya denince yalnızca ‘tahnit edilmiş’ insan ölülerini, özellikle eski mısırlıların bu türden sağlam kalmış ölülerini anlıyoruz. Eskiden doğal mumyalaşma ile yapay mumyalaşma da ayrılırdı. Herhangi bir işlem yapılmadan yalnızca ölünün bulunduğu yerdeki koşulların etkisiyle bozulmadan kalmış cesetler için geçerli olan tür doğal mumyalaşmadır. Tutankamon mumyasının incelenmesi göstermiştir ki, yapay mumyalama da, tahnit sanatının üstünlüğünden çok, Nil diyarının kuru iklimi, havanın ve kumun mikropsuz olmasının sonucuydu. Doğrudan doğruya kum içinde, tabutsuz ve iç organlarının çıkarıldığına ilişkin en ufak bir iz taşımayan, sapasağlam kalmış cesetler bulunmuştur. Oysaki mumyalanmış olanlar, reçineler, asfaltlar ve kullanılan bir çok kokulu yağ yüzünden zamanla çürümüş ya da bunlara yapışarak şekilsiz külçeler haline gelmişlerdir. Uzun süre Mısırlıların elinde özel gizli kimyasal maddeler bulunduğu sanılırdı. Bugüne dek noktası noktasına doğru bir mumyalama tarifi ortaya çıkarılmış değil. Fakat bugün biliyoruz ki kullanılan değişik maddelerden çok, bunların kullanılışını belirleyen dini töreler, mistik tasarımlar, çoğu zaman malzemelerin kimyasal etkilerinden daha önemliymiş gibi görülüyordu.

Napolyon Öldürüldü Mü?Nihal Polat ,Mohammed Daraghma, Muazzez Aydın,Elif Dilara AkbaşNapolyon Bonaparte Fransa tarihindeki en ünlü komutandır. Kazandığı zaferlerle görkemli bir imparatorluk kurmuş ancak yaşadığı çöküş döneminden sonra İngilizlere teslim olmak zorunda kalmıştır. 5 Mayıs 1821 tarihinde, sürgüne gönderildiği St. Helena’da ölmüştür. Ölümünden sonra yapılan otopsiye göre ölüm nedeni “mide kanseri” olarak kaydedilmiştir. Ancak sonrasında ölümün sebebine

ilişkin pek çok iddia ortaya atılmıştır. Bunlardan en çok göze çarpanı Napolyon’un arsenikle zehirlendiği iddiasıdır. Bunun yanında ölümün İngiliz doktorların yanlış tedavisi, politik cinayet, çevresel zehirlenme ya da intikam sebebiyle olduğunu savunanlar da vardır. Tüm bu iddialar ışığında yapılan araştırma ve tartışmalara rağmen kesin bir sonuca ulaşılabilmiş değildir. Hala Napolyon öldü mü öldürüldü mü bilinmemektedir.

Derdini Marko Paşa’ya AnlatCansel Karaca, Güliz Avşar, Gamze Yeter AslanÖmer Asım Aksoy,deyimler sözlüğünde “Derdini Marko Paşa’ya anlat” deyimini açıklarken “kimilerine göre ilgilenir gibi görünüp olumlu bir iş yapmayan” parantezini açma gereği duymuştur.Bu deyime konu olan Marko Paşa 1871’de Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane’de ders nazırı olan Rum doktordu. Cerrahlıkta usta olan Marko Paşa,padişah Abdülaziz’in özel doktorluğunu da yapmıştır. Bu deyimin ortaya çıkma sebebi ise Marko Paşa’nın iyi bir cerrah olmasının yanında baş edemediği konularda hastalarının şikayetlerini kulak ardı etmesidir.Hazır cevap,mizahı seven ve döneminin tıp öğrencisine yardıma çalışan bir kişi olduğu da bilinen Marko Paşa kimi çevrelerce işini iyi yapan bir hekim olarak tanınırken kimilerine göre de hastalarını yeterince dinlemeyen ve etik açıdan mesleğini kötü kullanan biridir.Bizim amacımız ise farklı kesimler tarafından değişik biçimde yorumlanan Marko Paşa’nın hayatını ve mesleğini anlatmak ve bu farklı bakış açılarını objektif bir şekilde ele almaktır.

Dünyalar SavaşıÖzge Gönül, Hilal Semra Çelebi, Abdullah İbrahim Çalışır,Ertuğrul KaçmazAmerika’nın keşfi denilince insanlar Avrupalıların Amerika kıtasına gidip oradaki yerli halkı savaşla etkisiz hale getirerek kıtaya yerleştiklerini düşünür. Ama bu istilada onlara yardımcı (aslında kendilerinin de farkında olmadıkları) küçük dostları vardı. Bunlar onların Avrupa’da ve Eski Dünya’da binyıllardır beraber yaşadıkları ve onlara karşı bağışıklık kazandıkları mikroplar-virüsler idi. Fakat onlar kendileri için bu kadar sıradan olan grip,nezle,kızamık ya da suçiçeği gibi hastalıkların yerliler için (Amerika yerlileri) en etkili ölüm silahı olduğunun farkında değillerdi. Amerika’nın yerli halkı bu bakterilerle daha önce hiç karşılaşmamış,onlara karşı yanıt oluşturacak kadar bağışıklık sistemlerini geliştirmemişlerdi. Tarihte yaşanmış bu olay günümüzde ve gelecekte biyolojik silah fikrinin tehlikesini kavramaya yardımcı olmalıdır.

Çağlar Boyu CerrahiGamze Taş, Ebru Çakır, Özlem Ünal, Merve ArıcıHastalık insanlık tarihi kadar eskidir ve hastalık için yapılan cerrahi tedavinin de insanın başlangıcından beri varolduğunu kabul etmek yanlış olmaz. Genellikle hastalıkların kötü tanrılar tarafından gönderildiğini düşünüyorlardı. Ancak dikkatli olan bazıları birtakım hastalıklarda hangi gıdaların iyi geldiğini ya da gelmediğini gözlemlediler. Bu şekilde yapılan gözlemler birikti ve tedavi yöntemleri oluşmaya başladı. Biz de bu tarihi veriden yola çıkarak cerrahinin gelişimini medeniyetlere ve çağlara göre inceledik,çeşitli alt başlıklar halinde düzenledik.Bu başlıklar: -Mısır çağı -Mezopotamya -Çin ve Japonya -Yunan ve Roma Devri -Ortaçağ -İslam Arap Dönemi -Rönesans Devri Araştırmalarımız sonunda gecmişten günümüze cerrahi tekniklerinin ve cerrahide kullanılan aletlerin insanlıkla beraber geliştiğini gözlemledik. İnsanlık ilerledikçe de bu gelişim kaçınılmaz olacaktır.

Çağını Aşan Cumhuriyet Dönemi HekimlerimizEmir Tuğrul Keskin, Nisar Ahmad Amin, Murat Ercan, Ahmet Faruk FerizProjemizin konusu;cumhuriyet döneminde yetişmiş olup insanlığa önemli hizmetlerde bulunan Prof.Dr. Hulusi Behçet ve Prof.Dr.Gazi Yaşargil’in hayatlarını ve Tıp dünyasına getirdikleri yeniliklerin neler olduğunu açıklamaktır . Tübitak ve 19 Mayıs Üniversitesi gibi kurumlarında bu ve benzeri konularda çalışmalarının bulunması bu çalışmalarla tanıtılan doktorların tıp fakültesi öğrencileri tarafından yeterince tanınmıyor olması bu çalışmayı yapma nedenimizdir. Prof. Dr. Hulusi Behçet Hulusi Behçet, 20 Şubat 1889 tarihinde İstanbul’da doğmuştur. Tıp öğrenimini 1910 senesinde tamamlamış ve 1914 Temmuzuna kadar Gülhane

Page 48: IV. Tıpta İnsan Bilimleri Kongresi-2008

IV. Tıpta İnsan Bilimleri Kongresi 2008Özet Kitabı

48

Dermatoloji Kliniğinde asistan olarak çalışmıştır. Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan ve soyadı kanunu kabul edildikten sonra, Cumhuriyetin kurucusu M. Kemal Atatürk’ün arkadaşlarından olan babası Ahmet Behçet’in, parlak ve çok zeki anlamına gelen ve adı olan Behçet’i soyadı olarak almıştır. 1933 senesinde Üniversite Reformunda Deri Hastalıkları ve Frengi Kliniğine profesör seçilmiştir. Hulusi Behçet, Türk akademisinde profesör unvanını alan ilk kişidir.Buluşuyla tıp literatürüne Behçet Sendromu olarak geçen hastalık tüm dünyada tanınmasını sağlamıştır.Onun araştırma, yazma ve tartışmaya olan merakı entelektüel bir karakter olmasını sağlamıştır. Uzmanlığın ilk yıllarından başlayarak bir çok ulusal ve uluslararası kongrelere orijinal makaleleriyle katılmış, ülkemizde ve yurtdışında bir çok makalesi de yayınlanmıştır. Ünlü Alman Patoloğu Prof. Schwartz, onu ülkesi haricinde her yerde bilinen birisi olarak tasvir ederken, onu asla Türkiye’de bulamazsınız çünkü araştırmalarını yurtdışında sunar demiştir. Prof.Dr. GAZİ YAŞARGİL 1925 Diyarbakır-Lice doğumlu Prof. Dr. Gazi Yaşargil 1944 yılında, Almanya’daki Frederic Schiller Üniversitesi Tıp Fakültesi’ne girdi. 1945 yılında, 2. Dünya Savaşı’nın zor koşulları yüzünden tıp eğitimine İsviçre Basel’deki Tıp Fakültesi’nde devam etti ve 1950’de mezun oldu. Zürih Üniversitesi Nöroşirurji Klinik Direktörü Prof. Dr. Hugo Krayenbühl ile çalışmaya başlayan Yaşargil, daha sonra stereotaksik tekniğiyle ilgilenmek amacıyla Almanya’ya gitti. Prof. Dr. Gazi Yaşargil ayrıca mikro cerrahiyi Nöroşirürji’de uygulayarak çok zor ve hassas bölgelerdeki tümörlerin alınabileceğini kanıtladı. Dünyaca ünlü ‘’Neurosurgery’’ adlı bilim dergisi tarafından ‘’Yüzyılın Adamı’’ seçilen Türk beyin cerrahı Prof. Gazi Yaşargil’in adı 2002 yılında bir bilim kürsüsüne verildi. Böylece, ABD’de ilk kez saygın bir üniversitenin bilim kürsüsü bir Türk’ün adını taşıyor.

EbolaEbru Sekmen, Azize Danacı, Ezgi Türküner, Çağrı SümerPek az virüs Ebola virüsü kadar öldürücüdür. Ebola kurbanları , bazen birkaç gün içinde kanayarak ölürler. Hastalık masum bir şekilde başlar: Boğaz, baş, kas ağrıları. Birkaç gün sonra trajedi başlar: Hasta kan kusar; burun, göz, diş etleri ve iç organ kanamaları görülür. Hastaların %50-%90’ı iki hafta (bazen birkaç gün) içinde kanama ve şokla ölür. Ebola’nın tedavisi ve aşısı yoktur. 1995 Zaire salgını 245, 1996-97 Gabon salgını 44 ölüme neden oldu. Bu virüs neden bu kadar kanama yapıyor? Bu nokta yeni anlaşıldı; hatta, kobaylara etkili bir aşı bile bulundu. Ebola virüsü almış olanların kanında bir glikoproteinin (şeker bağlamış protein) miktarı çok artmaktadır. Michigan Üniversitesi ve Atlanta’daki Hastalık Kontrol Merkezi (CDC) nihayet problemi çözdü. Bu glikoprotein nötrofil denilen akyuvarlara yapışır. Bu hücreler bağışıklık savaşının komandolarıdır: Bakteri ve virüsleri içlerine alarak yok ederler: Fagositoz (hücre yemek) nötrofilleri ayrıca, B lenfositlerini antikor yapmaya, T lenfositleriyse virüsü öldürmeye zorlarlar. Ebola glikoproteininin yapıştığı nötrofiller görev yapamaz olur. Serbest kalan Ebola virüsü kendi üstünde yapışık kalmış glikoproteini anahtar gibi kullanarak toplar ve atardamarların içini astarlayan endotel hücrelerine girer. Bu hücrelerin DNA’sı durmadan Ebola virüsü yapmaya başlar. Kan, damarlardan dışarı sızmaktadır. Hasta antikor yapmaya zaman bulamadan kan kaybına bağlı şoktan dolayı ölür. Michigan Üniversitesi’nden Gary Nabel, Ebola’ya karşı kobaylarda etkili olan bir aşı hazırladı. Aşı Ebola glikoproteininin yapılışında rol oynayan genin bakteri DNA’sına (plazmid) eklenmesiyle oluşturuldu. Bu aşı kobayları Ebola’dan korumaktadır. Şimdi Büyük Sahra’nın güneyindeki insanları kasıp kavuran Ebola virüsüne karşı insanlarda etkili olacak bir aşı aranmaktadır. Hem halk hem de sağlık personeli aşılanarak insan beyninin gücü, Ebola’ya kanıtlanacaktır. Eğer Ebola, HIV virüsü gibi durmadan “kılık” (antijen) değiştirip aşıyı etkisiz kılmazsa tabii..

Kürtaj İkilemiPelin Memiş, Serkan Yeter, Salahi EnginKürtaj, embryonun veya fetusun rahimden çıkarılması işlemine verilen addır. Kürtaj embryonun ölmesi ve annenin sağlığının tehlikeye girdiği durumlarda endikedir. Ayrıca tıbbi nedenler dışında kürtaj işlemi kişinin isteğine bağlı olarak da gerçekleştirilebilir. Tarih boyunca kürtaj için birçok yöntem kullanılmıştır. Bunlar arasında cerrahi yöntemler olduğu gibi çeşitli bitkiler kullanılması, abdominal basınç arttırılması gibi yöntemler de kullanılmıştır. Günümüzde kürtaj yasalarla sınırlandırılmıştır. Bu yasaların konma gereği bebeğin intrauterin hayatıyla ilgili süregelen tartışmalar ve etik sorumluluklardır. Bugün kürtajın Dünya’nın pek çok ülkesinde yasal olmasına karşın konuyla ilgili etik tartışmalar halen gündemdedir.

Tartışmaların odağında sosyolojik etmenler, kadın hakları, bebeğin yaşam hakkı, dini konular, fetal ağrı ve bebeğin cinsiyetinin seçilmesi gibi konular bulunmaktadır. Yaptığımız çalışmalarda, tarih boyunca kürtaj hakkındaki yasalar, tartışmalar ve uygulama yöntemlerini incelerken; günümüz dünyasında toplumlar arası bakış farklılıklarını da irdeledik.

Tarihin En Büyük Felaketi : İnfluenzaBuğra Özkan, Taha Keskin, Cansu DemirkıranTarihte insanlığın yaşadığı doğal felaketler bizlere birşeyi göstermiştir: Bu dünyada tutunabilmek için sonuna dek savaşmak. Bu acı tabloların en büyüğü olan 1918 İspanyol gribi en büyük düşmanımızı hafife almamak gerektiğini bir kez daha göstermiştir. Küçümsediğimiz düşmanımız influenzanin ne denli ürkütücü sonuçlara yol açabilceğini ve bununla ilgili ne gibi önlemlerin alınmasının gerektiğini ortaya koyacağız. Bu projemizde influenzanin tarihsel aşamalarını, toplum üzerindeki sosyal ve ekonomik etkilerini, klinik tablolarını ve dünyanın karşılaştığı diğer felaketler arasındaki yerini karşılaştırmalı olarak göreceksiniz. Çoğu zaman önemsemediğimiz bu hastalık geçmişte düşmanımızdı, şimdi düşmanımiz, gelecekte de hiç şüphesiz en büyük düşmanımız olacak. Her şeyle mücadele edebilsek bile griple savaşımız asla bitmeyecek.

İspanyol GribiTolga Can, Keziban Toksoy, Oğuz BayraktarBu araştırmada İspanyol gribi ile ilgili ; şehir arşivleri ,tıbbi yayınlar ve 1918-1919 arası Ceneviz gazeteleri incelendi. 1918’deki üç ardışık dalga ile nüfusun %50’sinden fazlası bu hastalığa yakalandı.Ölüm oranı 21-40 aş grubu için en yüksekti.Bu oran erkeklerde daha da fazla idi.Ceneviz’de hastalık ilk defa, sınır birliklerden geri dönen askerler arasında görüldü.Ardından sivil nüfusta hızlıca yayılım gösterdi.En ölümcülü ,Ekim-Kasım ayları arasında görülen 2. dalga idi.3. yani son dalga 1918 sonunda görüldü.Cenevizli yetkililer (Conseil d’Etat) ekimde iki acil durum toplantısı yaparak , ani bir şekilde tüm özel ve devlet okullarının geçici olarak kapatılması, büyük buluşma ve toplantıların (dini, cenaze,eğlence,tiyatro,balo,spor vs…) yasaklanması kararını verdiler. Bir acil durum hastanesi açarak , hastane yetkililerine ölüleri 48 saat içinde gömme yetkisi verdiler.Hastalık bulaşmasını engellemek için sokakları, apartman merdivenlerini ve daireleri güçlü bir dezenfektan ile spreylemeyi mecburi kıldılar.Salgın özel ve kamu sektörlerine büyük zararlar verdi.Bazı şirketler, çalışanlarının %80’inin hasta olduğunu bildirdiler.Toplu taşıma , posta ve telefon hizmetleri kesintiye uğramıştı.Sağlık hizmetlerine ulaşmak da çok güçtü çünkü hastaneler yeni hastaları kabul edemiyorlardı. Hastalık , korunma yolları, tedavisi ,kişisel ve toplumsal hijyen ile ilgili şüpheli ve yanlış bilgiler basında yaygındı.Yayımlanan neredeyse her makale reddedildi ya da karşı bilgilerle verilmeye çalışıldı ki bu da savaş zamanında az olan güveni iyice sarstı. Bu tarihi vaka çalışması bugünkü ve gelecekteki grip salgınlarını anlamamıza , özellikle virus-konak ilişkisi ile toplumsal kuşkuları iyi değerlendirmemizi sağlayacaktır.

Geçmişten Günümüze Egzama TedavisiOnur Günaydın, İlay Berke, Gülşah OrakBu projede, ilkçağlardan günümüze kadar egzama tedavisinin tarihsel gelişimi araştırılmıştır.Egzama eski Yunanca’da “kaynayarak birdenbire fışkıran, püsküren, köpüren” anlamına gelir.İlkçağlarda dermatologlar deride gördükleri her lezyonu bir püskürme olarak dikkate alıp egzama olarak adlandırmışlardır.Viyanalı dermatolog Hebra’nın “Egzamaya benzeyen her şey egzamadır.” sözü bu durumu çok iyi açıklamaktadır.Egzama tedavisinde 19. yüzyıla kadar humoral patoloji teorisinin hakim olduğu görülür.Hebra’nın deri hastalıklarını sınıflandırması ve sentetik ilaçların bulunması ile egzama tedavisinde yeni bir dönem başlamıştır.20. yüzyılın başlarında ise allerji teriminin tanımlanmasıyla egzamanın allerjik yönü ortaya konmuştur.Günümüzde allerjik yapıda olmayan reaksiyonlar egzama olarak kabul edilmemektedir.Egzama tedavisinde tarih boyunca farklı medeniyetlerde birçok farklı tedavi yöntemi uygulanmıştır.Günümüz tıbbında geçmişte kullanılan bazı drogların hala kullanıldığı görülmektedir ve egzamanın günümüzde hala tam olarak tedavisi bulunmamaktadır.

Steril Tıbba Tarihi BakışHasan Satış, Tuğba Özsoy, Gizem KılınçSterilizasyon basit olarak bir materyaldeki her türlü mikroorganizmanın

Page 49: IV. Tıpta İnsan Bilimleri Kongresi-2008

IV. Tıpta İnsan Bilimleri Kongresi 2008Özet Kitabı

49

uzaklaştırılması, materyalin tümüyle mikroorganizmalardan arı hale getirilmesi olarak tanımlanabilir. İnsanlar eski devirlerde hastalıkları, özellikle salgınları tanrının insana veya topluma verdiği bir ceza olarak kabul etmiş, bazan bunlara yıldızların durumunun yol açtığını düşünmüş, çareyi dua etmekte, bazan sihirli yollara ve batıl inanışlara başvurmakta bulmuştur. Yine de salgınlarda rahip ve papazların da diğer insanlar kadar hastalığa yakalanması, hasta ile temasta bulunanlarda hastalığın daha sık görülmesi, bir yerleşim biriminde salgın varken diğerinde hastalığın görülmeyebilmesi hastalığın başka nedenleri olabileceğini düşündürmüştür. Bu düşünceler, bozulma ve çürüme ile hastalıklar arasında bir benzerlik de kurularak, bozulmayı önlediği düşünülen bazı maddelerin hastalıklara karşı da kullanılması ve ilk önce cüzzamlı ve vebalı hastaların diğerlerinden izole edilmesi uygulamasına yol açmıştır.Bu uygulamalar bugünkü sterilizasyon ve dezenfeksiyon tariflerimize birebir uymasa da bugün uygulananların birer ilkel örneği sayılabilir. Bu noktadan yola çıkarak günümüzde uygulanan sterilizasyon tekniklerine ulaştık.Bu süreç içindeki azalan ölüm oranlarına bakarak tıbbın özellikle cerrahinin sterilizasyona paralel olarak gelişip günümüzdeki yerine ulaştığını gördük.

Selçuklularda TıpAdnan Dursun, M. Nurullah Arıkan, Osman SayınBirey olarak veya millet olarak geçmişimizi öğrenmeden gelecekte ne olacağımızı, ne konumda olduğumuzu bilemeyiz .Bu sebeple biz Selçuklu dönemine ait tıbbın özelliklerini araştırdık.Araştırma sırasında “derleme” yöntemi kullanarak internet,dergi ve makalelerden yararlandık.Selçuklu döneminde benimsenen tıp anlayışı ,halka sağlık hizmetinin verildiği darüşşifalar ile darüssıhhalar ve bimaristanlar , buralarda görev alan hekimler ile uygulanan tedaviler ,bu kültürel ve tarihi değerlerimizden günümüze ulaşabilenler ve o dönemde ün salan değerli meslektaşlarımız hakkında bilgi edindik.Sonuçta Selçuklu Devleti’nin her alanda olduğu gibi “tıp” alanında da en ileri olduğunu gördük ve gurur duyduk.Siz de görmelisiniz...

Mezopotamya’da TıpDerlen Özgeç, Mustafa GülderenBilim,büyük bir entellektüel maceralardır. Bilim yapmak için gözlemler neticesi elde edilen,delillere dayalı,canlı ve yaratıcı bir hayal gücü gerekir. Doğaya bilim yoluyla meydan okuyabilecek kadar gelişmiş her medeniyette, bilim en iyi beyinleri kendisine çekmiştir. İşte bu medeniyetlerden biri de MEZOPOTAMYA’dır. Mezopotamya tıpında da tarihten günümüze kadar birçok yöntem kullanılmıştır.Bu projede amaçlanan Mezopotamya tıpındaki gelişmelerin günümüze yansımasını ortaya çıkarmak, yaşanan gelişmelerin tıp dünyasına ne gibi bir katkısı olduğunu açıklamaktır.Hidrofiziyi, hummayı, fıtığı, uyuzu, cüzzamı ve bazı deri hastalıklarını tanımışlar; saçları, boğazı, akciğerleri ve mideyi etkileyen hastalıkları da öğrenmişlerdir.Bunları tedavi edecek ilaçları da yapabilmiştirler.Mezopotamya tıbbı, insanlık tarihi kadar eski bir kültüre dayanır.Mezopotamya uygarlığı yalnız kendi zamanın değil gelecek yüzyıllardaki komşuları üzerinde de etkili olmuş, tıbba çok büyük katkıda bulunmuştur!

Geçmişten Günümüze EpilepsiMustafa Karakurt, Murat Güzel, Ömer CennetTarihe baktığımızda insanları en çok etkileyen hastalıklardan biri olan epilepsi, gerek görünme sıklığı, gerek nöbetlerinde yaşattığı korku ve dehşet ile üzerinde düşünülen ve araştırılan hastalıklardan biri olmuştur.Bu yüzden insanlığı fazlasıyla etkileyen bu hastalığın tarihsel sürecini araştırma konusu olarak seçtik.Bu projeyi oluştururken öncelikle epilepsi tedavisinin tarihsel gelişim sürecinin ve insanların bu hastalığa yaklaşım biçimlerini , bu hastalığa yakalanan tarihteki ünlü insanları ve epilepsinin hayatlarına etkilerini, son olarak da epilepsinin günümüzdeki durumunu inceledik. 1000 isimli hastalık olarak anılan epilepsi; Hipokrat’tan önceki zamanlarda tanrı tarafından gönderilen kutsal bir hastalık olduğuna inanılır ve tedavi amacıyla kurbanlar kesilir, bağış yapılır , papaz ve doktorların denetiminde dini ayinler düzenlenirdi.Hipokrat ve onun izinden giden hekimler ise epilepsinin kan ve vücut salgılarının hatalı bir karışımından ileri geldiğine inanıyorlardı ve tedavi yöntemlerinin temelini diyet oluşturuyordu.Bu diyet beslenme kuralları, dışkının düzenli boşaltılması ve jimnastik üzerine kuruluydu.Ortaçağda ise dini inanç temelli tedavi yöntemleri hakimdi.Hastalığın sebepleri şeytana ve kötü ruhlara dayandırılmış ve tedavide buna göre değişik şekillerde uygulanmıştı.İbadet,oruç,kurban,kutsal yerlerin ziyareti ve ruh çıkarma(exorsizm)

gibi unsurlar tedavi amaçlı kullanılmıştır.Rönesans döneminde ve sonrasında ise bazı bitkisel içerikli ilaçlar kullanılmıştır. Tarihte bu hastalığa yakalanan ünlüler arasında Van Gogh, Dostoyevsky, Napoleon ,Caesar, Socrates gibi tarihe geçmiş daha birçok kişi bulunmaktadır. Epilepsi tedavisinde geçerli ilk bilimsel tedavi yöntemlerinin temelini 19.yy’da bromid’in 20.yy’da phenobarbitol’ün uygulanması oluşturmaktadır.Modern tıpta ise 20’ye yakın kimyevi madde epilepsi tedavisinde kullanılmaktadır ve hastaların büyük kısmı iyileşme göstermektedir.

Eroinin BulunuşuMehmet Coşkun, Ali Yavuz Kullular, İlhan Hekimsoy, Ezgi İnceYaklaşık yüz yıl önce Aspirin’i bulan Alman farmakolok Felix Hoffman dünyada sükse yaratan bu hapla yetinmemiş daha etkilisini aynı zamanda da mutluluk verici olanını bulmak için kolları sıvamıştı. Yeni deneyler,yeni araştırmalar onu tam bir kahraman haline getirecekti. Çünkü yeni bulduğu ilaç yıllardır çaresiz hastalara şifa, kullananına mutluluk veren Eroin’di. İlaç firması ve Hoffman öyle büyük övgüler almıştı ki yeni ilaçlarına da talep kısa sürede tavan yapmıştı bile. Elli yıl kadar piyasada kalan bu ilaç sonunda anlaşıldı ki insan için oldukça zararlı etkileri var. Hemen toplatılan ve yasaklanan Eroin çoktan alıcısına göz kırpmıştı bile. İnsanları bundan vazgeçirmek tahmin edildiği gibi kolay olmayacaktı.

Dünya Tarihinin “Zehirli” GeçmişiBedia Taşçı, Selin Kestel, Gözde Tuncer, Görkem AtsalHemen hemen herkes, uygun kullanılmadığında zararlı olacak kimyevi maddelerle temas halindedir.Zehir, çok fazla veya çok toksik olan kimyevi maddelere verilen isimdir. 16. yüzyılda Paracelsus’un zehiri tanımlarken kullandığı “Her madde zehirdir. Zehir olmayan madde yoktur; zehir ile ilacı ayıran dozdur” şeklindeki ifade, bugünkü modern toksikolojinin de çıkış noktasıdır.Zehir ve zehirlenmenin tarihçesi binlerce yil öncesine dayanmaktadir. Yüzyillar boyu, Romalilar zamanindaki politik suikastlerden çagdas çevre sagligina kadar zehirler insanligin tarihinde önemli rol oynamistir.Zehirler çok eski çağlardan itibaren bilimsel bir çalışma konusu olmuştur.Ancak tarih,zehirin farklı çevrelerce suikast girişimleri,çevresel felaketler,terörist eylemleri gibi amaç dışı kullanımına da şahit olmuştur.Böylece toksikoloji farkli bir bilim dali olarak gelismiştir ve gelişmeye devam etmektedir.Çagimizin önemli zehirleri geçmistekine göre degisse de toksik maddeler yasamimiz ve sagligimizi tehdit etmeye devam etmektedir. Endüstri ve teknolojinin gelisimiyle karsimiza çikan çevresel toksinler bundan sonrasi için de önemi yadsinamayacak tehlikeler olarak insanoglunun karsisinda duracaktir. Insanoglu tarihinden ders aldigi sürece gelecege daha güvenli bakacak ve olasi tehlikelere hazir olacaktir.

Yığın BilgisiZafer Kaya, Uğur Önal, Haluk Çağlar KarakayaBiyoistatistik günümüzde çok kullanılan bir bilim dalı olmasına rağmen, tıp içerisinde yer almasının tarihi pek de uzak değildir ve pek çok tartışmayı da beraberinde getirmiştir.Bu konuyla ilgili ilk tartışmalar Laplace ve Cabanis arasında onsekizinci yüzyılın sonunda başlamıştır.Pek çok bilim adamı istatistiğin tıbta yeri olup olmadığını tartışırken, Florence Nightingale’in Kırım Savaşı sırasında çıkardığı istatistiklere göre savaş stratejisinin değiştirilmesi sonucunda pek çok hastalığın ve ölümün engellenmesi , biyoistatistiğin tıptaki yerini ve önemini kanıtlamıştır.Bu projede amacımız, istatiksel verilerin tıp dünyasına girişini ve bu konuda katkıları olan insanların çalışmalarını inceleyerek, biyoistatistiğin tıbbi araştırmalardaki önemini vurgulamaktır.Tıbbi araştırmaların her sahasında, istatiksel düşünme ve yöntemler bilgiye yeni bir kavrayış kazandırma ve hipotezi doğrulama için kullanılmıştır.Yeni verilerin elde edilmesi ve yeni hipotezlerin ortaya atılması yeni istatiksel metotların da gelişmesini tetiklemiştir.

Mankurt EfsanesiArzu Yazar, Bahriye Kılıçaslan, Gülsüm KarabulutProjemizde Cengiz Aytmatov’un “Gün olur asra bedel” romanında anlatılan Mankurt Efsanesi’ni inceledik. Efsaneye göre, Kazakistan’ın uçsuz bucaksız Sarı-Özek bozkırının yerlisi olan Kazaklar, eski tarihlerde, onların su kuyularına ve otlaklarına göz diken Juan-Juanlar’ın zaman zaman baskınlarına maruz kalmaktadırlar. Baskınlarda bazen Kazaklar, bazen de Juan-Juanlar gâlip gelmektedir. Juan-Juanlar savaşı kazandıklarında, alıp götürdükleri esirlerin bazılarını başka kabilelere satmaktadırlar ki bunlar oldukça şanslı sayılırlar. Çünkü hiç olmazsa, köle olarak

Page 50: IV. Tıpta İnsan Bilimleri Kongresi-2008

IV. Tıpta İnsan Bilimleri Kongresi 2008Özet Kitabı

50

da olsa, sağ kalmaktadırlar. Güçlü kuvvetli esirleri ise satmamakta, akıl almaz işkencelerle, hafızalarını kaybettirerek, adeta delirtmekte ve onları, kendilerinin sâdık köleleri olarak en önemli işlerde çalıştırmaktadırlar.İşte biz burada adı geçen işkenceyi yani mankurtlaştırma işlemini ele alıp bunu günümüzde tanımlanmış bazı hastalıklardan yola çıkarak açıklamaya çalıştık. Kısaca bu hastalıklar: Retrograde amnezi(amnezinin gerçekleştiği zamanın hatırlanmaması),travma sonrası stres bozukluğu(insanda hipokampüste küçülmeye yol açtığını gösteren kanıtlar vardır.Bu bölge hasarlı olduğunda otobiyografik bellek gelişmez.), hipoglisemi(açlıkta ortaya çıkan hipoglisemi belleğin bozulmasına neden olmaktadır.), Wernicke-Korsakoff sendromu(thiamin eksikliği sonucu ortaya çıkar.) Sonuç olarak, bu projemizle tarihimizde yer alan ama tam olarak açıklanamamış bir olayı günümüz tıp bilgileriyle anlamlandırmayı amaçladık.

Tıp Papirüslerde BaşladıHalil Çaylak, İpek Kerimel, Ozancan BabaoğluBu projenin konusu tarihin en eski tip kitaplarıyla ilgilidir. Yaptığımız çalışmalar tarihin en eski çağlarından beri insanların tıpla olan yakin ilişkilerini ,tıbbi araştırma ve gözlemlerini ölümsüzleştirdiği o eski yazıtları araştırmak ,yazıtların ne kadar eski olduğunu saptamak ve neler içerdiğini bulmak üzerinedir. Proje gelişirken bu kitapların içeriğini anlamak konusunda sıkıntılar olduğunu öğrendik. Çünkü bu papirüsler milattan önce yazılmıştı ve kullandıkları dil ve harfler bilinmiyordu. Yaptığımız araştırmalarda bu eski papirüslerin birkaçının çözüldüğü ve çevirisinin yapıldığını bulduk. Ancak bazı papirüslerin dillerinin farklı olması ve zamanla yıpranmış papirüslerin parçalarının kaybolması içerik hakkında edinebileceğimiz bilgileri kısıtlamıştır. İlk tıbbi papirüslerin rönesans döneminden kaldığını tahmin edilmekteydi ; ama onların daha eski(milattan önceki) yüzyıllardaki çalışmaların 3.ve4. elden kopyaları olduğu kanıtlanmıştır. Şu ana kadar yapılan çalışmalarda 9 tane eski papirüse rastlanmıştır.Bunlar : Edwin Smith, Chester Beatty, Carlsberg, Kahoun, Ramesseum , Leyden, London, Berlin ,Ebers’tir.

İğrenç Deyip GeçmeAyşegül Kılıç ,Gürcan Gürlek, Melek Mutlu ,Nesli Karakuşİnsanoğlu varoluşundan beri daha doğaya hakim olmadan birçok canlıyı kutsal saymış, mitolojik olarak onların kendilerine faydalı olduklarını düşünmüşlerdir: güneş, otlar, yılan... Daha sonra kendi üstünlülerini keşfettikçe, bu canlılar onlar için kutsal olmaktan çıkmış, çeşitli ihtiyaçlarını karşılayacakları, üstünde deneyler yapabilecekleri denekler haline gelmiştir. Bu canlılar arasında hiç aklımıza gelmeyen hergün heryerde karşılaşabileceğimiz, çoğumuzun iğrendiği, bir terlik darbesiyle yok ettiğimiz “böceklerde” yer alıyor. Teknolojinin gelişmesine paralel olarak hastalıkların da çeşitlenmesiyle, eskiden kullanılan ilkel yöntemlerin haricinde şu an onların genetiğinden de faydalanıyoruz mesela. Peki bu canlılardan ne şekilde ve hangi hastalıkların tedavisinde yararlanıyoruz? Daha adını bile duymadığımız canlıların, her an karşılaştığımız adını ezberlediğimiz hastalıkların tedavisine katkısı nedir? Ve gelecekte bilime ne derece ışık tutabilecekler?

İlk Resimli Cerrahi Kitabı: Et TasrifZeynep Ergin, Gökhan Sucu, Ali Erdem Yılmaz, Buşra TozdumanEt Tasrif,ilk resimli cerrahi kitabı olması nedeniyle tıp tarihinde önemli bir yere sahiptir.19.yy’nin sonuna kadar Avrupa’da tüm üniversitelerde okutulmuştur.Aslı Madrid Arkeoloji Müzesinde olup Latince,Türkçe,İbranice ve Fransızca’ya orijinal Arapça metinden çevrilmiştir.Kitapta 175-200 kadar cerrahi aleti resimlendirilmiştir.Ayrıca birçok cerrahi yöntemle ilgili açıklamalar yer almaktadır.Eseri önemli kılan özelliklerinden biri de hidrosefali tedavisiyle ilgili içerdiği bilgilerdir. Yazarı Ebu’l Kasım Ez-Zehravi(930-1013) Avrupa’da cerrahinin kurucularındandır.Tonsillectomi,tracheotomi ve craniotomiyi tanımlamış,idrar yollarında sonda kullanımını, böbrek taşı ve akciğer iltihabı ameliyatlarını gerçekleştirmiştir.

Ölümle RandevuElvan Çiftçi, Didem Kara, Yelda YazırYüzyıllar boyunca tarihte hüküm süren vebanın tıbbi boyutlarını öğrenmek yanında, toplumların üstünde bıraktığı sosyolojik,edebi ve kültürel etkilerini de araştırmak amacıyla bu projeyi yapmaya karar verdik.Yersinia pestis adlı bakterinin yol açtığı veba,insanlara rastlantı ile bulaşmakta,belli yer ve zamanda endemik ya da epidemik karakter kazanabilmektedir.Avrupa’da kara ölüm adıyla anılan tek bir salgında bile toplam 23 milyon 840 bin insan yaşamını yitirmiştir. Bu rakam,

bütün Avrupa nüfusunun % 31’ini oluşturmaktadır.Bu gibi bir çok salgınla dünya nüfusunun büyük bir kısmını yok eden veba,arkasında birçok iz bırakmıştır.Ekonomi üzerinde bıraktığı en büyük etki; çalışan kesimin sayısının azalıp, zanaatkarlara olan ihtiyacın artmasıdır ki; bu, zanaatkarların zenginlerden daha önemli bir konuma ulaşmasını sağlamıştır.Kara ölümün korkutucu doğası; resim, müzik ve edebiyatta da etkisini göstermiştir.Resimde insanların acı çeken gerçekçi tasvirleri kullanmasına, müziğin nerdeyse kulaklardan silinmesine, duyulsa bile vahşeti çağrıştıracak ezgilerin kulaklarda yankılanmasına sebep olmuştur.Diğer taraftan da bu kadar ölümle karşı karşıya kalınması, iskeleti kara ölümün sembolü yapmıştır.Sonuç olarak,döneminde çok büyük yıkımlar yapmış olan veba, gelecek yüzyılların da kaderini belirlemiştir.

Tarihte Abortus Yöntemleri ve AletleriMüge Hacer Orhan, Nurhan Okur, Murat Hakan Aydın, Ayşe Müge TürkerAbortus gebeliğin 20. haftası tamamlanmadan önce(yada bebek 500 gramlık ağırlığa erişmeden önce) herhangi bir nedenle gebeliğin bitirilmesidir. Abortus ile ilgili kanunlar ve bunların uygulamaları yıllar boyunca değişiklik göstermiştir.Birçok eski kanun ve dini öğreti “canlanma” üzerinde durmuştur, bunlara göre fetüsün ilk hareketleri hamile kadın tarafından hissedildikten sonra abortus uygulanamazdı.18inci-19uncu yüzyıllarda abortus birçok doktor, papaz ve sosyal reformcunun çabalarıyla yasaklanırken 20nci yüzyılda kadın hakları grupları, doktorlar ve sosyal reformcular bu yasakların kaldırılmasını sağlamışlardır.Halen birçok batı ülkesinde abortus yasaldır. Ülkemizdeyse gebeliğin onuncu haftası doluncaya kadar annenin sağlığı açısından tıbbi sakınca olmadığı taktirde istemli düşük gerçekleştirilir.İstemli düşüğü gerçekleştirmek için ilkel toplumlarda uygulanan metotların çoğu cerrahi olmayan uygulamalardı.Uygulanan teknikler genel olarak fiziksel aktivitelerdi; ağır işlerde çalışma, tırmanma, ağır kaldırma, dalma ve dayak bunlara örnek olarak verilebilir.Diğer teknikler tahriş edici yaprakların kullanılması, açlık, damardan kan alma, karın üzerine sıcak su dökme ve sıcak hindistancevizi üzerine yatırmaydı.İlkel toplumlarda teknikler gözlemlerle, gözlemlere adaptasyonla ve kültürler arası bilgi aktarımıyla gelişmiştir.Arkeologların keşifleri eski dönemlerde fetüsü çıkarmak için yapılan cerrahi girişimlerin de olduğunu göstermiştir.

Yaşamın Odağında KalpHatice Bektaş, Duygu Karaca, Meltem Karataş, Issa Menge KuriaKalp, yüzyıllar boyunca insanların ilgisini çekmiştir; hem ona ruh ve zihnin işlevleri atfedildiğinden hem de pek çok bilim insanı onun vücuttaki yaşamsal bir organ olduğunu düşündüğünden. Kalp; biz doktor adayları için, insan vücudunun canlılığını devam ettirmek adına çalışan bir organ iken, kültürel anlamda duyguların kaynağını simgeler. Sanatçı kalbe baktığında sevgiyi, hüznü, acıyı; kısacası insana ait tüm duyguları görür ve bunları bazen bir kağıda, bazen bir tuvale ya da porteye aktarır. Ancak bizler onun anatomik yapısından başlar, fizyolojisinden ilerler, patolojisini anlamaya uğraşır ve onu tedavi etmeye odaklanırız. Kalp; bilim tarihindeki pek çok bilimsel “ilk”e kaynak olan konudur. Dolaşımın keşfi ya da kalp atımının düzeninin çözülmesi pek çok başka bilimsel ilerlemeyi de beraberinde getirmiştir. Bu ilerlemeler, insan hayatının devamlılığını sağlamada tıp dünyasına belki de başka keşiflerin hiçbir zaman yardım edemediği kadar yardımcı olmuştur. Bizim bu projedeki amacımız, doktorlar ile dünyanın geri kalanını ayırır görünen farklı bakış açılarını gözler önüne serebilmek ve kalbi kullanarak iki tarafın karşılıklı anlayış geliştirmesine ön ayak olabilmektir.

Şeytanın HastalıklarıNilhan Öztürk, Fatih Gümüş, Erdem FadıloğluTarih boyunca toplumlar üzerinde çok derin izler bırakan üç hastalığı inceliyoruz: Cüzzam, Veba ve Çiçek. Bu hastalıkların üçü de yaşandığı dönemdeki insanları derinden etkilemiş, kimi zaman toplumsal dengeleri değiştirmiş, kimi zaman ise uluslararası toplum güçlerini altüst etmiştir. Ayrıca hastalıkları yaşayan insanlara olan bakış açısı da çok ilginçtir ve kimi zaman korkunçtur.Projemizde ise bu hastalıkların her birini tek tek incelerken sadece biyolojik boyutunu değil daha da önemli olan sosyolojik ve toplumsal boyutunu ele alıyoruz.

Page 51: IV. Tıpta İnsan Bilimleri Kongresi-2008

IV. Tıpta İnsan Bilimleri Kongresi 2008Özet Kitabı

51

Dünya Savaşlarının Plastik Cerrahinin Gelişimine KatkısıErsin Kaya, Ömer Faruk Karaçorlu, Hakan DoğruelPlastik Cerrahi fiziksel fonksiyon bozukluklarının düzeltilmesini, kazalar, hastalıklar, doğuştan gelen kusur ve bozuklukların azaltılmasını araştıran bir tıp uzmanlık dalıdır. Plastik kelimesi eski Yunan dilinde; şekil verme, biçimlendirme anlamına gelen “plastos” kelimesinden türetilmiştir. Araştırmamızın asıl odağı ise I. ve II. dünya savaşlarının bu önemli tıp branşına olan katkılarının incelenmesidir. I ve II. Dünya savaşları her ne kadar büyük felaketlere yok açmışsa da, çeşitli tıp dallarına ve özellikle plastik cerrahinin gelişimine önemli katkısı olmuştur. Savaş alanlarındaki ağır silahların kullanılmasından doğan vücuttaki ciddi yaralanmalara ve bozulmalara karşı yeni teknikler geliştirme gereksinimi doğmuştur. Bu tekniklerin araştırılması için cerrahlar birbirleriyle yarışmak yerine birlikte çalıştılar. Hükümetler ilaç ve teçhizat sağlamak için endüstri kaynaklarını bu yönde kullandılar. Birinci Dünya savaşı günümüzdeki Plastik Cerrahi konseptinin gelişiminde dönüm noktası rolünü oynamıştır. Özellikle maksillofasiyal yaralanma olan askerlerin tedavisinin önemi anlaşılmıştır. İkinci Dünya savaşı sırasında Plastik Cerrahi yine hızlı bir gelişim gösterdi. İngiltere’de hem sivil hem de askerlere hizmet veren Plastik Cerrahi servisleri kuruldu. Benzer merkezler Amerika’da askeri hastanelerde kuruldu. Bunun yanısıra kurulan el cerrahisi merkezleri plastik cerrahi birimleri ile birlikte çalıştılar. Bu arada plastik cerrahlar, sadece ameliyatlarla ilgilenmeyi bırakıp, deneysel araştırmalara da yöneldiler. Yaralanan askerlerde burun, kulak, gözkapağı gibi dokuların kayıplarının onarılması gerekmiş, bu onarım yöntemleri rekonstrüktif cerrahinin temelini oluşturmuştur. Daha sonra bu vakalarda görünüşün eski haline getirilmesine çalışılmış, yanıklı alanlara, onarılmış olan burun, kulak, yüz dokuları gibi dokulara normal bir görüntü kazandırılmasına çalışılmış, bu ameliyat yöntemleri de estetik cerrahinin temelini oluşturmuştur. Bütün bu araştırmaların bu alandaki gelişmelerin hızlanmasına ve bu branşın günümüzde geldiği ileri noktaya ulaşmasında önemli katkısı olmuştur.

Moda HastalıklarGüzin Çakır, Kerem Kemik, Mevlüt Doğrutürk, Can AydemirGünümüzde zaman, yaşam tarzı ve teknoloji ile birlikte hastalıklar da değişti. Artık gelişmiş ülkelerdeki tehlikeli hastalıklar; kısa zamanda ölümle sonuçlanan hastalıkların yerine hayatınızı cehenneme çeviren hastalıklar haline geldi. Migren, reflü, bunlardan bi kaç tanesi... Artık gelişmiş ülkelerde hiçkimse malaryadan, tüberkülozdan ya da gripten ölmüyor.Artık bunlar eski zamanın tehlikeli hastalıkları.Öyle ki 1918 yılında 1. Dünya Savaşında cepheye gidip ölme ihtimali; geri de kalıp gribe yakalanma ihtimalinden daha azdı.O yıl içinde savaşta ölenlerin sayısı 8 milyon kişi iken, grip salgınına yakalanıp ölenlerin sayısı ise 25 milyonu geçiyordu. Artık kimse gribe önemli bir hastalık olarak bile bakmıyor. Ya da 1800’lü yıllarda bir kadının hayatını tehdit edbilecek en büyük tehlike hamile kalmak ve çocuk doğurmaktı. Çocuk doğurmak artık kimsenin aklına ölümü getirmiyor. Projeyi yapmaktaki amacımız; bu ‘modern’ ya da ‘moda’ hastalıkların neler olduğu ve hayatımızı ne denli etkilediğini araştırmaktı.

Birim 731: Savaş Günlerinde BilimKerem Alp USAL, Yasemin ERASLAN, Ceren ÖNALJaponya’nın 1932 yılında işgal ettiği Mançurya’nın (Kuzey Çin), Harbin bölgesinde su arıtma tesisi adı altında 1936 yılında resmen kurulan Birim 731’in başına askeri tabip Shiro Ishii getirilir. Tesisin asıl amacı savaşta kullanmak için biyolojik silah elde etmektir. 1942 yılında Shiro Ishii biyolojik savaş üzerine saha çalışmalarına Çinli askerler ve siviller üzerinde başlar. Bu korkunç deneyler 1945 yılında savaşın sonuna gelindiğinde Japonlar yapıyı havaya uçurana kadar devam eder. 1946 yılında ABD, Shiro Ishii ile edinmiş olduğu bilgileri onlarla paylaşması karşılığında savaş suçlarından yargılanmamasını sağlayan bir anlaşma yapar. Birim 731’de yapılan asıl deney tifüs, dizanteri, kolera gibi hastalıkları taşıyan bakterileri üretmektir; ancak bunun yanında viviseksiyon, aşırı soğuğa maruz bırakma, hastalık bulaştırma ve seyrini izleme gibi akla uygun olmayan deneyler yapılmıştır. Savaş bittiğinde Japon ordusu Çin’den çekilirken hastalık kapmış çok sayıda hayvanı doğaya bırakır. Yayılan hastalıklardan dolayı Harbin bölgesinde en az 30.000 sivil ölür. Savaş suçlusu olarak yargılanan Birim 731 üyelerinden ABD ve müttefikleri tarafından yargılananların bir kısmı ceza alır ve onlar da 1958’de serbest bırakılırken Sovyet Rusya yargıladığı üyelerin hepsine müebbet hapis cezası verir ve uygular. Birim 731 bu merkezlerden

sadece biri ve dünyada bu tür insafsızca yapılmış deneylerin birçok örneği var. Belki şu an askeri ya da tıbbi amaçlı kullandığımız bilgiler bu korkunç olay sonucunda elde edildi. Eğer bu birimlerde deneyler yapılmasaydı tıp şu anki halinde olur muydu? Deney sonuçlarına çoğunluğu Çinli, Rus ve Koreli olan üç bin insan ölmeden de ulaşılabilinir miydi? Bizim bu projeyi yapmaktaki amacımız gerek tıbbi gerekse etik açıdan insanlık tarihinde çok önemli bir yere sahip olan bu konunun varlığını gündeme getirmek ve belki de aydınlatılmasına katkı sağlamaktır.

Zehir ‘Dozda’ ve En Önemlisi De NiyetteKadriye Demir, Süheyla Gümüş, Ahu Karsandı, Enes Uyar16. yüzyıl hekimi ve simya bilgini Paracelsus’a göre, tüm maddeler birer zehir. Aralarında zehir olmayanı yok. Zehir ve devayı birbirinden ayıran ise doz... Tarih boyunca yürütülen entrikaların, politik cinayetlerin ve aynı zamanda da pek çok tedavinin gizli kahramanları hep zehirler olmuştur. Zehrin paradoksu da bu; daha yüce olan içgüdü ve başarılarımızı, karanlık yönümüzden ayıran o ince çizgide yer alması. Bu nedenle amacımız, zehrin küçük bir doz farkıyla hem suikast hem de bir tedavi aracı olarak kullanılabileceğini tarihteki örnekleriyle göstermektir. Tarih boyunca peygamberler, hükümdarlar, devlet adamları, komutanlar farklı yöntemlerle zehirlendi. Bu zehirlenme vakalarında en çok kullanılan zehirler; arsenik, atropin, civa gibi kimyasal zehirlerdi. Ancak zehir öldürebildiği gibi, iyileştiriyordu da. Arsenik, lösemi tedavisinde kullanıldı. Frenginin tedavisinde kullanılan ilk yöntemlerden biri cıvaydı. Günümüzde de birçok zehir bu amaçlara hizmet etmekte. Tüm bu nedenlerden yola çıkarak bazı zehir çeşitlerini, bunların doza göre etkilerini, tarihte ve günümüzdeki kullanım alanlarını ve amaçlarını araştırdık.

“I feel like a hero”(kahraman gibi hissediyorum.)Merve Yumrukuz, Esra Bulanık, Selcan Ekicier, Zehra BoybayTıp tarihinde kötü sonuçlar doğuran bazı yanılgılar olmuştur. Bunlar da tıp bilimini bugünkü seviyesine ulaşmasına katkı sağlamıştır. Yine bu gelişmelere katkı sağlayan olaylardan bir tanesi de eroin ve aspirinin amaçsal ve yapısal benzerliğinden dolayı ortaya çıkan hatadır. Bu projede; buna dikkat çekerek eroin ve aspirinin kimyasal özelliklerini, kesişen tarihini, mucidini ve şu anki durumlarını incelemek amaçlanmıştır. Hoffman Münih Üniversitesi Farmakoloji Bölümü’nden son derece yüksek derecelerle mezun olmuş, geleceği parlak bir kimyagerdi ve farmakoloji tarihinin en büyük buluşlarından biri olan asetil salisilik asiti günümüzde “Aspirin” adıyla bütün dünyaya kazandırdı. Dr. Hoffman büyük buluşunu kayıtlara geçirmesinden yalnızca 11 gün sonra yine aynı laboratuarda ,”Aspirin”in keşfinin coşkusunun yaşandığı sırada, eroini buldu. eroin” maddesi, adını, bu maddeyi deneme amacıyla kendine enjekte eden bir Bayer mühendisinin o anda yaşadıklarını tanımlamak için kullandığı cümleden almıştı: ”I feel like a hero” (”Kendimi kahraman gibi hissediyorum!”)Ancak eroini mercek altına alınca bunun pek de “masum” bir ilaç olmadığı ortaya çıkmış ama bu süre zarfında klinikler, kahramanlarla dolup taşmaya başlamıştı bile. İlacın eczanelerden kaldırılmasına rağmen eroin artık ortalığa dağılmış bulunuyordu.Bayer firması yaptığı bu ciddi hatadan sonra depolarındaki aspirini piyasaya çıkarmaya çekindi. Fakat zor durumda kalan firma son şans olarak bunu yıllar sonra piyasaya sürdü ve bu mucize ilaç kazanılmış oldu. Dr. John Vane bu ilacın hormon bezi gibi çalıştığını ‘prostaglandin’ maddesinin üretimini engelleyerek acı sinyallerinin beyne iletimini önlediğini tespit etti ve bu çalışması ile “Nobel ödülü”ne hak kazandı.

Kara Ölüm VebaErhan Yılmaz, İsmail Arslan, M. Bahadır Omar, İbrahim Topçu‘Kara Ölüm’ olarak bilinen veba salgını ilk olarak 1300’lerde Çin’de ortaya çıktı. Kurbanların şikayetleri ağrılar, ateş ve bulantıyla başlıyordu. İnsanların dirseklerinde ve kasıklarında mor kabarıklıklar oluşuyor ve kısa sürede yumurta büyüklüğüne ulaşıp sertleşiyordu. Bu yumurtalar patladığında içinden pis kokulu siyah bir madde fışkırıyordu ancak bu rahatlama kurban için çok geç oluyordu. Çünkü hasta beş gün içinde ölüyordu. Çin’den ticaret yolu ile hastalık yavaş yavaş avrupaya doğru yol aldı. Avrupa’da kedilerin parlayan gözleri ve geceleri dışarıda çok dolaşmaları yüzünden bu “cadıların” büyülü hayvanları olduğu düşünülüyordu. Binlerce kedi katledildi. Bu katlediliş aslında hastalığa karşı savunmanın birinci hattını ortadan kaldırma manasına geliyordu. Çünkü hastalık etkeni olan yersinia

Page 52: IV. Tıpta İnsan Bilimleri Kongresi-2008

IV. Tıpta İnsan Bilimleri Kongresi 2008Özet Kitabı

52

pestis, fare biti ile taşınıyordu. 14. yyda hastalık avrupada beş defa daha baş gösterdi. Sonuçta hastalık avrupa nüfusunun üçte birinden fazlasının ölümüne neden oldu.

Kara Ölüm: VebaGülşah Altaş, İklim Gürcan, Murat FıratProjemizde, başta Avrupa olmak üzere tüm dünyayı saran ve milyonlarca kişinin ölümüne neden olan vebayı ilkçağdan itibaren tarihsel olarak inceledik. Öncelikle hastalığın tıbbi yönünü, nasıl ilerlediğini, belirtilerini ve veba mikrobunu anlattık. Daha sonra tarih boyunca kaç kişinin öldüğünü araştırdık. Kara ölüm olarak adlandırılan vebanın toplumlar üzerinde nasıl etkiler bıraktığını inceledik ve sanatsal, dinsel, demografik, psikolojik etkileri üzerine örnekler verdik. Sonuç olarak, günümüzde yeri olmayan vebanın geçmişte ne kadar büyük yıkımlara sebep olduğunu anlatmaya çalıştık.

Tıp ve Arkeoloji

İskelete Dayalı Anemi TanısıDuygu Koçyiğit, Funda KütükPaleopatoloji, kemik kalıntılarını değerlendirerek, geçmişteki hastalıkları inceleyen bilim dalıdır. Öncelikle hastalığın modern klinik bakış açısıyla anlaşılması amaçlanmaktadır. Paleopatoloji son yıllarda büyük önem kazanmıştır; çünkü toplayıcı ve avlayıcı yaşam tarzından; tarıma dayalı yaşam tarzına geçişin sağlık üzerindeki etkilerini incelemek büyük bir merak konusu olmuştur. Mısır ve pirinçte bulunan fitat, vücutta demir emilimini inhibe ettiğinden, beslenmeleri bu tür yiyeceklere dayanan toplumlarda ilk görülen “Demir eksikliğine bağlı anemi”, hızla tüm dünyaya yayılmıştır. İskelete bakılarak hastalıklara tanı konulabilineceğini gösteren bu proje, “Demir eksikliğine bağlı anemi” tanısının paleopatolojik yöntemlere dayandırılarak konulmasının nasıl gerçekleştirildiğini göstermeyi amaçlamaktadır. Bu şekilde anemi tanısına varmak için ana kriterler diploe’nun kalınlaşması ve radyografik “hair-on-end” görüntüsüdür. Calvaria üzerinde gözlenen porotic hyperostosis ve orbita tavanlarında gözlenen cribra orbitalia adlı lezyonlar anemide kafatasında gözlenen değişikliklerdir. Bu lezyonlar demir eksikliğini telafi etmek için kemik iliğinde daha fazla eritrosit üretme çabasından kaynaklanmaktadır. Çoğu iskelet, kemiklerde büyümenin durmasını temsil eden Harris çizgilerine ve diş minesinde mine hipoplazisi olarak bilinen yine stres kökenli çizgilere sahip olsa da, sadece porotic hyperostosis ve cribra orbitalia aneminin direk izlerini taşımaktadır. Sonuç olarak, paleopatoloji yalnızca hastalıkların evrimsel süreçlerini ve hastalıkların insan hayatındaki yerini araştırmakla kalmaz; ayrıca, tıpta karar verme ve tanı koyma gibi zor ve bilgi gerektiren basamaklarda modern tıbba katkıda bulunur.

Page 53: IV. Tıpta İnsan Bilimleri Kongresi-2008

IV. Tıpta İnsan Bilimleri Kongresi 2008Özet Kitabı

53

Tıp ve İnanç

Ötenazi ve Organ Nakline Dinsel YaklaşımlarEsra Firat, Elif Gamze Büyükküpcü, Elif Mukime Öztürk,Büşra Betül Özmen Bioetik meseleler aslında bir anlamda modern hayatın getirdiği problemler olarak dinin karşısında veya yanında yer almaktadır. Desteklenmiş intihar olarak da adlandırılan ötenazi dünyada çeşitli şekillerde uygulanmakta ve bazı ülkelerde yasa ile yasaklanmış, bazılarında ise yasalarla şekil verilmiştir. Günümüzde dolaylı, direk, gönüllü, gönülsüz gibi birkaç şekli bulunmaktadır. Budistlerin çoğunluğu gönüllü olmayan ötenaziye karşıdır. Gönüllü ötenazi hakkındaki düşünceleri ise çok net değildir. Budizm zarar vermeme prensibine ve hayatı sonlandırmadan uzak durmaya büyük vurgu yapar. Genelde hıristiyanlar ötenaziye karşıdır. Özellikle katolik kilisesi insanın ölme hakkının olduğu düşüncesine karşı çıkmaktadır. İnsanoğlu hareketlerinde hürdür fakat bu hürriyet ona kendini öldürme hakkı vermez. Yahudi geleneğine göre insan hayatını koruma, hayatın en üstün değerlerinden birisidir. Yahudilerde ötenazi cinayet gibi addedilir. Bu kural kesin kabul edilmektedir ve istisna teşkil edecek bir durum söz konusu olmadığını vurgularlar. Organ nakline gelince, transplantasyon ilk yıllarda canlı donörlerden organ çıkarılması ve nakledilmesi sebepleriyle Katolik kiliseleri tarafından onaylanmamıştı. Bütünlüğü bozulan insanda kalan doku ve organların bu işlevlerini sürdüremeyecekleri gibi, alınan organların da görevlerini yapamayacakları inanışı geçerliydi. Ancak yaklaşık 60 yıl sonra klinik sonuçların ortaya koyduğu gereçeklerin etkisi altında organ naklini destekleyici tutum ortaya çıkmıştır. İslam dini ise insanın normal durumlarda ölü veya diri kimselerden alınan parça veya organların kullanılmasının insan varlığına saygısızlık olarak değerlendirmiştir. Ancak dinen yasaklı olan şeylerin de, gereği durumunda ve başka bir çarenin olmadığı durumlarda yapılabileceği konusunda açıklık getirilmiştir. Etik açıdan ise tedavisi yapılacak hastanın kendisine yapılacak nakle izin vemiş olması gerekmektedir. Ötenazi konusunda da söz konusu durumun geri dönüşünün olmaması hala birtakım tartışmaları beraberinde getirmektedir.

Tıp ve Etik

Organ TurizmiÇağlar Sarıgül, Derya Aydın, Ceyhun KılınçOrgan ticareti zinciri tüm dünyada korkutucu bir hızla yayılmaktadır. Zengin hastalar Çin, Pakistan, Nepal, Mısır, Filipinler ve Türkiye gibi yoksul insanların bol olduğu ülkelere ‘turistik’ geziler gerçekleştirmekte; parayı bastırıp istediği organı yerinden sökmektedir. Toplumların sosyoekonomik düzeyinin düşüklüğü ve toplum bilincinin yetersizliği bu konuda önemli rol oynamaktadır.Konunun eğitimini alan tıp fakültesi öğrencileri arasında yapılan bir araştırmada bile öğrencilerin büyük bir kısmının konu hakkında yeterli bilgi sahibi olmadığı görülmüştür. Organ ticaretinin bu boyuta gelmesinde yeterli organ bulunamamasının da önemli bir sebep olduğunu düşünürsek organ bağışının ve organ bağışı kampanyalarının önemi ortaya çıkar.

Ölümİdris Buğra, Çerik Qurban, Ali Adına, Hacı Hasan Yeter Bu projenin yapılma amacı, ölüme yalnızca tıbbi değil, hukuksal, ekonomik, antropolojik, dini, sosyal ve diğer açılardan yaklaşmak mümkündür. Doktorların, ölümün yalnızca tıbbi yönüyle ilgilenmeleri onları eksik ve yetersiz kılar. Doktorluk; ne kadar gelişmiş teknolojiler kullanılırsa kullanılsın, özde, iki insan arasındaki özel ve çok yakın bir ilişki olma konumunu sürdürmelidir. Ölümün tıbbı, etik, felsefi ve sosyal boyutları vardır. Ölümle sürekli iç içe, karşı karşıya olmamıza rağmen; üzerinde zorunlu kalmadıkça konuşmadığımız bir konudur ölüm. Bir doktor olarak “ölüm” konusuna uzak durmamız söz konusu değildir. Ölüm ile yaşam arasındaki bağlantı bu iki kavramın tanımlarında kendini çok iyi sergilemekte; yaşamı tanımlamadan ölüm tanımlanamamaktadır... Ölümü genel anlamıyla “yaşamın olmaması” biçiminde tanımlamak çok pratik bir çözüm gibi görünmesine rağmen, bu tanım yanıltıcı olabilir. Uzayda yaşam olmaması ile uzayın ölü olması aynı değildir. Ölüm, yalnızca yaşamış veya yaşamakta olan varlıklar için söz konusu olabileceğinden, uzayın ölü olduğunu söylemek onun yaşamış olduğunu söylemek olur. Ölümü daima yaşama başvurarak tanımlamak zorunda olmamız, bizi yaşamın tutarlı bir tanımının gerekli olduğu yargısına götürür. Bu nedenle ölümün de ideal bir tanımı yapılamaz. Doğa, yaşam ile ölümü birbirinden ayırma konusunda bizim kadar ısrarcı değildir. Yaşamı, canlılığı belirleyen öğeler olarak şunlar gösterilebilir: organizasyon, uyarılabilirlik, hareket, büyüme,üreme uyum sağlama. Bazı canlılarda bunlardan bir veya birkaçı bulunmayabileceği gibi (virüslerde hareketin olmaması), bazı cansız varlıklarda bu özelliklere rastlanabilmektedir. Canlılığı tanımlamadaki bu karmaşa yalnızca bir felsefe sorunu değildir. Ölüm, birer doktor olarak, kimi zaman çabalarımızın odak noktasını oluşturmakta; kimi zaman başarımızın derecesini belirlemektedir. Doktorların, ölüm olgusunu zihinlerinden uzak tutmak, anlamaktan kaçınmak gibi bir lüksleri yoktur.

Embiryonik Kök Hücre ve EtikKays Mende, Cemal Özsaygılı, Mehmet AkifEmbiryonik kök hücre ve etiği baslıgı altında konumuzu seçerken yaptığımız çalışmalardan zevk alacağımızı biliyorduk, ama konumuzun genişliğinin bizleri bu denli zorlayacağını hiç tahmin etmiyorduk. Bilim cevrelerinde sonu gelmez tartışmalara yol acan kök hücre tartışmaları ile ilgili haberleri sıkıça okumaktayız.Halen ülkemizde yasal bir düzenleme olmaması,uluslar arası arenadaki belirsizlik karşısında yadırganmamalıdır.Ancak son yıllarda hızla gelişen regenerasyon(hayat bilimi)olarak adlandırılan bu alanın hukuksal alt yapısının olmamasının,istenmeyen sonuclara acık kapı bıraktıgının bilincinde olmanın vaktidir. Projemizi hazırlarken şunu fark ettik ki Türkiyede Saglık Bakanlıgın embiryonun yasadısı olarak araştırmada kullanmasını hala denetleyebilmiş değil!

KarantinaOsman Sağlam, Mehmet Koçer, Ali Halıcı, Mustafa Akın Dünya tarihi boyunca tıp bilimi çeşitli aşamalardan geçerek gelişmiştir.Bizde grup olarak karantina uygulamasının gelişimini inceledik.Karantina her ne kadar uygulamaları sınırlı olsada salgın hastalıkların tarihi kadar eski.Özellikle ortaçağda

Page 54: IV. Tıpta İnsan Bilimleri Kongresi-2008

IV. Tıpta İnsan Bilimleri Kongresi 2008Özet Kitabı

54

nsanlık dışı uygulamalarıyla karşılaştığımız karantina uygulamasının tarihi gelişimini incelediğinizda sizde bizim kadar şaşıracaksınız...

İnsanlık İçin Yitirilen İnsanlar…Nihan Şahin, Havva Yeşildağli, Hasan BenarTarihte insan denek olarak kullanılmıştır. Bunun en çarpıcı örneği 2. dünya savaşı sırasında dr. Josef Mengele’ nin yapmış olduğu deneylerdir. Bu konu ile ilgili Dünya Tıp Birliği Helsinki Bildirgesi yayınlanmıştır ¹. Konu ile ilgili kitap araştırması, josef mengele ve fikirleri ile ilgili araştırma yaptık.

Sınırları AşmakMihrimah Selcen Bağcı, Arman Erkan, Mehmet TunçSınır Tanımayan Doktorlar Örgütü, yaklaşık 60 ülkede savaş, epidemi, doğal ve insan yapımı afetlerin mağdurlarına acil yardım sağlayan bağımsız, uluslararası, tıbbi, insani bir organizasyondur. Acil yardım sağlamayı ve bakımı altındaki insanların kötü durumları hakkında kamuoyu oluşturmayı amaç edinen bu örgüt 1971’de hükümetlerden bağımsız olarak Dr. Bernard Kouchner tarafından kurulmuştur. 1999’da üyelerinin acil durumlarda sürekli yardım sağlama çabaları ve potansiyel insani felaketlere uluslararası dikkati çekme çalışmaları nedeniyle Nobel Barış Ödülü’ne layık görülmüşlerdir. Yürüttükleri işler arasında temel sağlık desteği, rehabilitasyon, hastane ve klinik kurmak, cerrahi girişimlerde bulunmak, epidemilerle mücadele etmek, aşı kampanyaları yürütmek, malnutrisyonlu çocuklar için aşevleri açmak, mental sağlık hizmeti sunmak vb. çalışmalar yer alır. Gerekli durumlarda temiz su ve barınak ihtiyaçlarını karşılarlar. 1971’den bu yana 1972 Nikaragua depremi, 1976 Lübnan Savaşı, 1980 Sovyetler’in Afganistan’ı işgali, 1986 Sri Lanka iç savaşı, 1992 Somali’deki kıtlık, 1993-94 Bosna Savaşı, 1999 Kosova Savaşı, 2001 HIV/AIDS Pandemisi, 2002 Afrika’da sıtma pandemisi, 2003 Amerika’nın Irak işgali, 2004 Darfur iç savaşı gibi felaketlerde evlerinden binlerce km uzakta bölge insanının yardımına koşan gönüllülerin görev yaptığı bir örgüt olan MSF tıp insanları tarafından daha iyi tanınmalıdır..

Hangisi Gerçek, Hangisi Yanılsama: Tartı mı Ayna mı?Meltem Kirli, İstem Köse, Derya BozkurtBir gereksinim olmaktan çok geleneklerin biçimlendirdiği yemek yeme alışkanlığı; hızlı yemek yiyerek, yemek sırasında başka şeylerle ilgilenerek ya da zamansızlıktan yakınıp geçiştirilerek yeni alışkanlıklara dönüşüyor. Çağdaş toplumlarda yemek yeme alışkanlıklarındaki bu değişimler, yeme bozukluklarına kadar varan birçok sorunu karşımıza çıkarıyor. Kısaca yeme bozuklukları; iştahsızlık, kusma ve aşırı yeme olarak sıralanıyor. Yeme bozukluğunun nasıl başladığı ve ne yöne kayacağı ise kişiye göre değişiyor. Ama hepsi için ortak bir tavırdan bahsediliyor: Kendi vücut algılarındaki yanılsama. İşte bu yeme bozukluklarından biri olan “anoreksiya nevroza”, geçmişi Antik Yunan’a kadar dayanan ancak ilk detaylı tıbbi açıklamanın 17. yy.da Richard Morton tarafından yapıldığı bir hastalıktır. Bu hastalık; psikolojik kökenli basit bir iştahsızlık olmayıp, belirgin ölçüde kilo vermeye yönelik davranış biçimi, şişmanlamaktan aşırı korku ve kadınlarda amenore, erkeklerde cinsel güç ve ilgide azalma şeklindeki endokrin bozukluklarla karakterize psikiyatrik bir hastalıktır. Yapılan araştırmalarda insidansının çağdaş Batı toplumlarında Doğu toplumlarına göre daha yüksek olması ve mortalite riskinin % 5,9 gibi yüksek bir değerde olması, bu hastalığı önemli kılmaktadır. Bu projedeki amacımız; geçmişi çok eskilere dayanan fakat görülme sıklığının giderek artıyor olması ve mortalite riskinin yüksek bir değerde olması nedeniyle günümüzde önemli bir hastalık haline gelen anoreksiya nervozayı; tanımı, tarihçesi, epidemiyolojisi, etiyolojisi, semptomları, tanısı, tedavisi ve komplikasyonları kapsamında incelemektir.

Als’li HayatlarÇağdaş Savran, Şadiye Selin Bağ, Mehmet Fatih ŞahbazALS(amyotrofik lateral skleroz), aynı zamanda Lou Gehrig hastalığı olarak da bilinen, beyindeki ve medulla spinalisteki motor noronların dejenerasyonları ile oluşan ilerleyici nöromüsküler bir hastalıktır. Nadir görülmesi ve bazı ünlü kişilerin de bu hastalığa yakalanması nedeniyle bizi araştırmaya yoneltmiştir. Suna Kıraç, Stephen Hawking ve Sedat Balkanlı bilinen ünlü örneklerdir. Türkiye ALS`yi Fenerbahçeli Sedat Balkanlı̀ nın yakalanmasıyla tanımıştı.Dünyada ise Stephen Hawking hastalığına bakış açısıyla dikkat çekmişti.Web sitesinde kendisine en sık sorulan soruyu şöyle cevaplıyor: Bana genelde soruyorlar ALS’li olmak nasıl bir

duygu diye.Cevap: çok bir şey fark etmiyor mümkün olduğunca normal bir hayat yasamaya, durumumu düşünmeden ya da yapamadığım şeylerden pişmanlık duymadan yaşamaya çalışıyorum. Hastalığın bir çok bilinmeyeni var; tedavi de bunlardan biri.Şu an için hastaların yaşam süresini uzatan bazı ilaçlar olsa da kesin tedavisi bilinmemekte, gen çalışmaları ve kök hücre araştırmaları hala devam etmektedir. ALS hastalarının yaşadıkları fiziksel zorluklardan öte parlak zekaları,aileleri ve dostlarıyla paylaştıkları mutlulukları var.Sağlık mutluluk değilse başka ne olabilir?

Öldün Dediysek Ölmüşsündür Kardeşim!!!Meriç Aykol, Meriç Ünver, Mert EsmeBiz tip doktorlari olarak meslek hayatimiz boyunca en azindan bir kez beyin ölümü tanisini koymak zorunda kalacagiz.Günümüzde de verilen hatali kararlar ve bunlarin sonuçlarini ele alan çok fazla haberle karsilasiyoruz.O zaman neden yillardir degisen prosedürleri olan ve hala tam olarak açiklanamamis yönleri bulunan beyin ölümü kavramini günümüz kurallariyla bir kez daha ele almiyoruz?

Afrika’da Açlığın ÇığlığıEkin Kırcalı, Nilgün Eraslan, Tuğba Ülkevan, Ümmügülsüm Güneş Dünyada herkese yetecek olandan çok daha fazlası üretiliyor; ama her gün 852 milyon aç uyuyor. Her gün 4 saniyede bir kişi açlık sebebiyle hayatını kaybediyor. Peki, kronik açlığın yarattığı sorunlar ve semptomları nelerdir? Kronik açlığın normal semptomları (bireyden bireye değişmek üzere) vital organların büzülmesini; kalp, akciğer, overler ve testislerin işlevini kaybetmesini içerir. Daha sonraki semptomlarsa kronik diyare, anemi, kas kitlesinde ve gücünde azalma, düşük vücut sıcaklığı, yemek sindiriminde yetersizlik, bağışıklık sorunları, deri altında sıvı birikiminden dolayı şişme ve libido azalmasıdır. Çocuklarda etkiler daha uzun sürer ve kalıcı büyüme ile zihinsel gelişim bozukluğuna sebep olur. Kronik açlığın birçok semptomu kalıcıdır. Açlığın ileri evrelerinde vücudun glikojen ve yağ depoları tükenir ve vücut kendi kas kitlesini sindirerek enerji elde etmeye başlar. Bunun sonu da ölümdür. Peki bu ölümleri durdurabilmek için hiçbir şey yapamaz mıyız??

‘Alan Razı Veren Razı’ Mı?Abdullah Mert, Fatih Gürler, Keziban KendirliGeleneksel tıp etiğinde hekim, hastaya hangi tedavinin yaralı olduğunu düşünürse onu uygulardı (paternalizm). Fakat tıp biliminin son 50 yılda ileri derecede yol kat etmesi ve teknolojinin gelişmesi, tedavi seçeneklerini arttırdı. Bu durum da hangi tedavinin daha yararlı olduğu hakkında tartışmaların başlamasına sebep oldu. Tıp etiği farkı kavramlar üzerinde çalışmaya başladı. 1950’lerin ikinci yarısında ortaya çıkmış ve 1970’lerde geniş bir biçimde tartışılmaya başlanmış olan ‘aydınlatılmış onam’ kavramı da bunların başında gelir. Aydınlatılmış onam, hastanın kendisine uygulanacak herhangi bir tıbbi işleme onay verebilmesi ya da reddedebilmesi için yeterince bilgilendirilmesi sürecidir. Bilgilerin uygun bir dil ile açıklanması, bunların hasta tarafından anlaşılması, hastanın gönüllü olması ve onay vermeye yeterli olması gerekir. Hastanın yetersiz olduğu durumlarda (hastanın çocuk yaşta olması veya aklen yetersiz olması gibi) ise başta hasta yakınları olmak üzere hasta yerine başkasından onam alınır. Buna da ‘dolaylı onam’ denir. Dolaylı onamda söz hakkı tamamen onam verecek olan üçüncü şahsa aittir. Hekimin hiçbir söz hakkı yoktur. Hekim, altı yıllık temel eğitimini, varsa uzmanlık eğitimini, iş tecrübesini ve tüm kariyerini bir kenara bırakarak beş veya on dakika içinde hasta yakınına verebildiği bilgilerle bu büyük kararın verilmesini beklemek zorundadır. Genellikle toplumun değer yargıları temel alınarak verilen bu tür onamlarda da bazen sonuçlar ağır olmaktadır. Bu yüzden dolaylı onamda hekimlerin katılımı arttırılmalıdır ki böylece herkes ihtiyacı olan tedaviyi alabilsin.

Hastalık ÇığırtkanlığıOnur Akhan, Ahmet İlbay, Ferhat İbrahimovYaklaşık 30 yıl kadar önce dünyanın en tanınmış ilaç şirketlerinden Merck’in genel müdürü Henry Gadsden, Fortune dergisine ‘sıkıntılarını’ anlatıyordu.Çok samimiydi.Emekliliği yaklaşmakta olan Gadsden ‘ilaç pazarının insanlarla sınırlı olmasının’ sıkıntı yarattığını söyledi.O Merck’in tıpkı ünlü bir ciklet üreticisi gibi olmasını istiyordu.Hayali gerçekten ‘büyük’tü.’Sağlıklı insanlara yönelik ilaç üretmek’…İşte o zaman. Merck ‘herkese satmaya’ muktedir olacaktı.Bu demeçten

Page 55: IV. Tıpta İnsan Bilimleri Kongresi-2008

IV. Tıpta İnsan Bilimleri Kongresi 2008Özet Kitabı

55

günümüze gelindiğinde ise hayallari gerçek oldu. Bugün, dünyanın en büyük ilaç şirketlerinin pazarlama stratejileri saldırgan bir biçimde sağlıklı ve iyi durumdaki insanları hedefliyor.İçimnizdeki ölüm,yaşlanma ve hastalık korkularını kaşıyan 500 milyar dolarlık ilaç endüstrisi(Dünyanın en büyük 3. Sektörü), yaptığı promosyon kampanyalarıyla insan olmanın anlamını değiştiriyor. Yoğun reklamlar ve ikiyüzlü ‘bilinçlendirme’ kampanyaları, sağlığına dikkat eden insanları endişeli hastalara dönüştürüyor.Ayrıca ilaç firmaları bir yandan hastalıkların sınırlarını genişletirken, bir yandan da hastalık sebeplerini daraltıyor. Yaklaşık 30 sene önce Ivan Illich adlı bir düşünür, genişleyen tıbbi yapılanmanın hayatın kendisini ‘tıbbileştirdiğini’, insanın ölüm ve acı çekme gerçeğiyle başa çıkma yetisinin çökertilmeye çalışıldığını ve gittikçe daha sıradan insanın hasta sınıfına sokulduğunu söyleyerek dikkatleri bu konuya çekmiş.’Henüz hastalanmamış ya da iyileşme umudunu kaybetmiş insanlar üzerine nüfuz kurmaya çalışan’ tıp sistemini eleştirmiş.Günümüze bakıldığında haklı çıkmasıyla karşılaşıyoruz.Bütün bu olaylara bir tanım getirmek gerekirse en uygunu 10 yıl önce tıp yazarı Lynn Payer’in hastalık çığırtganlığı tanımıdır.

Yastık Meleği- Bir Anne Çocuğunun Büyümemesini Neden Ister?Elif Tuğçe Korkmaz, Serpil Işık, Zeynep BaşProje gerekçemiz; ilk kez ABD’de uygulanan Ashley tedavisinin içeriğini araştırmak, bu tedavinin ülkemizdeki yansımalarına bakarak “İnsan hayatı üzerinde ne kadar yetkimiz var?” sorusuna etik kurallar çerçevesinde bir yanıt bulmaya çalışmaktır.Projemizde değişimlerin her zaman için radikal olanın bir şekilde yeteri kadar tekrarlanarak sıradan olana dönüşeceği düşüncesinden yola çıkarak ilerde ülkemizde uygulanması muhtemel olan Ashley tedavisini tüm artı ve eksileri ile anlatmayı amaçladık. Peki Ashley tedavisi nedir? Aslında bu terim birçok medikal işlemin tümüne verilen bir addır.Genelde; yüksek doz estrogenle büyümeyi durdurmak, menstrüel siklusu elimine etmek için histerektomi, ileride büyüdüğünde rahatsız olmaması için göğüslerinin alınması ve poulasyonda çok sık görülen appendisiti engellemk için appendectomy gibi birçok prosedürü kapsıyor.ABD’de üç yaşında bir çocuğun zekâsına sahip olan, yürüme ve konuşma yetisi bulunmayan “statik ensefalopati” tanısı konulan dokuz yaşındaki Ashley’in ailesi, bu tedaviyi ilk kez uygulayarak etik tartışmalara neden olmuştur. Konu Türkiye’de tedavinin; 13 yaşındaki çocukları Umut Mert’e de uygulanması istemiyle Etik Kurula başvuran bir aile nedeniyle tekrar gündeme gelmiştir. Konuyla ilgili görüşlerini aldığımız üniversitemiz Deontoloji, Tıp Etiği ve Tarihi Anabilim Dalı Öğretim Üyelerinden Nükhet Örnek Büken’e göre konuyla ilgili temel sorularımız şunlar olabilir: Kimin öncelikli çıkarları gereksinim içermeyen bir tıbbi/cerrahi girişimi haklı çıkarabilir? Bu çıkarlar, önerilen müdahaleyi haklı gösterir mi?Ebeveynlerin yaptıkları değerlendirmeler karar verme açısından uygun mudur? Ebeveyn kararı etik kurul tarafından onaylanmamış olsaydı ya da etik kurul onayladığı halde hekimler bu uygulamaları yapmayı reddetmiş olsalardı ne olacaktı? Eğer hastanın kendisi bu uygulamalara onam verebilecek durumda olsaydı, kararı aynı yönde mi olurdu?

Mavi Renge Siyah ÇözümEnes Çelik, Gökhan Şahin, Ömer F. AkçayYüzyıllardır ırk ayrımı pek çok toplumun barış ve huzur içinde yaşamasını, bilimde ilerlemesini, kültürünü geliştirmesini engellemiştir. Almanya’nın Yahudilere yaptığını yanlış bulan Amerika’nın kendi vatandaşlarına, sırf deri rengi siyah diye tıp bilimi kadar kutsal bir alanda ayrımcılık yapması bilimin gelişmesine engel teşkil etmiştir. Fakat bu zenci bir asistan olan Vivien Thomas’ı durduramamış; hatta onun için araştırmalarda teşvik edici bir faktör olmuştur ve çok da başarılı olmuştur. İnsanların deri renginin, onların mesleğini belirleyemeyeceğine en büyük kanıtlardan biri değil midir bu? Bir insan beyaz değilse, yahudiyse veya kızılderiliyse ona normal insanlardan farklı mı davranılması gerekir? Elbette hayır. Ancak günümüzde bile bu ayrım olduğu halde o zamanın Amerikasında zencilere karşı onların beyazların hizmeti için yaratıldığı düşüncesi hakimdi; ancak Vivien Thomas bu düşünceyi çürüten en önemli aktörlerden biri oldu. Bu saygınlığı tıp dünyasında yaptığı başarılı çalışmalar sayesinde elde etti ve çocukluğundan beri olmak istediği doktorluk mesleğine sonunda fahri doktor olarak da olsa kavuştu, hak ettiğini geç de olsa kazanmış oldu.

Ölüm Nedir?İdris Buğra Çerik, Qurban Ali Adina, Hacı Hasan YeterBu projenin yapılma amacı, ölüme yalnızca tıbbi değil, hukuksal, ekonomik, antropolojik, dini, sosyal ve diğer açılardan yaklaşmak mümkündür. Doktorların, ölümün yalnızca tıbbi yönüyle ilgilenmeleri onları eksik ve yetersiz kılar. Doktorluk; ne kadar gelişmiş teknolojiler kullanılırsa kullanılsın, özde, iki insan arasındaki özel ve çok yakın bir ilişki olma konumunu sürdürmelidir. Ölümün tıbbı, etik, felsefi ve sosyal boyutları vardır. Ölümle sürekli iç içe, karşı karşıya olmamıza rağmen; üzerinde zorunlu kalmadıkça konuşmadığımız bir konudur ölüm. Bir doktor olarak “ölüm” konusuna uzak durmamız söz konusu değildir. Ölüm ile yaşam arasındaki bağlantı bu iki kavramın tanımlarında kendini çok iyi sergilemekte; yaşamı tanımlamadan ölüm tanımlanamamaktadır... Ölümü genel anlamıyla “yaşamın olmaması” biçiminde tanımlamak çok pratik bir çözüm gibi görünmesine rağmen, bu tanım yanıltıcı olabilir. Uzayda yaşam olmaması ile uzayın ölü olması aynı değildir. Ölüm, yalnızca yaşamış veya yaşamakta olan varlıklar için söz konusu olabileceğinden, uzayın ölü olduğunu söylemek onun yaşamış olduğunu söylemek olur. Ölümü daima yaşama başvurarak tanımlamak zorunda olmamız, bizi yaşamın tutarlı bir tanımının gerekli olduğu yargısına götürür. Bu nedenle ölümün de ideal bir tanımı yapılamaz. Doğa, yaşam ile ölümü birbirinden ayırma konusunda bizim kadar ısrarcı değildir. Yaşamı, canlılığı belirleyen öğeler olarak şunlar gösterilebilir: organizasyon, uyarılabilirlik, hareket, büyüme,üreme uyum sağlama. Bazı canlılarda bunlardan bir veya birkaçı bulunmayabileceği gibi (virüslerde hareketin olmaması), bazı cansız varlıklarda bu özelliklere rastlanabilmektedir. Canlılığı tanımlamadaki bu karmaşa yalnızca bir felsefe sorunu değildir. Ölüm, birer doktor olarak, kimi zaman çabalarımızın odak noktasını oluşturmakta; kimi zaman başarımızın derecesini belirlemektedir. Doktorların, ölüm olgusunu zihinlerinden uzak tutmak, anlamaktan kaçınmak gibi bir lüksleri yoktur.

“Primum Non Nocere” – Beni DeğiştirmeCemre Kolsuz, Serkan Asil, Bayram Büyükbulut, Burak Bahadırİnsanların kişilikleriyle ilgili beyinde merkezler bulunmaktadır. Bu merkezler çeşitli travmalar ya da tıbbi uygulamalar sonucu hasarlanabilmektedir. Biz projemizde kişilik değişikliklerine neden olan tıbbi uygulamaları konu aldık. Epilepsi cerrahisi sonucu frontal lobdan parça alınması,ya da frontal lob travmaları önde gelen nedenlerdendir. Ayrıca bir dönem obezite tedavisinde kullanılması düşünülen amfetaminler bağımlılık oluşturmaları durumunda paranoid şizofren tabloya neden olabilmektedir. Bunların yanında açık kalp ameliyatları sırasında hastanın bir müddet hipokside kalması kişilik değişikliklerine yol açabilmektedir. Çalışmamız sonucunda gördük ki bir dönem normal kabul edilen ve rutin uygulanan işlemler kalıcı kişilik değişikliklerine neden olabilir. Hekim olarak bize düşen hastaya yaklaşırken her zaman tedbirli olmak ve var olanı değiştiren her türlü uygulamanın olumsuz bir sonuca yol açabileceğini göz önünde bulundurmaktır.

Tarih Boyunca TıbbiyeliDirsam Ahmad, Çağdaş Balcı, Hasan Büyükdoğan, Mehmet KarahanFransız Filozof Dr. Emile Littre, “Hekimlik adi bir sanat düzeyine düşmek istemezse kendi tarihi ile meşgul olmalıdır.” demiştir. Gerçekten de, toplumun bütün sınıflarıyla ve sosyal tabakalarıyla içli dışlı olan hekimlik mesleği, kendi gelişim basamaklarını daha iyi kavradığında gerek bilimsel açıdan gerekse de nitelikli sağlık hizmeti açısından istenilen noktaya ulaşma imkanına sahip olacaktır. Osmanlı Devleti’nden bugüne kadar Anadolu’daki tüm sosyal hareketlenmelere bir üçlü -tıbbiye, mülkiye, harbiye- öncülük etmiştir. 14 Mart 1827’de ilk tıbbiyenin kurulduğu tarihten itibaren aydın tıbbiyeli genç ülkesinin sorunlarına gözlerini yummamış, öğretim dilinin Fransızca değil de Türkçe olması için verdiği destansı mücadeleler, 5 yiğit tıbbiyelinin “İttihat-ı Osmanlı Cemiyeti” kurmasıyla devam etmiştir. Çanakkale ve Kurtuluş Savaşı’nda tıbbiyelinin rolü büyük önem taşımaktadır. Şüphesiz bahsedilen kahramanlık dolu mücadeleleler öncü tıbbiyelileri yaratmıştır. Dr. İshak Sukûtî, Dr. Abdullah Cevdet, İbrahim Temo ve Şerafettin Mağdumî ülkedeki istibdatı yıkıp meşrutiyet yönetimini getiren İttihat ve Terakki’nin kurucularıdır. Örgütü tıbbiyenin bodrum katındaki odun yığınlarının üzerinde oluşturmuşlarıdr. Bir diğer tıbbiyeli öncü de kapitalizm öncesi üretim ilişkilerini inceleyip tarihin üzerindeki sis perdesini ortadan kaldıran Kurtuluş Savaşı’nda Köyceğiz Kuvvay-ı Milliye gençlik komutanı Dr. Hikmet Kıvılcımlı’dır.

Page 56: IV. Tıpta İnsan Bilimleri Kongresi-2008

IV. Tıpta İnsan Bilimleri Kongresi 2008Özet Kitabı

56

Savaş dönemi ve sonrası siyasal gelişmelerde Dr. Şefik Hüsnü Deymer, Dr. Reşit Galip, Dr. Tevfik rüştü Aras, Dr. Refik Saydam da tarihe iz bırakacak faaliyetler içerisinde bulunmuşlardır. Biz de projemizde günümüz tıp fakültelerinin tarihimize yakışır konuma gelmesine katkıda bulunmak için, tıbbiyeyi ve öncü tıbbiyelileri inceledik.

Kötü Hekimlik Uygulamalarıİsmail Aydın Adıgüzel, Mahmut Cesur, Zekeriya Ersin Çelen, Mustafa Abalı ‘’ Kanunları Bilmemek Mazeret Sayılmaz! ‘’(TCK Madde: 4). Hekimlerin uymakla yükümlü olduğu mesleki ve etik kurallar genel olarak yasal sorumluluklarının da esasını oluşturur. Hekimlik doğası gereği riskli bir iştir. Her tıbbi girişimin, tıbbın kabul ettiği normal risk ve sapmaları çerçevesinde doğabilecek kötü sonuçları hekimi sorumlu kılmaz. Ancak tıbbi yardımın özenle yürütülmesi zorunluluğu(özen borcu) vardır. Eskiden hekim hataları TCK’ nın 455. ve 459. maddelerindeki hükümlere göre yargılanmıştır. Şu anda hekimin cezai sorumluluğu. 12/10/2004 tarih, 25611 sayılı yeni TCK’ da(1 Haziran 2005’te yürürlülüğe girdi) yeniden belirlenmiştir(83.-85. ve 89. maddelerle). Önceki TCK’de taksir ayrı bir başlık olarak tanımlanmış olup 45. maddede suçlarda istisnai bir kusurluluk türü olarak kabul edilmiştir. Yukarıda ‘’Tedbirsizlik veya Dikkatsizlik veya Meslek ve Sanatta acemilik veya nizama evamir ve talimata riayetsizlikle ‘’ bir kimsenin ölümüne veya yaralanmasına neden olmak suç sayılmış ve belirli cezalar öngörmüştü. Bir başka deyişle, TCK taksir şekillerini 4 acemilik, 4-düzen, direktif ve genelgelere aykırı harekettir. Bu maddelere 16/07/1964 yılında 501 nolu kanunla eklenen birer fıkra ile ‘’verilecek cezalar, kursun derecesine göre sekizde birine kadar indirilebilir ‘’ denmiştir. Bu hüküm uygulamada hekimlerin hapis cezası almalarını bir çeşit önleyici rol oynamıştır. Yıllardan bu yana uygulanmakta olan TCK’ da, yukarıda belirtildiği üzere taksirli hareketler 4 başlık altında tek tek sayılmıştı. Hekimlerin, karşılaştıkları somut bir olayda kendi tutum ve davranışlarının bu başlıklardan hiçbirine girmediğini ispat etmeleri daha kolaydı. Yeni TCK ile getirilen düzenlemede ‘’dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırılık ‘’ gibi çok daha soyut bir ölçüt getirilmiştir. Hekim, istenmeyen bir olay başına geldiğinde, nasıl ve ne şekilde bu yükümlülüğüne aykırı hareket etmediğini ispatlayacaktır? Bu durum, hekimlerin daha kolay ve haksız bir şekilde suçlanmaları ve yargılanıp ceza almalarının yolunu açacaktır.

“Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar ve Etik”Süheyla Ayça GülenayGenetiği Değiştirilmiş Organizma (GDO)”, başka bir deyişle “Değiştirilmiş Canlı Organizma” ya da “Transgenik Organizma” ise, biyoteknolojinin kullanımıyla elde edilen genetik materyal kombinasyonlarına sahip yaşayan organizmalardır.Son yılların önemli gelişmelerinden olup beraberinde birçok tartışmayı da getirmiş bulunmaktadır. GDO’ların etik olup olmadığı konusunda yapılan tartışmaların en önemli noktası ise bu tartışmaların manavlardan kongre salonlarına kadar her yerde tartışılıyor olmasıdır. Bunun sebebi ise GDOların halk, politik otoriteler, sanayi kuruluşları, tarımcılar, akademisyenler, bilimsel kurumlar gibi her türlü kesimi ilgilendirmesidir. Ancak burada doğan önemli bir eksiklik ise bu kesimlerin ne kadar bilinçli olduğudur. Halktan birinin GDO hakkında bir fikri olabilir, ancak bu konuda yeterli bir bilgisi olmayabilir. Dolayısıyla etik konuların daha verimli tartışılabilmesi için ilk önce insanların bilinçlenmesi ve bilgilenmesi gerekmektedir. Bu projede GDOnun tarihçesi metotları ve etik boyutuyla ilgili veri toplanması hedeflendi.

Hastalık ÇığırtkanlığıOnur Akhan, Ahmet İlbay, Ferhat İbrahimovYaklaşık 30 yıl kadar önce dünyanın en tanınmış ilaç şirketlerinden Merck’in genel müdürü Henry Gadsden, Fortune dergisine ‘sıkıntılarını’ anlatıyordu.Çok samimiydi.Emekliliği yaklaşmakta olan Gadsden ‘ilaç pazarının insanlarla sınırlı olmasının’ sıkıntı yarattığını söyledi.O Merck’in tıpkı ünlü bir ciklet üreticisi gibi olmasını istiyordu.Hayali gerçekten ‘büyük’tü.’Sağlıklı insanlara yönelik ilaç üretmek’…İşte o zaman. Merck ‘herkese satmaya’ muktedir olacaktı.Bu demeçten günümüze gelindiğinde ise hayallari gerçek oldu. Bugün, dünyanın en büyük ilaç şirketlerinin pazarlama stratejileri saldırgan bir biçimde sağlıklı ve iyi durumdaki insanları hedefliyor.İçimnizdeki ölüm,yaşlanma ve hastalık korkularını kaşıyan 500 milyar dolarlık ilaç endüstrisi(Dünyanın en büyük 3. Sektörü), yaptığı promosyon

kampanyalarıyla insan olmanın anlamını değiştiriyor. Yoğun reklamlar ve ikiyüzlü ‘bilinçlendirme’ kampanyaları, sağlığına dikkat eden insanları endişeli hastalara dönüştürüyor. Yaklaşık 30 sene önce Ivan Illich adlı bir düşünür, genişleyen tıbbi yapılanmanın hayatın kendisini ‘tıbbileştirdiğini’, insanın ölüm ve acı çekme gerçeğiyle başa çıkma yetisinin çökertilmeye çalışıldığını ve gittikçe daha sıradan insanın hasta sınıfına sokulduğunu söyleyerek dikkatleri bu konuya çekmiş.’Henüz hastalanmamış ya da iyileşme umudunu kaybetmiş insanlar üzerine nüfuz kurmaya çalışan’ tıp sistemini eleştirmiş.Günümüze bakıldığında haklı çıkmasıyla karşılaşıyoruz.Bütün bu olaylara bir tanım getirmek gerekirse en uygunu 10 yıl önce tıp yazarı Lynn Payer’in hastalık çığırtganlığı tanımıdır.

Tıbbiyeli HırsızlarYiğit Sezer, Mustafa Toşur, Bedri Karaismailoğlu“İntihal”, yaşamımız içerisinde bir çok alanda sıkça rastlayabileceğimiz bir kavram. Yalnızca bilim, edebiyat, sanat değil; günlük ilişkilerimizden, devlet ilişkilerine kadar geniş bir dairede çok sayıda örnekleriyle karşılaşabiliriz. Bir çeşit emek hırsızlığı olan bu davranışın örneklerine tıp dünyasında da sıkça rastlamaktayız. Fakat dünyanın çeşitli yerlerinde yaşanan bu intihal olaylarının nasıl geliştiği ve sonuçlandığı hakkında çok fazla bilgiye sahip değiliz. Bu çalışma ile tıp dünyasında sansasyona yol açan bazı intihal vakalarını geniş ve ayrıntılı bir biçimde incelemeyi hedefledik. Amaçlarımız; intihal kelimesi açık ve anlaşılır bir şekilde tanımlamak, intihal suçunun çeşitlerini ve yasamızdaki yerini paylaşmak, tıp dünyasında sansasyona neden olmuş intihal örneklerini başlangıcı, gelişimi ve sonuçları itibariyle ortaya koymak ve yapılan intihallerin nedenleri ile birlikte genel özelliklerini araştırmaktır.

…3…2…1… Knock-outBurak Omay, Mehmet Aycan Özek, Emin Soyer, Ahmet Bilgehan ŞahinKnock-out fare, bir ya da birden fazla geninin iptali sonucu genetik yapısı modifiye edilmiş faredir. Knock-out tekniği nükleik asit dizisi belirlenmiş ancak fonksiyonu tam olarak bilinmeyen genler hakkında bilgi edinmek için kullanılır. Genin inaktive edilmesi ve ortaya çıkan değişikliklerin incelenmesi ile genin olası fonksiyonu saptanabilir. Fareler üzerindeki ilk knock-out prosedürü 1987-1989 yılları arasında Mario R. Capecchi, Martin Evans ve Oliver Smithies tarafından gerçekleştirilmiştir. Bu çalışma onlara 2007 Nobel Tıp ödülünü kazandırmıştır. Bu projeyi yaparken knock-out fare yönteminin kullanım alanları ve insanlığa olan faydalarını irdelemeyi; Nobel ödülüne layık görülen bu yöntem hakkında ayrıntılı bilgi edinmeyi ve tıp fakültesi öğrencilerine bu yöntemle ilgili bir perspektif kazandırmayı amaçladık. Gen hedefleme, spesifik genlerin fonksiyonları hakkında hipotezler kurmaya ve bunların laboratuar koşullarında deneylerle incelenmesine olanak sağlamıştır. Gen hedefleme yönteminden önce, genlerin rolünün anlaşılması hastalardaki spontan mutasyonların gözlenmesi, hayvan modellerinin insan hastalıklarına ilişkilendirilmesi ve hücre kültürüne dayalıydı. Ancak hücre kültürleri, patogenezinde birden fazla sistemin entegre bir şekilde etkilendiği hastalıkların anlaşılmasında yetersiz kalıyordu. Sinir sistemi, kardiyovasküler sistem, immün sistem hakkındaki bilgiler parça parça kalıyordu. Ayrıca bu yöntemle genetik tıp alanında deneysel testler yapma imkanı da doğmuştur. Gen hedefleme yöntemiyle genetik yapısı değiştirilen organizmalarda, değiştirilen genin bütün organizmayı nasıl etkilediği gözlemlenebilmiştir.

Türkiye’de Doktor OlabilmekEce Onat Sinan Mersin Hikmet Ekin SönmezDünya Sağlık Örgütü’nün 2006 Dünya Sağlık Raporu’nda, sağlık çalışanları, temel görevleri sağlığın iyileştirilmesi olan kişiler olarak belirtilmiştir. Bu, hekimlere hastalıkları tanı ve tedavinin yanı sıra şu anki seviyeyi koruma ve yükseltme görevini de yüklemektedir. Aynı rapordaki nüfus ve sağlık iş gücü verilerine bakılacak olunursa Türkiye’nin olması gereken yerin oldukça altında bir konumda olduğu, Avrupa’da nüfusa oranla hekim sayısının en kötü olduğu iki ülkeden biri olduğu görülmektedir. Bu projede bu verilerin arkasındaki çeşitli nedenler araştırılmıştır. Ayrıca günümüzün hekim adaylarına gelecek konusunda doğru bir yaklaşım sahibi olmalarına yardımcı olmak amaçlanmıştır. Dünya ve Türkiye istatistikleri bazı parametrelere göre yorumlanmış ve Türkiye’de uzman hekim sayısının

Page 57: IV. Tıpta İnsan Bilimleri Kongresi-2008

IV. Tıpta İnsan Bilimleri Kongresi 2008Özet Kitabı

57

yetersiz olduğu, çoğu bölgede bir uzman-pratisyen dengesizliği olduğu ortaya konmuştur . Ayrıca özelde çalışan hekim oranı, kriter olarak alınan birinci basamak sağlık hizmetini başarıyla veren ülkelere göre yüksek çıkmaktadır. Ancak hizmet konusunda Türkiye oldukça geridedir. Uzman hekimlerin artan özelde çalışma grafiği, sağlık hizmetinin adaletli dağıtılmasını gittikçe zorlaştırmaktadır. Şehirlere göre bir inceleme yapılacak olursa; hem özelde hem kamuda çalışan uzman hekimler belli merkezlerde toplanmış durumdadır, bu da halkın çoğunluğunun ikinci ve üçüncü basamak sağlık hizmetlerine erişimini kısıtlamaktadır. Bu koşullarda hekim adaylarının kısa vadede çalışma standartlarını düzeltebilecek bir çözüm olanaklı değildir; ancak uzun vadede üniversite hastanelerinin kapasitelerini ve kalitelerini artırmak, hekim sayısını yeterli hale getirmek, özel hastaneler için yatırım alanı seçilirken çeşitli bölgelere limit getirmek gibi çözümler getirilebilir.

Benim Hastalığım, Ben BuldumŞebnem İşgören Hilayda Karakök Serhat KirazTıp alanında çalışmalar yapan ve insanlık tarihine katkı sağlamış olan, fakat buldukları ve önüne geçmeye çalıştıkları hastalıklara kendileri kurban olmuş ya da buldukları mikroorganizmayla bilinçli veya bilinç dışı enfekte olmuş iki bilim adamının hayatını, buldukları hastalıkları, bu hastalıklardan bilinçsiz bir şekilde enfekte olmuşlarsa neyi ihmal etmiş olabileceklerini, ya da Barry Marshall gibi bunu bilinçli bir şekilde yapmışlarsa onları bunu yapmaya iten sebepleri araştırmak amacıyla bu projeye başladık. Carlo Urbani henüz tam olarak bilinmeyen ve üzerinde çalıştığı sars virüsüyle yetersiz korunması nedeniyle enfekte oldu ve hayatını kaybetti. Bunda yeterli tedbirlerin alınmamış olması çok önemli bir etken oldu. Diğer yandan ise bulduğu hastalık etkenini vücuduna alarak bulduğu hastalığa yakalanan Marshall da helicobacter pylori mikroorganizmasının ülser etkeni olduğunu gösterebilmek için bu etkeni kendi vücuduna aldı. Sonuçta vardığımız genel kanı ise genellikle yeni bulunmuş ve bulaş yolları, riskleri henüz aydınlatılmamış etkenlerle çalışan bilim adamlarının son derece dikkatli davranması ve kendilerini koruması gerektiği oldu. Yapılacak çalışmalarda bu derece kötü sonuçlar doğurmamış olsa da sağlık personelinin etkilenmesine sebep olmuş olgular ortaya çıkarılabilir ve daha büyük kesimleri bilgilendirerek önüne geçilebilir.

Dediğimi Yap Yaptığımı YapmaTahsin Batuhan Aydoğan, Özgür Seğmen, Moath AlrawabdehProjemizde dünyadaki ve ülkemizdeki çeşitli tıp fakültesi öğrencilerinin sigara içme oranlarını dönemlere göre dağılımlara göre araştırdık. Fakültemizde de yapmış olduğumuz anketle de dönemler arası içme oranı, sigara kullanımına başlanma yaşı ve içme nedenleri hakkında genel fikir sahibi olduk.Peki bir doktor adayının sigara kullanması ne kadar etik veya etik dışı?Bunu da anketimizde yer alan bir soruyla yanıtlamaya çalıştık.Tıp öğrencilerinin sigara kullanmalarına gerekçe olarak ders yükü,stres,bitmek bilmeyen komiteler finaller ardından TUS ve yeni icat olan zorunlu hizmeti de eklersek pek de kolay görünmüyor tıp öğrencisini sigaradan uzak durması.Dönemlere göre dağılımlara baktığımızdaysa tabiki doğal olarak preklinik dönemlerde zirve dönem 3 teyken klinik dönemlerde de zirveyi intern doktorlarımız oluşturdu.Açıkçası her doktor, hastalarına sigara kullanımı hakkında uyarıda bulunurken kendilerini zehirlemelerini ise bu kadar zorlayıcı koşulların olduğu bir tıp fakültesi sürecinde etik dışı saymamak gerek.6 sene bu derece zorlayıcı bir eğitimden geçip ardından 5 yıl uzmanlık yapıp hayatının 11 yılını sadece kitaplar arasında geçirip diplomasına bile kavuşamadan zorunlu hizmet adı altında hatta kimisinin de tıbbi malzemelerden ve hastaneden yoksun bölgelere göreve atanmasını göz önünde bulundurursak dediğimi yap yaptığımı yapma demeliyiz hastalarımıza....

IRAK SAVAŞI ve SAĞLIKM.Sami TUTAR Murat TEPE Serkan DUMANSavaş, halk sağlığını doğrudan ve dolaylı olarak onarılamaz bir biçimde etkilemektedir. Ölümler, sakatlıklar, hastalıklar. Savaş, aileleri, toplumları, kültürleri yok etmektedir. Kısıtlı kaynakların sağlık hizmetleri için kullanımını engellemekte, sağlık hizmetlerini ve alt yapıyı tahrip etmektedir. Çatışmalar insan hakları ihlallerine yol açmakta, insan hakları kavramının tümüyle ortadan kalkmasını getirmektedir. Savaş, çatışmaları çözmenin tek yolunun şiddet olduğu düşüncesini egemen kılarak gündelik yaşamımızda şiddetin meşrulaşmasına hizmet

etmektedir. Savaş içinde nefes aldığımız doğal ve kültürel çevreyi yok etmektedir. O nedenle hekimlik mesleği savaşın doğası ile bağdaşamaz. İnsanın yaşatılması, iyileştirilmesi, yaşamının daha nitelikli bir duruma getirilmesi için çaba harcayan bir mesleğin savaş karşıtı olması kaçınılmazdır. O nedenle savaş halk sağlığının ve halk sağlıkçıların ilgi alanına girmektedir. Bu proje ile Irak savaşı ve savaşın halk sağlığı üzerine doğrudan ve dolaylı etkileri araştırılmıştır.

Yeni Türk Ceza Kanunu’nda Hekimlere Suçu Bildirme Mecburiyeti Getirilmesinin Aile İçinde Kadına Yönelik Şiddet Vakalarına Uygulanmasi ve Etik Açıdan DeğerlendirilmesiPınar Özdemi,r E. Ayşe Evren, Hakan Ulu, Y. Burak AtalayKadına yönelik şiddet, cinsiyete dayanan, kadını inciten, ona ızdırap veren fiziksel, cinsel, zihinsel hasarla sonuçlanan veya sonuçlanma olasılığı bulunan, toplum içinde ya da özel yaşamında ona baskı uygulanması ve özgürlüklerinin keyfi olarak kısıtlanmasına neden olan her türlü davranıştır. Eğer kadına şiddet uygulayan kişi aile bireylerinden birisi ise aile içinde kadına yönelik şiddetten bahsedilir. Kadınlar en fazla aile içinde şiddet görmektedir. Ülkemizde her üç kadından birisinin en az bir kez eşinden fiziksel şiddet gördüğü bilinmektedir. Şiddet gören kadınlar sağlık kuruluşlarını şiddet görmeyen kadınlara göre daha fazla kullanmaktadırlar. Hekimler mesleki yaşamlarında eşinden şiddet gördüğünü ifade eden ya da bunu gizleyen çok sayıda kadınla karşılaşırlar. Hekimin eşinden şiddet gördüğünü saptadığı kadınla ilgili olarak yapması gereken nedir? Durumu yetkili makamlara mı bildirmeli, yoksa bu süreci kadının mı başlatmasını beklemelidir? Yeni Türk Ceza Kanunu’na göre görevini yaptığı sırada bir suçun işlendiği yönünde bir belirti ile karşılaşmasına rağmen, durumu yetkili makamlara bildirmeyen veya bu hususta gecikme gösteren sağlık mesleği mensubu, bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Aile içi şiddet gören bir kadınla ilgili yetkili makamların bilgilendirilmesi ile şiddet uygulayan kişi hakkında şiddet mağduru şikayetçi olmasa bile yasal takip başlatılır. Şiddet uygulayan kişiye evden uzaklaştırması yanında başka cezai yaptırımlar uygulanır. Hekimlerin öncelikli görevi, tedaviye ihtiyacı olan kişilere gerekli sağlık yardımını yapmaktır. Öte yandan hekimlik bir güven mesleğidir. Doktora başvuran kişinin tedavisinin sağlanması amacı ile verdiği bilgiler “sır” kapsamı içinde olup doğrudan kişinin özgürlüğü ve kişilik hakları ile ilgilidir. Hekimin asıl sorumluluğu hastasını tedavi etmek, onun sağlığını düşünmektir.

Page 58: IV. Tıpta İnsan Bilimleri Kongresi-2008

IV. Tıpta İnsan Bilimleri Kongresi 2008Özet Kitabı

58

Tıp ve Teknoloji

Nobel’e Giden YolBahadır Yıldız, Berkan Kaplan, Mehmet Aydoğmuşİnsanoğlu tarih boynuca yeni şeyler keşfetmiş,olanaklarını geliştirmiş ve medeniyeti bu günlere taşımış.Diğer her alanda olduğu gibi tıp alanında da yıllarca çalışılmış ve gerçekten göreni hayret içinde bırakacak bir çok buluşa,çalışmaya imza atılmış.Şüphesizdir ki her yıl,bu insanoğlu adına yapılmış çalışmaların en müstesna olanları Nobel Ödülleri adı altında ödüllendiriliyor.Bir bakıma bu büyük işlere imza atanlar tarihe geçiyor,ölümsüzleşiyor.Biz de bu çalışmaların belki hepsini değil ama,en azından bir kaçını sizlerle paylaşmak istedik.Nobele giden yolda 5 farklı nobel tıp ödülünün öyküsünü araştırdık.MR’ın bulunuşundan Helicobacter Pylori’ye,kokuyu algılamaktan,kök hücre çalışmalarına ve hücredeki bilgi aktarımının nasıl olduğuna kadar olan bir yelpazedeki nobel ödüllerini kendimize konu edindik.Bu önemli çalışmaları,altında imzası bulunan kişilerin cümleleriyle birlikte sizlerle paylaşmak istedik.Herkese faydalı olması dileğiyle...

Bilimin İki YüzüMehmet Ali Kaplan, Mehmet Okçu, İbrahim Özdemir, Alişan DaylakBilimin radyoaktivite alanındaki kötüye kullanımı ve ihmalkarlığı sonucu ortaya çıkan tabloları incelemektir. Bu çalışmada Çernobil ve Hiroşima gibi olayların uzun vadeli etkilerinin aydınlatılması amaçlanmıştır.Konuyla ilgili makaleler, kitap bölümleri ve web aracılığıyla görsel kaynaklara ulaşılarak tarihi belgeler ışığında incelenmiştir. O döneme ait sağlık raporları ve gazete arşivlerinden olayların büyüklüğü gözlemlenmiştir. Bu iki olaydan birincisinde kitle imha silahı üretimi için potansiyel merkezler olarak kurulan nükleer santrallerin ihmal sonucu insanlığa verdiği uzun vadeli zararlar, ikincisinde ise bilimin kötüye kullanımı sonucu kasıtlı olarak insanlığa verilen yıkım incelenmiştir. Tüm dünyada barış adına “Cenevre Sözleşmesi” ve “21.yy silahsızlanma antlaşması” gibi sözleşmeler bulunmasına rağmen halen nükleer silahlanma insanlığı tehdit etmeye artan hızda devam etmektedir. Tarihte yaşanan bu tür olaylardan ders çıkartılarak günümüzde de tekrarlanmamasının insanlığın geleceği açısından daha iyi sonuçlar doğuracağı öngörülmektedir.

Zehirli GüzellikAbdurrahman Bayhan, Ali Hasan Zubaroğlu, Mehmet Yavuz ÖzbeyClostridium botulinum bakterisinin özellikleri, toksinin tıpta klinik kullanımı ve son yıllarda giderek popülerleşen botox uygulamasının ayrıntıları, gerçekleri ve sakıncaları işlenmiştir. Estetik kaygılarla yapılan uygulamaların neden olabileceği kötü sonuçlar örneklerle anlatılmıştır. Botoks ‘un sanıldığı kadar masum olmadığı, basit bir botoks uygulamasının insanın hayatını bile tehlikeye atabileceği anlatılmaya çalışılmıştır. Özellikle son yıllarda Çin’den gelen ürünlerin piyasaya yayılması ve ucuz olduğu için sık kullanılmaya başlanması uygulamada ölümlere kadar giden sonuçlara yol açmıştır. Amacımız estetik amaçlarla kullanılan botoks maddesinin gerçekte bir tür zehir olduğu ve insan hayatını tehlikeye atabilecek kadar ciddi sorunlara yol açabileceğini göstermek. Uzman ellerde ve kaliteli madde kullanılmadan yapılan botox uygulamasının ne kadar ciddi sonuçlara yol açtığını son zamanlarda basında çıkan haberleri derleyerek göstermeye çalıştık. StdCongPostID: 198

TerziIrem Eldem, Maryam Abbasi, Fatih ToyHer 30 saniyede organ yetmezliğinden bir kişi ölmektedir. Organ ve doku nakillerinde yaşanan problemler, ciddi bir halk sağlığı sorunuyken, organ naklinin komplikasyonları ve reddi halen ciddi sorunlar yaratmaktadır. Projemizde bu organ nakillerinin yerini almaya aday, in vitro doku ve organ üretimlerini ve tıpta kullanım alanlarını araştırdık. Doku mühendisliği hiç kuşkusuz günümüz biyotıbbının en popüler alanını oluşturuyor. Doku mühendisliği terimi ilk olarak 1987’de ortaya çıkmıştır. Doku mühendisliğinde amaç, doku ve /veya organ hasarı veya kaybı durumunda kullanılmak üzere laboratuvar koşullarında organ ve doku oluşturmaktır. Bu işlem tıpkı terzinin bir kıyafeti dikmesi gibidir. Doğru malzeme; fonksiyonel ve biçimine uygun olacak şekilde en uygun ölçütlerde birleştirilmelidir. Böylelikle, yakın bir gelecekte mühendislik harikası dokular

sayesinde organ nakline gerek kalmayacak. Doku mühendisliğinin ilk ticari ürünü olarak nitelendirebileceğimiz deri dokusu, içlerinde ABD ve İngiltere’nin de yer aldığı pek çok ülkenin market raflarında yerini almıştır. Kemik, karaciğer, kornea, sinir , kalp kapakçıkları, boşaltım sistemleri, damarlar ve diğer birçok yumuşak doku ile araştırmacılar yoğun biçimde çalışmalarını sürdürüyorlar.

Nano Boyunda Makro DüşüncelerErkan Sabri Ertaş, Murat Alışık, Mehmet Nuri Gördük, Rıdvan AkşehirlioğluGünümüzde hızla gelişen alanlardan birisi de nanoteknolojidir. Bu kadar hızla gelişen bir teknolojinin hayatın her alanını olduğu gibi tıp bilimini de etkileyeceği gayet açıktır. Bu konuda birçok çalışma yapılmaktadır. Türkiye’de ise bu bilimin öncüsü Devlet Planlama Teşkilatı’nın da destek verdiği, Bilkent Üniversitesi bünyesinde kurulmuş olan Ulusal Nanoteknoloji Merkezi’dir. Günümüzde kesin tedavisi bulunmayan hastalıklar için ya da mevcut olan tedavilere alternatif olarak nanoteknoloji alanının yeniliklerinden faydalanılmaktadır. Bilim adamları beyni hasarlı ve kör olan hayvanları, nanoteknolojiyi kullanarak iyileştirmeyi başardılar. Nano parçalarını gözün içine implante ederek intraoküler basıncı ölçerek glokom tedavisinde önemli bir aşama kaydedilmiştir. Kanser ilaçlarından metotreksatın hücre içine alınmasında kullanılan folik asit yerine nano parçacıklar kullanılarak çok daha iyi sonuçlar elde edilmiştir. Morfolojik olarak kollojen fibrillere benzeyen üç boyutlu kollojen nanofiber yapıların invivo olarak kök hücreler ile kartilaj ve kemik gelişimini sağladığı gösterilmiştir. Spinal cerrahi açısından bu gelişme füzyonun sağlanması, annüler defektlerin tamiri defektif nükleus pulposusun değiştirilmesi amacı ile potansiyel kullanım alanlarına sahiptir.

NanotıpAlper Sayıner, Muhammed Hasan Toper, İsmail Tekin, Gökhan YardımcıNanoteknoloji nanometre boyutundaki fiziksel, kimyasal ve biyolojik olayların anlaşılması,kontrolü ve üretimi amacıyla fonksiyonel materyallerin, cihazların ve sistemlerin geliştirilmesidir. Nano ölçekteki olayların manipülasyonu ile bilim ve teknolojide yeni ufuklar açılmaya başlanmıştır.Nanoteknoloji gündeme ilk geldiğinde, biyoloji ve tıp alanlarında bizi nerelere götürebileceği hakkında pek çok fikir vardı. İşte bu fikirler bugün bize nanotıp ve nanorobot teknolojilerinin kapılarını açıyor. Nano kelime olarak çok küçük anlamına geliyor. Böylelikle nanotıp, hastalıkların ve yaralanmaların çok küçük bir ölçekte tedavisi ve araştırılması olarak tanımlanıyor. Robert Freitas’a göre nanotıp, insan vücudundaki biyolojik sistemlerin moleküler düzeyde nanoyapılar ve nanocihazlar kullanılarak gözlenmesi, kontrol ve tedavi edilmesi olarak tanımlanmakta. Hücrelerden oluşan vücudumuzda tüm hastalıklar, fiziksel bozukluklar ve hatta yaşlanmamız bile moleküler düzeyde gerçekleşiyor. Şu anda tıpta kullanılan tekniklerin moleküler düzeye inmesi söz konusu değildir. Problemlerin kökten çözümü için nanotıp parlak bir alternatif olarak görülmektedir...

Lazerin Gözde Kullanım Alanları ve EndikasyonlarıMuhammed Savran, Yusuf Polat, Mehmet Ali HarbelioğluKuşkusuz lazerin geliştirilmesine en çok göz doktorları ve tabi ki lazerden faydalanan hastalar sevinmiştir. Geri dönüşümü bu kadar arttıran ve hızlandıran bir aracın doktorlara bu kadar yardımcı olması ve henüz yeni yeni yaygınlaşan kullanımıyla tereddütleri de beraberinde getirmesi bizi bu mucizevi aleti araştırmaya yöneltmiştir. Güvenilir kaynaklardan yaptığımız araştırmalarda bazı önemli sonuçlara ulaştık ve ayrıca gözdeki birçok hastalığa lazer tedavisiyle nasıl yaklaşıldığını inceledik. Hiç kuşku yok ki lazerin geliştirilmesiyle daha iyi sonuçlar alınacağını gördük. Çalışmamızın hepimizin merak ettiği bir konuyu aydınlatarak çelişkileri gidermeye yardımcı olacağına inanıyoruz.

Page 59: IV. Tıpta İnsan Bilimleri Kongresi-2008

IV. Tıpta İnsan Bilimleri Kongresi 2008Özet Kitabı

59

Tıp ve SosyolojiTürkiye’de Doktor OlabilmekEce Onat, Sinan Mersin, Hikmet Ekin SönmezDünya Sağlık Örgütü’nün 2006 Dünya Sağlık Raporu’nda, sağlık çalışanları, temel görevleri sağlığın iyileştirilmesi olan kişiler olarak belirtilmiştir. Bu, hekimlere hastalıkları tanı ve tedavinin yanı sıra şu anki seviyeyi koruma ve yükseltme görevini de yüklemektedir. Aynı rapordaki nüfus ve sağlık iş gücü verilerine bakılacak olunursa Türkiye’nin olması gereken yerin oldukça altında bir konumda olduğu, Avrupa’da nüfusa oranla hekim sayısının en kötü olduğu iki ülkeden biri olduğu görülmektedir. Bu projede bu verilerin arkasındaki çeşitli nedenler araştırılmıştır. Ayrıca günümüzün hekim adaylarına gelecek konusunda doğru bir yaklaşım sahibi olmalarına yardımcı olmak amaçlanmıştır. Dünya ve Türkiye istatistikleri bazı parametrelere göre yorumlanmış ve Türkiye’de uzman hekim sayısının yetersiz olduğu, çoğu bölgede bir uzman-pratisyen dengesizliği olduğu ortaya konmuştur . Ayrıca özelde çalışan hekim oranı, kriter olarak alınan birinci basamak sağlık hizmetini başarıyla veren ülkelere göre yüksek çıkmaktadır. Ancak hizmet konusunda Türkiye oldukça geridedir. Uzman hekimlerin artan özelde çalışma grafiği, sağlık hizmetinin adaletli dağıtılmasını gittikçe zorlaştırmaktadır. Şehirlere göre bir inceleme yapılacak olursa; hem özelde hem kamuda çalışan uzman hekimler belli merkezlerde toplanmış durumdadır, bu da halkın çoğunluğunun ikinci ve üçüncü basamak sağlık hizmetlerine erişimini kısıtlamaktadır. Bu koşullarda hekim adaylarının kısa vadede çalışma standartlarını düzeltebilecek bir çözüm olanaklı değildir; ancak uzun vadede üniversite hastanelerinin kapasitelerini ve kalitelerini artırmak, hekim sayısını yeterli hale getirmek, özel hastaneler için yatırım alanı seçilirken çeşitli bölgelere limit getirmek gibi çözümler getirilebilir.

Karikatürlerde BizEmrah Ersoy, Ayşegül Coşkun, Fatma CanbayGeçmişten bu yana insanları farklı açılardan ele alan bazen düşündüren bazen ise güldüren bir sanat dalı olan karikatürlerin biz doktorları nasıl ele aldıkları konumuzun amacını teşkil etmektedir.Böylelikle bu sanat dalının diğer insanlar hatta hastalar üzerinde oluşturduğu doktor imajı da ilgimizi çekmiş ve araştırmalarımızda da bu konuya bizzat değinmiş bulunmaktayız

Bir Fetüs Ne İster?Betül Bıçakcı, Kübra Yılmaz, Merve Nur Büyükpastırmacı Herkesin bir doğum hikayesi vardır. Bu hikaye başlıca anne ve babanın ruhsal gerçekliklerinden geçerek oluşur ve doğmamış bebeğin ruhsal gerçekliğini oluşturmaya başlar. Fetus bu ruhsal gerçeklere ve kendi doğma arzusuna tutunarak büyür, gelişir ve dünyaya gelir. Bu dönemde annede meydana gelen ruhsal değişikler fetusun gelişimiyle ilgilidir. Doğmamış bir bebeğe karşı olan annenin görevleri sadece iyi beslenme, kötü alışkanlıklardan uzak durma ve düzenli doktor kontrollerine gitme olarak düşünülür. Doğmamış bebeğin ruhsal dünyasının var olduğunu bilinmesine rağmen, bu çoğu zaman göz ardı edilir. Biz de bu projede bebeğin ruhsal gelişiminin olumlu etkilenmesi adına annenin yapması gerekenleri incelemek istedik. Sonuç olarak, fetüsün ruhsal ve bedensel gelişiminde çeşitli etkenler rol oynamaktadır. Annenin beslenmesinden kötü alışkanlıklarına, ruhsal durumundan hamileliği boyunca yaşadığı olaylara kadar uzanan tüm faktörler fetüsü olumlu ya da olumsuz etkilemektedir.

İyi Hekimlik Uygulamalarına GeribildirimMustafa Yılmaz, S. Serdar TaşcıProjemiz, adındanϖ da anlaşıldığı üzere İyi Hekimlik Uygulamaları derslerinin yeterliliklerini, işleyiş mekanizmalarına eleştirileri ve Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi dönem 2 ve dönem 3 öğrencilerinin derslere olan bakış açılarını toplamaya çalışan bir anket çalışmasından ibarettir. Projede amacımız, Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde uygulanmakta olan İyi Hekimlik Uygulamaları’nın; tıp öğrencileri tarafından değerlendirilmesi; anket sonuçlarının analizinden elde edilen sonuçlarla gelecek senelerde derslere uygulanmak, dersleri geliştirmek adına Tıp Eğitimi Anabilimdalı’na bazı fikirler sunabilmektir. Yapılan anket çalışmasında Tıp Eğitimi ve Bilişimi Anabilimdalı’nın geribildirimleri dikkate alma derecesinin dönem 2 ve 3 öğrencileri tarafından 1’den 5’e kadar değerlendirmesi ‘2’ olarak değerlendirildi. İyi hekimlik 1’den 5’e kadar puanlanmasında ise; iletisim becerileri,

3; etik ve profesyonelizm, 2.5; mesleksel beceri, 3.8; tıpta karar verme, 1.9; tıpta insan bilimleri 2.,6; hastane ziyareti, 2.8 ortalamaları elde edildi. İletişim becerisi, %15; etik ve profesyonelizm %45; tıpta karar verme %85; tıpta insan bilimleri, %55; mesleksel beceri %4; sağlık ocağı ziyareti %51; hastane ziyareti %39 oranında kaldırılması istendi.

"Doktorlar Yorulmaz” Mı?Elzem Bolkan, Gamze Emlek, Gözdem KaykıDoktorluk herkesin saygı duyduğu, imrendiği bir meslektir.İnsanlar dertlerine çare aramak için doktorlara koşarlar.Peki doktorlar ne hisseder, hiç sorunları yok mudur? Uzun çalışma saatleri, sürekli hasta insanlarla birlikte olmanın getirdiği psikoloji, nöbetler… Bu yoğun temponun doktorların ruh ve beden sağlığı, sosyal hayatı üzerine olumsuz etki oluşturması kaçınılmazdır. Bu projeyi hazırlama nedenimiz; bu etkilerin neler olduğunu yapılmış bilimsel çalışmalara ve kişisel gözlemlere dayanarak ortaya koymak.Doktor olmanın zorluklarını tıp fakültesi öğrencilerine, doktor olmak isteyenlere ve eğer mümkünse bu durumu düzeltebilecek yetkisi olan kişi ya da kurumlara duyurmak.

Exitus (Son)Saygın Şahin, İrem Türkyılmaz, Hassan Bachu, Raşit Tan AyıkProjemizde, uzmanlık eğitimi düşünen her tıp öğrencisinin yüzleşmek zorunda olduğu Tıpta Uzmanlık Sınavı gerçeğinin bir incelemesini yaptık.Bu anlamda çalışmalarımızı TUS’un zorlukları ,tıp öğrencilerinin hayatına etkileri, hekimlik hayatımızdaki yeri, alternatifleri, iyi ve kötü yönleri üzerinde yoğunlaştırdık.Bu amaçla ,tıpta uzmanlık sınavı ile ilgili mevzuattan, bu konuda bilgilendirici hizmet veren web sitelerinden ,gerek bu sınavla gerekse önceki sistemle uzmanlık eğitimine başlamış hocalarımızın görüşlerinden yararlandık.Ayrıca uzman hekimlerin ,asistan hekimlerin ,internlerin ,stajyer hekimlerin ve dönem 1-2-3 öğrencilerinin TUS ile ilgili görüşlerini araştıran bir anket çalışması uyguladık.Elde ettiğimiz bulguların neticesini yorumlayarak ,hekimlik ve tıp öğrencilerinin bakış açısından bir yaklaşım getirerek projemizde sunmaya çalıştık.

Kök Hücre Çalışmasının Sosyal ve Hukuki BoyutuHalil İbrahim İnce, Lokman Çevik, Seid Ali Abedalazze AlnawajhaGünümüzde hızla gelişen teknoloji ve ortaya çıkan yeni bilimsel çalışmaların insan hayatını hemen hemen her yönüyle etkilediğini bilmekteyiz. Özellikle insan hayatında çığır açabilecek yeni tıbbi gelişmeler bazı hastalıkların tedavisinde birer umut ışığı olarak gözükmektedir.Bunlardan listenin belki de en başlarında olan kök hücre (stem cell) çalışması gün be gün daha ileri gidip yaygınlaşmaktadır. Elbette ki büyle bir çalışma insanları daha önce karşılaşmadıkları sosyal ve hukuki süreçlere itmektedir. Fakat kök hücrenin getireceği ve götüreceği şeylerin bir terazide tartılması da oldukça zor. Bu konuda sosyoloji, din ve hukuk konusunda uzman sayılan kişiler bile bu çalışmanın sağlayacağı olanakları ve ortaya çıkaracağı problemleri ortaya koyabilmesine karşın, tek bir ortak doğruya varabilmiş değil. Bu konular tartışılmaya dursun kök hücre çalışması her geçen gün biraz daha geliştirilmekte. Peki kök hücre çalışması sadece labarotuvarda bir araştırma konusu olarak kalması mı lazım, yoksa gerçek hayatta yerini mi alması lazım?

Neden Sıfır Beden?Andaç Develi ,Yelda Günindi, Meliha Esra Özkanİnsanoğlu tarihinin başından beri güzelliğin peşinde koştuysa da güzellik anlayışı yerinde saymadı. Sanata yansımalarından anladığımız kadarıyla özellikle insanın kendi vücuduna bakışında radikal değişiklikler görülmesi ender değil. Zira Kibele gibi bereketi temsil eden ana tanrıça figürlerinden, Roma’nın atletik vücutlu mermerlerine; tablolarda arz-ı endam eden tombul modellerden günümüzün anoreksik mankenlerine ulaşana değin geçen zaman insanın uzun yolculuğunda göz açıp kapamak kadar kısa sürüyor. İnce bir vücuda sahip olmak günümüzde pek çoğumuz için güzellik için ilk şart, ancak bir dirhem etin bin ayıp ettiği çağın standartlarına uyum sağlamak çok daha zor. Hızlıca forma girmek için yapılan kontrolsüz ve çoğunlukla faydasından çok zararı olan diyetler, gereksiz estetik operasyonlar, kalbi yoran ağır egzersizler hayat kalitesini yükseltmek yerine sağlığı bozabiliyor. Obezitenin küresel bir sorun haline gelmesiyle birlikte popülerleşen zayıflatma iddiasındaki ürünler ise gerek yasal yollardan gerek el altından satılıyor, bunlara bel bağlayan kullanıcıların yaşadığı sağlık sorunları da medyada geniş

Page 60: IV. Tıpta İnsan Bilimleri Kongresi-2008

IV. Tıpta İnsan Bilimleri Kongresi 2008Özet Kitabı

60

yer buluyor. Şok diyetlerin, mükemmel vücut vadeden sağlıklı yaşam gurularının ve plastik cerrahinin altın çağında kitle iletişim araçlarının empoze ettiği güzel olgusunun ne derece güzel olduğu estetik için önemli bir tartışma konusudur. Projemizle değişen estetik algıların hayatımıza etkilerini göstermeyi, zayıflamanın güzelleşmek addedilmesiyle birlikte ortaya çıkan sorunları irdelemeyi amaçladık. Gazeteler, internet ve televizyonlardaki ilgili haberleri, uzmanların veya ünlülerin kaynak gösterildiği zayıflama bilgilerini, bunların ne derece doğru ve işe yarar olduğunu araştırdık.

Global Sağlık EşitsizliğiMusacide Zehra Ordulu, Abdulsamet Sandal, F. Betül Tuncer,Derya Karnas, Aria ForouzeKabul etsek de etmesek de, küreselleşmenin yaşamımızın her alanını etkileyen bir süreç halini aldığı inkar edilemez bir gerçektir. Ancak, küreselleşme ile birlikte, giderek büyüyen bir kitlenin yaşam koşulları bozulmakta ve yoksulluk küresel bir hal almaktadır. Ortalama yaşam süresi arasındaki farkın ülkeler arasında 48; ülke içinde ise 20 yıla kadar çıkabilmesi gerçeği sağlık konusundaki büyük eşitsizliğin dünya için büyük bir problem oluşturduğu gerçeğini ortaya koymaktadır. Yine artan işsizlik ve yoksulluk riskine karşı, sosyal güvenceye olan gereksinim artarken, paradoksal olarak bu güvenceye en fazla gereksinimi olan grupların, güvence sisteminin dışında kalması sağlık eşitsizliğinin başka bir göstergesidir. Sağlık eşitsizliklerini belirleyen faktörler hakkında giderek daha fazla araştırma yapılması, bu konunun günümüzdeki öneminin ileride daha da artacağının göstergesi durumundadır. Sağlık eşitsizliğinin, bulaşıcı ve bulaşıcı olmayan hastalıkları eşit ölçüde etkilemesinin tespiti; bu sorunun gelişmemiş ve gelişmekte olan ülkeleri ilgilendirdiği gibi gelişmiş ülkeler için de önemli olduğunu göstermektedir. Problemin boyutu; bunu sadece sağlık çalışanlarının bir problemi olmaktan çıkarmakta; tüm alanlarda kural koyucuların ilgilenmesi gereken bir sorun haline getirmektedir. Biz projemizde global sağlık eşitsizliklerinin çarpıcı örneklerini, bu sorunun nedenlerini, Türkiye’nin bu sorundan nasıl etkilediğini, sorunun sadece sağlık sektörünü ilgilendiren bir sorun olmasının dışında birçok disiplini ve bu disiplinlerin kural koyucularını ilgilendirdiğini göstermeyi amaçladık.

DiagnopolyGözde Kübra Yakkan, İbrahim Keklikçioğlu,Ramazan Kılıç,Mehmet Uğur IşıkBu çalışma ile bir hastaya tanı koymadan, tedaviye başlamadan önce bir hekimin neler düşündüğünü biraz da eğlenceli olan bir yolla anlatmak istedik. Böylece umuyoruz ki artık tanı koymanın çok da kolay bir iş olmadığı anlaşılır. Çalışmamızı “House M.D.” adlı dizideki bir vakadan yola çıkarak hazırladık. Bu diziyi seçmekteki amacımız ise çalışmamızın konusu da olan ‘tanı koymanın zorluğu’ düşüncemize oldukça uygun olması. Bu sürecin bir simulasyonu olması amacıyla projeyi “Monopoly®” adlı oyuna paralel olarak hazırladık. İnsanlar her zaman hastalıklarının tanısının çok kolay konulduğunu düşünmektedirler. Ancak durum hekimler açısından hiç de böyle değildir. Her zaman farklı bir hastalık olabileceği aklımızın bir köşesindedir. Zaten bize hiçbir zaman bir hasta gelip de kitaplarda okuduğumuz ayırıcı tanı bulgularını teker teker saymaz. Bu yüzdendir ki “Hastalık yoktur, hasta vardır.” sözü doğrudur. Son olarak, olaya bir de hasta açısından bakacak olursak, bu süreci onlara anlatacak bir çalışma hem onların da bizi anlamalarını sağlayabilir, hem de hasta uyumunu artırarak bize yardımcı olabilir.

Şiddet Mağduru Kadınların Tıp Fakültesi Öğrencileri Tarafından DeğerlendirilmesiFatma Eminağa, Emine Böyük, Suna BürkükDünya Sağlık Örgütü cinsiyete dayanan, kadını inciten, ona ızdırap veren fiziksel, cinsel, zihinsel hasarla sonuçlanan veya sonuçlanma olasılığı bulunan, kamusal alanda ya da özel yaşamda ona baskı uygulanması ve özgürlüklerinin keyfi olarak kısıtlanmasına neden olan her türlü davranış davranışı kadına yönelik şiddet olarak tanımlamaktadır. Dünyada kadına yönelik şiddetin sıklığı %10-%69 arasında değişmektedir. Çalışmada toplumda sık karşılaşılan şiddete uğramış kadınların sağlık hizmeti almak için başvurduklarında geleceğin hekimleri tarafından nasıl değerlendirildikleri konusunda bilgi sahibi olunması amaçlanmıştır. Tanımlayıcı tipteki çalışmaya Tıp Fakültesi I,II, III dönemlerinde öğrenim gören 100 öğrenci katılmıştır. Yüz yüze görüşme tekniği ile toplanan veriler SPSS 15.0 istatistik paket

programı ile değerlendirilmiştir. Çalışmaya katılanların %40’ı erkek ve %.....sı 20 yaş üzerindedir. Çalışmada öğrencilere gösterilen fotoğraflarda yer alan kadınların şiddete uğradıklarını düşünme %8 ile-%53 arasında değişmektedir. Katılımcıların %45’i bu şekilde başvuran bir hasta ile karşılaştıklarında, hastanın başına gelenleri öğrenmeye gerek duymadığını belirtmiştir. Hekimler yeni Türk Ceza Kanunu’nun 280. Maddesi’ne göre görevlerini yaptığı sırada bir suçun işlendiği yönünde bir belirti ile karşılaşmaları durumunda bunu yetkili makamlara bildirmekle yükümlüdürler. Bildirmeyen ya da bildirmede gecikme gösteren hekimler bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Bu nedenle hekimlerin bu yasa nedeni ile tedavi ettiği bir hastasının adli olgu niteliğinde olup olmadığını değerlendirmesi gerekmektedir. Geleceğin hekimlerinin eğitim programlarında bu konulara yer verilmesi gerekmektedir.

Page 61: IV. Tıpta İnsan Bilimleri Kongresi-2008

IV. Tıpta İnsan Bilimleri Kongresi 2008Özet Kitabı

61

Tıp ve Hukukİnsan Hayatının PatentiMete Can Karahasan, Kerime Köfünyeli, Ahmetcan ÇağlarGünümüz tıbbının merkezini şüphesiz ilaçlar oluşturmaktadır. Tıptaki ilerlemeler sayesinde, bugün daha önce tedavi edilemeyen pek çok hastalığın gelişim basamakları keşfedilmiş ve buradan yola çıkılarak pek çok etkili ilaç geliştirilmiştir. Ayrıca bundan bağımsız olarak ilaç firmalarının ampirik çalışmalarıyla etki mekanizması bilinmeyen ancak bir o kadar etkili farmasötik ajanlar ortaya konmuştur. İki durumda da bu çalışmaların yürütülmesi için büyük kaynaklara gereksinim vardır. Bu kaynakları ise günümüzde sadece dev ilaç firmaları sağlayabilmektedir. Bu sebeple yeni tedavi seçenekleri hatta bazı durumlarda yeni tanı yöntemlerinin geliştirilmesi ilaç firmalarına bağlıdır. Bütün bu tıptaki ilerlemelerin asıl amacı toplum sağlığını iyileştirmek olsa da firmalar bu çalışmalarını kar amaçlı yapmaktadırlar. Firmaların kendi aralarındaki çıkar çatışmaları ve fikri mülkiyetin korunması sırasında toplum sağlığının göz ardı edilmemesi gerekliliği bu konudaki tartışmaların ve çeşitli hukuki anlaşmazlıkların odağıdır. Toplum sağlığına gerekli önceliğin verilmediğini düşünenlerin sayısı patent haklarına sahip ilaç şirketlerine karşı bir cephe oluşturacak denli çoktur. Pek çok kişi ilaç firmalarının bir tür kartel oluşturduğuna, kar güdüsüyle fiyatları yüksek tutarak ekonomik gücü düşük insanların, ülkelerin ilaçlara erişmesini imkansız kıldığına, jenerik ilaç üretiminin daha serbest bırakılmasının herkese daha ucuz tedavi imkanları sağlayacağına inanmaktadırlar. Buna karşılık ilaç firmaları da araştırma-geliştirme masraflarının karşılıksız kalamayacağını, üstelik buradan sağladıkları geliri daha etkili ve daha güvenli yeni ilaçlar üretilmesi için harcadıklarını, fakir ülkelerde ücretsiz ilaç dağıtımında bulunduklarını ve ellerindeki patentlerin efektif olarak sadece 8 ila 12 yıl geçerli olduğunu belirterek kendilerini savunmaktadırlar. Geçtiğimiz yıl 2 büyük ilaç üreticisi ise patentini ellerinde bulundurdukları 3 antiretroviral molekülün yani AIDS tedavisinde kullanılan ilaçların jenerik versiyonlarının bir 3. dünya ülkesine ihraç edilmesine yeşil ışık yakarak duruma yeni bir boyut kattılar.

Cezanızı Biliyor musunuz?Fuat Hidayetov, Umut Öztürk, Hasret KacemeUluslar arası araştırmalara göre hastanelerde yatan her 100 hastanın 4’ü tıbbi hata sonucunca zarar görüyor.Yalnız Amerika’da her yıl 100 bin kişi tıbbi hata nedeniyle yaşamını kaybediyor.Türkiyr’de de durum farklı değil.Uzmanlara göre hataların artmasında haklarının yeterince bilinmemesinin önemli rolü var.Marmara Üniversitesi Sağlık Eğitim Fakültsinin yaptığı çalışmaya göre hastaların %70’i haklarının neler olduğunu bilmiyor.Doktorlar açısından da durum farklı değil.Doktorları %94’ü yanlış tedaviyle ilgili Türk Ceza Kanunu’nun maddelerini bilmiyor.Biz de yaptığımız araştırmada doktor adaylarının yaptıkları hatalar hakkındaki yasal düzenlemeden ve cezalarından ne kadar haber olduklarını öğrenmek istedik.Çeşitli internet sitelerinden ve bunun üzerine yazılmış kitaplardan Yeni Türk Ceza Kanunu’nun doktorlara yüklediği sorumluluğu ve hangi durumda hangi cezai işlemin uygulandığını araştırıp 5 sorudan oluşan bir anket hazırladık.Bu anketi dönem 5 ve 6’daki doktor adaylarına uyguladık.Gördük ki doktor adayları cezalarını yeterince bilmiyorlar.Bizce mesleğe adım atmadan önce adaylarımızın bu konuda bilgilendirilmesi faydalı olacaktır.

Tıp ve AntropolojiDin ve Evrimİbrahim İnan, Suchira Udugamasooriya, Ali Anıl AltınsoyEvrim teorisi, yüzyıllardır tartışılan, özellikle Darwin’in yaptığı çalışmalardan bugüne kadar gelen süre içerisinde çeşitli dinlere mensup kişilerin çok sert tepkisine maruz kalmış ve hala güncelliğini koruyan bir teori. Daha çok çeşitli din adamları ile evrim teorisini destekleyen bilim adamlarının hararetli tartışmaları ile hatırlanan evrim teorisinin her ne kadar dinlerle sürekli çatıştığı düşünülse de; bu teoriye dini gereği inanan insanlar da var. Biz de, farklı dinlerin evrime karşı sahip oldukları bu çok çeşitli yaklaşımları araştırarak arkadaşlarımızla paylaşmak istedik.

İnsan ve TütünAbdülsamet Emet, Murat Gökten, Ökkeş Erdem, Yavuz Ocak, Kemal GüleçTarihin başından beri insanın ilgisini çeken uyuşturucu içerisinde en çok kulanılan ve zararlı olasına rağmen hala yasak olamayan tütün ve tütün türevlerinin tarihin başlangıcından bu yana evrimi, insanların yönelimi, kullanma amaçlarını ve hangi düşüncelerle kullandıklarını sorgulamak istedik.Ayrıca tütün türevleri içerisinde en meşhur olan sigaranın içilmeye başlama yöntemlerini, kullanılmaya başlanma şekillerini, kullanılırken ve kullanıldıktan sonraki hem bireye hem de çevreye olan zararlarını araştırmakta ve aynı zamanda insanoğlunun geleceğini tehdit eden bu büyük düşmandan nasıl kurtulacağımızı da vurgulamaya çalışmak istedik.

Levirat/ Sororat Tipi Evlilikler Hakkında Tıp Fakültesi Öğrencilerinin GörüşleriGökçen Akçayır, Davut Kamacı, Fatma Efsun KılınçAile toplumun en küçük birimi ve bu bakımdan toplumun birçok özelliğini yansıtan bir kurumdur. Bir toplumdaki aile yapılarını incelemek, bize o toplum hakkında fikir ve izlenimler elde etme yolunda ışık tutacaktır. Bu bağlamda incelenebilecek olan Levirat (kayınbirader evliliği) ve sororat(baldız evliliği) tipi evlilikler, bazı toplumlarda görülebilen ve bireyin, ölen eşinin kardeşiyle evlenmesini öngören bir evlilik türüdür.Bu çalışma levirat ve sororat tipi evlilikler hakkında tıp fakültesi öğrencilerinin görüşlerini ve konuya bakış açılarını öğrenmek amacıyla planlanmıştır. Tanımlayıcı tipte çalışmanın evrenini HÜTF Dönem II ve III öğrencileri oluşturmaktadır. Yüz yüze görüşme tekniği ile katılımcılara 27 soruluk bir anket uygulandı ve veriler SPSS 15.0 istatistik paket programı ile değerlendirildi. Çalışmaya 61’i erkek 132 öğrenci katılmıştır. Katılımcıların % 81,0’ı daha önceden levirat/sororat tipi evlilik hakkında bilgi sahibi olduğunu belirtirken, bunların %16,8’i bu tür evlilik yapmış bireyler tanıdığını belirtmiştir. Sororat/levirat tipi evliliğe neden olarak katılımcılar kültürel (%29,9) ya da sosyoekonomik (%26,2) nedenleri ve aile (%21,5) ya da toplum (%6,5) baskısını göstermişlerdir. Kadın katılımcıların %80,2’si, erkek katılımcıların %65,5’i levirat/sororat tipi evliliğin geleneklerimize uygun olmadığını belirtmişlerdir. Katılımcıların %62,1’i bu tür evliliği çağdışı bulduğunu ifade etmişlerdir. Ankete katılan kadınların tamamı ileride levirat/sororat tipi evlilik yapamayacaklarını ifade ederken erkeklerin % 3,27’si bu tür evlilik yapabileceğini belirtmişlerdir. Çalışma sonuçlarına göre levirat/sororat tipi evliliklerin ülkemizde azımsanamayacak sıklıkta olduğu görülmektedir. Bazı erkek tıp fakültesi öğrencilerinin konuya daha ılımlı bakması üzerinde çalışılması gereken bir konu olarak görülmektedir. StdCongPostID: 283

Page 62: IV. Tıpta İnsan Bilimleri Kongresi-2008
Page 63: IV. Tıpta İnsan Bilimleri Kongresi-2008
Page 64: IV. Tıpta İnsan Bilimleri Kongresi-2008