İş Sağlığında Güncel Konular
-
Upload
durdu-yaprak -
Category
Documents
-
view
241 -
download
4
description
Transcript of İş Sağlığında Güncel Konular
TEPE AKADEMİ
İş Sağlığında Güncel
Konular
Ders Notları
Amaç
Çok hızlı bir değişim ve gelişim içinde olan çalışma hayatında yeni ortaya çıkan etmenler, meslek
hastalıkları ve yeni yaklaşım metotları hakkında bilgi sahibi olmak.
Özellikle gelişmiş ülkelerde iş sağlığı alanındaki geleneksel sorunlar değişmiş, yerini yeni bazı
ilgi alanları almaya başlamıştır.
Pek çok gelişmiş ülkede teknolojik gelişme ve koruyucu önlemlerin başarılı bir şekilde
uygulanması sonucu eskiden beri bilinen geleneksel meslek hastalıklarının (pnömokonyoz,
kurşun zehirlenmesi vb.) görülme sıklığı çok azalmıştır.
Oluşmasında mesleksel faktörlerin de etkili olduğu, ancak belirli mesleklere özgü olmayan (kas
iskelet sistemi hastalıkları veya kardiyovasküler hastalıklar gibi) bazı hastalıklar veya belirtiler ortaya
çıkmaya başlamıştır
İş sağlığı profesyonelleri,
Belirli bir hastalığa uymayan bazı semptom ve belirtilerle başvuran hastaların olduğunu
farketmişlerdir.
Bu yakınmalar genellikle birden fazla sistemle ilgili ve uzun süreden beri devam etmektedir.
Yakınmaların bir kısmı, kişinin işyerinde bulunduğu zamanlarda artmakta.
Gelişmiş ülkelerde daha belirgin olmak üzere çalışma hayatı ile ilgili yeni bazı sağlık sorunları
gündeme gelmiştir.
Bu sağlık sorunları çalışma hayatına özgü olmamakla birlikte, belirtilerin işyerinde bulunma ile
ilişkili olması veya yakınmaların bazı meslek hastalıkları ile benzerlik göstermesi nedeniyle bu
hastalar çoğunlukla iş sağlığı ile ilgilenen doktorlara başvurmaktadırlar.
Çoklu Kimyasal Duyarlılık Sendromu
(Multiple Chemical Sensitivity Syndrome)
Çevresel faktörlerin etkisi ile meydana gelen ve son 20-25 yıldır dikkatleri çeken bu klinik
tabloda işyeri ortamının da etkisi vardır.
Hastalık bu güne dek bilinen bir hastalık tablosuna benzememekte, çeşitli yakınma ve beEn
sık görülen belirtileri;
Baş ağrısı,
Kas ağrısı,
Yorgunluk,
Bulantı,
Kafada dolgunluk hissidir.
1987’de Cullen tarafından yapılan vaka tanımında ortaya konan 7 kriter hala geçerliliğini
korumaktadır;
1. Tablo tanımlanabilir bir çevresel etkilenme ile ortaya çıkar,
2. Birden fazla organ ve sistemle ilgili yakınma vardır,
3. Uyaran etkenle karşılaşma durumuna göre, belirtiler azalıp artabilir,
4. Yakınmalar değişik yapı ve toksikolojik özellikteki etkenlere maruziyetle ilişkilidir,
5. Yakınmalara neden olan faktör düşük dozlarda da olsa gösterilebilmektedir,
6. Yakınmalara yol açan etkene maruziyet çok düşük dozlardadır,
7. Yakınmaları açıklayan, herhangi bir organ fonksiyonu gösteren bir test henüz mevcut
Hastalığın nedeni tam olarak bilinmemekte. Hastalığın tek bir tanımı yok. Hekimler
arasında çelişkili görüşler var.
Bazı araştırıcılar hastalığın temelinde psikiyatrik veya davranışsal bir sorun olduğu
görüşündedir. Bu hekimler hastalığı, psikosomatik bir hastalığın, obsesif veya paranoid bir
rahatsızlığın veya anksiyete ya da depresyonun yansıması olarak değerlendirmektedirler.
Bazıları ise hastalığın biyolojik mekanizmasının sinir sistemi, immün sistem veya endokrin
sistemden bir veya bir kaçı ile ilişkili olduğu görüşündedir.
Bazı kimyasalların koku duyusu aracılığıyla limbik sistemi etkileyerek bu belirtilere yol
açtığı görüşünde olanlar da vardır.
Klinik özellikler ve tedavi;
Hastalık belirtileri kişi işyerinde olduğunda daha belirgin olduğundan ilk başvuru çoğunlukla
“işyeri hekimi” ne yapılmakta.
İç hastalıkları, alerji, psikiyatri veya çevre hekimliğine de başvurular yapılmakta.
Tanı bakımından iyi bir öykü almak çok önemlidir.
Öyküde, bir kimyasal maddeye düşük dozda maruz kalmayı takiben, birden fazla organ veya
sistemle ilgili çeşitli yakınmaların oluşu oldukça tipiktir.
Hastanın yakınmalarına ilgi gösteren ve güven veren bir yaklaşım önemlidir.
Hastanın yakınmalarını psikiyatrik bir rahatsızlık olarak değerlendiren ve hastayı para kaynağı
olarak gören bir yaklaşım güven verici olamaz.
Klinik özellikler ve tedavi;
Hastalar çoğunlukla gazyağı, parfüm veya temizlik malzemesi gibi kimyasal maddelerle
temastan kısa bir süre sonra yakınmalarının arttığını ifade ederler.
Baş ağrısı, halsizlik, yorgunluk, kas ağrısı, konsantrasyon güçlüğü tipik bir klinik tabloda en
sık rastlanan yakınmalardır.
Tablonun daha ağır seyrettiği hastalar, bazı ortamlara girdikleri zaman rahatsızlıklarının
arttığını bildiklerinden , bu ortamlara girmek istemezler. Bu durum sosyal ilişkilerin
bozulmasına neden olur.
Klinik özellikler ve tedavi;
Fizik muayene bulguları genellikle normal sınırlardadır.
Hastanın çalıştığı ortamda ölçümler yaparak bazı kimyasalların izin verilen sınır değerlerin
üzerinde olduğu gösterilebilir.
Hastalar deneyimlerine dayanarak kendilerini neyin rahatsız ettiğini bildiklerinden,
yakınmalarının çözümünü de bulmuşlardır.
Hastalığın tedavisi için geçerli bir yaklaşım da şimdilik bilinmemektedir.
İşyerindeki kimyasalların kontrolü, Rahatsızlık veren maddelerle temastan kaçınma yarar
sağlar.
Hastalıkta psikolojik faktörlerin de rolü olabileceği, semptomatik tedavi dışında spesifik bir
tedavinin olmadığı unutulmamalıdır.
Hasta Bina Sendromu
(Sick Building Syndrome)
1970’li yıllarda “iç ortam hava kalitesi” kavramına paralel olarak gündeme gelmiştir.
Özellikle gelişmiş toplumlarda insanların yaşam sürelerinin önemli bir bölümü işyeri, ev, çarşı
ve mağazalar gibi kapalı ortamlarda geçmektedir.
Bu yüzden binaların içindeki hava miktarı ve hava kalitesi giderek daha çok önem kazanmıştır.
Kapalı ortamlarda yaşayan insanların bir kısmında ortaya çıkan ve kişilerin bina dışına
çıkmalarıyla kaybolan ve herhangi bir hastalığa özgü olmayan bu belirtiler DSÖ uzmanlarınca
“hasta bina sendromu” olarak adlandırılmıştır.
Hasta bina sendromunun nedeni bilinmemekle birlikte; bina içindeki sıcaklık, nem, hava
akımı, koku, havalandırma gibi termal konfor faktörleri ile birlikte, aydınlatma, uçucu organik
maddeler ve işin organizasyonu gibi faktörlerin, belirtilerin ortaya çıkmasında rolü olduğu
gözlenmiştir.
Belirtiler;
Gözler, solunum yolları ve deride irritasyon, baş ağrısı, yorgunluk, bulantı, kafada dolgunluk
gibi sinir sistemi belirtileri ile, göğüste sıkışma hissi, deride kuruluk, kaşıntı, kızarıklık gibi
belirtilerdir.
Bu belirtiler söz konusu binada yaşayan ya da çalışanların hepsinde görülmez. Ancak,
bunlarda görülme sıklığı, genel toplumdaki bireylerden daha fazladır. Belirtiler kadınlarda
erkeklerden daha fazla görülür.
Bu binalar enerji tasarrufu amacı ile yapılmış, yalıtımı iyi olan, hava akımına izin vermeyen,
klima havasının tekrar kullanıldığı (recirculation) binalardır.
Bu binalarda çalışanlarda iş veriminin de düştüğü gözlenmektedir.
Hasta bina sendromu belirtileri ile binaların klimalı, halı kaplı, kalabalık olması, bilgisayarların
çok olması ve hava akımının kişi başına saniyede 10 litreden düşük olması ile ilişkili olduğu
saptanmıştır.
Çok nedenli (multifactorial) klinik tablo olarak karşımıza çıkmaktadır.
Ortam sıcaklığının azaltılması,
Rutin ortam temizliğinin daha etkili yapılması,
Günlük temizlikte yalnızca yerlerin değil masa üstü, raflar vb. diğer yatay yüzeylerin de
temizlenmesi,
Halı kaplama ve diğer dokuma malzemelerinin en aza indirilmesi, var olanların temizliğine
özenilmesi,
Klima sistemlerinde iç ortam havasının yeniden kullanılmaması,
Hava değişiminin kişi başına saniyede 10 litreden az olmaması,
Uçucu organik kimyasallar ve mikroorganizmalar varsa, bunlara yönelik ölçüm ve
değerlendirmeler yapılarak gerekli önlemlerin alınması yakınmaları azaltacak kontrol
önlemleridir.
Amalgam kaynaklı Cıva İle İlgili Yakınmalar
Amalgam, cıva (%50), gümüş (%35) ve kalayın (%15) oranlarındaki karışımıdır. Diş tedavisinde
dolgu malzemesi olarak yaklaşık 150 yıldır kullanılmaktadır.
Cıva vücutta kümülatif etki yaptığından çok düşük dozlardaki alım durumunda bile, zamanla
“kronik cıva zehirlenmesi” mKronik cıva zehirlenmesi, çalışma yaşamında eskiden beri bilinen
bir sorundur.
Başlıca belirtileri; eller, göz kapakları ve dilde ince tremor, fazla terleme ve fazla tükürük
salgılanması ile bazı nöropsikiyatrik belirtilerdir (huzursuzluk, uykusuzluk, sinirlilik, anksiyete,
duygusal dengesizlik, unutkanlık gibi belirtiler-”erethizm” olarak bilinir) .
Amalgam içinde bulunan cıvanın klinik belirtilere yol açması tartışmalıdır.
Amalgam dolgunun yerleştirilmesi, parlatılması veya sökülmesi sırasında vücuda cıva girişi söz
konusu olabilir. Diş fırçalama, çiğneme ve sıcak içeceklerin içilmesi sırasında bir miktar cıvanın
vücuda girmesi mümkündür.
Çalışmalar bu yolla alınan cıva miktarının çok düşük olduğunu, su ve yiyeceklerle olan günlük
alımın % 10 kadarını oluşturduğunu göstermektedir.
İsveç’te yetişkinler üzerinde yapılan bir çalışmada amalgam dolgulardan alınan cıva miktarının
günde 4-19 µg (mikrogram) arasında olduğu saptanmıştır. (24 saatlik idrarda cıva düzeyinin
normal değerleri 9,1-20 µg/dl, serum düzeyinin normal değerleri 0,6-59 µg/dl’ dir).
Doz çok düşük olmakla birlikte başka kaynaklardan alınabilecek cıva ile bir araya geldiğinde
amalgam dolgusu olanlarda cıvaya bağlı belirtilerin görüldüğü bildirilmektedir.
Bu konuda bilgiler çelişkilidir. Bu belirtileri olan kişilerde amalgam dolguların sökülmesinden
sonra semptomlarda belirgin bir düzelme gözlenmemiştir. Sonuç olarak amalgam dolguların
zararlı olduğu konusunda kesin bir kanıt mevcut değildir.
Mesleksel etkilenmeler sonucunda cıva zehirlenmesi diş hekimleri, diş teknisyenleri ve
yardımcı personelde görülebilir.
Amalgam hazırlanırken ve dişe yerleştirilirken koruyucu uygulamalar, kişisel hijyen, ortam
havalandırması, yere dökülen amalgam ve yapılan dolgu sayısı gibi faktörler etkilenme
düzeyinde önemlidir.
Yakınmaları olanlarda rutin olarak kanda ve idrarda cıva düzeyi tayini ve amalgam dolguların
sökülmesi önerilmemektedir.
Amerikan Diş Hekimleri Birliği yapmış olduğu açıklama:
150 yıldan fazla süredir ve 100 milyondan fazla hastanın ağzında amalgam dolgu
malzemesinin güvenilir, sağlıklı ve dayanıklı olarak kullanıldığını, içeriğindeki gümüş, bakır,
kalay, gibi metallerin cıvayla kimyasal reaksiyonlarının sert, stabil ve güvenli bir yapı
oluşturduğunu söylemektedirler.
Amerikan Halk Sağlığı Servisi’nin 1993 yılında, Yine Amerikan Ulusal Sağlık Enstitüsü, Diş
Hekimliği araştırma bölümünün 1991 yılında yapmış oldukları geniş araştırmalar ve bu
araştırmalar sonunda sunmuş oldukları raporlarda; “Amalgamın içerdiği maddelere aşırı
alerjisi olan kişiler haricinde güvenle kullanılabileceğini....” söylemektedirler.
Havadan, sudan ve yiyeceklerden, ağzımızdaki amalgam dolgunun içeriğindeki cıvanın
buharlaşmasıyla alacağımızdan kat ve kat daha fazla cıva almaktayız.
150 yıldır kullanılan bir materyal olmasına rağmen, bilimsel yayınlarda, amalgamın alerjik
olmasından daha ciddi bir yan etkisi rapor edilmemiştir. Alerji vakaları da 150 yılda sadece
100 vakayı geçmemektedir.
1991 yılında Dünya Diş Hekimleri Birliği, Diş Hekimliği Malzemeleri Panelinde, “Belirgin bir
şikayet olmadan Amalgam dolguların çıkarılmasını gerektiren bir neden bulunmadığı...”
sonucuna varılmıştır. Amerikan Halk Sağlığı Servisi ise 1993 yılında “Amalgam dolguların
sökülerek değiştirilmesinin kişinin sağlığına yarar getirecek inandırıcı bir etkisinin
olmadığını....” aksine “lüzumsuz sökülen amalgam dolgunun, sağlıklı dişin yapısına zarar
vereceğini” söylemektedir.
Amalgam dolguların sökülmesiyle multiple skleroz rahatsızlığının iyiye gitmesi veya
amalgamın, arthritis (eklem romatizması) , Alzheimer gibi rahatsızlıklara neden olduğu gibi
iddialarda tamamen gerçek dışıdır ve bilimsel bir dayanağı bulunmamaktadır.
Amerikan Diş Hekimleri Birliği, amalgama alternatif ancak en az onun kadar etkili ve güvenli
bir madde geliştirmek için yapılan çalışmalara destek vermektedir. Ancak günümüzde
amalgama alternatif gösterilen kompozit resinlerin, özellikle büyük dolgularda, amalgam
kadar uzun ömürlü ve etkili olmadığı kanısındalar.
Yine Amerikan Diş Hekimleri Birliği ve Amerika Halk Sağlığı Servisi “Amalgamın ağız sağlığına
yönelik kullanımının hala geçerli olduğu...” görüşünde birleşmektedirler.
Amerikan Diş Hekimleri Birliği dergisinin 1995 Kasım sayısında yayınlanan bir araştırmada;
1700 diş hekiminin idrar tahlilleri yapılıyor ve çok önemsiz seviyede cıva bulunuyor. Eğer
muayenehanelerde amalgam kullanımıyla ilgili güvenlik önlemlerine uyulursa ortamda cıva
buharı bulunmuyor ve dolayısıyla çalışan personel için zararlı bir etki de oluşturmuyor.
Elektromanyetik Alanlardan Etkilenme
Düşük frekanslı ve uzun dalga boylu olan elektromanyetik radyasyonun sağlık sorunlarına yol
açıp açmadığı 20-25 yıldır tartışılmaktadır.
Gerçekte konu “elektromanyetik alan” değil, elektrik alan ve manyetik alanın bileşkesi olan
“elektromanyetik güçtür” (electromagnetic force).
Düşük frekanslı alanlarda voltaj ile orantılı bir “elektrik alan” ve elektrik akımının gücünden
kaynaklanan “manyetik alan” vardır. Bu alanlar insanlara ulaştığında insan vücudunda bir
akım yaratır.
Düşük frekanslı alanlar da kendi içinde çok düşük frekanslı (VLF; very low frequency; 300 KHz
ve üzeri) ve ileri derecede düşük frekanslı (ELF; extremely low frequency; 1-300 KHz) alanlar
olarak ayrılmaktadır.
Bunlardan elektrik kabloları boyunca oluşan ve 50-60 Hz frekansta olanlar daha önemlidir.
Elektrik alanının amplitüdü Volt/metre,
Manyetik alanın amplitüdü, (manyetik akım yoğunluğu; magnetic flux density) ise Tesla (T) ile
ölçülür.
İnsanların kullandıkları pek çok cihazın yarattığı elektrik alanı 100 kV/m’den ve manyetik
alanı da 20 mT’dan daha düşük bölümdedir.
Elektrik kablosu, elektrik motoru veya herhangi bir elektrikli cihazın olduğu her yerde elektrik
ve manyetik alan oluşur. Günlük yaşamda toplum içinde, evde, işyerinde, okulda ve her türlü
elektrikli ulaşım aracında elektrik ve manyetik alanla karşılaşılmaktadır.
Bazı mesleklerde maruziyet daha fazladır. Elektrik güç istasyonlarında çalışanlar, kaynakçılar,
elektronik mühendisleri ve teknisyenleri, lokomotif sürücüleri, tren personeli, tren
istasyonlarında çalışanlar, radyo ve televizyon tamircileri, telefon tesisatçıları, dökümhanede
ve elektrikli fırınlarda çalışanlar ile yüksek gerilim hatlarına yakın oturanlar elektromanyetik
alanlardan daha çok etkilenirler. Bilgisayarlar da etkilenimi artırmıştır.
Normal koşullarda insanların günlük yaşamda etkilendikleri doz 0.1 mikro Tesla (mT)
dolayındadır.
Elektromanyetik alan etkisi ile insanlarda;
Hücre zarından protein ve iyonların geçişinde değişiklik,
Kromozom hasarı,
Hücrenin, hormonlara ve enzimlere yanıtında değişiklik,
Kimyasal aracılarla (nörotransmitter) etkileşim,
Hücrenin immün yanıtında değişme
gözlenmiştir.
Bazı çalışmalarda elektrik ve manyetik alanlardan yüksek dozda etkilenme sonucunda;
Kalp hızında yavaşlama,
EEG değişiklikleri,
Psikometrik testlerde bozulma saptanmıştır.
Çalışmalarda gebelik üzerine etkiler ve kanser oluşumu üzerinde daha çok durulmaktadır.
Gebelik üzerine etkileri;
1980’li yıllarda bilgisayar kullanımının yaygınlaşması üzerine gündeme gelmiştir.
Bilgisayar ekranlarının oluşturduğu elektromanyetik alan düşük frekanslı olup (15-30 KHz)
gebelik üzerine olumsuz etkilerinden (spontan düşük) kuşkulanılmıştır. Yapılan çalışmalarda
spontan düşük ya da konjenital malformasyonla bilgisayar kullanımı arasında ilişki
saptanmamıştır.
Ancak çok uzun süre (günde 20 saat) bilgisayar ekranı karşısında bulunmanın spontan düşük
olasılığını artırdığı şeklinde bulgu elde edilmiştir.
Kanser;
1979’da yüksek gerilim hatları çevresinde yaşayan bir çocukta lösemi olgusu rapor edilmiştir.
1982 yılında bu konuda ilk epidemiyolojik çalışma yayınlanmış; elektrik işlerinde çalışanlarda,
lösemi riskinin yüksek olduğu bulunmuş, bu etkinin elektromanyetik alan ile ilişkili olabileceği
ifade edilmiştir.
Elektrik aşırı duyarlılığı;
Eski Sovyetler Birliği’nde 1970’lerde elektrik işlerinde çalışan ve elektromanyetik alandan
etkilenen bazı kişilerde kalp ve sindirim sistemi ile ilgili rahatsızlıklar rapor edilmiştir.
1980’lerde İsveç’te bilgisayar operatörlerinde bazı deri rahatsızlıkları olduğu rapor edilmiştir.
Rahatsızlıklar spesifik değil fakat hastaların tamamı bilgisayar kullanan kişiler.
Elektrik aşırı duyarlılığı;
Baş ağrısı, kafada dolgunluk hissi, yorgunluk, hafıza kusuru, konsantrasyon güçlüğü, deri ve
göz problemleri, çarpıntı ve ödem gibi yakınmalar bilgisayarda çalışırken, tv seyrederken veya
fırında yiyecekleri pişirirken ortaya çıkabiliyor. Bu durum elektrik aşırı duyarlılığı olarak
adlandırılmış.
Hastalığın nedeni açık değil. Klinik belirtilerin olmasında kimyasal, ergonomik faktörler, stres,
iş temposu etkili olabilir.
Dioksin
Dioksin organik bileşiklerin yaklaşık 300°C`de yanmasıyla oluşan bir yan üründür.
Dioksin oksijenin yeterli olduğu ve doğru yanma sıcaklığının olduğu ortamlarda oluşmaz.
iki oksijen köprüsüyle birbirlerine bağlanmış iki klorlu benzen halkası içeren bileşen grubunun
genel ismidir. İsmini son bağlanmadan almıştır (di = 2, okso = oksijen bağlama). Son
zamanlarda haberlerde daha çok çıkan dioksin 2,3,7,8-tetraklorin - dibenzo-p-dioksin (TCDD)
olarak adlandırılır. Düz bir moleküldür (uzaysal resme bakınız) ; iki benzen halkası yeşil
renklidir. 4 klor atomu (mavi), benzen halkasına simetrik olarak bağlanmıştır ve oksijen
atomları kırmızı ile gösterilmiştir.
Dioksinler, oksijence fakir ortamda, klorlu bileşenlerin ısıtılmasıyla elde edilir. Çoğu dioksin az
oksijen içeren ortamlarda, klor varlığında (örneğin sofra tuzundan) organik maddelerin
yanması ile oluşur
Dioksinler, suda çözünmez, fakat yağda çok çözünür. Kül parçaları sayesinde dioksinler
bitkilerde örneğin çimlerde bulunabilir. Bir inek bu çimi yediğinde, vücuduna dioksin alıp,
yağında dioksini depolayacaktır. İnek, sütü ile dioksini atabilir. Aynı şekilde insanlarda da
gözlenir. Dioksinler vücuda gıdalarla girer ve vücut yağında depolanır ve uzun bir süre orada
kalır. İnekler gibi anne sütü de dioksinin atılması için en önemli yoldur. Bu nedenden ötürü
insan sütü az miktarlarda dioksin içerir.
Hemen hemen, bütün hayvan yağları az miktarda dioksin içerir. Prensipte, bitkisel yağlar hiç
dioksin içermezler. Normalde, dioksin miktarı maksimum kabul edilebilir alım miktarının
altındadır.
Dioksinin Sebep Olduğu Sağlık Sorunları;
Dioksin toksisitesi oldukça karmaşık bir konudur ve elli yıldır yapılan bilimsel çalışmalar hala
tartışılıyor.
Kanser, doğum kusurları, otizm, karaciğer hastalığı, bağışıklık sisteminin zayıflaması, kronik
yorgunluk sendromu, psikolojik bozukluklar, sinir ve kan hastalıkları, hormonal bozukluklar,
deri lezyonları gibi sağlık etkileri bildirilmiştir.
Amerika Çevre Koruma Kurumu (EPA) ve Dünya Sağlık Örgütü (WHO) dioksini kanser yapıcı
kimyasal maddeler grubuna dahil etmişlerdir.
Dioksin bulaşmış yumurta veya süt tüketmek hemen bu hastalıklara yol açmaz. Ancak bu
toksik maddenin vücutta depolandığı düşünülürse, uzun vadede ne gibi zararlara yol açacağı
göz önünde bulundurulmalıdır.
En çok hamile kadınların dikkat etmesi gereken toksik bir maddedir. Çünkü annenin almış
olduğu dioksin plesanta yoluyla bebeğe geçer ve bebek doğduğunda bu zararlı madde ile
dünyaya gelmiş olur. Hayvanlar üzerinde yapılan çalışmalara göre dioksinin çok düşük
dozlarda alınması bile ciddi sağlık sorunlarına yol açmaktadır.
Günlük yaşantımızda dioksine daha az maruz kalmak için öneriler
Klor içeren böcek ve ot ilaçları kullanılmamalıdır.
*Meyve ve sebzeleri özenle yıkamak gerekir, böylece üzerlerindeki klorofenol pestisit
kalıntılarını azaltmak mümkün olacaktır.
* Donyağı içeren sabunlar kullanılmamalıdır.
*Bir klorofenol olan trikolofan içeren deodorantlardan uzak durulmalıdır.
* PVC kullanılan kişisel ürünlerden ve oyuncaklardan uzak durulması gerekir, özellikle hamile
bayanların ve çocukların plastik ve PVC kullanılmış oyuncaklardan uzak tutulması gerekir.
*Sigaranın sağlığa ne boyutta zararı olduğunu herkes bilir.Tütünündeki zararın yanında kağıt
rulosundaki dioksin direkt olarak ağızla temas ettiğinden bu risk daha da artmaktadır. Sağlıklı
bir yaşam için Sigarayı hayatımızdan çıkarmak çok doğru bir adım olacaktır.
* Kontrolsüz atık yakma işlemiyle dioksinin yayılması artmaktadır (Hastane atıkları).
Genellikle eksik ve yanlış yakma sonucu bu madde oluşur. Firmalar düşük emisyonlu,
kontrollü atık yakma işlemine olanak sağlayan teknolojiler kullanmaya zorlanmalıdır.
*Çevremizdeki insanları dioksin konusunda bilgilendirilmeli ve neler yapılabileceği konusunda
tartışılmalıdır.
*Tehlikeli atık bulunan topraklar ile temastan kaçınılması gerekir.
*2003 ve 2009 yıllarında Minnesota Üniversitesi Profesörü William Arnold ve meslektaşı
Kristopher McNeill güneş ışığına maruz kalan antibakteriyel sabunlardaki triklosan’ ın
dioksine dönüştüğünü keşfettiler.
Aynı zamanda bu madde bulaşık deterjanları, el sabunları ve deodorantlarda da bulunduğu
bilinmektedir.
Ukrayna'da 2004'teki seçimlerde
en güçlü aday Viktor Yuşçenko
zehirlendi.
Ancak Yuşçenko'nun
nasıl zehirlendiği sırrını koruyordu.
Bu konuyla ilgili ilk defa bilimsel (?)
bir rapor yayınlandı.
Ukrayna'da 2004 yılında yapılan cumhurbaşkanlığı seçimi Batı ile Rusya arasında bir güç savaşına
dönüşmüştü. Rusya, Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra kendisinden ayrılan Ukrayna'nın batıya
yaklaşmasını istemiyordu. ABD önderliğindeki batı ülkeleri ise Ukrayna'da Viktor Yuşçenko
önderliğinde başlayan Turuncu Devrim'e büyük destek verdiler. Rusya destek verdiği Yanukoviç'in
seçimi kaybedeceğini fark edince değişik arayışlara girdi. Seçim süreci devam ederken Ukrayna
cumhurbaşkanı seçileceğine kesin gözle bakılan Viktor Yuşçenko'nun zehirlendiği haberi dünya
kamuoyuna bomba gibi düştü. Yuşçenko gizli bir el tarafından zehirlenmiş ve ölümle pençeleşiyordu.
VİYANA'DA TEDAVİ EDİLDİ
Batı derhal olaya müdahale etti ve
Yuşçenko Avusturya'nın başkenti Viyana'da
bir klinikte tedavi altına alındı. Ancak Viktor
Yuşçenko'nun yüzü bir iki gün içinde yaşlanmıştı.
O dönemde Rusya'nın şimdiki Ukrayna Cumhurbaşkanı
Yuşçenko'yu zehirlediği iddia edilmişti ama bu hiç bir zaman
kanıtlanamadı. Aradan 5 yıl geçmesine rağmen Yuşçenko'nun
nasıl zehirlendiği hala gizemini koruyordu. Bu olayla ilgili ilk defa
bilimsel bir rapor yayınlandı. Viyanalı bilim adamlarının yayınladığı
raporu göre, Viktor Yuşçenko dioksinlerin en zehirlisi olan TCDD ile
zehirlenmişti. Rapora göre dioksin bir laboratuvarda özel olarak
üretilmişti. Dioksin insan vücudunda olması gerekenden 50 bin defa
daha fazla bulunmuştu. Yuşçenko'nun hayatı kurtarıldı
ancak bu zehirin gövdeden atılması için tam 15 yıl gerekti. Ancak
Ukrayna Cumhurbaşkanı'nın yüzünde kalıcı hasar oluştu. Yuşçenko
bugün hala yüzü deforme olmuş bir şekilde hayatını sürdürmek
zorunda kalıyor.
TEPE AKADEMİ ANKARA MERKEZ OFİS Adres: Ceyhun Atuf Kansu Cad. Bayraktar Center, G Blok,
No:114/9 Balgat/Çankaya/ANKARA
Tel : 0 312 473 43 47
Tel-2 : 0 312 473 43 48
Fax : 0 312 473 43 59