HZ. MUHAMMED’İN BAZI İLETİŞİM...

33
HZ. MUHAMMED’İN BAZI İLETİŞİM İLKELERİ Yusuf MACİT * ÖZET Bir peygamber ve bir iletişim kaynağı olarak Hz. Muhammed kendi zamanın- daki dinleyici grubunun geri bildirimlerini dikkate alarak iletişimin temel pren- siplerini ortaya koymuştur. Hayatı yoğun iletişim süreciyle geçen Hz. Muhammed, Allah’tan aldığı mesaj- ları kendi zamanındaki insanlara çok etkili bir şekilde nakletmiştir. Onun başa- rısı kendi teorik bilgisi kadar pratik davranışlarına da bağlıydı. O, bir iletişim modeliydi. O, insanlarla iletişim kurduğunda, kendisiyle konuşan insanların daima bilgi durumunu, yaşını, cinsiyetini ve onların yaşadığı çevreyi dikkate almıştır. Kı- sacası, o kendi yaşamı boyunca tüm çağdaş iletişim prensiplerini uygulamıştır. Giriş Dilimizdeki kullanımı yeni olan “iletişim” sözcüğü, latince kökenli “communication” kelimesinin karşılığıdır. 1 Sözlükte; “duygu, düşünce veya bilgilerin akla gelebilecek her türlü yolla başkalarına aktarılması, bildirişim, haberleşme ve komünikasyon” 2 diye geçen iletişim, çeşitli tanımların ortak yanları dikkate alınarak; “katılanların, bilgi/sembol üreterek birbirlerine ilettikleri ve bu iletileri anlamaya, yorumlamaya çalıştıkları bir süreç” 3 ola- rak ifade edilmiştir. Böyle “iki veya daha fazla kişi arasında bir anlam oluş- turma sürecine” insanlar arası iletişim denilmektedir. 4 * Samsun il Vaizi 1 Alois Halder, Max Müller, Philosophisches Wörterbuch, Verlag Herder, Freiburg im Breisgau, 1993, s. 157. 2 Hasan Eren ve diğerleri, Türkçe Sözlük, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara, 1988, c.1, s. 696. 3 Üstün Dökmen, İletişim Çatışmaları ve Empati, Sistem Yayınları, İstanbul, 1999, s. 321. 4 L. Stewart Tubbs-Sylvia Moss, Human Communication, McGraw-Hill, New York, 1991, s. 6.

Transcript of HZ. MUHAMMED’İN BAZI İLETİŞİM...

HZ. MUHAMMED’İN BAZI İLETİŞİM İLKELERİ

Yusuf MACİT*

ÖZET

Bir peygamber ve bir iletişim kaynağı olarak Hz. Muhammed kendi zamanın-daki dinleyici grubunun geri bildirimlerini dikkate alarak iletişimin temel pren-siplerini ortaya koymuştur. Hayatı yoğun iletişim süreciyle geçen Hz. Muhammed, Allah’tan aldığı mesaj-ları kendi zamanındaki insanlara çok etkili bir şekilde nakletmiştir. Onun başa-rısı kendi teorik bilgisi kadar pratik davranışlarına da bağlıydı. O, bir iletişim modeliydi. O, insanlarla iletişim kurduğunda, kendisiyle konuşan insanların daima bilgi durumunu, yaşını, cinsiyetini ve onların yaşadığı çevreyi dikkate almıştır. Kı-sacası, o kendi yaşamı boyunca tüm çağdaş iletişim prensiplerini uygulamıştır.

Giriş Dilimizdeki kullanımı yeni olan “iletişim” sözcüğü, latince kökenli

“communication” kelimesinin karşılığıdır.1 Sözlükte; “duygu, düşünce veya bilgilerin akla gelebilecek her türlü yolla başkalarına aktarılması, bildirişim, haberleşme ve komünikasyon”2 diye geçen iletişim, çeşitli tanımların ortak yanları dikkate alınarak; “katılanların, bilgi/sembol üreterek birbirlerine ilettikleri ve bu iletileri anlamaya, yorumlamaya çalıştıkları bir süreç”3 ola-rak ifade edilmiştir. Böyle “iki veya daha fazla kişi arasında bir anlam oluş-turma sürecine” insanlar arası iletişim denilmektedir.4 * Samsun il Vaizi 1 Alois Halder, Max Müller, Philosophisches Wörterbuch, Verlag Herder,

Freiburg im Breisgau, 1993, s. 157. 2 Hasan Eren ve diğerleri, Türkçe Sözlük, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara,

1988, c.1, s. 696. 3 Üstün Dökmen, İletişim Çatışmaları ve Empati, Sistem Yayınları, İstanbul,

1999, s. 321. 4 L. Stewart Tubbs-Sylvia Moss, Human Communication, McGraw-Hill, New

York, 1991, s. 6.

272 / Yusuf MACİT

İnsan insana iletişimi öncelikli problem olarak ele alan Hz. Muham-med, sadece inanan insanları değil; dini, dili, ırkı, rengi, cinsiyeti, sosyal statü ve rolü farklı da olsa bütün insanları değerli görerek muhatap almış, kucaklamış; onlarla sağlıklı bir iletişim sürdürmüştür.

Hz. Muhammed, ilâhi mesajları, insanlar tarafından algılanabilir, duyu-lup hissedilebilir, okunup konuşulabilir ve yazılabilir hale çevirmiş; hayata döndürülebilir ve yaşanıp örnekleri çoğaltılabilir bir yapıya kavuşturmuştur.

Bir peygamber olarak Hz. Muhammed, gönderiliş gaye ve misyonunu, insanlarla kurduğu iyi diyalog ve iletişimle gerçekleştirmiş; bunun için hem, yaşadığı çağda geçerli olan çeşitli iletişim yöntemlerini kullanmış, hem de ferdin ve toplumun psikolojik özelliklerini dikkate alarak, mesajını en iyi ve etkili bir şekilde sunmaya gayret etmiştir.

Hz. Muhammed, Kur’ân’ın açık beyanı ve vurgulamasıyla, bizim gibi bir insandır;5 ama dînî içerikli konuşmaları ve yapıp-etmeleri vahiy destekli-dir.6 Bu nedenle o, ilâhî mesajın şartlara bağlı insanî bilgi ve davranışlara dönüştürülmesinde ilk kaynaktır. Yine o, yorumlama ve açıklamalarıyla insanlara örnektir7 ve bu açıklamaları da vahye dayalı olmasından dolayı,8 genel-geçer bir karakter kazanmıştır.

Biz bu makalemizde Hz. Muhammed’in insan insana iletişiminde gö-zettiği bazı ilkeleri değerlendirmeye çalışacağız.

1-Mesajın Kaynağı Olarak Hz. Muhammed’in Kendini Tanıtması İletişimde “kendini tanıma” sözüyle kişinin, kendisiyle, düşünce ve

duygularıyla ilişki kurması, kendinde olup biten duygusal ve düşünsel süreç-lerle ilgili bir anlayışa kavuşması dile getirilmektedir.9 Bu, başarılı bir ileti-şim için oldukça önemli bir noktadır. Zira kendini tanıyan kimse gerçek duygu ve düşüncelerinin farkında olur. Elini sıktığı bir kişinin yüzüne gü-lümsediğinde, sevgi, ilgi ve sempatiden mi, yoksa kıskançlıktan mı veya muhatabın kötülüğünden emin olmak, durumu geçiştirip idare etmek için mi gülümsediğini bilir, duygularının farkında olur. Ayrıca insanları nasıl etkile-diğini ve onlar tarafından nasıl etkilendiğini idrak eder. Bu tür kişinin kendi-ni tanımasına yönelik duygular, başarılı bir iletişim için önemli etkendir.

Burada biz, Hz. Peygamberin kendini tanıması, diğer bir yorumla ken-dini sunum tarzı konusu üzerinde durmak istiyoruz.

5 Kur’ân, Kehf (18): 110. 6 Kur’ân, A’râf (7): 203; Yûnus (10): 15. 7 Kur’ân, Ahzab (33): 21. 8 Kur’ân, Necm (53): 3. 9 Doğan Cüceloğlu, Yeniden İnsan İnsana, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1999, s. 94-

95.

Hz. Muhammed’in Bazı İletişim İlkeleri / 273

Bilindiği gibi Hz. Peygamber, Mekke’de gayet tabiî bir hayat sürmek-teydi. Güvenilir bir kişiliğe sahip olması dışında, toplumca bilinen farklı bir yönü yoktu. Bundan dolayıdır ki, peygamberliğini ilan ettiğinde, insanların: “O ihtar (Kur’ân, başka kimse kalmadı da), aramızdan ona mı indirildi?...”10 şeklindeki itirazlarıyla karşılaştı. Muhâtaplarına “...Allah dileseydi ben onu size okumazdım ve onu size hiç bildirmezdi. Ben ondan önce aranızda bir ömür boyu kalmıştım (böyle bir şey yapamamıştım), düşünmüyor musu-nuz?”11 demesi emredildi. Yine Allah, Hz. Muhammed’den “...Ben ancak bana vahy olunana uyuyorum...”12 demesini istemiş; aksi halde peygamber “...bâzı laflar uydurup bize iftirâ etseydi...onun can damarını keserdik, sizden hiç kimse de buna engel olamazdı”13 buyurarak, görevin Hz. Muhammed’e Allah tarafından verildiği ve Allah’ın bildirmesiyle konuşmakta olduğu vur-gulanmıştır.

Hz. Peygamber, kırk yaşına kadar bunca yıl, kendi hesabına yalan söy-lememişti, bundan böyle Allah adına da söylemesi söz konusu olamazdı.14 O halde onun çıkışı ve bütün faaliyetleri Allah adına olacaktır. “...Benim mü-kâfatım ancak Allah’a aittir...”15 ayeti de insanlardan bir beklenti içinde ol-madığını, mal, makam, şan, şöhret peşinde koşmadığını belirtmektedir. Yine Kur’ân’da Hz. Muhammed’e: “...Ben size Allah’ın hazineleri yanımdadır, demiyorum. Gaybı da bilmem; size ben meleğim de demiyorum...”;16 “...Ben kendime, Allah’ın dilediğinden başka ne bir fayda, ne de bir zarar verme gücüne sahip değilim. Eğer gaybı bilseydim, elbette çok hayır (mal ve men-faat) elde ederdim ve bana kötülük dokunmazdı. Ben sadece inanan bir ka-vim için bir uyarıcı ve müjdeleyiciyim.”17 demesi emredilmiştir.

Görüldüğü gibi Peygamber, insanlar üzerine bir vekîl değildir.18 İnkâr-cıların yaptıklarından da uzaktır.19 Bu sebeple o, yine Kur’ân’da vurgulandı-

10 Kur’ân, Sâd (38): 8. 11 Kur’ân, Yûnus (10): 16. 12 Kur’ân, Yûnus (10): 15. 13 Kur’ân, Hâkka (69): 44-47. 14 Ebû Abdillah Muhammed bin İsmail el-Buharî, Sahih, Çağrı Yayınları, İstanbul,

1992, 1/Bedü’l-Vahy 6 (I, 6); Mevlânâ Şiblî, Asr-ı Saadet, Çeviren: Ömer Rıza Doğrul, Sadeleştiren: Osman Zeki Mollamehmetoğlu, Eser Neşriyat, İstanbul, 1978, c. 1, s. 318.

15 Kur’ân, Yûnus (10): 72. 16 Kur’ân, En’âm (6): 50. 17 Kur’ân, A’râf (7): 188. 18 Kur’ân, Yûnus (10): 107. 19 Kur’ân, Şuarâ (26): 216.

274 / Yusuf MACİT

ğı gibi; “De ki: Ey Kâfirler! Ben sizin taptıklarınıza tapmam. Siz de benim taptığıma tapıcı değilsiniz...Sizin dininiz size, benim dinim bana,”20 demiştir.

Kur’ân’da ve hadislerde Hz. Muhammed’i tanıtıcı beyanlara yer veril-mektedir. Özellikle hadislerde bunun örneğini yeteri kadar bulmak müm-kündür. Bu tür ifadelerinde Hz. Muhammed, Allah ile insanlar arasındaki statü ve rolüne ısrarla dikkat çekmiş, diğer peygamberler gibi Allah tarafın-dan gönderildiğini ve kendisinin peygamberlerin sonuncusu olduğunu vurgu-lamış ve konumunu şöyle anlatmıştır: “Benimle peygamberler zümresinin benzeri, şu kimsenin meseli ve benzeri gibidir ki, o kişi, bir ev yaptırmış ve binayı tamamlayıp süslemiş de yalnız bir tuğlası eksik kalmış. Bu vaziyette iken insanlar binaya girip gezmeye başlarlar ve eksik yeri görüp hayret ede-rek: ‘Şu bir tuğlanın yeri boş bırakılmış olmasaydı!’ derler. Bu benzetme sonunda Hz. Muhammed: “Ben o yeri boş bırakılan kerpicim, ben peygam-berlerin sonuncusuyum”21 buyurmuştur.

Onun kendisini tanıttığı bazı sözleri de şunlardır: “Ben sadece tebliğciyim, hidâyet edip doğru yola ileten Allah’tır.”22 “Allah beni tebliğci olarak gönderdi, zorlayıcı olarak göndermedi.”23 “Ben güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim.”24 “Ben muallim olarak gönderildim.”25 “Ben günde yüz defa Allah’a istiğfarda bulunurum.”26 “Ben ne cimriyim, ne yalancıyım, ne korkağım.”27 Bedir savaşına giderken, ellerinde bulunan 70 deveyi askerler birlikte

paylaşmaktaydılar. Bazıları kendi nöbetlerini ona ikram etmek isteyince onlara: “Ne siz benden daha güçlüsünüz, ne de ben sizin aldığınız sevaptan müstağniyim”28 demiş ve empatik bir tavırla, insanlarla kendisi arasında eşitlik duygusu yaratmaya dikkat etmiştir. 20 Kur’ân, Kâfirûn (109): 1-4, 6. 21 Buharî, 61/Menâkıb, 18 (IV, 163); Ebû’l-Hüseyin Müslim b. Haccac, Sahih,

Çağrı Yayınları, İstanbul, 1992, 43/Fedâil, 23 (II, 1791). 22 Ahmed b. Muhammed bin Hanbel, Müsned, Çağrı Yayınları, İstanbul, 1992, (IV,

101). 23 Ebû İsa Muhammed bin İsa et-Tirmizî, Sünen, Çağrı Yayınları, İstanbul, 1992,

44/Tefsir, 66 (V, 423). 24 Mâlik bin Enes, Muvatta’, Çağrı Yayınları, İstanbul, 1992, 47/Husnu’l-Hulk, 8

(II, 904). 25 Ebû Abdillah Muhammed bin Yezid İbn Mâce, Sünen, Çağrı Yayınları, İstanbul,

1992, Mukaddime, 17 (I, 83). 26 İbn Mâce, 33/Edeb, 57 (II, 1254). 27 Buharî, 56/Cihad, 24 (III, 209); 57/Humus, 19 (IV, 60). 28 Ahmed bin Hanbel, Müsned, (I, 411).

Hz. Muhammed’in Bazı İletişim İlkeleri / 275

Hz. Peygamber kendi özelliklerine dikkat çektiği gibi, çevresindeki in-sanların da kişisel özelliklerine dikkat etmiştir.

2-Bireyin Özelliklerini Dikkate Alması İnsanlar arasında bir çok bireysel ayrılıkların bulunması psikolojik araş-

tırmaların ortaya çıkardığı en önemli gerçeklerden birisidir. İnsanlar, yetişme tarzları ve geçmiş yaşantıları, yani görgüleri, bilgileri, alışkanlıkları, yakın çevrelerinden kazandıkları değer yargıları bakımından birbirlerinden farklı-lık gösterirler. İnsanlar içinde bulundukları kültürel çevrenin görenek, gele-nek ve değerler sisteminin, kendilerine uygulanan eğitim yöntemlerinin etki-si altında, kendilerine özgü bir kişilik geliştirirler.29

Bireysel ayrılıklar üzerinde duygusal ve sosyal ilişkilerin de rolü vardır. Bu sebeple, insanların zekâ, akıl ve kültürel düzeyleri, dikkatleri, kavrayış ve anlayışları, eğilimleri, değişik insanlara bakış açıları sağlıklı bir iletişim için göz önünde bulundurulması gereken önemli unsurlardır. Bu ve benzeri bi-reysel farklılıkların etkisiyle arkadaşları, Hz. Peygamberin söz ve davranışla-rını farklı farklı algılayabilmişlerdir.

İletişimde bireysel ayrılıklara dikkat çeken Hz. Muhammed, insanlarla anlayabilecekleri kadar, seviyelerine göre konuşmuştur.30 Zira, kavrayama-yacakları bir konu karşısında, insanların şüphe ve tereddüt içinde kalmaları ve yanlış anlamaları mümkündür. Sohbet konusunun gerçek ve doğru olması kadar, üslubun da doğru seçilmesi gerekir. Her doğrunun her yerde söylen-mesi hoş olmayabilir. Bunun için muhatabın özel yaşamı, ilgi alanları, inanç ve değerleri gibi kişisel özellikleri, her zaman göz önünde bulundurulmalı-dır.

“Allah kimseye gücünün üstünde bir şey teklif etmez”31 ayetiyle vurgu-landığı gibi Hz. Peygamber, dînî birer sorumluluk olan namaz, zekat, oruç ve hac gibi ibadetlerde, aklî yeterlilik, din ve vicdan hürriyetine sahip olma, malî imkân ve sağlık durumu gibi, kişiden kişiye değişebilen farklı durum-larda uyulması gereken kuralları göstermiştir.

Kur’ân’a göre “De ki: ‘Bilenlerle bilmeyenler bir olur mu’?...”32 ayeti kabiliyet ve liyakatlere değer vermeyi vurgulamaktadır. Hz. Peygamber bil-giye, liyakate değer verilmediği ve işler ehil olmayanlara bırakıldığı zaman, bu kişiler de üstlendikleri işi gereği şekilde yürütemeyecekleri için, her şey-

29 Feriha Baymur, Genel Psikoloji, İnkılâp Kitapevi, İstanbul, 1994, s. 225-226. 30 Ebû Davud Süleyman bin Eş’as, Sünen, Çağrı Yayınları, İstanbul, 1992,

40/Edeb, 20 (V, 173); Hz. Ali’nin “İnsanlarla anlayacakları şekilde konuşunuz” tarzındaki bir tavsiyesi için bakınız.: Buharî, 3/İlim, 49 (I, 41).

31 Kur’ân, Bakara (2): 286. 32 Kur’ân, Zümer (39): 9.

276 / Yusuf MACİT

de düzenin bozulacağını bildirmiştir.33 Kabiliyetleri yerli yerinde değerlendi-ren, insan unsurunu kullanmada bir takım önceliklere, başarı ve yeteneklere önem veren Hz. Peygamber, cemaate imam olmak gibi, kamu hizmetini yü-rütecek kişinin, Kur’ân’ı en iyi bilen ve en iyi okuyan biri olmasını istemiş-tir. Kur’ân bilgisinde eşit olma durumunda ise, sünneti ve dini pratikleri en iyi bilip uygulayanın; eğer bunda da denk olurlarsa, önce hicret etmiş olanın; bunda da denk iseler, yaşça en büyüğün imam olması gibi, objektif kriterlere uyulmasını istemiş; ayrıca yetkili bir kişinin olduğu yerde, onun izni olma-dıkça bir başkasının imamlığa geçmesinin hoş olmayacağını belirtmiştir.34

Bu tavrıyla Hz. Peygamberin büyüğe-küçüğe, mevki ve makama gere-ken ilgiyi gösterdiği sonucunu çıkarabiliriz. Nitekim Hz. Aişe, kapısına ge-len bir dilenciye, bir parça ekmek verirken, kılığı kıyafeti düzgün bir başka-sını da sofraya buyur ederek, yemek ikram etmiş, böyle davranmasının sebe-bini soranlara da, Hz. Peygamberin, insanların mevkii, makam ve seviyeleri-ne göre muamele edilmesini istediğini belirtmiştir.35

Hz. Muhammed, insan insana diyaloglarında da bireysel farklılıklara dikkat etmiştir. Örneğin eşinin doğurduğu siyah çocuğun kendisinden olma-dığı iddiasıyla reddetmek isteyen bir bedevî ile aralarında şöyle bir diyalog geçmiştir:

“Benim eşim siyah bir çocuk doğurdu. Ben bu çocuğu reddetmek isti-yorum.”

“Senin develerin var mı?” “Evet.” “O develerin renkleri nasıldır?” “Kırmızıdır.” “Bunların içinde beyazı siyaha çalan boz deve var mı?” “Evet, onların içinde boz renkli develer elbette vardır.” “Öyleyse bu boz renklerin nereden geldiğini düşünüyorsun?” “Ya Rasulallah bu soyunun damarıdır, ona çekmiştir.” “Belki bu oğlan da eski bir soy köküne çekmiştir (yani ona benzemiş-

tir).” Bu yaklaşımıyla Hz. Peygamber bedevînin çocuğunu reddetmesine izin

vermemiştir.36 Hz. Muhammed burada, peygamberlik otoritesine dayanarak, “hayır, ben Allah’ın Elçisi olarak söylüyorum, bu senin çocuğundur” deme- 33 Buharî, 3/İlim, 2 (I, 21); 81/Rikak, 35 (VII, 188). 34 Müslim, 5/Mesâcid, 290 (I, 465). 35 Ebû Davud, 40/Edeb, 20 (V, 173). 36 Buharî, 96/İtisam, 12 (VIII, 150).

Hz. Muhammed’in Bazı İletişim İlkeleri / 277

miş; bedevînin anlayacağı dilden, yaşadığı hayattan bir benzetme ile37 sevi-yesini dikkate alarak konuşmuş, muhatabın tecrübesinden de faydalanarak, ikna edici üslupla, âdeta sonucu bedevîye söylettiren bir yöntemle problemi çözmüştür.

Hz. Peygamber, muhâtaplarını olduğu gibi kabul etmiştir. Müşrik, Ya-hudi, Hıristiyan veya bir yabancı, kim olursa olsun hiç kimseye “inancını terk et, öyle görüşelim” dediği görülmemiştir.

Hz. Muhammed, peygamberlik görevini, insan insana olduğu kadar, kitlelere karşı da sürdürmekteydi. Bunun için toplum psikolojisini de göz önünde bulundurmaktaydı.

3-Toplumun Özelliklerini Dikkate Alması Toplum, yaşamı sürdürmek ve bir çok temel çıkarları gerçekleştirmek

için işbirliği yapan, aynı toprak parçası üzerinde birlikte yaşayan ve ortak bir kültürü olan insan kümelerine38 verilen addır. Anlamların aktarım ve payla-şım süreci olan iletişim, her zaman, insan insana değil, bazen de böyle bir toplum içinde gerçekleşmekte, mesaj birden çok insana yönelmektedir. Bu durumlarda mesajın iyi algılanabilmesi ve etkileşim sağlayabilmesi için, iletişimde taraf olan kişilerin yaşantıları, bilgi düzeyleri, inançları, temel değer ve tutumları, o anki ruhsal özellikleri iyi bilinmelidir. Ayrıca, mesajla-rın kodlanmasında kullanılan simgelerin, onları alacak, algılayacak ve açıp yorumlayacaklar tarafından bilinen simgeler olması gerekir. Kısaca, ortak yaşam deneyimleri, ne denli benzeşiyorsa, anlamların paylaşımında da ben-zerliğin sağlanma şansı o denli yüksektir. Burada, taraflar için ortak olan referanslar anlamların paylaşımında da etkili olmaktadır.39

Hz. Peygamberin de farklı farklı muhatapları olmuştur. Onlardan bazı-ları, kendisini görebilmekte, dinleyebilmekte, günlük hayatı onunla paylaşıp, sürekli onunla etkileşim içinde bulunabilmekteydi. Bazıları ise, bu kadar canlı bir iletişim içinde bulunamazken, diğer bazıları da, daha sonradan ina-nanlara katılmış veya sonradan gelmiş nesiller içinde bulunacaklardı. Dola-yısıyla Hz. Muhammed, peygamberlik misyonu gereği toplumu oluşturan fertlerin bireysel özellikleri kadar, toplum psikolojisini de çeşitli iletişim yöntemlerini kullanırken göz önünde bulundurmuştur.

Bütün insanlığa örnek bir Peygamber olarak gönderilen Hz. Muham-med, beşeriyetin paylaştığı dünyanın belirli bir bölgesinde, hem de çok dar 37 Örnek ve benzetmelerle bilgilendirme için bakınız.: Bayraktar Bayraklı, İslam’da

Eğitim, İfav Yayınları, İstanbul, 1989, s.206-210. 38 Özer Ozankaya, Toplumbilime Giriş, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakül-

tesi Yayınları, Ankara, 1979, s. 367. 39 Bakınız: Merih Zıllıoğlu, İletişim Nedir?, Cem Yayınları, İstanbul, 1993, s. 251-

253.

278 / Yusuf MACİT

bir bölgede yaşamış ve Peygamberlik süresi içinde bu bölgedeki iki şehirden başka yerlerde uzun süre kalmamıştır. Getirdiği dinin ilke ve esasları evren-sel olsa da, bunların ilk pratiğini burada bulunan az sayıdaki insanla beraber yaşamıştır. Ayrıca getirdiği din, dünya durdukça devam etse bile o, tarihin belli bir döneminde, zamanın belli bir diliminde yaşamış ve belirli bir süre sonra hayata veda etmiştir. Bu sebeple o, bütün insanlığı ilgilendiren evren-sel ilke ve esasları ilan ederken, içinde yaşadığı toplumdan kopmamış, aksi-ne toplumun özelliklerini her zaman dikkate almıştır. Örneğin o, yerken, içerken, giyinirken yaşadığı bölgenin şartlarına göre hareket etmiştir. Yine o, konuşurken, hutbe irat ederken, kendisini dinleyen ilk muhataplarının yete-neklerini sürekli gözetmiş, örneklerini, muhataplarının yaşadığı ve iyi bildiği bir dünyadan seçmiştir. Hayvanlardan deve, bitkilerden hurma onun başlıca örneklerini teşkil etmiştir. Onun çevresindeki insanların bir kısmını medenî-ler, bir kısmını bedevîler oluşturmuştur. Bu sebeple Hz. Muhammed, bütün çağları ve bütün insanlığı kapsayacak mesajlarını iletirken, özellikle ilk mu-hataplarının akıl ve düşüncelerine, algı ve kabiliyetlerine göre iletişimde bulunmak gibi, oldukça zor bir sorumluluğun bilinci içinde hareket etmiş-tir.40

Kur’ân, “(Benden) sonra gelenler arasında bana, bir doğruluk dili (son-raki nesiller arasında iyilikle anılmak, iyi bir ad bırakmak) nasip eyle”;41 “(Kulların) diriltileceği gün, beni utandırma”42 ayetleriyle, Hz. İbrahim gibi, bütün insanlar tarafından sevilen ve hayırla anılan bir Peygamberin bile dua-larında toplumun kanaatini göz önünde bulundurduğuna işaret etmektedir.

Hz. Peygamber, Kâbe’yi yıkıp Hz. İbrahim’in attığı temeller üzerine yeniden inşa etmek istediği halde, toplumun muhtemel tepkisini düşünerek bundan vazgeçtiği43 anlaşılmaktadır.

Hz. Peygamber, iletişimine hedef olan insanların ve aynı zamanda ken-dileriyle birlikte yaşadığı toplumun bilgi düzeyini ve algılama yeteneğini de devamlı göz önünde bulundurmuştur. Buna ilişkin örneği onun: “Biz ümmî (okur-yazar olmayan) bir topluluğuz; hesap kitap bilmeyiz. Ay böyledir, böyledir ve böyledir, (bu sırada iki elini bütün parmaklarıyla iki sefer çırp-mış, üçüncü çırpışta sağ başparmağını yummuştu)”44 sözünde görmekteyiz. Burada o, ramazan ayının tespitinde o günün şartlarına göre oldukça zor olan

40 Konu ile ilgili daha ayrıntılı değerlendirmeler için bakınız: Mehmet Görmez,

Sünnet ve Hadisin Anlaşılması ve Yorumlanmasında Metodoloji Sorunu, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara, 2000, s. 301-303.

41 Kur’ân, Şuarâ (26): 84. 42 Kur’ân, Şuarâ (26): 87. 43 Buharî, 25/Hac, 42 (II, 156); Müslim 15/Hac, 399 (I, 969). 44 Müslim, 13/Sıyam, 15 (II, 761); Buharî 30/Savm, 13 (II, 230).

Hz. Muhammed’in Bazı İletişim İlkeleri / 279

matematiksel hesabı değil de, ayın görülmesini esas alarak, insanların algı, bilgi ve kültür seviyelerine göre tutum belirlemiştir.45

Hz. Peygamber bir defasında da Allah’a yakınlaşma düşüncesiyle yap-tığı bir işi, daha sonra kendisini örnek alacak topluluklara sıkıntı vereceği düşüncesiyle yapmamış olmayı dilemiş, toplumun temel değerleri sebebiyle taşıdığı endişeyi, “Ben bugün Kâbe’nin içine girdim, ama sonradan da, bunu yapmamış olmayı istedim. Çünkü benden sonra ümmetimi yormuş olmaktan korkuyorum”46 sözleriyle dile getirmiştir. Nitekim, günümüzde özellikle hac mevsiminde, Kâbe’nin bir köşesinde yer alan siyah taş, “Hacer-i Esved”i öpebilmek için - şart olmadığı halde - insanlar sürekli izdiham oluşturmakta-dırlar. Öyle anlaşılıyor ki, şayet bu öpme, dînî bir gereklilik olsaydı, onu gerçekleştirme pahasına insanlar birbirlerini ezebilir ve izdihamdan ölebilir-lerdi.

4-Her Fırsatta İnsanlarla İletişim Kurmaya Çalışması Günlük hayatta belli bir sosyal çevrede yaşayan insanlar, farkında ola-

rak veya olmayarak birbirleriyle sürekli iletişim içindedirler. İletişim kurmak için belirli bir davranış gösterme zorunluluğu olmadığı gibi, hiçbir davranış-ta bulunmamanın da anlamlı bir mesaj oluşturduğu ifade edilmektedir.47

Hz. Peygamber de, çevresindeki insanlarla canlı bir iletişim içinde ol-muş, yanına gelene iyi davranmış, gelmeyenleri de ziyaret ederek, mesajını ulaştırmaya gayret etmiştir. O, hiçbir zaman insanların kendini dinleme ve kabul etme mecburiyeti içinde oldukları şeklinde bir tavra girmemiş, başta ilâhi mesajı kabul etmeyenler olmak üzere, herkesi ve her kesimi dolaşarak görevini ifa etmeye çalışmıştır. Onun panayırları dolaşması ve Taif’e gidişi de iletişim amaçlı olmuştur. Ayrıca, misafirperverlik ve misafire ikramda bulunma, gelmeyene gitme, ilişkiyi kesmeme, hasta ziyaretinde bulunma, cenazelere katılma onun günlük işleri ve tavsiyeleri arasındadır.

Kur’ân, “Nefsini, sabah akşam, rızasını isteyerek Rabb’lerine yalvaran-larla beraber tut (onlarla beraber bulunmaya candan sabret)...”48 ayetiyle Hz. Peygamberden fakir Müslümanlarla birlikte olmasını istemiştir. Yine Kur’ân’dan öğrendiğimize göre Hz. Peygamber, programı çok yoğun bir insan olmasına rağmen, fakirlere, misafirlere, akraba ve dostlarına yemek yedirmiş, iyilikte bulunmuştur.49

45 Yusuf Kardavi, Sünneti Anlamada Yöntem, Çeviren: Bünyamin Erul, Rey Ya-

yıncılık, Kayseri, 1993, s. 270. 46 Tirmizî, 7/Hac, 45 (III, 223); İbn Mâce, 25/Menâsik, 79 (II, 1018). 47 Ayrıntılı bilgi için bakınız: Cüceloğlu, İnsan İnsana, s. 20. 48 Kur’ân, Kehf (18): 28. 49 Kur’ân, Ahzab (33): 53.

280 / Yusuf MACİT

Hz. Peygamberin ziyaret ve ziyafet gibi faaliyetlerini ele alırken, aslın-da onun, iletişim misyonunu gerçekleştirme amacına dikkat çekmek istiyo-ruz. Nitekim, peygamberliğin ilk dönemlerinde o, bir toplantı tertip ederek, aile mensuplarını yemeğe davet etmiş, bu ikramını vesile yaparak yemek sonrası misafirlerine Allah’ın Elçisi olduğunu duyurmuştu.50 Yine Yahudi-lerden kendisine hizmet eden bir çocuk vardı. Hastalanınca onun ziyaretine gitti. Baş ucuna oturdu ve bu esnada onun Müslüman olmasını arzuladığını bildirdi. Çocuk yanı başındaki babasına bakınca, babası da Hz. Peygambere uymasını istedi ve çocuk müslüman oldu. Genel yaklaşım ve tavsiyesi, “...senin vasıtanla Allah’ın bir tek kişiye hidayet vermesi, senin için kırmızı develere sahip olmaktan daha hayırlıdır”51 şeklinde olan Hz. Peygamber, bu çocuğun müslüman olması üzerine sevinç ve memnuniyetini “Onu, benim vesilemle ateşten kurtaran Allah’a hamd olsun” sözleriyle dile getirmiştir.52

Cabir’in yorumuna göre, Hz. Peygamber, dışarıdan çeşitli amaçlarla ge-len insanları, kalplerine tesir edip yumuşatması için mescidde ağırlamaktay-dı.53 Kur’ân’ın “Ve eğer ortak koşanlardan biri eman dileyip yanına gelmek isterse, onu yanına al ki, Allah’ın sözünü işitsin; sonra da onu güven içinde bulunacağı yere ulaştır. Böyle (yap), çünkü onlar, bilmez bir topluluktur”54 ayeti, inkarcıların ilâhi mesajı dinleyebilmelerine ve onun hayattaki pratiğine dair örnekleri, örnek bir ortamda, canlı olarak görebilmelerine fırsat verilme-sini istemektedir. Bunun için mescid en ideal yer olmalıdır. Çünkü, sosyal hayatın merkezi olması yanında, günde beş vakit Hz. Peygamberin arkasında namaz kılma ve Kur’ân okuma gibi ibadetlere yönelik uygulamalar mescitte gerçekleşmekteydi. Nitekim, namaz vakitlerini bilmediğini söyleyen bir yabancıya Hz. Peygamber, iki gün yanlarında kalıp, kendileriyle birlikte namaz kılmasını söylemiş; birinci gün namazları ilk vaktinde, ikinci gün ise son vaktinde kıldırmış, sonuçta muhatabına, namaz vakitlerinin, gördüğü iki sınır arasındaki zaman dilimi olduğunu söylemiştir.55

5-Empati Kurarak Karşısındaki Kişileri Etkilemesi Hz. Peygamber, bir iletişim ilkesi olarak insanlarla empati kurmuş ve

onlara empati kurmasını öğretmiştir. Bizzat Allah, Elçisini “Andolsun, içi-nizden size öyle bir peygamber geldi ki, sıkıntıya uğramanız ona ağır gelir;

50 Muhammed Hamidullah, İslâm Peygamberi, Çeviren: Salih Tuğ, İrfan Yayınevi,

İstanbul, 1980, c.1, s. 96-97. 51 Buharî, 62/Ashabu’n-Nebi, 9 (IV, 207); Müslim, 44/Fedâilü’s Sahabe, 34 (II,

1872). 52 Buharî, 23/Cenâiz, 80 (II, 97); Ebû Davud, 20/Cenâiz, 5 (III, 474). 53 Ebû Davud, 19/İmaret, 26 (III, 420). 54 Kur’ân, Tevbe (9): 6. 55 Müslim, 5/Mesâcid, 176 (I, 428).

Hz. Muhammed’in Bazı İletişim İlkeleri / 281

size düşkün, mü’minlere şefkatli, merhametlidir”56 şeklinde tanıtmış, kendi-sine, “Ben de sizin gibi bir insanım”57 demesini emrettiği Elçisinin empatik tavrına dikkat çekmiştir. Hz. Peygamber de bir hadisinde inananların, birbir-lerini ve hissettikleri duygularını karşılıklı olarak anlamaya çalışmalarını isteyerek: “Nefsim kudretinde olan Allah’a and olsun ki, bir kul kendisi için istediğini komşusu-veya-kardeşi için istemedikçe tam iman etmiş olamaz”58 buyurmuştur. Bu sözü ile o, kendisini bir başkasının yerine koymasını ve buna göre değerlendirme yapıp insanları anlamaya çalışmasını bilmeyen bir kişinin sağlam bir inanç sahibi olamayacağına dikkat çekmiştir.

Empati konusunda geniş bir araştırması olan Üstün Dökmen, iletişimi çatışmalı, çatışmasız ve empatik olarak üçe ayırdıktan sonra, “…çatışmalı iletişim kurmaya çalışan taraflar hem yeterli bilgi edinemezler, hem de yal-nız kalırlar. Çatışmasız iletişimde taraflar birbirlerine yeterli bilgi aktarabilir-ler, ancak yine de yalnızdırlar. Empatik iletişimde ise hem yeterli bilgi akta-rımı olur, hem de taraflar yalnız kalmazlar”59 demekte ve empatik yaklaşı-mın önemine ve iletişimi kolaylaştırıcı yönüne dikkat çekmektedir.

İletişimde empatik bir tavır sergileyen ve bunu arkadaşlarına da tavsiye eden Hz. Peygamberin huzuruna bir gün bir genç gelmiş ve:

“Ya Resulallah, zinâ etmeme izin ver!” demişti. Hoş olmayan bir istek-le karşılaşan insanlar “sus, sus...” diye gence karşı tavır alırken, Hz. Pey-gamber gayet sakindi. Genci “ Bana yaklaş” diyerek yanına aldı ve onunla konuşmaya başladı:

“Bir başkasının senin annenle zinâ etmesini ister misin? “Hayır, istemem.” “Zaten hiç kimse annesiyle böyle bir şey yapılmasını istemez.” “Bir başkasının senin kızınla zinâ etmesini ister misin?” “Hayır ya Resulallah, istemem.” “Zaten hiç kimse kızlarıyla zinâ edilmesini istemez.” Daha sonra Hz. Peygamber, kız kardeşi, halası ve teyzesi gibi yakınla-

rıyla zinâ edilmesine gönlünün razı olup olmayacağını sormuş; genç her defasında “Hayır” cevabını vermişti. Öyle anlaşılıyor ki, her insan için söz konusu olabilecek doğal bir duygunun baskısı altında kalan bu genç, âdeta “ben artık bu duygularımın şiddetine tahammül edemiyorum” der gibi, prob-lemi için Hz. Peygambere gelmiş; ondan bir çözüm istemiştir. Gencin bu 56 Kur’ân, Tevbe (9): 128. 57 Kur’ân, Kehf (18): 110. 58 Müslim, 1/İman, 71 (I, 67). 59 Üstün Dökmen, İletişim Çatışmaları ve Empati, Sistem Yayıncılık, İstanbul,

1999, s. 156.

282 / Yusuf MACİT

yaklaşımı, oradaki insanlarca hoş karşılanmamasına rağmen, Hz. Peygamber onu dizinin dibine almış, sorduğu sorularla “kendisini başkasının yerine koymasını, kendisi için istemediği bir şeyi başkası için istemesinin doğru olmayacağını; aksine kendisi için arzu ettiği şeyi başkaları için de arzu etme-si gerektiğini” samimi duygularla gence anlatmıştır.

Empati kurma yöntemiyle, akla hitap ederek, temel his ve duyguları eğitmesini bilen Hz. Peygamber, gencin hatasını kavramasını sağlamış; elini gencin omzuna koyarak, bunlar tabiî duygulardır,60 böyle şeyler olur derce-sine şefkatli bir baba gibi, “Allah’ım! Bunun günahını affet; kalbini temizle ve organlarıyla günah işlemekten koru!”61 diyerek ona dua etmiştir. Bu yak-laşımıyla Hz. Peygamber, duygularında samimi olan bu genci onore ederek, rencide edilmesini önlemiştir. Burada Hz. Peygamber, iletişimine hedef olan bir insanın temel duygularına ve aklına hitap etmiştir.

Hz. Muhammed’in insanlarla sürekli bir iletişim içinde bulunduğunu gösteren ve empati kurmaya yönelik öğütlerinden bazıları da şunlardır:

“Siz, içten giyilen elbisenin vücuda yakınlığı gibi bana insanlardan da-ha yakınsınız. İnsanlar da üstten giyilen elbise gibi sizden sonra gelmekte-dir”.62

“Mü’min, mü’minin aynasıdır. Eğer onda bir ezâ görürse onu karde-şinden gidersin”.63

“Mü’minin mü’mine bağlılığı, taşları birbirine kenetli, biri diğerine kuvvet veren yalçın bina gibidir.”64

6-İnsan Sevgisini Öne Çıkarması Hz. Peygamber, iletişimi kolaylaştıran ve sürekliliği sağlayan olumlu

duygulardan sevgi duygusunu da etkili bir şekilde kullanmıştır. Kur’ân da, bu temayı etkili bir şekilde dile getirmektedir: “...O onları sever, onlar da O’nu severler...”;65 “...Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın...”;66 “Peygamber, mü’minlere canlarından daha ileridir. Onun eşleri de onların anneleridir...”67; “Ne Medine halkının, ne de onların çevresinde bulunan bedevî Arapların, Allah’ın elçisinden geri 60 Kişiliğin gelişmesi ve olgunlaşmasında cinsel içgüdünün sağlıklı bir şekilde ge-

lişmesi ve rolü için bakınız: Özcan Köknel, İnsanı Anlamak, Altın Kitaplar Ya-yınevi, İstanbul, 1997, s. 282.

61 Ahmed bin Hanbel, Müsned, (V, 256-257). 62 Buhârî, 64/Megazi, 56 (V, 104); Müslim, 12/Zekat, 139 (I, 738). 63 Ebû Davud, 40/Edeb, 49 (V, 217). 64 Müslim, 45/Birr, 65 (III, 1999); Tirmizî, 25/Birr, 18 (IV, 3125). 65 Kur’ân, Mâide (5): 54. 66 Kur’ân, Âl-i İmran (3): 31. 67 Kur’ân, Ahzab (33): 6.

Hz. Muhammed’in Bazı İletişim İlkeleri / 283

kalmaları ve onun canından önce kendi canlarının kaygısına düşmeleri, onla-ra yakışmaz...”.68

Hz. Peygamber de, insanların kendisine ve birbirlerine karşı sevgi ve ilgi duymaları gereğini zaman zaman dile getirmiştir. Örneğin o, Peygamber sevgisinin imandan olduğuna işaret ederek; “Sizden biriniz beni annesinden-babasından, çoluk-çocuğundan ve bütün insanlardan daha çok sevmedikçe iman etmiş olamaz”69 buyurmuştur.

“Sizden biri, bir başkasını sevdiğinde bu sevgisinden onu haberdar et-sin”70 buyuran Hz. Peygamber, bir gün Muaz b. Cebel’in elinden tutarak: “Ey Muaz, vallâhi ben seni severim. Kıldığın namazların ardından, ‘Allahım, seni zikretmek, sana şükretmek, sana güzelce ibadet etmek üzere bana yar-dımcı ol,’ diye dua etmeyi sakın ihmal etmeyesin”71 diye öğütte bulunur. Diğer bir sözünde de: “Canım kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki, sizler iman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olmazsınız. Yaptığınız takdirde birbirinizi seveceğiniz bir şey söyleye-yim mi? Aranızda selamı yayınız”72 buyurmuştur.

Hz. Ali’nin gözlemlerine göre Hz. Peygamber, beraber oturduğu insan-larla yeteri kadar ilgilenir, her birine gerekli iltifat ve ilgiyi gösterirdi. Öyle olurdu ki, her biri Hz. Peygamberin en çok sevdiği insanın kendisi olduğunu sanır ve onun yanında kendisinden daha kıymetli biri olabileceğini düşün-mezdi.73 Nitekim Amr b. As, Hz. Peygamberin toplum içindeki en kötü in-sanlarla bile diyaloga geçtiğini ve onlarla en güzel şekilde konuştuğunu, bu tavırlarıyla onları İslâm’a ısındırdığını, hatta kendisine bile teveccüh edip güzel karşıladığını ve güzel konuştuğunu, onun bu yaklaşımı üzerine kendi-sini halkın en hayırlısı zannettiğini anlatmıştır.74

Hz. Peygamber, sevgi ve tasada gönül birliği yaptığı arkadaşlarıyla çok yakından ilgilenmiş, onların da birbirlerine aynı şekilde ilgi duyup kenet-lenmelerini istemiştir. Hz. Peygamberin bu tutumu, engin hoşgörüsü ve şef-katiyle çevresi üzerinde olumlu etki uyandırmış ve sonuçta iletişimde daha da başarılı olmasına sebep olmuştur.

68 Kur’ân, Tevbe (9): 120. 69 Buharî, 2/İman, 8 (I, 9); Müslim, 1/İman, 69-70 (I, 67). 70 Ebû Davud, 35/Edeb, 122 (V, 343). 71 Ebû Davud, 2/Salat, 361 (II, 181). 72 Müslim, 1/İman, 93 (I, 74). 73 Tirmizî, Şemâili Şerife, Tercüme ve Şerh: Hüsamüddin Nakşibendi, Sadeleştiren:

Mehmet Sadık Aydın, Hilal Yayınları, Ankara, Tarihsiz, s. 342. 74 Tirmizî, Şemâil, s. 348.

284 / Yusuf MACİT

7-İnsanların Akıl ve Duygularına Hitap Etmesi Hz. Peygamberin önemli bir iletişim ilkesi de insanların akıl ve duygu-

larına hitap etmesidir. “Bilgi edinmeye yarayan güç” ve “bu güç ile elde edilen bilgi”75 olarak da tanımlanan akıl, bir yönüyle dinen sorumlu olmanın esasını teşkil etmektedir. Kur’ân’da “Biz bu misalleri insanlara anlatıyoruz ama onları, bilenlerden başkası düşünüp anlamaz”76 buyrularak, ancak bilen-lerin akledebileceğine dikkat çekilmiştir. Nitekim Allah, ayetlerini akledilsin diye açıklamaktadır.77 Kur’ân insanların düşünme ve akletme duygularına sık sık vurgu yapmakta, verdiği örnekleri akla ve düşünme gücüne yönelt-mektedir. Şu ayetlerde bu durumu açıkça görebiliriz:

“Göklerin ve yerin yaratılışında, gecenin ve gündüzün gidip gelişinde elbette aklıselim sahipleri için ibret verici deliller vardır. Onlar ayakta, otura-rak ve yanları üzerine yatarken Allah’ı anarlar, göklerin ve yerin yaratılışı üzerinde düşünürler: ‘Rabb’imiz, bunu boş yere yaratmadın, sen yücesin, bizi ateş azabından koru’ (derler)!”78

“İnsan, bizim kendisini nasıl bir nutfe(sperm)den yarattığımızı görmedi mi ki, şimdi apaçık bir hasım kesildi? Kendi yaratılışını unutarak bize bir mesel verdi: ‘Şu çürümüş kemikleri kim diriltecek?’ dedi. De ki: ‘Onları ilk defa yaratan diriltecek. O, her yaratmayı bilir.’ O ki size yeşil ağaçtan ateş yaptı da siz ondan yakıyorsunuz. Gökleri ve yeri yaratan, onların benzerini yaratmaya kâdir değil midir? Elbette Kâdirdir. O, çok bilen yaratıcıdır.”79

Hz. Muhammed’in de iletişimde çevresindeki insanların akıl ve duygu-larına hitap ettiği görülmektedir. Örneğin o, arkadaşlarından bazılarının, “Ey Allah’ın Elçisi! Zenginler sevapları alıp gittiler. Bizim gibi namaz kılıyorlar, bizim gibi oruç tutuyorlar, hem de mallarının fazlasını bağış olarak veriyor-lar” demeleri üzerine, “Allah sizlere bağışlayacağınız bir şey vermedi mi zannediyorsunuz? Her tesbihe, her tahmide, her tehlile, her iyiliği emretme-ye ve her kötülükten alıkoymaya da bağış sevabı vardır. Hatta, birinizin eşiy-le ilişkiye girmesinde bile bağış sevabı vardır” buyurmuştu. Bu defa arkadaş-ları hayret içinde, “Ey Allah’ın Elçisi! Birimiz şehevi arzusunu giderince bunda da sevap var mıdır?” diye sormuşlardı. Hz. Peygamber de cevaben: “Bir insan cinsel eğilimlerini haram yollarla giderirse bu davranışından do-layı ona günah var mıdır? O halde helâl yollarla giderdiğinde de sevap var-

75 Süleyman Hayri Bolay, “Akıl” İslam Ansiklopedisi, Türkiye Diyanet Vakfı

Yayınları, İstanbul, 1989, c. 2, s. 238. 76 Kur’ân, Ankebut (29): 43. 77 Bakınız: Kur’ân, Bakara (2): 242. 78 Kur’ân, Âl-i İmrân (3): 190-191. 79 Kur’ân, Yâsin (36): 77-81.

Hz. Muhammed’in Bazı İletişim İlkeleri / 285

dır”80 buyurmuş, hatalardan uzak, olumlu her bir davranış için sevap olaca-ğını ima etmiştir.

Yine annesinin haccetmeyi adadığını, ancak haccedemeden vefat ettiği-ni söyleyen bir kadınla Hz. Peygamber arasında şöyle bir diyalog gerçekleş-miştir:

“Annemin yerine haccedebilir miyim?” “Evet, onun yerine haccet. Söyle bana, annenin borcu olsa ödemeyecek

miydin?” “Evet.” “Allah’ın hakkını da ödeyin. Çünkü Allah, (kendisine verilen söze) vefa

gösterilmeye daha layıktır.”81 Hz. Peygamber, bu diyalogda açıkça görüldüğü gibi, kendisine gelen

bir kişinin henüz vefat eden annesi ile duygusal bağını dikkate almış, yap-ması gerekeni söylerken akıl ve duygularına hitap etmiştir.

8-İnsanları ve Onların Değer Verdiği Şeyleri Önemsemesi Hz. Muhammed’in iletişim ilkelerinden biri de, iletişimi kolaylaştıran

bir unsur olarak insanların değer verdiği şeylere saygılı olmasıdır. İslâm’a göre bireye, insan olması, inancı, tutum ve davranışları, doğru-dürüst yaşa-yışı vb. sebeplerle değer verildiği bilinen bir husustur.82 Hz. Muhammed de, bir iletişim ilkesi olarak dost ve düşman, yaşlı ve çocuk genellikle herkese ilgi göstererek değer vermiştir.83

Kur’ân’da insanların kişisel olarak değer verdikleri kutsallarına dil uza-tılmaması gereğine de dikkat çekilmiştir. “(Onların) Allah’tan başka yalvar-dıklarına sövmeyin ki, onlar da bilmeyerek sınırı aşıp Allah’a sövmesin-ler!..”84 ayeti, diğer insanların değer verdikleri şeylere saygılı davranmayı önermektedir. Bu sebeple, küfür ve inançsızlık düşünce ve fikir olarak red-dedilse de, her kim olursa olsun, bireyin değer verdiği kişisel inancına, dü-şünce ve kanaatine saldırmak, ahlâkî bir davranış olarak görülmemektedir.85

Hz. Muhammed de, başkaları için değerli olan herhangi bir şeye karşı saygılı olunması gereğine dikkat çekmiştir. Örneğin, Müşriklerin reisi Ebû Cehil’in oğlu İkrime’nin hanımı, Mekke’nin fethi sırasında İslâm’ı kabul

80 Müslim, 12/Zekat, 53 (I, 697). 81 Buharî, 28/Cezâ’is-Sayd 22, (II, 217) 82 Yaşar Kandemir, Örneklerle İslâm Ahlakı, Nesil Yayınları, İstanbul, s. 95-96. 83 Bakınız: Muhammed Abdülhayy Kettânî, Terâtibü’l-İdâriyye, Çeviren: Ahmed

Özel, İz Yayıncılık, İstanbul, 1990, c. 2, s. 145-147. 84 Kur’ân, En’âm (6): 108. 85 Bakınız: M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, Sadeleştirenler: İsmail Kara-

çam ve diğerleri, Feza Gazetecilik, İstanbul, Tarihsiz, c. 3, s. 494.

286 / Yusuf MACİT

etmişti. Bu arada kocası İkrime korkusundan Yemen’e kaçtığından, onu affedip Müslümanlığa kabul etmesi hususunda Hz. Peygamberden söz almış-tı. Bunun üzerine eşi, İkrime’yi bulup müslüman olması için huzuruna getir-diğinde Hz. Peygamber: “Hoş geldin süvari yolcu!” diyerek onu güler yüzle karşıladı. Öte yandan çevresindeki arkadaşlarına da, “İkrime aranıza katılı-yor, onu gördüğünüzde babası Ebû Cehil’e sövüp hakaret etmeyin, çünkü ölüye yapılan hakaret, hayatta olanı incitir” buyurdu.86

Bu tutumuyla o, arkadaşlarını hoş olmayan bir davranış içine girmekten alıkoyduğu gibi, yıllarca İslâm’a karşı tavır almış, sonunda kaçıp gittiği yer-den emanla getirilmiş olan İkrime’nin de onurunu korumuş olmaktadır.

Psikologlar, yapıcı ve olumlu iletişim ve ilişkiler için kaynağın, kendi-siyle bağdaşım içinde, yani samimi, dürüst, içi-dışı, özü-sözü bir olması; hedefine saygı duyması; onları duyarlı, anlayışlı, sempatik bir tutumla dinle-yebilme becerisine sahip olması gibi noktalara değinmişlerdir.87 Hz. Pey-gamber de yukarıda verilen örnekte de görüldüğü gibi, çevresindeki arkadaş-larına, onların duygu ve düşüncelerine değer vermiş ve kanaatlerine saygı göstermiştir

9-Kişilerin Yeteneklerinden Yararlanması Hz. Peygamber değişik işler için görevlendirdiği insanların yetenekleri-

ni dikkate almıştır. İşlerin liyakatli ve yetenekli olanlara verilmemesini de hoş bulmamıştır. Nitekim, “Kıyamet ne zaman kopacak?” diye soran kişiye, “Emanet zayi edildiği zaman kıyameti bekle” buyurmuş, aynı şahsın emane-tin nasıl zayi olacağını sorması üzerine de, “İşler ehil olmayan kimselere verildiği zaman” demiştir.88 Burada, her şeyin çığırından çıkacağı, bilgi ve liyakate değer verilmeyeceği, işlerin yeteneksiz kişilere bırakılacağı dolayı-sıyla her şeyin düzeninin bozulacağına dikkat çekilmektedir.

Hz. Peygamberin Bedir savaşında esir alınanlardan bir kısmını, müslüman çocuklara öğretmen olarak tayin ettiği daha önceden geçmişti. Hicret yolculuğu sırasında rehberi, inanmamış bir kişiydi.89 Medine dönemi-nin ilk yıllarında, katip olarak Yahudilerden yazı bilen kişileri kullandığı, sonra da Zeyd b. Sabit’e yahudi yazısını öğrenmesini emrettiği ve “Mektup-larım hususunda, yahudilere güvenim yok”90 dediği bilinmektedir.

Hz. Peygamber mescidin inşası sırasında Kays b. Talk’ın çamur yapma ve karıştırmadaki ustalığını görünce, arkadaşlarına, bu işi Kays’ın gözetim

86 Kettânî, Terâtib, c. 1, s. 271. 87 Baymur, Psikoloji, s. 278. 88 Buhârî, 3/İlim, 2, (I, 21). 89 Buharî, 37/İcare, 4 (III, 48). 90 Ebû Davud, 24/İlim, 2 (IV, 60).

Hz. Muhammed’in Bazı İletişim İlkeleri / 287

ve yönetiminde yapmalarını söylemiştir.91 Bu tavrıyla o, uzmanlık alanına değer verdiğini ve bunun hem iletişimi anlamlı kıldığını hem de sosyal iliş-kilerde verimliliği artırdığını göstermiştir. Yine o, askeri başarıları ile ünlü olan Halid b. Velid’e Allah’ın kılıcı anlamında “Seyfullah” demiş, yetenek ve başarısını takdir etmiştir.92

Hz. Peygamber, şiiri bir iletişim aracı olarak kullanmış; çağının sözlü iletişim geleneğine uyarak şairlerin yetenek ve becerilerinden İslâm’ı müda-faa etmede ve inkarcılara karşı tavır almada faydalanmıştır. O, “Şiirde hik-met vardır”;93 “Çünkü şiir, Kureyş’i okdan daha fazla yaralar”94 buyurmuş-tur.

Bu yaklaşım tarzları gösteriyor ki, Hz. Peygamber, sanat olarak şiirden, insan unsuru olarak da şairden ve diğer mesleklerde de konusunda uzman olan insanların yeteneklerinden faydalanmıştır. Bu tavır onun, çevresindeki insanları iyi tanıdığı ve yeteneklere göre kimi, ne zaman, nerede ve nasıl değerlendireceğini iyi bildiğini de göstermektedir.

10-Hediye Vererek İnsanların Gönlünü Kazanması Hz. Peygamber, dostlukları kuvvetlendirme, sevgiyi pekiştirme, gönül

kazanma, İslâm’a yönlendirme, muhtemel kötülükleri önleme, hizmet ve başarıyı ödüllendirme gibi çeşitli amaçlarla, beşeri bir âdete uyarak çevre-sindeki insanlara hediye vermiş ve başkalarının hediyelerini de kabul etmiş-tir.95

Hz. Peygamber, muhtaçları gözetmiş ve kendi nefsine tercih etmiş; ba-zen yedirmek, bazen de giydirmek suretiyle onlara iyilik yapmıştır. Bir defa-sında genç sahabi Cabir’den devesini satın almış, parasını ödedikten sonra almış olduğu deveyi ona hediye etmişti.96

Hz. Peygamber, hediye kabul eder, karşılığında ondan daha fazla hedi-ye verirdi. İyilikle karşılık vermeyi prensip edinen Hz. Peygamber, hem sahip olduğu şeylerle, hem davranışlarıyla ve hem de sözüyle iyilikte bulu-nurdu.97 Oldukça cömertti. Hayatı boyunca kendisinden bir şey isteyene asla hayır dememişti.98

91 Kettânî, Terârib, c. 2, s. 307. 92 Buhârî, 62/Fedâilü’l-Ashab, 25 (VI, 318). 93 Buharî, 78/Edeb, 90 (VII, 107). 94 Müslim, 44/Fedâilu’s- Sahabe, 157 (II, 1935). 95 Benzeri bir değerlendirme için bakınız: İbrahim Canan, Peygamberimizin Tebliğ

Metotları, Nesil Yayınları, İstanbul, 1998, s. 294. 96 Müslim, 22/Müsakat, 110 (II, 1221). 97 İbn Kayyım Muhammed bin Ebî Bekr Cevziyye, Zâd’ul-Meâd, Çeviren: Ko-

misyon, İklim Yayınları, İstanbul, 1988, c. 2, s. 33-34. 98 Müslim, 43/Fedâil, 56 (II, 1805).

288 / Yusuf MACİT

Hz. Peygamber, kin ve düşmanlıkları giderici ve sevgiyi pekiştirici ola-rak gördüğü hediyeleşmeyi özellikle teşvik etmiştir.99 Arkadaşlarından Enes’in anlattığına göre Hz. Peygamber, İslâm için kendisinden ne istenirse onu mutlaka vermekteydi. Hz. Peygamberin bu tutumunun sonucuyla ilgili olarak Enes, kimilerinin sırf dünya menfaati için müslüman olduklarını, fa-kat çok geçmeden müslümanlığın bu kimselerin gözünde dünyadan ve dün-ya üzerindeki her şeyden daha değerli hale geldiği tespitinde bulunmakta-dır.100

Kur’ân’ın, zekattan faydalanacak kimselere, kalpleri henüz (yeni) ısın-dırılmış olanları101 da ilave etmesi üzerine Hz. Peygamber, yukarıdaki örnek-te olduğu gibi, ruhî ve manevî konularla pek fazla ilgilenmeyen kabile reisle-rine ve bazı önde gelenlere, muhtemelen gönül kazanma ve bunlar kanalıyla çevrelerindeki insanlarla etkili iletişim kurabilme düşüncesiyle çeşitli yar-dımlarda bulunmuş ve hediyeler vermiştir.

11-Mesajını Kolaylık ve Tedricilik Yöntemiyle Sunması Hz. Muhammed, peygamberlik misyonu gereği, ilâhî mesajı, insan zih-

ninin işleyiş ve algılayış yeteneğini dikkate alarak, bir anda değil de, zamana yayıp, önce basit ve kolay olandan başlayarak, yani tedricî olarak iletmiştir. İlâhî mesaj da kendisine Allah tarafından tedricî olarak indirilmiştir. Bu ko-nu Kur’ân’da, “İnkar edenler: ‘Kur’ân, ona bir defada indirilmeli değil miy-di?’ dediler. Biz onunla senin kalbini sağlamlaştırmak (kolayca ezberlemeni sağlamak ve çeşitli olaylara karşı yeni gelen ayetlerle kalbini takviye etmek) için, onu böyle (parça parça indirdik) ve ağır ağır okuduk. Onların sana ge-tirdiği her misale (her batıl soruya) karşı mutlaka biz sana, (o batılı yok ede-cek) gerçeği ve güzel açıklamayı getiririz”102 ayetleriyle vurgulanmıştır.

Kur’ân-ı Kerim’in 23 sene gibi bir süreçte, ayet ayet, sure sure indiril-miş olması tedricîliğin en önemli uygulanış tarzı olmuştur. Bu yöntemde mesaj, belli bir program içinde, zamana ve şartlara göre, hedef insanların ihtiyaçları, eksiklikleri, mesajı almaya hazır ve istekli olmaları gibi durumlar da göz önünde bulundurularak azar azar iletilmektedir.

Kolaylaştırma ve tedricilik konusunda Hz. Aişe’ye ait şu tespit oldukça aydınlatıcıdır: “Kur’ân vahyi, önce cennet ve cehennemden bahseden mufas-sal surelerle başladı. İnsanlar, İslâm etrafında toplanınca, helâl ve haramlar indi. Şayet ilk önce: ‘İçki içmeyin!’ şeklinde bir emir gelseydi, o zaman insanlar: ‘İçkiden kesinlikle vazgeçemeyiz’ derlerdi. Şayet: ‘Zina etmeyin!’ 99 Malik, 47/Husnu’l Hulk, 16 (II, 908); Tirmizî 29/Velâ’, 6 (IV, 441); Ahmed bin

Hanbel, Müsned, (II, 405). 100 Bakınız: Müslim, 43/Fezâil, 57-58 (II, 1806). 101 Bakınız: Kur’ân, Tevbe (9): 60. 102 Kur’ân, Furkan (25): 32-33

Hz. Muhammed’in Bazı İletişim İlkeleri / 289

şeklinde bir hüküm gelseydi, onlar: ‘Zinayı asla bırakmayız’ derlerdi.”103 Bu yoruma göre ıslahat yavaş yavaş olmuş, kökleşmiş alışkanlıkların değiştiril-mesinde aceleci davranılmamıştır.

Tedricilik ilkesi ilâhi mesajın iletilmesini kolaylaştırmıştır. Hz. Mu-hammed, iki hususla karşılaştığı zaman, günah olmadıkça sürekli kolay olanı tercih etmiş104 ve bu ilkeyi etkili bir şekilde uygulamıştır. Öncelikle İslâmî inancın tebliği, namaz, oruç, zekat ve hac gibi ibadetlerin zamana yayılışı, sosyal hayatı ilgilendiren konular, örneğin alkolün yasaklanışı bu tedricilik ve kolaylaştırma ilkesi ışığında uygulamaya konulmuştur. Ancak biz, genel bir yaklaşımla, bu konuyla ilgili sadece bir örnek üzerinde duracağız.

Hz. Peygamber, arkadaşlarından Muaz’ı Yemen’e gönderirken şu tav-siyeleri yapmıştı: “Ehl-i Kitaptan bir kavme gideceksin. Onları Allah’tan başka ilâh olmadığına ve benim Allah’ın elçisi olduğuma şehâdet etmeye davet et. Eğer buna itaat ederlerse, Allah’ın her gün ve gecede onlara beş vakit namazı farz kıldığını bildir. Buna da itaat ederlerse, zenginlerden alınıp fakirlere verilecek bir zekatı Allah’ın onlara farz kıldığını bildir. Buna da itaat ederlerse, sakın mallarının en kıymetlilerini alma. Mazlumun beddua-sından kork. Çünkü mazlumun bedduası ile Allah arasında perde yoktur.”105

Hz. Muhammed, bu tutumuyla mesajını ileteceği aracı kişiden, Allah’a iman gibi en önemli bir noktadan başlamasını, kolaylığı tercih etmesini, ama nefret ettirmemesini istemiştir. Ayrıca, bu yaklaşımıyla onun, iletmek istedi-ği mesajı, insanların ilk anda tam olarak algılayamayarak, çok zannetmeleri-ni ve toptan reddetmelerini, nefret ve kaçışlarını önlemiş olduğunu düşün-mekteyiz.

Sonuçta, Hz. Muhammed’in etkili bir şekilde uyguladığı kolaylaştırma ve tedricilik prensiplerinden anlaşıldığına göre, iletişime hedef olan bir in-sanda öncelikle arzu uyandırılması, motivasyon sağlanması, sonra da doğru bilgi ve sağlam bir inanç oluşturulması önemli bir öğedir. Bu aşamadan son-ra, inandıklarını pratiğe çevirme, yani inancın gereği doğrultusunda tutum ve davranış belirleme sağlanmalıdır. Bu süreç, en güzel yöntemlerle, ürkütme-den, nefret ettirmeden, zorlaştırmadan kolaylaştırarak gerçekleştirilmelidir. Ayrıca bu aşamada hedefin yaşı, sağlık durumu, verilen bilgileri alma ve algılama yeteneği, sosyal hayat ve çevresel şartlara uyum gibi noktalar da göz önünde bulundurulmalıdır.

103 Buhârî, 66/Fedâilu’l-Kur’ân, 6 (VI, 101). 104 Tirmizî, Şemâil, s. 352. 105 Müslim, 1/İman, 29 (I, 50); Buharî, 24/Zekat, 1 (II, 108); 41 (II, 125).

290 / Yusuf MACİT

12-Orijinaliteye Önem Vermesi Sözlü anlatımdan daha çok Hz. Peygamberin kişiliği, yaymaya çalıştığı

değerleri bizzat şahsında temsil edişi, her türlü yapmacık ve rolden uzak samimi yaşantısı, gönül alıcı tutum ve davranışları insanları etkilemiştir.

Hz. Muhammed, bir Peygamber olarak hep aksiyoner olmuş, insanları iyiye yönlendirmiş, hoş olmayan eğilimleri önlemeye çalışarak, iyi olanların yapılmasını sağlamıştır. Yine o, çevresindeki kişilerin silik şahsiyetli değil, aksiyoner ve bilinçli kişilerden olması için çaba harcamıştır. Bu arada, başka kültürlerin olumsuz etkisini azaltarak, kendi orijinal modelini oluşturmaya gayret etmiştir. Nitekim onun sünnet olarak algılanan örnek davranışlarının yeni ve orijinal bir özellik taşıması gerektiği ifade edilmektedir.106

Bilindiği gibi insanın bir özelliği de taklitçi olmasıdır. Bu husus Kur’ân’da da vurgulanmaktadır: “Onlara ‘Allah’ın indirdiğine ve Resule (itaate) gelin!’ dense, ‘Babalarımızı üzerinde bulduğumuz şey bize yeter!’ derler. Babaları hiçbir şey bilmeyen, doğru yolu bulamayan kimseler olsa da mı?”107 Ayette inkarcıların kınanan bu taklitçi tutumuna karşılık Allah, ina-nanlara hitap ederek: “Ey inananlar, siz kendinize bakın, siz doğru yolda olduğunuz takdirde sapan kimse size zarar veremez...”108 buyurmuştur. Hz. Peygamber de asıl örnek alınacak olanı, imanın bir parçası ve gereği olarak göstermiştir109 ki, Kur’ân’ın şu ayetini bu bağlamda değerlendirmek gere-kir:110 “De ki: ‘Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah bağışlayan, esirgeyendir.”111

Orijinal olma, örnek ve model bir toplum oluşturma Hz. Peygamberin özellikle üzerinde durduğu bir nokta olmuştur. Ezan’ın başlangıcında yapılan tartışmalar bizi bu kanaate götürmektedir. Hz. Peygamber görünüşte bile olsa, başkalarının model alınmasını hoş bulmamıştır. Örneğin, Mekke’de iken onun saç modeli Mekke’li müşriklerden farklı, Medine’deki saç modeli ise, orada egemen olan Yahudi kültürünün saç modelinden farklı olmuştur. Böylelikle o, müslümanların müslüman olmayan unsurlarla birlikte yaşadık-ları bir toplumda bir “kimlik bilinci” geliştirmek istemiş, kendi değerlerine güveni olan her toplumda olduğu gibi, yeni oluşturduğu Müslüman toplu-

106 Görmez, Metodoloji Sorunu, s. 222. 107 Kur’ân, Mâide (5): 104. 108 Kur’ân, Mâide (5): 105. 109 Bakınız: Canan, Tebliğ Metotları, s. 37. 110 Bakınız: Canan, Tebliğ Metotları, s. 37. 111 Kur’ân, Âl-i İmran (3): 31.

Hz. Muhammed’in Bazı İletişim İlkeleri / 291

mun üyelerinin birbirini tanıyacağı kültürel değerleri benimsetme gayreti içinde olmuştur.112

Arkadaşlarını şahsiyetli ve onurlu bir yaşama yönlendiren Hz. Peygam-ber, şahsiyetlice tutum ve davranış geliştiren, şeref ve haysiyetini koruyan, yerine göre de sabırlı ve tahammüllü olmasını bilen vefalı bir arkadaş çevresi oluşturmuş, dînî pratikleri bu insanlarla birlikte yaşamıştır.

13-Ortak Noktaları Ön Plana Çıkarması Hz. Peygamber, iyi bir iletişim kurabilmek için, bir ilke olarak insanlar-

la ortak noktalarda buluşma çabası içinde olmuştur. O, daha önce gelmiş peygamberler silsilesinin devamı olarak kendisini farklı bir konumda gör-memiş ve peygamberler arasında bir ayırım yapmamıştır.113 Hatta o, önceki-lere iman etmekle kalmamış, birini diğerinden üstün tutmayı da reddetmiş-tir.114 Bir Kur’ân ifadesi olarak “Ehl-i kitap”115 üzerinde ısrarla duran Hz. Peygamber, yahudi ve hıristiyanları, Allah’ın birliği formülüyle İslâm adı altında birleştirmeyi ümid etmiştir.116

Bu konu ile ilgili olarak Kur’ân’da: “De ki: ‘Ey Kitap ehli, bizim ve si-zin aranızda eşit olan bir kelimeye gelin: Yalnız Allah’a tapalım, O’na hiçbir şeyi ortak koşmayalım; birimiz, diğerini Allah’tan başka tanrı edinmesin’. Eğer yüz çevirirlerse: ‘Şahit olun, biz müslümanlarız’! deyin.”117 “İçlerinden zulmedenleri hariç, Kitap ehliyle ancak en güzel tarzda mücadele edin ve: ‘Bize indirilene de, size indirilene de inandık. Tanrımız ve tanrınız birdir ve biz O’na teslim olanlarız’ deyin”118 buyrulmuş ve böyle temel bir ortak refe-rans çerçevesinde buluşulması istenmiştir. Hz. Peygamber, ehl-i kitapla ileti-şimini, söz konusu öneriler doğrultusunda ortak değer ve inanç temeli üzeri-ne kurulu diyaloglarla gerçekleştirmiştir.

14-Diyalog Ortamını Sürekli Korumaya Çalışması Hz. Peygamber, etkili bir iletişim için insanlarla sürekli diyalog ortamı

oluşturmaya gayret etmiştir. Ağır şartlarına rağmen, Hudeybiye sözleşmesini kabul ederek barış ortamı sağlama girişimi, onun bu yönü hakkındaki kanaa-timizi güçlendirmektedir. Nitekim Kur’ân’da da “...Onlar size dürüst dav-

112 Bakınız.: Mustafa İslâmoğlu, Üç Muhammed, Denge Yayınları, İstanbul, 2000,

s. 237-238. 113 Kur’ân, Bakara (2): 285. 114 Bakınız: Müslim, 43/Fedâil, 159, (II, 1843). 115 Kur’ân-ı Kerim’de genellikle yahudiler ve hıristiyanlar için kullanılan bu ifade

için bakınız: Remzi Kaya, “Ehl-i Kitap” İslam Ansiklopedisi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, İstanbul, 1994, c. 10, s. 516.

116 Yorun için bakınız: Canan, Tebliğ Metotları, s. 148-149. 117 Kur’ân, Âl-i İmran (3): 64. 118 Kur’ân, Ankebût (29): 46.

292 / Yusuf MACİT

randıkça, siz de onlara dürüst davranın...”119 ayetiyle Hudeybiye antlaşması ile oluşan barış atmosferinin ve diyalogun korunması önerilmiştir.120 Buna göre Hz. Peygamber, Hz. Ömer’in antlaşma aleyhine yaptığı itirazlara aldır-mamış, kendisine sığınan Ebû Cendel’i müslüman olmasına rağmen antlaş-maya konulan bir madde gereği, Mekke’liler adına orada bulunan babası Süheyl’e istemeyerek de olsa teslim ederek antlaşma ve diyaloga olan taraf-tarlığını göstermiştir.121

Sonuçta Hudeybiye barış antlaşması, Mekke’liler ve onlarla birlikte ha-reket eden kabilelerle 10 yıl savaş dahil herhangi bir problemin yaşanmaya-cağı anlamına gelmekteydi. Hz. Peygamber bu dönemde amacına ve misyo-nuna uygun bir şekilde iletişim çalışmalarında bulunabilecek durumdaki arkadaşlarından bir kısmını çeşitli yerlere göndermiştir. Yine Medine dışın-dan gelen insanlarla daha rahat ve gailesiz bir ortamda görüşme yapma im-kanı bulmuş, süregelen diyalog ortamı sayesinde oluşan olumlu havanın etkisiyle insanlar grup grup İslâm’a girmişlerdir.122 Bu süreç Kur’ân’da “Ve insanların dalga dalga Allah’ın dinine girdiklerini gördüğün zaman”123 aye-tiyle anlatılmıştır.

Yine Kur’ân’da tartışma ve kavgadan uzak, diyaloga açık davranışlar övülerek “...Barış daima iyidir...”124 buyrulmuş, düşman toplumlardan gele-cek barış teklifi için de “Eğer onlar barışa yanaşırlarsa sen de yanaş ve Al-lah’a dayan, çünkü O, işitendir, bilendir”125 ayetiyle barış ve diyalog öneril-miştir.

15-Mesajını Yaymak İçin Çevresindeki İnsanlara Sorumluluk Vermesi

Hz. Peygamberin iletişim ilkelerinden biri de, çevresindeki insanları or-tak bir sorumluluk altına davet etmesidir. Bu tutumuna ilişkin bir örneği Veda Hutbesinde görmekteyiz. Bu hutbesinde Hz. Peygamber “Sizden bura-da bulunanlar sözlerimi burada bulunmayanlara ulaştırsın. Belki burada bu-lunan, kendinden daha anlayışlı ve sözlerimi daha iyi muhafaza edecek biri-ne ulaştırır”126 diye hitap etmiştir. Hz. Peygamber bir defasında da: “Benim sözümü duyan, ezberleyen ve işittiği gibi kendinden sonrakilere ulaştıranı

119 Kur’ân, Tevbe (9): 7. 120 Bakınız: Yazır, Hak Dini, c. 4, s. 279 121 Hamidullah, İslâm Peygamberi, c. 1, s. 279, 282. 122 Mevlana Muhammed Ali, Peygamberimizin Hayatı, Çeviren: Ali Genceli, Nur

Yayınları, Ankara, Tarihsiz, s. 245-251. 123 Kur’ân, Nasr (110): 2. 124 Kur’an, Nisâ (4): 128. 125 Kur’ân, Enfal (8): 61. 126 Buhârî, 3/İlim, 9 (I, 24).

Hz. Muhammed’in Bazı İletişim İlkeleri / 293

Allah nurlara gark etsin. Kendinden daha anlayışlı olanlara ilim taşıyan nice insanlar vardır. Niceleri de âlim olmadıkları halde ilim taşırlar”127 buyurarak, mesajının başkalarına iletilmesini temenni ettiği duasıyla insanları etkileye-bilmiştir.

Hz. Peygamber mesajının yayılmasında olduğu gibi, korunması ve asliyetini muhafaza edebilmesi için de çevresindeki insanlara sorumluluk vermiştir. Sözgelimi O, mesajına yalan haber karıştırılmasını hoş bulmaya-rak şöyle demiştir: “Benim adıma söylenmiş bir yalan, bir başkasının adına söylenen yalan gibi değildir. Bile bile benim adıma yalan uyduran kişi ce-hennemdeki yerine hazırlansın.”128 Bir diğer sözünde de, mesajını içeren bilgileri gizleyenler için: “Kendisinden sorulan bir bilgiyi gizleyen ve onu insanlara ulaştırmayan kişiye kıyamet günü ateşten gem vurulur,”129 buyur-muştur.

Bunlar âdeta beddua gibi bir temenniyi yansıtmakta ve inananları İs-lâm’ı tebliğ ve iletişim amacına yönelik ortak bir sorumluluğa çağırmakta-dır..

16-Zaman Zaman Sembolik Anlatımlarla Mesajına Dikkat Çekmesi Hz. Peygamber iletişimde çeşitli sembollerden de faydalanmıştır. Din-

lerde kişilerin çevrelerini tanımlamalarına ve hislerini ifade etmelerine yar-dımcı olan bir inanç, sembol ve değerler yapısı vardır. Din, kullandığı çeşitli sembolik ifade biçimleriyle inananlarını motive eder ve toplum hayatında sembollerle belirginleşir.130

Hz. Peygamber de çevresindekilere zaman zaman sembolik anlatımda bulunmuştur. Örneğin o, renkleri motive edici birer sembol olarak kullanmış ve bir duasında: “Allah’ım beni hatalardan beyaz elbisenin kirden temizlen-diği gibi temizle”131 buyurmuştur. Beyaz rengin saflığı, doğallığı ve temizli-ği sembolize ettiğini söyleyebiliriz. Beyaza karşıt olarak, felaket ve kötülü-ğü, saklanması gereken sır hisleri132 sembolize eden kara renk ise, Kur’ân’ın bir ayetinde: “Onlardan birine kız (çocuğu olduğu) müjdelendiği zaman içi öfkeyle dolarak yüzü kapkara kesilir. Kendisine verilen müjdenin kötülü-

127 Ebû Davud, 24/İlim, 10 (IV, 68); Tirmizî, 39/İlim, 7 (V, 34). 128 Buhârî, 23/Cenâiz, 34 (II, 81); Müslim, Mukaddime, 4 (I, 10). 129 Ebû Davud, 24/İlim, 9 (IV, 67); Tirmizî, 39/İlim, 3 (V, 29). 130 Dinde sembolün fonksiyonu hakkında ayrıntılı bilgi için bakınız: Erkan Perşem-

be, “Dinde Sembolün Fonksiyonu ve İslâm’da Sembolik Değerlerin Bugünü,” Ondokuz Mayıs Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Sayı: 10, Samsun, 1998, s. 93.

131 Buhârî, 10/Ezan, 89 (I, 181); Müslim, 5/Mesâcid, 147 (I, 418). 132 Reha Oğuz Türkkan, İkna ve Uzlaşma Sanatı, Hayat Yayınları, İstanbul, 2000,

s. 76.

294 / Yusuf MACİT

ğünden dolayı kavminden gizlenir. (Şimdi ne yapsın) onu, aşağılık duygusu içinde yanında mı tutsun, yoksa toprağa mı gömsün! Bak ne kötü hüküm veriyorlar!”133 şeklinde vurgulanmıştır. Bu ayet, ruhsal kirliliğin, kötü ve gizli düşüncenin kapkara bir şekilde yüze yansımasını sembolize etmekte-dir. Kur’ân’da başka bir ayette, beyaz ve siyahın gündüzün aydınlığını ve gecenin karanlığını134 sembolize ettiği görülmektedir.

17-Olumsuz Tepkilere Karşı Sabır ve Tahammül Göstermesi Hz. Muhammed iletişim sürecinde karşılaştığı yalan, iftira, alay, tuzak,

tehdid ve su-i kast gibi olumsuz tepki ve engellemelere karşı sabırlı ve ta-hammüllü olmasını bilmiştir. Zira Allah, Elçisinden şahsına yönelik kötülük-lere aynıyla karşılık vermemesini; bilakis önceki peygamberlerin yaptığı gibi sabırlı olmasını isteyerek, “O halde sen de, peygamberlerden azim (ve irâde) sahiplerinin sabrettiği gibi sabret. Onlar için acele etme; onlar, tehdit edildik-leri azabı gördükleri gün, sanki gündüzün sadece bir saati kadar (dünyada) kalmış gibi olurlar. (Bu), bir tebliğdir. Yoldan çıkmış topluluktan başkası helâk edilir mi?”135 buyurmuştur. Yine “Sabret, sabrın ancak Allah(ın yardı-mı) iledir, onlara da üzülme, kurdukları tuzaklardan da sıkıntıya düşme”;136 “Onların dediklerine sabret ve güzelce onlardan ayrıl. Beni ve o nimet sahibi yalanlayıcıları baş başa bırak ve onlara biraz mühlet ver”137 ayetleri de Hz. Peygambere sabrı tavsiye etmektedir.

Hz. Muhammed, Cahiliyye dönemi insanının fakirlik, zenginlik, ma-kam, mevkii, kabile, ırk vb. unsurların etkisinde kalarak yaptığı olumsuz tutum ve davranışlar karşısında sabırlı olmasını ve onlara boyun eğmemesi gerektiğini bilmiştir.

Görüldüğü gibi, büyük ahlak sahibi olan138 Hz. Muhammed, şahsına karşı yapılan kabalıklara tahammül etmiş ve insanların hatalarını hoş gör-müştür. Eşi Âişe Hz. Peygambere, Uhud savaşının yapıldığı günden daha zor bir gün yaşayıp yaşamadığını sormuş, o da şu şekilde cevap vermiştir:

“Evet, senin kavminden çok kötülük gördüm. Bu kötülüklerin en fenası, onların bana (Taif’de bir mevkii olan) Akabe günü yaptığıdır. Taifli İbn Abdülyâlîl’e sığınmak istemiştim de beni kabul etmemişti. Ben de geri dö-nüp, derin kederler içinde yürümekteydim. Karnüsseâlib (denilen yere) va-rıncaya kadar kendime gelemedim. Orada başımı kaldırıp baktığımda, bir

133 Kur’ân, Nahl (16): 58-59. 134 Kur’ân, Bakara (2): 187. 135 Kur’ân, Ahkaf (46): 35; En’âm (6): 34. 136 Kur’ân, Nahl (16): 127. 137 Kur’ân, Müzemmil (73): 10-11. 138 Kur’ân, Kalem (68): 4.

Hz. Muhammed’in Bazı İletişim İlkeleri / 295

bulutun beni gölgelediğini gördüm. Dikkatlice bakınca bulutun içinde Cebrâil’i fark ettim. Cebrâil bana seslenerek:

“Allah, kavminin sana ne söylediğini ve seni himâye etmeyi nasıl red-dettiğini duymuştur. Onlara dilediğini yapması için de sana Dağlar Meleği’ni göndermiştir,” dedi. Bunun üzerine Dağlar Meleği bana seslenerek selam verdi. Sonra da:

“Ey Muhammed! Kavminin sana ne dediğini Allah işitti. Ben Dağlar Meleği’yim. Ne yapmamı istiyorsun? Eğer dilersen şu iki dağı onların başına geçireyim,” dedi. O zaman:

“Hayır, ben onların soylarından sadece Allah’a ibadet edecek ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmayacak kimseler çıkarmasını Allah’tan dilerim, de-dim.”139

Burada anlatıldığına göre Hz. Peygamber, cahillerin ve kendini bilmez-lerin kabalıklarına ve hakaretlerine aynıyla cevap vermek yerine, sabrederek onları bağışlamanın ve kusurlarını görmezden gelmenin daha asil bir davra-nış olduğunu ortaya koymuştur.

18-İyiliği Tercih Etmesi, İntikam Alma Yoluna Gitmemesi Hz. Muhammed bütün hayatı boyunca, genel olarak, kötülüklere kötü-

lükle değil, iyilikle karşılık vermeyi tercih etmiş; bu hususu iletişiminin vaz-geçilmez bir ilkesi haline getirmiştir.

Hiç şüphesiz, ortaya atılan tezin doğruluğu kadar onu savunmada takı-nılacak tutumun da doğru üslup ve yöntemle olması gerekmektedir: “(İnsan-ları) Allah’a çağıran, iyi iş yapan ve ‘Ben Müslümanlardanım’ diyenden daha güzel sözlü kim olabilir? İyilikle kötülük bir olmaz, (sen kötülüğü) en güzel olan şeyle sav. O zaman (bakarsın ki) seninle arasında düşmanlık bu-lunan kimse, sanki sıcak bir dost oluvermiştir”;140 “Affı (kolaylık yolunu) tut, iyiliği emret, câhillere aldırış etme”141 ayetleri Hz. Muhammed’e, iyilik ve kötülüğün bir tutulamayacağını, kötülüğe iyilikle karşılık verilmesinin daha yararlı olacağı mesajını iletmiştir.

Hz. Muhammed’e karşı çıkan çevreler, onun iletişimini engellemek için her türlü yöntemi kullanmışlar; işi, hile, tuzak, alay, tahkir, iftira ve yalandan cana kast etmeye kadar vardırmışlardı. Kullandıkları yöntemlere karşılık verebilmenin tek yolu, yine aynı yöntemleri kullanmaktan geçmekteydi. Fakat Hz. Peygamber, onların olumsuz tutum ve davranışlarına hiçbir zaman aynı şekilde karşılık vermemiştir.

139 Buhârî, 59/Bed’ü’l-Halk, 7 (IV, 83); Müslim, 32/Cihad, 111 (II, 1420). 140 Kur’ân, Fussilet (41): 33-34. 141 Kur’ân, A’râf (7): 199.

296 / Yusuf MACİT

Hz. Âişe’nin değerlendirmesine göre Hz. Muhammed, Allah yolunda savaşma hali dışında, ne bir kadına ne de bir hizmetçiye, kısacası hiçbir kim-seye eliyle vurmamış, kendisine fenalık yapan kimselerden intikam almaya kalkmamıştır. Yalnız Allah’ın yasak ettiği şeyler çiğnenince, o yasağı çiğne-yenden Allah adına intikam almıştır.142

Hz. Muhammed’in iyiliği tercihi ve intikam alma yoluna gitmemesi ile ilgili olarak şu örnek dikkat çekicidir:

Hanîfe oğullarından Sümâme b. Usâl, Mekke’de Hz. Muhammed’le karşılaştığında, Peygamberin kendisini İslâm’a davet etmesi üzerine, “Bir daha bu teklifini yaparsan seni öldürürüm” diyen ve bir başka sefer, Hz. Peygamberin kendisine gönderdiği elçiyi öldürmek isteyecek kadar düşman-lıkta ileri giden bir kişiydi. Bir İslâm askeri birliği onu yakalayarak Medi-ne’ye getirmişti. Fakat, askerler yakaladıkları bu kişiyi tanıyamamışlardı. Hz. Peygamber onu görür görmez tanımış ve Mescidde bir direğe bağlanma-sını ve kendisine saygılı davranılmasını istemiştir. Namaz için mescide giriş ve çıkışlarda bizzat Hz. Peygamber kendisiyle ilgilenmiş ve ona iman teklif etmiştir. Onun bu isteğine cevaben Sümame’nin hep, “Şayet beni öldürecek olursan, zaten kanı dökülecek katil bir kimseyi öldürmüş olacaksın; şayet kan diyeti istersen istediğini veririm” sözleri karşısında Hz. Peygamber, ona hiç karşılık vermeksizin oradan uzaklaşıp gitmekteydi. Sümame, bu arada camide olup bitenleri ve İslâm’ın nasıl bir din olduğunu bizzat görmekteydi. Üç gün sonra o, yine bildik cevabını tekrar edince Hz. Peygamber, onun hiçbir fidye alınmaksızın serbest bırakılmasını istedi. Sümame, bu tavırdan oldukça etkilenmiş olmalı ki, serbest kalınca camiden çıktı, şehir dışında bir yerde güzelce temizlendikten sonra tekrar Hz. Peygambere gelerek, ona müslüman olduğunu bildirdi ve şöyle dedi: “Şu ana kadar sen bana dünyanın en iğrenç adamı gibi duruyordun; işte artık şimdi seni herkesten çok takdir ediyorum”143

Hz. Muhammed, tehdit ve düşmanlıklara karşı “...Allah bu husustaki emrini bildirinceye kadar affedin, hoş görün...”144 ayetinde de belirtildiği gibi, affetme ve hoşgörü ile karşılık vermiştir. Savaş ortamlarında bile haksız yere taarruz yapılmaması, fiilen savaş içinde olmayanlar, kadınlar, çocuklar, rahipler ve savaşacak durumda olmayanların öldürülmemesi, müsle yapıl-maması yani ölülerin burnu, kulağı vb. organlarının kesilmemesi gibi bir çok kurala uyulmasını istemiştir. Ayrıca yiyecek ihtiyacı gibi bir maksat dışında

142 Müslim, 43/Fedâil, 79 (II, 1814); Ebû Davud, 40/Edeb, 4 (V, 142). 143 Hamidullah, İslâm Peygamberi, c. l, s. 442-443. 144 Kur’ân, Bakara (2): 109.

Hz. Muhammed’in Bazı İletişim İlkeleri / 297

hayvan kesilmesini, ağaçlara zarar verilmesini, imar edilmiş yerlerin tahrip edilmesini de yasaklamıştır.145

19-Bazen Sosyo-Psikolojik Bir Baskı, Bazen de Uyarı, Azarlama ve Müdahale Etme Yoluna Gitmesi

Hz. Peygamber, iletişimine engel olanlara ve kendisine karşı gelenlere, tavsiye ve uyarıda bulunma, azarlama, kızma, müdahale etme vb. gibi farklı tepkilerde bulunmuştur.146 Onun bu tür tavır ve tepkilerinin tesirli olmasında hiç şüphesiz bir kısım ayetler de etkili olmuştur. Örneğin: “Hayır, Rabb’in hakkı için onlar, aralarında çıkan çekişmeli işlerde seni hakem yapıp, sonra da senin verdiğin hükme karşı içlerinde bir burukluk duymadan (verdiğin hükme gönül hoşluğiyle razı olup) tam anlamıyla teslim olmadıkça inanmış olmazlar”147; “...(Allah Resulü)nün emrine aykırı davrananlar, kendilerine bir belanın çarpmasından, yahut onlara acı bir azabın uğramasından sakın-sınlar”148 şeklindeki ayetler, Peygamberin verdiği kararlara uymamanın ve emrine aykırı davranmanın ne gibi sonuçlar ortaya çıkaracağını ifade etmek-tedir.

Hz. Peygamber, bazen sosyo-psikolojik bir baskı uygulama yoluna git-miştir. Rivayetlere göre, Ka’b b. Mâlik, askerî bir sefere katılması gerekir-ken her nasılsa ihmal etmiş, katılmamıştı. Onun bu tavrı Hz. Peygamber tarafından hoş karşılanmamış ve kendisiyle elli gün konuşulmamıştı. Bu durumda, ondan başka iki kişi daha vardı. Yüzlerine dahi bakılmadığı, ken-dileriyle iletişimin tamamen kesildiği böyle bir tavır, aslında savaşa katılan müslümanlarla birlikte hareket etmedikleri için bir cezalandırmaydı. Hz. Peygamberin kırgın ve kızgın bir şekilde “Allah’ın hükmü gelinceye kadar kalk, git!” dediği Ka’b b. Malik, bu elli günlük sürede, yeryüzünün kendisine dar geldiğini söylemiştir. Bu süre sonunda samimi tevbeleri üzerine Allah, affedildiklerini bildiren şu ayeti indirmiştir:149 “Ve (savaştan) geri bırakılan o üç kişinin (tevbelerini kabul buyurdu). Bütün genişliğiyle beraber arz başla-rına dar gelmiş ve canları kendilerini sıktıkça sıkmış ve Allah’tan, yine Al-lah’a sığınmaktan başka çare olmadığını anlamışlardı. Allah onların tevbesini kabul buyurdu ki tevbe etsinler. Çünkü Allah, tevbeyi çok kabul eden, çok esirgeyendir.”150

145 Müslim, 32/Cihad, 3, (II, 1357); Ebû Davud, 15/Cihad, 82 (III, 86); Ayrıca bakı-

nız: Yazır, Hak Dini, c. 2, s. 34. 146 Bu konu ile ilgili ayrıntılı bilgi için bakınız: Aynur Uraler, Sahabe Uygulaması

Olarak Sünnete Bağlılık, Işık Yayınları, İstanbul, 2000, s. 89-133. 147 Kur’ân, Nisâ (4): 65. 148 Kur’ân, Nur (24): 63. 149 Buhârî, 64/Meğâzi, 79 (V, 132). 150 Kur’ân, Tevbe (9): 118.

298 / Yusuf MACİT

Bilindiği gibi Hz. Peygamber, her zaman hak ve özgürlükleri savun-muş; din ve vicdan gibi temel hak ve hürriyetlere karşı çıkılmasını ve dini inancın istenildiği gibi yaşanmasına engel olmayı cihad sebebi saymıştır. Bu olayda ise, misyonuna ve iletişim amacına yönelik engellemeden dolayı giriştiği mücadelede, kendisiyle birlikte hareket etmeyen arkadaşlarına Hz. Peygamberin vahiy gereği tavır alması; onlarla elli gün konuşmayarak afla-rını geciktirmesi ve sosyal bir boykotla onları cezalandırması söz konusu olmuştur.

20-Rol ve Statü İlişkilerini İyi Ayarlaması Kişinin kendisini bilmesi, yeteneklerini, zaaflarını, çeşitli duygularını

tanıması güzel bir şeydir. Böyle bir insan, toplum içindeki yerini, kişisel konumunu iyi bilir ve statüsüne göre roller geliştirerek etkili iletişimde bulu-nabilir.

Hz. Muhammed insanlık âlemi içinde, farklı statü ve rollere sahip olan tüm insanların peygamberi olmuştur. O, insanlara kendi içlerinden gönderi-len151 bir insan peygamber152 olup, en belirgin özelliği de “kulluğu” ve “pey-gamberliği”dir. Bunun dışında; aile reisliği, devlet başkanlığı, komutanlığı, tüccarlığı vardır. Ailesine vefalı bir eş, çocuklarına şefkatli bir baba ve dede iken; devlet idaresinde adil bir başkan ve savaş alanlarında cesur ve oldukça dirayetli bir komutandır. Böylece o, her yönden “güzel bir örnek”153 ve top-lumun her kesiminin kendisinden bir şeyler bulabileceği bir peygamberdir.

Hz. Muhammed bir başka açıdan da, hem normal insanlar gibi doğan, yiyip içen, konuşan, yaşayan ve ölen bir beşer, hem de getirdiği mesajı an-latma, açıklama, öğretme gibi iletişim misyonu olan bir peygamberdir. Hem ilâhi vahiy alan bir elçi, hem de kendi görüşü ile hareket eden bir beşerdir. Hem içinde yaşadığı toplumdan bağımsız hareket edebilen bir birey, hem de içinde bulunduğu toplumun şartlarına, örf ve âdetlerine riayet eden bir ferttir. Bütün bu özellikleri şahsında bulunduran bir kişinin davranışlarını incele-mek elbette kolay değildir.154

Bununla birlikte Hz. Muhammed’in, iletişim sürecindeki bir sözü veya yaptığı bir işi, hangi rol ve statü ile söylediği veya yaptığı hususunun bilin-mesi iletişim yönünden oldukça önemlidir. Bu sebeple, onu “örnek almak” ile, ona “benzemek” zaman zaman tartışılan konulardan olmuştur. Bir değer-lendirmesinde Gazâli, Peygambere benzemenin, ona (hürmet ve) tazim et-mek olmadığını; nitekim bir krala gösterilen saygının, onun emir ve yasakla-rına boyun eğmek olduğunu; yoksa kral bağdaş kurarak oturduğu için bağdaş 151 Kur’ân, Tevbe (9): 128. 152 Kur’ân, İsrâ (17): 93. 153 Kur’ân, Ahzab (33): 21. 154 Görmez, Metodoloji Sorunu, s. 281.

Hz. Muhammed’in Bazı İletişim İlkeleri / 299

kurmanın; o, sedire oturduğu için sedirde oturmanın kral için saygı ifadesi sayılmayacağını belirtmiştir.155 Gazâli’nin burada eleştirdiği benzeme, ahlak ve fazilet bakımından Peygamber gibi olmaya çalışmak değil; şekil ve görü-nüş bakımından ona benzemeye çalışmaktır. Onun yediklerini, yediği gibi yemek (zoraki benzeme olan) teşebbüh ve taklittir. Ancak, helâl bir şeyi onun belirlediği edep kuralları çerçevesinde, isrâfa kaçmadan ve tıka basa doymadan yemek, ona tabi olmaktır. Onun kendi örf ve coğrafyasına uygun olarak giydiklerini giymek, ona (zoraki benzeme yani) teşebbüh ve taklittir. Fakat, gösteriş ve isrâfa kaçmadan, edep yerlerini örtecek şekilde giyinmek, ona tabi olmak ve onu örnek almaktır.156

Hz. Peygamber, hem devlet başkanı sıfatıyla, hem de hakim sıfatıyla Allah’ın indirdiklerini ve emirlerini referans almakta, bunlara göre tavır ve davranış belirlemekte ve kararlarında adaleti gözetmekteydi. Bu tür rolleri çeşitli görevleri yaparken onun, peygamberlik misyonu ile hayatın her ala-nında örnek tutum ve davranışlar gösterme fonksiyonu bulunmaktaydı. Hiç kimse onu, siyasetçi, diplomat veya hukukçu statüsü ile yaptıklarından dola-yı, salt bir hakim, bir komutan veya bir idareci olarak algılamamaktaydı. Çünkü o, hayatı ve karakteri dini bir ruhla yoğrulmuş bir peygamberdi; dînî ve sosyal alanda bir ıslahatçıydı.157 Temsil ettiği rol ne olursa olsun, onu, Allah’tan vahiy almakta olan bir “Peygamber statüsü” nden soyutlamak im-kansızdı.

Hz. Muhammed, peygamberlik misyonu yanında, diğer insanlar gibi bir eş ve aile reisidir. Çocuklarının babası, torunlarının dedesidir. Bir çok komşu ve akrabası bulunan bir insandır. Bütün bunlara rağmen onda, üstlendiği rollerin niteliğinden veya bu rolleri yerine ve zamanına göre kullanış biçi-minden dolayı “rol uyumsuzluğu”158 söz konusu olmamıştır. Bu çeşitli tabiî ve toplumsal rolleriyle de o, en iyi davranışlar sergileyerek örnek olmuştur.

Sonuç Hz. Muhammed, tarihin belirli bir diliminde, sınırlı bir coğrafyada ve

küçük bir toplum içinde yaşamış; bu süreçte, Peygamberlik misyonu gereği, iletişimin en temel ve en genel öğeleri açısından, kaynak olarak ilâhi mesajı iletmiş; alıcı ve hedef durumundaki muhataplarının geribildirimlerini dikkate almıştır.

155 Ebû Hamid Muhammed b Muhammed Gazâli, Mustasfâ, Bulak-Mısır, 1334, c.

2, s. 218. 156 Yorum için bakınız: Görmez, Metodoloji Sorunu, s. 283. 157 Bakınız: Fazlur Rahman, İslam, Çeviren: Mehmet Dağ-Mehmet Aydın, Selçuk

Yayınları, Ankara, 1993, s. 71-72. 158 Dökmen, Empati, s. 120.

300 / Yusuf MACİT

Hayatı yoğun bir iletişim süreci içinde geçen Hz. Muhammed, Allah’ın kendisine gönderdiği mesajlar doğrultusunda tutum ve davranışlar belirle-miş, etkili iletişim ilkeleri uygulayarak, kendilerine örnek olduğu arkadaşla-rına dinin pratiklerini göstermiştir.

İnsanın kendini ve iletişimine hedef olanları tanıması ve bireysel farklı-lıkları göz önüne alması, iletişimde son derece önemlidir. Hz. Muhammed de, gerçekleştirdiği iletişimle, günümüzde geçerli iletişim ilkelerini başarılı bir şekilde uygulayarak bireysel özelliklere dikkat etmiş; başka bir ifadeyle kendileriyle iletişim süreci içinde olduğu insanların zihin, algı, bilgi, yaş, beden, irsiyet, çevre vb. yönlerini sürekli göz önünde bulundurmuştur.

Hz. Muhammed, statü ve rolünü iyi kullanmasını bilmiştir. Çeşitli du-rumlarda o, örneğin namaz kıldıran bir imam, verdiği karara uyulan bir ha-kim, savaşta komutları dinlenen bir komutan ve insanları bilgilendiren bir eğitimcidir. Bir Peygamber olduğu halde onun, değişik statü ve rolleri temsil eden bir birey olarak kabul edilmesi, otoritesini ve başarısını yansıtmaktadır. O, bu görevleri yerine getirirken, hiçbir zaman ideal bir eş, baba, dede ve arkadaş rollerini ihmal etmemiş, yüksek ahlaki vasıflarından hiçbir şey kay-betmemiştir.

Hz. Muhammed’in gerçekleştirmiş olduğu iletişim, Kur’ân esaslarına dayanmıştır. Aslında o, Allah’a ait bir söz olan Kur’ân’ın, yaşayan insana dönüşmüş biçimi olmuştur. Bu yönüyle o, ilâhi mesaja uygun, en güzel ör-nek davranışları sergilemiş; çevresindekilere sık sık ben de sizin gibi bir insanım diyerek, onların da kendisi gibi olmaları ve örnek bir hayat yaşama-ları gerektiği mesajını vermiştir.

Hz. Muhammed’in Bazı İletişim İlkeleri / 301

KAYNAKÇA

Ahmed, Muhammed bin Hanbel, Müsned, Çağrı Yayınları, İstanbul, 1992 Baymur, Feriha, Genel Psikoloji, İnkılâp Yayınevi, İstanbul, 1994 Buharî, Ebû Abdillah Muhammed bin İsmail, Sahih, Çağrı Yayınları, İstanbul, 1992 Canan, İbrahim, Peygamberimizin Tebliğ Metotları, Nesil Yayınları, İstanbul,

1998 Cüceloğlu, Doğan, Yeniden İnsan İnsana, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1999 Dârimî, Ebû Muhammed Abdullah Abdurrahman, Sünen, Çağrı Yayınları, İstanbul,

1992 Dökmen, Üstün, İletişim Çatışmaları ve Empati, Sistem Yayınları, İstanbul 1999 Ebû Davud, Süleyman bin Eş’as, Sünen, Çağrı Yayınları, İstanbul, 1992 Eren, Hasan ve diğerleri, Türkçe Sözlük, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara,

1988 Fazlur, Rahman, İslâm, Çeviren: Mehmet Dağ - Mehmet Aydın, Selçuk Yayınları,

Ankara, 1993 Gazâli, Ebû Hamid Muhammed bin Muhammed, Mustasfâ, Bulak-Mısır, 1334 Görmez, Mehmet, Sünnet ve Hadisin Anlaşılmasında ve Yorumlanmasında

Metodoloji Sorunu, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara, 2000 Hamidullah, Muhammed, İslâm Peygamberi, Çeviren: Salih Tuğ, İrfan Yayınları,

İstanbul, 1980 Halder, Alois - Müller, Max, Philosophisches Wörterbuch, Verlag Herder, Freiburg,

1993 İbn Kayyim, Muhammed bin Ebî Bekr el-Cevzîyye, Zâdü’l-Meâd, Çeviren: Ko-

misyon, İklim Yayınları, İstanbul, 1988 İbn Mace, Ebû Abdillah Muhammed bin Yezid, Sünen, Çağrı Yayınları, İstanbul,

1992 İslâmoğlu, Mustafa, Üç Muhammed, Denge Yayınları, İstanbul, 2000 Kandemir, Yaşar, Örneklerle İslâm Ahlâkı, Nesil Yayınları, İstanbul, 1980 Kardavi, Yusuf, Sünneti Anlamada Yöntem, Çeviren: Bünyamin Erul, Rey Yayın-

ları, Kayseri, 1993 Kaya, Remzi, “Ehl-i Kitap”, İslam Ansiklopedisi, c. 10, Türkiye Diyanet Vakfı

Yayınları, İstanbul 1994 Kettânî, Muhammed Abdülhayy, Terâtîbü’l-İdârîyye, Çeviren: Ahmet Özel, İz

yayıncılık, İstanbul, 1990-1992 Köknel, Özcan, İnsanı Anlamak, Altın Kitaplar Yayınevi, İstanbul, 1997 Malik, Enes b., Muvatta, Çağrı Yayınları, İstanbul, 1992 Muhammmed Ali, Mevlana, Peygamberimizin Hayatı, Çeviren: Ali Genceli, Nur

Yayınları, Tarihsiz.

302 / Yusuf MACİT

Müslim, Ebû Hüseyin Müslim bin Haccac, Sahih, Çağrı Yayınları, İstanbul, 1992 Nesâî, Ebû Abdurrahman Ahmed bin Şuayb, Sünen, Çağrı Yayınları, İstanbul, 1992 Ozankaya, Özer, Toplumbilimine Giriş, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fa-

kültesi Yayınları, Ankara, 1979 Perşembe, Erkan, “Dinde Sembolün Fonksiyonu ve İslâm’da Sembolik Değerlerin

Bugünü”, Ondokuz Mayıs Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, sa-yı: 10, Samsun, 1998, ss. 89-101

Şiblî, Mevlana, Asr-ı Saadet, Çeviren: Ö. Rıza Doğrul, Sadeleştiren: Osman Zeki Mollamehmetoğlu, Eser Neşriyat, İstanbul, 1972

Tirmizî, Ebû İsa Muhammed bin İsa, Sünen, Çağrı Yayınları, İstanbul, 1981 ______, Şemâili Şerife, Tercüme ve Şerh: Hüsamüddin Nakşibendi, Sadeleştiren:

Mehmet Sadık Aydın, Hilal Yayınları, Ankara, Tarihsiz. Tubbs, Stewart L.-Moss, Sylvia, Human Communication, McGraw-Hill, New

York, 1991 Türkkan, Reha Oğuz, İkna ve Uzlaşma Sanatı, Hayat Yayınları, İstanbul, 2000 Uraler, Aynur, Sahabe Uygulaması Olarak Sünnete Bağlılık, Işık Yayınları, İs-

tanbul, 2000 Yazır, M. Hamdi, Hak Dini Kur’ân Dili, Sadeleştiren: İsmail Karaçam ve diğerleri,

Feza Gazetecilik, İstanbul, Tarihsiz. Zıllıoğlu, Merih, İletişim Nedir?, Cem Yayınları, İstanbul, 1993

Hz. Muhammed’in Bazı İletişim İlkeleri / 303

Some Communicational Principles of the Prophet Muhammad

ABSTRACT As a messenger and the source of communication, the prophet Muhammad set forth the main principles of communication taking into consideration the feed-back of the listener groups of his own time. The prophet Muhammad whose life passed with a heavy communicational process, conveyed the message of Allah to the people of his own time in a very effective way. His success was due to his practical behavior as well as his theoretical knowledge. He was a model of communication. When he communicated with people, he always took consideration the intelligence, the amount of knowledge, the age, the sex, and the environment of the people with whom he talked. In short, he applied all contemporary communicational principles during his life.