· haber HÜR TEFEKKÜRÜN KALESİ Aylık Siyaset, Strateji ve Toplum Dergisi KASIM 2015 YIL 9...

116
haber haber HÜR TEFEKKÜRÜN KALESİ Aylık Siyaset, Strateji ve Toplum Dergisi KASIM 2015 YIL 9 SAYI 108 15 TL www.haberajanda.com.tr Yayınları PROF. DR. TURAN GÜVEN Küresel güçlerin ipine sarılanlar kuyuda kalabilirler PROF. DR. SEYİT MEHMET ŞEN 1 Kasım seçimlerinden sonra MEHMET ŞEKER Büyük hamleler için büyük fırsat! SABRİ ÖĞE 2023 Treni’nin hızı artmalıdır! LOKMAN AYVA 1 Kasım, G20, İstanbul Maratonu ve Paris PROF. DR. SERHAT ATABEY Seçim bitti, kendimize gelelim! AYTEN ÇALIŞ Cumhur 1 Kasım’da “kimlerin” saltanatını “neden” bitirdi? ORHAN MÜCAHİT Mola bitti; istikamet, 2023 Türkiye’si! PROF. DR. LÜTFULLAH TÜRKMEN “Millilik” kavramı üzerine bazı düşünceler MURAT İLKTER Rus ruleti DR. RÖVŞEN ALİZADE Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Ermeniler SİNAN CANAN Hayâllerimiz kadar varız S. SERVET HOCAOĞULLARI Geleceğin zirvesi 2023 AHMET TURGUT “DAEŞ”e Fransız kalmak veya propagandayı “IŞİD”ememek SÖYLEŞİ M. SERHAT BIÇAK PTT Genel Müdürü Harun Maden: “Hizmet çeşitliliğimizi geliştirmeye devam edeceğiz!” Y. KEMAL BOZOK 21. yüzyılın yeni oligarşik derin devleti Bakranistlerin şifresi

Transcript of  · haber HÜR TEFEKKÜRÜN KALESİ Aylık Siyaset, Strateji ve Toplum Dergisi KASIM 2015 YIL 9...

Page 1:  · haber HÜR TEFEKKÜRÜN KALESİ Aylık Siyaset, Strateji ve Toplum Dergisi KASIM 2015 YIL 9 SAYI 108 15 TL  Yayınları PROF. DR. TURAN GÜVEN Küresel güç

haberhaberHÜR TEFEKKÜRÜN KALESİ Aylık Siyaset, Strateji ve Toplum Dergisi KASIM 2015 YIL 9 SAYI 108 15 TL www.haberajanda.com.tr Yayınları

PROF. DR. TURAN GÜVENKüresel güçlerin ipine

sarılanlar kuyuda kalabilirler

PROF. DR. SEYİT MEHMET ŞEN1 Kasım seçimlerinden sonra

MEHMET ŞEKERBüyük hamleler için büyük fırsat!

SABRİ ÖĞE2023 Treni’nin hızı artmalıdır!

LOKMAN AYVA1 Kasım, G20,

İstanbul Maratonu ve Paris

PROF. DR. SERHAT ATABEYSeçim bitti, kendimize gelelim!

AYTEN ÇALIŞCumhur 1 Kasım’da “kimlerin”

saltanatını “neden” bitirdi?

ORHAN MÜCAHİTMola bitti; istikamet, 2023 Türkiye’si!

PROF. DR. LÜTFULLAH TÜRKMEN“Millilik” kavramı üzerine

bazı düşünceler

MURAT İLKTERRus ruleti

DR. RÖVŞEN ALİZADEOsmanlı’dan Cumhuriyet’e Ermeniler

SİNAN CANANHayâllerimiz kadar varız S. SERVET HOCAOĞULLARIGeleceğin zirvesi 2023AHMET TURGUT“DAEŞ”e Fransız kalmak veya propagandayı “IŞİD”ememek

SÖYLEŞİ

M. SERHAT BIÇAKPTT Genel Müdürü

Harun Maden:“Hizmet çeşitliliğimizi

geliştirmeye devam edeceğiz!”

Y. KEMAL BOZOK

21. yüzyılın yeni oligarşik derin devleti

Bakranistlerin şifresi

Page 2:  · haber HÜR TEFEKKÜRÜN KALESİ Aylık Siyaset, Strateji ve Toplum Dergisi KASIM 2015 YIL 9 SAYI 108 15 TL  Yayınları PROF. DR. TURAN GÜVEN Küresel güç

HABER AJANDA Y A Y I N L A R I

2.BASKI

Page 3:  · haber HÜR TEFEKKÜRÜN KALESİ Aylık Siyaset, Strateji ve Toplum Dergisi KASIM 2015 YIL 9 SAYI 108 15 TL  Yayınları PROF. DR. TURAN GÜVEN Küresel güç

1kasım 2015www.kapiyayinlari.com [email protected] facebook.com/kapiyayinlariofficial twitter.com/kapiyayinlari

Evet, aşk tenhalaştırır insanı,Çoklar az olur zamanla ve geriye iki kalır,Tâ ki, seven Sevgilide (sav) eriyene değin…

Page 4:  · haber HÜR TEFEKKÜRÜN KALESİ Aylık Siyaset, Strateji ve Toplum Dergisi KASIM 2015 YIL 9 SAYI 108 15 TL  Yayınları PROF. DR. TURAN GÜVEN Küresel güç

2 kasım 2015

12

74

18

28

32

74

12

28 32

18

KAPAK / YUSUF KEMAL BOZOK21. yüzyılın yeni oligarşik derin devleti Bakranistlerin şifresi“Bakranistlerin amacı ne?” Bizce asıl üzerinde durulması gereken husus bu! Çünkü söz konusu amaç, bugünümüzü olduğu kadar yarınımızı da doğrudan ala-kadar etmekte, hatta bağlamakta; hem de sağlam kazığa emperyalist halatlarla…

S. SERVET HOCAOĞULLARIGeleceğin zirvesi 2023Parlamenter sistem, artık Türkiye’nin bünyesinin gelişmesini durdurmaktadır. Türkiye, artık bayrağının yanında marka-laşmış flamalarıyla da var olacağı 2023’e doğru ilerlerken, 1 Kasım seçimlerinin verdiği “son viraj”ı gerektiği hızda ta-mamlamalıdır.

AHMET TURGUT“DAEŞ”e Fransız kalmak veya propagandayı “IŞİD”ememekSuriye’deki iç savaş, hele de Halep ve do-ğusundaki çatışmalar IŞİD bahanesiyle daha da şiddetlenecek olursa yeni bir göç dalgası oluşacağı kesin! Üstelik bu insan-ların Türkiye’den gayrı sığınabilecekleri bir liman da yok.

PROF. DR. TURAN GÜVENKüresel güçlerin ipine sarılanlar kuyuda kalabilirlerİnsanlık bir Roma Barışı, Selçuklu Barışı ve Osmanlı Barışı yaşadı, ama bugün kimse bir Amerikan ve İngiliz barışından bahse-demiyor. Ne yazık ki ABD, insanlığa kar-şı bu sorumluluk bilincinin zerresine sahip değil! Görünen o ki, Yahudi lobileri ve gizli tarikatların güdümünden çıkamadığı sürece de bu bilinci kazanamayacak.

PROF. DR. SEYİT MEHMET ŞEN1 Kasım seçimlerinden sonra“Hiçbirimizin mazereti kalmadı” diyerek şunu kastediyorum: Herkes ilahların pe-şinde gidenleri, onların izine basmayı kut-sal bir yürüyüş olarak bilenleri, onların ifsat ettiği zihinleri kurtarmaya soyunma-sın; zira bu iş, bilenlerin işi olmalı! Bu işe, ancak işi yapabilecekler soyunmalı!

Bundan böyle daha iyi bildiğim kısma, [n] Beyin’deki çalışmalarıma ve insan psikolojisi alanındaki araştırmalarıma ağırlık vereceğim inşallah. Tabiî bu arada yazı yazma anlamında boş durmak yok! Bilebildiklerimi, bilebildikle-rimden söyleyebildiklerimi ilgilenen tüm dostlar için “genç” Kültür Ajanda’da paylaşmaya devam edeceğim. “Ajanda Dergileri” zaten bizim çocuklarımız, dolayısıyla ben hep oralarda bir yerlerde olacağım inşallah Rabbim ömür verdikçe.

BAŞYAZIDOÇ. DR. SİNAN CANAN

Hayâllerimiz kadar varız

6

SAYI: 108 // KASIM 2015

İçindekilerhaberajanda

5 EDİTÖR/M.SERHATBIÇAK6 BAŞYAZI/DOÇ.DR.SİNANCANAN

Hayâllerimiz kadar varız10 AYINOLAYI Bu tarihi not ediyoruz! Zafer: 1 Kasım 201512 SEDATSERVETHOCAOĞULLARI Geleceğin zirvesi 202314 SELÇUKKAYIHAN

Türkiye Ajanda 18 AHMETTURGUT “DAEŞ”e Fransız kalmak veya propagandayı “IŞİD”ememek 20 ÖMERBEKİRSADIK

Dünya Ajanda 24 ULUĞBAYINDIR Medya Ajanda 28 PROF.DR.TURANGÜVEN Küresel güçlerin ipine sarılanlar kuyuda kalabilirler31 SABRİÖĞE 2023 Treni’nin hızı artmalıdır!32 PROF.DR.SEYİTMEHMETŞEN

1 Kasım seçimlerinden sonra35 CÜNEYTAKAR

Hedef 2023: Menzil kısalıyor36 MEHMETŞEKER

Büyük hamleler için büyük fırsat!

40 MEHMETSERHATBIÇAK Artık daha net konuşacağız “Şimdi yeni şeyler söylemek lazım!”46 LOKMANAYVA

1 Kasım, G20, İstanbul Maratonu ve Paris

48 PROF.DR.SERHATATABEY Seçim bitti, kendimize gelelim!50 MURATİLKTER Rus ruleti52 AYTENÇALIŞ 1 Kasım: Bumerang Cehennemi Cumhur 1 Kasım’da “kimlerin” saltanatını “neden” bitirdi?

Page 5:  · haber HÜR TEFEKKÜRÜN KALESİ Aylık Siyaset, Strateji ve Toplum Dergisi KASIM 2015 YIL 9 SAYI 108 15 TL  Yayınları PROF. DR. TURAN GÜVEN Küresel güç

3kasım 2015

98

66

52

48

46

31

Bugün sahip olduğumuz şartlar için Başbakan ve AK Parti Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu’na teşekkür borçlu olduğumuz kadar MHP Genel Başkanı Devlet

Bahçeli’ye de teşekkür borçluyuz. Her teklife “Hayır!” cevabı vermeseydi, koalisyon kurulmasına yeşil ışık yakıp iktidar ortağı olsaydı, bu tablo ile karşılaşma imkânı bulamaya-caktık. Şaka yaptığımı düşünmeyin, son derece ciddiyim. Bazıları iktidar olarak hizmet eder, bazıları muhalefette kalarak.

Büyükhamleleriçinbüyükfırsat!

36

MEHMET ŞEKER

SABRİ ÖĞE

2023 Treni’nin hızı artmalıdır!“Paralel’e aldandık”, “Çözüm Süreci’nde aldandık” olmaz! Aldanma hakkınız bitti, uyanık olacaksınız! “Dört Bakan” me-selesini bu millet hiçbir zaman unutmayacak! “Uzun Adam”ın neden bu adamları bu kadar koruduğunu da hep sorgulaya-cak. “Hırsızlık olsa bu köprü-ler yapılabilir miydi?” laflarının hiçbir kıymet-i harbiyesinin ol-madığı idrak edilsin, işin gere-ği yapılsın...

LOKMAN AYVA

1 Kasım, G20, İstanbul Maratonu ve Paris1 Kasım seçimleriyle Türkiye farklı bir yöne girdi. “Böyle gelmiş, böy-le gider” sözünün yerini, “Hiç-bir şey eskisi gibi olmayacak” sözü aldı. O halde büyük bir dünya viz-yonuyla yaşamak, çalışmak, geliş-mek gerekiyor. Her bir insanımız, kendisi için ülkesinin misyonuyla aynı olan bir misyon biçmeli.

PROF. DR. SERHAT ATABEY

Seçim bitti, kendimize gelelim!Dünyevileşmekten ve dünya iş-lerine dalıp gitmekten kendimi-zi nasıl koruyacağımızın ve iyiliği yayma, kötülüğe mani olma mis-yonumuzu nasıl icra edeceğimi-zin, insanî ve İslâmî anlamda nasıl değerler üreteceğimizin üzeri-ne kafa yormamız gerekmekte-dir. Kendi açımızdan asıl büyük mücadeleyi bu alanda vermeli-yiz. O zaman haydi, hep beraber iş başına!

AYTEN ÇALIŞ

Cumhur 1 Kasım’da “kimlerin” saltanatını “neden” bitirdi?Tıpkı “Deli Yürek-Bumerang Ce-hennemi” filminde monşerler’e esir düşen ve son anda ellerin-den kurtularak final sahnesinde bu şer ittifakını bazukayla dağı-tan Kenan İmirzalıoğlu’nun ser-gilediği gibi, kaldırılan saltanat, hiç de beklenen saltanat olma-mıştı doğrusu.

PROF. DR. LÜTFULLAH TÜRKMEN

“Millilik” kavramı üzerine bazı düşüncelerGünümüzde artık millilik kavra-mının, kanımca yaşadığınız ve ait olduğunuz devlete karşı bağını-zı ve bunun oranını ifade etmede kullanılan bir kavram olduğunu düşünüyorum. Bir başka deyiş-le “vatanseverlik”… Yani vatan-daşlığın doğal sonucu olarak or-taya çıkan bir durum… Mesela bugün Almanya’da yaşayan ve Türkiye’den göçen Alman vatan-daşının...

DR. RÖVŞEN ALİZADE

Osmanlı’dan Cumhuriyet’e ErmenilerErmeni Gregoryen Kilisesi’nin Ec-miyazin, Akdamar (Van) ve Sis (Ko-zan) Katogikosluğu olmak üzere üç tane en üstün ruhani makamı vardır. Kilise piramidine göre bun-ların altında İstanbul ve Kudüs Pat-riklikleri bulunmaktaydı. Bu bağ-lamda Osmanlı Ermenilerinin...

31 48 66

46 52 98

Hizmet sunduğumuz alanlarda bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da en iyi olabilmek gayesiyle çalışmalarımızı tüm hızıyla

sürdüreceğiz. Gelişen teknolojinin yakından takibi ve hizmetlerimizde bundan yararlanma-ya, insan kaynağının etkin ve verimli kullanıl-masına yönelik uygulamalara, farklı kurum-larla yapılan işbirliği anlaşmaları ile hizmet çeşitliliğimizi geliştirmeye devam edeceğiz.

PTTGenelMüdürüHarunMaden:“Hizmetçeşitliliğimizigeliştirmeyedevamedeceğiz!”

84

SÖYLEŞİ/ M. SERHAT BIÇAK

55 DR.MUHAMMEDİKBALBAKIRCIİlk sesleniş: “Safta yer aç!”

56 NADİREÇAMLIYILDIRIM AK Parti’ye kazandıran muhalefet 58 ORHANMÜCAHİT

Mola bitti; istikamet, 2023 Türkiye’si! 60 AYTEKİNATASOYU

Pamuk Prenses kılıklı Frankestein’ler62 MESUTEMREBALCI Vallahi yenileceksiniz!64 YAHYAKURT

“Cahiller”in irfanı65 FATMAŞURABAHSİ

Siyaset ve etik bağlamındaerdemli iktidarlar

66 PROF.DR.LÜTFULLAHTÜRKMEN“Millilik” kavramı üzerine bazı düşünceler

71 RUKİYEYILDIZERDOĞMUŞCanla imtihan

72 SUNAAKARTerör: Kara deliğin tam ortasındayız!

74 KAPAK/YUSUFKEMALBOZOK21. yüzyılın yeni oligarşik derin devletiBakranistlerin şifresi

84 MEHMETSERHATBIÇAKSÖYLEŞİ / HARUN MADEN:“Hizmet çeşitliliğimizi geliştirmeye devam edeceğiz!”

94 FURKANERGÜLİşçi Partisi’nin geleceği: “Eski Sol”un dönüşü

96 MEHMETFATİHÖZTARSUKafkasya’daki sorunlara farklı bir bakış

98 DR.RÖVŞENALİZADEOsmanlı’dan Cumhuriyet’e Ermeniler

104 MİRKEMALKAŞGARLI Uygurlara olağanüstü mutluluk yaşatan ve bir o kadar da endişelendiren gelişme 108 SUNGURİNCİ Kitaplık 112AHMETYOZGAT

Karikatür

Page 6:  · haber HÜR TEFEKKÜRÜN KALESİ Aylık Siyaset, Strateji ve Toplum Dergisi KASIM 2015 YIL 9 SAYI 108 15 TL  Yayınları PROF. DR. TURAN GÜVEN Küresel güç

4 kasım 2015

İMTİYAZ SAHİBİ

AJANDA GRUP BAŞKANI

YAYINLAR GENEL YÖNETMENİ

YAYINLAR GENEL SANAT YÖNETMENİ

GENEL KOORDİNATÖR

GENEL YAYIN YÖNETMENİ

SORUMLU YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜYAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ

İNTERNET SAYFASI EDİTÖRÜ

REKLAM ABONE ve DAĞITIMKOORDİNATÖRÜ

GÖRSEL YÖNETMEN

GRAFİK TASARIM

FOTOĞRAFLAR

BALKANLAR TEMSİLCİLİĞİ

MAKEDONYA TEMSİLCİLİĞİ

HABER AJANDA

BASKI

BASKI TARİHİ

İDARİ ADRES

HABERLEŞME ADRESİ

ISSN

ABONELİKYurtiçi yıllık abonelik 180 TL,

kurum ve kuruluşlar için 360 TL, Kıbrıs için 200 TL,

Avrupa için 150 € ve ABD için 200 $’dir.

HESAP BİLGİLERİMİZAktüelya Basın Yayın ve

Reklam Tic. Ltdi Şti. Vakıfbank Ankara Meşrutiyet Şubesi

Hesap (IBAN) No: TR 1200015 0015 8007 287367226

Posta çeki Hesap No: 5315328

Yavuz [email protected]üzeyyen Selim [email protected] Canan [email protected] Çaylı[email protected] Erkan Oğ[email protected]

Mehmet Serhat Bıçak [email protected]. Levent Şahsuvaroğlu

Ömer Bekir Sadık [email protected] [email protected] Oğuz [email protected] Koçoğ[email protected]üelya

İlker Kırmızı Anadolu Ajansı / 123RF

Serkan Selim Dilek / Bravadziluk 8/71000 SarajevoBosnia and HercegovinaOfis Tel : 00 387 33 225526Cep : 00 387 62 225526

Salih Utaş / Gradište 97, ÜsküpSkopje - MacedoniaOfis Tel : 00 389 23 220337Cep : 00 389 70 451737

Aktüelya Basın Yayın ve Reklam Tic. Ltd. Şti. tarafından T.C. yasalarına uygun olarak yayınlanmaktadır. Kültür Ajanda’nın isim ve yayın hakları Aktüelya Basın Yayın ve Reklam Tic. Ltd. Şti.’ne aittir

TŞOF Trafik Matbaacılık A.Ş.I. Org. San. Böl. Prof. Dr. Orhan Işık Cd. No: 3 Sincan/ ANKARA Tel: 0312 267 08 97

Kasım 2015

Anafartalar Cad. Şan Sk. 10/303 Kat: 3 Ulus – AnkaraTel: (0.312) 380 90 92 Fax: (0.312) 381 45 65

Posta Kutusu 168/ 06420 Yenişehir/[email protected]

Dergide yayınlanan malzemelerin her hakkı saklıdır. Kaynak gösterilerek alıntı yapılabilir. Yazıların sorumluluğu yazarlarına, ilanların sorumluluğu ilan sahiplerine aittir.

Dergimiz haber ahlak ilkelerine uyar.

1306-5742

Abone bildiriminiz için [email protected] e-mail adresine veya 0 533 165 39 82 GSM numarasına mesaj bırakabilirsiniz. 0 312 380 44 70’e faks çekebilirsiniz veya 0 312 380 90 92’yi direkt arayabilirsiniz.

Sayı: 108/ Kasım 2015Fikir Platformuhaberajanda

>> Mizahı çok seven biri olarak çeşitli şekillerde sunulan mizah içerikli yazılı ve görsel yayınları takip ederim. “Güldür Güldür” adlı televizyon prog-ramında, sanırım bir yıl kadar önce sahnelenen bir oyunda, iki müttefik devlet başkanının birbirleri arasındaki ilişkinin komik diyaloglarla canlan-dırılması hayli ilgi çekiciydi. Zira iki müttefik devlet başkanı, evli bir çift gibi sunuluyordu. Bu parodiyi izlediğimde “Gerçekten böyle olsa ya” demeden geçememiştim.

Bu parodinin yayınlanmasının ardından birçok kez “ittifak” kelime-sinden türeyen “müttefik” sözcüğü üzerinde düşündüm. İttifak için bir anlaşmaya ve bu ittifakı sağlayan müttefikler arasında da o anlaşmaya “sadık” kalmaya ihtiyaç vardır. Bu anlaşmadan maksatla bir nikâhı, bir iş sözleşmesini veya uluslararası bir paktı da örnek verebiliriz. Bu örneklere göre anlaşmanın tarafları ise nikâhta birbirine eş karı-koca, iş sözleşmesinde işçi-işveren ve uluslararası paktta da iki veya ikiden fazla devlettir.

Bu örneklere evlilikteki ittifakta eş olan, emek ile sermayenin bir araya gelmesiyle kurulan ittifakta kişisel gü-cüyle parayı ortaya koyan, paktta ise sahip oldukları kaynak ve imkânları birbirine sunan taraflar “müttefik” unvanını alabilirler.

Hazreti Hasan (ra), Efendimiz’in (sav) “Oğlum!” dediği, bir gün kardeşi Hazreti Hüseyin (ra) ile kaybolduğun-da perişan hallerle aç ve susuz şekilde aramaya çıktığı ve de ikisini birbirine kucaklaşmış halde bulduğunda sevinç gözyaşlarıyla sarıldığı torunu…

Hazreti Hasan (ra), İslam Devleti’ni yönetme hususunda yaptığı “anlaşma” ile de meşhurdur. Hatta bu anlaşma yolu, kendisi de şehit olmasına rağ-men, Hazreti Hüseyin’in Kerbelâ’da şehit olmasıyla sonuçlanan hak müca-delesini kendisinin de aynıyla yürüt-mediği düşünülerek bazı sivri akıllılar-ca eleştirilmesine neden olmuştur.

Ancak az önce de değindiğim gibi, Hazreti Hasan (ra) da şehit olmuştur. Hem de eşi tarafından zehirlenerek…

Yani hayat “müttefiki” tarafından… Hâlbuki anlaşmada ihtiyaç duyulan iki unsurdan biri taraflar, biri de “anlaşma-ya sadakat” idi. Bir anlaşmayı taraflar olmadan düzenleyemeyeceğimizi düşündüğümüzde, anlaşmanın en olmazsa olmaz ihtiyacı “sadakattir”. Ve Hazreti Hasan’ın bir “taraf” olduğu iki anlaşma, Hazreti Hasan aleyhine bozulmuştur. Yani kendisine sadakat gösterilmemiş, ittifakına ihanet ye-miştir.

Peki, Hazreti Hasan’ın biz İslam olan-lar için işaret ettiği şahsî temsil noktası nedir bütün bunları toplayınca? Onun (ra) timsal kılındığı nokta, “sulh ede-rek, anlaşarak, barışarak çözmek”tir. Silahınızı kuşandıysanız, belinizden çektiğiniz andan itibaren “düşünmek-ten” soyutlanabilir, o silahı kullanmaya odaklanabilirsiniz. Bunun tam tersini yapmak güçtür, ancak “farklı” insanlar bu azme sahiptirler. Örneğin Hazreti Hasan’ın babası Hazreti Ali, savaştığı sı-rada yüzüne tüküren birini öldürmek yerine, “Nefsim için öldürürsem Allah yolunda savaşmış olmam” diyerek el çekmiştir o kimseden. Yani salisenin bile birkaç parçası olan bir anda bunu “düşünebilmiştir”. Öyleyse sulh etmek, “üzerinde çokça düşünülecek” bir cebrî dertler sürecidir. Efendimiz ve Hazreti Hasan’ın da Dedesi Hazreti Muhammed (sav) de Medine Vesikası ve Hudeybiye Anlaşması’nda böyle çetin problemlerle karşılaşmıştır.

1 Kasım seçimleriyle, Rabbimize hamdolsun ki büyük bir badireyi daha atlattık. 1 Kasım’a kadarki süreçte dillerimiz daha da keskinleşti, doğru akledip düşünmek yerine düşüncesiz-ce öfkemizi kullanmayı marifet belle-dik. Bugüne dek “müttefik” dediğimiz kimselerin her gün yanı başımızda bulunup bize zerk ettikleri zehirlerle zehirlendik. Çok şükür, Allah bugünü de gösterdi, hiç umulmadık bir galibi-yet lütfetti ve sinsi oyunlar bozuldu. Öyleyse bundan sonra, gelecek ay şe-hadet yıldönümü gelen Hazreti Hasan’ı (ra) anlayıp onun gibi akletmeyi dene-yelim mi? Saygı ve muhabbetle… (Cafer Sadık Turna/ Ankara)

Şimdi Hz. Hasan’ca konuşmalı!

Ö NCELİKLE Haber Ajanda ekibine “Fikir Platformu” gibi bir sayfayla okuyucularının görüşlerine de yer verdiği için çok teşekkür ediyorum.

Page 7:  · haber HÜR TEFEKKÜRÜN KALESİ Aylık Siyaset, Strateji ve Toplum Dergisi KASIM 2015 YIL 9 SAYI 108 15 TL  Yayınları PROF. DR. TURAN GÜVEN Küresel güç

5kasım 2015

>>Türkiye’nin iki buçuk se-neye kadar herhangi bir seçim gündemiyle doldurulmayaca-ğını ve bugünlerden itibaren artık daha rahat fikrî mülahaza-lar yapılabileceğini düşünerek, gördüğümü sandığım bazı açıları aktarmaya çalışayım.

Mal veya hizmet piyasasına yeni sunulan her ürün veya hizmet için bir “tutundurma” dönemi vardır. Bu dönemde, piyasaya sürülmüş mal veya hizmetin insanlar tarafından aranan ve dolayısıyla sürekli talep edilen bir konuma getiril-mesi amaçlanır. Eğer söz konu-su konum yakalanırsa, istene-ne ulaşılmış demektir. Değilse, hemen o mal veya hizmetten vazgeçilmez, arz formatı ve ürün üzerinde detay değişik-liklerine gidilir. Bu da olumlu sonuç vermezse…

Devir itibariyle soyut ve somut her varlığa mal veya hizmet imajı taşıyormuş gibi bakan insanlık, aldığı, tuttuğu veya tattığı her ürün, kaldığı yahut içerisine girdiği her tesis veya kurum için kendisine “tutundurma süreçleri” belirle-di. Hal böyle olunca, soyut haz veya manevî zevk/feyz alabile-ceği her fikir veya kurumu da böyle belledi.

Bu devrede ortaya çıkan “benimseme” ve “anlama” farkını anlatmanın çeşitli yollarını beraber düşünelim mi? Zira benimseme gerçek-leştikçe anlama ihtiyacı orta-dan kayboldu. Ve kendilerini sadece anlatmak isteyenler dahi benimsenmenin yolları-nı arar oldular.

Örneğin, “Benim ihtiyaçla-rımı bu parti giderir” deyip oy verdik ama oy verdiğimiz par-tinin kim veya ne olduğunu tanımak istemedik. Eğer iste-seydik, oy verdiğimiz partinin nasıl anlamlar ihtiva ettiğini dünyadaki başka insanlardan öğrenmeye çalışmazdık. O başka dünya insanlarından öğrendikleri cümlelerle par-tilerine oy isteyen kimselerle bu yüzden karşılaşmadık mı? (Mesela AK Parti’ye oy veren birinden “ABD Diktatör’ü uyardı” diyerek kendi parti-sine oy isteyen biriyle, başka bir partiye oy vermiş birinden “Ümmetin umudu bizde” diyerek oy isteyen AK Partili-nin zihnî kesişim kümesi aynı değil mi?)

Yahut bir tarikata/cema-ate girip “Destur!” deyince önümüzde bütün kapıların açılacağını, “Medet!” deyince her işimizin rast gideceğini düşündük ama girdiğimiz yolu anlamak istemedik. Eğer isteseydik, girdiğimiz bu yolda elde ettiğimiz rant-ları beslemek ve kerametler beklemek yerine ruhumuzu beslemeyi aklederdik.

Tuttuğumuz takımları, giyim tarzımızı, yemek akse-suarlarımızı, kullandığımız teknolojiyi, kariyer yollarını, ulaşım alternatiflerini veya çocuklarımıza verdiğimiz isimleri dahi benimsedik, ancak anlamadık. Çünkü sadece kulağa hoş geliyorlar-

dı, kokularını ise almıyorduk. Ya burnumuz tıkalıydı, ya aklımız…

Gitgide bu benimseme fikri/hissi, bir benimsenme kaygı-sına dönüştü. Tartışmalarımız bile “Beni anlamıyorsunuz” cümleleriyle dolup taştı. Zira hepimiz yalnız kendi fikrimi-zin “benimsenmesini” istiyor, anlaşılma ya da anlaşılmama kaygısı taşımıyorduk.

Benimseme anlamanın önüne geçince, benimsenen şeyin içerdiği anlamlar, onu benimseyen bireyin sahip olduğu potansiyel verilerle çeperlendi ve bu sebeple ortaya çıktı hakikatten doğan yanlış anlamlar. Necip Fazıl’ın “Doğru Yolun Sapık Kolları” diye isimlendirdiği mesele de budur belki. İslam gibi tek ve her şeyiyle sabit bir olgunun dahi çeşitli benimsemeler yüzünden farklı sıfatlarla ni-telendirildiği bir devirde sizce aradığımız şey nedir?

Yorum farkları zenginlikle-re kapı aralar, ancak “Felsefe-me uyuyor!” veya “Bu tam da bana göre!” diyerek kendimi-ze hapsetmeye çalıştığımız büyüklüklerin bizim gibi acizlerin bedenlerinde daha fazla kilitli kalamayacağından da haber vermek lazım.

Başka restleşmelere girme-den değerlendirebileceğimiz iki buçuk artı bir buçuk, toplam 4 koca yıl var. Benim-sediklerimizi anlamaya çalı-şalım mı artık? Benimsedikle-rimizin bizlere muhtaç olma-dıklarını ve onları anlamaya muhtaç olduğumuzu görme-ye çalışalım mı? Madem “Tek millet, tek devlet, tek vatan, tek bayrak” diyoruz, öyleyse lezzeti önce kokusundan tanımaya çalışalım mı?

O halde haydi Bismillah!

Haydi Bismillah!

D AHA başlığı görür görmez “Bağımsız olduğunu iddia eden dergide bu kadar da siyasallaşılmaz ki!” diyebileceğinizi

de, bir “Hey maşallah!” çekip aklınızdan tebrik sözcükleri geçirebileceğinizi de tahmin edebili-yorum. İki tarafı da üzmeyeceğim…

Editörhaberajanda

Mehmet Serhat Bıçak [email protected]

Page 8:  · haber HÜR TEFEKKÜRÜN KALESİ Aylık Siyaset, Strateji ve Toplum Dergisi KASIM 2015 YIL 9 SAYI 108 15 TL  Yayınları PROF. DR. TURAN GÜVEN Küresel güç

6 kasım 2015

Başyazıhaberajanda

Siyasî ve toplumsal meselelerle ilgili nere-deyse on yıldan fazladır yazıyorum. Bu zamanın çoğu, benim için bir ya-zarlık okulu olan Haber Ajanda’da geçti. Bu ya-zım, Haber Ajanda’daki son yazım... Sebebi ise, sizlere biraz önce anlat-maya çalıştığım telaşla-rımdan kaynaklanıyor.

Siyaset ve güncel, maale-sef bizleri sürekli olarak “ân”a çekip kısa süreli bir bellek kutusu içinde dönüp durmamıza neden oluyor. En azından ben, siyasî meselelerin artık siyaset ve güncel dille çö-zülebileceğini düşünmü-yorum. Bunda siyasetin ilmini bilmemem oldukça önemli bir faktör; dolayı-sıyla bu kıymetli sayfa-ları, konusunda uzman arkadaşlarıma ve büyük-lerime bırakarak onların görüşlerinden istifadeye devam edeceğim. Bun-dan böyle daha iyi bildi-ğim kısma, [n] Beyin’deki çalışmalarıma ve insan psikolojisi alanındaki araştırmalarıma ağırlık vereceğim inşallah. Tabiî bu arada yazı yazma anlamında boş durmak yok! Bilebildiklerimi, bi-lebildiklerimden söyleye-bildiklerimi ilgilenen tüm dostlar için “genç” Kültür Ajanda’da paylaşmaya devam edeceğim. “Ajan-da Dergileri” zaten bizim çocuklarımız, dolayısıyla ben hep oralarda bir yer-lerde olacağım inşallah Rabbim ömür verdikçe.

Hayâllerim iz kadar varız

Page 9:  · haber HÜR TEFEKKÜRÜN KALESİ Aylık Siyaset, Strateji ve Toplum Dergisi KASIM 2015 YIL 9 SAYI 108 15 TL  Yayınları PROF. DR. TURAN GÜVEN Küresel güç

7kasım 2015

Doç. Dr. Sinan Canan [email protected]

Hayâllerim iz kadar varızG

ELECEKLE ilgili na-sıl hayâller kuruyo-ruz? Beş yıl, on yıl? Yahut yaşam süre-mizin çok ilerisinde yaşanacak olası gelecekler hakkında

bir tahmin veya merakımız var mı?

>> Aramızdan bazılarının böyle tuhaf merakları olması elbette mu-kadder ve doğaldır; fakat Türkiye’de genele bakınca böyle bir alışkanlığı çok fazla göremiyoruz. Ânı iyi yaşa-yan gerçekçi insanlar mıyız peki? Onun da çok doğru olmadığını genel olarak söyleyebilirsiniz herhalde. Peki, bizi “geleceği” düşünmekten alıkoyan çok önemli işlerimiz mi var acaba? Yoksa normal olanı bizim yaptığımız mı?

Beyin araştırmalarının insan zihni

hakkında söylediği şeyler her geçen gün daha ilginç hâle geliyor. Bugün insanların beyinleri, kafalarını kesip biçmeye gerek kalmadan incelene-biliyor; hattâ bu organın belli zihinsel durumlarda nasıl çalıştığını eşza-manlı olarak izleyebilmemize imkân veren araçlarımız bile var. Bir şeyler düşünürken, yaparken, öğrenirken veya hatırlarken beynin nelerinin ça-lıştığını, hangi devrelerinin iş başında olduğunu anında izleyebiliyoruz. Bu teknoloji de bize en azından kafamı-zın içindeki düşünme ve hissetme donanımının çalışma sistemi hakkın-da bir hayli detaylı bilgi veriyor.

Çoğu zaman zaten bildiğimiz şeyleri sinirbilim araştırmaları yoluy-la bir kez daha teyit etmiş oluyoruz. Her insanın beyninin farklı çalıştığı, parmak izleri misali beynindeki “devrelerin” de farklı yapılandığı, bebeklik ve gençlik dönemlerinde beynin çok hızlı geliştiği ve düşünce altyapımızın, özellikle yaşamımızın bu erken dönemlerinde büyük

oranda şekillendiğini bugün sinir-bilimlerinin de yardımıyla kesine yakın bir derecede biliyoruz. Ama bazen öyle şeyler görüyoruz ki, şu fani hayatımızda çoktan unutulup gitmiş “kadim” söz ve inanışlarımı-zın, laboratuvar çalışmalarından aniden karşımıza çıkıvermesi bizi hayli şaşırtabiliyor. Bunlardan bir tanesine geçenlerde rast geldim.

Okuduğum bir araştırmada, beynimizin geçmişte yaşananları hatırlarken ve gelecekte olacak-ları planlarken hangi bölgelerinin çalıştığı incelenmiş. Denekler bir beyin görüntüleme (işlevsel MRI) cihazı içindeyken, onlara geçmiş deneyimlerine dair detayları hatırlamalarını ve gelecekle ilgili planlarını anlatmalarını gerekti-ren çeşitli sorular yöneltilmiş. Bu sorulara cevap verme sürecinde ise beyinlerinin hangi bölgelerinin faaliyete geçtiği incelenip rapor edilmiş. İlginç sonucu önce özet olarak paylaşayım: Katılımcıların hemen hepsinin beyninde, geçmişi hatırlarken kullandıkları devrelerle geleceği planlarken kullandıkları devreler, beynin aynı bölgelerinde ve aynı sınırlar içinde yer alıyor. Yani geçmişi kaydeden cihazınızla geleceği kurgulayan cihazınız, muhtemelen beyninizin aynı yeri.

Bu ne anlama geliyor? Aslında hepimizin “kültürel” olarak bildiği temel bir gerçeğin sinirbilimsel olarak ifadesinden başka bir şey değil. Geçmişe ait anılarımız, gele-ceği şekillendirmekte doğrudan rol oynuyor. Geçmişte ne yaşamışsak, ona benzer yaşantılar kurgulama, benzer ihtimaller düşünme oranı oldukça yüksek. Yani bir dereceye kadar geçmişimiz, geleceğimizi belirliyor.

“Bir dereceye kadar”; zira geçmiş, bize verilen beynin diğer önemli özelliklerini bildiğimizde gele-ceğimizi belirleyen değişmez bir

“kader” değil. Beynimizin ilginç bir özelliği var: Düşünerek, konuşarak, öğrenerek, karar vererek yapısı sürekli değişen bir donanım. Yani neyi düşünmeyi-yapmayı, neye dikkat göstermeyi seçerseniz, beyniniz zamanla o yönde “fiziksel olarak” biçim değiştiriyor. Düşün-meyi seçtiğiniz, kafanıza taktığınız konular, beyin donanımında kendilerine ait devreler oluştu-rabiliyor ve siz bunların üzerine gittikçe, zihniniz o konularda daha mahir veya daha da takıntılı hâle gelebiliyor. Neticede aklınızı ne yönde kullanabileceğinizi seçme konusunda ciddi bir özgürlüğünüz var ama bu özgürlüğü kullanmaz da kendinizi etraftakilere, özellikle de günümüzün ölçüsüz bilgi akı-şına kaptırırsanız, beyninizi sizin yerinize başkaları değiştirir. Zira beynin özelliği budur; değişmeden yaşayamaz.

Bahsettiğim çalışmanın ilginç bir neticesi de işte bu noktada karşı-mıza çıkıyor: Geçmişe dair kafaya taktığınız, düşünme konusunda kendinizi şartlandırdığınız şeyler, geleceğinizi de şekillendirmeye başlıyor. Geçmişe dair “iyi ve güzel” anıları hatırlama eğilimi, geleceğinizin de “iyi ve güzel” olma ihtimalini yükseltiyor. Kötü anılara odaklanmak ise önünüzdeki ih-timallerden sadece kötü olanlara odaklanmanıza neden olabiliyor. Maalesef bunu çok kolay öğreniyo-ruz; etrafımızdaki birçok şey bize hem bireysel, hem de toplumsal geçmişimizdeki “kötü ve olumsuz” şeyleri hatırlatma konusunda adeta yarışıyor. Sonuçta çoğumuz, geleceği hayâl etmekten sıkılıyor ve siyaset, magazin, futbol yahut her nevi bilgi oburluğu gibi ânın geçici sarhoşluklarında teselli bulmaya zorlanıyoruz.

Geleceği kurgulamak

Page 10:  · haber HÜR TEFEKKÜRÜN KALESİ Aylık Siyaset, Strateji ve Toplum Dergisi KASIM 2015 YIL 9 SAYI 108 15 TL  Yayınları PROF. DR. TURAN GÜVEN Küresel güç

8 kasım 2015

Başyazıhaberajanda

Isaac Asimov, ABD vatandaşı, Yahudi asıllı bir biyokimyacı idi. 1920 yılında doğdu ve kalp ame-liyatı sırasında kendisine yanlış-lıkla verilen AIDS virüsü taşıyan kandan dolayı 1992 yılında öldü. Asimov, ölümüne kadar yüzler-ce eser kaleme almış inanılmaz verimlilikte bir yazardı öte yandan. Neredeyse bilimle ilgili her konuda kitap ve makaleleri olan Asimov, bütün dünyada “bilimkurgu” denen alanın en büyük ismi olarak kabul edilir. Yüzlerce bilimkurgu öyküsü ve kitabıyla Asimov, yirminci yüzyıl insanının aklına hayâline gelmeyecek derecede garip ve uzak gelecekleri tahayyül eden, adeta işi gücü o var olmayan zamanlardaki insan, toplum ve bilimle ilgili fanteziler üretmek olan sıradışı bir zihindi.

Fakat Asimov yalnız değildi; Arthur C. Clarck ve Robert He-inlein gibi bilimkurgu fantezi edebiyatının devleri ile birlikte onlarca, yüzlerce genç bilimkur-gu yazarının kalem oynattığı bir dönemde yaşadı. 2001 Uzay Destanı’ndan İmparatorluk Trilojisi’ne kadar bilimkurgu tarihinin en unutulmaz ve efsa-nevi fantezileri, işte o dönemin bu garip kafalarından neşet etti.

ABD ve Batı dünyasının bugün teknolojide geldiği nok-

tanın para, eğitim, doğru zaman gibi birçok alt nedeni olabilir. Fakat bana sorarsanız, en önem-li neden, geleceği hayâl etmek ve kurgulamak cesaretine sahip nesillerin varlığıdır. İster cennetvari ütopyalar, isterseniz cehennemlere rahmet okuta-cak distopyalar olsun, geleceğe dair kurgularla uğraşan zihinler, içinde yaşadıkları medeniyetin insanlarına, akıllarına bile gel-meyecek ihtimallerin kapılarını açtılar. Geleceğe dair bu kadar çok seçeneği önünde bulan toplumların da elbette zamanla bu yolları denemeleri kaçınıl-maz oldu. Asimov’un 1940’larda yazdığı, günümüzden yüzbin-lerce yıl sonra gezegenlere dağıl-mış ve çeşitli yönlerde evrimler geçirmiş insan topluluklarının ilişkileri üzerine kurguladığı “vakıf ve imparatorluk” fantezisi ile 1969’da ABD’nin ay yüzeyine insan çıkartması arasında sanıl-dığından daha yakın bir neden-sellik ilişkisi vardır.

Peki, “biz” çocuklarımıza ne zaman “geleceği hayâl etmeyi” öğretebileceğiz?!

Geçmiş ile insan yetiştirmenin sınırları

Bundan bir kaç yıl evvel,

“Yarının Liderleri” adlı bir prog-ramda konuşma yapmak üzere Antalya’ya davet edilmiştim. Binlerce üniversite öğrencisi, yarının liderlerine ilham verme amacıyla organize edilmiş ve bir hafta kadar süren bu etkinliğe coşkulu bir katılım göstermiş-lerdi. Sondan bir önceki gün, o gençlere “geleceğin bilimi, kaos, karmaşıklık” üzerine bir ko-nuşma yaptım. Konuşmamdan sonra konuyla çok ilgilendiği belli olan büyük bir öğrenci grubu etrafımı sararak beni soru yağmuruna tuttu. Fakat bir tane-sinin yorumu beni çok düşün-dürdü. Bana serzenişte bulunan genç arkadaşım, “kafalarını fena karıştırdığımı” söyledi. Nede-nini sorduğumda, “Bir haftadır burada yakın tarih, darbeler, siyasî hareketler, kumpaslar filan dinledik, ne güzel geçinip gidiyorduk. Şimdi siz gelip de böyle yarından, belirsizlikten, yenilikten bahsedince açıkçası benim kafam pek karıştı!” dedi. Afallama sırası bana geldi işte o anda. Yarının lider adaylarına uzun saatler boyunca bir iki yüzyıllık siyasî geçmişimizden başka anlatacak fazla bir şeyi-miz kalmamıştı demek ki. Ne kadar acı!

Geleceğe odaklanmayan, ona dair sonsuz ihtimallere dair hayâller kuramayan zihinler

geleceği inşâ edemezler. Bugün elimizdeki cep telefonlarına, evlerimizdeki bilgisayar veya son teknoloji ürünü diğer ci-hazlara hayranlıkla karışık bir hayretle bakakalmamız, büyük oranda bu eksikliğimizden kay-naklanıyor. Hayâl etmediğimiz için inşâ edemiyor, inşâ edilse de künhüne vâkıf olamıyoruz. Günübirlik saçmalıklarla ağzına kadar dolmuş olan hayatımızda daha iyi bir yarına dair hayâl kuracak en ufak bir zaman bile kalmıyor.

Konuyla ilgili bir veda, bir merhaba!

Siyasî ve toplumsal mesele-lerle ilgili neredeyse on yıldan fazladır yazıyorum. Bu zamanın çoğu, benim için bir yazarlık okulu olan Haber Ajanda’da geç-ti. Bu yazım, Haber Ajanda’daki son yazım... Sebebi ise, sizlere biraz önce anlatmaya çalıştığım telaşlarımdan kaynaklanıyor. Siyaset ve güncel, maalesef bizleri sürekli olarak “ân”a çekip kısa süreli bir bellek kutusu içinde dönüp durmamıza ne-den oluyor. En azından ben, siyasî meselelerin artık siyaset ve güncel dille çözülebileceğini düşünmüyorum. Bunda siya-setin ilmini bilmemem oldukça önemli bir faktör; dolayısıyla bu kıymetli sayfaları, konusunda uzman arkadaşlarıma ve bü-yüklerime bırakarak onların görüşlerinden istifadeye devam edeceğim. Bundan böyle daha iyi bildiğim kısma, [n] Beyin’deki çalışmalarıma ve insan psikolo-jisi alanındaki araştırmalarıma ağırlık vereceğim inşallah. Tabiî bu arada yazı yazma anlamında boş durmak yok! Bilebildikleri-mi, bilebildiklerimden söyleye-bildiklerimi ilgilenen tüm dost-lar için “genç” Kültür Ajanda’da paylaşmaya devam edeceğim. “Ajanda Dergileri” zaten bizim çocuklarımız, dolayısıyla ben hep oralarda bir yerlerde ola-cağım inşallah Rabbim ömür verdikçe.

Yıllardır olduğu gibi, bundan sonra da sıkı takipçisi olacağım Haber Ajanda sayfalarından sizlere, Kültür Ajanda sayfala-rında görüşmek üzere “Allah’a ısmarlardık” demek istiyorum.

Sağlıcakla kalın ve “hep güzel-likleri hatırlamaya gayret edin” lütfen!

Page 11:  · haber HÜR TEFEKKÜRÜN KALESİ Aylık Siyaset, Strateji ve Toplum Dergisi KASIM 2015 YIL 9 SAYI 108 15 TL  Yayınları PROF. DR. TURAN GÜVEN Küresel güç

9kasım 2015

S İNAN C ANANDEĞİŞEN BE(Y)NİM

TÜM KİTAPÇILARDA

Page 12:  · haber HÜR TEFEKKÜRÜN KALESİ Aylık Siyaset, Strateji ve Toplum Dergisi KASIM 2015 YIL 9 SAYI 108 15 TL  Yayınları PROF. DR. TURAN GÜVEN Küresel güç

10 kasım 2015

>> Görüşmeler, Cum-hurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın hükümeti kur-ma görevini AK Parti Genel Başkanı Prof. Dr. Ahmet Davutoğlu’na vermesi üzerine başladı. Meclis’te yer alan ikinci büyük parti CHP ile başlayan görüşme-ler uzun süre devam etti. Olumlu netice vermediği gibi toplum geneli tara-fından da istenmeyen bu koalisyon formülü söz konusu uzun sürecin ardın-dan çöpe atıldı. Davutoğlu, bu kez üçüncü sıradaki iki partiden MHP’nin yolunu tuttu (HDP’ye gitmedi). MHP Genel Başkanı Dr. Devlet Bahçeli ise sustu, sustu ve “Hayır!” dedi. Zaten zama-nında da Çiller ve Erbakan için “Yoruldular” deyip “Hayır!” çekmişti. Alışıktık…

Davutoğlu, hükümeti kuramadığı için görevi Cumhurbaşkanı Erdoğan’a iade etti. Ve Erdoğan, o güne kadar kendisine, ailesine ve en önemlisi de Türkiye Cumhuriyeti Devleti Cum-hurbaşkanlığı makamına demediğini bırakmayanlara olağanüstü bir rest çekerek işaret verdi: “1 Kasım 2015 günü, yeniden seçim yapı-lacak!”

26. Dönem Parlamento Seçimleri, hazırlık, yürütme ve sonuç çerçevesinde değerlendirildiğinde iki cephenin arasında sey-reden bir görüntü verdi. Tıpkı başkanlık sisteminin

uygulandığı ülkelerdeki seçimler gibi yani… Geçici hükümete başkanlık eden Başbakan Ahmet Davutoğlu öncülüğündeki AK Parti, yüzde 49,41’lik oy oranı ile 317 milletvekili çıkararak tek başına iktidar olmayı başardı. AK Parti, 7 Haziran seçimlerinde elde ettiği yüzde 41’lik oy ile çıkardığı vekil sayısını da 58 vekil daha arttırmış oldu. Yakla-şık yüzde 9’luk puan artışı, adeta seçim barajını zorla-yan bir parti potansiyeline de sahipti. Bu da seçmen açısından değerlendirildi-ğinde yaklaşık 4 milyon oy demekti.

Yüzde 25,38 oy oranına ulaşan CHP, oy oranını yüzde 0,43, vekil sayısını iki artırdı. Böylece 134 vekille yine ana muhalefet par-tisi oldu. 7 Haziran gecesi erken seçimi işaret edip daha sonra hem koalisyon formüllerine, hem de geçici hükümette yer almaya “Hayır!” diyen bir politikayla halkın karşısına çıkan MHP, 1 Kasım seçiminden en büyük darbeyi aldı. Yüzde 4,3’lük puan kaybı, MHP’yi seçim barajını zorlukla aşan bir parti manzarasına soktu. 7 Haziran seçimlerinde 80 koltuk kazanan MHP, 1 Kasım itibariyle 49 koltuk sahibi.

Ve HDP… Meclis’e giren dördüncü parti HDP, 7 Haziran seçimlerine kıyas-la yüzde 2,4’lük oy kaybı

yaşadı. Barajı kıl payı aşan HDP, yüzde 10,7’lik oranına rağmen İstanbul ve Doğu Anadolu illeri faktörünün seçim sistemimize etkisi ne-deniyle MHP’den daha fazla koltuk kazandı. HDP, 60 koltukla Meclis’teki üçüncü, kamuoyunda dördüncü parti…

AK Parti, 1 Kasım seçim-leriyle ilginç bir performans gösterdi. Zira 7 Haziran’a kıyasla ortaya koyduğu yüzde 9’luk farkı MHP, BBP ve SP tabanına yaymak mümkün. Bunun yanında Doğu Anadolu’da HÜDA-PAR’ın seçime katılamama-sı da AK Parti için önemli etkenlerden biriydi. Zira 63 kentte birinci parti olan AK Parti, İstanbul’da 7, Antalya, Bursa, Gaziantep, Kayseri ve Şanlıurfa’da ise 2’şer vekil arttırdı. Yurtdışı oylarıyla birlikte 85 seçim çevresinin tamamında oyunu arttıran AK Parti, oy sayısını 23 milyonun üzerine çıkar-mayı da başardı. AK Parti, 35 kentte oyunu yüzde 10’unun üzerinde arttırdı. Vekilinin olmadığı il sayısı ise üçe düştü AK Parti’nin; bunlar Hakkari, Şırnak ve Tunceli...

CHP ve HDP arasında “emanet oylardan” kaynak-lanan bir aldı-verdi etkileşi-mi olduğu söylenebilir. CHP bazı illerde ve dolayısıyla toplamdaki oy oranında yükselme kat ederken, HDP ise CHP’den aldığı

emanet oyları kaybetti. Tabiî HDP’nin güttüğü terör politikası, kendisinden yaka silkeleyen tehdit edilmiş vatandaşlarımızdan geri tepti.

Şimdi muhalefet parti-lerinde özeleştiri ve hatta olağanüstü kongre süreçleri konuşuluyor. Bazılarında genel başkanlığa aday isim-ler dahi zikrediliyor. Biz ise AK Parti’den yepyeni, terte-miz ve ille de adalet üzere çalışacak güzel bir hükümet kurmasını, bu dört yıllık süreci yalnız iktidar değil, muktedir olarak hizmetle doldurmasını bekliyor, Rabbimize bu minvalde yalvarıyoruz.

Seçim sonuçlarına dair manzara ve temennilerimi-zi noktalayıp, 1 Kasım gecesi iki ayrı partinin kendilerine has seçim yorumlarından birkaç satırı burada hatırla-tarak “Ayın Olayı” bölümü-müze son verelim.

MHP lideri Bahçeli, 1 Kasım gecesi basın önüne çıkmayarak kimlerle ha-zırladığını tahmin edebil-diğimiz bir yazılı açıklama sundu. O açıklamada şu satırlara yer verildi:

“Milletimiz koalisyon kur-maktan köşe bucak kaçan AKP’ye tek başına iktidar vizesi ve görevi vermiştir. Milliyetçi Hareket Partisi ise devlet ve iktidarın tüm imkânlarıyla mücadele ederek, dik duruşunu koru-

AY

INO

LA

YI

Ayın Olayı

Bu tarihi not ediyoruz!Zafer: 1 Kasım 20157 HAZİRAN 2015 gecesi Türkiye, ertesi günden itibaren kendisine ne olacağını

sormaya başlamıştı. Meclis toplandı, yeminler edildi, TBMM Başkanı AK Partili Sivas Milletvekili İsmet Yılmaz seçildi ve derken tek başına bir iktidara fırsat ver-

meyen koltuk hesabı, koalisyon görüşmelerinin başlamasına sebep oldu.

Page 13:  · haber HÜR TEFEKKÜRÜN KALESİ Aylık Siyaset, Strateji ve Toplum Dergisi KASIM 2015 YIL 9 SAYI 108 15 TL  Yayınları PROF. DR. TURAN GÜVEN Küresel güç

11kasım 2015

yarak, millî ve tarihî emanetlere sahip çıkarak, dahası tüm tuzak-ları bozarak, oy ve milletvekili sayısı itibariyle yeterli olmasa da TBMM’de temsil edilme imkânına yeniden kavuşmuştur.

Milliyetçi Hareket Partisi Türk-İslam ülküsünü yılmadan, kork-madan, tereddüt geçirmeden sonuna kadar sahiplenecektir. Partimize ‘Hayırcı’ yaftası vuran AKP-PKK güdümündeki odakla-ra, sözde televizyon yorumcula-rına, gazetelerindeki köşelerinde dedikodu yayan satılık kalemlere karşı bakışımızda bir değişiklik de olmayacaktır. 1 Kasım seçiminde AKP’nin aldığı oy miktarı, geçmiş 13 yıllık hezimet döneminin kapatılması, onca yolsuzluk, onca yanlışlık, onca yozlaşmanın örtül-mesi anlamına kesinlikle gelme-

yecektir. Elbette aziz milletimizin sandıkta verdiği karara saygı duyup riayet etmekle mükellef olduğumuzun farkındayız. Fakat AKP’ye verilen her oyun, verilen her desteğin istikrarı getirmek şöyle dursun, geçen yılları mum-la aratacak felaketlere davetiye çıkaracağını da şimdiden iddia ve ilan ediyoruz.

Ortada AKP’nin bir zaferinden ziyade, beyaz Toroslarla gözü korkutulmuş, terörle yıldırılmış, canlı bombalarla huzuru kaçırıl-mış, ekonomik tehlikelerle aklı çelinmiş, anti-demokratik uygu-lamalarla iradesine ket vurulmuş bir sosyolojik yapı vardır ve her yönüyle de açıktadır.”

MHP liderinin hayretler uyan-dıran (!) açıklaması böyleyken, se-çimin galibi AK Parti’nin Hoca’sı,

Genel Başkanı Prof. Dr. Ahmet Davutoğlu’nun AK Parti Genel Merkezi’ndeki konuşmasından çıkan ve her cümlesi şimdi zikre-deceğimiz ifadelerle format bulan hülasa ise şöyle idi:

“Türkiye’yi her türlü çatış-madan, gerilimden çıkaracağız. Sandıkta ne istediğini açıkça söy-leyen vatandaşlarımız müsterih olsun, bugün bu seçimde yenilen yoktur! Bu seçimde Türkiye ka-zanmıştır, milletimiz kazanmıştır, hiç kimse yenilmemiştir!

Milletin iradesine ipotek koy-mak isteyenler, cevabı milletten almıştır. Bu zafer 78 milyonu-nundur! Bugün sandıktan çıkan sonuç, adaletin, barışın, istikrarın zaferidir. Bugün sadece AK Parti değil, AK Parti’ye gönül verenler değil, bütün Türkiye, geleceği-

miz, umudumuz, gelecek nesil kazanmıştır. Bu aziz millet her türlü kutuplaşmaya, gerginliğe son noktayı koymuştur. Sizlere seçimi kazanmış AK Parti’nin Genel Başkanı olarak değil, 78 milyonun Başbakan’ı olarak hitap ediyorum! Herkesi kucaklayaca-ğız, bu topraklara sevgi tohumları ekecek, sevgi çınarları büyüte-ceğiz, 78 milyonu kardeş ve dost kılacağız.

Biliyoruz ki Allah’tan başka zafer sahibi yoktur. Fani olduğu-muzun farkındayız. Bu ak davayı asla kibirle kirletmedik, bundan sonra da asla bu kapıdan içeriye girmesine izin vermeyeceğiz!”

Allah hayırlı eylesin ve bu mil-letin sinesine adalet üzere yaşa-manın fikrini ve hissini lütfetsin…

Haber Ajanda

Page 14:  · haber HÜR TEFEKKÜRÜN KALESİ Aylık Siyaset, Strateji ve Toplum Dergisi KASIM 2015 YIL 9 SAYI 108 15 TL  Yayınları PROF. DR. TURAN GÜVEN Küresel güç

12 kasım 2015

G-20 Zirvesi’nden sonra Türkiye’nin “sis-tem” hakkında ilgili ve paylaşıma açık hale gel-mesini sağlamak çok önemlidir. Çünkü parlamen-ter sistem, artık Türkiye’nin bünyesinin gelişme-sini durdurmaktadır. Türkiye, artık bayrağının yanında markalaşmış flamalarıyla da var olacağı 2023’e doğru ilerlerken, 1 Kasım seçimlerinin ver-diği “son viraj”ı gerektiği hızda tamamlamalıdır.

Geleceğin zirvesi

2023

Ayın Yorumu Türkiye

Page 15:  · haber HÜR TEFEKKÜRÜN KALESİ Aylık Siyaset, Strateji ve Toplum Dergisi KASIM 2015 YIL 9 SAYI 108 15 TL  Yayınları PROF. DR. TURAN GÜVEN Küresel güç

13kasım 2015

>> Dünyadaki ekonomik krizlerin ve/veya ekonomik kaynakları yönetme hırsının terör olgusuyla direkt ilişkisi var. Hem terörizmin bu satranç-ta bir “taş” olarak kullanılması, hem de terör için kullanılan insan kaynağının altyapısını “kışkırtılmış fakirlik-öfke krizi” hücrelerinden oluşan dokunun varlığı bu ilişkinin iki önemli faktörüdür.

Özellikle ekonomi-terör denkleminin adeta “şöhretli ba-tağı” maalesef Ortadoğu olmuş-tur. Nitekim G-20 Zirvesi’nde de DAEŞ terör örgütü ve Suriye sorunu “özel gündem” olarak ele alınmıştır.

Türkiye’nin G-20 Zirvesi’ne AK Parti iktidarının “zirve” hali ile girilmesi çok ama çok önemli bir imkân olmuştur. Bu imkân hem 2023 hedeflerine kararlılıkla yürünmesi, hem de G-20 Zirvesi vesilesiyle olası bir koalisyonlu Türkiye’ye dayatı-lacak konularda çok zor aşıla-cak psikolojik eşiklerin oluşma-sını engellemiştir. Sanırım G-20 Zirvesi’nin önemli çıktılarından biri, Türkiye’nin başaktör oldu-ğu bir Suriye planının masaya ödev olarak gelmesi olmuştur.

G-20’nin “G” başlangıcı

“Gelişme” ile “gelecek” ara-sındaki etkileşim global for-matta olup bitenden bağımsız değildir. Dolayısıyla hedeflerin ve başlangıçların bu denklem dikkate alınarak dizayn edilme-si zorunludur. Hatta vurgu için söylersek, “gerçeklik” düzlemi de “G” harfinin çağrışımlarını zenginleştirmektedir.

Türkiye’nin “gelişmiş ilk 10 ülke” arasına girme hedefi, toplum-devlet sinerjisinin kolektivize olmasına bağlıdır. Kuşkusuz bu bütünleşik ha-reket için “kronolojik liderlik” önemli bir algı yönetimi enstrü-manıdır. Geçmişin belirli olay/tarih kesitini başarı CV’sine

koymak ve geleceğe ilişkin vizyon/tarih sağlamak en etkin yöntemlerden biridir. Nitekim Türkiye için 1923-2023 “Başlan-gıç” etiketi oldukça verimli bir atmosfer oluşturmaktadır.

İmparatorluk bakiyesinden sonra 1923 tarihindeki “kurucu” sıfatlı başlangıç ile “yüzüncü” yılı olan 2023 tarihini “yükseliş etkinliğinde başlangıç” olarak “iki nokta” aralığı kılmak, ol-dukça akıcı ve akıllıca bir dildir. Bu bağlamda 2023 hedefi, çok açıktır ki Türkiye’yi her alanda “birinciler/şampiyonlar” klas-manına çıkarmak ve orada tutmaktır. Hem de bir anlamda “Zirveye çıkmak zordur; fakat zirvede kalmak daha da zor-dur” gerçekçiliğinde bir yol haritası içermektedir.

Türkiye’nin 2023 hedefleri hem iç, hem de dış güçleri tedirgin etmekte ve işbirliği içinde gelişen/geliştirilen ka-ranlık odakları/uyuyan şiddet hücrelerini hareketlendirmek-tedir. Çünkü 2023 hedefleri bazı odakların adil ve ahlâkî olmayan düzenini bozmak-tadır. Türkiye’nin 2023 hedef-lerine ulaşması durumunda sadece bu kara düzenler yok olmayacak; aynı zamanda 2023 tarihi, bir final değil, bir başlangıç olduğu için, yakın ve orta vadede küresel birçok aktörün hesaplarını bozacaktır. Bu nedenle G-20 Zirvesi bir “gelenekli zirve” tadı kadar, kon-jonktürü lehine performe etme noktasındaki bir sıçrama aracı özelliği de taşımaktadır. Türki-ye, bu durumu ev sahipliğinde iyi değerlendirmiştir.

1 Kasım seçimlerindeki “zirve” sonuç

“AK Parti dönemi bitmiştir!” repertuarını icra eden “karma/toplama muhalefet”, 1 Kasım gecesi gerçekten de “şok” yaşa-dı. Afalladı, sarsıldı, sendeledi ve en gülünç olanı da aynadaki

yüz ifadesini uyku tutmayacak kadar unutamadı. Toplumu yönettiğini, süreci sonuçlandır-dığını ve en ilginci de gerçekten millî iradenin AK Parti’yi artık istemediği vehmine düştü. An-cak sonuç ortadaydı: AK Parti tek başına iktidardaydı; üstelik kendi rekorunu kırarak...

7 Haziran seçimlerini “oku-mak” noktasında bir kafa karı-şıklığı ve dilbilgisi sorunu vardı. Örneğin PKK, aldığı oyu kendi millî iradesi sanacak kadar “kör kurşun” hali yaşadı ve attığı kurşun kendisine saplandı. CHP ciddi ciddi koalisyonun ortağı olduğu eminliği içinde planlar yaptı. MHP ilk defa terör ortamında oylarını 20 bandının üstüne çıkarabilme ivmesi yakalamışken, az kalsın 10 ban-dının altına düşecek hızda irtifa kaybetti. HDP zaten “kendi poli-tikasının -vurgu ile sınırlı söylü-yorum- münafığı kalmak” gibi ikircikli bir inanç(sızlık) sendro-mu yaşadı ve kazdığı hendekte, (başı hariç) toprak içinde kaldı. Yurtdışı oylar olmasaydı canlı canlı gömülecekti!

1 Kasım gecesi kaybeden çatı darbe bloğu içinde yer alan bazı kalemşörlerin “Bu bir Da-vutoğlu başarısıdır” provokas-yonları gözden kaçmadı. Ancak herkes biliyor ve onun gereği olarak tercihte bulunuyordu ki, “Erdoğan Türkiye’nin lideri-dir” gerçeği, sadece 1 Kasım’da “Tekrar seçimim Erdoğan” tonunda gerçekleşmiş, Davu-toğlu da “Seçilmiş Başbakan” hakkını saygıyla almıştı. Üstelik Davutoğlu-Erdoğan çatışması planı tutamazdı; çünkü hem ikili arasında bir kader kardeş-liği vardı, hem de bu kardeş-lerden “ağabey” olan kişi(lik) çok açıktı. İşin doğasını inkâra gerek yoktu. Dolayısıyla zaten “Zirve”ye çıkan da 13 yıl önce belliydi; yeni sezon tırmanışın-da zirveye bir takım çıkmıştı, o kadar!

Kuşkusuz zirveye (ve Zirve’ye) dikilen bayrak, “Türk

bayrağı” idi. Ancak onun ya-nına iki flama daha konuldu: 2023 hedefleri ve başkanlık sistemi…

Bayrak ve flamaToplum 2023 ile “bayrak”

arasındaki kopmaz bağı biliyor, yüzüncü yılın anlamını kavrı-yor ve görkemi için çalışıyor. Ancak aynı toplumun, her ne kadar “bayrak” ve “sistem” ara-sındaki etkileşimi hatırlasa da “başkanlık sistemi”nin bayrağın rengine mi, ebatına mı, ayı ve yıldızına mı, dalgalanması için rüzgâra mı katkı sağlayacağı noktasında kafası biraz karışık. Daha doğrusu, toplum “bilgi eksikliği” içinde. Kuşkusuz bunun sebepleri üzerinde ay-rıca durulabilir, ancak geçmişi tartışmak yerine, “Acil!” koduy-la kamuoyunu bilgilendirmek gerekir. Bunun için de 2023 hedefleri ile başkanlık sistemi arasındaki olmazsa olmaz bağı anlatmak ve Türkiye’nin, sistem değişikliğine gitmediği zaman büyük krizler ve önemli kayıplar yaşayacağının anlatıl-ması gerekmektedir.

Bu noktada G-20 Zirvesi’nden sonra Türkiye’nin “sistem” hakkında ilgili ve paylaşıma açık hale gelme-sini sağlamak çok önemlidir. Çünkü parlamenter sistem, artık Türkiye’nin bünyesinin gelişmesini durdurmaktadır. Türkiye, artık bayrağının yanın-da markalaşmış flamalarıyla da var olacağı 2023’e doğru ilerlerken, 1 Kasım seçimlerinin verdiği “son viraj”ı gerektiği hızda tamamlamalıdır.

Bu arada, ülke virajı döner-ken direksiyona saldıran veya araç içinde muavin/müstakbel şoför ağızlarını da 1 Kasım seçiminde millî irade sustur-muştur. Kim bilir, belki de viraj dönüldüğünde şimdiden indiri-lecekler listelenmiştir bile!..

Sedat Servet Hocaoğulları // [email protected]

Zirve yapan terörTÜRKİYE’de düzenlenen G-20 Zirvesi’ne “terör” damgasını vurdu. Çünkü Zirve’den bir gün önce Paris’te terör saldırısı oldu ve 129 insan terörün kurbanı oldu. Bu nedenle dünya lider-leri “Terörle Mücadelede İşbirliği” diliyle konuşurlarken, Paris-Ankara hattında bir “zirve deklarasyonu” kadrajı kullandılar. Denebilir ki, “Ekonomiye terör merceği ile yaklaşıldı”.

Page 16:  · haber HÜR TEFEKKÜRÜN KALESİ Aylık Siyaset, Strateji ve Toplum Dergisi KASIM 2015 YIL 9 SAYI 108 15 TL  Yayınları PROF. DR. TURAN GÜVEN Küresel güç

14 kasım 2015

Türkiye Ajanda

Düşman tek, ama tek değil!10 EKİM 2015 günü, birbiri ardınca yapılan iki intihar eylemiyle Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en kanlı terör saldırısı olarak kayıtlara geçti. 102 vatandaş, Ankara’daki tarihî tren garı önündeki bu eylem sonucu hayatını kaybetti.

7 Haziran seçimlerinden sonra başlattığı saldırılara karşı Türk Silahlı Kuvvetleri’nin şiddetli mukavemetini protesto etmek ve kendilerince yeniden baş-latılmasını istedikleri Çözüm Süreci’ni desteklemekti. Ancak Ramazan Bayramı’nın hemen ardından Suruç’ta meydana gelen intihar bombalı saldırısını andıran bir saldırıyla, söz konu-su kalabalık vahşice katledil-mek istendi. Suruç’ta meydana gelen kanlı saldırı IŞİD tarafın-dan üstlenilmese de, halen söz konusu saldırının faili olarak sadece IŞİD gösteriliyordu.

Herkes bilir ki, HDP/PKK/KCK ekseninde toplulukların yap-tıkları eylemlerin her birinde mutlaka bir “ensesi kalın HDP’li” olur. Öyle ki, söz konusu bu şahıslar sırf milletvekili yetki-lerine güvenerek Polisimize ve Jandarmamıza tokat atma girişiminde dahi bulunurlar. Askerimizin ve Polisimizin silah kullanmadığı, temkinli davran-dığı müdahalelerde bizzat taş attıkları, Molotof salladıkları, hatta silah çektikleri de olmuş-tur. Zira kan akmamıştır. Bunlar arasında en talihsizi, Pervin Buldan’ın ayak bileğinden ya-ralanması hadisesidir. Büyük kahraman (!) Sırrı Süreyya Ön-der, Gezi Parkı’nda dozerlerin önüne geçmiş, ancak omzun-dan yel dahi girmemiştir(!).

Suruç’taki patlamada, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Suriye’de PYD terör örgütüne karşı yaptığı operasyonları sindiremeyen bir grup kurban seçilmiş ve güya IŞİD tarafından hedef alınmıştı. Grubun içerisinde hiçbir HDP’li yoktu. Grubun toplandığı par-kın güvenliğini sağlayan BDP’li (DBP/HDP) Suruç Belediyesi’nin bırakın güvenliği sağlamayı, bombalı eyleme hususiyetle taş taşıdığı raporlara yansımıştı.

Ankara’da “Cumhuriyet tari-hinin en kanlı saldırısı” olarak kaydedilecek bu eylemde de aynı tarz plana sahip izler sil-silesi vardı. Bu noktada “PKK kendi yandaşlarına karşı neden böyle bir son belirlesin ki?” şeklinde düşünülebilirdi. Ancak buna karşılık akla gelen ilk soru belliydi: “30 bin Kürt vatandaşı-mızı kim katletmişti?”

Terör belası halkımızın canını yaktığı ilk günden beri, birtakım sosyolojik gruplar içinde çeşitli yönelimler oluş-

>>Bu eylem ilelebet, öncesi ve sonrasıyla bir yığın derin planın Türkiye’nin geleceğine vahşi şekillerle yön verme amacında olan kirli bir tezgâh olarak bilinecek. Zira hazırla-nışı, uygulanışı ve sonrasında yapılan yönlendirmelerle en iğrenç stratejileri bünyesinde barındırıyor olması, gözümüzü açık ve hafızamızı her zaman taze tutmamız gerektiğini öğre-tiyor bize.

Saldırı, Ankara’daki tarihî tren garı önündeki iki nokta-da gerçekleşti. “Barış Mitingi” adı altında buluşan ve birçok

grubun bir araya gelmesiyle oluşturulan kalabalık, ilk patlamanın üzerine galeyana kapılarak hızla daha ileri bir noktaya ilerlemişti ki, ilerledik-leri noktada bekleyen eylemci tarafından sadece 3 sonra yeni bir tuzağa düşürüldü. 3 saniye arayla yapılan iki intihar eylemi, 102 vatandaşın ölümüne, yüz-lercesinin de yaralanmasına neden oldu. Tarihî tren garı ve çevredeki diğer binalar ile etraf-taki araçlarda büyük hasarlar meydana geldi.

Olay üzerine açılan soruştur-mayla eylemi gerçekleştiren iki

intihar bombacısının kimliğine ve olayı sosyal medyadan ha-ber veren iki şüpheliye ulaşıldı. Bombacılardan Yunus Emre Alagöz’ün IŞİD, Ömer Deniz Dündar’ın ise PKK ile iletişimde olduğu verilen bilgiler arasın-daydı. Eylemi sosyal medyadan bildiren M.S.P. ile E.Ö. de PKK ve HDP’ye üye oldukları belirtilen isimler. Peki, bu noktalara nasıl gelindi?

Saldırının gerçekleştiği 10 Ekim günü, sabah saatlerinde birçok insan Ankara Tren Garı’nın önünde toplanmaya başlamıştı. Amaçları, PKK’nın

Page 17:  · haber HÜR TEFEKKÜRÜN KALESİ Aylık Siyaset, Strateji ve Toplum Dergisi KASIM 2015 YIL 9 SAYI 108 15 TL  Yayınları PROF. DR. TURAN GÜVEN Küresel güç

15kasım 2015

Selçuk Kayıhan // [email protected]

5G’de ön anlaşma tamam!TÜRKİYE 4,5G teknolojisine geçeli birkaç oldu. Ancak bu geçiş, Cum-hurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 4G ihalesiyle ilgili olarak “daha ileri teknoloji mevcutken eskide oyalanmamak” üzere yaptığı müda-halenin ardından gerçekleşmişti. Ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu geçişten asıl kastettiği, “5G teknolojisi” idi.

>> Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, birtakım temaslar için Japonya’da çok önemli görüşmeler gerçekleş-tirdi. Bu görüşmelerden birinde, Türkiye ile Japonya arasında bilgi teknolojileri ve iletişim alanında işbirliği yapılmasına ilişkin ortak bildiri metni imza-landı. Bu metin, Türkiye tarafın-dan Bilgi Teknolojileri ve İleti-şim Kurumu (BTK) Başkanı Dr. Ömer Fatih Sayan ile Japonya İçişleri ve Haberleşme Bakanlığı Bakan Yardımcısı Yasou Saka-moto tarafından oluşturulup imzalandı.

Türkiye ile Japonya arasın-da imzalanan bu ortak bildiri, bilgi ve iletişim teknolojilerinin sosyal ve ekonomik refahın art-tırılmasındaki önemini ve yeni nesil haberleşme sistemlerinin modern toplumdaki hayatî rolünü dikkate alarak, iki ülke arasında 5G başta olmak üzere

politika ve düzenleme konu-larında bilgi ve tecrübe payla-şımında bulunulmasını ve iki ülkenin özel sektör ilişkilerinin güçlendirilmesini öngörüyor.

Bu arada Cumhurbaş-kanı Recep Tayyip Erdo-ğan, Tokyo’daki temasları sırasında beraberindeki heyet ile birlikte Japonya Başbakanı Shinzo Abe tarafından Başba-kanlık Rezidansı’nda onuruna verilen resmî akşam yemeğine katıldı. Bu yemekte Cumhur-başkanı Erdoğan’a Japonya Baş-bakanı Abe tarafından sunulan hediye, oldukça değerliydi. Zira söz konusu hediye, Japonya için Erdoğan’ın nasıl bir kıyme-te sahip olduğunu açıkça gözler önüne seriyordu: Abe, yemek esnasında dedesinin Japonya Başbakanı olduğu dönemde merhum Başbakanımız Adnan Menderes’in Japonya ziyaretine ait bir fotoğrafı hediye etti.

turmak adına hep şöyle denildi: “Devletin tepesinde bulunan-ların yakınlarından neden hiç şehit veya gazi çıkmıyor?” İşte Suruç ve Ankara’ya bakınca, dünyanın hep aynı eksende döndüğünü görüyoruz. Ölüm-lerin olduğu HDP merkezli organizasyonlarda ensesi kalın HDP’lilerden bir tanesine dahi rastlanmaması, durumun sade-ce tesadüf olmadığını, konunun sadece şaşılacak bir durum olmadığını gösteriyor. Öyle ya, olay daha gerçekleşir gerçek-leşmez, evvela “Bağlamacı”yı görüyoruz açıklama yaparken. Ve kulaklarımıza inanamıyo-ruz! “Katil devlet!” diyor…

PKK ne kadar teröristse, IŞİD de o kadar terörist! Daha ilk günden itibaren söz konusu saldırıya yönelik olarak mesele-nin sadece IŞİD’e ihale edilmeye çalışılıyor olması ise ilgi çekici. Doğan Grubu, paralel medya ve artık kendisini bir türlü konum-landıramadığımız Sözcü tipi ya-yın organları, işte böylesi tuhaf bir hamleye giriştiler 10 Ekim itibariyle. Her an PKK’yı aklama çabasındaki bu zevatın hedefin-dekini çözmek zor değildi.

Yöntem üzerinden gerçek-leştirilen araştırmaların ne kadar doğru sonuç vereceği bilinemez. 80 öncesi işlenen cinayetlerde kullanılan silahla-rın nasıl her iki tarafa da ulaştı-rıldığını unutmamalı! “Bu IŞİD’in tekniği” diyerek dosyayı tek örgüte doğru kaydırmak, bugün iki terör örgütünü de maşası olarak kullananları ve besle-yenleri görmezden gelmek olur. “IŞİD’in tekniği” diye bilinen yöntem, elbette PKK tarafından da işlenebilir. Bu noktada PKK ve DHKP-C gibi terör örgütle-rinin IŞİD’den daha tecrübeli oldukları da bilinmektedir. Bu düşüncelerle donatılan soruş-turma, bulgular ortaya çıktıkça saldırının bir PKK-IŞİD işbirliği olduğunu gösterdi.

Bu kanlı saldırıya dair akıl-larda kalacak birçok soru var. PKK ile IŞİD’in ortaklığının nasıl kurulduğundan tutun da oluş-turulmaya çalışılan bilgi kirlili-ğinin ve sosyal medya ile eyle-min nasıl bir özgüvenle haber verilebildiğine dair soruların da ardı arkası kesilmeyecek. Ve insanımızın kulağında bu olaya dair hatıralık bir tını kalacak: “Bu meydan, kanlı meydan!”

HDP’li Diyarbakır Yenişehir Belediyesi, Danimarka’da Pey-gamber Efendimiz’e (sav) karşı nefret söylemi kapsamında hazırlanan ve Hz. Aişe’yi de tas-vir eden bir karikatürü, “Kadına yönelik şiddet insanlık suçu-dur” ifadesi ekleyerek bilbo-ardlara taşıdı. Tabiî söz konusu karikatürlerin evvelini bilme-yen Müslüman Diyarbakırlılar işin aslını sonradan anladılar. HDP’li Belediye, afişlerin “ço-cuk gelin ve tecavüz” konulu bir kamu uyarısı kapsamında asıldığını ve karikatürü sadece Google görsel taramasıyla elde ettikleri savunmasını yaptı. Bu işin altını hazırlayanlar bilme-liler ki, ancak eceli gelen köpek cami duvarına pisler!

Şerefsizliğin kanıtı!

Page 18:  · haber HÜR TEFEKKÜRÜN KALESİ Aylık Siyaset, Strateji ve Toplum Dergisi KASIM 2015 YIL 9 SAYI 108 15 TL  Yayınları PROF. DR. TURAN GÜVEN Küresel güç

16 kasım 2015

Türkiye Ajanda

Dink soruşturması nereye doğru?HRANT Dink cinayetine ilişkin yürütülen soruşturmada, eski İstan-bul İstihbarat Şube Müdürü Ahmet İlhan Güler ile eski Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Dairesi Teknik Şube Müdürü Yunus Yazar’ın da aralarında bulunduğu 9 polisle ilgili gözaltı kararı alındı.

>> 19 Ocak 2007’de Şişli Halaskargazi’deki Agos Gaze-tesi önünde uğradığı silahlı saldırıda hayatını kaybeden Hrant Dink’in öldürülmesine dair genişletilen soruşturmada yeni bir gelişme daha yaşan-dı. Soruşturmayı genişleten Savcı, elde ettiği yeni delil ve tespitler doğrultusunda eski İstanbul İstihbarat Şube Mü-dürü Ahmet İlhan Güler, eski EGM İstihbarat Dairesi Teknik Şube Müdürü Yunus Yazar, eski EGM İstihbarat Dairesi Başkan Yardımcısı Coşkun Çakar, Trab-zon İstihbarat Şube Müdürü Faruk Sarı, eski EGM İstihbarat Daire Başkanlığı C-2 Büro Amiri

Yılmaz Angın, eski İstihbarat Daire Başkanlığı C Şube Müdür Yardımcıları Bülent Demire-leski ve Osman Gülbel ile polis memurları Mehmet Ayhan ve Onur Karakaya hakkında gözal-tı kararı aldı.

Bu kişilerle ilgili gözaltı kara-rının, “kişiyi tasarlayarak kasten öldürmeye yardım, resmî bel-gede sahtecilik, resmî belgenin yok edilmesi ve gizlenmesi” suçlarıyla ilintilendirilerek alındığı belirtildi. Söz konusu soruşturma kapsamında tutuk-lu bulunan eski EGM İstihbarat Daire Başkanı Ramazan Ak-yürek ve eski Cizre Emniyet Müdürü Ercan Demir ile polis

memurları Özkan Mumcu ve Muhittin Zenit’in de yeni deliller doğrultusunda tutuklu bulun-dukları cezaevinden adliyeye getirtilerek ek ifadeleri alındı.

Bilindiği Hrant Dink cinaye-tine konu olan soruşturmaya ek olarak Devlet Denetleme Kurulu da 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül tarafından dev-reye sokulmuştu. Gül, birbirini takip eden Hrant Dink suikastı ile Şehit Muhsin Yazıcıoğlu’nun helikopter kazası sonucu vefatına ilişkin olarak Devlet Denetleme Kurulu’nu yetkilen-dirmiş, oldukça önemli iki rapor meydana getirilmişti.

“Biz olmasak HDP yüzde 5 alamazdı”

TERÖRİST başların-dan Cemil Bayık, 1 Kasım seçimleriyle ilgili olarak HDP’ye dair yaptığı yo-rumunda Türk Silahlı Kuvvetleri’nin az biraz daha çalışmasını gerek-tiren birkaç ilginç laf etti.

“Kürt özgürlük hareketinin varlığı ve direnişi olmasaydı, bu saldırılar ortamında yüzde 5 oranında bile oy alınamazdı” diyen Bayık’ın, Doğu ve Güney-doğu Anadolu’daki bazı böl-gelerimizde vatandaşlarımız üzerine yaydığı ölüm korkusu-nun bir an evvel dindirilmesi için adeta TSK’ya çağrı yaptı.

“AKP savaş ortamı ve hile ile oy arttırdı” şeklindeki alaylı cümlelerle nasıl bir strateji izlediklerini haramileriyle paylaşan Bayık şöyle konuş-tu: “AKP hükümeti ve Saray Gladyosu 1 Kasım’da arttırdığı söylenen oyların yarısını savaş ortamının etkisiyle alırken, diğer yarısını da kesinlikle hile ve oyunla almıştır. HDP’nin oylarının düşürülmesi için de her türlü hile ve oyun yapıl-mıştır. Tüm saldırılara rağmen yüzde 10 barajı aşılmıştır. Bunu başarısızlık olarak göstermek mümkün değildir.”

Page 19:  · haber HÜR TEFEKKÜRÜN KALESİ Aylık Siyaset, Strateji ve Toplum Dergisi KASIM 2015 YIL 9 SAYI 108 15 TL  Yayınları PROF. DR. TURAN GÜVEN Küresel güç

17kasım 2015

Selçuk Kayıhan

Prototip tamam, sıra seri üretimde!BİLİM, Sanayi ve Teknoloji Bakanı Fikri Işık, yerli otomobilin prototi-pinin kamuflajlı görüntüsünü AA Editör Masası’nda kamuoyuyla pay-laştı.

>> Üretilmiş 3 prototip bulun-duğunu belirten Işık, “İnşallah 2016’da her türlü mevsim, iklim ve arazi şartında deneye-ceğimiz 30-40 araç üretmeyi

hedefliyoruz. 2020’den önce de 2019 sonuna kadar Türkiye’de bunun seri üretimini başlatma-yı hedefliyoruz” dedi.

Cumhurbaşkanı Recep Tay-

yip Erdoğan’ın “Bir babayiğit la-zım” diyerek üzerine çokça titre-diği yerli otomobil konusu uzun süredir gündemde. Türkiye’de yabancı markaların üretiminde yer alan veya bu markalara distrübitörlük sağlayan serma-ye sahipleri yanaşmasalar da bu hayalin gerçekleşmesi için her gün çalışılıyor. Küresel çapa erişen imalat sanayinin her ne kadar her şeyin tastamam yerli olamayacağını düşünsek de, söz konusu araçların parça donanım ve teknolojik yazılım hususunda ancak ve ancak bu ülkenin ürünü olması her şey-den önemli!

Bakan Işık, düzenlediği basın toplantısında 3 prototipe ait kamuflajlı fotoğrafları paylaştığı gibi, iki prototiple yapılan de-neme sürüşünün görüntülen-mesine de izin verdi. Işık proto-tiplere dair yaptığı açıklamada, “Şu an üretilmiş 3 prototip var,

4. prototip de RW Crossover olarak üretiliyor. Onun üretimi de bitmek üzere. Bunların 3 tanesi farklı, biri hatchback, biri sedan, diğeri de sedan fakat biri benzinli, biri menzili uzatılmış elektrikli, biri de sadece elekt-rikli araç. Elektrikli crossover dediğimiz menzili uzatılmış ‘jip’ de şu an üretiliyor. Dolayısıyla bütün bunlar şu an yaptığımız programa göre yürüyor” dedi.

Prototiplerin gösteriminin ardından iğrenç bazı uşaklar tarafından iğrenç safsatalar öne sürüldü. 2016 ve 2020’de bu safsataları ortaya atan al-çakların hallerini hep beraber seyredeceğiz inşallah. Bu arada, söz konusu prototiplerden bah-sederken Sayın Bakan birçok terimi Türkçe açıklamalı olarak aktarmaya çalışmış, kendisine çok teşekkür ediyoruz. Bu konudaki azim, araçların isim, model ve yazılım hususunda inşallah hem bu toprağın insa-nına doğrudan hitap edeceğini, hem de bu toprağın insanını temsil edeceğini düşünmeden edemedik.

Bayrak kahramanlarıDİYARBAKIR’ın Bağlar ilçesindeki bir okulun bahçesinde, Diyarbakırlı üç güzel ço-cuk, başka bir grup çocuk tarafından yere indirilen bayrağımızı alıp öptükten sonra, birbirlerinin omuzlarına basa basa göndere tırmanarak astı. Olaya dair yayınlanan görüntüler bütün yurtta müthiş bir duygu seline sebep oldu.

>> Türkiye’nin konuştuğu çocuklar konuştu. Okula yakın bir bölgede oturan Uğur Saraç (13), maddî imkânsızlıklar yü-zünden ancak 4. sınıfa kadar okuyabilmiş. Annesi okulda geçici işçi statüsünde hademe olan çocuğun babası ise işsiz. Boş vakitlerini okulda oynaya-rak geçiren Uğur’un en büyük hayali ise okuluna dönmek ve gelecekte polis olmak.

Tabiî ülkede günlerce yayın-

lanan görüntülerden PKK da haberdar oldu ve bu üç güzel çocuk ile ailelerine alçaklıkları-nı göstermek için ulaştı. Üç aile babası da işsiz kaldı, çocuklar okullarından edildi. Biz ise bu

satırları buraya not ederken bu kahpeliğe isyan etmek üze-reydik. Ancak Türk Devleti’nin, Devlet-i Âli’nin bizzat bu çocuklarla ve bu tip ailelerle doğrudan ilgilenmesini, bu hisleri taşıyan çocukları özel kurumlarında yetiştirmesini ve kendisine hayırlı birer yurttaş kılmasını temenni ettiğimiz için yazma kararı aldık. Biliyoruz ki Devletimiz, biz daha bu satırları yayınlamadan gereğini yapmış-tır dahi.

Söz konusu bayrak hadisesi-

nin konuşulduğu günlerde bir fotoğraf karesi daha gündeme geldi. Fotoğrafta, başını öne eğmiş bir çocuğun önünde “HDP” yazıyordu. Ancak bu üç harf, başını öne eğmiş çocuğun kırılmış burnundan akan kanla yazılmıştı. Buraya maalesef içimizden geçen hiçbir “harfi” yazmayacak, sadece olayı not edeceğiz. Biliyoruz ki Devleti-miz de not etmiştir.

Page 20:  · haber HÜR TEFEKKÜRÜN KALESİ Aylık Siyaset, Strateji ve Toplum Dergisi KASIM 2015 YIL 9 SAYI 108 15 TL  Yayınları PROF. DR. TURAN GÜVEN Küresel güç

18 kasım 2015

AB ülkeleri, yaşa-nan güvenlik zafi-yetlerinden ötürü şimdiden mülteci-lere hesap kesme-ye başladılar. Ülke-lerine muhtemelen yeni mülteci kabul etmeyecekler. Suriye’deki iç sa-vaş, hele de Halep ve doğusundaki çatışmalar IŞİD bahanesiyle daha da şiddetlenecek olursa yeni bir göç dalgası oluşaca-ğı kesin! Üstelik bu insanların Türkiye’den gayrı sığınabilecekleri bir liman da yok. Öyle ki, bölgedeki Arap ve Türkmen halk toprağından kopar(ılır)ken, “IŞİD ile savaşıyor” deni-lerek vaftiz edilen PKK-PYD bölgede iyice kökleşecek. Ve belki de müs-takbel “Kuzey Su-riye” temellendiri-lecek! Aslında bu sözde devlet için “Kuzey İsrail” veya “Siyonist Kürdis-tan” da diyebiliriz. Bahse konu proje, Hatay sınırından başlayıp Erbil’e değin uzanan ke-sintisiz bir “Kuzey Irak ve Suriye” oluşturursa, şu an için Türkiye ile bir-likte hareket eden Barzani’nin de ka-fasının karışması sürpriz olmaz.

Ayın Yorumu Dünya

“DAEŞ”e Fransız kalmak veya propagandayı “IŞİD”ememekIŞİD ve altına imza attığı terör eylemleri hakkında pek çok yorum ya-pıldı; anlaşılan yakın zamanda daha birçok analizin konusu olmaya de-vam edecek.

>> Özetle diyebiliriz ki, İngiliz-ce ve İbranice konuşup düşünen “üst akıl”, yanına Arapça konu-şan ama düşünmeyen “spon-sorlar” alarak “IŞİD/DAEŞ” adı altında bir “nefret markası” üretti. Bu ürünün etinden, sütünden ve ille de kanından faydalanmaya başladı. Nitekim aynı iklimin ilk markası olan El-Kaide’nin dünya galası New York’ta İkiz Kuleler

eylemiyle yapılmıştı. Masrafları ödemek Irak ve Afganistan halkına düştü; hem petrol ve doğalgaz, hem de kan ve gözyaş-larıyla…

Bu ilk sürümün raf ömrü dolunca, sessiz sedasız şekilde IŞİD markası tedavüle sokul-du. Ne hikmetse, önce Fırat ve Dicle boyunca suyun başını

tuttu, sonra rafinelere yöneldi. Suriye’de Esed rejimini ve Alevi-leri, Irak’ta Malikî yönetimini ve Şiileri hedef seçti. Bu düşman-larla yetinmeyip Suriye İhvanı’nı katletti, Irak’ta Sünni aşiretlere ve tarikatlara saldırdı. Ne zaman ki Ezidilere ve Kürtlere de katli-am uygulamaya başladı, bir anda tüm dünyada IŞİD’in aslında terörist bir örgüt olduğu hatır-

Page 21:  · haber HÜR TEFEKKÜRÜN KALESİ Aylık Siyaset, Strateji ve Toplum Dergisi KASIM 2015 YIL 9 SAYI 108 15 TL  Yayınları PROF. DR. TURAN GÜVEN Küresel güç

19kasım 2015

Ahmet Turgut // [email protected]

landı. O gün bugündür de güya Batı’nın düşmanı…

Nitekim Neo-IŞİD için iki kere Avrupa galası yapılırken, kabak Paris’in başında patladı. Üçün-cü gala Berlin’de olursa pek de şaşırmamak gerek.

İsterseniz esastan analizlere girişmezden evvel usule dair birkaç noktayı irdeleyelim ve bu amaçla Kasım ortasında gerçekleştirilen eşzamanlı Paris saldırılarını hatırlayalım!

Ankara’dan Kerbelâ çıkarmak (!)

Evet, saldırılar ayın 13. gü-nünde yapıldı ve de günlerden Cuma idi. Malumdur, Batı kültürü hem 13 sayısına, hem de Cuma gününe uğursuzluk

atfeder. Hele de ayın 13. günü Cuma’ya denk gelmişse o günü “lanetli” sayar. Öyle ki, “13. Cuma” adında korku filmi serisi bile çekilmiş durumda. Tak-vimlerin ve toplumsal bilinçal-tının sunduğu bu nefret-korku iklimini sonuna kadar kullanan IŞİD, kendi adına –daha doğru-su ağababaları adına- büyük iş çıkardı.

İsterseniz IŞİD’in Türkiye’deki son eylemini de hatırlayalım! Ankara Tren Garı eylemi hangi gün yapıldı? “10 Ekim”! Maalesef medyamız buradaki alt metni okuyamadı. Düşünün; sosyalist eğilimli, HDP sempatizanı ve CHP Gençlik Kolları’na üye yüzden fazla genç 10 Ekim’de hun-harca katlediliyor, içlerinden birçoğu Alevi ve 10 Ekim tari-hi, aslında Kerbelâ Olayı’nın

Miladî yıldönümü!..

Nitekim Kamerî anlamda Muharrem ayı 13 Ekim’de baş-ladı. Bu matem ayı boyunca birçok cem evinde, 10 Ekim’de katledilen gençler de anıldı. Katiller Yezid ilan edildiler.

Şüphesiz buraya kadarki kısımda bir beis yok. IŞİD ile Yezid, sadece fonetik olarak değil, etik olarak da benziyor birbirine. Lakin sanki her katledilen Hüseynî olabilir-mişçesine, “IŞİD eşittir Yezid” algısına sahip kitlelere el altın-dan ve/veya alenen “10 Ekim’de mazlumen katledilen gençler Hüseynî’dir. Onlar da günümüz Kerbelâ’sının şehitleridir” ves-vesesi üflendi.

Evet, canları yandığı için öfke kardeşliği yaşayan kesimler, mevcuttaki iktidar nefretini de kuşanarak IŞİD ile Hükümet’i bir tuttular. Zira 10 Ekim ola-yına imza atanlar, ürettikleri korku-nefret ikliminin bu nok-taya evrileceğini gayet iyi he-saplamışlardı.

Üstelik önümüzdeki sene Aşura Günü, Kamerî ve Miladî takvim itibariyle aynı günlere tekabül edecek. Hazreti Hüse-yin Efendimizi ve yarenlerini anmak üzere bir araya gelecek insanlara kimi çevrelerce “gü-nümüz Kerbelâ’sının şehitleri olan HDP gençleri” propagan-dası anlatılacak. Evlad-ı Resûlü yâd ederken araya girecek korsan duyarlılıklarla HDP’li veya sosyalist olan maktullerin de şehit oldukları işlenecek. Elbette birçok kişi bu propa-gandalara karşı çıkacak; ama meseleyi hakkaniyet üzere değil, ırsiyet-asabiyet eksenine taşıyanlar, yeni kavgalara yol açmaya çalışacaklar.

“Siyonist Kürdistan” hayali

Evet, sadece günü kurtarma veya bir hafta sonraki seçimleri manipüle etmeyi hedefleme-yen, aynı zamanda hedef kitle-nin güncel ve yarınki hassasi-yetleriyle de etkili şekilde oyna-yan bir örgütle karşı karşıyayız. Böylesi bir vizyonun Saddam artığı eski subay kafalarda şe-killenebileceğine inanmak çok zor. Nitekim seçebiliyoruz. IŞİD bile akademik sahadan akıl alarak sahaya çıkıyor. Bilenlere danışıyor, danıştırılıyor. Kin ve

nefret oyununu sosyoloji ve psikolojinin tüm nimetlerinden faydalanarak, üstelik kavga et-tiği toprakların hassasiyetlerini en ince noktalarına değin öğre-nerek yapıyor. Haliyle Türkçe düşünenlerin de “yerli ve millî hassasiyetleri” en az IŞİD, PKK ve onların ağababaları kadar fark edip hareket etmesi kaçı-nılmaz.

Bu kısmın vazettiği ödevler erbabı içindir şüphesiz. Biz dönelim 13 Kasım saldırıları ile hedeflenmek istenen acil du-rumları irdelemeye...

İyi kötü kendisi belli ediyor, yeniden kabartılan IŞİD nef-reti üzerinden PYD-PKK vaftiz edilecek ve bu iki örgüt yeni silahlar ile daha da güçlendiri-lecek. IŞİD’in vahşet ikizi olan PKK-PYD, Suriye’nin kuzeyinde etkinliğini arttırmaya çalışacak.

AB ülkeleri, yaşanan gü-venlik zafiyetlerinden ötürü şimdiden mültecilere hesap kesmeye başladılar. Ülkelerine muhtemelen yeni mülteci ka-bul etmeyecekler. Suriye’deki iç savaş, hele de Halep ve doğusundaki çatışmalar IŞİD bahanesiyle daha da şiddet-lenecek olursa yeni bir göç dalgası oluşacağı kesin! Üstelik bu insanların Türkiye’den gayrı sığınabilecekleri bir liman da yok. Öyle ki, bölgedeki Arap ve Türkmen halk toprağından kopar(ılır)ken, “IŞİD ile sava-şıyor” denilerek vaftiz edilen PKK-PYD bölgede iyice kökleşe-cek. Ve belki de müstakbel “Ku-zey Suriye” temellendirilecek! Aslında bu sözde devlet için “Kuzey İsrail” veya “Siyonist Kürdistan” da diyebiliriz. Bahse konu proje, Hatay sınırından başlayıp Erbil’e değin uzanan kesintisiz bir “Kuzey Irak ve Suriye” oluşturursa, şu an için Türkiye ile birlikte hareket eden Barzani’nin de kafasının karışması sürpriz olmaz.

Evet, onların bahsi edilen projesi, İngilizce ve İbranice düşünenlerin Arapça düşüne-meyen kimi zenginleri de kulla-narak oluşturduğu strateji…

Türkçe düşünenlerin buna karşı başka hamleler geliştire-cekleri kesin! Böylesi stratejiler, Arapça ve Kürtçe düşünebilen çevrelerin de desteğiyle başarı-ya ulaşabilir. Bunun işaretlerini yakın zamanda almaya başla-rız umarım.

Page 22:  · haber HÜR TEFEKKÜRÜN KALESİ Aylık Siyaset, Strateji ve Toplum Dergisi KASIM 2015 YIL 9 SAYI 108 15 TL  Yayınları PROF. DR. TURAN GÜVEN Küresel güç

20 kasım 2015

Dünya Ajanda

Dünyada bir ilk! Kıbrıs’a sualtından kavuşturulan suKUZEY Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, dünyada ilk kez uygulanan bir pro-jeyle yepyeni bir içme suyu kaynağına kavuştu. Türkiye’nin gerçek-leştirdiği bu ilk, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ile ülkemiz arasına atılmaya çalışılan nifak tohumlarına karşı şaheser niteliğinde bir ce-vap oldu.

>>Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun bulunduğu törende, uzun bir süreci kap-sayarak nihayet tamama eren projeyle Türkiye’den sualtı çalışmalarıyla getirilen su, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti halkının kullanımına sunuldu. KKTC Su Temin Projesi Ala-köprü Barajı ve KKTC Su Temin Projesi Geçitköy Barajı’nın açılış töreni gerçekleştirildi. Bilindiği

gibi daha Cumhurbaşkanı ol-duğu ilk gün Türkiye hakkında olumsuz yöndeki eleştirileriyle kamuoyunun tanıdığı KKTC Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı da törendeki yerini aldı.

Törende konuşan Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Ahmet Davutoğlu şu ifadeleri kullan-dı: “Bugün Anadolu ile Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, su gibi aziz projeyle bir kez daha birbirine kavuşuyor, bir kez daha kenetleniyor. Muhte-

şem bir su köprüsü kuruyor, Girne’yi Anadolu’ya bu kez su ile bağlıyoruz. Bütün dünyaya haykırıyoruz: Türkiye ile Kıbrıs hiçbir zaman ayrılmayacak şekilde birbirine kenetlenmiş-tir! Kıbrıs’a Türkiye’nin suyu bereket ve izzet götürecektir! Kıbrıs’ta çözüm fikrine kararlı-lık ve samimiyetle bağlı oldu-ğumuzu bir kez daha ortaya koyuyoruz. Burada bir kez daha tekrarlamak istiyorum: Türkiye, mevcut müzakere sürecinin bir

an evvel adil, kapsamlı ve kalıcı bir çözümle neticelenmesini samimiyetle temenni etmek-tedir.”

Türkiye Cumhuriyeti Cum-hurbaşkanı Erdoğan ise, yaptığı konuşmayla Anadolu insanının gönül zenginliğini yansıtan çok önemli açıklamalarda bulun-du. Açılış töreninin öncesinde fırlatılan Türksat 4B uydusunu hatırlatan Erdoğan, “Dün gök-yüzünde büyük bir başarıya şahitlik etmiştik, bugün de Akdeniz’in altında benzer bir başarının şahitliğini yapmak üzere buradayız. Bu millet kara-dan gemileri yürüttü, Boğaz’ın altından Marmaray’ı inşa etti, şimdi de Anamur’dan Kuzey Kıbrıs’a, yine denizin altından 107 kilometrelik su naklini ger-çekleştiriyor, hamdolsun!” dedi.

Büyük düşündükçe büyüye-cek Türkiye’nin potansiyeline dikkat çeken Erdoğan, “Bu millet, önümüzdeki yıl Av-rasya Tüneli’ni yine Boğaz’ın altına inşa ediyor. Bu millet bir olursa, iri olursa, beraber olursa, kardeşçe yürürse, hep birlikte Türkiye olursa, bu mil-letin aşamayacağı hiçbir engel yoktur!” ifadelerini kullandı ve “Başbakanlığımız döneminde başlattığımız çalışmaları işte bugün sonuca ulaştırıyoruz! Türkiye’den suyu aldık, getirdik ve Kıbrıs’la buluşturduk. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti artık yarım asır boyunca içme suyu ve tarımsal sulama suyu sıkıntı-sı çekmeyecek” dedi.

İhtiyaç talebinin dillendi-rilmesi halinde Güney Kıbrıs Rum Kesimi’ne de bu suyun ulaştırılabileceğinin ve bu ko-nuda Anadolu insanının büyük yürekliliğinin Türkiye Cumhu-riyeti Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından dillendirilmesi ise törenin en önemli anlarından biriydi. Dünyada ilk kez uygu-lanan bu projede deniz geçişi için kullanılan 80 kilometrelik tesisat, 151 metre uzunluğunda ve deniz yüzeyinden 250 metre derinlikteki askıdan geçiyor. Deniz geçişi, bin 600 milimetre çapındaki yüksek yoğunluklu polietilen boru hattından oluşu-yor. Proje kapsamında Anamur-Alaköprü Barajı’ndan alınan su, Anamuryum Dengeleme Deposu’na getirilerek kontrollü bir şekilde Deniz Geçişi İsale Hattı’na verilmeye başlandı ve

Page 23:  · haber HÜR TEFEKKÜRÜN KALESİ Aylık Siyaset, Strateji ve Toplum Dergisi KASIM 2015 YIL 9 SAYI 108 15 TL  Yayınları PROF. DR. TURAN GÜVEN Küresel güç

21kasım 2015

Ömer Bekir Sadık // [email protected]

G ö ç d a l g a s ı b ü y ü y o r TARİH, çeşitli dönemlerde bazı kritik yolları gösterir bize. Bu yollar, yerini değiştirmek isteyen veya zorunda kalan insanın mutlaka uğra-ması gereken kesişme bölgeleriyle bilinir. İşte Balkanlar da Avrupa kı-tasının, hatta dünyanın en önemli kesişme bölgelerinden biridir.

>> Ancak bu bölge, böylesi yoğunluklara bütün geçmişi bo-yunca şahit olmasına rağmen, kendisine göre daha batıda olan beyaz adamın sömürüsü altın-da ezilmesi sebebiyle bir türlü bu geçişleri kolaylıkla atlatama-mış, ancak kendisine göre daha batıda yaşayan beyaz adamın selameti için acımasız ve vic-dansız bir duvar olup çıkmıştır.

Her gün yüzlerce mecburî göçmenin üzerine ayak bastığı bu topraklar, yüzölçümü açı-sından oldukça geniş olmasına rağmen hiçbir göçmene yâr edilemeyecek kadar kısıtlı ve darmış gibi hissediliyor Bal-kan ülkeleri tarafından. Zaten onların bu fizikî, zihnî ve kalbî darlığını hisseden göçmenler de bu topraklarda hiç zaman kaybetmeksizin daha da batıya gitmenin derdinde hareket ede-rek yol almaya çalışıyorlar.

En son Hırvatistan-Slovenya sınırındaki Brezica kasabasına

trenle gelen 3 bine yakın göç-men, Slovenya polisi eşliğinde “yürüyerek” sığınma merkezle-rine ulaşmaya çalışıyor. Brezica sınır bölgesine 6 kilometre uzaklıktaki sığınma merkezine sadece yürüyerek ilerleyen göçmenlerin, yağmurdan sonra çamur olan yolda uzun kuyruk-lar oluşturuyorlar.

Batı Avrupa ülkelerine ulaş-maya çalışan göçmenler, bir koridor gibi kullandıkları Bal-kanlarda Hırvatistan üzerinden Slovenya’ya ilerlemeye devam ediyorlar. Slovenya’ya ilerleyi-şin sebebi ise, Macaristan’ Hır-vatistan sınırını kapatması.

Suriye, Irak ve Afga-nistan başta olmak üzere çatışma bölgelerinden kaçanlar, Türkiye’nin ardın-dan Yunanistan’a girdikten sonra Makedonya-Sırbistan-Hırvatistan-Slovenya rotasını kullanarak Avusturya, Alman-ya ve İsveç başta olmak üzere

kendilerini kabul edebilecek Batı Avrupa ülkelerine ulaşma-ya çalışıyorlar.

Ancak beyaz adam, vaktiyle kendi hesabına borçlandıra-cağı muhasebe hesabını öyle ilginç bir şekilde yapmış ki şaşmamak elde değil. Zama-nında içleri silah ve de asker dolu filo ve ticaret gemileriyle giderek Afrika’nın hür insan-larını kendilerine parya yapan beyazlar, aynı gemilere zorla yükledikleri mazlumların kont-rollerini kaybetmemek için her yolu denediler. Meselenin adı “insan hakları” olup da tepki alınca, başlarına bizzat silah dayadıkları hür insanları bu kez kendileri giderek ve kendileri para harcayarak getirmiyorlar topraklarında ırgatlık etsinler diye. Hür insanlar, hür oldukları memleketlerinden kendi harca-dıkları paralarla beyaz adamın ayağına, yine beyaz adama kazandırmak için gidiyorlar. Ne hazin, ama ne ilginç, değil mi?!

Kıbrıs’a su ulaştı.

Alaköprü Barajı’ndan alına-cak yıllık 75 milyon metreküp su, Türkiye tarafı 24 kilometre, deniz geçişi 80 kilometre ve KKTC tarafı 3 kilometre olmak üzere toplam 107 kilometre uzunluğundaki boru hattı vası-tasıyla KKTC Geçitköy Barajı’na aktarılacak.

Tabiî böyle önemli ve büyük bir projenin yanında Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde olan bazı gelişmeler, “Yavru Vatan” lakabıyla nitelediğimiz ülke için bizim açımızdan çok hoş karşılanacak özelliklere sahip değil. Bazı duyarlı medya organlarında yer alan Ezan-ı Muhammedî’ye karşı bir ahlak-sızın yaptığı densizlik, söz ko-nusu ahlâkî çöküntünün Kuzey Kıbrıs’ta hangi boyutlara ulaştı-ğının en açık belgelerindendi.

Türkiye’nin kendisinden ve kendi öz sermayesinden taşıdığı yatırımlara karşın, tedavülü Avrupa’da dahi çok tartışılmasına rağmen, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin Türk lirasından çıkarak Avrupa Birliği’nin para birimi olan avro-ya geçiş için teknik çalışmalar başlatması hayli düşündürücü. Bazı ekonomistler, söz konusu çalışmaların Ada’da varılacak muhtemel bir çözüme hazırlık amacı taşıdığını belirtiyorlar. Avroya geçiş çalışmalarını eşzamanlı olarak Avrupa’yla gümrük birliği kurma süreci de izleyecek. Bu çerçevede KKTC gümrük mevzuatının AB ile uyumlu hale getirilmesi de amaçlanıyor.

Rumların 2004 yılında tek yanlı Avrupa Birliği üyeliği nedeniyle, Kıbrıs’ta varılacak olası bir çözümde ortak para bi-rimi ve gümrük birliği gibi ekonomik konular başta olmak üzere iki taraf arasındaki birçok konuda AB’ye uyum gerekiyor. KKTC Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı, ekonomik harmonizas-yon çalışmalarını yürütmek üzere teknik komite kurulması-nı kararlaştırdıklarını belirterek, Avrupa Birliği’nden gelecek uzmanlarla Kıbrıs Türk tarafı-nın avroya geçiş hazırlıklarının en kısa sürede tamamlanma-sının amaçlandığını belirtiyor. Anlaşmanın referandumda onaylanmasının ardından KKTC’nin 1 yıllık avroya geçiş süreci başlayacak.

Page 24:  · haber HÜR TEFEKKÜRÜN KALESİ Aylık Siyaset, Strateji ve Toplum Dergisi KASIM 2015 YIL 9 SAYI 108 15 TL  Yayınları PROF. DR. TURAN GÜVEN Küresel güç

22 kasım 2015

Yeni Kral’dan Karadavî hamlesi

SUUDİ Arabistan’ın yeni kralı Kral Selman’ın Müslü-man Kardeşler’e yönelik son adımı, Mısır’daki Sisi yöne-timinin güdümündeki yargı tarafından gıyabında idamla yargılanan Dünya Müslüman Âlimler Birliği Başkanı Yusul El-Karadavî’yi kendi ülkesine davet etmek oldu. Bu adım, Sisi yönetimi ile Sisi destek-çilerinden oldukça büyük bir tepki aldı. Ancak Kral Selman, icraatıyla farklılık oluşturmaya devam ediyor ve boyun eğme-mekte ısrarcı olan Müslüman-ların desteğini kazanıyor.

Kral Selman, Ekim ayı başında Katar’ın başkenti Doha’daki Suudi Arabistan Büyükelçiliği’ni ziyaret eden Yusuf El-Kardavî’yi ülkesi-ne davet etmesiyle birlikte, Karadavî’ye uygulanan Suudi Arabistan’a giriş yasağını da kaldırdı. Kral Selamn Bin Abdülaziz, Dünya Müslüman Âlimler Birliği toplantıları-nın Riyad’da yapılması için girişimlerde de bulunuyor. Birleşik Arap Emirlikleri ise bu girişime oldukça tepkili.

Kral Selman’ın ikinci daveti ise, Tunus Müslüman Kar-deşler lideri Raşid Gannuşi’ye oldu. Tüm bunları yan yana koyunca, Kral Selman’la bir-likte Müslüman dünyasında, özellikle de Müslüman Kar-deşler ekseninde Suriye krizi, Mısır darbesi, Yemen’deki İran işgali ve Filistin konusunda bir bütünlük sağlanması adına olumlu adımlar atıldığı görü-lüyor.

ABD Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi (NASA), Mars’ta akan su olduğuna dair kanıtlar bulunduğunu açıkladı. NASA’ya göre sıcak aylarda Mars’ta tuzlu su akı-yor. “Kızıl Gezegen” Mars’ta daha önce bulunan buzul da bir yaşam belirtisi olarak görülmüştü. Bu son keşifle birlikte hayatın varlığıyla il-gili Mars’taki araştırmaların hızlandırılması bekleniyor.

NASA Mars’ta tuzlu su buldu

Dünya Ajanda

Rusya’nın adı, İran’ın tadı (!)RUSYA, nihayet Suriye’de Esed rejiminin soluklanması için savaşa doğrudan müdahil oldu. Asker, silah, mühimmat, arazi ve hava araç-larıyla ülkeye giren Rusya, Suriye’de dört yıldır süren iç savaşa gir-mekle yepyeni bir sürecin doğumuna da sebep olmuş oldu.

>>İki kez hava sahamıza da girerek taciz teşebbüsünde bulunan Rus uçaklarına gerekli misilleme yapılsa da bu girişle Rusya ile Türkiye arasındaki ilişkilerin hangi çerçevede şekilleneceği merak konusu.

Rus saldırılarında siville-rin yerleşim yerlerine zarar verilmesi ve can kayıplarının yaşanması, söz konusu girişim hususunda Rusya’nın ne kadar titiz davrandığını da tartıştırı-yor. Ancak Rusya’nın da ABD Ordusu gibi sadece yıkmak için geldiği belli. Zira bu tecrübeyi geçmişlerinden de görüyoruz. ABD için Irak ve Afganistan ne ise, Rusya için de Çeçenistan ve Ukrayna temsilleri, saldırılarda hiçbir değerin gözetilmediğine ve gözetilmeyeceğine birer kanıt.

Rusya bir tarafa dursun, Esed’in arkasında duvar gibi bir dayanak görevi üstlenen, fakat söz konusu duvar pozisyonuyla “Ben ne yapıyorum ki?” hay-

lazlığında pişkinlik edip türlü politikalarını bölgede rahatlıkla sürdüren İran, Suriye’de bulu-nan asker, silah ve mühimmat sayısını da arttırıyor. Esed güçlerinin yanında savaşın başından yer alan ve bir nok-tada savaşı kara operasyonları açısından yönlendiren İran’ın pozisyonu konusunda Devrim Muhafızları Ordusu Halkla İlişkiler Sorumlusu Tuğgeneral Ramazan, İran’ın Suriye’de girilen yeni kara savaşı sürecine uygun olarak bölgedeki asker sayısını artırdıklarına yönelik bir açıklama yaptı.

Şerif, Devrim Muhafızları Ordusu’na ait kayıpların olduğu-na da değindi. Suriye’de Abdul-lah Bakıri ve Emin Kerimi adın-da 2 Devrim Muhafızı askerinin hayatını kaybettiğini belirtti. Öte yandan Devrim Muhafızları Ordusu’na yakınlığıyla bilinen Fatimiyyun Tugayı komutan-larından Rıza Haveri Suriye’de öldürüldüğü belirtiliyor.

Page 25:  · haber HÜR TEFEKKÜRÜN KALESİ Aylık Siyaset, Strateji ve Toplum Dergisi KASIM 2015 YIL 9 SAYI 108 15 TL  Yayınları PROF. DR. TURAN GÜVEN Küresel güç

23kasım 2015

VAHŞETTE sınır tanıma-yan Budistler, bir de “doktor” unvanına sahip olarak, Basi-dong Devlet Hastanesi’nde doğum yapan 20 yaşındaki Arakanlı anne ve bebeğini zehirleyerek katlettiler. Anne, çocuğunu doğurduk-tan bir gün sonra, Budist doktorların enjekte ettikleri sebebiyle çocuğuyla be-raber yaşamını yitirdi. Biz biliyoruz ki, Gayretullah’a dokunanın sonu azaptır!

Budist doktor Müslüman anne ile bebeğini z e h i rl e d i

Ömer Bekir Sadık

Laf söylemiş bal kabağı (!)

Emisyon skandalı!

HOLLANDA’daki Özgürlük Partisi’nin ırkçı ve dolayısıyla İslam düş-manı öncüsü Geert Wilders, 1 Kasım seçimlerinden AK Parti’nin zafer-le çıkmasını sindiremedi.

ABD Çevre Koruma Ajansı, Volkswagen’in Temiz Hava Yasası’nı üst üste iki kez ihlal ettiğini açıkladı. EPA’dan yapılan yazılı açıklamada, Volkswagen’in emisyon skanda-lına ilişkin soruşturmanın Porsche ve Audi marka sportif arazi araçlarını da kapsaya-cak şekilde genişletildiği bildirildi.

>> Sosyal medya üzerinden yayınladığı mesajla Hollanda’da AK Parti’ye oy veren ve yüzde 69 gibi önemli bir veri sağ-layan Türklere çağrı yapan

Wilders, ülkesine Türkiye’den gelen göçmenlerin genellikle tercihlerini AK Parti’den yana kullandıklarına değindikten sonra şu skandal ifadeyi kul-

landı: “Hollanda’da diktatör Erdoğan’ın partisini seçen Türk-ler! Türkiye’ye gidin ve İslamo-faşizmin tadını çıkarın.”

Adamın partisinin adı “Öz-gürlük”; Cumhurbaşkanımızı “Diktatör” diye anıyor; ülkesine gelmiş ve AK Parti’ye oy vermiş vatandaşlarımızı ülkesinden kovma cüretini gösteriyor… Adama sormazlar mı “Be oğlum hangi hastaneden kaçtın?” diye? “Ben ateşten yaratıldım, o ise topraktan” diyenle bu ken-dini bilmez şizofrenin farkı ne? Doğru, o tek bir kimlik taşıyor-du, bu ise çok(!)…

Bu, Hollanda’da ırkçılığıyla bilinen birinden sunulan bir manzara; ya tanınmayanlar? Mesela 1 Kasım seçimlerinden birkaç gün önce İngiltere’de sade fakat ırkçı olduğu her yönünden anlaşılan biri, otobüste sırf Türk-çe konuştuğu için engelli bir va-tandaşımızı darp edip otobüsten attı. Virüs gittikçe yayılıyor, sizce Avrupa’nın kaç yıllık ömrü kaldı?

>> EPA’ya göre Alman oto-mobil imalatçısı Volkswagen, egzoz sistemini olduğundan daha temiz gösteren yazılım ve 2014-2016 arasında üretilen 3 litre dizel motorlu Porsche ve Audi SUV araçlara emisyon sistemlerinin test yapılmayan zamanlarda kapatılmasını sağlayan bir cihaz yerleştirmiş durumda. Söz konusu cihazın bulunduğu 10 bin civarındaki aracın emisyon salınımının EPA standartlarına göre 9 kat fazla olduğu belirtildi.

Volkswagen, egzoz sistemini olduğundan daha temiz göste-

ren emisyon yazılımı yüklediği-ne dair suçlamayı kabul ederek birçok ülkeden araçlarını top-lasa da, 3 litrelik dizel motorlu araçlarda yaptığı ihlale dair iddiaların temelsiz olduğunu bildirdi.

Bu haberler üzerine Avrupa’nın birçok ülkesinde VW marka ve VW grubu otomo-billerde toplamaya gidilirken ülkemizde bu gruba ait araçla-rın ne yapılacağı sorusu birkaç günlüğüne sorulsa da pek gündemde tutulmadı. Sanırım Türkiye’deki distribütörün üzül-mesi, dolayısıyla Alman-Türk dostluğunun (!) zedelenmesi istenmedi.

İlginçtir, söz konusu skanda-lın patlak verdiği günlerde yerli otomobilimizin ilk prototipleri gösteriliyor, dünya VW markalı araçları toplatırken, ülkemizde birkaç uşakçıl medyanın çakma Cadillac geyiklerine ot taşını-yordu.

Page 26:  · haber HÜR TEFEKKÜRÜN KALESİ Aylık Siyaset, Strateji ve Toplum Dergisi KASIM 2015 YIL 9 SAYI 108 15 TL  Yayınları PROF. DR. TURAN GÜVEN Küresel güç

ME

DY

A A

JAN

DA

Medya Ajanda

>> Evrensel: Barış için oy verdiler/ Millî Gazete: Sandıktan tek başına iktidar çıktı/ Ortadoğu: Seçmen iktidarı verdi, başkanlık vermedi/ Yeni Asya: Korku kazandı/ Ana-yurt: Yine sandığa gittik/ Milat: ŞırraaAK! (Osmanlı tokadı)/ Yurt: Korkuya oynadı, kazandı/ Millet: Ve zafer AK Parti’nin/ Vah-det: Sandıktan istikrar çıktı/ Diriliş Postası: (Davutoğlu’nun Twitter mesajı) “Elhamdü-lillah…”/ Akşam: Kasım Devrimi/ Güneş: Ka-zanan Türkiye oldu/ Akit: Ümmetin gözü aydın!/ Birgün: Saflar netleşti, direneceğiz!/ Cumhuriyet: Korkunun zaferi/ Dünya: AK Parti tek başına iktidar/ Hürriyet: Sandığın kararı: “AK Parti tek başına iktidar”/ Milli-yet: Açık ara tek başına/ Posta: Tek başına AK Parti/ Sabah: Sandık Devrimi/ Takvim: Millet rengini belli etti/ Star: Nerede kalmış-tık?/ Yeniçağ: Tek partiye dönüş-Başkanlık sistemi muhalefete bağlı/ Yeni Mesaj: Prof. Dr. Baş oyunu İstanbul’da kullandı/ Yeni Şafak: Muhteşem zafer!/ Zaman: Tek başına iktidar/ Bugün: Türkiye kazandı/ Sözcü: Terör arttı, döviz arttı, oylar arttı, saltanata devam!/ Taraf: Kaos planı tuttu-Bahçeli ikti-darı hediye etti/ Haber Türk: Hoca’nın zafe-ri/ Aydınlık: Muhalefet AKP’yi iktidar yaptı/

Korkusuz: Halk faturayı muhalefete kesti/ Meydan: Muhalefet kaybetti/ Türkiye: Ezdi geçti!/ Özgür Gündem: Yeni mücadele dönemi/ Vatan: Ezdi geçti!/ Yenisöz: Üm-met sevindi, halk düşmanları bunalımda-Türkiye Erdoğan’ı “Başkan” yaptı!/

Atılan bu manşetlerden ilgimizi çok çekenleri de var elbette, hiç çekmeyenleri de. Bunlar arasından öncelikle, 1 Kasım’dan hemen evvel kayyum atanan İpek-Koza Grubu’nun gazeteleri olan Bugün ve Millet gözümüze çarpıyor. İki gazete de bariz bir yön değiştirmeye uğramış ve muhtemel “Korku kazandı” başlıklarından iki eksil-miş. Gerçi İpek-Koza gazetelerinden eski sosyal medya kaynaklı olarak güya yanmış CHP, MHP ve HDP oylarından yapılmış bir kolaj üzerine atılan “Seçimde hile!” gibi bir manşet de çıkabilirdi. Yapmadıkları şey değil…

Sanırım Erdoğan muhalifi gazetelerin ortak zihniyetine dair hepimizin dikkati celp olundu. “Korku” kelimesi üzerine yürütülen fikirler, Cumhuriyet, Taraf, Yurt ve Yeni Asya’dan çıktı. Ne kadar ilginç bir durum, değil mi? Bu dört gazeteyi yönlen-diren paralel yapının başyapıtı olan Zaman gazetesi sadece “Tek başına iktidar” gibi bir manşet kullanırken, son iki yıldır Yezidlik, Firavunluk ve diktatörlükle suçlayarak saldırdıkları Erdoğan ve AK Parti’ye karşı ancak marjinal figüranlarla cephe alıyorlar. Yine mi takiyye?

AK Parti’yi destekleyen gazetelerin “zafer” ve “devrim” temalı manşetlerine çok değinmeyeceğim; zira daha fazla beyin jimnastiğine ihtiyaç var. “Nerede kalmış-tık?” ile Star’ı, “Türkiye Erdoğan’ı ‘Başkan’ yaptı!” ile Yenisöz’ü ve aynı grubun “Şırra-aAK!” manşetiyle Milat’ını elbette görmez-den gelemeyiz. Yenisöz’ün manşeti istedi-ğimiz, gözlediğimiz bir mesele hakkında temenni gibi dursa da, Milat’ın manşetinin çok acımasız (!) ve kışkırtıcı (!) olduğunu belirtmeden geçemeyiz.

Taraf, Korkusuz, Aydınlık, Ortadoğu ve Yeniçağ gazeteleri, halkın yarısının oyunu alan AK Parti’nin hiçbir çaba göstermedi-ğini ima eder şekilde muhalefet üzerinden manşetler atması, bu zihniyetin ne kadar Jakobenize olduğunu kanıtlar nitelikte. Doğan Grubu’nun gazeteleri ise, yeni dö-nemde parasına zarar gelmemesini uman bir tüccarın “Görmedim, duymadım, bilmi-yorum” düşüncesiyle ıslık çalıp gökyüzüne bakan serseri hallerini betimliyor.

Sözcü mü? 1 Kasım günü attığı manşetle daha çok gündeme geldi Sözcü. “Sandığa

Bir seçimden daha ötesi:1 Kasım

Ç OK şükür 1 Kasım 2015 günü tekrar seçim gerçekleşti ve rahata erdik. Peki, 2 Kasım 2015 gününe yansıyan gazete manşetleri nasıldı?

Page 27:  · haber HÜR TEFEKKÜRÜN KALESİ Aylık Siyaset, Strateji ve Toplum Dergisi KASIM 2015 YIL 9 SAYI 108 15 TL  Yayınları PROF. DR. TURAN GÜVEN Küresel güç

25kasım 2015

giderken yanınıza almayı unutmayın!” diyerek merkeze yerleştirdikleri “beyin” fotoğ-rafına çoğu kimse isyan etti “Vatandaşa geri zekâlı muame-lesi yapıyor” diyerek. Ancak düşünülmeyen bir nokta vardı sanırım o gün. Sözcü gazetesini kimler alıyor? Sözcü’nün yaptı-ğı “okuma” operasyonunun asıl kurbanları kimler oluyor? İki sorunun cevabı da aynı kişileri işaret ediyor: Erdoğan’dan nef-ret edenler… Öyleyse Sözcü’nün muhatabı “Erdoğan’dan nefret edenlerdir”! Yani Sözcü, bizzat kendi okuyucusuna hakaret etmiş, “Beni okumadığın za-manlarda bir arıza çıkarıp da AKP’ye oy vermeyesin! O yüz-den beynini de yanına alıp git sandığa!” görgüsüzlüğünü dışa vurmuştur. İşkembeleriyle dü-şünenlerden düşünceli tavırlar beklemeye gerek yok…

Her ne kadar olağan duru-yor olsa da, Haber Türk’ün manşeti, bu manşetler arasın-da en sevimsizi idi. “Hoca’nın zaferi” şeklindeki manşet, son bir yıldır paralel yapının üzeri-ne oynadığı en büyük fitnenin çıkış noktalarından birini andırıyor. Ha Taraf-Korkusuz-Aydınlık-Ortadoğu-Yeniçağ olup AK Parti’nin başarısı yeri-ne muhalefetin beceriksizliğin-den bahsederek millî iradeyi görmezden gelmişsiniz, ha özellikle Davutoğlu’ndan bah-sederek en önemli faktörü es geçmeye çalışmışsınız; bunun kabullenilecek tarafı yok!

Ve tabiî sizler de manşetleri tek tek okurken o manşete dikkat kesilerek yukarıdaki 37 manşetten en çok onu beğendiniz… Evet, Yeni Mesaj, “Prof. Dr. Baş oyunu İstanbul’da kullandı” manşetiyle her şeyi anlatan ve 1 Kasım’a dair bü-tün analizleri bertaraf eden vuruculuğuyla 2 Kasım günü manşetlerine resmen balyoz indirdi(!).

Ülkemizdeki gazeteler böyle anlattılar 1 Kasım gecesine dair içlerindeki hezeyan ya da heyecanları. Peki, yabancı basın tam da 1 Kasım gecesi neyi nasıl gördü?

BBC News: “Erdoğan’ın AK Parti’si tek başına iktidar olmayı bekliyor. 5 ay içinde ikinci kez sandık başına giden Türkiye’de, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın partisi yeniden tek

başına iktidar olmayı bekliyor.”

Guardian: “Erdoğan’ın AK Parti’sinin tek başına iktidar ol-ması tahmin ediliyor. Seçimin ilk sonuçları AK Parti’nin yeni-den tek başına iktidar olacağını gösteriyor. Sol kanattaki HDP ise yüzde 10 barajını aştı.”

Financial Times: “Erdoğan zaferin eşiğinde! Türkiye’nin iktidardaki partisi AK Parti, yeniden parlamentodaki çoğunluğu sağlayacak gibi görünüyor. Açılan sandıkların sayısı yüzde 70’e ulaşırken, AK Parti’nin yüzde 50 çoğunlukla 7 Haziran’da kaybettiği oyları bu defa geri kazandığı anlaşı-lıyor.”

Daily Mail: “İktidardaki parti çoğunluğu geri alıyor. Türki-ye son yıllardaki en şiddetli günlerle karşı karşıya kalırken, bugün yapılan seçimlerle iktidardaki parti yeniden ço-ğunluğu almayı deniyor.”

Washington Post: “Son so-nuçlar AK Parti’nin kazandığını gösteriyor. 10 yıldır iktidarda bulunan AK Parti’nin yeniden parlamentodaki çoğunluğu sağlayacağı görülüyor.”

New York Times: “İlk so-nuçlar iktidardaki partinin kazandığını gösteriyor. İlk seçim sonuçları, iktidardaki AK Parti’nin sürpriz bir şekilde oylarını artırdığını gösteriyor. TRT’nin verilerine göre oyların yüzde 80’inden fazlası sayılır-ken, AK Parti’nin yüzde 50’den fazla oy çoğunluğuyla tek başına hükümet kurabileceği belirtiliyor.”

El-Cezire: “Türkiye’nin ikti-dardaki partisi erken seçim-lerde liderliği önde götürüyor. Türkiye’nin AK Parti’si, büyük arayla liderliği önde götürü-yor. Yüzde 70’ten fazla açılan sandık sonuçlarına göre parti, yüzde 50’nin üzerinde oy aldı.”

Bunlar hakkında çok yorum yapmayacağım ama New York Times’in belirttiği AK Parti galibiyeti hakkındaki “sürpriz” nitelemesiyle, Batı’nın nezdin-de Türkiye seçimlerinin ne büyük önem arz ettiğini ve bu seçimler için kendilerinin ne büyük azimle çalıştıklarının bir itirafı olduğunu görmemiz mümkün. Öyle ya, “Çok çalıştık ama hayret, yine AK Parti ka-zandı!” gibi bir cümle kurulsa ancak denk düşerdi.

Uluğ Bayındır // [email protected]

>> Altın varaklardan, şa-şaadan, kibirden bahsedip durdular. Tabiî söz konusu uşakçıklarla mandacıların sahipleri de kendi ülkelerinden Merkel’in Erdoğan’ı ziyaret etmesinin çok talihsiz olduğun-dan filan bahsettiler. Hatta bazı Batı romantikleri ile ülkemiz-deki hayranları, Merkel’in AK Parti’ye oy kazandırdığından bahsettiler. Bu tipleri anlamak hakikaten güç, Allah aşkına, Merkel Erdoğan’a ne kazandı-rır? Kaybettirir, kazandırmaz!

Saray konusuna devam eder-sek, ecdat yadigârı çok şükür büyük bir zulümden kurtarıl-mış, temizlenmiş ve hak ettiği kullanıma kavuşturulmuştu. 1 Kasım seçimleri sonrasında Türkiye Cumhuriyeti Devleti dosdoğru bir karar alarak ecdat yadigârı sarayları daha aktif kullanacağını, hatta Yıldız Sarayı’nı Cumhurbaşkanlığı İstanbul Külliyesi olarak yaşa-tacağını ilan etti.

Bunun üzerine Hürriyet gazetesi, kendi internet sitesi ve sosyal medya hesapları üzerinden bir anket başlatıp “Yıldız Sarayı Cumhurbaşkan-lığı Külliyesi olacak. Sarayların devlet kurumlarınca kullanıl-masını destekliyor musunuz?” gibi absürt bir soru sordu. Tabiî karşılığını aldı(!).

Söz konusu anketi yapan ka-fanın içinde hangi ottan, hangi

tüyden materyallerin bulundu-ğunu merak etmekle birlikte, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu önderi Gazi Mustafa Kemal’in nerede vefat ettiğini kendilerine sormak istiyorum.

Derdinizi söyleyin yavrum, utanmayın! Zaten ar damarınız parçalanmış…

A LMAN Şansölyesi Merkel’in İstanbul’da ağırlandığı Yıldız Sarayı’ndaki görüşmeler, ülkemizdeki uşakçıkların ve mandacıların canlarını çok acıttı.

Hürriyet anket yapar(!)

S ÖZ konusu kapağı buraya taşımamızın sebebi, bu tür bir

alçaklığı hem tarihimize not etmek, hem de suç teşkil eden bu kapağı belgelemek-tir. Değerli bilgilerinize…

Alçaklıkta son

nokta!

Page 28:  · haber HÜR TEFEKKÜRÜN KALESİ Aylık Siyaset, Strateji ve Toplum Dergisi KASIM 2015 YIL 9 SAYI 108 15 TL  Yayınları PROF. DR. TURAN GÜVEN Küresel güç

Ha şöyle, aslınızı yazın!

29 Ekim 2015 günü, Sözcü gazetesinin biricik Emin Çölaşan’ı… “Emin Çölaşan da kim?” mi diyorsunuz? Az sonra okuyacağınız yazıda okuyucularını HDP’ye oy vermeleri için yönlendirirken HDP’nin baraj altın-

da kalması halinde iç savaş çıkacağını söyleyen ve bu sıra-da “Doğu ve Güneydoğu’yu, ama özellikle de Güneydoğu’yu HDP silmece kazanırsa, gökten ilahlar bile inse AKP’yi kur-tarmak mümkün olmaz” diyen eski bir Yunan filozofu…

>> İşte o Çölaşan, tam da Cumhuriyet Bayramı’nı kutladığımız gün “Şimdi Cemaati Savunma Zamanı!” başlıklı yazısıyla artık vakti gelen müdafaayı sunmuş ve göbeğinin kime bağlı ol-duğunu müthiş bir özgüven içinde paylaşmış. Çölaşan’ın yazısının sonuna dikkat! Çocuklarınıza “ağzından çıkanı kulağı duymamak” deyimini bu yazıyla öğrete-bilirsiniz. Yazıya geçelim:

“Cumhuriyet Bayramı hepimize, Mustafa Kemal Atatürk’ün laik ve uygar

Cumhuriyet rejiminin düşmanlarına, ülkemizi soyan eşkıya güruhuna, Cumhuriyet’in vatandaşlı-ğını çok görüp Osmanlı’nın kulluğu hayaliyle yaşayan din tüccarı onursuzlara bile kutlu olsun.

Sevgili okuyucularım, ‘de-mokrasi (!)’ ile yönetildiği iddia edilen bir ülkede muhalif gazeteler ve te-levizyon kanalları polis zoruyla, baskınlarla ele geçirilip kapatılıyorsa, bu-nun hesabı günün birinde mutlaka sorulur. Dünkü

baskınlarda bir kez daha izledik, medya kuruluşla-rına TOMA’larla saldıran, ahalinin üzerine biber gazı sıkıp coplayan, gazetecilere kelepçe takan polis gücü, en sonunda başarılı bir operasyonla (!) hedefleri ele geçirdi ve AKP hükümetine sağ salim teslim etti. Bu gibi olaylar bir süre sonra bizim de başımıza gelecek. Sözcü ve Doğan Grubu benzer baskınlara uğra-yacak, hepimiz yaka paça götürüleceğiz. Diktatörlük düzeninin sonu budur!

Burada açıkça söylü-yorum: Bugüne kadar hakkında nice yazılar yazıp mahkemelik olduğum Fet-hullah ekibinin, başka bir deyişle Cemaat’in terörle il-gisi olduğuna hiçbir zaman inanmadım. Şimdi piyasa-ya, adına FETÖ dedikleri en son terör örgütünü sür-düler. Cemaat’i yok etmek amacıyla, durduk yerde, aslı astarı olmayan yeni bir dandik örgüt yarattılar. Hiç kimse bu sözde terör örgü-tünün hangi silahlı eyle-mi gerçekleştirdiğini bilmi-yor. Devlet belgelerinde, savcılık iddianamelerinde ve mahkeme kararlarında böyle bir bilgi ve belge yer almıyor. Taktik çok ilginç! Hükümete karşı olanları terör örgütü ilan edeceksin!

Bugün Fethullah’ı terör örgütünün başı ilan eden fa-şist iktidarın yakın geçmişte çevirdiği dümene çok kısa-ca göz atalım. ‘Ergenekon terör örgütü (!)’ ve ‘Balyoz darbecileri(!)’ diye masallar uydurmuşlardı. Böyle terör M

ED

YA

AJA

ND

A Medya Ajanda

ve darbe örgütleri yoktu. Ama kendilerine karşı olan yüzlerce aydını ve subayı tutuklayıp içeri tıktılar, yıl-larca hapis yatırdılar. Amaç toplumu bu yolla korkutup sindirmekti.

İşin acı tarafı neydi, anımsayın! Bunlar olurken, şimdi benzeri kendi başına gelince haklı olarak ağlaşan Cemaat hep alkış tuttu ve AKP’ye destek verdi. Çünkü o zaman aralarında henüz çıkar kavgası patla-mamıştı. Cemaat, AKP’nin taşeronluğunu ve tetikçili-ğini yapıyordu. Şimdi aynı haksızlık ve hukuksuzlukla kendileri boğuşuyor. Atala-rımız “Etme bulma dünya-sı” demiş, doğru söylemiş.

Biz gerek Ergenekon, gerekse Balyoz davalarında elimizden geleni kork-madan yaptık, haksızlığa uğrayan o insanlara hep destek verdik. Her iki dava da fos çıktı. Bugün de aynı desteği Cemaat’e karşı ser-gilenen haksızlık ve hukuk-suzluğa karşı veriyoruz.

Tayyipgiller’i yakın bir gelecekte ‘hesap verme’ korkusu sardı. 1 Kasım seçiminde Meclis’te kelle çoğunluğunu sağla-yamadıkları takdirde iş kendileri açısından daha da zorlaşacak. Sağladıkları takdirde -ki hiç mümkün görünmüyor- daha beter şımarıp terazinin dengesini iyice yitirecekler, baskı ve zulüm ortamı giderek güç kazanacak. Seçimi kazansa-lar bir türlü, kazanmasalar bir türlü, olan, Türkiye’ye olacak. Ülkemize artık ba-rışın gelmesi, Anayasa’nın uygulanması, hukuk devleti falan asla söz konusu de-ğil. Her şey bir tek şahsın, Tayyip’in ağzına ve keyfine bakacak. Büyük lokma ye…

Sevgili okuyucularım, belki bazen düşünüyor ola-bilirsiniz, seçimde AKP’nin en çok korktuğu, bu yüzden düşman belleyip hedef gösterdiği, başarısız olsun

Page 29:  · haber HÜR TEFEKKÜRÜN KALESİ Aylık Siyaset, Strateji ve Toplum Dergisi KASIM 2015 YIL 9 SAYI 108 15 TL  Yayınları PROF. DR. TURAN GÜVEN Küresel güç

27kasım 2015

>>“PKK’nın ana karargâh ola-rak kullandığı ve ‘Türkiye’nin Kandil’i’ olarak nitelendirilen 3 bin 500 rakımlı dağlarda ve vadide, asker stratejik 12 nokta-nın 9’unu ele geçirdi.

Operasyonlar boyunca bu tip cümlelerle çok karşılaştık.

Bu türden cümleler kurulmaya devam ediliyor. Ancak bu ah-laksız ve görgüsüz cümlelere derhal son verilmesi gerekiyor! Zira Türkiye, işgal altında veya sınırları içerisinde savaşlar yaşanan bir ülke değil. Çok şükür Türkiye, bütün vatan toprağıyla bir ve tek! Medyamız, “Türkiye’nin Kandil’i” gibi isim-lendirmenin PKK gibi haşere nevinden bir pisliği büyütmek-ten başka bir işe yaramadığının farkına varmalıdır. “12 noktanın 9’u ele geçirildi” cümlesiyle toprağın kurtarıldığından bah-setmek, zaten bizim olan vatan toprağının ne demek olduğunu bilmemektir.

Uluğ Bayındır

diye çaba harcadığı parti hangisidir diye. Acaba CHP mi, MHP mi? İkisi de değil. O halde hangisi? HDP!

HDP 7 Haziran seçimin-de yüzde 10 barajını aşıp Meclis’e 80 milletveki-li soktu. Bu 80 milletveki-linin neredeyse tamamı Güneydoğu’da AKP’den alındı ve iktidar partisi Meclis’te azınlığa düşmüş oldu. Ülkede acayip bir rüzgâr esiyordu: ‘HDP’ye oy verin! Barajı aşsın ki AKP tek başına iktidar ola-masın...’ İnce hesaplar yapıldı, büyük bir kumar oynandı ve tuttu.

Ülkemizin bölünmez bü-tünlüğünün, laik ve demok-ratik Cumhuriyet’in, Atatürk ilke ve devrimlerinin en büyük savunucusu olan, bazılarını benim de birebir tanıdığım nice insanlar san-dık başına bu hesapla gidip oylarını HDP’ye verdiler. Peki şimdi, bu seçimde ne ola-cak? Eğer aynı süreç 1 Kasım günü de gerçekleşir, Doğu ve Güneydoğu’yu, ama özellikle de Güneydoğu’yu HDP silme-ce kazanırsa, gökten ilahlar bile inse AKP’yi kurtarmak mümkün olmaz. Dolayısıyla bu seçimde de AKP’nin en büyük rakibi (iste-sek de istemezsek de) HDP’dir.

Burada bir cümlelik bir pa-rantez açıyorum: (HDP yüzde 10’u geçemezse, korkarım ki başta Güneydoğu olmak üzere ülkenin pek çok yerin-de kanlı olaylar çıkar ve terör çok canlar alır.)

Bazen kendi kendime dü-şünürken ya da arkadaşlarla konuşurken konu hep aynı yere geliyor: ‘Ne günlere kal-dık! Eskiden iktidarın tetikçisi ve taşeronu olan Cemaat’le kavgalı idik, şimdi bunca haksızlığa uğrayınca onların yanında yer almak, onları savunmak durumunda kalı-yoruz. Apo’nun uzantısı olan HDP’den nefret ederdik, şimdi AKP’nin elinden iktidarı sö-küp alma görevi adeta onlara verildi ve biz, HDP’nin yüzde 10 barajını aşmasını dilemeye başladık!’

Yine bir atasözü ile bitire-yim. Atalarımız ‘Büyük lokma ye, büyük konuşma’ demiş, doğru söylemiş!

Batı’nın derin psikozu: Merkel’e giydirilen çarşaf

A LMAN Devlet Televizyonu ARD, Şansölye Angela Merkel’e fotomontaj

ile çarşaf giydirdiği görüntüsü-nü ekrana verdi. Söz konusu eylemi yapanın devlet tele-vizyonu olması, Alman derin devletinin İslam’a ve insanlığa bakışının derin psikozunu gös-terdi. Bu psikozun adının psiko-lojideki karşılığının ne olduğu-nu bilemiyorum tabiî, ancak işi bu kadar abartmalarının altında kesinlikle bir psikopatlığın olduğunu söyleyebilirim.

Batı, söz konusu göç dalga-larının ardından (Doğu mede-niyetinin insanları tarafından) kendisinin Doğu medeniyeti insanlarına yaptığı zulmün aynısının kendisine de yapıla-cağı gibi (af buyurunuz) aptalca bir kaygı içinde. İşte bu kaygı paranoyaya, bu paranoya da

psikopatça düşüncelere yönlen-diriyor Batı’yı. ABD’de başörtülü ve göğsünde yavrusu sarılı bir göçmen anneden uyarlanan

Cadılar Bayramı kostümü dü-şüncesi neyse, ARD televizyo-nunun düşüncesi de o! Akıl mı? Boş versenize…

H ABER Türk gazetesinde, terör örgütü PKK’ya yönelik gerçekleştirilen operasyonlara dair bir haberle karşılaştık. Haber metninin daha spotunda yer alan

ilk cümle şöyle:

Hangi ülke toprağından bahsediyorsunuz?

C UMHURİYET Bayramı kutlama-larından görün-tüler sunan Cum-

huriyet, Zaman ve Hürriyet gazeteleri, Mehter Takımı gösterisi sırasında barko-vizyona yansıtılan Osmanlı armasından mustarip ol-muşlar. Bırakın Mehter Takı-mı gösterisini, bütün gösteri

boyunca o arma yerinde dursa bu millet gocunmaz! Tabiî bu milletin kimi ço-

cuklarını Osmanlı meselle-riyle büyüten The Cemaat’in bu durumdan gocunduğu-nu görmek de her zaman nasip olmaz… Allah gören-lerden eylesin!

Müslümanın ferasetiyle oynamayın!

Page 30:  · haber HÜR TEFEKKÜRÜN KALESİ Aylık Siyaset, Strateji ve Toplum Dergisi KASIM 2015 YIL 9 SAYI 108 15 TL  Yayınları PROF. DR. TURAN GÜVEN Küresel güç

28 kasım 2015

haberajandaPerspektif

Küresel güç konsorsiyumu-nun başını çeken ABD-İngiltere ikilisi, küresel veya süper güç ol-manın insanlığa karşı bir sorum-luluk yüklediğini idrakten uzak. Selçuklu ve Osmanlı da bunlar gibi mi davranıyordu acaba? İn-sanlık bir Roma Barışı, Selçuklu Barışı ve Osmanlı Barışı yaşadı, ama bugün kimse bir Amerikan ve İngiliz barışından bahsedemi-yor. Ne yazık ki ABD, insanlığa karşı bu sorumluluk bilincinin zerresine sahip değil! Görünen o ki, Yahudi lobileri ve gizli tarikatla-rın güdümünden çıkamadığı sü-rece de bu bilinci kazanamayacak.

Küresel güçlerin ip ine sarılanlar kuyuda kalabilirler“B ATI

medeniyetini en iyi tanımla-yan kavramı söyleyin” deseler, aklı-

ma gelen ilk kelime “sömürü” olurdu. Gerçekten de bu kavram, Batı’nın eskitemediği özelliklerinden biridir. Kuruluşu böyle oldu, zevali de bununla olacak gibi görünüyor.

Page 31:  · haber HÜR TEFEKKÜRÜN KALESİ Aylık Siyaset, Strateji ve Toplum Dergisi KASIM 2015 YIL 9 SAYI 108 15 TL  Yayınları PROF. DR. TURAN GÜVEN Küresel güç

29kasım 2015

Prof. Dr. Turan Gü[email protected]

Küresel güçlerin ip ine sarılanlar kuyuda kalabilirler>> Kendi emekleri ile bilim

ve teknolojide sağladıkları ge-lişmeleri “küresel bir güç olma” yolunda maharetle kullandılar. Batı’nın bu çabalarını haksız görmek mümkün değildir; çünkü bilim ve teknolojiyi üretenler, elbette bunun sağ-ladığı imkânları da birinci derecede kullanma hakkına sahip olmalıdırlar. O zaman Batı niçin acımasız bir şekilde eleştiriliyor? Sanırım bütün eleştiriler Batı’nın “ben odaklı” bir medeniyet olmasından kay-naklanıyor. Batı, bütün dünyaya bugün şunu söylemektedir: “Ben varsam, başkasına ihtiyaç yoktur!”

20’nci yüzyıl boyunca göz-lemlenen bütün olaylara ve Batı’nın bu olaylarda konum-landığı yere bakılırsa durum aynen budur. Bir şekilde elde etmiş olduğu küresel gücü ka-lıcı bir sömürü düzeni kurmak için bir zulüm aracına dönüş-türmüştür. Tabir caizse, bütün insanlığın malı olan dünya kaynakları üzerine çullanmıştır. Gün geçtikçe iyice anlaşıldı ki, Batı medeniyeti insanlığa hitap eden evrensel değerler ürete-memiş, ortaya koyduğu ilkeleri başka insanlara teşmil etmediği gibi, onları “insan” yerine bile koymamıştır. İkiyüzlülük ve çifte standart uygulayarak in-sanlığı kandırmaya çalışmıştır. Bütün mesele, eldeki gücün hak ve adaletle kullanılmamasından kaynaklanmaktadır.

Batı’nın 20’nci yüzyılda kur-duğu zulüm düzeni insanlığı kana bulamıştır. 21’inci yüzyılın

ilk çeyreğinde meydana gelen olaylara baktığımızda, kan ve sömürü üzerine kurdukları düzenin devam ettirilemeyece-ğini yavaş yavaş görmeye baş-lamışlardır. Onlara bu düzenin devam ettirilemez olduğunu bütün açıklığı ile söyleyen de Türkiye olmuştur.

Özet olarak Batı ve ABD, küresel güç olmanın ağırlığını taşıyamamış, insanlığa sadece kan, gözyaşı, sömürü ve zulüm getirmekten başka bir şey yap-mamıştır. Bugünkü duruma bakıldığında küresel güçlerin küresel çapta bir adalet tesis edebilecek yüksek insanî de-ğerlerden mahrum olduklarını görüyoruz. Günümüzün küre-sel aktörleri arasında yer alan ABD, İngiltere, Almanya’nın anladıkları tek dil “güç”.

Bunların Balkanlar, Irak, Mısır, Afganistan ve Suriye konusunda neler yaptıklarına ve nerede durduklarına yakından şahit olduk. Hiçbiri “İnsan kanı akmasın” diye bir çaba gös-termedi. Rusya ve Çin, sanki dünyadaki kaostan pay kapmak için “küresel güç konsorsiyu-muna” dâhil oldu. İran’a gelince, mezhepçiliğin bataklığından çıkamadığı gibi, Ortadoğu’ya yerleşmiş küresel güçlerin de-ğirmenine su taşımakta. İslam dünyasına verdiği zarar ise çok daha büyük.

Küresel güçler, Dünya Ban-kası, IMF ve diğer para piyasa-larını da kontrolleri altında tu-tuyorlar. Her biri bir devletten daha zengin binlerce şirketleri var. İstedikleri zaman istedikleri

ülkeye savaş açıyor, işgal ettikle-ri ülkelerin insanlarını –çocuk, yaşlı, kadın demeden- acıma-sızca öldürüyorlar. Zaten insan öldürme sanatında üstlerine diyecek bir söz yok. Kimyasal, biyolojik ve nükleer silahların hem mucidi, hem üreticisi, hem de kullanıcısı olanlar kendileri. Kurdukları uluslararası örgüt-lerle bu silahların kullanımını güya yasaklıyorlar. Tabiî bu yasaklar kendileri ve kendileri-ne fason iş yapanlar için değil, başkaları için geçerli.

Küresel güçlerin hemen her yerde çıkardıkları düşük yo-ğunluklu bölgesel savaşlarda bu silahlar da kullanılıyor; çünkü onlara göre, kendileri dışında kalanlar insan sayılmazlar. İsarail’deki nükleer silahlara hiç ses çıkarmazlar ama Müslüman ülkelerin nükleer santral yap-malarına bile müsaade etmezler. Dünya nükleer çağı kapatmak üzere iken, Türkiye’nin hâlâ bu yüksek teknoloji ile tanışa-maması da bu küresel güçlerin sistematik engellemelerinin bir sonucudur. Tabiî elin adamı boş durmayacaktır; önemli olan, bu konuda bizim ne yaptığımızdır.

“Küresel güç” ile “küresel haydut” arasında

Hiçbir hukuk ve adalet ilkesi tanımayan bu güç, züccaciye dükkânına dalan fil gibi, girdiği her yeri kırıp dökmüştür. Sade-ce kırıp dökmekle de kalmaya-rak “Dünyanın bütün kaynak-ları bizden sorulur! Yeryüzünün nimetlerini biz dağıtırız. Dile-

diğimize az verir, dilediğimize çok veririz. Yaptığımız haksız paylaşımdan dolayı kimse bize hesap soramaz!” demektedir. İnsanları onursuz hayatlara, köleliğe mahkûm etmek iste-dikleri çok açık…

Bunlara karşı gelen, haksız ve adaletsiz olduklarını yüzlerine karşı söyleyen hiçbir insandan ve özellikle siyasetçiden hoş-lanmazlar. Bu insanları bertaraf etmek için, o ülkedeki uzantı-larını (yani yerli işbirlikçileri) kullanırlar.

Küresel güç konsorsiyu-munun başını çeken ABD-İngiltere ikilisi, küresel veya süper güç olmanın insanlığa karşı bir sorumluluk yükledi-ğini idrakten uzak. Selçuklu ve Osmanlı da bunlar gibi mi dav-ranıyordu acaba? İnsanlık bir Roma Barışı, Selçuklu Barışı ve Osmanlı Barışı yaşadı, ama bugün kimse bir Amerikan ve İngiliz barışından bahsedemi-yor. Ne yazık ki ABD, insanlığa karşı bu sorumluluk bilincinin zerresine sahip değil! Görünen o ki, Yahudi lobileri ve gizli tarikatların güdümünden çı-kamadığı sürece de bu bilinci kazanamayacak.

Eğer bir süper güç küresel beşerî sorunlara çözüm üre-temezse, her geçen gün itibar aşınmasına uğrar ve “büyük güç olma” vasfını kaybeder. ABD ve Avrupa Birliği, bırakınız beşerî sorunların çözümüne katkı sağlamayı, aksine bizzat bu so-runların kaynağı haline gelmiş bulunmaktadır. Ortadoğu ve Afganistan’da, balta ile ameliya-

Page 32:  · haber HÜR TEFEKKÜRÜN KALESİ Aylık Siyaset, Strateji ve Toplum Dergisi KASIM 2015 YIL 9 SAYI 108 15 TL  Yayınları PROF. DR. TURAN GÜVEN Küresel güç

30 kasım 2015

haberajandaPerspektif

irtifa kaybettiklerini onlardan daha iyi kimse bilemez.

Hukuka dayanmayan güç, zulme kaymaya eğilimlidir ve bir devlet için en ciddi tehlikedir. Obama, ABD’nin Irak’ta Vietnam benzeri bir bataklığın içine girdiğini gördü ve bir iç savaş ortamı bırakarak askerlerini geri çekti. Bütün dünya –haklı olarak- ABD’nin kendi tarihinden ders çıkar-masını bekliyor. Zira Viet-nam Savaşı’nda (1965-1973) ABD’nin nasıl bir kartondan kaplan olduğu herkes tarafın-dan görülmüştü. En modern silahlara ve küçücük bir yarı-madaya yığdığı 540 bin askere rağmen Vietnam bataklığından çıkarken 55 bin askerini kay-betmiş ve kendisi ile işbirliği yapan Güney Vietnam’ı da yü-züstü bırakmıştı. Haritada zor farkedilen bir yarımadaya attığı bombaların toplamdaki tahrip gücü, İkinci Dünya Savaşı’nda Japonya’ya atılan atom bom-balarından katbekat fazlaydı. Çevreye ve dolaylı olarak in-sanlığa verdiği zarar ise hesap edilemeyecek boyutlardaydı. Güney Vietnamlıların “Çirkin Amerikalıyı” yakından tanıyıp ipiyle kuyuya inilemeyeceğini anladıklarında ise iş işten çok-tan geçmişti.

Şimdi bu ibret verici olayın bir benzerini ABD’yi dost edinen Türkiye’deki “aydın fahişeler” yaşayacaklardır. PKK, DHKP-C ve diğer terör örgüt-leri başta olmak üzere, emper-yalizmin ipiyle kuyuya inenlerin kuyuda kalacakları da şimdiden belli olmuştur. Bu ibretlik man-zaraları seyrederken, insanlığın geleceğinde yeni bir medeniyet arayışı sürmektedir. Sanırım bu medeniyet, vahyin aydın-lattığı aklı doğru kullanarak, tarihî mirasın farkında olarak ve en önemlisi de ter dökerek kurulacaktır. Bunun için zaman geçmiş sayılmaz!

ta girmiş bir acemi cerrah gibi her yere zarar vermiş, girdikleri her yere fitne, gözyaşı ve kan-dan başka bir şey getirmemiş-tir. ABD, İsrail lobilerine (ve tabiî ki Yahudi diasporasına) endeksli dış politikası ile bütün insanlığın nazarında “küresel bir haydut” olmaktan ileriye gidememiştir. Hukuku rafa kaldıran ve herşeyi güç kulla-narak halletmeye çalışan bir devlete başka ne ad verilebilir ki? Bu, ABD’nin geleceği için hiç de hayra alamet olmayan bir durumdur.

“Süper güç” olduğunu iddia eden böyle bir devletin vatan-daşları –şayet medya vasıtasıyla iğfal edilmemişlerse- acaba kendilerini mutlu hissede-biliyorlar mı? Yaklaşık 50 yıl sonra dünyanın her tarafında göğüslerini gererek “Amerikan vatandaşıyım” diyebilecekler mi? Bir an için diyebilecekle-rini varsayalım, devletlerinin yaptığı işgalleri, katliamları ve zulümleri hatırladıkça in-sanların yüzlerine utanmadan bakabilecekler mi?

Güç, eğer yüksek insanî değerlerle kontrol edilip dü-zenlenmezse, devleti zulmün aracı haline getirebilir. Günü-müzün dünya ölçeğinde öne çıkan ABD, İngiltere, Rusya ve Çin gibi devletlerin kendi güçlerini nasıl bir zulüm için kullandıklarını görüyoruz. Rusya, kendi halkını en mo-dern silahlarla yok etmeye çalışan Esad’a destek verirken, Çin de Doğu Türkistan’daki Uygur Türklerine karşı akla hayale sığmayan zulümleri reva görmektedir.

Dünyanın ve bulundukları bölgenin huzurunu kaçırıp barış ortamını bozanlar, –hiç şüpheniz olmasın- bu menfi durumdan en fazla etkilenenler olacaklardır. Allah’ın verdiği imkânları insanlığın yükselme-si için değil de zulüm, bozgun-culuk ve yıkımda kullananlar, uzun vadede kendi sonlarını hazırlamaktadırlar. Zalimin zulmüne bilinçli olarak yardım edenler ve onun yanında yer alanlar ise, aynı akıbete uğraya-caklardır.

Güç ve iktidar hep aynı yerde kalamaz, insanlar ara-sında dolaşır. Kur’an’da, “Biz insanları birbirleriyle savmasay-dık, dünyanın düzeni bozulurdu” mealinde bir ayet var ki, bunun üzerinde hemen herkesin düşünmesi gerekir. Şimdilik bu güç ve iktidar ABD’de görünse de yarın kimlere geçe-ceğini ancak Allah bilir. Tarih, yıkılmaz gibi görünen nice güçlerin yerle yeksan oluşuna şahit olmuştur. ABD, İsrail ve İngiltere insanlık tarihinin bu gerçeğini ne kadar erken görürse, kendileri için o kadar iyi olur. ABD ve İsrail’in en büyük hatası, yaşadıkları olay-lardan ders çıkaramaması ve şu anki gücünü “sonsuza” kadar koruyacağını zannetmesidir. Oysa hiçbir güç sonsuza kadar süremez. Bunun en ders verici örneğini İngilizler yaşadı. Bir zamanlar güneş batmayan bir imparatorluğun sahibiydiler. Bugün güneş doğmayan (ço-ğunlukla hava kapalı olduğu için) küçük bir adaya sıkışıp kaldılar. Her geçen gün de

Gün geçtikçe iyice anlaşıldı ki, Batı medeniyeti insanlığa hitap eden evrensel de-ğerler üretememiş, ortaya koyduğu ilkeleri başka insanlara teşmil etmediği gibi, onları “insan” yerine bile koymamıştır. İkiyüz-lülük ve çifte standart uygulayarak insanlığı kan-dırmaya çalışmıştır. Bütün mesele, eldeki gücün hak ve adaletle kullanılmama-sından kaynaklanmakta-dır.

Page 33:  · haber HÜR TEFEKKÜRÜN KALESİ Aylık Siyaset, Strateji ve Toplum Dergisi KASIM 2015 YIL 9 SAYI 108 15 TL  Yayınları PROF. DR. TURAN GÜVEN Küresel güç

31kasım 2015

U seçim çok önemli; bir dönüm noktası olacak!” Bütün zıtların ittifak et-tiği klişe söz… Her seçim öncesinde söylenir, hiç eskimez. Yanlış mı? Hayır! Ama seçim sonrasında pek de sanıldığı gibi ol-maz. Dönüm noktası bir sonraya kalır.

Yerleşik demokrasi-lerde bu yok, her seçim sıradandır. Makinist de-ğişse bile istikamet değiş-meyecek, sarsıntı olmaya-caktır. Herkes bunu bilir. Onun için de seçimlere fazla itibar olmaz, katılım düşük olur.

Bizde seçimlere katılım yüksek; “demokrasimizin gücü” diye övünüyoruz. Şimdi bizim demokrasi-miz, Batı demokrasilerin-den daha mı muhkem olmuş oluyor? Neyse, bunu geçelim…

Esas konu, şu “dönüm noktası” meselesi...

Bizde demokrasi yok mu? Var! E, neden böyle her seçim bir ölüm kalım savaşı oluyor? Çünkü bizde makinistle birlikte trenin makas değiştirme ihtimali söz konusu... Yani bizdeki, “örtülü bir rejim mücadelesi”...

Nasıl olur, demokratik rejimden dönüş isteyen-ler mi var? Elbette! Adı demokrasi olan, gerçekte ise geçmişin oligarşik diktatörlüğünü isteyenler ile halkın iradesine dayalı gerçek demokrasiyi savu-nanların mücadelesidir bu. Yahut şöyle diyelim: Milleti köle yapmak is-teyenler ile köleliğe razı olmayan milletin müca-delesi...

İş sadece bu kadar değil. Beynelmilel emper-yalizm işin içinde. Hemen hepsi de demokrasiyle yönetiliyor. Ama onlar Sisi, Esed ve Arap kralları gibi diktatörleri seviyor, onların eliyle halklarını köleleştiriyor, kaynak-larını sömürüyorlar; halkına dayanan iktidarı istemiyorlar. Yani seçim sonucunda milletimiz için ya hürriyet ya da iki kat kölelik söz konusu.

7 Haziran sonrası şer cephesi çok heveslendi, sesi pek yüksek perdeden

olacak? FETÖ’yü ortakları terk edecek, üzerindeki baskı artacak. Fakat o, nafile direnişine devam edecek. HDP/PKK’nın burnu sürtülecek. Bölge siyasetinde Türkiye’nin etkinliği artacak. Emper-yalizm yeni oyun türleri geliştirecek. Muhalefet grogi olmuş, kendine gel-meye çalışıyor; CHP umut-suz vak’a, MHP iktidar alternatifi olabilirdi ama istemedi… On yıl önce söyledim “MHP’nin lideri iktidar olmaktan kaçıyor” diye, inanmadılar. “Bu adam ülkücü değil” de-dim, çok saldırdılar. Şimdi onlar aynı şeyi söylüyor-lar. Marifet o ki, serabın arkasından yıllarca koşup enerjini ve zamanını tüke-terek değil, aklını ve bilgi-ni kullanarak işin başında o serabı bilmektir.

çıkar oldu.

1 Kasım seçimi istisna oldu. Önceki algı ile sonra-ki olgu örtüştü. Zalimler-hainler koalisyonu tuşla yenildi. Yol açıldı, 2019’a kadar sarı, kırmızı ışık yok, tam gaz ileri!

“Batılı dostlarımız” perişan, İsrail matemde! İsrail’in düşmanı İran da öyle… Zafer milletimizin, bayram ise İslam ve Türk dünyasının...

1923 Treni, bundan böy-le Yüksek Hızlı Tren’dir!

7 Haziran musibet miy-di? “Sizin şer sandığınız hayırdır, siz bilmezsiniz” buyuruluyor demiştik, ay-nen de öyle oldu. İnşallah bazı dersler iyi alınmıştır. Kibir dağının sakinleri artık insinler aşağıya, gerçekleri kavrasınlar ve yüzde 49,5’in ne kadarının gönüllü, ne kadarının ker-

hen olduğunu iyi düşün-sünler! En büyük destek-lerinin de “alternatifsizlik” olduğunu bilsinler, bunun hep böyle gitmeyeceğini, bir gün bir Molla Kasım’ın aniden çıkıp gelivereceği-ni akletsinler!

“Paralel’e aldandık”, “Çözüm Süreci’nde al-dandık” olmaz! Aldanma hakkınız bitti, uyanık olacaksınız! “Dört Bakan” meselesini bu millet hiçbir zaman unutmaya-cak! Uzun Adam’ın neden bu adamları bu kadar koruduğunu da hep sor-gulayacak. “Hırsızlık olsa bu köprüler yapılabilir miydi?” laflarının hiçbir kıymet-i harbiyesinin olmadığı idrak edilsin, işin gereği yapılsın, millet tatmin edilsin, işte o za-man yüzde 50’leri, 60’ları telaffuz edersiniz!

Bundan sonra başka ne

1 Kasım’ın Ardındanhaberajanda

hızı artmalıdır!2023 Treni’nin

“PARALEL’E aldandık”, “Çözüm Süreci’nde aldandık” olmaz! Aldanma hakkınız bitti, uyanık olacaksınız! “Dört Bakan” meselesini bu millet hiçbir zaman unutmayacak! “Uzun Adam”ın neden bu adamları bu kadar koruduğunu da hep sorgulayacak. “Hırsızlık olsa bu köprüler yapılabilir miydi?” laflarının hiçbir kıymet-i harbiyesinin olmadığı idrak edilsin, işin gereği yapılsın, millet tatmin edilsin, işte o zaman yüzde 50’leri, 60’ları telaffuz edersiniz!

“B

Sabri Öğ[email protected]

Page 34:  · haber HÜR TEFEKKÜRÜN KALESİ Aylık Siyaset, Strateji ve Toplum Dergisi KASIM 2015 YIL 9 SAYI 108 15 TL  Yayınları PROF. DR. TURAN GÜVEN Küresel güç

32 kasım 2015

haberajanda1 Kasım’ın Ardından

“Biz bu iklim-de insanımı-zı yavaş ya-vaş yeniden inşa ederiz” safdilliğine düşmeme-miz gerekir. Bilinen bir gerçektir ki, “Uzun mu uzun bir hikâyedir bu;/ Düşman uyumaz uyusa da su”. Öyley-se düşman düşmanlığı-nı yapacak, inanan ve kıblesi düz-gün insanlar olarak bizler de elimizden geleni yapa-cağız. Onlar bu milleti çökertmeye çalışırken, bizler in-sanımızı yeniden inşa edip bu milleti ayağa kaldırmaya ve mede-niyetimizi yeniden kurmaya çalışacağız. Bileceğiz ki Allah’ın yar-dımı bizim-ledir. Öyle olmasaydı 1 Kasım se-çimlerinde bu muhte-şem sonuç alınabilir miydi?

K UR’AN’IN beyanıyla “İnsan, zayıf yaratılmıştır”. Ve insan, yaratılıştan gelen zayıflıkla, aynaya bakıp kendini görmeyi sever ve de belli belirsiz bir sesle “Ben demiştim” der. Bu sözü sadece kendimize demeyiz. Biz demeyiz de, izine bastığımız O Güzel Nebi (sav) der “Müslüman bir delikten iki kez ısırılmaz” biçiminde. Buna rağmen aynı delikten

defalarca ısırılır, yine de kendimize dönüp “Ben demiştim, neden dediğimi tutmuyorsun da hep aldanıyorsun?” demeyiz.

>> Fakat karşımızdaki-ne ise bu sözü hep tekrar ederiz, tabiî söyledikleri-miz doğrulandığı zaman. 7 Haziran seçimlerinden sonra yazdığım yazıda, “AK Parti, 7 Haziran seçimlerinde kaybettiği iktidarı tekrar bulmak için dere tepe, iki ay süreyle koşacak, koşturacak, yoru-lacak, terleyecek, uykusuz kalacak, sinirleri bozu-lacak, kimi yerde kabul görürken, kimi yerde reddedilecek” demiş, sonra sözlerimi şöyle sürdürmü-şüm: “Bu süre sonunda onca emeğe, tere, yorgun-luğa karşılık kaybettiğini bulabilecek mi? Bunun bir garantisi yok! Fakat umudum ve duam odur ki, inşallah bulur”.

O günlerde söyle-diklerime şöyle devam etmişim:

“AK Partililer, iki ay dağın ardındaki iktidar umuduyla koşturacaklar. Fakat onlar böyle koş-tururken, zaman zaman ülkenin değişik yerlerin-de insanımızın incecik, kırıcı olmayan tariziyle de karşılaşacaklar.

Kaybedilen bir iktidar, sanırım AK Parti yöne-ticilerine de, milletvekil-

lerine de, teşkilatlara da yeterli bir uyarı olmuş, ölmeden önce ölümü göstermiştir 7 Haziran seçimleri AK Partililere.

AK Partililer gurura ve kibre kapılmanın Allah’ın gücüne gideceğini de öğrenmişlerdir bu gri ve fulü seçim mağlubiyeti sonunda. Kendilerini dev aynasında görmelerinin Allah’ın gayretine do-kunduğunu da öğrenmiş-lerdir. Kendilerini oralara taşıyan insanlara tepeden bakmanın, onları ellerine fırsat geçtikçe azarla-manın da Allah’ı (cc) incittiğini hakke’l-yakîn bilmişlerdir.”

Ve AK Partililere hi-tap ederek alıntıyı şöyle noktalamışım: “Eğer bu kırılmayı bu seçimde geriye çeviremezseniz, bir daha toparlanamazsınız! Milletin gönlünde yeri olan, tek başına ordu konumunda bulunan ve insanı seven mütevazı kimselerle yolunuza devam edin! Dürüstlük şiarınız olsun, Allah (cc) yolunuzu açık etsin!”

Diyeceksiniz ki, “Bir yazıdan bu kadar alıntı yapılır mı?”; keşke bütün yazıyı buraya alabilseydim.

Çünkü o yazıda olacakları yazmışım, Elhamdülillah! “Tekrar güzeldir, yüz seksen kere de olsa” sözü-nün çerçevesinde, o ayki yazımdan buraya, bunca alıntı yapmış oldum.

Artık putları ve put yapıcıları yıkma vakti geldi!

Allah (cc) bu milleti uçurumun kenarın-dan döndürdü. Dualı ağızların ve gönüllerin hürmetine, bu ülkeyi hangi maceralara sürük-leyeceği bilinmeyen bir Kılıçdaroğlu’nun başba-kanlığından kurtardı. Bu ülkede yedikleri ekmeğe, içtikleri suya, solukladık-ları havaya ihanet eden-lere ülkeyi bir ucundan da olsa yönetme imkânı vermedi. Hiç kimsenin hesap edemediği şekil-de, bu millet bir seçim zaferi daha kazandı ve yaptığı onca hizmetle-rin karşılığı olarak AK Parti’ye bir dört yıl daha verdi, Suriyeli mültecilere kucak açtığı, bu yurtsuz ve bahtsız insanlara 6-7 milyar dolar harcadığı için bir süreliğine de olsa “elinden alır gibi olduğu”

iktidar mührünü AK Parti’ye dört yıllığına yeniden emanet etti.

Muhalefetin göz ka-maştırıcı sayılabilecek vaatlerine hiç inanmadı-ğını bir kere daha gösterdi bu millet ve “AK Parti iktidarına devam” dedi. Bütün bunları yaparken hiç şamata yapmadı. Seçim anketi yapanları ters köşeye yatırırken, AK Partilileri de ters köşeye yatırdı, biraz korkmasını, iktidarı kaybetmenin acı-sını ve sızısını biraz daha hissetmesini, veremeye-ceği hesapları biraz olsun verecek hale getirmenin endişesini yaşamasını, burnunun biraz sürtün-mesini, kibrinin biraz kı-rılmasını, ayaklarının yere değmesini, kanatlarını biraz aşağı indirmesini is-tedi ve “Kafamı kızdırma, bacaklarını kırar, cakanı söndürür, karizmanı çizer, büyünü bozarım!” dedi.

İrfanı aklının da, ilmi-nin de çok yukarısında olan bu aziz millet, bütün bunları yaparken AK Parti’den çok şey isteme-di, özellikle kendisi için bir talepte bulunmadı. İstedikleri, bir iktidarın mutlaka yapması gereken

1 KASIM SEÇİM LERİNDEN SONRA

Page 35:  · haber HÜR TEFEKKÜRÜN KALESİ Aylık Siyaset, Strateji ve Toplum Dergisi KASIM 2015 YIL 9 SAYI 108 15 TL  Yayınları PROF. DR. TURAN GÜVEN Küresel güç

33kasım 2015

Prof. Dr. Seyit Mehmet Ş[email protected]

1 KASIM SEÇİM LERİNDEN SONRA

Kolay şey değil ilahlardan kurtulmak, ilahların büyüsünün etkisinden sıyrılmak… Bu bakımdan “Hiçbirimizin mazereti kalmadı” diyerek şunu kastediyorum: Herkes ilahların peşin-de gidenleri, onların izine basmayı kutsal bir yürüyüş olarak bilenleri, onların ifsat ettiği zihinleri kurtarmaya soyunma-sın; zira bu iş, bilenlerin işi olmalı! Bu işe, ancak işi yapabile-cekler soyunmalı!

Page 36:  · haber HÜR TEFEKKÜRÜN KALESİ Aylık Siyaset, Strateji ve Toplum Dergisi KASIM 2015 YIL 9 SAYI 108 15 TL  Yayınları PROF. DR. TURAN GÜVEN Küresel güç

34 kasım 2015

şeylerdi. İktidar ancak milletin kendisinden istediklerini ya-parsa hem tekrar iktidar olma ve iktidarın nimetlerinden faydalanma imkânını elde edecekti, hem de o dehşetli hesap gününde hesabını daha kolay verecekti.

Neydi bu milletin AK Parti’ye temel nasihati? “Mü-tevazı olun, dürüstlükten ayrıl-mayın!” AK Parti yönetimi bu iki şeye dikkat edecek olursa, önü daha da açılacak ve ülkede kaybolan kardeşliği tekrar tesis edebilecektir. Bundan sonra yapılacak esas fiil işte budur! Yani kaybolan kardeşliğin yeniden kurulması ve yeniden inşası; kardeşliği inşa edebil-memiz için insanın yeniden inşası ve de insanın kaybolan değerlerinin insana yeniden kazandırılması… Aslında bu milletin iktidara söylediği, Şeyh Edebali’nin Osman Bey’e verdiği nasihatin aynısı: “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın!”

İnsanı yaşatmanın, onu de-ğerleriyle yaşatmak olduğunu bilmemiz gerekir. Değerlerin-den sıyrılmış bir insanın hiçbir önemi yoktur. Bu tür bir insan için Kur’an’ın söylemleri çok ağırdır ki sıyrılma ölçüsüne göre söylemin ağırlığı değişir. Kimi zaman “Yeryüzünde yürüyen hayvanların en kötüsü kâfirlerdir” derken, kimi zaman “Onlar sağırlar, körler ve dil-

sizlerdir” der. Bu tür insanları hayvandan aşağı olarak niteler ve “belhüm adal” diye adlandırır.

Evet, çok gecikmiş de olsa, artık insana yatırım yapma zamanıdır! Kimi zaman “yol, su, elektrik” olarak ifade ettiğim kalkınma hareketleri elbette yapılacak, bu ülkeyi madden güçlü kılacak yatırımlara hiç aksatmadan devam edilecektir, hem de hiç hız kesmeden. Bileceğiz ki bu topraklarda güçlü olmayan bir Türkiye’yi kimse yaşatmaz, güçlü olmayan bir Türkiye’nin burnunu kimse ülke sınırları dışına çıkarmaz, güçlü olmayan Türkiye maz-lum, mağdur ve mahkûm mil-letlerin elinden tutamaz, onla-rın derdine çare olamaz, onları ayağa kaldıramaz, onlarla el ele tutuşamaz. Ve bileceğiz ki bu topraklarda güçlü olmayan Türkiye, tarihî coğrafyasındaki milletlerle el ele tutuşmadan yıkılan medeniyetini yeniden inşa edip ayağa kaldıramaz.

Oysa insanlık bu milletin insanı sıcacık kucaklayan medeniyetini bekliyor. Bunu dünyanın her yerinde görmek, dünyanın aklı eren ve bizim medeniyetimizden haberdar olan her insanının dilinden duymak mümkün.

Evet, biz, yani bu millet bekleniyor! Bu aziz millet, izine bastığı O Güzel Nebi’nin bunalmış cahiliye insanı ta-

rafından beklendiği gibi bek-leniyor. Bunda asla mübalağa etmiyorum, çünkü bu beklenişi görüyor ve biliyorum. Sadece Müslümanlarda değil, Müs-lüman olmayan milletlerde de var bu bekleyiş. İsterseniz bakın Balkanlara!

Siz bakmayın ülkelerin yö- neticilerine, milletlere, halklara, insanlara, insanların gözlerine bakın! Bakın, benim gördükle-rimin fazlasını görecek, hisset-tiklerimin fazlasını hissedecek-siniz. Bundan sonra hiçbirimi-zin mazereti kalmadı, makro iklim tamam! Allah bu milletin dualarını kabul etti ve ilahları rezil etti. Şimdi ilahların (!) peşinde gidenleri, ilahların izine basanları kurtarma zamanı!

Bu iş elbette zor, hem de çok zor! Fakat imkânsız değil… Kolay şey değil ilahlardan kurtulmak, ilahların büyüsü-nün etkisinden sıyrılmak… Bu bakımdan “Hiçbirimizin mazereti kalmadı” diyerek şunu kastediyorum: Herkes ilahların peşinde gidenleri, onların izine basmayı kutsal bir yürüyüş olarak bilenleri, onların ifsat ettiği zihinleri kurtarmaya soyunmasın; zira bu iş, bilenle-rin işi olmalı! Bu işe, ancak işi yapabilecekler soyunmalı!

Bu açıdan insanlar ürkütül-memeli, kaş yapayım derken göz çıkartılmamalı, (Kur’an’ın ifadesiyle) “Onlar sanki ars-

landan kaçan yaban eşekle-ridirler” (Müddessir, 50-51) biçiminde ifade edilen gerçek unutulmamalı!

“Peki, kurtarma işine soyun-mazsak bizim mazeretimiz ne olacak?” diyenlere...

Sizler de, bizler de dua edecek, elimizden ne geliyorsa yapacağız. Hiçbirimize gücü-müzün üstünde yük yüklenme-miştir. Her birimiz gücümüzün yettiğinden sorumluyuz. Yeter ki sorumluluğumuzun farkında olalım ve gücümüzün yettiğini yapalım. Unutmayalım ki insa-nın inşası, sadece devlet yöne-timini kendilerine verdiğimiz kişilerin görevi değildir. Onla-rın bu konudaki ilk görevleri, makro iklimi düzeltmektir. Ne kadar şükretsek azdır ki, makro iklim İlahî bir lütuf olarak düzelmiştir. Fakat yine unutmayalım ki, gerek Haçlı güçlerinin, gerekse onların lokmasıyla beslenen içimizdeki beyinsizlerin batıla giden mü-cadeleleri devam edecektir. Bu bakımdan iklim tamam!

“Biz bu iklimde insanımızı yavaş yavaş yeniden inşa ede-riz” safdilliğine düşmememiz gerekir. Bilinen bir gerçektir ki, “Uzun mu uzun bir hikâyedir bu;/ Düşman uyumaz uyusa da su”. Öyleyse düşman düşman-lığını yapacak, inanan ve kıblesi düzgün insanlar olarak bizler de elimizden geleni yapacağız. Onlar bu milleti çökertmeye çalışırken, bizler insanımızı yeniden inşa edip bu milleti ayağa kaldırmaya ve medeniye-timizi yeniden kurmaya çalı-şacağız. Bileceğiz ki Allah’ın yardımı bizimledir. Öyle ol-masaydı 1 Kasım seçimlerinde bu muhteşem sonuç alınabilir miydi?

Allah (cc), İlahî bir lütuf olarak bu milletin önünü açı-yor; bunu bilelim ve gücümüz ölçüsünde gereğini yapalım. Ne duruyoruz?!

Page 37:  · haber HÜR TEFEKKÜRÜN KALESİ Aylık Siyaset, Strateji ve Toplum Dergisi KASIM 2015 YIL 9 SAYI 108 15 TL  Yayınları PROF. DR. TURAN GÜVEN Küresel güç

35kasım 2015

>>AK Parti’nin 1 Kasım seçimlerinde birinci parti olacağı konusunda hiç kimsenin şüphesi yoktu. Ancak muhalefetin bek-lentisi yüzde 40’ın altında kalacak bir AK Parti idi. İktidar, 7 Haziran’a göre bir tık aşağıda bile kalsa umutları taze tutmaya yeterdi. AK Partililer ise hem HDP’nin baraj altında kalmasını umuyor, hem de yüzde 45 civarında bir oranı yakalamanın hayali-ni kuruyorlardı.

Yüzde 38-43 aralığın-daki anket sonuçları havada uçuşurken, bu beklentileri yadırgamak mümkün değildi elbette. Davutoğlu’nun “Sonuç ne olursa olsun, balkon konuşması olacak” deme-si de televizyon başında sonuç bekleyen bizleri bir umutsuzluğa gark etmişti, “Tek başına iktidar bir baş-ka bahara mı kaldı?” diye düşündük hepimiz.

Ancak AK Parti ve Cumhurbaşkanı 7 Haziran’dan ne kadar ders aldıysa, seçmen de en az onlar kadar ders çıkarmış-tı iktidarsızlık korkusun-dan. Sağduyulu seçmen, sandığa koşarak gitti ve geleceğini oylarken kaosu değil, istikrarı seçti. 2023 Kuşağı’na da bu yakışırdı.

HDP ödünç oylarının bir kısmını gerçek sahibi-ne teslim ederken, CHP kendi standardını aşama-dı. 1 Kasım’ın en ezileni ise Bahçeli oldu. Evet, MHP değil, Devlet Bahçeli ve “Hayır!” politikasıydı hezi-meti yaşayan. Neredeyse çevremdeki tüm MHP’liler 7 Haziran şansını kullana-mayan Bahçeli’ye küskün olduklarını rahatça dile getirirken oylarıyla parti-lerine ihtar çekeceklerini haykırıyorlardı. Seçim gecesi başlayan liderlik tartışmalarının nereye varacağını hep birlikte göreceğiz. MHP’deki olası lider değişikliği partiye biraz ivme katabilir. “Me-ral Akşener” adı, göz ardı edilemeyecek bir rüzgârın habercisi gibi, ancak delege listelerinin Genel Merkez’e yakın isimlerle doldurulduğunu da unut-mamak gerekir.

CHP’de ise durum

varken, sayı bir anda 140’a çıktığında kimse uygula-nan sansüre tepki verme-di. Sokaklarda olağanüstü hal şartlarını andıran polis ve asker şiddetine hiç kimse karşı çıkmadı. Hatta teröristlerden biri-nin Fransa istihbaratının arananlar listesinde olma-sına rağmen, katliamdan sonra sınırdan geçerek ülkeyi terk etmiş olması bile Fransızların bu acı günü siyasî bir ranta çevir-melerine sebep olmadı. Orada muhalefet yok mu zannediyorsunuz? Âlâsı var, ama acı ve kan üzeri-ne siyaset yapmayacak, insanları sokağa dökme-yecek kadar ahlaklı ve bir o kadar da Fransa milli-yetçisi yetkililer…

Paris’tekilerin Ankara’da patlayan bom-balardan tek farkı, sayısı. AK Parti ve hatta Erdoğan iki bombadan dolayı suç-lu, ama Fransız hükümeti ve Hollande ise beş, belki de daha fazla bomba ve bir gece kulübü baskının-dan dolayı masum, öyle mi? “İçimizdeki İrlandalı-lar” beni çok güldürüyor…

biraz daha farklı. Kılıçdaroğlu’nun karşı-sına çıkacak rakiplerin sayısı çoğaldıkça değişim ihtimali azalıyor. Hoş, CHP’nin başına kim ge-lirse gelsin, Türkiye’deki sol oyları çoğaltma şansı olacağını zannetmiyorum. Solun tek şansının baş-kanlık sistemi olacağını birilerinin onlara anlatma-sı lazım!

Seçimin hemen ertesi günü, Davutoğlu’nun yetkili organlarını top-layıp 100 günlük eylem planı hazırlığına girmesi çok önemli. Başbakan, bu tarihî başarıyı kalıcı kılmanın yolunun vaat-lerini yerine getirmekten geçeceğini biliyor. Ve sadece kendi seçmenine değil, tüm vatandaşlarına galibiyet primi dağıtacağı için mutlu, gururlu…

2023’e iki kaldı. Hedefe giden yolda kazanılacak iki dönem daha var. İlki 2015-2019, ikincisi 2019-2023… Bu 8 yılı AK Parti en iyi şekilde değerlendirip Türkiye’yi devler ligine so-kacaktır diye umuyorum.

Paris patladı, sırada hangi başkent var?

Paris’i vuran bir İslâm örgütü değil. Bunu her-kesin iyi anlaması gerek. IŞİD’in bu yaptıklarının dinimizdeki “cihat” kavra-mıyla uzaktan yakından alakası yok. Dolayısıyla savunulacak bir tarafı da yok. Ancak Paris’te ölen 150’ye yakın insanın ardından olanlar ve ol-mayanlar konuşulmaya değer. Fransa’da hiç kimse Fransa Cumhurbaşkanı’nı ya da Başbakan’ını “katil” diye suçlamıyor.

Ankara’daki katliamın ardından “Katil Erdoğan!” diyen yerli düşmanlar bile Fransızlar için o kadar üzüldüler ki, sosyal med-ya Fransız bayraklarından geçilmez oldu. Fransa’nın büyük bölümünde inter-net ulaşımı zorlaştırılıp iletişim imkânları ulaşıl-maz seviyelere geldiğinde bile hiçbir Fransız bunu iktidara vurma sebebi olarak görmedi. Saatlerce 12 kişinin öldüğü haberleri

1 Kasım’ın Ardındanhaberajanda

NE dersiniz, “İşte sonunda erimeye başla-dılar!” yorumları yapanları mı, yoksa AK Parti’ye oy verenleri mi daha çok şaşırttı yüzde 49,5?!

Menzil kısalıyorHedef 2023:

Cüneyt Akar [email protected]

Page 38:  · haber HÜR TEFEKKÜRÜN KALESİ Aylık Siyaset, Strateji ve Toplum Dergisi KASIM 2015 YIL 9 SAYI 108 15 TL  Yayınları PROF. DR. TURAN GÜVEN Küresel güç

36 kasım 2015

haberajanda1 Kasım’ın Ardından

Büyük hamleler için büyük bir fırsat var önümüzde. Türkiye şaha kalkacaksa, bir saniye bile boş geçirilmemeli! Bosna’dan Filistin’e, Kırım’dan Malezya’ya, Afrika’dan Sibirya’ya kadar Türkiye’deki seçim so-nucuna sevinen, caddelerde, meydanlarda coşkuyla kutlayan kim varsa, hepsinin duasının karşılık bulması lâzım!

Büyük hamleler için büyük fırsat!“H AZİRAN’da ölmek zor” demişti şair. Hâlbuki hep be-

raber gördük, Haziran’da asıl zor olan “seçmek”miş. Kaç kişi ölüp ölüp dirildi 7 Haziran akşamı seçim sonuçlarını beklerken...

Bahçeli daha sonra her şeye “Hayır!” deme rolünü üstlendi. Erken seçimi ilk telaffuz eden kişi olmasına rağmen, koalisyo-na da “Hayır!” dedi, seçime de...

İşte bu kısa özeti uzun uzun yaşayarak geldik 1 Kasım ta-rihine. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, erken seçimi de kabul etmeyen Bahçeli’yi kır-madı, “Tekrar seçim yapacağız” dedi, “Erken seçim değil”.

***

>> Tehditler gördük seçim öncesinde. “Bizi Meclis dışında bırakırlarsa iç savaş çıkar!” sözü, tarihin derinliklerinde kaybolup gitmeyecek kadar önemliydi. Ne gariptir ki, o cümlenin öznesi seçmen değildi. Ülkeyi yönetenler kastediliyordu. Sanki seçim sonuçlarını halk yerine onlar tayin ediyor.

“Biz arkamızı şuraya yasladık, buraya yasladık” diye bağıran ve art arda terör örgütlerini sayan kadın da hiç unutulmayacak! Hepsi bir kenara yazıldı.

Gözleri aydın oldu, barajı geçtiler. Şirin çocuğun çaldığı

sazlar işe yaradı. “Emanet oy-lar” parodisi oynandı. “Parodi” dediğin, kısa ve tek bölümlük bir şeydir, bu adamların her şeyi bizim bildiğimizden farklı. Onu da iki perdelik tiyatro oyunu gibi yaptılar.

Önce Eşkenar Başkanlardan biri “emanet oylar” için teşekkür etti, değerini bildiklerini, so-rumluluklarının farkında ol-duklarını söyledi. Sonra dağdan “Höst!” diye bir ses geldi, “Ne emanet oyu? Emanet oy diye bir şey yok!”.

Beriki bir anda sus pus modu-na geçti. Konu bir daha açılmadı.

O konu açılmadı ama sanki barajın altında kalınmış gibi terör başladı. Emniyet kuvvet-leri pek çok şehit vermesine rağmen -hepsine rahmet dili-yoruz- gerekli cevabı layıkıyla verdiler teröristlere.

***Sandıktan koalisyon tablosu

çıkmıştı. Kâğıt üstünde pek çok alternatif belirdi. Her formül denendi, bir türlü koalisyon kurulamadı. MHP Genel Baş-kanı Devlet Bahçeli daha seçim akşamı, “En erken ne zamansa, o gün seçim yapalım” diye kolu-nu salladı.

Page 39:  · haber HÜR TEFEKKÜRÜN KALESİ Aylık Siyaset, Strateji ve Toplum Dergisi KASIM 2015 YIL 9 SAYI 108 15 TL  Yayınları PROF. DR. TURAN GÜVEN Küresel güç

37kasım 2015

Mehmet Ş[email protected]

kim usanası?”Lâkin kazın ayağı öyle de-

ğil. Yapılan büyük hizmetleri kimse inkâr edemez, tamam da vatandaş “dün”e az bakar, daha çok baktığı “gelecek”. Gençler iş bekliyor. Daha yapılacak çok hizmet var. Koşulacak çok yol var önümüzde. Yol uzun ve çetin!

Muhalefettekilerin bol keseden vaatlerinin etkisini de göz ardı etmemek gerekir. İnandırıcılığı son derece zayıf

olsa da vaat, vaattir. Her vaat caziptir. Nasrettin Hocamızın “Ya tutarsa?” sözünün bu mil-letin genlerinde var olduğunu unutmayalım.

Bu seçimde “Kim ne veriyorsa benden beş fazlası” diyen olmadı çok şükür! Yine de ona yakla-şanlar çıktı.

7 Haziran seçiminde san-dığın verdiği ikazı iyi anlayan AK Parti yönetimi, 1 Kasım seçimine daha ciddi hazırlandı.

zelik riski barındıran kulvarda göründü. Alenen dile dökülme-se de bakış şöyleydi:

“Nasıl olsa biz yine seçimin galibiyiz. Var mı rakibimiz? Bunca yıl boyunca ülkeye ver-diğimiz hizmetleri saysak yeter. Uzun mu uzun bir liste olur. Mal ortada! Seçmen sandık başına giderken yaptığımız devasa işleri hatırlasa yine bize oy verir. Vefalıdır milletimiz, hizmet edeni tanır, bilir. Bizden

Ey iman edenler!Bilirsiniz ki olanda hayır

vardır. Her ne olmuşsa, öyle olması gerektiği içindir. 7 Hazi-ran akşamı sonuçlar belli olma-ya başladığında çok üzülenler, sanki bu çok mühim hususu unutmuştu.

Kuruluşundan bugüne, girdiği her seçimi kazanan ve hiç mu-halefet koltuğuna geçmeyen AK Parti, genel başkan değiştirmiş olsa da ciddi anlamda tekdü-

Page 40:  · haber HÜR TEFEKKÜRÜN KALESİ Aylık Siyaset, Strateji ve Toplum Dergisi KASIM 2015 YIL 9 SAYI 108 15 TL  Yayınları PROF. DR. TURAN GÜVEN Küresel güç

38 kasım 2015

“Kimi aday göstersek seçilir” düşüncesi geride bırakıldı. “Büyük vaatlere gerek yok; yaptıklarımız, yapacaklarımızın teminatıdır” sözünün eskisi ka-dar hükmü olmadığı fark edildi. “Malî disiplin” diyerek cimri baba gibi davranmanın netice-sinde ülkenin büyük sıkıntılara gireceği anlaşıldı.

1 Kasım seçimine bu idrak sonucu hazırlanan kampanya ile girildi. Emekliler, gençler, kadınlar, çalışanlar velhasıl her kesime yönelik projeler ha-zırlandı. Neticede işe yaradığı görüldü. Şimdi seçim öncesi verilen vaatler birer ikişer haya-ta geçirilme yolunda.

***Manzaraya seçmen açısından

da bakmak lazım!Bir ikazda bulunmak is-

teyenler, tek “oy”un ne kadar değerli olduğunu gördüler. “Nasıl olsa yine kazanacaklar” düşüncesinin sakat tarafını bizzat yaşadılar. Aynı riski bir daha üstlenmenin tehlikesini fark ettiler. Zira apaçık görü-nen bir cephe saldırısı vardı ortada. Kısa tarifini Kemal Kılıçdaroğlu’nun “Yüzde 60’lık Blok” şeklinde yaptığı cephe, aslında çok daha zengin ve donanımlıydı.

O blok, buzdağının görünen kısmı. “Haçlı saldırısından be-ter” olduğunu defalarca zikret-tim, burada da tekrar edeyim.

Dağda ve şehirdeki terör ör-gütlerinin dört koldan saldırıya geçmesi, Avrupa ve ABD bası-nında yazılıp çizilenlerle Batılı yöneticilerin üstten ve karşıdan bakan duruşları, İsrail ve İran’ın tutumu, içeridekilerden kimi-nin aymazlığı, kiminin ihaneti, iç savaş başlatmak için bütün gücüyle harekete geçen terör örgütlerini (onların harflerini tek tek saymak istemiyorum) o kadar çok ülke destekledi ki… Hem maddî yönden, hem istihbarat bakımından, hem de bizzat adam göndererek…

Türkiye’nin önünü kesmek,

haberajanda1 Kasım’ın Ardından

İhanet şebekelerinin çökertilmesi için 657’nin değişmesi gerekiyor. İstan-bul’da, Ankara’da görev yaparken bütün yetkilerini “millete kök söktürmek için” kullananları alıp başka bir yere tayin etmekle sonuç alınamaz. Öttüre-ceksin, sesi doğudan batıya her taraftan duyulacak.

Page 41:  · haber HÜR TEFEKKÜRÜN KALESİ Aylık Siyaset, Strateji ve Toplum Dergisi KASIM 2015 YIL 9 SAYI 108 15 TL  Yayınları PROF. DR. TURAN GÜVEN Küresel güç

39kasım 2015

iddialı konuştu. Milleti tanı-madığını, siyaseti bilmediğini ortaya koydu. “Yüzde 49 alsın-lar, tavuk yetiştiririm” demişti, “Siyaseti bırakırım. Başka ne yapacağım ki? Giderim kitap okurum, tavuk beslerim köy-de”… O da sözünü unuttu ve eğlencelik haline geldi. Ca-nımız sıkıldıkça açıp bakıyor, gülüyoruz.

Kendilerini muhalefette ko-numlandırıp siyaset yaptıklarını zanneden böyle etkisiz eleman-lar oldukça, bu ülkeye başka türlü bir iktidar nasip olmaz. Bundan emin olabilirsiniz.

Şimdi çıkıp savunma yaparsa şaşırmayın. “Yüzde 49 alma-dılar ki, 49,5 aldılar” diyebilir. Dolayısıyla sözünde durmasına gerek olmadığını söyleyebilir. Ne söylerse söylesin, ne ya-parsa yapsın, netice kabak gibi ortada!

Seçim sonucu belli olduktan sonra, başta Batı ülkeleri ol-mak üzere bütün dünya basını “Erdoğan kazandı” şeklinde manşetlerle çıktı. Televizyon yorumlarında da Erdoğan’a vurgu yapıldı. “Başkanlık yolu-nun açıldığı” yönünde açıkla-malar gördük.

***Şimdi önümüzde sağlam

dört yıl var. Yapılacak işler, bayrağın rüzgâr beklemesi gibi hareket bekliyor. Vatandaşlar önce verilen sözlerin tutulması-nı arzu ediyor, ardından büyük hamleler yapılmasını.

Birileriyle kucaklaşılması gerektiğini ifade edenlerin fena halde yanıldıklarını ha-tırlatalım. Millet seçimden önce teröre destek verenlerle kucaklaşılsın diye oy vermedi, tam aksine, hesap görülmesini istediği için mührü bastı.

Yeni bir anayasa, en önemli konu! Sivil, güçlü, sağlam bir anayasa beklentisi, iktidar ve muhalefetiyle kaç yılın hayali-dir, bilen bilmeyene söylesin!

İhanet şebekelerinin çö-kertilmesi için 657’nin değiş-

mesi gerekiyor. İstanbul’da, Ankara’da görev yaparken bütün yetkilerini “millete kök söktürmek için” kullananları alıp başka bir yere tayin etmek-le sonuç alınamaz. Öttürecek-sin, sesi doğudan batıya her taraftan duyulacak.

Bir de bükemediği eli öpme kararı alanlar var. Öpmek için eğiliyor gibi görünüyorlar ama hiç şüpheniz olmasın, niyet bozuk! Her an ısırabilirler de. Zira sicilleri de sağlam değil.

Ağız değiştirenlerin tuzağına düşülürse, aynı yerde dolap beygiri gibi dönmek kaderi-miz olur. Yarın en ufak fırsat bulduklarında yine aynı plağı çalmaya başlar bunlar. İhanetin zirvesine çıkarlar. Yine muhtar gömleği biçme ve onunla ölçme derdine düşerler. Biz de tilkinin tatlı sözlerine kanarak ağzın-daki peyniri kaptıran kargaya benzeriz.

***Önemli bir hususu göz ardı

etmeyelim. Bugün sahip oldu-ğumuz şartlar için Başbakan ve AK Parti Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu’na teşek-kür borçlu olduğumuz kadar MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’ye de teşekkür borçlu-yuz. Her teklife “Hayır!” cevabı vermeseydi, koalisyon kurul-masına yeşil ışık yakıp iktidar ortağı olsaydı, bu tablo ile kar-şılaşma imkânı bulamayacaktık. Şaka yaptığımı düşünmeyin, son derece ciddiyim. Bazıları iktidar olarak hizmet eder, bazıları muhalefette kalarak.

Büyük hamleler için büyük bir fırsat var önümüzde. Türkiye şaha kalkacaksa, bir saniye bile boş geçirilmemeli! Bosna’dan Filistin’e, Kırım’dan Malezya’ya, Afrika’dan Sibirya’ya kadar Türkiye’deki seçim sonucuna sevinen, caddelerde, meydan-larda coşkuyla kutlayan kim varsa, hepsinin duasının karşılık bulması lâzım!

Uzaktaki bir yakın akra-badan mesaj geldi. Haziran seçiminden hemen sonraydı, ne zamandır Çengelköy’de buluşup çay içmediğimize dair şikâyetin ardından davet ediyordu. Şöyle cevap yazdım: “Hem çay iyidir, hem Çengel./ Lâkin vardır pek çok engel./ Baktın ki ben gelemiyorum,/ Uygun bir vakitte sen gel.”

Esasen engeller aşılmaz de-ğildir. Buluşmak isteyen kıtaları da aşar, denizleri de. Endişem, oturup konuşunca hal hatırdan sonra sözü başka taraflara çek-me garantisiydi.

Nitekim bir vakit buluştuk ve tahminim doğru çıktı. “Ne fark edecek ki?” diyordu, “Tayyip se-çime sürüklüyor ama farklı bir sonuç çıkacağını sanmıyorum”.

Ben de tam aksini savun-dum: “Öyle bir sonuç çıkar ki cümle âlem şaşırır.” Aradan geçen zamanın azlığına vurgu yapıyordu, bense “Bırak üç beş ayı, 7 Haziran’ın hemen ertesi gün bile seçim yapılsa sonuç değişir” dedim.

Sanırım okuduğu paçavrala-rın etkisinde kalıyordu. Yüzüne karşı eyle dümdük “Allah şifa versin!” temennisinde bulun-dum ayrılırken. O öksürüp aksırmasından dolayı öyle söy-lediğimi zannetti. Etsin, benim kastım o değildi.

İsmi “Lâzım” değil, “Kâzım” değil bir akademisyen, yüzde 47 çıkarsa istifa edeceğini, aka-demisyenliği bırakacağını söy-lüyordu, hatırlarsınız. Seçimden sonra inkâr etti canlı yayında söylediklerini. Kayıtlar duru-yor. Şu günlerde bazı kanallar sırf eğlence olsun diye ara sıra yayınlıyorlar o görüntüyü. “Ben akademisyenliği bırakırım, siz de yazmayı bırakın” derken sözünü tamamlamasına izin vermeyen dansöz kılıklı geçkin bir hatuna tavsiyede bulunuyor, iddiasına ortak etmeğe çalışı-yordu.

Bir başkası, siyasetçi… Ana muhalefet partisinden... O da

hamlelerini durdurmak, daha sonra da çökertmek maksadıyla terör örgütüne destek vermeyen bir ülke adı söyleyene, ben hiç tereddütsüz, her biri için destek veren iki ülke adı sayarım. Bu kadar net!

Kurtuluş Savaşı yahut İs-tiklal Harbi dediğimiz hadise, bugünkünün yanında oyuncak kalır. O tarihte İngilizler gel-dikleri gibi gittiler, Fransızlar çekildiler, İtalyanlar tası tarağı toplayıp gittiler. Geride bir tek Yunan kaldı, onu da def ettik.

Bu defaki saldırı Gezi olay-larından itibaren daha bariz şekilde ortada. İşte Soros da destek verdiğini açıkladı! Ne işi var dolar sihirbazı olarak bili-nen adamın bizim Taksim’deki üç beş ağaçla? Ama cümbür cemaat biliyoruz artık mesele-nin ağaç olmadığını.

Ortadaki, baştan sona memleket meselesi, istikbal meselesi… Onların istediği çizgide ufak ve uygun adımlarla yürümek istemeyen, koşmak gerektiğini bilenlerin davası… Uslu çocuk gibi önüne ne ve-rilirse onunla yetinen, ne söy-lerlerse kabul eden, asla itiraz etmeyen bir ülke olmaktan çıkmanın mücadelesi... “Sizi ben yönetirim” diyenlerin sözü-nü dinlemeyen ve tam aksine söz dinleten olmak isteyenlerin davası… Figüran olmaktan sıkılanların davası… Kendine biçilen elbiseye sığmayanların, verilen rolden usananların davası… Cürmüne bakma-dan küstahlık yapanlara “Van minut!” diyen adamı bağrına basınların davası...

Bütün bunları anlamayanlar için, “Dava dediğiniz nedir?” diyenler için bu açıklama!

Millet bu davayı gördü, anladı ve sahiplendi; araştırma şirketi mensuplarının sık kul-landığı moda ifadeyle “satın aldı” ve bedelini de sandıkta ödedi pusulaya mührü basarak. Çünkü artık uğursuz parantez-lerin kapatılma vakti geldi!

***

Mehmet Şeker

Page 42:  · haber HÜR TEFEKKÜRÜN KALESİ Aylık Siyaset, Strateji ve Toplum Dergisi KASIM 2015 YIL 9 SAYI 108 15 TL  Yayınları PROF. DR. TURAN GÜVEN Küresel güç

40 kasım 2015

haberajanda1 Kasım’ın Ardından

Artık daha net konuşacağız1 Kasım’ın değer-lendirilmesi sıra-sında kullanılan “Tecrübeliler geri dönünce yüzde 49 buçukluk pat-lama yaşandı” ti-pindeki cümlele-rin de yukarıdaki kıyas sebebiyle pek hükmü yok-tur. 7 Haziran’da seçime katılım oranı yüzde 84 iken, 1 Kasım’da yüzde 89,4’e te-kabül eden bir oranla karşılaşı-yoruz. 2011’de sandığa gidip de AK Parti’ye oy veren ama 7 Ha-ziran 2015 günü sandığa gitmeye tenezzül dahi et-meyen seçmen oranı ise yüz-de 46 idi. Ve ni-hayet MHP’nin yüzde 6, HDP’nin yüzde 3 oranda eridiği ve geçer-siz oyların yüz-de 75 azaldığı bir 1 Kasım seçimi-ni analiz ederken “Tecrübelilerin dönüşü işe yara-dı” demek ne ka-dar doğrudur? Bu adamlar 7 Hazi-ran günü AK Par-ti için oy topla-madılar da “Dur hele, tekrar se-çim olduğunda beni aday gös-terirler, o zaman çalışırım” mı de-diler? Böyle bir durum söz konu-su bile olamaz!

“Şimdi yeni şeyler söylemek lazım!”

Page 43:  · haber HÜR TEFEKKÜRÜN KALESİ Aylık Siyaset, Strateji ve Toplum Dergisi KASIM 2015 YIL 9 SAYI 108 15 TL  Yayınları PROF. DR. TURAN GÜVEN Küresel güç

41kasım 2015

Mehmet Serhat Bıç[email protected]

Zira varlığı değil, düşüncesi bile davaya ihanettir!***

Yazımızın en ba-şında yer ver-diğimiz Ahmet Hamdi ve Cem Ersever, bahset-tiğimiz gibi in-san düşman-larına (insanın düşmanı şey-tandır) uşaklık edenlerin kim-ler olduklarını ve ne planladık-larını deşifre et-mişlerdi. 1923’ün üzerinden yıl-lar geçti, bu mil-let her defasında ya Ahmet Ham-di ya da Erse-ver olup ajanları, mandacıları, ha-inleri deşifre etti. Ancak en önce-likli sıkıntısı, her ifşa sonrasın-da kendisine yö-nelen darbelerdi. 2002, bu mille-tin söz konusu sı-kıntıya son ver-mesi oldu. Fakat Lawrence’ler tü-kenmemişti. 2013’te ihanet gün yüzüne çık-sa da ortaklıklar ve kimlikler de-taylanmamıştı. Durum böyle de olsa, millet, 7 Ha-ziran 2015 günü “Yine alır!” diye-rek ihmal etti-ği görevi 1 Kasım 2015 günü yeri-ne getirdi ve de-kor delindi.

MEVLANA Celaleddin-i Rumî Hazretlerine ait o meşhur sözü en başa iliştirmek, inşal-lah bu yazıya can katacaktır. Zira yeni şey-ler söylemek için ne büyük mücadelelerin içinden geçildiğini gösretiyor felek. Yan-

mak için pişmek, pişmek için ham oluşu bilmek gerek...

>> Ankara’nın Yenimahalle’sinde oturan biri olarak çocuğunu ve eşini sırasıy-la okula ve işe bırakma sırasın-da kullandığım istikamette bir iki noktanın dikkatimi uzun süredir çekmesi ve özellikle 1 Kasım’ın ardından nihayet söz konusu cel-bin yazıya dökülmesini çok şükür lütfediyor Rabbim.

Bahsettiğim istikamette hafta-nın beş günü direksiyon sallıyo-rum. Bu istikamette yol aldığım ve “dikkatimi uzun süredir çeken” iki caddeden birinin adı “Cem Ersever”, diğerinin adı “Ahmet Hamdi”... Ankara’yı caddeleri-nin isimleriyle bilenler bilirler, evet, bu iki cadde, gelecek aylar-da Gölbaşı’na taşınacağı konuşu-lan Millî İstihbarat Teşkilatı’na ait merkez kampüsü alttan ve üstten şekilde diğer bölgelerden ayıran caddelerdir. Söz konusu kampüs MİT’e ait olunca, cad-delerden birinin adının Cem Er-sever olması çok da ilginç değil, peki ya diğeri için aynını söyleye-mez miyiz?

Cem Ersever, şehadetiyle bir-likte ardında yüzlerce sır bıraka-rak gitti. Ancak bu sırlar, yalnız bizler için türlü gizemlere sahip. Yoksa Ersever, aslında ardında sır bırakarak değil, aksine sırrı ifşa ederek şehadete yürüdü. Şehade-ti de bunun üzerine gerçekleşti. Onun şehadeti, bu ülkede neler olduğuna dair gözlerin açılması-na, hatta normal hayatına devam eden alelade insanların dahi baş-ka şeyler düşünebilmelerine kapı araladı. Öyle ya, onun şehadeti-ne dair film ve dizilerle aktarı-lan sahneleri milyonlarca kişi iz-leyebildi.

Dedik ya, diğer caddeye ismi-ni veren kişi için de Cem Ersever

hakkında düşündüğümüz şeyleri kurgulayabilir miyiz?

Önce isme bir bakalım: “Ah-met Hamdi”... Türk edebiyatı-nın önemli isimlerinden Ahmet Hamdi Tanpınar, resim sanatı-mızın kıymetli ressamlarından Ahmet Hamdi Bey veya adının önünde yahut ardında bir un-van/lakap bulunan başka Ah-met Hamdi’ler... Aklınıza han-gi Ahmet Hamdi geliyor? Yahut soyadı, unvanı, lakabı veya her-hangi bir hitap kelimesi dahi getirilmeksizin tabelaya yazı-lan “Ahmet Hamdi” de kimin nesi? Ayrıca Ersever ünlü biriy-di, Teşkilat-ı Mahsusa’da, Yıldız Teşkilatı’nda veya MİT’te çalış-mış o kadar ünlü isim varken ne-den “Ahmet Hamdi”?

Her gün kırmızı ışığında du-rup tabelasına baktığım Ahmet Hamdi’yi ancak Yemen’de bul-dum...

Teşkilat-ı Mahsusa için çalı-şan Ahmet Hamdi’nin vazifelen-dirildiği saha Yemen’di. Uzun sü-redir Hicaz’a yakın topraklarda bulunan Ahmet Hamdi, sahaya vâkıf biri olarak hizmetini sürdü-rüyordu. Günlerden bir gün, bu-lunduğu coğrafyanın insanına hiç benzemeyen, ancak Arapçası sa-yesinde kendisine civarda birkaç tüccar dost edinen, bu dostlar-dan en çok da İngilizlerle alışve-riş yapan iki kişinin dükkânına girip çıkan birine dikkat kesildi. Bu iki tüccar, Hacı Ali ve Abdul-lah Mansur adına sahip iki İn-giliz ajanıydı. Bu yüzden bu iki dükkâna çokça girip çıkan sarı-şın, Arap şeyhi kılıklı, yüzü gü-neşten kıpkırmızı biçimde yan-mış ve tıknaz vücutlu bu kimse de pek tekin görünmüyordu. Şahsın gidip gelmelerini gözlem

Page 44:  · haber HÜR TEFEKKÜRÜN KALESİ Aylık Siyaset, Strateji ve Toplum Dergisi KASIM 2015 YIL 9 SAYI 108 15 TL  Yayınları PROF. DR. TURAN GÜVEN Küresel güç

42 kasım 2015

haberajanda1 Kasım’ın Ardından

altına alan Ahmet Hamdi, ko-nuyla alakalı olarak Teşkilat’ı bilgilendirdi.

Kuşçubaşı Eşref Bey, Ah-met Hamdi’ye şahsı takibe al-masını haber verdi. Bunun için Şam’da Teşkilat-ı Mahsusa memuru olarak çalışan ve İn-gilizce ile Fransızcası harikula-de olan Nejat Bey de kendisine yardım edecekti. Eczacı Nejat Bey, Ahmet Hamdi’nin verdi-ği bilgi üzerine Balebek’e geldi-ğini öğrendiği bu şahısla bağ-lantı kuracaktı. Balebek’teki harabelerde arkeolog kisvesi al-tında araştırma yapma bahane-siyle nihayet karşı karşıya geli-nen kişi, bölgede İngiliz ajanı olarak saha çalışması ve gele-cek hazırlığı için görevlendi-rilen Yarbay Thomas Edward Lawrence idi.

Evet, gelecekte şekillendir-diği toprak ve düşünce siste-miyle Ortadoğu ve Arap ülke-lerinin formatını belirleyen ve “Arabistanlı Lawrence” adıy-la bilinen bu İngiliz ajanı, 1914 yılında Yemen’de vazife-li Teşkilat-ı Mahsusa memuru Ahmet Hamdi tarafından de-şifre edilmişti.

Millî İstihbarat Teşkilatı’nın merkez kampüsünü alttan ve üstten saran iki caddenin adı da, Rabbin izniyle bu ülke üze-rinde planları olanların sırrını ifşa eden, yani düşmanı deşifre eden iki önemli memurun ismi verilerek konulmuştu. Zira ve-rilmek istenen mesaj belki şuy-du: “Sizi ifşa ettik, korkun biz-den!”

Yüzde 49,5’in nedenleri sıralamakla bitmez (!)

7 Haziran 2015 günü yapı-lan genel seçimler, Türkiye’nin genel sosyolojisini gösterme-si açısından önemli veriler taşı-yordu. Ancak bu konuda ista-tiksel veriler üzerine düşünerek entelektüel okumalar yapmaya

gerek yok. 7 Haziran’ın ardın-dan çıkan sayımızda buna dair bir çilingir hikâyesi yazmış, Davutoğlu Ahmet Hoca’yı çok sevmekle birlikte, gündemi Erdoğan’sız yönetmeye çalış-makla hata yaptığını anlatmaya çalışmıştık. Hatta bunun için kurguladığımız senaryoda ken-disini “evin yeni sahibi”, “Muh-tar bile olamaz!” metaforu ve haliyle bir mülkî amir olması hasebiyle Erdoğan’ı da “muh-tar” yapmıştık.

7 Haziran’da ortaya çıkan sonuçlar, birilerinin gizli Er-doğan karşıtlığını ortaya çıkar-ması bakımından önemliydi. Zira o akşamki konuşmaların-da “Erdoğan sahaya çıkarak Davutoğlu’nun önüne geçti, listeleri de zaten bizzat ha-zırladı” nevinden palavraları-nı duymak inciticiydi. Öyle ya, Erdoğan gerçekten müdahil olduysa, ancak 1 Kasım önce-sinde AK Parti vekil adayı lis-telerine kısmen müdahil olmuş, ekranlarda ve meydanlarda 7 Haziran öncesi değil, 1 Kasım öncesinde daha çok bulunmuş-tur. Listelerden Davutoğlu’na yakınlığıyla bilinen onlarca ki-şinin çıkarılması ya da yerle-rinin kaydırılmasının yanında Erdoğan’a yakınlığıyla ünlü ki-şilerin listelerde, hem de üst sı-ralarda bulunmaları buna işa-ret olabilir. Ancak bu da net bir ihtimal değildir, çünkü “3 dö-nem” kuralında esneme yapıl-mıştır. Ayrıca özellikle terör olayları nedeniyle yayın organ-larında püskürtülen Erdoğan nefreti ve elbette aksi tavırdaki Erdoğan sevgisi ve müdafaa-sı da Cumhurbaşkanı’nın daha çok gündemde yer almasına neden olmuştur.

1 Kasım’ın değerlendirilme-si sırasında kullanılan “Tecrü-beliler geri dönünce yüzde 49 buçukluk patlama yaşandı” ti-pindeki cümlelerin de yukarı-daki kıyas sebebiyle pek hük-mü yoktur. 7 Haziran’da seçime

katılım oranı yüzde 84 iken, 1 Kasım’da yüzde 89,4’e tekabül eden bir oranla karşılaşıyoruz. 2011’de sandığa gidip de AK Parti’ye oy veren ama 7 Hazi-ran 2015 günü sandığa gitme-ye tenezzül dahi etmeyen seç-men oranı ise yüzde 46 idi. Ve nihayet MHP’nin yüzde 6, HDP’nin yüzde 3 oranda eri-diği ve geçersiz oyların yüzde 75 azaldığı bir 1 Kasım seçimi-ni analiz ederken “Tecrübeli-lerin dönüşü işe yaradı” demek ne kadar doğrudur? Bu adam-lar 7 Haziran günü AK Par-ti için oy toplamadılar da “Dur hele, tekrar seçim olduğunda beni aday gösterirler, o zaman çalışırım” mı dediler? Böyle bir durum söz konusu bile olamaz! Zira varlığı değil, düşüncesi bile davaya ihanettir!

Korku mu kazandı? 2 Kasım günü bazı manşet-

lerle karşılaştık. Şöyle diyorlardı ortak şekilde: “Korku kazandı!” Onların söylediklerine göre be-yaz renkli Toros model araba-larla, terörle, kaosla korkutulan halk, bu korku ve kaos içinde kimvurduya gitmekten kor-karak oy vermiş. Beyaz Toros-ları sahaya sürüp sokak sokak vatandaş fişleyen zihniyetin, te-röristlerle kardeş olup teröre saha ayarlayan güruhun ve kaos üzerine inşa ettiği farklılıklar-dan çatışmalar çıkaracağından emin olduğu kimselerin yeni-den bu memlekete kan kustu-racağından “korkan” halk, evet, bu korkuyla birlikte kendisine temizlik ve huzurdan başka bir şey sunmamış Erdoğan’ın da-vasına sıkı sıkıya sarıldı.

“Zarf kapağını yapıştırma!”

Oy vermeye gittiğim sandı-ğın başında bir şey dikkatimi çekti. Sandık görevlisi bir me-mur beni şöyle uyardı: “Zar-fı yapıştırma, kapağını içine sok, yeter!” 7 Haziran’da açı-

lan sandıklardan çıkan yaklaşık 2 milyon geçersiz oyun yüzde 65’inin AK Parti aleyhine so-nuç verdiğini biliyor muydu-nuz? Bu nasıl mı ortaya çıktı? Yapıştırılan her bir zarf, yönet-meliğe göre geçersiz bir oydur. Bu, seçim işleriyle ilgilenenler tarafından bilinen bir durum-dur. 7 Haziran günü kapağı ya-pıştırılmış milyonlarca oy vardı. Yırtılarak içlerine bakıldığın-da, bu zarflardan yüzde 65’inin pusulasında AK Parti’ye mü-hür vurulduğu görülüyordu.

Oyumu sandığa attığım sıra-da beni uyaran görevliye konu-ya dair teşekkür edip herkese söyleyip söylemediğini sordum, “Söylüyorum” dedi. O görevli, vatandaşın hangi partiye oy ve-receğini elbette bilemezdi, an-cak bu uyarıyla her birine iyi-lik etmişti. Tabiî işin esprisi, en çok da yüzde 49,5’lik AK Parti’ye... Parti üyelerinin oy is-tedikleri vatandaşlara öğret-meleri gereken en önemli hu-sus da bu zaten. Yani oy verme işlemine ilişkin teknik bilgi-ler... Özellikle de verilen reyin geçersiz olmaması için nelere dikkat edilmesi gerektiği...

Sokaktaki tek adam

Elbette AK Parti’nin kazan-dığı başarıda Ahmet Davutoğ-lu ve 1 Kasım öncesi yeniden şekillendirdiği ekibin ve lis-telerin etkisine dair “hiç yok-muş” gibi bir değerlendirme yapamayız. Bu noktada MYK, MKYK ve vekil listelerine alı-nan ve çalışmalarıyla göz dol-duran değerli isimler mevcut. Ancak Erdoğan’sız Türkiye is-teyenlere karşı bu milletin ge-leceğine dair beklentilerini ille de Erdoğan’la hayal etmesinin bu sonuçtaki payı çok çok daha büyük. Bu duruma dair bir be-timleme paylaşmak isterim.

Kızılay’daki Yüksel Caddesi’nden Bayındır Sokak’a

Page 45:  · haber HÜR TEFEKKÜRÜN KALESİ Aylık Siyaset, Strateji ve Toplum Dergisi KASIM 2015 YIL 9 SAYI 108 15 TL  Yayınları PROF. DR. TURAN GÜVEN Küresel güç

43kasım 2015

Mehmet Serhat Bıçak

doğru yürüdüğüm bir sırada gözüme ilişti; yaşlı bir amca-nın ardında sırayla cep telefonu ile ilgilenen bir kız, kız arka-daşı ile sohbet ederek yürüyen bir adam ve düşünceli biçimde ilerleyen bir öğrenci vardı. Yaş-lı amca, yorgunluğu her halin-den belli bir şekilde yavaş yavaş hareket ediyordu. Ardındaki dört kişi ise, sanki amcayı ta-kip ediyor vaziyetteydi. Sanki aynı yere bir grup halinde gidi-yor gibiydiler.

Bu manzarayı gördüğüm anda, aklıma şu geldi: Sokağın adı Erdemliler Hareketi ve bu yolun takip edicisi Recep Tay-

yip Erdoğan... Uzun Adam yorgun argın ve de tek başı-na yürüyor. Aynı sokakta baş-kaları da var ama herkes ken-di işinde gücünde. Uzun Adam bu yorgunlukla o kadar yavaş ve diğerleri o kadar kendileriy-le meşguller ki, görüntüye göre herkes Uzun Adam’ın arkasın-da ama gerçek öyle değil...

Sonra o yaşlı amca, sokak-taki birinden bir adres soruyor. Danıştığı kişi ise amcayı gide-ceği yere kadar götürüyor…

Evet, yedi düvel üzeri-ne çullanmaya yeltenmişken, üşenmeden, sıkılmadan, da-

rılmadan, “Bana ne derler?” de-meden milletine danışan Uzun Adam’ı, arkasında yürüyor-muş gibi görünenler değil, var-mak istediği hedefi anlattığı millet bütün içtenlik, samimi-yet ve kardeşlik duygularıy-la alıp götürüyor zirveye, Yeni Türkiye’ye, 2023’e…

Truman’ın teknesi dekoru deldi

1998 yılında Amerikan ya-pımı değerli bir film gösterime girmişti. Kendi hayatını yaşa-dığını zanneden ama gerçek-te yaşayamayan adam Truman Burbank’in hikâyesini anla-

tan “Truman Show”, 1 Kasım günü olacakların kurgusuna dair ne önemli felsefî ipuçları vermişti bana öyle!

Truman Burbank, devasa bir fanusun içine sıkıştırılmış dün-yasında yaşamaktaydı. Onun dünya diye bildiği şey, dünya-daki bir ülkenin herhangi bir şehrinde kurulmuş bir stüdyoy-du. Doğaçlama yaşayan tek kişi Burbank idi, fakat -ailesi de dâhil- herkes birer oyuncuydu. Aklına takılan bazı durumla-rın yanında, kendisine yaşadı-ğı dünyanın kurmaca olduğu-nu fısıldayan bir genç kız da vardı. Genç kızı bulma ve ger-

Page 46:  · haber HÜR TEFEKKÜRÜN KALESİ Aylık Siyaset, Strateji ve Toplum Dergisi KASIM 2015 YIL 9 SAYI 108 15 TL  Yayınları PROF. DR. TURAN GÜVEN Küresel güç

44 kasım 2015

haberajanda1 Kasım’ın Ardından

çek dünyaya kavuşma pahası-na verdiği mücadelede nihayet okyanusa açıldı küçük bir yel-kenliyle. Tabiî okyanus sandığı şey de stüdyonun bir parçasıy-dı. O açılmaya devam ettikçe, şovu yöneten yönetmen teknik ekibe azgın dalgalar vermele-rini, hatta onu yıldırımla çarp-malarını dahi emretti.

Ancak Truman Burbank pes etmedi, devam etti. Gün stüd-yoya göre aydınlığa erdiğinde tertemiz ufka baktı. Az daha gitti, gitti… O da ne? Yelken-linin ucu bir yere saplanmıştı. Evet, dekor delinmiş, Truman gerçeğe, gerçek dünyaya ulaş-mıştı! Oyun burada bitmişti…

Düşmanı deşifre eden millet

Yazımızın en başında yer verdiğimiz Ahmet Hamdi ve Cem Ersever, bahsettiğimiz gibi insan düşmanlarına (insa-nın düşmanı şeytandır) uşak-lık edenlerin kimler oldukları-nı ve ne planladıklarını deşifre etmişlerdi. 1923’ün üzerinden yıllar geçti, bu millet her defa-sında ya Ahmet Hamdi ya da Ersever olup ajanları, mandacı-ları, hainleri deşifre etti. Ancak en öncelikli sıkıntısı, her ifşa sonrasında kendisine yönelen darbelerdi. 2002, bu milletin söz konusu sıkıntıya son ver-mesi oldu. Fakat Lawrence’ler tükenmemişti. 2013’te ihanet gün yüzüne çıksa da ortaklıklar ve kimlikler detaylanmamıştı. Durum böyle de olsa, millet, 7 Haziran 2015 günü “Yine alır!” diyerek ihmal ettiği görevi 1 Kasım 2015 günü yerine getir-di ve dekor delindi.

Korkaklar ve gedikler

Artık dekor delindiğine göre, her şeyi yerinden söküp sağlam temeller üzerine yerleştirilecek yeni bir sistemle devam etmek lazım. 2002’de iktidara geldiği

zamanlardan bu yana başkanlık sistemiyle ülkemizin yönetil-mesini istediğini sürekli beyan eden tek isim Recep Tayyip Erdoğan’ken, 2 Kasım itibariy-le bu sisteme dair açıklamalar yapan “bazı” isimlerin sevim-sizlikleri mide bulandırıcı. Sa-nırım telefonunu kurcalayarak ilerleyen Yüksel Caddesi’ndeki kız, amcanın çok zengin bir ol-duğunu anlayıp yardım etmeye karar verdi…

Bu noktada şunu ifade et-memiz şart: Düşmanlarınız, vermiş olduğunuz mücadele-de etrafınızda bulundurduğu-nuz korkaklar kadar zarar vere-mezler size. Zira düşman size ulaşmak için gedik açmaya ça-lışırken, yanınızdaki korkaklar-sa düşmanınıza mevcuttaki ge-diklerinizi gösterirler. Öyle ya, kimi gedikler yanınızda bulun-durduğunuz o korkaklardır za-ten. Yahut kimi gedikler, bizzat yanınızda bulundurduğunuz korkaklar tarafından açılmış-lardır. “Partim/cemiyetim/ta-kımım zarar görür” diye diye yanınızda bulundurduğunuz korkakları ne de çok beslediği-nizi görmek ister misiniz? On-lar öyle çok beslendiler ki, artık şişmanlıktan yerlerinden kal-kamaz oldular. Daha kötüsü, açtıkları gedikler de göbekle-riyle birlikte büyüdü.

Bu korkakların ailelerinden örneğin önce bir genel mü-dür çıktı, sonra aynı aileden bir kurumun başkanı çıktı, sonra aynı aileden bir belediye baş-kanı çıktı, sonra yine aynı aile-den bir/birkaç milletvekili çıktı, yine aynı aileden birkaç işada-mı çıktı… Bu ilişkiler ağı, pa-ranın olduğu her yerde! Partisi veya cemiyeti kimden olur-sa olsun, bu iş, anlaşılacak bir iş değil! İslam’da Windsorlaş-maya, Firavunlaşmaya, Yunan mitlerine özenmeye yer yok! Ancak hesap var, hesabın günü var, Hesap Gününün Biricik Sahibi var! “Ey iman edenler,

iman ediniz!” ayetine uyma-nın, şimdi yeni şeyler söyleme-nin zamanı gerçekten de gel-medi mi?

Had bildirmek28 Şubat’ın ufaladığı Re-

fah Partisi “Fazilet” ismini ala-rak kadrolaşmış, erken seçimle birlikte Türkiye Büyük Mil-let Meclisi’ne gencecik bir ha-nımefendi girmeye hak ka-zanmıştı. 2 Mayıs 1999 günü, başörtüsüyle Genel Kurul Salonu’na girdiği anda uğultu-lar kopmasına sebep olan Mer-ve Kavakçı İslam, daha vekil yeminini edemeden protes-to edilmeye başlanmıştı. Önce-ki dönemin Başbakanı, fakat o gün yalnız bir partinin Genel Başkanı olan Bülent Ecevit, en nazik (!) tutumunu o gün ser-gileyerek Genel Kurul kürsü-sünü “bastı” ve şöyle söyledi: “Burası devlete meydan oku-nacak yer değildir! ‘Lütfen’ bu hanıma haddini bildiriniz!”

Had bildirme (!) işlemi bu-nun üzerine şöyle gerçekleşti: Merve Kavakçı İslam’ın vekil-liği düşürüldü, üzerine Türki-ye Cumhuriyeti vatandaşlığın-dan çıkarıldı.

Ramazan Bayramı’nın he-men ardından Şanlıurfa Suruç, 10 Ekim 2015 günü de An-kara Garı önünde gerçekle-şen intihar bombalı saldırıların ardından Türkiye Cumhuriye-ti Devleti’ne karşı o kadar çok meydan okundu ki, bu meydan okumaları “Katil devlet!” or-tak cümlesi altında toplayarak kendi zihnimize rahatlık ve-rebiliriz. Zira böylece her had bilmezliği buraya not etmeye gerek kalmaz.

Ancak bu meydan okuma işini görenler hakkında kimse-cikler kürsü basıp had bildirme işlemi gütmemiş, yeltenmemiş-tir. Zira her iki saldırıda da en-teresan bir durumla karşılaşı-lır. IŞİD’e mâl edilerek adres

saptırmaya çalışanların niyet-leri farklıdır. Bu durumu şöy-le anlatalım:

Bir terör örgütü için, her-hangi bir yerde yapılan her-hangi bir eylem dahi önemli-dir. Zira kendisi yapmamış olsa bile, yapılan eylem hoşuna git-mişse ve kendi isminin duyul-masını istiyorsa, söz konusu eylemi üstlenebilir. Bu, örgüt için bir haz meselesidir. Bir te-rör örgütü, yaptığı eylemle gu-rur duyar, o eylemden haz alır. Eğer ortada bir eylem var, ama suçlanan örgüt ilanen bunu ka-bullenmiyorsa, ortada farklı planlar var demektir.

Suruç ve Ankara ile ilgili ola-rak IŞİD üzerine gidilmiş, an-cak iki olayda da hem IŞİD’e, hem de PKK’ya ait emareler bulunmuştu. Fakat iki örgütten de ses seda çıkmadı. Hâlbuki Paris’teki saldırıların ardından IŞİD, koca bir sayfa bildiriyi bütün dünyaya servis etti. Sa-nırım yanlış hatırlamıyorum… Ankara Garı’ndaki saldırılara dair sosyal medyada “IŞİD’den küstah sevinç” şeklinde dola-şan mesajlar, olayların üstlenil-mesine dair beyanlar değillerdi. Sadece yaşanan hazzın göster-geleriydi. Boks maçını izleyen bir seyircinin, desteklediği bok-sörün rakibini yenmesi üzeri-ne yaşadığı sevinç gibi… İzleyi-ci bizzat dövüşmüyor.

İki örgütten de ses seda çık-mayınca, meydan kime kal-dı? Olaydan kısa bir süre sonra HDP Eş Genel Başkanı Sela-hattin Demirtaş’ın açıklaması-nı işittik: “Katil devlet!”

Yani “Bakın, kimseden ses çıkmıyor. Biz biliyoruz ki örgüt-ler eylemlerini üstlenirler; böy-le olmadığına göre ortada dü-şük yoğunluklu bir savaş vardır, bu savaşı yürüten de devletin kendisidir, MİT’idir” açılımında bir yörünge izlendi. Oysa katilin kim olduğunu 1 Kasım’da millet deşifre edecekti…

Page 47:  · haber HÜR TEFEKKÜRÜN KALESİ Aylık Siyaset, Strateji ve Toplum Dergisi KASIM 2015 YIL 9 SAYI 108 15 TL  Yayınları PROF. DR. TURAN GÜVEN Küresel güç

45kasım 2015

Muktedir iktidar için ille de adalet!

1 Kasım 2015, feraseti de-rin milletin şeytanları deşif-re ettiği gün oldu. Açıkçası sandığa gittiğimiz gün eşim-le beraber bambaşka duygular içerisindeydik. Üzerimizde-ki sıkıntılar ve şahit olduğu-muz adaletsiz ve hukuksuz uygulamalar bizi hayli sars-mıştı. Ancak Erdoğan ismi-ne bağlanan ümidi kırmamız lazımdı. Ve 2 Kasım 2015’ten itibaren başlayacak 4 yıl için verilen oy, belki verdiğimiz “son oy” olacaktı.

Bu hislerle gidilen sandık-tan AK Parti’ye, ama ille de Reis-i Cumhurumuz Recep Tayyip Erdoğan’a farklı farklı yüzlerce mesaj verildi. Ancak o sandığa giderken ben, sade-ce ve sadece şöyle düşündüm: “Artık her şey net konuşulsun! Kuzu postuna bürülü tilkiler ayıklansın! Ne olur artık muk-tedir olunsun!”

Muktedir iktidar olmak veya iktidarda muktedir olmak… Bunun için ille de adalet, ille de adalet!

Külliye’de 11 saat süren ka-naat önderleri toplantısını gö-rüp yine ilk olarak Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan’dan işittiğim “Artık Apo’yla görü-şülmeyecek” sözünü işittiğim an, devlete meydan okuma cü-retini gösterenlerin nasıl tır-naklarını kemirdiklerini hayal ettim. Evet, muktedir ikti-dar için evvela devlete meydan okuyanlara hadleri bildirile-cek, sonra da mutlaka ve mut-laka bu ülkenin ceza infaz sis-temine yeniden “idam” hükmü yerleştirilecek! Apo da bu min-valde akıbetini yaşayacak, insan tüccarı da, uyuşturucu taciri de, ahlak simsarı da…

Evet, artık her şey daha açık, daha net konuşulacak! Ve her şey net şekilde çözüme ulaşacak…

>> Bu saldırılar, Avrupa’da her gün daha çok zihni ele geçiren kor-ku imparatorluğunun bü-yümesi için önemli birer malzeme oldular. Tam da Türkiye’nin Dönem Başka-nı olduğu G20 Zirvesi’nin Antalya’da başlamasından iki gün önce gerçekleşen ve yine nasıl bir tesadüf (!) ki uğursuz 13. Cuma’da vuku bulan bu atak, İslam düşmanlarının ekmeğine yağ sürdü.

Saldırının hemen ardın-dan göçmen almayacağını, sınırları kapattığını, olağa-nüstü hal ilan ettiğini be-yan eden Fransa’nın ardın-dan aynı tip açıklamalar, söz konusu saldırıda izine rastlanan teröristleri vak-tiyle Türkiye tarafından yakalanıp kendisine gön-dermesine rağmen salıve-ren Belçika’dan geldi. Tabiî ardından İsveç ve sair…

Dönem Başkanı olarak 1 Kasım’ın ardından daha da güçlenerek diğer dün-ya devletlerinin karşısı-na çıkacağından emin olu-nan Türkiye’nin, Zirve’de mutlaka Suriye ve Irak ko-nuları üzerine eğilece-ği, bu konuda ikna gü-cüne de fazlasıyla vâkıf

olduğu söyleniyordu. An-cak bu saldırıların ardın-dan Fransa Cumhurbaş-kanı Hollande’nin ağzından dökülen “Bu savaş demek-tir!” cümlesi, yalnız Türkiye için değil, Zirve’de yer alan herkes için bir gündem yönlendirmesi oldu. Rus-ya Devlet Başkanı Vladi-mir Putin ve ABD Başkanı Barack Obama ile görüşen Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan, bu saldırı-lara rağmen görüşmelerin olumlu ve samimi geçtiğini de ifade etti.

Her ne kadar Erdoğan’ın bu görüşmelerinden söz etsek de, dünya ABD’nin Rusya’yı birtakım konular-da, özellikle Suriye ve Uk-rayna meselesinde ikna ettiği görüşünde birleş-ti. Peki, neyi konuşmuşlar-dı da Rusya ABD tarafından ikna edilmişti?

25 Kasım 2013 günü, Rusya Devlet Başkanı Pu-tin, İtalya ziyareti kapsa-mında Papa Francis ile görüşmüştü. Görüşme-de Suriye’deki iç savaş ve Ortadoğu’daki Hıristiyan nüfusun korunması ko-nuları ele alınmıştı. Kato-lik lider Papa Francis, uzun uzun yürütülen görüşme-

nin sonunda Rus Ortodoks Patriği Kirill’e selamları-nı bizzat Putin eliyle gön-dermişti.

Bu görüşme, 10 Haziran 2015 günü tekrarlandı ve Putin, yine İtalya ziyaretin-de Papa Francis ile görüştü. Bu arada Papa Francis’in kiliseleri birleştirme çalış-maları da sürüyordu. Or-todoksların çokça yaşadı-ğı ülkelerde ayinlere dahi katıldı.

Tabiî söz konusu ikna süreci, sadece benim dü-şündüğüm bir süreç olabi-lir. Ancak Paris saldırısı ile G20 Zirvesi’nde kesişmesi bizi düşündürüyor.

Fransa’da yaşananlar-la ilgili düşündüklerimiz bu kadar, fakat sizi biraz daha düşündürmek ve bir filmi (kimi için yeniden) izlettir-mek isterim: Çizgi kahra-man Batman’ın film seri-lerini kaçırmamışımdır. Bu serinin 2012 yapımı “Kara Şövalye Yükseliyor”, bel-ki de serinin ve elbette si-nema tarihinin en felsefî yapıtaşlarına ve en önem-li bütçesine sahip.

Kara Şövalye Yükseliyor’da, terörün olu-şum, gelişim ve formatlan-

ma süreci titizlikle anlatı-lırken, görsellik açısından kullanılan efektler ve ka-rakterler heyecan veri-cidir. Filmde terör eleba-şı Bane’yi canlandıran Tom Hardy ve Batman rolün-de Christian Bale rol alı-yor. Filmin en dehşet verici sahnelerinden biri, yerla-tında yuvalanan terörist-lerin yeryüzüne çıktıkla-rı sahne. Zira bu sahnede, bir futbol maçının oynan-dığı sırada stat zemini al-tına döşenen patlayıcılarla çökertiliyor ve futbolcu-ların ortadan kaybolduk-ları anda teröristler orta-ya çıkıyor.

Fransa-Almanya ara-sında oynanan futbol ha-zırlık müsabakası sırasın-da, maçın oynandığı Stad de France’nin bulundu-ğu alanda gerçekleşen iki ayrı patlama ve maçın bir-den durdurulup seyircilerin stat zeminine akın etmele-ri, “Kara Şövalye yükseliyor mu?” sorusunu sormama neden oldu.

Film ve Paris arasında-ki ilinti, sadece bu sahneyle sınırlı değil. Ama daha faz-la anlatmayayım, siz izler misiniz?

PARİS, tarihinin en kanlı kayıtlarından birini “13” Kasım 2015 “Cuma” gününe düştü. Şehirde ger-çekleştirilen 7 eşzamanlı saldırı, 132 kişinin can

vermesine sebep oldu.

KARA ŞÖVALYE YÜKSELİYOR!

Page 48:  · haber HÜR TEFEKKÜRÜN KALESİ Aylık Siyaset, Strateji ve Toplum Dergisi KASIM 2015 YIL 9 SAYI 108 15 TL  Yayınları PROF. DR. TURAN GÜVEN Küresel güç

46 kasım 2015

haberajanda1 Kasım’ın Ardından

1 Kasım, G20, İstanbul Maratonu ve Paris

Önemli olan ne kadar yaptı-ğın, hatta yapıp yapmadığın değil, yapmaya niyet edip etmediğindir. Hâsılı, terö-rizm de dâhil olarak yok-sulluklar, yolsuzluklar ve haksızlıklar ancak adalet, hak, erdem ve ehadiyet gibi değerlerle ortadan kalkar.

BİR yandan dünya ekonomisinin yüzde 85’ini yönetenlerin toplantısı, öte yandan toplumsal grupların kendini öne çıkarma gayretinde oldukları Geleneksel İstanbul Maratonu Halk Koşusu, bir diğer yandan Paris’te kendini gösteren terör hadisesi ve de 1 Kasım olayı... Buna benzer, birbi-rinden bağımsız mı olduğunu bilemiyorum ama birbirinden kesinlikle farklı olaylar... Tüm bunları tek bakış açısıyla açıklayabilmek veya açık-

layamamak… Bir tarafta kafamızdaki soruları ve belirsizlikleri cevaplama ve giderme ihtiyacımız, diğer tarafta bunlara kendimizce bulduğumuz cevaplar... Daha da ilginci, devletleri yönetenlerin, takip edilen liderlerin verdiği bilgilere karşı güvensizlikler…

>> Sondan başlayalım… Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın 3 gün önce söylediğini sözde gelişmiş ül-keler bilmiyorlar mı? Önünde sonunda terörün kendi kapı-larını çalacağını nasıl öngöre-mezler? İçinde bulundukları bir gaflet var. Bir dalalet (yanlış

Page 49:  · haber HÜR TEFEKKÜRÜN KALESİ Aylık Siyaset, Strateji ve Toplum Dergisi KASIM 2015 YIL 9 SAYI 108 15 TL  Yayınları PROF. DR. TURAN GÜVEN Küresel güç

47kasım 2015

Lokman [email protected]

soruşturmadan, sadece yok etmek için savaştığı Kızılderili, Çin, Hint, Afrika ve pek tabiî ki İslam medeniyetlerini anlaması, keşfetmesi ve kendi hayatına uyarlaması gerekiyor. Bu me-deniyetler bir anda değil, büyük bir insanlık tecrübesiyle ortaya çıktı. Batı medeniyeti kendi geliştirdiği galibiyet, üstünlük, güç, büyüklük, çokluk, genellik kültürüne uygun tezlerinin peşinde koşmaya devam ederse, kuyruğunu yakalamaya çalışan at gibi olduğu yerde döner durur.

Doğruluk, hak, adalet, erdem, ehadiyet gibi birçok değeri hayatın merkezine almak mec-buriyetindeyiz. Malum olaydır, yeri göğü inleten, kendisinin “Tanrı” olduğunu iddia eden, güç ve kuvvet timsali Nemrut’u zayıflığın, pisliğin, basitliğin timsali bir sinek yok ediverdi. İşte insanlar tüm bunları bilir ama nedense yine de yapmaya devam ederler. İnsanın istatisti-ği olmaz. Bir insanın, on binler-ce insanın yanında istatistiksel olarak hiçbir değeri yoktur. Ama istatistikte hiçbir değeri olmayan o üç beş terörist, on milyonlarca insanın hayatını karartıverir. Peki, tersi durumlar olmuyor mu?

Niyet hayır, akıbet hayır

İstanbul Maratonu Halk Koşusu, tam da bunların sergi-lendiği bir faaliyet oldu. Herkes orada kendi potansiyeliyle vardı. İster grup, ister birey olarak… Binlerce insandan oluşan grup-lar da vardı, üç beş kişilik veya tek başına etkinlik yapanlar da. Öyle ki, eline küçük bir hoparlör alıp dolaşan bir kişi, yüzlerce insandan oluşan birçok gruptan daha fazla dikkat çek-meyi başardı. “Aşmak İçin Ha-reket Kampanyası” gibi birçok kampanya oralarda yer aldı. Bir başka ifadeyle, söyleyecek sözü olan, paylaşacak bir şeyi olan, dayanışmayla varmak istediği

hedefi olan herkes veya orada bulunmayı yeteri kadar tatmin edici bulanlar da oradaydılar. Ne oldu peki? Kimin burnu kanadı? Boğaz Köprüsü’nün or-tasında kahvaltı yapanlar, tavla oynayanlar, resim çekinenler yürüyenlerin hızını biraz dü-şürseler de hoşgörü gösterince sorun çıkmadı. Ayrıca sadece koşan veya yürüyenlerin mo-notonluktan kurtularak farklı şeyler seyrederek koşup yürü-melerine katkı yaptılar.

Aslına bakarsanız, Halk Koşusu’nun olduğu sahayı katı-lımcılara oranlayıp tüm insanlar ve yeryüzüyle karşılaştırırsanız alan bakımından çok daha kü-çüktür. Fakat Halk Koşusu’nda kilometrekareye düşen insan sayısı, dünyada kilometreye dü-şen insan sayısından çok daha fazlaydı ama savaş çıkmadı. G20 de keşke bunları düşünüp hayata geçirebilseydi.

G20 de, BM de diğer birçok dünya teşkilatı gibi güce, üs-tünlüğe, galibiyete, büyüklüğe, çokluğa ve genele dayalı. Yanlış anlaşılmasın, bu ülkeler, kişi başına düşen millî geliri en yüksek ülkeler değiller. Cebinde en çok parası olan, fakat çocuk sayısı önemli olmayan babalar gibi duran 20 ülke. İnsan yine önemli değil, yine önemli de-ğil…

Hiç düşündünüz mü, uluslararası teşkilatlar, örgüt-ler, yapılar niçin kurulurlar? Algıları kontrol ederek en az zararla mevcut durumu devam ettirmek için... G20’nin de derdi daha çok zengin olmak, durumları muhafaza etmektir. Malum, dünyada da zengin olmak için “helal kazanç” diye kimsenin bir derdi yok. Dünya-daki geçer akçe “Haram, helal, ver Allah’ım! Bu kulların yer Allah’ım” düsturu(!). Araların-dan şu âna kadar hak, hukuk, küresel vicdan gibi konularda tek sesi çıkan ülke “Türkiye”; diğerleri ise yanlış olduğunu bile bile, doğrusunu maalesef

bilmeye bilmeye, Türkiye’nin yaklaşımını da kabul etmeye etmeye, ısrarla yollarına devam etmeye çalışıyorlar. Mevcut du-rumu muhafaza etse ne olacak, etmese ne olacak, kime hayırları olacak ki sanki?!

Kendi halklarına bile saadet, huzur, tatmin, güven getire-memiş bu ülkeler, diğerlerine yarınlar için ne vadedebilirler? Tam burada Türkiye’nin sesinin daha güçlü çıkması daha iyi olmaz mı? Daha adil bir dünya-nın, daha erdemli, daha hakpe-rest, daha doğru, daha insanca, daha hoşgörülü bir dünyanın kurulmasına katkı yapsak daha iyi olmaz mı? Tabiî ki daha iyi olur…

1 Kasım seçimleriyle Türkiye farklı bir yöne girdi. “Böyle gelmiş, böyle gider” sözünün yerini, “Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” sözü aldı. O halde büyük bir dünya vizyonuyla yaşamak, çalışmak, gelişmek gerekiyor. Her bir insanımız, kendisi için ülkesinin mis-yonuyla aynı olan bir misyon biçmeli. Şu yanlışlıkların insan-lığı boğduğu bugünlerde nefes aldırıcı doğrulara ihtiyacımız var. Yapamaz mıyız? Pek tabiî yapabiliriz! Alın size Beyazay örneği... Hem ülkeye, hem insanlığa katkı…

Önemli olan ne kadar yap-tığın, hatta yapıp yapmadığın değil, yapmaya niyet edip et-mediğindir. Hâsılı, terörizm de dâhil olarak yoksulluklar, yol-suzluklar ve haksızlıklar ancak adalet, hak, erdem ve ehadiyet gibi değerlerle ortadan kalkar.

İstanbul Maratonu Halk Koşusu gibi etkinliklerden çok daha fazlasını yapabiliriz. Mademki dünya güçten anlıyor, güçlü olup adaleti, hakkı, huku-ku, erdemi yaygın hale getirmek için çalışabiliriz. Zulüm ve cehalet karanlıklarını her biri-miz bir mum olup aydınlatmak zorundayız. Evet, karanlıkların çokluğu, mumların azlığın-dandır.

1 Kasım, G20, İstanbul Maratonu ve Parisolduğunu bile bile yapmaya devam etmek) var. Sorsanız, tüm insanların kıymetli oldu-ğunu söylerler. Senden benden ileri gider, mangalda kül bırak-mazlar. Ama o söylediklerini, kendi kalıplarını, konforlarını aşıp hayata geçiremezler. Si-garanın zararlı olduğunu bile bile çocuğunun yanında sigara içen, televizyonda maç veya dizi izlemeyi, çocuğunu ders çalıştır-maya tercih etmenin yanlışlığını bilen bir baba ve/veya annenin, o yanlışları yapmaya devam etmesi gibi…

Artık insanlık silkelenmek ve Batı medeniyetinin getir-diği zararlı fikir, inanç, ürün ve hizmetlerden kurtulmak zorunda! Galibiyet, intikam ve haz motivasyonuyla, araştırıp

Page 50:  · haber HÜR TEFEKKÜRÜN KALESİ Aylık Siyaset, Strateji ve Toplum Dergisi KASIM 2015 YIL 9 SAYI 108 15 TL  Yayınları PROF. DR. TURAN GÜVEN Küresel güç

48 kasım 2015

haberajanda1 Kasım’ın Ardından

Dünyevileşmekten ve dünya işlerine dalıp gitmekten kendimizi nasıl koruyacağımızın ve iyiliği yayma, kötülüğe mani olma misyonumu-zu nasıl icra ede-ceğimizin, insanî ve İslâmî anlamda nasıl değerler üre-teceğimizin üzeri-ne kafa yormamız gerekmektedir. Kendi açımızdan asıl büyük müca-deleyi bu alanda vermeliyiz. O zaman haydi, hep beraber iş başına!

Seçim bitti, kendimize gelelim!

Page 51:  · haber HÜR TEFEKKÜRÜN KALESİ Aylık Siyaset, Strateji ve Toplum Dergisi KASIM 2015 YIL 9 SAYI 108 15 TL  Yayınları PROF. DR. TURAN GÜVEN Küresel güç

49kasım 2015

>> Neyse ki tekrar yapılan seçim sonuçları olumsuz manzarayı tersyüz etti. Daha da kötüye gidiş bekleyenlerin hevesleri kursaklarında kaldı. Seçim sonuçlarıyla birlikte Türkiye’nin siyasî tarihinde pek örneği olmayan bir durum ortaya çıktı. Daha önceki ikti-dar partilerinin hayat seyrinden hareketle, AK Parti iktidarının da düşüşünün başladığını dü-şünenler yanıldılar. Hatta o ka-dar kendilerinden emindiler ki, kimi akademisyenliği bırakaca-ğını, kimi tavuk besleyeceğini söyledi. Sözlerinde duracakla-rını pek zannetmiyoruz ama itibarları ve imajları yerle bir oldu. Seçim sonrasında mizah dünyasına malzeme oldular.

Tamam, manzara düzeldi de bundan sonra ne olacak, neler yapılması gerekiyor? Aslında seçim sonrası, kaybedene göre kazanan için bir bakıma daha zordur. Çünkü sorumluluk artık kazanandadır; oy versin veya vermesin, herkesin gözü onun üzerindedir. Dönem sonunda halka hesap verecek odur. Seçimi kaybeden partiler için ise hava hoştur, değişen bir şey yoktur, alışmışlardır zaten (Türkiye’de son senelerde hep aynı partiler kaybedenler olmuşlardır). Parti liderleri ile ilgili bir iki “İstifa etti/etmedi” tartışması yaşanır, sonra herkes normal hayatına döner. Hoş, lider değişse de partilerin değişeceğine dair bir umut da yoktur. Elitist bir bakış açısıyla halkı hakir görmeye, onların temel değerleriyle kavga etme-ye devam ederlerse onlar için

fazla değişen bir şey olmaya-caktır da.

Türkiye’yi yönetmeye kalkan siyasî partilerin ülkedeki top-lumsal değişim ve dönüşümleri iyi okumaları ve anlamaları gerekir. Şartlar, kendi dönem-leri içinde anlama sahiptirler, zamanla anlam ve önemlerini yitirirler. Ve her yeni dönemin kendine has yeni şartları olu-şacaktır. Bunları yorumlayabil-mek, toplum üzerine çalışma yapan herkes için lüzumludur. Bu meyanda AK Parti’nin, bundan sonraki süreçte daha önce üzerine inşa ettiği siyasî söylemleri değiştirmesi gerekir.

Yeni nesle ayak uydurma sorunu

Türkiye’de enflasyonist or-tam, bol sıfırlı paralar, IMF’den alınan krediler, hastane kuy-rukları, her yönüyle dökülen yollar artık yeni oluşturulacak politikalara malzeme olacak kadar yakın meseleler olmak-tan çıkmıştır. Bir zamanların hayat memat problemi olarak görülen öğrencilerin, memurla-rın, milletvekillerinin başörtüsü takması, şimdi duyulduğunda “Ne boş işlerle uğraşmışız!” deni-lerek hatırlanan meseleler hali-ne gelmiştir. Artık oy vermeye başlayan gençlerimizin çoğu, 28 Şubat dönemini yaşama-mış kimselerdir. Bu gençlerin akılları ermeye başlayalı hep AK Parti iktidarını görmüş-lerdir. Önceki dönemler için anlatılanlar, onlar için sonradan öğrenilen tarihî bilgilerden ibarettir.

Türkiye on yılı aşkın süredir hızlı bir gelişme süreci yaşa-maktadır. Ekonomik büyüme, refah düzeyinin yükselmesi, yapısal bazı sorunların çözül-mesi, sivil otoritenin tesis edil-miş olması, yollar, havaalanları gibi unsurlar insanlarımızı geçmiş acı hatıralardan hızla uzaklaştırmıştır. Ayrıca 2000’li yıllardan sonra doğan çocuklar için “yeni kuşak” tanımlamaları yapılmaktadır. “Z kuşağı” ola-rak nitelenen bu nesil teknolo-jinin tam ortasında doğmakta, okuma yazma bilmeden tekno-lojik aygıtlar sayesinde hızlı bir biçimde hayatın içine dalmak-tadır. Bu kuşağın ilgi alanları, beklentileri, gelecek hayalleri öncekilere göre oldukça farklı özellikler göstermektedir. Yeni Türkiye’de bu kuşaklarla etkile-şim halinde olmak, onları anla-mak önemlidir. Her geçen gün bu gençler seçmen havuzuna katılmaktadırlar. Siyasetçilerin çalışma konularından biri de bu olmalıdır.

Seçim sonrası başlayan anayasa ve başkanlık sistemine dair tartışmalar değerlidir. Çünkü bir ülkenin tartışma konuları, ülkenin ne durumda olduğuna dair göstergelerdir. Sanırım bu konularda siya-setçilerin izleyeceği tutumlar, yine bir sonraki döneme de etki edecek başka bir değişken olacaktır. Türkiye’nin büyük-lüğüne yakışır, vatandaşlarının hak ve özgürlüklerini genişle-ten, bütün toplumsal kesimleri kuşatan bir anayasa, bu döne-min en büyük başarısı olacaktır. Bu tür tartışmaların sağlıklı

Serhat [email protected]

zeminlerde ve geniş toplum kesimlerinin katılımıyla yürü-tülmesi önemlidir.

Türkiye’nin hâlâ günde-minden düşüremediği önemli sorunlar da bulunmaktadır. Özellikle Suriye ve Irak’ın içinde bulunduğu durumun da etkisiyle terör meselesi ile ülke gündemini meşgul edecek ve Ortadoğu’daki gelişmelere karşı teyakkuz durumu devam edecektir. 7 Haziran sonrasın-da yeniden hortlayan ve devlet otoritesini sarsmaya, kamu dü-zenini bozmaya çalışan terörle mücadelede belli bir başarı sağlanmıştır. Bu mücadelede gösterilecek devamlılık, azim ve kararlılık, vatandaşın devlete olan güvenini pekiştirecektir.

Yine yeni dönemde hükü-met Kürt meselesinde, niyet-lerinin kötü olduğu her hal-lerinden belli olan ve terörist unsurlarla beslenen oluşumları değil, gerçekten sorun çözme niyetinde olanları muhatap almalıdır.

Son olarak, yeni dönemde bireysel anlamda da düşün-memiz gereken meseleler bu-lunmaktadır. Malumunuzdur ki güç, makam ve mevki, birer imtihan vesilesidir. Türkiye’de bir zamanların dertli, mağdur ve ezilenleri olan bizlerin çev-reden merkeze geldikten, bazı sorunlar çözülüp belli maddî imkânlara kavuştuktan sonra ortaya koyduğumuz tavır ve davranışları da tartışmaya açmalıyız. Dünün idealizmi, bugünün iktidar şaşaası karşı-sında kaybolup gitti mi?

Dünyevileşmekten ve dünya işlerine dalıp gitmekten ken-dimizi nasıl koruyacağımızın ve iyiliği yayma, kötülüğe mani olma misyonumuzu nasıl icra edeceğimizin, insanî ve İslâmî anlamda nasıl değerler üretece-ğimizin üzerine kafa yormamız gerekmektedir. Kendi açımız-dan asıl büyük mücadeleyi bu alanda vermeliyiz. O zaman haydi, hep beraber iş başına!

TÜRKİYE son aylarda olağanüstü günlerden geçti. 7 Haziran seçimleriy-le birlikte ortaya çıkan tablo bazı şer odaklarını heveslendirmişti. Niha-yet bir dönemin kapandığını, yeni bir yönelimin ortaya çıkacağını umu-yorlardı. Bu anlamda oluşan boşluktan istifade edenler oldu. Birtakım iç ve dış güç odakları, “Bunların işi buraya kadarmış!” diyerek ellerini

ovuşturmaya başladılar. Ara dönem kısa zamanda etkisini gösterdi. Ekonomik du-rağanlık, artan terör olayları, siyasal ve sosyal çekişmelerin artması sebebiyle ortaya çıkan manzara karamsardı, kötüydü. Koalisyonlar filan olmadı ama olma ihtimali bile çoğu kişiyi tedirgin etti.

Page 52:  · haber HÜR TEFEKKÜRÜN KALESİ Aylık Siyaset, Strateji ve Toplum Dergisi KASIM 2015 YIL 9 SAYI 108 15 TL  Yayınları PROF. DR. TURAN GÜVEN Küresel güç

50 kasım 2015

haberajanda1 Kasım’ın Ardından

Rus ruletiÜ

STAD Necip Fazıl, yazdıklarının özgünlüğü kay-bolacak korkusuyla başka yazarları okumazmış. Teskiresinde bir bu ilgimi çekmiştir, bir de kumara olan düşkünlüğü. Muhalifleri de genelde hep bu tarafına saldırır. Bunun bir zaaf mı, müptelalık mı,

yoksa bilinçli bir hobi mi olduğunu hep düşünmüşümdür.

>> Soğukkanlılığı, diya-lektik zekâsı, stratejik aklı ve hazırcevaplılığı, Hz. Ali’nin “Bilgi tamamlandıkça söz azalır” sözünü hatırlatır hep bana. Üstad, bence bunla-rın çoğunu kumara borçlu. Kumarı da müptelalığı yü-zünden değil, stratejik zekâyı geliştirmek için takip ettiğini sanıyorum.

Eminim birçok oyunu biliyor, bu yeteneğini de olayların ardındaki gizli ger-çekleri görmede sonuna kadar

kullanıyordu. Yoksa kendini şiirlerine bu kadar nakış gibi işleyemezdi. Bir “At’a Senfo-ni” yazacak kadar kim cesaret sahibi olabilir?

Bir dostum, yazmaya baş-lamadan önce “Kimsenin görmediklerini görmüyorsan, herkesin yazdıklarını yaza-caksan sakın cüret etme!” diye uyarmıştı. İkazı hep aklımda-dır. Kendimi tekrar etmekten o yüzden hep çekinirim. Metin içinde aynı kelimeleri kullanmaktan bile imtina >>

Page 53:  · haber HÜR TEFEKKÜRÜN KALESİ Aylık Siyaset, Strateji ve Toplum Dergisi KASIM 2015 YIL 9 SAYI 108 15 TL  Yayınları PROF. DR. TURAN GÜVEN Küresel güç

51kasım 2015

Murat İ[email protected]

ederim. Hele dergide yazmak, bunun adı bir de “Haber Ajan-da” ise daha derin kazmak, değerlendirmeye tâbi tutarken kılı kırk yarmak gerekiyor.

Ben bu derginin en vasıfsız adamıyım. “Yazarım” demiyo-rum, gazeteci ise hiç değilim. Bu işin mektebini okuyup bu uğurda dirsek çürütenlere bu haksızlığı yapamam. Yalnız üs-tümdeki una bakıp değirmenci de sanmayasınız, pideciyim de ondan...

Şaşırtmayı bu yüzden hep sevdim. Şaşırmak da bu yüz-den bana hiç yabancı değil.

(Nihayet konuya gelebil-dim; Balzac’ın Goriot Baba’sı gibi yüz sayfa betimleme yapmayacağım, korkma-yın. Size Dostoyevski’nin Kumarbaz’ından pasajlar da sunmayacağım.)

Bu sefer insana ve siyasete dair aklıma ne gelirse dökmek istiyorum…

Ne sadece zekâ, ne de sadece beceri işi

Siyaset ve insan ilişkisinde “inanç, güven ve umut”, siya-setçilerin hep ekmek kapısı olmuştur. Bunu her seçimde gördük. 7 Haziran 2015 seçimleri de buna yönelikti. Sonuçları gördüğümüzde bun-dan dolayı eşekten düşmüşe döndük. E bir kere alışmışız zafere, o yüzden 1 Kasım’a bu tedirginlikle gittik.

İki seçimde de CHP ve MHP’nin aldığı oyları birebir tahmin ettim. İtiraf edeyim, gel gelelim AK Parti ve HDP konusunda çuvalladım.

Bu işin üstadı, bilesiniz ki Fikri Akyüz. 7 Haziran’dan bir gece önce öyle bir tahmin yaptı ki, neredeyse 12’den vur-du. Serhat Bıçak şahidimdir. Hatta Sayın Editör’üme dedim ki, “Fikri galiba bizle kafa ya-pıyor”. Çünkü ben seçmenin

konsodilasyona uğradığını, uçan kaçan oyların varlığını hesaba bile katmaya gerek görmüyordum.

Fikri hatta şunu da söyledi: “Abi, Ekim veya Kasım 2015’te tekrar seçim var, AK Parti yüzde 47-48’lerle tekrar tek başına iktidar olacak!” Dediği aynen çıktı.

Beni kurtaran 1 Kasım oldu. Hem AK Parti’nin tek başına iktidara geleceğini, hem de HDP’nin barajı geçeceğini söylemiştim. İnanmayanlar geçen sayımıza bakabilirler. Hem temenni, hem de seçim sonuçları açısından ülke için bundan daha hayırlısı olamaz-dı. “Allah bu milleti hiç terk etmiyor” diye o günden beri düşünüyorum.

Anketör olmadığımıza göre yazan için tahmin yap-mak riskli iş; anketçileri de 1 Kasım’da gördük zaten. Alayı kafayı kuma gömdü.

Tahmin yapabilmek için hem sosyolojik analiz yapmayı, hem de toplum psikolojisini bilmek gerekiyor. Etrafını geniş tutmak, her kesimden kendine dostlar edinmek; yetmedi, stratejik derinliğe sahip olup istatistik bilmek gerekiyor. Kim nasıl hamleler yapıyor? Zamanlama konusunda hangi beceriye sahip? Ne verip, karşı-lığında ne alıyor? Tüm bunlara dair üç hamle sonrasında ne olabileceğine dair basiret ge-rekiyor.

Hayat sadece zekâdan da ibaret değil…

Atacağınız zar ne ise, ona göre kapı almanız, bazen bile-rek açık vermeniz, üst üste gele atmamanız gerekiyor.

Sadece şans da kâfi değil. Öyle beceri ve bilgi sahibi olacaksınız ki, elinize ıstakayı aldığınızda bir tabibin elindeki bistüri kadar “soft” olmanız gerekiyor. Topa hangi şiddetle

vuracağınız, ne kadar falso vereceğiniz, “sota” kalıp kalma-yacağınız, dikkat ve konsant-rasyonun hepsi hesap işi. “Ne ölecek kadar susuz bırakacaksı-nız, ne de meyve verecek kadar gübreleyeceksiniz”. Aynen İngiliz bürokrasisi gibi, cep-hede kaybetseniz de masada kazanabilmelisiniz.

(Dört oydan birini kaybettiği halde Adam’a, “Ne yok olduk, ne de mağlup olduk” dedirte-bilmelisiniz. Bahçeli’nin kulak-ları çınlasın!)

Ne zaman blöf yapacağınızı, ne zaman rest çekeceğinizi, ne zaman “sold” atacağınızı da bilmelisiniz. Mesela Kur-tuluş Savaşı’nda bu millet sold attı. “Kaybedeceği hiçbir şeyi kalmayanlar, kazanmaya mahkûmdur” derler. Dolayısıy-la elinizdeki kısıtlı imkânları en yüksek kabiliyette kullanabilme becerisini gösterebilmelisiniz. O da liderle oluyor. Değilseniz, o zaman siyasette ne işiniz var? Gidin krupiyerlik yapın ya da SSK’ya müdür olun. O da olmazsa barlarda saz çalıp türkü çığırın…

Muhalefetin yoksunlukları aslında saymakla bitmez. Lider yok, halkta karşılıkları yok, siyaset stratejisi adına elleri-ne ne geçiyorsa aynı torbaya dolduruyorlar. Sanki tombala oynanıyor.

Miadını doldurmuş ideoloji ve zihniyetlerle bir tek amaçta belirlemişler, o da “Erdoğan’ı devirmek”… Aynısını II. Abdülhamid’e yaptılar.

Yakıp yıkmanın, kaosun, kafa bulandırmanın her türlü-sünü deniyorlar da ne oluyor? Karşısındaki dersini o kadar iyi çalışmış ki, Jön Türklerin ne haltlar yiyebileceklerini önceden kestiriyor. “Asker ne yapabilir? Hâkimi, savcısı, Emniyetçisi ne tür taktikler uygulayabilir? Teröristi, ayrı-lıkçısı nereden ne şekilde vur-

maya kalkar?” gibi ihtimallerin hemen hepsine karşı önceden hamlesi hazır. Çok mu sıkıştı, karşılarına halkı oturtuveriyor. Zira devlet ve millet üzerinde oyun oynamak isteyenlere karşı en büyük rakip halktır. “Halk ne talep eder? Beklentisi ne?” türü soruların cevaplarını bildi-ği için hesabı halka gördürüyor. Koalisyon zırvalamalarına dair anında halka gidiyor. Lider misin, tüm oyunları bileceksin arkadaş! Hem de o oyunların hepsinden bir sentez yaratacak kadar oyun kurma kabiliyetine sahip olacaksın. Çünkü devlet yönetmek “mono” kesmeye benzemez!

“Asar ası” bilir misiniz? Komprador oyunudur. “Kılıç çekmeye” benzer. En basit oyunlardan biridir ama adam astırır. “Kontrolsüz güç, güç değildir” derler; tüm gelece-ğinizi, tüm sermayeyi, tüm değerlerinizi riske edecek kadar gözünüzü karartmayacaksınız.

Bir yandan da “Elinize fır-sat geçtiğinde var olan gücü kullanmazsanız hata, yanlış ata oynarsanız ise tehlikedesiniz” demektir. Dolayısıyla plansız programsız politikalarla, halka rağmen, halkın değerleriyle kavga edecek gösterilerde bu-lunursanız, topunuz da gelse o kaleyi yıkamazsınız!

Düşünüyorum da şimdi, 1 Kasım’ın üstüne bir seçim daha olsa ne olur? Hani şöyle Ocak 2016’da filan… Emin olun, çok şey değişir. AK Parti bu sefer yüzde 65’leri bulur. CHP de yüzde 35’i bulur ve Meclis iki partili olur. Başkan’ın kim olacağını bilemem, onu “siz seçeceksiniz”.

Velhasıl, “bir şeyin bilgisine sahip olmak, o şeyin o kişide olduğunu göstermez”. Çelik çomakla başlar bu iş. Zaten bir de “Go” bilseydim, şimdi bu satırlarla oynamaz, devlet yönetiyor olurdum.

>>

Page 54:  · haber HÜR TEFEKKÜRÜN KALESİ Aylık Siyaset, Strateji ve Toplum Dergisi KASIM 2015 YIL 9 SAYI 108 15 TL  Yayınları PROF. DR. TURAN GÜVEN Küresel güç

52 kasım 2015

haberajanda

Tıpkı “Deli Yürek-Bumerang Cehenne-mi” filminde monşerler’e esir düşen ve son anda ellerinden kurtularak final sahnesinde bu şer ittifakını bazukayla da-ğıtan Kenan İmirzalıoğlu’nun sergilediği gibi, kaldırılan sal-tanat, hiç de beklenen salta-nat olmamıştı doğrusu. Umut-la beklenen o “Yeni Türkiye”, yüzde 49,5’le AK Parti’ye güçlü bir destek vermiş, ülkeyi yeniden kaosa sürükleyerek bulanık suda av yapma hesabı güden monşer kadro-lara, insanların dînî duyguları üzerinden dev-letin sacayak-larını sökmeye yeltenen ve neredeyse ba-şarabilecek bir aşamaya ge-lerek son anda hikmet-i İlâhî gereği ipten düşen cemaat mensuplarına, dizginleri daima yaban ellerde olan çakma amiral gemileri-ne “Saltanatınız bitti!” demişti.

1 Kasım’ın Ardından

1 Kasım: Bumerang CehennemiCumhur 1 Kasım’da “kimle rin” saltanatını “neden” bitirdi?

Page 55:  · haber HÜR TEFEKKÜRÜN KALESİ Aylık Siyaset, Strateji ve Toplum Dergisi KASIM 2015 YIL 9 SAYI 108 15 TL  Yayınları PROF. DR. TURAN GÜVEN Küresel güç

53kasım 2015

Ayten Çalış [email protected]

>> Söz konusu şer ittifakının demokrat geçinen ve sürekli fitne tohumları ekmeyi basın özgürlüğü zanneden şer med-yası ise insanların olası tercih-leriyle alay edip “Oy kullanmaya giderken yanınıza almayı unut-mayınız!” manşetiyle bir “beyin” fotoğrafı yayınlayarak yine kendisine yakışanı yaptı. Hatta Gazi Mustafa Kemal’in saltana-tın kaldırılması sırasında yaptığı konuşmayı ve işaret parmağı ile ufku gösteren bir fotoğrafını da aynı şekilde manşete çekerek Atatürk üzerinden apaçık halka emir vermeye kalkıştı.

Malûm gazeteyi destekleyen-ler zaten AK Parti’ye muhalif kimseler olmalarına rağmen, okuyucularına bu mesajı vere-rek aslında kendi taraftarlarını aşağıladıklarının farkına dahi varmayan bu sözde yayın organı yalnız da değildi tabiî. Zira şer yapının elinin uzandığı her basın organında manşet de, spot da “1 Kasım’da padişahın (!) saltanatını kaldırmaya” yö-nelikti. Aslında AK Parti’nin kazanmasına taraftar olan çoğu kesimler bile Haber Ajanda’nın

Ekim 2015 sayısında kapağa çektiği “Recep Tayyip Erdoğan & Selahaddin Eyyûbî” tarzı iddialı mesajlardan uzak durdular.

“Türkiye artık koalisyona mecbur!” vurgusu zihinlere öyle hâkim kılınmıştı ki, bu toprak-larda gerektiği zaman devreye giren o önemli sigorta siste-minden, yani Anadolu halkının ferasetinden emin olanlar bile şüpheye düşebilmişti.

Ardından 1 Kasım geldi ve “cumhur”, saltanatı gerçekten kaldırdı. Malûm gazetenin manşeti hakikat olmuştu yani. Ama tek bir farkla!..

Tıpkı “Deli Yürek-Bumerang Cehennemi” filminde monşerler’e esir düşen ve son anda ellerin-den kurtularak final sahnesinde bu şer ittifakını bazukayla da-ğıtan Kenan İmirzalıoğlu’nun sergilediği gibi, kaldırılan sal-tanat, hiç de beklenen saltanat olmamıştı doğrusu. Umutla beklenen o “Yeni Türkiye”, yüz-de 49,5’le AK Parti’ye güçlü bir destek vermiş, ülkeyi yeniden kaosa sürükleyerek bulanık suda av yapma hesabı güden monşer

kadrolara, insanların dînî duy-guları üzerinden devletin saca-yaklarını sökmeye yeltenen ve neredeyse başarabilecek bir aşa-maya gelerek son anda hikmet-i İlâhî gereği ipten düşen cemaat mensuplarına, dizginleri daima yaban ellerde olan çakma amiral gemilerine “Saltanatınız bitti!” demişti.

“Başkan diyor ki, ‘Bana acil Pensilanya’yı bağlayın! Bir de ‘Selo’fon bant getirin, paketleme yapacağım!’” şeklindeki sosyal medya söylemleri ve ironik mesajlar içeren türlü capslerle bir miktar sevinme hakkı olan “cumhur” da rahat bir nefes almıştı elbet. Zira “derin millet” devreye girmiş ve “ak ok”, hedefi yine 12’den vurmuş, sevgili dost Emin Gürdamur’un son dere-ce yerinde tespitiyle “kaçacak ülkesi olmayanlar, kaçacak ül-kesi olanlara ‘Kesin artık, yeter!’ demişti”.

Yeni Türkiye’nin kadim İngiliz oyunlarına “İngilizce” cevabı: “Game over!”

ERDOĞAN’IN doğal liderliğiyle Anadolu topraklarında yeniden bir kur-tuluş mücadelesi veren AK Parti”yi devirmek için diline pelesenk ettiği demokrasi (!) sakızı üzerinden hatırı sayılır bir mozaik oluşturan ve yine el ele tutuşarak var gücüyle saldıran şer yapı, 1 Kasım 1922’de saltanatın kaldırılması hadisesini malzeme edinerek, “1 Kasım’da saltanat yeniden

kaldırılacak!” naraları attı.

Cumhur 1 Kasım’da “kimle rin” saltanatını “neden” bitirdi?

Page 56:  · haber HÜR TEFEKKÜRÜN KALESİ Aylık Siyaset, Strateji ve Toplum Dergisi KASIM 2015 YIL 9 SAYI 108 15 TL  Yayınları PROF. DR. TURAN GÜVEN Küresel güç

54 kasım 2015

Tabiî hâl böyle olunca da “paralelden dinlemeyi yaşam biçimi hâline getirmiş vatan-sızlar” ile “ülkeyi bölüp par-çalamak için ekmek yedikleri coğrafyaya ihanet etmekten geri durmayan teröristler”in biletleri kesildi ve esaslı bir temizlik harekâtı ile tüm anti-virüs programları devreye so-kuldu. Yani cumhurdan aldığı kesin yetkiye dayanarak türlü İngiliz oyunlarıyla hayatına kastedenlere İngilizce yanıt veren “Yeni Türkiye”, “Game over!” diyerek saltanatın bitişini ilân etti. Hem de canı yandıkça iyice zıvanadan çıkarak “2 Ka-sım 2015: Türkiye iç savaşının başlangıcı” gibi bir ifadeye cüret ederek şeytanla olan ortaklık-larını sürdüren akıl ve vicdan yoksunlarına rağmen…

“Derin millet” devreye girerse…

Sevgili Servet Hocaoğulları’nın da seçim öncesi analizinde altını çizdiği gibi, hakikat takvimi artık “Ne parti, ne devlet! Patron millet!” diyerek bambaşka bir oluşumu müjdeliyordu artık!

Tıpkı Eylül 2014’teki sayı-

mızda “Döl Tutan Anadolu Geni ve Yaklaşan Doğum” dediğimiz ve Kasım 2014’te de Servet Hocaoğulları’nın “Yeni Türkiye-Yeni Vizyon Zamanı Geldi: Recep Tayyip Erdoğan” başlıklı kitap çalışmasını “17 Aralık Kuyusu ve Mısır’a Sultanlık” başlığıyla analiz edip “Dem, bu demdir!” mesajı verdiğimiz gibi, mağdur coğrafyalara şifa olacak bambaşka bir bahar geliyordu. “Arap Baharı” gibi sahte esin-tilerin maskesini düşürecek, kurgulara geçit vermeyerek dünyanın gerçekten beşten büyük olduğunu gösterecek bir bahar…

“Yeni Türkiye”ye turbo takviye: Başkanlık sistemi

Kasım 2014’te kaleme alıp yayınladığımız ve neden baş-kanlık sisteminin “siyasî bir fantezi” değil, “reel bir ihtiyaç” olduğunu temellendirdiğimiz “Kutupsuzlaşan Dünyada Yeni Türkiye’ye Turbo Takviye: Baş-kanlık Sistemi” başlıklı metinde de aynı şeyi işaret etmiştik yine. Tabiî Erdoğan gibi bir liderle motorize olarak sürekli vites yükselten Türkiye’ye artık bu yolların dar geldiğini ve “karar süreçlerinde katalizör etkisi yaratacak olan başkanlık sistemi”ne “Okey!” vererek mutlaka otobana çıkılması gerektiğini…

Ve her şey, eldeki bütün prodüksiyonlar, Türkiye’nin bu turbo sisteme geçişini engel-lemek için seferber edildiler; Mart 2015 sayımızın kapak ya-zısı olan “Batı’nın Çöküş, ‘Erdo-ğan Türkiyesi’nin Çıkış Kodları” başlıklı analizimizde de işaret ettiğimiz gibi, bu doğal çıkışa mani olmak adına her türlü sinsi tuzak devreye sokuldu. Açılım sürecini sona erdiren periyodik terör saldırıları haddi aştı, Cemaat ile Doğan grubu-nun birlikte doldurdukları iftira havuzu da doldu taştı. IŞİD’in tüm dünyanın huzurunu ka-çıran geniş çaplı eylemleri ise Türkiye destekli gösterilerek

kamuoyu iyice manipüle edildi ve şaşırtıldı.

Türkiye’nin 2015’teki Dönem Başkanlığı sebebiyle Antalya’da yapılan G-20 Zirvesi’nden bir gün önce Fransa’da gerçekleş-tirilen ikinci Charlie Hebdo girişimi de küçük küçük 11 Eylül’ler şeklinde art arda dizilen periyodik hamleler dizinindeki yerini aldı ve IŞİD tarafından üstlenildi. Fransa Cumhurbaşkanı François Hollande’nin “Fransa artık savaştadır!” yönündeki işaret fişeği ya da Papa’nın 3. Dünya Savaşı’nı çağıran subliminal telkinleri ise, 11 Eylül sonrası açıklama yapan Bush’un “Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak!” startından hiç de farklı değil-di. Yani bir mânâda sahadaki ısınma turları bitmiş, oyuncular yerlerini almış ve hakem başla-ma düdüğünü çalmak için elini ağzına götürmüştü. Türkiye’nin Ortadoğu coğrafyasındaki mut-lak mağlubiyeti için cebinde bol miktarda kırmızı kart biriktiren hakeme bu kirli talimatı veren-lerse, “Şeref Tribünü”nden (!) maçı izleyenlerdi.

İlerleyen süreçlerde tüm detaylarıyla plan plan izleyece-ğimiz bu büyük derbinin yıl-dızınınsa, sürekli beklenmedik sürprizler yapan, attığı son daki-ka golleri ve sergilediği rovaşa-talarla rakiplerini mütemadiyen şaşırtan Erdoğan olduğu kesin!

9 Eylül 2014’te kaleme alıp bir yıl önce yayınladığımızda da “okunan” ama günbegün parça-lar birleştikçe çok daha net ve berrak bir biçimde ortaya çıkan “Akıncı Beyi” tasvirimizi, bugün yeni ve duru bir gözlükle tekrar “okunabilmesi” adına ikinci kez paylaşıyor ve herkesin safını seçtiği bu tarihî günlerde, bu coğrafyanın şahs-ı manevîsini doğru “okuyarak” cepheye koşan erdemli ve şuurlu tüm vazife in-sanlarına hem kalbimiz, hem de bireysel cehdimizle gönül dolusu muzafferiyetler diliyoruz.

haberajanda1 Kasım’ın Ardından

AK-ıncı Beyi“HAKK tespihi”/ ‘Ezel’de dağıl-

dı!/ O gün “Ak İnciler”/ Mânâya saçıldı…

Derler ki,/ “Mağdura su taşıyan ‘AK-ıncılar’,/ Maskeli ruhların üstüne/ İşte o dem salındı!

“Selçuklu Kartalı” Anadolu’ya konarken,/ Âhi Dedem Edebalı’dan “o nur” doğarken,/ Osmancık’ın sînesindeki “Çınar” boylanırken/ Hep aynıydı takvim, hâlâ anlama-dın mı?

Deden mazlumu incitmemiş,/ Kırmamıştı;/ Zalimin o necis elini / Mağdurdan kaldırmıştı.

Sırtlanlar/ Dört bir koldan çö-künce,/ Derin bir nefes alıp/ Yeral-tına karışmıştı…

Adına “Hasta Adam” deyip/ Cenaze töreni yaptılar;/ Elimize bir Lozan tutuşturup/ Dalımızı buda-ğımızı kırdılar!

Riskli bir doğuma mahkûm edi-len/ O elleri öpülesi anne,/ Ardında vazifeli bir evladı bırakıp/ Yeraltına gömüldü ya,/ Eli üstümüzden kalkmayan o âlî ruhlar, / “Yepyeni bir sofra” kurdular.

Seksen yıl narkoz yutan Anado-lum/ Onunla uyandı!/ “Zamanüstü Ak-ıncılar”/ Yeniden kuşandı!

Filistin’i gözünden sakınan Ulu Hakan’ın/ O keskin bakışı,/ Bu dirayetli ufukta/ Hakikate boyandı!

Sahi,/ Zamanın “AK-ıncı Beyi”

kim,/ Sen hâlâ/ Anlamadın mı?(Ayten Çalış)

Page 57:  · haber HÜR TEFEKKÜRÜN KALESİ Aylık Siyaset, Strateji ve Toplum Dergisi KASIM 2015 YIL 9 SAYI 108 15 TL  Yayınları PROF. DR. TURAN GÜVEN Küresel güç

55kasım 2015

>> Şam sokaklarında avazım çıkana kadar han-çeremi patlatıyorum. Sana Gabon’dan, Gambiya’dan, Gine’den sesleniyorum. Her gece hüzün dolu bulutlar bu şehre yağdığında şehit-lerine şahitlik ederken duy beni! Uğruna canlar verilen binlerce değer bu çağda sana yasaklanıp yabancı-laşınca, aynı medeniyetin bahçesinde koşuşturan bir çocuk gibi oyuncağı elin-den alınmış da ağlarcasına sesleniyorum sana.

Sana Nijerya’dan sesle-niyorum. Mozambik’ten, Yemen’den, Togo’dan, Asya’nın yalnız ülkesi Tacikistan’dan sesleniyo-rum. Ürkek çocukların gözlerine dalıp, gözyaş-larında kulaç atıp acıyla yutkundukları her an bo-ğuluyorum. Onlar ağlıyor, ben boğuluyorum. Onlar acıkınca ben açlıktan tekrar tekrar ölüyorum...

Bangladeş, Umman, Somali, Filistin’den sesle-niyorum sana. Atlas okya-nusunda bir damla olup tüm kıtaya yayılan bir ses oluyorum sana seslenirken. Seni bu sesten uzak tutan mahzenlere iniyorum derin bir solukla. Zindan duvar-larını aşıp yüreğini esir alan nemrut bir gardiyanın burnundan giriyor, zilletin sarayından firarına yol arkadaşı oluyorum bugün.

Sevgili ülkem! Binbir gece masallarında ya bir kurbağanın sesi, ya bir prensesin kolyesi oldum da geldim. El-Hamra Sarayı’nın bahçesindeki bir havuzun kenarında yapayalnız duran bir gül oldum da geldim. Medeni-yetinin topraklarını gezip damarlarında kan oldum da akarak geldim. Tarihinin cidarına değil, cevherine çadır kurup o çadırdan seslendim, sana öyle geldim. Nil boyunca dur durak bilmeden yüzdüm, bir zindana düştüm, kervan yolunun kenarında bir kuyuya atıldım, Yusuf’ça bir ahlak ile sana seslendim, öyle geldim.

La galibe illallah! Milli-yetin ne olduğunu idrak etmiş, o idrak noktasından tüm cihana bakabilen bir cemiyettin sen! Dünyalık-ları gözü görmeyen, imanı, namusu, vatanı, her karışıy-la bütün bir medeniyetin

bilmem onu ben…

Taşları yerinden oynat-makla açmayı amaçladıkla-rı yeni güç ve enerji kori-dorları var. Bu koridorların hemen hemen tamamı seni yakından ilgilendiriyor ve derinden etkiliyorken, kendilerince kontrol edi-lebilir bir idare ile bizim yönetiliyor olmamız kadar onlar için elzem olan başka ne olabilir?

İki tehditkâr cümle ile dümeni kıran “lider”ler icat etmişlerdi bir zamanlar senin için. Oysa şimdi biliyorlar ki, kendi tekno-lojisini üretebilen, kendi silah sanayisini kurmuş, uzay mühendisliğini belli bir noktaya getirmiş, min-netsiz, mağrur bir ülke var karşılarında. Uluslararası istihbarat teşkilatına sahip bir ülkeyle artık dans ettik-lerini görüyor ve gözlerine inanamıyorlar.

Sevgili ülkem! Yürüyüş-lerle başlar büyük serüven-ler; biz öyle bir medeniyetin evlatlarıyız ki, yürüyüşleri-mizi de dua ile başlatır, dua ile bitiririz. Gün ağarınca seccademizde şehitleri-mize yer açar, her secdeyi zırh edinir, yürüyüşlerin en güzeline çıkarız. Gecenin uzunluğunu, yolun meşak-katini düşünmezleriz biz.

Sıçramanın da bir teo-risi var, biliriz; bastığın yer önemlidir, seni havaya kaldıran güç ve enerji önemlidir, havada asılı halde geçirdiğin saniyeler-de çevrenden emin olman önemlidir. Düştüğün yer ve düştüğün an dizlerinde kal-mış derman da önemlidir…

İşte bugün sıçrama sıra-sında havada asılı durduğu-muz saniyeler içindeyiz.

2023’ü düşlüyoruz… Gün doğuyor… Saflar sıklaşıyor…

coğrafyası için can verme-nin onurunu yaşayan, can verirken izzetinden vazgeç-meyen bir ferdiyettin sen! Garba karşı duran, cehde-dip cihada göz kırpmadan göçen küheylandın sen! Yularından rahatsız olmaz-dın. Sana dağ mı dayanırdı? Sana hilelerle gelseler şehadetinle, kanınla; topla tüfekle gelseler iman yüklü azametinle, heybetinle savardın!

Gün doğuyor… Ben garba bakıyorum, kibrinden ve keyfinden geçilmiyor... Sen şarka bak bir, kör kütük sar-hoş, silikleşmiş, seçilmiyor… Sevgili ülkem, kapını aç, camine cemaat toplanıyor! Nakkaşın elindeki motifler gibi medeniyet atlasın, buyursun girsin, seccadene gelsin; yer aç, safa girsin!

Çünkü bugün insanlığın defnedildiği bir cenaze törenindeyiz. Daha dün Libya’da Turgut Reis’in tür-besi oldum, bombalandım. Akdeniz’de dalga oldum, ceset ceset sahile vurdum. Sezai oldum, Necip, Yüksel, Nurettin oldum, yapayal-nız, bir başıma anlaşılmaz sözler kurdum. Alparslan’ın

atıyla şehirler gezdim, beni ne gören oldu ne duyan. Ertuğrul’un elinde kılıcı-nın kını oldum, çadırının işlemesi oldum, mazide bir şarkı gibi unutuldum… Bir ayağım Hazar sahilinde, ötekisi Aral gölünün gölge düşmeyen bir kıyısınday-ken, bugün bir avuç suyun hesabını veren kuklaların merhametine kaldım. Sicilya’yım ben bugün; sayfalardan dahi silinmiş bir İslam beldesi…

Sevgili ülkem! Sana seslendiğim sokağın başı Katar, sonu Cibuti, Endo-nezya... Sana seslenirken başı sonu aynı olan bir sokağı mahallenin çocuk-larıyla birlikte baştanbaşa geçtim. Her adımda dem aldım. Bilesin ki, Batı’yı inşa eden güçler, dün gibi bugün de hiçbir zaman uslanma-yacaklar!

Millî menfaatlerine sahip çıkan egemen bir ülkesin sen! Seni hazmedemiyorlar. Dünyanın merkezini Green-wich sanan sömürge geze-geninin mimarları, bugün de oyun üstüne oyun kur-gulayıp duruyorlar. Şatoda mı, havrada mı, kilise de mi

1 Kasım’ın Ardındanhaberajanda

SEVGİLİ ülkem! Bugün sana Ürdün’de Petra’nın an-tik sokaklarından sesleniyorum. Kerak Kalesi’nden, Gedik ovasından, Lut gölünden sesleniyorum. Aynı medeniyetin bir evladı olarak Cezayir’den Şam’a

kadar, Toledo’dan Kurtuba’ya kadar yürüyor, avuçlarıma Tarık’ın yüreğini alıp bir dağa adımı veriyorum.

“Safta yer aç!”İlk sesleniş:

Dr. Muhammed İkbal Bakırcı[email protected]

Page 58:  · haber HÜR TEFEKKÜRÜN KALESİ Aylık Siyaset, Strateji ve Toplum Dergisi KASIM 2015 YIL 9 SAYI 108 15 TL  Yayınları PROF. DR. TURAN GÜVEN Küresel güç

56 kasım 2015

Seçmen kimlikle-

rinin hem çok daha

esnek, hem daha yoğun

bloklaşabile-ceği bir süreç

başlıyor ve bunun ana

belirleyicisi AK Parti ola-cak. Bugün-den itibaren

“siyaseti belirleyici”

sıfatı daha da artacak. Se-

çimde silinen pek çok parti

ve oy geçişle-ri, gerçekten

iyi okunması gereken,

beylik laflar yahut toplum

mühendisli-ğine soyunan

sosyolojik analizlerle

değil, gerçeği anlamaya ve çok daha iyi-

sinin inşası için algılama-ya çalışan bir

bakışa ihtiya-cımız var.

>> Seçim öncesi ve sonrasında yaşananlara şahidiz. Bazı sözde aydınların seçmeni, demokrasiyi nasıl da küçümsediklerini, kutup-laştırdığı iddia edilen partinin bı-rakın üyelerini, geçici oy verenleri dahi nasıl da hakaret yağmuruna tuttuğunu unutmayacağız!

7 Haziran’dan ders alan ve seçim stratejisi boyunca dersine iyi çalışan AK Parti, henüz hü-kümetin kurulmadığı bugünlerde verdiği demeçlerden yinelediği taahhütlere kadar gösterdiği performansı çok iyi koruyor. Ku-tuplaştırmakla suçlarken bunun âlâsını yapan muhalefet partileri ise, 7 Haziran’dan aldıkları umut-lar birer heves olarak kalmışken, 1 Kasım sonrası sadece hazımsız-lıklarını ifade eden sesler çıkar-maktalar.

Yoksa ben de yıllardır değiş-meyen muhalefet blokundan bu seçim sonrası olumlu bir tavır değişikliği beklediğim için umutsuz bir vaka mıyım? Başka türlü tek başına iktidarı hayal edemeyecek bu partilerin hiç değilse bu seçimden itibaren (bir sonraki seçim yatırımı olarak) sempati toplama gereği duyma-larını beklerdim. Onlarsa aşağı-lama kampanyasındalar. Böyle halka böyle demokrasi çokmuş… Cumhuriyet’in kuruluşundan bu yana iktidarın uzun süre kimde

olduğunu, eğitim ve zihniyet geli-şimi için ne yapıldığını sormanın kimsenin aklına gelmediğini sanıyorlar galiba. Biz eğitimsizler seçmişiz ya AK Parti’yi...

AK Parti geçen seçimde ken-dine olan güven mi, yoksa bek-lentileri iyi okuyamamaktan mı kaynaklı olduğunu bilmediğim hataları bu kez yapmadı. Şarkı-sından sloganına, seçim vaatlerine kadar çok daha etkili ve açık bir propaganda yaptı. Muhalefetin sarıldığı, terörün kazandırdığı te-zinde doğruluk payı olsa da, unu-tulmamalı ki terör en çok iktidarı yıpratır. Beş aylık süreçte etkili bir yönetim göstermiş olmasalar-dı, aksine kazandırdığından çok daha fazlasını kaybettirecek bir etki idi terör.

Bugüne kadar başlangıçta tem-sil edilemeyen kesimin iktidara yürüyüşü algısı ile ivme kazanan AK Parti hareketi, muhafazakâr kesim de dâhil, alternatif bulama-yanlar için mecburî adres olarak gidilen yerdi. Pek çok tepki oyu aldı bugüne kadar. Muhalefet diye bir şeyin gerçek anlamda olmaması ve hedefi sadece yüzde 2-3 oy artışına kilitlenmek olan üç beş partinin bu ülkeye ve gele-ceğimize dair bir şey diyemeyişle-ri idi buna sebep.

AK Parti için en

etkili “halkla ilişkiler” dönemi

Son üç seçimde iyice kızışan ve aynı amaçla buluşan anti-Erdoğan/anti-AK Parti cephesi, bu seçimde de benzer yanlışları yapmış ve vizyon üretmek yerine karalamakla vakit geçirmişken, AK Parti ise son yıllarda bu denli göstermediği bir halkla ilişkiler performansını kısacık bir zaman diliminde gösterdi. Ayrıca bunca yıllık iktidarın ardından ekono-mik kazanımlarını arttıran elit ve orta düzey kesimin yanında, (seçim politikası olarak yapmış bile olsa) alt ekonomik seviyedeki kesime yönelik daha net ve planlı bir ekonomik programı da ilk kez ortaya koydu. Ve bugün itibarı ile bunun arkasında durmaya devam ediyor.

Bu performansın karşılık bulma şansını arttıran en büyük etmen yine muhalefet kuşkusuz. Adı “Mr. No”ya çıkmış olan çözümsüzlüğün adresi Bahçeli, koalisyon senaryolarının hevesli gelini CHP’nin “Bana mecbur-sunuz!” tavrı, sanki yüzde 40 alan parti kendisiymiş gibi kırmızı çizgilerle süreci donatan Kılıç-daroğlu, “barış” kavramını kanla dolduran ve kardeş kavgasından nasiplenmek uğruna kendi hal-kının kaybetmesine göz yuman HDP ve de PKK temsilcisi gibi davranan Eş Başkanları... Tablo gayet net değil mi?

Seçmen kimliklerinin hem çok daha esnek, hem daha yoğun bloklaşabileceği bir süreç başlıyor ve bunun ana belirleyicisi AK Parti olacak. Bugünden itibaren

BEŞ aylık bir kayıp zamanın ardından, yeniden ülkemin enerjisinin boşa akmayacağı bir sürece girilmiş olmasından mutlu ve umutluyum. Gün-lerdir yazılıp çiziliyor, seçim sonuçlarını konuşu-yoruz. Aylık bir dergide oldukça geriden gelmiş

oluyorsunuz bazen, ama gündem 1 Kasım ve sonrası olunca bazı başlıkları tekrar etmek kaçınılmaz oluyor.

haberajanda1 Kasım’ın Ardından

AK PARTİ’YE kazandıran muhalefet

Page 59:  · haber HÜR TEFEKKÜRÜN KALESİ Aylık Siyaset, Strateji ve Toplum Dergisi KASIM 2015 YIL 9 SAYI 108 15 TL  Yayınları PROF. DR. TURAN GÜVEN Küresel güç

57kasım 2015

böyle! Başka bir vatan özlemi kurmadık biz. “Nasılsanız, öylece yönetilirsiniz” ihtarını hatırlayıp daha düzgün, daha dürüst, daha etik olmak gerek-tiğini hatırladık.

Bizi doyuran, bu ülkenin geleceğine dair hiç kaybetme-diğimiz “hayaller”dir. “Burası Türkiye!” küçümseyişlerinden bunalıp “İnsanlık burada, de-mokrasi burada!” diyenleriz biz. AB’ye ve tüm dünyaya yeni bir dünya yaratma uğruna, salt kendi inanç ve ülkelerinin çıkarları adına kana buladıkları coğrafyaların insanlarına ilaç

olma çabası da bizdedir, onların adalete ve yaşamaya dair umut kırıntıları da.

Kısa vadede beklenen, siyasî ve ekonomik istikrar ve de huzurlu bir ülke. Uzun vadede ise 2023 vizyonunun ve 2071’e uzanmanın tebessümüdür 1 Kasım sonuçları. İktidarın performansını da, şu aralar istifaların ardı ardına geldiği muhalefet cephesindeki işaret-leri de merakla bekliyor olaca-ğız. Daima ümitvarız. Biliyor ve hep hatırlıyoruz ki, “Allah’ın işleri kemalata doğrudur”.

terk etmeye devam edebilir. Sandıktan hangi sonuç çıkarsa çıksın, bu vatandan gitmeyecek sahipleri burada! İsviçre hesap-larından dolayı vatan duyguları sekteye uğrayanlar, gidecek başka adresler görebilenler için gerekçeler hazır: “İnsan doğduğu yerde değil, doyduğu yerde…”

Biz onları da anlayabiliyoruz. Bizim ruhumuz da burada do-yuyor. Olduğumuz gibi kabul-lenilmediğimiz, kamusal alan dayatmaları uğruna bu vatanın bize dar edilmeye çalışıldığı günlerde de böyle idi, şimdi de

“siyaseti belirleyici” sıfatı daha da artacak. Seçimde silinen pek çok parti ve oy geçişleri, gerçekten iyi okunması gere-ken, beylik laflar yahut toplum mühendisliğine soyunan sos-yolojik analizlerle değil, gerçeği anlamaya ve çok daha iyisinin inşası için algılamaya çalışan bir bakışa ihtiyacımız var.

Yakında hükümet kurulacak. Bu ülkenin millî değerlerine küfreden herkes, bu sonuçlara istese de, istemese de katlan-mak zorunda kalacak. Hâlâ hazım sorunu yaşayanlar ülkeyi

Nadire Çamlı Yıldırı[email protected]

Page 60:  · haber HÜR TEFEKKÜRÜN KALESİ Aylık Siyaset, Strateji ve Toplum Dergisi KASIM 2015 YIL 9 SAYI 108 15 TL  Yayınları PROF. DR. TURAN GÜVEN Küresel güç

58 kasım 2015

haberajanda1 Kasım’ın Ardından

1 Kasım’da Yeni Türkiye kazandı, “eski” Türkiye kaybetti. Yüzde 43-45 arası bir oy alması beklenen AK

Parti, yüzde 49,5 ile beklentilerin üzerine çıkarak hemen herkesi şaşırttı. AK Parti hem tek başına iktidar oldu, hem de beş ay içinde Yüzde 9’luk bir oy oranı artışı sağlayarak büyük bir başarıya imza attı. Muhalefet partileri ise (her ne kadar kendileri bunu kabul etme-seler de) büyük bir hezimet yaşadı-lar. Üç aşağı, beş yukarı, 7 Haziran seçimlerine benzer bir sonuç bekliyorlardı. MHP ve HDP ciddi oranda oy kaybederken, CHP oy oranını ancak koruyabildi.

Böylesi bir sonuca rağmen mu-halefet kesimine göre seçimin asıl kaybedenleri “anket şirketleri” oldu. Bu anlayış gösterdi ki ülkemiz, “sonucu ne olursa olsun, kaybedeni olmayan (!) seçimlerin yapılabildi-ği tek ülke” olma özelliğini devam ettiriyor. Muhalefet anket şirketle-rinin çuvallaması ile avunadursun, 7 Haziran sonrası vatandaş gördü ki, kaybedeni olmayan bu seçimde asıl kaybeden “kendisi”.

7 Haziran sonrası belirsiz ve karanlık bir döneme girdik. Bu be-

lirsizlik dönemi ülkeyi karıştırmak için bekleyen şer odaklarına fırsat verdi. Terör örgütü saldırıya geçti. Binbir emek ve zahmetle yürü-tülen ve önemli kazanımlar elde edilen Çözüm Süreci bu dönemde rafa kaldırıldı. Bu karanlık dönem-de bırakın dünyayı, yanı başımızda gelişen olaylarla bile ilgilenemedik. Suriye’de Rusya ve İran oyuna dâhil oldu. Bu gelişme, Esed güç-lerine karşı önemli zaferler elde eden Suriyeli mücahitler için yeni cepheler açılması anlamını taşıyor. Bu dönemde ekonomimiz ciddi zararlar gördü. Borsa düştü, dolar ve faizler yükseldi. Yatırımlar nere-deyse durma noktasına geldi. Bun-ca olay olurken paralel yapı boş durur mu? Abiler (!) bir taraftan teröre karşı yapılan operasyonları sabote etmekle meşgul olurken, bir taraftan da iç ve dış şer odakları ile işbirliği içinde sızmış oldukları devlet kademelerini adeta felç ede-rek kaosu körüklemeye çalıştılar. Velhasıl, hiç hatırlamak istemedi-ğimiz zor bir dönem geçirdik.

Hakk şerleri hayreyler7 Haziran sonrası bütün bu

olumsuzluklar yaşanırken, her şerde hayr olduğuna inanan biz-

lere sabretmek düştü. Ne güzel söylemiş Hakk Dostu Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri: “Hak şerleri hayreyler,/ Zannetme ki gayreyler!/ Arif anı seyreyler;/ Mevla’m görelim neyler,/ Neylerse güzel eyler...” Eyvallah!

Şu an yine görüyoruz ki Mevla sabrımızın karşılığını fazlasıyla veriyor. Şer gibi görünen tüm gelişmeler bize bir bir hayr olarak geri dönmeye başladı.

Evvela halkımızın önemli bir kesimi, mevcut muhalefetle bu ül-kenin yönetilemeyeceğini yeniden idrak etmiş oldu. Sonra halk, özel-likle Kürt halkı, bu beş ay içinde PKK ve HDP’nin gerçek yüzünü gördü. PKK’nın aslında barış istemediğini, Çözüm Süreci’ni umursamadığını, HDP’ninse PKK’nın vitrininden başka bir rolü olmadığını yeniden gördü. PKK Kürtlerden beklediği desteği alamadığı gibi, TSK ve Emniyet güçlerinin başarılı operasyonları sonucu bozguna uğradı. Savunma sanayimizin 13 yılda büyük bir ge-lişme gösterdiği de PKK nezdinde cümle âleme gösterilmiş oldu. 2 binden fazla terörist, PKK’nın pek çok kampı ve silah depolarının

Pek çok kez AK Parti’yi bölmek için çabaladı-lar. Dışarıdan yıkamadıkları AK Parti’yi içeriden çö-kertmek, nifak sokmak için çok uğraştılar. Yine başara-madılar! Seçim sonrası muha-lif kesimin bazı yazarları yine nifak tohumla-rı ekmeye baş-ladılar. Düne kadar “gölge adam” olarak eleştirdikleri Davutoğlu’nu seçim sonrası yere göğe sığ-dıramadıkları gibi, kendile-rince “akıl” ver-meyi de ihmal etmiyorlar. Davutoğlu’na “parti içinde ağırlığını his-settirmesini, Cumhurbaş-kanı ile ara-sına mesafe koymasını, güçlü bir lider olmasını” salık veriyorlar. Erdoğan ve Davutoğlu’nun bu tuzaklara düşmeyecek-lerini biliyoruz. Onlar, zafer-lerin ancak Allah’a ait ol-duğunu bilen insanlar.

Mola bitti; istikamet, 2023 Türkiye’si!

Orhan Mü[email protected]

Page 61:  · haber HÜR TEFEKKÜRÜN KALESİ Aylık Siyaset, Strateji ve Toplum Dergisi KASIM 2015 YIL 9 SAYI 108 15 TL  Yayınları PROF. DR. TURAN GÜVEN Küresel güç

59kasım 2015

önemli bir kısmı yok edildi. TSK, “Girilmez” denilen yerle-re girerek PKK’ya yaşam alanı bırakmadı. Örgüte yapılan operasyonlarla PKK üzerinden örgüte gizli-açık destek veren küresel çeteye ve bazı bölge ülkelerine de açıkça bir mesaj verilmiş oldu. Son operasyonlar sonucu örgüt yöneticileri ken-dilerine kaçacak yer arıyorlar. Örgütün dış desteği de gün geçtikçe azalıyor.

HDP, 7 Haziran seçimle-rinde elde ettiği fırsatı kullana-madı. Terör örgütü ile arasına mesafe koyamadı. Cici çocuk Demirtaş, kendisine verilen rolü oynayamadı. Sonuç olarak hem PKK, hem de HDP kay-betti. Seçim sonrası HDP ya terör ile arasına mesafe koyarak gerçek anlamda bir siyasî parti olarak yola devam edecek ya da PKK ile birlikte yok olup gidecek. Beklentiler HDP’nin yerine yeni bir siyasî oluşumun gelmesi yönünde. Bu gelişme neticelenirse, artık terörden iyice bıkan bölge halkı rahat bir nefes alacak.

Paralel yapı için de artık yolun sonu göründü. 1 Ka-sım seçimleri paralel yapının son umuduydu. 1 Kasım ile devletin paralel yapıya karşı

sürdürdüğü operasyonlara bir anlamda destek verilmiş oldu. Paralel yapının sermaye ayağı için operasyonlar önceden başlamıştı. İş dünyası İpek-Koza Grubu’na yapılan ope-rasyonları gördü. Seçim sonrası bazı holdingler ve şirketler peşi sıra paralel yapı ile olan ilişki-lerini kopardıklarını açıkladılar. Örgütün sermaye ayağı bir bir çökertiliyor, sırada basın ayağı var! Son olarak devlet kade-meleri ve kamudaki uzantılar temizlenerek paralel yapı dö-nemi bitirilmiş olacak.

Durağanlaşan ekonomi, AK Parti’nin tek başına iktidara geleceğinin anlaşılmasından hemen sonra toparlanma emareleri göstermeye başladı. Döviz ve faizler düştü, borsa yükseldi. Durma noktasına gelen yatırımlar yeniden hare-ketlendi, sanayi tabiri ile çark-lar yeniden dönmeye başladı ve ekonomi canlandı.

Muhalif kesim açıkça kabul etmese bile, toplum psikolojik olarak 7 Haziran öncesine hemen geri döndü. Sanki bu beş ay yaşanmamış gibi yola devam ediliyor. Muhalif kesim demişken, muhalefet parti-lerinde kazanlar kaynamaya başladı. Kaybedenler kulübü-

nün yenilgisiz (!) liderleri artık kendi koltuklarını koruma derdine düştüler. AK Parti’nin en büyük şansı ve şanssızlığı, maalesef niteliksiz bir muha-lefete sahip olması. Nitelikli muhalefet, en az güçlü bir iktidar kadar gerekli!

AK Parti’yi bekleyen büyük tehlike!

Başbakan Davutoğlu, ihlas ve samimiyetinin, ayrıca sabrı-nın mükâfatını aldı. Emanetin sahibi olduğunu layık-ı vechi ile ispatladı. Bu beş ay içinde ülkeyi hem hükümetsiz bı-rakmadı, hem de koalisyon için samimi bir çaba gösterdi. Muhalefetin bu samimi çaba-lara karşılık gösterdiği olumsuz yaklaşımı vatandaş gördü. AK Parti 13 yıldır tek başına iktidar olarak yoluna devam ediyor. Küresel çetenin ve bu çetenin içimizdeki işbirlikçileri, Erdoğan’ı durdurmak ve AK Parti’yi iktidardan uzaklaş-tırmak için sürekli çabalayıp durdular. Bunun için dene-medikleri oyun, kurmadıkları tuzak kalmadı. Başaramadılar!

Pek çok kez AK Parti’yi bölmek için çabaladılar. Dışarı-dan yıkamadıkları AK Parti’yi

içeriden çökertmek, nifak sok-mak için çok uğraştılar. Yine başaramadılar! Seçim sonrası muhalif kesimin bazı yazarları yine nifak tohumları ekmeye başladılar. Düne kadar “gölge adam” olarak eleştirdikleri Davutoğlu’nu seçim sonrası yere göğe sığdıramadıkları gibi, kendilerince “akıl” vermeyi de ihmal etmiyorlar. Davutoğlu’na “parti içinde ağırlığını hisset-tirmesini, Cumhurbaşkanı ile arasına mesafe koyması-nı, güçlü bir lider olmasını” salık veriyorlar. Erdoğan ve Davutoğlu’nun bu tuzaklara düşmeyeceklerini biliyoruz. Onlar, zaferlerin ancak Allah’a ait olduğunu bilen insanlar.

Ancak endişem odur ki, münafıklar boş durmayacak-lardır. Ola ki hak ve batılın hiç bitmeyen savaşından yorulup da fısıltılara kulak vermesinler!

2023 yolunda verilen mü-cadeleye kısa bir ara verildi. Allah, bizden hayırlı haberler bekleyen ümmete karşı bizi mahcup etmedi, çok şükür! Şimdi yeniden yenilenerek ve çok daha büyük bir heyecan ve de coşkuyla yola koyulma vaktidir!

Hayırlı olsun!

Page 62:  · haber HÜR TEFEKKÜRÜN KALESİ Aylık Siyaset, Strateji ve Toplum Dergisi KASIM 2015 YIL 9 SAYI 108 15 TL  Yayınları PROF. DR. TURAN GÜVEN Küresel güç

60 kasım 2015

haberajanda1 Kasım’ın Ardından

Pamuk Prenses kıl ıklı Frankestein’ler D

ÜNYA siyasal tarihi, her kriz döneminden sonra hem ideolojik olarak, hem coğrafî sınırlar anlamında, hem de güç dengeleri bağlamında değişikliğe uğrar ve her kriz kendi parametrelerini oluşturur. Bu bağ-

lamda son yüzyılın ilk krizi, Birinci Dünya Savaşı’dır.

>> Savaş sonunda sömürge-cilik anlayışı değişti. Ülkeleri di-rekt kontrol etmek yerine sınır-ları küçülterek devletler üzerinde manda oluşturma yoluna gidildi. Bunun sonucunda sınırlar ye-niden çizildi. Kültürel, siyasal ve etnik yapılar göz önünde alın-madan sınırlar belirlendiğinden yeni sorunlar baş gösterdi. Savaş sonunda Avusturya-Macaristan, Osmanlı ve Çarlık Rusya’sı yıkıldı. Bu topraklar üzerinde çok sayıda küçük devletler ku-ruldu. Kurulan devletlerde de-ğişik türde rejimler ortaya çıktı. Örneğin Almanya’da Nazizm, İtalya’da faşizm, Rusya’da komü-nizm, Türkiye’de cumhuriyet gibi rejimler oluştu.

Ancak Almanya, İtalya ve Rusya, çok geçmeden dünyaya yeniden şekil vermek için iddia-lı politikalar geliştirerek dünyayı yeni bir krize sürüklediler. Bu krizin adı da İkinci Dünya Savaşı’dır.

İkinci Dünya Savaşı sonunda faşizm ve Nazizm çökerken, özellikle Avrupa’da demokrasi ülke rejimlerine hâkim olmaya başladı. Sınırlar yeniden çizildi. Mandacılık ve sömürgeciliğin hüküm sürdüğü coğrafyalarda Hindistan, Mısır, Pakistan, Cezayir, Tunus ve Libya gibi devletler kuruldu.

Savaşın en büyük kazanan-larından biri olan Sovyetler,

dünyanın değişik yerlerinde, özellikle de Balkanlarda kendine bağlı komünist devletler kurarak komünizmi hızla yayma yoluna gitti. Bu da yeni ideolojik çatış-ma kuşakları doğurdu. Dünya barışını koruma iddiasıyla Bir-leşmiş Milletler oluşturuldu.

Atom bombasının kullanıl-ması ile dünya kimyasal çağdan nükleer teknolojiye adım attı ve yeni bir rekabet sahası ortaya çıktı. Savaş sonrası dünya iki ana hatta bölündü. Bu iki ana bloğun birini ABD öncülü-ğündeki NATO bloğu, ikincisi ise Sovyetler öncülüğündeki komünist blok oluşturuyordu. Komünist blok açıkça yayılmacı bir politika güdüyordu. Sovyet-

lerin yayılmacı politikalarına karşı Batı bloğu ise Sovyet karşıtı politikalar oluşturmaya başladı. Bunun sonucunda da Soğuk Savaş ortaya çıktı.

Uzay yarışlarından spora, nükleer teknolojiden sinemaya kadar hayatın hemen her ala-nında kendini gösteren Soğuk Savaş, bu savaşın en büyük sembollerinden biri olan Berlin Duvarı’nın 1989 yılında yıkıl-masından sonra son dönemine girdi ve nihayetinde 1991’de Sovyetlerin yıkılmasıyla sona erdi.

Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle birlikte tek kutuplu bir dünya ortaya çıktı. Tek kutuplu dünya-

Page 63:  · haber HÜR TEFEKKÜRÜN KALESİ Aylık Siyaset, Strateji ve Toplum Dergisi KASIM 2015 YIL 9 SAYI 108 15 TL  Yayınları PROF. DR. TURAN GÜVEN Küresel güç

61kasım 2015

Aytekin Atasoyu [email protected]

Pamuk Prenses kıl ıklı Frankestein’ler

nın ortaya çıkması denge soru-nunu beraberinde getirdi. Küre-sel ölçekte ortaya çıkan sorunlara çözüm üretme noktasında yeter-sizlikler ortaya çıkmaya başladı. Irak Savaşı, Afganistan Savaşı ve bunun küresel yansımaları sonu-cu ortaya çıkan sorunlar, çözüm üretmekten ziyade yeni çatışma alanları doğurdu.

Paradigmasızlık kriz doğurur

Her kriz sonrası ortaya çıkan tablo kendi kavram ve değer-lerini yaratır. Birinci Dünya Savaşı’nda dünyanın ittifak ettiği kavramlar milliyetçilik, bağım-sızlık gibi değerler iken, İkinci

Dünya Savaşı sonrası demokrasi, insan hakları vb. değerler üze-rinde dünyanın kahir ekseriyeti ittifak ederek yeni bir paradigma oluşturdu. Soğuk Savaş sonrası ortaya çıkan yeni durumda dünya, yeni bir paradigma üzerinde ittifak edemediği veya yeni ittifak noktaları oluşturacak paradigma ortaya çıkaramadığı için bu paradigma eksikliğinin sancılarını bugün dahi yaşıyor.

Soğuk Savaş bittiğinde “ideolojilerin sonunun geldiği” savı dile getirilse de küresel düzeydeki sosyal ve ekonomik adaletsizlikler etnik, siyasal vb. ideolojileri yeniden canlandırdı. Hatta ideolojilerin radikal hare-ketlere dönüşmesini sağladı.

Çalkantı dönemlerinde Türkiye

Son yüzyılda resmetmeye çalıştığımız küresel çalkan-tı dönemlerinde ülkemizin durumuna baktığımızda, Birinci Dünya Savaşı sonrası Cumhuriyet’in ilan edilmesiyle birlikte ülkemizde yeni bir toplum yaratma iddiasıyla yola çıkıldığını görürüz. Ülke, bu amaç doğrultusunda kendini inşa etmeye girişti ve enerjisini bu amaca yoğunlaştırdığından küresel iddialardan uzak kaldı.

İkinci Dünya Savaşı sonun-da ortaya çıkan Soğuk Savaş döneminde Japonya, Almanya ve Güney Kore büyük bir kal-kınma gerçekleştirirken, jeopo-litik olarak bu ülkelerden daha büyük bir avantaja sahip olan ülkemiz, bu ülkeler kadar büyük kalkınma gerçekleştiremedi. Çünkü Birinci Dünya Savaşı sonrası yeni bir toplum oluştur-

ma iddiasıyla ülkenin enerjisini içte harcayan güruh, bürokraside oluşturduğu iktidar alanlarını diğer toplumsal ve siyasal grup-lara kaptırmamak için askerî darbeleri tetikleyen politikalar izleyerek ülkenin enerjisinin tekrar iç siyasette harcanmasına sebebiyet verdi. Bunun sonu-cunda da kalkınma hamleleri gerçekleştirilemedi. Türkiye’nin kalkınma hamleleri 1960 Askerî Darbesi, 1971 Muhtırası, 1980 Askerî Darbesi ve nihayetinde 28 Şubat post-modern darbeleri ile hep akamete uğratıldı.

Türkiye, Soğuk Savaş sonrası dönemin ilk yarısı olan 1990-2000 yılları arasını koalisyon-ların getirdiği istikrarsızlık ve 28 Şubat gibi post-modern darbelerle özne olmaktan uzak bir şekilde siyasî ve ekonomik çekişmelerle geçirdi. Bu dö-nemin ikinci yarısı olan 2000-2010 yılları, özellikle de 2002 sonrası, AK Parti hükümetleri ile birlikte kalkınma hamleleri gerçekleştirildiyse de geçmişin bakiyesi çok parlak olmadığı ve geçmişte yaşanan akamete uğ-ratma girişimleri devam ettiği için bu hamlelerle belli oranda ancak mesafe alınabildi.

Yeni paradigma ve Türkiye

Bugün dünya yeni bir kriz yaşıyor. Daha doğrusu yıllardır yanı başımızda yaşanan kriz-lerin çarpan etkileri Batı dün-yasını ciddi oranda yeni yeni etkilemeye başladığı için, dünya bu yanı başımızdaki çalkantıla-ra artık duyarsız kalamıyor. Irak ve Suriye’de yaşanan ve bugün ortaya çıkardığı terör ve mül-teci sorunuyla siyasal, sosyal ve ekonomik olarak küresel etkileri

olan bu kriz, yeni bir paradigma doğurabilir. Bu paradigmanın en temel parametrelerinden biri de kanımca “küresel adalet” olacaktır.

Küresel adaletin ne zaman sağlanacağı bilinmez ama eğer bu parametre üzerinde dünya ittifak edecekse, ülkemiz en önemli özne konumunda ola-caktır. Çünkü ülkemiz küresel adaletsizliği en fazla hisseden halklarla tarihî, coğrafî, sosyal, kültürel ve dinî bağları ola bir özelliğe sahiptir. Türkiye, Suriye krizi bağlamında ortaya çıkan insan sirkülasyonunu ilk göğüsle-me alanı içerisinde kavşak nok-tasında bulunuyor. Türkiye’nin krizden en çok etkilenen halklar-la sosyo-demografik ilişkileri var ve sorunları proaktif bir şekilde ele alan, sorunun çözümü için ciddi gayretler ortaya koyan bir siyasal iktidara sahip. Tüm bun-lardan dolayı Türkiye, halen Şam, Halep, Bosna ve Filistin için bir umut, Batı içinse bir vazgeçilmez.

Bu nedenle geçmiş küresel kriz ve çalkantı dönemlerinde ülkenin enerjisini kısır ideolojik tartışmalarla ülke içine hap-sedenlere şu anki krizde fırsat verilmemelidir. Bunun için de siyasal iktidar, toplumsal barışı sağlama noktasında muhalefete daha fazla kulak vermeli, mu-halefet ise iktidarı Frankenstein olarak topluma sunmaktan vazgeçmelidir. İktidarı, muha-lefeti, sivil toplum kuruluşları ve tüm sosyal aktörlerle birlikte toplumsal ittifak alanları ge-nişletilmelidir. Aksi takdirde enerjimiz kısır tartışmalarla içe hapsolacak ve Pamuk Prenses kılığındaki Frankenstein’ler, bölgenin kaderine dipnot düş-meye devam edecekler!

Page 64:  · haber HÜR TEFEKKÜRÜN KALESİ Aylık Siyaset, Strateji ve Toplum Dergisi KASIM 2015 YIL 9 SAYI 108 15 TL  Yayınları PROF. DR. TURAN GÜVEN Küresel güç

62 kasım 2015

haberajanda1 Kasım’ın Ardından

Kisra’nın sarayının sütunları nasıl bir bir parçalandı ise, bin yıllık Mecusî ateşi nasıl bir gecede söndü ise, yeryüzüne kurduğunuz bu zulüm hâkimiyetinin de yok olup gittiği günlere şahitlik edeceğiz!

Siz yeryüzünde bozgunculuk yap-maya devam ederken, size verilen mühletin sonuna gelindiğinde koca hükümranlıklarınızın üzerinize dev-rileceği zamana şahitlik edecek ve söylemekten hiçbir zaman çekinme-yeceğiz: “Vallahi yenileceksiniz! Val-lahi yenileceksiniz!”

Vallahi ye nileceksiniz!

Page 65:  · haber HÜR TEFEKKÜRÜN KALESİ Aylık Siyaset, Strateji ve Toplum Dergisi KASIM 2015 YIL 9 SAYI 108 15 TL  Yayınları PROF. DR. TURAN GÜVEN Küresel güç

63kasım 2015

Mesut Emre Balcı [email protected]

İ NSANOĞLUNUN yüzyıllardır devam eden serüveni, zaman mefhu-mundan kâinata verilen mühletin sonuna kadar sürecek. Bu süreç içerisinde hayatın öznesi olan insanın her dönemde yaşadığı olaylar bize tarihi öğretecek.

rinizin sizi yiyip bitirdiği, bütün dünyada gerçekleştirdiğiniz talanın kendi halklarınız tara-fından reddedildiği dönemlere şahitlik edeceğiz!

Vicdanın ayağa kalktığı, “Zulüm bizdense ben bizden değilim” diyenlerin yüzlerce yıl önce uğradıkları hezimetin rövanşını aldığını zannedenlere karşı dimdik durduğu günlere şahitlik edeceğiz!

Afrika’dan Asya’ya kadar, sömürdüğünüz bütün halkların ayağa kalkıp kukla hükümet-lerinin basiretsiz yöneticilerini görmezden gelerek sizi kendi oyununuzun içinde yerle bir et-tiği zamanlara şahitlik edeceğiz!

Bir bölgedeki insanları si-lahlarınızla sustururken, diğer coğrafyalardakilerin üzerinde medya yoluyla kurduğunuz psikolojik baskının geri teptiği, vicdanlı insanların kompleks-lerinden kurtulup psikolojik üstünlüğünüze çomak sokarak kızarmak bilmez çehrenizi tüm dünyaya resmettiği günlere şahitlik edeceğiz!

Güç, para ve petrol üzeri-ne kurduğunuz, katlettiğiniz insanların kanları içinde bü-yüttüğünüz materyal dünya düzeninizde manevî hissizliğin bir tufan gibi üzerinize gelerek çöküşünüze sebep oluşuna şahitlik edeceğiz.

Kisra’nın sarayının sütun-ları nasıl bir bir parçalandı ise, bin yıllık Mecusî ateşi nasıl bir gecede söndü ise, yeryü-züne kurduğunuz bu zulüm hâkimiyetinin de yok olup gitti-ği günlere şahitlik edeceğiz!

Siz yeryüzünde bozguncu-luk yapmaya devam ederken, size verilen mühletin sonuna gelindiğinde koca hükümran-lıklarınızın üzerinize devrileceği zamana şahitlik edecek ve söy-lemekten hiçbir zaman çekin-meyeceğiz: “Vallahi yenileceksi-niz! Vallahi yenileceksiniz!”

Zamanın hızlıca akışı içe-risinde süreklilik arz eden ve canlılığını her daim koruyan bir bilim tarih. Nasıl ki bizler yıllar önce gerçekleşmiş olayları bugün kalın kalın kitaplarda okuyor ya da nesilden nesle bir hafıza ile aktarılan geçmiş meselelerle alakalı fikir sahibi olabiliyoruz, elbette bugünler de yaşadığımız coğrafya için tarihî bir nitelik kazanacak.

Evet, her geçen saniye tarihi yeniliyor ve ona canlılık katı-yor. Biz ise bugünlerde, yakın gelecekte yaşanabilecek büyük gelişmelerin arefesinde tarihe şahitlik ediyoruz.

Yüzyıllar süren kanlı iç savaş-ların üzerine kurulu toprakla-rında kendilerinin menfaatine uygun her diyara göz koyabilen, bir yerde verimli araziler, zengin yeraltı kaynakları bulunmasını, kendilerine o bölgeye yerleş-mek için yeterli sebep gören modern barbarların varlığına şahitlik ediyoruz. Gittikleri ülkeden oranın bütün maddî kaynaklarını sömürmenin yanı sıra, bölge insanına kendi dil-lerini konuşacak, hatta o dilde gazete çıkaracak kadar kültürel baskı kurmadan ayrılmayan, dolayısıyla sadece belli bir dö-nem değil, ömür boyu onları kendilerine muhtaç hale getiren modern vahşilerin varlığına şahitlik ediyoruz.

Afrika’nın verimli bölgelerin-de, değerli madenlerin bulun-

duğu alanlarda tarım ürünlerini ve madenleri işlemek ve satmak üzere büyük bütçeli şirketlerini gönderen, yerel halkı ise kendi sahip oldukları zenginliklerden başkalarının para kazanması için çalışan köleler olarak kullanan modern ruhsuzların varlığına şahitlik ediyoruz.

Daha özel bir örnekte, ülke-nin denize kıyısı olan bölgesin-de etnik karışıklık çıkartıp iç savaşı tetikleyerek işgale uygun zemin hazırlayan ve bölge insa-nını otuz yıl önce kendi toprağı olan yerden denizyolu aracılığı ile gelen ticarî malları vergisini ödeyip satın almak zorunda bırakan modern korsanların varlığına şahitlik ediyoruz.

Bütün dünyanın gözü önün-de iktidarını korumak için her bir sokağında bir koca tarihin yattığı ülkesini yerle bir etmek-ten sakınmayan caninin varlı-ğını, katledilen binlerce masum günahsıza rağmen kendi satranç tahtalarında bir hamle olarak kullanan, Ortadoğu’da sınırları değiştirebilmek için İslâmî bir motifmiş gibi giy-dirdikleri, bir taraftan bölgenin tarihî ve kültürel dokusunu Selefî kafayla yerle bir etmek, diğer taraftan da dünyanın geri kalanında ismi de, kendisi de siyasî laboratuvarlarda üretilmiş İslamofobiyi yaygınlaştırmak için kullanarak bir taşla birkaç kuş vurdukları, Truva atlarını vuruyormuş gibi yapıp sivilleri

ve o caniye direnen grupları katleden modern katillere şa-hitlik ediyoruz.

Oturduğu evin üzerine her an bomba düşme ihtimali, canı ciğeri yavrusunu yüzlerce parçaya ayrılmış bir vaziyette görme ihtimaliyle eşdeğer olan masumları ülkesine almamak için dikenli teller çekenlerin, elinde avucunda ne varsa bir insan tacirine vererek nefes alabileceği bir yere göçebilmek için saatlerce süren zorlu yol-culuklara çıkan mültecilerin botlarını batırarak insanlığı denizin yüzlerce mil altına gömenlerin, kendilerine sığınan garipleri dinlerine göre ayıran, sığınma taleplerine “din de-ğiştirme şartı” koyan modern ahlaksızların varlığına şahitlik ediyoruz.

Bütün bunlar hiç yaşanma-mış gibi, madalyonun diğer yüzünde kameralar önünde yaldızlı odalarda, dünyaya “İn-sanlık adına…” diye başlayan cümlelerle ahkam keserek “dünya adalet, eşitlik, özgürlük, demokrasi günleri” kutlayan modern riyakârların varlığına şahitlik ediyoruz.

Bir gün gelir…Ve şahitlik edeceğiz! Hiçbir

sınır tanımadan yaşadığınız hayatlarınızın artık insanınıza yetemediği, belki çok zengin hayatlar yaşıyor olmanıza rağ-men huzurdan uzak psikolojile-

Vallahi ye nileceksiniz!

Page 66:  · haber HÜR TEFEKKÜRÜN KALESİ Aylık Siyaset, Strateji ve Toplum Dergisi KASIM 2015 YIL 9 SAYI 108 15 TL  Yayınları PROF. DR. TURAN GÜVEN Küresel güç

64 kasım 2015

SAHİ, nasıl oldu da bu esnaf, çiftçi, işçi, memur, genç, yaşlı, köylü, şehirli diye küçümsediğiniz, “cahil” diye zekâsıyla alay ettiğiniz insanlar bunu başardılar? Hiç düşündünüz mü?

1 KASIM akşamı ortaya çıkan sonuç gösterdi ki, Anadolu coğrafyasının “cahil”, “köylü”, “iradesiz”, “makarnacı”, “kömürcü” diye adlandırılan ve sanat-tan, siyasetten, edebiyat-tan, küresel ekonomiden, uluslararası ilişkilerden, dünya konjonktüründen veya sosyolojik tahliller-den hiçbir şey anlamadığı iddia edilen halk tabakası aslında hiç de öyle değil-miş. Hatta tüm bunların aksine, bu “cahiller” aslın-da birer siyaset uzmanı, toplumsal olayları ve ol-guları çok iyi okuyan birer sosyolog, Ortadoğu’daki olayları ve gelişmeleri çok iyi çözümleyen birer Or-tadoğu uzmanı, dünden ve bugünden hareketle geleceği kurgulayan ve planlayan engin öngörüye sahip birer stratejist, kü-resel ekonominin en ince ayrıntılarını bilen birer ekonomist, dünyaya ken-di düşüncesini ve politika-sını pazarlayabilecek bir özgüven ve duruşa sahip milletin ta kendisiymiş.

Bu sonuca nasıl mı ulaştık? Gelin, birlikte bakalım!

Kendileri ve ülkeleri ile ilgili olarak yapılan tüm toplum ve siyaset mühen-disliğini o kadar sakin ve o kadar yerinde bir hamle ile savuşturdular ki herkes şaşırıp kaldı. Bu kadar pro-fesyonel bir hamleyi kim-se beklemiyordu aslına bakılırsa. Ve itiraf edelim ki, karşılarındakiler asla sıradan bir grup değildi; küresel bağlantıları olan, dünyaya yön veren poli-tikalar üreten, istedikleri her şeyi yapacak güce sahip olan, algı operasyo-nu yapmada dünyanın en iyisi olan bir ekibe karşı başardılar bunu.

İmkân bakımından ise kıyaslamaya gerek bile yok sanırım. Bir tarafta kendi yağında kavrulma-yı zor başaranlar, diğer tarafta para, sermaye ve medyaya hükmedenler...

Durum böyleyken, bu “cahiller” ve “fakir-ler” topluluğu o yılların birikimine sahip keskin kalemşörleri, o televizyon ekranlarının vazgeçilmezi olan siyaset uzmanlarını,

ettiğiniz insanlar bunu başardılar? Hiç düşündü-nüz mü?

Aslında sorunun cevabı çok basit, fakat herkesin anlaması mümkün değil. Bu cevabı ancak bu top-rakların altı ile üstünün aynı olduğunu, geçmiş ile bugünün kardeş olduğu-nu, gönül coğrafyasının ne demek olduğunu bilenler, dualarına dua katanlar bilir. Çünkü bunları bilmek, gönül bilgisi ge-rektirir her şeyden önce. Bilginin sadece akıldan ibaret olduğunu zanne-denler asla bilemezler irfan ile bakmayı, irfan ile bakıp planları bozmayı. Toprağın altındakilerin de en az üstündekiler kadar değerli olduğunu bilen-ler, kardeş, vatan, millet, ümmet, paylaşmak, acı ya da mazlumun ne demek olduğunu bilenler bilir irfanı.

Daha net ifade etmek gerekirse, bu toprakları vatan bilen milletin fera-setidir irfan. İşte 1 Kasım’ın sonucu da bu “cahiller”in (!) irfanıdır!

koca koca kitaplar yazıp “siyasetin kitabını yazdı-ğını iddia eden” akade-misyenleri, yazdıkları ile her şeyi dizayn etmeye çalışan yazar-çizer takı-mını, anketleri ile milleti istedikleri tarafa kanalize edebileceklerini düşünen anketçileri resmen ters köşeye yatırdı. Türkiye’yi menfaatlerine göre tasar-lamayı bir meslek haline getiren yapılara, lobilere, gruplara, kuruluşlara ve cephelere de hadlerini bildirmeyi ihmal etmedi.

7 Haziran sonrası orta-ya çıkan tablonun milletin bir uyarısı olduğunu an-layanlar işi sıkı tutarken, diğerleri hafife aldıkları bu milleti bu sefer çok rahat bir şekilde kendilerine çekebileceklerini düşü-nüyorlardı. Ama haklarını yememek lazım, onlar da çok iyi çalıştılar. Omuz omuza verip “iyi salladık-larını” düşündüler. “Sırtla-rını teröre dayayıp” güçle-rini arttırdıkları zannına kapıldılar. Yetmedi, bu milleti ve bu devleti “tükü-rüklerinde boğacaklarını dile getirme” hezeyanında

bile bulundular. Gün, artık onların günüydü. Zaman, artık onların zamanıydı. Sırtlarını sıvazlayan yurt-dışı merkezli ağababaları da onların tarafındaydı ne de olsa. Bundan sonra zafer şarkıları söylen-meli, teröre barış kılıfı giydirilmeli, masumlar öldürülüp devlet katil ilan edilmeliydi. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu iradesi olduğunu iddia edenler onlara koltuk değneği olmalı, Türk mil-liyetçisi olduğunu iddia edenler de sorumluluktan kaçıp onlara rahatça çalışacakları bir zemin sunmalıydı.

Allah’tan milletin Reis-i Cumhur’u meselenin farkına varıp çözümü yine işten ve siyasetten anla-mayan “cahiller”e (!) bırak-tı. Onlar da tüm dünyaya siyaseti, stratejiyi, küresel dengeleri, ekonomiyi öğreten bir ders verdi.

Sahi, nasıl oldu da bu esnaf, çiftçi, işçi, memur, genç, yaşlı, köylü, şehirli diye küçümsediğiniz, “cahil” diye zekâsıyla alay

Yahya [email protected]

“Cahiller”in irfanı1 Kasım’ın Ardındanhaberajanda

Page 67:  · haber HÜR TEFEKKÜRÜN KALESİ Aylık Siyaset, Strateji ve Toplum Dergisi KASIM 2015 YIL 9 SAYI 108 15 TL  Yayınları PROF. DR. TURAN GÜVEN Küresel güç

65kasım 2015

da aynı duyarlılıkla hareket ederek politika üretmekte-dirler. Türkiye son 13 yıllık dış politikasında da bu eğili-mi benimsemiştir. Ulusla-rarası ilişkilere hâkim olan reel-politik yaklaşımlı dış politikadan ziyade, kom-şularla sıfır sorun politi-kasının bir çıktısı olarak etik kaygılarla hareket edilen, ebedî barış fikrinin benimsendiği sağduyulu ve erdemli bir tutum ile dış politika yürütülmüştür. O yüzdendir ki, komşusunda ve bölgesinde yaşanan savaşa, mağduriyetlere ve zulme karşı duyarsız kala-mamıştır.

Dünyanın hemen he-men her coğrafyasında savaş, zulüm ve kaosun diz boyu yaşandığı günümüz-de, esasında en çok da etik ve ahlaka dayalı, erdemli iktidarlara ihtiyaç duymak-tayız. Bunun için her bir ferdin ana gayesi, adaletli, hakkaniyetli, vicdanlı, kud-retli, akil ve erdemli nesiller yetiştirmek olmalıdır.

dirilmesi oldukça eski olup Aristoteles’e değin dayan-maktadır. Siyaset insanlar tarafından yürütülen bir eylem olduğundan, siyaseti yapanların da erdemli ve iyi insanlar olmaları bek-lenmektedir. Çünkü siyaset bir anlamda da toplumun daha iyiye ulaşması için yapılan bir eylemdir. Bu ideale ulaşmak için de po-litikacılar tarafından iyinin ne olduğunun tam olarak tanımlanması, toplumun “iyi” olarak beklentisinin ne olduğunun doğru analiz edilmesi ve politik eylemle-rinin bu çerçevede yürütül-mesi gerekmektedir.

Aksi takdirde, yani söylem ve eylem birbiriyle çelişki içerisinde olursa, siyaset yapıcılar toplum tarafından güven ve itibar kaybına uğrayacaklardır. Bu nedenle siyaseti erdem-li kişilerin yapması, toplum-ların ulusal ve uluslararası düzeyde gelişmesinin ve itibarının devamlılığını sağ-layacaktır. O halde ahlaklı

ve etik bir siyaset, erdemli-ler tarafından yürütülen bir hareket/faaliyet olmalıdır.

Erdemli bir devlet/iktidar, amaçları kötüden uzaklaşma olarak toplan-mış bir grubun/topluluğun ortak fikir ve hareketleriyle ortaya çıktığı için, bu toplu-luğun ortak yaşam felsefesi de aynı olacaktır. Dolayı-sıyla kişisel menfaatleri bir kenara bırakmış, ideal devlet ve toplum gayesi içerisinde olan, erdemliler-den oluşmuş siyasî grubun/topluluğun talip olduğu yönetim anlayışı, ulusal ve uluslararası düzeyde barış ve birlikteliği temin edici niteliktedir. Söz konusu bu eğilimin bir gereği olarak erdemli bir devlet yönetici-sinden, yalnız kendi ülkesi ile sınırlı kalmayıp bölge-sine, hatta tüm dünyaya karşı duyarlı ve adil olması beklenmektedir.

İç siyasal düzende huzur ve refahı sağlamaya çalışan yöneticiler, dış politikada

1 Kasım’ın Ardındanhaberajanda

erdemli iktidarlarSiyaset ve etik bağlamında

Fatma Şura [email protected]

DÜNYANIN hemen hemen her coğrafyasında savaş, zulüm ve kaosun diz boyu yaşandığı günümüzde, esasında en çok da etik ve ahlaka dayalı, erdemli iktidarlara ihtiyaç duymak-tayız. Bunun için her bir ferdin ana gayesi, adaletli, hakkani-yetli, vicdanlı, kudretli, akil ve erdemli nesiller yetiştirmek olmalıdır.

GLADSTONE’nin tarihî süreçte Türkler hakkın-daki söylemlerini tasvip etmemekle birlikte, “Ahlak bakımından yanlış olan bir şey, politika açısında da doğru olamaz” sözüyle ahlak ve etik kavramının politika ile ilişkisine güzel bir atıfta bulunduğunu kabul etmekteyiz.

Siyaset ve etik arasın-daki ilişkide ana etkeni, siyasetçinin erdemli olması ya da olmaması belirle-mektedir. Zira iktidarların, meşruiyetlerini sağlamak/devam ettirmek amacıy-la kendi toplumlarının rızalarını almak için yöne-timsel anlamda tatmin ve memnun edici bir şekilde politika yürütmeleri ge-rekmektedir. Bunun için de söylem ve eylemlerin birbiriyle tutarlılık göster-mesi, politikanın etikliği açısından kaçınılmazdır. Bu bağlamda politika ve etik arasında devletin men-fi çıkarları da dâhil edilerek kurulması gereken bir ilişki söz konusudur.

Öncelikle sosyolojik bağlamda “etik” kavramını kısa ve öz olarak analiz etmek, makalemizin anlaşı-labilirliği açısından yerinde olacaktır. Etik kavramı, ahlak kavramı ile çoğu za-man eşdeğerde kullanılan ve birbiri ile kesin çizgilerle ayırmanın çok zor olduğu iki kavramdır. Sosyolojik olarak ahlak ve etik kav-ramları iki farklı söylem ve faaliyet alanını ifade etmek-tedir. Bu bağlamda ahlak, toplum içerisinde bireyler-den beklenen, kaynağını din, kültür ve tarihten alan davranış biçimidir. Etik ise bu davranış biçimlerini sorgulayan, ahlâkî olarak kabul edilen değerlerin üzerinde düşünebilmeyi sağlayan bir disiplindir. Baş-ka bir deyişle ahlak ve etik, toplumsal yaşam biçimini belirleyen ve etkileyen, birbirini bütünleyen iki kavramdır.

Dolayısıyla toplumların bir düzen içerisinde yaşa-malarının devamlılığını sağlayan bir araç olarak kabul edebileceğimiz politi-kayı ahlak ve etik kavram-larından soyutlamak müm-kün değildir. Zira politika ile etik arasındaki bağın felsefî bağlamda ilişkilen-

E.

Page 68:  · haber HÜR TEFEKKÜRÜN KALESİ Aylık Siyaset, Strateji ve Toplum Dergisi KASIM 2015 YIL 9 SAYI 108 15 TL  Yayınları PROF. DR. TURAN GÜVEN Küresel güç

66 kasım 2015

Analizhaberajanda

Günümüzde artık millilik kavramının, kanımca yaşadığınız ve ait olduğunuz devlete karşı bağı-nızı ve bunun oranını ifade etmede kullanılan bir kavram olduğunu düşünüyorum. Bir başka deyişle “va-tanseverlik”… Yani vatandaşlığın doğal sonucu olarak ortaya çıkan bir durum… Mesela bugün Almanya’da yaşayan ve Türkiye’den göçen Alman vatandaşının durumu nasıl olmalıdır? Bunun tam tersi de olabilir; başka bir ülkeden gelmiş Türkiye Cumhuriyeti vatandaşının konumu ve sorumluluğu ne olmalıdır? Dü-şünelim ki dili ve inancı çoğunluk inanç sisteminden farklı, kültürel birikimi veya yaşantısı farklı, ama Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı, bu kişinin durumu nedir?

“Millilik” kavramı üzerine bazı düşünceler

>> Bu kavramın ne anlama geldiği, “milli, millet veya mil-liyetçilik” kavramlarının ne tür anlamlar taşıdıkları çokça tar-tışılır. Aynı zamanda tanımlan-maları da bir o kadar zordur.

Dünya coğrafyasında ken-disini millet olarak gören (veya bazen bunu etnik unsurları da dâhil ettiğimiz zaman) toplam millet sayısının ne olduğunu tam ve kesin olarak bilmemiz çok kolay değil. Birleşmiş Milletler bünyesindeki devlet sayısına da baksak, bu sayı da bize kesin bir fikir vermeyebilir. Bazen birden fazla millet veya

etnik topluluk bir devlet altına toplanırken, millet veya dil olarak aynı olup da devletleri farklı olan milletler de mevcut.

Biyolojik anlamda tek bir tür altında toplayabildiğimiz insan türünün kendi içerisinde ırk veya etnik bağlamda bir diğerinden ne kadar farklılık göstereceği de ayrı bir tartışma sorusudur, fakat özellikle in-sanlık tarihinin başlangıcından bu tarafa, zamanla yaşadıkları yerleri farklılaşan, farklı biyo-lojik kazanımları oluşan, hatta bunların bir kısmı kalıtsal hale gelen farklılıklarla birlikte,

bunlara sosyolojik farklılıkları da eklemeye başladığımızda (dil, gelenek ve görenek farklı-lıkları da dâhil edilecek olursa) insan grubu etnik köken veya millet olarak sınıflandırabilece-ğiz sayıyı bazen tahmin etmek mümkün bile olmayabilir.

İnsanın kökeni veya başlan-gıcı bağlamında farklı görüşler olsa da, semavî dinlere veya bilimsel görüşe göre genelde tek bir kaynağa doğru gidil-mektedir. Durum böyle olunca, ister inanç sistemleri gereği olsun, ister bilim bağlamında, (nihayetinde tek bir kaynak

noktasından dünyaya yayıl-mamızı da göz önüne alacak olursak) bir insanı veya insan grubunu bir diğer insan veya insan grubundan hangi bağla-ma veya ölçüte göre birini bir diğerinden üstün sayabiliriz ki, bileniniz var mı? Bugüne kadar bu bağlamda, geçmişte yapılan çalışmaların çoğunun bilimsel veya sosyolojik geçerliliğini iddia eden kimse yok gibidir.

Diğer taraftan, insanlık ta-rihi kendisini bir diğer insan gurubundan farklı, hatta üstün gören birçok örneğe sahiptir. Daha düne kadar resmî ve ırkî

SAYIN Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın, “550 millî ve yerli milletvekili istiyorum” demesiyle gündeme gelen “millilik sorunu” ve “millilik” kavramı hakkında daha önce

yazı yazmaya karar vermiştim ama nasip bugünmüş.

Page 69:  · haber HÜR TEFEKKÜRÜN KALESİ Aylık Siyaset, Strateji ve Toplum Dergisi KASIM 2015 YIL 9 SAYI 108 15 TL  Yayınları PROF. DR. TURAN GÜVEN Küresel güç

67kasım 2015

Prof. Dr. Lütfullah Türkmen [email protected]

anlamda kendini diğer bir insan grubundan farklı ve üstün gören birçok anlayış mevcut bulun-maktaydı. Bugün bile bu akım-lar çok ciddi olarak (resmî bağ-lamda olmasa da) kimi zaman kendisini gösterebilmektedir. İnsanlık tarihimiz bu bağlamda hiç de masum değildir.

Durum bu olduğuna göre, mevcut bilgiler ışığında hiçbir insan grubunun veya (“ırk” kelimesini çok kullanmak istemiyorum) bir diğer guru-ba göre daha zeki olduğunu gösteren bir bilimsel bulgunun olduğunu zannetmiyorum. İşte tam da bu noktada tekrar yazı-mın başına dönmek istiyorum: O zaman millet veya millilik ne anlama geliyor?

Kültür ayrımında millet

Görüldüğü gibi millet veya

etnisite bağlamında da olsa, biyolojik olarak elimizde çok da kayda değer bir bulgu bu-lunmuyor. Ama bölgelere göre, insanların sahip oldukları özel-likler veya o özelliklerin gen frekansları farklılık gösterebilir. Bu farklılıkların birçoğu, aslın-da o bölgede yaşayan insanlar için birer avantaj durumudur. Örnek olarak, daha düne kadar (bugün bile bazı yerlerde ve kimi zaman bilinçaltımızda) devam eder şekilde insanları deri renklerine göre ayırabili-yor, sınıflayabiliyorduk. Niha-yetinde derimizdeki melanin pigmentinin yoğunluk boyu-tuyla ilgili olan bir durumdur bu ve bizim için, özellikle güneş ışığına karşı bir avantaj durumu sağlayabiliyor.

İnsanlık tarihinde insanları birbirinden ayırmak için kulla-nılan deri renginin görülmesi-

nin hiç de bir anlamı yokmuş. Daha da kötüsü, eğer Albino olursanız, yani derinizde renk maddesi olmazsa, “Ada Albino” adını verdiğimiz bir hastalık olur ve bu hastalığı taşıyan insanlar neredeyse gün ışığına çıkamazlar.

O zaman millet veya etnisite bağlamında bir sınıflamaya gidecek olursak, elimizde tek kalan ölçütün kültürel/inanç farklılıklarının olabileceğini söyleyebilir miyiz? Bence söy-leyebiliriz. Ayrıca inanç sistem-lerini de bazen ayrı tutabiliriz. Çünkü birçok farklı kültüre sahip topluluklar veya milletler aynı inanç sistemlerine sahip olabilmektedirler. Gerçi bazı görüşlere göre “millet” kavramı sadece inanç bağlamında ele alınabilmektedir. Dinimizdeki görüşte biraz buna yakındır. Yani bir “Müslim” vardır, bir

de gayrımüslim. Fakat bu gö-rüşe göre de tam anlamıyla bir millet oluşturulamamış, biraz ütopik kalmıştır. Yani pratikte çok geçerli olmamıştır. O za-man geriye ne kalıyor? Bence de geriye kalan kültürdür.

Millet veya insanları kendi içlerinde birbirlerinden ayırma ölçütü olan, bir topluluk oluş-turma ve millet olma açısından kullanabileceğimiz kültür, adından da anlaşılacağı üzere geçmişte ve bugün, benzer veya aynı coğrafyada yaşayan insanların oluşturdukları her şeyi kapsayan, yani kullandık-ları mutfak araçlarından tutun da dilleri, sanatsal faaliyetleri, edebiyatları, görenekleri, dü-şünce sistemleri, değerleri ve oluşturdukları ortak tarihle ele alınabilir.

Gerekirse bu kültür, mahallî kültüre kadar indirgenebilir-

Page 70:  · haber HÜR TEFEKKÜRÜN KALESİ Aylık Siyaset, Strateji ve Toplum Dergisi KASIM 2015 YIL 9 SAYI 108 15 TL  Yayınları PROF. DR. TURAN GÜVEN Küresel güç

68 kasım 2015

Analizhaberajanda

ken, evrensel insanlık kültü-rüne kadar da yükseltilebilir. Günümüz küreselleşen dün-yasında bir bağlamda ortak bir insanlık kültürü de hızla oluşmaktadır. Örnek olarak millî kültür içerisinde yer alan bir döner kebap, hamburger, pizza ve suşi, neredeyse dün-yanın ortak yiyecek kültürünü oluşturmaya başladı. Veya giydiğimiz kıyafetler bile artık yerel olmaktan çok, dünyanın ortak giyim tarzının bir parçası olmaya başladı.

Madem biyolojik anlamda dünyamızda yaşayan insanlar arasında kayda değer veya bir başka deyişle üstünlük ihtiva edecek bir özellik yok ve var olanların da bölgelere veya iklimlere göre yaşayan insan-ların bazı kalıtsal veya (kalıtsal olmayan) daha çok adaptasyo-na yönelik farklılıklar olduğu ifade ettik, sosyolojik anlamda da belki bizi tek farklı kılanın yukarıda bahsettiğimiz kültür veya kültürel farklılıklarımızın olduğunu anladığınızı veya kavradığınızı düşünüyorum.

Kültürün tanımını yapmak çok basit olmasa da genel olarak insanların oluşturduğu veya kullandığı, bazen ellerinin değdiği her şeyi insanlık kül-türünün bir parçası sayabiliriz. Buradan hareketle tekrar millet kavramına dönecek olursak, bugün insanlar kendilerini bir başka insan grubundan farklı görüyorlarsa bunun en büyük nedeni, sahip olduğu-muz kültürel kimliğimizdir ve bunu söylemekle abartı yapmış olmayız. Tarihsel perspektifte millet kavramına tekrar ba-kacak olursak, yani milletlerin veya farklı insan gruplarının nasıl ortaya çıktıkları mesele-sini biraz irdeleyecek olursak şöyle bir açıklama getirebi-leceğimizi düşünüyorum: Kültür kapsamında en önemli oluşumlardan birinin konuş-tuğumuz dil ve bu dile bağlı

Page 71:  · haber HÜR TEFEKKÜRÜN KALESİ Aylık Siyaset, Strateji ve Toplum Dergisi KASIM 2015 YIL 9 SAYI 108 15 TL  Yayınları PROF. DR. TURAN GÜVEN Küresel güç

69kasım 2015

olarak meydana getirdiğimiz edebiyat, yine kültürümüzün bir parçası olan sanat veya sanat eserleri, hayata bakışımız, olaylar karşısında gösterdiği-miz farklı tepkiler ve davranış-lar kültürlere göre farklılıklar gösterebilir. Buna bir de inanç sistemlerimizi ekleyebiliriz fakat bu boyut biraz tartışmalı-dır. Tabiî inanç sistemlerimizin kültürümüzü de ciddi anlamda etkilediğini göz ardı edemeyiz.

Gerçi inanç sistemleri çoğu zaman milletler üstü bir değer olarak ele alınabilir. “İnanca bağlı millet” kavramı da ortaya çıkabilir. Ama tarihsel açıdan bunun pek de çalışmadığı görülmüştür. Bir “İslam milleti” veya “Hıristiyan milleti” tabiri çok da kullanılmaz ama Ya-hudilik, belki Musevilik boyu-tunda bir dinî millet olarak ele alınabilir. Tarihte belki bugün-kü anlamda tam olarak bir mil-let kavramına rastlamasak da, daha çok ekonomik veya belli bir zümrenin/grubun bir coğ-rafik alandaki insanları kontrol etmesi ve yönetmesi, ekonomik olarak kendine bağlamasıyla oluşan imparatorlukların oldu-ğu bilinmektedir. 19. yüzyıldan itibaren hızla yok olmaya başlasa da, günümüzde adları imparatorluk olmayıp işlevleri açısından benzeri işaretler veren devletler görülebilir.

Genelde “yurt” veya “vatan” adıyla ifade ettiğimiz belli bir coğrafik parça, günümüzde ülke veya devletler olarak ifade edilebilmektedir. Sonuçta belli bir coğrafik alanda yaşayan insanları, siyasî toplulukları da millet olarak adlandırmak, her zaman işleyen bir mekanizma değildir. Tekrar başa dönecek olursak, millet dediğimiz unsur belki tarihî birlikteliği, ortak kültür mirasına sahip olması açısından başka milletlerden kendini ayırabilir. Sonuçta birden fazla devlet, aynı mil-letin birer ayrı siyasî ve coğrafî

parçası olabilir. Günümüzdeki Türk devletleri gibi…

MillilikBiraz millet kavramını

açıklamaya çalıştıktan sonra, milletle ilişkili gördüğümüz “millilik” kavramına gelmeye çalışalım.

Günümüzde birçok devletin adı, bazen ait oldukları millet adıyla anılır. Bazıları ise sadece bulundukları coğrafî bölge veya siyasî duruma, kurucu iradeye göre isimlendirilebilmektedir. Fakat siyasî, ekonomik ve coğ-rafik sınırları olan, siyas3i bir entite olarak adlandırdığımız devletler, sahip oldukları ege-menlik alanları içerisinde siyasî birlikteliklerini devam ettir-mektedirler. Hele günümüzde öyle devletler bulunmakta ki, nüfus açısından çok farklı insan veya etnik grupları içerisinde farklı dilleri ve dinleri bile barındırıyor olsalar da, yine de bir coğrafî alan üzerinde siyasî açıdan devlet olabilmektedirler. Burada yaşayan insanlar da o devletin veya ülkenin birer vatandaşı olabilmektedirler. Bence millilik, tam da bu nok-tada başlamaktadır. O halde vatandaşı olduğunuz devletle olan ilişkiniz nasıl olacak?

Genelde felsefik olarak tartışılsa da birçok devlet, va-tandaşıyla yaptığı ana sözleşme olan bir anayasa çerçevesinde yönetilmeye çalışılmaktadır. Devletin vatandaşlarına karşı sorumluluğu olduğu kadar, vatandaşların da devlete karşı sorumlukları bulunmaktadır. Yukarıda bahsettiğimiz gibi, bazı devletler çok farklı kül-türleri, inançları, etnik grupları aynı coğrafik alanda bulun-durmuş olmasına rağmen, yine de devlet statüsünü devam ettirmekte ve ayrıca günümüz-de neredeyse tam homojen, yani yaşayan insanlar ve tarihi açısından her şeyiyle aynı olan

bir devlete rastlamak mümkün değildir. Günümüzde, daha çok ekonomik ve siyasî sebep-lerden göç hareketleri sebebiyle devletler her zamankinden daha heterojen hale gelebil-mektedirler. Ama yine devlet statülerinde bir değişim söz konusu değildir. Bunu özellikle son zamanlarda ülkelerin ör-neğin milli spor (futbol, bas-ketbol, voleybol) takımlarında daha rahat görebiliriz.

Günümüzde artık millilik kavramının, kanımca yaşadı-ğınız ve ait olduğunuz devlete karşı bağınızı ve bunun oranını ifade etmede kullanılan bir kavram olduğunu düşünüyo-rum. Bir başka deyişle “vatan-severlik”… Yani vatandaşlığın doğal sonucu olarak ortaya çıkan bir durum… Örneğin bugün Almanya’da yaşayan ve Türkiye’den göçen Alman vatandaşının durumu nasıl olmalıdır? Bunun tam tersi de olabilir; başka bir ülkeden gelmiş Türkiye Cumhuriye-ti vatandaşının konumu ve sorumluluğu ne olmalıdır? Düşünelim ki dili ve inancı çoğunluk inanç sisteminden farklı, kültürel birikimi veya yaşantısı farklı, ama Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı, bu kişinin durumu nedir?

Yukarıda da belirtiğimiz gibi, milliyetçilik akımları bile günümüzde bunu ırkî anlamda kullanmaktan çekinmekte, daha çok bir millete ait olma ve ona karşı saygı duyma veya bağlılık ölçüsü olarak ele ala-bilmektedirler. Öze baktığımız zaman, eskiye göre vatandaşlık kavramına doğru bir yaklaşım gösterilmektedir. Birçok zaman tartışılan bir durum olarak Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün sözü olan “Ne mutlu Türküm diyene!” ifadesinin aslında bir ırka ait olma ve bundan mut-luluk duyma yerine, bu ülkenin bir vatandaşı olma ve kendisini

bu ülkenin bir bireyi olmaktan mutluluk duymayı ifade etti-ğini yorumlayanımız çoktur. Anayasamızdaki tanım da bundan çok farklı değildir.

Yine millilik kavramına dönecek olursak, yaşadığımız ve ait olduğumuz devlete karşı sorumluluğumuz olduğunu göz önüne alarak, bu devletin birliğini, dirliğini ve kalkın-masını düşünmek, belki de en büyük millilik olsa gerek. Veya başka devletler ve siyasî birlik-telikler karşısında yine Türkiye Cumhuriyeti’nin çıkarlarını savunabilmek veya en azından onun yanında yer almak, taraf olmak da millilik olarak değer-lendirilebilir. Daha ekstrem bir durum olarak kendinizi o dev-leti oluşturan ana unsurdan her yönüyle farklı olarak görseniz bile, eğer o devletin kimlik kar-tını taşıyorsanız, cüzi miktarda olsa bile bir sorumluğunuz bulunmaktadır. Bunun adı bile millilik olabilir; yani kanunlara uygun yaşıyor, ekonomik ola-rak bir faaliyet içerisindeyseniz ve kazancınızdan verginizi ödüyorsanız, bu bile milliliğin bir boyutu sayılabilir. Bu boyut, belki en asgarî millilik ölçütü olabilir.

Kendi ülkemiz ve devletimiz açısından bunun anlamı nedir? Yine yukarıda bahsettiğimiz gibi, en asgarî düzeyde bile millîlik söz konusu olduğuna göre bu devletin, yani Türkiye Cumhuriyeti’nin kimlik kartını taşıyan ve vatandaşı olan her-kes, bir anlamda milli olmak zorundadır. Yani her durumda ve halde ülkesinin çıkarını, menfaatini savunmak da bir milliliktir. Belki çok sıradan, günlük işinde gücünde olan bir kişinin bile milli olacağı durumlar olabilir. Bu noktada en azından “çalışmak”, ülkenin üretimine bir katkıda bulun-mak da milliliktir. Hiç olmasa bile bir spor karşılaşmasında Milli Takım’ın tarafında yer al-

Prof. Dr. Lütfullah Türkmen

Page 72:  · haber HÜR TEFEKKÜRÜN KALESİ Aylık Siyaset, Strateji ve Toplum Dergisi KASIM 2015 YIL 9 SAYI 108 15 TL  Yayınları PROF. DR. TURAN GÜVEN Küresel güç

70 kasım 2015

mak ve desteklemek de millilik olabilir. Millilik ölçüsü bazen yaptığınız işe göre daha çok önem kazanabilir; ister kamu sektörü, ister özel sektörde ol-sun, karar verme, yönetici veya çalışanı konumunda iseniz, eğer her zaman safınız Türkiye Cumhuriyeti tarafında olabili-yorsa, bu da milli olmanın bir gereğidir.

Yurtdışında bulunduğum sıralarda en çok dikkatimi çeken durumlardan biri, bazen yaşam tarzı, düşünce sistemi, siyasî görüşü ve inanç sistemi farklı olsa bile Türkiye ile il-gili bir durum olduğu zaman tarafını Türkiye’den yana gös-terebilenlere her zaman saygı duymuşumdur. Bu da bence milli olabilme ve millî bir tavır göstermenin bir göstergesi olsa gerektir.

Cumhurbaşkanımız’ın “550 millî ve yerli milletvekili isti-yorum” ifadesinin ne anlama geldiğini tekrar değerlendir-

diğimde, “Bunun aksi olabilir mi?” diye düşünüyorum. Türkiye Büyük Millet Meclisi milletin ve ülkenin bir aynası-dır, dolayısıyla her türlü görüşe ve inanca sahip milletvekilleri görmek mümkün olabilir. Ama bu, milletin, devletin millî çıkarlarına karşı birinin orada olması mümkün olabilir mi? Bence olmaması gerekir. Do-layısıyla milletvekili seçilen bir vekilin doğrudan tarafı, mille-tin ve devletin tarafı olmalıdır. Bunun aksini düşünmek çok kolay değil. Böyle bir manzara-nın dünyanın hiçbir ülkesinin meclisinde mümkün olacağını düşünemiyorum. Örnek olarak Türk kökenli biri olarak Alman Federal Meclisi’nde milletve-kili olacak olursanız, elbette tarafınız, ait olduğunuz meclis ve devlettir; yani Almanya’nın çıkarlarını savunmak zorun-dasınızdır. Aynı durumu kendi ülkemiz için de düşünebiliriz. Çoğunluktan ne kadar farklı olsanız da, eğer bu devletin bir

milletvekiliyseniz, devletin ve milletin aleyhine çalışamazsı-nız! Bu durum sadece bizim için değil, bütün ülkeler için geçerlidir.

SonuçBir insanın bir başka insan-

dan biyolojik anlamda kendini üstün gösterecek kayda değer bir bilimsel bulgu mevcut değildir. Varsa, biyolojik fark-lılıkların çoğu da insanların yaşadıkları coğrafyaya yönelik kalıtsal adaptasyonlardır, ama derinin rengi gibi farklılıkların bir başka insan grubu için üstünlük olamayacağı herkes tarafından bilinen bir durum-dur. Dinimizde bile bu durum çok bariz olarak ele alınmış ve üstünlüğün ancak takva bo-yutunda olduğu belirtilmiştir. Dolayısıyla sosyolojik bağlam-da millet kavramının temelin-de insanların geçmişten gelece-ğe oluşturdukları ve kendilerini ait oldukları kültürü sahiplenen

Analizhaberajanda

ve bir ülkü birliği, geçmişi ve geleceğiyle ortaya çıkan insan topluluğu millet olarak açık-lanabilir. Günümüzde insan toplulukları ve toplumlar bazen bu özellikleri taşımasalar da ekonomik ve coğrafik açıdan belli bir bölgedeki insanlar devletleri oluşturabilmek-tedirler. Bu şekilde oluşan devletlerde bile belki en büyük amaç ekonomik refah etrafın-da, o ülkenin vatandaşlarından beklenen millilik vasfı o ülkeye hizmet edebilmek, çalışmak ve üretmektir.

Kimi siyaset bilimciye göre bu, günümüz modern devlet-lerinin tipik özelliğidir. Unu-tulmamalıdır ki, günümüzde ekonomik ve siyasî topluluklar oluşabilmekte ve çok milletli/kültürlü yapılar ortaya çıkabil-mektedir. Bu da farklı bir bo-yuttur. Bütün bunların yanında Türkiye Cumhuriyeti Devleti hem geçmişi, hem ortak tari-hi, hem ortak değerleri, hem inançları ve yaşam şekliyle hiçbir zaman yapay bir oluşum olmamıştır. Yani doğal bir oluşumdur, günümüz tabiriyle organiktir.

92. yılını kutladığımız ve geçmişi bin yıldan fazla olan Türkiye Cumhuriyeti Devleti, bu topraklar üzerinde yaşayan-lar olarak en büyük kazanımı-mızdır. En büyük kazanımız olan Türkiye Cumhuriyeti etrafında herkesin kenetlenme-si ve birleşmesi gerekir. Çünkü bizim için başka bir alternatif ve gidebileceğimiz başka bir yer yoktur. Unutulmamalıdır ki bizler, yöneticiler, yönetilenler ve siyasiler sonuçta birer fani-dir. Baki kalanın devletimiz ve milletimiz olması dileğiyle…

Saygılarımla…Not: Bu makaleyi akademik

titreme ve alanıma bağlı olarak değil, bu ülkenin sıradan bir vatandaşı olarak ancak duygu ve hislerimle kaleme aldım.

Page 73:  · haber HÜR TEFEKKÜRÜN KALESİ Aylık Siyaset, Strateji ve Toplum Dergisi KASIM 2015 YIL 9 SAYI 108 15 TL  Yayınları PROF. DR. TURAN GÜVEN Küresel güç

71kasım 2015

>> Şunca yıl geçti, düş-man her seferinde farklı kılık ve kimliğe büründü, zehirli kılıcını vurama-yınca daha tehlikeli olan yöntemleri denedi, “fitne” okları savurarak, uyuştu-rarak, kan emen vampir gibi kanımızı emmeye başladı. Bir dönem “Sen Arnavut’sun, Sırp’sın” diyerek böldü, parçala-dı; bir dönem “Arap’sın, Acem’sin” diyerek fitne çıkardı. Bugünleri bilen Resûlullah, asırlar önce uyarmış ve “Arap’ın Acem’e üstünlüğü yok-tur” diyerek ırkçılığı telin etmişti. Ama o günden bu-güne fitne bitmedi, sürekli renk değiştirdi. Kimine “Türk” dedi, kimine “Kürt”; ardından hısımları hasım etti. Bu kadim toprakların mümtaz halkı, evlatlarını kendi elleri ile toprağa verdikçe çığlıklar Arş-ı Âlâ’yı deldi geçti.

Şimdi biraz yaraları sa-rılacak, biraz güçlenecek ve ilk defa kendi hukuk sistemini oluşturacak oldu, ağzı kan dolu vam-pirler saldırı oklarını iyice hızlandırdılar. Masum bebeklerin kanları derya-ları kararttı. Ah Bereketli Hilal, ah Ortadoğu, ah Me-zopotamya ve bunlardan vareste olarak düşünüle-meyen Güneydoğum!

Kimliğini bilmediğim birinden, seçimden kısa süre önce gelen ama elime yeni geçen, Güneydoğulu bir kardeşimin mesajı/fer-yadı içimi dağladı. Şöyle yazıyordu imdat dilenir ve çığlık atar gibi yazılmış mesajında: “Okulların girişlerinde silahlı adam-lar var, oyumuzu vermeye korkuyoruz! En yakın akrabalarımız, dayımız, amcamız, kendilerinin istedikleri partiye oy ver-memiz için bizi zorluyor, hatta tehdit ediyorlar…”

Mahlas kullanarak yazı-lan, isimsiz mesaj gönde-ren şahıs, Güneydoğu’nun hal-i pürmelalini anla-tarak vaveyla ediyor, devamla da “Baskılar arttı, bazı hocalar (herhalde ezanı Kürtçe okuyanlar zümresinden) ‘Kendi halkınız için oy vermez-seniz münafıksınız’ diye fetva veriyorlar” diye yazıyor ve ayrıca ekliyor:

lümana beşir olarak tulû etsin, kalem-i kudretiyle önümüzdeki günlerde nice hayırlar getirsin!

Vatan toprağı olan ağa-cımızın köküne inen her darbe, iki tarafı da sarsa-cak, çürütecektir. Göklere uzanmak için birbirimize ne kadar damar damar eklenirsek, o kadar güçlü olacağız, o kadar ötelere uzanacağız.

Haydi yıkın ölüm yağdı-ran ellerin kurduğu setle-ri, boğazımızı boğacak el gibi gövdemize sarılarak bizi boğmaya çalışan asalak fitne sarmaşıkları-nı! El ele verin, bu kadim topraklarda gözü olanlara ok gibi saplanın! Bu kadim topraklarda asırlara mey-dan okuyan varlığımız yine birlikte, nice asırlara kadem bassın! Yeşerelim yine yeryüzünde birbiri-mize can suyu ikram ede-rek, canımıza can katarak ve uçalım ötelere güçlü iki kanat olarak… Semalar se-lam dursun, Türkiye’miz cennet olsun!

Kardeş kardeşe, sırt sır-ta aşacağız bu badireleri. Düşman oldu, yine olacak; biz kovmasını bildik, yine bileceğiz. Yılan misali, sinsice girse de aramıza, biz beraber güçleneceğiz, o yılanların başlarını birlikte ezeceğiz!

Dalgalanmalı Toros-ların, Erciyes’in, Van Kalesi’nin burcunda al bayrak, ılgıt ılgıt esen rüzgârlarda salınmalı nazlı bir gelin gibi ge-lincik renkli bayrak. Ak sarıkları kan olan dedele-rimiz hürmetine, Ezan-ı Muhammedî hürmetine, el ele, gönül gönle huzur damıtmalı ülkemdeki her şehir, her toprak…

“En yakın arkadaşlarımız, dostlarımız, malum parti dışında partiyi ağzımıza dahi alsak, bizi döneklikle, ihanetle suçluyor, hatta tehdit ediyor, ‘Dağdakilere bildiririz, sevdiklerinizle helalleşmeye vaktiniz olmaz’ diyorlar…”

Böyle devam eden mesaj, selam ve duadan sonra bitiyor. Mesajın sahibinin kim olduğunu bilmiyorum ama bu can havli ile yazılmış mesajla eskiden beri tanıdığım birinin söylediklerini mezcedince durumun vahameti ortaya çıkıyor. Bizzat tanıdığım şahsın anlattığına göre, babası Güneydoğu’da AK Parti İl Başkanı. “Dağdakiler evi-mizi iki kez bombaladılar, geçen babamı dağa çıkar-dılar, tehdit ettiler; erkek kardeşimi öldürüp bizi de dağa çıkaracaklarını söylemişler. Babam AKP parti başkanlığından istifa etti, başka illerde başka başkanlara da aynı şeyleri yapıyorlar…”

Tedirgin yüz ifadesi ile derdini daha fazla anlat-maya çekindi ve sustu. Kardeşlerim can korkusu ile imtihan oluyorlar. Allah’ım kim oydu mem-leketimin altını bu kadar? Bu çınara bu kadar darbe-

yi kimler vuruyor? Ağacın gövdesine baltalar müte-madiyen iniyor. Bu ağaç üstümüze devrilmeden el birliği ile kenetlenme-liyiz. Kuşlar gibi üzerine yuva yaptığımız bu ağaç devrilirse hepimiz altında kalacağız, el birliği ile bu darbelere engel olmalıyız!

Oradaki kardeşlerim çok zor durumda imişler. Birileri korku kültürü ile sindiremedikleri hal-ka uydurma mitolojik hikâyeler anlatıyorlarmış. Neredeyse dağdakileri evliya ilan edeceklermiş. Kimi milliyetçilik/ırkçılık söylemleri ile kandırılıyor, kimi efsanevî hikâyelerle uyutuluyor, kimi “Dilimiz, halkımız için” teraneleri ile aldatılıyor, kimi ezilmiş halk söylemleri ile kışkır-tılıyor, daha da olmadı, canı ve evladı ile tehdit ediliyor.

Hâlbuki İslâm güneşi altında ısınmaya devam etmeli ele ele, gönül gön-le; kardeşlik serenatları yapmalı, birlik türküleri söylemeliyiz! “Özgürlük” diyerek, “ezilmiş halk” teraneleri ile ajitasyon yapanlardan muhafaza eylesin Allah! Bütün bunların rağmına, Rabb-i Rahim, Halık-ı Kerim, yarınlarımıza güneş, Müs-

1 Kasım’ın Ardındanhaberajanda

Canla imtihan

Rukiye Yıldız Erdoğmuş[email protected]

BU halk yıllardır Haçlı Seferleri, sonra da onların pi-yonu olan içimizdeki kimliksizlerle mücadele etti, darağaçlarında asıldı, sehpalarda sallandı, evleri basıldı, camileri yakıldı, horlandı, dünya devletleri

arasından dışlandı, açlık çekti, yoksullukla savaştı, ama “Ül-kem için, dinim için ölürsem şehidim” dedi, yılmadı.

Page 74:  · haber HÜR TEFEKKÜRÜN KALESİ Aylık Siyaset, Strateji ve Toplum Dergisi KASIM 2015 YIL 9 SAYI 108 15 TL  Yayınları PROF. DR. TURAN GÜVEN Küresel güç

72 kasım 2015

haberajandaAnaliz

IŞİD eşittir DAEŞ, o da eşittir Boko Haram; peki sebep? Sebep çok basit, çok açık: Elbette bizim emr-i bi’l ma’rûf, nehy-i ani’l münker; yani insanlığa iyiliği emret-mek ve insan-ları kötülükten men etmek hususundaki acziyetimiz... Evren boşluk kabul etmez, bizler tam olarak teslim olmadığımız, Allah ile ara-mızdaki bağı sağlamlaştırıp “O Büyük Aşk”ı yaşamak ve yaşatmak ça-basında olma-dığımız müd-detçe, oluşan o kocaman uzak-lığı ve boşluğu elbette birileri bir şeylerle dolduracaktır. Kurtlar sofra-sında herkes birbirinin o muhteşem boşluğuna dik-miştir çünkü gözünü. Bün-yesinde mü-nakaşadan bile uzak durulma-sının emredil-diği İslâm’ın terör ile yan yana getiril-mesi nasıl bir körlüktür?

Terör: Kara deliğin tam ortasındayız!

NAZİ zulmünden kaçan bir Alman Yahudi’si olarak ABD’de yaşayan ve ABD’nin 56. Dışişleri Bakanı olarak tarihe geçen Nobel Barış

Ödüllü (!) Henry Alfred Kissinger’in meşhurluğu değil, meşruluğu tartışılır sözüdür: “Bundan sonraki savaş bizimle Müslümanlar arasında olmayacak, Müslü-manlarla Müslümanlar arasında olacak!”

>>

Page 75:  · haber HÜR TEFEKKÜRÜN KALESİ Aylık Siyaset, Strateji ve Toplum Dergisi KASIM 2015 YIL 9 SAYI 108 15 TL  Yayınları PROF. DR. TURAN GÜVEN Küresel güç

73kasım 2015

Suna [email protected]

>> Tarihî İbn-i Sebe olayın-dan beri planlı ve programlı yürüyen bir musibetin, bir kara deliğin ortasında savrulup durmakta dünya. Savaş artık sadece Hıristiyan-Müslüman-Yahudi arasında değil, Müslü-man ile Müslüman arasında da mevcut. Üstelik savaş olmaktan çıkıp teröre döndü çatışma-lar. Ve terör tam zirvede, ne sadece Diyarbakır’da, ne de Suriye’de; Paris’teki bir sah-nede, İstanbul’daki bir metro durağında, Ankara’daki Barış Mitingi’nde, İzmir’deki öğren-cinin avuçlarının içinde...

Her ne kadar hedef İslâmiyet olsa da zarar gören tüm insan-lık; hem de mezhep, din veya ırk gözetmeden… Birbirine düşen kardeşlik, kaybeden ise masumiyet!

Evet, yüzümüz teröre dönük, terör içimizi yakıyor. Çünkü terör sömürgeci, parçalayıcı, vahşi ve kalleş! “Savaşa hayır!” diyenlere, hani o memleketi ekran başında kurtardığını sa-nan sanal âlem kalemşörlerine içim sızlayarak bakıyorum da, terörü savaş kabul etme cehaleti nasıl da sözcüklerini hoyrat-ça ortalığa bırakıvermelerini temin ediyor. Savaş, askerî bir organizasyon; terör ise tam bir zalimlik… Ne kuralı, ne adaleti, ne de sivil-asker ayırdığı var.

Oysa terör tam bir hukuk-suzluk; bu yüzden toplumu düzene sokan İslâm ile asla bir araya gelmez, gelemez! Bu ka-bul edilemez, buna alkış tutu-lamaz, övülemez! Amacı daima ve daima siyasî baskı olan -sömürgeci Batı zihniyetinin tek dişi kalmış canavarı- terör, bu nedenle sivili kullanmaz mı? Hani siyasetin kendi huzuru için yapıldığı masum sivili… Artık görmek gerekir ki, zıtlar dengesinin bozulduğu dünyada yeniden oluşturulmaya çaba-lanan iki uçtan birine, hem de zorla, kanırta kanırta Müslü-

manlar oturtulmak istenmekte, “İslâm terörü” algısı yerleştiril-meye çalışılmaktadır. İşte tam da burada bir soru geliyor akıl-lara yüreğimizi yakarak: IŞİD/DAEŞ, amacınız ne?!

Yok bir amaçları!.. Hani neredeyse diyeceğiz ki,

“Bir PKK değiller”. Tamamen kurgu, paravan, naylon örgüt-ler... Bugün varlar -aniden çıkı-veriyorlar-, yarın yoklar. Siyasî baskı yapabilmek için Batı tara-fından, üstelik ta İbn-i Sebe’den beri var ediliyor, istikrarsızlıktan besleniyor, kan ve gözyaşıyla tatmin oluyorlar. Zayıfsanız geliyor, güçleniyorsanız geliyor, güçlüyseniz sinsice istikrarsızlık zamanını bekliyorlar. Amaçsa İslâm’a zarar vermekten başka bir şey değil. Bu nedenle içle-rinde beyni uyuşturulmuş cahil adamlar, ne yazık ki adı Müslü-man olanlar ve onları kullanan gayrimüslimler var. Nerede ne yapılmasını istiyorlarsa veriyor-lar silahı, yaptırıyorlar ve sonra da “Müslümanlar bunu yaptı”, “Müslümanlar birbirini vurdu”, “Müslümanlar bize saldırdı”, “Müslümanlar halkımızı katletti” diyorlar. Nihayet adı elbette terör oluyor.

Emr-i bi’l ma’rûf, nehy-i anil münker

IŞİD eşittir DAEŞ, o da eşittir Boko Haram; peki sebep? Sebep çok basit, çok açık: Elbette bizim emr-i bi’l ma’rûf, nehy-i anil münker; yani insanlığa iyiliği emretmek ve insanları kötülükten men et-mek hususundaki acziyetimiz... Evren boşluk kabul etmez, biz-ler tam olarak teslim olmadığı-mız, Allah ile aramızdaki bağı sağlamlaştırıp “O Büyük Aşk”ı yaşamak ve yaşatmak çabasında olmadığımız müddetçe, oluşan o kocaman uzaklığı ve boşluğu elbette birileri bir şeylerle dol-duracaktır. Kurtlar sofrasında herkes birbirinin o muhteşem

boşluğuna dikmiştir çünkü gözünü. Bünyesinde münaka-şadan bile uzak durulmasının emredildiği İslâm’ın terör ile yan yana getirilmesi nasıl bir körlüktür?

“Allah-u Teâlâ’nın yeryüzünde şehitlerden üstün mücahitleri vardır. Bunlar emr-i bi’l ma’rûf, nehy-i anil münker yapanlardır” (İmam-ı Gazalî) hadîs-i şerifi uyarınca en büyük cihadımız, bir farz-ı kifâye olan “emr-i bi’l ma’rûf, nehy-i anil münker” olmalı iken, “İnsanlara iyiliği emreder de kendinizi unutur musunuz?” (Bakara, 44) ayeti-ne kulaklarımızı ve gözlerimizi kapatmamızın neticesinden ibarettir yaşadıklarımız. Ve bir-birimizin üzerinedir vebalimiz. Zira aslolan, sözümüzün etkili olabilmesi için amelimizin de olmasıdır.

Mahv-afv Kendimizi sakınmadıktan

sonra ne söylesek nafile! Gelir, kullanır, İslâm’ı tehdit olarak gösterir, ardından bizi hem bize, hem diğerlerine vurdurur, giderler böyle. İyiler de kaybo-lur neticede kötülerle beraber. İslâm’ı yaşamadıkça ne yapsak boş vesselam… Umarız “mahv” değil, “afv” oluruz.

“Emr-i bi’l ma’rûf, nehy-i anil münker” düsturunu bırak-manın duaların kabulüne engel olacağı ve musibetleri davet edeceği hadîs-i şeriflerle açık seçik bildirilmişken halimize bir bakmak gerek. Gücü yete-nin, gücünü kullanmayıp sus-ması ne acı ve geleceği ne harâp edicidir hâlbuki!

Tabiî işin zor yüzleşme-lerinden biri de Türkiye’de Müslümanın Müslümana kin ve nefret duyguları beslemesi ve bu hisleri bir çağlayan gibi akıtmasıdır ki bu, her an şiddeti arttırmaktadır maalesef. Bu hususta da lisan-ı hâl, lisan-ı kâlden kıymetlidir. Keza maa-

lesef Müslümanlar burada da aciz olmaktadır. Belki de en basit yol, İslâm’a ve Müslüman-lara olumsuz yaklaşılmasına sebep olacak işlerden uzak kalmak iken nefsî arzularımıza gem vurmanın zorluğu bu basit adımı atmaktan da uzak tutma-dadır bizleri.

Elbette ilim sahibi olmaktan ziyade, bilimi putlaştırma yo-lunda hızla ilerlenmesini de göz ardı etmememiz gerek. Pozitif bilimleri evrenin keşfi olduğu bilinciyle okumak ve Subhân Allah’tan uzaklaşmadan yaşa-mak, emr-i bi’l ma’rûf ve nehy-i anil münker yapacak kadar ilim sahibi olmak ve de işe en yakın-larımızdan başlamak, başarma-nın ilk adımı olacaktır.

Allah rızası için, atılan hangi adım boşa çıkmıştır? Hiç bilen-le bilmeyen bir olur mu? Bilene yanlış iş dayatılabilir mi? Ceha-letiyle nefsi kabartılan biri her şeyi yapabilir, ama bilen, teslim olan, rıza gözetenler terörü des-tekler, çanak tutar, terörist olur da adı IŞİD’le, DAEŞ’le anılıp İslâm’a zarar verir mi hiç?

Paris saldırısının acısını çok öncelerden bugüne, defalarca, defalarca ve defalarca yaşadık. İçimiz yandı, dağlandık. Ama dünyanın sessiz kalıp timsah gözyaşları akıttığıyla söylenip durmak bize ne katabilir? Biz, terörü destekleyen, hatta üreten ve şimdi de kendi ça-muruna batan eli kanlı Batı’nın masumlarına “E, siz de bize susmuştunuz” diyerek susacak mıyız, yoksa gerçek, samimi ve salih Müslümanlar olarak bugünümüzü -şimdiden iti-baren- yarınımıza emr-i bi’l ma’rûf ve nehy-i anil münker ile taşımak için derhal harekete mi geçeceğiz?

Tercih bizim! Ve biliyoruz ki tercihlerimiz, kaderimizdir…

Umutla kalın…

Page 76:  · haber HÜR TEFEKKÜRÜN KALESİ Aylık Siyaset, Strateji ve Toplum Dergisi KASIM 2015 YIL 9 SAYI 108 15 TL  Yayınları PROF. DR. TURAN GÜVEN Küresel güç

74 kasım 2015

haberajandaKapak Dosyası

>> Hani söz açıldığında deriz ya “Dünya yüzünde Türklerin olmadığı bir arazi parçası yok” diye, el-hak, doğrudur; lakin eksiktir. Türklerin olmadığı tarih dilimi ve parçası da yok! İşte o dilimlerden bir dilim ve parçalardan bir parça!

Tabiîdir ki, bu derin hikâyeye Türklerle girip yazıyı Türklerle bitireceğiz. Ancak muhtevanın ana ekseni “Ermeniler”…

Orta Asya’da Göktürk Kağanlığı zamanındayız... İmparatorluk, zirvesi-ni yaşamakta ve ha bire sınırlarını genişletiyor. Bilhassa Hazar gölünün kuzeyine doğru... Dola-yısıyla o bölgeye doğru ilerleyen alanlardaki diğer Türk unsurlarını da baskı altına almaktaydı. İlerleyen ordunun ve dolayısıyla kağanlığın hükümranlığını

kabul edenler, tebaadan sayılıyor, o andan itibaren orduya asker, maliyeye vergi veriyordu. Ya kabul etmeyenler? Onlar da daha ötelere doğru sürülüp Ural dağlarının batı-arkasına atılıyorlardı. Kardeşlerinin önünden kaçan boylar o ka-dar çoktu ki, bölge “bulgur” gibi kaynıyor, bugün, yarına benzemiyordu. Onun için “Orta Kuzey”de kümelenen boy ve oymakların hepsine birden “Balgar” ya da “Bul-gar” adı veriliyordu.

Ancak Bulgar gruplarının sıkıntısı, sadece Göktürk-lerin baskısı değildi elbette; birçok oymak, kaçış esna-sında tek servetleri olan koyun ve at sürülerini de kaybetmekten kurtulama-mışlardı. İşte asıl sorun buy-du! Bagaturlar ve evdeşleri, terkilerine sadece balalarını alıp birer ata atlamış ve aş-mışlardı karlı Ural dağlarını.

Böylece, değişen coğrafya şartlarının gereği olarak bozkırdan stepe geçmiş olmak da bir başka menfi durum olarak hayata dâhil oluyordu. Bulgur kazanında kaynayan oymaklardan biri de “Mamıkoğulları” grubu olarak biliniyordu. Mamık-lular da diğer birçok boy gibi Oğuz budununa men-suptu. Birkaç yüzyıl sonra Hazar’ın güneyinde ya da Kuzeybatı İran’da yeniden ortaya çıkacak ve literatüre gireceklerdi. Kitab-ı Dede Korkut onlardan ve ünlü beylerinden söz edecek, “bıyığı kanlı Kara Konak Beg” diyecek ve oymağını öve öve bitiremeyecekti. Ancak daha o destandaki rollerini oynamaya dört beş yüz senelik bir zaman vardı.

Mamıkoğullarının tarih sahnesine çıktığı Kuzey Kafkasya’da da oymağın başındaki iki kardeşten bi-

Yazar Hakkı Öznur, PKK içinde 300 civarında ve de üst düzey-de Kripto’nun görev yaptığını söylüyor. Yusuf Halaçoğlu’nun iddiası ise yenilir yutulur cins-ten değil. Ona göre PKK’nın yüzde 80’i Kripto Ermeni…

Madem öyle, hemen sora-lım: Paktaruniler neresinde PKK’nın? Cevap yukarıda; tabiî ki 300 yöneticiyle en başında. Doğal olarak bir zamanların soylu hanedan mensupları, vahşi kurtlar gibi dağlarda terörist olarak bulunacak de-ğiller ya!

Burada bir soru daha geliyor akla: PKK’lı Kürtler kimin sava-şını veriyor o halde? Bu sualin karşılığını da hemen verelim: Tabiî ki Kürtlerin değil, Zaza-ların… Alın bir soru daha size: Peki, Zazalar kimin savaşını vermekteler? El-cevap, al cevap: Tabiî ki Kripto Ermeni-lerin...

Peki, Ermeniler kimin sava-şını veriyorlar? Cevap hazır: Tabiî ki Bakranistler ya da Pakratunilerin... Peki, kimdi bu Bakranlılar? Dosyamızda yaz-dık onların Yahudi Dönmesi olduklarını…

Son ve can alıcı sual ise şu: Peki, kavimler arasında fıldır fıldır dönegelen bu dünyanın en garip kavmi olan Bakra-nistlerin amacı ne? İşte bu yazının nihai ereğine ulaşmış bulunuyoruz! Evet, Bakranist-lerin amacı ne?

Evet, “Bakranistlerin amacı ne?” Bizce asıl üzerinde durul-ması gereken husus bu! Çünkü söz konusu amaç, bugünümü-zü olduğu kadar yarınımızı da doğrudan alakadar etmekte, hatta bağlamakta; hem de sağlam kazığa emperyalist halatlarla…

21. yüzyılın yeni oligarşik derin devleti

Bakranistlerin şifresi“Z AZA PLANI” başlığıyla Haber Ajanda’nın 106’ncı sayısında

yayınlanan dosya çalışmamızın sonunda bu bölümün adını ve haberini vermiştik. Sözümüzü tutuyoruz! İşte ikinci bö-lüm! Hem de birinci bölümden daha mühim ve âcil…

Page 77:  · haber HÜR TEFEKKÜRÜN KALESİ Aylık Siyaset, Strateji ve Toplum Dergisi KASIM 2015 YIL 9 SAYI 108 15 TL  Yayınları PROF. DR. TURAN GÜVEN Küresel güç

75kasım 2015

Yusuf Kemal [email protected]

21. yüzyılın yeni oligarşik derin devleti

Bakranistlerin şifresi

Page 78:  · haber HÜR TEFEKKÜRÜN KALESİ Aylık Siyaset, Strateji ve Toplum Dergisi KASIM 2015 YIL 9 SAYI 108 15 TL  Yayınları PROF. DR. TURAN GÜVEN Küresel güç

76 kasım 2015

haberajandaKapak Dosyası

rinin adı Konak Beg’di. Diğer kardeş ise Mamık veya Namık Beg olarak bilinmekteydi. İki Mamıkoğlu kardeşin sıkıntısı, “ellerine bakan” yüzlerce ça-dırlık oymağın geçimini nasıl sağlayacaklarıydı. Zira kaçış esnasında elde avuçta bir şey kalmamış, tüm varidat bozkırın ortalık yerinde saçılı olarak arkada bırakılmıştı. Bu sebeple yeni koyun ve at sürüleri sahibi olmak kolay iş değildi ve sene-lere mâl olacaktı. Bu durumda

acilen bir şeyler yapmaları gerekiyordu iki kardeşin, yoksa koca oymak ahalisi, bilmedik-leri bir ortamda geçim sıkıntısı nedeniyle telef olup gidecekti. Ortam akıl almaz bir şekilde kaotikti; zira kör, tuttuğunu yiyordu.

Koyunculuk ve atçılığın dışında iyi bildikleri bir mes-lekleri daha bulunuyordu şükür Mamıkoğullarının: Savaşçı-lık… Yetişkin erkekler savaş-

çılık yeteneklerini kullanarak ailelerinin hayatını pekâlâ idame ettirebilir, oymaklarına yeni bir düzen kurabilirlerdi.

6. Yüzyıl Kafkasya ve Mezopotamya’sına bakış

Bu esnada bölgenin gü-neyinde iki imparatorluk yer alıyordu. Bunlardan biri, Anadolu’ya hâkim olan Doğu Roma ya da Bizans, diğeri

ise İran platosunun sahibi Pers İmparatorluğu’ydu. Mezopotamya’yı belirleyen Dicle ve Fırat nehirleri, iki de-vasa gücün ortasında yer alan, upuzun ve canlı iki sınır taşı gibi akmaktaydı. Akarsuların arasındaki bölge, tampon ola-rak belirlenmişti. İmparator-luklardan güçlü olan hangisiyse onun nüfuz sahasına dâhil olageliyordu. Yani bazen hayat-larını Bizans ve Hıristiyanlık düzleminde idame ettiriyor-lardı bölgede yaşayan insanlar, bazen de Pers ve Zerdüştlük parselinde gidip geliyorlardı. Söz konusu tampon dilimi, Fırat ve Dicle’nin başlangıç

Koyunculuk ve atçılığın dışında iyi bildikleri bir meslekleri daha bulunuyordu şükür Mamıkoğullarının: Savaşçılık… Yetişkin erkekler savaşçılık yeteneklerini kullanarak ailelerinin hayatını pekâlâ idame ettirebilir, oymaklarına yeni bir düzen kurabilir-lerdi.

Page 79:  · haber HÜR TEFEKKÜRÜN KALESİ Aylık Siyaset, Strateji ve Toplum Dergisi KASIM 2015 YIL 9 SAYI 108 15 TL  Yayınları PROF. DR. TURAN GÜVEN Küresel güç

77kasım 2015

Yusuf Kemal Bozok

yaptığı noktadan kuzeye doğru varlığını sürdürmekteydi. Bu-ranın ahalisi Gregoryen Hayk kavmi ve onun da üstünde yerleşik olan Ortodoks Gür-cülerdi.

Havzanın güneyinde arkaik Kürt unsurlar ve daha güneyde Keldaniler, Süryaniler, Ara-miler ve daha altta da Araplar mukimdi. Gürcüler, arkalarını Karadeniz’e dayadıkları ve yere hem zemin, hem zaman olarak daha sağlam bastıkları için biraz daha rahat ve korunaklı bir yaşam sürüyorlardı. Dilimin doğu şeridini işgal eden, yani Ermenistan olarak bilinen ara-zide oturan Haykların durumu ise oldukça vahimdi. Gürcüler daha çok Bizans kontrolünde bir vassal olarak tek krallık halinde yönetilmekteydiler. Hayklar, daha sonra oturduk-ları araziden ötürü kendilerine verilecek isimle Ermeniler, daha başıbozuk ve dağınık durumdaydılar. Hayk kavmi, oturduğu dağlardan müteşekkil coğrafyaya “Hayastan” diyordu kavmî bir etiketleme olarak. “Ermenistan” ise şeridin fiziki adıydı.

Ermenistan topraklarında yönetim birliği yoktu; arazide mukim aşiretler, iki elin par-maklarını geçecek sayıda de-rebeyi tarafından yönetilmek-teydi. Derebeyi derken, Hayk prenslerinden söz ediyoruz. Prensler kendilerine “Işkan” ya da “Nakharan” adını vermiş-lerdi. Devasa Kafkas dağları arasındaki korunaklı vadilerde hüküm süren Işkan prensleri, Pers literatüründe “Satrap” olarak geçiyorlardı. Bölgede bir de “Vostikan” adı verilen ve “Karaparça” olarak da bilinen, arkaik Haykça konuşan kasaba ve şehirlere atanmış yöneti-ciler vardı. Bunları atayanlar, Bizanslı ve Persli resmiyetti. Bu sebeple Vostikan valilerinin bazıları Rum, bazıları da Per-siyandı. Prenslere gelince, on-

ların da Ermeni olan hanedan sayısı sadece iki adetti; kalan Nakharanlar içerisinde Gürcü, Rum, İranlı, hatta ileride Türk olan ışkanlar da olacaktı.

Hanedanlar arasında bir aile olacaktı ki, onların kimliği gerçekten sürprizdi; zaten dosyamızın mevzuunu teş-kil eden o aileden ilerleyen bölümlerde söz edilecek. İşte tarihler 6. Yüzyılı gösterirken Yukarı Fırat havzası ve Güney Kafkasya arazisindeki siyasî durum buydu...

Gregoryan TürklerÇağın son demlerinde Pers

Şahı kudurmuştu. Artık bölge-de tam bir hâkimiyet kurmak ve hem Satrap prensliklerini, hem de Vostikan vilayetlerini imparatorluğuna ilhak etmek istiyordu. Bu yılların birinde toprak kazanmak isteğiyle güç-lü ordularını Filistin üzerinden Mısır’a kadar sürmüş, bunun devamı olarak Yemen’i toprak-larına katmıştı. Böylesine aç-gözlü, doymak bilmez bir hırsa sahipti. Bu açgözlülük sebe-biyle Pers orduları, Kafkasya’da da harekete geçtiler ve etrafa dehşet saçmaya başladılar.

Saldırılarla beraber Ermeni Nakharanlıkları ve Gürcü Krallığı tam bir kıskaca alın-mış oldu. Bu itibarla gerek Gürcü Kralı’nın, gerekse Hayk Işkanlarının şiddetle askere ihtiyaçları vardı. Çünkü ken-di asker varlıklarıyla devasa Persiyan militarizmine karşı çıkacak sıkletten yoksundular. Ve söz konusu asker ihtiyacı günden güne artmaktaydı; zira mağdurların kendi öz güçleri, İran’ın ilk saldırılarıyla hızla erimişti. Bizans ise o yıllarda enerjisini kendi bünyesine tek-sif etmişse de sınırda istihdam edilmiş olan kolordularıyla Şah’ın ordusuna karşı durmaya yeter gücü yoktu. Bizans, bu esnada Mitraizmden dönüş-

türdüğü “siyasî Hıristiyanlığı” kendi politikalarına göre kur-gulamak ve üç yüz yıl boyunca savaştığı İsevileri absorbe etmekle meşguldü. Bu yüzden devletin “ajan-teologları” Hıris-tiyanlaşmayan İsevilerin peşine düşmüş vaziyette “bir-tek olan Tanrı”yı “üçleme”nin amansız mücadelesini veriyorlardı. Gö-revli “ajan-ruhbanlar” da konsil üstüne konsil toplayıp dini ha bire yenileme çalışması yapı-yorlardı. Bu anlamda, yakın zamanda Bizans dinini seçmiş olan Gürcü ve Ermeniler de dönüşüm içerisindeydiler. Yıl 301...

Ermenilerin, “Dördüncü Kadıköy Konsili”, yani “Dör-düncü Yenileme”nin akabinde Aziz Gregor’un tercihiyle Bizans dininden çıktıkları ve “Apostolikyan inanca” geç-tikleri görüldü. Hıristiyanlığı tercihlerinden 160 yıl sonra Dördüncü Teoloji Konsili’nde Ortodokslukla yollarını ayıra-rak Kurucu Baba Gregoryus’un Lusa Voniçağan mezhebini oluşturdular. Bölgedeki Işkan-lık ve Vostikanlıkların, adına günümüzde “Gregoryenlik” de denilen dine evrilmeleri kısa bir zaman aldı. Bu süre zar-fında tüm Ermenilerin “Milli Apostolik Kilisesi” etrafında ortak paydalı kabileler oluştur-dukları kayda geçti. İnanç yeni, heyecan yeniydi. Bu sebeple bölgeyi düalist ve milli bir din olarak bilinen Mecusiliğe zor-layan Persiyanlara karşı Satrap-lar, iman temelli, canhıraş bir mücadele başlattılar.

Bir bakıma devrin “Amerikanizm”inin iki güçlü süper kampından ilki ya da dünyanın iki kutbundan o an en güçlüsü olan İran’a karşı koymak kolay değildi elbette. Bu nedenle erimeye yüz tutan Ermeni savaşçıları mücadelede zaten mağlup taraftılar. Ancak bu gidişle tüm varlıklarını bile kaybetmek üzereydiler. Bu

düzlemde savaşçılara ve Hayk savaşçılığına destek için acilen ve çok sayıda paralı askerlere gereksinim vardı. Asya kıta coğrafyasının en “dövüşgen” ulusu olarak bilinen Türkler, kendi imparatorluklarının çatısı altındaydılar; ancak o çatıya dâhil olmaya “ayrı-başçı Bozkırlı boylar”, Asya’nın or-tasından ayrılmış ve Uralların batısındaki Orta-Kuzey coğ-rafyaya kaçmışlardı. Bir bakıma Ermenistan’ın yanı başına gelmiş bekleşiyorlardı. Ermeni Işkanları, Volga nehri boyların-da bulgur gibi kaynayan savaşçı Bozkır boylarından haber-darlardı. Bunlar paralı asker olarak istihdam edilebilirlerdi. Işkanlar, kuşun kanadıyla haber saldılar coğrafyanın “başıboş” Bulgarlarına.

Bunun üzerine, bölgede Kır-gız (“başıboş” anlamında) ola-rak dolaşan birçok bahadır ve savaşçı boy, atını ve kılıcını alıp güneye indi. İşte bu boylardan biri de Mamıkoğulları oyma-ğıydı. Göktanrı inancındaki oymağın Hıristiyan bölgesine inişinden kısa bir süre sonra, bilinmeyen bir sebepten ötürü oymak, iki kardeşin liderliğin-de iki ayrı kola ayrıldı. Mamık Beg Ermenilerin hizmetine girdi, Konak Beg ise yandaki komşu Gürcülerin.

Ermeni Nakharanlıkla-rının prensleri, Mamık Beg ve oymağını Hayastan’ın en güneyine götürüp Muş’tan başlayarak Van’a yerleştirdiler. Beg’in hükümranlık alanı, Van gölünü merkeze alıp oradan daha güney ve kuzeye doğru uzanan, ince ve uzun bir düzle-mi kapsamaktaydı. Mevzuba-his düzlem İran hududuydu ve Bozkır savaşçıları burada paralı asker olarak istihdam edilmiş-lerdi. Genel bir adlandırmayla onlara bölge halkı “Turkoslar” diyordu.

Hudut boyunda Mamık

Page 80:  · haber HÜR TEFEKKÜRÜN KALESİ Aylık Siyaset, Strateji ve Toplum Dergisi KASIM 2015 YIL 9 SAYI 108 15 TL  Yayınları PROF. DR. TURAN GÜVEN Küresel güç

78 kasım 2015

haberajandaKapak Dosyası

Beg ve oğulları, birkaç on yıl içinde müthiş bir başarı elde ederek Pers akınlarını durdur-mayı başardılar. Hatta bölgenin en güçlü hâkimi durumuna geldiler. Bu arada bir şey daha olmuşlardı: “Gregoryan”… Aslında Mamıkoğullarının, üzerlerinde iğreti duran basit inançlarını “patronlarının” din-leriyle değiştirmeleri, görevlen-dirilmeleriyle aynı anda başla-mıştı bile. Bunda yadırganacak bir şey yoktu. Zira Türkler, hep yaparlardı bunu. Din olgusu konusunda diğer milletlerin hiçbirine benzemeyen bir meş-repleri vardı onların. Şöyle ki, bir bakıma Türklerin dini yok-tu; şimdilerde dillerden düşü-rülmeyen Şamanizmin o yıllar-da esamesi bile okunmuyordu. Zira söz konusu ilkel inanç, sonradan yakıştırılmış bir din olarak o yıllarda adı sanı bilin-mez bir işti. Bahşı/Baksı/Kam unvanlarıyla tanınan Şamanlar, inancın ruhbanları değildiler, sadece şifacıydılar. Bu itibarla dünya yüzüne dağılmak, yani sık sık ikamet değiştirmek gibi bir anlayışları olan Türklerin din değiştirmeleri de kırmızı cübbeyi çıkartıp mavi cübbeyi giymek kadar kolay oluyordu. “Sabah Şamanlara yakıştırı-lan bir Türk bagatur/bahadır, kuşluk vakti Budist, öğle vakti Zerdüştçü, ikindi vakti Hı-ristiyan, akşam vakti Musevi olmakta bir mahsur görmezdi” dense yeriydi. İşte bu yüzden Kafkasya’nın kuzeyinde Şa-mancı olan Mamıkoğulları da güneye inip Ermenilerin hizmetine girince hiç zorlan-madan Gregoryen oldular.

Gregoryenliğin toplumdaki görünür etkisi isimlerde oldu. Adları Bilge, Taştigin, Ton-yukuk olan çocuklarına artık Mamıkoğulları Vartan, Ham-parsun, Haçik gibi Ermeni isimleri koymaya başlamışlardı.

Bu arada Gürcistan’a giden diğer kardeş Konak’ı da unut-

mayalım. O da yeni efendile-rinin dini olan Ortodoksluğa geçmiş ve tıpkı kardeşi Mamık gibi Saakaşvili, Trikosvili gibi soyadları almaya başlamıştı.

Bu esnada Türk paralı as-kerler, her zaman yaptıkları bir şeyi daha yaptılar: Ermeni Nakharanları adına bölgeyi temizleyip duruma hâkim olunca, bu sefer de kılıçlarını kuzeye uzattılar. Yani “pat-ronlarının döşüne”... Ve doğal olarak kendi hükümranlıklarını ilan ettiler. Takvimler 500’lü yılları gösterirken, bölgeye hâkim Ermeni prensliklerine bir yenisi daha eklenmişti: Mamigonyanlar… Hatta “Er-meni adıyla” tarih sahnesine çıkmış olan bu Nakharanlık kısa sürede güçlenmiş, Mami-gon begleri hükmettikleri alanı Bizans’a doğru genleştirerek İç Anadolu’ya doğru bir cep yapmışlardı.

Ha bu arada unutmadan ekleyelim: Bereketli Ermeni prenslikleri içinde “Türk soylu” bir başka Nakharanlık daha bulunmaktaydı. Onlar kendi-lerine “Ardzruni Hanedanı” demekteydiler. İlerleyen zaman içinde Ardzruniler, tarih kayıt-larında Arap yanlısı bir hane-danlık olarak bilineceklerdi.

Bakranlılar kimlerdi?

Arap dedik de… Tarih, yıllar 500’den 600’e evrildi-ğinde El-Cezire, yani Arap yarımadasında unutulmuş topluluklar olarak yaşayan Arapların bambaşka bir âleme yelken açtıklarını yazıyor. Bir nevi “İslam Devrimi”yle El-Cezire klanları, millet, hatta ümmet olma bilincine erişmiş, “Mücahit” adını alan Arap savaşçıları “Nizam-ı Âlem-i İslâmî” ereğiyle kılıcını sıyırmış, Mısır’ı, Bizans’ı ve İran’ı zorlamaya başlamışlardı. Tabiî hedeflerinde Mezopo-

tamya üzerinden Dicle-Fırat havzasına çıkmak, oradan Kafkasya’ya atlayarak “Orta-Kuzey” steplerini, Ortadoğu’da temellerini attıkları İslam Devleti’ne dâhil etmek de vardı. Bu nedenle İslâmî fetih ordularının, fütühatın baş-larında Mamigonyanlılarla temas ettikleri görülüyor. Tabiî bu teması, iki devletin karşı-lıklı el sıkışıp başkentlerinde elçilik açtıkları şeklinde anla-mamak lazım.

Kısacası Fırat-Dicle böl-gesine, tam anlamıyla Bizans ve Perslerin dışında yeni ve güçlü bir “efendi” giriyordu: Araplar… Tabiatıyla bölgeye serpişmiş Ermeni hanedan-lıkları buna göre pozisyon almak durumundaydılar. İşte bu sebeple Van ve Başkale’de mukim Türk soylu Ardzruni-ler, Arap kontrolüne giren ilk Nakharanlık olmuştu.

Muş merkezli Mamigon-yanlar, Araplarla el sıkışma ve İslam Devlet’inin vassalı olma hususunda Ardzruniler kadar istekli olmamışlardı ve Arap komutanlarına daha mesafeli duruyorlardı. Ancak Arap po-litiği, Mamigonyan ülkesindeki bir aileyi tercih etmiş, bölge ile ilgili geleceğini onlar üzerine bina etmeyi düşünmeye baş-lamıştı. Bu aile, “Bagaratlar” olarak bilinmekteydiler. Tarih onları Bakranlılar, Pakratunlar veya Pakratuniler olarak da kaydetmekte.

Bir gizli felsefenin sahibi ve takipçisi oldukları için bizim “Bakranistler” dediğimiz bu ailenin sırrı neydi? Bu sırrın günümüze yansımaları nasıl oldu? Kökenleri nereye dayanı-yordu? Bu ve benzeri soruların cevabını “Bakranistlerin Gizli Tarihi” bölümümüzde vermek üzere erteliyor ve geçiyoruz mevzubahis “Kripto Aile”nin Mamigonyanlardan sonraki serüvenlerine…

Türk, Pers, Arap, İspanyol ama Yahudi!

1700’ün ortalarında ve Dört Halife Devri’nde bölgeye çı-kan Araplarla birlikte yıldızı parlayan Bakranlı Ailesi’nin altmış yıl gibi kısa bir sürede tebaası oldukları Türk soylu Mamigonları zayıflattıkları ve onların yerine göz diktikleri görülüyor. Mamigonlar gibi zaman içinde etkileri ve güçleri eriyen Gansarayanlar, Rşuniler, Vahanuler, Knuniler ve daha küçük çaptaki Ermeni prens-likleri artık Arapların nüfuz sahasındaydılar. Ve Araplar, bölgeye girişlerinden altmış yıl sonra havzanın yönetimini Nakharanlıktan (prenslikten)

Page 81:  · haber HÜR TEFEKKÜRÜN KALESİ Aylık Siyaset, Strateji ve Toplum Dergisi KASIM 2015 YIL 9 SAYI 108 15 TL  Yayınları PROF. DR. TURAN GÜVEN Küresel güç

79kasım 2015

Yusuf Kemal Bozok

Vostiganlığa (valiliğe) geçirdi-ler. Yani bundan böyle bölge, yerel hanedanların üzerinde konuşlandırılmış bir vali tara-fından yönetilecekti. Yıl, 806…

Ve en önemlisi, Araplar adına Ermeni bölgesini idare edecek ilk vali, Bakranlı Ailesi içerisinden seçilmiş bir idare-ciydi: Birinci Vostigan, Bakratlı Aşot Mseker adında biriydi. Bölge valiliği, yani Vostiganlık Aşot’la sınırlı kalmadı ve oğlu üzerinden devam etti. 885’te ilk Vostiganın torunu, valilikten bir hanedanlık çıkardı ve yöne-time 1. Aşot adıyla devam etti. Tarih sayfalarında “Bakranlı Hanedanlığı” olarak geçen bu sülalenin yönetimi, Ermeni bölgesinde 1045’e kadar devam etti. Oğuzlu Türklerin bölgeye

inmesiyle birlikte de sona erdi. Fakat aile bu arada Gürcistan’a da sızmış ve Gürcü Krallığı’nın içine bir “yadırgı virüs” gibi yer-leşmişti. Bu nedenle Bakranlı Hanedanlığı’nın ikinci döne-minin Gürcistan başkentinde sekiz yüz yıl başta kaldığını kayda geçmiş tarihçiler. Yani Bakranlı Hanedanlığı, ikinci dönemini de 1810 yılında kapatmıştı. Böylece Rusların bölgeyi işgaliyle Bakranistler, total bin yıllık iktidar devirleri-ni tamamlamış oluyorlardı.

Peki, gerek Ermenistan, gerekse Gürcistan’da iktidarları sona eren Bakratlı Ailesi ne oldu? Can alıcı sual bu işte!

Bakratlılar elbette varlıkları-nı sürdürdüler, ancak kimlikle-

rini gizleyerek; yani kriptik bir varlık olarak… Bu hayat Bak-ranistler için hiç de zor olmadı; zira onların Ermeniliği ve Gürcülüğü de sahteydi zaten. Haddizatında, iki bin yılı aşkın bir sırrın sahibiydi Bakranlılar. Yahudi bir kökten geliyorlardı onlar; yani “Dönme” idiler tıpkı Osmanlı’daki Sabetaycılar, İspanya’daki Konverseler veya İran’daki Meşhediler gibi…

Sözü edilen kriptolar misali evlerinde Musevi, sokakta ise içinde bulundukları toplumun bir bireyi gibi yaşayagelmiş, yaşaya gidiyorlardı Bakranlılar.

Pakratunlar kimlerdi?

Yazının bu bölümünde,

iktidarları günümüzden 210 yıl önce sona eren Gürcü krip-toları bir yana bırakıp gelelim Ermeni kriptolara, yani Pakra-tuni ya da Bakranistlere…

Hanedanlıklarının sonlan-dığı tarih olan 1045 yılından 25 sene sonra bölge bir kez daha “efendi” değiştiriyordu. Bu efendi, Selçuklu adıyla tarih sahnesine çıkmış olan Kınık Oğuzlarıydı. 1071’de Anadolu kapısını Malazgirt’te açan Oğuzlu Kınıklar, Bizans’ın sınır tebaası olarak Ermenilerle karşılaşmışlardı. Tabiî Ermeni kavmi içerisinde iki bin yıl evvelinin Bakranist kriptoları ve iki yüz yıl evvelinin Mamı-koğlu Türkleri de vardı. Lakin Alparslan ve evlatları, bunların hepsini birden Ermeni kavmi

Page 82:  · haber HÜR TEFEKKÜRÜN KALESİ Aylık Siyaset, Strateji ve Toplum Dergisi KASIM 2015 YIL 9 SAYI 108 15 TL  Yayınları PROF. DR. TURAN GÜVEN Küresel güç

80 kasım 2015

olarak algılamıştı. Ancak soy-dan Ermeniler ve Mamıkyan Ermenileri, Musevi kökenli kripto Bakranlıları tanıyor, bizim Sabetaycıları “Selanik Dönmesi” diye küçümsedi-ğimiz gibi “burun kıvırarak” karşılıyorlardı. Hatta bu kü-çümsemenin günümüze kadar süregeldiği de biliniyor. Zama-nımızın Ermeni orijinli ya-zarlarından Panos Dabağyan, “Biz birine hakaret edeceğimiz zaman Pakratun ya da Pakra-tuni derdik” diyor.

Yeri gelmişken, bir paragraf-la Dabağyan’dan da söz etmek gerekiyor. Çünkü yazımızın konusunu teşkil eden Bakra-nistlerin sırrı üzerine araştırma yapan iki Türkiyeli gayrimüs-limden biri de o. Diğeri ise Avram (Abraham) Galante olarak bilinen bir son dönem Osmanlısı (Yahudi)…

Levon Panos Dabağyan, 1933 yılında İstanbul’da doğdu ve araştırmacı-yazar olarak ünlendi. Araştırdığı konulardan biri de “Kripto Ermeniler” idi. Bir dönem MHP’de yöneticilik de yapan Dabağyan’ın aynı partinden bir seçim döneminde milletvekili adayı da olduğu vaki. “Türk ve Türkiye dostu” olarak bilinen Dabağyan’ın partisiyle ilgili yaptığı bir başka çalışma da Alparslan Türkeş’le ilgili bir kitap yayınlamış olması. Bir süre Türk Tarih Kurumu’nda da çalışan Dabağyan, “Erme-niler, Güney Osmanlı vilayet-lerine sürüldü, ancak herhangi bir soykırımdan söz etmenin imkânı yoktur” deme cesareti göstermiş cesur Ermenilerden biri olarak biliniyor. “Lusavoni-çağan mezhebi”ne mensubiye-tiyle genel Ermeni insanından da ayrılan yazarın iddiaları oldukça önemli!

Bu iddialarından bazılarını sıralamak gerekirse diyor ki Dabağyan, “Büyük Ermenis-

haberajandaKapak Dosyası

Page 83:  · haber HÜR TEFEKKÜRÜN KALESİ Aylık Siyaset, Strateji ve Toplum Dergisi KASIM 2015 YIL 9 SAYI 108 15 TL  Yayınları PROF. DR. TURAN GÜVEN Küresel güç

81kasım 2015

tan isteğinin arkasında Büyük İsrail bulunmaktadır”. Bir başka açıklamasında, “Bugün Ermenistan-Türkiye Savaşı çıksa, ben, Türkiye adına sava-şırım!” diyecek kadar sıradışı bir adam olan Dabağyan’ın iddialarından bir başkası da “Maraş Zeytunluları Pakratuni olup, arkalarında Vatikan bu-lunmaktadır” şeklinde kayıtlara düşmüş durumda. Bilindiği gibi 19. yüzyılın sonlarında ilk Ermeni isyanları Zeytun’da çıkmıştı. Tarihler, “Zeytun Bakranistlerini” kışkırtan ve silahlandıranların Katolik Fransızlar olduğunu yazmakta.

“Kürt Alevî” kimliği

Dönelim asıl konumuza… Selçuklu ve daha sonraki Türk Beylikleri dönemini Ermeniler arasında saklanarak geçiren Bakranistler, Dabağyan’ın de-yişiyle genel Ermeni insanının zanaatkârlık üzerine gelişen yeteneğine karşın “para pul işleri” ile iştigal ediyor ve ticaret hayatında ha bire yükseliyor-lardı. Bu anlamda haklarını da teslim ederek onların devlet-lerine bağlı, vergilerini ödeyen, kabiliyetli “Ehl-i Aksuvata” olduğunu da söylemek lazım. Bununla beraber, Bakranlı olmayan Gregoryen Erme-nilerin de sık sık değişen tüm devletlerinin yetenekli tebaaları olduğunu yazmak da bir başka şekilde hakkı teslim etmek olur ki, bunu yapmak da fakir açı-sından bir görevdir. Bu itibarla Selçuklulardan sonra bölgeye hâkim olan Osmanlılar da bunun farkındaydı ve Bakranlı, Mamokyanlı ayırmadan tüm Ermenilere “Millet-i Sadıka” diye yüce bir paye vermişti.

Ermenilerin Osmanlı teba-ası oluşunun bu minval üzere 1800’lü yılların ortasına kadar sorunsuz olarak devam ettiğine şahit oluyoruz. Bu huzur ve sükûn içerisinde Bakranistler

de hayatlarına evde Musevi, sokakta Ermeni Gregoryen, hatta kısmen Müslüman Os-manlı olarak devam ettiler.

17. Yüzyıldaki dünyanın “starring”i olma halinden yavaş yavaş geri çekilen Os-manlı İmparatorluğu’nun 18. yüzyılda iyice yorgun düştüğü gerçeğinin üzerine bir kara-basan gibi çöken 19. yüzyıl, saklanamaz bir şekilde Yüce Devlet’i Avrupalı emperyalist-lerin arasında oyuncak şekline getirmişti. Geleneksel Osmanlı töresinden çıkıp Avrupa loko-motifine bağlanan Yüce Dev-let, güçlü bir lokomotif tarafın-dan çekilen sıradan bir vagon olmanın yeniden toparlanmak için olmazsa olmaz şart oldu-ğuna kani olan padişahların sonuncusu olan Abdülmecit’in Islahat Fermanı’yla artık Avru-palı olmuştu. Yani o zamanki halk retoriğiyle “Artık gâvura gâvur denmeyecek!” idi. Buna bağlı olarak yayınlanan “Er-meni Nizannamesi”yle Ha-yastan halkının hayatında yeni bir dönem açılmıştı. Açılan dönemde, Osmanlı’nın “me-murin” hayatında ciddi sayıda Ermeni görülmeye başlandı; hem de Askeriye’deki paşa-sından Hariciye’deki elçisine kadar…

Bilhassa Hariciye’deki gö-revleri tercih eden Ermenilerin Avrupa başkentlerindeki ha-yatları, hem kendileri, hem de milletleri açısından bir başka evrilmenin de başlangıcı oldu. Bizans’tan bu yana geçen za-man içinde iki taraf, yani Doğu ve Batı Hıristiyanlığı ilk defa birbirini tanımaya başlıyordu. Artık Avrupalı vampirler, Os-manlı içerisinde unutulmuş bir Hıristiyan cemaat olduğunu öğrenmiş ve loş odalarında kurulu meşum masalarının etrafında kanlı planlar kurmaya başlamışlardı. Bu vampirlerin başında Fransa geliyordu, ancak ona öykünen Rusya da

Ermeniler üzerine hesaplar yapmaktan geri kalmıyordu. Hınçak ve Taşnak benzeri ayrılıkçı, hatta terörist parti ve teşkilatlar bu esnada ve başka eller tarafından kurduruldular. Bir kez daha tekrar edelim: Batı başkentlerinde yapılan bu ince hesap ve kanlı planların semeresi, 19. yüzyılın son çey-reğinde Zeytun’da ortaya çıktı.

Dabağyan’ın dediği gibi, Zeytunluların çoğu Pakratuni idi ve orayı Fransız eliyle Va-tikan kaşıyordu. Üst üste ger-çekleştirilen iki Zeytun İsyanı ve arkasından gelen Sasun İsyanları, Millet-i Sadıka’nın sadakatini sıfırlamış, yüzyıllara uzanan Türk-Ermeni dostlu-ğunu bitirmişti. Bu hayhuy içe-risinde zaman 20. yüzyıla ev-rilirken, Devlet-i Osmanî’nin başına örülen çorapların sayısı kırkı geçmişti ve bu kırk çorabın içinde maalesef bir zamanların Millet-i Sadıka’sı da bunuyordu. Artık gözü ve nevri dönmüş eli kanlı Ermeni çetecileri Maraş dışında Kars, Erzurum ve diğer Doğu ve Güneydoğu illerinde yaşayan Müslüman halka Rus kurşunu sıkmaktan utanmıyorlardı. Ve bu hengâme içerisinde Yüce Devlet, hızla Birinci Dünya Savaşı’na dâhil olmak zorunda kalmıştı.

Rusya’nın açtığı Kafkas Cephesi’nde Rusyalı Ermeniler yerli asilerle bir olmuşlardı. Bölge kan ve ateş içerisindeydi. Bunun üzerine İttihat ikti-darının akıldaneliğini yapan Alman subayların teşvikiyle alınan bir karar üzerine tehcir uygulamasına başlandı. Buna göre Osmanlı Devleti, Kafkas Cephesi’nin ve genel anlamda cephe gerisinin selameti için ve tabiî ülkenin bir kısmını yangın yerine döndüren terör olaylarını sonlandırmak ama-cıyla bölgedeki Ermeni nüfusu Suriye ve Lübnan’a göçürmeye başladı.

Tüm bunlar olurken, bölge-deki Ermeni nüfusun içinde saklanmış olan kriptik Bak-ranistler ne yapıyorlardı? Her ne kadar Dabağyan Zeytun İsyanları’nda onları suçlu bulsa da, Doğu vilayetlerinde mukim Bakranistlerin terör eylemlerine karıştığı ve Müs-lüman köylerini basıp ahaliyi katliamdan geçirdiğine dair bir kayda rastlanmıyor. Zira savaş, Musevilerin “başlarını açıp koştukları” bir uğraş değildi; genetiklerinde, özellikle siyase-ten zayıf oldukları zamanlarda öldürme kaydı yoktu.

Bu nedenle Bakranistler, Doğu olaylarında olsa olsa kışkırtıcı olmuşlardır. Zora ge-lince bir başka biçime evrilme kabiliyeti nedeniyle Bakranist Dönmelerinin tehcir esnasın-da bir kez daha döndüklerini söylüyor tarihçiler. Türk Tarih Kurumu eski başkanlarından MHP Kayseri Milletvekili Yusuf Halaçoğlu’nun bu hu-sustaki iddiası büyük. Bir başka yazar Hakkı Öznur da Hala-çoğlu gibi düşünmekte. Başta Halaçoğlu ve Öznur olmak üzere bazı tarihçilerin iddiası şöyle: “Tehcir döneminde dar-da kalan Yahudi orijinli Kripto Ermeniler, başta Tunceli olmak üzere bölgedeki Alevi köy-lerine yerleşerek sözde Alevi oldular. Sünni köylerini tercih ettiklerine dair bir iddia yok. Çünkü başta namaz olmak üzere, genel anlamda ibadet zafiyetiyle bilinen Alevilerin gözden uzak köyleri, Bakra-nist kriptolarının bir kez daha dönmelerine peynir ekmek gibi gelmişti.”

Bu hareketleriyle yerleştikle-ri köylerin ahalisi olan Zazalara özenerek sadece “Zazalaşmak” ile kalmamışlardı doğal ola-rak. “Bir kez daha kriptolaşan Ermeni Bakranistler”in bazı vilayetlerde bilhassa Kürt köy-lerine saklandıkları da iddia ediliyor. Bu durumda olanlar,

Yusuf Kemal Bozok

Page 84:  · haber HÜR TEFEKKÜRÜN KALESİ Aylık Siyaset, Strateji ve Toplum Dergisi KASIM 2015 YIL 9 SAYI 108 15 TL  Yayınları PROF. DR. TURAN GÜVEN Küresel güç

82 kasım 2015

haberajandaKapak Dosyası

günümüzde kendilerine “Kür-talem” adını veriyorlar.

PKK kime çalışıyor?Bu bölümde bir başka

Ermeni’den ve bir de dernek-ten söz açalım istiyoruz: O isim “Miran Pırgiç”, dernek ise “Tunceli-Dersimli Ermeniler Derneği”…

Miran Pırgiç, Musevilikten Ermeniliğe, Ermenilikten Za-zalığa dönüp iki kere saklana-rak kriptolaşan Pakratunilerle ilgilenen önemli bir isim olarak biliniyor. Pırgiç, BDP’de 15 yıl siyasetle uğraşmış biri. Aynı zamanda PKK sempatizanı... Bir kripto olduğunu saklama-yan Miran, “Tunceli-Dersimli Ermeniler Derneği”nin de en önemli isimlerinden sayılıyor. Şu an yetmiş küsur üyesi olan dernek, “Kripto Zazalar”ın Er-meniliğe dönmelerine öncülük ediyor ve sürekli çağrı yaparak “Dönmeliği” teşvik ediyor.

Derneğin aktif idarecilerin-den olan Miran Pırgiç, eski soydaşlarını dinlerine dönmeye çağırırken Tunceli için “Yüzde 75’i kriptodur” iddiasını ortaya atıyor. Ermeni Patriklerin-den Ateşyan da mevzubahis ilin kripto kimliğine vurgu yapanlardan. Ancak Ateşyan, oranı biraz abartmış görünüyor. Onun verdiği yüzde ise “90”. Tunceli’yle ilgili olarak konuya yakın duranların birçoğu da “Nazımiye” ilçesine dikkat çek-mekteler. Pırgiç, günümüzdeki parti liderlerinden biriyle ilgili olarak “Ermeni olduğu kesin!” diyor. Hatta annesinin isminin Emos ya da Yemoş olduğu da Miran’ın iddialarının arasında. Pırgiç’in tıpkı Nazımiye gibi bir başka dikkat çektiği yer de Batman’ın Sason ilçesi…

Pırgiç’e göre Nazımiye, Ermeni orijinli bir Zaza mem-leketi. Sason’da da sanılandan çok Kripto Ermeni bulun-makta.

Fakir, sözü edilen Sason ilçesinde eğitimci olarak görev yapmış biri. Köy mesabesinde küçük ve oldukça geri kalmış, dağlar arasındaki ilçede bulu-nan iki Ermeni köyünü ziyaret etmiştim yıllar önce. Bölge dağlarından birinin üzerindeki eski bir Ermeni manastırı da görmeye gittiğim bir tarih kalıntısıydı. İlaveten, yakın arkadaşlarımdan birinin anne-sinin Ermeni kızı olduğunu da hatırlıyorum.

Miran Pırgiç’ten son alın-tıya gelince… Pırgiç, din, yani İslamiyet’le problemi olmayan Zaza ve Kürtlerden şikâyetçi. Bu mânâda onların kendilerine mesafeli durduğunu söylüyor. Pırgiç’in yaptığı bir başka tespit de BDP tipi partilerin en güçlü olduğu yerlerin halkı arasında ağırlıklı olarak Er-meni kriptoların saklı olması. “Bu yörelerin Zaza veya Kürt olarak bilinmesi de sonucu değiştirmiyor” diyor iddia sahibi. Doğal olarak BDP ve benzer partilerin çoğunluk olduğu yerleşim yerlerinde de PKK’nın ağırlığının “Batman çektiği” biliniyor.

Madem söz döndü dolaştı ve bu satırda PKK’ya geldi, örgütle ilgili bir iddiayı da sayfaya geçirelim. Yukarıda adı geçen yazar Hakkı Öznur, PKK içinde 300 civarında ve de üst düzeyde Kripto’nun görev yaptığını söylüyor. Yu-suf Halaçoğlu’nun iddiası ise yenilir yutulur cinsten değil. Ona göre PKK’nın yüzde 80’i Kripto Ermeni…

Madem öyle, hemen sora-lım: Paktaruniler neresinde PKK’nın? Cevap yukarıda; tabiî ki 300 yöneticiyle en başında. Doğal olarak bir zamanların soylu hanedan mensupları, vahşi kurtlar gibi dağlarda terörist olarak bulu-nacak değiller ya!

Burada bir soru daha geliyor

akla: PKK’lı Kürtler kimin savaşını veriyor o halde? Bu sualin karşılığını da hemen ve-relim: Tabiî ki Kürtlerin değil, Zazaların…

Alın bir soru daha size: Peki, Zazalar kimin savaşını ver-mekteler? El-cevap, al cevap: Tabiî ki Kripto Ermenilerin...

Fakir bu yazıda bereketli gününde; zira sorular birbirini tetiklemeye devam ediyor ve bir soru daha giriyor sıraya: Peki, Ermeniler kimin sava-şını veriyorlar? Cevap hazır: Tabiî ki Bakranistler ya da Pakratunilerin... Peki, kimdi bu Bakranlılar? Yukarıda yazdık ya onların Yahudi Dönmesi olduklarını…

Son ve can alıcı sual ise şu: Peki, kavimler arasında fıldır fıldır dönegelen bu dünyanın en garip kavmi olan Bakranist-lerin amacı ne? İşte bu yazının nihai ereğine ulaşmış bulunu-yoruz!

Evet, Bakranistlerin amacı ne?

Kripto maksatAna konuya geçmeden önce

genel mevzuyla ilgili birkaç iddiayı da araya sıkıştıralım istiyorum.

Yazının muhtevasındaki mevzu ile ilgilenenlerin, özel-likle Ermeni ruhbanlarının id-diasına göre Türkiye’de yaşayan 50 ila 100 bin Ermeni’ye karşı kripto sayısı bir buçuk milyon kadar. Ermeniliğin eski İstan-bul Patriklerinden Sinorkyan’ın dediğine göre ülkede hâlâ “Ermeniyim” diyenlerin yanı sıra Türkleşmiş ve Kürtleşmiş Ermeniler de yaşamakta. Bun-ların yanında çoğunlukla Zaza, kısmen Kürt ve Türkmen kimliğine bürünmüş Kripto Ermenilerin, İç ve Doğu Anadolu’nun birçok yöresinde dağınık olarak bulundukları bi-linmekte. Söz konusu kriptolar,

şimdilerde İstanbul’a göçerek Anadolu’dan çekiliyorlar. Bu göçmenlerin İstanbul’a ulaşın-ca da yaptıkları ilk iş, Ermeni kiliselerine müracaatla vaftiz olup Apostolik inancına geç-mek. Ermeni Patriklerinden II. Mesrob’un açıklamasına göre bir buçuk milyon Müslü-manlaşmış Ermeni’nin her yıl altmış kadarı kiliseye müracaat ederek Ermeni Gregoryenliği-ne rücu etmekte.

Madem burada ilginç iddi-alarla alakalı bir kısmı açtık, kulaktan kulağa fısıldananların birkaçını daha ekleyelim.

İlk iddia, hepinizin duy-muş olacağı gibi PKK lideri Abdullah Öcalan’ın da Artin Agopyan adlı bir Kripto Er-meni olduğu… Bu husus nice zamandır dillerde dolaşmakta. Kanaatimizce iddialar içerisin-de en ilginci Sabiha Gökçen’le ilgili olanı…

Atatürk’ün manevi kızı ve ilk savaş uçağı pilotu olan kadın olarak bilinen Gökçen’in de bir kripto olduğu iddiası var. İddi-anın kaynağı, Sabiha Hanım’ın teyzesi olduğunu söyleyen Hripsime Gazalyan adlı bir Ermeni kadın. Gazalyan, “1915’te ölen dedem geride iki kız bırakmıştı. Bunlardan biri Hatun, diğeri Diruhi’ydi” diyor ve iddiasına göre Diruhi, Sa-biha Gökçen’in kendisi oluyor. İşin garibi, Dersim İsyanları esnasında Diruhi adlı Ermeni pilot Sabiha Gökçen, yüzde 80-90’ı kripto olduğu söylenen Tunceli’ye acımasızca bomba yağdırmıştı. İlginç!

Bir başka iddia da iki yıl evvel Hakk’a yürüyen Kıbrıslı Nakşi Şeyhi Nazım’la ilgili… Şeyh’in bir zamanlar yanında dolaştırdığı ve “Osmanlı Şeh-zadesi” olarak tanıttığı birinin sahtekâr ve Kripto Ermeni olduğu ortaya çıkmıştı. Yeri gelmişken, merhum Nazım’ın İngiliz Hanedanlığı’nı yücel-

Page 85:  · haber HÜR TEFEKKÜRÜN KALESİ Aylık Siyaset, Strateji ve Toplum Dergisi KASIM 2015 YIL 9 SAYI 108 15 TL  Yayınları PROF. DR. TURAN GÜVEN Küresel güç

83kasım 2015

Yusuf Kemal Bozok

ten, hatta Prens Richard’ın gizli (Kripto) Müslüman oldu-ğunu açıklayan sözleri de hâlâ kaynaklarda yer tutmakta.

Gelelim “Kripto Ermeni Tarihi”nin en ilginç iddiasına! İddia sahipleri, Türk Silahlı Kuvvetleri içerisinde “Gürbüz Çocuklar” diye bilinen bir klandan söz ediyorlar. İddia içerisinde mevzubahis Gür-büz Çocuklar’ın sayılarının bin kadar olduğu ve ordunun çeşitli kademelerinde çalış-tıkları dillendiriliyor. Doğu ve Güneydoğu Anadolu’nun boşaltılmasında görev alan bu Gürbüzler, meğer birer Kripto Ermeni’ymiş. Olur mu? Bil-mem!

Bunun gibi, son yıllarda üniversitelerimizi idare eden yirmi kadar rektörün de Hı-ristiyan kökenli kripto olduğu dedikodusu kulaktan kulağa yayılmaya devam ediyor.

Söz konusu dedikodular kanaatimizce abartılacak şeyler değiller. Ama dönüyoruz o uğursuz soruya: “Bakranistlerin amacı ne?” Bizce asıl üzerin-de durulması gereken husus bu! Çünkü söz konusu amaç, bugünümüzü olduğu kadar yarınımızı da doğrudan alaka-dar etmekte, hatta bağlamakta; hem de sağlam kazığa emper-yalist halatlarla…

Makalenin burasında dönüp kaç sayfaya ulaştığıma baktım, epey uzun olmuş; yani limiti zorlamaya başlamışız. Bu itibarla yazımızı ikiye bölmek durumunda kaldık. Özür dile-yerek, yazının can alıcı kısmını -kısmetse tabiî- daha sonra okuyacaksınız inşallah.

Artık Avrupalı vampirler, Osmanlı içeri-sinde unutulmuş bir Hıristiyan cemaat olduğunu öğrenmiş ve loş odalarında kurulu meşum masalarının etrafında kanlı planlar kurmaya başlamışlardı.

Page 86:  · haber HÜR TEFEKKÜRÜN KALESİ Aylık Siyaset, Strateji ve Toplum Dergisi KASIM 2015 YIL 9 SAYI 108 15 TL  Yayınları PROF. DR. TURAN GÜVEN Küresel güç

84 kasım 2015

Uluslararası yönetim danışmanlığı firması AT Kearney’in geliş-mekte olan ülkelerdeki e-ticaret pazarlarının çekiciliğini ve altyapısı-nı incelediği endekste Türkiye’nin büyüme potansiyeli görülmek-tedir ki, bu endekse göre gelişmekte olan piyasalar arasında e-ticaret potansiyeli olan 9. ülkedir. ***

Dünya çapında büyük işletmecilerin de yer aldığı ülkemiz ICT sektöründeki bu hızlı büyüme, şüphesiz PTT A.Ş. olarak bizim de ilgimizi çekmiştir. Çok büyük mali hacmin konuşulduğu, kârlılık ve verimlilik açısından bu kadar büyük ve dinamik bir pazardan kendimizi soyutlama-nın doğru olmayacağı bilinciyle bu sektöre yönelik bazı çalışmala-rın içerisindeyiz.***

Triangle Management Services tarafından 2000 yılından beri düzenlenen ve tüm dünyadan posta işlet-melerinin çeşitli kate-gorilerde yarıştığı Dün-ya Posta Ödülleri’nde (World Mail Awards) HGS Projesi ile şir-ketimiz, “Büyüme” (Growth) kategorisinde 2015 birincilik ödülü-nü kazanmıştır.

HABERA J A N DA / SÖYLEŞİ

PTT Genel Müdürü Harun Maden

Page 87:  · haber HÜR TEFEKKÜRÜN KALESİ Aylık Siyaset, Strateji ve Toplum Dergisi KASIM 2015 YIL 9 SAYI 108 15 TL  Yayınları PROF. DR. TURAN GÜVEN Küresel güç

85kasım 2015

Mehmet Serhat Bıçak // [email protected]

PTT Genel Müdürlüğü olarak, hizmet sundu-ğumuz alanlarda bugü-ne kadar olduğu gibi bundan sonra da en iyi olabilmek gayesiyle ça-lışmalarımızı tüm hızıyla sürdüreceğiz. Gelişen teknolojinin yakından takibi ve hizmetlerimizde bundan yararlanmaya, insan kaynağının etkin ve verimli kullanılmasına yönelik uygulamalara, farklı kurumlarla yapılan işbirliği anlaşmaları ile hizmet çeşitliliğimizi geliştirmeye devam ede-ceğiz.***

Şirketimizin 2016 yılında düzenlenecek Kongre’ye ev sahipliği yapması, 2012 yılında Katar’da yapılan 25. Kongre’de karara bağlan-mıştır. 19 Eylül-7 Ekim 2016 tarihleri arasında İstanbul’da yapılacak 26. UPU Kongresi için 2013 yılında 3 UPU temsilcisinden oluşan bir heyet ile İstanbul’da bu-lunan kongre merkezleri incelenmiş, ücretler ve teknik yeterlilikler açısın-dan yapılan değerlendir-meler sonucu en uygun koşulları sağlayan Hilton Bomonti Kongre Merke-zi, Kongre’nin yapılacağı mekân olarak seçilerek bir anlaşma sağlanmıştır. UPU ile şirketimiz arasın-da Kongre’nin düzenlen-mesine yönelik çalışma-lar sürdürülmektedir.

PTT , ülkemizin en güzide ve en teşkilâtlı kurumlarından biri. Tarihî misyonu açısından büyük öneme sahip bu kurumun gelece-ğe dair açtığı projeksiyon, posta, banka ve lojistik konusunda

Türkiye’nin kıymetli işaretlerini gösterir nitelikte.

>> İletişim ve bilişim sektö-rünün hangi yönde ilerlediği düşünüldüğünde, Türkiye’nin ortaya koyduğu çaba takdire şayan. Bu noktada idarî an-lamdaki yetkilendirmelerse “işin ehline verildiğinin” kanıtı. PTT Genel Müdürü Harun Maden, bütün ilmi, kariyeri, tecrübesi ve özellikle de ka-rakteriyle bu kanıtların önemli simalarından...

Söyleşi talebimizi büyük bir nezaketle kabul eden PTT Genel Müdürü Sayın Harun Maden’e teşekkür ediyor ve PTT’nin bugünü ve yarınına dair gösterdiği vizyonla sizleri baş başa bırakıyorum.

***“Hedefimiz, PTT

A.Ş.’yi piyasada daha etkin bir şirket haline getirmek”

Öncelikle görevinizin ha-•yırlara vesile olması dile-ğiyle başlayalım ve sizi yine sizin cümlelerinizle tanıya-lım; PTT Genel Müdürü Harun Maden kimdir, hedefleri nelerdir?Teşekkür ederim… 1960

yılında İstanbul’da doğdum. 1982 yılında İstanbul Teknik Üniversitesi Elektrik Fakül-tesi Elektronik Haberleşme Bölümü’nden mezun oldum. Uzun yıllar özel sektörde üst düzey yöneticiliklerde bulu-narak bilgi işlem, elektronik ticaret, üretim, satış-pazarlama, yönetim danışmanlığı, teleko-

münikasyon altyapı işletmecili-ği gibi alanlarda çalıştım.

1985-1989 yılları arasın-da Kerimoğlu Makinacılık, Ticaret ve Sanayi firmasında endüstriyel kontrol ve otomas-yon mühendisi; 1989-2002 yılları arasında Datateknik Bilgisayar Sistemleri Ticaret ve Sanayi A.Ş.’de Teknik Müdür, Ürün Geliştirme Müdürü, Satış Pazarlama Koordinatörü ve Genel Müdür Yardımcılığı; 2002-2006 yılları arasında Hızlı Sistem Bilişim Sanayi ve Ticaret A.Ş.’de Elekt-ronik, Bilgisayar ve Bilişim (IT) Ürün ve Bileşenlerinin Temsilciliği, Hızlı Sistem Mağazacılık A.Ş.’de Genel Müdürlük; 2003-2004 yılları

PTT Genel Müdürü Harun Maden:“Hizmet çeşitliliğimizi geliştirmeye

devam edeceğiz!”

Page 88:  · haber HÜR TEFEKKÜRÜN KALESİ Aylık Siyaset, Strateji ve Toplum Dergisi KASIM 2015 YIL 9 SAYI 108 15 TL  Yayınları PROF. DR. TURAN GÜVEN Küresel güç

86 kasım 2015

arasında Türk Telekom A.Ş. Yönetim Danışmanlığı; 2007-2008 yılları arasında Teletek Telekomünikasyon A.Ş. Genel Müdürlüğü; 2008-2009 yılları arasında Global İletişim A.Ş. Genel Müdürlüğü görevlerin-de bulundum.

Son olarak 2010 yılında İstanbul Büyükşehir Belediyesi BELBİM A.Ş. Yönetim Ku-rulu Üyesi ve Genel Müdürü olarak Akbil-İstanbulkart elektronik bilet sistemleri ve ödeme sistemleri alanlarında yönetici olarak çalıştım.

2015 yılında PTT Genel Müdürlüğü görevine atandı-ğımda, PTT’nin özelikle posta ve kargo alanında ciddi bir lo-jistik operasyon ayağına sahip olması, bunun yanında ödeme sistemlerindeki iş ve işlemler ile yeni elektronik hizmetlerin uygulanmasında öncü bir rol üstlenmesi beni oldukça heye-canlandırdı.

PTT, 2013 yılına kadar Kamu İktisadi Teşebbüsü olarak faaliyetlerini sürdürmüş olsa da faaliyet gösterdiği sek-törler ve sunduğu hizmetler itibarı ile özel sektörle içi içe ve rekabet halinde olan bir yapıda olmuştur. Bu bağlamda, özel-likle anonim şirket yapısına dönüşmesiyle daha etkin bir yapıya kavuştuğunu görmek-teyiz. Şirketimizdeki öncelikli hedefim, özel sektörde edinmiş olduğum tecrübeler ışığında PTT A.Ş.’yi piyasada daha etkin bir şirket haline getirmek olacaktır.

“Türkiye, gelişmekte olan piyasalar arasında e-ticaret potansiyeli olan 9. ülke”

PTT’nin bugününe ve ya-•rınına değinmek gerekirse, Genel Müdürü olduğunuz bu güzide kuruma dair beklentileriniz nelerdir?

HABERA J A N DA / SÖYLEŞİ

>> PTTKart (Posta çeki hesap, asker ve emekli PTTKart): Posta çeki hesap sahiplerine Temmuz 2015 sonu itibariyle 6 milyon 501 bin 732 adet Maestro logolu PTTKart tahsis edilmiştir.

Sosyal PTTKart: 19 Haziran 2013 itibariyle sosyal yardım alan hak sahiplerine ön yük-lemeli PTTkart tahsis edilmiştir. Temmuz 2015 sonu itibariyle 1 milyon 370 bin 62 adet kart, PTT işyerlerine gönderilmiştir; 756 bin

381 adet kart, aktif ola-rak kullanılmaktadır.

Kurumsal PTTKart: Kurumsal müşteri-lere yönelik PTTKart çalışmaları kapsa-mında 20 Nisan 2015 tarihinde başlatılan pilot uygulama başarılı şekilde tamamlanarak, 7 Temmuz 2015 tari-hinde yaygınlaştırma yapılmıştır. Proje kap-samında kullanılmak üzere 250 bin PTTKart stoklara alınmıştır.

PTT Bonus Kredi Kartı: 12 Nisan 2012 ta-

rihinde müşterilerimi-zin hizmetine verilen bu hizmetle Temmuz 2015 sonu itibariyle 7 bin 622 adet kart müş-terilerin kullanımına sunulmuştur; 2 bin 837 adet kart aktif olarak kullanılmaktadır.

PTT Mobil Havale: Şirketimiz bünyesinde posta çeki hesap sa-hibi müşterilerimizin işlemlerini kolaylaş-tırmak, zamandan ve işlem maliyetlerinden tasarruf etmelerini sağlamak amacıyla isme havale, posta çeki

aktarma, diğer banka hesaplarına para gön-derme gibi para trans-feri seçeneklerine ek olarak PTTMatik, İPÇ ve CepPTT üzerinden kabul işlemi yapılmak üzere alıcı bilgisine cep telefonu numarasını tanımlayarak, (PTT nezdinde hesabı olsun veya olmasın) herhan-gi bir GSM operatörünü kullanan herkese para transferi yapılabil-mesini sağlayan “PTT Mobil Havale”, 28 Nisan 2015 tarihinde hizmete sunulmuştur.

>> Şirketimiz ev sahipliğinde düzenle-nen söz konusu sem-pozyumlara yaklaşık 50 ülkenin posta idaresi temsilcilerinden katılım sağlanmakta olup, her yıl belirlenen tema kap-samında ilgili yerli ve yabancı özel şirket ve kuruluşlardan da tem-silciler bu sempozyum-da yer almaktadırlar.

26. Dünya Posta Birliği (UPU) Kongresi: Şirketimiz 192 üyeden oluşan ve yurtdışı posta ve paralı posta hizmetlerine ilişkin kararların alındığı Bir-

leşmiş Milletler’e bağlı Dünya Posta Birliği’nin (UPU) kurucu üyeleri arasında yer almak-tadır. Birlik tarafından her dört yılda bir Kong-re yapılmakta ve bura-da alınan kararlar tüm üye ülkeler tarafından gelecek kongreye kadar 4 yıl süresince uygulanmaktadır. UPU’da idarî ve işletme konularında kararların alındığı İdarÎ Konsey ile Posta İşletme Konseyi adı altında 2 konsey yer almakta ve bu konseylerin üyeleri kongreler sırasında yapılan seçimlerle

belirlenmektedir. İdarî Konsey’in başkan-lığını ise Kongre’ye ev sahipliğini yapan ülke 4 yıl boyunca sürdürmektedir. Önü-müzdeki Kongre 2016 yılında yapılacak olup, Türkiye’nin ev sa-hipliğine aday olduğu UPU’ya bildirilmiştir.

Şirketimizin 2016 yılında düzenlenecek Kongre’ye ev sahipliği yapması, 2012 yılında Katar’da yapılan 25. Kongre’de karara bağ-lanmıştır. 19 Eylül-7 Ekim 2016 tarihleri ara-sında İstanbul’da yapı-

lacak 26. UPU Kongresi için 2013 yılında 3 UPU temsilcisinden oluşan bir heyet ile İstanbul’da bulunan kongre mer-kezleri incelenmiş, ücretler ve teknik yeterlilikler açısından yapılan değerlendir-meler sonucu en uygun koşulları sağlayan Hilton Bomonti Kongre Merkezi, Kongre’nin yapılacağı mekân olarak seçilerek bir anlaşma sağlanmış-tır. UPU ile şirketimiz arasında Kongre’nin düzenlenmesine yöne-lik çalışmalar sürdü-rülmektedir.

BANKACILIK ALANINDAKİ PROJE VE KAMPANYALAR

ULUSLARARASI ALANDAKİ PROJELER

PTTKART Projesi: Posta çeki hesap sahipleri, emekli maaşı alanlar, asker-lik yükümlüleri ve sosyal yardım alanlara yönelik olarak hizmete verilen PTTKart projesinde Ağustos 2015 sonu itibariyle 9 milyon 871 bin 694 adet PTTKart, müşterilerimizin hizmetindedir.

ULUSLARARASI Posta Sempozyumları: Şirketimiz tarafından küresel-leşme nedeniyle uluslararası alandaki ortak çıkarların daha üst düzeye çıkarılması ve savunulması için ortak değerleri paylaştığımız ülkelerle görüş alışverişinde bulunulmasına ve işbirliği fırsatlarının görüşülmesi-

ne imkân sağlamak amacıyla PTT öncülüğünde, son yıllarda ön plana çıkan konular da göz önünde bulundurularak, 2008 yılından bu yana her yıl bir uluslararası posta sempozyumu düzenlenmektedir.

Page 89:  · haber HÜR TEFEKKÜRÜN KALESİ Aylık Siyaset, Strateji ve Toplum Dergisi KASIM 2015 YIL 9 SAYI 108 15 TL  Yayınları PROF. DR. TURAN GÜVEN Küresel güç

87kasım 2015

175 yıllık tarihiyle ülkemizin en köklü kuruluşları arasın-da yer alan şirketimiz, ülke geneline yayılmış geniş bir hizmet ağına sahiptir ve bugün 4.500’ün üzerinde işyerimiz ile hizmet veriyoruz.

Özellikle ticarî kaygılardan dolayı hiçbir bankanın bulun-madığı bin 563 yerleşim ye-rinde PTT işyerlerini görmek mümkün. Büyük şehirlerde ya-şayan müşterilerle kırsal kesim-de yaşayan müşteriler arasında adeta finansal bir köprü duru-munda olan PTT, bu sayede tanınırlık ve güven anlamında sektördeki diğer firmaların da çok önünde. Uygulamış olduğu düşük ücret politikasının yanı sıra hizmet kanallarının çeşitli-liği gibi avantajları da PTT’nin bugünkü konumuna gelmesin-de ayrı bir öneme sahip. Bugün gelinen noktada devlet teşvi-kinin yanı sıra anonim şirket yapılanması ile hem devlet güvencesine sahip olup, hem de şirket dinamizmine entegre olması, şirketimizi müşteriler için daha çekici kılıyor.

Şirketimizin posta, banka ve lojistik alanlarında ürün çeşitliliğini arttırması ve ayrıca ülkemizin tek evrensel hizmet sağlayıcısı olması avantajıyla posta gönderileri için pazar-da rakibinin bulunmaması PTT’yi öncü bir kuruluş yapıyor. Gelecekte bu vasfını, teknolojik gelişmeleri yakından takip ederek çok daha ilerilere taşıyacaktır.

Dünyada ve ülkemizde in-ternet kullanımının artması ve sosyal medyanın gelişmesi ile hem hedef kitleye ulaşım daha hızlı olacak, hem de pazarlama masrafları azalacak. Ayrıca teknolojinin artmasıyla müşteri ihtiyaç ve beklentilerini zama-nında karşılama gücü de arta-caktır. Kargo taşımacılığının ve özellikle lojistiğin gelişimiyle e-ticaretin gelişimi de büyük

Mehmet Serhat Bıçak

A RŞİV Projesi: 433 sıra nu-maralı VUK Genel Tebliği kapsamında Gelir İdaresi

Başkanlığı’ndan e-Arşiv uygula-ması izni alan mükelleflerin vergi mükellefi olmayan tüketicilere ve e-Fatura’ya kayıtlı olmayan vergi mükelleflerine kestikleri faturaların elektronik ortamda hazırlanması, gönderilmesi ve arşivlenmesi uygulamasıdır. PTT A.Ş.’nin E-Arşiv Özel Entegra-törlük hizmetini verebilmesi için gerekli işlemlerin tamamlanarak kısa süre içerisinde hizmete başlanması planlanmaktadır.

E-Apostil Projesi: Resmî bir belgenin başka bir ülkede kul-lanılmasını elektronik ortamda sağlamakta olan uygulamadır. 5 Ekim 1961 tarihli Apostil Kon-vansiyonu uyarınca yakın zamana kadar kâğıt ortamda yürütülen bir belgenin apostillenmesi işleminin elektronik ortamda güvenli elekt-ronik imza ve zaman damgası ile gerçekleştirilmesi yöntemidir. PTT A.Ş.’nin E-Aspotil hizmetini verebilmesi için gerekli işlemlerin tamamlanarak kısa süre içerisinde hizmete başlanması planlanmak-tadır.

E-Tebligat Projesi: 19 Ocak

2013 tarihinde elektronik tebli-gat yönetmeliğinin yayınlanması-nı müteakip, 22 Nisan 2013 tari-hi itibariyle e-Tebligat hizmetinin verilmesine başlanmıştır. 15 Eylül 2015 tarihi itibari ile sistemimize kaydedilen 61 bin 416 üye elekt-ronik tebligat hizmetinden tebli-gat alıcısı olarak faydalanabilecek nitelikte olup, kayıtlı üyelerden tebligat çıkarmaya yetkili olan 3 bin 256 tanesi ise elektronik tebligat hizmetinden gönderici olarak faydalanacak konumdadır.

Hızlı Tebligat Projesi: Birbirine benzer özelliği olan ve farklı ücretler uygulanan APG ve KKTG ek hizmetli tebliğ evrakının tek çatı altında toplanarak kaynakla-rın etkin kullanılması ve hizmetin kalitesinin yükseltilmesi amaç-lanmış ve 4 Temmuz 2011 tarihi itibariyle “Hızlı Tebligat” hizmeti uygulamaya konulmuştur. Hızlı tebligat, postaya verildiği şehir dağıtım alanı içerisinde 1 gün (24 saatte), il sınırları içinde kabulden itibaren en geç ertesi gün, iller arasında kabulden itibaren en geç 2 gün sonra teslim edilmesi, mazbatasının ise en geç iki gün içerisinde çıkış merciine teslim edilmesi hedeflenerek uygulama-

ya başlanmıştır. Müşteriler www.ptt.gov.tr web sayfası üzerin-den, 444 1 788 çağrı merkezin-den veya PTT merkezine giderek hızlı tebligat hizmetinden yarar-lanabilmekte, birden fazla hızlı tebligat göndermek isteyen kişi ve kurumların tebligatları adres-lerinden kabul edilmektedir.

Yurtdışı E-Ticaret: Gümrük ve Ticaret Bakanlığı Gümrükler Genel Müdürlüğü’nce yapılan bir düzen-leme ile idaremize dolaylı temsil yetkisi verilmiş olup, bu kapsam-da basitleştirilmiş usulde ticarî eşya kabul hizmetine 4 Şubat 2013 tarihinden itibaren baş-lanmıştır. Bu hizmet kapsamında mikro ticaret yapanlar herhangi bir gümrük işlemi yapmaksızın maksimum 30 kilograma, kapsam değeri 7 bin 500 avroya kadar olan ticarî eşyalarını postaya verebilecektir.

Lojistik Üs Kurulması: PTT A.Ş.’nin rekabete uygun olarak lojistik ile ilgili alanlarda yapılan-dırılması kapsamında 2015-2019 yılları arasını kapsayan dönem-de İstanbul, Ankara, Bursa ve Şanlıurfa’da lojistik üs kurulması çalışmalarına başlanmıştır.

POSTA VE KARGO ALANINDAKİ PROJE VE KAMPANYALAR

Page 90:  · haber HÜR TEFEKKÜRÜN KALESİ Aylık Siyaset, Strateji ve Toplum Dergisi KASIM 2015 YIL 9 SAYI 108 15 TL  Yayınları PROF. DR. TURAN GÜVEN Küresel güç

88 kasım 2015

bir ivme kazanacaktır. Ülke-miz, coğrafik konumu gereği yaygın bir ulaşım ağına sahip; genç bir nüfusa sahip olmanın avantajıyla da hem personel istihdamı açısından, hem de interneti çok kullanan ve sosyal medyayla aktif olarak ilgile-nen potansiyel müşteri hacmi açısından e-ticaret potansiyeli olan bir ülke konumundayız.

Uluslararası yönetim danış-manlığı firması AT Kearney’in gelişmekte olan ülkelerdeki e-ticaret pazarlarının çekici-liğini ve altyapısını incelediği endekste Türkiye’nin büyüme potansiyeli görülmektedir ki, bu endekse göre gelişmekte olan piyasalar arasında e-ticaret potansiyeli olan 9. ülkedir.

“Önümüzdeki

dönemde e-fatura, e-arşiv ve e-apostil hizmetlerinin verilmesini planlıyoruz”

Bilişim teknolojilerine dair •ne kadar ehil bir kimliğe sa-hip olduğunuzu biliyoruz. PTT size göre teknolojiden nasıl faydalanıyor, e-PTT çalışmalarınızla ilgili bilgi alabilir miyiz?Şirketimiz, halkımıza kali-

teli hizmetleri ucuz ve güvenli şekilde sunma gayesiyle faali-yette olduğu posta, banka ve lojistik alanlarının tamamında teknolojinin kullanımına özen gösteriyor. Bu kapsamda, posta sektöründe Kayıtlı Posta Mad-deleri Otomasyonu, Kişisel Pul, E- Telgraf gibi hizmetler, bankacılık sektöründe İnte-raktif Posta Çeki, PTTKart, PTTMatik gibi hizmetler ve kargo taşımacılığı sektöründe kargo hizmetlerinin etkinleşti-rilmesi çalışmaları kapsamında yapılan özel motorize ekipler, özel ring seferleri, yeni posta hatları ihdası, PTTKargo’nun cep telefonu ile takibi, PTT

HABERA J A N DA / SÖYLEŞİ

SOSYAL ALANDA PROJE VE KAMPANYALAR

PTT’NİN DİĞER SOSYAL PROJE VE KAMPANYALARI

AİLE Dostu Kampanyası: “Türkiye’de Aile Birliğinin Güçlendirilmesi ve Korunması Eylem Planı”na destek olmak amacıyla aile fertlerinin birbi-rine göndereceği gönderilerin yüzde 10 indirimli olarak taşınması için 18 Haziran 2013 tarihinden itibaren “Aile Dostu Kampanyası” başlatılmıştır.

ŞİRKETİMİZ çeşitli sosyal projelerin, sportif faaliyetlerin, özel gün ve haftalarda düzenlenen etkinliklerin, yardım kampanyalarının bizzat düzenleyicisi veya katılımcısı olarak çalışmalarda bulunmakta ve bunu ülkemiz insanına karşı yerine getirilmesi gereken sosyal bir sorumluluk olarak görmektedir.

>> Kitap Taşımacılığı: Kitap okuma alışkan-lığının geliştirilmesi ve eğitim-kültür ala-nındaki gelişmelere katkı sağlanabilmesi amacıyla 1 Mart 2012 tarihinde hayata geçi-rilen proje kapsamında, içeriğinde kitap bulu-nan gönderilerin taşın-masında büyük indirim yapılarak 1 kilograma kadar olan gönderiler 3 TL, 1-30 kilogram arası gönderiler yüzde 50 ve 30 kilogram üzeri gönderiler yüzde 30 indirimli kabul edil-mektedir.

Engellilere Karşı Sorumluluk: Dünya Engelliler ve Dostları

Derneği ile şirketimiz arasında imzalanan “Kapak Topla, Engelli-leri Sevindir Kampan-yası” ile toplanan mavi kapaklar (30 kilogra-ma kadar) ve engelli vatandaşlarımıza ulaştırılacak tekerlekli sandalyeler Türkiye’nin her yerine 5,50 TL gibi sembolik bir ücretle taşınmaktadır.

Nüfus ve Vatan-daşlık İşleri Genel Müdürlüğü’ne Ait Kim-lik Kartlarının Türkiye Genelinde Dağıtım ve Teslim İşlemleri: Şirke-timiz bu konudaki tüm hazırlık ve düzenle-meleri tamamlamıştır. Bu konuda Nüfus ve

Vatandaşlık İşleri Genel Müdürlüğü’nün hazır-lıklarının ve düzenle-melerinin tamamla-ması beklenmektedir.

Üniversite ve Askerî Birlik İndirimleri: Sözleşme imzalanan kurumun üniversite, polis akademileri, polis meslek yüksekokul-ları, harp akademileri gibi olması halinde, buralarda çalışan personelin, öğretim üyelerinin, görevlileri-nin ve öğrencilerinin, askeri birlik olması halinde onbaşıya kadar (onbaşı dâhil) asker ve jandarma eratının, askerî okullar, öksüz yatılı ve Darüşşafaka

okulları olması halinde öğrencilerinin gönde-receği kargo ve APS kuryelere, kurumun bulunduğu ilden pos-taya verilmesi şartıyla, kuruma uygulanan in-dirim oranında indirim uygulanması imkânı sağlanmıştır.

Ayrıca tüm kamu kurum ve kuruluşla-rının her türlü gönde-rileri ile bankalara ait kartların şirketimiz tarafından dağıtım ve teslim işlemlerinin sağlanması yönünde il-gili kurumlar nezdinde görüşmeler ve protokol imzalanması çalışma-ları devam etmektedir.

>> Tebrik Kartı Kam-panyaları: Şirketimiz tarafından Yılbaşı, Sevgililer Günü, Rama-zan Bayramı ve Kurban Bayramlarında tebrik kartı kampanyaları, ay-rıca Anneler Günü’nde ise mektup kampan-yaları aktif olarak düzenlenmekte olup, yine bu kampanyalar çerçevesinde posta kargosu ve APS kurye gönderilerinden yurtiçi varışlı olanlarına yüzde 10 indirim uygulanarak müşterilerimize kolay-lık sağlanmaktadır.

Kargo Ücret İndiri-mi: Geleneksel posta hizmetlerimizde yap-

tığımız kampanyaların yanı sıra, şirketimizin GSM sektöründe ca-zip fiyat politikası ve yüksek hizmet kalitesi ile müşterilerimize sunduğu PTTCell hiz-metimizi kullanan müşterilerimize, bir diğer hizmetimiz olan PTTKargo ile gönderdiği kargolarda yüzde 20 kargo ücret indirimi sunmaktayız. Bu sa-yede müşterilerimizin hizmetlerimizden en üst seviyede fayda elde etmelerini amaçlamak-tayız. Ayrıca ülkemizin ilk 3 boyutlu elektro-nik ticaret sitesi olan epttavm.com sitemiz

üzerinden gerçekleş-tirdiğimiz kampanyalı fırsat ürünlerimizi su-narak müşterilerimizin alışverişlerini keyif ve güvenle yapabilmelerini sağlamaktayız.

Lösemili Çocuklara Destek Verilmesi: Bu proje kapsamında löse-mili çocuklar yararına çalışmalar yürütülmesi, kurumsal olarak katkı sağlamak amacıyla Lösemili Çocuklar Vakfı ile protokol imzalanmış olup, 25 Haziran 2014 tarihinden itibaren LÖSEV’in 120660 no’lu posta çeki hesabına yapılan bağışlardan yatırma ücreti alınma-

ması uygulamasına başlanmıştır. Ayrıca LÖSEV tarafından hazırlanan afişlerin işyerlerimizde sergilen-mesi, flamaların ücret alma makinelerinde tatbik edilmesi ve stant açma taleplerinin kar-şılanması hususunda başmüdürlüklere tebliğ yapılmıştır.

Sevgi Evlerinde Yaşayan Çocuklarla İlgili Çalışmalar: Ankara Sevgi Evlerinde bakım altına alınan yaklaşık 400 çocukla personeli-mizin 4-12 yaş aralığın-daki çocuklarının hem keyifli ve güzel bir hafta sonu geçirmeleri, hem

Page 91:  · haber HÜR TEFEKKÜRÜN KALESİ Aylık Siyaset, Strateji ve Toplum Dergisi KASIM 2015 YIL 9 SAYI 108 15 TL  Yayınları PROF. DR. TURAN GÜVEN Küresel güç

89kasım 2015

Kargomatik gibi hizmetler ile birlikte e-yazışma, e-tebligat, kayıtlı elektonik posta, hybrit mail projeleri de şirketimiz hizmetlerinin teknolojik alana entegrasyonunun sağlanması yönünde atılmış adımlar olarak değerlendirilebilir.

Bununla birlikte, günümüz-de internet ve mobil haber-leşme kullananların sayısı ve sektör pazarının büyüklüğü her geçen gün artmaktadır. Ülkemizde de özellikle ICT sektöründe son yıllarda büyük ilerlemeler kaydedilmiştir. Gerek mobil abone sayısı ve gerekse internet kullanıcısı sayısı her geçen gün artmakta, ICT sektörünün yıllık cirosu da buna paralel olarak artış göstermektedir.

Dünya çapında büyük işlet-mecilerin de yer aldığı ülkemiz ICT sektöründeki bu hızlı büyüme, şüphesiz PTT A.Ş. olarak bizim de ilgimizi çek-miştir. Çok büyük mali hac-min konuşulduğu, kârlılık ve verimlilik açısından bu kadar büyük ve dinamik bir pazardan kendimizi soyutlamanın doğru olmayacağı bilinciyle bu sek-töre yönelik bazı çalışmaların içerisindeyiz.

Önümüzdeki dönemde e-fatura, e-arşiv ve e-apostil hizmetlerinin verilmesi de planlanmaktadır. E-fatura özel entegratörlük hizmeti kapsamında PTT A.Ş. olarak izin alınmış olup, şirketimiz özel entegrasyon izni alanlar listesinde yayınlanmış ve ge-rekli hazırlıklar yapılarak son aşamaya gelinmiştir. E-arşiv uygulaması ile vergi mükellefi olup e-faturaya geçmemiş şirketlere düzenlenecek fatu-ralar ve daha çok şirketlerin tüketicilere kestikleri fatu-raların elektronik ortamda hazırlanması, gönderilmesi ve arşivlenmesi planlanmaktadır. E-apostil ise resmî bir belgenin

başka bir ülkede kullanılmasını elektronik ortamda sağlamak için kullanılan bir uygulamadır.

Şirketimiz e-ticaret ala-nında da faaliyet göstermekte olup, bu itibarla 17 Mayıs 2012 tarihinde sanal alışveriş sitesi epttavm.com’u hizmete açmıştır. Epttavm, internet üzerinden çeşitli sektörlerde faaliyet gösteren şirketlere ait ürünlerin satıldığı, pazar yeri modeliyle çalışmakta olan bir e-ticaret platformudur. Hizmet sözleşmesi imzalanan 699 adet firma tarafından sitemizde 1 milyon 400 binden fazla ürün satışa sunulmaktadır. Ayrıca www.epttavm.com e-ticaret sitesini uluslararası hizmete açmak üzere Kosova, Ürdün ve Azerbaycan ile PTT A.Ş. arasında görüşmeler yapılmış, Kosova ile anlaşma imzalanmış ve gerekli çalışmalar başlatıl-mıştır.

Her geçen gün sunduğu hizmet sayısını arttıran şirke-timize, 2011 yılında, Tebligat Kanunu’nda yapılan değişik-likle fizikî tebligatta olduğu gibi elektronik ortamda yapılan tebligatların da muhataplarına

iletilmesi görevi verilmiştir.

Son olarak kamu kurum ve kuruluşları arasında yapılan resmî yazışmaların PTTKEP altyapısı kullanılarak karşılıklı şekilde elektronik ortamda yü-rütülmesi için geliştirilmiş bir e-yazışma sistemi kapsamında, hâlihazırda 43 kamu kurum ve kuruluşuna PTTKEP sistemi ile e-yazışma yapabilmesi için entegrasyon sağlanmıştır.

“PTT, ülkemizin tahsilat merkezi olma yolunda emin adımlarla ilerlemek-tedir”

Bugün PTT’nin birçok •alanda hizmeti bulunuyor ki PTT Kargo, PTT Bank, PTTCell gibi çalışmalar, vatandaşlarımız tarafından her zaman en kolay ulaşıla-bilir hizmetler arasında. Bu hizmetlere dair bilgi alabilir miyiz?

Şirketimiz kargo taşımacı-lığı piyasasında daha etkin ve verimli olarak yer alabilmek için 2008 yılında PTT Kargo hizmetini uygulamaya almıştır.

Ardından 2015 tarihinde yü-rürlüğe giren PTT A.Ş. Posta ve Kargo Hizmetleri Usul ve Esasları kapsamında haberleş-me niteliği taşıyan yazılar bu-lunmayan, en fazla 30 kilogram ağırlığa veya 300 desimetreküp hacme sahip her türlü maddeyi kapsayan yurtiçi gönderiler “posta kargosu”, ağırlık, boyut ve hacimsel olarak bunun üze-rinde olanlar ise “kargo” olarak tanımlanıyor.

Posta kargosu ve kargo gön-derileri, gönderilerin kabulden teslime kadar tüm aşamaların-da “KPAPG” adı verilen oto-masyon sistemimiz üzerinde kayıt altına alınıyor. Otomas-yon sistemi online işleme açık tüm işyerlerimizde mevcut. Ayrıca kargo gönderilerinin kabulü esnasında gönderinin ne zaman teslim edileceği bil-gisi de göndericilere veriliyor.

Ayrıca PTT Kargo, piyasa-da fiyat düzenleyici ve denge sağlayıcı pozisyondadır. Ücret politikasını her zaman müşteri lehine olacak şekilde belirle-mektedir. Ücretlerimiz, diğer firmalar gibi kilometre başına değil, ağırlık veya hacme göre

Mehmet Serhat Bıçak

Page 92:  · haber HÜR TEFEKKÜRÜN KALESİ Aylık Siyaset, Strateji ve Toplum Dergisi KASIM 2015 YIL 9 SAYI 108 15 TL  Yayınları PROF. DR. TURAN GÜVEN Küresel güç

90 kasım 2015

Türkiye’nin her yerine (köy, bucak dâhil) eşit ücrettedir.

PTT Bank hizmetleri-miz kapsamında, şirketimiz, 4.500’ün üzerinde işyeri ve 2.000’in üzerinde PTT Matik ile müşterilerimize hizmet vermektedir. Türkiye genelinde 141 yerleşim yerinde PTTMa-tik dışında hiçbir bankaya ait ATM bulunmamaktadır. Bununla birlikte, PTTMatik cihazları ortak ATM sistemine dâhil edilerek yurtiçi/yurtdışı diğer banka kartları ile nakit çekim yapılabilmesi imkânı sağlamaktadır. Bankacılık alanında 1 Haziran 2006 ta-rihinde başlatılan PTT Bank İnternet Bankacılığı (İPÇ) ile müşterilerimiz, havale, kredi kartı ve fatura tahsilatı işlem-lerinin yanı sıra posta çeki hesapları arasında veya diğer banka hesaplarına para aktar-ma, mobil havale, otomatik ve periyodik ödeme talimatı, bakiye öğrenme gibi işlemleri de yine internet üzerinden yapabilme imkânına sahip olmuşlardır. Şirketimize Mer-kez Bankası tarafından EFT yapma yetkisinin verilmesi ile İPÇ kullanıcı sayısının ve buna bağlı olarak finans sektöründe-ki pazar payımızın da önemli oranda artmasını bekliyoruz.

2 binden fazla işyerimizde hızlı para transferinin sağlan-dığı Western Union hizmeti-mizle ülkemizdeki 14 acente arasında bu yıl şirketimiz en çok işlem hacmine sahip birin-ci acente konumuna gelmiştir. Şirketimiz, 2014 ve daha son-raki yıllarda da en çok işlem yapan acente unvanına sahiptir.

26 banka ile yapılan farklı alanlardaki işbirliği anlaş-maları, 23.05.2013 tarih ve 28655 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan “6475 sayılı Posta Hizmetleri Kanunu” uyarınca kendi mevzuatı çerçevesinde yetkili olduğu ve yürütmekte

HABERA J A N DA / SÖYLEŞİ

de projenin bir parçası olarak kaynaşması ve birlikte hoşça vakit geçirmeleri amacıyla Ankara’da Leyla Gencer Sahnesi’nde “Peter Pan Müzikali”nin gösterimi gerçekleştirilmiştir. Ayrıca katılımcı perso-nel çocuklarına uygun görecekleri bir alana, Ankara Sevgi Evlerinde bakım altına alınan çocukların bakım evi kampüsüne “sevgi ağacı” olarak dikme-leri için 500 çam fidanı dağıtılmıştır.

Yaşlı Huzurevleri ve Bakımevlerinin Ziyaret Edilmesi: Bizleri bugünlere ve gelece-ğe hazırlayan, dün ile bugün arasında köprü kuran, kültürümüz ve değerlerimizi yarınlara taşımamızı sağlayan en değerli varlıklarımız olan yaşlılarımızın gönüllerini almak ve unutulmadıklarını hatırlatmak amacıyla her yıl Yaşlılara Saygı Etkinliği düzenlenmek-tedir.

Gaziler Günü: Türk Silahlı Kuvvetleri Re-habilitasyon ve Bakım Merkezi’nde bulunan gazilerimiz, Gaziler Günü’nde ziyaret edil-mektedir.

Personelimize Yö-nelik Sosyal ve Sportif Faaliyetler: İlk etapta Ankara’da görev yapan Genel Müdürlük ve Başmüdürlük persone-line ülkemizin tarihî ve kültürel güzelliklerini de tanıtmak amacıyla zaman zaman gezi programları hazırlana-rak “PTT Kültür Turları” yapılmaktadır.

Özel Günlere İlişkin Etkinlikler: Her yıl Dünya Kadınlar Günü ve Anneler Günü do-layısıyla bayan perso-nelimize günün anlam ve önemine binaen konferans, şiir dinletisi ve söyleşiler düzenlen-mektedir.

PTT Türk Halk Müziği Korosu: PTT Türk Halk

Müziği Korosu, beşinci konserini 19 Haziran 2014 tarihinde Ankara Resim Heykel Müzesi Konser Salonu’nda gerçekleştirmiştir. 2015 yılı için de çalışmalar yapılmaktadır.

Küresel İlkeler Sözleşmesi’nin im-zalanması: Birleşmiş Milletler Küresel İlkeler Sözleşmesi (UN Global Compact), küresel-leşmenin artan hızına paralel olarak sürdürü-lebilirlik ve kurumsal sorumluluk anlayış-ları çerçevesinde hem politika üretmek, hem de uygulamaya geçmek üzere oluşturulan en kapsamlı platformdur. Şirketimiz, 27 Ağustos 2012’de sözleşmeye ta-raf olan ilk ve tek kamu kurumu olma özelliğini taşımaktadır.

Her Personel İçin 1 Ağaç, Yılda 30 Bin, 5 Yıl-da 150 Bin Ağaç Projesi: Genel Müdürlüğümüz ile Ağaçlandırma ve Erozyon Kontrolü Genel Müdürlüğü arasında 22 Nisan 2008 tarihinde protokol imzalanmış olup, bu protokol, kuru-mumuzun merkez ve bağlı taşra teşkilatını da kapsamaktadır. Bu pro-tokol gereğince şirketi-mizdeki mevcut 30 bin çalışan personel adına her yıl 30 bin fidan dikilmesi kararlaştırıl-mıştır. Kargo Gönderisi Karşılığı Ağaç Dikilmesi Projesi kapsamında gerçekleştirilenler dâhil, bugüne kadar şirketi-miz son 6 yılda 2 milyon 280 bin 620 TL karşılığı 266 bin 750 adet ağaç dikimi gerçekleştirerek çevreye duyarlılığını göstermiştir.

Balkan Ülkeleri Posta Dağıtıcıları Yürüyüş Yarışması: Ülkemiz adına iştirak ettiğimiz “Balkan Ülkeleri Posta Dağıtıcıları Yürüyüş Yarışması”nda şir-ketimiz sporcuları bugüne kadar aldıkları sonuçlarla ülkemizi en güzel şekilde temsil

etmişlerdir. Söz konusu yürüyüş yarışmasının bu yıl 44.’sü düzenle-necek olup, yarışmada ülkemizi temsil edecek sporcuların belirlendiği “2015 Yılı Postacı Yürü-yüş Yarışması Türkiye Finali” 25 Mayıs 2015 günü Antalya-Belek’te yapılmıştır.

Ekmek İsrafını Önleme Kampanyası: 2013 yılında başlatılan proje kapsamında, şirketimizde, Ek-mek İsrafını Önleme Kampanyası’yla ilgili olarak tüm teşkilatımız bilgilendirilmiş olup, şir-ketimize ait yemekha-nelerde ekmek israfını önleyici tedbirler alın-ması, yemekhanelerde tam buğday ekmeğine geçilmesi ve kampan-ya çerçevesinde tam buğday ekmeği tüketi-minin teşvik edilmesini teminen başmüdürlük-lerimize tebliğ yapılmış, projenin koordinasyo-nunun sağlanması ve bu kapsamda yapılan çalışmaların belli dö-nemlerde raporlanması sağlanmıştır. Genel Müdürlüğümüz inter-net sitesinden www.ekmekisrafetme.com internet adresine link verilmesi, Genel Müdür-lüğümüz internet site-sinde kampanya süre-since yayında kalmak üzere kampanya logo-sunun yayınlanması, personele kısa mesaj ve/veya e-posta for-matında kampanya ile ilgili bilgilendirme ya-pılmasının sağlanması, uygun eğitim, panel, konferans, seminer gibi faaliyetlerde ekmek israfının önlenmesine yönelik konulara yer verilmesi, şirketimizce hazırlanan kamu spotu filminin izletilmesi ve personele ihtiyaç fazlası ve bayatlayan ekmek-lerin değerlendirilmesi ile ilgili eğitim verilmesi için gerekli çalışmalar yapılmıştır.

Yardım Kampan-yaları Düzenlenmesi:

Başbakanlık genelgeleri kapsamında Başba-kanlık Afet ve Acil Durum Yönetimi Baş-kanlığı (AFAD) koordi-nasyonunda düzenle-nen yardım kampan-yalarına şirketimizce de katkı sağlanabilmesi için yardım kampanya-ları düzenlenmektedir. Bugüne kadar düzen-lenen yardım kampan-yaları şunlardır: Soma Kazazedelerine Yardım Kampanyası, Somali’ye Yardım Kampanyası, Pakistan’a Yardım Kampanyası, Filistin’e Yardım Kampanyası, Myanmar’a Yardım Kampanyası, Suriye’ye Yardım Kampanyası, Gazze’ye Yardım Kam-panyası.

Kan ve Organ Bağışı Projesi: Şirketimizin, sosyal sorumluluğunu yerine getirmek sure-tiyle bir nebze de olsa ülkemizdeki kan, organ ve doku ihtiyacına katkı sağlamak amacıyla tüm personelimizi bağış yapmaya teşvik etmek ve bunu alışkanlık ha-line getirmelerini sağ-lamak için şirketimiz ile Türk Kızılay’ı arasında kan bağışı kampan-yası düzenlenmesini teminen hazırlanan protokol 3 Şubat 2011 tarihinde imzalanmıştır. 2011 yılından günü-müze kadar toplamda 16 bin 284 kişi şirketi-mizin yapmış olduğu kampanya vasıtasıyla kan bağışında bulun-muştur. Organ bağışı kampanyası yapılması hususundaki protokol 8 Haziran 2012 tarihinde Sağlık Bakanlığı Tedavi Hizmetleri Genel Mü-dürlüğü ile imzalanmış ve 1 Ocak 2013 itibariyle kurum personelimiz ve müşterilerimizin organ bağışı yapmaları sağ-lanmıştır. Bu kapsamda 2013 yılından günümü-ze kadar toplamda 2 bin 696 kişi şirketimizin yapmış olduğu kam-panya vasıtasıyla organ ve doku bağışında bulunmuştur.

Page 93:  · haber HÜR TEFEKKÜRÜN KALESİ Aylık Siyaset, Strateji ve Toplum Dergisi KASIM 2015 YIL 9 SAYI 108 15 TL  Yayınları PROF. DR. TURAN GÜVEN Küresel güç

91kasım 2015

bulunduğu bankacılık faaliyet-lerini BDDK’nın 29.04.2004 tarih ve 1262 sayılı kararı ile “PTT Bank” tanıtıcı işareti adı altında sunulmasına yönelik olarak verilen yetki çerçevesin-de sürdürülmektedir. Bankalar adına; kredi başvurusu topla-ma, kredi kullandırma, kredi kartı ve bireysel kredi tahsilatı, nakit yatırma, nakit çekme, dövizli tahsilat ile başvuru evrakı toplama ile para trans-feri hizmeti de PTT Bank’ta verilmektedir. Şirketimiz bün-yesindeki gerçek ve tüzel kişi posta çeki hesap sahiplerinin, hesaplarındaki bakiyeleri banka ATM’lerinden nakit çekim, yurtiçi/yurtdışı alışverişlerde nakit yerine kullanabilmesi ve PTTMatik’lerde nakit çe-kim ile birlikte fatura ödeme, anlaşmalı kuruluş ödemeleri, aktarma gibi işlemleri yapa-bilmelerini teminen PTTKart projesi, 19 Nisan 2011 tarihin-de hizmete girmiştir.

Sosyal PTTKart projesi kapsamında Aile ve Sosyal Po-litikalar Bakanlığı’nca yapılan protokol ile anılan ve Bakan-lıkça yapılan tüm sosyal yardım ödemeleri, UNICEF-Milli Eğitimi Bakanlığı ve Diyanet Vakfı ile yapılan protokoller ile ülkemizde eğitim-öğretim faaliyetlerine gönüllü katılan Suriyeli öğretmen ödemeleri, Yurdışı Türkler ve Akraba Top-luluklar Başkanlığı ile yapılan protokol ile Suriyeli öğrencilere yapılan burs ödemeleri ve Sos-yal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı’nın yardım ödemeleri, hak sahiplerine teslim edilen ön ödemeli kartlar aracılığı ile yapılması sağlanmıştır.

Milli Savunma Bakan-lığı Asker Alma Dairesi Başkanlığı’nca veya bağlı Asker Alma Bölge/Askerlik Şube Başkanlıklarınca yükümlülere yapılan iaşe bedeli ve taşıma ücretleri ile diğer nakdî öde-melerin hak sahiplerine PTT

işyerlerinden yapılması ve hak sahiplerine posta çeki hesabı açılarak adreslerine Asker PTTKart gönderilmesi uygu-lamasına başlanmıştır. Bu kap-samda önemle ifade edebiliriz ki, PTT bankacılık alanında faaliyet gösteren önemli ku-rumlardan biri konumundadır.

Bilgi ve iletişim teknolo-jilerindeki gelişmeler takip edilerek sunulan hizmetlerin çeşitliliği de arttırılmıştır. Va-tandaşların taleplerinin artması

ve beklentilerinin çeşitlenmesi, sunmuş olduğumuz hizmet-lerimizde vatandaş odaklı bir stratejik yaklaşımın benim-senmesini gerekli kılmıştır. PTT’nin yurt genelinde yaygın işyeri ağı ile sermaye piyasasına tüm vatandaşlarımızın ulaşma-sı sağlanmıştır.

Ayrıca sektördeki faaliyet-lerini ve müşterilere sunulan hizmet çeşitliğini arttırmayı hedefleyen şirketimiz, “PTT Sigorta Yeri Platformu” adı

altında, sigortacılık hizmetleri tek bir çatı altında toplanarak, üye sigorta şirketlerinin sun-muş olduğu ürünlerin platform üzerinden teminat-fiyat alter-natifleriyle sunmakta, gram altın çeşitlerinin “PTTAltın” adı altında PTT merkez, şube ve PTTMatik’ten müşterilere satışa sunulması, satılan altın-ların işyerlerimizden geri alın-ması işlemlerini PTT merkez ve şubelerinden müşterilerin hizmetine sunmaktadır. 349

Mehmet Serhat Bıçak

Page 94:  · haber HÜR TEFEKKÜRÜN KALESİ Aylık Siyaset, Strateji ve Toplum Dergisi KASIM 2015 YIL 9 SAYI 108 15 TL  Yayınları PROF. DR. TURAN GÜVEN Küresel güç

92 kasım 2015

HABERA J A N DA / SÖYLEŞİ

kurum ve kuruluş ile ayrı iş ve işlem için protokol imzalayan şirketimiz, ülkemizin tahsilat merkezi olma yolunda emin adımlarla ilerlemeye devam etmektedir.

“HGS Projesi, Dünya Posta Ödülleri’nin Büyüme kategorisinde 2015 birincisi oldu”

PTTCell ve HGS’ye dair •hizmetlerinize de değinelim isterseniz…HGS için proje kapsamında

14 banka ile HGS Protokolü imzalanmıştır. Ayrıca HGS satış ve bakiye yükleme işlem-

leri kapsamında 6 adet Petrol Şirketi ve bir adet GSM opera-törü ile sözleşme imzalanmıştır. PTTMatik’ler, epttavm.com web sitesinde 7/24 bakiye yük-leme işlemi sağlanmaktadır.

Triangle Management Services tarafından 2000 yı-lından beri düzenlenen ve tüm dünyadan posta işletmelerinin çeşitli kategorilerde yarıştığı Dünya Posta Ödülleri’nde (World Mail Awards) HGS Projesi ile şirketimiz, “Büyüme” (Growth) kategorisinde 2015 birincilik ödülünü kazanmıştır. Bu bağlamda gerek verdiğimiz hizmetin kalitesini sürekli iyi-leştirmek, gerekse sunacağımız

yeni hizmetler, sektörel bazdaki hedeflerimiz arasında yer alıyor.

PTTCell’e gelince… Şirketi-miz ile Avea İletişim Hizmet-leri A.Ş. arasında 16.05.2012 tarihinde imzalanan Mobil İş Ortaklığı Protokolü kapsamın-da, 31 Ocak 2013 tarihinden itibaren PTTCell markası altında mobil GSM hizmetleri verilmeye başlanmıştır. Faturalı ve faturasız en uygun tarifelerle hizmet verilmekte ve vatandaş-ların talepleri doğrultusunda tarife iyileştirmelerine devam edilmektedir. Şu an bin 300 işyerimizden PTTCell faturalı/faturasız yeni hat aktivasyon, numara taşıma ve yedek SIM

kart hizmeti verilmektedir. 2015 sonuna kadar 700 işyeri-mizde daha PTTCell hizmeti verilmeye başlanacak ve sayı 2 bine çıkarılacak.

Temmuz 2015 sonu itiba-riyle merkez ve şubelerimizden yapılan PTTCell aktivasyon işlem sayısı 629 bin 629’du. PTTCell’i tercih eden müş-terilerin yüzde 65’i PTTCell’i kullanmaya devam etmiş, 19 Ağustos 2015 tarihinde PTTCell abone tabanı 400 bin 183 olarak gerçekleşmiştir.

PTT’nin çehresi hızla değişiyor

Biraz da hâlihazırdaki •

Page 95:  · haber HÜR TEFEKKÜRÜN KALESİ Aylık Siyaset, Strateji ve Toplum Dergisi KASIM 2015 YIL 9 SAYI 108 15 TL  Yayınları PROF. DR. TURAN GÜVEN Küresel güç

93kasım 2015

projelerinizden bahsedelim dilerseniz…Şirketimizin 2015 Yılı Yatı-

rım Programı kapsamında baş-lıca 5 projemiz bulunmaktadır. Dilerseniz bunları sırayla şöyle ifade edeyim: PTT Hizmet Binaları Projesi, PTTMatik Projesi, Posta ve Kargo Hiz-metlerinin Mekanizasyonu ve Modernizasyonu Projesi, PTT Bank Yeni Konsept Projesi ve Muhtelif İşler Projesi...

PTT Hizmet Binaları Pro-jesi kapsamında 78 adedi etüt-proje olmak üzere 151 adet bina mevcuttur. 2015 yılı sonu-na kadar 17 binanın inşaatının tamamlanması hedeflenmiş, 5’i bitirilmiştir.

PTTMatik Projesi kapsa-mında 2015 yılında nakit tah-silatı yapan ve para üstü vere-bilen, 7/24 kesintisiz hizmet sağlayan ATM cihazlarından 500 adet alınması hedeflen-miştir ki şu an ihale çalışmaları devam etmektedir.

Posta ve Kargo Hizmet-lerinin Mekanizasyonu ve Modernizasyonu Projesi kap-samında Adana, Bursa, Elazığ ve Samsun illerine 4 adet Oto-matik Mektup Ayrım Sistemi alınması planlanmıştır; onun da teknik şartname çalışması devam etmektedir.

PTT Bank Yeni Konsept

PTT Genel Müdürlüğü olarak, hizmet sunduğumuz alanlarda bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da en iyi olabilmek gayesiyle çalışmala-rımızı tüm hızıyla sürdüreceğiz. Gelişen teknolojinin yakından takibi ve hizmetlerimizde bundan yararlanmaya, insan kaynağının etkin ve verimli kullanılmasına yönelik uy-gulamalara, farklı kurumlarla yapılan işbirliği anlaşmaları ile hizmet çeşitliliğimizi geliştir-meye devam edeceğiz.

Faaliyette olduğumuz posta, banka ve lojistik alanlarında tüm PTT mensupları olarak, ülkemizin 2023 vizyonunda başarılı bir kurum olarak ye-rimizi alacağız. Bu bağlamda çeşitli stratejiler belirlemek, bunları projelere dökmek ve uygulamaya koymak, kurulu-şumuz iş, işlem ve hizmetlerini evrensel hizmet anlayışı içinde hızlı, güvenli ve kaliteli suna-bilmek, müşteri beklentilerini karşılamanın yanı sıra malî açıdan ülke ekonomisine yararlı olmak, hizmet politikamızda bizim önceliklerimiz olmaya devam edecektir.

Vermiş olduğunuz bilgiler •ve misafirperverliğiniz için dergimiz adına çok teşekkür ediyorum…

Ben teşekkür ederim…

Projesi kapsamında toplam 3 bin 368 adet işyerinin PTT Bank dönüşümü sağlanarak, işyerlerimiz modern görünüm-lerine kavuşturulmaya devam etmektedir.

Muhtelif İşler Projesi kap-samında işletme hizmetlerinin idamesi ve yenilenmesini temi-nen, ihtiyaç duyulan muhtelif yazılım, donanım, malzeme ve

teçhizatın alımı yapılmaktadır.

“Ülkemizin 2023 vizyonunda başarılı bir kurum olarak yerimizi alacağız”

Son olarak şahsınız ve •kurumunuzla ilgili olarak Haber Ajanda okurlarına iletmek istediğiniz mesajla-rınızı alabilir miyiz?

Mehmet Serhat Bıçak

Page 96:  · haber HÜR TEFEKKÜRÜN KALESİ Aylık Siyaset, Strateji ve Toplum Dergisi KASIM 2015 YIL 9 SAYI 108 15 TL  Yayınları PROF. DR. TURAN GÜVEN Küresel güç

94 kasım 2015

Avrupahaberajanda

İşçi Partisi’nin geleceği: “Eski Sol”un dönüşü

>> Yüzde 59,5 oy alarak, rakipleri yüzde 19 oy alan Andy Burnham, yüzde 17 oy alan Yvette Cooper ve yüzde 4,5 oy alabilen Liz Kendall’ı geride bırakan Corbyn’in aldığı oy yüzdesi, 1994 yılında yüz-de 57 oyla parti lideri seçilen Tony Blair’den bile yüksek. Corbyn’in kazandığı bu seçim, “tek üye-tek oy” sistemiyle (one member-one vote system) yapılan ilk İşçi Partisi liderlik seçimi. Bundan önceki seçim-lerde sendikaların, İşçi Partili parlamento üyelerinin ve parti üyelerinin üçte bir oranında ağırlığı varken, bir önceki lider Ed Milliband döneminde de-ğiştirilen yeni seçim sisteminde partiye kayıtlı üye olan bütün destekçilere tek oy hakkı tanın-mıştı. Bu sayede 500 binden fazla kişi liderlik seçiminde oy kullandı ve hepsinin oyu eşit değerde sayıldı.

Sol kanattan gelen lider

İşçi Partisi’nin geleneksel olarak iki kanada ayrıldığı söylenebilir. Sağ kanat Tony Blair’e atıfla “Blairite” olarak anılırken, sol kanat Tony Benn’e atıfla “Bennite” olarak biliniyor. Partide liderlik yarışına giren 4 siyasetçiden kadın olan ikisi, Yvette Cooper ve Liz Kendall, Blairite olarak bilinen sağ kana-da yakındı. Erkek adaylar Andy Burnham ve Jeremy Corbyn ise

Bennite olarak bilinen sol ka-nattan. Corbyn İşçi Partisi’nin sahip olduğu 232 parlamen-terden sadece 20’sinin oyunu almasına rağmen, parti üyeleri, ticaret sendikacıları ve seçmen tabanından gelen yoğun destek sayesinde liderliği ele geçirdi.

Partinin sağ kanadından olan eski Başbakan Tony Blair de seçimlerden önce yaptığı konuşmada Corbyn’in siyasa-sının (policy) modası geçmiş (old-fashioned) olduğunu söyleyerek İşçi Partilileri uyar-mıştı. İşçi Partisi, Michael Foot önderliğinde ve oldukça sosyalist bir söylemle girdiği 1983 seçimlerinde ağır bir yenilgiye uğramış, yüzde 42 oy alan Margaret Thatcher’in Muhafazakâr Partisi’nin ardın-dan yüzde 27 oyla ikinci olabil-miş, Foot’un sosyalizmine tepki olarak İşçi Partisi’nden ayrılan 4 parlamenterin (Gang of Four) 1980’de kurduğu Sosyal Demokratik Parti ise Liberal Parti ile yaptığı seçim ittifakı sayesinde yüzde 25 oyla nefesini İşçi Partisi’nin ensesinde his-settirmişti. Foot’un seçimlerden sonra istifa etmesine rağmen parti 14 yılda ancak toparlana-bilmiş ve 1997’de Tony Blair ile girdiği ilk genel seçime kadar iktidara gelememişti. Partiyi 1997’de yüzde 43 oyla iktidara taşıyan Blair’in eleştirisi önemli, ancak bu İşçi Partili seçmenin Corbyn’in arkasında olduğu

gerçeğini değiştirmiyor.

Corbyn’nin hedefleri

Corbyn, radikal sol fikirleriy-le tanınan bir politikacı. 1980’de İşçi Partisi Genel Başkanı seçilen Michael Foot’tan beri ilk kez görüşleri sosyalizme bu kadar yakın olan bir politikacı İşçi Partisi’nin başına geçiyor. Corbyn’in hedefleri arasında Filistin ve İsrail arasındaki barış görüşmelerine Hamas’ın da taraf olması, hükümet tarafın-dan daha fazla sosyal konut inşa edilmesi, IŞİD’e karşı yapılan hava saldırılarının sonlandı-rılması, kabinedeki bakanların yüzde ellisinin kadın olması, demiryollarının ve elektrik, su ve gaz kuruluşlarının millileş-tirilmesi, NATO’dan çıkmanın tartışılabilir hale gelmesi, ulu-sal eğitim servisi kurulması, şirketlerin vergi yükününün arttırılması, kömür maden-lerinin yeniden açılması, 100 milyar sterline mal olacak olan Trident nükleer silah sistemi-nin yenilenme projesinin iptali ve kazancı 150 bin sterlin ve üzerinde olanlar için yüzde 50 kazanç vergisi getirilmesi gibi radikal sayılabilecek uygulama-lar da bulunuyor.

Corbyn’in hedeflerinden bir kısmı sadece İşçi Partililer tarafından değil, başka parti-lerin tabanları tarafından da

7 MAYIS seçimlerinden yenilgiyle çıkan, parlamento üyesi sayı-sını düşüren ve daha önce neredeyse her seçimde kazandığı İskoçya’daki seçim bölgelerini İskoç Ulusal Partisi’ne (SNP) kaptı-ran İşçi Partisi, yeni liderini seçti. Şu ana kadar tabiri caizse yedek kulübesinde oturan, hiçbir zaman partinin öne çıkan politikacı-

larından biri olmamış 66 yaşındaki Kuzey Islington vekili Jeremy Corbyn, partinin yeni lideri oldu. Peki, Jeremy Corbyn kimdir? Ne planlıyor, ne istiyor, İşçi Partisi’ni nasıl şekillendirecek?

destekleniyor. Örneğin yapılan kamuoyu araştırmalarına göre Muhafazakâr Partili seçmenin yüzde 42’si Corbyn’in, demir-yollarının devletleştirilmesi politikasını destekliyor. Aynı şekilde Trident projesinin yenilenmesine karşı çıkan ve uzun süredir Nükleer Silah-sızlanma Kampanyası’nın (Campaign for Nuclear Di-sarmament) destekçilerinden olan Corbyn’in bu konuda da halk desteğini arkasına aldığını söyleyebiliriz.

Araştırma şirketi ComRes’in geçen yıl yaptığı bir çalışmaya göre halkın yüzde 62’si nükleer silahları yasaklamayla ilgili uluslararası bir toplantı yapıl-masını istiyor.

İşçi Partisi’nin geleceği

Corbyn’in, liderlik seçiminde kendisine rakip olan Andy Burnham’a “gölge şansölyelik” teklif etmesi, partiyi bir arada tutmak istediğinin göstergesi olabilir, ancak bunun çok zor olduğu da görülüyor. Partiye hâkim olan sağ kanat şimdiden homurdanmaya başladı bile.

The Independent gazetesinin İşçi Partili yazarı Rob Marc-hant ise Corbyn’in partinin ba-şına geçmesini “Benim takımım Premier Lig’den aniden 3. lige düştü ve en az 10 yıl boyunca üst lige yükselebilme şansı çok az” diyerek özetliyor.

Dolayısıyla Corbyn’in li-derliği İşçi Partisi’ni bölebilir ve parti içi tartışmaları ye-niden alevlendirip çok daha şiddetli bir hale getirebilir. İşçi Partisi’nin bankaları mil-lileştirme, Avrupa Ekonomik Topluluğu’ndan (şimdiki Av-rupa Birliği) ayrılma, piyasaya

Page 97:  · haber HÜR TEFEKKÜRÜN KALESİ Aylık Siyaset, Strateji ve Toplum Dergisi KASIM 2015 YIL 9 SAYI 108 15 TL  Yayınları PROF. DR. TURAN GÜVEN Küresel güç

95kasım 2015

Furkan Ergül [email protected]

kafasını kuma gömen yaklaşıma ve yorgun politikaya alternatif bir bakışı desteklediğini gösteri-yor” açıklaması ve “Tebrikler @jeremycorbyn, Britanya siyase-tinde tasarruf tedbirlerine karşı, özelleştirmeye karşı ve Trident’e karşı olan değişim güç kazanı-yor” tweetiyle Corbyn’e verdiği desteği açık bir şekilde gösterdi.

Corbyn, ilk sınavını 2016 yı-lında yapılacak İskoç Parlamen-tosu, Galler Meclisi ve Londra Belediye Başkanlığı seçimlerin-de verecek. Parti içi muhalefetin dozunun bu seçim sonuçlarına göre artması veya azalması bekleniyor. Ama İşçi Partisi’nin önündeki asıl sınav, 2020 yılında yapılacak parlamento seçimleri. İşçi Partisi bu seçimlerde de Muhafazakârların iktidarına son veremezse, Muhafazakâr Parti 15 yıl boyunca aralıksız iktidar-da kalmış olacak; bu da büyük ihtimalle Corbyn döneminin sonu olacak ve belki de İşçi Partisi’ndeki sol kanadın çok daha fazla zayıflaması anlamına gelecek. 1983 yılından beri par-lamentoda bulunan Corbyn’in 2020 yılında 71 yaşında olacağı-nı ve seçimi kazanıp Başbakan-lık koltuğuna oturması halinde 2025 seçimlerinde yenilgiye uğrayıp istifa etse bile 76 yaşına kadar başbakanlık yapacağını da belirtelim.*

*Kamuoyu yoklaması istatistikleri: http://www.independent.co.uk/news/uk/politics/the-jeremy-corbyn-policies-that-most-people-actually-agree-with-10407148.html, erişim tarihi: 14.09.2015

Rob Marchant’ın yazısı: http://www.independent.co.uk/voices/comment/jeremy-corbyn-becomes-labour-leader-today-is-our-darkest-hour--we-have-become-unelectable-10497770.html, erişim tarihi: 14.09.2015

İşçi Partisi’nin 1983 seçim manifestosu için: http://www.politicsresources.net/area/uk/man/lab83.htm, erişim tarihi: 14.09.2015

devlet müdahalesini ve vergileri arttırma ve Lordlar Kamarası’nı kaldırma gibi hedeflerle girdiği 1983 seçimlerinde uğradığı hezimeti unutabilmek kolay değil. İşçi Partisi’nin sağ kana-dından olan Gerald Kaufman, partinin 1983 seçim bildirge-sini “tarihteki en uzun intihar notu” olarak nitelemişti. Ancak günümüzün şartları nedeniyle partinin içinden yeni bir “Sosyal Demokratik Parti” çıkması zor görünüyor.

Michael Foot liderliğindeki İşçi Partisi, Avrupa Ekonomik Topluluğu’ndan çıkma amacın-da olmasına ve Sosyal Demok-ratik Parti’yi kuran vekillerin en çok karşı çıktığı şeylerden biri bu olmasına rağmen günümüz-de durum böyle değil. Nitekim partinin yeni gölge “Dışişleri

Bakanı” Hilary Benn, önü-müzdeki yıllarda yapılacak olan (Cameron’un en geç 2017’de yapılması için söz verdiği) Av-rupa Birliği referandumunda partisinin Avrupa Birliği’nde kalma yönünde bir kampanya izleyeceğini açıkladı. Dolayı-sıyla Corbyn’in İşçi Partisi’nin, Foot’un İşçi Partisi kadar radi-kal politikalar izlemeyeceğini öngörebiliriz.

Corbyn’in liderliğinden sadece muhalif İşçi Parti-lilerin değil, aynı zamanda Muhafazakârların da pek memnun olmadığını söylemek yanlış olmayacaktır. David Cameron’un Twitter’den yaz-dığı “İşçi Partisi artık bizim ulusal güvenliğimize, ekonomik güvenliğimize ve senin ailenin güvenliğine bir tehdittir” cüm-

lesi de bunu gösteriyor. Liberal Demokratlardan

henüz olumlu veya olumsuz bir tepki gelmezken, Liberal De-mokratların eski lideri Paddy Ashdown, “Corbyn kazandı. Yeni İşçi Partisi geçmişte kaldı. Gelecek, Eski İşçi Partisi’nin” diyerek Blair’in “Yeni Sol” anlayışına karşı eski sosyalist politikaları destekleyen kesimin İşçi Partisi’nde liderliği ele geçirdiğini vurguladı. Corbyn’in liderliğini şu ana kadar olumlu olarak karşılayan tek lider ise Yeşiller Partisi lideri Natalie Bennett oldu. Bennett, “Jeremy Corbyn’in seçilmesi, Yeşiller’in geçen yılki yükselişi ve SNP’nin genel seçimlerdeki başarısıyla birleştiğinde ne kadar fazla insanın tasarruf (austerity) ekonomisine, çevre krizine karşı

İşçi Partisinin yeni lideri Jeremy Corbyn...

İşçi Partisi’nin geleceği: “Eski Sol”un dönüşü

Page 98:  · haber HÜR TEFEKKÜRÜN KALESİ Aylık Siyaset, Strateji ve Toplum Dergisi KASIM 2015 YIL 9 SAYI 108 15 TL  Yayınları PROF. DR. TURAN GÜVEN Küresel güç

96 kasım 2015

Kafkasya’daki sor unlara farklı bir bakışhaberajandaKafkasya

Stalin dö-nemindeki uygulamalar, din-milliyet karşıtı baskı hareketleri yoluyla etni-siteler arası sorunların da ortaya çıkma-sını sağladı. Kültürel bas-kıya karşı ge-len aydınların yok edilmesi, Rusça bilme-yenlerin ikin-ci sınıf vatan-daş muame-lesi görmesi ve merkezî yönetimin bazı Sovyet başkentlerini diğerlerine nazaran daha çok kalkındır-ması, içinden çıkılmaz bir sorunlar yu-mağını mey-dana getirdi. 1980’lerde ise, halkla-rın on yıllar boyunca bastırdığı kin ve öfke duy-guları siyasî faaliyetler yoluyla orta-ya çıktı. An-cak bu durum hem merkeze karşı, hem de birbirine komşu olan halklar ara-sında büyük bir intikam hareketine dönüştü.

>> Ohannes Geukjian’ın yazdığı “Ethnicity, Nationalism and Conf-lict in the South Caucasus” adlı kitap, bu konulara Güney Kafkasya perspektifinden yaklaşarak aslında genel anlamıyla Sovyetlerin sorunlu yaşama kültürünü tarihî kökenle-riyle irdeliyor.

Yazar Azerbaycan, Ermenistan ve Gürcistan örneğinden yola çıka-rak ortak sorunlara sahip olan diğer Sovyet ülkelerinin de portresini çiziyor. İlk başta Dağlık Karabağ sorunu üzerinden giderek iç içe geçmiş kronik meselelerin bugüne yansımalarını değerlendiren Ge-ukjian, Ermenistan ve Azerbaycan gözüyle nasıl bir tarih yazımının

yapıldığına dikkat çekerek bu iki ülkenin tarihini de irdeliyor. Çünkü bugün sorunların arka plandaki tartışmaları, halkların bölgedeki tarihî varlıklarını ispatıyla anlam kazanıyor.

Bölgedeki ilk Ermeni varlığının Erzurum-Erzincan bölgelerindeki Hayasa-Azzi Konfederasyonu’nda görüldüğünü ve Van-Muş bölge-lerindeki Arimi-Urumea Konfe-derasyonu ile yerleşik bir Ermeni kültürünün geliştiğini belirten yazar, Azerbaycan tarihi için ise Atropa-tena medeniyetini referans olarak göstermekte. Bu tarih yazımının 1940’larda, yani Sovyet döneminde başladığını da dikkate alırsak, iki

tarafın da bölgenin en eski mede-niyeti olma iddiasını güçlendirme yönündeki girişimlerinin daha detaycı olduğunu söyleyebiliriz. Geukjian da aslında Karabağ me-selesinin tarihî kökenine inmek için bölgenin kültürel resmini çizmeye çalışmakta, fakat bugün tarihî bir muamma olan Albania medeniyeti-nin Kafkasya’daki varlığı, iki tarafın yoğun bir şekilde tarih üzerinden kavga etmesine sebep olmaktadır.

Kafkasya’daki eski bir Hıris-tiyan medeniyeti olan Albania, Ermenistan’a göre Hıristiyan Ermenilere, Azerbaycan’a göre ise Azerbaycan’a ait eski bir devletti. Geukjian bu tartışmalara referans

“H ALKLAR hapishanesi” ve “halkların özgür birliği” gibi iki çelişkili tanıma sahip olan Sovyetler Birliği, bugün Avrasya’daki pek çok etnik ve bölgesel sorunun faili olarak adlandırılmaktadır. Bünyesindeki sayısız etnik ve dinî unsuru eleştiriye kapalı bir ideolojik bakış açısıyla yönetme kültürü, Sovyetler Birliği’ni anlayabil-

memiz için üzerinde yoğunlaşılması gereken en önemli konulardan biridir. Milliyetçilik, dinî akım-lar, yerel çatışmalar ve komünist ideolojinin sosyal ve kültürel hayatta “birleşme” yerine oluşturdu-ğu “ayrışmalar”, Sovyet coğrafyasının gerçek hikâyesini anlatmaktadır.

Page 99:  · haber HÜR TEFEKKÜRÜN KALESİ Aylık Siyaset, Strateji ve Toplum Dergisi KASIM 2015 YIL 9 SAYI 108 15 TL  Yayınları PROF. DR. TURAN GÜVEN Küresel güç

97kasım 2015

Mehmet Fatih Ö[email protected]

Kafkasya’daki sor unlara farklı bir bakışolarak Azerbaycanlı tarihçiler-den E. Buniatov, F. Mamedov ve Akhundov gibi isimleri sunmaktadır. (p. 33)

Rusya’nın hâkimiyet için kıydığı iki millet

Ermenistan ve Azerbaycan arasındaki ilk çatışmaların Rusya-İran savaşlarına sebep olduğuna ve Kafkasya’nın parçalanmasını sağlayan ilk girişimlerin 19. yüzyılda başla-dığına dikkat çeken Geukjian, bölgedeki Rus hâkimiyeti dönemine yönelik ilginç veriler aktarmakta. Yazar bu dönemde Rusya’nın bölgedeki homojen etnik yapıları yok etmek ve bu-rayı daha rahat yönetmek için 57 bin Ermeni’yi Rusya ve Ku-zey Kafkasya’dan Karabağ ve Erivan’a, 35 bin Azerbaycanlı Müslümanı ise Karabağ’dan alarak farklı bölgelere göç ettirdiğini belirtiyor. (p. 41)

Bu göç politikasına rağmen iki taraf arasındaki çatışmalar Bakü petrolünün keşfedilmesi döneminde Bakü pazarındaki Ermeni hâkimiyeti yüzünden yeniden alevleniyor. 20’inci yüzyılın ilk yıllarında yaşanan olaylarsa Rus, Ermeni ve Gür-cü sosyal demokratları tarafın-dan siyasileştiriliyor. (p. 44)

Birinci Dünya Savaşı dö-nemi ve sonrasında bölgenin Türkler, İngilizler ve Ruslar arasında yaşadığı gelgitler ve nihayetinde Sovyetler Birliği hâkimiyetindeki ilginç ayrış-tırma politikalarına farklı bir tarzla değinen yazar, etnik ve bölgesel sorunların daha rahat anlaşılması amacıyla Sovyetleş-

tirme ve Ruslaştırma hamlele-rinin iyi incelenmesi gerektiği-ne vurgu yapıyor. (p. 81)

Lenin döneminde gerçek bir “Sovyet halkı” şuurunun bulunduğu, ancak sonrasında Ruslar ve Rus olmayanlar arasında ciddi ayrışmaların meydana getirildiğini belirten Geukjian, Sovyetleştirme po-litikasının üç ana başlığını şu şekilde belirtiyor: Ekonomik kalkınma, anti-milliyetçilik ve kolektifçilik hareketi. (p.87)

Bu hamleleri incelediğimiz-de, Sovyet yönetimindeki etnik ayrışmaların ve milliyetçiliğin bu siyaset sebebiyle arttığını ve karar alıcıların çatışmaları siyasallaştırdığını görürüz. Sov-yetleştirme politikası dâhilinde gerçekleştirilen siyasî cinayetler, aydın soykırımı, neşriyata müdahale ve sansürcülük gibi uygulamalar, milliyetçiliği içten içe arttırmakla birlikte, merkezî yönetime karşı nefreti de kö-rüklemiştir.

Stalin ve aşırılıkta sınır tanımayan politikaları

Geukjian, Stalin dönemi-nin aşırı uygulamalarının ters teptiğini belirttikten sonra Kruşçev döneminde Leninist siyasetin önem kazandığına dikkat çekiyor. 1962’de “Sovyet halkları” anlayışıyla suni bir ortak tarih bilinci oluşturma-ya çalışan yönetim, yine de Rus-Rus olmayan arasındaki uçurumu önleyemedi. 1973-1975 arasında yükselen siyasal milliyetçilik, Ukrayna, Baltıklar ve Kafkasya’nın en büyük so-runu haline geldi. Gürcü Zviad

Gamsakhurdia, samizdat yo-luyla üzerlerindeki Ruslaştırma baskısını eleştiriyordu. Eduard Şevardnadze ise böylesi bir dö-nemde Gürcistan’daki Abhaz meselesini gündeme taşıyordu. (p. 100)

Kısacası Stalin dönemin-deki uygulamalar, din-milliyet karşıtı baskı hareketleri yoluyla etnisiteler arası sorunların da ortaya çıkmasını sağladı. Kültürel baskıya karşı gelen aydınların yok edilmesi, Rusça bilmeyenlerin ikinci sınıf va-tandaş muamelesi görmesi ve merkezî yönetimin bazı Sovyet başkentlerini diğerlerine na-zaran daha çok kalkındırması, içinden çıkılmaz bir sorunlar yumağını meydana getirdi. 1980’lerde ise, halkların on yıllar boyunca bastırdığı kin ve öfke duyguları siyasî faaliyetler yoluyla ortaya çıktı. Ancak bu durum hem merkeze karşı, hem de birbirine komşu olan halklar arasında büyük bir intikam hareketine dönüştü.

Bu politikaların Karabağ meselesine yansımasını bü-yük oranda Ermeni ve Batılı kaynaklar yoluyla ele alan Geukjian, 1980’lerdeki ser-best siyasî faaliyetler ışığında Ermeniler tarafından Kara-bağ Komitesi’nin, Miatsum Hareketi’nin ve Ermeni Ulusal Kongresi’nin kuruluşunu ilk bağımsızlık hareketleri olarak nitelendiriyor ve bunun diğer Sovyet ülkelerine de sıçradığını belirtiyor.

Azerbaycan’daki karşı örgüt-lenmeler ve yerel çatışmaların Sovyet yönetimi desteğiyle gerçekleştiğine vurgu yapan

Geukjian, Karabağ’daki Erme-nilerin militarist yaklaşımla-rının bu sebeple güçlendiğine dikkat çekiyor. Fakat burada Rusların Ermenilere karşı neden Bakü’ye destek verdiği, sorulması gereken en önemli sorudur! Çünkü Karabağ ve çevresindeki çatışmalar, iş-gal hareketleri ve kıyımların büyük oranda Rus-Ermeni ortaklığında gerçekleştiği bilinmesine rağmen, yazarın Rusya-Azerbaycan birlikteli-ğine vurgu yapması kafalarda soru işareti oluşturuyor.

Bağımsızlık sonrasında Erivan ve Karabağ arasında-ki siyasî sürtüşmelere ayrıca değinen Geukjian, dönemin Ermenistan Cumhurbaşkanı Levon Ter Petrosyan’ın Ka-rabağ Ermenilerine Karabağ üzerinde hak iddia etmeyeceği garantisini vermesini, Ermeni-ler arasındaki sürtüşmenin en önemli ispatı olarak sunuyor. Bugün de devam eden Erivan-Karabağ ayrışmasının o dö-nemden miras olduğu açık bir şekilde belirtiliyor.

Dönemi geniş kaynaklarla incelemeye çalışan yazarın, Azerbaycan tarafının söylem-lerini kısıtlı şekilde vermesi ise “tek taraflı yaklaşım” sorunu doğurmakta. Buna rağmen, eski çağlardan itibaren bölge-nin resmini çizen yazarın Ka-rabağ sorunu örneğinde analiz ettiği Sovyet politikaları son derece verimli içeriğe sahip. Milliyetler meselesinin ortaya çıkardığı etnik ve bölgesel çatışmaların sebep-sonuç iliş-kisiyle irdelendiği kitap, halklar arası sorunların daha rahat anlaşılmasını sağlıyor.

Page 100:  · haber HÜR TEFEKKÜRÜN KALESİ Aylık Siyaset, Strateji ve Toplum Dergisi KASIM 2015 YIL 9 SAYI 108 15 TL  Yayınları PROF. DR. TURAN GÜVEN Küresel güç

98 kasım 2015

haberajandaAraştırma

Adliye ve Mezahip Eski Nazırı Cevdet Paşa, 4 Kasım 1890 tarihinde Mabeyn Başkitabeti’ne gönderdiği bir layihada bu konuya ilişkin şöyle yazmaktaydı: “(…) Diğer patrikler gibi nüfuzunu gerektiği şekilde muhafa-za edemediği cihetle Ermeni Patrikhanesi Nizamnamesi’nce Patriğin iktidarı pek çok kısıtlanmış ve avamın nüfuzu artarak söz ayağa düşmüştür. Ermeniler ise gittikçe şımarıp bizce pek ağır görünen nizamname-lerine bile kanaat etmeyerek nizamın dışına çıkmaya cesaret etmekteler. Ermenilerin bu yersiz tutumları Mezahip Nezareti’nce sezilmiş ise de Babıali, son Kumkapı Olayı’na kadar işin önemini benimsememiştir”. A. Cevdet Paşa, bu durumun düzeltilmesi için aynı belgede, nizamnamenin değiştirilmesini ve bunun için de devlete sadık Ermenilerden geçici bir “muhtelif” meclis kurulmasını teklif etmekte idi.

Osmanlı’dan Cumhuriyet’e

Ermeniler>> Görülen bu kapsam

içinde, Osmanlı’nın bünye-sinde bulunan gayrimüslimler, yönetim ve haklar bakımından “Millet Sistemi” olarak adlan-dırılan sistem içinde değer-lendirilmişlerdir. Söz konusu sistemin temelinde hukukî ve dinî gereklerin yanında, aynı toplumda yaşayan farklı grup-ların tasnif edilerek kimlikle-rini belirlemenin pratik yararı da bulunmaktaydı (Bozkurt, 1989: 10).

Osmanlı tarihiyle ilgili ka-nıtlara önem verdiğimiz zaman

görmekteyiz ki, Osmanlı’daki gayrimüslimlere yeteri kadar dinî serbestlik verilmiştir. Buna örnek olarak Fatih Sultan Mehmed’in, İstanbul’u fethet-tikten sonra Ortodoks Rum milletine tanıdığı yönetim modelinin aynısını Ermenilere tanıdığını da gösterebiliriz. Bizans’ın son dönemlerinde, İstanbul’da genellikle ticaretle uğraşan bir Ermeni nüfusu bulunmakla beraber, Ermeni ruhani lideri, 1324 yılından itibaren Bursa’da yerleşmiş bu-lunurdu. Sultan II. Mehmed,

OSMANLI nüfusundan Müslümanlar ve gayrimüslimler, şeriatın çizmiş olduğu hudutlar ve buna bağlı olarak devlet tarafından belirlenmiş olan hukuk sis-temi içinde haklara ve görevlere sahip

idiler. Osmanlı Devleti, “dâhili siyasetini şer’î ve örfî hukuk sistemleri çerçevesinde yönlendirmiş ve tan-zim etmiştir. Böylece birinin yetersiz kaldığı konularda öbürüne müracaat ederek kendi kurduğu devlete ve müesseselerine işlerlik kazandırmaya çalışmıştır. Özel-likle belirtmek gerekir ki, devlet yönetimine ve askerli-ğe ait hususlarda daha çok örfî hukuka yer verilmiştir. Bununla birlikte Osmanlı Devleti, her iki sistemi kay-naştırarak kendisine has bir ‘Osmanlı Hukuku’ meyda-na getirmeye çalışmıştır” (Kodaman, 1987: 9).

Page 101:  · haber HÜR TEFEKKÜRÜN KALESİ Aylık Siyaset, Strateji ve Toplum Dergisi KASIM 2015 YIL 9 SAYI 108 15 TL  Yayınları PROF. DR. TURAN GÜVEN Küresel güç

99kasım 2015

Dr. Rövşen [email protected]

1461 yılında Bursa’daki Erme-ni Patriği Hovakim’i (Ovakim) İstanbul’a getirerek kendisine “Ermeni Patriği” unvanını verdi. Böylece İstanbul, Türkiye Ermenilerinin ruhani ve idari merkezi haline geldi.

Ermeni milletine, Musevi ve Ortodoksların dışında kalan bütün diğer Hıristiyan-lar üzerinde de idari bir yetki verildi. Bunlar Süryani, Ha-beş ve Kıpti Kiliselerine bağlı olan Çingeneler, Süryaniler, Suriye ve Mısır’ın Monoph-ysitleri ve Bosnalı Bogomil-

lerden meydana gelirdi. Bütün bu gayrimüslim

unsurlar, Osmanlı Devleti’yle ilişkilerini Ermeni Patrikliği aracılığıyla yürütmüşlerdir. Bu sebeple Ermenilere tanınan statü, yalnız kendi toplumları için değil, diğer bazı cemaat-leri de kapsaması bakımından farklı ve üstün bir nitelik taşı-maktaydı (Uras, 1987: 149).

Ermenilere tanınan hakları göstermesi bakımından diğer bir kanıt, Yavuz Sultan Selim’in 31 Aralık 1516’da Suriye-Mısır

seferi sırasında Kudüs’e geldiği zaman Kudüs Rum Patriği ile beraber Kudüs Ermeni Patriği III. Serkis’e verdiği fermandır. Yavuz, bu fermanla Habeş, Kıpti ve Süryani Kiliselerini Ermeni Patriği’nin yönetimine verdikten sonra, önceki hakları aynen tanımış ve Kudüs Er-meni toplumunu, başka din ve mezhepteki topluluklara karşı olduğu kadar, kamu görevleri-nin haksız muamelelerine karşı da koruduğunu belirtmiştir. Sultan bu tavrıyla gayrimüs-limlerin yönetiminde “kanun-

luk” ilkesine ne kadar önem verildiğini göstermiştir.

Kanuni Sultan Süleyman da tahta çıktıktan sonra, eski fermanların yenilenmesi dola-yısıyla Kudüs Ermeni Patriği III. Serkis’e 1521 yılında bir ferman vermiştir ki bunun metni Yavuz’un fermanıyla aynıdır (Ercan, 1988: 24).

Tanzimat’tan sonra Ermenilerin hukukî durumları

Osmanlı Devleti’nde bulu-

Ermenistan Eçmiadzin Manastırı’nın ana girişi.

Page 102:  · haber HÜR TEFEKKÜRÜN KALESİ Aylık Siyaset, Strateji ve Toplum Dergisi KASIM 2015 YIL 9 SAYI 108 15 TL  Yayınları PROF. DR. TURAN GÜVEN Küresel güç

100 kasım 2015

haberajandaAraştırma

dünyaya yayılan “milliyetçilik” akımı da Osmanlı Devleti’ni özellikle Ermeniler bakımın-dan olumsuz yönde etkiledi.

Türkiye’deki Katolikler genellikle Fransa, İtalya ve Avusturya, Protestanlar İn-giltere, Almanya ve Amerika Birleşik Devletleri, Ortodokslar da Rusya tarafından himaye edilmekteydi. Bu ortamda Ermeniler, büyük devletler tarafından kendi gizli amaçları için paylaşılmış bulunurdu. Rusya, İstanbul ve Boğazlar ile Doğu Anadolu’yu ele geçirmek için Ortodoks ve Gregoryen Hıristiyanlarını kullanmakta; İngiltere Ortadoğu, Mısır, Arabistan ve Irak’taki etkisini

koruyup yaymada Protestanları alet etmekte ve Fransa ise Çu-kurova, Lübnan ve Suriye’deki çıkarları için Katolik ve Gre-goryenleri kullanmaktaydı.

Büyük devletlerin bu bi-çimde bazı azınlıkları himaye etmeleri, onlara azınlıkların haklarını koruma bahanesiyle Osmanlı Devleti’nin iç işlerine karışma fırsatını vermekteydi. Büyük devletler bu imparator-lukta etki sağlamak için veya “Avrupa’nın hasta adamı” ölün-ce onun mirasına konmak için birbirleriyle yarışmaktaydılar. Çöküşü hızlandırmak için de devletin bünyesindeki bazı milletleri kışkırtarak “milliyet-çilik” akımını teşvik etmektey-

nan Ermenilerin, 19. yüzyıla kadar millet sistemi çerçevesin-de devletin kendilerine tanıdığı haklardan yararlanarak son derece rahat hayat sürdükleri görülmektedir. Söz konusu yüzyılın başlarından itibaren

çeşitli nedenlerle Osmanlı Devletinin zayıflamasıyla bir-likte, onu paylaşmak isteyen yabancı devletler, ülke içindeki Ermenileri kendi emelleri doğrultusunda kullanma yo-luna gittiler. Fransız İhtilali ile

Ermeni Gregoryen Kilisesi’nin Ecmiyazin, Akdamar (Van) ve Sis (Kozan) Katogikosluğu olmak üzere üç tane en üstün ruhani makamı vardır. Kilise pi-ramidine göre bunların altında İstanbul ve Kudüs Patriklikleri bulunmaktaydı. Bu bağlamda Osmanlı Ermenilerinin üst düzey ruhani makam olarak Ecmiyazin Katogikosluğu’nu tanımaları ve 1863 Nizamnamesi’nin de buna göre oluşturulması, Rusya’ya Osmanlı Ermenilerini kışkırtma veya kontrol etme imkânını sağlamıştır.

Page 103:  · haber HÜR TEFEKKÜRÜN KALESİ Aylık Siyaset, Strateji ve Toplum Dergisi KASIM 2015 YIL 9 SAYI 108 15 TL  Yayınları PROF. DR. TURAN GÜVEN Küresel güç

101kasım 2015

Dr. Rövşen Alizade

diler (Sonyel, 1985: 651-652). 3 Kasım 1839’da, Padişah

ve bakanların yanı sıra Rum ve Ermeni Patrikleri ile Ya-hudi Baş Hahamı’nın da hazır bulunduğu dinleyiciler topluluğu önünde okunan Gülhane Hatt-ı Şerifi, temel olarak Müslümanların gayri-müslimlerle haklar bakımından “eşitliği” ilkesini getirdi. Bu ilke ise, geleneksel Osmanlı hukuk sistemini kökten değiştirecek yeniliklerin başlangıcı konu-mundaydı. Böylelikle din esası-na dayalı millet sistemi yerine, artık kozmopolit bir “Osman-lılık” fikri ikame edilerek hâkim millet anlayışı terkedilmiştir. Devletin tüm makamları ve rütbeleri gayrimüslimlere açılmış durumdaydı. Gayri-müslimlerin Müslümanlar için şahitliği kabul edilmezken, Müslümanlar hakkında hüküm vermek üzere mahkemelerde âzâlık yasal duruma gelmiştir.

Bu yeni statü ile gayrimüs-limler, Müslümanlara sağlanan haklardan yararlanmakla bera-ber, askerlikten muaf olmaları dolayısıyla eğitim ve ticarette kendilerini daha da geliştirme fırsatını elde ettiler. Bununla da ayrıcalıklı, üstün bir statüye kavuşmuş oldular (Eryılmaz, 1990: 96-97).

Ermenilerin veya gayri-müslimlerin hukukî durum-ları ile ilgili olarak, Tanzimat Fermanı’nın yayınlanmasından itibaren yapılan yeni düzenle-meler bile bu konudaki tartış-maları sonlandırmaya yetmedi. 18 Şubat 1856’da, Babıali’de bütün bakanlar, yüksek me-murlar, Şeyhülislam, Patrikler, Hahambaşı ve çeşitli cema-atlerin diğer ileri gelenlerinin hazır bulunduğu bir toplantıda okunarak yürürlüğe giren Is-lahat Fermanı, tartışmalara ve düzenlemelere yeni bir boyut getirdi.“Her din ve mezhepte bu-lunan kâffe-i teb’ayı şahâne hak-

kında bilâ istisna” bazı hakları teyit ve kabul eden bu fermanla gayrimüslimlere öncelikle tanınmış olan din hürriyetleri, imtiyaz ve muafiyetler aynen tanınıyor, yönetmeliklerinde bazı değişiklikler yapılıyordu (Bozkurt, 1989: 55).

Tanzimat Fermanı ve özel-likle Islahat Fermanı’ndan sonra, Rumlarda olduğu gibi Ermenilerde de “millet” yöne-timinin yeni ve daha laik bir düzenlemeye kavuşturulması konusu gündeme geldi. Bu amaçla 1850, 57-59 ve 60 yılla-rında Patrikhane’de toplanan meclisler tarafından pek çok tartışma sonucunda düzen-lenen nizamname, sonunda 29 Mart 1863 günü Osmanlı Hükümeti tarafından onay-lanarak yürürlüğe girdi (Uras, 1987: 157-159).

Bu nizamname, esasında sadece Gregoryen Ermenileri ilgilendiriyor, bunların hem cemaat içi, hem de Patrikhane aracılığı ile cemaatin devletle olan ilişkilerini düzenliyordu (Eryılmaz, 1990: 117-121).

Devletin 1831’de “millet” olarak tanıdığı Katolik Er-menilerin işleri ise beratlarla yürütülmekteydi. Katolikler arasında özellikle 1866’da Ka-togikosluk seçiminde önemli huzursuzluklar yaşanmış, 1864’de Patrik olan Hasun’un Katogikosluğa seçilmesi, ce-maat içinde hoşnutsuzluklara sebebiyet vermiştir. 15 Kasım 1850’de resmen tanınan fakat “millet” statüsü alamayan Protestan Ermeniler ile ilgili olarak da 1878 yılında bir nizamname hazırlanarak hükümetçe onaylandı. Fakat diğer “milletler” gibi tanınma ve imtiyazlar isteyen Protestan topluluk beğenmediği için, bu nizamname uygulanmadı (Bozkurt, 1989: 178-179).

1864 Nizamnamesi’nin uygulanmasında görülen

bazı aksaklıklardan dolayı 1867 ve 1871’de yapılan yeni değişiklikler sonucu önceki yönetim birimlerine nahiye-ler eklendi. Gayrimüslimler Nahiye Meclisleri’nde de Müslüman üyelerle yarı yarıya bir oranda temsil edildiler. 1864 Nizamnamesi’ne kadar yönetime karşı mahalle veya köylerde cemaatleri adına sorumluk üstlenen papaz, haham ve kocabaşıların yerini 1864, özellikle 1871 Nizam-namelerinden sonra seçilmiş “muhtar”lar aldı. Buna göre karma köylerde bile her cema-at, kendisi için ayrı yönetim organları seçecekti. Yine karma köylerde her cemaat, kendi “İh-tiyar Meclisleri”ni oluşturacaktı. Papazlar, 3-12 kişiden oluşan bu meclislerin tabiî üyesi idiler (Ortaylı, 1985: 33).

Ermeniler de Rumlar gibi 17. yüzyılın ikinci yarısından başlamak üzere devlet hizme-tine girmişlerdir. İlk zamanlar Saray’da görev alan Ermeni-lerin, özellikle 1821’den sonra Rumların güvenirliklerini kay-betmeleri üzerine hükümette etkin hizmetler yürüttükleri görülmektedir. Ermenilerin Saray’da getirildikleri görev-ler şunlardı: Bezirgânbaşılık, Saray Sarraflığı, Darphane Nazırlığı, baruthane yönetimi, Harem-i Hümayun’un bütün alışveriş işleri, Kilercibaşılık, Elbise Odası’nın sorumluluğu, Saray Terziliği, Saray İnşaat Memurluğu, Hassa Mimarlığı ve bütün bu görevlerin yardım-cılıkları.

Islahat Fermanı’ndan sonra Ermeniler, Osman-lı Hükümeti’nde bakanlık düzeyine kadar pek çok göreve getirilmişlerdir. Bu oluşumun başlangıcı, Tanzimat Fermanı’na kadar götürülebilir (Koçaş, 1990: 119-127).

20. yüzyıla yaklaşırken hem Ermeni Patrikhanesi,

hem de Osmanlı Hüküme-ti, 1863 Nizamnamesi’nin Ermeniler içinde yarattığı huzursuzluklardan şikâyetçi idi. Ermeni cemaati arasın-daki mezhep tartışmaları, 1863 Nizamnamesi’ne göre oluşturulan “Umumi Meclis”te çeşitli fırkaların ortaya çıkışı ve bunlara başta Rusya olmak üzere bazı büyük devletlerin müdahaleleri, huzursuzluğun kaynağını oluşturmakta idi. Özellikle Umumi Meclis’te oluşan fırkalar millet içinde seçimlere müdahale ediyorlar; insanlar, din ve mezhep işlerini bir tarafa bırakarak meclise kendi taraftarlarını göndere-bilmek için siyasî konularla uğraşıyorlardı. Bu arada mev-kiini koruma düşüncesinde olan patrikler de bu fırkalarla uzlaşmayı tercih ediyor, ruhani görevlerinin dışına çıkarak zaman zaman siyasî işlere nüfuz etmekteydiler (Eryılmaz, 1990: 121).

Ermeniler arasındaki bu durum, Patriklerin otoritelerini de zayıflatmakta ve milletlerine söz geçirememe gibi bir sonuç ortaya çıkarmaktaydı. Adliye ve Mezahip Eski Nazırı Cevdet Paşa, 4 Kasım 1890 tarihinde Mabeyn Başkitabeti’ne gön-derdiği bir layihada bu konuya ilişkin şöyle yazmaktaydı: “(…) Diğer patrikler gibi nüfuzunu gerektiği şekilde muhafaza ede-mediği cihetle Ermeni Patrikha-nesi Nizamnamesi’nce Patriğin iktidarı pek çok kısıtlanmış ve avamın nüfuzu artarak söz ayağa düşmüştür. Ermeniler ise gittikçe şımarıp bizce pek ağır görünen nizamnamelerine bile kanaat etmeyerek nizamın dı-şına çıkmaya cesaret etmekteler. Ermenilerin bu yersiz tutumları Mezahip Nezareti’nce sezilmiş ise de Babıali, son Kumkapı Olayı’na kadar işin önemini benimsememiştir” (BOA: C. IX: 139). A. Cevdet Paşa, bu durumun düzeltilmesi için

Page 104:  · haber HÜR TEFEKKÜRÜN KALESİ Aylık Siyaset, Strateji ve Toplum Dergisi KASIM 2015 YIL 9 SAYI 108 15 TL  Yayınları PROF. DR. TURAN GÜVEN Küresel güç

102 kasım 2015

haberajandaAraştırma

aynı belgede, nizamnamenin değiştirilmesini ve bunun için de devlete sadık Ermenilerden geçici bir “muhtelif ” meclis kurulmasını teklif etmekte idi.

Aynı dönemde Patrikhane de, işlerin yürümediği gerekçe-siyle devlete müracaat ederek nizamnamenin değiştirilmesini istemiştir. Patrikhane’nin bu talebi “Encümen-i Mahsusa” tarafından incelenir. Rum Patrikhanesi’nin benzer uy-gulamaları dikkate alınarak düzeltilen nizamname, 21 Ekim 1890 tarihinde Mabeyn Başkitabeti tarafından Sad-razam Kamil Paşa’ya sunulur. Bu mazbatayla nizamnamenin “azil, ruhbanların tutuklanması, ruhbanların eminleri, nafaka, veraset davaları, cemaate ait müesseselerin inşa ve tamirinde toplanacak bağışlar, kilise ve okul ruhsatı” gibi konular yeniden düzenlenerek yürürlüğe gir-miştir (BOA: C. IX: LII-LIV).

Söz konusu düzenleme ve değişiklikler ise, ilerleyen zaman diliminde huzursuz-lukları ortadan kaldırmaya yetmeyecekti. Bunun nedeni, Ermeniler arasındaki siyasi fırkalar üzerinde İngiltere ve özellikle Rusya’nın yönlendirici müdahaleleri, sorunların bir başka ciddi boyutunu oluştura-

caktı. Bilinen faktörlerden biri şudur ki, Ermeni Gregoryen Kilisesi’nin Ecmiyazin, Ak-damar (Van) ve Sis (Kozan) Katogikosluğu olmak üzere üç tane en üstün ruhani makamı vardır. Kilise piramidine göre bunların altında İstanbul ve Kudüs Patriklikleri bulun-maktaydı (Öke, 1986: 144). Bu bağlamda Osmanlı Er-menilerinin üst düzey ruhani makam olarak Ecmiyazin Katogikosluğu’nu tanımaları ve 1863 Nizamnamesi’nin de buna göre oluşturulması, Rusya’ya Osmanlı Ermenileri-ni kışkırtma veya kontrol etme imkânını sağlamıştır.

Ermenilerin durumuna iliş-kin olarak 1890’da yapılan idari düzenlemelerin başarısız olma-sında ve Osmanlı Devlet’nin 1916’da tekrar köklü bir düzenleme yapmasında etkili olan bu Rus müdahaleleri, 19. yüzyılın son on yılında iyice artmıştı. Ayrıca İngiltere ve Amerika da bu faaliyetlerden büyük bir rahatsızlık duymakta ve bunu dile getirmekteydi. Bu mesele, çok sayıda arşiv belgesinde yer almaktadır. Örneğin 14 Ocak 1893 ta-rihli bir belgede, “Rus hima-yesinden yana entrikacı, müfsit Krimian’ın Katogikosluğa yeni

seçilmesi üzerine Rus Çarı tara-fından hararetle tebrik edildiği” açıklandıktan sonra, İngiliz-Ermeni Derneği Başkanı Mr. Francis S. Stevenson’un Avam Kamarası’nda yaptığı konuş-mada, “(Ermenilerce) Rusya’nın, Ermenilerin kurtarıcısı telakki edildiği” ifade edilmektedir (BOA: C. XI: 302).

Belgelere istinaden denilebi-lir ki, bütün İngilizler Steven-son gibi düşünmemekteydiler. Avam Kamarası’nın 2 Ağustos 1893’de yaptığı toplantıda Mr. Legh, “(…) Rus toprakların-daki Ermenilerin durumuyla Anadolu’daki Ermenilerin durumunun karşılaştırılması hayret vericidir. Türkler, Erme-nilerin ne dinine, ne de eğitim sistemlerine karışıyorlar”(BOA: C. XV: 12) derken, Müfettiş Ernest Richard da raporunda, “(Ermeniler) Rusya’ya katı-larak kaybolmak istemiyorlar, Türkiye’de Sultan’ın sadık tebaası olarak kalmak istiyorlar” (BOA: C. XIII: XXXIX) şeklinde yazmaktaydı.

Robert College Eski Mü-dürü Rahip Cyrus Hamlin, The Congregationalist dergi-sinin 52. sayısında -25 Aralık 1893- yayınlanan “Ermeniler Arasında Tehlikeli Bir Hare-ket” başlıklı yazısında şunları aktarmaktadır: “(…) Gayet iyi ve düzgün bir İngilizce konuşan ve ihtilalin ateşli bir savunucusu olan bir Ermeni, bana Rusya’nın Anadolu’ya girmesini sağlamada umutlarının çok kuvvetli oldu-ğunu söyledi” diyerek ona şu cevabı verdiğini belirtir: “Fakat sizin halkınız Rusya himayesini istemiyor. Kötü olsun, Türkiye’yi tercih ediyorlar. Bitişikte yüzlerce mil arazi var ve göç her zaman kolay… Asırlardır Osmanlı idaresinde kaldılar. Eğer halkı-nız Rusya’yı tercih etseydi, şimdi Türkiye’de bir tek Ermeni ailesi kalmazdı”(BOA: C. XII: L).

Rahip Hamlin’in dergi sayı-

sına yansımış bu tepkisi, esa-sında Amerika’nın Ermeniler üzerinde Rus himayesi konu-suna sergiledikleri tepkinin göstergesi idi. Çünkü Rusya, Osmanlı Devleti’nde İngiltere ve Amerika desteğinde Protes-tanlığın yayılmasını önlemek için her türlü tedbiri bu yıllarda almış bulunmaktaydı (Bozkurt, 1989: 182).

SonuçSonuç olarak denilebilir

ki, Osmanlı Devleti tasfiye edilince yerine kurulan Tür-kiye Cumhuriyeti, Ermeni meselesini de diğer meselelerle birlikte Lozan Antlaşması’yla çözüme kavurturmuştur. Bu nedenle Lozan’da genel olarak azınlıklar ile ilgili oluşturulan yeni statü, Osmanlı’dan Tür-kiye Cumhuriyeti’ne uzanan çizgide Ermenilerle ve genel olarak diğer azınlıklarla ilgili meselelerin uluslararası hukuka göre çözümü anlamına gel-mektedir.

KaynaklarBOA., Osmanlı Belgelerinde Ermeniler, C:

IX., Belge No: 47.BOA., Osmanlı Belgelerinde Ermeniler, C:

XI., Belge No: 101.BOA., Osmanlı Belgelerinde Ermeniler, C:

XII., Belge No: 16. BOA., Osmanlı Belgelerinde Ermeniler, C:

XIII, Belge No: 21. BOA., Osmanlı Belgelerinde Ermeniler, C:

XV., Belge No: 8. Bozkurt Gülnihal, Alman-İngiliz Belgele-

rinin ve Siyasi Gelişmelerin Işığı Altında Gayrimüslim Osmanlı Vatandaşlarının Hukuki Durumu (1839-1914), Ankara, 1989.

Ercan Yavuz, Kudüs Ermeni Patrikhanesi, Ankara, 1988.

Eryılmaz B., Osmanlı Devleti’nde Gayri-müslim Tebaanın Yönetimi, İstanbul, 1990.

Koçaş M. Sadi, Tarihte Ermeniler ve Türk-Ermeni İlişkileri, 4. Baskı, İstan-bul, 1990.

Kodaman B., II. Abdülhamid Devri Doğu Anadolu Politikası, Ankara, 1987.

Ortaylı İlber, Tanzimat’tan Cumhuriyete Türkiye’de Yerel Yönetim Geleneği, İstanbul, 1985.

Öke Mim Kemal, Ermeni Meselesi, İstan-bul, 1986 I-XV.

Sonyel S. R., “Büyük Devletlerin Osmanlı İmparatorluğu’nu Parçalama Çaba-larında Hıristiyan Azınlıkların Rolü”, Belleten D., C: XIX., Sayı 195 (Aralık 1985), s. 651-652.

Uras Esat, Tarihte Ermeniler ve Ermeni Meselesi, 2. Baskı, İstanbul, 1987.

Robert College Eski Müdürü Rahip Cyrus Hamlin, The Congregationalist dergisinin 52. sayısında -25 Aralık 1893- yayınlanan “Ermeniler Arasında Tehlikeli Bir Hareket” başlıklı yazısında şunları ak-tarmaktadır: “(…) Gayet iyi ve düzgün bir İngilizce konuşan ve ihtilalin ateşli bir savunucusu olan bir Ermeni, bana Rusya’nın Anadolu’ya girmesini sağ-lamada umutlarının çok kuvvetli olduğunu söyledi” diyerek ona şu cevabı verdiğini belirtir: “Fakat sizin halkınız Rusya himayesini istemiyor. Kötü olsun, Türkiye’yi tercih ediyorlar. Bitişikte yüzlerce mil arazi var ve göç her zaman kolay… Asırlardır Os-manlı idaresinde kaldılar. Eğer halkınız Rusya’yı tercih etseydi, şimdi Türkiye’de bir tek Ermeni ailesi kalmazdı.”

Page 105:  · haber HÜR TEFEKKÜRÜN KALESİ Aylık Siyaset, Strateji ve Toplum Dergisi KASIM 2015 YIL 9 SAYI 108 15 TL  Yayınları PROF. DR. TURAN GÜVEN Küresel güç

103kasım 2015

Dr. Rövşen Alizade

Doğu Anadolu’da Van Gölü üzerinde Akdamar Adası’nda antik Ermeni taş kilise.

Page 106:  · haber HÜR TEFEKKÜRÜN KALESİ Aylık Siyaset, Strateji ve Toplum Dergisi KASIM 2015 YIL 9 SAYI 108 15 TL  Yayınları PROF. DR. TURAN GÜVEN Küresel güç

104 kasım 2015

haberajandaDoğu Türkistan

Doğu Türkistan’dan Türkiye’ye yeni gelen kardeşleri-mizden edindiğimiz bilgiye göre, Doğu Türkistan’daki maz-lum kardeşlerimiz, sağlanan söz konusu pasaport kolaylığını Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Çin ziya-retine bağlamakla kalmayıp, (hatta) Çin Devlet Başkanı Şi ile yapılan görüş-mede Erdoğan’ın bu konuyu gündeme getirdiği, Uygurların mutluluğu ve mem-nuniyeti için Türkiye-Çin diplomatik iliş-kilerinin garantörü olduğunu hatırlata-rak çok sert bir dille uyardığı, o yüzden Çin yönetiminin pa-saport konusunda da olsa Uygurlara hak tanımak zorunda kaldığı ağızdan ağza dolaşan bir rivayet haline gelmiş durum-dadır.

Page 107:  · haber HÜR TEFEKKÜRÜN KALESİ Aylık Siyaset, Strateji ve Toplum Dergisi KASIM 2015 YIL 9 SAYI 108 15 TL  Yayınları PROF. DR. TURAN GÜVEN Küresel güç

105kasım 2015

Mir Kamil Kaşgarlı[email protected]

UYGURLARA olağanüstü mutluluk yaşatan ve bir o kadar da endişelendiren gelişme

kimse kalmamış; bazıları pasa-port başvurusu için günlerdir sırada bekliyormuş. Resmî olmayan rakamlara göre sadece Hoten’de pasaporta başvuran-ların sayısı 2 milyonu geçmiş, Kaşgar’da da keza milyonlarla ifade ediliyor. Urumçi, Kuçar, Turfan, Aksu, Gulca ve Kumul gibi diğer büyük illerde kaç kişinin başvurduğu hakkında net bir bilgi alınamıyor ama il ve ilçe emniyet müdürlükleri önünde metrelerce uzayan kuyrukların oluştuğu ve sıra alabilmek için gece yarısından itibaren nöbet tutanların oldu-ğu gelen bilgiler arasında.

Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın 30 Temmuz 2015 Pekin ziyareti-nin akabinde, Ağustos sonla-rında, Doğu Türkistan’da resmî olarak yayınlanan genelgeye göre pasaport almak isteyen Uygurlar eskisi gibi çeşitli bürokratik onaylara ve yıllar süren sorgu sual işkencelerine tâbi tutulmayacak ve (gerçi yasada olsa da gerçekte sadece yerleşimci Çinliler için geçerli olan) “başvurduktan sonra en geç 15 gün içerisinde pasaport alabilme” hakkı, sonunda Uy-gurlara da tanınacaktı.

Onlarca senedir pasaport alabilmenin zorluğu yüzünden “dünyada pasaport kiraya veri-len ve para karşılığı anlaşmayla birinin pasaportu ile bir diğe-rinin yurtdışına çıkma riskine katlanılan tek bölge” olarak da bilenen Doğu Türkistan’da artık buna ihtiyaç kalmayacak-tı. Dünyanın en gelişmemiş fakir ülkelerinde bile doğal ve sıradan bir temel insanî ihtiyaç ve hak olan pasaport, artık Uygurlar için de hayal olmaya-caktı. Çin işgali altındaki sözde özerk ata yurdumuz Doğu Türkistan’da birkaç haftadır Uygurlara adeta bayram heye-canı yaşatan bu büyük gelişme, işte bu bir tek pasaport konu-sunda yerleşimci Çinliler ile

ÇİN işgali altındaki ata yurdumuz Doğu Türkistan’da birkaç aydır Uygur Türklerine adeta bayram mutluluğu yaşatan, ama sonuç itibari ile haklı olarak bir o kadar ürkütücü tablo ve senaryoları da beraberinde getirmekte olan, lakin size ve özgür dünyaya

göre çok basit bir hak ya da sıradan sayılacak bir gelişme yaşandı.

>> Haftalardır telefonlar durmuyor, Doğu Türkistan’daki ve dışındaki mazlum Müslü-man Uygurlar, büyük bir heye-canla birbirine haberler salıyor. “Nasıl oldu da bu zalim Çin-liler böyle bir insafa gelmişler? Duydun mu, sonunda pasaport

konusunda da olsa Uygurlara ikinci sınıf vatandaş muamelesi yapmaya son verilmiş, fırsatı kaçırma, akrabalara da haber vermeyi unutma!” şeklindeki diyaloglarla dolu görüşmeler...

Ben de 18 senedir pasaport zorluğu yüzünden anne baba

hasreti çekmekte olan ve böyle bir gelişme için namazlarımda Rabbime yalvarmayı hiç ihmal etmeyen bir Doğu Türkistanlı olarak hemen annemi, babamı ve Kaşgar, Hoten, Urumçi’deki akrabalarımı aradım.

Evet, pasaporta başvurmayan

Page 108:  · haber HÜR TEFEKKÜRÜN KALESİ Aylık Siyaset, Strateji ve Toplum Dergisi KASIM 2015 YIL 9 SAYI 108 15 TL  Yayınları PROF. DR. TURAN GÜVEN Küresel güç

106 kasım 2015

aynı hakka sahip olabilmeleri gibi sıradan, küçücük bir geliş-me idi!

“Büyük mutluluklar küçük şeylerde gizli!” şeklindeki veciz sözün, aslında küçük şeylerin büyük şeyler gibi erişilmez hale sokulduğundan kaynaklandı-ğını tam anlamıyla kavramak için maziye bir nazar etmenin yararlı olacağını düşünüyorum.

Bugüne dek bir Uygur, pasaport için 17 çeşit soruşturmadan geçmek zorundaydı!

Aslında onlarca yıldır Çin Halk Cumhuriyeti’nin kendi vatandaşlarına olan güvensizliği seyahat engelleri oluşturmasına sebep olurken, bu durum Çin Halk Cumhuriyeti’nin azınlık olarak kabul ettiği milletlere gelindiğinde korkunç bir boyut almakta, bütün dünyada ser-bestçe alınan bir pasaport için bir Uygur Türkü 2 yıla kadar bekleyebilmekte, bir yılda pa-saport alınması ise sevindirici bir haber olmakta idi. Hatta yurtdışına çıkanlardan kefil is-

tenmekte ve ailenin bir kısmına pasaport verilip diğer kısmına verilmeyerek adeta “rehin poli-tikası” izlenmekte idi.

Malumunuz, bu tür olağan-laşmış uygulamalar dünyanın diğer bölgelerinde ancak savaş veya sıkıyönetim şartlarında yapılmaktadır. Güneydoğu Asya ülkelerine kaçak yollardan gelebilen ve Türkiye’ye selamet-le ulaşabilen Uygur Türklerinin anlatımlarına göre Müslüman Uygurların Tayland ve Malezya gibi Güneydoğu Asya ülkeleri-ne kaçak yollardan gelmelerinin en önemli ve başta gelen sebep-lerinden biri, Doğu Türkistan’da normal şartlarda pasaport ala-mamak olarak gösteriliyor. Ka-çak yollardan bu ülkelere çıkan Uygur Türkleri tutuklanıyorlar, aylarca ormanlık alanlardaki sağlıksız ve elverişsiz toplama kamplarında alıkoyuluyorlar ve perişan oluyorlar. Bu ülkelere gelebilen Uygurların çoğunluğu yasal ve normal yollardan pasa-port alamadıkları için bu kaçak yollara başvurmak zorunda kaldıklarını belirtiyorlar.

Hür Asya Radyosu muhabiri

Doç. Dr. Erkin Emet’in imza-sını taşıyan ve Mehmet Oğuz adındaki bir Uygur mülteciye dayandırılan haberde bu süreç şöyle sıralanmaktadır:

Çin işgali altındaki Doğu Türkistan’da yaşayan Uygur Türklerinin yurtdışına çıkabil-mek için pasaporta müracaat ettiklerinde, ilk etapta 17 türlü güvenlik soruşturmasından olumlu olarak geçmeleri gere-kiyor. Pasaport için müracaat eden bir Uygur Türkü bu so-ruşturmalardan olumlu olarak geçebilirse de ancak yıllar sonra pasaportuna kavuşabiliyor.

Uluslararası insan hakları ve hukuk teşkilatlarınca bu konu-da yayınlanan çeşitli raporlara göre, Doğu Türkistan’da Çin işgalinde yaşamak zorunda olan Uygurların karşılaştıkları en büyük problemlerden biri ve en önemlisi, Uygurların seyahat özgürlüğüne sahip olamamaları olarak gösteriliyor.

Hür Asya Radyosu muhabiri Doç. Dr. Erkin Emet’e konu-şan Mehmet Oğuz adındaki bir Uygur mülteci, pasaport alma

konusundaki zorlukları şöyle anlatıyor: “Doğu Türkistan’da yaşayan bir Uygur, yurtdışına çıkabilmek için pasaporta mü-racaat ediyor. Kendisine, yurt-dışına çıkmak isteyenler için özel olarak hazırlanan bir form veriliyor. Bu formda 17 değişik resmî kurum ve kuruluşun adı ve onay yeri bulunmakta. Şahıs bu cetveli doldurarak 17 resmî kurum ve kuruluştan onaylat-mak ve olur almak zorunda. Bunu tamamladıktan sonra ancak pasaport alabiliyor. Yerel Komünist Partisi’nin yetkili-lerine önemli miktarda rüşvet verildiği takdirde bu form ancak 6-7 ay sonra tamamlana-biliyor. Pasaport için müracaat edenlerin en az yüzde 70’inin müracaatı ilk gidişte zaten red-dediliyor. Ancak müracaat eden etnik Çinli vatandaşın pasaport müracaatı ise 2-3 gün içinde tamamlanıyor ve pasaportuna kavuşuyor.”1

Erdoğan’ın ziyareti ile sıradışı gelişmeler

Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın 30 Temmuz

haberajandaDoğu Türkistan

Pasaport formunda yer alan ve onay alınan kurumlar: 1. Kent (Köy) Komitesi... 2. Emanet-Kredi Kooperatifi... 3. Mahalli Polis Merkezi... 4. Köy Planlı Doğum Komitesi...

Pasaport formunda yer alan ve onay alınan kurumlar: 1. Eğitim Müdürlüğü... 2. Halk İşleri Bürosu... 3. Fakirleri Destekleme İdaresi... 4. Emlak-İnşaat Bürosu... 5. Siyasi Kanun Birleşik Cephe Bürosu... 6.Köy Yönetim Bürosu...

Page 109:  · haber HÜR TEFEKKÜRÜN KALESİ Aylık Siyaset, Strateji ve Toplum Dergisi KASIM 2015 YIL 9 SAYI 108 15 TL  Yayınları PROF. DR. TURAN GÜVEN Küresel güç

107kasım 2015

2015 Pekin ziyaretinin akabin-de, Doğu Türkistan’da resmî olarak yayınlanan söz konusu genelgeyle söz konusu bütün engellerin aniden kalkması, Doğu Türkistan’daki ve dışın-daki bütün Uygurlar arasında hayretle karşılandı. Şimdi soru şu: Gün geçtikçe her alanda Uygur Türklerine yönelik zu-lüm ve baskılarının şiddetini arttırmakta olan Çin, neden birdenbire pasaport konusunda hiç beklenmedik kolaylıklar sağlama kararı almıştır?

Çin işgal yönetiminin Uy-gurların seyahat özgürlüğünü gasp etmekte ve seyahat hu-kukunu ayaklar altına almakta olduğuna dair onlarca senedir Türkiye, ABD, AB, BM ve Uluslararası Af Örgütü başta olmak üzere dünyanın etkin ülkeleri ve insan hakları örgüt-leri tarafından hazırlanıp dünya kamuoyuna sunmakta olduğu raporlar Çin’i köşeye sıkıştır-mıştır ki Çin, BM 70. Genel Kurulu’nda eleştiri oklarından kurtulmak için böyle bir gev-şeklik sağlamış olabilir.

Özellikle bu gelişmeden sonra Doğu Türkistan’dan Türkiye’ye yeni gelen kardeş-lerimizden edindiğimiz bilgiye göre, Doğu Türkistan’daki maz-lum kardeşlerimiz, sağlanan söz konusu pasaport kolaylığını Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Çin ziyaretine bağlamakla kalmayıp, (hatta) Çin Devlet Başkanı Şi ile yapılan görüş-mede Erdoğan’ın bu konuyu gündeme getirdiği, Uygurların mutluluğu ve memnuniyeti için Türkiye-Çin diplomatik iliş-

kilerinin garantörü olduğunu hatırlatarak çok sert bir dille uyardığı, o yüzden Çin yöne-timinin pasaport konusunda da olsa Uygurlara hak tanımak zorunda kaldığı ağızdan ağza dolaşan bir rivayet haline gelmiş durumdadır. Bu da elbette mazlum kardeşlerimizin Türkiye’den ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan ne kadar saf ve büyük beklentiler içerisinde ol-duğunun ve o masumane arzu ve ümitlerin birer yansımasıdır.

Şu da bir gerçek ki, 30 Ekim 2010’da, dönemin İçişleri Baka-nı Beşir Atalay’ın Çin ziyareti-nin ana gündemini Uygur me-selesinin teşkil etmesi ve özel-likle parçalanmış aileler (yani Türkiye ile Doğu Türkistan arasında parçalanmış aileler) konusunu ele alarak pasaport sıkıntılarından dolayı Uygur kardeşlerimizin Türkiye’deki ai-leleriyle bir araya gelememesini gündeme taşıması, sonrasında iki ülke Dışişleri Bakanlıkları arasında konuyla ilgili defalarca yapılan görüşmeler ve yıllar sü-ren çuvallar dolusu yazışmanın da önemli etkisi olmuş olabilir elbette.

Şimdi gelelim işin endişelen-dirici kısmına!

Genel olarak bakıldığında, Çin’in pasaport konusunda Uygurlara hak tanıması fazla inandırıcı gelmemektedir. Çün-kü Doğu Türkistan’da sadece Uygurlara yönelik şehirlerarası seyahat ve ziyaretlere yeni geti-rilen kısıtlama ve yasaklamalar hâlâ kalkmamıştır. Uygur Türkleri şehirlerarası seyahat

için yeşil kart ya da seyahat belgesi almak zorundadırlar. Müslüman Uygur Türklerine uygulanan bu kısıtlamalara göre başka bir bölgeye seyahat etmek isteyen Uygurların se-yahat belgesi alabilmek için 4 çeşit sorunun cevaplandırıldığı beyannameyi doldurmaları ve bu beyannamenin yerel ÇKP yönetimince uygun görülmesi halinde seyahat belgesi ya da yeşil kart düzenlediği, seyahat belgesi olmayanların seyahat-lerine izin verilmediği ve toplu ulaşım vasıtalarına alınmamak-ta oldukları bir gerçektir. Acaba yurtiçindeki bu ilkel yasakla-malar kalkmamışken birdenbire pasaport kolaylığı ne kadar inandırıcı olabilir ki?

Dolayısıyla aşağıdaki gibi birçok endişe, herkesin kafa-sında soru işareti haline gelmiş durumdadır:

1- Çin’in Doğu Türkistan’a daha fazla nüfus yerleştir-mesine engel olan en önemli etken, Doğu Türkistan’ın doğal yapısıdır. Doğu Türkistan’daki kuraklık ve su kaynaklarının yetersizliği, demografik yapısı-nın değiştirilmesine geçit ver-memektedir. Dolayısıyla acaba Çin, Uygurlara pasaport hakkı tanıyarak yurtdışına çıkmalarını kolaylaştırmak suretiyle inanıl-maz aşırı Çin zulmü yüzünden bunalıma giren Uygurlar ara-sında yeni bir göç dalgası yarat-mak ve onların yerine Çinlileri yerleştirmek istemiş olabilir mi?

2- Doldurulması gereken yeni pasaport formunda Uy-gurların yurtdışında kiminle

görüşeceği, akrabalarının kim-liği, nerede ve ne işle meşgul olduğuna dair kapsamlı bilgi istenmektedir. Çünkü pasaport zorluğu yüzünden son 2-3 sene içerisinde kaçak yollarla göç eden Uygurların kimlik-leri, sayısı ve nerede oldukları bilinmez hale gelmiştir. Acaba Çin bu istihbarat zafiyetini düzeltmek için söz konusu yeni pasaport kolaylığını yem olarak öne sürmüş olabilir mi?

3- Gerçi pasaport almanın önündeki engeller kalkmış olsa da yurtdışına çıkmanın ön şartları olan kişi başına 10-20 bin dolar gibi yüklü miktarda kefalet parası yatırma ve iki resmî memurun kefil olması şartlarının kalktığına dair hiçbir genelge yayınlanmamıştır. Do-layısıyla pasaport aldıktan sonra da Uygurların yurtdışına çıka-bilmeleri netlik kazanmamıştır. Acaba ekonomik yönden git-tikçe zayıflayan Çin, pasaport ücreti ve kefalet parası tahsil etmek suretiyle Uygur kardeşle-rimizin birikimlerini gasp et-mek ve ekonomik yönden güç kazanmak istemiş olabilir mi?

Sonuç olarak zamanla her şey aydınlanacaktır. Allah’a gü-venen ve bir tek Allah’a inanan Müslüman Uygur kardeşleri-miz, “Onlar tuzak kuruyorlar. Allah da tuzak kuruyordu. Allah, tuzak kuranların en hayırlısıdır” ayet-i kerimesine sımsıkı sarılarak yollarına de-vam edeceklerdir.

Dipnotlar1 http://www.uyghurnet.org/bir-uygur-pasaport-icin-16-guvenlik-sorusturmadan-gecmek-zorunda/

Mir Kamil Kaşgarlı

Aslında onlarca yıldır Çin Halk Cumhuriyeti’nin kendi vatandaşlarına olan gü-vensizliği seyahat engelleri oluşturmasına sebep olurken, bu durum Çin Halk Cumhuriyeti’nin azın-lık olarak kabul ettiği milletlere gelindiğinde korkunç bir boyut almakta, bütün dünyada serbestçe alınan bir pasaport için bir Uygur Türkü 2 yıla kadar bekleyebilmekte, bir yılda pasaport alınması ise sevindirici bir haber olmakta idi. Hatta yurtdışına çıkanlardan kefil istenmekte ve ailenin bir kısmına pasaport verilip diğer kısmına verilmeyerek adeta “rehin politikası” izlenmekte idi.

Page 110:  · haber HÜR TEFEKKÜRÜN KALESİ Aylık Siyaset, Strateji ve Toplum Dergisi KASIM 2015 YIL 9 SAYI 108 15 TL  Yayınları PROF. DR. TURAN GÜVEN Küresel güç

108 kasım 2015

Kitaplıkhaberajanda

“Bozkırın Sırrı: Türk Peygamber”, “Aşkın Şehidi”, “Aşkın Elçisi” ve “Aşkın Sec-desi” romanla-rının ardından “Allah Aşkına! Hâlâ Aklınızı Kullanmaya-cak Mısınız?” adlı kitabıyla ilk denemeler bütününü bizlere sunan yazarımız Ahmet Tur-gut, “Akle-den Kalplere Muhammedî Şuur ve Ahlâk” ikinci deneme ça-lışmasıyla karşımıza çıkıyor. Bizler için önemli ve değerli bir kaynak olaca-ğına eminim!

S ÖZ O’ndan (sav) bahsedecekse, evvela Âlemlere Rah-met olarak gönderdiği Elçiye ümmet olmakla bizleri nimetlendiren Allah’a hamd ile başlayalım. Yer ve gök ehlinin seçkinlerinin hal dilince Allah’ın salât ve selamı,

Nebiler Hatemi Efendimizin ve O’nun sevip sevdirdiklerinin üzeri-ne olsun…

>> Nasip etti, modern zaman-larda çok da dert edilmemiş bir eser ortaya çıktı. Güzel Ağabeyimiz Ahmet Turgut’un kaleminden çıkan ve Efendimiz (sav) ile “Biz” olabilen seçkin kalplere ithafla “Akleden Kalplere” hitap eden “Muhammedî Şuur ve Ahlâk”, sevi dilinin alfabesini oluşturan çizgileri 40 özel deneme ile çekmeye çalışıyor.

Bu özel kitapla, “Ben gelmedim dava için,/ Benim işim sevi için;/ Dost’un evi gönüllerdir,/ Gönüller yapmaya geldim” diyen Yunus Emre Hazretlerinin Muhammedî tavır çerçevesini işlediği bu özel dörtlü-ğün günümüz insanlığı için 40 özel denemeyle yeniden canlandırıldığını görür gibiyiz.

Besmele ile başlayan eserin en başında şöyle bir paragrafla karşılaşıyoruz: “Bu çalışma ne Hz. Peygamber’in (sav) hayatını anlatan bir siyer kitabıdır, ne de O’na (sav) dair menkıbeler kataloğudur. Bura-daki kelimelerin naçizane muradı, Efendimizi (sav) vasfeden güzel

isimleri yâd etmek ve bu vesileyle O’nu (sav) kendi asrımıza, ille de hayatımıza taşıyabilmektir. Keli-melerde isabet edilen doğruluk ve güzellik Efendimiz (sav) ile beliren kerim himmetten, hatalar ise nefsin cehaletindendir.”

Açıkçası bu girişle birlikte, söz konusu eseri nasıl okumak ve nasıl değerlendirmek gerektiğine dair na-zik bir kılavuz iliştirildiğini gördüm. Zira günümüzde, içeriğinde Efendi-mize (sav) yer verilen çalışmalarda iki tür bir kategorilendirme ile karşı-laşıyoruz. Bunlar ya doğrudan O’nun dünyayı şereflendirdiği gün ve Kendine hasret kalınan an arasında-ki olaylar silsilesini anlatıyor yahut da “Mucizeleri”, “Kadına Bakışı” gibi başlıklarla çeşitli menkıbelere sığdırı-lan bir menkıbeler bütünü sunuyor.

Hâlbuki O (sav), “Yaşayan Kur’an” idi. Öyleyse O’nu (sav) anlatan en güzel kılavuz Kur’an’dır. Allah (cc), muhafaza buyurduğu biricik kitabı Kur’an’da O’nu (sav) en güzel isimlerle muhatap alır. Peki, biz

tertemiz ve sonsuz bir sevgi üzere belirtilen bu isimleri ne kadar biliriz? Bu isimleri öğrenme hususundaki gayretimiz nedir? Bu isimleri öğren-mek ve anlamak, Peygamber’i (sav) öğrenmek ve Peygamberî yaşamak ekseninde bizim için açılacak yolun işaret levhalarını elde etmemiz demektir.

Ülkemizde eğitim müfredatına so-kulan “Siyer” adlı dersi kıymetlendir-mek ve çocuklarımızı “Muhammedî şuur ve ahlâk” ile yetiştirmek için “Akleden Kalplere Muhammedî Şuur ve Ahlâk” adlı bu eserin muhakkak surette öğrenim kaynaklarımızın arasına yerleştirmemiz ve bu kayna-ğı en etkili şekilde kullanmamız şart!

Çocuklarımızı madde bağımlılığı, şiddet ve şehvet düşkünlüğü, kötü alışkanlıklar ve fena fiiliyattan uzak tutmanın en sevimli ve en net yolu, O’nun (sav) Nebî, Velî, İmam, Reh-ber, Hatip, Muvahhid, Safi, Halil, Ha-bib ve daha birçok şahsiyet namıyla anlaşılması, taklit ve nihayetinde tahkik edilmesinden geçiyor.

Siyer derslerinin vazgeçilmezi olac ak bir eser!

Muhammedî Şuur ve Ahlâk

Page 111:  · haber HÜR TEFEKKÜRÜN KALESİ Aylık Siyaset, Strateji ve Toplum Dergisi KASIM 2015 YIL 9 SAYI 108 15 TL  Yayınları PROF. DR. TURAN GÜVEN Küresel güç

109kasım 2015

Sungur İnci [email protected]

Kitabın arka kapağında Muhammedî sevdaya dair yer verilen şu birkaç paragrafı bu-raya taşımamız, eserin nasıl bir yol izlediğini kısaca anlatacaktır sanırım:

“Sevginin fıtratıdır; sevilen, kıy-metinin bilinmesini ister. Seven ise, sevdiğini layığınca tanımanın derdindedir.

Peki, bahse konu sevgili ‘Âlemlerin En Sevgilisi’ (sav) olursa?

O’nu (sav) layığınca tanıma arzumuz bir top ateş olup gönlümüzü yakmaya başlarsa, Sevgili’ye (sav) dair her şey, ilgi-meşgale listemizin tepesine

yerleşir. Gayrı ışıl ışıl parlayan güneş, gecede beliren dolunay veya güzelliğe konu herhangi bir obje, evvelce hiç olmadığınca O’ndan (sav) işaretler sunmaya başlar. Dertli şakıyan bülbül de O’nun (sav) habercisi olur, ava-zınca ağlayıp annelerini çağıran bebeler de bu hasretin muhbirleri haline gelirler. ‘Güle güle!’ deni-lerek uğurlanmak bile Güllerin Efendisi’ni (sav) hatırlatıverir bir anda. ‘Gül’ ile tartar, ‘Gül’ ile ne-fesleniriz. Ve ‘Güle güle!’ denilen her yerde, biliriz ki ‘Gül’den gelir, ‘Gül’e gideriz.

Böylesi bir âşık, yıllardır sahip olageldiği ‘Ben’ kimliğinden sıyrılıp ‘Biz’ aidiyetine geçmenin

derdine düşerse bu kez Kerîm Kitap sayesinde yenilenmiş bir şuurla ‘Biz’ olanı arar, bulunca tanır, tanıdıkça âşık olur ve aynıy-la kendi de sevilir. Rahmet demle-rinden bir demde nimete er(diril)erse ‘Biz’ ile ‘Bir’ olur.

Evet, aşk tenhalaştırır insanı, çoklar az olur zamanla ve geriye iki kalır; ta ki seven, Sevgili’de (sav) eriyene değin…”

Yürüme ve konuşma yetisine sahip olduktan sonra biraz bü-yüyüp de kendisini ifade etme gücüne erişen çocukların, ille de kendi evlerinde olmalarına gerek yok, misafir bulundukları evlerin dahi kapıları çalındığında verdikle-ri heyecan dolu tepki nedir? “Ben

açacağım, ben açacağım!”

Peki, çocuk gelen kişinin kim olduğunu bilmekte midir?

Ama her çocuk bir “Misafir” bekler…

“Bozkırın Sırrı: Türk Peygam-ber”, “Aşkın Şehidi”, “Aşkın Elçisi” ve “Aşkın Secdesi” romanlarının ardından “Allah Aşkına! Hâlâ Aklınızı Kullanmayacak Mısınız?” adlı kitabıyla ilk denemeler bü-tününü bizlere sunan yazarımız Ahmet Turgut, “Akleden Kalplere Muhammedî Şuur ve Ahlâk” ikinci deneme çalışmasıyla karşımıza çı-kıyor. Bizler için önemli ve değerli bir kaynak olacağına eminim!

Siyer derslerinin vazgeçilmezi olac ak bir eser!

Muhammedî Şuur ve Ahlâk

Ahmet Turgut

Page 112:  · haber HÜR TEFEKKÜRÜN KALESİ Aylık Siyaset, Strateji ve Toplum Dergisi KASIM 2015 YIL 9 SAYI 108 15 TL  Yayınları PROF. DR. TURAN GÜVEN Küresel güç

110 kasım 2015

Kitaplıkhaberajanda

Huyu suyu güzel çocuk>> Sanırım bu beklenti, gelecek-

te karşılaşılacak durumlara dair bir korkular bütününden kaynaklanı-yor. Geleceğe dair “hayırlı evlat” beklentileri, kötü huylu ebeveyn-ler için kâr-çıkar analizi tertibinde bir tablo içeriyor olabilir.

Pek güzide yazarlarımızdan ve tanınmış psikoterapistlerden Meh-tap Kayaoğlu, “Huyu Suyu Güzel Çocuk” ile iyi huylu çocuk yetiştir-meye yönelik psikolojik anahtarlar kullanarak açabileceğimiz kapıların neler olabileceğini gösteriyor.

Kitapta yer alan ve özüne ilişkin net fikirler sunan metin şöyle:

“Çocuk büyütmek tarih bo-yunca kolay olmadı. Çocuk sahibi olacağını öğrenen anne-baba adaylarına içlerinden ilk geçen duygunun ne olduğunu sorduğu-muzda, ‘İster kız, ister erkek olsun, fark etmez! Yeter ki huyu suyu güzel olsun’ cevabını duyarız. An-cak gelin görün ki, günümüz anne babası, at yarışına dönmüş yaşam şartlarında çocuk yetiştirmek için uğraşırken insanî değerlere sahip ‘huyu suyu güzel’ çocuk yetiştir-meyi ihmal ediyor maalesef.

İşte ‘Huyu Suyu Güzel Çocuk’ adlı bu kitap, güler yüzlü, merha-

metli, yardımsever, doğru sözlü, dürüst, güvenilir ve barışçıl çocuk yetiştirmenin yollarını gösteriyor ve insanî değerlerle bezeli, kaliteli, ruh sağlığı yerinde çocuklar ye-tiştirmenin püf noktalarını örnek vakalarla anlatıyor!”

“Örneğin, bugün bir çocuğa kızıp ‘Kapa çeneni!’ veya ‘Sen laf-tan anlamıyor musun? Sen aptal mısın oğlum/kızım?’ denildiğinde, farkında olmadan bu insanın ileriki yaşlarına taşıyacağı bir alt bilinç oluşturmasına vesile olunur.”

“Henüz bebek sahibi olmadan önce pek çok anne, ‘Kız, erkek fark etmez! Huyu güzel olsun, yeter!’ cümlesiyle çocukla ilgili beklen-tilerini ifade eder. Ama dileğimiz ‘huyu güzel çocuklar ve sonrasında yetişkinler’ yetiştirmekken, birden kendimizi sorunların içinde bulu-ruz çoğunlukla. Çünkü çocuğun, tüm bu dileğin boşluklarını ken-disinin dolduracağını sanıyoruz. Oysa anne-babalık, rehber olmak, dünyayı tanımayan çocuğa bu dünyanın yaşam ve ahlak kurallarını öğretmek demektir. Bunu sertlik ya da boş vermişlikle yapmak, so-runları daha da büyük hale getirir.”

Mehtap Kayaoğlu, “Huyu Suyu Güzel Çocuk” kitabında anne ve babalara çocukların ahlâkî erdem-lerini kaybetmemeleri için anne ve babaların hatalarını örneklerle ve samimî bir dille ifade ediyor. “Ha-yatları, anne-babalarının bitmemiş öykülerini tamamlamak için har-cansın istemiyorum” cümlesi ise günümüz insanlığının en büyük sorunlarından birini hedefine ko-yan kitabın ana perspektiflerinden birini sunuyor.

Kitap öyle doğal ve anlaşılır bir dille hazırlanmış ki, uygulamada zorlanmayacaksınız.

E BEVEYNLER için çocuklarının iyi huylu olmaları o kadar önemlidir ki, şahsî hasletleri iyi ve güzel olmayan ebeveynler dahi çocuklarının iyi huylu olmalarını beklerler.

Mehtap Kayaoğlu

Kanije Müdafaası ve Cihadname-i Hasan Paşa

Osman Ünlü OSMANLI

İmparatorluğu’nun yavaş yavaş durak-lamaya başladığı bir

dönemde, Batılı kaynakların “Uzun Türk Savaşları” adını verdiği 1593-1606 Osmanlı-Avusturya Savaşı’nın kırılma noktalarından biri, 1601’deki Kanije Müdafaası’dır. Kanije Beylerbeyi Tiryaki Hasan Paşa’nın bu savunması, uzun savaş sürecinde Osmanlı as-kerinin maneviyatını yükselt-tiği gibi, düşman ordusunun da savaş gücünü kırmıştır. Bu zafer üzerine İstanbul’da şenlikler yapılmış ve “Kanije Kahramanı” Hasan Paşa vezir-

lik makamına getirilmiştir.

Osmanlı’nın destansı savunma savaşlarının en önemli-lerinden biri olarak görülen bu savunma,

sonraki yıllarda menkıbevî bir hal alarak bugünlere ulaş-mıştır. Savunmayla ilgili ilk dönem kaynaklarından biri olan Cafer Iyânî Bey’in Hasan Paşa’nın savaşlarıyla ilgili kaleme aldığı “Cihâdnâme-i Hasan Paşa” adlı eseri, bu meşhur savunmaya bugün bilinenlerden farklı bir bakış açısı getirmektedir. Üstelik bu bakış, olayın meydana geldiği yıllarda kaleme alınan tarih-lerce de desteklenmektedir. Okur bu kitapta, Cihâdnâme-i Hasan Paşa ve dönemin ilk kaynakları ışığında Kanije Müdafaası’na yeni ve farklı bir bakış açısı bulacak.

Page 113:  · haber HÜR TEFEKKÜRÜN KALESİ Aylık Siyaset, Strateji ve Toplum Dergisi KASIM 2015 YIL 9 SAYI 108 15 TL  Yayınları PROF. DR. TURAN GÜVEN Küresel güç

111kasım 2015

NURJUVAZİEren Erdem

SOSYAL medyada paylaştığı “Tür-kiye ile İran karşı

karşıya gelirse İran’ın safında olurum” cüm-lesiyle milletvekili olur olmaz Türkiye Cumhu-riyeti Devleti’nin biricik Meclis’ine ihanetini belgeleyen ve güya İran düşmanlığıyla kendine konum edinmek isteyen FETÖ için bir tür gladya-tör kesilen Eren Erdem’i tanımak ve bu şahsiyet üzerinden de kendisini yönlendiren üst aklı anlamak için küçük bir numuneyi önünüze koymak istiyoruz.

Ulusal TV ve Halk TV’de yaptığı konuşma-lar ve Aydınlık’ta yazdığı yazılardan derlediği ve İslam üzerinden göster-diği sosyalist yüzüyle ne yapmaya çalıştığını gayet iyi anladığımız Erdem’in, bugünlerde savunduğu FETÖ’ye dair yazdığı “Nurjuvazi”den FETÖ ve avenesi hak-kında neler düşündü-

ğünü öğrenmek mümkün.

Kita-bın arka kapağı ise, bazı

sosyalist düşünce-

lerin İslam köklerinden

aparma ol-duğunu

vur-gu-

la-

mak yerine İslam’ın sosya-lizme muhtaç olduğunu anlat-maya yönelik kullanıl-ması ise her zamanki teraneyi gösteriyor.

“Haramla beslenmiş vücut cennete giremez!” (Hz. Muhammed)

“Kulların sabaha çık-tıkları hiçbir gün yoktur ki, iki melek inip biri, ‘Allah’ım! İnfak eden kimsenin infak ettiği malın yerine daha iyisi-ni ver!’; öbürü, ‘Allah’ım! Mal biriktirenlerin malı-nı yok et!’ demesinler…” (Hz. Muhammed)

“Âdemoğlunun iki vadi dolu altını olsa, üçüncü vadinin de ken-disinin olmasını ister. Ne var ki, insanoğlunun ağzını ancak toprak doldurur. Yine de Allah tevbe edenin tevbesini kabul eder.” (Hz. Mu-hammed)

“Kim şatafatlı elbise giyer ve şaşalı binite bi-nerse, Allah ondan yüz çevirir. Her ne kadar kerim davransa bile…” (Ebuzer Gıffari)

“Eğer toprak yemeyi becerebilirsen onu ye de, iki kişiye dahi olsa emir olmaktan kaçın! Mazlumun ve sıkışık durumdaki kimselerin bedduasından sakın! Çünkü onların duaları ile Allah Teâlâ arasın-

da perde yoktur.” (Selman-ı Farisî)

Özenle seçtiği bu sözlerle kime mesaj veriyor acaba(!)? Herhalde bedduacı

babasına değil(!)…

Sungur İnci

R A F T A K İ L E R

ZİHİN KONTROL

Ömer Özkaya

>> İnsan zihni kontrol altına alınabilir mi? Elekt-romanyetik dalgalarla insanların beyinlerine ve şuurlarına müdahale edi-lebilir mi? KGB Generali Ratnikov resmî bir açıkla-masında, “Benim başında bulunduğum birimin görevi, Rus Devleti’nin tepe yöneticilerinin bilin-çaltlarını dış etkilere karşı korumak” diyor; peki, Türk Devleti’nin tepe yöneticilerinin bilinçaltları korunuyor mu? Bir za-manlar Yiğit Bulut, Cum-hurbaşkanı Erdoğan’ın telekinezi yoluyla öldü-rülmek istendiğini iddia etmişti, telekinezi yoluy-la uzaktaki bir canlının kalbini durdurmak müm-kün mü?

Psikotronik silahlar,

birkaç yüz kilometre mesafeden insan üze-rinde nasıl etki yapıp ölümüne yol açabiliyor? Türkiye’de son yıllarda yaşanan kaos olaylarının çözümünde metafizik istihbarat kullanıldı mı? Obama’nın kapatmaya söz verdiği halde kapata-madığı Guantanamo’da aslında neler oluyor, ırklara göre davranış çözümleme deneyleri mi yapılıyor? ABD karşıtı Latin liderlerin peş peşe kansere yakalanmaları tesadüf eseri mi? Psikot-ronik silahlarla kansere yol açmak mümkün mü? Tüm iktidarlar kanaatlere dayanır; peki, subliminal (bilinçaltı) mesajlar yo-luyla toplumlar yönlen-dirilebilir mi? Türk savaş uçağı Suriye açıklarında nasıl düşürüldü, askeri endüstriyel yeterliliğimiz hayallerimizin çok mu gerisinde?

TÜBİTAK ve ASELSAN’da yaşanan intiharlara ilişkin neden

DİKKAT, zihniniz kontrol altında olabilir! Ömer Özkaya, görsel ve yazılı medya tarafından çok da fazla dile getirilmeyen, ancak tarih boyunca ve günümüzde

de kullanıldığına dair somut deliller olan zihin kontrolüne dair araştırmalarını 2013 yılında okurlarına sunmuştu. Biz ise, söz konusu bu uygulamayı tekrar hatırlatmak ve özellikle son 20 yıllık Türkiye tarihinde bu uygulama-nın eylem alanlarını biraz daha kestirebilmek için bazı ipuçları vermek istedik.

hiçbir ipucu bulunamadı? Zihin kontrol yoluyla in-sanların intihar etmesini sağlamak mümkün mü? Bilimsel olarak tespitin-den 9 yıl önce Jüpiter’in etrafındaki halkanın varlığını açıklayan “Psi-şik” Ingo Swan ve Harold Sherman NSA görevlisi miydi?

Kur’an’a göre vesvese nedir? Şeytan bir radyo dalga harekâtı üzerinden zihin kontrol yapabilir mi, abdest buna karşı bir çö-züm müdür? Psikokine-tik zihin gücü ile hassas cihazları ve diğer insan-ları etkilemek mümkün mü? Telepati yoluyla iletilen kavram ve imaj-larla rüyalara dışarıdan nasıl müdahale ediliyor? Telegram (zihin kontrolü) yoluyla kimlik ve kişilik değiştirmek mümkün mü? Önemli sorgulama-larda kullanılan “hakikat şurubu” nedir? Almanya ve Fransa başta olmak üzere Avrupa’nın önde gelen ülkelerindeki tüm haberleşmeyi takip ettiği ortaya çıkan Amerikan istihbarat örgütü NSA ekonomi casusluğu mu yaptı?

Tüm bu soruların so-rulduğu ve cevaplarının çeşitli verilerle sunuldu-ğu bu kitabı tekrar hatır-lamak ister misiniz?

Page 114:  · haber HÜR TEFEKKÜRÜN KALESİ Aylık Siyaset, Strateji ve Toplum Dergisi KASIM 2015 YIL 9 SAYI 108 15 TL  Yayınları PROF. DR. TURAN GÜVEN Küresel güç

112 kasım 2015

Ahmet Yozgat - [email protected] haberajandaKarikatür

Page 115:  · haber HÜR TEFEKKÜRÜN KALESİ Aylık Siyaset, Strateji ve Toplum Dergisi KASIM 2015 YIL 9 SAYI 108 15 TL  Yayınları PROF. DR. TURAN GÜVEN Küresel güç
Page 116:  · haber HÜR TEFEKKÜRÜN KALESİ Aylık Siyaset, Strateji ve Toplum Dergisi KASIM 2015 YIL 9 SAYI 108 15 TL  Yayınları PROF. DR. TURAN GÜVEN Küresel güç

C

M

Y

CM

MY

CY

CMY

K