EVRİM AÇMAZI 1.Cilt

219

description

Bu kitapta alfabetik olarak sıralanmış konu başlıkları altında, evrim teorisinin iddiaları ve bu iddiaların bilimsel deliller ve bulgular ışığında nasıl geçersiz kılındığı anlatılmaktadır. Darwinistlerin iddialarının tamamının geçersizliği zaman içinde ortaya çıkmıştır.

Transcript of EVRİM AÇMAZI 1.Cilt

www.harunyahya.org - www.harunyahya.net

Birinci bask›: Haziran 2002 ‹kinci bask›: Aral›k 2005 Üçüncü bask›: Aral›k 2008

ARAfiTIRMA YAYINCILIKTalatpafla Mah. Emirgazi Caddesi

‹brahim Elmas ‹flmerkezi

A. Blok Kat 4 Okmeydan› - ‹stanbul

Tel: (0 212) 222 00 88

Bask›: Seçil Ofset

100 Y›l Mahallesi MAS-S‹T Matbaac›lar Sitesi

4. Cadde No: 77 Ba¤c›lar-‹stanbul Tel: (0 212) 629 06 15

• Bu kitapta ve di¤er çal›flmalar›m›zda evrim teorisinin çöküflüne özel bir yer ayr›lmas›n›n nede-ni, bu teorinin her türlü din aleyhtar› felsefenin temelini oluflturmas›d›r. Yarat›l›fl› ve dolay›s›ylaAllah'›n varl›¤›n› inkar eden Darwinizm, 140 y›ld›r pek çok insan›n iman›n› kaybetmesine ya dakuflkuya düflmesine neden olmufltur. Dolay›s›yla bu teorinin bir aldatmaca oldu¤unu gözler önü-ne sermek çok önemli bir imani görevdir. Bu önemli hizmetin tüm insanlar›m›za ulaflt›r›labilmesiise zorunludur. Kimi okuyucular›m›z belki tek bir kitab›m›z› okuma imkan› bulabilir. Bu nedenleher kitab›m›zda bu konuya özet de olsa bir bölüm ayr›lmas› uygun görülmüfltür.• Belirtilmesi gereken bir di¤er husus, bu kitaplar›n içeri¤i ile ilgilidir. Yazar›n tüm kitaplar›ndaimani konular, Kuran ayetleri do¤rultusunda anlat›lmakta, insanlar Allah'›n ayetlerini ö¤renme-ye ve yaflamaya davet edilmektedir. Allah'›n ayetleri ile ilgili tüm konular, okuyan›n akl›nda hiç-bir flüphe veya soru iflareti b›rakmayacak flekilde aç›klanmaktad›r. • Bu anlat›m s›ras›nda kullan›lan samimi, sade ve ak›c› üslup ise kitaplar›n yediden yetmifle her-kes taraf›ndan rahatça anlafl›lmas›n› sa¤lamaktad›r. Bu etkili ve yal›n anlat›m sayesinde, kitaplar"bir solukta okunan kitaplar" deyimine tam olarak uymaktad›r. Dini reddetme konusunda kesinbir tav›r sergileyen insanlar dahi, bu kitaplarda anlat›lan gerçeklerden etkilenmekte ve anlat›lan-lar›n do¤rulu¤unu inkar edememektedirler.• Bu kitap ve yazar›n di¤er eserleri, okuyucular taraf›ndan bizzat okunabilece¤i gibi, karfl›l›kl›bir sohbet ortam› fleklinde de okunabilir. Bu kitaplardan istifade etmek isteyen bir grup okuyucu-nun kitaplar› birarada okumalar›, konuyla ilgili kendi tefekkür ve tecrübelerini de birbirlerine ak-tarmalar› aç›s›ndan yararl› olacakt›r.• Bunun yan›nda, sadece Allah r›zas› için yaz›lm›fl olan bu kitaplar›n tan›nmas›na ve okunmas›-na katk›da bulunmak da büyük bir hizmet olacakt›r. Çünkü yazar›n tüm kitaplar›nda ispat ve ik-na edici yön son derece güçlüdür. Bu sebeple dini anlatmak isteyenler için en etkili yöntem, bu ki-taplar›n di¤er insanlar taraf›ndan da okunmas›n›n teflvik edilmesidir.• Kitaplar›n arkas›na yazar›n di¤er eserlerinin tan›t›mlar›n›n eklenmesinin ise önemli sebeplerivard›r. Bu sayede kitab› eline alan kifli, yukar›da söz etti¤imiz özellikleri tafl›yan ve okumaktanhoflland›¤›n› umdu¤umuz bu kitapla ayn› vas›flara sahip daha birçok eser oldu¤unu görecektir.‹mani ve siyasi konularda yararlanabilece¤i zengin bir kaynak birikiminin bulundu¤una flahitolacakt›r.• Bu eserlerde, di¤er baz› eserlerde görülen, yazar›n flahsi kanaatlerine, flüpheli kaynaklara daya-l› izahlara, mukaddesata karfl› gereken adaba ve sayg›ya dikkat edilmeyen üsluplara, burkuntuveren ümitsiz, flüpheci ve ye'se sürükleyen anlat›mlara rastlayamazs›n›z.

Bu kitapta kullan›lan ayetler, Ali Bulaç'›n haz›rlad›¤›

"Kur'an-› Kerim ve Türkçe Anlam›" isimli mealden al›nm›flt›r.

OKUYUCUYA

A-J

Harun Yahya müstear ismini kullanan yazar AdnanOktar, 1956 y›l›nda Ankara'da do¤du. ‹lk, orta ve liseö¤renimini Ankara'da tamamlad›. Daha sonra ‹stan-bul Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakül-tesi'nde ve ‹stanbul Üniversitesi Felsefe Bölümü'ndeö¤renim gördü. 1980'li y›llardan bu yana, imani, bi-limsel ve siyasi konularda pek çok eser haz›rlad›.

Bunlar›n yan› s›ra, yazar›n evrimcilerin sahtekarl›kla-r›n›, iddialar›n›n geçersizli¤ini ve Darwinizm'in kanl›

ideolojilerle olan karanl›k ba¤lant›lar›n› ortaya koyançok önemli eserleri bulunmaktad›r.

Harun Yahya'n›n eserleri yaklafl›k 30.000 resmin yer ald›-¤› toplam 45.000 sayfal›k bir külliyatt›r ve bu külliyat 60

farkl› dile çevrilmifltir.Yazar›n müstear ismi, inkarc› düflünceye karfl› mücadele

eden iki peygamberin hat›ralar›na hürmeten, isimlerini yadetmek için Harun ve Yahya isimlerinden oluflturulmufltur.Yazar taraf›ndan kitaplar›n kapa¤›nda Resulullah'›n mührü-nün kullan›lm›fl olmas›n›n sembolik anlam› ise, kitaplar›niçeri¤i ile ilgilidir. Bu mühür, Kuran-› Kerim'in Allah'›n sonkitab› ve son sözü, Peygamberimiz (sav)'in de hatem-ül enbi-

ya olmas›n› remzetmektedir. Yazar da, yay›nlad›¤› tüm çal›fl-malar›nda, Kuran'› ve Resulullah'›n sünnetini kendine rehber

edinmifltir. Bu suretle, inkarc› düflünce sistemlerinin tüm te-mel iddialar›n› tek tek çürütmeyi ve dine karfl› yöneltilen

itirazlar› tam olarak susturacak "son söz"ü söylemeyihedeflemektedir. Çok büyük bir hikmet ve kemal

sahibi olan Resulullah'›n mührü, bu son sözüsöyleme niyetinin bir duas› olarak kullan›lm›fl-t›r. Yazar›n tüm çal›flmalar›ndaki ortak hedef,Kuran'›n tebli¤ini dünyaya ulaflt›rmak,böylelikle insanlar› Allah'›n varl›¤›, birli¤ive ahiret gibi temel imani konular üzerin-de düflünmeye sevk etmek ve inkarc› sis-temlerin çürük temellerini ve sapk›n uy-

gulamalar›n› gözler önüne sermektir.Nitekim Harun Yahya'n›n eserle-

ri Hindistan'dan Ameri-ka'ya, ‹ngiltere'den

Endonezya'ya,Polonya'dan

YAZAR VE ESERLER‹ HAKKINDA

Bosna Hersek'e, ‹spanya'dan Brezilya'ya, Malezya'dan ‹talya'ya, Fransa'dan Bulga-ristan'a ve Rusya'ya kadar dünyan›n daha pek çok ülkesinde be¤eniyle okunmak-tad›r. ‹ngilizce, Frans›zca, Almanca, ‹talyanca, ‹spanyolca, Portekizce, Urduca,Arapça, Arnavutça, Rusça, Boflnakça, Uygurca, Endonezyaca, Malayca, Bengoli,S›rpça, Bulgarca, Çince, Kishwahili (Tanzanya'da kullan›l›yor), Hausa (Afrika'dayayg›n olarak kullan›l›yor), Dhivelhi (Mauritus'ta kullan›l›yor), Danimarkaca ve ‹s-veçce gibi pek çok dile çevrilen eserler, yurt d›fl›nda genifl bir okuyucu kitlesi tara-f›ndan takip edilmektedir. Dünyan›n dört bir yan›nda ola¤anüstü takdir toplayan bu eserler pek çok insan›niman etmesine, pek ço¤unun da iman›nda derinleflmesine vesile olmaktad›r. Kitap-lar› okuyan, inceleyen her kifli, bu eserlerdeki hikmetli, özlü, kolay anlafl›l›r ve sa-mimi üslubun, ak›lc› ve ilmi yaklafl›m›n fark›na varmaktad›r. Bu eserler süratli etkietme, kesin netice verme, itiraz edilemezlik, çürütülemezlik özellikleri tafl›makta-d›r. Bu eserleri okuyan ve üzerinde ciddi biçimde düflünen insanlar›n, art›k mater-yalist felsefeyi, ateizmi ve di¤er sapk›n görüfl ve felsefelerin hiçbirini samimi olaraksavunabilmeleri mümkün de¤ildir. Bundan sonra savunsalar da ancak duygusalbir inatla savunacaklard›r, çünkü fikri dayanaklar› çürütülmüfltür. Ça¤›m›zdakitüm inkarc› ak›mlar, Harun Yahya külliyat› karfl›s›nda fikren ma¤lup olmufllard›r.Kuflkusuz bu özellikler, Kuran'›n hikmet ve anlat›m çarp›c›l›¤›ndan kaynaklan-maktad›r. Yazar›n kendisi bu eserlerden dolay› bir övünme içinde de¤ildir, yaln›zcaAllah'›n hidayetine vesile olmaya niyet etmifltir. Ayr›ca bu eserlerin bas›m›nda veyay›nlanmas›nda herhangi bir maddi kazanç hedeflenmemektedir.Bu gerçekler göz önünde bulunduruldu¤unda, insanlar›n görmediklerini görmele-rini sa¤layan, hidayetlerine vesile olan bu eserlerin okunmas›n› teflvik etmenin de,çok önemli bir hizmet oldu¤u ortaya ç›kmaktad›r.Bu de¤erli eserleri tan›tmak yerine, insanlar›n zihinlerini buland›ran, fikri karmaflameydana getiren, kuflku ve tereddütleri da¤›tmada, iman› kurtarmada güçlü vekeskin bir etkisi olmad›¤› genel tecrübe ile sabit olan kitaplar› yaymak ise, emek vezaman kayb›na neden olacakt›r. ‹man› kurtarma amac›ndan ziyade, yazar›n›n ede-bi gücünü vurgulamaya yönelik eserlerde bu etkinin elde edilemeyece¤i aç›kt›r. Bukonuda kuflkusu olanlar varsa, Harun Yahya'n›n eserlerinin tek amac›n›n dinsizli¤içürütmek ve Kuran ahlak›n› yaymak oldu¤unu, bu hizmetteki etki, baflar› ve sami-miyetin aç›kça görüldü¤ünü okuyucular›n genel kanaatinden anlayabilirler. Bilinmelidir ki, dünya üzerindeki zulüm ve karmaflalar›n, Müslümanlar›n çektikle-ri eziyetlerin temel sebebi dinsizli¤in fikri hakimiyetidir. Bunlardan kurtulman›nyolu ise, dinsizli¤in fikren ma¤lup edilmesi, iman hakikatlerinin ortaya konmas› veKuran ahlak›n›n, insanlar›n kavray›p yaflayabilecekleri flekilde anlat›lmas›d›r. Dün-yan›n günden güne daha fazla içine çekilmek istendi¤i zulüm, fesat ve kargafla or-tam› dikkate al›nd›¤›nda bu hizmetin elden geldi¤ince h›zl› ve etkili bir biçimde ya-p›lmas› gerekti¤i aç›kt›r. Aksi halde çok geç kal›nabilir.Bu önemli hizmette öncü rolü üstlenmifl olan Harun Yahya külliyat›, Allah'›n izniy-le, 21. yüzy›lda dünya insanlar›n› Kuran'da tarif edilen huzur ve bar›fla, do¤rulukve adalete, güzellik ve mutlulu¤a tafl›maya bir vesile olacakt›r

AAAbiyogenez (Abiyogenesis) teorisi...........13Aborijin yerlileri.......................................13Adaptasyon............................................15AL 288-1 ...............................................16AL 666-1 (Homo sapiens fosil kayd›).......16Alglerin kökeni........................................17Amfibiyen...............................................18Amino asit............................................. 20Analoji................................................... 23Analog organ........................................ 23Angiosperm........................................... 26 Anorganik evrim.................................... 27 Antibiyotik direnci................................. 28Antropoloji............................................ 30Ara geçifl formu (Ara türler)................... 31Arboreal teori........................................ 33Archæopteryx ...................................... 34Archæoraptor....................................... 39Afla¤› ›rk................................................ 40Atapuerca kafatas›................................. 40At›n kökeni............................................ 42Australopithecus.................................... 44Avien akci¤er......................................... 45

BBBakteri kamç›s›....................................... 47Bakterilerin kökeni................................. 48Bal›klar›n kökeni..................................... 51Balinalar›n kökeni................................... 53Bathybus Haeckelii (Haeckel çamuru)..... 58Behe, Michael J..................................... 58Bencil Gen kuram› (Selfish gene theory).. 59Befl parmakl›l›k homolojisi...................... 61Big Bang teorisi (Büyük Patlama)........... 63Bilgi teorisi............................................. 64Bireyolufl Soyoluflun Tekrar›d›r............... 67Bitki hücresinin kökeni........................... 69Biyogenetik Yasas›.................................. 72Biyogenez (Biyogenesis) görüflü............. 72Boudreaux, Edward............................... 72Böceklerin kökeni................................... 72Buffon, Comte de.................................. 74Burgess Shale........................................ 74Büyük Varolufl Zinciri............................. 76

C - ÇC - ÇCœlacanth............................................ 79Co¤rafi izolasyon görüflü.........................80(Allopatrik ‹zolasyon)Confuciusornis....................................... 82Crick, Francis......................................... 83Cro-Magnon adam›............................... 84Crossopterygian.................................... 84Cursorial teori........................................ 86Cuvier, Georges..................................... 87Çapraz çiftlefltirme................................. 87Çeflitlenme (varyasyon).......................... 87

DDDar popülasyon..................................... 89Darwin, Charles Robert.......................... 90Darwinizm............................................. 91Darwinizm ve Irkç›l›k.............................. 91Darwin, Erasmus.................................... 96Davran›fllar›n kökeni............................... 97Dawkins, Richard................................... 98Dawson, Charles.................................... 98DDT ba¤›fl›kl›¤›...................................... 98Denizden karaya geçifl tezi..................... 99Deniz memelilerinin kökeni.................... 99 Deniz sürüngenleri............................... 103Denton, Michael.................................. 104Devonian Dönemi bitki fosilleri............ 104(408-306 milyon y›ll›k)Dik yürümenin kökeni.......................... 104Dilin kökeni......................................... 106Dino-kufl fosili...................................... 106Dipneuma........................................... 106Diyalektik............................................. 107DNA ................................................... 108Dobzhansky, Theodosius..................... 110Do¤al seleksiyon (natural selection)......110(do¤al Seçilim, do¤al ay›klanma)Drosophila........................................... 111Dört ayakl›lar›n (tetrapodlar›n) kökeni..112Dura¤anl›k (stasis)............................... 112Düzenleyici gen (regulatory gene)....... 112Düzenli sistem..................................... 114

içindekileriçindekiler

EEE-Coli bakterisi..................................... 117Elolulavis.............................................. 118Eldredge, Niles.................................... 118Embriyoloji.......................................... 119Embriyolojik evrim............................... 120Embriyolojik Rekapitülasyon................. 121Endosimbiosis Tezi............................... 121Endüstri melanizmi.............................. 123Entropi Kanunu................................... 126Eohippus......................................... 126Eusthenopteron foordi......................... 128Evrim mekanizmalar›............................ 128Evrimsel soya¤ac›................................ 129Evrim teorisi......................................... 129Evrimsel boflluk.................................... 130Evrimsel hümanizm............................. 131Evrimsel paganizm............................... 132Evrim zincirinin kay›p halkas›................ 133

FFFedakarl›k............................................ 135 Feduccia, Alan..................................... 138Filogeni............................................... 139Filum (Phylum, Phyla).......................... 139Fliermans, Carl..................................... 140Flor testi.............................................. 140Fosil..................................................... 141Fosil kay›tlar›........................................ 143Fotosentezin kökeni............................. 146Fox Deneyi.......................................... 149Fox, Sydney......................................... 151Futuyma, Douglas............................... 151

GGGalapagos Adalar›................................ 153Galton, Francis.................................... 153Gen..................................................... 153Gen frekans›........................................ 155Gen havuzu......................................... 155Genetik bilgi........................................ 156Genetik de¤iflmezlik............................. 156Genom Projesi (Genome Project)..........157Gish, Duane T...................................... 159 Gould, Stephen Jay.............................. 159

HHHaeckel, Ernst...................................... 161Hallucigenia......................................... 161Hayat hayattan gelir tezi...................... 162 Hayat a¤ac› (tree of life)....................... 162Heterotrof görüflü................................ 163Hipotez............................................... 164Hoatzin kuflu........................................ 164Homo antecessor................................. 165Homo erectus...................................... 166Homo ergaster.................................... 168Homo habilis....................................... 168Homo heilderbergensis........................ 170Homo rudolfensis................................ 170Homo sapiens...................................... 172Homo sapiens archaic.......................... 173Homoloji (Köken birli¤i)....................... 174Homolog organ................................... 175Hurda DNA......................................... 178Huxley, Julian...................................... 179Hücre.................................................. 179

I - ‹I - ‹Ichthyostega........................................ 185‹çgüdünün kökeni................................ 186‹ki ayakl›l›k........................................... 190‹lkel atmosfer....................................... 192‹lkel çorba........................................... 194‹lkel dünya.......................................... 194 ‹ndirgemecilik (Reductionism)............. 194‹ndirgenemez komplekslik................... 195(Irreduciblecomplexity)‹nsan›n Türeyifli (Charles Darwin)......... 197‹nsan›n Hayali Soya¤ac›...................... 198‹nsani ‹lke (Anthropic Principle)........... 199‹spinoz (Fringilla caelebs)..................... 200‹zolasyon (Yal›t›m)............................... 202

JJJava Adam›.......................................... 205Johnson, Phillip.................................. 206

Notlar................................................. 209

Evrim teorisi canlıların, cansız maddelerden kendili¤inden ve tesa-düfler sonucunda olufltu¤unu iddia eder. Yıllardır bilim dünyasın-da yaygın bir kabul gören evrim teorisi, Allah'ın varlı¤ını ve ya-

ratılıflı kabul etmek istemeyen bilim adamları tarafından ısrarla ayakta tu-tulmaya çalıflılmaktadır. Oysaki bilimsel bulgular evrim teorisini destek-lemek bir yana, bu teorinin açmazlarını ve geçersizli¤ini her açıdan göz-ler önüne sermektedir. Özellikle son 20 yıl içinde paleontoloji, biyokim-ya, popülasyon geneti¤i, karflılafltırmalı anatomi, biyofizik gibi pek çokbilim dalında yapılan çalıflmalar, canlılı¤ın evrim teorisinin öne sürdü¤ügibi do¤al süreçler ve kör tesadüflerle açıklanamayaca¤ını göstermek-tedir.

Evrim teorisinin kurucusu, amatör bir do¤a gözlemcisi olan CharlesDarwin'e göre bütün canlılar kademeli de¤iflimler geçirerek birbirlerin-den türemifllerdir. Ancak, fosil kayıtları bu iddiayı bütünüyle yalanla-maktadır. Ortada Darwin'in olması gerekti¤ini iddia etti¤i hayali arageçifl canlılarının fosillerinden eser yoktur. Bugüne kadar ne yarım ka-natlı bir sürüngene ne de yarım ayaklı bir balı¤a rastlanmamıfltır. Aksi-ne her bulunan fosil, canlıların bir anda ve kusursuz sistemlerle "yara-tıldıklarını" göstermifltir.

Ayrıca, sözde evrimi sa¤ladı¤ı iddia edilen mutasyon, do¤al selek-siyon gibi mekanizmaların hiçbir evrimlefltirici etkisi olmadı¤ı anlaflıl-mıfltır. Sonuçta, konuyla ilgili bütün bilim dalları, evrim teorisini ka-nıtlamak flöyle dursun, tam aksine canlılı¤ın tesadüflerle, evrimle orta-ya çıkması mümkün olmayan ola¤anüstü kompleks tasarımlara sahipolduklarını gözler önüne sermifltir.

Tüm bunlara ra¤men evrim teorisinin hala belli kesimler tarafındanayakta tutulmaya çalıflılmasının nedeni bütünüyle ideolojiktir. Çünkücanlıların yaratılmadı¤ını ve rastlantılar sonucu ortaya çıktıklarını iddiaeden ateist ve materyalist düflünceler ve bu düflüncelerden kaynaklanankomünizm, faflizm, vahfli kapitalizm gibi çarpık ideolojiler sözde bilim-sel dayanak olarak evrim teorisini benimsemifllerdir. Do¤al olarak da busapkın ideolojilerin her kesimdeki mensupları evrim teorisini her ne pa-hasına olursa olsun yaflatmak istemektedirler.

Evrim teorisinin bilimsel açıdan geçersizli¤ini ve bilime ra¤men hangikesimler tarafından ve ne tür ideolojik amaçlarla ayakta tutulmaya çalıflıldı-

Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)

GGiirriiflfl

Harun Yahya (Adnan Oktar)

¤ını, evrimcilerin hiçbir bilimsel ve mantıksal temele, hiçbir geçerli delile ve bulguyadayanmadan nasıl göz boyamaya, gerçekleri çarpıtmaya çalıfltıklarını evrim teorisinikonu alan kitaplarımızda detaylı olarak açıkladık.

"Evrim Aldatmacası", "Hayatın Gerçek Kökeni", "20 Soruda Evrim Teorisinin Çö-küflü", "Evrimcilerin Yanılgıları", "Evrimcilerin ‹tirafları", "Evrimcilere Netcevap 1","Evrimcilere Netcevap 2", "Darwinizm Dini", "Darwinizm'in Sonu", "Darwinizm'in ‹n-sanl›¤a Getirdi¤i Belalar", "Darwinizm'in Karanlık Büyüsü" bu kitaplardan bazıları...Elinizdeki bu ansiklopedik çalıflma da bu eserlerden faydalanılarak hazırlanmıfltır. Böy-le bir çalıflmanın hazırlanmasındaki amaç ise evrimle ba¤lantılı her türlü konuya, oku-yucularımızın kolaylıkla ulaflarak bu konular hakkında en do¤ru bilgileri ö¤renmeleri-dir. Böylelikle okuyucu, basın ve yayın organlarında, dergilerde, kitaplarda, TV prog-ramlarında ve benzeri yerlerde evrim teorisi ile ilgili olarak geçen her türlü kavram veterim hakkında en pratik biçimde, en do¤ru ve güvenilir bilgiyi edinme imkanına sahipolacaktır. Ansiklopedi formatında alfabetik olarak sıralanmıfl konu bafllıkları altında, ev-rim teorisinin bu konulardaki iddialarını ve bu iddiaların bilimsel deliller ve bulgularıflı¤ında nasıl geçersiz kılındı¤ını açık bir flekilde görecektir. Bilimsel bulgular ve kanıt-lar flu de¤iflmez gerçe¤i ortaya koymaktadır: Canlılık, evrimcilerin öne sürdükleri gibibir raslantısal olaylar zincirinin sonucunda meydana gelmemifltir. Bilimin bugün göster-di¤i gerçek de herfleyin kusursuz bir plan üzerine yaratılmıfl oldu¤udur. Canlıların bir-birlerinden nasıl türediklerini açıklamak flöyle dursun, evrim teorisi daha ilk hücreninnasıl meydana geldi¤i sorusuna bile cevap verememektedir. Yapılan her yeni arafltırma,bulunan her yeni fosil evrim teorisine yeni bir darbe indirmektedir. Bilim, evrim teorisi-ni tarihe gömerken, Allah'ın kusursuz yaratmasının delillerini gözler önüne sermektedir.

AKILLI TASARIM yani YARATILIfi

Kitapta zaman zaman karfl›n›za Allah'›n yaratmas›ndaki mükemmelli¤i vurgulamakiçin kulland›¤›m›z "tasar›m" kelimesi ç›kacak. Bu kelimenin hangi maksatla kullan›ld›-¤›n›n do¤ru anlafl›lmas› çok önemli. Allah'ın tüm evrende kusursuz bir tasarım yaratmıflolması, Rabbimiz'in önce plan yaptı¤ı daha sonra yarattı¤ı anlamına gelmez. Bilinmeli-dir ki, yerlerin ve göklerin Rabbi olan Allah'ın yaratmak için herhangi bir 'tasarım' yap-maya ihtiyacı yoktur. Allah'ın tasarlaması ve yaratması aynı anda olur. Allah bu tür ek-sikliklerden münezzehtir. Allah'ın, bir fleyin ya da bir iflin olmasını diledi¤inde, onun ol-ması için yalnızca "Ol" demesi yeterlidir. Ayetlerde flöyle buyurulmaktadır:

Bir fleyi diledi¤i zaman, O'nun emri yalnızca: "Ol" demesidir; o da hemen olu-

verir. (Yasin Suresi, 82)

Gökleri ve yeri (bir örnek edinmeksizin) yaratandır. O, bir iflin olmasına karar

verirse, ona yalnızca "Ol" der, o da hemen oluverir. (Bakara Suresi, 117)

AAbbiiyyooggeenneezz

((AAbb››ooggeenneess››ss)) tteeoorriissii

Cansız maddelerin tesadüfen biraraya gelerek canlı bir organizma olufltu-raca¤ına inanan görüfltür. Ortaça¤danberi süregelen batıl bir inanıfltır ve spon-tane jenerasyon teorisi olarak da bilinir.(bkz. Spontane je-nerasyon)

O r t a ç a ¤ ' d a ,böceklerin yemekartıklarından, güve-lerin yünden, fare-lerin bu¤daydanolufltu¤una yaygınolarak inanılıyordu.Hatta, bunu ispatlamak için ilginç de-neyler dahi yapılmıfltı. 17. yüzyıldayaflayan Belçikalı bir fizikçi olan J. B.Van Helmont, kirli insan gömle¤iylebu¤day tanelerini biraraya koydu¤unda,farelerin oluflaca¤ını sanmıfltı.1 Etlerinbir süre sonra kurtlanmasının da, hayatıncansız maddelerden türeyebildi¤ine birdelil oldu¤u zannediliyordu. Oysa dahasonraları, etlerin üzerindeki kurtlarınkendi kendilerine oluflmadıkları; sinek-lerin getirip bıraktıkları gözle görülme-yen yumurtalardan çıktıkları anlaflıldı.

Bu teori 19. yüzyılda, ünlü Fransızbilim adamı Louis Pasteur'ün yaptı¤ı de-neylerle tamamen çürütüldü. Pasteur,vardı¤ı sonucu flu cümle ile özetledi:

"Cansız maddelerin hayat oluflturabile-ce¤i iddiası artık kesin olarak tarihe gö-mülmüfltür."2

Bugün bilimsel olarak, "abiyogenez"de¤il; "hayat ancak hayattan gelir" görü-flünü savunan biyogenez teorisi (bkz. Bi-yogenez teorisi) geçerlidir. Ama evrimteorisini savunan çevreler, halen canlılı-

¤ın cansız maddelerin tesadüf-ler sonucunda biraraya gelme-

lerinden oluflabilece¤ini iddia et-mektedirler. Ne var ki bu iddi-

alarını ispatlamak için hiçbirbilimsel kanıt ortaya koyama-dıkları gibi bu bilim dıflı iddi-alarını ispatlamaya çalıfltıklarıtüm deneyler de baflarısızlıklasonuçlanmıfltır. (bkz. MillerDeneyi, Fox Deneyi)

AAbboorriijjiinn yyeerrlliilleerrii

Avrupalıların Avustralya'ya yerlefl-mesinden önce, Avustralya'nın tek halkı-nı oluflturan yerli halk toplulu¤udur.Yaklaflık 50 bin yıl önce Güneydo¤u As-ya'dan yola çıkarak Avustralya'nın kuzeykıyılarına ulaflan küçük bir toplulu¤unsoyundan gelen Aborijinler, zamanlaAvustralya'nın her yanına da¤ılmıfllardır.

1788'de, Avrupalıların Avustralya'yaulaflmasından önce, kıtada yaklaflık 300bin Aborijin yaflıyordu ve 500 kabilevardı. Kıtaya gelen Avrupalılar Aborijin-leri "ilkel insanlar" olarak gördüler vekıtada bir soykırım bafllattılar. Avrupalı-lar, son derece vahfli yöntemlerle Abori-

Harun Yahya (Adnan Oktar)

13AB‹YOGENEZ TEOR‹S‹

jinleri katletmeye baflladılar. Bu soykı-rımdan sonra bafllangıçtaki 500 kabile-den geriye çok azı kaldı. Bugün Abori-jinler, Avustralya nüfusunun yaklaflıkyüzde birini oluflturmaktad›rlar.3

Aborijinlerin Avrupalılar tarafından"ilkel insanlar" kabul edilerek katledil-meleri, Charles Darwin'in ‹nsanın Türe-yifli (bkz. ‹nsanın Türeyifli) isimli kitabı-nın yayınlanması ile büyük bir hız ka-zandı. Darwin kitabında, "yaflam müca-delesi"nin insan ırkları arasında da ge-çerli oldu¤unu, "kayırılmıfl ırklar"ın bumücadelede üstün geldiklerini öne sürü-yordu. Darwin'e göre kayırılmıfl ırklar,Avrupalı beyazlardı. Asyalı ya da Afri-kalı ırklar ise, yaflam mücadelesinde gerikalmıfllardı. Darwin daha da ileri gide-rek, bu ırkların, dünya üzerindeki "ya-flam mücadelesi"ni yakın zamanda tama-men kaybederek yok olacaklarını ilerisürmüfltü:

Belki de yüzyıllar kadar sürmeyecek ya-kın bir gelecekte, medeni insan ırkları,vahfli ırkları tamamen yeryüzünden sile-cekler ve onların yerine geçecekler. Öteyandan insansı maymunlar da… Kuflku-suz elimine edilecekler. Böylece insan ileen yakın akrabaları arasındaki bofllukdaha da geniflleyecek. Bu sayede ortadaflu anki Avrupalı ırklardan bile daha me-deni olan ırklar ve flu anki zencilerden,Avustralya yerlilerinden ve gorillerdenbile daha geride olan babun türü may-munlar kalacaktır.4

Görüldü¤ü gibi Darwin, Avustralyayerlilerini gorillerle bir tutuyordu. Dola-yısıyla Avustralya'da katliam yapan in-sanlar da gorile benzer hayvanları öldür-düklerini düflünmüfller, Aborijinleri in-san olarak kabul etmemifllerdir.

Darwin'den sonra bazı evrimciler de,"e¤er insan maymun ile ortak bir atadantüremiflse, dünyanın bazı köflelerinde ha-

Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)

ABOR‹J‹N YERL‹LER‹14

AAbboorriijjiinn yyeerrlliilleerrii

la bu evrim sürecini tamamlamamıfl arageçifl formları (bkz. Ara geçifl formu),yani yarı maymun-yarı insanlar yaflıyorolabilir" iddiasını öne sürdüler. Aborijinyerlileri de, kafl çıkıntılarının Batılı ırk-larınkinden biraz daha büyük, çene yapı-larının içeri do¤ru e¤ik ve beyin hacim-lerininse biraz daha küçük olması nede-niyle, "evrimin yaflayan delilleri" olarakkabul edildiler. Evrimci paleontologlarve onlara katılan çok sayıda "fosil avcı-sı" da, insanın sözde evrimine delil önesürebilmek için Aborijinlerin mezarları-nı kazmaya ve elde ettikleri kafataslarınıBatı'daki evrimci müzelere götürmeyebaflladılar. Kafatasları, bir süre sonratüm Batılı enstitülere, okullara birer bi-rer da¤ıtılmaya ve evrimin en somut ka-nıtları olarak sunulmaya bafllandı.

Bir süre sonra, Aborijin mezarları ye-terli olmadı ve evrim teorisine delil bul-mak amacıyla Aborijin katliamı baflladı.Vurulan yerlilerin kafatasları çıkarılıyor,kurflun delikleri kapatılıyor ve kimyasalifllemlerle biraz eskitildikten sonra mü-zelere satılıyordu.

Bu insanlık dıflı uygulamalar ise, ev-rim teorisi destek alınarak meflru gösteri-liyordu. Örne¤in Tazmanya Royal Soci-ety'nin baflkanı olan James Barnard 1890yılında yaptı¤ı bir açıklamada, "Yok et-me ifllemi, evrim ve en uygunların yafla-ma kanununun bir aksiyonudur" dedi ve"Bu nedenle Avustralyalı Aborijinleri öl-dürme konusunda suçlamayı hak edenherhangi bir sebep yoktur" diye devametti.5

Günümüzde, Aborijinler artık Avust-ralya vatandaflı sayılıyorlar. Ancak bir-ço¤u hala ayrımcılıkla karflı karflıya vesosyal, ekonomik ve politik açıdan ezil-mekteler.

AAddaappttaassyyoonn

Bir canlının, bulundu¤u çevrede da-ha iyi yaflamasını ve üremesini sa¤layanözelli¤idir.

Aynı türden iki canlı birbirine tıpatıpbenzer de¤ildir. Büyüklük, renk, karaktergibi sahip oldukları her özellik farklılık-lar gösterir. Bu özellikleri do¤rultusundabazıları, bulundukları çevreye daha iyiadapte olurlar ve daha uzun yaflama vedaha çok üreme imkanına sahip olurlar.Bu, do¤al seleksiyon olarak bilinir.

Evrim teorisi, adaptasyon kavramınayeni bir anlam daha ekler ve içinde bu-lundu¤u koflullara adaptasyon sa¤layancanlıların zaman içinde tür de¤ifltirdikle-rini iddia eder.

Ancak evrimcilerin "koflulların de-¤iflmesi, canlının evrimleflerek tür de¤ifl-tirmesine neden olur" iddiası geçerli de-¤ildir. Bir tür, "genetik potansiyeli" ola-nak verdi¤i ölçüde bulundu¤u ortamdakide¤iflikliklere adapte olur. E¤er "genetikpotansiyeli" bu de¤iflikliklere adapte ol-masına imkan vermiyorsa, o zaman butür, de¤iflen koflullara adapte olamaz veyok olur. Ancak hiçbir zaman koflullaraadapte olarak baflka bir türe dönüflmez.Her zaman aynı türün bir bireyi olarakkalır. (bkz. Do¤al seleksiyon)

Harun Yahya (Adnan Oktar)

15ADAPTASYON

AALL 228888--11

((AAuussttrraalloopp››tthheeccuuss

aaffaarreennss››ss ffoossiill kkaayydd››))

(bkz. Lucy)

AALL 666666--11

((HHoommoo ssaapp››eennss ffoossiill kkaayydd››))

1994 yılında Etiyopya Hadar'daAustralopithecus afarensis fosilleriyleberaber bulunan çene fosilidir. 2.3 mil-yon yıllık bir tarih konulan bu çene, ta-mamen Homo sapiens (insan) türüne aitözellikler göstermektedir.

AL 666-1 fosilinin çene yapısı, bera-

ber bulundu¤u Australopithecus afaren-sis ve 1.75 milyon yıl yaflındaki Homohabilis çenesinden çok farklıdır. Bu iki

türün çeneleri, dar ve dörtgen biçiminde-

ki yapılarıyla günümüz maymunlarının-

kinin benzeridir. AL 666-1 ise günümüz

insanınki ile benzer bir çene yapısına sa-

hiptir.

AL 666-1 fosilinin "Homo" (insan)

türüne ait oldu¤u kesin olmasına ra¤-

men, evrimciler bu fosil hakkında yorum

yapmaktan kaçınırlar. Çünkü bu çene

için hesapladıkları 2.3 milyon yıllık yafl,

"Homo", yani insan türü için belirledik-

leri yaflın çok üzerindedir.

AL 288-116

AALL 666666--11:: 22..33 mmiillyyoonn yy››llll››kk HHoommoossaappiieennss ((iinnssaann)) ççeenneessii

AALL 666666--11''iinn yyaannddaann ggöörrüünnüüflflüü

AAllgglleerriinn kköökkeennii

Algler, denizden tatlı suya, çöl kum-larından kaynar yer altı kaynaklarına,hatta kar ve buz altına kadar her ortamdabulunan, fotosentez yapabilen organiz-malardır. Tek hücreli formlardan 60metreye kadar büyüyen dev kalp yosu-nuna kadar de¤iflen flekillere sahiptirler.Algler, yaptıkları fotosentezle atmosfer-deki oksijenin büyük bir kısmını üretir-ler.

Alglerin kökeni çok eski devirlerekadar uzanmaktadır; 3.4-3.1 milyar ya-flında fosilleflmifl alg kalıntıları bulun-maktadır. Alglerin ilk olarak nasıl olufl-tukları, evrimcileri açmazda bırakan ko-nulardan biridir. Evrimciler, ilk bitkihücresinin zaman içinde evrimleflerekalgleri oluflturdu¤unu öne sürerler. Bu-nun içinse algleri ilkel yapılı bitkiler ola-

rak tanımlarlar. Ancak bu açıklamalarınıgeçersiz kılan iki önemli nokta bulun-maktadır: Bunlardan birincisi, evrim te-orisinin ilk bitki hücresinin nasıl olufltu-¤unu dahi açıklayamamasıdır. ‹kincisiise, alglerin ilkel yapıya de¤il, aksinegünümüzde yaflayan örneklerinden fark-sız ve son derece kompleks bir yapıyasahip olmasıdır. Science News dergisin-de yayınlanan bir makalede, ilk algleringünümüz algleri ile benzerli¤i flöyleaçıklanmaktadır:

3.4 milyar yıl öncesine ait mavi-yeflil algve bakteri fosillerinin her ikisi de GüneyAfrika'daki kayalarda bulunmufltur. Da-ha da ilgi çekici olan, pleurocapsaleanalg ile günümüzdeki pleurocapsalean al-gin hemen hemen birbirlerine denk ol-duklarının ortaya çıkmasıdır.6

Alman bilim adamı profesör HoimarVon Ditfurth ise sözde "ilkel" alglerinkompleks yapısı hakkında flu yorumuyapar:

Harun Yahya (Adnan Oktar)

OOkkyyaannuussttaa sseerrbbeesstt hhaallddee yyüüzzeenn aallgglleerr

KKaammbbrriiyyeenn ddeevvrriinnee aaiitt kk››rrmm››zz›› aallgg ffoossiilllleerrii..BBuu oorrggaanniizzmmaallaarr ggüünnüümmüüzzddeekkii kk››rrmm››zz››aallgglleerrllee aayynn››dd››rr..

ALGLER‹N KÖKEN‹ 17

Bugüne kadar bulunabilmifl en eski fosil-ler, çekirdeksiz algler türünden mineral-ler içindeki fosilleflmifl cisimlerdir vebunların üç milyar yıldan daha uzun birgeçmiflleri vardır. Ne kadar ilkel olurlar-sa olsunlar, bunlar bile oldukça karma-

flık ve ustaca organize edilmifl yaflam bi-çimlerini temsil etmektedirler.7

Algler, hücre duvarlarını infla eder-ken do¤adaki en uzun organik poliaminzincirlerini kullanırlar. Alglerin hücreduvarlarını oluflturmak için kullandıklarıyapılar incelendi¤inde de, onların hiç debasit ve ilkel olmadıkları görülmektedir.Dokuların üretimi için kullanılan orga-nik poliamin, karmaflık bir kimyasalmaddedir ve birçok canlı tarafından kul-lanılmaktadır.

Bu canlılar fotosentez yapan karma-flık klorofil pigmentlerinin yanı sıra, al-tın sarısı bir renk veren "ksantofil pig-menti"ne de sahiptirler. Balıklardaki Dvitamininin en büyük kayna¤ı olan butek hücreli canlılar belirli bir amaç içinyarat›lm›fl kompleks yapılara sahiptir-ler.8

Sonuç olarak, evrimciler ilk bitkihücresinin kökenini açıklayamadıklarıgibi, bu bitki hücresinin nasıl olup günü-müz alglerinden farksız ve kompleks biryapıya sahip ilk algleri oluflturdu¤unu daaçıklayamazlar.

AAmmffiibbiiyyeenn

Hem karada hem de suda yaflayabi-len, omurgalılar sınıfından pulsuz hay-vanlardır. Yaklaflık 4.000 türü bulunur.

Kurba¤alar, kara kurba¤aları, semender-ler ve sesilyenler amfibiyendirler.

Amfibiyenlerin hem karada hem desuda yaflayabilmeleri, evrimcilerin bucanlıların sudan karaya geçiflte ara geçiflformu olduklarını iddia etmelerine ne-den olmufltur.

Evrimcilerin bu konudaki senaryosu-na göre, balıklar önce amfibiyenlere ev-rimleflmifller, amfibiyenler ise sürüngen-lere dönüflmüfllerdir. Ancak bu senaryo-nun hiçbir delili yoktur. Yarı balık-yarıamfibiyen bir canlının yafladı¤ını göste-ren tek bir fosil bile bulunamamıfltır.Omurgalı Paleontolojisi ve Evrim kitabı-nın yazarı olan ünlü evrimci Robert L.Carroll, bu gerçe¤i "erken amfibiyenler-le balıklar arasında ara form fosillerinesahip de¤iliz" diyerek ifade etmektedir.9

Evrimci paleontologlar Colbert veMorales, amfibiyenlerin üç sınıfı olankurba¤alar, semenderler ve sesilyenlerhakkında flu yorumu yaparlar:

Palezoik devir amfibiyenlerinin ortak

bir ataya sahip olduklarını gösterebile-

cek tek bir kanıt yoktur. Bilinen en eskikurba¤alar, semenderler ve sesilyenler fluan yaflamakta olan örneklerine son dere-ce benzerdirler.10

Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)

AMF‹B‹YEN18

TTrrooppiikk bbööllggeelleerrddee yyaaflflaayyaann bbiirr sseemmeennddeerr

Günümüzden yaklaflık 60 yıl öncesi-ne kadar, yaflı 410 milyon yıl olarak he-saplanan, soyu tükendi¤i zannedilenCœlacanth adlı bir balık fosili, birçokevrimci kaynakta balık-amfibiyen arasıbir ara geçifl formu olarak tanıtılıyordu.Ancak bu canlının Hint Okyanusu açık-larında defalarca yakalanması evrimcile-rin iddialarının geçersizli¤ini ortaya çı-kardı. (bkz. Cœlacanth)

Evrimcilerin senaryolarının ikinciaflamasında ise, amfibiyenlerin sürüngen-

lere evrimlefltikleri ve böylece sudan ka-raya geçiflin gerçekleflti¤i iddiası yer alır.Fakat bu iddiayı da destekleyecek hiçbirsomut bulgu yoktur. Aksine, amfibiyenlerile sürüngenler arasında çok büyük fizyo-lojik ve anatomik farklar bulunmaktadır.

Bunun bir örne¤i, iki farklı canlı gru-bunun yumurta yapılarıdır. Amfibiyenleryumurtalarını suya bırakırlar. Yumurta-lar su içindeki geliflim için uygun yapı-dadırlar; son derece geçirgen ve fleffafbir zara ve jölemsi bir kıvama sahiptir-

Harun Yahya (Adnan Oktar)

AAmmffiibbiiyyeenn--ssüürrüünnggeenn eevvrriimmii sseennaarryyoossuunnuunnttuuttaarrss››zzll››kkllaarr››nnddaann bbiirrii ddee,, yyuummuurrttaallaarr››nn yyaa--pp››ss››dd››rr.. SSuu iiççiinnddee ggeelliiflfleenn aammffiibbiiyyeenn yyuummuurr--ttaallaarr››,, jjöölleemmssii bbiirr yyaapp››yyaa vvee ggeeççiirrggeenn bbiirr zzaa--rraa ssaahhiippttiirr.. OOyyssaa ssüürrüünnggeenn yyuummuurrttaallaarr››,, ssaa¤¤ddaakkii ddiinnoozzoorr yyuummuurrttaass›› rreekkoonnttrrüükkssiiyyoonnuunnddaaggöörrüüllddüü¤¤üü ggiibbii,, kkaarraa flflaarrttllaarr››nnaa uuyygguunn sseerrtt vvee ssuu ggeeççiirrmmeezz bbiirr yyaapp››ddaadd››rr.. BBiirr aammffiibbiiyyeenniinn""ssüürrüünnggeennlleeflflmmeessii"" iiççiinn yyuummuurrttaallaarr››nn››nn tteessaaddüüffeenn kkuussuurrssuuzz bbiirr ssüürrüünnggeenn yyuummuurrttaass››nnaaddöönnüüflflmmeessii ggeerreekkiirr.. OOyyssaa bbööyyllee bbiirr ddöönnüüflflüümm ss››rraass››nnddaakkii eenn uuffaakk bbiirr hhaattaa,, ccaannll››nn››nn nneess--lliinniinn ttüükkeennmmeessiinnee yyooll aaççaaccaakktt››rr..

AMF‹B‹YEN ve sürüngen

YUMURTALARIN›n FARKI

ler. Oysa sürüngenler karada yumurtlar-lar ve dolayısıyla yumurtaları da karada-ki kuru iklime uygun olarak yarat›lm›fl-t›r. "Amniyotik yumurta" olarak da bili-nen sürüngen yumurtasının sert kabu¤uhava geçirir, ama su geçirmez. Bu saye-de yavrunun ihtiyaç duydu¤u sıvı, yavruyumurtadan çıkıncaya kadar saklanır.

Amfibiyen yumurtaları e¤er karayabırakılacak olsa, kısa zamanda kuruya-cak ve içindeki embriyolar da ölecektir.Bu durum, sürüngenlerin kademeli ola-rak amfibiyenlerden evrimlefltikleriniöne süren evrim teorisi açısından açıkla-namayan bir sorundur. Çünkü karada ya-flam bafllayacaksa, amfibiyen yumurtası-nın tek bir nesil içinde amniotik yumur-taya dönüflmesi zorunludur. Bunun ev-rim mekanizmaları olarak öne sürülendo¤al seleksiyon ve mutasyon tarafındannasıl yapılmıfl olabilece¤i açıklanama-maktadır.

Öte yandan, fosil kayıtları da sürün-genlerin kökenini evrimci bir açıklama-dan yoksun bırakmaktadır. Ünlü evrimcipaleontolog Lewis L. Carroll, "Sürün-genlerin Kökeni Sorunu" bafllıklı maka-lesinde bu gerçe¤i flöyle kabul eder:

Ne yazık ki sürüngenlerin ortaya çıkıflıöncesinde var olan tek bir sürüngen atasıörne¤i yoktur. Bu ara formların olmayıflı,amfibiyen-sürüngen geçifli hakkındakiço¤u problemi çözümsüz bırakmakta-dır.11

Aynı gerçek Harvard Üniversitesi pa-leontologlar›ndan, evrimci Stephen JayGould tarafından da kabul edilmektedir.

Gould, "hiçbir fosil amfibiyen, tümüylekarada yaflayan omurgalıların (sürün-gen, kufl ve memelilerin) atası olarakgörünmüyor" demektedir.12 (bkz. Sudankaraya geçifl)

AAmmiinnoo aassiitt

Amino asitler, canlı hücrelerini olufl-turan proteinlerin yapıtaflı olan molekül-lerdir. Do¤ada 200 çeflidin üzerinde ami-no asit bulunur. Ancak bunların arasın-dan sadece 20 çeflit amino asit canlılarda-ki proteinleri oluflturur. 20 amino asit çe-flidinden "belirli amino asitler"in, "belirlisıralarda" dizilerek kimyasal ba¤larlabirbirlerine ba¤lanmaları sonucundafarklı fonksiyon ve özelliklere sahip pro-teinler oluflur. En basitleri yaklaflık 50amino asitten oluflan proteinlerin binler-ce amino asitten oluflan çeflitleri de var-dır. Proteinlerin yapılarındaki tek biramino asitin bile eksilmesi veya yerininde¤iflmesi ya da zincire fazladan bir ami-no asit eklenmesi, o proteini ifle yaramazbir molekül yı¤ını haline getirir. Bu ne-denle her amino asit, tam gereken yerde,tam gereken sırada yer almalıdır. Hayatınrastlantılarla olufltu¤unu öne süren evrimteorisi ise bu düzenlili¤in tesadüfen nasılolufltu¤unu kesinlikle açıklayamaz.

Amerikalı jeolog William Stokes, birevrimci olmasına ra¤men, Essentials ofEarth History (Yeryüzü Tarihinin Esas-lar›) adlı kitabında bu gerçe¤i kabulederken, "e¤er milyarlarca yıl boyunca,milyarlarca gezegenin yüzeyi gerekli

Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)

AM‹NO AS‹T20

AAmmiinnoo aassiittlleerr,, aammiinnoo ggrruubbuu,, kkaarrbbookkssiill ggrruubbuu vveeyyaann zziinncciirr ggrruubbuu ddiiyyee aaddllaanndd››rr››llaann üüçç aattoomm ggrruu--bbuunnuunn bbiirr kkaarrbboonn ggrruubbuunnaa bbaa¤¤llaannmmaass››yyllaa mmeeyy--ddaannaa ggeelliirrlleerr..

HH

HH22 NN

RR

CC CC OO OO HH

aammiinnoo aassiitt

ggrruubbuu

yyaann zziinncciirr ggrruubbuu

AAMM‹‹NNOO AASS‹‹TTLLEERR‹‹NN YYAAPPIISSII

OO

HHOO

CC CC

HH

NN

HH HH

aassiitt ggrruubbuu aammiinnoo ggrruubbuu

TTeemmeell aammiinnoo aassiitt ppaarrççaass››

BBuurraaddaann ççeeflfliittllii RR

ggrruuppllaarr››nnaa bbaa¤¤llaann››rr..

ÖÖRRNNEEKKLLEERR

OO

HHOO

CC HH

HH

CC

NN22

OO

HHOO

CC

HH

CC

NN22

CCHH

CCHH33

CCHH33

HH

CCHH33

CCHH

CCHH33

CCHH33

CCHH22

CCHH22

CCHH22

CCHH CCHH22

CCHH33

CCHH33

CCHH22CCHH22

CCHH22

CC

NNHH22

OO

kkaarrbbookkssiill ggrruupp

PPrrootteeiinnlleerr aammiinnoo aassiittlleerrddeenn oolluuflfluurrllaarr..AAmmiinnoo aassiittlleerr pprrootteeiinnlleerree ggöörree ççookk ddaahhaakküüççüükk mmoolleekküülllleerr oollmmaallaarr››nnaa rraa¤¤mmeenn,,ssoonn ddeerreeccee kkoommpplleekkss yyaapp››llaarr›› vvaarrdd››rr..

gglliissiinn

aallaanniinn

vvaalliinn

ffeenniill

aallaanniinn

llöössiinn

aassppaarraajjiinn

iizzoollöössiinn

Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)

amino asitleri içeren sulu bir konsantretabakayla dolu olsaydı bile yine (prote-in) oluflamazdı" diye yazar.13

Science News dergisinin Ocak 1999

sayısında yayınlanan bir makalede ise,

amino asitlerin nasıl olup da proteinleri

oluflturdu¤una hala hiçbir açıklama geti-

rilemedi¤i flöyle belirtilmektedir:

Hiç kimse flimdiye kadar nasıl olup da

genifl çapta da¤ılmıfl yapıtafllarının pro-

teinlere dönüfltü¤ünü tatmin edici bir fle-

kilde açıklayamamıfltır. ‹lkel dünyanın

varsayılan koflulları amino asitleri yalı-

tılmıfl bir yalnızlı¤a do¤ru sürükleyecek

flekildedir.14

Laboratuvar koflullarında, bilinçli

müdahalelerle yapılan deneylerde dahi,

proteinler için gerekli olan amino asitler

üretilememektedir. Bu konuda yapılan

deneyler ya baflarısızlıkla sonuçlanmıfltır,

ya da Miller Deneyinde oldu¤u gibi de-

ney esnasında birçok geçersiz metoda

baflvurulmufltur. Miller, deneyinde, ilkel

atmosferde bulunmayan maddeleri kul-

lanmıfl ve ilkel atmosferde bulunmayan

ortamlar oluflturmufltur. Bunun sonucun-

da oluflan amino asitler de, canlıların pro-

teinlerinin yapısında bulunmayan sa¤-el-

li amino asitlerdir. (bkz. Miller Deneyi)

Daha amino asitlerin tesadüfen nasıl

olufltuklarını açıklayamayan evrimciler,

bu amino asitlerin ilkel dünya koflulların-

da tesadüfen olufltuklarını ve tesadüfen

en do¤ru amino asitlerin, en do¤ru sayı-

da, en do¤ru sıralama ile dizilerek prote-

inleri meydana getirdiklerini iddia eder-

ler. Bu konu evrim teorisinin en büyük

açmazlarından biridir. (bkz. Protein)

HHüüccrreeççeekkiirrddee¤¤ii

PPrrootteeiinn zziinncciirrii

RRiibboozzoomm

AAmmiinnoo aassiitt

ttRRNNAA

mmRRNNAAPPrrootteeiinnlleerriinn yyaapp››llaarr››nnddaakkii tteekk bbiirr

aammiinnoo aassiittiinn bbiillee eekkssiillmmeessii vveeyyaa yyeerriinniinnddee¤¤iiflflmmeessii yyaa ddaa zziinncciirree ffaazzllaaddaann bbiirraammiinnoo aassiitt eekklleennmmeessii,, oo pprrootteeiinnii iiflflee

yyaarraammaazz bbiirr mmoolleekküüll yy››¤¤››nn›› hhaalliinnee ggeettiirriirr..

22 AM‹NO AS‹T

AAnnaalloojjii

Evrimciler canlılar arasındaki birta-kım benzerliklere dayanarak, aralarındaata-torun iliflkisi kurmaya çalıflırlar. An-cak bir kısım canlılar vardır ki, fonksi-yon bakımından benzer organlara sahipolmalar›na ra¤men, aralarında hiçbir ev-rimsel ba¤ kurulamaz. Bu tür bir benzer-li¤e "analoji", böyle organlara da "ana-log organlar" denir. Analog organlar yapıve geliflme bakımından farklı, fakatfonksiyonları aynı olan organlardır.15

Örne¤in kuflların, böceklerin, memeliolan yarasaların kanatları fonksiyon ola-rak benzer olmalarına ra¤men, araların-da sözde evrimsel bir iliflki yoktur.

Dolayısıyla evrimciler, araların-da evrimsel bir akrabalık ba¤ı kura-madıkları bu benzer organların, ayrıayrı evrimleflmenin ürünü oldu¤unusöylemek zorunda kalırlar. Örne¤inkanatın kufllarda, böceklerde, meme-li olan yarasalarda ayrı ayrı "tesadüf-lerle" ortaya çıkması gerekmektedir.Bu durum sadece benzerliklere da-yanarak evrimsel ba¤ kurmaya çalı-flan evrimciler açısından büyük birçeliflki oluflturur. Çünkü evrimciler,örne¤in kanatlar gibi son derecekompleks yap›lar›n tesadüfen nas›lolufltu¤unu bir kez bile aç›klayamaz-

ken bunu farkl› canl›lar için ayr› ayr›aç›klamal›d›rlar. (bkz. Homoloji; Homo-log organ) Bu konu ile ilgili evrimcileriçıkmaza sürükleyen daha pek çok örnekbulunmaktadır. (bkz. Analog organ)

AAnnaalloogg oorrggaann

Yüzeysel benzerlikleri olan ve he-men hemen aynı görevi yapan organlar-dır. Örne¤in bir kelebe¤in kanadı ile ku-flun kanadı uçmayı, bir sine¤in baca¤ı ilekedinin baca¤ı yürümeyi sa¤lar. Fakatbunların genetik yapıları incelendi¤indebirbirlerinden tamamen farklı olduklarıgözlenir. Çünkü bu tür benzerlikler yü-zeyseldir.16

Darwin, benzer (yani "homolog") or-ganlara sahip canlıların birbirleriyle ev-rimsel bir ba¤lantısı oldu¤unu ve bu or-ganların ortak bir ataya sahip olmalarıgerekti¤ini öne sürmüfltür. Oysa hiçbir

Harun Yahya (Adnan Oktar)

23ANALOJ‹

AAmmiinnoo aassiittlleerr,, bbiirrbbiirrlleerriinnee ffaarrkkll›› bbaa¤¤llaanntt››yyeerrlleerriinnddeenn bbaa¤¤llaannaarraakk,, pprrootteeiinniinn üüçç bboo--yyuuttlluu yyaapp››ss››nn›› mmeeyyddaannaa ggeettiirriirrlleerr.. BBuuöözzeelllliikk,, pprrootteeiinnlleerriinn ddaahhaa ddaa kkoommpplleekkssbbiirr yyaapp›› kkaazzaannmmaallaarr››nnaa nneeddeenn oolluurr..

delile dayanmayan, yalnızca dıfl görü-nüfllerden yola çıkılarak ortaya atılmıflbu yüzeysel varsayım, Darwin'den günü-müze kadar hiçbir somut bulgu tarafın-dan da do¤rulanmamıfltır. Bu durum kar-flısında, evrimciler bu organların "homo-log" (yani ortak bir atadan gelen) organ-lar de¤il, "analog" (aralarında evrimseliliflki olmadı¤ı halde birbirine çok ben-zeyen) organlar oldu¤unu söylerler.(bkz. Morfolojik homoloji)

Evrimcilerin, aralarında hiçbir ev-rimsel ba¤lantı kuramadıkları türlerinde, birbirlerine çok benzeyen (homolog)organları vardır. Kanat, bunun en bilinen

örne¤idir. Bir memeli olan yarasada ka-nat vardır, kufllarda kanat vardır, sinek-lerde ve di¤er çeflitli böcek türlerinde dekanat vardır. Fakat evrimciler, birbirin-den farklı bu sınıflar arasında hiçbir ev-rimsel ba¤ ve akrabalık kuramamakta-dırlar.

Evrim teorisine göre, kanatlar birbi-rinden ba¤ımsız olarak dört kez "tesadü-fen" ortaya çıkmıfltır: Böceklerde, uçansürüngenlerde, kufllarda ve uçan meme-lilerde (yarasada). Do¤al seleksiyon-mu-tasyon mekanizmalarıyla açıklanamayankanatların dört kez ayrı ayrı oluflmaları,hem de oluflan bu kanatların birbirine

benzer yapılar sergilemeleri, evrimcibiyologlar için ciddi bir açmaz olufltu-rur.

Bu konuda evrimci tezi çıkmazasürükleyen en somut örneklerden biride, memeli canlılarda ortaya çıkar.Ça¤dafl biyolojinin ortak kabulünegöre, tüm memeliler iki temel katego-riye ayrılır; plasentalılar ve keseliler(marsupials). Evrimciler, bu ayrımınmemelilerin henüz ilk bafllangıcındado¤du¤unu ve her iki kategorinin bir-birlerinden tamamen ba¤ımsız olarakayrı birer evrim tarihi yafladı¤ını var-sayarlar. Ancak ne ilginçtir ki, bu ikikategoride birbirlerinin neredeyse ay-nı olan "çiftler" vardır. Kurtlar, kedi-ler, sincaplar, karınca yiyenler, köste-bekler ve fareler, hem plasentalılarkategorisine, hem de keseliler katego-risine birbirlerine çok benzer yapıla-rıyla girmektedirler.17 Yani evrim te-

Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)

ANALOG ORGAN24

BBiirr uuççaann ssüürrüünnggeenniinn,, bbiirr kkuuflfluunn vvee bbiirr yyaarraassaann››nn kkaannaattllaarr››.. AArraallaarr››nnddaa hhiiççbbiirreevvrriimmsseell iilliiflflkkii kkuurruullaammaayyaann bbuu kkaannaattllaarr,,bbeennzzeerr yyaapp››llaarraa ssaahhiippttiirr..

Harun Yahya (Adnan Oktar)

orisine göre, birbirlerinden tamamen ba-¤ımsız mutasyonların, bu canlıları ikiflerkez "tesadüfen" üretmifl olmaları gerek-mektedir! Elbette böyle bir olayın ger-çekleflmesi mümkün de¤ildir.

Plasentalı ve keseli memeliler arasın-daki ilginç benzerliklerden biri de, Ku-zey Amerika kurdu ile Tazmanya kurduarasındadır. Bu canlılardan ilki plasenta-lılar, ikincisi ise keseliler sınıflamasınadahildir. (Avustralya kıtasının ve çevre-

sindeki adaların Antartika'dan ayrılma-sından itibaren, keseli ve plasentalı me-melilerin iliflkilerinin kesildi¤i varsayılırve bu dönemde hiçbir kurt türü yoktur.)Ancak ilginç olan, Tazmanya kurdu ileKuzey Amerika kurdunun iskelet yapıla-rının neredeyse tamamen aynı olmasıdır.Özellikle kafatasları yukar›daki flekildegörüldü¤ü gibi, birbirlerine ola¤anüstüderecede benzerdir.

Evrimci biyologların "homoloji" ör-

TAZMANYA KURDU VE GÜNEY AMER‹KALI BENZER‹

KKeesseellii mmeemmeelliilleerr iillee ppllaasseennttaall›› mmeemmeelliilleerraarraass››nnddaa ""iikkiizz"" ttüürrlleerriinn bbuulluunnmmaass››,, hhoommoo--lloojjii iiddddiiaass››nnaa ççookk bbüüyyüükk bbiirr ddaarrbbeeddiirr.. ÖÖrrnnee--¤¤iinn üüsstttteekkii kkeesseellii TTaazzmmaannyyaa kkuurrdduu iillee KKuu--zzeeyy AAmmeerriikkaa''ddaa yyeettiiflfleenn ppllaasseennttaall›› kkuurrtt,,bbiirrbbiirrlleerriinnee oollaa¤¤aannüüssttüü ddeerreecceeddee bbeennzzeerr--ddiirr.. YYaannddaa,, bbuu iikkii ccaannll››nn››nn bbiirrbbiirrlleerriinnee ççookkbbeennzzeeyyeenn kkaaffaattaassllaarr›› yyeerr aall››yyoorr.. HHiiççbbiirr ""eevv--rriimmsseell aakkrraabbaall››kk"" öönnee ssüürrüülleemmeeyyeenn iikkiiccaannll›› aarraass››nnddaa bbuu ddeennllii bbeennzzeerrlliikk oollmmaass››,,hhoommoolloojjii iiddddiiaass››nn›› tteemmeellssiizz bb››rraakkmmaakkttaadd››rr..

Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)

ne¤i olarak kabul edemedikleri bu gibiola¤anüstü benzerlikler, benzer organla-rın, ortak atadan evrimleflme tezine deliloluflturmadı¤ını göstermektedir.

AAnngg››oossppeerrmm

Çiçekli bitkilere verilen isimdir. Yer-yüzünde en fazla sayıda bulunan bitki-lerdir. 230.000'in üzerinde türü vardır.Okyanuslardan çöllere kadar çok farklıkoflullarda yetiflebilmektedirler.

Bitkilerin evrimi iddiasını en açıkbiçimde reddeden fosil bulguları, angi-ospermlere aittir. Angiospermler, 43 ay-rı familyaya bölünmüfllerdir ve bu 43farklı familyanın her biri, arkalarındahiçbir ilkel "ara form" izi bulunmadanfosil kayıtlarında aniden ortaya çıkar.Bu gerçek, 19. yüzyılda da fark edilmiflve hatta bu nedenle Darwin, angios-permlerin kökenini "rahatsız edici bir

sır" olarak tanımlamıfltır. Darwin'den buyana yapılan tüm arafltırmalar, bu bitki-lerin kökenine dair evrimsel bir açıkla-ma getirememifltir. Evrimci paleobota-nikçi N. F. Hughes, Paleobiology of An-giosperm Origins adlı kitabında flu itiraf-

ta bulunur:

Karadaki bitkilerin en bask›n grubu olanangiospermlerin evrimsel kökeni, bilimadamlarını 19. yüzyılın ortalarından beri

114400 mmiillyyoonn yy››ll yyaaflfl››nnddaakkii AArrcchhææffrruuccttuuss ttüürrüü--nnee aaiitt bbuu ffoossiill,, bbiilliinneenn eenn eesskkii aannggiioossppeerrmm((ççiiççeekkllii bbiittkkii)) kkaall››nntt››ss››dd››rr.. BBuuggüünnkküü bbeennzzeerrllee--rriinnddeenn ffaarrkk›› oollmmaayyaann bbiittkkii,, ççiiççeekklleerrii vvee mmeeyy--vveessii iillee kkuussuurrssuuzz bbiirr yyaapp››yyaa ssaahhiippttiirr..

26 ANGIOSPERM

flaflırtmaktadır... Detaylardaki birkaç is-tisna dıflında, bu soruna tatminkar bircevap bulunamayıflı devam etmektedir vesonunda ço¤u biyolog bu sorunun fosilkayıtlarıyla çözülmesinin imkansız oldu-¤u sonucuna varmıfltır.18

Daniel Axelrod ise, The Evolution ofFlowering Plants, in The Evolution Life(Evrimsel Süreçte Çiçekli Bitkilerin Ev-rimi) adlı kitabında, çiçekli bitkilerin kö-keni konusunda flu yorumu yapar:

Angiospermlere, yani çiçekli bitkilere yolaçan ilkel grup, fosil kayıtlarında henüztespit edilmemifltir ve yaflayan hiçbir an-giosperm böyle bir ba¤lantıya iflaret et-memektedir.19

Bilim adamlarının yukarıda belirtilenaçıklamalarında da görüldü¤ü gibi, angi-ospermler fosil kayıtlarında, hiçbir ev-rimsel ataya sahip olmadan aniden belir-mifllerdir. Çiçekli bitkiler gibi son derecekompleks canlıların birdenbire ortayaçıkmaları, onların yaratıldıklarının birgöstergesidir.

AAnnoorrggaanniikk eevvrriimm

Anorganik evrim, canlılı¤ın ortayaçıkıflından evvel, evrenin ve dünyanınoluflumunu tesadüfi süreçlerle açıklama-ya çalıflır. Herfleyi evrimle açıklamayaçalıflan kimseler materyalizmin öngör-dü¤ü gibi evrenin sonsuzdan beri var ol-du¤unu, yani yaratılmadı¤ını ve evrendehiçbir tasarım, plan ve amaç olmadı¤ını,herfleyin tesadüf ürünü oldu¤unu savu-nurlar. Ancak 19. yüzyıl materyalistleri-nin, o dönemin ilkel bilim düzeyi içindebüyük hararetle savundukları bu iddi-alar, 20. yüzyıldaki bilimsel bulgular ta-rafından yıkılmıfltır.

Önce, evrenin sonsuzdan beri var ol-du¤u iddiası tarihe karıflmıfltır. 1920'liyıllardan itibaren evrenin yapısı hakkın-da elde edilen bilgiler, evrenin belirli birzaman önce bir "Büyük Patlama" (BigBang) ile yoktan var oldu¤unu ispatla-mıfltır. Yani evren sonsuz de¤ildir, yok-tan yaratılmıfltır. (bkz. Big Bang teorisi)

20. yüzyılın ilk yarısında yazdı¤ı ki-taplarla materyalizmin ve Marksizm'inünlü bir savunucusu haline gelen Geor-ges Politzer, Felsefenin Bafllangıç ‹lkele-

27ANORGAN‹K EVR‹M

ri adlı kitabında, "sonsuz evren" modeli-nin geçerlili¤ine güvenerek yaratılıflaflöyle karflı çıkıyordu:

Evren yaratılmıfl bir fley de¤ildir. E¤eryaratılmıfl olsaydı, o takdirde, evreninAllah tarafından belli bir anda yaratıl-mıfl olması ve evrenin yoktan var edilmiflolması gerekirdi. Yaratılıflı kabul edebil-mek için, herfleyden önce, evrenin var ol-madı¤ı bir anın varlı¤ını, sonra da, hiç-likten (yokluktan) bir fleyin çıkmıfl oldu-¤unu kabul etmek gerekir. Bu ise biliminkabul edemeyece¤i bir fleydir.20

Politzer, yaratılıfla karflı sonsuz evrenfikrini savunurken, bilimin kendi tara-fında oldu¤unu sanıyordu. Oysa bilim,çok geçmeden, Politzer'in "e¤er öyle ol-sa, bir Yaratıcı oldu¤unu kabul etmekgerekir" dedi¤i gerçe¤i, yani evrenin birbafllangıcı oldu¤u gerçe¤ini ispatladı.

AAnnttiibbiiyyoottiikk ddiirreennccii

Bakteriler, belli bir antibiyoti¤e sü-rekli maruz kaldıklarında, o antibiyoti¤ekarflı direnç göstermeye bafllarlar ve birsüre sonra antibiyoti¤in o bakteri türüüzerindeki etkisi yok olur. Evrimciler,

bazı bakterilerin antibiyotiklere karflı di-renç göstermelerini evrime delil olarakgösterirler. Bu direncin bakterilerdemeydana gelen mutasyonlar sonucundageliflti¤ini iddia ederler. Oysa bakteriler-de meydana gelen direnç, onların mutas-yon sonucunda sonradan gelifltirdikleribir özellik de¤ildir. Çünkü bakteriler buözelli¤e antibiyoti¤e maruz kalmadanönce de sahiptirler. Scientific Americandergisi, evrimci bir yayın olmasına kar-flın, Mart 1998 sayısında bu konuda flöy-le bir açıklamaya yer vermifltir:

Çok sayıda bakteri, daha ticari antibiyo-tikler kullanılmaya bafllamadan önce dedirenç genlerine sahipti. Bilim adamlarıbu genlerin neden evrimlefltiklerini vevarlıklarını sürdürdüklerini kesinliklebilmiyorlar.21

Görüldü¤ü gibi, direnç sa¤layan ge-netik bilginin, antibiyotiklerden öncevar olması, evrimciler tarafından açıkla-namayan ve teorinin iddiasını geçersizkılan bir gerçektir.

Dirençli bakterilerin, antibiyotiklerinkeflfinden yıllarca önce mevcut oldu¤u,ciddi bir bilimsel yayın olan MedicalTribune dergisinin 29 Aralık 1988 tarihli

DDiirreennççllii bbaakktteerriilleerr aannttiibbiiyyoottiikklleerriinn kkeeflflffiinnddeenn öönnccee ddee vvaarrdd››.. BBaakktteerriilleerr ssoonnrraaddaann aannttiibbiiyyoottii¤¤ee mmaarruuzz kkaall››nnccaa ddiirreennçç öözzeellllii¤¤ii ggeelliiflflttiirrmmeemmiiflfllleerrddiirr..

Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)

ANT‹B‹YOT‹K D‹RENC‹28

AANNTT‹‹BB‹‹YYOOTT‹‹KKKKEESS‹‹LL‹‹RR

DD‹‹RREENNÇÇLL‹‹ NNÜÜFFUUSS

HHAASSSSAASS NNÜÜFFUUSSÖÖLLÜÜ HHÜÜCCRREELLEERR

sayısında da, ilginç bir olay aktarılarak

flöyle belirtilmektedir:

1986'da yapılan bir arafltırmada, 1845

yılında bir kutup keflfi sırasında hastala-

narak hayatını kaybeden denizcilerin

buzda korunmufl cesetleri bulunmufltur.

Bu cesetlerin üzerinde 19. yüzyılda yay-

gın olan bazı bakteri çeflitleri tespit edil-

mifl ve bunlar test edildi¤inde, 20. yüzyıl-

da üretilmifl pek çok modern antibiyoti¤e

karflı direnç özellikleri taflıdıkları hayret-

le saptanmıfltır.22

Bu tür direnç özelliklerinin penisili-

nin icadından önce de birçok bakteri tü-

ründe mevcut oldu¤u, tıp dünyasında bi-

linen bir gerçektir. Dolayısıyla bakteri-

lerdeki direnç özelli¤inin evrimsel bir

geliflme gibi öne sürülmesi kesinlikle

yanlıfl bir iddiadır.

Günlük dilde "bakterilerin ba¤ıflıklık

kazanması" denen süreç gerçekte flöyleoluflur:

Bakterilerin kendi türleri içinde sayı-sız varyasyonları (çeflitleri) vardır. Buvaryasyonların bir kısmı, yukarıda belir-tildi¤i gibi, bazı ilaçlara karflı direnç sa¤-layacak genetik bilgiye sahiptir. Bakteri-ler belli bir ilacın etkisine maruz kaldık-larında, ilaca dayanıksız varyasyonlaryok olur; dirençliler ise hayatta kalır vedaha fazla ço¤alma imkanına kavuflurlar.Belli bir zaman sonra tamamen yok olandirençsiz bakterilerin yerini, hızla ço¤a-lan bu dirençli bakteriler doldurur. Birsüre sonra, aynı bakteri türü yalnızca sözkonusu antibiyoti¤e dirençli olan birey-lerden oluflmufl bir koloni haline gelir veartık aynı antibiyotik o bakteri türünekarflı etkisiz olur. Ancak bakteri yine ay-nı bakteri, tür yine aynı türdür. Herhangibir evrim yaflanmamıfltır.

Harun Yahya (Adnan Oktar)

BBaakktteerriilleerr,, ddiirreennçç ggeennlleerriinnii bbiirrbbiirrlleerriinnee aakkttaarraarraakk aannttiibbiiyyoottiikklleerree kkaarrflfl›› kk››ssaa ssüürreeddee bbaa¤¤››flfl››kkll››kk kkaazzaann››rrllaarr..

29ANT‹B‹YOT‹K D‹RENC‹

Bakterilerdeki Direnç Aktarma Mekanizmaları

Bakteriler antibiyotiklere karflı di-renç özelli¤ini, geçmifl dirençli jeneras-yonlarından genetik miras olarak edin-dikleri gibi, di¤er bakterilerdeki dirençgenlerini kendilerine transfer etme yo-luyla da elde edebilirler.

Direnç genleri genellikle "plas-mid"ler aracılı¤ıyla di¤er bakterilere ta-flınırlar. Plasmidler, bakterideki küçükDNA halkacıklarıdır ve direnç genlerisıklıkla bu plasmidlerde kodlu bulunur.Bu direnç genleri, bakterinin, bulundu¤uortamdaki çeflitli zararlı maddelere karflıdayanıklı hale gelmesini sa¤lar. Dirençgenleri aynı zamanda bakterideki kro-mozomal DNA'da da bulunabilir. Kro-mozom, bakteri hücresindeki plasmid-lerden çok daha büyük ve hücrenin ço-¤almasını ve fonksiyonlarını yöneten birDNA molekülüdür.

Antibiyotiklere karflı ba¤ıflıklık geni-ne sahip olan bir bakteri, sahip oldu¤ubu genetik bilgiyi, di¤er bir bakteriyeplasmid transferi yaparak ulafltırabil-mektedir. Direnç genleri bazen virüsleraracılı¤ıyla da transfer edilir. Bu durum-da virüs, bir bakteriden aldı¤ı direnç ge-nini bir baflka bakteriye aktarır. Ayrıcabir bakteri öldü¤ünde ve içindeki hücreparçaları ortama da¤ıldı¤ında, bir baflkabakteri ortamda serbest halde bulunandirenç genini kendine aktarabilir.

Dirençsiz bir bakteri, bu flekildeedindi¤i bir direnç genini kolaylıkla ken-di DNA molekülleri arasına katabilir.Çünkü direnç genleri genellikle "trans-

pozon" adı verilen küçük DNA ünitelerifleklindedir ve kolaylıkla baflka DNAmolekülleri arasına dahil olabilir.

Bu gibi mekanizmalar sayesinde birtek dirençli bakteriden çok kısa bir süreiçinde dirençli bir bakteri kolonisi ortayaçıkabilir. Bu olgunun evrimle bir ilgisiyoktur; çünkü bakterilere direnç sa¤layangenler, mutasyonlar sonucunda sonradanoluflmamaktadır. Sadece, zaten var olangenler bakteriler arasında birbirlerine ak-tarılmaktadır.

AAnnttrrooppoolloojjii

Antropoloji, insanın kökenini, biyo-lojik özelliklerini, toplumsal ve kültürelyönlerini inceleyen bilim dalıdır. Bu bi-lim dalı önceleri, insanlık tarihini ö¤ren-mek giriflimi olarak bafllamıfltı. Gerçek-ten de Yunanca'dan gelen bu sözcü¤ünanlamı "insanın incelenmesi"dir. 19.yüzyılda Charles Darwin'in, canlılarıngeliflme ve de¤iflim sürecine iliflkin ev-rim kuramını ortaya atmasından sonrabilim adamları bu alana ilgi duydu ve in-sanın sözde evrimi hakk›nda yeni yenigörüfller öne sürmeye baflladılar.

Bilim adamlar› insan topluluklarınınnasıl büyüdü¤ünü ve ne yönde de¤iflikli-¤e u¤radıklarını, siyasal örgütlenmele-rin, sanatın ve müzi¤in nasıl do¤du¤unuö¤renmek istiyorlardı. Bütün bu çabala-rın sonucunda antropoloji biliminde in-sanlık tarihinin de¤iflik alanlarını incele-yen uzmanlık dalları ortaya çıktı: Fizik-sel antropologlar, kültürel antropolog-lar... Fakat evrim teorisinin ortaya atıl-

Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)

ANTROPOLOJ‹30

masından sonra kültürel antropoloji, in-sanı kültürlü bir hayvan olarak; fizikiantropoloji ise insanı biyolojik bir orga-nizma olarak ele aldı. Bu çarpık zihniye-tin sonucunda antropoloji, evrimci bilimadamlarının çalıflma sahası olarak pekçok gerçek dıflı ve taraflı yoruma maruzkalmıfltır.

AArraa ggeeççiiflfl ffoorrmmuu

((AArraa ttüürrlleerr))

Evrim teorisinin iddiasına göre, yer-yüzünde yaflayan ve geçmiflte yaflamıfltüm canlı türleri birbirlerinden türeyerekortaya çıkmıfllardır. Türlerin birbirlerinedönüflümü ise, evrim teorisine göre, ya-vafl yavafl ve kademe kademe olmufltur.Dolayısıyla, bu iddiaya göre iki canlı tü-rü arasındaki geçifl dönemini yansıtan veher iki türden bazı özellikler taflıyan bir-takım canlıların yaflamıfl olması zorunlu-dur. Örne¤in, balıklar karaya çıkıp sü-rüngenlere dönüflene kadar mutlaka yarısolungaçlı yarı akci¤erli, yarı yüzgeçliyarı ayaklı türden bazı canlıların milyon-larca yıl boyunca yaflamıfl olmaları gere-kir. Evrimciler, geçmiflte yaflamıfl olduk-larına inandıkla-rı bu hayali can-lılara "ara geçifl formu"adını verirler.

E¤er evrim teorisido¤ru olsaydı, bu tür canlı-ların geçmiflte yaflamıfl ol-maları ve bunların sayılarınınve çeflitlerinin milyonlarca hatta milyar-larca olması gerekirdi. Ve bu ucube can-

lıların kalıntılarına fosil kayıtlarındarastlanması gerekirdi. Ancak, bugünekadar fosil kayıtlarında tek bir ara geçiflformu fosiline dahi rastlanmamıfltır. Ni-tekim evrim teorisinin kurucusu CharlesDarwin, Türlerin Kökeni kitabının "Te-orinin Zorlukları" (Difficulties on The-ory) adlı bölümünde flöyle yazmıfltır:

E¤er gerçekten türler öbür türlerden ya-vafl geliflmelerle türemiflse, neden sayısızara geçifl formuna rastlamıyoruz? Nedenbütün do¤a bir karmafla halinde de¤il de,tam olarak tanımlanmıfl ve yerli yerinde?Sayısız ara geçifl formu olmalı, fakat ni-çin yeryüzünün sayılamayacak kadar çokkatmanında gömülü olarak bulamıyo-ruz... Niçin her jeolojik yapı ve her taba-ka böyle ba¤lantılarla dolu de¤il? Jeolojiiyi derecelendirilmifl bir süreç ortaya çı-karmamaktadır ve belki de bu, benim te-orime karflı ileri sürülecek en büyük iti-raz olacaktır.23

Evrimci paleontologlar, Darwin'in busözlerine dayanarak 19. yüzyılın ortasın-dan bu yana dünyanın dört bir yanındafosil arafltırmaları yaptılar ve bu ara ge-çifl formlarını aradılar.

Tüm çabalara ra¤men sözkonusu formlara hiçbir za-

Harun Yahya (Adnan Oktar)

31ARA GEÇ‹fi FORMU

FFoossiill kkaayy››ttllaarr››nnddaa DDaarrwwiinn''iinn öönnggöörr--ddüü¤¤üü ggiibbii kkaaddeemmeellii bbiirr ddee¤¤iiflfliimm

yyookkttuurr.. FFaarrkkll›› ccaannll›› ttüürrlleerrii kkeennddiilleerrii--nnee hhaass yyaapp››llaarr››yyllaa bbiirr aannddaa oorrttaayyaa çç››kkaarr--llaarr.. BBuunnuu kkaabbuulllleenneemmeeyyeenn eevvrriimmcciilleerr iidd--ddiiaallaarr››nn›› yyaannddaakkii rreessiimmddeekkii ggiibbii tteemmeellssiizz

vvee ssppeekküüllaattiiff ççiizziimmlleerrllee ddeesstteekkllee--mmeeyyee ççaall››flfl››rrllaarr..

Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)

man rastlanamadı. Yapılan kazılarda vearafltırmalarda elde edilen bütün bulgu-lar, evrim teorisinin öngörülerinin aksi-ne, canlıların yeryüzünde birdenbire, ek-siksiz ve kusursuz bir biçimde orta-ya çıktıklarını gösterdi.Ünlü ‹ngiliz paleonto-log (fosil bilimci)Derek W. Ager,evrim teorisini be-nimsemesine kar-flın bu gerçe¤i flöylekabul eder:

Sorunumuz fludur:Fosil kayıtlarını de-taylı olarak incele-di¤imizde, türler yada sınıflar seviye-sinde olsun, sürekliolarak aynı gerçekle karflılarız; kademelievrimle geliflen de¤il, aniden yeryüzün-de oluflan gruplar görürüz.24

Bir baflka evrimci paleontolog MarkCzarnecki ise flu yorumu yapar:

Teoriyi (evrimi) ispatlamanın önündekibüyük bir engel, her zaman için fosil ka-yıtları olmufltur... Bu kayıtlar hiçbir za-man için Darwin'in varsaydı¤ı araformların izlerini ortaya koymamıfltır.Türler aniden oluflurlar ve yine anidenyok olurlar. Ve bu beklenmedik durum,türlerin yaratıldı¤ını savunan argümanadestek sa¤lamıfltır.25

Ünlü biyolog Francis Hitching de,The Neck of the Giraffe: Where DarwinWent Wrong adlı kitabında flöyle demek-tedir:

E¤er fosiller buluyorsak ve e¤er Dar-

win'in teorisi do¤ruysa, o halde kayala-rın belirli bir grup yaratı¤ın, daha komp-leks bir baflka grup yaratı¤a do¤ru küçükkademelerle evrimleflti¤ini gösteren ka-lıntılar ortaya çıkarması gerekir. Bu ne-

silden nesile ilerleyen "küçük ge-liflmelerin" son derece iyi

korunmufl olması gere-kir. Ama durum hiçde böyle de¤ildir. As-lında, bunun tam ter-

si do¤rudur. Dar-win'in "sayısız ara formolmalı, ama bunları ne-den yeryüzünün sayısızkatmanında bulamıyo-ruz" derken yakınmıfl ol-du¤u gibi. Darwin, fosilkayıtlarındaki bu "ola-¤anüstü eksikli¤in" sa-

dece daha fazla fosil kazısı yapmakla il-gili oldu¤unu düflünmüfltür. Ama her nekadar yeni fosil kazısı yapılırsa yapılsın,bulunan türlerin neredeyse hepsinin, is-tisnasız, bugün yaflamakta olan hayvan-lara çok benzedi¤i ortaya çıkmıfltır.26

Fosil kayıtları, canlı türlerinin hembir anda ve tamamen farklı yapılarda or-taya çıktıklarını, hem de çok uzun jeolo-jik dönemler boyunca de¤iflmeden sabitkaldıklarını göstermektedir. HarvardÜniversitesi paleontologlar›ndan ve ünlüevrimci Stephen Jay Gould, bu gerçe¤iflöyle kabul eder:

Fosilleflmifl türlerin ço¤unun tarihi, ka-demeli evrimle çeliflen iki farklı özellikortaya koymaktadır:

1. Dura¤anlık: Ço¤u tür, dünya üzerindevar oldu¤u süre boyunca hiçbir yönsel de-

FFaarrkkll›› ccaannll›› ss››nn››ffllaammaallaarr››,, kkeennddiilleerriinneebbeennzzeeyyeenn aattaallaarr›› oollmmaaddaann aanniiddeenn oorr--ttaayyaa çç››kkmm››flflllaarr vvee yyüüzz mmiillyyoonnllaarrccaa yy››llbbooyyuunnccaa hhiiçç ddee¤¤iiflfliimm ggeeççiirrmmeeddeenn,,dduurraa¤¤aann bbiirr bbiiççiimmddee kkaallmm››flflllaarrdd››rr..

ARA GEÇ‹fi FORMU32

¤iflim göstermez. Fosil kayıtlarında ilk orta-ya çıktıkları andaki yapıları ne ise, kayıtlar-dan yok oldukları andaki yapıları da aynı-dır. Morfolojik (flekilsel) de¤iflim genelliklesınırlıdır ve belirli bir yönü yoktur.

2. Aniden ortaya çıkıfl: Herhangi bir lokalbölgede bir tür, atalarından kademeli fark-lılaflmalara u¤rayarak aflama aflama orta-ya çıkmaz; bir anda ve "tamamen flekillen-mifl" olarak belirir.27

Ayrıca flunu da belirtmek gerekir ki, ev-rimciler genellikle "ara geçifl formu" kav-ramını kasıtlı olarak gerçek anlamının dı-flında kullanırlar. Evrim teorisinin öngör-dü¤ü ara formlar, iki canlı türü arasında ka-lan, eksik ve yarım organlara sa-hip canlılardır. Ancak bazen araform kavramı yanlıfl algılanmak-ta ve gerçekte ara form özelli¤i olufl-turmayan canlı ya-pıları, ara form gi-bi düflünülmektedir.Örne¤in bir canlı grubu-nun di¤er canlı grubuna aitözellikler barındırması, bir ara tür özelli-¤i de¤ildir. Buna bir örnek, Avustralya'dayaflayan Platypus'tur. Bu canlı, bir memeliolmasına ra¤men sürüngenler gibi yumurt-layarak ço¤alır. Ayrıca kufllara benzer birgagası bulunur. Bilim adamları Platypusgibi canlılara "mozaik canlı" ismini verir-ler. Mozaik canlıların ara form sayılamaya-ca¤ı, Stephen J. Gould ve Niles Eldredgegibi önde gelen evrimci paleontologlar ta-rafından da kabul edilmektedir.28 (bkz.Platypus)

AArrbboorreeaall tteeoorrii

Kara canlısı olan sürüngenlerin nasılolup da uçmaya baflladıkları konusundaöne sürülen iki evrimci teoriden biridir.Arboreal teoriye göre kuflların atalarıa¤açlarda yaflayan sürüngenlerdir ve bun-lar zamanla "daldan dala atlayarak kanat-lanmıfllardır". (Di¤er görüfl de kufllarınyerden yukarı do¤ru havalandıklarını sa-vunan Cursorial teoridir.) Söz konusu te-ori tamamen hayalidir ve teoriyi destekle-yen hiçbir bilimsel kanıt yoktur.

Nitekim Cursorial teoriyi öne sürenJohn Ostrom, her iki hipotezi savunanla-rın ancak spekülasyon yapabildiklerini iti-raf ederek flöyle der:

Benim 'cursorial predator' teorim gerçek-ten de spekülatiftir. Fakat arboreal teori de

aynı flekilde spekülatiftir.29

Ayrıca bu teorinin iddi-asına göre, geçmiflte dünya

üzerinde "yaflamıfl olması"gereken ara geçifl formları-

na da (bkz. Ara geçiflformu) hiçbir za-

man rastlanma-mıfltır. (bkz. Cur-

sorial teori; Kufllarınkökeni)

Harun Yahya (Adnan Oktar)

33ARBOREAL TEOR‹

EEvvrriimmcciilleerriinn uuççuuflfluunn kköökkeenniinnii aaçç››kkllaammaakk iiççiinn oorrttaa--yyaa aatttt››kkllaarr›› tteeoorriilleerrddeenn bbiirrii ssüürrüünnggeennlleerriinn ""ddaallddaannddaallaa aattllaarrkkeenn kkuuflfl hhaalliinnee ggeellddiikklleerriinnii"" ssaavvuunnuurr..OOyyssaa nnee yyaavvaaflfl yyaavvaaflfl kkaannaattllaannaann ccaannll››llaarraa ddaaiirrffoossiilllleerr vvaarrdd››rr,, nnee ddee bbuunnuu ssaa¤¤llaayyaabbiilleecceekk ddoo¤¤aallbbiirr ssüürreeçç......

140 milyon yıl önce, Jurassic dönem-de yaflayan ve daha sonra soyu tükenenbir kufl türüdür. Archæopteryx'in günü-müz kufllarından biraz daha farklı özel-liklerinin olması, evrimcilerin bu kuflusözde dinozor atalarından ayrılan ve ye-ni uçmaya bafllayan bir ara tür olarakgöstermelerine neden olmufltur. Evrimteorisine göre, Velociraptor veya Dro-meosaur ismi verilen küçük yapılı dino-zorların bir kısmı evrim geçirerek kanat-lanmıfllar ve uçmaya bafllamıfllardır.Archæopteryx ise, bu iddiaya göre, yeniyeni uçmaya bafllayan bu kuflların atası-dır.

Oysa Archæopteryx fosilleri üzerindeyapılan son incelemeler, bu anlatımın bi-limsel bir temeli olmadı¤ını göstermek-tedir. Bu canlı, iyi uçamayan bir ara ge-çifl formu de¤il, sadece günümüz kuflla-rından farklı bazı özelliklere sahip, soyutükenmifl bir kufl türüdür. Son bulgularve incelemeler sonucunda Archæopteryxhakkında elde edilen sonuçlar flunlardır:

• Bu canlının "sternum" ad›ndaki gö-¤üs kemi¤inin olmaması, canlının uça-mayaca¤ının en önemli kanıtı olarakgösterilmekteydi. (Gö¤üs kemi¤i, uçmakiçin gerekli olan kasların tutundu¤u gö-¤üs kafesinin altında bulunan bir kemik-tir. Günümüzde uçabilen veya uçamayantüm kufllarda, hatta kufllardan çok ayrıbir familyaya ait olan uçabilen memeliyarasalarda bile bu gö¤üs kemi¤i vardır.)

Ancak 1992 yılında bulunan yedinciArchæopteryx fosili bu argümanın yanlıfl

oldu¤unu gösterdi. Bu fosilde evrimcile-rin çok uzun zamandır yok saydıklarıgö¤üs kemi¤i vardı. Nature dergisindeyeni bulunan bu fosil flöyle anlatılıyor-du:

Son bulunan yedinci Archæopteryx fosili,uzun zamandır varlı¤ından flüphe edilen,ama hiçbir zaman ispatlanamayan birdikdörtgensel gö¤üs kemi¤inin varlı¤ınaiflaret ediyor. Bu canlının uzun mesafe-lerde uçufl yetene¤i hala spekülasyonadayalı, ama gö¤üs kemi¤inin varlı¤ı,

güçlü uçufl kaslarının oldu¤unu gösteri-

yor.30

Bu bulgu, Archæopteryx'in tam uça-mayan bir yarı-kufl oldu¤u yönündeki id-diaların en temel dayana¤ını geçersizkıldı.

• Ayrıca Archæopteryx'in günümüzkufllarınınkinden farksız olan asimetriktüy yapısı, canlının mükemmel olarakuçabildi¤ini göstermektedir. Ünlü pale-ontolog Carl O. Dunbar'ın belirtti¤i gibi,"tüylerinden dolayı bu yaratık tam birkufl özelli¤i gösteriyordu".31

• Archæopteryx'in tüylerinin ortayaçıkarmıfl oldu¤u bir baflka gerçek, bucanlının sıcakkanlı olufludur. Bilindi¤igibi sürüngenler ve dinozorlar so¤uk-kanlı, yani vücut ısılarını kendileri üret-meyen, çevrenin sıcaklı¤ının vücut ısıla-rını etkiledi¤i canlılardır. Kufllarda bulu-nan tüylerin en önemli fonksiyonların-dan bir tanesi, kuflun vücut ısısını koru-masıdır. Archæopteryx'in tüylü olması,bu kuflun dinozorların aksine sıcakkanlı

AArrcchhææoopptteerryyxx

BBeerrlliinn''ddee sseerrggiilleennmmeekkttee oollaanneenn üünnllüü AArrcchhææoopptteerryyxx ffoossiillii

oldu¤unu, yani vücut ısısını korumayaihtiyacı olan gerçek bir kufl oldu¤unugösteriyordu.

• Evrimci biyologların Archæop-teryx'i ara geçifl formu olarak gösterirkendayandıkları en önemli iki nokta ise, buhayvanın kanatlarının üzerindeki pençe-leri ve a¤zındaki diflleridir.

Archæopteryx'in kanatlarında pençe-leri ve a¤zında diflleri oldu¤u do¤rudur,ancak bu özellikleri, canlının sürüngen-lerle herhangi bir flekilde ilgisi oldu¤unugöstermez. Zira günümüzde yaflayan ikitür kuflta, Touraco corythaix ve Opistho-

comus hoatzin'de de dallara tutunmayayarayan pençeler bulunmaktadır. Ve bucanlılar, hiçbir açıdan sürüngen özelli¤itaflımayan, tam birer kufltur. DolayısıylaArchæopteryx'in kanatlarında pençelerioldu¤u ve bu sebeple de bir ara form ol-du¤u yolundaki iddia geçersizdir.

Archæopteryx'in a¤zındaki diflleri deyine canlıyı bir ara form kılmaz. Evrim-ciler bu difllerin bir sürüngen özelli¤i ol-du¤unu öne sürerek yanılmaktadırlar.Çünkü difller sürüngenlerin tipik birözelli¤i de¤ildir. Günümüzde bazı sü-rüngenlerin diflleri varken bazılarının

Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)

AArrcchhææoopptteerryyxx''iinn aannaattoommiissii üüzzeerriinnddee yyaapp››llaann iinncceelleemmeelleerr,, ccaannll››nn››nn eekkssiikkssiizz bbiirr uuççuuflfl yyeetteennee¤¤ii--nnee ssaahhiipp,, ttiippiikk bbiirr kkuuflfl oolldduu¤¤uunnuu oorrttaayyaa kkooyymmuuflflttuurr.. AArrcchhææoopptteerryyxx''ii ssüürrüünnggeennlleerree bbeennzzeettmmeeççaabbaass›› ttaammaammeenn ddaayyaannaakkss››zzdd››rr..

yoktur. Daha da önemli olan nokta, difllikuflların Archæopteryx'le sınırlı olmama-sıdır. Günümüzde diflli kuflların yaflama-dıkları bir gerçektir, ancak fosil kayıtla-rına baktı¤ımız zaman gerek Archæop-teryx ile aynı dönemde gerekse dahasonra, hatta günümüze oldukça yakın ta-rihlere kadar "diflli kufllar" olarak isim-lendirilebilecek ayrı bir kufl grubununyaflamını sürdürdü¤ünü görürüz.

Ayrıca, Archæopteryx'in ve di¤er difl-li kuflların difl yapıları, bu kuflların sözdeevrimsel ataları olan dinozorların difl ya-pılarından çok farklıdır. Martin, Stewartve Whetstone gibi ünlü kuflbilimcilerinyaptıkları ölçümlere göre, Archæop-teryx'in ve di¤er difl-li kuflların diflleri-nin üstü düzdür vegenifl kökleri vardır.Oysa bu kuflların atasıoldu¤u iddia edi-len theropod di-nozorlarının diflle-rinin üstü testere gibi çıkın-tılıdır ve kökleri de dardır.32

• Son dönemlerde bulu-nan bazı fosiller, Archæop-teryx'le ilgili evrimci senaryonun geçer-sizli¤ini baflka yönlerden de ortaya koy-mufltur.

1995 yılında Çin'de Omurgalılar Pa-leontolojisi Enstitüsü'nde arafltırmalaryapan Lianhai Hou ve Zhonghe Zhouadlı iki paleontolog, Confuciusornis ola-rak isimlendirdikleri yeni bir fosil kuflkeflfettiler. Archæopteryx ile aynı yafltaki

(yaklaflık 140 milyon yıllık) bu kuflundiflleri yoktu, gagası ve tüyleri ise günü-müz kufllarıyla aynı özellikleri göster-mekteydi. ‹skelet yapısı da günümüzkufllarınınkiyle aynı olan bu kuflun ka-natlarında, Archæopteryx'te oldu¤u gibipençeler vardı. Kuyruk tüylerine destekolan "pygostyle" isimli yapı bu kuflta dagörülüyordu. Kısacası, evrimciler tara-fından tüm kuflların en eski atası sayılanve yarı–sürüngen kabul edilen Archæop-teryx'le aynı yaflta olan bu canlı, günü-müz kufllarına çok benziyordu. Bu ger-

çek, Archæopteryx'in bü-tün kuflların ilkel atası

oldu¤u yönündekievrimci tezlerle

çelifliyordu.33

Çin'de Kasım1996'da bulunan bir

baflka fosil,ortalı¤ı daha

da karıfltırdı. 130milyon yaflındaki

Liaoningornis isimli bu kuflunvarlı¤ı Hou, Martin ve AlanFeduccia tarafından Science

dergisinde yayınlanan bir maka-leyle duyuruldu. Liaoningornis, günü-müz kufllarında bulunan uçufl kaslarınıntutundu¤u gö¤üs kemi¤ine sahipti. Di¤eryönleriyle de bu canlı günümüz kuflla-rından farksızdı. Tek farkı, a¤zında difl-lerinin olmasıydı. Bu durum, diflli kuflla-rın, hiç de evrimcilerin iddia ettikleri gi-bi ilkel bir yapıya sahip olmadıklarınıgösteriyordu.34

Harun Yahya (Adnan Oktar)

37ARCHÆOPTERYX

BBiirr AArrcchhææoopptteerryyxxiillllüüssttrraassyyoonnuu..

Nitekim Alan Feduccia,Discover dergisinde yayın-

lanan yorumunda, Liaonin-gornis'in, kuflların kökeninin

dinozorlar oldu¤u iddiasınıgeçersiz kıldı¤ını belirtmiflti.35

Archæopteryx'le ilgili ev-rimci iddiaları çürüten bir baflka

fosil ise Eoalulavis oldu.Archæopteryx'ten 30 milyon yıl

daha genç, yani 120 milyon ya-flında oldu¤u söylenen Eoalula-

vis'in kanat yapısının aynısı, gü-nümüzdeki bazı uçan kufllarda

görülüyordu. Bu da 120 mil-yon yıl önce, günümüzdekikufllardan birçok yöndenfarksız canlıların göklerdeuçmakta olduklarını ispat-lıyordu.36

Archæopteryx 'in sü-rüngenlerle kufllar arasın-da ara geçifl formu olma-

dı¤ına dair bir delil de, 2000yılında Çin'de bulunan bir kufl fosiliile geldi. Longisquama ismi verilenbu canlının 220 milyon yıl önce OrtaAsya'da yafladı¤ı belirtildi. Science veNature gibi ünlü bilim dergileri veBBC televizyonu bu fosil hakkında flubilgileri verdi:

Orta Asya'da bulunan ve günümüzden220 milyon yıl önce yafladı¤ı anlaflılansöz konusu fosilin tüm vücudunun tüylerlekaplı oldu¤u, kuflların atası oldu¤u iddiaedilen Archæptoryx'de ve günümüz kuflla-rında oldu¤u gibi bir lades kemi¤ine sa-AArrcchhææoopptteerryyxx''ee

aaiitt bbiirrrreekkoonnssttrrüükkssiiyyoonn

Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)

hip oldu¤u ve tüylerinde içi bofl saplarınbulundu¤u tespit edildi. Bu ise, Archæop-teryx'in kuflların atası oldu¤u iddialarınıgeçersizlefltiriyor. Çünkü bulunan fosilArchæopteryx'ten 75 milyon yıl daha yafl-lı; yani kuflların atası oldu¤u iddia edilencanlıdan 75 milyon yıl önce de tüm özel-likleriyle tam bir kufl yaflıyordu.37

Böylece Archæopteryx ve di¤er arka-ik kuflların birer ara geçifl formu olma-dıkları kesin bir biçimde ispatlanmıfl ol-du. Fosiller, farklı kufl türlerinin birbirle-rinden evrimlefltiklerini göstermiyorlar-dı. Aksine, günümüz kufllarının veArchæopteryx benzeri bazı özgün kufltürlerinin beraberce yafladıklarını ispatlı-yorlardı.

Kısacası Archæopteryx'in birtakımözellikleri, bu canlının bir "ara form" ol-madı¤ını göstermektedir. Nitekim bugünevrim teorisinin ünlü savunucularındanHarvard paleontologları Stephen JayGould ve Niles Eldredge de, Archæop-teryx'in farklı özellikleri bünyesinde ba-

rındıran bir "mozaik" canlı oldu¤unu,ama asla bir ara form olmadı¤ını kabuletmektedirler.38

AArrcchhææoorraappttoorr

Çin'de "bulundu¤u" iddia edilen, an-cak 2001 yılında sahte olarak üretildi¤ianlaflılan bir fosil.

Archæoraptor'un sahte bir fosil oldu-¤u, arafltırmacıların yaptıkları detaylı ana-lizler sonucunda anlaflıldı. ‹ncelemeyi ya-pan bilim adamları, yapılan sahtekarlı¤ıNature dergisinde flöyle açıkladılar:

Archæoraptor fosili kayıp halka olarakduyuruldu ve kuflların belirli bir cins di-nozordan evrimleflti¤ine dair en iyi delilolma iddiasındaydı... Fakat Archæorap-tor'un bir kuflun ve uçamayan bir droma-eosaurid dinozorunun kemiklerinin

Harun Yahya (Adnan Oktar)

39ARCHÆORAPTOR

BBiirr kk››ss››mm mmeeddyyaa kkuurruulluuflflllaarr››,, eevvrriimm tteeoorriissiinniissoorrgguussuuzz ssuuaallssiizz kkaabbuulllleennmmeekkttee vvee bbuulluunnaann

hheerr yyeennii ffoossiillii,, eevvrriimm tteeoorriissiinnee bbiilliimmsseell bbiirrddeesstteekkmmiiflfl ggiibbii kkaammuuooyyuunnaa ssuunnmmaakkttaadd››rrllaarr..

ÖÖrrnnee¤¤iinn AArrcchhæoorraappttoorr iissiimmllii ffoossiill,, 11999999yy››ll››nnddaa ""kkaannaattll›› ddiinnoozzoorr"" oollaarraakk ggaazzeetteelleerr

aarraacc››ll››¤¤››yyllaa ttüümm ddüünnyyaayyaa eemmppoozzee eeddiillmmiiflflttiirr..OOyyssaa yyaakkllaaflfl››kk iikkii yy››ll ssoonnrraa,, ssöözz kkoonnuussuu

ffoossiilliinn yyeennii bbiirr eevvrriimm ssaahhtteekkaarrll››¤¤›› oolldduu¤¤uuoorrttaayyaa çç››kkmm››flfl vvee bbuu kkeezz aayynn›› ggaazzeetteelleerr ""ddiinnoo--

kkuuflfluunn"" ""ppaallaavvrraa"" oolldduu¤¤uunnuu kkaabbuull eettmmeekkzzoorruunnddaa kkaallmm››flflllaarrdd››rr..

birlefltirilmesiyle oluflturulan bir sahte-karlık oldu¤u gösterilmifltir... ‹skeletaçıkça birçok kırık parçadan yenidenbirlefltirilmiflti ve iskelet, difller, tüyler,Archæopteryx'ten daha iyi uçabilen birkanat ve uçmayan bir dinozorun kuyru¤uda dahil eflsiz bir kombinasyona sahipti...Archæoraptor'un iki ya da daha fazla tü-rü temsil etti¤i ve en az iki, muhtemelenbefl ayrı örnekten birlefltirildi¤i sonucunavardık... Bu, bilim adına bir kayıptır. Pa-leontoloji zaten bugüne kadar PiltdownAdamı sahtekarlı¤ı ve Johann Berin-ger'in 'duran taflları' ile oldukça zarargörmüfltür ve birçok fosil bilmeden ya dakasıtlı olarak yanıltıcı konstrüksiyonlarakonu olmufltur.39 (bkz. Piltdown Adamı)

AAflflaa¤¤›› ››rrkk

(bkz. Darwinizm ve ırkçılık)

AAttaappuueerrccaa kkaaffaattaass››

1995 yılında, Madrid Üniversite-si'nden üç ‹spanyol paleoantropolog, ‹s-panya'da "Atapuerca" adı verilen bölge-deki Gran Dolina ma¤arasında bir fosilbuldular. Fosil, günümüz insanıyla tama-men aynı görünüme sahip 11 yaflındakibir çocu¤a ait bir insan yüzü parçasıydı.Ancak çocuk öleli tam 800 bin yıl ol-mufltu. Bu, evrimciler açısından flaflırtıcıbir bulguydu; çünkü bu kadar eski birdönemde henüz Homo sapiens'in (günü-müz insanı) yafladıklarını ummuyorlardı.(bkz. ‹nsanın hayali soya¤acı)

Discover dergisi, Aralık 1997 sayı-sında konuya genifl yer verdi. Bu fosil,Gran Dolina arafltırma ekibinin baflı Ar-suaga Ferreras'ın bile insanın evrimi

Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)

‹‹ssppaannyyaa''ddaa bbuulluunnaann yyüüzz kkeemmii¤¤ii,, bbiizziimmllee aayynn››yyüüzz yyaapp››ss››nnaa ssaahhiipp iinnssaannllaarr››nn 880000 bbiinn yy››llöönncceessiinnddee ddee yyaaflflaadd››kkllaarr››nn›› ggöösstteerriiyyoorrdduu..

40 AfiA⁄I IRK

hakkındaki inançlarını sarsmıfltı. Ferre-ras flöyle diyordu:

Büyük, genifl, fliflkin, yani anlayaca¤ınızilkel bir fleyle karflılaflmayı umuyorduk.800 bin yıl yaflındaki bir çocuktan bek-lentimiz, Turkana Çocu¤u gibi bir fley ol-masıydı. Ama bizim buldu¤umuz bütü-nüyle modern bir yüzdü... Bunlar sizisarsan türden fleyler: Fosil bulmak de¤il,tamam fosil bulmak da beklenmedik vegüzel bir olay. Fakat en etkileyici olanı,bugüne ait oldu¤unu düflündü¤ünüz birfleyi geçmiflte bulmanız. Bu, bir anlamda,Gran Dolina'da kasetçalar bulmak gibibir fley. Böyle bir fley çok flaflırtıcı olurduelbette. Alt Pleistosen tabakalarındateypler, kasetler bulmayı beklemiyoruz,

ancak 800 bin yıllık "modern" bir yüzbulmak da bunun gibi bir fley. Onu gör-dü¤ümüzde çok flaflırmıfltık.40

Bu fosil, Homo sapiens'in tarihinin800 bin yıl kadar geriye götürülmesi ge-rekti¤ine iflaret ediyordu. Ama evrimci-lerin hayali evrim soya¤acına göre, 800bin yıl önce Homo sapiens'in yaflamamıflolması gerekti¤i için, evrimciler bu fosi-lin baflka bir türe ait oldu¤una karar ver-diler. Bu yüzden Homo antecessor adlıhayali bir tür oluflturdular ve Atapuercakafatasını bu sıralamaya dahil ettiler.

Harun Yahya (Adnan Oktar)

AAttaappuueerrccaa''ddaa bbuulluunnaann ffoossiillddeenn yyoollaa çç››kk››llaarraakk yyeenniiddeenn iinnflflaa eeddiilleenn kkaaffaattaass›› ((ssoollddaa)) iilleeggüünnüümmüüzz iinnssaann››nnaa aaiitt kkaaffaattaass›› ((ssaa¤¤ddaa)) oollaa¤¤aannüüssttüü ddeerreecceeddee bbeennzzeerrddiirr..

41ATAPUERCA KAFATASI

AAtt››nn kköökkeennii

"Atın evrimi"ni sembolize etti¤i id-dia edilen flemalar, yakın bir zamana ka-dar, evrim teorisine kanıt olarak gösteri-len fosil sıralamalarının en baflında gel-mekteydi. Oysa bugün pek çok evrimci,atın evrimi senaryosunun geçersizli¤iniaçıkça kabul etmektedir. Kasım 1980'deChicago Do¤a Tarihi Müzesi'nde 150evrimcinin katıldı¤ı, dört gün süren vekademeli evrim teorisinin sorunlarınınele alındı¤ı bir toplantıda söz alan ev-rimci Boyce Rensberger, atın evrimi se-naryosunun fosil kayıtlarında hiçbir da-yana¤ı olmadı¤ını ve atın kademeli ev-rimleflmesi gibi bir sürecin hiç yaflanma-dı¤ını flöyle anlatmıfltır:

Yaklaflık 50 milyon yıl önce yaflamıfl dörttırnaklı, tilki büyüklü¤ündeki canlılardanbugünün daha büyük tek tırnaklı atınabir dizi kademeli de¤iflim oldu¤unu önesüren ünlü atın evrimi örne¤inin geçer-siz oldu¤u uzun zamandır bilinmektedir.

Kademeli de¤iflim yerine, her türün fosil-leri bütünüyle farklı olarak ortaya çık-makta, de¤iflmeden kalmakta, sonra dasoyu tükenmektedir. Ara formlar bilinme-mektedir.41

Atın evrimi flemalarının sergilendi¤i"‹ngiltere Do¤a Tarihi Müzesi"nin yöne-ticilerinden ünlü evrimci paleontologNiles Eldredge de, hala müzenin alt ka-tında duran bu flema hakkında flunlarısöyler:

Hayatın do¤ası hakkında her biri birbi-rinden hayali bir sürü kötü hikaye vardır.Bunun en ünlü örne¤iyse, belki 50 yıl ön-ce hazırlanmıfl olan ve hala alt katta du-ran atın evrimi sergisidir. Atın evrimi,birbirini izleyen yüzlerce bilimsel kaynaktarafından büyük bir gerçek gibi sunul-

mufltur. Ancak flimdi, bu tipiddiaları ortaya atan kiflile-rin yaptıkları tahminlerinyalnızca spekülasyon olduk-larını düflünüyorum.42

Hiçbir bilimsel deliltarafından desteklenme-mesine ra¤men atın evri-mi senaryosu, Hindistan,

42 ATIN KÖKEN‹

Güney Amerika, Kuzey Amerika ve Av-rupa'da de¤iflik zamanlarda yaflamıfl,farklı tür canlılara ait fosillerin, evrimci-lerin hayal güçleri do¤rultusunda, küçük-ten büyü¤e do¤ru dizilmesiyle oluflturu-lan flemalarla ortaya atılmıfltır. Farklıarafltırmacıların öne sürdükleri 20'denfazla atın evrimi fleması vardır. Hepsi debirbirinden farklı olan bu soya¤açlarıhakkında evrimciler arasında da görüflbirli¤i yoktur. Bu sıralamalardaki tekortak nokta, 55 milyon yıl önceki Eo-

sen devrinde yaflamıfl Eohippus (Hyra-cotherium) adlı köpek benzeri bir canlı-nın atın ilk atası oldu¤una inanılmasıdır.(bkz. Eohippus) Oysa atın milyonlarcayıl önce yok olmufl atası olarak sunulanEohippus, halen Afrika'da yaflayan ve at-la hiçbir ilgisi ve benzerli¤i olmayanHyrax isimli hayvanın hemen hemen ay-nısıdır.43

‹‹nnggiilltteerree DDoo¤¤aa TTaarriihhii MMüüzzeessii''nnddee yyeerr aallaann ""aatt››nn eevvrriimmii sseerrggiissii"".. BBuu vvee bbeennzzeerrii ""aatt››nn eevvrriimmii""flfleemmaallaarr››,, ffaarrkkll›› ddeevviirrlleerrddee,, ffaarrkkll›› ccoo¤¤rraaffyyaallaarrddaa yyaaflflaamm››flfl bbaa¤¤››mmss››zz ccaannll›› ttüürrlleerriinniinn,, ssoonn ddeerreecceettaarraaffll›› bbiirr bbaakk››flfl aaçç››ss››yyllaa bbiirrbbiirrlleerrii aarrdd››nnaa ddiizziillmmeessiiyyllee oolluuflflttuurruulluurr.. GGeerrççeekkttee ""aatt››nn eevvrriimmii""nnee ddaa--iirr hhiiççbbiirr bbiilliimmsseell bbuullgguu yyookkttuurr..

43ATIN KÖKEN‹

Atın evrimi iddiasının tutarsızlı¤ı,her geçen gün ortaya çıkan yeni fosilbulgularıyla daha açık olarak anlaflıl-maktadır. Eohippus ile aynı katmanda,günümüzde yaflayan at cinslerinin de(Equus nevadensis ve Equus occidentalis)fosillerinin bulundu¤u tespit edilmifltir.44

Bu, günümüzdeki at ile onun sözde ata-sının aynı zamanda yafladı¤ını göster-mektedir ve atın evrimi denen sürecinhiçbir zaman yaflanmadı¤ının kanıtıdır.

Evrimci yazar Gordon R. Taylor,Darwinizm'in açıklayamadı¤ı konularıele alan The Great Evolution Mysteryadlı kitabında at serileri efsanesinin aslı-nı flöyle anlatır:

Darwinizm'in belki de en ciddi zaafiyeti,paleontologların, büyük evrimsel de¤i-fliklikleri gösterecek olan akrabalık iliflki-lerini ve canlı sıralamalarını ortaya ko-yamamalarıdır... At serisi genellikle bukonuda çözüme kavuflturulmufl olan ye-gane örnek gibi gösterilir. Ama gerçekfludur ki, Eohippus'tan Equus'a kadaruzanan sıralama çok tutarsızdır. Bu sıra-lamanın, giderek artan bir vücut büyük-lü¤ünü gösterdi¤i iddia edilir, ama aslın-da sıralamanın ileriki aflamalarına ko-nan canlıların bazıları (sıralamanın enbaflında yer alan) Eohippus'tan daha bü-yük de¤il, daha küçüktürler. Farklı kay-naklardan gelen türlerin bir araya getiri-lip ikna edici bir görüntüye sahip olanbir sıralamada arka arkaya dizilmelerimümkündür, ama tarihte gerçekten bu sı-ralama içinde birbirlerini izlediklerinigösteren hiçbir kanıt yoktur.45

Tüm bu gerçekler, evrimin en sa¤lamdelillerinden birisi gibi sunulan atın evri-

mi flemalarının, hiçbir geçerlili¤e sahip

olmayan hayali sıralamalar olduklarını

ortaya koymaktadır. Di¤er türler gibi at-

lar da, evrimsel bir ataya sahip olmadan

var olmufllardır.

AAuussttrraalloopp››tthheeccuuss

‹nsanın hayali evrim flemasındaki ilk

kategori olan Australopithecus, "güney

maymunu" anlamına gelir. Bu canlıların

ilk olarak Afrika'da 4 milyon yıl kadar

önce ortaya çıktıkları ve 1 milyon yıl ön-

cesine kadar da yafladıkları sanılmakta-

dır. Australopithecus türlerinin tümü

[Australopithecus aferensis, Australopit-hecus africanus, Australopithecus bo-isei, Australopithecus robustus (Zin-janthropus)], günümüz maymunlarına

benzeyen soyu tükenmifl maymunlardır.

Tümünün beyin hacimleri, günümüz

flempanzelerininkiyle aynı veya daha kü-

çüktür. Ellerinde ve ayaklarında günü-

müz maymunlarındaki gibi a¤açlara tır-

manmaya yarayan çıkıntılar mevcuttur

ve ayakları dallara tutunmak için kavra-

yıcı özelliklere sahiptir. Boyları kısadır

(en fazla 130 cm.) ve aynı günümüz

maymunlarındaki gibi erkek Australo-pithecus diflisinden çok daha iridir. Ka-

fataslarındaki yüzlerce ayrıntı; birbirine

yakın gözler, sivri azı diflleri, çene yapı-

sı, uzun kollar, kısa bacaklar gibi birçok

özellik, bu canlıların günümüz maymun-

larından farklı olmadıklarını gösteren

delillerdir.

Bu konuda evrimcilerin ortaya attı¤ı

Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)

ATIN KÖKEN‹44

iddia ise, Australopithecuslar'ın, tam birmaymun anatomisine sahip olmalarınara¤men, di¤er tüm maymunların aksine,insanlar gibi dik yürüdükleridir. Amapek çok bilim adamı, Australopithe-cus'un iskelet yapısı üzerinde sayısızarafltırma yapmıfl ve bu iddianın geçer-sizli¤ini ortaya koymufltur. ‹ngiltere veABD'den dünyaca ünlü iki anatomist,Lord Solly Zuckerman ve Prof. CharlesOxnard'ın, Australopithe-cus örnekleri üzerinde yap-tıkları çok genifl kapsamlıçalıflmalar, bu canlıların ikiayaklı olmadıklarını, günü-müz maymunlarınınkiyleaynı hareket flekline sahipolduklarını göstermifltir. ‹n-giliz hükümetinin deste¤iy-le, befl uzmandan oluflan birekiple bu canlıların kemik-lerini 15 yıl boyunca ince-leyen Lord Zuckerman, kendisi de birevrimci olmasına ra¤men, Australopit-hecuslar'ın sadece sıradan bir maymuntürü oldukları ve kesinlikle dik yürüme-dikleri sonucuna varmıfltır.46

Bu konudaki arafltırmalarıyla ünlüdi¤er evrimci anatomist Charles E. Ox-nard da Australopithecuslar'ın iskeletyapılarını günümüz orangutanlarınınki-ne benzetmektedir.47

Australopithecus'un insanın atası sa-yılamayaca¤ı, son dönemde evrimcikaynaklar tarafından da kabul edilmek-tedir. Ünlü Fransız bilim dergisi Scienceet Vie, Mayıs 1999 sayısında bu konuyu

kapak yapmıfltır. Australopithecus afa-rensis türünün en önemli fosil örne¤i sa-yılan Lucy'i konu alan dergi, "AdieuLucy" (Elveda Lucy) bafllı¤ını kullana-rak Australopithecus türü maymunlarıninsanın soy a¤acından çıkarılması gerek-ti¤ini yazmıfltır. St W573 kodlu yeni birAustralopithecus fosili bulgusuna daya-narak yazılan makalede, flu cümleler yeralmaktadır:

Yeni bir teori Australopithecus cinsinininsan soyunun kökeni olmadı¤ını söylü-yor... St W573'ü incelemeye yetkili tek ka-dın arafltırmacının vardı¤ı sonuçlar, in-sanın atalarıyla ilgili güncel teorilerdenfarklı; hominid soy a¤acını yıkıyor. Böy-lece bu soy a¤acında yer alan insan vedo¤rudan ataları sayılan primat cinsi bü-yük maymunlar hesaptan çıkarılıyor...Australopithecuslar ve Homo türleri (in-sanlar) aynı dalda yer almıyorlar, Homotürlerinin (insanların) do¤rudan ataları,hala keflfedilmeyi bekliyor. .48

AAvv››eenn aakkccii¤¤eerr

(bkz. Kufl akci¤erlerinin kökeni)

Harun Yahya (Adnan Oktar)

45AUSTRALOPITHECUS

AAuussttrraallooppiitthheeccuuss

ttüürrlleerrii,, kkaaffaattaassllaarr››nn››nn

yyaann›› ss››rraa iisskkeelleett yyaapp››llaarr››

yyöönnüünnddeenn ddee ggüünnüümmüüzz

mmaayymmuunnllaarr››nnaa bbüüyyüükk

bbeennzzeerrlliikk ggöösstteerriirrlleerr..

BBaakktteerrii kkaammçç››ss››

Bakteri kamçısı, bazı bakterilertarafından sıvı bir ortamda hareket ede-bilmek için kullanılır. Organ, bakterininhücre zarına tutturulmufltur ve canlı, rit-mik bir biçimde dalgalandırdı¤ı bu kam-çıyı bir palet gibi kullanarak diledi¤i yönve hızda yüzebilir.

Bakterilerin kamçısı uzun zamandırbilinmektedir. Ancak son 10 yıl içindekigözlemler, bu kamçının detaylı yapısınıortaya çıkarınca bilim dünyası flaflkınadönmüfltür. Çünkü kamçının, öncedensanıldı¤ı gibi basit bir titreflim mekaniz-masıyla de¤il, çok karmaflık bir "organikmotor" ile çalıfltı¤ı ortaya çıkmıfltır.

Bakterinin hareketli motoru, elektrikmotorlarıyla aynı mekanik özelli¤e sa-hiptir. ‹ki ana bölüm söz konusudur: Birhareketli kısım (rotor) ve bir dura¤an kı-sım (stator).

Bu organik motor, mekanik hareket-ler oluflturan di¤er sistemlerden farklıdır.Hücre, içinde ATP molekülleri halindesaklı tutulan hazır enerjiyi kullanmaz,zarından gelen bir asit akıflından aldı¤ıenerjiyi kullanır. Motorun kendi iç yapı-

sı ise ola¤anüstü derecede komplekstir.Kamçıyı oluflturan yaklaflık 240 ayrıprotein vardır. Bunlar kusursuz bir me-kanik tasarımla yerlerine yerlefltirilmifl-tir. Bilim adamları, kamçıyı oluflturan buproteinlerin motoru kapatıp açacak sin-yalleri gönderdiklerini, atom boyutundaharekete imkan sa¤layan mafsallar olufl-turduklarını ya da kırbacı hücre zarınaba¤layan proteinleri hareketlendirdikle-rini belirlemifllerdir. Motorun iflleyiflinibasitlefltirerek anlatmak amacıyla yapı-lan modellemeler bile sistemin karma-flıklı¤ının anlaflılması için yeterlidir.

Sadece bakteri kamçısının bu komp-leks yapısı dahi evrim teorisini çökert-mek için yeterlidir. Çünkü kamçı hiçbirflekilde basite indirgenemeyecek bir ya-pıdadır. Kamçıyı oluflturan molekülerparçaların tek bir tanesi bile olmasa, yada kusurlu olsa, kamçı çalıflmaz ve dola-yısıyla bakteriye hiçbir faydası olmaz.Bakteri kamçısının ilk var oldu¤u andanitibaren eksiksiz olarak ifllemesi gerek-mektedir. Bu gerçek karflısında evrim te-orisinin "kademe kademe geliflim" iddi-

BBuu bbiirr eelleekkttrriikk mmoottoorruudduurr.. AAmmaa bbuu eelleekkttrriikkmmoottoorruu bbiirr eevv aalleettiinnddee yyaa ddaa ttaaflfl››ttttaa ddee¤¤iill,,bbiirr bbaakktteerriinniinn üüzzeerriinnddee yyeerr aall››rr.. BBaakktteerriilleerrmmiillyyoonnllaarrccaa yy››lldd››rr ssaahhiipp oolldduukkllaarr›› bbuu mmoottoorrssaayyeessiinnddee ""kkaammçç›› aadd›› vveerriilleenn oorrggaannllaarr››nn››hhaarreekkeett eettttiirriirr vvee ssuu iiççiinnddee yyüüzzeerrlleerr.. BBaakktteerrii kkaammçç››ss››nn››nn mmoottoorruu 11997700''lleerrddeekkeeflflffeeddiillmmiiflfl vvee bbiilliimm ddüünnyyaass››nn›› flflaaflflkk››nnaa ççee--vviirrmmiiflflttiirr.. ÇÇüünnkküü yyaakkllaaflfl››kk 225500 aayyrr›› mmoolleekküü--lleerr ppaarrççaaddaann oolluuflflaann bbuu ""iinnddiirrggeenneemmeezzkkoommpplleekkss"" oorrggaann››nn DDaarrwwiinn''iinn öönnee ssüürrddüü¤¤üürraassttllaanntt›› mmeekkaanniizzmmaallaarr›› iillee aaçç››kkllaannmmaass››iimmkkaannss››zzdd››rr..

47BAKTER‹ KAMÇISI

asının anlamsızlı¤ı bir kez daha açıkçaortaya çıkmaktadır. Nitekim bugüne ka-dar hiçbir evrimci biyolog, bakterininkamçısının kökenini açıklamayı dene-memifltir bile.

Bakteri kamçısı, evrimcilerin "en il-kel canlılar" saydı¤ı bakterilerde dahiola¤anüstü tasarımlar bulundu¤unu gös-teren önemli bir gerçektir.

BBaakktteerriilleerriinn kköökkeennii

Bilinen en eski fosiller, yaklaflık 3.5milyar yıl önce yaflamıfl olan bakteriler-dir. Bu nedenle evrimciler, cansız mad-delerin ilk olarak tek hücreli bakterilerimeydana getirdiklerini iddia ederler. ‹d-dialarının devamında ise ilk bakterilerinzaman içinde, yavafl yavafl çok hücrelicanlılara dönüfltüklerini, bu canlıların da

günümüzdeki son derece kompleks bitkive hayvanların ataları olduklarını öne sü-rerler. Ancak bu iddialarının bilimselhiçbir delili olmadı¤ı gibi, evrimcilercansız maddelerin nasıl olup da bakteri-leri oluflturdu¤unu açıklayamamaktadır-lar.

Bakteriler, birçok bilim adamı tara-fından yakın zamana kadar basit canlılarolarak bilinmekteydi. Ancak yapılan de-taylı arafltırmalar, bu canlıların çok kü-çük ve tek hücreli olmalarına ra¤men ol-dukça kompleks bir yapıya sahip olduk-larını gösterdi.

Hemen hemen bütün bakteri türlerikoruyucu bir katman olan hücre duvarıile çevrilidir. Hücre duvarı bakteriye flek-lini verir ve bakterinin çok farklı ortam-larda yaflayabilmesini sa¤lar. Bazı türbakterilerde kapsül adı verilen ve hücre

Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)

BAKTER‹LER‹N KÖKEN‹48

EEvvrriimmcciilleerr,, ccaannll››ll››¤¤››nn,,tteessaaddüüfflleerr ssoonnuuccuunnddaammeeyyddaannaa ggeelleenn iillkkeell bbiirrbbaakktteerriiddeenn oolluuflflttuu¤¤uunnuuöönnee ssüürreerrlleerr.. AAnnccaakk ssoonnyy››llllaarrddaa bbaakktteerriilleerriinnkkoommpplleekkss yyaapp››llaarr››nn››nnaannllaaflfl››llmmaass›› iillee bbuuiiddddiiaallaarr›› kkeessiinn oollaarraakkyyaallaannllaannmm››flfltt››rr..

RRiibboozzoomm ((pprrootteeiinn sseenntteezzii))

SSiittooppllaazzmmaaKKrroommoozzoomm ((kkaall››tt››mm))

KKaappssüüll ((kkoorruummaa))

MMeezzoozzoomm((hhüüccrree bbööllüünnmmeessii))

HHüüccrree zzaarr››((ttaaflfl››mmaa))

HHüüccrreedduuvvaarr››

KKaammçç››((hhaarreekkeett))

TTüüyyccüükk((bbaa¤¤llaanntt››nnookkttaass››))

duvarını dıfltan saran ince bir katman dabulunmaktadır. Tüm bakterilerin hücreduvarlarının içinde, elastik yapıdakihücre zarı vardır. Küçük yiyecek mole-külleri bu zarın üzerindeki gözenekler-den hücrenin içine girer, ancak büyükmoleküller buradan geçemezler.

Zarın içinde yumuflak, jöle benzeribir yapısı olan sitoplazma bulunur. Si-toplazmada, "enzim" adı verilen protein-ler bulunur. Enzimler yiyecekleri parça-layarak hücre için gerekli hammaddeyisa¤larlar.

Di¤er tüm canlı hücreleri gibi bakterihücreleri de DNA içerir. DNA, bir hüc-renin büyümesini, üremesini ve di¤eraktivitelerinin tamam›n› kontrol eder.Bakteri hücresinde DNA sitoplazmadaserbestçe dolaflır. Prokaryotlar, yani çe-kirdeksiz hücreler dıflındaki tüm canlıhücrelerinde DNA, sitoplazmadan birzarla ayrılan çekirde¤in içinde bulunur.

Ayrıca, bu küçük hücrelerin içerisin-de yeryüzünde yaflamın süreklili¤inisa¤layan çok önemli biyokimyasal olay-lar gerçekleflir. Bakteriler, yeryüzündekido¤al ekolojik sistemin iflleyiflinde çokönemli görevleri yerine getirirler. Örne-¤in bazı bakteri türleri, ölü bitki ve hay-van kalıntılarını parçalayarak, bunlarıcanlı organizmalar tarafından tekrar kul-lanılmak üzere temel kimyasal maddele-re dönüfltürürler. Bazıları topra¤ın ve-rimlili¤ini artırırlar. Bunlardan baflka;sütü peynire dönüfltürmek, zararlı bakte-rilere karflı antibiyotik üretmek, vitaminsentezi yapmak gibi çok önemli görevle-ri de yerine getirirler.

Bunlar, bakterilerin yerine getirdikle-ri sayısız görevden sadece birkaç tanesi-dir. Bütün bunları yapan bakterilerin ge-netik yapıları derinlemesine incelendi-¤inde hiç de basit olmadıkları görülür.

Bir bakterinin DNA's› bile oldukçakomplekstir. Hepsi çok kesin ve anlaml›bir dizilimle s›ralanm›fl olan en az 3 mil-yon birim içermektedir.49

Bakteri, sahip oldu¤u yüzlerce de¤i-flik özelli¤in yan› s›ra üstün yarat›l›fl›sergileyen bir DNA'ya sahpitir. Bilinenen küçük bakteri olan

theta-x-174'ün DNA's›nda 5375 nükle-otid bulunmaktad›r. (Nükleotidler, canl›-larda kal›tsal özelliklerin tümünü denet-leyen nükleik asitlerin yap› tafllar›d›r.)Normal boyutlardaki bir bakteride isenükleotid say›s› 3 milyon kadard›r.50

1900'lü y›llar›n bafl›ndan beri, üzerindeçeflitli çal›flma ve araflt›rmalar yap›lanba¤›rsak bakterisi Escherichia coli'ninise tek bir kromozomunda 5.000 gen bu-lunmaktad›r. (Genler bir organa veya birproteine ait olan DNA üzerindeki parça-lar›n oluflturdu¤u özel bölümlerdir.)

Harun Yahya (Adnan Oktar)

49BAKTER‹LER‹N KÖKEN‹

BBaakktteerriilleerr ççookk kküüççüükk vveetteekk hhüüccrreellii oollmmaallaarr››nnaa

rraa¤¤mmeenn,, oolldduukkççaakkoommpplleekkss bbiirr yyaapp››yyaa

ssaahhiippttiirrlleerr..

Her bir bakterinin DNA's›nda kod-lanm›fl bu bilgiler, bakterinin yaflamas›için gereklidir ve bu bilgilerdeki herhan-gi bir de¤ifliklik, bakterinin tüm çal›flmasistemini bozacak kadar önemlidir. 2-3mikron büyüklü¤ündeki bu hücreniniçinde bilgi tafl›yan bu sarmal›n uzunlu-¤u ise 1.400 mikrondur.51 (1 mikron,0.001 mm.dir) Özel bir dizayn ile bumüthifl bilgi zinciri, kendisinden binlercekat küçük bir organizman›n içine s›¤d›-r›lm›flt›r.

Görüldü¤ü gibi bakterilerin gen flif-relerinde en ufak bir aksaklı¤›n olmasıya da çalıflma sistemlerinin bozu lması,bakterilerin yaflayamamaları ve nesilleri-ni devam ettirememeleri anlamına gelir.Bunun sonucunda da ekolojik denge zin-cirinin çok kritik bir halkası kopmufl vecanlılar alemindeki bütün dengeler altüst olmufl olur. Bu kompleks özelliklergöz önüne alındı¤ında, evrim teorisininiddia etti¤i gibi, bakterilerin ilkel hücre-ler olmadıkları anlaflılmaktadır.

Dahası evrimcilerin iddiasındaki gi-bi, bakterilerin evrimleflerek bitki vehayvan hücrelerine (ökaryotik hücrelere)dönüflmesi de her türlü biyoloji, fizik vekimya kuralına aykırı bir olaydır. Evrimteorisinin savunucuları bu imkansızlı¤ıaçıkça bilmelerine ra¤men, bu tutarsıziddiayı savunmaktan vazgeçmezler. Ör-ne¤in, ünlü evrimcilerden Prof. Ali De-mirsoy, ilkel oldu¤u iddia edilen bakterihücrelerinin ökaryotik hücrelere dönüfle-meyece¤ini flu sözleriyle itiraf eder:

Evrimde açıklanması en zor olan kademe-lerden biri de, bu ilkel canlılardan nasılolup da organelli ve karmaflık hücrelerinmeydana geldi¤ini bilimsel olarak açıkla-maktır. Esasında bu iki form arasında ger-çek bir geçifl formu da bulunamamıfltır.Bir hücreliler ve çok hücreliler bu karma-flık yapıyı tümüyle taflırlar, herhangi birflekilde daha basit yapılı organelleri olanya da bunlardan birinin daha ilkel oldu¤ubir gruba veya canlıya rastlanmamıfltır.Yani taflınan organeller her haliyle gelifl-mifltir. Basit ve ilkel formları yoktur.52

Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)

AABBDD BBaatt›› OOnnttaarriioo''ddaa bbuulluunnaann 11..99 mmiillyyoonn yy››llll››kk bbaakktteerrii ffoossiilllleerrii.. BBuu ffoossiilllleerr bbuuggüünn yyaaflflaayyaann

bbaakktteerriilleerrllee aayynn›› yyaapp››ddaadd››rrllaarr..

BAKTER‹LER‹N KÖKEN‹50

BBaall››kkllaarr››nn kköökkeennii

Evrimciler Kambriyen devrinde or-taya çıkan omurgasız deniz canlılarının,on milyonlarca yıllık bir zaman dilimiiçinde balıklara dönüfltü¤ünü iddiaederler. Ancak Kambriyen devri omur-gasızlarının hiçbir atası olmadı¤ı gibi,bu omurgasızlar ile balıklar arasında birevrim oldu¤unu gösterebilecek hiçbirara geçifl formu da yoktur. (bkz. Kamb-riyen devri) Oysa iskeletleri olmayan vesert kısımları vücutlarının dıfl kısmındayer alan omurgasızların, sert kısımlarıvücutlarının ortasında yer alan kemiklibalıklara evrimleflmesi çok büyük birdönüflümdür ve çok sayıda ara form fo-sili bırakmıfl olması gerekir. Halbukitüm farklı balık kategorileri, fosil kayıt-larında bir anda ve hiçbir ataları olma-dan ortaya çıkarlar.

Evrimciler bu hayali formları bul-mak için 140 yıldır fosil tabakalarını altüst etmektedirler. Milyonlarca omurga-sız fosili, milyonlarca balık fosili bulun-masına ra¤men, hiç kimse tek bir tanebile ara form fosili bulamamıfltır. Ev-

rimci paleontolog Gerald T. Todd, "Ke-mikli Balıkların Evrimi" bafllıklı maka-lesinde, bu gerçek karflısında evrimcile-rin çaresizli¤ini gösteren flu soruları sı-ralar:

Kemikli balıkların her üç sınıfı da, fosiltabakalarında aynı anda ve aniden orta-ya çıkarlar... Peki ama bunların köken-leri nedir? Bu denli farklı ve kompleksyaratıkların ortaya çıkmasını ne sa¤la-mıfltır? Ve neden kendilerine evrimselbir ata oluflturabilecek canlıların izle-rinden eser yoktur?53

Fosil kayıtları, di¤er canlı sınıflama-ları gibi balıkların da yeryüzünde anidenve farklı yapılarıyla ortaya çıktı¤ını gös-termektedir. Balıklar, arkalarında hiçbir"evrim" süreci olmadan, kusursuz ana-tomileriyle bir anda yaratılmıfllardır.Allah üstün güç sahibi Yarat›c›m›z'd›r.

MMeezzoozzooiikk ddeevvrree aaiitt bbaall››kk ffoossiillii.. FFoossiill kkaayy››ttllaarr››,, ddii¤¤eerr ccaannll›› ss››nn››ffllaammaallaarr›› ggiibbiibbaall››kkllaarr››nn ddaa yyeerryyüüzzüünnddee aanniiddeenn vvee ffaarrkkll››

yyaapp››llaarr››yyllaa oorrttaayyaa çç››kktt››¤¤››nn›› ggöösstteerrmmeekktteeddiirr..

51BALIKLARIN KÖKEN‹

BBaalliinnaallaarrttaammaammeenn kkeennddiilleerriinnee

öözzggüü ssiisstteemmlleerree ssaahhiippttiirrlleerr..‹‹ççiinnddee bbuulluunndduukkllaarr›› oorrttaammaa

eenn uuyygguunn öözzeelllliikklleerreessaahhiipp oollaarraakk

yyaarraatt››llmm››flflllaarrdd››rr..

Balinalar ve yunuslar, "deniz meme-lileri" olarak bilinen canlı grubunu olufl-tururlar. Bu canlılar memeli sınıflaması-na dahildir, çünkü aynen karadaki me-meliler gibi do¤urur, emzirir, akci¤erlenefes alır ve vücutlarını ısıtırlar. Denizmemelilerinin kökeni ise, ev-rimciler tarafından açıklan-ması en zor olan konulardanbirisidir. Ço¤u evrimci kaynakta,ataları karada yaflayan denizmemelilerinin, uzun bir ev-rim süreci sonucunda denizortamına geçifl yapacak bi-çimde evrimlefltikleri önesürülür. Buna göre, sudankaraya geçiflin tersine biryol izleyen deniz memelile-ri, ikinci bir evrim sürecininsonucu olarak tekrar su orta-mına dönmüfllerdir. Oysa bu teori hiçbirpaleontolojik delile dayanmaz ve man-tıksal yönden de çeliflkilidir.

Memeliler evrim basamaklarının enüst kısmında yer alan canlılar olarak ka-bul edilirler. Durum bu iken, önceliklebu canlıların neden deniz ortamına geç-tiklerinin açıklanması çok güçtür. Birsonraki soru ise bu canlıların deniz orta-mına nasıl olup da balıklardan bile dahaiyi adapte olduklarıdır. Çünkü katil bali-

nalar, yunuslar gibi memeli ve dolayısıy-la akci¤erli canlılar, suda solunum yapanbalıklardan bile daha mükemmel bir fle-kilde yafladıkları ortama uyum göster-mektedirler.

Son yıllarda bu konudaki evrimciçıkmaza çözüm gibi öne sürülen bazı fo-

siller ise, gerçekte evrim teorisinehiç bir fley kazandırma-

maktadır. Söz konusu fosil-

lerin ilki, Pakicetusinachus'tur. Bu soyutükenmifl memeliyeait fosiller, ilk kez

1983 yılında gündeme geldi. Fosilibulan P. D. Gingerich ve yardımcıları,canlının sadece kafatasını bulmufl olma-larına ra¤men, hiç çekinmeden onun bir"ilkel balina" oldu¤unu iddia ettiler. Oy-

sa fosilin "balina" olmakla yakından-uzaktan bir ilgisi yoktu. ‹skeleti, bildi¤i-miz kurtlara benzeyen dört ayaklı bir ya-pıydı. Fosilin bulundu¤u yer, paslanmıfldemir cevherlerinin de bulundu¤u vesalyangoz, kaplumba¤a veya timsah gibikara canlılarının da fosillerini barındıranbir bölgeydi; yani bir deniz yata¤ı de¤ilkara parçasıydı.

Peki dört ayaklı bir kara canlısı olanbu fosil, neden "ilkel balina" olarak ilanedilmiflti? Evrimci bir kaynak olan Nati-

Harun Yahya (Adnan Oktar)

53BAL‹NALARIN KÖKEN‹

onal Geographic dergisinde bu sorununcevab› flöyle verilmektedir:

Di¤er kara memelilerinde hepsi bir ara-da bulunmayan, fark edilmesi zor, küçükipuçları; azı difllerindeki difl uçlarınındüzeni, orta kulakta yer alan bir kemikte-ki kıvrım ve kulak kemiklerinin kafatasın-daki konumu...54

Oysa bu özellikler, Pakicetus ile ba-linalar arasında bir iliflki kurmak için ka-nıt olamaz:

• Öncelikle, National Geographic'in"Di¤er kara memelilerinde hepsi birara-da bulunmayan özellikler" ifadesini kul-lanırken dolaylı olarak da belirtti¤i gibi,söz konusu özellikler baflka kara meme-lilerinde de vardır.

• Dahası, söz konusu özelliklerin hiç-birisi, bir evrimsel akrabalık iliflkisinindelili olamaz. Canlılar arasında anato-mik benzerliklerinden yola çıkılarak ku-rulmak istenen bu gibi teorik iliflkilerinço¤unun son derece çürük oldu¤unu ev-

rimciler de kabul etmektedirler. Pakice-tus da farklı anatomik özellikleri bünye-sinde barındıran özgün bir cinstir. Nite-kim omurgalı paleontolojisinin otoritele-rinden Carroll, Pakicetus'un da dahiledilmesi gereken Mesonychid ailesinin"garip karakterlerden oluflan bir kombi-nasyon gösterdi¤ini" belirtmektedir. Butip "mozaik canlı"ların evrimsel bir araform sayılamayaca¤ını, Gould gibi öndegelen evrimciler de kabul etmektedir.

Bilim yazarı Ashby L. Camp, "TheOverselling of Whale Evolution" (BalinaEvriminin Abartılı Propagandası) bafllık-lı makalesinde, Pakicetus gibi kara me-melilerinin de dahil oldu¤u Mesonychid-ler sınıfının, Archæoceteaların, yani so-yu tükenmifl balinaların atası oldu¤u yö-nündeki iddianın çürüklü¤ünü flöyleaçıklar:

Evrimcilerin Mesonychidlerin, Archæo-cetealara dönüfltü¤ü konusunda kendile-rinden emin davranmalarının nedeni,gerçek soy ba¤lantısında yer alan bir türtanımlayamamalarına ra¤men, bilinenMesonychidler ve Archæocetealar ara-sında bazı benzerlikler olmasıdır. Ancakbu benzerlikler, özellikle de (iki grup ara-

54 BAL‹NALARIN KÖKEN‹

sındaki) büyük farklılıklar ıflı¤ında, birata iliflkisi iddia etmek için yeterli de¤il-dir. Bu gibi karflılafltırmaların oldukçasubjektif olan do¤ası, flimdiye kadar pekçok farklı memeli ve hatta sürüngengrubunun balinaların atası olarak önesürülmüfl olmasından bellidir. 55

Balina evrimi flemasında Pakice-tus'tan sonra gelen ikinci fosil canlı, Am-bulocetus natans'tır. ‹lk kez 1994 yılındaScience dergisinde yayınlanan bir maka-leyle duyurulan bu fosil de, evrimcilertarafından zorlama yöntemiyle "balina-lafltırılmak" istenen bir kara canlısıdır.

Ambulocetus natans terimi, Latinceambulate (yürümek), cetus (balina) venatans (yüzmek) kelimelerinin birlefl-mesiyle oluflturulmufltur ve "yürüyen veyüzen balina" anlamına gelir. Canlınınyürüdü¤ü aflikardır, çünkü tüm di¤erkara memelileri gibi onun da dört aya¤ı,hatta bu ayaklara ba¤lı genifl pençelerive arka pençelerinin ucunda toynaklarıvardır. Ancak canlının bir taraftan dasuda yüzdü¤ü, daha do¤rusu yaflamınıhem karada hem de suda (amfibi fle-kilde) sürdürdü¤ü iddiasının, evrim-cilerin önyargıları dıflında, hiçbir da-

yana¤ı yoktur. Gerçekte ne Pakice-tus'un ne de Ambulocetus'un balinalarlabir akrabalıkları bulundu¤una dair hiç-bir kanıt yoktur. Bunlar sadece, teorile-rine göre deniz memelileri için karadayaflayan bir ata bulmak zorunda olanevrimcilerin, bazı sınırlı benzerlikler-den yola çıkarak belirledikleri "ataadayları"dır. Bu canlıların, kendileriyleçok yakın bir jeolojik devirde fosil ka-yıtlarında ortaya çıkan deniz memelileriile iliflkileri bulundu¤unu gösteren hiç-bir kanıt bulunmamaktadır.

Hayali evrim flemasında Pakicetusve Ambulocetus'un ardından bazı ger-çek deniz memelilerine geçilmekte veProcetus, Rodhocetus gibi Archæocetea(soyu tükenmifl balina) türleri sıralan-maktadır. Söz konusu canlılar gerçektende suda yaflayan soyu tükenmifl meme-lilerdir. (‹lerleyen bölümlerde bunlarada de¤inece¤iz.) Ancak Pakicetus veAmbulocetus ile bu deniz memelileriarasında çok büyük anatomik farklılık-

lar vardır:

55BAL‹NALARIN KÖKEN‹

• Dört ayaklı bir kara memelisi olanAmbulocetus'ta omurga, le¤en (pelvis)kemi¤inde bitmekte ve bu kemi¤e ba¤lıgüçlü bacak kemikleri uzanmaktadır. Butipik bir kara memelisi anatomisidir. Ba-linalarda ise omurga kuyru¤a do¤ru ke-sintisiz devam eder ve le¤en kemi¤i bu-lunmaz. Nitekim Ambulocetus'tan 10milyon yıl kadar sonra yafladı¤ı düflünü-len Basilosaurus aynen bu anatomiye sa-hiptir. Yani tipik bir balinadır. Tipik birkara canlısı olan Ambulocetus ile tipikbir balina olan Basilosaurus arasında isehiçbir "ara form" yoktur.

• Basilosaurus'un ve kaflalotun omur-galarının alt kısmında, omurgadan ba-¤ımsız küçük kemikler yer alır. Bazı ev-rimciler bunların "küçülmüfl bacaklar"

oldu¤u iddiasındadır. Oysa sözkonusukemikler Basilosaurus'ta "çiftleflme ko-numunu almaya yardımcı olmakta", ka-flalotta ise "üreme organlarına destek ol-makta"dır.56 Zaten oldukça önemli birfonksiyon üstlenmifl olan iskelet parçala-rını, bir baflka fonksiyonun "körelmifl or-ganı" olarak tanımlamak, evrimci önyar-gıdan baflka bir fley de¤ildir.

Sonuçta, deniz memelilerinin, karamemelileri ile aralarında bir "ara form"olmadan, özgün yapılarıyla ortaya çık-tıkları gerçe¤i açıktır. Ortada bir evrimzinciri yoktur. Robert Carroll, bu gerçe¤iistemeden ve evrimci bir dille de olsa,flöyle kabul eder: "Do¤rudan balinala-

ra uzanan bir Mesonychid çizgisi ta-

nımlamak mümkün de¤ildir."57

EEoocceenn ddeevvrriinnee aaiitt bbiilliinneenn eenneesskkii bbaalliinnaallaarr››nn ttiippiikk bbiirr öörrnnee¤¤ii,,ZZyyggoorrhhiizzaa kkoocchhii BBaalliinnaallaarr››nn aattaass››

kkoonnuussuu eevvrriimmcciioottoorriitteelleerr aarraass››nnddaa

ttaarrtt››flflmmaa kkoonnuussuudduurr..AAnnccaakk bbaazz››llaarr››,, eesskkii

bbiirr eettoobbuurr mmeemmeelliiggrruubbuu oollaann

ccrreeooddoonnttllaarrddaa kkaarraarrkk››llmm››flfltt››rr.. YYaannddaa,,

ccrreeooddoonnttllaarr››nn ttiippiikk bbiirrttüürrüü oollaann SSiinnooppaa..

YYuukkaarr››ddaa bbiilliinneenn eenn eesskkii bbaalliinnaa vvee oonnuunn eevvrriimmcciilleerree ggöörree eenn yyaakk››nn aattaass››nn››nn ffoossiilllleerrii ggöörrüüllmmeekktteeddiirr.. GGöörrüüllddüü¤¤üü ggiibbii bbuu ccaannll››llaarr aarraass››nnddaa hhiiççbbiirr bbeennzzeerrlliikk bbuulluunnmmaammaakkttaadd››rr.. EEvvrriimmcciilleerriinn bbaalliinnaann››nn aattaass›› oollaarraakk ggöösstteerrddiikklleerrii ffoossiill bbuu ddeennllii iillggiissiizz bbiirr ccaannll››yyaa aaiittttiirr..

Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)

56 BAL‹NALARIN KÖKEN‹

Biraz daha tarafsız bilim adamlarıise, evrimci kaynakların "yürüyen bali-na" olarak göstermek istedikleri canlıla-rın gerçekte balinalarla ilgisi olmayan,özgün bir canlı grubu oldu¤unu açıkçakabul etmektedir. Balinalar konusundaünlü bir uzman olan Rus bilim adamı G.A. Mchedlidze, bir evrimci olmasınakarflın, Pakicetus, Ambulocetus natansve benzeri dört ayaklı "balina atası aday-ları"nın bu flekilde tanımlanmasına katıl-mamakta ve onları tamamen izole birgrup olarak tarif etmektedir.58

Bu noktaya kadar, deniz memelileri-nin kara canlılarından evrimleflti¤i yö-nündeki evrimci senaryonun geçersizli-¤ini özetledik. Bilimsel bulgular, bazıevrimcilerin bu senaryonun bafllangıcınayerlefltirdi¤i iki kara memelisi (Pakice-tus ve Ambulocetus) ile deniz memelileriarasında hiçbir ba¤ bulunmadı¤ını gös-termektedir.

Senaryonun geri kalan kısm›nda daevrim teorisi açmazdadır. Teori, bilimselsınıflamada Archæocetea (arkaik, yanieski balinalar) olarak bilinen soyu tüken-mifl özgün deniz memelileri ile, yaflayanbalina ve yunuslar arasında bir akrabalıkiliflkisi kurma çabasındadır. Oysa ger-çekte konunun uzmanları farklı düflün-mektedirler. Evrimci paleontolog Barba-ra J. Stahl flöyle yazar:

Bu Archæoceteaların kıvrak formdaki vü-cutları ve kendilerine özgü testere diflleri,bunların muhtemelen herhangi bir bali-nan›n atası olamayaca¤ını açıkça ortayakoymaktadır.59

Deniz memelilerinin kökeni konu-

sundaki evrimci senaryo, moleküler bi-

yolojinin bulguları açısından da çıkmaz

içindedir.

Klasik evrimci senaryo, balinaların

iki büyük grubunun, yani diflli balinaların

(Odontoceti) ve balenli balinaların

(Mysticeti) ortak bir atadan evrimleflti¤i-

ni varsayar. Ama Brüksel Üniversite-

si'nden Michel Milinkovitch yeni bir te-

oriyle bu görüfle karflı çıkmıfl, anatomik

benzerli¤e göre kurulan söz konusu var-

sayımın moleküler bulgular tarafından

çürütüldü¤ünü flöyle vurgulamıfltır:

Cetaceanların (balinaların) büyük grup-ları arasındaki evrimsel iliflkiler, morfo-lojik ve moleküler analizlerin çok farklısonuçlara varması nedeniyle, daha daproblemlidir. Morfolojik ve davranıflsalbulgu bütünlerine bakılarak yapılan ge-leneksel yorumlama, ekolokasyona sahipdiflli balinaların (yaklaflık 67 tür) ve filtresistemiyle beslenen balen balinaların (10tür) iki ayrı monofilotik (kendi içinde tekkökenden gelen) grup oldu¤unu varsa-yar… Öte yandan, DNA üzerinde yapılanfilogenetik (evrimsel akrabalık) analizle-ri… ve amino asit karflılafltırmaları…uzun zamandır kabul edilen bu sınıflan-dırmayla çeliflmektedir. Diflli balinalarınbir grubu, yani sperm balinaları, morfo-lojik yönden kendilerinden oldukça uzakolan balen balinalarına di¤er odontocet-lerden (diflli balinalardan) daha yakıngözükmektedirler.60

Kısacası, deniz memelileri, kendileri-

nin yerlefltirilmek istendi¤i hayali evrim

flemalarının her birini yalanlamaktad›rlar.

Harun Yahya (Adnan Oktar)

BAL‹NALARIN KÖKEN‹ 57

BBaatthhyybbuuss HHaaeecckkeell››››

((HHaaeecckkeell ççaammuurruu))

Darwin zamanında canlı hücresininkompleks yapısı bilinmiyordu. Bu ne-denle dönemin evrimcileri, canlılı¤ın na-sıl ortaya çıktı¤ı sorusuna "rastlantılarve do¤al olaylar" cevabını vermenin çokikna edici oldu¤unu sanmıfllardı. Darwinilk hücrenin "küçük, ılık bir su birikinti-sinde" kolaylıkla oluflabilece¤ini önesürmüfltü. Darwin'in destekçilerindenAlman biyolog Ernst Haeckel ise, birarafltırma gemisi tarafından okyanus di-binden çıkartılan bir çamur karıflımınımikroskop altında incelemifl ve bununcanlıya dönüflen cansız bir madde oldu-¤unu iddia etmiflti. Bathybus Haeckelii(Haeckel Çamuru) olarak anılan bu söz-de "canlanan çamur", evrim teorisini or-taya atan kiflilerin canlılı¤ı ne denli basitbir olgu olarak gördüklerinin bir ifade-siydi.

Oysa canlılı¤ın en küçük detayınakadar inen 20. yüzyıl teknolojisi, hücre-nin insano¤lunun karflılafltı¤ı en komp-leks sistem oldu¤unu ortaya çıkardı.(Ayrıca bkz. Hücre; DNA)

BBeehhee,, MM››cchhaaeell JJ..

ABD'deki Lehigh Üniversitesi'ndeünlü bir biyokimyacı olan Michael J.Behe "indirgenemez komplekslik" kav-ramını bilim dünyasının gündemine taflı-yan en önemli isimlerden biridir. Behe,1996 yılında yayınlanan Darwin's Black

Box: The Biochemical Challange toEvolution (Darwin'in Kara Kutusu: Evri-me Karfl› Biyokimyasal Zafer) adlı kita-bında, canlı hücresinin ve di¤er bazı bi-yokimyasal yapıların indirgenemezkompleks yapısını incelemekte ve bunla-rın evrimle açıklanmasının imkansız ol-du¤unu belirtmektedir.

Amerikalı biyokimyacı Prof. Micha-el J. Behe, materyalist bakıfl açısının et-kisinde olmayan ve açık bir yargı ile dü-flünen bir bilim adamı olarak, bir Yaratı-cının varlı¤ını hiç tereddüt etmeden ka-bul etmektedir. Canlılardaki "tasarımın",yani yaratılıflın varlı¤ını kabul etmemek-te direnen bilim adamlarını ise flöyle an-latmaktadır:

Son kırk yıl içinde, modern biyokimya,hücrenin sırlarının önemli bir bölümünüortaya çıkardı. On binlerce insan, bu sır-ları bulmak için yaflamlarını laboratu-varlardaki uzun çalıflmalara adadılar...Hücreyi arafltırmak için gerçeklefltirilentüm bu çabalar, çok açık bir biçimde, ba-¤ıra ba¤ıra, tek bir sonucu veriyordu:

Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)

BATHYBUS HAECKELII58

PPrrooff.. MMiicchhaaeell JJ..BBeehhee vvee kkiittaabb››DDaarrwwiinn''iinn KKaarraaKKuuttuussuu

"Tasarım!" Bu sonuç o denli belirgindiki, bilim tarihindeki en önemli bulufllar-dan biri olarak görülmeliydi... Ama aksi-ne, hücrede keflfedilen kompleks yapıkarflısında, utangaç bir sessizlik hakimoldu... Peki neden? Neden bilim dünyası,keflfetti¤i büyük gerçe¤e sahip çıkmıyor?Çünkü, bilinçli bir tasarımı kabul etmek,ister istemez Allah'›n varlı¤ını kabul et-tirmeyi ça¤rıfltırıyor onlara.61

Yukar›da görüldü¤ü gibi, Prof.Michael Behe canlılardaki mükemmeltasarımın Allah'›n varl›¤›n›n delillerinisergiledi¤ini ifade etmektedir.

BBeenncciill GGeenn kkuurraamm››

((SSeellff››sshh GGeennee tthheeoorryy))

Canlılarda görülen fedakar davranıfl-lar, evrimciler tarafından açıklanamayanönemli bir konudur. (bkz. Fedakarlıkbölümü) Örne¤in, erkek ve difli pengu-enler, yavrularını adeta "ölümüne" ko-rurlar. Erkek penguen, yavrusunu 4 ayayaklarının arasında hiç ara vermedentutar. Bu süre içinde yemek de yiyemez.Difli penguen ise bu sırada denize gide-rek yavrusu için yemek arar ve topladı¤ıyiyecekleri kursa¤ında taflır. Do¤adaçok sayıda örne¤i görülen bu tür fedakardavranıfllar evrim teorisinin temel iddi-alarını geçersiz kılmaktadır.

Nitekim ünlü evrimci Stephen JayGould, do¤adaki fedakarlı¤ın evrim için"can sıkıcı bir problem"62 oldu¤unu ifa-de eder. Evrimci Gordon R. Taylor da

Harun Yahya (Adnan Oktar)

59BENC‹L GEN KURAMI

EErrkkeekk vvee ddiiflflii ppeenngguueennlleerr,, yyaavvrruullaarr››nn›› aaddeettaa""ööllüümmüünnee"" kkoorruurrllaarr.. DDoo¤¤aaddaa ççookk ssaayy››ddaa öörr--nnee¤¤ii ggöörrüülleenn bbuu ttüürr ddaavvrraann››flflllaarr eevvrriimm tteeoorriissii--nniinn tteemmeell iiddddiiaallaarr››nn›› ggeeççeerrssiizz kk››llmmaakkttaadd››rr..

canlılardaki fedakarlık için: "evrim te-orisine büyük engel teflkil etmektedir"diyerek evrimcilerin karflı karflıya olduk-ları çıkmazı dile getirir. Çünkü do¤anınfedakarlık, flefkat gibi bütünüyle maneviö¤eler içermesi, tüm do¤ayı maddeninrastlantısal etkileflimleri olarak görenmateryalist bakıfl açısına kesin ve net birdarbe vurmaktadır.

Ancak, evrim senaryolarının geçer-sizli¤ini kabullenmek istemeyen bazı ev-rimciler, "Bencil Gen Kuramı" diyeisimlendirdikleri bir iddia ortaya atmıfl-lardır. Öncülü¤ünü evrim teorisinin gü-nümüzdeki en ateflli savunucularındanRichard Dawkins'in yaptı¤ı bu iddiayagöre, canlıların fedakarlık gibi görünendavranıflları aslında "bencillik"lerindenkaynaklanmaktadır. Çünkü bu hayvan-lar, evrimcilere göre fedakarlık yapar-ken, yardım ettikleri canlı veya canlılarıde¤il, genlerini düflünmektedirler. Yanibir anne yavrusu için canını feda eder-ken, aslında kendi genlerini korumayıamaçlamaktadır. Yavrusu kurtulursagenlerini sonraki nesillere aktarabilmeimkanı daha fazla olacaktır. Bu anlayıflagöre, insan da dahil olmak üzere, tümcanlılar birer "gen makinası"dır. Ve hercanlının en önemli görevi, genlerini birsonraki nesle aktarabilmektir.

Evrimciler, canlıların nesillerini de-vam ettirme, genlerini gelecek nesillereaktarma iste¤ine programlı olduklarınıve bu nedenle bu programlarına uygundavranıfllara sahip olduklarını söylerler.Afla¤ıdaki alıntı, evrimcilerin hayvan

davranıflları için yaptıkları klasik açıkla-maya bir örnek teflkil etmektedir:

Kendini tehlikeye atan bir davranıflın ne-deni ne olabilir? Bazı fedakar davranıfl-lar bencil genlerden kaynaklanırlar. Ken-dini periflan edene kadar yavruları içinyiyecek arayan canlılar büyük bir ihti-malle genetik olarak programlanmıfl dav-ranıfllar sergiliyorlar bunlar, ebeveynle-rin yavrularda bulunan genlerinin birsonraki nesle aktarılmasını sa¤layandavranıfllardır. Do¤ufltan ve içgüdüselolarak düflmana yönelik verilen bu karflı-lıklar, arafltırmacılara bir amaca yönelikdavranıfllar gibi görünebilir. Ancak bun-lar aslında koku, ses, görüntü ve di¤eripuçları tarafından devreye sokulan dav-ranıfl programlarıdır.63

Sonuç olarak evrimciler, canlılarındavranıfllarının ilk bakıflta maksatlı gibigörünebilece¤ini; fakat aslında canlınınbunları bilerek, düflünerek bir amaca yö-nelik olarak de¤il, programlanmıfl olarakyaptı¤ını söylemektedirler. Ama buprogramın kayna¤ı olarak gösterilengenler, kodlanmıfl bir bilgi paketindenibarettir ve genlerin düflünme gibi bir ye-tenekleri de yoktur. Dolayısıyla e¤er bircanlının geninde, onu fedakarlı¤a yönel-ten bir komut varsa, bu komutun kayna-¤ı genin kendisi olamaz.

Bir canlının genlerinin, neslini de-vam ettirmek için fedakar davranıfllardabulunmaya programlanmıfl olması da, bucanlının genlerini bu flekilde programla-yan akıl ve bilgi sahibi bir Gücün varlı-¤ını, dolayısıyla Allah'›n varlı¤ını açıkçagösterir.

Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)

BENC‹L GEN KURAMI60

BBeeflfl ppaarrmmaakkll››ll››kk hhoommoolloojjiissii

Evrimle ilgili hemen her kitapta "tet-rapodlar"ın, yani karada yaflayan omur-galıların el ve ayak yapısı homolojiyeörnek gösterilir. Tetrapodların, ön ve ar-ka ayaklarında befler parmak bulunur.Bunlar her zaman tam bir parmak görü-nümünde olmasa da, kemik yapısı itiba-riyle "befl parmaklı" (pentadactyl) sayı-lır. Bir kurba¤anın, kertenkelenin, sinca-bın ya da maymunun el ve ayakları buyapıdadır. Hatta kuflların ve yarasaların

kemik yapıları da bu temel tasarıma uy-gundur. Evrimciler tüm bu canlıların tekbir ortak atadan geldiklerini iddia etmek-tedirler ve beflparmaklılık olgusunu dauzun zaman buna delil saymıfllardır. Buiddianın bilimsel bir geçerlili¤i olmadı¤ıise günümüzde anlaflılmıfl durumdadır.

Evrimciler bile, aralarında hiçbir ev-rimsel iliflki kuramadıkları farklı canlıgruplarında befl parmaklılık özelli¤i ol-du¤unu kabul etmektedir. Örne¤in ev-

KKaarraaddaa yyaaflflaayyaann oommuurrggaall›› ccaannll››llaarr››nn hheemmeenn hheeppssiinniinn eell vvee aayyaakkllaarr››nnddaa bbeeflfl ppaarr--mmaakkll›› bbiirr kkeemmiikk yyaapp››ss››nn››nn bbuulluunnuuflfluu,, eevvrriimmccii yyaayy››nnllaarrddaa oonn yy››llllaarrdd››rr ""DDaarrwwiinniizzmm''iinnbbüüyyüükk kkaann››tt››"" oollaarraakk ggöösstteerriillmmeekktteeddiirr.. OOyyssaa ssoonn aarraaflfltt››rrmmaallaarr bbuu kkeemmiikk yyaapp››llaarr››--nn››nn ççookk ffaarrkkll›› ggeennlleerr ttaarraaff››nnddaann kkoonnttrrooll eeddiillddii¤¤iinnii oorrttaayyaa çç››kkaarrmm››flfltt››rr.. BBuu nneeddeennlleebbuuggüünn ""bbeeflfl ppaarrmmaakkll››ll››kk hhoommoolloojjiissii"" vvaarrssaayy››mm›› ççöökkmmüüflfl dduurruummddaadd››rr..

Harun Yahya (Adnan

61BEfi PARMAKLILIK HOMOLOJ‹S‹

rimci biyolog M. Coates, 1991 ve 1996yıllarında yayınladı¤ı iki ayrı bilimselmakaleyle, befl parmaklılık (penta-dactyl) olgusunun, birbirinden ba¤ımsızolarak iki ayrı kez ortaya çıktı¤ını belirt-mektedir. Coates'e göre, befl parmaklıyapı, hem Anthracosaurlarda hem deamfibiyenlerde birbirinden ba¤ımsızolarak ortaya çıkmıfltır.64 Bu bulgu, beflparmaklılık olgusunun "ortak ata" varsa-yımına delil oluflturamayaca¤ının birgöstergesidir. (bkz. Ortak ata)

Evrimci tezi bu konuda zora sokanbir di¤er nokta da, söz konusu canlılarınhem ön hem de arka ayaklarının beflerparmaklı olmasıdır. Oysa evrimci litera-türde ön ve arka ayakların tek bir "ortakayak"tan geldikleri öne sürülmemektedirve ayrı ayrı gelifltikleri varsayılmaktadır.Dolayısıyla ön ve arka ayakların yapısı-nın da, farklı rastlantısal mutasyonlar so-nucu, farklı olması beklenmelidir. Mic-hael Denton bu konudan flöyle söz eder:

Gördü¤ümüz gibi karada yaflayan tümomurgalıların ön ayakları aynı penta-dactyl (befl parmaklı) dizayna sahiptir vebu da evrimci biyologlar tarafından, bucanlıların ortak bir atadan geldikleri flek-linde yorumlanmaktadır. Ancak arkaayaklarda da yine aynı pentadactyl tasa-rım vardır ve gerek kemik yapıları gerekseembriyolojik geliflimleri yönünden önayaklara çok benzerler. Ancak hiçbir ev-rimci, arka ayakların ön ayaklardan gel-di¤ini ya da arka ve ön ayakların ortakbir kaynaktan evrimleflti¤ini savunma-maktadır... Aslında, biyolojik bilgi arttık-ça, canlılardaki benzerlikleri ortak ata-

dan geldikleri varsayımı ile açıklamak dadaha zayıf hale gelmektedir... Evrim adınaöne sürülen di¤er pek çok "dolaylı delil"gibi, homolojiden gelen deliller de iknaedici de¤ildir, çünkü çok fazla anormallik-le, çok sayıda karflı-örnekle ve kabul edil-mifl (evrimsel) tablo içine sı¤dırılamayanpek çok olguyla karflılaflılmaktadır.65

Befl parmaklılık homolojisi konusun-daki evrimci iddiaya asıl darbe ise, mo-leküler biyolojiden gelmifltir. Evrimciyayınlarda uzunca bir zaman savunulan"beflparmaklılık homolojisi" varsayımı,bu parmak yapısına sahip (pentadactyl)olan farklı canlılarda, parmak yapıları-nın çok farklı genler tarafından kontroledildi¤i anlaflıldı¤ında çökmüfltür. Ev-rimci biyolog William Fix, beflparmaklı-lık hakkındaki evrimci tezin çöküflünüflöyle anlatır:

Evrim konusunda homoloji fikrine sıkçabaflvuran eski ders kitaplarında, farklıhayvanların iskeletlerindeki ayakların ya-pısı üzerinde özellikle duruluyordu. Dola-yısıyla bir insanın kolunda, bir kuflun vebir yarasanın kanatlarında bulunan pen-tadactyl (beflparmaklı) yapı, bu canlılarınortak bir atadan geldiklerine delil sayılı-yordu. E¤er bu de¤iflik yapılar, mutasyon-lar ve do¤al seleksiyon tarafından zamanzaman modifiye edilmifl aynı gen-komp-leksi tarafından yönetiliyor olsalardı, buteorinin de bir anlamı olacaktı. Ama neyazık ki durum böyle de¤ildir. Homologorganların, farklı türlerde tamamen farklıgenler tarafından yönetildi¤i artık bilin-mektedir. Ortak bir atadan gelen benzergenler üzerine kurulmufl olan homolojikavramı çökmüfl durumdadır. 66

Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)

BEfi PARMAKLILIK HOMOLOJ‹S‹62

1199..yüzyıl materyalistleri, odönemin ilkel bilim düzeyiiçinde büyük hararetle, ev-

renin sonsuzdan beri varoldu¤unu, ya-ni yaratılmadı¤ını ve evrende hiçbir ta-sarım, plan, amaç olmadı¤ını, herfle-yin tesadüf ürünü oldu¤unu savun-mufllardır. Fakat bu iddiaları 20. yüz-yıldaki bilimsel bulgular tarafından yı-kılmıfltır.

1929 yılında Amerikalı astronom Ed-win Hubble'ın ortaya koydu¤u 'evreningeniflledi¤i' gerçe¤i, yeni bir evren mo-delini do¤urdu. Evren geniflledi¤inegöre, zamanda geriye do¤ru gidildi¤in-de çok daha küçük bir evren, daha dageriye gitti¤imizde "tek bir nokta" orta-ya çıkıyordu. Yapılan hesaplamalar,evrenin tüm maddesini içinde barındı-ran bu "tek nokta"nın, korkunç çekimgücü nedeniyle "sıfır hacme" sahipolaca¤ını gösterdi. Evren, sıfır hacmesahip bu noktanın patlamasıyla ortayaçıkmıfltı. Bu patlamaya "Big Bang"(Büyük Patlama) adı verildi ve bu teoride aynı isimle tanındı.

Big Bang'in gösterdi¤i önemli birgerçek vardı: Sıfır hacim "yokluk" an-lamına geldi¤ine göre, evren "yok"iken "var" hale gelmiflti. Bu ise, evre-nin bir bafllangıcı oldu¤u anlamınageliyor ve böylece materyalizmin "ev-ren sonsuzdan beri vardır" varsayımı-nı geçersiz kılıyordu. 1920'li yıllardanitibaren evrenin yapısı hakkında eldeedilen bilgiler, evrenin belirli bir za-man önce bir "Büyük Patlama" (BigBang) ile yoktan var hale geldi¤ini is-

patlamıfltır. Yani evren sonsuz de¤il-dir, Allah evreni yoktan yaratm›flt›r.

Fakat bu gerçek pek çok materyalistbilim adamının hiç hofluna gitmemifltir.Ünlü ateist felsefeci Anthony Flew, bukonuda flunları söylemektedir:

‹tiraflarda bulunmanın insan ruhunaiyi geldi¤ini söylerler. Ben de bir iti-rafta bulunaca¤ım: Big Bang modeli,bir ateist açısından oldukça sıkıntıvericidir. Çünkü bilim, dini kaynaklartarafından savunulan bir iddiayı is-pat etmifltir: Evrenin bir bafllangıcıoldu¤u iddiasını. Ben hala ateizmeinanıyorum, ama bunu Big Bangkarflısında savunmanın pek kolay verahat bir durum olmadı¤ını itiraf et-meliyim.67

Big Bang'in di¤er bir önemi ise pat-lamanın ardından ortaya çıkan mü-kemmel düzenden kaynaklanmakta-dır. Evreni inceledi¤imizde; evreninyo¤unlu¤u, geniflleme hızı, yıldız sis-temlerinin ve galaksilerin tasarımı, çe-kim güçleri, yörüngeleri, hareket bi-çimleri, hızları, içerdikleri madde mik-tarı ve daha sayısız detayın son dere-ce ince hesaplar ve hassas dengelerüzerine kurulu oldu¤unu görürüz. Aynıflekilde evrende yer alan Dünyamız,çevresini saran atmosfer, insanın ya-flamına en uygun yapıdaki yeryüzü,bunların tümü ola¤anüstü bir tasarı-mın örnekleridir. Bu hesaplarda vedengelerdeki çok ufak bir oynama,tüm evrenin ve Dünya'nın darmada¤ınolmasına yeterlidir.

Bilindi¤i gibi patlamalar düzen de¤il,düzensizlik, da¤ınıklık ve yıkım meyda-na getirirler. Big Bang de bir patlama ol-du¤una göre, beklenmesi gereken, bupatlamanın ardından maddenin uzaybofllu¤unda "rastgele" da¤ılması olacak-tır. Fakat büyük patlamanın ardındanböyle rastgele bir da¤ılma olmamıfl vemadde evrenin belirli noktalarında biri-kip galaksileri, yıldızları, yıldız sistem-lerini, Günefl'i, Dünya'yı ve üzerindekibitkileri, hayvanları, insanları olufltur-mufltur. Bu durumun tek bir açıklamasıvardır: Big Bang gibi bir patlamanın ar-dından böyle bir düzenin meydana gel-mesi ancak olayın her anını yönlendirenbilinçli bir müdahale sonucunda gerçek-leflebilir. Bu da evreni yoktan var edenve onun her anını kontrolü ve hakimiyetialtında bulunduran Allah'ın kusursuz ya-ratmasıdır.

BBiillggii tteeoorriissii

Bilgi teorisi, evrendeki bilginin yapı-sını ve kökenini arafltırır. Bilgi teoris-yenlerinin uzun arafltırmaları sayesindevarılan sonuç ise fludur: "Bilgi, madde-den ayrı bir fleydir. Maddeye asla indir-genemez. Bilginin ve maddenin kayna¤ıayrı ayrı arafltırılmalıdır."

Örne¤in bir kitap ka¤ıttan, mürek-kepten ve içindeki bilgiden oluflur. Fa-kat, ka¤ıt ve mürekkep maddesel birerunsurdurlar. Kaynakları da yine madde-dir: Ka¤ıt selülozdan, mürekkep ise çe-flitli kimyasallardan yapılır. Ama kitapta-

ki bilgi, maddesel bir fley de¤ildir vemaddesel bir kayna¤ı olamaz. Her kitap-taki bilginin kayna¤ı, o kitabı yazmıflolan yazarın zihnidir.

Dahası bu zihin, ka¤ıt ve mürekkebinnasıl kullanılaca¤ını da belirler. Bir ki-tap, önce o kitabı yazan yazarın zihnindeoluflur. Yazar zihninde mantıkları kurar,cümleleri dizer. Bunları ikinci aflamadamaddesel bir flekle sokar. Yani bir dakti-lo ya da bilgisayar kullanarak zihnindekibilgiyi harflere dönüfltürür. Sonra da buharfler matbaaya girerek ka¤ıt ve mürek-kepten oluflan kitaba dönüflürler.

Buradan da flu genel sonuca varabili-riz: "E¤er bir madde bilgi içeriyorsa, ozaman o madde, söz konusu bilgiye sa-hip olan bir akıl tarafından düzenlenmifl-tir. Önce bir akıl vardır. O akıl, sahip ol-du¤u bilgiyi maddeye dökmüfl ve ortayabir tasarım çıkarmıfltır."

Canlıların DNA'larında da son dere-ce kapsamlı bir bilgi bulunur. Milimetre-nin yüz binde biri kadar küçük bir yerde,bir canlı bedeninin bütün fiziksel detay-larını tarif eden adeta bir "bilgi bankası"vardır. Dahası canlı vücudunda bir de bubilgiyi okuyan, yorumlayan ve buna gö-re "üretim" yapan bir sistem bulunur.Bütün canlı hücrelerinin DNA'sında bu-lunan bilgi, çeflitli enzimler tarafından"okunur" ve bu bilgiye göre protein üre-tilir. Vücudumuzda her saniye ihtiyacauygun olarak milyonlarca protein üreti-lir. Bu sistem sayesinde, ölen göz hücre-lerimiz yine göz hücreleri, kan hücreleri-miz yine kan hücreleri ile yenilenirler.

Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)

B‹LG‹ TEOR‹S‹64

Harun Yahya (Adnan Oktar)

65B‹LG‹ TEOR‹S‹

DDNNAA''ddaakkii bbiillggiinniinnrraassttllaanntt››llaarrllaa vvee ddoo¤¤aall

ssüürreeççlleerrllee oorrttaayyaa çç››kkmmaass››iimmkkaannss››zzdd››rr..

20. yüzyılda yapılan bütün bilimselarafltırmalar, bütün deney sonuçları vebütün gözlemler, DNA'daki bilginin,materyalistlerin iddia etti¤i gibi, madde-ye indirgenemeyece¤ini ortaya çıkarmıfl-tır. Bir baflka deyiflle, DNA'nın sadecebir madde yı¤ını oldu¤u ve içerdi¤i bil-ginin de maddenin rastgele etkileflimleriile ortaya çıktı¤ı kesinlikle reddedilmek-tedir.

Alman Federal Fizik ve TeknolojiEnstitüsü'nün yöneticisi Prof. Dr. Wer-ner Gitt, bu konuda flunları söyler:

Bir kodlama sistemi, her zaman için zi-hinsel bir sürecin ürünüdür. Bir noktayadikkat edilmelidir; madde bir bilgi koduüretemez. Bütün deneyimler, bilginin or-taya çıkması için, özgür iradesini, yargı-sını ve yaratıcılı¤ını kullanan bir aklınvar oldu¤unu göstermektedir... Maddeninbilgi ortaya çıkarabilmesini sa¤layacakhiçbir bilinen do¤a kanunu, fiziksel süreçya da maddesel olay yoktur... Bilgininmadde içinde kendi kendine ortaya çık-masını sa¤layacak hiçbir do¤a kanunu vefiziksel süreç yoktur.68

Werner Gitt'in sözleri, aynı zamanda,son 20-30 yıl içinde geliflen ve termodi-nami¤in bir parçası olarak kabul edilen"Bilgi Teorisi"nin vardı¤ı sonuçlardır.Evrim teorisinin yaflayan en önde gelensavunucularından biri olan George C.Williams, ço¤u materyalistin ve evrimci-nin görmek istemedi¤i bu gerçe¤i kabuleder. Williams, materyalizmi uzun yıllarboyu katı bir biçimde savunmasına ra¤-men 1995 tarihli bir yazısında, herfleyin

madde oldu¤unu varsayan materyalist(indirgemeci) yaklaflımın yanlıfllı¤ınıflöyle ifade eder:

Evrimci biyologlar, iki farklı alan üzerin-de çalıflmakta olduklarını flimdiye kadarfark edemediler; bu iki alan madde vebilgidir... Bu iki alan, "indirgemezcilik"olarak bildi¤imiz formülle asla birarayagetirilemezler... Genler, birer maddeselobje olmaktan çok, birer bilgi paketçi¤i-dir... Biyolojide genler, genotipler ve genhavuzları gibi kavramlardan söz etti¤i-nizde, bilgi hakkında konuflmufl olursu-nuz, fiziksel objeler hakkında de¤il... Budurum, bilginin ve maddenin varolufluniki farklı alanı oldu¤unu göstermektedirve bu iki farklı alanın kökeni de ayrı ayrıarafltırılmalıdır.69

Evrimciler yazılarında bazen çaresiz-liklerini itiraf ederler. Bu konudaki açıksözlü otoritelerden biri, ünlü Fransız zo-olog Pierre Grassé'dir. Grassé, bir mater-yalist ve evrimcidir, ancak Darwinist te-orinin çıkmazlarını açıkça itiraf eder.Grassé'ye göre Darwinci açıklamayı ge-çersiz kılan en önemli gerçek, hayatıoluflturan bilgidir:

Herhangi bir canlı organizma, inanılmazderecede büyük bir "akıl" içerir. Bu, in-sanların en büyük mimari eserleri olankatedralleri infla etmek için kullandıkla-rından çok daha büyük bir akıldır. Bugünbu akla "bilgi" (enformasyon) diyoruz,ama anlam hala aynıdır. Bu bilgi bir bil-gisayarda programlanmamıfltır, ama bil-gisayardakinden çok daha dar bir yere,DNA'daki kromozomlara ya da her hüc-redeki farklı organellere sıkıfltırılmıfltır.

Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)

B‹LG‹ TEOR‹S‹66

Bu "akıl", hayatın "olmazsa olmaz" flartı-dır. Peki ama bunun kayna¤ı nedir?...Bu, hem biyologları hem de filozofları il-gilendiren bir sorudur ve bilim bunu aslaçözemeyecek gibi durmaktadır.70

Pierre Grassé'nin, "bilim bu soruyuasla çözemeyecek gibi durmaktadır"fleklindeki ifadesinin aksine,yapılan bü-tün bilimsel çalıflmalar materyalist felse-fenin varsayımlarını geçersiz kılmaktave bir Yaratıcının yani Allah'›n apaç›kvarlı¤ını ispatlamaktadır.

BBiirreeyyoolluuflfl SSooyyoolluuflfluunn

TTeekkrraarr››dd››rr ((OOnnttooggeennyy

RReeccaapp››ttuullaatteess PPhhyyllooggeennyy))

tteeoorriissii

Evrimci biyolog Ernst Haeckel'in 19.

yüzyılın sonlarında ortaya attı¤ı teoridir."Rekapitülasyon" terimi, bu teorininözet olarak ifade ediliflidir. Haeckel, can-lı embriyolarının geliflim süreçleri sıra-sında sözde atalarının geçirmifl olduklarıevrimsel süreci tekrarladıklarını iddiaediyordu. Örne¤in insan embriyosununanne karnındaki geliflimi sırasında öncebalık, sonra sürüngen özellikleri göster-di¤ini, en son olarak da insana dönüfltü-¤ünü öne sürüyordu. Oysa ilerleyen yıl-larda bu teorinin tamamen hayal ürünübir senaryo oldu¤u ortaya çıkmıfltır. Ev-rimciler de bunu kabul ederler. Ameri-can Scientist'te yayınlanan bir makaledeflöyle denmektedir:

Biyogenetik yasası (Rekapitülasyon Te-orisi) artık tamamen ölmüfltür. 1950'liyıllarda ders kitaplarından çıkarıldı. As-

Harun Yahya (Adnan Oktar)

67B‹REYOLUfi SOYOLUfiUN TEKRARIDIR

lında bilimsel bir tartıflma olarak 20'liyıllarda sonu gelmiflti.71

Ernst Haeckel, ortaya attı¤ı reka-pitülasyon teorisini desteklemek içinsahte çizimler yapmıfl; balık ve insanembriyolarını birbirine benzetmeyeçalıflmıfltır. Sahtekarlı¤ının ortaya çık-masından sonra yaptı¤ı savunma ise,di¤er evrimcilerin de benzeri sahte-karlıklar yaptı¤ını belirtmekten baflkabir fley olmamıfltır:

Bu yaptı¤ım sahtekarlık itirafındansonra kendimi ayıplanmıfl ve kınanmıflolarak görmem gerekir. Fakat benimavuntum fludur ki; suçlu durumda yan-yana bulundu¤umuz yüzlerce arkadafl,birçok güvenilir gözlemci ve ünlü bi-yolog vardır ki, onların çıkardıkları eniyi biyoloji kitaplarında, tezlerinde vedergilerinde benim derecemde yapıl-mıfl sahtekarlıklar, kesin olmayan bil-giler, az çok tahrif edilmifl, flematizeedilip yeniden düzenlenmifl flekiller bulu-nuyor.72

Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)

B‹REYOLUfi SOYOLUfiUN TEKRARIDIR68

HAECKEL'‹N EMBR‹YOLARI:SAHTEKARLIK YEN‹DENKEfiFED‹LD‹

ÜÜnnllüü bbiilliimm ddeerrggiissii SScciieennccee,, 55 EEyyllüüll11999977 ttaarriihhllii ssaayy››ss››nnddaa,, HHaaeecckkeell''iinneemmbbrriiyyoo ççiizziimmlleerriinniinn bbiirr ssaahhtteekkaarrll››kküürrüünnüü oolldduu¤¤uunnuu aaçç››kkllaayyaann bbiirr mmaakkaalleeyyaayy››nnllaadd››.. MMaakkaalleeddee eemmbbrriiyyoollaarr››nn ggeerr--ççeekkttee bbiirrbbiirrlleerriinnddeenn ççookk ffaarrkkll›› oolldduu¤¤uuaannllaatt››ll››yyoorrdduu..

HHaaeecckkeell''iinn ssaahhttee ççiizziimmlleerrii

BBBBiiii ttttkkkk iiii hhhhüüüüccccrrrreeeessss iiiinnnn iiiinnnn kkkköööökkkkeeeennnn iiii

BBBBitkilerin ve hayvanların hücreleri, "ökaryot" olarak bilinen hücre tipi-ni oluflturur. Ökaryot hücrelerin en belirgin özellikleri, bir hücre çe-kirde¤ine sahip olmaları ve genetik bilgilerini kodlayan DNA mole-

külünün de bu çekirde¤in içinde yer almasıdır. Öte yandan bakteriler gibi ba-zı tek hücreli canlıların ise hücre çekirde¤i yoktur ve DNA molekülü hücreiçinde serbest haldedir. (bkz. Bakteri) Bu ikinci tip hücrelere "prokaryot" hüc-re adı verilir. (bkz. Hücre) Bu hücre yapısı, bakteriler için ideal bir tasarımdır;çünkü bakteri popülasyonlarının yaflamları açısından son derece önemli birifllem olan "plasmid transferi" (hücreden hücreye yapılan DNA aktarımı),prokaryot hücrenin serbest DNA yapısı sayesinde mümkün olur.

Evrim teorisi ise, canlılı¤ı "ilkelden geliflmifle" do¤ru bir sıralamaya yer-lefltirmek zorunda oldu¤u için, prokaryotların "ilkel" hücreler oldu¤unu, ökar-yotların ise bu hücrelerden evrimleflti¤ini varsaymaktadır.

Bu iddianın tutarsızlı¤ına geçmeden önce, prokaryot hücrelerin hiç de "il-kel" olmadı¤ını belirtmekte yarar vardır. Bir bakterinin 2.000 civarında genivardır. Her bir gen ise 1.000 kadar harf (flifre) içerir. Bu da bakterininDNA'sındaki bilginin en az 2 milyon harf uzunlu¤unda olması demektir. Buhesaba göre tek bir bakterinin DNA'sının içerdi¤i bilgi, her biri 100 bin keli-melik 20 romana denktir. 73

‹flte her bir bakterinin DNA'sında kodlu bu bilgilerdeki herhangi bir de¤i-fliklik, bakterinin tüm çalıflma sistemini bozabilir. Bu durum, bakterinin ölümüanlamına gelir.

Rastlantısal de¤iflikliklere karflı koyan bu hassas yapı yanında, bakterilerile ökaryot hücreler arasında hiçbir "ara form" bulunmayıflı da, evrimcileriniddiasını temelsiz kılmaktadır. Evrimci Prof. Ali Demirsoy, bakteri hücreleri-nin ökaryot hücrelere ve bu hücrelerden oluflan kompleks canlılara dönüfl-mesi senaryosunun temelsiz oldu¤unu flu sözleriyle itiraf eder:

Evrimde açıklanması en zor olan kademelerden biri de bu ilkel canlılar-dan, nasıl olup da organelli ve karmaflık hücrelerin meydana geldi¤ini bi-limsel olarak açıklamaktır. Esasında bu iki form arasında gerçek bir geçiflformu da bulunamamıfltır. Bir hücreliler ve çok hücreliler bu karmaflık ya-pıyı tümüyle taflırlar, herhangi bir flekilde daha basit yapılı organelleriolan ya da bunlardan birinin daha ilkel oldu¤u bir gruba veya canlıyarastlanmamıfltır. Yani taflınan organeller her haliyle geliflmifltir. Basit veilkel formları yoktur.74

Bakteri hücresi ile bitki hücresiarasındaki büyük yapısal farklılıklarabakıldı¤ında, böyle bir dönüflümünimkansızlı¤ı da açıkça görülmektedir:

1) Bakteri hücresinin hücre duvarı,polisakkarid ve proteinden oluflurken,bitki hücresinin hücre duvarı bunlar-dan tamamen farklı bir yapı olan selü-lozdan oluflur.

2) Bitki hücresinde zarla çevrili,son derece kompleks yapılara sahippek çok organel varken, bakteri hücre-sinde hiç organel yoktur. Bakteri hüc-resinde sadece serbest halde dolaflançok küçük ribozomlar vardır. Bitkihücresindeki ribozomlar ise daha bü-yüktür ve zarlara ba¤lıdır. Ayrıca heriki ribozom tipi de farklı yollarla pro-tein sentezi gerçeklefltirir.75

3) Bakteri hücresindeki ve bitkihücresindeki DNA'ların yapıları bir-birlerinden farklıdır.

4) Bitki hücresindeki DNA mole-külü çift katlı bir zarla korunurken,

bakteri hücresindeki DNA molekülühücre içerisinde serbest durmaktadır.

5) Bakteri hücresindeki DNA mo-lekülü biçim olarak kapalı bir ilmikgörünümündedir, yani daireseldir. Bit-ki hücresindeki DNA molekülü isedo¤rusal biçimdedir.

6) Bakteri hücresindeki DNA mo-lekülü tek bir hücreye ait bilgiler taflır-ken, bitki hücresindeki DNA molekü-lü, bitkinin tümüne ait bilgileri taflır.Örne¤in meyveli bir a¤acın kökleri,gövdesi, yaprakları, çiçekleri ve mey-vesine ait tüm bilgiler, a¤acın tümhücrelerinin her birinin çekirde¤indekiDNA'da ayrı ayrı bulunmaktadır.

7) Bazı bakteri türleri fotosentetik-tir, yani fotosentez yaparlar. Ancakbitkilerden farklı olarak bakteriler hid-rojen sülfit ile sudan ziyade, baflka bi-leflikleri kırar ve oksijen gazı salmaz-lar. Ayrıca fotosentetik bakterilerde(örne¤in cyano bakterisinde) klorofilve fotosentetik pigmentler, kloroplast

PPrrookkaarryyoott hhüüccrreelleerriinn ((ssoollddaa)),, zzaammaann iiççiinnddee öökkaarryyoott hhüüccrreelleerree ((ssaa¤¤ddaa)) ddöö--nnüüflflttüü¤¤üü yyöönnüünnddeekkii eevvrriimmccii vvaarrssaayy››mm,, hhiiççbbiirr bbiilliimmsseell tteemmeellee ssaahhiipp ddee¤¤iillddiirr..

YYeerryyüüzzüünnddee yyaaflflaamm››nn tteemmeelliinniibbiittkkiilleerr oolluuflflttuurruurr.. BBiittkkiilleerrhheemm bbeessiinn üürreettmmeelleerrii,, hheemmddee aattmmoossffeerrddeekkii ookkssiijjeennii ssaa¤¤--llaammaallaarr›› nneeddeenniiyyllee,, ccaannll››ll››¤¤››nnvvaazzggeeççiillmmeezz flflaarrttllaarr››nnddaanndd››rr..

içinde bulunmazlar. Bunlar hücreniniçinde çeflitli zarların içine gömülüolarak da¤ılmıfllardır.

8) Bakteri hücresi ile bitki/hayvanhücresindeki mesajcı RNA'ların biyo-kimyasal yapıları birbirlerinden olduk-ça farklıdır.76

Hücrenin yaflayabilmesinde mesaj-cı RNA son derece hayati bir görevüstlenmifltir. Ancak mesajcı RNA hemökaryot hem de prokaryot hücrelerdeaynı hayati görevi üstlenmifl olmasınara¤men, biyokimyasal yapıları birbir-lerinden farklıdır. Science dergisindeyayınlanan bir makalesinde Darnellkonuyla ilgili olarak flöyle yazar:

Mesajcı RNA oluflumunun biyokimya-sında ökaryotlar ve prokaryotlar kı-yaslandı¤ında fark o kadar büyüktürki, prokaryot hücreden ökaryot hücre-ye evrim olası de¤ildir.77

Yukarıda birkaç örne¤ini verdi¤i-miz bakteri ve bitki hücreleri arasında-ki büyük yapısal farklılıklar, evrimcibiyologları büyük çıkmaza sokmakta-dır. Bazı bakterilerin ve bitki hücrele-

rinin sahip oldukları ortak yönler ol-masına ra¤men, bu yapılar genel ola-rak birbirlerinden oldukça farklıdır.Bu farklılıklar ve hiçbir fonksiyonel"ara form"un mümkün olmaması, bitkihücresinin bakteri hücresinden evrim-leflti¤i iddiasını bilimsel yönden ge-çersiz kılmaktadır.

Nitekim Prof. Ali Demirsoy da,"karmaflık hücreler hiçbir zaman ilkelhücrelerden evrimsel süreç içerisindegeliflerek meydana gelmemifltir" diye-rek bu gerçe¤i kabul eder.78

GGüünnüümmüüzzddee yyaaflflaayyaann bbeennzzeerrlleerriinnddeenn ffaarrkkss››zzbbiirr yyaapp››ddaa oollaann 2255 mmiillyyoonn yy››llll››kk bbiittkkii ffoossiillii..

BBiiyyooggeenneettiikk YYaassaass››

(bkz. Bireyolufl Soyoluflun Tekrarıdırteorisi)

BBiiyyooggeenneezz

((BB››ooggeenneess››ss)) ggöörrüüflflüü

Darwin'in Türlerin Kökeni adlı kita-bını yazdı¤ı dönemde, bakterilerin can-sız maddelerden oluflabildikleri inancı,bilim dünyasında yaygın bir kabul görü-yordu. (bkz. Abiyogenez görüflü) OysaDarwin'in kitabının yayınlanmasındanbefl yıl sonra, ünlü Fransız biyolog LouisPasteur, evrime temel oluflturan bu inan-cı kesin olarak çürüttü.79 Pasteur, yaptı¤ıuzun çalıflma ve deneyler sonucundavardı¤ı sonucu flöyle özetlemiflti:

Cansız maddelerin hayat oluflturabilece-¤i iddiası artık kesin olarak tarihe gö-mülmüfltür.80

Pasteur'ün "hayat ancak hayattan ge-lir" görüflü, biyogenesis olarak ifade edi-lir.

Evrim teorisinin savunucuları, Paste-ur'ün bu bulgularına karflı uzun süre di-rendiler. Ancak geliflen bilim, canlı hüc-resinin karmaflık yapısını ortaya çıkar-dıkça, hayatın kendili¤inden oluflabile-ce¤i iddiası giderek daha büyük bir çık-maz içine girdi.

BBoouuddrreeaauuxx,, EEddwwaarrdd

New Orleans Üniversitesi'nde kimyaprofesörü. Evrim teorisinin bilim d›fl› bir

iddia oldu¤unu kabul eden Edward Bo-udreaux, 5 Temmuz 1998'de Bilim Arafl-tırma Vakfı'nın düzenledi¤i "Evrim Te-orisinin Çöküflü: Yaratılıfl Gerçe¤i" bafl-lıklı uluslararası bir konferansa katılmıfl-tır. Bu konferansta yaptı¤ı "KimyadakiDizayn" bafllıklı konuflmasında, yaflamınortaya çıkabilmesi için gerekli olan kim-yasal elementlerin yaratılıflla düzenlen-mifl olduklarından söz etmifl ve flöyle de-mifltir:

‹çinde yafladı¤ımız dünya ve bu dünyanınkanunların›, biz insanların yaflamalarınaen uygun biçimde Allah yaratmıfltır.81

BBööcceekklleerriinn kköökkeennii

Evrimci biyologlar kuflların kökeniy-le ilgili olarak, "ön ayakları ile sinek av-lamaya çalıflan bazı sürüngenlerin kanat-lanarak kufllara dönüfltü¤ünü" iddiaederler. "Cursorial teori" olarak bahsedi-len bu spekülatif teoriye göre, söz konu-su sürüngenler sinek avlamaya çalıflır-ken ön ayakları zamanla kanatlara dö-nüflmüfltür. (bkz. Cursorial teori) Hiçbirbilimsel bulguya dayanmayan bu teoriy-le ilgili en önemli nokta ise, zaten uç-makta olan sineklerin nasıl kanatlandık-larıdır. Sinekler sınıflamasını da içinealan böcekler bu bakımdan evrimcileraçısından bir çıkmaz daha oluflturur.

Böcekler, canlı sınıflamasında, arth-ropodlar (eklem bacaklılar) filumununiçinde yer alan Insecta alt-filumunuolufltururlar. En eski böcek fosilleri, De-vonian devrine aittir. Daha sonraki

Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)

B‹YOGENET‹K YASASI72

Harun Yahya (Adnan Oktar)

332200 mmiillyyoonn yy››llll››kk bbuu hhaammaamm bbööccee¤¤ii ffoossiillii iillee ggüü--

nnüümmüüzzddee yyaaflflaayyaann öörrnneekklleerrii aarraass››nnddaa ffaarrkk yyookk--

ttuurr.. SSaa¤¤ddaa iissee 114455 mmiillyyoonn yy››llll››kk ssiinneekk ffoossiillii..

Pennsylavanian devrinde ise çok sayıdafarklı böcek türü bir anda ortaya çıkar.Örne¤in hamamböcekleri aniden ve bu-günkü yapılarıyla belirir. Amerikan Do-¤a Tarihi Müzesi'nden Betty Faber, "350milyon yıl öncesine ait hamamböce¤i fo-sillerinin bugünkülerle aynı oldu¤u-nu" bildirmektedir.82

Örümcek, kene ve kırkayak gibicanlılar gerçekte böcek de¤ildir, amaço¤unlukla böcek olarak anılır."American Association for the Ad-vancement of Science"ın 1983'tekiyıllık toplantısında, bu canlılarla ilgi-li çok önemli fosil bulguları sunul-mufltur. Örümcek, kene ve kırkayak-lara ait olan 380 milyon yıllık bu fo-sillerin en ilginç özelli¤i ise, yaflayanörneklerinden farksız olufludur. Bul-guları inceleyen bilim adamlarındanbiri, fosiller hakkında "sanki dün öl-müfl gibiler" yorumunu yapmıfltır.83

Kusursuz tasarıma sahip bu can-lıların, yeryüzünde bir anda ortayaçıkmalarının elbette evrimle açıklan-ması imkansızdır. (bkz. Sineklerin

kökeni) Bu nedenle evrimci bir bilimadamı olan Paul Pierre Grassé, "böcekle-rin kökeni konusunda tam bir karanlıkiçindeyiz" demektedir.84 Sonuç olarak,böceklerin kökeni, açıkça yaratılıflı do¤-rulamaktadır.

AAmmbbeerr ((rreeççiinnee)) iiççiinnddee kkaallaarraakk ffoossiilllleeflflmmiiflfl 3355 mmiillyyoonn yy››ll--ll››kk ssiinneekk.. BBaalltt››kk DDeenniizzii yyaakk››nnllaarr››nnddaa bbuulluunnaann bbuu ffoossiill ddeeyyiinnee ggüünnüümmüüzzddee yyaaflflaayyaann öörrnneekklleerriinnddeenn ffaarrkkss››zzdd››rr..

73BÖCEKLER‹N KÖKEN‹

BBuuffffoonn,, CCoommttee ddee

Fransız evrimcilerden Comte de Buf-fon, 18. yüzyılın en tanınan bilim adam-larından biriydi. 50 yıldan fazla bir süreParis'teki kraliyete ait Botanik bahçeleri-nin müdürlü¤ünü yürüttü. Darwin,teorisinin temelini büyük ölçüdeBuffon'un eserlerine dayandır-mıfltı. Buffon'un 44 ciltlik kap-samlı çalıflması Histoire Na-turelle'de Darwin'in kullan-dı¤ı ö¤retilerin ço¤unarastlamak mümkündür.

"Büyük Varolufl Zinci-ri" (Aristo'nun türleri basit-ten karmaflı¤a do¤ru sıralama-sı; di¤er adıyla Scala Naturae) ise gerekBuffon'un gerekse Lamarck'ın evrimcisistemleri için bafllangıç noktası teflkil et-mifltir. Amerikalı bilim tarihçisi D. R. Ol-royd, bu iliflkiyi flöyle tanımlamaktadır:

Histoire Naturelle'in ilk cildinde Buffonkendisini "Büyük Varolufl Zinciri" doktri-ninin yorumlayıcısı olarak açıklamakta-dır… Lamarck ise eski Büyük VaroluflZinciri doktrininin yeni bir versiyonunusavunuyordu… Fakat bu zincir katı, du-ra¤an bir yapı gibi kabul edilmiyordu.Ortamın ihtiyaçlarını karflılamak içinmücadeleleriyle ve "kazanılmıfl özellikle-rin sonraki nesle aktarılması" prensibininyardımıyla organizmalar zincirin yukarı-larına do¤ru yavaflça hareket edebiliyor-lardı. Baflka bir deyiflle mikroptan insanado¤ru… Ayrıca zincirin en altında, spon-tane jenerasyon (ani oluflum) yoluylainorganik (cansız) maddeden ortaya çı-kan yeni yaratıklar sürekli olarak beliri-

yordu. Zincirin yukarısına do¤ru sürekliolarak kompleksleflen bir süreç iflliyor-du…85

Bu bakımdan bugün "evrim teorisi"dedi¤imiz kavram, gerçekte eski

bir Yunan efsanesi olan BüyükVarolufl Zincirinin günümüze

taflınmasıyla do¤mufltur. Dar-win'den önce de birçok evrimci

vardı ve onların evrimci fi-kirleri ve sözde delilleri-nin ço¤unun orijinali Bü-yük Varolufl Zinciri'nde

zaten yer alıyordu. Buffonve Lamarck'la birlikte Bü-

yük Varolufl Zinciri yeni bir kılıfla bilimdünyasına sunuldu, oradan da Darwin'eetki etti.

BBuurrggeessss SShhaallee

Kanada'nın British Columbia eyale-tinde yer alan Burgess Shale Bölgesinde,ça¤ımızın önemli paleontolojik bulgula-rından biri sayılan bir fosil yata¤ı bulun-maktadır. Bu bölgedeki fosil canlılarınözelli¤i, çok farklı türlere ait olmaları veönceki tabakalarda hiçbir ataları olma-dan, bir anda ortaya çıkmalarıdır.

Oysa bilindi¤i gibi evrim teorisi, tümcanlı türlerinin, daha önce yaflamıfl baflkatürlerden kademeli olarak evrimlefltikle-rini iddia etmektedir. Burgess Shale fo-silleri ve benzeri paleontolojik bulgularise, farklı canlı türlerinin, bu iddianıntam aksine, yeryüzünde hiçbir ataları ol-

Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)

CCoommttee ddee BBuuffffoonn

74 BUFFON, COMTE DE

Harun Yahya (Adnan Oktar)

BBuurrggeessss SShhaallee ffoossiillyyaattaa¤¤››nnddaa bbuulluunnaann iillggiinnççffoossiill ccaannll››llaarrddaann bbiirrii::MMaarrrreellllaa

madan bir anda ve kusursuz biçimde or-taya çıktıklarını göstermektedir.

Ünlü bilim dergisi Trends in Genetics(TIG), fiubat 1999 tarihli sayısında, Dar-winizm'in önündeki bu büyük paleonto-lojik sorunu flöyle ifade eder:

Küçük bir mekanda bulunmufl olan bu fo-sillerin, evrim biyolojisindeki bu büyüksorunla ilgili kızgın tartıflmanın tam mer-kezinde yer alması oldukça garip gözüke-bilir. Fakat bu hararetli tartıflmalara ne-den olan fley, Kambriyen devrinde yafla-yan hayvanların fosil kayıtlarında flaflırtı-cı bir bollukta ve birdenbire belirmeleri-dir. Radyometrik tarihlendirmelerin dahakesin sonuçları ya da giderek artan yenifosil bulguları ise, sadece bubiyolojik devrimin anili¤inive alanını keskinlefltirmifltir.Yeryüzünün yaflam potasın-daki bu de¤iflimin büyüklü¤übir açıklama gerektirmekte-dir. fiu ana kadar birçok tezileri sürülmüfl olsa da, genelfikir, hiçbirinin ikna edici ol-madı¤ıdır.86

TIG dergisi bu konuda ikiünlü evrimci otoriteden söz

eder: Stephen J. Gould ve Simon Con-way Morris. Her ikisi de Burgess Sha-le'deki "aniden ortaya çıkıflı", evrime gö-re açıklayabilmek için birer kitap yaz-mıfllardır; Gould'un kitabı Wonderful Li-fe (Muhteflem Hayat), Morris'inki iseThe Burgess Shale and the Rise of Ani-mals (Burgess Shale ve Hayvanlar›nYükselifli)dir. Ancak bu iki otorite de,TIG dergisinin vurguladı¤ı gibi, ne Bur-gess Shale fosillerini ne de genel olarakKambriyen devrine ait di¤er fosil kayıt-larını bir türlü açıklayamamaktadır.

Fosil kayıtlarının ortaya koydu¤u ger-çek sonuç fludur: Fosiller, canlıların yer-yüzünde bir anda ve kusursuz bir biçimde

BBuurrggeessss SShhaallee ffoossiill yyaattaa¤¤››nnddaa bbuulluunnaann ddiikkeenn ffoossiillii

75BURGESS SHALE

ortaya çıktıklarını göstermektedir. Kambriyen devri fosillerinin ortaya

koydu¤u bu tablo, evrim teorisinin var-sayımlarını reddederken, bir yandan da,canl›lar›n do¤aüstü bir yaratılıflla var ol-duklarını gösteren çok önemli bir delil-dir. Evrimci biyolog Douglas Futuyma,bu gerçe¤i flöyle açıklar:

Canlılar dünya üzerinde ya tamamenmükemmel ve eksiksiz bir biçimde ortayaçıkmıfllardır ya da kendilerinden öncevar olan bazı canlı türlerinden evrimle-flerek meydana gelmifllerdir. E¤er eksik-siz ve mükemmel bir biçimde ortaya çık-mıfllarsa, o halde üstün bir akıl tarafın-dan yaratılmıfl olmaları gerekir.87

Dolayısıyla fosil kayıtları, canlıların,evrimin iddia etti¤i gibi ilkelden gelifl-mifle do¤ru bir süreç izlediklerini de¤il,bir anda ve en mükemmel halde ortayaçıktıklarını göstermektedir. Bu ise, can-lılı¤ın bilinçsiz do¤al süreçlerle de¤il,

üstün bir yaratılıflla var oldu¤una kanıtoluflturmaktadır. Evrimci paleontologJeffrey S. Levinton, Scientific Americandergisine yazdı¤ı "Hayvan EvrimininBig Bang'i" bafllıklı bir makalesinde bugerçe¤i istemeden de olsa kabul etmekteve "Kambriyen devrinde çok özel ve gi-zemli bir yaratıcı gücün varlı¤ını görü-yoruz" demektedir.88

BBüüyyüükk VVaarroolluuflfl ZZiinncciirrii

((GGrreeaatt CChhaa››nn ooff BBee››nngg))

Yunan felsefeci Aristo'ya göre türlerbasitten karmaflı¤a do¤ru giden bir hiye-rarfliye sahiptir ve tıpkı bir merdiveninbasamakları gibi do¤rusal bir çizgi üze-rinde sıralanmaktadır. Aristo bu tezine"Scala Naturae" adını verir. Aristo'nunbu fikri 18. yüzyıla kadar batı düflüncehayatını çok derinden etkileyecek ve da-ha sonra da "Evrim Teorisi"ne dönüfle-

Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)

KKaammbbrriiyyeenn ddeevvrriinnee aaiitt bbiirr ffoossiill

BÜYÜK VAROLUfi Z‹NC‹R‹76

cek olan Büyük Varolufl Zinciri (GreatChain of Being) inancının da kökenidir.

Darwinizm'in temelini oluflturan tümcanlıların cansız maddelerden evrimle-flerek geliflti¤i inancı ilk olarak "BüyükVarolufl Zinciri" adı altında Aristo'nunanlatımlarında karflımıza çıkar. BüyükVarolufl Zinciri evrimsel bir inanıfltır veAllah'ın varlı¤ını inkar eden felsefecilertarafından çok ra¤bet görmüfltür.

Söz konusu görüfle göre canlılar ken-dili¤inden oluflmufltur ve herfley; mine-rallerden organik maddeye, ilkel canlı-lardan hayvanlara, bitkilere ve insanlara,buradan da sözde "tanrılara" evrimlefl-mifltir. Bu ak›l d›fl› inanca göre yeni or-ganlar da canlının ihtiyacına göre kendi-li¤inden oluflmaktadır.

Hiçbir bilimsel dayana¤ı olmayan,aksine tüm bilimsel gerçeklerle çeliflen,sadece soyut mantık yürütmeye dayananbu inanıfl, son olarak da "evrim teorisi"adıyla öne sürülmüfltür.

Büyük Varolufl Zinciri ilk bafllardatamamen felsefi bir görüfl olarak ortayaatılmıfltır ve herhangi bir bilimsellik id-diasında da bulunmamıfltır. Ancak canlı-ların oluflumuna yaratılıfl gerçe¤i dıflındasözde bir cevap bulmaya çalıflanlar içinBüyük Varolufl Zinciri adeta can simidiolmufltur ve bu amaçla da bilimsel birhavaya sokulmufltur. Bu canlıların bir-birlerine nasıl dönüfltü¤ü ise büyük birmuammadır. Çünkü bu zincir, bilimselbir gözleme de¤il, soyut ve yüzeysel birmant›k yürütmeye dayanmaktad›r. Yaniilkça¤ felsefecilerinin masa baflında otu-rup hiçbir bilimsel arafltırma yapmadan

ortaya attıkları bir masaldan ibarettir. Günümüzdeki materyalist ve ateist

felsefelerin temelini oluflturan evrim te-orisiyle, eski pagan maddeci felsefelerinhayat kayna¤ını oluflturan Scala Naturaeve Büyük Varolufl Zinciri arasındaönemli bir paralellik söz konusudur.(bkz. Evrimsel paganizm) Bugün mater-yalizm evrim teorisiyle hayat bulurken,geçmiflteki maddeci anlayıfl Büyük Va-rolufl Zincirini kendine temel dayanakalmaktaydı.

Darwin bu kavramdan oldukça etki-lenmifl, hatta teorisini bu ana mantıküzerine kurmufltu. Loren Eiseley, Dar-win's Century (Darwin'in Yüzy›l›) isimlikitabında Darwin'in, Türlerin Kökeniisimli kitabının birçok bölümünde 18.yüzyılın bu varolufl merdiveninden man-tıklar kullandı¤ını, özellikle de organikmaddelerin zorunlu olarak mükemmelli-¤e do¤ru ilerledikleri fikrinin buradando¤du¤unu vurgulamıfltır.89

Dolayısıyla Darwin yeni ve bilimselbir teori ortaya atmamıfltı. Darwin'inyaptı¤ı, kökleri eski Sümer'deki putpe-rest efsanelere dayanan ve asıl eski Yu-nan'ın pagan inançları içinde geliflen birbatıl inancı, ça¤dafl bilimsel terimlerikullanarak ve çarpıtılmıfl birkaç gözlem-le destekleyerek yeniden ifade etmektenbaflka bir fley de¤ildi. Bu batıl inanç, ön-ce 17. ve 18. yüzyılda yaflamıfl bazı bi-lim adamları tarafından yeni eklemelerlezenginlefltirildi, sonra da Darwin'in Tür-lerin Kökeni isimli kitabında "bilimsel"bir görüntü kazanarak bilim tarihinin enbüyük yanılgısı olarak ortaya çıktı.

Harun Yahya (Adnan Oktar)

BÜYÜK VAROLUfi Z‹NC‹R‹ 77

Harun Yahya (Adnan Oktar)

CCœœllaaccaanntthh

Cœlacanth, evrimin sözde "canlıla-rın sudan karaya geçifli" tezine delil ola-rak öne sürdü¤ü bir balık türüdür. Cœla-canth sınıfına dahil olan balıklar, bir za-manlar balıklar ve amfibiyenler arasındayaflamıfl çok güçlü bir ara form delili sa-yılıyorlardı. Evrimci biyologlar, bu can-lının fosillerinden yola çıkarak, canlınınvücudunda ilkel (tam ifllev görmeyen)bir akci¤er bulundu¤unu ileri sürmüfller-di. Bu, pek çok bilimsel kaynakta anlatı-lıyor, hatta Cœlacanth'ı denizden karayaçıkarken gösteren çizimler yayınlanıyor-du.

Ancak 22 Aralık 1938'de Hint Okya-nusu'nda çok ilginç bir keflif yapıldı.Yetmifl milyon yıl önce soyu tükenmiflbir ara geçifl formu olarak tanıtılanCœlacanth ailesinin Latimeria türüne aitcanlı bir üyesi okyanusun açıklarında elegeçti! Cœlacanth'ın "kanlı-canlı" bir ör-

ne¤inin bulunması, evrimciler açısındanbüyük bir floktu kuflkusuz. Evrimci pale-ontolog J. L. B. Smith, "yolda dinozorarastlasaydım, daha çok flaflırmazdım"demiflti.90 ‹lerleyen yıllarda baflka bölge-lerde de 200'den fazla Cœlacanth yaka-landı.

Bu balıkların yakalanmasıyla bera-

EEvvrriimmcciilleerr CCœœllaaccaanntthh''››nn ffoossiilliinnee ddaayyaannaarraakk bbuu--nnuunn ssuuddaann kkaarraayyaa ggeeççiiflfltteekkii aarraa ggeeççiiflfl ffoorrmmuu ooll--dduu¤¤uunnuu ssööyyllüüyyoorrllaarrdd››.. AAnnccaakk iillkkii 11993388 yy››ll››nnddaaoollmmaakk üüzzeerree bbuu bbaall››¤¤››nn ccaannll›› öörrnneekklleerriinniinn ddeeffaa--llaarrccaa yyaakkaallaannmmaass››,, eevvrriimmcciilleerriinn ssppeekküüllaassyyoonn--llaarrddaa nnee kkaaddaarr iilleerrii ggiiddeebbiilleecceekklleerriinnii ggöösstteerrddii..

79CŒLACANTH

ber, bu canlılar üzerinde yapılan spekü-

lasyonların temelsizli¤i de anlaflılmıfl ol-

du. Cœlacanth, iddiaların aksine ne ilkel

bir akci¤ere, ne de büyük bir beyne sa-

hipti. Evrimci arafltırmacıların ilkel akci-

¤er oldu¤unu düflündükleri yapı, balı¤ın

vücudunda bulunan bir ya¤ kesesinden

baflka bir fley de¤ildi.91 Dahası, "sudan

çıkmaya hazırlanan bir sürüngen adayı"

olarak tanıtılan Cœlacanth'ın, gerçekte

okyanusun en derin sularında yaflayan ve

180 m derinli¤in üzerine hemen hiç çık-

mayan bir dip balı¤ı oldu¤u anlaflıldı.92

Bunun üzerine, Cœlacanth'ın evrimci

yayınlardaki popülaritesi bir anda yok

oldu. Peter Forey adlı evrimci paleonto-

log, Nature dergisinde yayınlanan bir

makalede bu konuda flöyle bir itirafta bu-

lunmufltur:

Cœlacanth'ların tetrapodların atasına

yakın oldu¤una dair uzun süredir payla-

flılan bir görüfl oldu¤u için, Latimeria'nın

(canlısının) bulunmasıyla birlikte, balık-

lardan amfibiyenlere geçifl hakkında do¤-

rudan bilgilerin elde edilece¤i ümit edil-

miflti... Ama Latimeria'nın anatomisi ve

fizyolojisi üzerinde yapılan incelemeler,

bu iliflki varsayımının sadece bir temenni-

den ibaret oldu¤unu ve Cœlacanth'ın bir

"kayıp ba¤lantı" olarak gösterilmesinin

bir dayana¤ı olmadı¤ını ortaya koydu.93

Yukarıdaki itiraftan da anlaflıldı¤ı gi-

bi balıklar ve amfibiyenler arasında hiç-

bir ara form yaflamamıfltır. Evrimcilerin

tek ciddi ara form olarak gösterdikleri

Cœlecanth da gerçekte evrim ile ba¤lan-

tısı olmayan bir balık türüdür.

CCoo¤¤rraaffii iizzoollaassyyoonn ggöörrüüflflüü

((AAllllooppaattrriikk ‹‹zzoollaassyyoonn)Efleyli üreyen canlılar bir kara parça-

sının çökmesi veya kıtaların birbirindenayrılması gibi nedenlerden dolayı birco¤rafi ayrıma (izolasyona) u¤rayabilir-ler. Bu durumda iki ayrı bölgedeki canlı-lar kendi içlerinde bir genetik özellikolufltururlar. Di¤er bir deyiflle co¤rafi en-geller popülasyonları birbirinden ayırmıflolur. Örne¤in kara hayvanları büyük çöl-ler ve sularla ya da yüksek da¤larla birbi-rinden ayrılabilirler.94 E¤er bir popülas-yon co¤rafi olarak iki ya da daha fazlabölgeye (birime) ayrılırsa, aralarındakifark gittikçe artacak ve bir zaman sonrabu ayrı bölgelerdeki canlılar farklı co¤ra-fi ırkları meydana getirecektir.95 Bu ay-rım popülasyonlar arasında gen akıflınıönleyecek düzeye geldi¤inde, bir zaman-lar birbirine benzer özellik taflıyan bir tü-rün farklı varyasyonları arasındaki ben-zerli¤in arası açılmıfl olur.

Bu konu ile ilgili evrimcilerin yanıl-gısı flöyledir: Evrimciler ayrı kıtalarda yada ortamlarda yaflamak durumunda kalancanlıların farklı birer türe dönüfltükleriniöne sürerler. Halbuki farklı bölgelerdeortaya çıkan farklı özelliklerdeki canlılarpopülasyon farklılıklarından baflka birfley de¤ildir. O bölgede çiftleflmeye zo-runlu kalan canlıların genetik kombinas-yonu sınırlı kalmakta ve genlerindeki be-lirli özellikler daha ön plana çıkmaktadır.Yoksa yepyeni bir tür oluflumu söz konu-su de¤ildir.

Aslında aynı durum insanlar için de

Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)

CO⁄RAF‹ ‹ZOLASYON GÖRÜfiÜ80

söz konusudur. Yeryüzündeki farklı ırk-lar, co¤rafi izolasyon aracılı¤ıyla farklıırk özelliklerine sahip olmufllardır. Birgrup insanda siyah derililik özelli¤i bas-kın çıkmıfl, bunlar aynı bölgede yafladık-ları ve kendi içlerinde ço¤aldıkları içinsiyah derili bir ırk meydana gelmifltir.Çekik gözlü Uzakdo¤u ırkları da aynıflekildedir. E¤er co¤rafi izolasyon olma-saydı, yani dünyadaki tüm ırklar asırlar-dır birbirleriyle sürekli karıflık evlilikleryapıyor olsalardı, o zaman herkes "me-

lez" olurdu; zenciler, beyazlar,çekik gözlüler olmaz, insanlarıntümü bir "ortalama"da buluflurdu.

Bazen, co¤rafi nedenlerdenötürü birbirinden ayrı kalan var-yasyonlar yeniden biraraya geti-rildiklerinde, kimi zaman birbir-leri ile çiftleflmezler. Çiftleflme-dikleri için de, modern biyoloji-nin "tür" tanımlamasına göre, "alttür" olmaktan çıkıp, "ayrı türler"haline gelmifl olurlar. Buna "tür-leflme" (speciation) adı verilir.

Evrimciler ise, bu kavramıalıp hemen flu çıkarımı yaparlar:"Do¤ada türleflme var, yani yenicanlı türleri do¤al mekanizmalar-la olufluyor, demek ki tüm türlerbu flekilde oluflmufl". Oysa bu çı-karımda çok büyük bir aldatmacagizlidir.

Aldatmacanın iki önemli nok-tası vardır:1) Birbirlerinden izole olmufl olanA ve B varyasyonları, birarayageldiklerinde çiftleflmiyor olabilir-

ler. Ama bu durum ço¤u zaman "çiftlefl-me davranıflı"ndan kaynaklanır. Yani Ave B varyasyonuna ait bireyler, di¤er var-yasyon kendilerine yabancı göründü¤üiçin, onu "kendilerine yakın bulmadıkla-rı" için çiftleflmezler. Ancak çiftleflmele-rini engelleyecek bir genetik uyumsuzlukyoktur. Dolayısıyla aslında genetik bilgiaçısından hala aynı türe aittirler. (Nite-kim bu nedenle "tür" kavramı biyolojidetartıflma konusu olmaya devam etmekte-dir.)

Harun Yahya (Adnan Oktar)

81CO⁄RAF‹ ‹ZOLASYON GÖRÜfiÜ

YYeerryyüüzzüünnddeekkii ffaarrkkll›› ››rrkkllaarr,, ccoo¤¤rraaffii iizzoollaassyyoonn aarraacc››ll››--¤¤››yyllaa ffaarrkkll›› öözzeelllliikklleerree ssaahhiipp oollmmuuflflllaarrdd››rr.. BBiirr ggrruupp iinn--ssaannddaa ssiiyyaahh ddeerriilliilliikk öözzeellllii¤¤ii bbaasskk››nn çç››kkmm››flfl,, bbuunnllaarraayynn›› bbööllggeeddee yyaaflflaadd››kkllaarr›› vvee kkeennddii iiççlleerriinnddee ççoo¤¤aall--dd››kkllaarr›› iiççiinn ssiiyyaahh ddeerriillii bbiirr ››rrkk mmeeyyddaannaa ggeellmmiiflflttiirr..

2) Asıl önemli nokta ise, söz konusu"türleflme"nin, bir genetik bilgi artıflı de-¤il, aksine genetik bilgi kaybı anlamınagelmesidir. Ayrıflmanın nedeni, varyas-yonlardan birinin veya her ikisinin yenibir genetik bilgi edinmifl olmaları de¤il-dir. Böyle bir genetik bilgi eklenmesiyoktur. Örne¤in iki varyasyondan her-hangi biri yeni bir proteine, yeni bir en-zime, yeni bir organa kavuflmufl de¤ildir.Ortada bir "geliflme" yoktur. Aksine, da-ha önceden farklı genetik bilgileri aynıanda barındıran popülasyon (örne¤in,hem uzun hem de kısa tüy özelli¤ini,hem koyu hem de açık renk özelli¤inibarındıran popülasyon) yerine, flimdi ge-netik bilgi yönünden daha fakirleflmifliki popülasyon vardır.

Dolayısıyla söz konusu "türlefl-me"nin evrim teorisini destekler hiçbiryönü yoktur. Çünkü evrim teorisi, canlıtürlerinin hepsinin basitten kompleksedo¤ru rastlantılar yoluyla türedi¤i iddi-asındadır. Dolayısıyla bu teorinin dikka-te alınabilmesi için, "genetik bilgiyi artı-rıcı mekanizmalar" gösterebilmesi gere-kir. Gözü, kula¤ı, kalbi, akci¤eri, kanat-ları, ayakları veya di¤er organ ve sis-temleri olmayan canlıların bunları nasılkazandıklarını, bu organ ve sistemleritanımlayan genetik bilginin nereden gel-di¤ini açıklayabilmesi gerekir. Zaten varolan bir canlı türünün genetik bilgi kay-bına u¤rayarak ikiye bölünmesi, kuflku-suz evrimle hiç ilgisi olmayan bir du-rumdur.

CCoonnffuucc››uussoorrnn››ss

1995 yılında Çin'de Omurgalılar Pa-leontolojisi Enstitüsü'nde arafltırmalaryapan Lianhai Hou ve Zhonghe Zhouadlı iki paleontolog, Confuciusornis ola-rak isimlendirdikleri yeni bir fosil kuflkeflfettiler. Evrimciler tarafından tümkuflların en eski atası sayılan ve yarı–sü-rüngen kabul edilen Archæopteryx'le ay-nı yaflta (yaklaflık 140 milyon yıl) olanbu canlı, günümüz kufllarına çok benzi-yordu. Bu kuflun diflleri yoktu, gagası vetüyleri ise günümüz kufllarınınkiyle aynıözellikleri göstermekteydi. ‹skelet yapısıda günümüz kufllar›yla aynı olan bu ku-flun kanatlarında, Archæopteryx'te oldu-

Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)

CONFUCIUSORNIS82

AArrcchhææoopptteerryyxx ii llee yyaakkllaaflfl››kk oollaarraakk aayynn››ddöönneemmddee yyaaflflaamm››flfl oollaann CCoonnffuucciiuussoorrnniissggüünnüümmüüzzddee yyaaflflaayyaann kkuuflflllaarrllaa ççookk bbüüyyüükkbbeennzzeerrlliikk ggöösstteerriirr..

¤u gibi pençeler vardı. Kuyruk tüylerinedestek olan "pygostyle" isimli yapı bukuflta da görülüyordu. Bu gerçek, do¤alolarak Archæopteryx'in bütün kufllarınilkel atası oldu¤u yönündeki evrimcitezleri de çürütüyordu.96

Sonuç olarak günümüz kufllarına çokbenzeyen Confuciusornis, evrimcilerinon yıllardır kuflların evrimi senaryosu-nun en büyük delili olarak gösterdi¤iArchæopteryx'in geçersizli¤ini de ortayakoymufl oldu.

CCrr››cckk,, FFrraanncc››ss

Canlılı¤ın kökenini rastlantılarlaaçıklama çabasındaki evrim teorisi, hüc-redeki en temel moleküllerin varlı¤ınabile tutarlı bir açıklama getirememiflken,

genetik bilimindeki ilerlemeler venükleik asitlerin, yani

DNA ve RNA'nın kefl-fi, teori için yepyeni

problemler do¤ur-du. 1955 yılındaJames Watson veFrancis Crick

adlı iki bilim adamının çalıflmaları,DNA'nın inanılmaz derecedeki komp-leks yapısını ve tasarımını gün ıflı¤ına çı-kardı.

Vücuttaki 100 trilyon hücrenin herbirinin çekirde¤inde bulunan DNA adlımolekül, insan vücudunun eksiksiz biryapı planını içerir. (bkz. DNA)

Uzun yıllar moleküler evrim teorisinisavunan Francis Crick bile DNA'yı kefl-fettikten sonra, böylesine kompleks birmolekülün tesadüfen, kendi kendine, birevrim süreci sonucunda oluflamayaca¤ı-nı flöyle itiraf etmifltir:

Bugünkü mevcut bil-gilerin ıflı¤ında dü-rüst bir adam ancakflunu söyleyebilir:Bir anlamda hayatmucizevi bir flekildeortaya çıkmıfltır.97

83CRICK, FRANCIS

FFrraanncciiss CCrriicckk''iinn DDNNAA''yy›› kkeeflflffii,, DDNNAA''nn››nnoollaa¤¤aannüüssttüü kkoommpplleekkss yyaapp››ss››nn››

ggüünn ››flfl››¤¤››nnaa çç››kkaarrdd››..

FFrraanncciiss CCrriicckk

CCrroo--mmaaggnnoonn aaddaamm››

Cro-Magnon sınıflaması, 30.000 yıl

önceye kadar yafladı¤ı tahmin edilen Av-

rupalı bir insan ırkıdır. Kubbe fleklinde

bir kafatasına, genifl bir alna sahiptir.

1.600 cc.'lik kafatası hacmi, günümüz

insanının kafatası hacmi ortalamasından

fazladır. Kafatasında kalın kafl çıkıntıları

ve arka kısımda kemiksi çıkıntı bulun-

masından ötürü bir ara geçifl formu oldu-

¤u öne sürülmüfltür.

Fakat Cro-Magnon kafatasının yapısı

ve hacmi, günümüzde Afrika ve tropik

iklimlerde yaflayan bazı ırklarınınkine

fazlasıyla benzemektedir. Bu benzerli¤e

dayanarak, Cro-Magnon'un Afrika kö-

kenli eski bir ırk oldu¤u tahmin edilir.

Di¤er bazı paleoantropolojik bulgular,

Cro-Magnon ve Neandertal ırklarının

birbirleri ile kaynaflarak, günümüzdeki

bazı ırklara temel oluflturduklarını gös-

termektedir. Dahası günümüzde Cro-

Magnon ırkına benzer etnik gruplarınAfrika kıtasının farklı bölgelerinde veFransa'nın Salute ve Dordonya bölgele-rinde hala yafladı¤ı kabul edilmektedir.Polonya ve Macaristan'da da aynı özel-liklere sahip insanlara rastlanmıfltır.

Tüm bunlar göstermektedir ki Cro-Magnon evrimcilerin iddia ettikleri gibiinsanın sözde evrimsel atası de¤ildir.Söz konusu fosillerin günümüz Avrupa-lılarından farkı, bir eskimo ile bir zenciya da bir pigme ile bir Avrupalı arasın-daki farktan daha büyük de¤ildir. Sonuçitibariyle, Cro-Magnon tarih içinde ya-flamıfl, di¤er ırklara karıflıp asimile ola-rak ya da soyları tükenip yok olarak tarihsahnesinden çekilmifl özgün bir insan ır-kını temsil etmektedir.

CCrroossssoopptteerryygg››aann

Evrim teorisinin dört ayaklıların kö-keni hakkındaki varsayımı, bu canlılarınsuda yaflamakta olan balıklardan evrim-leflti¤i yönündedir. Oysa bu iddia, hemfizyolojik ve anatomik yönlerden çelifl-kilidir, hem de fosil kayıtları yönündentemelsizdir. Evrimcilerin tesadüfler so-nucu gerçekleflti¤ini iddia ettikleri, -söz-de- suda yaflayan canlıların karaya uy-gun özellikler kazanmaları, denizde ya-flayan bir canlı için hiçbir avantaj olufl-turmayacaktır. Dolayısıyla bu özellikle-rin do¤al seleksiyon vas›tas›yla seçilerekolufltu¤unu ileri sürmenin hiçbir mantık-lı temeli yoktur. Aksine, do¤al seleksi-yon yoluyla "ön-adaptasyon" geçiren bir

Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)

CRO-MAGNON ADAMI84

CCrroo--MMaaggnnoonn kkaaffaattaass››

canlın›n elenmesi gerekir, çünkü bu can-lı karada yaflamaya uygun özellikler ka-zandıkça denizde dezavantajlı hale gele-cektir. Kısacası, "denizden karaya geçifl"senaryosu tümüyle çıkmaz içindedir. Ni-tekim evrimci biyologların bu konudaortaya koyabildikleri tutarlı bir fosil ka-nıtı da yoktur.

Evrimci do¤a tarihçileri, dört ayaklı-ların atası olarak genellikle Rhipidistianya da Cœlacanth sınıflarına ait balıkları

sayarlar. Bunlar, "Crossopterygian" takı-mına ait balıklardır ve evrimcileri umut-landıran tek özellikleri, yüzgeçlerinin di-¤er balıklara göre "etli" olufludur. Oysabu balıklar birer ara form de¤ildir ve am-fibiyenlerle aralarında anatomik ve fiz-yolojik olarak çok büyük temel farklılık-lar vardır. Bütün arafltırmalara ra¤menbu bofllu¤u doldurabilecek bir tek fosilbile bulunamamıfltır.98 (bkz. Sudan kara-ya geçifl tezi)

Harun Yahya (Adnan Oktar)

CCœœllaaccaanntthh''››nnyyüüzzggeeccii

IIcctthhyyoosstteeggaa''nn››nnaayyaa¤¤››

CCœœllaaccaanntthh

IIcchhtthhyyoosstteeggaa

EEvvrriimmcciilleerriinn,, CCœœllaaccaanntthh vvee bbeennzzeerrii bbaall››kkllaarr›› ""kkaarraa ccaannll››llaarr››nn››nn aattaass››"" oollaarraakk hhaayyaall eettmmee--lleerriinniinn aass››ll nneeddeennii,, bbuu bbaall››kkllaarr››nn yyüüzzggeeççlleerriinniinn kkeemmiikkllii oolluuflfluudduurr.. BBuu kkeemmiikklleerriinn zzaammaannllaaaayyaakkllaarraa ddöönnüüflflttüü¤¤üünnüü vvaarrssaayyaarrllaarr.. AAnnccaakk bbuu bbaall››kkllaarr››nn kkeemmiikklleerrii iillee IIcchhtthhyyoosstteeggaa ggiibbiikkaarraa ccaannll››llaarr››nn››nn aayyaakkllaarr›› aarraass››nnddaa ççookk tteemmeell bbiirr ffaarrkk vvaarrdd››rr.. CCœœllaaccaanntthh''ddaa kkeemmiikklleerr,, 11nnoo''lluu flfleekkiillddee ggöörrüüllddüü¤¤üü ggiibbii ccaannll››nn››nn oommuurrggaass››nnaa bbaa¤¤ll›› ddee¤¤iillddiirr.. AAnnccaakk IIcchhtthhyyoosstteeggaa''ddaakkeemmiikklleerr,, 22 nnoo''lluu flfleekkiillddee ggöösstteerriillddii¤¤ii ggiibbii ddoo¤¤rruuddaann oommuurrggaayyaa bbaa¤¤ll››dd››rr.. DDoollaayy››ss››yyllaa,, bbuuyyüüzzggeeççlleerriinn yyaavvaaflfl yyaavvaaflfl aayyaakkllaarraa ddöönnüüflflttüükklleerrii iiddddiiaass›› ttaammaammeenn tteemmeellssiizzddiirr.. DDaahhaass››,,CCœœllaaccaanntthh''››nn yyüüzzggeeççlleerriinnddeekkii kkeemmiikklleerriinn yyaapp››ss›› iillee IIcchhtthhyyoosstteeggaa''nn››nn aayyaakkllaarr››nnddaakkiikkeemmiikklleerriinn yyaapp››ss›› ddaa,, 33 vvee 44 nnoo''lluu flfleekkiilllleerrddee ggöörrüüllddüü¤¤üü ggiibbii ççookk ffaarrkkll››dd››rr..

YÜZGEÇ ‹LE AYAK ARASINDAK‹ FARK

11 33

4422

CROSSOPTERYGIAN 85

Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)

''DDiinnoozzoorrllaarr››nn ssiinneekk aavvllaammaayyaa ççaall››flfl››rrkkeenn kkaannaattllaann››pp kkuuflfl oolldduukkllaarr››'' kkoommeeddii ttüürrüünnddee bbiirr hhiikkaayyeeddee¤¤iill,, eevvrriimm tteeoorriissyyeennlleerriinniinn kkuuflflllaarr››nn kköökkeennii kkoonnuussuunnddaakkii ssöözzddee eenn ""cciiddddii"" tteezziiddiirr..

CCuurrssoorr››aall tteeoorrii

Kara canlısı olan sürüngenlerin nasılolup da uçmaya baflladıkları konusundaevrimcilerin öne sürdükleri belli bafllı ikiaçıklamadan biridir. Bu teoriye göre sü-rüngenler yerden yukarı do¤ru havalan-mıfllardır. Teorinin temel argümanı, bazısürüngenlerin böcek avlamak için önkollarını uzun süre ve sık sık çırptıklarıve zaman içinde de bu ön kolların kanat-lara dönüfltü¤ü fleklindedir. Kanat gibison derece kompleks bir organın, sinekyakalamak için birbirine çırpılan ön kol-lardan nasıl meydana geldi¤i hakkında

ise hiçbir açıklama yapılmamaktadır.Cursorial teorinin önde gelen savunucu-su John Ostrom, her iki hipotezi savu-nanların ancak spekülasyon yapabildik-lerini itiraf ederek flöyle der: "Benim'cursorial predator' teorim gerçekten despekülatiftir. Fakat arboreal teori de ay-nı flekilde spekülatiftir".99 (bkz. Arborealteori)

Ayrıca herhangi bir mutasyonun birsürüngenin ön ayaklarında belirsiz birde¤iflime neden oldu¤unu varsaysak bile,bunun üzerine yeni mutasyonlar eklene-rek "tesadüfen" bir kanat oluflmufl olabi-

86 CURSORIAL TEOR‹

lece¤ini öngörmek tamamen akıl dıflıdır.Çünkü ön ayaklarda meydana gelecekbir mutasyon, canlıya çalıflır bir kanatkazandırmadı¤ı gibi, onu ön ayakların-dan da mahrum bırakacaktır. Bu ise, bucanlının, di¤er türdefllerine göre dahadezavantajlı (yani sakat) bir bedene sa-hip olması anlamına gelir. Evrim teorisi-nin kurallarına göre de, do¤al seleksi-yon vas›tas›yla bu sakat canlı elenecek-tir. Kaldı ki, biyofizik arafltırmalara gö-re, mutasyonlar çok nadir gerçekleflende¤iflimlerdir. Dolayısıyla, bu sakat can-lıların milyonlarca yıl eksik ve güdükkanatlarının küçük küçük mutasyonlarlatamamlanmasını beklemeleri, her yön-den imkansızdır.

CCuuvv››eerr,, GGeeoorrggeess

Paleontolojinin kurucusu sayılanFransız Georges Cuvier (1769-1832) ay-nı zamanda bir jeolog ve karflılafltırmalıanatomistti. Omurgalı ve omurgasızlarınzoolojisi ve paleontolojisinde çok geniflçalıflmalar yapmıfl ve bilim tarihini kale-me almıfltı. Cuvier, aynı zamanda geç-miflteki canlıların neslinin tükendi¤i ger-çe¤ini kesin olarak ortaya koymufl vebuna iliflkin teoriyi evrim teorisine tersdüflecek flekilde açıklamıfltı.100

Ayrıca Cuvier, ilgili sınıfları filumla-ra gruplandırarak Linnaeus'un sınıflan-dırma tablosunu geniflletti. (bkz. Linna-eus, Carolus) Ve bu sistemi fosillere deuygulayarak nesli tükenmifl hayvanlarınorganik kalıntılarını tespit etti. Cuvier

hayvanların belli sabit ve do¤al özellik-leri oldu¤una inandı¤ı için hem evrim te-orisine hem de Lamarck'ın 'kazanılmıflözelliklerin kalıtım yoluyla aktarılmasıteorisi'ne karflı çıkmıfltı.101

ÇÇ

ÇÇaapprraazz ççiiffttlleeflflttiirrmmee

(bkz. Krossing-over)

ÇÇeeflfliittlleennmmee ((vvaarryyaassyyoonn))

(bkz. Varyasyon)

Harun Yahya (Adnan Oktar)

87CUVIER, GEORGES

GGeeoorrggeess CCuuvviieerr

DDaarr ppooppüüllaassyyoonn

Sıçramalı evrim savunucularının or-taya attıkları görüfllerden biri, "dar popü-lasyonlar" kavramıdır. Bununla, yeni türoluflumunun, sayıca son derece az hay-vanı ya da bitkiyi barındıran topluluklar-da oldu¤unu ifade ederler. Bu iddiayagöre, çok sayıda hayvanı barındıran po-pülasyonlar evrimsel bir geliflme göster-mezler ve "stasis" (dura¤anlık) halinikorurlar. (bkz. Dura¤anlık) Ancak bu po-pülasyonlardan bazen küçük gruplar ay-rılır ve bu "izole" gruplar sadece kendiiçlerinde çiftleflir. (Bunun ço¤u zamanco¤rafi flartlardan kaynaklandı¤ı varsa-yılır.) Kendi içlerinde çiftleflen bu küçükgruplarda makromutasyonlar etkili olurve çok hızlı bir "türleflme" yaflanır.

Sıçramalı evrim savunucularının darpopülasyonlar kavramı üzerinde durma-larındaki sebep, fosil kayıtlarındaki araformların yoklu¤una dair bir "açıklama"getirebilmektir. "Evrimsel de¤iflikliklerçok dar popülasyonlarda ve çok hızlı ge-liflti ve dolayısıyla geriye yeterince fosilizi kalmadı" fleklindeki anlatımlarını bunedenle ısrarla vurgularlar.

Oysa son yıllarda yapılan bilimseldeney ve gözlemler, dar popülasyonlarıngenetik yönden avantajlı de¤il, dezavan-tajlı oldu¤unu ortaya koymaktadır. Darpopülasyonlar, yeni bir tür oluflumunayol açacak flekilde geliflmek bir yana,aksine ciddi genetik bozukluklar ortayaçıkarmaktadır. Bunun nedeni, dar popü-lasyonlarda, bireylerin sürekli dar bir ge-netik havuz içinde çiftleflmeleridir. Bu

yüzden normalde "heterozigot" olan bi-reyler giderek "homozigot" haline gel-mektedir. Bunun sonucunda da, normal-de çekinik (resesif) olan bozuk genlerbaskın (dominant) hale gelmekte ve böy-lece popülasyonda giderek daha fazlagenetik bozukluk ve hastalık ortaya çık-maktadır.102

Bu konuyu incelemek için, tavuklarüzerinde 35 yıl süren bir çalıflma yapıl-mıfltır. Gözlemlerde, dar bir popülasyoniçinde tutulan tavukların giderek genetikyönden zayıf hale geldi¤i belirlenmifltir.Tavukların yumurta üretimi %100'den%80'e düflmüfl, üreme oranı da %93'ten%74'e inmifltir. Ancak insanların bilinçlimüdahalesiyle, yani baflka bölgelerdengetirilen tavukların popülasyona karıfltı-rılmasıyla, bu genetik gerileme durmuflve tavuklar normalleflme e¤ilimine gir-mifltir.103

Bu ve benzeri bulgular, sıçramalı ev-rim savucularının sı¤ındıkları "dar popü-lasyonlar evrimsel geliflmelerin kayna¤ı-dır" fleklindeki iddianın bilimsel bir ge-çerlili¤i olmadı¤ını açıkça göstermekte-dir. (bkz. Sıçra-malı evrimmodeli)

Harun Yahya (Adnan Oktar)

89DAR POPÜLASYON

Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)

DARWIN, CHARLES ROBERT90

DDaarrww››nn,, CChhaarrlleess RRoobbeerrtt

Bugünkü savunuldu¤u flekliyle evrimteorisini ortaya atan kifli, amatör bir ‹ngi-liz do¤abilimci olan Charles Robert Dar-win'dir.

Darwin hiçbir zaman gerçek bir biyo-loji e¤itimi almamıfltı. Do¤a ve canlılarkonusunda sadece amatör bir ilgiye sa-hipti. Bu ilgisinin bir sonucu olarak, 1832yılında ‹ngiltere'den yola çıkan ve befl yılboyunca dünyanın farklı bölgelerini ge-zen H.M.S. Beagle adlı resmi keflif gemi-sinde gönüllü olarak yer aldı. Darwin, bugezi sırasında gördü¤ü farklı canlı türle-rinden, özellikle de Galapagos Adalarında

gördü¤ü farklı ispinoz türlerinden çok et-kilenmiflti. Bu kuflların gagalarındakifarkların, çevreye uyum sa¤lamalarındankaynaklandı¤ını düflündü. Bu düflüncedenhareketle canlılardaki bütün çeflitlili¤inkökeninde "çevreye uyum" kavramınınoldu¤unu varsaydı. Darwin bu varsay›m›ile bilimsel gerçekleri göz ard› ederek,canl› türlerini Allah'›n yaratt›¤› gerçe¤inekarfl› ç›km›fl ve canl›lar›n ortak bir atadangelerek, do¤a flartlar› sonucunda birbirle-rinden farkl›laflt›klar›n› öne sürmüfltü.

Darwin'in bu varsayımı hiçbir bilim-sel bulgu ya da deneye dayanmıyordu.Ancak Darwin, dönemin ünlü materyalistbiyologlarından aldı¤ı destek ve teflvik-lerle, bu varsayımlarını zamanla iddialıbir teori haline getirdi. Bu teoriye görecanlılar tek bir ilkel atadan geliyorlardıama çok uzun bir süreç içinde küçük kü-çük de¤iflimlere u¤ramıfllar ve böylecefarklılaflmıfllardı. Ortama en iyi flekildeuyum sa¤layanlar özelliklerini geleceknesillere aktarıyor, böylece bu yararlı de-¤iflimler zamanla birikerek bireyi, atala-rından tamamen farklı bir canlıya dönüfl-türüyordu. (Bu "yararlı de¤iflimler"in kö-

keninin ne oldu¤u ise meçhuldü.) Dar-win'e göre insan da, bu hayali mekaniz-manın en geliflmifl ürünüydü.

Darwin hayal gücünde canlandırdı-¤ı bu mekanizmaya "do¤al seleksiyon-

la evrim" adını verdi. Artık, "türlerin kö-keni"ni buldu¤unu düflünüyordu: Bir tü-rün kökeni baflka bir türdü. Sonunda bufikirlerini 1859 yılında yayınlanan Türle-rin Kökeni adlı kitabında açıkladı. MMooddeerrnn bbiilliimmsseell

bbuullgguullaarr ttaarraaff››nnddaannyyaallaannllaannaann eevvrriimmtteeoorriissiinniinn kkuurruuccuussuuCChhaarrlleess DDaarrwwiinn..

Darwin teorisini "do¤al seleksiyon"kavramı üzerine kurmufltu. Do¤al selek-siyon, do¤adaki yaflam mücadelesinde,güçlü veya ortamın flartlarına uygun olancanlıların hayatta kalması anlamına ge-lir. Darwin'in teorisini ortaya koydu¤ukitabının bafllı¤ında bile vurgulanan id-dia budur: Türlerin Kökeni, Do¤al Se-leksiyon Yoluyla.

Darwin'in temelsiz mantı¤ı flöyledir: Bir canlı türü içinde do¤al ve rastlan-

tısal farklılıklar olmaktadır. Örne¤in ba-zı inekler daha büyük, bazıları daha ko-yu renklidir. Bu de¤iflikliklerin hangisiavantajlı ise, o özellik do¤al seleksiyonvas›tas›yla seçilecektir. Böylece söz ko-nusu avantajlı özellik, o hayvan toplulu-¤una hakim hale gelecektir. Bu özellik-lerin uzun zaman içinde birikmesiyle de,ortaya yeni bir tür çıkacaktır.

Ancak Darwin'in ortaya attı¤ı bu"do¤al seleksiyonla evrim" teorisi, dahailk aflamada en temel soruları cevapsızbırakıyordu. fiayet canlılar Darwin'in id-dia etti¤i gibi kademe kademe evrimlefl-mifl olsalardı, bu durumda çok sayıda"ara tür" yaflamıfl olmalıydı. Ancak fosilkayıtlarına bakıldı¤ında bu teorik canlı-lardan -hayali ara geçifl formlarından-hiçbir eser yoktu. Darwin bu sorun üze-rinde çok kafa yormufl ve sonuçta "bu fo-siller ileride bulunabilir" demek zorundakalmıfltı. Ancak aradan 150 y›l geçmesi-ne ra¤men umulan fosiller bulunamad›.

Darwin, canlıların sahip olduklarıgöz, kulak, kanat gibi kompleks organla-rı do¤al seleksiyonla açıklama konusun-da da çaresizlik içindeydi. Çünkü tek bir

dokuları bile eksik olsa hiçbir ifle yara-mayacak olan bu organların, kademe ka-deme geliflmifl olduklarını savunmak im-kansızdı. (bkz. ‹ndirgenemez kompleks-lik) Nitekim Darwin, teorisiyle ilgili ya-fladı¤ı sıkıntıları Türlerin Kökeni adlı ki-tabında kendisi de belirtmek zorundakalmıfltı. (bkz. Türlerin Kökeni) Tümbunların öncesinde, Darwin'in "tüm can-lıların ortak atası" dedi¤i ilk canlı orga-nizmanın nasıl olufltu¤u konusu tam birmuammaydı. Çünkü cansız maddelerin,do¤al süreçlerle canlı hale gelmesimümkün de¤ildi. ‹lerleyen bilim ve tek-noloji ise çok kısa bir süre içinde Dar-win'in ilkel bilim anlayıflının ürünü olanteorisini temelinden yıktı.

DDaarrww››nniizzmm

(bkz. Evrim teorisi)

DDaarrww››nniizzmm vvee IIrrkkçç››ll››kk

Günümüzdeki Darwinistlerin ço¤u,aslında Darwin'in ırkçı olmadı¤ını, ancakırkçıların kendi görüfllerini desteklemekamacıyla Darwin'in fikirlerini taraflı ola-rak yorumladıklarını iddia ederler. Türle-rin Kökeni kitabının alt bafllı¤ında yeralan "Kayırılmıfl Irkların Korunması Yo-luyla" ifadesinin ise sadece hayvanlar içinkullanıldı¤ını iddia ederler. Ancak bu id-diaların sahiplerinin gözardı ettikleri fley,Darwin'in ‹nsanın Türeyifli isimli kitabın-da, insan ırkları için söyledikleridir.

Darwin'in bu kitapta ortaya koydu¤ugörüfllere göre, insan ırkları evrimin

Harun Yahya (Adnan Oktar)

91DARWIN‹ZM

farklı basamaklarını temsil ediyordu vebazı insan ırkları, di¤er insanlara göredaha çok evrimleflmifl ve ilerlemifllerdi.Bazıları ise, neredeyse hala maymunlar-la aynı düzeydeydi.

Darwin, "yaflam mücadelesi"nin in-san ırkları arasında da geçerli oldu¤unuöne sürmüfltü. (bkz. Yaflam mücadelesi)"Kayırılmıfl ırklar" bu mücadelede üstüngeliyorlardı. Darwin'e göre kayırılmıflırklar, Avrupalı beyazlardı. Asyalı ya daAfrikalı ırklar ise, yaflam mücadelesindegeri kalmıfllardı. Darwin daha da ileri gi-derek, bu ırkların dünya üzerindeki "ya-flam mücadelesi"ni yakın zamanda tama-men kaybederek yok olacaklarını ilerisürmüfltü:

Belki de yüzyıllar kadar sürmeyecek ya-kın bir gelecekte, medeni insan ırkları,vahfli ırkları tamamen yeryüzünden sile-cekler ve onların yerine geçecekler. Öteyandan insansı maymunlar da… kuflku-suz elimine edilecekler. Böylece insan ileen yakın akrabaları arasındaki bofllukdaha da geniflleyecek. Bu sayede ortadaflu anki Avrupalı ırklardan bile daha me-deni olan ırklar ve flu anki zencilerden,Avustralya yerlilerinden ve gorillerden

bile daha geride olan babun türü may-munlar kalacaktır.104

Darwin, yine ‹nsanın Türeyifli isimlikitabının baflka bir bölümünde, afla¤ıırkların yok olmaları gerekti¤ini ve ge-liflmifl insanların onları yaflatmak ve ko-rumak için çalıflmalarının gereksiz oldu-¤unu iddia etmifl ve bu durumu damızlıkhayvan yetifltiricileri ile karflılafltırmıfltı:

Yabanıl insanların vücutça ve kafaca za-yıf olanları eleniverir ve sa¤ kalanlar,ço¤unlukla, gerçekten sa¤lıklı kimseler-dir. Öte yandan biz uygar insanlar, elen-me sürecini engellemek için elimizdengeleni yaparız; geri zekalılar, sakatlar vehastalar için bakımevleri kurarız; yok-sulları koruma yasaları çıkarırız; tıp uz-manlarımız, her hastayı yaflatmak için enson ana dek bütün ustalıklarını göste-rir… Böylece uygarlaflmıfl toplumlarınzayıf bireyleri kendi soylarını sürdürmek-tedir. Evcil hayvan yetifltiricili¤i yapmıflhiç kimse bunun insan ırkına büyük birzarar verece¤inden kuflku duymaz.105

Üstteki alıntılarda görüldü¤ü gibiDarwin, Avustralya yerlilerini ve zenci-leri gorillerle aynı seviyede görmüfl vebu ırkların yok olacaklarını ileri sürmüfl-tü. Di¤er "afla¤ı" gördü¤ü ırkların ise ço-¤almalarının engellenmesi ve böylecebu ırkların yok edilmeleri gerekti¤ini sa-vunmufltu. ‹flte günümüzde halen kalın-tılarına rastladı¤ımız ırkçı ve ayrımcıuygulamalar, Darwin tarafından bu fle-kilde onaylanmıfl ve meflrulafltırılmıfltır.

Darwin'in bu ırkçı fikirlerine göre"medeni insana" düflen görev, bu evrim-sel süreci biraz daha hızlandırmaktı. Budurumda zaten yok olacak olan geri kal-

Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)

DARWIN‹ZM VE IRKÇILIK92

KKöölleelleeflflttiirriilleenn AAffrriikkaall›› yyeerrlliilleerr..

mıfl ırkların flimdiden yok edilmelerinin"bilimsel" açıdan hiçbir sakıncası kal-mamıfltı!

Darwin'in ırkçı yönü, birçok yazısın-da ve tespitlerinde de etkisini göstermifl-tir. Örne¤in, 1871'de çıktı¤ı uzun gezidegördü¤ü Tierre del Fuego'lu yerlileri ta-nımlarken de ırkçı ön yargılarını açıkçaortaya koymufltur. Yerlileri, "çırılçıplak,boyalara batmıfl, yabanıl hayvanlar gibine yakalayabilirse yiyen, yönetimsiz,kendi kabileleri dıflındakilere karflı acı-

masız, düflmanlarına iflkence yapmaktanzevk alan, kanlı kurbanlar sunan, çocuk-larını öldüren, efllerine köle gibi davra-nan, a¤ır batıl inançlarla dolu" canlılarolarak tasvir etmiflti. Oysa aynı bölgeyi,ondan on yıl önce gezen W.P. Snowisimli arafltırmacı, aynı yerlileri "güzel,güçlü, çocuklarına düflkün, bazı özgün elsanatlarına sahip, bazı eflyalarda özelmülkiyeti tanıyan, en yafllı birkaç kadı-nın otoritesini kabul etmifl" insanlar ola-rak anlatmıfltı.106

93DARWIN‹ZM VE IRKÇILIK

KKöölleecciilliikk,, ››rrkkççll››¤¤››nn çç››kk››flfl nnookkttaass››yydd››.. BBeeyyaazz aaddaamm,, AAffrriikkaa''ddaann zzoorrllaa ttooppllaayy››ppzziinncciirrlleeddii¤¤ii yyeerrlliilleerrii bbiirreerr hhaayyvvaann ggiibbii ççaall››flfltt››rrdd››.. DDaarrwwiinniizzmm,, bbuu vvaahhflfleetteeiiddeeoolloojjiikk ddaayyaannaakk ssaa¤¤llaayyaaccaakktt››..

Harun Yahya (Adnan Oktar)

Bu örneklerden de anlaflıldı¤ı gibi

Darwin tam bir ırkçıydı. Nitekim WhatDarwin Really Said (Darwin Gerçekte

Ne Söyledi) kitabının yazarı Benjamin

Farrington'ın ifadesiyle de, Darwin ‹nsa-nın Türeyifli kitabında "insan ırkları arası

eflitsizli¤in apaçıklı¤ı" hakkında birçok

yorum yapmıfltır.107

Ayrıca Darwin'in teorisinin Allah'ın

varlı¤ını inkar ediyor olması, insanın

Allah'ın yarattı¤ı bir varlık oldu¤u ve

her insanın birbirbiriyle eflit olarak yara-

tıldı¤ı gerçe¤inin de gözardı edilmesine

neden oldu. Bu da ırkçılı¤ın yükseliflini

ve dünyada kabul görmesini hızlandıran

etkenlerden biriydi. Amerikalı bilim a-

damı James Ferguson, yaratılıflın redde-

dilmesinin ırkçılı¤ın yükselifli ile do¤ru-

dan ba¤lantılı oldu¤unu flöyle açıklar:

19. yüzyıl Avrupası'nda geliflen yeni ant-

ropoloji, insanın kökeni hakkındaki iki zıt

düflünce ekolünün savafl alanı haline gel-

di. Bunların daha eski ve köklü olanı,

"tek kökenlilik"ti. Bu görüfl, tüm insano¤-

lunun renk ve özellik farkı olmadan, do¤-

rudan Adem'in soyundan geldi¤i ve Tan-

rı'nın tek bir fiili ile yaratıldı¤ı inancına

dayanıyordu. Ancak bu dönemde "çok

kökenlilik" olarak bilinen ve dini inanca

karflı koyufltan do¤an rakip bir teori (ev-

rim teorisi) geliflti. Çok kökenlilik, farklı

insan ırklarının farklı kökenleri oldu¤u-

nu savunuyordu."108

Hintli antropolog Lalita Vidyarthi,

Darwin'in evrim teorisinin, ırkçılı¤ı sos-

yal bilimlere nasıl kabul ettirdi¤ini flöyle

açıklar:

Darwin'in ortaya attı¤ı 'en güçlülerin ha-yatta kalması' düflüncesi, insano¤lununkültürel bir evrim sürecinden geçti¤ineve en üst kademenin Beyaz Adam'ın me-deniyeti oldu¤una inanan sosyal bilimci-ler tarafından coflkuyla karflılandı. Bu-nun bir sonucu olarak, 19. yüzyılın ikinciyarısındaki Batılı bilim adamlarının çokbüyük bir kısmı ırkçılı¤ı fliddetle benim-sediler.109

Darwin'den sonra gelen birçok Dar-winist, onun ırkçı görüfllerini ispatlamaçabası içine girdi. Bu u¤urda birçok bi-limsel çarpıtma ve sahtekarlık yapmaktançekinmediler. Çünkü bunu ispatladıklarıtakdirde, kendi üstünlüklerini ve di¤erırkları ezme, sömürme ve hatta gerekti-¤inde yok etme "haklarını" bilimsel ola-rak ispatlamıfl olacaklarını düflünüyorlar-dı.

Stephen Jay Gould da bazı antropo-logların, beyaz ırkın üstünlü¤ünü kanıt-lamak için verileri çarpıttıklarını belirt-mektedir. Gould'un belirtti¤ine göre, ençok baflvurdukları yöntem, bulduklarıkafatası fosillerinin beyin hacimleri ko-nusunda çarpıtmalar yapmaktır. Gouldkitabında, birçok antropolo¤un, do¤rubir ölçü olmamasına ra¤men, beyin hac-mini zeka ile ilintili gösterdiklerini vebuna ba¤lı olarak, özellikle Kafkasyalı-ların beyin hacimlerini abarttıklarını vezencilerle kızılderililerin kafataslarınıolduklarından daha küçük gösterdikleri-ni anlatmaktadır.110

Gould, Darwinistlerin bazı ırkları afla-¤ı bir tür olarak göstermek için girifltikleriakıl almaz iddiaları da flöyle açıklar:

Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)

DARWIN‹ZM VE IRKÇILIK94

Haeckel (Alman Darwinist) ve çalıflmaarkadaflları da, Kuzey Avrupalı beyazla-rın ırksal üstünlü¤ünü göstermek için re-kapitülasyon teorisini (yinelemeli oluflumteorisi) kullandı. ‹nsan anatomisi ve dav-ranıflına iliflkin bulgula-rı tarayarak, beyinler-den göbek deliklerinekadar bulabildikleriherfleyi kullandılar.Herbert Spencer flöyleyazdı: '‹lkellerin zihin-sel özellikleri (…) uy-garların çocuklarındagörülen özelliklerdir.'Carl Vogt 1864'te aynıfleyi daha güçlü bir fle-kilde ifade etti: 'Büyü-müfl zenci, zihinsel ye-tiler yönünden çocu-¤un do¤asını paylaflır.(…) Bazı kabileler ken-dilerine özgü organi-zasyonlara sahip dev-letler kurmufllardır.Ama geri kalanlarabakarak, bu ırkın geç-miflte ya da günümüz-de, insanlı¤ın ilerleyi-fline hizmet etmifl ya dakorunmaya de¤ecekhiçbir fley yapmadı¤ınıçekinmeden söyleyebi-liriz.' Fransız tıbbianatomi bilgini Etien-ne Serres gayet ciddi bir flekilde, siyaherkeklerin ilkel oldu¤unu çünkü göbekdeliklerinin seviyesinin düflük oldu¤unuileri sürmüfltü.111

Fransız Darwinist antropolog Vacherde Lapouge ise, Race et Milin Social Es-sais d'Anthroposociologie adlı yapıtındabeyaz olmayan sınıfların, uygar yaflamauyum sa¤layamamıfl vahflilerin çocukları

ya da kanı bozulmufl sı-nıfların soysuz temsilci-leri oldukları görüflünüortaya attı. Paris'in afla¤ıve yukarı sınıflarınınmezarlıklarındaki kafa-taslarını ölçerek sonuç-lar çıkarmıfltır. Bu so-nuçlara göre; insanlarkafataslarına göre zen-gin, kendilerine güvenli,özgürlük e¤ilimli iken,di¤er kısmı tutucu, azlayetinen, iyi uflak niteli¤itaflıyan kimseler oluyor-lardı; sınıflar toplumsalayıklanmanın ürünleriy-di; toplumun yüksek sı-nıfları yüksek ırklarlaçakıflıyordu; zenginlikderecesi ile kafatası en-deksi orantılı gidiyordu.

Özetle, Darwin'in te-orisinin ırkçı yönü 19.yüzyılın ikinci yarısındakendine çok elveriflli birzemin buldu. Çünkü o

dönemde Avrupalı "beyaz adam", tam daböyle bir teorinin kendi suçlarını meflru-lafltırmasını bekliyordu.

Harun Yahya (Adnan Oktar)

95DARWIN‹ZM VE IRKÇILIK

SStteepphheenn JJaayy GGoouulldd vvee DDaarrwwiinn''iinn››rrkkçç››ll››¤¤››nn›› aannllaatttt››¤¤›› kkiittaabb››..

DDaarrww››nn,, EErraassmmuuss

Charles Darwin'in büyükbabası Eras-mus Darwin, bugün "evrim teorisi" dedi-¤imiz düflüncenin ilk temel önermeleriniortaya koyan kiflilerden biriydi. ErasmusDarwin'e göre canlılar ayrı türler olarakyaratılmamıfllardı. Aksine hepsitek bir atadan geliyorlardı; ihti-yaçlarına göre biçimleniyor,de¤iflikli¤e u¤ruyor veçeflitleniyorlardı. Bufikirler daha sonraCharles Darwin ta-rafından ele alındıve detaylandırıldı.Canlıların tesadüf-ler sonucu birbirle-rinden türedikleriniöne süren teori, Dar-win'in Origin of Species(Türlerin Kökeni) adlı kitabında evrimteorisi olarak tarihteki yerini aldı.

Charles Darwin uzun bir din e¤itimigörmüfltü, ama Beagle adlı gemiyle yol-culu¤una çıkmadan bir yıl önce de, Hı-ristiyan inancının bazı temellerinden ke-sin olarak vazgeçmiflti. Çünkü o sıralarözellikle biyolojiye merak sarmıfltı vekarflılafltı¤ı "paradigma", dini inançlarlahiçbir biçimde uyuflmuyordu. GençCharles Darwin'i din-dıflı ve hatta din-karflıtı yapan en önemli etken, büyükba-bas› Erasmus Darwin'di.112

Erasmus Darwin, aslında "evrim" fik-rini ‹ngiltere'de ortaya atan ilk kifliydi.Fizikçi, psikolog ve flair sıfatlarını üze-rinde taflıyordu ve oldukça da "sözü din-lenir" bir insandı. Hatta bibliyografyasını

yazan Desmon King-Hele'ye göre, "onse-kizinci yüzyılın en büyük ‹ngilizi"ydi.113

Erasmus Darwin'in en önemli özelli-¤iyse, ‹ngiltere'nin en önde gelen birkaç"natüralist"inden biri olmasıydı. (Natüra-

lizm, evrenin varlı¤ının özünün do-¤ada oldu¤una inanan, bir Yaratı-cın›n varl›¤›n› kabul etmeyen vebizzat do¤ayı Yaratıcı sayan dü-

flünce akımıdır.) ErasmusDarwin'in natüralist çalıfl-

maları, Charles Darwin'ehem ideolojik hem deörgütsel olarak yönvermiflti. Bir yandankurdu¤u sekiz dö-nümlük botanik bah-

çede yaptı¤ı arafltırmalarlaDarwinizm'e temel teflkil

edecek argümanları gelifltirmifl ve bunla-rı The Temple of Nature (Do¤a Tapına¤ı)ve Zoonomia adlı kitaplarında toplamıfl,öte yandan da 1784 yılında, bu fikirlerinyayılmasına öncülük edecek bir dernekkurmufltu: Philosophical Society. Nite-kim gerçekten de Philosophical Society,onyıllar sonra Charles Darwin tarafındanortaya atılan kuramın en büyük ve atefllidestekçilerinden biri olacaktı.114

Kısacası, Charles Darwin'in gördü¤üteoloji ö¤renimine ra¤men hızla diniinançlarını yitirerek materyalist-natüra-list felsefeyi benimsemesinde ve sonrada bu felsefe adına büyük bir misyonyüklenerek Türlerin Kökeni adlı kitabınıyayınlamasındaki en önemli etken, Eras-mus Darwin'di.

Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)

DARWIN, ERASMUS96

EErraassmmuuss DDaarrwwiinn

DDaavvrraann››flflllaarr››nn kköökkeennii

Evrimciler tüm hayvanların ve insan-ların davranıflında belirli bir evrimselköken oldu¤unu, sahip oldukları özellik-leri ilk hücreden bugünkü hallerine gele-ne kadarki süre zarfında, sözde ataların-dan aldıklarını kabul ederler. Yine ev-rimcilere göre hayvanlardaki en eskidavranıfl flekli, besin bulmak için yapılansavafltır ve bu davranıfl ilk hücrelerdeninsana kadar tüm canlılarda ortaktır. Ya-flamını sürdürme ve soyunu devam ettir-me dürtüleri ise bu davranıfltan dahasonra ortaya çıkmıfltır. Yine evrimcileregöre tüm davranıflların bir kökeni, birnedeni vardır ve çevreye uyum sa¤lanır-ken, bu davranıfllar da uygun flekilde de-¤iflmelere u¤ramıfltır.

Fakat davranıflların evrimi gibi biraçıklamanın gerçeklerle ba¤daflan hiçbiryönü yoktur. Çünkü canlıların denemeyanılma yaparak ö¤renecek, sonra bun-ları genlerinde bir davranıfl modeli ola-rak kaydedecek ve gelecek nesillere ak-taracak akıl, fluur ve yetenekleri yoktur.Onlar yaflamlarını kurtaran savunma fle-killeri, yuva kurma modelleri gibi davra-nıfl biçimlerine do¤ufltan sahip olurlar.

Allah her canlıyı kendine has özel-liklerle ve davranıfl flekilleriyle yarat-maktadır. Örne¤in bir kelebe¤in hayattakalabilmek için kendini daha iyi kamuf-le edebilece¤i kuru bir yaprak görünü-müne sahip olmayı kendi kendine düflü-nüp, bunu vücudunda bir de¤iflikli¤e dö-nüfltürmesi mümkün de¤ildir. Ya da birkunduzun akarsu yata¤ında suyun akıflı-

nı kesebilece¤i ileri derecede mühendis-lik hesapları gerektiren bir baraj inflaedebilmesi ve ilk do¤du¤u andan itiba-ren bunu yapabilmesi kuflkusuz ö¤renmeile ya da do¤al seleksiyon gibi bilinçsizmekanizmalarla açıklanabilecek bir du-rum de¤ildir. Evrimciler, bazen de orta-ya flöyle bir iddia atarlar: "Hayvanlartecrübe yoluyla bazı davranıflları ö¤re-nirler ve bu davranıflların iyi olanları do-¤al seleksiyon tarafından seçilir. Dahasonra bu iyi olan davranıfllar kalıtım yo-luyla bir sonraki nesle aktarılır."

Fakat canlıların bu davranıfl flekilleri-ne sahip olmadıklarında hayatlarını sür-dürebilmeleri mümkün de¤ildir; dolayı-sıyla bunları zaman içinde ö¤renebile-cekleri vakitleri de yoktur. Canl› bu dav-ranıfllara do¤du¤u andan itibaren sahipolmalıdır. Dolayısıyla bu davranıfllarınseçilmesi gibi bir iddia ise en bafltan çe-liflkilidir. Çünkü evrimcilerin kabullerin-de bu seçimi yapabilecek bilinç sahibibir varlık yoktur. Canlılar, yaratıldıklarıilk andan itibaren kendilerini koruyabi-lecekleri birtakım özellik ve davranıfl bi-çimlerine sahip olarak do¤arlar.

Harun Yahya (Adnan Oktar)

97DAVRANIfiLARIN KÖKEN‹

KKuurruu yyaapprraa¤¤aa bbeennzzeeyyeenn bbiirr kkeelleebbeekk

DDaawwkk››nnss,, RR››cchhaarrdd

‹ngiliz biyolog Richard Dawkins,Darwinizm'in dünya çapındaki en öndegelen savunucularından biridir. FakatProf. Dawkins, bir yandan da hararetlesavundu¤u evrim teorisinin içine düfltü-¤ü imkansızlı¤ı ifade etmektedir:

‹nceledi¤imiz türden bir olay o kadarkorkunç derecede ihtimal dıflı olacaktırki, evrenin herhangi bir yerinde gerçekle-flebilme ihtimali, her yıl milyar kere mil-yar kere milyarda bir kadar az olacaktır.

E¤er bu yalnızca, ev-renin herhangi bir ye-rindeki tek bir geze-gende gerçeklefltiyse,bu gezegenin bizim ge-zegenimiz olması ge-rekmektedir, çünkü bizburada bu konuda ko-nuflmaktayız.115

Evrimin en ünlüotoritelerinden biri-

nin bu yaklaflımı, teorinin üzerine kuruluoldu¤u mantık bozuklu¤unu çok açık birbiçimde yansıtmaktadır. Dawkins'inClimbing Mount Improbable (‹mkansız-lık Da¤ını Tırmanmak) adlı kitabındayer verdi¤i yukarıdaki ifadeleri, evrimci-lerin klasik, "biz buradaysak demek kievrim de gerçekleflmifltir" fleklindeki,hiçbir açıklama içermeyen kısır döngümantı¤ının çarpıcı bir örne¤idir.

DDaawwssoonn,, CChhaarrlleess

Ünlü bir doktor ve aynı zamanda daamatör bir paleontolog olan CharlesDawson, 1912 yılında, ‹ngiltere'de Pilt-down yakınlarındaki bir çukurda, bir çe-ne kemi¤i ve bir kafatası parçası buldu-¤u iddiasıyla ortaya çıktı. Çene kemi¤imaymun çenesine benzemesine ra¤men,difller ve kafatası insanınkilere benziyor-du. "Piltdown Adamı" adı verilen ve 500bin yıllık bir tarih biçilen bu fosil insanınevrimine kesin bir delil olarak sunuldu.

Fakat 1949-1953 yılları arasında ya-pılan kronolojik arafltırmalar sonucunda,kafatasının 500 yıl yaflında bir insana,çene kemi¤ininse yeni ölmüfl bir orangu-tana ait oldu¤u anlaflıldı. Ayrıca difller,insana ait oldu¤u izlenimini vermek içinsonradan özel olarak eklenmifl ve sıra-lanmıfl, eklem yerleri de törpülenmiflti.Daha sonra da bütün parçalar, eski gö-rünmeleri için potasyum-dikromat ile le-kelendirilmiflti. Piltdown Adamı, böyle-ce bilim tarihinin en büyük skandalı ola-rak tarihe geçmifl oldu. (bkz. PiltdownAdamı)

DDDDTT bbaa¤¤››flfl››kkll››¤¤››

Evrimciler, böceklerdeki DDT ba¤ı-flıklı¤ını evrimin delili olarak gösterme-ye çalıflırlar. DDT ba¤ıflıklı¤ı bakterile-rin antibiyotik direnciyle aynı mantıktageliflir. (bkz. Antibiyotik direnci) OrtadaDDT'ye karflı sonradan kazanılmıfl birba¤ıflıklık yoktur. Böceklerin bazıları za-

Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)

DAWKINS, RICHARD98

RRiicchhaarrdd DDaawwkkiinnss

ten her zaman DDT ba¤ıflıklı¤ına sahip-tir. DDT icat edildikten sonra, bu kimya-sal maddeye maruz kalan böceklerdenba¤ıflıklık mekanizması olmayanların ne-silleri tükenmifltir. Baflta az sayıda olanba¤ıflıklık sahibi bireyler zamanla ço¤al-mıfllardır. Bunun sonucunda aynı böcektürü, tamamen ba¤ıflıklık sahibi olan bi-reylerden oluflmufl bir topluluk halinegelmifltir. Do¤al olarak bütün popülasyonba¤ıflıklık sahibi bireylerden oluflunca,DDT artık o böcek türüne etki etmemeyebafllamıfltır. Halk arasında bu olay "bö-ceklerin DDT'ye ba¤ıflıklık kazanması"fleklinde yorumlanmaktadır.

Evrimci biyolog Francisco Ayala,"böcek zehirlerinin en kapsamlı türlerinekarflı gösterilen ba¤ıflıklık, bu insan-ya-pımı maddeler böceklere uygulandı¤ın-da, o böcek türünün çeflitli genetik var-yasyonlarında açıkça vardı" diyerek bugerçe¤i kabul eder.116

Gerçekte evrimci kaynaklar bu konu-da açık bir yanıltmaca sergilemektedirler.Özellikle de bu konuyu bazı popüler bi-lim dergilerinde zaman zaman gündemegetirerek, evrimin çok büyük bir kanı-tı gibi sunmaktadırlar. Oysa böcek-lerdeki DDT ba¤ıflıklı¤ının evri-me delil sa¤ladı¤ı iddiasının hiç-bir bilimsel temeli yoktur.

DDeenniizzddeenn kkaarraayyaa ggeeççiiflfl tteezzii

(bkz. Sudan karaya geçifl tezi)

DDeenniizz mmeemmeelliilleerriinniinn kköökkeennii

Balinalar ve yunuslar, "deniz memeli-leri" olarak bilinen canlı grubunu olufltu-rurlar. Bu canlılar memeli sınıflamasınadahildir, çünkü aynen karadaki memelilergibi do¤urur, emzirir, akci¤erle nefes alırve vücutlarını ısıtırlar. Deniz memelileri-nin kökeni, evrimciler tarafından açıklan-ması en zor olan konulardan birisidir. Ço-¤u evrimci kaynakta, ataları karada yafla-yan deniz memelilerinin, uzun bir evrimsüreci sonunda deniz ortamına geçifl ya-pacak biçimde evrimlefltikleri anlatılır.Buna göre, sudan karaya geçiflin tersinebir yol izleyen deniz memelileri, ikincibir evrim sürecinin sonucu olarak tekrarsu ortamına dönmüfllerdir. Oysa bu teorihiçbir paleontolojik delile dayanmaz vemantıksal yönden de çeliflkilidir.

Memeliler evrim basamaklarının enüst kısmında yer alan canlılar olarak ka-bul edilirler. Durum bu iken, öncelikle bucanlıların neden deniz ortamına geçtikle-rinin açıklanması gerekir. Bir sonraki so-ru ise, bu canlıların deniz ortamına nasılolup da balıklardan bile daha iyi adapte

olduklarıdır. Çünkü katil balinalar, yu-nuslar gibi memeli ve dola-

yısıyla akci¤erli

Harun Yahya (Adnan Oktar)

99DEN‹ZDEN KARAYA GEÇ‹fi TEZ‹

Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)

canlılar, suda solunum yapan balıklardanbile daha mükemmel bir flekilde yafla-dıkları ortama uyum göstermektedirler.

Deniz memelilerinin hayali evrimi-nin mutasyon ve do¤al seleksiyon aracı-lı¤ıyla açıklanamayaca¤ı son dereceaçıktır. Geo dergisinde yayınlanan birmakale, deniz memelilerinden mavi ba-linanın kökeninden söz ederken Darwi-nizm'in bu konudaki çaresizli¤ini flöyleifade eder:

Mavi balinalar gibi, denizde yaflayan di-¤er memeli hayvanların da vücut yapılarıve organları balıklarınkine benzer. Bun-ların iskeletleri de balıklarınkiyle ben-zerlik gösterir. Balinalarda bacaklar di-yebilece¤imiz arka uzuvlar tersine gelifl-me göstererek güdük kalmıfltır. Ancak buhayvanların flekil de¤ifliklikleri hakkındaelde en ufak bir bilgi bile mevcut de¤il-dir. Denize geri dönüflün Darwinizm'iniddia etti¤i gibi uzun süreli yavafl bir ge-çiflle de¤il, anlık sıçramalar halinde ol-du¤unu kabul etmek zorundayız. Paleon-tologlar günümüzde balinanın hangi me-meli hayvan türünden geldi¤i konusundayeterli bilgiye sahip de¤ildir.117

Karada yaflayan küçük bir memelihayvanın, evrim süreci sonucunda nasılolup da 30 metre boyunda 60 ton a¤ırlı-¤ında bir balinaya dönüfltü¤ünü düflün-mek gerçekten de çok zordur. Darwinist-lerin bu konuda yapabildikleri tek fley,National Geographic dergisinde yayın-lanan afla¤ıdaki anlatımda oldu¤u gibi,hayal güçlerini zorlayarak senaryo üret-mektir:

Balinanın do¤uflu, bundan 60 milyon yılönce, dört ayaklı, kıllı memelilerin yiye-cek aramak için denize girmeleriyle bafl-ladı. Ça¤lar geçtikçe, yavafl yavafl de¤i-fliklikler olufltu. Arka ayaklar kayboldu,ön ayaklar yüzgeçlere dönüfltü, kıllar yokolarak kalın, yumuflak, silgimsi balinaderisine yol açtı, burun delikleri baflın te-pesine hareket etti, kuyruk geniflleyerekbalinanın fırçamsı kuyru¤una dönüfltü vebeden, suyun içinde giderek büyüyüpdevleflti.118

Öte yandan solunum için akci¤erleri-ni kullanan memeli bir canlının deniz or-tamında geçirmesi gereken adaptasyon-lar dikkate alındı¤ında, böyle bir geçifliçin "imkansız" kelimesinin bile yetersizkaldı¤ı görülür. Böyle bir geçiflte evrimsüreci içinde ara basamaklardan herhan-gi bir tanesinin bile eksikli¤i, canlınınyaflamasına izin vermeyecek ve evrimsürecini durduracaktır.

Deniz Memelilerinin Özgün Yapıları:Deniz memelilerinin su ortamına ge-

çerken sahip olmaları gereken adaptas-yonlar flöyle sıralanabilir:

1- Suyun Korunmas›: Deniz meme-lileri su ortamında yaflamalarına ra¤mensu ihtiyaçlarını balıklar gibi, yani tuzlusudan faydalanarak gideremezler. Yafla-mak için tatlı suya ihtiyaçları vardır. De-niz memelilerinin su kaynakları pek iyibilinmemesine ra¤men, su ihtiyaçlarınınbüyük kısmını, okyanustaki tuz oranının

100 DEN‹Z MEMEL‹LER‹N‹N KÖKEN‹

üçte biri kadar tuz içeren canlıları yiye-rek sa¤ladıkları düflünülmektedir. Bu ka-dar kıt su kaynaklarına sahip deniz me-melileri için, suyun azami derecede ko-runması ve tasarruf edilmesi son dereceönemlidir. ‹flte bu nedenle deniz memeli-leri, develerde görülen su koruması me-kanizmalarına sahiptir. Aynı develer gibideniz memelileri de terlemez. Böbrekler,üreyi insanlarınkinden çok daha iyi birflekilde konsantre ederek onlara su ka-zandırır. Böylece su kaybı en aza indiril-mifl olur. Sudan tasarruf en küçük detay-larda bile kendini gösterir. Örne¤in annebalina yavrusunu peynir kıvamındakiçok yo¤un bir sütle besler. Bu süt insansütünden on kez daha ya¤lıdır. Sütün buderece ya¤lı olmasının birtakım kimya-sal sebepleri vardır. Ya¤, yavru tarafın-dan vücuda alındıktan sonra ifllenirkenyan ürün olarak su açı¤a çıkar. Böyleceanne, en az su kaybıyla yavrusunun suihtiyacını gidermifl olur.

2- Görme ve Haberleflme: Denizmemelilerinin gözü ile kara canlılarınıngözü arasındaki farklar flaflırtıcı derecededetaylıdır. Karada gözü bekleyen tehli-keler fiziksel darbeler ve tozdur. Bu ne-denle kara hayvanlarının göz kapaklarıvardır. Su ortamında ise en büyük tehli-keler tuz oranı, derinlere dalarken mey-dana gelen basınç ve deniz akıntılarınınoluflturdu¤u hasarlardır. Akıntılarla do¤-rudan temas olmaması için gözler kafa-nın yan taraflarındadır.

Ayrıca derin dalıfllarda gözü basıncakarflı koruyan sert bir tabaka vardır. Do-kuz metre derinlikten sonra denizin dibikaranlık oldu¤u için, su memelileriningözü, karanlık ortamlara uyum sa¤laya-bilmeyi sa¤layan birçok özellikle dona-tılmıfltır. Lens bir daire biçimindedir. Iflı-¤a hassas olan çubuk hücreleri, renklereve detaylara duyarlı olan koni hücrele-rinden daha fazladır. Dahası, gözlerdeözel bir fosforlu tabaka vardır. Bu sebep-le deniz memelilerinin karanlık ortam-lardaki görüflleri kuvvetlidir.

101DEN‹Z MEMEL‹LER‹N‹N KÖKEN‹

Yine de deniz memelilerinin birincilalgıları görme de¤ildir. Kara memelileri-nin aksine, onlar için duyma çok dahaönemlidir. Görme ıflık gerektirir, amaduyma için böyle bir ihtiyaç yoktur. Bir-çok balina ve yunus, deniz dibindeki ka-ranlık bölgelerde bir tür do¤al "sonar"sayesinde avlanır. Özellikle diflli balina-lar ses dalgaları aracılı¤ıyla "görebilir".Ses dalgaları, aynı görmede oldu¤u gibi,odaklanır ve bir noktaya gönderilir. Ge-riye dönen dalgalar hayvanın beynindeanaliz edilir ve yorumlanır. Bu yorum,hayvana karflısındaki cismin biçimini,büyüklü¤ünü, hızını ve konumunu açık-ça belli eder. Bu canlılardaki (sonar) sis-tem son derece hassastır. Örne¤in bir yu-nus suya atlayan bir kiflinin "içini" de al-gılayabilir. Ses dalgaları yön bulmanınyanı sıra haberleflme için de kullanılır.Birbirinden yüzlerce kilometre uzaktakiiki balina ses kullanarak anlaflabilir.

Bu hayvanların haberleflmek ve yönbulmak için çıkarttıkları sesi nasıl üret-tikleri sorusu hala cevapsızdır. Ancak bi-linenler arasında, yunusun vücudundakiçok flaflırtıcı bir ayrıntı dikkat çeker:Hayvanın kafatası yapısı, beyni bile tah-rip edecek kadar sürekli ve fliddetli birbiçimde yaydı¤ı ses bombardımanındankorunmak için ses yalıtımlıdır.

Deniz memelilerinin sahip olduklarıtüm bu flaflırtıcı özelliklerin, evrim teori-sinin yegane iki mekanizması, yani mu-tasyon ve do¤al seleksiyon kanalıylaoluflmufl olma ihtimali ise kesinlikleyoktur. Balıkların sularda "tesadüfen"

olufltuklarını, sonra yine tesadüfler yar-dımıyla karaya çıkıp sürüngen ve meme-lilere evrimlefltiklerini, sonra da bu me-melilerin yeniden suya dönerek suda ya-flam için gerekli olan özellikleri yine te-sadüfen kazandıklarını öne sürenler, buaflamaların hiçbirini açıklayamamakta-dırlar.

Nitekim fosil kayıtları da bizlere, ba-linaların ya da di¤er deniz memelilerininyeryüzünde bir anda ve ataları olmadanortaya çıktıklarını göstermektedir. Pale-ontoloji alanındaki büyük otoritelerdenbiri olan Edwin Colbert, bu gerçe¤i flöy-le açıklar:

Bu memelilerin kökeni çok eskiye dayanı-yor olmalıdır, çünkü fosil kayıtlarındabalinalar ile ataları sayılan Cretaceousdevri plasentalıları arasında hiçbir araform yoktur. Aynı yarasalar gibi balina-lar da erken Tertiriyen döneminde anidenortaya çıkarlar ve son derece özelleflmiflyaflam biçimleri için gerekli her türlüadaptasyona sahiptirler. Aslında balina-lar di¤er memelilerle olan iliflkileri yö-nünden yarasalardan bile daha izole du-rumdadırlar; tamamen ayrı ve kendi bafl-larına durmaktadırlar.119

Kısacası, tüm di¤er temel canlı grup-larında oldu¤u gibi, deniz memelilerindede "evrim" iddiasını destekleyebilecekhiçbir bulgu yoktur. Bu canlıların sözdeataları olan kara memelilerinden rastlan-tısal mutasyonlar sonucunda evrimlefl-meleri hem imkansızdır, hem de böylebir evrim yaflandı¤ını gösterebilecek hiç-bir ara form fosili yoktur.

Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)

DEN‹Z MEMEL‹LER‹N‹N KÖKEN‹102

Harun Yahya (Adnan Oktar)

SStteennoopptteerryyggiiuuss ttüürrüünnee aaiitt,, yyaakkllaaflfl››kk 225500 mmiillyyoonn yy››llll››kk bbiirr IIcchhtthhyyoossaauurr ffoossiillii..

DDeenniizz ssüürrüünnggeennlleerriinniinn kköökkeennii

Deniz sürüngenlerinin büyük bölü-münün soyları tükenmifltir, deniz kap-lumba¤aları ise bu grubun halen yaflayanbir cinsidir. Bu canlıların kökeni, evrim-ci bir yaklaflımla açıklanamaz durumda-dır. Bilinen en önemli deniz sürüngeni,Ichthyosaur olarak bilinen canlıdır. Ed-win Colbert ve Michael Morales, bucanlıların kökeni hakkında evrimci biryorum yapılamayıflını flöyle kabul eder-ler:

Deniz memelilerinin pek çok yönden enözelleflmifl türü olan Ichthyosaur, erkenTriasik devirde ortaya çıkmıfltır. Sürün-genlerin jeoloji tarihine giriflleri son de-rece ani ve dramatik bir flekilde olmufl-tur; Triasik öncesi devirlere ait fosil ya-taklarında, Ichthyosaurların muhtemelatalarına ait hiçbir iz yoktur... Ichthyosa-ur iliflkileri hakkındaki en temel sorun,bu sürüngenleri bilinen baflka herhangibir sürüngen takımına ba¤layabilecekhiçbir sonuca götürücü delilin bulu-namayıflıdır.120

Bir baflka omurgalı tarihi uzmanıAlfred Romer ise flöyle yazmaktadır:

(Ichthyosaur hakkında) hiçbir ilkel formbilinmemektedir. Ichthyosaur yapısınınkendine özgü özellikleri, geliflmek içinçok uzun bir zaman dilimi gerektirmekte-dir ve dolayısıyla bu canlıların çok eskibir kökene sahip olmalarını gerektirir.Ama bu canlıların atası olarak kabul edi-lebilecek hiçbir Permiyen devri sürünge-ni bilinmemektedir.121

Kısacası sürüngenler sınıflamasıiçinde yer alan farklı canlılar, aralarındaevrimsel bir iliflki olmadan yeryüzündeortaya çıkmıfltır. Bu durum ise, tümcanlıların yaratılmıfl ol-duklarının çok açıkbir bilimsel ka-nıtını olufltur-maktadır.

YYaakkllaaflfl››kk 220000 mmiillyyoonn yy››llll››kk

bbiirr IIcchhtthhyyoossaauurr ffoossiillii

103DEN‹Z SÜRÜNGENLER‹N‹N KÖKEN‹

DDeennttoonn,, MM››cchhaaeell

Avustralya'daki OtegaÜniversitesi'nden molekü-ler biyolog olan MichaelDenton, 1985 yılında ya-yınlanan Evolution: A The-ory in Crisis (Evrim: Kriz‹çinde Bir Teori) adlı kita-

bında, evrim teorisini farklı bilim dalla-rının ıflı¤ı altında incelemifl ve Darwi-nizm'in canlılı¤ı açıklamaktan uzak ol-du¤u sonucuna varmıfltır. Ayrıca kitabın-da evrim teorisi ile bilimsel bulgular kar-flılafltırıldı¤ında ortaya çok büyük bir çe-liflki çıktı¤ını; hayatın kökeni, popülas-yon geneti¤i, karflılafltırmalı anatomi,paleontoloji ve biyokimyasal sistemlergibi pek çok farklı alanda, evrim teorisi-nin "kriz" içinde oldu¤unu ifade etmifl-tir.122

DDeevvoonn››aann DDöönneemmii

bbiittkkii ffoossiilllleerrii

((440088--330066 mmiillyyoonn yy››llll››kk))

Bu döneme ait olan bitki fosillerinebaktı¤ımızda, günümüz bitkilerinde bu-lunan pek çok özelli¤i taflıdıklarını görü-rüz. Örne¤in stoma, kütikül, rhizoid vesporangialar bu bitkilerde bulunan yapı-lardan birkaçıdır.123 Bir kara bitkisininkarada yaflayabilmesi için mutlaka kuru-ma tehlikesinden korunması gerekir. Kü-tiküller bitkileri kurumaya karflı koru-yan, gövde-dal ve yaprakları kaplayanmumsu yapılardır. E¤er bitki, yapısındakurumayı önleyecek kütiküllere sahip

de¤ilse, evrimcilerin iddia ettikleri gibikütikül oluflmasını bekleyecek vaktiyoktur. Kütikül varsa bitki yaflar, yoksakurur ve ölür. ‹flte ayrım bu kadar nettir.

Bitkilerin sahip oldukları tüm yapı-lar, tıpkı kütikül gibi, bitki için son dere-ce hayati öneme sahiptir. Bir bitkinin ya-flayabilmesi ve ço¤alabilmesi için tıpkıbugünkü gibi kusursuz iflleyen sistemle-rin hepsine sahip olması gerekir. Dolay›-s›yla bu yap›lar kademe kademe gelifle-mezler. Bulunmufl olan tüm bitki fosille-ri de bitkilerin yeryüzünde ilk ortayaçıktıklarından bu yana, aynı kusursuzyapılara sahip olduklarını do¤rulamakta-dır.

DDiikk yyüürrüümmeenniinn kköökkeennii

‹nsanın iki aya¤ı üzerinde dik yürü-mesi, baflka hiçbir canlıda rastlanmayan,çok özel bir hareket fleklidir. (bkz. ‹kiayaklılık) Di¤er bazı hayvanlar ise ikiayaklı olarak sınırlı bir hareket kabiliye-tine sahiptirler. Ayı ve maymun gibi hay-vanlar ender olarak (örne¤in bir yiyece-¤e ulaflmak istediklerinde) iki ayaklarıüzerinde kısa süreli hareket edebilirler.Normalde öne e¤ik bir iskelete sahiptir-ler ve dört ayakla yürürler.

‹nsanın hayali soya¤acına göre yapı-lan birtakım sınıflandırmalarda Austra-lopithecus ve Homo habilis sınıflamala-rına dahil edilen maymunların dik yürü-dükleri iddia edilmifltir. Fakat bu iddiala-

Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)

DENTON, MICHAEL104

rın geçersizli¤i, birçok bilim adamı tara-fından fosillerin iskelet yapısı üzerindeyapılan arafltırmalarla ortaya konmufltur.

Söz konusu "dik yürüme" iddiası,Richard Leakey, Donald Johanson gibievrimci paleoantropologların on yıllardırsavundukları bir görüfltür. ‹ngiltere veABD'den dünyaca ünlü iki anatomistLord Solly Zuckerman ve Prof. CharlesOxnard'ın Australopithecus örnekleriüzerinde yaptıkları çok genifl kapsamlıçalıflmalar, bu canlıların iki ayaklı olma-dıklarını, günümüz maymunlarınınkiyleaynı hareket flekline sahip olduklarınıgöstermifltir. ‹ngiliz hükümetinin deste-¤iyle, befl uzmandan oluflan bir ekiple bucanlıların kemiklerini 15 yıl boyunca in-celeyen Lord Zuckerman, kendisi de ev-rim teorisini benimsemesine ra¤men,Australopithecuslar'ın sadece sıradan birmaymun türü oldukları ve kesinlikle dikyürümedikleri sonucuna varmıfltır.124 Bukonudaki arafltırmalarıyla ünlü bir di¤erevrimci anatomist Charles E. Oxnard da

Australopithecus'un iskelet yapısını gü-nümüz orangutanlarınınkine benzetmek-tedir.125

Son olarak 1994 yılında ‹ngiltere'de-ki Liverpool Üniversitesi'nden FredSpoor ve ekibi, Australopithecus'un is-keleti ile ilgili kesin bir sonuca varmakiçin kapsamlı bir arafltırma yapmıfltır.Bu çalıflmada, Australopithecus fosille-rinin iç kulak yapıları incelenmifltir. ‹n-sanların ve di¤er karmaflık yapılı canlı-ların iç kulaklarında, vücudun yere görekonumunu belirleyen "salyangoz" isimlibir organ bulunur. Bu organın ifllevi,uçakların dengesini sa¤layan "jiroskop"isimli cihazın ifllevinin aynısıdır. FredSpoor, insanın atası olarak gösterilencanlıların iki ayakları üzerinde dik ola-rak yürüyüp yürümediklerini bulmakiçin, iflte bu "salyangoz" organı üzerindeincelemeler yapmıfltır. Spoor'un vardı¤ısonuç, Australopithecus'un dört ayaklıoldu¤udur.126

‹ç kulaktaki denge merkezlerini kar-

Harun Yahya (Adnan Oktar)

105D‹K YÜRÜMEN‹N KÖKEN‹

AAuussttrraallooppiitthheeccuuss vvee HHoommoo hhaabbiilliiss ss››nn››ffllaammaallaarr››nnaa ddaahhiill eeddiilleenn mmaayymmuunnllaarr››nn ddiikk yyüürrüüddüükklleerriiyyöönnüünnddeekkii iiddddiiaa,, FFrreedd SSppoooorr''uunn yyöönneettiimmiinnddee yyaapp››llaann iiçç kkuullaakk aannaalliizzlleerrii ttaarraaff››nnddaann yyaallaannllaann--mm››flfltt››rr.. SSppoooorr vvee eekkiibbii,, iiçç kkuullaakkttaakkii ddeennggee mmeerrkkeezzlleerriinnii kkaarrflfl››llaaflfltt››rraarraakk yyaapptt››kkllaarr›› iinncceelleemmeelleerr--ddee,, hheerr iikkii ss››nn››ffllaanndd››rrmmaann››nn ddaa ggüünnüümmüüzz mmaayymmuunnllaarr››nnaa bbeennzzeerr bbiirr hhaarreekkeett bbiiççiimmiinnee ssaahhiipp ooll--dduu¤¤uunnuu ggöösstteerrmmiiflflttiirr..

Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)

AAkkccii¤¤eerrllii bbaall››kkllaarr,, ""ggeeççiiflfl""oolluuflflttuurruupp ssoonnrraa ddaa yyookk oollmmuuflflffoorrmmllaarr ddee¤¤iill,, ççookk eesskkiizzaammaannllaarrddaann bbeerrii yyaaflflaammaakkttaaoollaann oorriijjiinnaall bbiirr ""ttüürr""ddüürrlleerr..

flılafltırarak yapılan incelemeler sonu-

cunda, Homo habilis sınıfına dahil edi-

len maymunların da dik de¤il, e¤ik yürü-

dükleri ortaya çıkmıfltır.127

DDiilliinn kköökkeennii

Dilin kökeni konusunda iki farklı gö-

rüfl vardır. Birinci görüfl, insanın "bofl"

bir zihinle do¤du¤u ve konuflmayı sade-

ce çevresinden görüp ö¤rendi¤i fleklin-

dedir. Oysa ünlü dil bilimci Noam

Chomsky, bilimsel verilerle, istatistik ve

gözlemlerle çok farklı bir sonuç ortaya

koymufltur. Buna göre insan "bofl" bir zi-

hinle do¤mamaktadır. ‹nsan zihninde, dil

ö¤renmeye ve konuflmaya yönelik özel

bir e¤ilim bulunmaktadır. Bu özel e¤ili-

min nedeni ise, insanın önceden "prog-

ramlanmıfl" olması, yani özel bir yaratı-

lıfla sahip olmasıdır.128

Dünya üzerindeki tüm bebeklerin or-

tak sesler çıkarmaları, hepsinin, konufl-

maya, söz söylemeye yönelik özel bir il-

hamla do¤duklarını göstermektedir. ‹n-

sanın, do¤adaki di¤er canlıların hiçbirin-

de olmayan bu farklı özellikle yaratılmıfl

olması, Allah'ın bir ilmidir.

DDiinnoo--kkuuflfl ffoossiillii

(bkz. Archæoraptor liaoningensis)

DD››ppnneeuummaa

Evrimciler, sudan karaya geçifl tezle-rini çürüten canlıların bulunmasıyla bir-likte, bu konuda baflka teorilere sarıldı-lar. (bkz. Cœlecanth) Bazı evrimcilerise, kara canlılarının ataları olarak akci-¤erli balıkları kabul ettiler. Solungaçları-na ek olarak akci¤erlerini de kullanabi-len bu balıklara verilen genel ad "Dipne-uma"dır. Bu balıkların Amerika, Afrikave Avustralya denizlerinde yaflayan üçayrı türü bulunmaktadır.

Bu balıkların ilkel amfibiyenlere ev-rimlefltikleri, aslında 1850'li yıllardanberi düflünülmekteydi. 1950'li yıllara ge-lindi¤inde ise bunlar, çok istisnai bir ör-nek olmaları sebebiyle ara geçifl formuolarak kabul görmekten uzaklafltılar. Butarihte bunların kara canlılarının atalarıoldukları düflüncesini artık hiç kimsedesteklemiyordu.129

Evrimci Maria G. Lavanant bu duru-mu flöyle açıklar:

1930'lardan sonra Dipneumalar varsayı-mı yavafl yavafl bir yana bırakıldı. 1950'li

106 D‹L‹N KÖKEN‹

yılların sonunda yayınlanan bir paleon-toloji klasi¤i yıllı¤ında çift solunumluhayvanlar grubu, dört ayaklıların kökeniolamayacak kadar özel bir durum olarakniteleniyordu.130

Ayrıca bu hayvan kalıntılarının 350milyon yıllık olduklarının kabul edilme-si ve bu süre içerisinde hiçbir de¤iflikli¤eu¤ramamıfl olmaları, bunları ara geçiflformu statüsünden tamamen uzaklafltır-dı. Bu hayvanlar, iki tür arasında "geçifl"oluflturup sonra da yok olmufl formlarde¤il, çok eski zamanlardan beri yafla-makta olan orijinal bir "tür"düler.

DDiiyyaalleekkttiikk

Komünizmin fikir babaları KarlMarx ve Friedrich Engels, materyalistfelsefeyi "diyalektik" adı verilen yeni biryöntemle açıklamaya çalıfltılar. Diyalek-tik, evrendeki tüm geliflmenin çatıflmasayesinde elde edildi¤i varsayımıdır.Marx ve Engels, bu varsayıma dayana-rak tüm dünya tarihini yorumlamaya gi-rifltiler. Marx, insanlık tarihinin bir çatıfl-madan ibaret oldu¤unu, mevcut çatıflma-nın iflçiler ve kapitalistler arasındageçti¤ini ve yakında iflçilerin ayakla-nıp komünist bir devrim yapacaklarınıiddia ediyordu. (bkz. Komünizm)

Ancak Marx'ın ve Engels'in geniflbir kitleyi etkileri altına alabilmeleriiçin ideolojilerine bilimsel bir görü-nüm vermeleri gerekiyordu. 19. yüz-yılda Darwin'in Türlerin Kökeni adlıkitabında öne sürdü¤ü temel iddialar,Marx ve Engels'in fikirlerine sözde bi-

limsel bir dayanak oluflturdu. Darwin,canlıların "yaflam mücadelesi" sonucun-da, yani "diyalektik bir çatıflma"yla orta-ya çıktıklarını iddia ediyordu. (bkz. Ya-flam mücadelesi) Dahası, yaratılıflı inkarederek dini inançları da reddediyordu.Bu durum, Marx ve Engels için bulun-maz bir fırsattı.

Marx ve Engels, Darwin'in evrim ku-ramının kendi ateist dünya görüfllerinebilimsel bir destek oluflturdu¤unu zanne-derek sevinmifllerdi. Ancak evrim teorisi,19. yüzyılın bilim açısından ilkel orta-mında ortaya atıldı¤ı için kabul görebil-mifl, hiçbir bilimsel delili olmayan, yanıl-gılarla dolu bir teoriydi. 20. yüzyılınikinci yarısında geliflen bilim, evrim te-orisinin geçersizli¤ini ortaya çıkardı. Bu,Darwinizm için oldu¤u kadar materyalistve komünist düflünce için de çöküfl anla-mı taflıyordu. Ancak materyalist görüflesahip bilim adamları, Darwinizm'in çö-küflünün kendi ideolojilerinin de çöküflüdemek oldu¤unu bildiklerinden, Darwi-nizm'in çöküflünü insanlardan gizlemekiçin her türlü yönteme baflvurdular.

Harun Yahya (Adnan Oktar)

107D‹YALEKT‹K

KKoommüünniizzmmiinn ffiikkiirr bbaabbaallaarr›› KKaarrll MMaarrxx vvee FFrriieeddrriicchh EEnn--ggeellss,, DDaarrwwiinn''iinn eevvrriimm tteeoorriissiinniinn kkeennddii aatteeiisstt ddüünnyyaaggöörrüüflfllleerriinnee bbiilliimmsseell bbiirr ddeesstteekk oolluuflflttuurrdduu¤¤uunnuu zzaann--nneeddeerreekk sseevviinnmmiiflfllleerrddii..

DDNNAA

Canlılı¤ın kökenini rastlantılarlaaçıklama gayretin-deki evrim teorisi,hücredeki en temelmoleküllerin varlı-¤ına bile tutarlı bir izahgetirememiflken, genetikbilimindeki ilerlemelerve nükleik asitlerin, yaniDNA ve RNA'nınkeflfi, teori içinyepyeni çık-mazlar olufltur-du. 1955 yılında JamesWatson veF r a n c i sCrick adlı ikibilim adamının çalıflmaları, DNA'nıninanılmaz derecedeki kompleks yapısınıve tasarımını gün ıflı¤ına çıkardı.

Vücuttaki 100 trilyon hücrenin herbirinin çekirde¤inde bulunan DNA adlımolekül, insan vücudunun eksiksiz biryapı planını içerir. Bir insana ait bütünözelliklerin bilgisi, dıfl görünümünden içorganlarının yapılarına kadar, DNA'nıniçinde özel bir flifre sistemiyle kayıtlıdır.

D N A ' d a k ibilgi, bu

molekü lüoluflturan dört

özel molekülün di-zilifl sırası ile kod-

lanmıfltır. Nükleotid(veya baz) adı verilenbu moleküller, isimle-

rinin bafl harfleri olanA, T, G, C ile ifade edilir-

ler. ‹nsanlar arasındaki tüm yapısal

farklar, bu harflerin dizilifl sıralamaları-nın birbirinden farklı olmasından kay-naklanır. DNA'daki harflerin dizilifl sıra-sı, insanın yapısını en ince ayrıntılarınadek belirler. Boy, göz, saç ve cilt rengigibi özelliklerin yanı sıra vücuttaki 206kemi¤in, 600 kasın, 10.000 iflitme siniria¤ının, 2 milyon optik sinir a¤ının, 100milyar sinir hücresinin ve 100 trilyonhücrenin planları tek bir hücreninDNA'sında mevcuttur. E¤er DNA'dakibu genetik bilgiyi ka¤ıda dökmeye kalk-sak, yaklaflık 500'er sayfalık 900 cilttenoluflan dev bir kütüphane oluflturmamızgerekir. Ama bu inanılmaz hacimdekibilgi, DNA'nın "gen" adı verilen parça-larında flifrelenmifltir.

Bir geni oluflturan nükleotidlerdemeydana gelecek bir sıralama hatası, o

DNA108

BBiirr ggeennii oolluuflflttuurraann flfliiffrreelleerrddeenn tteekk bbiirriinniinnbbiillee hhaattaall›› oollmmaass››,, oo ggeennii ttaammaammeenn iiflfleeyyaarraammaazz hhaallee ggeettiirreecceekkttiirr.. ‹‹nnssaann vvüüccuu--dduunnddaa bbuulluunnaann 4400 bbiinn ggeennii oolluuflflttuurraann mmiill--yyoonnllaarrccaa nnüükklleeoottiiddiinn ddoo¤¤rruu ss››rraallaammaaddaa ttee--ssaaddüüffeenn oolluuflflaabbiillmmeelleerrii iimmkkaannss››zzdd››rr..

geni tamamen ifle yaramaz hale getire-cektir. ‹nsan vücudunda 40 bin gen bu-lundu¤u düflünülürse, bu genleri olufltu-ran milyonlarca nükleotidin do¤ru sıra-lamada tesadüfen oluflabilmelerinin ke-sinlikle imkansız oldu¤u görülür. Evrim-ci bir biyolog olan Frank Salisbury buimkansızlıkla ilgili olarak flunları söyler:

Orta büyüklükteki bir protein molekülüyaklaflık 300 amino asit içerir. Bunukontrol eden DNA zincirinde ise yaklaflık1.000 nükleotid bulunacaktır. Bir DNAzincirinde 4 çeflit nükleotid bulundu¤uhatırlanırsa, 1.000 nükleotidlik bir dizi41000 farklı flekilde olabilecektir. Küçükbir logaritma hesabıyla bulunan bu ra-kam, aklın kavrama sınırının çok ötesin-dedir.131

41000'de bir, "küçük bir logaritma he-sabı" sonucunda, 10620'de bir anlamınagelir. Bu sayı 1'in yanına 620 sıfır eklen-mesiyle elde edilir. 1'in yanında 11 tanesıfır 1 trilyonu ifade ederken, 620 tanesıfırlı bir rakamın kavranması gerçektende mümkün de¤ildir. Nükleotidlerin te-sadüfen bir araya gelerek RNA veDNA'yı oluflturmasının imkansızlı¤ını,evrimci Fransız bilim adamı Paul Augerde flöyle ifade etmektedir:

Rastgele kimyasal olaylar sayesinde nük-leotidler gibi karmaflık moleküllerin orta-ya çıkıflı konusunda bence iki aflamayı netbir biçimde birbirinden ayırmamız gere-kir; tek tek nükleotidlerin üretilmesi -ki bubelki mümkün olabilir- ve bunların çoközel seriler halinde birbirine ba¤lanması.‹flte bu ikincisi, olanaksızdır.132

Evrimci Prof. Dr. Ali Demirsoy da,DNA'nın meydana gelmesi hakkında fluitirafı yapmak zorunda kalır:

Bir proteinin ve çekirdek asitinin (DNA-RNA) oluflma ihtimali tahminlerin çokötesinde bir olasılıktır. Hatta belirli birprotein zincirinin ortaya çıkma ihtimaliastronomik denecek kadar azdır.133

Evrim teorisi, moleküler düzeydegerçekleflti¤i iddia edilen evrimsel olu-flumlardan hiçbirisini ispatlayabilmifl de-¤ildir. Bilimin ilerlemesi bu sorulara ce-vap üretmek bir yana, soruları daha dakompleks ve içinden çıkılamaz hale ge-tirmekte ve yaratılıflı do¤rulamaktadır.

Ama evrimciler, yaratılıflı kabul et-memek için kendilerini flartlandırmıfllar-dır ve bu durumda imkansıza inanmak-tan baflka seçenekleri yoktur. Avustralya-lı ünlü moleküler biyolog Michael Den-ton, Evolution: A Theory in Crisis (Ev-rim: Kriz ‹çinde Bir Teori) adlı kitabındabu durumu flöyle anlatır:

Yüksek organizmaların genetik program-larının yapısı, milyarlarca bit (bilgisayarbirimi) bilgiye ya da 1.000 ciltlik küçükbir kütüphanenin içindeki tüm harflerindizilimine eflde¤erdir. Bu denli kompleksorganizmaları oluflturan trilyonlarcahücrenin geliflimini belirleyen, emredenve kontrol eden sayısız kompleks ifllevintamamen rastlantıya dayalı bir süreç so-nucunda olufltu¤unu iddia etmek ise, in-san aklına yönelik bir saldırıdır. Ama birDarwinist, bu düflünceyi en ufak bir flüp-he belirtisi bile göstermeden kabuleder!134

109DNA

DDoobbzzhhaannsskkyy,, TThheeooddooss››uuss

Evrimin ünlü teorisyenlerinden Rusbilim adamı Dobzhansky, canlılar veDNA'ları arasındaki kuralsız iliflkininevrimin açıklayamadı¤ı büyük bir sorunoldu¤unu flöyle ifade etmektedir:

Daha kompleks organizma-ların genelde basit olanlaragöre hücrelerinde daha fazlaDNA'ları vardır. Fakat bukuralın dikkat çeken istisna-ları vardır. Amphiuma (amfi-biyen), Propterus (bir akci-

¤erli balık) ve hatta sıra-dan kurba¤alar ve karakurba¤aları tarafından ge-

çilen insan ise, liste baflı olmaktan çokuzaktır. Neden bu durum bu kadar uzunzamandır bir bilmece olarak kaldı?135

Ayrıca Theodosius Dobzhansky, ev-rim teorisinin 20. yüzyılın ilk çeyre¤indekeflfedilen genetik kanunları karflısındatam anlamıyla bir açmaza girmesiylebirlikte, Darwinizm'e yeni bir "yama"olarak öne sürülen neo-Darwinizm'inmimarları arasında yer alır.

DDoo¤¤aall sseelleekkssiiyyoonn

((ddoo¤¤aall sseeççiilliimm,, ddoo¤¤aall aayy››kkllaannmmaa))

((nnaattuurraall sseelleecctt››oonn))

Do¤al seleksiyon, do¤ada daimi biryaflam mücadelesi oldu¤u ve bu müca-delede hayatta kalanların hep "güçlü vedo¤al flartlara uygun" canlılar olaca¤ıvarsayımına dayanır. Örne¤in yırtıcı

hayvanların tehdidi altında olan bir ge-yik sürüsü içinde, do¤al olarak hızlı ka-çabilen geyikler hayatta kalacaktır. Do-¤al olarak da bir süre sonra bu geyik sü-rüsü hızlı koflabilen geyiklerden ibarethale gelecektir.

Dikkat edilirse bu süreç, ne kadaruzun sürerse sürsün, geyikleri bir baflkacanlı türüne dönüfltürmez. Zayıf geyiklerelenir, güçlüler hayatta kalır; sonuçta ge-yiklerin genetik bilgisinde bir de¤ifliklikolmadı¤ı için bir "tür de¤iflimi" gerçek-leflmez. Geyikler ne kadar seleksiyonau¤rarlarsa u¤rasınlar, geyik olarak yafla-maya devam ederler.

Geyik örne¤i tüm türler için geçerli-dir. Do¤al seleksiyon vas›tas›yla sadecebir popülasyon içindeki sakat, zayıf yada çevre flartlarına uymayan bireylerinay›klanmas›na vesile olur; yeni canlı tür-leri, yeni genetik bilgi ya da yeni organ-lar ortaya çıkmaz. Yani do¤al seleksiyonvas›tas›yla canl›lar evrimleflmez. Darwinbu gerçe¤i "faydalı de¤ifliklikler oluflma-dı¤ı sürece do¤al seleksiyon hiçbir fleyyapamaz" diyerek kabul etmifltir.136

Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)

DOBZHANSKY, THEODOSIUS110

GGeeyyiikk ffoossiillii

DDoobbzzhhaannsskkyy TThheeooddoossiiuuss

Do¤al seleksiyon, Darwin'den öncekibiyologlar tarafından da bilinen, ancak"türlerin bozulmadan sabit kalmalarınısa¤layan bir mekanizma" olarak tanım-lanan bir do¤al süreçtir. ‹lk kez Darwin,bu sürecin evrimlefltirici bir gücü oldu¤uiddiasını ortaya atmıfl, tüm teorisini debu iddiaya dayandırmıfltır. Kitabına ver-di¤i isim, do¤al seleksiyonun Darwin'inteorisinin temeli oldu¤unu gösterir:"Türlerin Kökeni, Do¤al Seleksiyon Yo-luyla"

Günümüzün en ünlü evrimcilerindenStephen Jay Gould Darwinizm'in bu bü-yük yanılgısı hakkında flunları söyler:

Darwinizm'in özü tek bir cümleye daya-nır: Do¤al seleksiyon evrimsel de¤iflimdeyaratıcı güçtür. Kimse do¤al seleksiyo-nun zayıf olanın elenmesindeki rolünü in-kar etmez. Ancak Darwin teorisi do¤alseleksiyonun uygun olanı yaratmasını daistemektedir.137

Evrimci C. Loring Brace, AmericanScientist dergisinde yayınlanan bir ma-kalesinde, Darwinizm'in bilimsel bulgu-lar tarafından reddedildi¤ini ve do¤al se-leksiyonu da türleri oluflturan bir meka-nizma olarak göremeyece¤imizi flöyleaçıklar:

American Scientist okuyucuları, biyoloji-nin büyük bir kısmının ve paleontolojinintamamının Darwin'in organik evrim hak-kındaki görüfllerini reddetti¤ini fark et-miyor olabilirler. Do¤al seleksiyon sade-ce "ince ayar" olarak görüldü¤ü için red-dediliyor, adaptasyon ise pratikte kesin-likle geçerli görülmüyor.138

DDrroossoopphh››llaa

(bkz. Meyve sinekleri)

GGeeyyiikklleerr nnee kkaaddaarr sseelleekkssiiyyoonnaa uu¤¤rraarrllaarrssaauu¤¤rraass››nnllaarr,, hheepp ggeeyyiikk oollaarraakk kkaall››rrllaarr..

111DO⁄AL SELEKS‹YON

DDöörrtt aayyaakkll››llaarr››nn

((tteettrraappooddllaarr››nn)) kköökkeennii

Dört ayaklılar (tetrapodlar), karadayaflayan omurgalı canlıların geneline ve-rilen isimdir. Bu sınıflama içinde amfibi-yenler, sürüngenler ve memeliler yeralır. Evrim teorisinin dört ayaklıların kö-keni hakkındaki varsayımı ise, bu canlı-ların suda yaflamakta olan balıklardanevrimleflti¤i yönündedir. Oysa bu iddia,hem fizyolojik ve anatomik yönlerdençeliflkilidir, hem de iddianın fosil kayıt-ları yönünden hiçbir temeli yoktur.

Bir balı¤ın karada yaflamaya uygunhale gelmesi için onun, solunum sistemi,boflaltım mekanizması, iskelet yapısı gi-bi farklı yönlerden çok büyük de¤iflimlergeçirmesi gerekir. Solungaçlar akci¤eredönüflmeli, yüzgeçler vücut a¤ırlı¤ını ta-flıyacak biçimde ayak özelli¤i kazanma-lı, vücut artıklarını arıtmak için böbrek-ler oluflmalı, deri sıvı kaybetmeyi engel-leyecek bir yapı kazanmalıdır. Tüm bude¤iflimler gerçekleflmedi¤i sürece, birbalık karaya çıktı¤ında en fazla birkaçdakika yaflayacaktır. (Ayrıca bkz. Sudankaraya geçifl tezi)

DDuurraa¤¤aannll››kk ((ssttaass››ss))

Ço¤u tür, dünya üzerinde var oldu¤usüre boyunca hiçbir yönden de¤iflimgöstermez. Fosil kayıtlarında ilk ortayaçıktıkları andaki yapıları ne ise, kayıtlar-dan yok oldukları andaki yapıları daodur. Morfolojik (flekilsel) de¤iflim ge-nellikle sınırlıdır ve belirli bir yönü yok-tur. Fosil kayıtları, canlı türlerinin hembir anda ve tamamen farklı yapılarda or-taya çıktıklarını, hem de çok uzun jeolo-jik dönemler boyunca de¤iflmeden sabitkaldıklarını göstermektedir.

E¤er gerçekten bir evrim yaflanmıfl ol-saydı, canlıların yeryüzünde küçük kade-meli de¤iflimlerle ortaya çıkmaları ve za-man içinde de de¤iflmeye devam etmelerigerekirdi. Oysa fosil kayıtları bunun tamaksini gösterir. Farklı canlı sınıflamaları,kendilerine benzeyen ataları olmadan ani-den ortaya çıkmıfllar ve yüz milyonlarcayıl boyunca hiç de¤iflim geçirmeden du-ra¤an bir biçimde kalmıfllardır.

DDüüzzeennlleeyyiiccii ggeenn

((rreegguullaattoorryy ggeennee))

Mutasyonların evrimsel bir geliflmesa¤lamadı¤ı açık bir gerçektir. Bu ger-çek hem neo-Darwinizm'i hem de sıçra-malı evrim teorisini çıkmaza sürükle-mektedir. (bkz. Mutasyon; Sıçramalı ev-rim modeli) Mutasyon bir tahrip meka-nizması oldu¤una göre, sıçramalı evrimsavunucularının sözünü ettikleri makro-mutasyonlar, canlılar üzerinde "makro"

Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)

DÖRT AYAKLILARIN KÖKEN‹112

TTeettrraappoodd ffoossiillii

AAmmbbeerr iiççiinnddee bbuulluunnmmuuflfl 2255 mmiillyyoonn yy››llll››kk tteerrmmiitt ffoossiilllleerrii..

GGüünnüümmüüzzddee yyaaflflaayyaann tteerrmmiittlleerrddeennttüümmüüyyllee ffaarrkkss››zzllaarr..

FOSİL KAYITLARINDA DURAĞANLIK

OOrrddoovviikkyyeenn ddeevvrriinnee aaiitt ""aatt tt››rrnnaa¤¤›› yyeennggeeccii"" ffoossiillii.. BBuu 445500 mmiillyyoonn yy››llll››kk ffoossiill ddee,,ggüünnüümmüüzzddee yyaaflflaayyaannöörrnneekklleerriinnddeenn ffaarrkkss››zzdd››rr..

115500 mmiillyyoonn yy››llll››kk sseemmeennddeerr ffoossiillii.. BBuuggüünnhheerrhhaannggii bbiirr oorrmmaannddaa ggöörreeccee¤¤iimmiizz

sseemmeennddeerrlleerrddeenn ffaarrkkss››zz..

OOrrddoovviikkyyeenn ddeevvrriinnee aaiitt iissttiirriiddyyee ffoossiilllleerrii,,yyaaflflaayyaann iissttiirriiddyyeelleerrddeenn ffaakkss››zz..

düzeyde tahribatlar oluflturacaktır. Kimievrimciler, DNA'daki "düzenleyici gen-ler" (regulatory genes) üzerinde oluflanmutasyonlara umut ba¤lamaktadır. Amadi¤er mutasyonlar için geçerli olan tah-rip edici özellik, bu mutasyonlar için degeçerlidir. Sorun, mutasyonun rastgelebir de¤iflim olması sorunudur; genetikbilgi gibi kompleks bir yapı üzerindekiher türlü rastgele de¤iflim zararlı sonuç-lar verir.

Genetikçi Lane Lester ve popülasyongenetikçisi Raymond Bohlin, söz konu-su mutasyon çıkmazını flöyle ifadeetmektedirler:

… Makromutasyonların komplekslik artı-flı sa¤lamasının (genetik bilgiyi gelifltir-mesinin) ise izi bile yoktur. E¤er yapısalgen mutasyonları (küçük mutasyonlar)gerekli de¤iflimleri oluflturmakta yetersizkalıyorlar ise, düzenleyici genler üzerin-deki mutasyonlar daha da ifle yaramazolacaktır, çünkü adaptasyon sa¤lamayanve hatta yıkıcı etkiler oluflturacaktır...139

Gözlem ve deneyler, mutasyonlarıngenetik bilgiyi gelifltirmedi¤ini ve canlı-ları tahrip etti¤ini gösterirken, sıçramalıevrim savunucularının mutasyonlardanbüyük "baflarılar" beklemeleri, açık birtutarsızlıktır.

DDüüzzeennllii ssiisstteemm

Evrim teorisi, fizi¤in en temel ka-nunlarından biri olan termodinami¤inikinci kanunu (entropi kanunu) ile açık-ça çeliflmektedir. (bkz. Termodinami¤in‹kinci Kanunu) Deneysel olarak ispat-

lanmıfl olan bu teoriye göre evrende ken-di haline, do¤al flartlara bırakılan tümsistemler, zamanla do¤ru orantılı olarakdüzensizli¤e, yıpranmaya, bozulmayau¤rarlar.

Evrimciler iflte bu bilimsel gerçekleters düflmemek için birtakım kavramlarıyanıltıcı olarak kullanırlar. Sürekli ola-rak madde ve enerji girifl-çıkıflı olan sis-temlerde (açık sistemler) belli bir düze-nin oluflabilece¤ini öne sürerler.

Örne¤in rüzgar, tozlu bir odaya gir-di¤inde daha önce yere tek düze olarakyayılmıfl toz tabakası, odanın belli birkenarına toplanabilir. Bu yine termodi-namik anlamda eskisine göre daha dü-zenli bir ortamdır, fakat toz parçacıklarıhiçbir zaman rüzgarın enerjisiyle 'kendikendilerine organize olarak' odanın taba-nında bir insan resmi oluflturamazlar.

Aynı flekilde tekrarlardan oluflan dü-zen, bir daktilonun klavyesindeki "a"harfinin üzerine bir cisim düfltü¤ü için(yani içeri giren enerji akımı ile) yüzler-ce kere "aaaaaaaa..." yazabilir. Fakat"a"ların bu flekilde tekrarlı bir düzen içe-risinde olması ne bir bilgi içerir, ne deherhangi bir komplekslik. Bilgi içerenkompleks bir harf sıralaması (yani an-lamlı bir cümle, paragraf ya da kitapyazmak) için mutlaka bir akla ihtiyaçvardır.

Sonuç olarak do¤al süreçlerle hiçbirzaman kompleks ve organize sistemlermeydana gelemez. Ancak zaman zamanyukarıdaki örneklerdekine benzer basitdüzenlemeler oluflabilir. Bu düzenleme-ler de belli sınırların ötesine geçemezler.

Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)

DÜZENL‹ S‹STEM114

Ne var ki evrimciler bu flekildeki do-¤al süreçlerle kendili¤inden ortaya çıkandüzenlenme (self-ordering) olaylarınıevrimin çok önemli bir kanıtı gibi sun-makta ve bunları sözde "kendi kendiniorganize etme" (self-organization) ör-nekleri gibi göstermektedirler. Bu kav-ram kargaflası sonucunda da, canlı sis-temlerin do¤al olaylar ve kimyasal reak-siyonlar sonucunda kendili¤inden mey-dana gelebilece¤ini öne sürmektedirler.

Halbuki organize sistemlerle düzenlisistemler birbirlerinden tamamen farklıyapılardır. Düzenli sistemler basit sırala-malar, tekrarlar fleklinde yapılar içerir-ken, organize sistemler içiçe geçmifl sonderece kompleks yapı ve ifllevler içerir-ler. Ortaya çıkmaları için mutlaka bilinç,bilgi ve tasarıma ihtiyaç vardır. Ilya Pri-gogine de bu kasıtlı kavram kargaflasınabaflvurmufl ve içeri do¤ru enerji akıflı sı-rasında kendi kendine düzenlenen mole-küllerin örneklerini, "kendili¤inden or-ganize olma" fleklinde ifade etmifltir.Amerikalı bilim adamları Thaxton,Bradley ve Olsen, The Mystery of Life'sOrigin (Canlılı¤ın Kökeninin Sırrı) adlıkitaplarında bu durumu afla¤ıdaki gibiaçıklarlar:

... Her durumda sıvının içerisindeki mo-leküllerin rastgele hareketlerinin yerini,anında son derece düzenli bir davranıflalmaktadır. Prigogine, Eigen ve di¤erleribuna benzer bir 'kendi kendine organizeolma'nın organik kimyanın esası olabile-ce¤ini ileri sürerler ve bunun da canlısistemler için gerekli olan son derecekompleks molekülleri açıklayabilme po-tansiyeline sahip oldu¤unu iddia ederler.

Fakat bu paralellikler hayatın kökeni so-rusuyla alakasızdır. Bunun ana nedeni,bunların düzen ve kompleksli¤i ayırt et-meyi baflaramamalarıdır.140

Yine aynı bilim adamları, bazı ev-rimcilerin öne sürdükleri "suyun buz ha-line gelmesi, biyolojik düzenlili¤in ken-dili¤inden ortaya çıkabilece¤ine örnek-tir" fleklindeki mantı¤ın yüzeyselli¤inive çarpıklı¤ını flöyle açıklarlar:

Suyun kristalize olup buza dönüflmesiyle,basit bir monomerin milyonlarca yıl için-de polimer halinde birleflerek DNA veprotein gibi kompleks moleküllere dönüfl-mesi arasındaki benzetme sık sık tartıflıl-maktadır. Her durumda benzetme açıkçayanlıfltır… Isı alçaltılarak termal etki ye-terince küçültüldü¤ünde, atomları birbi-rine ba¤layan güçler, su moleküllerinidüzenli kristalize bir dizilime sokarlar.Amino asit gibi organik monomerler iseherhangi bir ısıda, de¤il düzenli bir or-ganizasyona, birleflmeye dahi tamamenkarflı koyarlar.141

Tüm kariyerini termodinami¤i evrimteorisiyle ba¤dafltırmaya adamıfl olanPrigogine dahi, suyun kristalize olma-sıyla kompleks biyolojik yapıların orta-ya çıkıflı arasında bir benzerlik bulunma-dı¤ını kabul etmifltir:

Burada belirtilmesi gereken, izole olma-yan (açık) bir sistemde, yeterli düflük sı-caklıklarda düzenli ve düflük-entropi içe-ren yapıların oluflma ihtimalidir. Bu dü-zenleme prensibi, kristaller gibi düzenliyapıların oluflumundan ve maddenin halde¤iflimlerinden sorumludur. Maalesefbu prensip, biyolojik yapıların oluflumu-nu açıklayamaz.142

Harun Yahya (Adnan Oktar)

115DÜZENL‹ S‹STEM

EE--CCooll›› bbaakktteerriissii

fiimdiye kadar do¤al seleksiyon vemutasyon mekanizmaları sonucunda ev-rim geçiren hiçbir canlı yoktur. Bunakarflılık evrimci biyologlar kimi zaman"do¤al seleksiyon ve mutasyon meka-nizmalarının evrimlefltirici etkisini göz-lemleyemiyoruz, çünkü bu mekanizma-lar ancak çok uzun zaman içinde etkiliolur" gibi bir açıklama öne sürerler. Oy-sa bu da hiçbir bilimsel temeli olmayanbir avuntudan baflka bir fley de¤ildir.Çünkü meyve sinekleri ya da bakterilergibi yaflam süreleri çok kısa olan ve do-layısıyla tek bir bilim adamının binlerceneslini gözlemleyebildi¤i canlılarda dahiçbir "evrim" gözlemlenmemektedir.Pierre-Paul Grassé, bakterilerin evrimigeçersiz kılan de¤iflmezli¤i hakkında daflunları söyler:

Bakteriler... çok sayıda üremeleri nedeniy-le, en çok mutant (mutasyon geçirmifl can-lı) ortaya çıkaran canlılardır. Ancak bak-teriler... kendi türlerine çok büyük bir sa-dakat gösterirler. Escherichia coli bakteri-sinin mutantları çok dikkatli bir biçimdeincelenmifltir ve bu konuda çok iyi bir ör-nektir. Okuyucular da kabul edecektir ki,evrimi kanıtlamak ve mekanizmalarınıkeflfetmek için örnek olarak seçilen bucanlının bir milyar yıldır hiçbir de¤iflimeu¤ramamıfl olması son derece flaflırtıcıdır.E¤er evrim-sel bir de¤i-flim meyda-na getirmi-yorlarsa, bu can-lıların geçirdikleri bun-ca mutasyonun ne anla-

Harun Yahya (Adnan Oktar)

EEvvrriimmcciilleerr

ttaarraaff››nnddaann

eevvrriimmii

kkaann››ttllaammaakk vvee

ssöözzddee

mmeekkaanniizzmmaallaarr››nn››

kkeeflflffeettmmeekk iiççiinn

öörrnneekk oollaarraakk

sseeççiilleenn EE--ccoollii

bbaakktteerriissii,,

bbeekklleennttiilleerriinn

aakkssiinnee bbiirr mmiillyyaarr

yy››lldd››rr hhiiççbbiirr

ddee¤¤iiflfliimmee

uu¤¤rraammaamm››flfltt››rr..

EE--ccoollii bbaakktteerriissii

117E-COLI BAKTER‹S‹

mı vardır? Sonuçta, bakterilerin ve virüs-lerin geçirdikleri mutasyonel de¤iflimle-rin, belirli bir genetik ortalamanın etra-fında dönüp dolaflan kalıtsal dalgalan-malardan baflka bir fley oluflturmadıklarıortaya çıkmaktadır; biraz sa¤a, biraz so-la dalgalanma olmakta, ama nihai birevrimsel de¤iflim yaflanmamaktadır. Ha-mamböcekleri de, ilk ortaya çıktıklarıPermiyen devrinden bu yana en az Dro-sophila kadar çok mutasyon geçirmifller,ama hiçbir de¤iflim yaflamamıfllardır.143

Kısacası, canlıların evrim geçirmiflolmaları mümkün de¤ildir, çünkü do¤a-da onları evrimlefltirebilecek bir meka-nizma yoktur. Nitekim fosil kayıtlarınabaktı¤ımızda da, bir evrim süreci ile de-¤il, aksine evrime tümüyle ters bir tabloile karflılaflırız.

EElloolluullaavv››ss

Elolulavis, Archæopteryx'le ilgili ev-rimci iddiaları çürüten ve kufllarla dino-zorlar›n aras›nda evrimsel bir ba¤ olma-dı¤ını gösteren fosillerden biridir. Arc-hæopteryx'ten 30 milyon yıl daha yafllıolan Elolulavis'in kanat yapısının aynısı,günümüzde yavafl bir flekilde uçan kufl-larda görülmektedir. Bu özellik, kuflunmanevra kabiliyetini önemli ölçüde ar-tırmakta, kalkarken ve konarken kufla ekkontrol olana¤ı sa¤lamaktadır. Bununanlamı, Archæopteryx'ten 30 milyon yıldaha yafllı sayılan bir kuflun, çok "pro-fesyonel" bir biçimde uçabildi¤idir.144

Bu bilgi, Archæopteryx veya onabenzeyen di¤er kuflların birer ara geçiflformu olmadıklarını ispatlamıfltır.

EEllddrreeddggee,, NN››lleess

Ünlü evrimci paleontolog Niles Eld-redge, 1970'lerin baflında ortaya çıkan"kesintiye u¤ratılmıfl denge" (punctuatedequilibrium) adı verilen neo-Darwinistmodelin, di¤er bir deyiflle "sıçramalı ev-rim" modelinin savunucularının baflındagelir. (bkz. Kesintiye u¤ratılmıfl denge(punctuated equilibrium)) Bu teoriye gö-re evrim kademeli küçük de¤iflikliklerlede¤il, ani ve büyük de¤iflikliklerle olufl-maktadır. Evrimin temel iddiasına tersdüflen böyle bir açıklama yapılmasındakisebep ise, canlı türlerinin yeryüzü kat-manlarında bugünkü mükemmel halle-riyle, aniden ortaya çıkmıfl olmalarıdır.

Bu yüzden Niles Eldredge, kendisiile aynı görüflü paylaflan Stephen JayGould ile birlikte evrimin kademeli kü-çük de¤iflikliklerle de¤il, ani ve büyükde¤iflikliklerle olufltu¤u iddiasında bu-lundular. Bu model de aslında tamamenhayal ürünü bir iddiayı yansıtmaktaydı.

Ayrıca bu teori, 1930'larda Avrupalıpaleontolog Otto Schindewolf tarafındanortaya atılmıfl olan "Hopeful Monster"(Umulan Canavar) teorisinin de¤iflik birhaliydi. Bu teoriye göre ilk kufl tesadü-fen meydana gelen dev de¤ifliklikle birsürüngen yumurtasından çıkmıfl, bazıkara hayvanları ise geçirdikleri ani vekapsamlı bir de¤ifliklikle birdenbire devbalinalara dönüflmüfl olabilirlerdi. Bu te-ori çok kısa zamanda terk edildi.

Niles Eldredge ve S. J. Gould da te-orilerine "bilimsel" bir kimlik kazandıra-bilmek için, "ani evrimsel sıçrayıfl"lar

Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)

ELOLULAVIS118

için bir tür mekanizma gelifltirmeye ça-lıfltılar. Fakat bu iddiadaki çeliflkiler te-orinin sahiplerini de kısa bir zaman için-de düflündürmeye baflladı. Niles Eldred-ge "canlıların evrimle ilerlemesi" fikri-nin mantıksal olarak hatalı oldu¤unu fluifadelerle dile getiriyordu:

Gerçekten de bitki ve hayvan türleri bü-yü¤e ve komplekse do¤ru geliflerek kendi-lerini daha iyi ve güzel mi yapmıfl olur-lar? E¤er böyleyse sünger gibi basit vede¤iflmemifl hayat formlarını evrimselbaflarısızlıklar olarak mı kabul etmeli-yiz?... "‹lerleme kaçınılmazdır" fleklinde-ki evrimsel sloganın yerine "neden may-mun baflarılı" sloganı konulmalıdır.145

EEmmbbrriiyyoolloojjii

Canlıların döllenmeyle oluflan zigotevresinden (döllenmifl yumurta halin-den) eriflkin bir canlı oluncaya kadar ge-çirdi¤i geliflim aflamalarını inceleyen bi-

lim dalıdır. Fakat embriyoloji kavramı,daha çok hayvan embriyolarının geliflimi-ni inceleyen biyoloji dalı olarak kullanılır.

18. yüzyıla kadar embriyoloji, bilgi-den çok spekülasyona dayanıyordu. Bu-nun nedeni, genetik biliminin henüz kefl-fedilmemesi ve hücrenin daha tanınma-masıydı. O dönemde genel olarak teoriflöyle kabul ediliyordu: Bafllangıçta hay-vanın tümü bütün organlarıyla bir min-yatür halindeydi ve bunun sadece bir çi-çek gibi açılmaya ihtiyacı vardı. Birçoknatüralist bu bafllangıç halinin kadınınüreme hücresi olan yumurtada bulunma-sı gerekti¤ini savundular. Fakat mikros-kobun erkek üreme hücresi olan spermiortaya çıkarmasından sonra, bir kısımbilim adamları 1677'de dölü spermin ta-flıdı¤ı hipotezini gelifltirdiler.

Çok önceleri Aristo tarafından da or-taya atılan bu teori, bireyin özelleflmiflyapılarının, yumurtada önceden özellefl-memifl olanlardan kademe kademe gelifl-

119EMBR‹YOLOJ‹

KKaattllaannmmaallaarr

GGöözz

DDiiflfllleerrKKaallppKKooll

OOmmuurrggaaBBeessiinn kkeesseessii

BBaaccaakk

GGööbbeekk kkoorrddoonnuu

SAHTE Ç‹Z‹M DO⁄RU Ç‹Z‹M

ÜÜssttttee,, HHaaeecckkeell''iinn iinnssaann eemmbbrriiyyoossuunnuunn bbaall››kk eemmbbrriiyyoossuuyyllaa bbeennzzeerrlliikk ggöösstteerrddii¤¤iinnii iiss--ppaattllaammaakk iiççiinn ççiizzddii¤¤ii ssaahhttee rreessiimm yyeerr aall››yyoorr.. GGeerrççeekk iinnssaann eemmbbrriiyyoossuuyyllaa kkaarrflfl››llaaflfltt››rr››lldd››--¤¤››nnddaa oorrggaannllaarr››nn bbüüyyüükk bbööllüümmüünnüünn kkaass››ttll›› oollaarraakk çç››kkaarr››llmm››flfl oolldduu¤¤uu ggöörrüüllüüyyoorr..

Harun Yahya (Adnan Oktar)

ti¤ini öne sürmekteydi.146 Bundan sonra

da embriyoloji alanında yapılan çalıflma-

lar daha çok evrime delil olarak öne sü-

rüldü. Fakat yapılan çizimlerin ve yo-

rumların bir sahtekarlık oldu¤unun anla-

flılması ile günümüzde durum tersine

dönmüfltür ve embriyolojik incelemeler

de canlıların birbirine uyumlu olarak

mükemmel bir sistemle yaratıldıklarını

göstermektedir. (bkz. Rekapitülasyon;

Embriyolojik evrim)

EEmmbbrriiyyoolloojjiikk eevvrriimm

Embriyolojik geliflme, memeli bir

canlının anne karnında gösterdi¤i geli-

flim sürecini ifade eder. Canlılardaki

embriyolojik geliflimin evrimin kanıtı

oldu¤u iddiası ise evrimci literatürde

"Rekapitülasyon teorisi" olarak adlandı-

rılır. (bkz. Rekapitülasyon teorisi) Bu-

gün birtakım evrimci yayınlarda ve bazıders kitaplarında, çok önceden bilim li-teratüründen çıkarılmıfl olan "Rekapitü-lasyon" teorisi, bilimsel bir gerçek gibigösterilmeye çalıflılmaktadır.

Rekapitülasyon terimi, evrimci biyo-log Ernst Haeckel'in 19. yüzyılın sonla-rında ortaya attı¤ı "Bireyolufl SoyoluflunTekrarıdır" (Ontogeny RecapitulatesPhylogeny) teorisinin kısa bir ifade biçi-midir. Embriyolojik rekapitülasyon te-orisini ortaya atan Ernst Haeckel, hayaliteorisini desteklemek için çizim sahte-karlıklarına baflvurmufltur. (bkz. Haec-kel, Ernst) Kendilerini evrim teorisinisavunmaya flartlandırmıfl olan bir kısımçevreler ise bu sahte çizimleri öne süre-rek "embriyolojik evrim" oldu¤u izleni-mi vermeye çalıflırlar.

Haeckel tarafından öne sürülen buteoriye göre, canlı embriyoları geliflimsüreçleri sırasında, canlılardaki evrimsel

Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)

EMBR‹YOLOJ‹K EVR‹M120

SSoonn yy››llllaarrddaa yyaapp››llaann ggöözzlleemmlleerr,, ffaarrkkll›› ccaannll››llaarr››nn eemmbbrriiyyoollaarr››nn››nn hhiiçç ddee HHaaeecckkeell''iinn ggöösstteerrddii¤¤ii ggii--bbii bbeennzzeerr oollmmaadd››kkllaarr››nn›› oorrttaayyaa kkooyymmuuflflttuurr.. ÜÜsstttteekkii mmeemmeellii,, ssüürrüünnggeenn vvee yyaarraassaa eemmbbrriiyyoollaarr››aarraass››nnddaakkii ffaarrkkll››ll››kk,, bbuunnuunn aaçç››kk bbiirr öörrnnee¤¤iiddiirr..

süreci tekrarlıyorlardı. Örne¤in insanembriyosu, anne karnındaki geliflimi sı-rasında önce balık sonra sürüngen özel-likleri gösteriyor, en son olarak da insa-na dönüflüyordu.

Oysa ilerleyen yıllarda bu teorinintamamen hayal ürünü bir senaryo oldu¤uortaya çıkmıfltır. ‹nsan embriyosunun ilkdönemlerinde ortaya çıktı¤ı iddia edilensözde "solungaçların", gerçekte insanınorta kulak kanalının, paratiroidlerinin vetimüs bezlerinin bafllangıcı oldu¤u anla-flılmıfltır. Embriyonun "yumurta sarısıkesesi"ne benzetilen kısmının da gerçek-te bebek için kan üreten bir kese oldu¤uortaya çıkmıfltır. Haeckel'in ve onu izle-yenlerin "kuyruk" olarak tanımladıklarıkısım ise, insanın omurga kemi¤idir vesadece bacaklardan daha önce ortayaçıktı¤ı için "kuyruk" gibi gözükmekte-dir.

Bunlar bilim dünyasında herkesinbildi¤i gerçeklerdir. Evrimciler de bunukabul ederler. Neo-Darwinizm'in kuru-cularından George Gaylord Simpson,"Haeckel evrimsel geliflimi yanlıfl bir fle-kilde ortaya koydu. Bugün canlılarınembriyolojik geliflimlerinin geçmiflleriniyansıtmadı¤ı artık kesin olarak bilini-yor" diye yazmaktadır.147

Konunun daha da ilginç bir baflkayönü ise, Ernst Haeckel'in ortaya attı¤ıRekapitülasyon teorisini desteklemekiçin yaptı¤ı çizim sahtekarlıkları hakkın-da flunları söylemesidir:

Bu yaptı¤ım sahtekarlık itirafından sonrakendimi ayıplanmıfl ve kınanmıfl olarakgörmem gerekir. Fakat benim avuntum

fludur ki; suçlu durumda yan yana bulun-du¤umuz yüzlerce arkadafl, birçok güve-nilir gözlemci ve ünlü biyolog vardır ki,onların çıkardıkları en iyi biyoloji kitap-larında, tezlerinde ve dergilerinde benimderecemde yapılmıfl sahtekarlıklar, kesinolmayan bilgiler, az çok tahrif edilmifl fle-matize edilip yeniden düzenlenmifl flekil-ler bulunuyor.148

EEmmbbrriiyyoolloojjiikk

RReekkaappiittüüllaassyyoonn

(bkz. Bireyolufl Soyoluflun Tekrarıdırteorisi)

EEnnddoossiimmbbiioossiiss TTeezzii

Bu tez, 1970 yılında Lynn Margulistarafından ortaya atılmıfltır. Margulis,bakteri hücrelerinin ortak ve asalak ya-flamları sonucunda bitki ve hayvan hüc-relerine dönüfltüklerini iddia etmifltir. Buteze göre bitki hücreleri, bir bakteri hüc-resinin bir baflka fotosentetik bakteriyiyutmasıyla ortaya çıkmıfltır. Fotosentetikbakteri ana hücrenin içerisinde sözde ev-rimleflerek kloroplast haline gelmifltir.Son olarak ana hücrede, her nasıl olduy-sa, çekirdek, golgi cisimci¤i, endoplaz-mik retikulum ve ribozomlar gibi sonderece kompleks yapılara sahip organel-ler evrimleflmifltir. Böylece bitki hücre-leri oluflmufltur.

Bu tez, hayal ürünü olan bir senaryo-dan baflka bir fley de¤ildir. Nitekim, ko-nu hakkında otorite sayılan pek çok bi-lim adamı tarafından da çok yönlü ola-

Harun Yahya (Adnan Oktar)

121EMBR‹YOLOJ‹K REKAP‹TÜLASYON

rak elefltirilmifltir: Bu bilim adamlarınaörnek olarak D. Lloyd149, Gray ve Do-olittle150, Raff ve Mahler verilebilir.

Endosimbiosis tezinin dayandırıldı¤ıözellik, hücre içerisindeki kloroplastla-rın ana hücredeki DNA'dan ayrı olarakkendi DNA'larını içermesidir. Bu özel-likten yola çıkarak bir zamanlar mito-kondri ve kloroplastların ba¤ımsız hüc-reler oldukları ileri sürülür. Ne var kikloroplastlar detaylı olarak incelendi¤in-de, bu iddianın tutarsızlı¤ı ortaya çık-maktadır.

Endosimbiosis tezini geçersiz kılannoktalar flunlardır:

1) E¤er kloroplastlar iddia edildi¤igibi geçmiflte ba¤ımsız hücreler iken bü-yük bir hücre tarafından yutulmufl olsa-lardı, bunun tek bir sonucu olurdu; o da,bunların ana hücre tarafından sindirilme-si ve besin olarak kullanılmasıdır. Çünküsöz konusu ana hücrenin dıflarıdan besinyerine yanlıfllıkla bu hücreleri aldı¤ınıvarsaysak bile, ana hücre sindirim en-zimleriyle bu hücreleri sindirirdi. Tabiibu durumu bazı evrimciler "sindirim en-zimleri yok olmufltu" diyerek geçifltire-bilirler. Ama bu, açık bir çeliflkidir. Çün-kü e¤er sindirim enzimleri yok olmufl ol-saydı, bu kez ana hücrenin beslenemedi-¤i için ölmesi gerekirdi.

2) Yine, tüm imkansızl›kların ger-çekleflti¤ini ve kloroplastın atası oldu¤uiddia edilen hücrelerin, ana hücre tara-fından yutuldu¤unu varsayalım. Bu kezkarflımıza baflka bir problem çıkar: Hüc-re içerisindeki bütün organellerin planıDNA'da flifre olarak bulunmaktadır.

E¤er ana hücre yuttu¤u di¤er hücreleriorganel olarak kullanacaksa, onlara aitbilgiyi de DNA'sında flifre olarak önce-den bulunduruyor olması gerekirdi. Hat-ta yutulan hücrelerin DNA'ları da anahücreye ait bilgilere sahip olmalıydı.Böyle bir fley ise elbette imkansızdır;hiçbir canlı kendisinde bulunmayan birorganın genetik bilgisini taflımaz. Anahücrenin DNA'sıyla, yutulan hücrelerinDNA'larının birbirlerine sonradan"uyum sa¤lamaları" da mümkün de¤il-dir.

3) Hücre içinde çok büyük bir uyumvardır. Kloroplastlar ait oldukları hücre-den ba¤ımsız hareket etmez. Kloroplast-lar protein sentezlemede ana DNA'yaba¤ımlı olmalarının yanında ço¤almakararını da kendileri almaz. Bir hücredebulunan kloroplastlar›n ve mitokondrile-rin sayıları birden fazladır. Tıpkı di¤erorganellerin yaptı¤ı gibi bunların sayıla-rı hücrenin aktivitesine göre artar ya daazalır. Bu organellerin kendi bünyelerin-de ayrıca bir DNA bulunmasının özellik-le ço¤almalarında çok büyük faydasıvardır. Hücre bölünürken, çok sayıdakikloroplast da ayrıca ikiye bölünerek sa-yılarını 2'ye katladıkları için, hücre bö-lünmesi daha kısa sürede ve seri olarakgerçekleflir.

4) Kloroplastlar bitki hücresi için sonderece hayati önemi olan güç jeneratör-leridir. E¤er bu organeller enerji ürete-mezlerse, hücrenin pek çok fonksiyonuiflleyemez. Bu da canlının yaflayamamasıdemektir. Hücre için bu derece önemliolan bu fonksiyonlar kloroplastlarda sen-

Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)

ENDOS‹MB‹OS‹S TEZ‹122

tezlenen proteinlerle gerçeklefltirilir. An-cak kloroplastların bu proteinleri sentez-lemek için kendi DNA'ları yeterli de¤il-dir. Proteinlerin büyük ço¤unlu¤u hücre-deki ana DNA kullanılarak sentezlenir.151

Böyle bir uyumun deneme-yanılmametoduyla elde edilmesi ise kesinlikleimkansızdır. Bir DNA molekülünün üze-rinde meydana gelebilecek herhangi birde¤ifliklik kesinlikle canlıya yeni birözellik kazandırmaz, aksine sonuç zararlıolur. Mahlon B. Hoagland, "HayatınKökleri" adlı kitabında bu durumu flusözleriyle açıklamaktadır:

Hatırlayacaksınız, hemen hemen her za-man bir organizmanın DNA'sında bir de-¤iflikli¤in olması onun için zararlıdır;baflka bir deyiflle yaflamını sürdürebilmekapasitesinde azalmaya yol açar. Bir ben-zetme yapalım: Shakespeare'in oyunları-na rastgele eklenen cümlelerin onları da-ha iyi yapması pek olası de¤ildir... Teme-linde DNA de¤ifliklikleri ister mutasyon-la, ister bizim dıflarıdan bilerek ekledi¤i-miz yabancı genlerle olsun, yaflamı sür-dürebilme ihtimali azaltma özelliklerin-den dolayı zararlıdır.152

Evrimcilerin öne sürdükleri iddialarbilimsel deneylere ve bu deneylerin so-nuçlarına dayanılarak ortaya atılmamıfl-tır. Çünkü bir bakterinin baflka bir bakte-riyi yutması gibi bir olgu hiçbir flekildegözlenmemifltir. Moleküler biyologWhitfield, bu durumu flöyle ifade etmek-tedir:

Prokaryotik endosimbiosis (yutma) belkide tüm endosimbiotik teorinin dayandı¤ıhücresel mekanizmadır. E¤er bir prokar-

yot bir di¤erini içine alamaz ise, endo-simbiosisin nasıl kuruldu¤unu tahmin et-mek güçtür. Maalasef, endosimbiosis te-orisi için hiçbir modern örnek yoktur.153

Amerikalı biyolog L. R. Croft ise bukonuda flu yorumu yapar:

Bir bakterinin baflka bir bakteriyi yutmasıhiçbir flekilde gözlemlenmemiflken, böylebir iddiada bulunmak hiçbir flekilde bi-limsel de¤ildir. Kaldı ki kloroplast, ribo-zom, mitokondri, lizozom gibi organellerhücre dıflına alınarak birbirlerinden ay-rıldıklarında yaflayamamaktadır.154

EEnnddüüssttrrii mmeellaanniizzmmii

18. ve 19. yüzyıllarda önce ‹ngilte-re'de daha sonra da di¤er Batı Avrupa ül-keleri ve Amerika'da endüstri alanındabüyük bir de¤iflim yaflandı. Özellikle ‹n-giltere'de yaflanan endüstri devrimi son-rasındaki hava kirlili¤i sebebiyle bir kı-sım canlı popülasyonlarında renk farklı-lıkları gözlenmiflti. Endüstri melanizmide buradan yola çıkarak hayvanların da-ha iyi kamufle olmalarını sa¤layan renkde¤iflikliklerini ifade etmektedir.

Evrimciler, hayvanlarda görülen burenk farklılıklarını "ortam flartlarının vedo¤al seleksiyonun neden oldu¤u evrim"olayı olarak açıklamaya çalıflırlar. Ger-çekte bu durum, gözlemlerin tamamenyanlıfl yorumlanmasından kaynaklan-maktadır.

Bu durum bir evrimci kaynakta flöyleifade edilir:

Bu yönlendirilmifl seçime ça¤ımızdaki ençarpıcı örnek, Oxford Üniversitesi'nden

Harun Yahya (Adnan Oktar)

123ENDÜSTR‹ MELAN‹ZM‹

FORD ve KETTLEWEL adlı iki arafltır-

macının gösterdi¤i koruma renklerinin

evrimidir. ‹ngiltere'nin çok sayıda fabri-

ka bacası bulunan bölgelerinde yaflayan

bir çeflit kelebe¤in di¤er bölgelerdekine

göre daha koyu renkli oldu¤unu bulmufl-

lardır. Bu bölgelerden daha önce topla-

nan (sanayileflme ça¤ından önce) örnek-

lerin açık renkli oldu¤u koleksiyonlardan

bilinmektedir. Açık olanlar sanayi bölge-

lerinin dıflında a¤açların gövdelerinin

dıflında bulunan beyaz ve açık renkli li-

kenlerin üzerinde yafladıkları için çevre-

ye iyi bir uyum yapmıfllar ve bunları av-

layan kuflların bakıfllarından kurtulmufl-

lardır. Sanayileflmifl bölgelerde, bacalar-dan çıkan kurum, bu likenleri koyulafltır-dı¤ı için beyaz renkli kelebekler belirginolarak görünmeye bafllamıfllardır. Bunakarflın, koyu renkliler daha iyi uyum yap-mıfllardır. Kufllar, beyaz renkli olanlarıavladıkları için, koyu renkli olanlar ya-flam üstünlü¤ü kazanmaya bafllamıfl vebunların içerdikleri genotip, popülasyon-da artmaya bafllamıfltır. Bugün ‹ngilte-re'de hava kirlili¤i temizlenmifl olan böl-gelerde beyaz formların tekrar baflat du-ruma geçti¤i görülmektedir.155

Burada dikkat edilmesi gereken nok-ta, ‹ngiltere'deki endüstri devriminin

ENDÜSTR‹ MELAN‹ZM‹124

DDoo¤¤aall sseelleekkssiiyyoonn iillee ddoo¤¤aaddaa vvaarr oollmmaayyaann bbiirr ccaannll›› ttüürrüü oorrttaayyaa çç››kkaammaazz,, ddoo¤¤aall sseelleekkssiiyyoonnvvaass››ttaass››yyllaa ssaaddeeccee ccaannll›› ttüürrlleerriinnddeekkii ssaakkaatt yyaa ddaa zzaayy››ff oollaann bbiirreeyylleerr aayy››kkllaann››rr.. SSaannaayyii ddeevv--rriimmii kkeelleebbeekklleerriinniinn dduurruummuu bbuu kkoonnuuddaa iiyyii bbiirr öörrnneekkttiirr.. SSaannaayyii ddeevvrriimmii iillee bbiirrlliikkttee aa¤¤aaççllaa--rr››nn rreennkklleerrii kkooyyuullaaflflmm››flfltt››rr.. DDoollaayy››ss››yyllaa bbuu aa¤¤aaççllaarrddaa yyaaflflaayyaann kkeelleebbeekklleerrddeenn aaçç››kk rreennkklliioollaannllaarr kkuuflflllaarr iiççiinn ddaahhaa kkoollaayy ggöörrüünnüürr hhaallee ggeellmmiiflfl vvee ssaayy››llaarr›› aazzaallmm››flfltt››rr.. KKooyyuu rreennkklliilleerriissee ssaayy››ccaa aarrtt››flfl ggöösstteerrmmiiflfllleerrddiirr.. EEllbbeettttee kkii bbuu bbiirr eevvrriimm ddee¤¤iillddiirr.. YYeennii bbiirr ttüürr oolluuflflmmaamm››flfl,,ssaaddeeccee kkeelleebbeekklleerriinn nnüüffuuss oorraann›› ddee¤¤iiflflmmiiflflttiirr..

Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)

bafllamasından önce yakalanmıfl bir"siyah" renkli kelebek çeflidinin ön-ceden de bulunmasıdır. Endüstridevriminden yıllarca önce de ‹ngilte-re'de bu kelebek türü zaten mevcut-tur. Hava kirlili¤inin meydana getir-di¤i de¤iflme daha önce fazla miktar-da mevcut beyaz formun düflmanlarıtarafından görülme ihtimalini artır-mıfltır. Sonuçta bu formda bir azal-ma, renkli olanlarda ise artma mey-dana geldi. (Bkz. Sanayi devrimi ke-lebekleri)

Açıkça anlaflılmaktadır ki bu de-¤ifliklik kelebe¤in renginde de¤il, sa-yısındadır Bu durum ise hiçbir za-man evrime delil olarak öne sürüle-mez. Zaten türlerin orijinal olarak ya-ratılıflını savunanlar bunu kabul et-mektedirler. Üstelik de¤iflme renküzerinde (mutasyon) bile olsa, yineevrime delil olarak gösterilemez.Çünkü kelebek yine kelebek olarakkalmakta, baflka bir türe dönüflme-mektedir. Evrim için gereken fley, birtürün di¤er bir türe de¤iflti¤ini bilim-sel olarak ispat etmektir. Bu ise, bir ev-rim de¤il, tam aksine normal bir varyas-yondur. Do¤al seleksiyon yalnızca çevrede¤iflmeleri sonucunda canlı türleriniyok olmaktan korumaya vesile olan birmekanizmadır. (bkz. Varyasyon)

Varyasyon ve do¤al seleksiyon olay-ları, Darwin'in düflündü¤ü tarzda evrimiaç›klamamakta, aksine yaratılıflın öngör-dü¤ü ve ifllemekte olan bir korunmaprensibine harikulade bir örnek olmakta-dır. Di¤er bir deyiflle, Allah her çeflit

canlıyı, varlı¤ını sürdürece¤i sistem ileyaratmıfltır. Organizmanın genetik siste-mi, özelliklerini (belirli sınırlarda) çev-redeki de¤iflmelere göre ayarlama fonk-siyonuna da sahip olabilmektedir. Aksitakdirde, iklim, besin kayna¤ı gibi fley-lerde küçük bir de¤iflme o canlının sonuolabilir.

Sonuç olarak çevrenin ve iklimin anide¤iflmesi vb. nedenlerle nesli tükenmiflcanlılara rastlamak mümkündür. (Ma-mutlar, dinozorlar, uçan sürüngenler,diflli kufllar gibi.) Bu türler çevre flartları-

Harun Yahya (Adnan Oktar)

125ENDÜSTR‹ MELAN‹ZM‹

‹‹nnggiilltteerree''ddeekkii eennddüüssttrrii ddeevvrriimmii kkeelleebbeekklleerrii öörrnnee¤¤ii,,ddoo¤¤aall sseelleekkssiiyyoonnllaa eevvrriimmlleeflflmmeenniinn eenn öönneemmllii ddeelliilliioollaarraakk ggöösstteerriilliirr.. OOyyssaa oorrttaaddaa hhiiççbbiirr flfleekkiillddee eevvrriimm--lleeflflmmee yyookkttuurr.. ÇÇüünnkküü yyeennii bbiirr kkeelleebbeekk ttüürrüü oorrttaayyaaçç››kkmmaamm››flfltt››rr.. ÜÜssttttee ssoollddaakkii rreessiimmddee eennddüüssttrrii ddeevvrrii--mmii öönncceessii,, ssaa¤¤ddaa iissee eennddüüssttrrii ddeevvrriimmii ssoonnrraass››aa¤¤aaççllaarr vvee üüzzeerriinnddeekkii kkeelleebbeekklleerr ggöörrüüllmmeekktteeddiirr..

nın türün yaratılıflında sahip oldu¤u ge-netik potansiyel sınırının dıflına çıkmasıüzerine ortama uyamayıp yok olmufllar-dır. Fakat bunların bir baflka türe dönüfl-tüklerine dair hiçbir bilimsel delil bulun-mamaktadır.

EEnnttrrooppii KKaannuunnuu

(bkz. Termodinami¤in ‹kinci Kanunu)

EEoohh››ppppuuss

Evrimciler, at fosillerini küçüktenbüyü¤e do¤ru dizerek sıralamalar olufl-turmufllardır. Atın sözde evrimi ile ilgiliöne sürülen bu soya¤açları hakkında ev-rimciler arasında bir görüfl birli¤i yoktur.Tek ortak nokta, 55 milyon yıl öncekiEosen devrinde yaflamıfl Eohippus(Hyracotherium) adlı köpek benzeri bircanlının, atın ilk atası oldu¤una inanıl-masıdır. Oysa atın milyonlarca yıl önceyok olmufl atası olarak sunulan Eohip-pus, halen Afrika'da yaflayan ve atla hiç-bir ilgisi ve benzerli¤i olmayan Hyraxisimli hayvanın hemen hemen aynısı-dır.156

Atın evrimi iddiasının tutarsızlı¤ı,her geçen gün ortaya çıkan yeni fosilbulgularıyla daha açık olarak anlaflıl-maktadır. Eohippus ile aynı katmandagünümüzde yaflayan at cinslerinin de(Equus nevadensis ve Equus occidenta-lis) fosillerinin bulundu¤u tespit edilmifl-tir.157 Bu, günümüzdeki at ile onun söz-

de atasının aynı zamanda yafladı¤ını gös-

termektedir ki, atın evrimi denen sürecin

hiçbir zaman yaflanmadı¤ının kanıtıdır.

Evrimci yazar Gordon R. Taylor,

Darwinizm'in açıklayamadı¤ı konuları

ele alan The Great Evolution Mystery(Evrimin Büyük S›rr›) adlı kitabında at

serileri efsanesinin aslını flöyle anlatır:

Darwinizm'in belki de en ciddi zaafiyeti,

paleontologların büyük evrimsel de¤iflik-

likleri gösterecek olan akrabalık iliflkile-

rini ve canlı sıralamalarını ortaya koya-

mamalarıdır... At serisi genellikle bu ko-

nuda çözüme kavuflturulmufl olan yegane

örnek gibi gösterilir. Ama gerçek fludur

ki, Eohippus'tan Equus'a kadar uzanan

sıralama çok tutarsızdır. Bu sıralamanın,

giderek artan bir vücut büyüklü¤ünü gös-

terdi¤i iddia edilir, ama aslında sırala-

manın ileriki aflamalarına konan canlıla-

rın bazıları (sıralamanın en baflında yer

alan) Eohippus'tan daha büyük de¤il, da-

ha küçüktürler. Farklı kaynaklardan ge-

len türlerin biraraya getirilip ikna edici

bir görüntüye sahip olan bir sıralamada

arka arkaya dizilmeleri mümkündür, ama

tarihte gerçekten bu sıralama içinde bir-

birlerine izlediklerini gösteren hiçbir ka-

nıt yoktur.158

Tüm bu gerçekler, evrimin en sa¤lam

delillerinden birisi olarak sunulan atın

evrimi flemalarının hiçbir geçerlili¤i ol-

mayan hayali sıralamalar olduklarını or-

taya koymaktadır. Di¤er türler gibi atlar

da, evrimsel bir ataya sahip olmadan var

olmufllardır. (bkz. Atın kökeni)

Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)

ENTROP‹ KANUNU126

AAtt››nn ssöözzddee aattaass›› oolldduu¤¤uuiiddddiiaa eeddiilleenn EEoohhiippppuuss iillee

aayynn›› kkaattmmaannddaa ggüünnüümmüüzzddeeyyaaflflaayyaann aatt cciinnsslleerriinniinn ddee

ffoossiilllleerrii bbuulluunnmmuuflflttuurr..

Harun Yahya (Adnan Oktar)

EOHIPPUS 127

KKuurrbbaa¤¤aallaarr››nn kköökkeenniinnddee ddee bbiirr ""eevvrriimm""ssüürreeccii yyookkttuurr.. BBiilliinneenn eenn eesskkii kkuurrbbaa¤¤aallaarr,,

bbaall››kkllaarrddaann ttaammaammeenn ffaarrkkll›› vvee kkeennddiillee--rriinnee hhaass yyaapp››llaarr››yyllaa oorrttaayyaa çç››kkmm››flfl--

tt››rr.. DDoommiinniikk CCuummhhuurriiyyeettii''nnddeebbuulluunnaann yyaannddaakkii aammbbeerr

iiççiinnddeekkii kkuurrbbaa¤¤aa ffoossiilliiiillee yyaaflflaayyaann öörrnneekk--

lleerrii aarraass››nnddaaffaarrkk yyookkttuurr..

EEuusstthheennoopptteerroonn ffoooorrdd››

Cœlacanth balı¤ının canlısının yaka-lanmasıyla bunun bir ara geçifl formu ol-madı¤ını gören evrimciler, bu seferEusthenopteron foordi balı¤ını ara geçiflformu olarak tanıttılar. (bkz. Cœlacanth)

Evrimciler, kuyruklu su kurba¤asınınEusthenopteron foordi'den türedi¤iniöne sürmüfllerdir. Fakat Eusthenopteron-lar ile kuyruklu su kurba¤ası arasındakianatomik karflılafltırmalar, bunların ara-larında derin farklılıklar oldu¤unu gös-termifltir. Bu da, bu iki tür arasında birara geçifl formu daha bulunmasını gerek-tirmifltir. Ama bir balık olan Eusthenop-teron ile kuyruklu su kurba¤ası Icthyos-tega arasındaki bu teorik ara geçifl for-muna dair hiçbir iskelet bulunamamıfltır.

Eusthenopteron normal bir balıktırve kuyruklu su kurba¤asına birçok yön-den benzemez. Maria Genevieve Lava-nant, Eusthenopteron'un bu özelli¤ine

flöyle de¤inir:

Yakın bir geçmiflte tartıflma yeniden açıl-dı. Yüzgeçlerin daha ayrıntılı incelenme-si, Eusthenopteron'un yüzgeçlerinin, bü-tün balıklarda bulunan yüzgecin bir ben-zeri oldu¤unu ortaya koydu.159

EEvvrriimm mmeekkaanniizzmmaallaarr››

Bugün evrim teorisi olarak tanımla-dı¤ımız neo-Darwinist model, evrimigerçeklefltiren iki temel mekanizma önesürer: "Do¤al seleksiyon" ve "mutas-yon". Teorinin temel iddiasına göre; do-

GGeeçç DDeevvoonnyyeenn ddeevvrree aaiitt KKaannaaddaa''ddaabbuulluunnaann bbiirr EEuusstthheennoopptteerroonn ffoooorrddii ffoossiillii..

128 EUSTHENOPTERON FOORDI

¤al seleksiyon ve mutasyon birbirlerinitamamlayan iki mekanizmadır. Evrimselde¤iflikliklerin kayna¤ı da, canlıların ge-netik yapısında meydana gelen rastgelemutasyonlardır. Yine teorinin iddias›nagöre mutasyonların sebep oldu¤u özel-likler, do¤al seleksiyon mekanizmasıaracılı¤ıyla seçilir ve böylece canlılarevrimleflirler.

Ancak öne sürülen bu mekanizmala-rın gerçekte hiçbir evrimlefltirici gücüyoktur ve evrimcilerin iddia etti¤i gibi ye-ni bir tür oluflturmaları da söz konusu de-¤ildir. (bkz. Do¤al seleksiyon; Mutasyon)

EEvvrriimmsseell ssooyyaa¤¤aacc››

(bkz. Hayat a¤acı; ‹nsanın HayaliSoya¤acı)

EEvvrriimm tteeoorriissii

Pek çok insan evrim teorisini, Char-les Darwin tarafından ortaya atılan, sa¤-lam bilimsel delillere, gözlemlere ve de-neylere dayalı bir teori zanneder. Oysaevrim teorisinin ilk fikir babası Darwinolmadı¤ı gibi, teorinin kayna¤ı da bilim-sel deliller de¤ildir.

Mezopotamya'da putperest dinlerinhakimiyetinin bulundu¤u bir dönemde,canlılı¤ın ve evrenin kökeni hakkındabirçok batıl inanç ve efsane yaygındı;bunlardan biri de "evrim" inancıydı. Sü-merler'den kalan Enuma-‹lifl adlı yazıttaanlatıldı¤ına göre, ilk baflta bir su kar-maflası vardı ve bu su karmaflasının içe-risinden birdenbire Lahau ve Lahamu

adlı tanrılar ortaya çıkmıfltı. Bu batıl ina-nıfla göre, ibadet edilen bu putlar ilk ön-ce kendi kendilerini var etmifller, dahasonra da evrimleflerek di¤er maddelerive canlıları oluflturmufllardı. Yani Sümerefsanelerine göre canlılık, cansız su ka-osundan birdenbire oluflmufl ve evrimle-flerek geliflmiflti.

Evrim efsanesi, daha sonra bir baflkaputperest medeniyet olan Eski Yunan'dahayat sahası buldu. Eski Yunan'ın mater-yalist filozofları, maddeyi yegane varlıksayıyorlardı. Sümerler'den miras kalanevrim efsanesine ise, canlıların nasılolufltu¤unu açıklamak niyetiyle baflvur-dular. Böylece materyalist felsefe ve ev-rim efsanesi Eski Yunan'da birleflti, ora-dan da Roma kültürüne taflındı.

Evrim teorisinin savundu¤u bütüncanlıların ortak bir ataya sahip olduklarıdüflüncesini, Fransız biyolog Comte deBuffon, 18. yüzyılın ortasında ileri sür-dü. (bkz. Buffon Comte de) Charles Dar-win'in büyükbabası Erasmus DarwinBuffon'un ortaya attı¤ı fikri gelifltirdi vebugün "evrim teorisi" dedi¤imiz düflün-cenin ilk temel önermelerini ortaya koy-du. (bkz. Darwin, Erasmus)

Erasmus Darwin'den sonra Fransızdo¤a bilimci Jean Baptiste Lamarck, 19.yüzyılın baflında ilk kapsamlı evrim te-orisini ortaya attı. (bkz. Lamarck, JeanBaptiste) Lamarck, evrimin mekanizma-sını "kazanılan özelliklerin nesilden nes-le aktarılması" olarak açıklıyordu. Bunagöre canlıların yaflamları sırasında u¤ra-dıkları de¤ifliklikler kalıcıydı ve yeni ne-sillere kalıtsal olarak aktarılabiliyordu.

Harun Yahya (Adnan Oktar)

129EVR‹MSEL SOYA⁄ACI

Lamarck'ın teorisi ortaya atıldı¤ı dönem-de büyük sükse yapmıfltı, ama sonralarıpopülaritesini hızla yitirdi. Lamarck'ınteorileri hakkında haklı kuflkulara sahipolanlar arafltırmalara bafllamıfllardı.

1870 yılında ‹ngiliz biyolog Weis-mann, yaflam sırasında kazanılmıfl olanözelliklerin bir sonraki nesle aktarılma-sının imkansız oldu¤unu ve böylece La-marck'ın teorisinin yanlıfl oldu¤unu is-patladı. Bu nedenle, bugün evrim teorisiolarak bizlere ve tüm dünyaya empozeedilen ö¤reti, kendini Lamarck'a dayan-dırmaz. Bugün tüm dünyada evrim teori-si olarak bilinen Darwinizm'in do¤uflu,

Charles Darwin'in 1859'dayayınladı¤ı The Origin

of Species by Meansof Natural Selectionor the Preservationof Favored Races in

the Struggle for Life(Türlerin Kökeni, Do-

¤al Seleksiyon veyaYaflam Mücadele-sinde KayırılmıflIrkların KorunmasıYoluyla) isimli ki-

tapla olmufltur. Darwin, Lamarck'ınteorisindeki baz› açık mantık hatala-rını elemifl ve canlıların evrimini ka-

lıtsal olarak açıklamak yerine "do¤al se-leksiyon" tezini ortaya atmıfltır.

Evrim teorisi canlıların yarat›lm›flolduklar› gerçe¤ini reddeder, do¤al sü-reçlerin ve rastlantısal etkilerin ürünüolduklarını savunur. Bu teoriye göre bü-

tün canlılar birbirlerinden türemifllerdir.Önceden var olan bir canlı türü, zamanlabir di¤erine dönüflmüfl ve bütün türler buflekilde ortaya çıkmıfllardır. Dönüflümyüz milyonlarca senelik uzun bir zamandilimini kapsamıfl ve kademe kademeilerlemifltir. Yaklaflık bir buçuk yüzyıldırkabul gören teori, bugün paleontoloji,biyokimya, anatomi, biyofizik, genetikgibi pek çok ana bilim dalında yapılançalıflmaların sonuçlarıyla çeliflmektedir.

EEvvrriimmsseell bbooflfllluukk

Evrim teorisinin hiçbir bilimsel da-

Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)

EVR‹MSEL BOfiLUK130

EEsskkii YYuunnaann mmaatteerryyaalliisstt ffiilloozzooffllaarr››nnddaann DDee--mmookkrriittooss ddaa ggüünnüümmüüzz mmaatteerryyaalliissttlleerrii ggiibbii,,mmaaddddeenniinn eezzeellii oolldduu¤¤uunnuu vvee mmaaddddeeddeennbbaaflflkkaa bbiirr vvaarrll››kk bbuulluunnmmaadd››¤¤›› yyaann››llgg››ss››nnaassaahhiippttii..

yana¤ı olmadı¤ı halde, dünyanın dört biryanında insanların ço¤u evrimi bilimselbir gerçek sanırlar. Bu yanılgının en bü-yük nedeni, medyanın evrim konusundayaptı¤ı sistemli telkin ve propagandadır.

Medya devlerinin yaptıkları söz ko-nusu haberlerde, evrim teorisi bilinenherhangi bir matematik kanunu kadarkesin bir gerçekmifl gibi bir üslup kulla-nılır. Bunun en klasik örne¤i ise bulunanfosil kalıntıları hakkında yapılır. Örne-¤in "Time dergisinin haberine göre, ev-rim zincirindeki bofllu¤u tamamlayançok önemli bir fosil bulundu" ya da "Na-ture'ın haberine göre, bilim adamları ev-rimin açıkta kalan son noktalarını da ay-dınlattılar" gibi cümleler büyük punto-larla basılır. Oysa ortada ispatlanmıflolan hiçbir fley yoktur ki, "evrim zinciri-nin son eksik halkası" bulunmufl olsun.Delil olarak öne sürülenlerin tümü isesahte delillerdir.

Öte yandan fosil kayıtlarında canlıla-rın eksiksiz hallerine ait milyonlarca fo-sil olmasına ra¤men, evrimsel bir gelifli-mi do¤rulayacak hiçbir ara geçifl formufosili bulunmamaktadır. Amerikalı pale-ontolog R. Wesson da, 1991'de yayınla-nan Beyond Natural Selection (Do¤alSeleksiyonun Ötesinde) adlı kitabında"fosil kayıtlarındaki bofllukların gerçekve olgusal" olduklarını flöyle açıklamak-tadır:

Ne var ki, fosil kayıtlarındaki boflluklargerçektir. Herhangi bir (evrimsel) soyo-luflumunu gösterecek kayıtların yoklu¤u,son derece olgusaldır. Türler genellikle

çok uzun zaman dilimleri boyunca sabitkalırlar. Türler ve özellikle cinsler hiçbirzaman yeni bir türe ya da cinse do¤ru ev-rim göstermezler. Bunun yerine, bir türya da cinsin bir di¤eriyle yer de¤ifltirdi¤igözlenir. De¤iflim ise ço¤unlukla ani-dir.160

Bu durum, evrim teorisinin 140 yıl-dır öne sürdü¤ü "ara form fosilleri bu-lunmufl de¤il, ama ileride bulunabilir"argümanının artık geçerli olmadı¤ınıgöstermektedir. Fosil kayıtları canlılı¤ınkökenini anlamak için yeterince zengin-dir ve karflımıza somut bir tablo çıkar-maktadır: Farklı canlı türleri, aralarındaevrimsel "geçifl formları" olmadan, yer-yüzünde bir anda ve farklı yapılarıyla,ayrı ayrı ortaya çıkmıfllardır.

EEvvrriimmsseell hhüümmaanniizzmm

Darwin'in en önde gelen savunucula-rından biri olan Julian Huxley, onun ge-lifltirdi¤i biyolojik argümanı felsefi birzemine oturtmak için çalıflmıfltır. Ulafltı-¤ı nokta ise, "evrimsel hümanizm" adıaltında yeni bir din kurmak olmufltur.

Bu dinin amacı "yeryüzündeki ev-rimsel sürecin maksimum sonuca var-masını sa¤lamak" olacaktı. Bu, yalnızcagüçlü organizmaların daha çok yaflama-sına ve daha çok üremelerine çalıflmaklasınırlı de¤ildi. Ayrıca, insano¤lunun"kendinden kaynaklanan yetenekleri"nin"en üst düzeyde gerçeklefltirilmesi" ön-görülüyordu. Bir baflka deyiflle, insano¤-lunun bugün içinde bulundu¤u fiziksel

Harun Yahya (Adnan Oktar)

131EVR‹MSEL HÜMAN‹ZM

ve zihinsel aflamadan "daha ileri aflama-

lara" sıçraması için çaba gösterilecekti.

"Hümanizm" teriminin tam tarifi ise,

Huxley tarafından flöyle yapılıyordu:

Ben "hümanist" kelimesini kullanırken,

insanın, aynı bir bitki ya da hayvan gibi

do¤al bir varlık oldu¤unu kastediyorum.

Yani insanın bedeni, zihni ve ruhu do¤a

üstü bir güç tarafından yaratılmamıfl, ak-

sine evrim süreci sonunda oluflmufltur.

Dolayısıyla insan, herhangi bir do¤a üs-

tü gücün kontrolü ya da yol göstericili¤i-

ne de¤il, sadece kendi varlı¤ına ve kendi

gücüne inanmalıdır.161

Huxley'in ortaya attı¤ı ve insano¤lu-

nun "kutsal" amacının kendi evrimini

hızlandırmak oldu¤unu öne süren bu dü-

flünceler, John Dewey adlı Amerikalı fi-

lozofu derinden etkiledi. Dewey bu çiz-

giyi gelifltirerek 1933 yılında "Dini Hü-

manizm" akımını bafllattı ve ünlü Hüma-

nist Manifesto'yu yayınladı. Manifes-

to'da vurgulanan temel düflünce, gele-

neksel "Teistik" (‹lahi) dinlerin ortadan

kaldırılmasının zamanının artık geldi¤i

ve bunların yerine, insano¤lunun bilim-

sel ilerleme ve sosyal iflbirli¤ine dayalı

yeni bir ça¤a girmek üzere oldu¤uydu.

II. Dünya Savaflı'nda "bilimsel ilerle-

me" sonucunda öldürülen 50 milyon in-

san, Hümanist Manifesto'da öngörülen

optimizmi derinden sarstı. Benzeri dar-

belerin ardından Dewey'in yolunu izle-

yenler onun görüfllerini bir parça revize

etmek zorunda kaldılar ve 1973 yılında

II. Hümanist Manifesto'yu yayınladılar.

Bu mesajda "bilimin bazen insanlı¤a za-

rar da verebilece¤i" kabul ediliyor, ama

yine de temel düflünceden vazgeçilmi-yordu: ‹nsan artık kendi evrimini yöne-tebilirdi ve bunu da bilimle yapacaktı.fiöyle deniyordu:

Bilimi akıllıca kullanarak, içinde yafladı-¤ımız çevreyi kontrol edebiliriz, fakirli¤iyenebilir, hastalıkları ortadan kaldırabi-lir, yaflam süremizi uzatabilir, davranıflla-rımızı belirgin bir biçimde de¤ifltirebili-riz. Böylece insano¤lunun evrim süreciniyönlendirebilir, yeni güç kaynakları olufl-turabilir ve insanlı¤ın daha özgür ve an-lamlı bir yaflama kavuflması için gereklifırsatları yaratabiliriz.162

Aslında her evrimci tarafından bi-linçli ya da bilinçsiz olarak benimsenenbu fikirler, "evrim dini"nin temel inanıfl-larını ortaya koymaktadır. Önce hayalibir evrim süreci kurgulanmakta ve busürecin herfleyi var eden "yaratıcı" oldu-¤u varsayılmakta, sonra bu sürecin insa-nı kurtulufla ulafltıraca¤ı düflünülmekteve en sonunda insano¤lunun "kutsal"amacının da bu sürece hizmet etmek ol-du¤una inanılmaktadır. Kısacası, evrim,hem Yaratıcı, hem kurtarıcı, hem de kut-sal bir amaçtır. Bir baflka deyiflle kendi-sine tapınılan bir ilahtır.

EEvvrriimmsseell ppaaggaanniizzmm

‹nsanların bir kısmı, kendilerineAllah'›n vahyetmifl oldu¤u ‹lahi dinlereinanırlar. Di¤erleri ise kendi kendilerineürettikleri ya da içinde yafladıkları top-lum tarafından üretilmifl olan dinlereba¤lanırlar; kimisi totemlere tapınır, ki-misi Günefl'e ibadet eder, kimisi "uzaylı-

Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)

EVR‹MSEL PAGAN‹ZM132

lar"a yakarır. Bu ikinci grup, Allah'a or-tak koflan kimselerdir ve Batı literatürün-de "pagan" olarak isimlendirilirler.

Evrimciler de, evrim teorisini -ve as-lında genel olarak bilim kavramını- birdin olarak benimserler. Bu kimseler ken-di dinlerinin do¤rulu¤unu somut verilerleispat edilmifl "bilimsel bir gerçek"mifl gi-bi telkin etmektedirler. Ve kendilerinidinler üstü somut bir gerçe¤in temsilcisisaymaktadırlar. Evrimci paganların bu al-datıcı iddiaları, onları di¤er dinlerin üze-rinde hayali bir konuma yerlefltirmekte-dir. Buna göre, di¤er dinler "subjektifinançlar"dır, ama evrim "objektif ger-çek"tir. Bu aldatmacanın verdi¤i sahteotoriteyi kullanarak da, di¤er dinleri ken-dilerine tabi olmaya ça¤ırmaktadırlar.Evrimci bir argümana göre, di¤er dinler,e¤er evrimi ve onun do¤urdu¤u kavram-ları kabul ederlerse, evrime dayandırılanher türlü sosyo-politik giriflimi "ahlakibir ö¤reti" olarak yaflamalarına izin veri-lecektir. Neo-Darwinist akımın en önemlibirkaç isminden biri olan George Gay-lord Simpson bunu flöyle ifade eder:

Elbette dini olarak tanımlanan ve diniduygulara dayanan ve hala varlıklarınıkoruyan bazı inanç sistemleri vardır. Bun-ların evrimle uyuflmaları kesinlikle söz ko-nusu de¤ildir ve dolayısıyla duygusal etki-lerine ra¤men, entelektüel olarak savunul-maları mümkün de¤ildir. Ancak duygusalalanda kalmaları flartıyla, ben bunlarınevrimle birarada var olabileceklerini sa-vunuyorum. Bir baflka deyiflle, evrim vedo¤ru din birbirleriyle uyuflabilirler. 163

Bu, flu demektir: Evrim ve onun üze-rinde geliflen "bilimsel" ö¤retiler, di¤er

dinleri yargılama otoritesine sahiptirler.Bu dinlerin hangilerinin ya da hangi yo-rumlarının "do¤ru din" olarak kabul edi-lece¤ine karar vermek, evrimci bilimedüflecektir. Do¤ru din denen fley ise, göz-lemlenebilen evren hakkında hiçbir iddi-ası olmayan, sadece ve sadece insanlararasındaki ahlaki kıstasları belirtmekleyetinen bir ö¤retidir. Gözlemlenebilenevren ile ilgili her türlü alan -yani pozitifbilimler, ekonomi, siyaset, hukuk vs.-ise,evrimci bilim anlay›fl› tarafından belirle-necektir.

Bu totaliter yaklaflım, kendi iman etti¤ievrim teorisini somut bir gerçek gibi top-lumlara empoze ederken, bir yandan dabilimsel çevreleri baskı altında tutar. Gü-nümüz biyologların›n ço¤u, söz konusupagan dinine iman etmifl durumdadırlar,ama bu inancı paylaflmayanlar olursa on-ların da susturulması sa¤lanır. Bu sistemiçinde evrim bir tabuya dönüflür. Evrimireddeden bilim adamları yükselme imkan-lar›n› yitirirler. Ünlü anatomi profesörüThomas Dwight, bu durumu entelektüelbir diktatörlük olarak nitelendirerek flöyleder:

Evrim konusunda kurulmufl olan diktatör-lük, meselenin dıflında olanların tahminedemeyece¤i kadar despot hale gelmifltir.Sadece düflünce sistemimizi etkilemeklekalmıyor; aynı zamanda terör ça¤larınıaratan bir baskıyı da sürdürüyor. Acababilim dünyası liderlerinden kaç tanesi dü-flüncelerini aynen açıklayabiliyorlar.164

EEvvrriimm zziinncciirriinniinn kkaayy››pp hhaallkkaass››

(bkz. Evrimsel boflluk)

Harun Yahya (Adnan Oktar)

133EVR‹MSEL PAGAN‹ZM

FFeeddaakkaarrll››kk

Darwin'in öne sürdü¤ü do¤al se-leksiyon mekanizması, bulunduklarıco¤rafi konumun do¤al flartlarına uygunyapıda ve güçlü olan canlıların hayatları-nı ve nesillerini sürdürebildiklerini, uy-gun yapıda olmayan ve daha güçsüzolanların ise yok olduklarını öngörür.Darwinizm'in benimsedi¤i do¤al seleksi-yon mekanizmasına göre do¤a, canlıla-rın birbirleriyle "yaflam" için kıyasıyamücadele ettikleri, zayıfların güçlüler ta-rafından yok edildi¤i bir yerdir.

Dolayısıyla bu iddiaya göre her can-lı, yaflamını sürdürebilmek için güçlü ol-mak, di¤erlerine her konuda üstün gel-mek ve kıyasıya savaflmak zorundadır.Böyle bir ortamda ise fedakarlık, özveri,iflbirli¤i gibi kavramlara yer yoktur; zirabunların her biri canlının aleyhine döne-bilir. Bu yüzden her canlı olabildi¤incebencil olmalı ve sadece kendi yiyece¤i-ni, kendi yuvasını, kendi korunmasını,kendi güvenli¤ini düflünmelidir.

Fakat gerçekte do¤a sadece her can-lının birbiriyle kıyasıya mücadele etti¤i,herkesin birbirini yok etmek, saf dıflı bı-rakmak için çaba harcadı¤ı, son derecebencil ve vahfli bireylerden oluflan bir or-tam de¤ildir. Aksine do¤a, ço¤u kez ölü-mü göze alan fedakarlıkların, kendi za-rarına oldu¤u halde sürü için gösterilenözverilerin, bunun karflılı¤ında canlılarahiçbir kazanç sa¤lamayan akılcı iflbirlik-lerinin sayısız örnekleri ile doludur. Ce-mal Yıldırım, kendisi de bir evrimci ol-masına ra¤men, Darwin ve dönemindekidi¤er evrimcilerin neden do¤anın sadecebir savafl yeri oldu¤unu zannettikleriniflöyle açıklar:

19. yüzyılda bilim adamları ço¤unluk ça-lıflma odalarında ya da laboratuvardakapalı kaldıkları, do¤ayı do¤rudan tanı-

EEvvrriimmcciilleerr ccaannll››llaarr››nn bbiirrbbiirrlleerriinnee kkaarrflfl››yyaarrdd››mmsseevveerr vvee öözzvveerriillii ttaavv››rrllaarr››nn››aaçç››kkllaammaakkttaa aacciizz kkaallmmaakkttaadd››rrllaarr..

135FEDAKARLIK

ma yoluna gitmedikleri için canlılarınsalt savaflım içinde oldu¤u tezine kolaycakapılmıfltır. Huxley çapında seçkin bir bi-lim adamı bile kendini bu yanılgıdankurtaramamıfltı.165

Evrimci Peter Kropotkin ise hayvan-ların aralarındaki dayanıflmayı konuedindi¤i Mutual Aid: A Factor in Evolu-tion (Karfl›l›kl› Yard›mlaflma: EvrimdeBir Etken) isimli kitabında, Darwin vetaraftarlarının içine düfltükleri yanılgıyıflöyle dile getirmektedir:

Darwin ve onu izleyenler, do¤ayı canlıla-rın sürekli olarak birbirleriyle savafltık-ları bir yer olarak tanımladılar. Huxley'egöre hayvanlar alemi gladyatörlerin flo-vuna benziyordu. Hayvanlar birbirleriylesavaflmakta, en hızlı ve en kurnaz olanıertesi gün savaflabilmek için hayatta kal-maktaydı. Ancak ilk bakıflta, Huxley'indo¤aya bakıfl açısının bilimsel olmadı¤ıanlaflılmaktadır…166

Evrimci bilim adamları sırf ba¤lı bu-lundukları ideolojiyi destekleyebilmekiçin do¤ada açıkça görülen bazı özellik-leri kendilerine göre yorumlamıfllardır.Darwin'in, do¤aya hakim oldu¤unu hayaletti¤i savafl, gerçekte büyük bir "yanılgı-dan" ibarettir. Çünkü do¤ada sadece ken-di çıkarları için yaflam savaflı veren canlı-lar yoktur. Birçok canlı di¤er canlılarakarflı yardımsever ve bundan daha daönemlisi "özverili"dir. ‹flte bu yüzden ev-rimciler do¤ada rastladıkları özverili ta-vırları açıklamakta aciz kalmaktadırlar.Bilimsel bir dergide konuyla ilgili olarakyayınlanan bir makalede yazılanlar, buacizli¤i gözler önüne sermektedir:

Sorun, canlıların niye birbirlerine yar-dım ettikleridir. Darwin'in teorisine göre;her canlı kendi varlı¤ını sürdürmek ve

136 FEDAKARLIK

üreyebilmek için bir savafl vermektedir.Baflkalarına yardım etmek, buna ba¤lıolarak o canlının sa¤ kalma olasılı¤ınıazaltaca¤ına göre, uzun vadede evrimdebu davranıflın elenmesi gerekirdi. Oysacanlıların özverili olabilecekleri gözlen-mifltir.167

Örne¤in balarıları, kovanlarına saldı-ran bir hayvanı sokarak öldürürler. As-lında arılar bu flekilde intihar etmifl olur-lar. Çünkü sokma sırasında i¤nelerini bı-raktıkları için ona ba¤lı birtakım iç or-ganları da yırtılıp gövdelerinden sökülür.Görüldü¤ü gibi arı, kovandaki di¤er arı-ların güvenli¤ini sa¤lamak u¤runa kendiyaflamını harcamaktadır.

Timsah ise en vahfli hayvanlardan bi-ri olmasına karflın, yavrularına gösterdi-¤i ihtimam son derece hayret vericidir.Yavruları yumurtadan çıktıktan sonraonları a¤zında suya kadar taflır. Bundansonra yavrular büyüyüp kendi bafllarınınçaresine bakana kadar, timsah onları a¤-

zında veya üzerinde taflıyacaktır. Yavrutimsahlar da herhangi bir tehlike sezdik-lerinde hemen annelerinin a¤zındaki ko-runaklı barınaklarına kaçarlar. Oysa tim-sah hem vahfli, hem de bilinci olmayanbir hayvandır; dolayısıyla kendisindenbeklenen yavrularını koruması de¤il ak-sine onları da beslenmek için ayrım gö-zetmeden yemesidir.

Bazı anneler yavruları sütten kesile-ne kadar kendi yafladıkları topluluklarıterk etmek zorunda kalırlar ve böylecekendilerini büyük bir riske atarlar. Do-¤umdan veya yumurtadan çıktıktan son-ra birçok hayvan türü yavrularına gün-lerce, aylarca hatta kimi zaman yıllarcabakar. Onlara yiyecek, yuva, sıcaklıksa¤lar; onlar› yırtıcı hayvanlardan korur.Gün boyunca birçok kufl, yavrularını sa-atte ortalama dört ile yirmi kere arasındabesler. Memelilerde ise annelerin dahafarklı sorunları olur. Süt verme döne-minde daha iyi gıda almalıdırlar ve bu-nun için daha çok avlanmalıdırlar. Bunara¤men bu süre içerisinde yavru kiloalırken anne sürekli kilo kaybeder.

137FEDAKARLIK

Bilinci olmayan bir hayvandan bek-lenen, yavrusunu do¤urduktan sonra bı-rakıp gitmesidir. Çünkü hayvanlar buküçük canlıların ne olduklarının bile flu-uruna varamazlar. Ancak buna ra¤menbu yavruların bütün sorumlulu¤unu üst-lenirler.

Canlılar sadece yavrularını tehlike-lerden koruyarak özveride bulunmazlar.Birçok durumda kendi toplulukları için-de yaflayan di¤er canlılara karflı da sonderece "ince düflünceli" ve "çözümcü"davrandıkları gözlemlenmifltir. Bununbir örne¤i, çevrede bulunan besin kay-nakları azaldı¤ında görülür. Böyle birdurumda güçlü olan hayvanların üstüngelerek di¤er hayvanları saf dıflı bıraka-cakları ve tüm kaynaklara el koyacaklarıdüflünülebilir. Ancak olaylar hiç de ev-rimcilerin hayal ettikleri gibi geliflmez.

Ünlü bir evrimci olan Peter Kropot-kin kitabında bu konuyla ilgili bazı ör-nekler verir: Kropotkin, bir kıtlık duru-muyla karflılaflıldı¤ında karıncaların de-poladıkları erzaklarını kullanmaya bafl-ladıklarını, kuflların toplucagöç ettiklerini; bir ırmakta çokfazla kunduz yaflamaya baflla-dı¤ında, genç olanların kuzeyeyafllı olanların güneye do¤rugittiklerini anlatır.168

Yukarıda aktarılan bilgiler-den de görülece¤i gibi, do¤a-daki canlılar arasında kıyası-ya bir yiyecek veya yuva mü-cadelesi yoktur. Aksine en zorlu koflul-larda dahi canlılar arasında çok güzel biruyum ve dayanıflma görülmektedir. San-

ki her biri koflulları kolaylafltırmak içinu¤raflıyor gibidir. Ancak burada dikkatedilmesi gereken önemli bir nokta flu-dur: Bu canlıların hiçbiri bu kararlarıalacak ve böyle bir düzeni sa¤layacakbir akla ve bilince sahip de¤ildir. Öyley-se biraraya gelip ortak bir hedef belirle-meleri ve bu hedefe hepsinin uyması,hatta bu hedefin tüm toplum bireyleriiçin en sa¤lıklı karar olmasının tek açık-laması, Allah'ın yaratmasıdır.

Do¤adaki bu gerçekler karflısında,evrimcilerin "do¤a bir savaflım alanıdır,bencil olan, kendi çıkarlarını koruyanüstün gelir" iddiası tamamen geçersizkalmaktadır. Ünlü bir evrimci olan JohnMaynard Smith, canlıların bu özellikleriüzerine evrimcilere flöyle bir soru yö-neltmektedir:

E¤er do¤al seleksiyon, bireyin yaflamaihtimalini ve ço¤almasını garanti edenözelliklerinin seçilimi ise, kendini fedaeden davranıflları nasıl açıklayaca¤ız?169

FFeedduucccc››aa,, AAllaann

Archæopteryx 'i ara formolarak göstermeye çalıflan ev-rimcilerin iddiası, kuflların di-nozorlardan evrimleflti¤i flek-lindedir. Oysa dünyanın en ön-de gelen kuflbilimcilerinden bi-ri olan Kuzey Carolina Üni-versitesi profesörü Alan Fe-duccia, bir evrimci olmasına

karflılık, kuflların dinozorlarla akraba ol-du¤u teorisine kesinlikle karflı çıkmakta-dır. Feduccia flöyle der:

Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)

FEDUCCIA, ALAN138

AAllaann FFeedduucccciiaa

25 sene boyunca kuflların kafataslarınıinceledim ve dinozorlarla aralarındahiçbir benzerlik görmüyorum. Kufllarındört ayaklılardan evrimleflti¤i teorisi pa-leontoloji alanında 20. yüzyılın en büyükutancı olacaktır.170

FFiillooggeennii

Canlıların herhangi bir grubununsözde evrimsel öyküsüne "filogeni" de-nir. Bir baflka deyiflle filogeni, evrimcile-rin, gruplar arasındaki akrabalık derece-sini belirleme, her türün ya da grubunmümkün olan tüm yapısal benzerlikleri-ni ve ayrılıklarını ortaya koyma ve geç-miflteki sözde atalarını kademe kademegösterme çabalarıdır.171 (bkz. Filum;Taksonomi)

Evrimciler bu tür yöntemlerle canlı-

lar arasında varsaydıkları ata-torun ilifl-kilerini gösterebilmeyi amaçlarlar. Ayrı-ca canlılardaki bir takım benzerlikleredayanarak, tüm canlıları evrimsel soya-¤acın›n üzerine çeflitli dallandırmalarlayerlefltirmeye çalıflırlar. Ancak tüm bun-lar evrimcilerin ön kabullerine dayanıla-rak yapılan hayali ve hiçbir bilimsel des-tek ve kanıt taflımayan çalıflmalardır.

FFiilluumm ((PPhhyylluumm,, PPhhyyllaa))

Canlılar biyologlar tarafından belirlisınıflandırmalara ayrılırlar. "Taksonomi"ya da "sistematik" olarak da bilinen busınıflandırma içinde hiyerarflik kategori-ler vardır. Canlılar ilk önce "alem"lereayrılırlar; bitkiler ya da hayvanlar alemigibi. Sonra bu alemler kendi içlerinde fi-lumlara ("flubelere") bölünür.

139F‹LOGEN‹

CCaannll›› ggrruuppllaarr›› oollaann ffiilluummllaarr››nn ttaammaamm››nnaa yyaakk››nn››,, KKaammbbrriiyyeenn ddeevvrrii oollaarraakk bbiilliinneenn jjeeoolloojjiikk ddöönneemm--ddee,, hhiiççbbiirr ssöözzddee eevvrriimmsseell aattaayyaa ssaahhiipp oollmmaaddaann aanniiddeenn oorrttaayyaa çç››kkmm››flflllaarrdd››rr.. BBuu,, eevvrriimm tteeoorriissiinniiççüürrüütteenn,, yyaarraatt››ll››flfl›› ddeesstteekklleeyyeenn öönneemmllii bbiirr ddeelliillddiirr..

Örne¤in hayvanlar aleminin kendiiçindeki en büyük bölünme farklı filum-lardır. Bu filumlar belirlenirken her biri-nin tamamen farklı vücut planlarına sa-hip oldukları göz önünde bulundurul-mufltur. Örne¤in Artropodlar (eklem ba-caklılar) kendilerine has bir filumdur vebu filuma dahil edilen tüm canlılar te-melde benzer bir vücut planına sahiptir.Chordata olarak adlandırılan filum ise,merkezi bir sinir a¤ına sahip olan canlı-ları barındırır. Bizim için tanıdık olan ba-lıklar, kufllar, sürüngenler, memeliler gibihayvanların tümü, Chordata'nın bir alt sı-nıfı olan omurgalılar kategorisine dahil-dir.

Hayvanların farklı filumları arasında,ahtapotlar gibi yumuflak bedenli canlılarıbarındıran Mollusca filumu ya da yuvar-lak solucanları barındıran Nemotada fi-lumu gibi çok farklı kategoriler vardır.Bu kategorilerin en önemli özelli¤i ise,baflta da belirtti¤imiz gibi tamamen fark-lı vücut planlarına sahip olmalarıdır. Fi-lumların altındaki kategoriler, temeldebenzer vücut planlarına sahiptir, ama fi-lumlar birbirlerinden çok farklıdır.

FFll››eerrmmaannss,, CCaarrll

ABD çapında çok ünlü bir bilim ada-mı olan, Indiana Üniversitesi mikrobiyo-loji profesörü Carl Fliermans, "kimyasalatıkların bakteriler yoluyla nötralize edil-mesi" konusunda Amerikan SavunmaBakanlı¤ı'nın destekledi¤i arafltırmalar›yürütmüfltür. 5 Temmuz 1998 günü Bi-lim Arafltırma Vakfı'nın düzenledi¤i "Ev-

rim Teorisi'nin Çöküflü: Yaratılıfl Gerçe-

¤i" isimli uluslararası konferansta biyo-

kimyasal düzeydeki evrimci iddiaları ce-

vaplamıfl ve flöyle demifltir:

Modern biyoloji canlıların asla evrimle or-

taya çıkmadıklarını ispatlamakta ve Allah'ın

üstün yaratıflına delil oluflturmaktadır.172

FFlloorr tteessttii

Fosillerin yaflını belirleme metotla-

rından biri olan "flor testi", 1949'da, Bri-

tish Museum'un paleontoloji bölümün-

den Kenneth Oakley tarafından bazı eski

fosiller üzerinde denendi. Bu yöntemle,

Piltdown Adamı fosili üzerinde de bir

deneme yapıldı. Yapılan testte Piltdown

Adamı'nın çene kemi¤inin hiç flor içer-

medi¤i anlaflıldı. Bu, çene kemi¤inin

topra¤ın altında birkaç yıldan fazla kal-

madı¤ını gösteriyordu. Az miktarda flor

içeren kafatası ise sadece birkaç bin yıl-

lık olabilirdi.

Nitekim flor metoduna dayanılarak

yapılan sonraki kronolojik arafltırmalar,

kafatasının ancak birkaç bin yıllık oldu-

¤unu ortaya çıkardı. Orangutana ait çene

kemi¤indeki difllerin ise suni olarak aflın-

dırıldı¤ı, fosillerin yanında bulunan ilkel

araçların çelik aletlerle yontulmufl adi bi-

rer taklit oldu¤u anlaflıldı.173 Joseph We-

iner'in yaptı¤ı detaylı analizlerle, sahte-

karlık 1953 yılında kesin olarak ortaya

çıkarıldı. Kafatası 500 yıl yaflında bir in-

sana, çene kemi¤i de yeni ölmüfl bir

orangutana aitti! (bkz. Piltdown Adam›)

Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)

FLIERMANS, CARL140

FFoossiill

Bir bitki ya da hayvanın eski jeolojikça¤lardan bu yana yerkabu¤unda korun-mufl olan kalıntısına ya da izine fosil de-nir. Fosil kelimesi Latincede kazmak an-lamına gelen "fossils" kelimesinden ge-lir. Yeryüzünün her tarafından derlenmiflolan fosiller, yaflamın bafllangıcından buyana yeryüzünde yaflamıfl canlılar hak-kında bilgi veren en önemli kaynaktır.

Normal koflullarda, bir hayvan öldü-¤ünde, kalıntıları hızla yok olur. Ölencanlı ya lefl yiyen hayvanlar tarafındanortadan kaldırılır ya da mikroorganizma-lar tarafından ayrıfltırılır, dolayısıylahayvanın kalıntıları iz bırakmaz. Kalıntı-ların korunması ancak özel durumlardasa¤lanır.174 Bu yüzden canlı öldüktensonra ancak çok küçük bir bölümü fosilolarak korunabilmektedir. Genellikleölen bir canlının fosilleflebilmesi iki ko-flulun varlı¤ına ba¤lıdır:

1) Çok çabuk çürümesi ve lefl yiyici-lerin saldırılarından korunabilmesi içinhızla gömülmesi,

2) Gövdesinde fosilleflebilen sert bö-lümlerin bulunması.

Fosil oluflumunda en önemli ve enuygun ortam, killi ve çamurlu ortamdır.Bu çamurun içine herhangi bir flekildedüflmüfl ya da sürüklenmifl canlının etra-fındaki elementler sertleflince, gerçek birkalıp ortaya çıkar. Daha sonra canlı, ge-nellikle çürümeyle ortadan kalkar; fakatkalıp devamlı olarak kalır. Bu kalıbıniçerisine daha sonra mineraller dolarsatekrar bir kalıp alınarak canlının genel

hatlarını verecek bir mülaj oluflur. Vücutparçaları de¤iflik mineralli sularla veyasadece minerallerle dolarsa, buna tafllafl-ma denir. Bu tafllaflma bazen o kadarmükemmel olur ki üzerinde anatomik in-celemeler dahi yapılabilir.175

Fosiller sadece canlıların sert kısım-larını (kemik, difl, kabuk vs.) de¤il, aynızamanda çeflitli organları ve yaflantılarıile ilgili izleri taflıyan kalıpları da kapsa-mı içine alır. Kemiklerin fleklinden, üze-rindeki kas ba¤lantılarından hayvanınnasıl durdu¤u ve nasıl hareket etti¤i deanlaflılabilir.176

Fosillerin arafltırılması aynı zamandasoyu tükenmifl hayvanlar ve bitkiler ko-nusunda da bilgilenmemizi sa¤lar. Bubilgiler hangi zaman dilimlerinde hangicanlıların yafladıkları hakkında da bilgiverir. Fakat evrimciler, fosilleri bugünkücanlılarla aralarında akrabalık iliflkilerikurmak ve geliflimleri arasında benzer-likler gösterebilmek bakımından çokönemli görürler. Canlıların birbirindenkademe kademe evrimleflerek türedi¤iiddialarını do¤rulayabilmek için fosil ka-lıntılarına baflvurular. Ancak bugün fosilkayıtlarının %80'i ortaya çıkarılmıfl ol-masına ra¤men sonradan sahtekarlık ve-ya çarpıtma ürünü oldu¤u anlaflılan bir-kaç fosil dıflında öne sürebildikleri tek birdelil bile yoktur. Aksine yeryüzü katman-larındaki fosiller, canlıların ilk yaratıldık-larından beri kusursuzca var olduklarınıdo¤rulamaktadır. (bkz. Fosil kayıtları)

Amerikal› paleontolog R. Wesson

Harun Yahya (Adnan Oktar)

141FOS‹L

DDaarrwwiinn''iinn tteeoorriissiinniinn bbiilliimm ddüünnyyaass››nnaa hhaakkiimm oollmmaass››nnddaann bbuuyyaannaa,, ppaalleeoonnttoolloojjii ((ffoossiill bbiilliimmii)) bbuu tteeoorrii tteemmeell aall››nnaarraakk yyüürrüü--ttüüllmmeekktteeddiirr.. AAnnccaakk bbuunnaa rraa¤¤mmeenn ddüünnyyaann››nn ppeekk ççookk ffaarrkkll››bbööllggeessiinnddee yyaapp››llaann ffoossiill kkaazz››llaarr››,, tteeoorriiyyii ddeesstteekklleeyyeenn ddee¤¤iillççüürrüütteenn ssoonnuuççllaarr vveerrmmiiflflttiirr.. FFoossiilllleerr,, ffaarrkkll›› ccaannll›› ggrruuppllaarr››nn››nnyyeerryyüüzzüünnddee öözzggüünn yyaapp››llaarr››yyllaa aanniiddeenn oorrttaayyaa çç››kktt››kkllaarr››nn››,, yyaanniiyyaarraatt››lldd››kkllaarr››nn›› ggöösstteerrmmeekktteeddiirr..

da, 1991'de yay›nlanan Beyond NaturalSelection adl› kitab›nda "fosil kay›tlar›n-daki boflluklar›n gerçek ve olgusal" ol-duklar›n› flöyle aç›klamaktad›r:

Ne var ki, fosil kay›tlar›ndaki boflluklargerçektir. Herhangi bir (evrimsel) soyo-luflumunu gösterecek kay›tlar›n yoklu¤u,son derece olgusald›r. Türler genellikleçok uzun zaman dilimleri boyunca sabitkal›rlar. Türler ve özellikle cinsler hiç birzaman yeni bir türe ya da cinse do¤ru ev-rim göstermezler. Bunun yerine, bir tür yada cinsin bir di¤eriyle yer de¤ifltirdi¤igözlenir. De¤iflim ise ço¤unlukla anidir.177

FFoossiill kkaayy››ttllaarr››

Farklı canlı türlerinin ortak bir ata-dan geldikleri iddiası, gözlemsel biyolo-jinin bulguları tarafından desteklenmedi-¤i için, bu konuya ıflık tutacak asıl bilimdalı paleontoloji, yani fosil bilimidir. Ev-rim, tarihte yaflandı¤ı iddia edilen bir sü-reçtir ve bizlere canlılı¤ın tarihi hakkındabilgi verecek yegane bilimsel kaynak dafosil bulgularıdır. Ünlü Fransız zoologPierre Grassé, bu konuda flunları söyler:

Do¤a bilimciler unutmamalıdırlar ki, ev-rim süreci sadece fosil kayıtları aracılı-¤ıyla açı¤a çıkar… Sadece paleontoloji(fosil bilimi) evrim konusunda delil olufl-turabilir ve evrimin geliflimini ve meka-nizmalarını gösterebilir.178

Evrim teorisine göre bütün canlılarbirbirlerinden türemifllerdir. Öncedenvar olan bir canlı türü, zamanla bir di¤e-rine dönüflmüfl ve bütün türler bu flekildeortaya çıkmıfllardır. Teoriye göre bu dö-nüflüm yüz milyonlarca senelik uzun birzaman dilimini kapsamıfl ve kademe ka-

deme ilerlemifltir. Bu durumda, iddiaedilen uzun dönüflüm süreci içinde sayı-sız "ara türler"in oluflmufl ve yaflamıfl ol-maları gerekir. (bkz. Ara geçifl formu)

Hatta bu ara geçifl formlarının sayısı-nın bugün bildi¤imiz hayvan türlerindenbile fazla olması gerekir. Nitekim Dar-win de bu durumun teorisi için büyük biraçmaz oluflturdu¤unu Türlerin Kökenikitabının "Teorinin Zorlukları" (Difficul-ties on Theory) adlı bölümünde flöyleaçıklamıfltır:

E¤er gerçekten türler öbür türlerden ya-vafl geliflmelerle türemiflse, neden sayısız

ara geçifl formuna rastlamıyoruz? Ne-den bütün do¤a bir karmafla halinde de-¤il de, tam olarak tanımlanmıfl ve yerliyerinde? Sayısız ara geçifl formu olmalı,fakat niçin yeryüzünün sayılamayacakkadar çok katmanında gömülü olarak bu-lamıyoruz... Niçin her jeolojik yapı veher tabaka böyle ba¤lantılarla dolu de-¤il? Jeoloji iyi derecelendirilmifl bir sü-reç ortaya çıkarmamaktadır ve belki debu benim teorime karflı ileri sürülecek enbüyük itiraz olacaktır.179

Ara form fosillerinin yoklu¤u karflı-sında Darwin'in 140 yıl önce savundu¤u"ara formlar flimdi yok, ama yeni arafltır-malarla bulunabilir" argümanı bugüniçin geçerli de¤ildir. Günümüzdeki pale-ontolojik veriler, fosil kayıtlarının ola¤a-nüstü derecede zengin oldu¤unu göster-mektedir. Dünyanın farklı bölgelerindenelde edilmifl milyarlarca fosil örne¤inebakılarak, 250 bin farklı canlı türü ta-nımlanmıfltır. Bu türler flu anda yafla-makta olan yaklaflık 1.5 milyon türe ola-¤anüstü derecede benzerdir.180 Bu denli

Harun Yahya (Adnan Oktar)

143FOS‹L KAYITLARI

ZA

MA

N

CANLILAR ARASINDAK‹ FARKLILIK

Bugün

EVR‹M TEOR‹S‹NE GÖRE YAfiANMIfi OLMASI GEREKEN DO⁄A TAR‹H‹

FOSİL KAFOSİL KAYITLARI EVRİM TEOYITLARI EVRİM TEORİSİNE KARŞIRİSİNE KARŞI

FOS‹L KAYITLARININ ORTAYA KOYDU⁄U GERÇEK DO⁄A TAR‹H‹

CANLILAR ARASINDAK‹ FARKLILIK

ZA

MA

N

Bugün

Kambriyen

devri

Kambriyen

öncesi

EEvvrriimm tteeoorriissii,, tteemmeell ccaannll›› ggrruuppllaarr››nn››nn ((ffii--lluummllaarr››nn)) tteekk bbiirr oorrttaakk aattaaddaann ddoo¤¤uupp,, zzaa--mmaann iiççiinnddee ffaarrkkll››llaaflfl››pp ggeelliiflflttiikklleerriinnii iiddddiiaaeeddeerr.. ÜÜsstttteekkii flfleemmaa bbuu iiddddiiaayy›› iiffaaddee eett--mmeekktteeddiirr:: DDaarrwwiinniizzmm''ee ggöörree ccaannll››llaarr ggiiddee--rreekk ddaallllaannaann bbiirr aa¤¤aaçç ggiibbii bbiirrbbiirrlleerriinnddeennffaarrkkll››llaaflflmm››flfl oollmmaall››dd››rrllaarr..

FFoossiill kkaayy››ttllaarr›› iissee bbuunnuunn ttaamm aakkssiinnii ggööss--

tteerrmmeekktteeddiirr.. AAllttttaakkii flfleemmaaddaa ggöörrüüllddüü¤¤üü ggii--bbii,, ffaarrkkll›› ccaannll›› ggrruuppllaarr›› yyeerryyüüzzüünnddee bbiirr aann--ddaa vvee ffaarrkkll›› yyaapp››llaarr››yyllaa oorrttaayyaa çç››kkmm››flfltt››rr..

KKaammbbrriiyyeenn ddeevvrriinnddee 110000''ee yyaakk››nn tteemmeellccaannll›› ss››nn››ff›› ((ffiilluumm)) bbiirr aannddaa bbeelliirrmmiiflflttiirr.. DDaa--hhaa ssoonnrraa ddaa bbuu ccaannll›› ss››nn››ffllaarr››nn››nn ssaayy››ss››aarrttmmaamm››flfl,, aakkssiinnee aazzaallmm››flfltt››rr.. ((ÇÇüünnkküü bbaazz››ccaannll›› ss››nn››ffllaarr››nn››nn ssooyyuu ttüükkeennmmiiflflttiirr..))

zengin bir fosil kayna¤ına ra¤men hiçbirara form bulunamamıflken, yeni kazılar-la ara formlar bulunması mümkün gö-zükmemektedir. Glasgow Üniversitesipaleontoloji profesörü T. Neville Geor-ge, bu gerçe¤i yıllar önce flu flekilde ka-bul etmifltir:

Fosil kayıtlarının (evrimsel) zayıflı¤ını or-tadan kaldıracak bir açıklama yapmak ar-tık mümkün de¤ildir. Çünkü elimizdeki fo-sil kayıtları son derece zengindir ve yenikefliflerle yeni türlerin bulunması imkansızgözükmektedir... Her türlü keflfe ra¤menfosil kayıtları hala (türler arası) boflluk-lardan oluflmaya devam etmektedir.181

Harvard Üniversitesi'nden ünlü pale-ontolog Niles Eldredge ise, Darwin'in"fosil kayıtları yetersiz, ara formları oyüzden bulamıyoruz" iddiasının geçerliolmadı¤ını flöyle açıklamaktadır:

Tüm deliller, fosil kayıtlarının ortayakoydu¤u sonucun do¤ru oldu¤unu gös-termektedir: (Fosil kayıtlarında) gördü-¤ümüz boflluklar, hayatın tarihindeki ger-çek olayları yansıtmaktadır, bunlar yeter-siz bir fosil birikiminin sonucu de¤il-dir.182

Ço¤u insan fosil kayıtlarından sözedildi¤inde, bu kayıtlar ile Darwin'in te-orisi arasında olumlu bir ba¤lantı oldu¤uizlenimine kapılmaktadır. Fakat bu ya-nılgıdan Science dergisindeki bir maka-lede flöyle bahsedilir:

Evrimsel biyoloji ve paleontoloji alanla-rının dıflında kalan çok sayıda iyi e¤itim-li bilim adamı, ne yazık ki, fosil kayıtları-nın Darwinizm'e çok uygun oldu¤u gibi

bir yanlıfl fikre kapılmıfltır. Bu büyük ola-sılıkla ikincil kaynaklardaki ola¤anüstübasitlefltirmeden kaynaklanmaktadır; altseviye ders kitapları, yarı-popüler maka-leler vs... Öte yandan büyük olasılıkla bi-raz taraflı düflünce de devreye girmekte-dir. Darwin'den sonraki yıllarda, onuntaraftarları bu yönde (fosiller alanında)geliflmeler elde etmeyi ummufllardır. Bugeliflmeler elde edilememifl, ama yine deiyimser bir bekleyifl devam etmifl ve birkısım hayal ürünü fanteziler de ders ki-taplarına kadar girmifltir.183

Eldredge ve Tattersall ise bu konudaflu önemli yorumu yaparlar:

Ayrı türlere ait fosillerin, fosil kayıtların-da bulundukları süre boyunca de¤iflimgöstermedikleri, Darwin'in Türlerin Kö-keni'ni yayınlamasından önce bile pale-ontologlar tarafından bilinen bir gerçek-tir. Darwin ise gelecek nesillerin bu bofl-lukları dolduracak yeni fosil bulguları el-de edecekleri kehanetinde bulunmufltur...Aradan geçen 120 yılı aflkın süre boyun-ca yürütülen tüm paleontolojik arafltır-malar sonucunda fosil kayıtlarının Dar-win'in bu kehanetini do¤rulamayaca¤ıaçıkça görülür hale gelmifltir. Bu, fosilkayıtlarının yetersizli¤inden kaynakla-nan bir sorun de¤ildir. Fosil kayıtlarıaçıkça söz konusu kehanetin yanlıfl oldu-¤unu göstermektedir.Türlerin flaflırtıcı bir biçimde sabit olduk-ları ve uzun zaman dilimleri boyunca hepdura¤an kaldıkları yönündeki gözlem,"kral çıplak" hikayesindeki tüm özellikle-ri barındırmaktadır: Herkes bunu gör-müfl, ama görmezlikten gelmeyi tercih et-mifltir. Darwin'in öngördü¤ü tabloyu ıs-

Harun Yahya (Adnan Oktar)

145FOS‹L KAYITLARI

rarla reddeden hırçın bir fosil kaydı ilekarflı karflıya kalan paleontologlar, bugerçe¤e açıkça yüz çevirmifllerdir.184

Amerikalı paleontolog S. M. Stanleyde, fosil kayıtlarının ortaya koydu¤u bugerçe¤in bilim dünyasına hakim olanDarwinist dogma tarafından nasıl göz ar-dı edildi¤ini ve ettirildi¤ini flöyle anlatır:

Bilinen fosil kayıtları kademeli evrimleuyumlu de¤ildir ve hiçbir zaman dauyumlu olmamıfltır. ‹lgi çekici olan, bir-takım tarihsel koflullar aracılı¤ıyla, bukonudaki muhalefetin gizlenmifl oluflu-dur... Ço¤u paleontolog, ellerindeki ka-nıtların Darwin'in küçük, yavafl ve kade-meli de¤iflikliklerin yeni tür oluflumunusa¤ladı¤ı yönündeki vurgusuyla çeliflti¤i-ni hissetmifltir... ama onların bu düflünce-si susturulmufltur.185

FFoottoosseenntteezziinn kköökkeennii

Fotosentez yeryüzündeki canlılı¤ınçok büyük bir denge unsurudur. Foto-sentez olmasa, bitkiler olmaz, bitkiler ol-madı¤ında ise hayvanlar ve biz insanlarda var olamayız. Henüz hiçbir laboratu-varda taklit edilemeyen bu kimyasal re-aksiyon, yaflamın temel flartlarından biri-dir. Ayrıca bitkilerin gerçeklefltirdiklerifotosentez ile hayvanların ve insanlarınenerji tüketimleri arasında tam bir dengevardır. Bitkiler bize glikoz ve oksijen ve-rirler. Biz ise hücrelerimizde glikozu ok-sijenle birlefltirip "yakar", böylelikle bit-kilerin glikoza eklemifl oldukları güneflenerjisini açı¤a çıkarıp kullanırız.

Yaptı¤ımız fley, aslında fotosentezi

tersine çevirmektir. Bunun sonucundaatık madde olarak karbondioksit çıkarırve bunu ci¤erlerimizle atmosfere veririz.Bu karbondioksit bitkiler tarafından ye-niden fotosentezde kullanılır. Bu mü-kemmel dönüflüm bu flekilde sürüp gi-der.

Ayrıca fotosentez, yeryüzündeki ya-flamın en temel ifllemlerinden biridir. Bit-ki hücreleri, içlerindeki kloroplastlar sa-yesinde su, karbondioksit ve günefl ıflı¤ı-nı kullanarak niflasta üretirler. Hayvanlarise kendi besinlerini üretemez ve bitkiler-den gelen niflastayı kullanırlar. ‹flte bunedenle fotosentez kompleks yaflamın te-mel flartıdır. ‹flin daha da ilginç yanı ise,son derece kompleks bir ifllem olan foto-sentezin henüz tam olarak çözülememiflolufludur. Modern teknoloji, fotosentezitaklit etmek bir yana, detaylarını çözme-yi bile henüz baflaramamıfltır.

Bu kompleks ifllem, evrim teorisinegöre do¤al süreçlerin bir ürünüdür. Ev-rimci varsayımlara göre, bitki hücrelerifotosentez yapabilmek için, fotosentezyapabilen bakterileri yutup kloroplastaçevirmifllerdir. Fakat bu bakterilerin fo-tosentez gibi karmaflık bir ifllemi yapma-yı nereden ö¤rendikleri evrim senaryo-sunda cevapsız soruların baflında gelir.

Evrimci kaynaklar, insanın bile tümteknolojisine ve bilgisine ra¤men henüzgerçeklefltiremedi¤i fotosentez gibi birifllemin bakteriler tarafından bir flekildetesadüfen "keflfedildi¤ini" söylerler. Ma-saldan hiç farkı olmayan anlatımları ilehiçbir bilimsel de¤eri olmayan senaryo-

Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)

FOTOSENTEZ‹N KÖKEN‹146

lar üretirler. Konuyu biraz daha detaylı

olarak inceleyenler ise, fotosentezin ev-

rim adına büyük bir çıkmaz oldu¤unu

kabul etmek durumunda kalır. Örne¤in

Prof. Ali Demirsoy bu konuda flu itirafta

bulunur:

Fotosentez oldukça karmaflık bir olaydır

ve bir hücrenin içerisindeki organelde

ortaya çıkması olanaksız görülmektedir.

Çünkü tüm kademelerin birden oluflması

olanaksız, tek tek ortaya çıkması da an-

lamsızdır.186

Alman biyolog Hoimar Von Ditfurth

ise, fotosentezin, bu yetene¤e sahip ol-

mayan bir hücre tarafından sonradan

"ö¤renilemeyecek" bir ifllem oldu¤unu

flöyle belirtir:

Hiçbir hücre, biyolojik bir ifllevi sözcü-

¤ün gerçek anlamında "ö¤renme" olana-

¤ına sahip de¤ildir. Bir hücrenin solu-

num ya da fotosentez yapma gibi bir iflle-

vi do¤uflu sırasında yerine getirebilecek

konumda olmayıp, daha sonraki yaflam

süreci içinde bunun üstesinden gelebile-

Harun Yahya (Adnan Oktar)

147FOTOSENTEZ‹N KÖKEN‹

BBiittkkii hhüüccrreessii,, ggüünnüümmüüzzddee hhiiççbbiirr llaabboorraattuuvvaarrddaa ggeerrççeekklleeflflttiirriilleemmeeyyeenn bbiirr iiflfllleemmii yyaannii ""ffoottoosseenntteezz""iiflfllleemmiinnii ggeerrççeekklleeflflttiirriirr.. BBiittkkii hhüüccrreessiinnddee bbuulluunnaann ""kklloorrooppllaasstt"" iissiimmllii bbiirr oorrggaanneell ssaayyeessiinnddee bbiittkkiilleerrssuu,, kkaarrbboonnddiiookkssiitt vvee ggüünneeflfl ››flfl››¤¤››nn›› kkuullllaannaarraakk nniiflflaassttaa üürreettiirrlleerr.. BBuu bbeessiinn mmaaddddeessii,, yyeerryyüüzzüünnddeekkiibbeessiinn zziinncciirriinniinn iillkk hhaallkkaass››dd››rr vvee yyeerryyüüzzüünnddeekkii ttüümm ccaannll››llaarr››nn bbeessiinn kkaayynnaa¤¤››dd››rr.. BBuu ççookk kkaarrmmaaflfl››kkiiflfllleemmiinn aayyrr››nntt››llaarr›› ggüünnüümmüüzzddee hhaallaa ttaamm oollaarraakk ççöözzüülleemmeemmiiflflttiirr..

YYaapprraa¤¤››nn kkeessiittii

FFoottoosseenntteezz

hhüüccrreessii

DD››flfl zzaarr

‹‹çç zzaarr

AAnnaa ddookkuu

GGrraannuumm‹‹nnccee ppuull

KKlloorrooppllaasstt

GGrraannuumm

EEppiiddeerrmmiiss

KKaabbuukk zzaarr››

FFoottoosseenntteezz yyaappaannhhüüccrreelleerrii iiççeerreenn ddookkuu

GGöözzeenneekk

TThhyyllaakkooiiddlleerr

cek duruma gelmesi, bu ifllevi sa¤layacakbeceriyi edinmesi olanaksızdır.187

Fotosentez rastlantılar sonucu gelifle-meyece¤ine ve bir hücre tarafından son-radan ö¤renilemeyece¤ine göre, yeryü-

zünde yaflayan ilk bitki hücrelerinin fo-

tosentez yapma özelli¤iyle var oldukları

ortaya çıkmaktadır. Yani Allah bitkileri

fotosentez yetene¤iyle birlikte yaratm›fl-

t›r.

Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)

FOTOSENTEZ‹N KÖKEN‹148

FFooxx DDeenneeyyii

Amino asitler protein oluflturmaküzere kimyasal olarak birleflirken açı¤asu molekülü çıkar. Le Chatêlier Prensibiolarak bilinen kurala göre, açı¤a su çıka-ran bir reaksiyonun (kondansasyon reak-siyonu), su içeren bir ortamda sonuçlan-ması mümkün de¤ildir. (bkz. Le Chatêli-er Prensibi) Dolayısıyla evrimcilerin ha-yatın baflladı¤ı ve amino asitlerin olufltu-¤u yerler olarak belirttikleri okyanuslar,amino asitlerin birleflerek proteinlerioluflturması için kesinlikle uygun olma-yan ortamlardır. Kimyacı Richard E.Dickerson bunun nedenini flöyle açıklar:

E¤er protein ve nükleik asit polimerleriöncül monomerlerden oluflacaksa, poli-mer zincirine her bir monomer ba¤lanı-flında bir molekül su atılması flarttır. Budurumda suyun varlı¤ının polimer olufl-turmanın aksine ortamdaki polimerleriparçalama yönünde etkili olması gerçe¤ikarflısında, sulu bir ortamda polimerlefl-menin nasıl yürüyebildi¤ini tahmin etmekgüçtür.188

Evrimciler tüm teorilerini çürüten bu"su sorunu" üzerine olmadık yeni senar-yolar üretmeye baflladılar. Bu arafltırma-cıların en tanınmıflı olan Sydney Fox,sorunu çözmek için ilginç bir teori orta-ya attı: Ona göre, ilk amino asitler ilkelokyanusta olufltuktan hemen sonra birvolkanın yanındaki kayalıklara sürük-lenmifl olmalıydılar. Sonra da aminoasitleri içeren karıflımdaki su, kayalıklar-daki yüksek ısı nedeniyle buharlaflmıflolmalıydı. Böylece "kuruyan" amino

asitler, proteinleri oluflturmak üzere bir-leflebilirlerdi.

Fakat bu "çetrefilli" çıkıfl yolu dakimse tarafından benimsenmedi. Çünküamino asitler, Fox'un öne sürdü¤ü türdenbir ısıya karflı dayanıklılık gösteremez-lerdi: Yapılan arafltırmalar amino asitle-rin yüksek ısıda hemen tahrip oldukları-nı ortaya koyuyordu. Ancak Fox iddiala-rından vazgeçmedi.

Laboratuvarda, "çok özel koflullar-da", saflafltırılmıfl amino asitleri kuru or-tamda ısıtarak birlefltirdi. Amino asitlerbirlefltirilmifl ancak proteinler yine eldeedilememiflti. Elde ettikleri, birbirinerastgele ba¤lanmıfl, basit ve düzensizamino asit halkalarıydı ve herhangi bircanlının proteinine benzemekten çokuzaktı. Dahası e¤er Fox amino asitleriaynı ısıda tutsaydı, ortaya çıkan ifle yara-maz halkalar da parçalanacaktı.189

Deneyi anlamsızlafltıran bir baflkanokta ise, Fox'un daha önce Miller De-neyinde elde edilmifl olan amino asitleride¤il, canlı organizmalardaki saf aminoasitleri kullanmıfl olmasıydı. Oysa Mil-ler'ın devamı olma iddiasındaki deney,Miller'ın vardı¤ı sonuçtan yola çıkmalıy-dı. Ama ne Fox ne de baflka bir arafltır-macı, Miller'ın üretti¤i ifle yaramaz ami-no asitleri kullanmadı.190

Fox'un söz konusu deneyi evrimciçevrelerde bile pek olumlu karflılanmadı.Zira Fox'un elde etti¤i anlamsız aminoasit zincirlerinin (proteinoidlerin) do¤alkoflullarda oluflmayaca¤ı çok açıktı. Da-

Harun Yahya (Adnan Oktar)

149FOX DENEY‹

hası, canlıların yapıtaflları olan protein-

ler hala elde edilememiflti. Proteinlerin

kökeni problemi hala çözümlenememifl-

ti. 1970'li yılların popüler bilim dergisi

Chemical Engineering News'de yayınla-

nan bir makalede Fox'un gerçeklefltirdi¤i

deney hakkında flöyle deniyordu:

Sydney Fox ve di¤er arafltırmacılar, çok

özel ısıtma teknikleri kullanarak Dünya-

nın ilk devirlerinde hiç var olmamıfl flart-

larda amino asitleri "proteinoidler" adı

verilen bir flekilde birbirine ba¤lamayı

baflarmıfllardır. Bununla beraber bunlar,

canlılarda bulunan çok düzenli proteinle-

re hiç benzememektedir. Bunlar, hiçbir

ifle yaramayan düzensiz lekelerden baflka

bir fley de¤ildirler. ‹lk devrelerde bu mo-

leküller e¤er gerçekten meydana gelmifl-

lerse bile, bunların parçalanmamaları

mümkün de¤ildir.191

Gerçekten de Fox'un elde etti¤i "pro-

teinoidler", gerçek proteinlerden yapı ve

ifllev olarak tamamen uzaktı. Proteinler-

le aralarında, karmaflık bir teknolojik ci-

hazla ifllenmemifl bir metal yı¤ını arasın-

daki kadar fark vardı.

Dahası, bu düzensiz amino asit yı-

¤ınlarının bile ilkel atmosferde yaflama

imkan› yoktu. Dünyanın o günkü flartla-

rında yeryüzüne ulaflan yo¤un ultraviyo-

le ıflınları ve kontrolsüz do¤a koflulları-

nın do¤urdu¤u zararlı, tahrip edici fiziksel

Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)

FOX DENEY‹150

FOX'UN "PROTE‹NO‹D"LER‹MMiilllleerr''iinn sseennaarryyoossuunnddaann eettkkiilleenneenn SSddnneeyy FFooxx,, bbaazz›› aammiinnoo aassiittlleerrii bbiirrlleeflflttiirreerreekk ""pprrootteeiinnooiidd""

aadd››nn›› vveerrddii¤¤ii üüsstttteekkii mmoolleekküülllleerrii oolluuflflttuurrdduu.. AAnnccaakk bbuu iiflflee yyaarraammaazz aammiinnoo aassiitt zziinncciirrlleerriinniinn,,

ccaannll›› bbeeddeennlleerriinnii oolluuflflttuurraann ggeerrççeekk pprrootteeiinnlleerrllee iillggiissii yyookkttuu.. AAssll››nnddaa ttüümm bbuu ççaabbaallaarr,, ccaannll››ll››¤¤››nn

tteessaaddüüffeenn oolluuflflmmaakk bbiirr yyaannaa,, llaabboorraattuuvvaarr oorrttaamm››nnddaa ddaahhii üürreettiilleemmeeddii¤¤iinnii bbeellggeelliiyyoorrdduu..

ve kimyasal etkenler, bu proteinoidlerindahi varlıklarını sürdürmelerine imkanvermeden parçalanmalarına neden ola-caktı. Amino asitlerin ultraviyole ıflınla-rının ulaflamayaca¤ı flekilde suyun altın-da bulunmaları ise, Le Châtelier prensibinedeniyle söz konusu de¤ildi. Bu verilersonucunda bilim adamları arasında, pro-teinoidlerin hayatın bafllangıcını olufltu-ran moleküller oldukları fikri giderek et-kisini kaybetti.

FFooxx,, SSyyddnneeyy

Sydney Fox canlılı¤ın yapıtaflı olanproteinlerin, amino asitlerden tesadüfenolufltu¤unu ileri sürerek, bu iddiasını is-patlamak üzere bir deney gerçeklefltirdi.(bkz. Fox Deneyi)

Miller'in senaryosundan etkilenenSydney Fox, bazı amino asitleri birleflti-rerek "proteinoid" adını verdi¤i mole-külleri oluflturdu. Ancak bu ifle yaramazamino asit zincirlerinin canlıları olufltu-ran gerçek proteinlerle ilgisi yoktu. As-

lında Fox'untüm çabaları,canlılı¤ın te-s a d ü f e noluflmak biryana, labora-tuvar orta-mında dahiüretilemedi-¤ini belgele-mifltir.

FFuuttuuyymmaa,, DDoouuggllaass

Douglas Futuyma 1986 yılında ya-yınladı¤ı Evrim Biyolojisi isimli kitabın-da do¤al seleksiyon mekanizmasının ev-rimlefltirici bir mekanizma oldu¤unu sa-vunmufltur. Futuyma'nın kitabında de-

¤indi¤i örnek, bukonuda verilen ün-lü örneklerdenolan endüstri dev-rimi sırasında ‹n-giltere'de bulunan

kelebek popü-l a s y o n u n u nrenklerinin ko-yulaflmasıd ı r.

(bkz. Sanayi devrimi kelebekleri) Fakatkendisi, "canlılar dünya üzerinde ya ta-mamen mükemmel ve eksiksiz bir biçim-de ortaya çıkmıfllardır ya da kendilerin-den önce var olan bazı canlı türlerindenevrimleflerek meydana gelmifllerdir. E¤ereksiksiz ve mükemmel bir biçimde ortayaçıkmıfllarsa, o halde üstün bir akıl tara-fından yaratılmıfl olmaları gerekir" diye-rek bu gerçe¤i kabul eder.192

Ayrıca evrim teorisinin ça¤ımızdakisavunucularının en ünlülerinden biriolan biyolog Douglas Futuyma,"Marx'ın insanlık tarihini açıklayan ma-teryalist teorisi ile birlikte Darwin'in ev-rim teorisi materyalizm zemininde büyükbir aflamaydı" diye yazarken evrim te-orisinin gerçekte neden önemli oldu¤unaiflaret eder.193

Harun Yahya (Adnan Oktar)

151FOX , SYDNEY

SSyyddnneeyy FFooxx

DDoouuggllaass FFuuttuuyymmaa

GGaallaappaaggooss AAddaallaarr››

Büyük Okyanus'ta Ekvador yakınla-rındaki Galapagos Adaları özellikle kuflve sürüngen türlerinin a¤ırlıklı olarakbulundu¤u, birçok canlı türünün yafladı-¤ı bir bölgedir. Darwin'in söz konusuadalarda gördü¤ü mucizevi çeflitlilik,onu pek çok insanın aksine, tüm varlık-ların rastlantı eseri meydana geldi¤i so-nucuna götürmüfltür. O, tüm bunları ya-ratan Allah'ın sonsuz kudretini takdiredememifltir. Evrendeki sanattan etkilen-mesi ve bir arafltırmacı olarak bu gerçe¤ihemen anlayabilmesi gerekirken, Dar-win'de bu mantık tam tersine ifllemifltir.

Darwin bu canlıların binlercesinitoplayıp ispirtoda saklamasına ra¤men,sadece ispinoz türlerine dikkat çekmiflve bu canlıları inceledi¤inde de son de-rece dar görüfllü çıkarımlar yapmıfltır. ‹s-pinozların gagalarının inceli¤i, uzunlu¤uveya kısalı¤ı elbette incelenebilir. Amayalnızca bu incelemeyle tüm canlı türle-rinin kökenine; örne¤in dev boyutlu ba-linaların, farklı görünümleriyle fillerin,muhteflem uçufl yetene¤i ile sineklerin,kanatlarındaki ola¤anüstü simetri iledikkat çeken kelebeklerin, denizaltındayaflayan birbirinden çok farklı balıkların,kabuklu deniz canlılarının, kuflların, sü-rüngenlerin ve en önemlisi de akıl ve flu-ur sahibi insanın nasıl var oldu¤una yö-nelik bir çıkarım yapmak, akıl ve bilimyoluyla düflünen insanın benimsemeye-ce¤i bir davranıfltır.

GGaallttoonn,, FFrraanncc››ss

Sir Francis Galton da kuzeni CharlesDarwin gibi biyolojiyle ilgilenmiflti.Charles Darwin'den farklı olarak konu-nun çok fazla bilinmeyen bir alanındaçalıflmıfltı: kalıtım ve zeka. Galton do-¤ufltan gelen özelliklerin gelifltirilmesiiçin öjeni fikrini (insan ırkının soya çe-kim yoluyla ıslah edilmesine çalıflan fi-kir) savunmufltu. Galton'un genetik kav-ramı Hitler, Churchill ve kendilerinceuygunsuz ırkları ortadan kaldırmaya ça-lıflmıfl bir çok kifli tarafından benimsen-miflti.

K. Ludmerer, 19. yüzyılda öjeni fik-rine olan ilginin artıflının sebebinin Dar-winizm oldu¤unu flöyle belirtir:

... modern öjenik düflünce yalnızca 19yüzy›lda uyandı. Bu yüzyıl sırasında öje-niye ilginin oluflmasının birkaç nedenivardır. En önemli neden ise evrim teorisi-dir. Öjeni terimini de keflfeden FrancisGalton fikirlerini kuzeni Charles Dar-win'in doktrinine dayandırıyordu.194

GGeenn

Hücrenin çekirde¤inde bulunan bilgideposu DNA, A- T- G- C harfleri ile ifa-de edilen nükleik asit moleküllerindenoluflur. Bu dört harfle ifade edilen mole-küller, ikiflerli olarak karflılıklı eflleflir vebirer basamak olufltururlar. Bu basamak-lar ise üst üste eklenerek genleri meyda-na getirirler. DNA molekülünün bir bö-lümü olan her bir gen, insan vücudunda-ki belli bir özelli¤i kontrol eder. Boyun

153GALAPAGOS ADALARI

Harun Yahya (Adnan Oktar)

uzunlu¤undan gözün rengine, burnunfleklinden kan grubuna kadar tüm bilgi-ler canlının genlerinde saklıdır. ‹nsanhücresindeki DNA'larda 30.000 civarın-da gen bulunur. Her gen, karflılı¤ı oldu¤uprotein türüne göre, sayıları 1.000 ile186.000 arasında de¤iflen nükleotidlerinözel bir sıralamada dizilmesinden olu-flur. Bu genler insan vücudunda görevyapan yaklaflık 30.000 civarındaki prote-inin kodlarını saklar ve bu proteinlerinüretimini denetler. Bu 30.000 genin içer-di¤i bilgi, DNA'daki toplam bilginin yal-nızca % 3'ünü teflkil eder. Geriye kalan% 97'lik bölüm ise günümüzde hala sır-rını korumaya devam etmektedir.

Genler kromozomların içinde bulu-nur. Her insan hücresinin (üreme hücre-leri hariç) çekirde¤inde 46 kromozomvardır. Her bir kromozomu gen sayfala-rından meydana gelmifl bir cilde benze-tirsek, bir hücrede insanın tüm özellikle-rini içeren 46 ciltlik bir "hücre ansiklo-pedisi"nin bulundu¤unu söyleyebiliriz.Bu hücre ansiklopedisi tam 920 ciltlikEncyclopedia Britannica'nın içerdi¤i bil-giye eflde¤erdir.

Her insanın DNA'sındaki harflerindizilimi farklı farklıdır. fiu ana kadardünya üzerinde yaflamıfl milyarlarca in-sanın tümünün birbirinden farklı olmala-

rının nedeni de budur. Organların veuzuvların temel yapı ve ifllevleri her in-sanda aynıdır. Ancak herkes o kadar incefarklılıklarla o kadar ayrıntılı ve özel ya-ratılır ki, bütün insanlar tek bir hücreninbölünmesiyle meydana geldikleri ve ay-nı temel yapıya sahip oldukları halde,hiçbirinin görünümü bir di¤erine benze-mez.

Vücudumuzda bulunan bütün organ-lar genlerin tarif etti¤i bir plan çerçeve-sinde infla edilirler. Örne¤in bilim adam-larının çıkardıkları bir gen atlasına görevücudumuzda, deri 2.559, beyin 29.930,göz 1.794, tükürük bezi 186, kalp 6.216,gö¤üs 4.001, akci¤er 11.581, karaci¤er2.309, ba¤ırsak 3.838, iskelet kası 1.911ve kan hücreleri 22.092 gen tarafındankontrol edilmektedir.

fiu anda düzgün bir insan olarak ya-flam sürdürmenizin sırrı, DNA'larınızdabulunan 46 ciltlik hücre ansiklopedisin-deki milyarlarca harfin "hatasız" olarakbirbiri ardına dizilmifl olmasındadır. El-bette bu harflerin kendi fluurları ve irade-leriyle böyle bir dizilimi gerçeklefltirmiflolmaları mümkün de¤ildir. Burada an-siklopedi sayfalarına benzetti¤imiz gen-ler, tesadüf kelimesini anlamsız kılan ha-tasız dizilimleriyle yaratılıflın bir ispatı-dır. (bkz. DNA)

Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)

GEN154

GGeenn ffrreekkaannss››

Her popülasyonun, yani aynı türe aitbireylerden meydana gelmifl ve belirlibir alana yayılmıfl canlı toplulu¤ununkendine özgü bir genetik yapısı bulunur.Bu genetik yapı, popülasyonun içerdi¤igenotip (bireyin kalıtsal yapısı) ve gen-lerin frekansı ile belirlenir.

Gen frekansı, gen havuzundaki (birpopülasyonun kalıtsal yapısı) herhangibir özellikle ilgili genin, toplam genleriçindeki yüzde oranına denir. Örne¤inbezelye popülasyonlarında düzgün veburufluk olmak üzere bu karakter için ikigen bulunur. Popülasyondaki düzgün to-hum genlerinin sayısının, toplam sayıyaoranı düzgün tohumlu genlerin frekansı-nı verir. (bkz. Gen havuzu)

Bir gen frekansının de¤erinin yüksekolması, o genin gen havuzunda fazlamiktarda bulundu¤u, dolayısıyla ortayaçıkan genetik çeflitlenmede (varyasyon)bu özelli¤in daha baskın olaca¤ı anlamı-na gelir. Evrimciler ise, bir türün içindekiçeflitlili¤in fazla olmasını teorilerine delilolarak göstermeye çalıflırlar. Oysa var-yasyon evrime hiçbir delil oluflturmaz,

çünkü varyasyon, zaten var olan genetikbilginin farklı eflleflmelerinin ortaya çık-masıdır ve genetik bilgiye yeni bir özel-lik kazandırmaz. (bkz. Varyasyon)

Popülasyonlar, gen frekansı bakımın-dan homojen da¤ılım göstermezler. On-ların içerisinde de özellikleri di¤erlerinegöre birbirine daha çok benzeyen küçükgruplar vardır. Bu gruplar birbirlerindenco¤rafi izolasyonla belirli bir süre ayrıl-mıfl; fakat aralarındaki gen akıflı tam ola-rak kesilmemifltir. (bkz. Co¤rafi izolas-yon görüflü)

GGeenn hhaavvuuzzuu

Evrimciler, bir türün içindeki varyas-yonları teoriye delil olarak göstermeyeçalıflırlar. Oysa varyasyon evrime deliloluflturmaz; çünkü varyasyon, zaten varolan genetik bilginin farklı eflleflmeleri-nin ortaya çıkmasından ibarettir ve gene-tik bilgiye yeni bir özellik kazandırmaz.

Varyasyon, bir tür içinde sınırlı birçeflitlilik sa¤lar. Bu de¤ifliklikler sınırlı-dır, çünkü de¤ifliklik sadece zaten varolan genetik bilgiyi kendi içinde çeflit-lendirir. Genetik bilgiye herhangi bir ek-leme yapmak mümkün de¤ildir. Sadecevar olan bilgi kendi içinde de¤iflir ve bude¤iflikli¤in sınırları da belirlenmifltir.Genetik biliminde söz konusu sınıra"gen havuzu" denir. Bir canlı türününgen havuzunda bulunan bütün özellikler,varyasyon sayesinde çeflitli biçimlerdeortaya çıkabilir. Örne¤in varyasyon so-nucunda, bir sürüngen türünün içinde

Harun Yahya (Adnan Oktar)

155GEN FREKANSI

ortalamaya göre biraz daha uzun ayaklıya da biraz daha kısa ayaklı cinsler orta-ya çıkabilir, çünkü kısa ayak bilgisi de,uzun ayak bilgisi de sürüngenlerin genhavuzunda vardır. Ama varyasyon sü-rüngenlere kanat takıp, tüy ekleyip, me-tabolizmalarını de¤ifltirip onları kufla dö-nüfltüremez. Çünkü bu tür bir dönüflümcanlının genetik bilgisinde bir artıfl ol-masını gerektirir, fakat varyasyonlardaböyle bir durum söz konusu de¤ildir.

Geçmiflten günümüze vahfli ormanhorozundan türetilmifl birçok cins tavukbulunmaktadır. Ancak günümüzde yenicinslerin oluflumu durmufltur, zira artıkorman tavu¤unun genetik bilgisindekide¤iflimin sınırına ulaflılmıfltır ve yenicins tavuk üretilememektedir. Buradakidurum türleflmedir ve hiçbir flekilde evri-me delil teflkil etmez.

Bitki teknolojisinde de aynı durumsöz konusudur. fieker pancarı bu konudaiyi bir örnektir. 1800'lü yıllardan baflla-yarak fleker pancarı üreticileri iyi cinsfleker pancarlarını birbirleriyle türeterekyeni cinsler oluflturmufllardır. 75 yıllıkbir çalıflmanın sonucunda fleker pancarı-nın içerdi¤i fleker oranının %6'dan%15'e yükseltilmesi mümkün olmufltur.Ancak bir süre sonra fleker pancarındakiiyileflme durmufl ve fleker oranı daha faz-la yükseltilemez hale gelmifltir. Çünküfleker pancarının genetik bilgisinin izinverdi¤i de¤iflimin sınırına ulaflılmıfltır vebunun ötesinde, artık bu bilginin çaprazçiftlefltirme yöntemiyle gelifltirilmesimümkün olmamaktadır. Bu örnek, gene-tik bilgideki de¤iflimlerin bir sınırı oldu-¤unun en önemli göstergelerindendir.

GGeenneettiikk bbiillggii

Genetik sistem yalnızca DNA'danibaret de¤ildir. DNA'dan bu flifreyi oku-yacak enzimler, bu flifrelerin okunmasıy-la üretilecek mRNA, mRNA'nın bu flif-reyle gidip üretim için üzerine ba¤lana-ca¤ı ribozom, ribozoma üretimde kulla-nılacak amino asitleri taflıyacak bir taflı-yıcı RNA ve bunlar gibi sayısız ara ifl-lemleri sa¤layan son derece kompleksenzimlerin de aynı ortamda bulunmasıgerekir. Ayrıca böyle bir ortam, ancakhücre gibi, gerekli tüm hammadde veenerji imkanlarının bulundu¤u, her yön-den izole ve tamamen kontrollü bir or-tamdan baflkası olamaz. (bkz. DNA; ri-bozom; RNA Dünyası tezi)

GGeenneettiikk ddee¤¤iiflflmmeezzlliikk

((ggeenneett››cc hhoommooeessttaass››ss))

20. yüzyıl bilimi, canlılar üzerinde ya-pılan birtakım deneyler sonucunda "ge-netik de¤iflmezlik" (genetik homeosta-sis) denilen bir ilkeyi ortaya çıkardı. Builke, bir canlı türünü de¤ifltirmek için ya-pılan tüm efllefltirme (farklı varyasyonoluflturma) çabalarının sonuçsuz kaldı¤ı-nı, canlı türleri arasında aflılmaz duvarlaroldu¤unu ortaya koyuyordu. Yani farklıinek varyasyonlarını çiftlefltiren hayvanyetifltiricilerinin, inekleri Darwin'in iddiaetti¤i gibi, baflka bir türe dönüfltürmelerikesinlikle mümkün de¤ildi.

Darwin Retried (Darwin YenidenSorguland›) adlı kitabıyla Darwinizm'ingeçersizli¤ini ortaya koyan NormanMacbeth bu konuda flöyle yazar:

Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)

GENET‹K B‹LG‹156

Sorun canlıların gerçekten de sınırsız bir

biçimde varyasyon gösterip göstermedik-

leridir... Türler her zaman için sabittirler.

Yetifltiricilerin yetifltirdikleri de¤iflik bitki

ve hayvan cinslerinin belirli bir noktadan

ileri gitmedi¤ini, hatta hep orijinal form-

larına geri döndü¤ünü biliriz.195

GGeennoomm PPrroojjeessii

((GGeennoommee PPrroojjeecctt))

Evrimci çevreler Genom Projesi'ninevrim teorisini kanıtladı¤ı iddiasıyla or-taya çıkmaktadırlar; fakat bunun hiçbirbilimsel gerçekli¤i yoktur. Evrimcilersomut bir delil bulamamaktan dolayı,"Genom Projesi evrim teorisini kesinolarak ispatladı" sloganı ile içi bofl birevrim propagandası yaparlar. Ne var ki,genom projesinde elde edilen bulgularlaevrim teorisinin iddiaları arasında hiçbirba¤lantı yoktur.

Genlerle oynanarak canlılarda fizik-sel de¤iflikliklere neden olmanın evrim

teorisinin bir kanıtı oldu¤unu düflünmekkuflkusuz çok büyük bir yanılgıdır. ‹nsanGenomu Projesi dahilinde, canlıların bo-zuk genlerinin düzeltilerek, bazı kalıtsalhastalıkların iyilefltirilebilece¤i veyagenlerle oynanarak bir türün daha mü-kemmellefltirilebilece¤i do¤rudur. Nevar ki, bu müdahalelerin hepsi bilinç,akıl, bilgi, yetenek ve teknoloji sahibi in-sanlar tarafından bir kontrol dahilindeuygulandı¤ı takdirde iyileflmeye ve ge-liflmeye yönelik sonuçlar verecektir.

Evrim teorisine karflı getirilen enönemli elefltiri zaten bu noktadadır. Ev-rim teorisinin iddiası, genlerin, protein-lerin, hayatın tüm yapıtafllarının ve dola-y›s›yla canlılı¤ın, hiçbir bilinç olmadan,tamamen tesadüflerin sonucunda kendikendine olufltu¤udur. Bu, kesinlikle ka-bul edilebilir bir açıklama de¤ildir. Nebilim, ne de mantık böyle bir tesadüf id-diasını kabul etmemektedir. Çünkü, ge-nom projesinin gündeme gelmesiyle birkez daha anlaflılmıfltır ki, canlılık son de-

Harun Yahya (Adnan Oktar)

157GENOM PROJES‹

‹‹nnssaann GGeennoomm PPrroojjeessii''nnii yyüürrüütteenn CCeelleerraa GGeennoommiiccss flfliirrkkeettii

rece kompleks, iç içe geçmifl ve hepsibirbirine ba¤lı, biri olmadan di¤erininolamayaca¤ı yapılardan oluflmaktadır. Buyapıların her biri kusursuz bir plan ve ta-sarıma sahiptir. Dolayısıyla böylesinemükemmel ve kompleks yapıların tesa-düfler sonucunda, kendili¤inden oluflma-ları ve yine tesadüfler sonucunda kendikendilerini gelifltirerek çok daha karma-flık yapıları meydana getirmeleri imkan-sızdır. Bunun için bilinç, akıl ve bilgi ge-rekir. Bu sonucun bize gösterdi¤i tek ger-çek vardır: Canlılı¤› sonsuz akl› ve bilgisahibi olan Allah yaratm›flt›r.

Bu konudaki di¤er bir yanılgı ise, bi-lim adamlarının genlere müdahale ederekde¤iflikliklere neden olabilmelerinin sonu-cunda insanın "yaratan" oldu¤unu sanma-larıdır. Bu, evrimcilerin Allah'ı inkarları-nın bir sonucu olarak her fırsatta ortayaattıkları son derece temelsiz ve ateizmpropagandasına yönelik bir iddiadır. Çün-kü, mevcut olan genler üzerinde oynama-lar yapmak ve o canlıda de¤iflimlere ne-den olmak o canlıyı yaratmak de¤ildir.Veya klonlama örne¤inde oldu¤u gibi, bircanlının kök hücrelerini alarak, o kök hüc-reyi bir canlının rahmine yerlefltirip o can-lının aynısından üretmek de yaratmak de-¤ildir. Yaratmak, yoktan var etmektir. Veevrimciler gayet iyi bilmektedirler ki, tekbir canlı hücresini dahi yoktan var etmek-ten acizdirler. Bu konuda yaptıkları çalıfl-maların tamamı baflarısızlıkla sonuçlan-mıfltır. (bkz. Miller Deneyi; Fox Deneyi)

Sonuç olarak Genom Projesi ile eldeedilen bulgular, evrim teorisini kanıtla-mamıfltır, aksine yaratılıfl gerçe¤ini birkez daha gözler önüne sermifltir.

Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)

GG››sshh,, DDuuaannee TT..

Dünyaca ünlü ev-rim uzmanı Prof.Gish, Bilim ArafltırmaVakfı'nın düzenledi¤i"Evrim Teorisinin Çö-

küflü: Yaratılıfl Gerçe¤i" bafllıklı uluslara-rası konferansta (5 Temmuz 1998) "‹nsa-nın Kökeni" adlı konuflmasında insanınmaymundan evrimleflti¤i tezinin hiçbirdayana¤ı olmadı¤ını anlattı:

Fosil kayıtları evrim teorisini çürütmekte,insanın maymundan evrimleflti¤i iddiasınıgeçersiz kılmaktadır... Bilim bizlere tümcanlı türlerinin Allah tarafından ayrıayrı yaratıldıkla-rını göstermekte-dir.196

ICR'›n kurucula-r›ndan biri olan Dr.Duane T. Gish, özel-likle fosil bilimi ko-nusunda yazd›¤› kitap-lar ve verdi¤i 500'ünüzerinde konferansla,dünyada evrim teorisinekarfl› elefltiri getiren en ün-lü isimlerden biridir. K›saad› ICR olan Institute forCreation Research (Yarat›-l›fl Araflt›rmalar› Enstitüsü) 1970'lerin ba-fl›nda ABD'nin San Diego kentinde kurul-mufl ve o dönemden bu yana dünyada ev-rim teorisine yönelik elefltiri getiren enönemli kurumlardan biri olmufltur. ICRbünyesinde 20'nin üzerine bilim adam› veçok say›da araflt›rmac› yer almaktad›r.Enstitü'nün; yüksek lisans e¤itimi verenbir fakültesi, y›lda binlerce ziyaretçi çe-

ken "Yarat›l›fl Müzesi", dünyan›n farkl› ül-kelerinde bilimsel araflt›rmalar yürüten birekibi, laboratuvarlar›, kitap, dergi ve rad-yo yay›nlar› bulunmaktad›r.

GGoouulldd,, SStteepphheenn JJaayy

Harvard Üniversitesi pa-leontolo¤u Stephen J. Gould,evrim mekanizması olaraköne sürülen do¤al seleksiyo-nun açmazını flöyle dile ge-tirmektedir:

Darwinizm'in özü tek bir cümlede ifadeedilebilir: "Do¤al seleksiyon evrimsel de-¤iflimin yaratıcı gücüdür. "Kimse do¤al

seleksiyonun uygunolmayanın elenmesin-deki negatif rolünü in-kar etmez. Ancak Dar-winist teori, "uygunolanı yaratması"nı daistemektedir.197

Evrimci paleonto-log Stephen J. Gouldaynı zamanda sözde

sıçramalı evrim modelininde önde gelen teorisyenle-rindendir. (bkz. S›çramal›evrim) Evrim teorisinindünyadaki en önde gelen

elefltirmenlerinden biri olan Phillip John-son ise, Gould'u "Darwinizm'in Gorba-çov'u" olarak tanımlar. Gorbaçov, Sov-yetler Birli¤i'nin komünist devlet siste-minde aksaklıklar oldu¤unu düflünereksistemi "revize" etmeye çalıflmıfltır. Oysaaksaklık sandı¤ı sorunlar gerçekte siste-min kendi tabiatından kaynaklandı¤ıiçin, komünizm yıkılıp gitmifltir.

Harun Yahya (Adnan Oktar)

159GISH, DUANE T.

DDuuaannee TT.. GGiisshh''iinn EEvvrriimmtteeoorriissiinnii eelleeflflttiirreenn kkiittaappllaarr››

HHaaeecckkeell,, EErrnnsstt

Ünlü evrimci biyolog Ernst Haeckel,Darwin'in yakın bir dostu ve destekçi-siydi. Evrim teorisini desteklemek için,farklı canlıların embriyolarınınbirbirine benzedi¤ini öne süren"rekapitülasyon" adlı iddiayıortaya atmıfltır. Haeckel'in buiddiayı ortaya atarken çizimsahtekarlıkları yaptı¤ı isedaha sonra anlaflılmıfltır.(bkz. Embriyolojikevrim)

Haeckel, biryandan bu tip bilimsahtekarlıkları ya-parken öte yandan daöjeni propagandası yürütüyordu. ÖjeniyiAlmanya'da ilk benimseyen ve yayan ki-fli, Ernst Haeckel olmufltur. (bkz. Öjeni)Yeni do¤an sakat bebeklerin zaman geçi-rilmeden öldürülmesini, böylece toplu-mun evriminin hızlandırılmasını öner-miflti. Daha da ileri gitmifl ve cüzamlıla-rın, kanserlilerin ve akıl hastalarının daacısız bir biçimde öldürülmeleri gerekti-

¤ini, yoksa bu kiflilerin topluma yük ola-caklarını ve evrimi yavafllatacaklarınısavunmufltu.

George Stein, Haeckel'in ev-rim teorisine olan körü körüneba¤lılı¤ını flöyle özetlemifltir:

Haeckel Darwin'in do¤ru oldu¤unuiddia ediyordu... ‹nsan türü sor-

gulanmayacak bir flekildehayvanlar aleminden ev-rimleflmiflti. ‹nsanların sos-yal ve politik varlı¤ı Dar-win'in gösterdi¤i gibi evrim

kanunları, do¤al seleksiyonve biyoloji ile idare ediliyordu.Bunun tersini savunmak batılinançtı.198

HHaalllluucc››ggeenn››aa

Canlıların bugünkü mükemmel hal-leriyle yeryüzü katmanlarında belirdi¤iKambriyen devrinde bir anda ortaya çı-kan canlılardan biri de Hallucigenia'dır.(bkz. Kambriyen devri) Bu Kambriyen

KKaammbbrriiyyeennddeevvrriinnddee bbiirraannddaa oorrttaayyaaçç››kkaannccaannll››llaarrddaann bbiirriioollaannHHaalllluucciiggeenniiaa''nn››nnffoossiilliinnddee,,ssaalldd››rr››llaarraa kkaarrflfl››kkoorruunnmmaassaa¤¤llaayyaannddiikkeennlleerr vvaarrdd››rr..

Harun Yahya (Adnan Oktar)

EErrnnsstt HHaaeecckkeell

161HAECKEL, ERNST

canlısının fosilinde, saldırılara karflı ko-runma sa¤layan dikenler ya da sert ka-buklar yer alır. Bu konuda evrimcilerinaçıklayamadıkları nokta, ortada hiçbir"avcı" canlının bulunmadı¤ı bu devirdebu hayvanların nasıl bu kadar iyi bir ko-runmaya sahip olduklarıdır. Ortada avcıhayvanların bulunmayıflı, konuyu "do¤alseleksiyon"la açıklamayı imkansız kıl-maktadır.

HHaayyaatt hhaayyaattttaann ggeelliirr tteezzii

bkz. Biyogenez (Biogenesis)

HHaayyaatt aa¤¤aacc›› ((ttrreeee ooff ll››ffee))

Darwinizm'e göre canlılık tek birkökten gelen ancak sonra dallara ayrılanbir a¤aç gibi olmalıdır. Nitekim bu varsa-yım Darwinist kaynaklarda ısrarla vurgu-lanır ve "hayat a¤acı" (tree of life) kavra-mı sık sık kullanılır. Bu hayali hayat a¤a-cına göre canlılar arasındaki en temel sı-nıflandırma birimi olan filumların da ka-deme kademe ortaya çıkmıfl olması gere-kir.

Darwinizm'e göre önce tek bir filumoluflmalı, sonra di¤er filumlar küçük kü-çük de¤iflimlerle ve uzun zaman dilimle-ri içinde yavafl yavafl belirmelidir. (bkz.Filum) Bu varsayıma göre, hayvan fi-lumlarının sayısında kademeli bir artıflyaflanmıfl olmalıdır. Bu konuda yapılançizimler de Darwinist varsayımlara görehayvan filumlarında beklenen kademelisayı artıflını göstermektedir. Darwi-nizm'e göre canlılık bu flekilde geliflmifl

olmalıdır. Fakat fosiller bu hayali "hayata¤acı"nı reddetmektedir. Fosil kay›tlar›-na göre ortaya ç›kan gerçek fludur: Hay-vanlar ilk ortaya çıktıkları dönemden iti-baren çok farklı ve çok komplekstirler.Bugün bilinen tüm hayvan filumları,yeryüzünde aynı anda, Kambriyen devriolarak bilinen jeolojik dönemde ortayaçıkmıfllardır.

Darwinizm'in dünya çapındaki enönemli elefltirmenlerinden biri olan Ber-keley Üniversitesi profesörü PhillipJohnson, paleontolojinin ortaya koydu¤ubu gerçe¤in Darwinizm'le olan açık çe-liflkisini flöyle açıklamaktadır:

Darwinist teori, canlılı¤ın bir tür "gide-rek geniflleyen bir farklılık üçgeni" içindegeliflti¤ini öngörür. Buna göre canlılık,ilk canlı organizmadan ya da ilk hayvantüründen bafllayarak, giderek farklılafl-mıfl ve biyolojik sınıflandırmanın dahayüksek kategorilerini oluflturmufl olmalı-dır. Ama hayvan fosilleri bizlere bu üçge-nin gerçekte baflafla¤ı durdu¤unu göster-mektedir: Filumlar henüz ilk anda hepbirlikte vardır, sonra giderek sayılarıazalır.199

Kambriyen öncesi (Prekambriyen)dönemde sadece tek hücreli canlılarınoluflturdu¤u üç farklı filum vardır.Kambriyen'de ise 60'ı aflkın farklı hay-van filumu bir anda ortaya çıkmıfltır.‹lerleyen dönemde ise bu filumların birkısmının soyları tükenmifl, günümüzekadar sadece bazı filumlar ulaflmıfltır.Ünlü evrimci paleontolog Roger Lewin,Darwinizm'in hayatın tarihi hakkındakitüm varsayımlarını çökerten bu ola¤a-

Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)

HAYAT HAYATTAN GEL‹R TEZ‹162

nüstü durumdan flöyle söz eder:

Hayvanların tüm tarihindeki "en önemlievrimsel olay" olarak tanımlanan Kamb-riyen patlaması, daha sonra da varlıkla-rını koruyacak olan bütün temel vücutformlarını (filumları) ortaya koymufltur.Bunların bir kısmının daha sonra soylarıtükenmifltir. Bazı tahminler, flu anda varolan 30 farklı hayvan filumu ile karflılafl-tırıldı¤ında, Kambriyen patlamasınınyaklaflık 100 kadar farklı filumu ortayaçıkardı¤ı yönündedir.200

HHeetteerroottrrooff ggöörrüüflflüü

‹lk canlı oluflumu ile ilgili üzerin-de en çok çalıflılan görüfllerden biride heterotrof görüflüdür. Bu görüflegöre bir canlı; yapılarını oluflturmak,enerji gereksinimlerini karflılamakiçin gerekli organik molekülleri dıflçevreden hazır olarak alan tüketicibir canlıdır. Bu görüfle göre ilk canlı,organik bilefliklerin kendili¤indenolufltu¤u kompleks bir çevrede bu or-ganik bilefliklerle beslenmifltir. Çev-reden aldı¤ı basit organik molekülle-ri sentezlemesini sa¤layacak gen sis-temine gereksinim yoktur. Yani ilkcanlının kompleks bir çevrede basityapılı olarak beslenip yaflamsal olay-larını sürdürebildi¤i farz edilir.

Bu görüfle göre canlılık oluflurkenönce kimyasal evrim olmufltur. Hete-rotrof canlı da cansız maddelerinuzun süren kimyasal evrimi sonucuortaya çıkmıfltır. Yine bu görüfle göre

ilk atmosferde serbest oksijen gazı yok-tur. ‹lk atmosfer gazları olarak varsayı-lan amonyak (NH3), metan (CH4), hid-rojen (H2) ve su buharı (H2O) mor ötesiıflınların yüksek enerjisi ile daha karma-flık yapılı bileflikleri oluflturacak kimya-sal reaksiyona girmifllerdir. Bu reaksi-yonlar sonucunda tesadüf eseri oluflanmaddelerin önce küçük su birikintilerin-de ço¤alıp zamanla denizlere ve okya-nuslara taflındıkları ve basit organik bile-flikleri meydana getirdikleri varsayılır.Bu iddiaları ispatlamak üzere yapılantüm çalıflmalar ise baflarısızlıkla sonuç-

Harun Yahya (Adnan Oktar)

163HETEROTROF GÖRÜfiÜ

EEvvrriimmccii bbiiyyoolloogg EErrnnsstt HHaaeecckkeell ttaarraaff››nnddaann11886666 yy››ll››nnddaa ççiizziilleenn hhaayyaallii ""hhaayyaatt aa¤¤aacc››""..

lanmıfltır. De¤il tesadüf eseri, kontrollü

deney ortamlarında bile bu mümkün ola-

mamıfltır. (bkz. Miller Deneyi, Fox De-

neyi)

HHiippootteezz

Birtakım gerçekler veya olaylar kar-

flısında öne sürülen açıklamaya ya da bir

probleme geçici olarak sunulmufl çözü-

me "hipotez" denir. ‹yi bir hipotezin is-

patlanabilmesi için deney ve gözlemlere

açık, eldeki verilere uygun özellik taflı-

ması gereklidir. Aynı zamanda bulunan

yeni gerçeklere ve tahminlere de açık ol-

malı, gerekti¤inde üzerinde kısmi de¤i-

fliklikler yapılabilmelidir.201

Bilim adamı önce yaptı¤ı gözlemler

do¤rultusunda bir genelleme yapar ya da

gözlemlerin niteli¤i hakkında geçici bir

fikir veren olaylar zinciri arasındaki ne-

den-sonuç iliflkisini belirten bir hipotez

kurar. Arafltırmaya do¤ru ilk adım hipo-

tezle atılır. Hipotez kurulurken yapılan

ön tahminler daha sonra kontrollü de-

neylerle sınanabilmelidir. Do¤rudan

do¤ruya denenemeyen karmaflık hipo-

tezler ise bunlardan mantı¤a uygun bazı

sonuçların çıkarılıp çıkarılamayaca¤ını

göstermek üzere sınanır. Bir hipotez bu

yüzden deneysel sınama esasına dayan-

malı yani herhangi bir yolla do¤rulana-

bilen bir tahmin yapmalıdır, yoksa sade-

ce bir spekülasyon olarak kalır.202

Çok sayıda gözlem ve deneyle des-

teklenebilen bir hipotez ise teori olur.

(bkz. Teori) Bir teori, birkaç farklı alan-

daki hipotez ve gözlemi kapsar. Örne¤in,

"evrim teorisi" paleontolojiden, anato-

miden, fizyolojiden, biyokimyadan, ge-

netikten ve di¤er ilgili bilimlerden gelen

hipotezleri ve gözlemleri içine alır. Bir

bilim adamı, hipotezine uymayan bir

gözlem yaptı¤ı zaman, ya hipotezin ya

da gözlemin yanlıfl oldu¤u sonucuna va-

rır. E¤er gözlem do¤ruysa hipotezini

reddeder ya da yeniler. Bilimde en uy-

gun olan ise her yeni gözlemin hipotezle

uyum sa¤lamasıdır.

Ancak evrim teorisi söz konusu ol-

du¤unda, bilimin hiçbir dalındaki hipo-

tezin teoriyi do¤rulamadı¤ı görülür. Fa-

kat teorinin herfleye ra¤men ayakta tutul-

ması için tüm bunlar göz ardı edilmekte-

dir. (bkz. Evrim teorisi)

HHooaattzz››nn kkuuflfluu

Evrimcilerin, Archæopteryx'i ara ge-

çifl formu olarak gösterirken dayandıkla-

rı noktalar, hayvanın dinozorlara benze-

yen iskelet yapısı, kanatları üzerindeki

pençeleri ve a¤zındaki diflleridir. (bkz.

Archæopteryx) Bunlar nedeniyle Arc-hæeopteryx'in sürüngen özelliklerini ha-

la yo¤un olarak taflıyan, bazı kufl özellik-

lerini de yeni kazanmıfl olan bir geçifl

formu oldu¤u iddiasındadırlar.

Oysa sözü edilen "sürüngen özellik-

leri", gerçekte Archæopteryx'i bir sürün-

gen yapmaz. Özellikle Archæopteryx'in

kanatlarındaki pençeler öne sürülerek

yapılan iddialar geçersizdir. Çünkü bu-

gün de dünyada pençe-kanatlara sahip

Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)

H‹POTEZ164

birçok kufl yaflamaktadır. Örne¤in Avust-ralya'da yaflayan Hoatzin kuflunun da ay-nı Archæopteryx'te oldu¤u gibi kanatlıpençeleri vardır203 ve yine Archæop-teryx'te oldu¤u gibi küçük bir omurgaylauçmaktadır. Oysa sırf bu nedenle, evrim-ciler tarafından Archæopteryx'in uçama-dı¤ı veya iyi uçamadı¤ı iddia edilir. Budurum, Archæopteryx'teki pençe, difl veiskelet yapısı gibi özelliklerin, onu birsürüngen de¤il, özgün bir kufl türü yaptı-¤ını göstermektedir.

Oysa evrimci bakıfl açısıyla her türlü

taraflı yorum yapılabilir. E¤er Ho-atzin kuflu, bugün uygun tabakalar-da fosil olarak bulunmufl olsaydı,büyük olasılıkla aynı Archæop-teryx gibi bir ara geçifl formu ola-rak ileri sürülecekti. Ancak bu can-lının hala yaflaması ve bir kufl oldu-¤unun da apaçık belli oluflu, evrim-cilere bu imkanı vermemektedir.

HHoommoo aanntteecceessssoorr

Hayali evrim soya¤acını teme-linden yıkan en önemli ve flaflırtıcıgerçek, Homo sapiens'in, yani gü-nümüz insanının tarihinin hiçumulmadık kadar geriye gitmesi-dir. Paleontolojik bulgular, bun-dan neredeyse bir milyon yıl ön-cesinde, bize tıpatıp benzeyen Ho-mo sapiens insanlarının yafladık-larını göstermektedir.

Bu konudaki bulgular204, ev-rim soya¤acını tepetaklak etti¤iiçin di¤er bazı evrimci paleoant-

ropologlar tarafından reddedildi. 1995yılında ‹spanya'da Atapuerca'da bulunanbir fosil, Homo sapiens'in tarihinin sanıl-dı¤ından çok daha eski oldu¤unu çokçarpıcı bir biçimde ortaya çıkardı. (bkz.Atapuerca) Söz konusu fosil, Homo sa-piens'in tarihinin 800 bin yıl kadar geri-ye götürülmesi gerekti¤ine iflaret ediyor-du. Ama fosili bulan evrimciler, ilk flokuatlattıktan sonra, bu fosilin baflka bir türeait oldu¤una karar verdiler. Çünkü evrimsoya¤acına göre 800 bin yıl önce Homosapiens'in yaflamamıfl olması gerekiyor-

Harun Yahya (Adnan Oktar)

165HOMO ANTECESSOR

GGüünnüümmüüzzddee yyaaflflaayyaann OOppiisstthhooccoommuuss hhooaazziinn kkuuflfluu--nnuunn kkaannaattllaarr››nnddaa ddaa aayynn›› AArrcchhææoopptteerryyxx ggiibbii ppeennççeebbeennzzeerrii tt››rrnnaakkllaarr yyeerr aall››rr..

du. Bu yüzden Homo antecessor adlı ha-yali bir tür oluflturdular ve Atapuerca ka-fatasını bu sıralamaya dahil ettiler.

HHoommoo eerreeccttuuss

Evrimcilerin "dik yürüyen insan" an-lamına gelen Homo erectus sınıflandır-ması, insanın hayali soya¤acında en ilkeltür sayılır. Evrimciler bu insanları,"erect" (dik) sıfatı ile önceki sınıflamala-rından ayırmak zorunda kalmıfllardır.Çünkü eldeki tüm Homo erectus fosille-ri, Australopithecus ya da Homo habilisörne¤inde görülmedi¤i kadar diktir. Gü-nümüz insanın›n iskeleti ile Homo erec-tus iskeleti arasında hiçbir fark yoktur.

Evrimcilerin Homo erectus'u "ilkel"saymaktaki en önemli dayanakları, kafa-tası hacminin (900-1100 cc.) günümüzinsanın›n kafatası hacmi ortalamasındanküçük olması ve kalın kafl çıkıntılarıdır.Oysa bugün de dünyada Homo erectus'laaynı kafatası hacmine sahip pek çok in-san yaflamaktadır (örne¤in pigmeler) vebugün de çeflitli ırklarda kafl çıkıntılarıvardır (örne¤in Avustralya yerlileri Abo-rijinlerde). Kafatası hacmi farklılı¤ınınzeka ve beceri yönünden hiçbir farkoluflturmadı¤ı ise bilinen bir gerçektir.Zeka, beynin hacmine göre de¤il, beyninkendi içindeki organizasyonuna göre de-¤iflir.205

Homo erectus'u dünyaya tanıtan fo-siller, her ikisi de Asya'da bulunan PekinAdamı ve Java Adamı fosilleriydi. An-cak zamanla bu iki kalıntının da güveni-

lir olmadıkları anlaflıldı. (bkz. Pekin

Adamı, Java Adamı) Bu nedenle Afri-

ka'da bulunan Homo erectus fosilleri gi-

derek daha fazla önem kazandı. (Bu ara-

da, Homo erectus olarak tanımlanan fo-

sillerin bir kısmının bazı evrimciler tara-

fından Homo ergaster adlı ikinci bir sı-

nıflamaya dahil edildi¤ini de belirtmek

gerekir. Bu konuda aralarında anlaflmaz-

lık vardır.)

Afrika'da bulunan Homo erectus ör-

neklerinin en ünlüsü, "Narikotome homoerectus" ya da "Turkana Çocu¤u" fosili-

dir. Fosilin dik iskelet yapısı günümüz

insanınınkinden farksızdır.206 Dolayısıy-

la Homo erectus da yine günümüzde ya-

flamakta olan bir insan ırkıdır. (bkz. Tur-

kana Çocu¤u)

Connecticut Üniversitesi'nden Prof.

William Laughlin, Eskimolar ve Aleut

Adaları insanları üzerinde uzun yıllar

anatomik incelemeler yapmıfl ve bu in-

sanlar ile Homo erectus'un flaflırtıcı dere-

cede birbirlerine benzediklerini görmüfl-

tür. Laughlin'in vardı¤ı sonuç, tüm bu

ırkların gerçekte Homo sapiens türüne

(günümüz insan›na) ait farklı ırklar oldu-

¤udur:

Hepsi Homo sapiens türüne ait olan Es-

kimolar ve Avustralya yerlileri gibi uzak

gruplar arasındaki büyük farklılıkları

dikkate aldı¤ımızda, Homo erectus'un da

kendi içinde farklılıklar taflıyan bu türe

(Homo sapiens'e) ait oldu¤u sonucuna

varmak çok mantıklı gözükmektedir.207

Bir insan ırkı olan Homo erectus ile

"insanın evrimi" senaryosunda kendisin-

Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)

HOMO ERECTUS166

10 B‹N YILLIK HOMO ERECTUSLAR

1100 EEkkiimm 11996677''ddee AAvvuussttrraallyyaaVViiccttoorriiaa''ddaakkii KKooww SSwwaammpp GGööllüüyyaakk››nn››nnddaa bbuulluunnaann bbuu iikkiikkaaffaattaass››nnaa KKooww SSwwaammpp II vveeKKooww SSwwaammpp VV aadd›› vveerriillddii..EEvvrriimmcciilleerr,, iillkkeell bbiirr ttüürr oollaarraakkttaann››mmllaadd››kkllaarr›› HHoommoo eerreeccttuussllaa--rr››nn,, bbuunnddaann 1100 bbiinn sseennee öönncceeyyaaflflaayyaann bbiirr iinnssaann ››rrkk›› oolldduu¤¤uuggeerrççee¤¤iinnii kkaabbuull eettmmeekk iiss--tteemmeeddiilleerr..

den önce gelen maymunlar (Australopit-hecus, Homo habilis, Homo rudolfensis)arasında büyük bir uçurum vardır. Yanifosil kayıtlarında beliren ilk insanlar, ev-rim süreci olmadan, aynı anda ve anidenortaya çıkmıfllardır. Yaratılmıfl olmaları-nın bundan daha açık bir göstergesi ola-maz.

Ancak bu gerçe¤i kabul etmek, ev-rimcilerin dogmatik felsefelerine ve ide-olojilerine aykırıdır. Bu nedenle, özgünbir insan ırkı olan Homo erectus'u yarı-maymun bir canlı gibi göstermeye çalı-flırlar. Bundan dolayı da yaptıkları Homoerectus rekonstrüksiyonlarında ısrarlamaymunsu hatlar çizerler. (Detayl› bilgiiçin bkz. Evrim Aldatmacas›, HarunYahya, Araflt›rma Yay›nc›l›k)

HHoommoo eerrggaasstteerr

Homo erectus (dik yürüyen insan)

olarak tanımlanan fosillerin bir kısmı,bazı evrimciler tarafından "Homo ergas-ter" olarak sınıflandırılır. Bu ikinci sınıf-lama evrimciler arasında anlaflmazlıkkonusudur. (bkz. Homo erectus)

HHoommoo hhaabb››ll››ss

Australopithecuslar'ın iskelet ve ka-fatası yapılarının flempanzelerinkindenneredeyse farksız oluflu ve canlıların dikyürüdükleri iddiasının da sa¤lam kanıt-larla çürütülmesi, evrimci paleoantropo-logları oldukça zor durumda bırakmıfltır.Çünkü hayali evrim flemasında Australo-pithecuslar'dan sonra Homo erectus ge-lir. Homo erectus, isminin baflındaki"homo" yani "insan" teriminden de anla-flıldı¤ı gibi bir insan grubudur ve iskeletide tamamen diktir. Kafatası hacmi Aust-ralopithecuslar'ınkinin iki katı kadardır.Hayali soya¤acına göre flempanze ben-

Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)

HOMO ERECTUS'UN DEN‹ZC‹L‹K KÜLTÜRÜ

""AAnnttiikk ddeenniizzcciilleerr:: ‹‹llkk iinnssaannllaarr ssaanndd››¤¤››mm››zzddaann ddaahhaa aakk››llll››yydd››llaarr"" NNeeww SScciieennttiisstt ddeerrggiissiinnddee yyaayy››nn--llaannaann 1144 MMaarrtt 11999988 ttaarriihhllii bbuu mmaakkaalleeyyee ggöörree eevvrriimmcciilleerriinn HHoommoo eerreeccttuuss iissmmiinnii vveerrddiikklleerrii iinn--ssaannllaarr,, ggüünnüümmüüzzddeenn 770000 bbiinn yy››ll öönnccee ggeemmiicciilliikk yyaapp››yyoorrllaarrdd››.. GGeemmii yyaappaabbiilleecceekk bbiillggii,, tteekknnoolloojjiivvee kküüllttüürree ssaahhiipp iinnssaannllaarr››nn iillkkeell ssaayy››llmmaallaarr›› eellbbeettttee kkii mmüümmkküünn ddee¤¤iillddiirr..

168 HOMO ERGASTER

zeri bir maymun türü olan Australopit-hecuslar'dan sonra, günümüz insan›ndanfarksız bir iskelete sahip Homo erec-tus'un gelmesini, evrim teorisiylebile açıklamak mümkün de-¤ildir. Dolayısıyla "ba¤-lantı"lar, yani "araform"lar gerekir. ‹flteHomo habilis kavra-mı bu zorunluluktando¤mufltur.

Homo habilis sı-nıflandırması 1960'lıyıllarda ailece "fosil av-cısı" olan Leakey'ler tarafın-dan ortaya atıldı. Leakey'leregöre, Homo habilis olarak sı-nıflandırılan bu yeni tür canlı, dik yürü-

me yetene¤ine, göreceli olarak büyük birbeyin hacmine, tafltan ve tahtadan aletkullanma yetene¤ine sahipti. Bu sebeple

insanın atası olabilirdi. 80'li yılların ortalarındansonra bulunan aynı türe

ait yeni fosiller, bu gö-rüflü tamamen de¤ifl-tirdi. Bernard Woodve Loring Brace gibiarafltırmacılar, bunla-rın "alet kullanabilen

insan" anlamına gelenHomo habilis yerine, "alet

kullanabilen Güney Afrikamaymunu" anlamına gelen

Australopithecus habilisolarak sınıflandırılması gerekti¤ini söy-

169HOMO HABILIS

AAuussttrraallooppiitthheeccuuss,, HHoommoo hhaabbiilliiss((yyaannddaa)) ttüürrlleerriinniinn ddiiflfllleerrii üüzzeerriinnddeeyyaapp››llaann aannaalliizzlleerr,,AAuussttrraallooppiitthheecciinneess vvee HHoommoohhaabbiilliiss ttüürrlleerriinniinn AAffrriikkaammaayymmuunnllaarr››yyllaa aayynn›› kkaatteeggoorriiddeeoolldduukkllaarr››nn›› ggöösstteerrmmeekktteeddiirr..

lediler. Çünkü Homo habilis, Australo-pithecus ismi verilen maymunlarla bir-çok ortak özelli¤e sahipti. Aynı Austra-lopithecus gibi uzun kollu, kısa bacaklıve maymunsu bir iskelet yapısına sahip-ti. El ve ayak parmakları tırmanmayauyumluydu. Çene yapıları tamamen gü-nümüz maymunlarınınkine benziyordu.550 cc.'lik beyin hacimleri de bunlarınbirer maymun olduklarının en iyi göster-gesiydi. Kısacası bazı evrimciler tarafın-dan ayrı bir tür olarak gösterilen Homohabilis, gerçekte tüm di¤er Australopit-hecuslar gibi bir maymun türüydü.

Amerikalı antropolog Holly Smith'in1994 yılında yaptı¤ı detaylı analizler deyine Homo habilis'in aslında "homo" ya-ni insan de¤il, maymun oldu¤unu gös-terdi. Smith, Australopithecus, Homohabilis, Homo erectus ve Homo nean-dertalensis türlerinin diflleri üzerindeyaptı¤ı analizler hakkında flöyle diyordu:

Difllerin geliflimi ve yapısı kriterine da-yanarak yaptı¤ımız analizler, Australo-pithecus ve Homo habilis türlerinin Afri-ka maymunlarıyla aynı kategoride olduk-larını, ancak Homo erectus ve Neander-tal türlerinin günümüz insanlar›yla aynıyapıya sahip oldu¤unu göstermekte-dir.208

Aynı yıl Fred Spoor, Bernard Woodve Frans Zonneveld adlı üç anatomi uz-manı çok farklı bir yöntemle yine aynısonuca ulafltılar. Bu yöntem, insan vemaymunların iç kulaklarında yer alan vedenge sa¤lamaya yarayan yarı-çember-sel kanalların karflılafltırmalı analizine

dayanıyordu. Dik yürüyen insanların ka-

nalları ile e¤ik yürüyen maymunların ka-

nalları birbirlerinden somut bazı farklı-

lıklarla ayrılıyorlardı. Spoor, Wood ve

Zonneveld'in inceledikleri tüm Australo-

pithecus ve Homo habilis örneklerinin iç

kulak kanalları günümüz maymunla-

rın›nkiyle aynıydı. Homo erectus'un iç

kulak kanalları ise, aynı günümüz insan-

lar›ndaki gibiydi.209

Bu bulgu çok önemli iki sonucu gös-

termifltir:

(1) Homo habilis adıyla anılan fosil-

ler, gerçekte "homo" yani insan sınıfla-

malarına de¤il, Australopithecus (may-

mun) sınıflamalarına dahildir.

(2) Hem Homo habilis hem de Aust-

ralopithecus türleri, e¤ik yürüyen yani

maymun iskeletine sahip canlılardır. ‹n-

sanlarla ilgileri yoktur.

HHoommoo hhee››llddeerrbbeerrggeennss››ss

Evrimci literatürde Homo heilder-

bergensis olarak tanımlanan sınıflandır-

ma, aslında Homo sapiens archaic'le ay-

nıdır. Aynı insan ırkını tanımlamak için

bu iki ayrı kavramın da kullanılmasının

nedeni, evrimciler arasındaki görüfl fark-

lılıklarıdır. Homo heilderbergensis sınıf-

lamasına dahil edilen tüm fosiller, anato-

mik olarak günümüz Avrupalılarına çok

benzeyen insanların, günümüzden 500

bin hatta 740 bin yıl önce ‹ngiltere'de ve

‹spanya'da yafladıklarını göstermektedir.

Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)

HOMO HEILDERBERGENSIS170

HHoommoo rruuddoollffeennss››ss

Homo rudolfensis terimi, 1972 yılın-

da bulunan birkaç fosil parçasına verilen

isimdir. Söz konusu fosil parçaları Ken-

ya'daki Rudolf Nehri civarında bulundu-

¤u için, bu fosilin temsil etti¤i varsayılan

türe de Homo rudolfensis adı verilmifltir.

Ço¤u paleoantropolog ise bu fosillerin

aslında ayrı bir türe ait olmadı¤ını, Ho-mo rudolfensis denen canlının aslında

bir Homo habilis, yani bir maymun türü

oldu¤unu kabul etmektedir.

Fosilleri bulan Richard Leakey, 2.8

milyon yıl yafl biçti¤i ve "KNM-ER

1470" olarak adlandırdı¤ı kafatasını ant-

ropoloji tarihinin en büyük buluflu gibi

tanıtmıfl ve büyük yankı uyandırmıfltı.

Australopithecus'unki gibi küçük bir ka-

fatası hacmi olan, ancak insansıbir yüze sahip bulunan canlı, Le-akey'e göre, Australopithecus ileinsan arasındaki kayıp halkaydı.Ancak bir süre sonra anlaflılacaktıki, KNM-ER 1470 kafatasının bi-limsel dergilere kapak olan "in-sansı" yüzü, gerçekte kafatasıparçalarını birlefltirirken belki dekasıtlı yapılan hataların sonucuy-du. ‹nsan yüzü anatomisi üzerin-de çalıflmalar yapan Prof. TimBromage, 1992 yılında bilgisayarsimülasyonları yardımıyla ortayaçıkardı¤ı bu gerçe¤i flöyle özet-ler:

KNM-ER 1470'in rekonstrüksiyonuyapılırken, yüz, aynı günümüz insan-lar›nda oldu¤u gibi, kafatasına nere-

deyse tam paralel bir biçimde infla edil-miflti. Oysa yaptı¤ımız incelemeler, yüzünkafatasına daha e¤imli bir biçimde inflaedilmifl olmasını gerektirmektedir. Bu iseaynı Australopithecus'da gördü¤ümüzmaymunsu yüz özelli¤ini meydana geti-rir.210

Bu konuda evrimci paleoantropologJ. E. Cronin de flöyle der:

Kaba olarak biçimlendirilmifl yüz, düflükkafatası geniflli¤i ve büyük azı difller gibiilkel özellikler, KNM-ER 1470'in Austra-lopithecus ile paylafltı¤ı ilkel özellikler-dir... KNM-ER 1470, di¤er erken homoörnekleri gibi, öteki ince yapılı Australo-pithecuslar'la birçok yapısal ortak özel-lik taflır. Bu özellikler, di¤er sonraki geçhomo örneklerinde (yani Homo erec-tus'ta) bulunmaz.211

Harun Yahya (Adnan Oktar)

171HOMO RUDOLFENSIS

HHoommoo hheeiillddeerrbbeerrggeennssiiss ffoossiilllleerrii,, ggüünnüümmüüzz AAvvrruuppaa--ll››llaarr››nnaa ççookk bbeennzzeeyyeenn iinnssaannllaarr››nn ggüünnüümmüüzzddeenn 774400bbiinn yy››ll öönnccee ‹‹nnggiilltteerree vvee ‹‹ssppaannyyaa''ddaa yyaaflflaadd››kkllaarr››nn››ggöösstteerrmmeekktteeddiirr..

Michigan Üniversitesi'nden C. Lo-ring Brace ise çene ve difl yapısı üzerin-de yaptı¤ı analizlerde KNM-ER 1470kafatası hakkında yine aynı sonuca var-mıfltır:

Çenenin büyüklü¤ü ve azı difllerinin kap-ladı¤ı yerin geniflli¤i, ER 1470'in tam an-lamıyla bir Australopithecus yüz ve diflle-rine sahip oldu¤unu göstermektedir.212

KNM-ER 1470 üzerinde en az Le-akey kadar incelemede bulunmufl olanJohn Hopkins Üniversitesi paleoantro-polo¤u Prof. Alan Walker da, bu canlınınHomo habilis ya da Homo rudolfensisgibi bir "homo" yani insan türüne dahiledilmemesi, aksine Australopithecus sı-nıfına sokulması gerekti¤ini savunmak-tadır.213

Australopithecuslar ile Homo erectusarasında bir geçifl formu gibi gösterilme-ye çalıflılan Homo habilis ya da Homorudolfensis gibi sınıflamalar tamamenhayalidir. Bu canlılar bugün ço¤u arafltır-macının kabul etti¤i gibi, Australopithe-cus serisinin birer üyesidirler. Bütün ana-tomik özellikleri, bu canlıların birer may-mun türü olduklarını göstermektedir.

HHoommoo ssaapp››eennss

Hayali evrim soya¤acının günümüzinsanını oluflturan Homo sapiensleringeçmifli, evrimcilerin hiç beklemedi¤ikadar geriye gitmektedirler. Paleontolo-jik bulgular, bundan neredeyse bir mil-yon yıl öncesinde, bize tıpatıp benzeyenHomo sapiens insanlarının yafladı¤ını

göstermektedir. Bu konudaki bulgular-dan biri, Atapuerca adı verilen bölgedebulunan bir fosildir. Bu fosilin günümüzinsanıyla aynı özellikler taflıyor olması,evrimcilerin insanın evrimi hakkındakiinançlarını sarsmıfltır. Çünkü evrim so-ya¤acına göre, 800 bin yıl önce Homosapiens'in yaflamamıfl olması gerekmek-tedir.

Hatta pek çok bulgu, Homo sapi-ens'in tarihinin 800 bin yıldan bile eskioldu¤unu gösteriyordu. Bunlardan birisi,Louis Leakey'nin 1970'lerin baflında Ol-duvai Gorge'daki bulgularıydı. Leakeyburadaki Bed II katmanında Australopit-hecus, Homo habilis ve Homo erectustürlerinin aynı anda ve birarada yafladık-larını tespit etmiflti. Ancak bundan da il-ginç olan, Leakey'in aynı katmanda (BedII) buldu¤u bir yapıydı. Leakey burada,tafltan yapılmıfl bir kulübenin kalıntıları-nı bulmufltu. Olayın en ilginç yönü ise,Afrika'nın bazı bölgelerinde hala kulla-nılan bu yapıların sadece Homo sapiens-ler tarafından yapılmıfl olabilece¤iydi!Yani, Leakey'nin bulgularına göre, Aust-ralopithecus, Homo habilis, Homo erec-tus ve günümüz insan›, bundan yaklaflık1.7 milyon yıl önce birarada yaflamıfl ol-malıydılar.214 Bu gerçek, elbette,günümüz insanların›n Australopithecusolarak tanımlanan maymunlardan evrim-leflti¤ini öne süren evrim teorisini geçer-siz kılmaktadır.

Ayrıca günümüz insanların›n izlerini1.7 milyon yıldan bile daha geriye götü-ren bulgular mevcuttur. Bu bulguların en

Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)

HOMO SAPIENS172

önemlisi, Laetoli Bölgesinde bulunanayak izleridir. (bkz. Laetoli ayak izleri)Günümüz insanından farksız olan bu iz-lerin 3.6 milyon yıl öncesine ait oldu¤uhesaplanmıfltır.

Mary Leakey'in buldu¤u bu ayak iz-leri, daha sonra Don Johanson ve TimWhite gibi ünlü paleoantropologlar tara-fından da incelendi. Varılan sonuçlar ay-nıydı. White flöyle yazıyordu:

Hiç kuflkunuz olmasın... Bunlar günümüzinsanın›n ayak izlerinden tamamen fark-sız. E¤er bu izler bugün bir Californiaplajında olsalardı ve bir çocu¤a bunlarınne oldu¤u sorulsaydı, hiç tereddüt etme-den burada bir insanın yürüdü¤ünü söy-lerdi. Bunları, kumsalda yer alan di¤eryüzlerce insan ayak izinden ayırt edemez-di. Dahası, siz de ayırt edemezdiniz.215

Ayak izlerinin morfolojik yapısı üze-rinde yapılan incelemeler, bunun bir in-san hem de günümüz insan› (Homo sapi-ens) izi olarak kabul edilmesi gerekti¤initekrar tekrar gösteriyordu. ‹zleri incele-yen Russell Tuttle flöyleyazıyordu:

Bu izler, çıplak ayaklıbir Homo sapiens tara-fından bırakılmıfl olma-lıdır... Yapılan tüm mor-folojik incelemeler, buizleri bırakan canlınınaya¤ının, günümüz in-sanlar ın›nki lerdenfarklı olmadı¤ını gös-termektedir.216

Tarafsız inceleme-

ler, ayak izlerinin gerçek sahiplerini detanımladı: Ortada, 10 yaflındaki bir insa-nın 20 tane ve daha küçük yaflta birininde 27 tane fosilleflmifl ayak izi vardı. Vebunlar, kesinlikle, bizim gibi normal in-sanlardı.

Evrimcilerin bilimsel bulgularlaaçıkça çeliflen bu teoriyi körü körüne sa-vunmaları, ele geçirilen her aleyhte bul-guyu çarpıtmaları ya da görmezden gel-meleri, teorinin bilim dıflılı¤ını açıkçaortaya koymaktadır.

HHoommoo ssaapp››eennss aarrcchhaa››cc

Homo sapiens archaic, hayali evrimflemasının günümüz insanından bir önce-ki basama¤ını oluflturur. Aslında bu in-sanlar hakkında evrimciler açısındansöylenecek bir fley yoktur, zira bunlargünümüz insanından ancak çok küçükfarklılıklarla ayrılırlar. Hatta bazı arafltır-macılar, bu ırkın temsilcilerinin günü-müzde hala yaflamakta olduklarını söyle-

yerek Avustralyalı Abo-rijin yerlilerini örnekgösterirler. Aborijin yer-lileri de aynı bu ırk gibikalın kafl çıkıntılarına,içeri do¤ru e¤ik bir çeneyapısına ve biraz dahaküçük bir beyin hacmi-ne sahiptirler. Ve bugünde flahit oldu¤umuz gi-bi Aborijinler de nor-mal bir insan ›rk›d›r.(bkz. Aborijin yerlileri)

Harun Yahya (Adnan Oktar)

173HOMO SAPIENS ARCHAIC

AAffrriikkaa''nn››nn bbaazz›› bbööllggeelleerriinnddee hhaallaakkuullllaann››llaann yyaapp››llaarrddaann ffaarrkk››

oollmmaayyaann 11..77 mmiillyyoonn yy››llll››kk ttaaflflkkuullüübbee kkaall››nntt››ss››..

HHoommoolloojjii ((KKöökkeenn bbiirrllii¤¤ii))

Farklı canlı türleri arasındaki yapısalbenzerlikler biyolojide "homoloji" ola-rak adlandırılır. Evrimciler bu benzerlik-leri evrime delil gibi göstermeye çalıflır-lar. Farklı canlılardaki benzer görünüm-lü (homolog) organları öne sürerek, bucanlıların ortak bir atadan geldiklerinisavunurlar. (bkz. Homolog organ) Fakatevrimcilerin homoloji ile ilgili iddiaları-nın ciddi sayılabilmesi için benzer (ho-molog) organların, benzer (homolog)DNA flifreleri tarafından kodlanmıfl ol-ması gerekir. Oysa bu benzer organlar,ço¤unlukla çok farklı genetik kodlar(DNA flifreleri) tarafından belirlenmek-tedir. Bunun yanı sıra, farklı canlılarınDNA'larındaki benzer genetik kodlar da,çok farklı organlara karflılık gelmekte-dirler.

Avustralyalı biyokimya profesörüMichael Denton, Evolution: A Theory inCrisis (Evrim: Kriz ‹çinde Bir Teori)isimli kitabında homolojinin evrimci yo-

rumunun genetik açmazını flöyle belirt-mektedir:

Homolojinin evrimci temeli, belki de enciddi olarak, görünürde benzer olan ya-pıların, farklı türlerde bütünüyle farklıgenler tarafından belirlendi¤i anlaflıldı-¤ında çökmüfltür.217

Ayrıca, yine söz konusu iddianın cid-di sayılabilmesi için bu benzer yapılarınembriyolojik geliflim süreçlerinin, yaniyumurtadaki ya da anne karnındaki geli-flim aflamalarının da birbirlerine paralelolması gerekir. Oysa benzer organlariçin bu embriyolojik süreç her canlıdabirbirinden farklıdır.

Genetik ve embriyolojik arafltırmalar,Darwin'in "canlıların ortak bir atadan ev-rimlefltiklerinin delili" fleklinde tarif etti-¤i homoloji kavramının, gerçekte hiçbirflekilde bu tarife delil oluflturmadı¤ınıgöstermifltir. Bu flekilde bilim, Darwinisttezlerden birinin daha gerçek dıflı oldu-¤unu ortaya koymufl bulunmaktadır.

Evrimcilerin sadece organlar düze-yinde de¤il, moleküler düzeyde öne sür-dükleri homoloji iddiası da geçersizdir.

Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)

HOMOLOJ‹174

MMoolleekküülleerr ddüüzzeeyyddee hhiiççbbiirr oorrggaanniizzmmaa bbiirr ddii¤¤ee--rriinniinn ""aattaass››"" ddee¤¤iillddiirr,, ddii¤¤eerriinnddeenn ddaahhaa ""iillkkeell""yyaa ddaa ""ggeelliiflflmmiiflfl"" ddee ddee¤¤iillddiirr..

(bkz. Moleküler homoloji tezi) Birbirineçok benzer ve yakın gibi görünen canlı-lar arasında dev moleküler farklılıklarvardır. Prof. Michael Denton bu konu ileilgili flu yorumu yapar:

Moleküler düzeyde, her canlı sınıfı öz-gün, farklı ve di¤erleriyle ba¤lantısızdır.Dolayısıyla moleküller, aynı fosiller gibi,evrimci biyoloji tarafından uzun zaman-dır aranan teorik ara geçifllerin olmadı-¤ını göstermifltir... Moleküler düzeydehiçbir organizma bir di¤erinin "atası"de¤ildir, di¤erinden daha "ilkel" ya da"geliflmifl" de de¤ildir... E¤er bu molekü-ler kanıtlar bundan bir asır önce var ol-saydı... organik evrim düflüncesi hiçbirzaman kabul görmeyebilirdi.218

HHoommoolloogg oorrggaann

Yeryüzündeki farklı canlı türleriniinceleyen her insan, bu türler arasında

bazı benzer organlar ve özellikler bulun-du¤unu gözlemleyebilir. 18. yüzyıldanitibaren biyologların dikkatini çeken buolguyu evrim teorisiyle iliflkilendiren ilkkifli ise, Darwin olmufltur. Darwin, ben-zer (yani "homolog") organlara sahipcanlıların birbirleriyle evrimsel bir ba¤-lantısı oldu¤unu ve bu organların ortakbir atanın mirası olması gerekti¤ini önesürmüfltür. Ona göre, örne¤in güvercin-lerin de kanatları vardır, kartalların dakanatları vardır; demek ki güvercinler,kartallar ve bunlar gibi kanatlı tüm kufl-lar ortak bir atadan evrimleflmifllerdir.

Homoloji, hiçbir delile dayanmayan,yalnızca dıfl görünüfllerden yola çıkıla-rak ortaya atılmıfl yüzeysel bir varsayım-dır. Bu varsayım, Darwin'den günümüzekadar hiçbir somut bulgu tarafından dado¤rulanamamıfltır. Öncelikle, homologyapılara sahip canlıların evrimciler tara-

175HOMOLOG ORGAN

DEV D‹fiLERE SAH‹P ‹K‹ ‹LG‹S‹Z MEMEL‹

PPlleessaannttaall›› vvee kkeesseellii mmeemmeelliilleerr aarraass››nnddaakkii oollaa¤¤aannüüssttüü ddeerreecceeddee bbeennzzeerr ""iikkiizz""ttüürrlleerriinn bbuulluunnmmaass››,, hhoommoolloojjii iiddddiiaass››nnaa ççookk bbüüyyüükk bbiirr ddaarrbbeeddiirr.. ÖÖrrnnee¤¤iinn,, hheerr iikkiissii ddeeddeevv öönnddiiflfllleerree ssaahhiipp bbiirreerr mmeemmeellii oollaann SSmmiillooddoonn ((ssaa¤¤ddaa)) vvee TThhyyllaaccoossmmiilluuss''dduurr..((ssoollddaa)) AArraallaarr››nnddaa hhiiççbbiirr eevvrriimmsseell bbaa¤¤llaanntt›› kkuurruullaammaayyaann bbuu ccaannll››llaarr››nn kkaaffaattaass›› vveeddiiflfl yyaapp››llaarr››nn››nn oollaa¤¤aannüüssttüü ddeerreecceeddee bbeennzzeerr oolluuflfluu,, bbeennzzeerr yyaapp››llaarr››nn eevvrriimmee ddeelliilloolluuflflttuurrdduu¤¤uu yyöönnüünnddeekkii hhoommoolloojjii iiddddiiaass››nn›› yyiinnee aaççmmaazzaa ssookkmmaakkttaadd››rr..

fından öne sürülen hayali ortak ataları-nın fosillerine yeryüzünün hiçbir tabaka-sında rastlanmamıfltır. Ayrıca;

1- Evrimcilerin hiçbir evrimsel ba¤kuramadıkları, bütünüyle farklı sınıflaraait canlılarda bile ortak homolog organ-ların var olması,

2- Homolog organlara sahip canlılar-da, bu organların genetik flifrelerinin çokfarklı olmaları ve,

3- Bu organların embriyolojik geli-flim safhalarının birbirinden çok farklıolması, homolojinin evrime hiçbir daya-nak oluflturmadı¤ını gösterir.

Evrimcilerin, aralarında hiçbir ev-rimsel ba¤lantı kuramadıkları türlerinde, birbirine çok benzeyen (homolog)organlara sahip olmaları konusunda ve-rilebilecek örnekler arasında kanatlar dayer alır. Bir memeli olan yarasada kanatvardır, kufllarda kanat vardır, sineklerdede kanat vardır, ayrıca geçmiflte yaflamıfluçan kanatlı dinozor türleri de vardır.Fakat, bu dört farklı sınıf arasında ev-rimciler bile herhangi bir evrimsel ba¤,bir akrabalık kuramamaktadırlar.

Bu konudaki bir di¤er çarpıcı örnekde farklı canlıların gözlerindeki flaflırtıcıbenzerlik ve yapısal yakınlıktır. Örne¤inahtapot ve insan, aralarında hiçbir ev-rimsel ba¤lantı kurulamayan, son derecefarklı canlılardır. Fakat her ikisinin degözleri yapı ve fonksiyon bakımındanbirbirine çok yakındır. ‹nsanla ahtapotunbenzer gözlere sahip ortak bir ataları ol-du¤unu evrimciler bile iddia edememek-tedirler. Bu örnekler ve bunlara benzerbirçok örnek açıkça göstermektedir ki,

evrimcilerin öne sürdükleri "homologorganlar, canlıların ortak bir evrimselatadan geldi¤ini ispatlar" fleklindeki id-dianın hiçbir bilimsel dayana¤ı yoktur.Hatta bu organlar onlar açısından büyükbir çıkmazdır.

Ahtapot gözleriEvrimciler, benzer yapılara ve organ-

lara sahip tüm canlılar arasında evrimselbir iliflki oldu¤unu iddia ederler. "Homo-loji" olarak bilinen bu tezlerinin geçer-sizli¤ini ortaya koyan örneklerden biride ahtapot gözleridir. (bkz. Homoloji)Ahtapotlar, evrimcilerin ortaya attı¤ı ha-yat a¤acına göre insana en uzak canlılar-dan biridir. Ahtapot ve insan, aralarındahiçbir evrimsel ba¤lantı kurulamayan,son derece farklı canlılar olmalarına kar-flın, ahtapot gözü ile insan gözü tama-men aynı yapıya sahiptir. Bu durum,benzer yapıların evrime delil olmadı¤ı-nın çok açık bir göstergesidir.

Bu durum karflısında evrimciler, buorganların "homolog" (yani ortak biratadan gelen) organlar de¤il, "analog"(aralarında evrimsel iliflki olmadı¤ı hal-de birbirine çok benzeyen) organlar ol-du¤unu söylerler. (bkz. Homolog organ;Analog organ) Örne¤in insan gözü ileahtapot gözü onlara göre analog bir or-gandır. Ancak bir organı homolog kate-gorisine mi, yoksa analog kategorisinemi dahil edecekleri sorusu, tamamen ev-rim teorisinin ön kabullerine göre cevap-lanır. Bu ise, benzerliklere dayalı evrim-ci iddianın bilimsel bir yönü olmadı¤ınıgöstermektedir.

Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)

HOMOLOG ORGAN176

Evrimcilerin tek yaptı¤ı, öncedendo¤ru saydıkları bir evrim dogmasınagöre, karflılarına çıkan bulguları yorum-lamaya çalıflmaktan ibarettir. Oysa orta-ya koydukları yorum da son derece tu-tarsızdır. Çünkü "analog" saymak zorun-da kaldıkları organlar kimi zaman, ola-¤anüstü derecede kompleks yapılarınara¤men, birbirlerine o denli benzerdir ki,bu benzerli¤in rastlantısal mutasyonlarsayesinde sa¤landı¤ını öne sürmek sonderece mant›ks›zd›r. E¤er ahtapotun gö-zü, evrimcilerin iddia etti¤i gibi tesadü-fen ortaya çıkmıflsa, omurgalı gözününde tıpatıp aynı tesadüfleri tekrarlayarakortaya çıkması gereklidir. Bu sorunu dü-flünmekten "baflı a¤rıyan" ünlü evrimciFrank Salisbury flöyle yazmaktadır:

Göz kadar kompleks bir organ bile farklıgruplarda ayrı ayrı ortaya çıkmıfltır. Ör-ne¤in ahtapotta, omurgalılarda ve artro-

podlarda. Bunların bir defa ortaya çıkıfl-larını açıklamak yeteri kadar problemolufltururken, modern sentetik (neo-Dar-winist) teoriye göre, farklı defalar ayrıayrı meydana geldikleri düflüncesi baflı-mı a¤rıtmaktadır.219

Yani evrim teorisine göre, birbirle-rinden tamamen ba¤ımsız mutasyonla-rın, bu canlıları ikifler kez "tesadüfen"üretmifl olmaları gerekmektedir! Bu ger-çek, evrimcileri daha da çaresizli¤e sü-rükleyen bir sorundur. Evrimci biyolog-ların "homoloji" tezi ile çeliflen bu gibiola¤anüstü benzerlikler, benzer organla-rın ortak atadan evrimleflme tezine deliloluflturmadı¤ını göstermektedir. Kaldı kibazı canlılarda da bunun tam tersi bir du-rum gözlemlenir. Yani evrimciler tara-fından çok yakın akraba sayıldıkları hal-de, bazı organları tamamen farklı yapıla-ra sahip canlılar vardır.

Harun Yahya (Adnan Oktar)

177HOMOLOG ORGAN

AAhhttaappoottllaarr,, eevvrriimmcciilleerriinn oorrttaayyaa aatttt››¤¤›› hhaayyaallii ""hhaayyaatt aa¤¤aacc››""nnaa ggöörree iinnssaannaa eenn uuzzaakk ccaannll››--llaarrddaann bbiirriiddiirr.. AAnnccaakk aahhttaappoott ggöözzüü ((ssoollddaa)) iillee iinnssaann ggöözzüü ((ssaa¤¤ddaa)) ttaammaammeenn aayynn›› yyaapp››yyaassaahhiippttiirr.. BBuu dduurruumm,, bbeennzzeerr yyaapp››llaarr››nn eevvrriimmee ddeelliill oollmmaadd››¤¤››nn››nn ggöösstteerrggeelleerriinnddeenn bbiirriiddiirr..

RReettiinnaa

KKaass››cc››kkaassllaarr

LLeennss

KKoorrnneeaa

‹‹rriiss

OOppttiikkssiinniirrlleerr

RReettiinnaa

‹‹rriiss

KKaass››cc››kkaassllaarr

LLeennss

HHuurrddaa DDNNAA

"Hurda DNA" kavramı 5-6 yıl ön-cesine dek, bilim adamlarının fonksi-yonlarını bilmedikleri büyük DNA yı-¤ınlarına verdikleri isimdi. Gen olaraktanımlayamadıkları bu çok uzun dizilim-lere o an için "junk DNA" (hurda, çöp,bofl DNA) diyorlardı. DNA'nın kendile-rince ifle yaramaz olan bu dev kısımları-nı evrime delil olarak öne sürdüler. Buiddiaya göre "Hurda DNA", evrim süre-since biriken ancak artık kullanılmayanDNA kısımlarıydı.

Bu iddia hiçbir bilimsel bulguya da-yanmıyordu; yalnızca temelsiz bir spe-külasyondan ibaretti. Bu yanlıflı literatü-re kolayca yerlefltirebilmelerinin sebebiise, o günlerde DNA hakkında çok azfley bilinmesi ve "Hurda DNA" denenDNA kısımlarının ifllevinin henüz keflfe-dilmemifl olmasıydı.

Oysa ‹nsan Genomu Projesi ve di¤ergenetik çalıflmalarla birlikte, genlerinprotein üretimi sırasında birbirleriyle de-vamlı bir etkileflim içinde oldukları orta-ya çıktı. (bkz. Genom Projesi) Bu üretimsırasında, bir genin di¤er DNA bölümle-rinden ba¤ımsız olarak çalıflmadı¤ı anla-flıldı. Bugün varılan nokta göstermekte-

dir ki, bir genin çalıflması sırasında,özellikle protein kodlamaya bafllamaaflamasında, genleri oluflturmayan DNAbölümlerinin o geni düzenlemesi söz ko-nusudur. ‹flte bu yüzden, geneti¤e ilgiduyan veya arafltırmaları yakından takipeden hiçbir bilim adamı, artık "hurdaDNA" kavramına itibar etmemektedir.

Aslında DNA'nın bu kısımlarının de-vamlı faaliyet halinde oldu¤u, evrimcile-rin hofluna gitmese de, uzun süreden beriifade edilen bir gerçekti. Science dergi-sinde 1994 yılında yayınlanan "SaçmaDNA kendi dilinde mi konufluyor?" bafl-lıklı haberde220, Harvard Tıp Fakülte-si'ndeki moleküler biyologlar ve BostonÜniversitesi'nden fizikçiler bu konuyaaçıklık kazandırmıfllardı. Çeflitli canlı-lardan alınan, 50.000 baz çifti içeren 37DNA dizilimi üzerinde yaptıkları arafltır-maların sonucu, insan DNA'sında %90yer tutmakta olan sözde "bofl DNA"nınaslında özel bir dilde yazıldı¤ını haberveriyordu.

Cleveland Üniversitesi'nden evrimcibilim adamı Evan Eichler ise bu konuylailgili flöyle bir itirafta bulunmufltur:

Hurda DNA deyimi bizim bilgisizli¤imi-zin yansımasından baflka birfley de¤il.221

Gerçekte "Hurda DNA" kavramı, ev-rimcilerin 20. yüzyılın baflında ortaya at-tıkları "körelmifl organlar" iddiasının sonörne¤idir. (bkz. Körelmifl organlar tezi)O dönemde de ifllevi henüz keflfedileme-mifl pek çok organ (örne¤in appendiks,kuyruk sokumu vs.) evrimciler tarafın-dan "ifle yaramaz, körelmifl organlar" di-ye öne sürülmüfl ve evrim lehinde bir de-lil gibi gösterilmifltir. Oysa sonraki tıbbiarafltırmalar, "ifle yaramaz" sanılan or-ganların önemli ifllevlerini ortaya çıkar-mıfl, örne¤in appendiksin (halk arasındaapandisit olarak bilinen organ) vücudunsavunma sisteminin bir parçası, kuyruksokumunun da önemli kasların tutunmanoktası oldu¤unu göstermifltir. Evrimciyazar Scadding'in ifadesiyle "biyolojibilgisi arttıkça, körelmifl organlar listeside giderek küçülmüfl" ve sonunda yokolmufltur.222

Bugün aynı durum "körelmifl DNA"gibi gösterilmek istenen DNA parçalarıiçin söz konusudur. Ama "biyoloji bilgisiarttıkça" bu iddia da çürümektedir.

HHuuxxlleeyy,, JJuull››aann

Neo-Darwinizm'in mimarlarındanzoolog Julian Huxley, 1958'de yayınla-dı¤ı Religion Without Revelation (Vahiy-siz Din) adlı kitabında neo-Darwinizm'ibilimsel bir teori olarak de¤il, ideolojikbir dogma olarak tarif etmektedir. (bkz.Neo-Darwinizm)

HHüüccrree

Darwin zamanında canlı hücresininkompleks yapısı bilinmiyordu. Bu ne-denle dönemin evrimcileri, canlılı¤ın na-sıl ortaya çıktı¤ı sorusuna "rastlantılarve do¤al olaylar" cevabını vermenin çokikna edici oldu¤unu sanmıfllardı. Darwinilk hücrenin "küçük, ılık bir su birikinti-sinde" kolaylıkla oluflabilece¤ini önesürmüfltü. (bkz. Abiyogenez görüflü) Oy-sa canlılı¤ın en küçük detayına kadarinen 20. yüzyıl teknolojisi, hücrenin in-sano¤lunun karflılafltı¤ı en kompleks sis-tem oldu¤unu ortaya çıkardı. Bugünhücrenin içinde; enerjiyi üreten santral-ler, yaflam için zorunlu olan enzim vehormonları üreten fabrikalar, üretilecekbütün ürünlerle ilgili bilgilerin kayıtlıbulundu¤u bir bilgi bankası, bir bölge-den di¤erine hammaddeleri ve ürünlerinakleden kompleks taflıma sistemleri,boru hatları, dıflarıdan gelen hammadde-leri ifle yarayacak parçalara ayrıfltırangeliflmifl laboratuvar ve rafineriler, hüc-renin içine alınacak veya dıflına gönderi-lecek malzemelerin girifl-çıkıfl kontrolle-rini yapan uzmanlaflmıfl hücre zarı prote-inleri oldu¤unu biliyoruz. Üstelik bu

Harun Yahya (Adnan Oktar)

179HUXLEY, JULIAN

JJuulliiaann HHuuxxlleeyy

saydıklarımız, hücredeki karmaflık yapı-nın yalnızca bir bölümüdür.

Evrimci bir bilim adamı olan W. H.Thorpe, "canlı hücrelerinin en basitininsahip oldu¤u mekanizma bile, insano¤-lunun flimdiye kadar yaptı¤ı, hatta hayaletti¤i bütün makinelerden çok dahakomplekstir" diye yazar.223

Hücre o kadar komplekstir ki, bugüninsano¤lu ulafltı¤ı yüksek teknolojiylebile bir hücreüretememek-tedir. Yapayhücre olufl-turmak içinyapılan tümç a l ı fl m a l a rbaflarısızlıkla so-n u ç l a n m ı fl t ı r.Evrim teorisi ise,insano¤lunun tümbilgi ve teknolojibirikimi ile yap-mayı baflaramadı-¤ı bu sisteminilkel dünyada" t e s a d ü f e n "olufltu¤unu öne sürer. Bu, bir örnek ver-mek gerekirse, basım evindeki bir patla-mayla, tesadüf eseri bir ansiklopedininbasılıvermifl olmasından çok daha düflükbir ihtimale sahiptir.

Buna benzer bir baflka benzetmeyi‹ngiliz matematikçi ve astronom SirFred Hoyle, 12 Kasım 1981'de Naturedergisine verdi¤i bir demecinde yapmıfl-tır. Kendisi de bir materyalist olmasına

ra¤men Hoyle, tesadüfler sonucu canlıbir hücrenin meydana gelmesiyle, birhurda yı¤ınına isabet eden kasırganın sa-vurdu¤u parçalarla tesadüfen bir Boeing747 uça¤ının oluflması arasında bir farkolmadı¤ını belirtir.224 Yani, hücreninkendi kendine, rastlantılar sonucu olufl-ması mümkün de¤ildir.

Evrim teorisinin hücrenin nasıl varoldu¤u sorusunu açıklayamamasının en

temel nedenlerinden biri,hücredeki "indirgene-

mez komplekslik"özelli¤idir. (bkz.‹ n d i r g e n e m e zkomplekslik) Bircanlı hücresi, çoksayıda küçük or-ganelin uyumiçinde çalıflma-

sıyla yaflar. Buparçaların biri bile

olmasa, hücreyaflamını sürdü-remez. Hücrenindo¤al seleksiyonve mutasyon gibi

bilinçsiz mekanizmaların kendisini ge-lifltirmesini bekleme gibi bir imkan› yok-tur. Dolayısıyla, yeryüzünde oluflan ilkhücrenin yaflam için gerekli tüm organelve fonksiyonlara sahip, eksiksiz bir hüc-re olması gerekmektedir.

‹nsan vücudunda 100 trilyondan faz-la hücre bulunur. Bu hücrelerden bazılarıo kadar küçüktür ki bunların bir milyontanesi biraraya gelse ancak bir i¤ne ucu

Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)

HÜCRE180

ÇÇeekkiirrddeekk ppllaazzmmaass›› ÇÇeekkiirrddeekk zzaarr››

NNüükklleeoollÇÇeekkiirrddeekk

ÇÇeekkiirrddeekk zzaarr››

MMiikkrroo ttüüpplleerr SSeennttrrooiill ççiiffttii

LLiizzoozzoomm

MMiittookkoonnddrrii

EEnnddooppllaazzmmiikkrreettiikkuulluumm

GGoollggii cciissiimmccii¤¤ii

KKooffuull

GGrraannüüllllüü eennddooppllaazzmmiikkrreettiikkuulluumm

Harun Yahya (Adnan Oktar)

kadar yer kaplar. Ancak, bu küçüklü¤ünera¤men hücre, bilim dünyasının ortakkanaatiyle, insano¤lunun bugüne kadarkarflılafltı¤ı en kompleks yapı ünvanınıkorumaktadır. Halen keflfedilmemifl pekçok sırrı içinde barındırmayı sürdürenhücre, evrim teorisinin de en büyük aç-mazlarından birini oluflturur. Nitekimünlü Rus evrimcisi A. I. Oparin göz ardıedilemeyen bu gerçe¤i flöyle ifade eder:

Maalesef hücrenin meydana gelifli, evrimteorisinin bütününü içine alan en karan-lık noktayı teflkil etmektedir.225

Bu konudaki di¤er bir itiraf ise, Jo-hannes Gutenburg Üniversitesi Biyo-kimya Enstitüsü Baflkanı Prof. Dr. KlausDose'ye aittir. Dose, canlı hücrenin olu-flumu ile ilgili olarak "Yo¤un çabalarara¤men son 30 yıldan bu yana canlı hüc-relerin oluflumunu açıklayabilecek her-

Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)

HÜCRE182

DDaarrwwiinn ddöönneemmiinnddee hhüüccrreenniinn ppeekk ççookk kkoommpplleekkss yyaapp›› vvee ssiisstteemmee ssaahhiipp oolldduu¤¤uu bbiilliinn--mmiiyyoorrdduu.. ‹‹lleerrlleeyyeenn tteekknnoolloojjiiyyllee bbiirrlliikkttee bbuu kkoommpplleekkss yyaapp››llaarr››nn tteessaaddüüffeenn mmeeyyddaannaaggeelleebbiillmmeelleerriinniinn iimmkkaannss››zz oolldduu¤¤uunnuunn aannllaaflfl››llmmaass››,, eevvrriimmcciilleerrii iiççiinnddeenn çç››kk››llmmaazz bbiirr dduu--rruummaa ssookkmmuuflflttuurr..

hangi bir bulufl yapılamadı"226 diyerekevrimin canlılı¤ın kökenine bir açıklamagetiremedi¤ini itiraf etmektedir.

Bu itiraftan, evrimin önünün daha ilkaflamada tıkandı¤ı ve daha fazla ileri git-me imkan›n›n kalmadı¤ı rahatlıkla anla-flılmaktadır. Canlı vücudunun bafllıca ya-pıtaflı hücredir. Dolayısıyla, henüz hüc-renin hatta hücreyi meydana getiren pro-teinler ve proteinleri meydana getirenamino asitlerin meydana geliflini bileaçıklayamayan bir teorinin, dünya üze-rindeki canlıların ortaya çıkıflı hakkındabir açıklama getirmesi mümkün de¤ildir.Aksine hücre, insanın "yaratılmıfl" oldu-¤unun en açık delillerinden birini olufl-turmaktadır.

Fakat evrimciler, hala, ilkel dünyaflartları gibi, olabilecek en kontrolsüz or-tamda canlılı¤ın rastlantılarla ortaya çık-tı¤ını iddia edebilmektedirler. Oysa bu,hiçbir zaman bilimsel verilerle uyuflma-yan bir iddiadır. Ayrıca en basit ihtimalhesapları bile, de¤il canlı bir hücrenin, ohücredeki milyonlarca proteinden tek birtanesinin bile tesadüfen oluflamayaca¤ı-nı matematiksel olarak kanıtlamıfltır. Buda evrim teorisinin akıl ve mantıktan çokhayal, fantezi ve yakıfltırmalar üzerinekurulu bir senaryolar yı¤ını oldu¤unugöstermektedir.

Tek bir hücrenin varlı¤ı kadar, hücre-ler arasında mükemmel bir uyum ve ifl-birli¤inin var olması da hayret vericidir.‹nsan vücudundaki bütün hücreler bafl-langıçta tek bir hücrenin bölünerek ço-¤almasıyla meydana gelmifltir. Ve, daha

en baflından beri, vücudumuzun flu ankiyapısı, flekli, tasarımı ve tüm özellikleriy-le ilgili her türlü bilgi bu ilk hücrenin çe-kirde¤indeki kromozomlarda mevcuttur.

‹nsanın hayatının devamlılı¤ı, kendi-sini meydana getiren hücrelerin hemkendi içlerinde hem de birbirleri arasın-da uyum içinde çalıflmaları sayesindeolur. Hücre, di¤er hücrelerle uyum için-de çalıflırken, kendi yaflamını da büyükbir düzen ve hassas bir denge içerisindesürdürür. Bu düzenini devam ettirmek veiç dengesini korumak için ihtiyacı olanbirçok maddeyi, enerjisi de dahil olmaküzere bizzat kendisi tespit eder ve üretir.Kendi karflılayamadı¤ı ihtiyaçlarını isedıflardan büyük bir titizlikle seçip alır.Öyle seçicidir ki, dıfl ortamda baflıbofldolaflan maddelerden bir tanesi bile hüc-renin izni olmadan tesadüf eseri onunkapılarından içeri giremez. Hücreniniçinde lüzumsuz, amaçsız tek bir mole-kül bile bulunmaz. Hücre dıflına çıkıfllarda aynı flekilde hassas kontroller, sıkı de-netimler sonucunda gerçekleflir.

Tüm bunlarla birlikte hücre, her türlüdıfl tehdit ve saldırıya karflı kendini koru-yacak bir savunma sistemine de sahiptir.Dahası, içerdi¤i bunca yapı ve sisteme,içinde devam eden sayısız faaliyete ra¤-men, ortalama bir hücrenin büyüklü¤ümodern bir flehir gibi kilometrelerce karede¤il, yalnızca milimetrenin 100'de birikadardır. Hücrenin yukar›da sayd›¤›m›zifllevlerinden her biri bafllı baflına birermucize niteli¤indedir. (bkz. DNA)

Harun Yahya (Adnan Oktar)

183HÜCRE

IIcchhtthhyyoosstteeggaa

Evrimciler suda yaflayan canlıların

zaman içinde evrim geçirip kara canlıla-

rına dönüfltü¤ünü iddia etmektedirler.

Bu iddialarını do¤rulayabilmek için de

hem kara canlılarına hem de su içinde

yaflayan canlılara benzer özelliklere sa-

hip olan her canlıyı, bir ara geçifl formu

olarak sunarlar. Ichthyostega da evrimci-

lerin ara form olarak göstermek istedik-

leri Devon döneminde yaflamıfl bir tür

deniz canlısıdır. Suda yaflamak için yara-

tılmıfl bu canlının evrimciler tarafından

balıklar ve amfibiyenler arasında yafla-

mıfl bir ara form olarak görülmesinin tek

nedeni yüzgeç yapısının karada yürüye-

bilen ilkel bir ayak modeline benzetil-

mesidir. Ancak bu asılsız iddianın hiçbir

bilimsel geçerlili¤i yoktur çünkü günü-

müzde de yarasa gibi uçabilen memeli-

ler, Platypus gibi yumurtlayan memeli-

ler, balina, yunus gibi suda yaflayan me-

meliler vardır.

Aynı flekilde geçmiflte de bu tür can-

lılar yaflamıfltır. "Ichthyostega" olarak

anılan bu canlılar da yunuslar gibi deniz-

de yaflamıfllardır. Fakat bu canlının ara

geçifl formu oldu¤unu göstermez, aksine

orijinal ve sabit bir tür oldu¤unu göste-

rir. Aslında bunların ara geçifl formu ola-

rak öne sürülmesinin evrim teorisine gö-

re de rasyonel bir temeli yoktur. Günü-

müzde sözü edilen tüm sözde ara geçifl

formları, iflte bu tür çarpıtmaların birer

ürünüdürler. Evrimcilere göre ayaklar

kullanılarak yapılan ilk hareket, sı¤ su-

lak alanların dip kısımlarında yürüyen

amfibiyen benzeri canlılar tarafından

gerçeklefltirilmiflti. Cœlacanth balı¤ının

da dahil oldu¤u bu balıklar ise, uzunca

bir süre bu yürüyüfl biçimiyle hareket

eden bir ara geçifl formu olarak tanım-

lanmıfllardı. Evrimciler Cœlecanth'ın da

zaman içerisinde evrim geçirerek bir

amfibiyen olan Ichthyostega'ya dönüfltü-

¤ünü iddia ediyorlardı. Ancak bu tama-

men asılsız bir senaryoydu. Ünlü Nature

dergisisinin editörü Henry Gee bile bir

evrimci olmasına karflın Ichthyostega

hakkındaki yanlıfl ve ön yargılı yakla-

flımlar hakkında flu itirafı yapmıfltı:

Ichthyostega'nın balıklarla son tetrapod-

lar arasında kayıp bir halka oldu¤u iddi-

ası, önyargılarımız hakkında, üzerinde

çalıflmamız gereken yaratık hakkında ol-

du¤undan daha çok fley açı¤a çıkarmak-

ta. Bu durum, gerçek bizim hayal edebil-

di¤imizden çok daha genifl, sıra dıflı ve

farklı olabilecekken, bizim bu gerçek

hakkında kendi kısıtlı deneyimimize da-

yalı ne kadar dar bir görüfl ortaya koydu-

¤umuzu göstermektedir.227

Yukarıdaki itiraftan da anlaflıldı¤ı gi-

bi sudan karaya geçifl iddiasını göstere-

bilecek tek bir somut delil bile yoktur.

Bu gerçek Cœlecanth'ın bulunmasıyla da

ortaya çıkmıfl ve evrimcilerin kurdukları

senaryoların hayal ürünü oldu¤u bir kez

daha ortaya çıkmıfltır.

Harun Yahya (Adnan Oktar)

185ICHTHYOSTEGA

‹‹ççggüüddüünnüünn kköökkeennii

"‹çgüdü" kelimesi, evrimci bilimadamları tarafından, hayvanların do¤ufl-tan sahip oldukları bazı davranıflları ta-nımlamak için kullanılır. Ancak hayvan-ların bu içgüdüleri nasıl edindikleri, iç-güdü ile yapılan bir davranıflın ilk olaraknasıl ortaya çıktı¤ı ve bu davranıfllarınnesilden nesle nasıl aktarıldı¤ı sorusuher zaman cevapsızdır.

Evrimci genetikçi Gordon RattrayTaylor, içgüdülerle ilgili bu çıkmazı flöy-le itiraf etmektedir:

‹çgüdüsel bir davranıfl ilk olarak nasılortaya çıkıyor ve bir türde kalıtımsal ola-rak nasıl yerlefliyor diye sorsak, bu soru-ya hiçbir cevap alamayız.228

Gordon Taylor gibi itirafta buluna-mayan bazı evrimciler ise bu soruları üs-tü kapalı, gerçekte bir anlam ifade etme-yen cevaplarla geçifltirmeye çalıflırlar.Evrimcilere göre, içgüdüler canlılarıngenlerine programlanmıfl olan davranıfl-lardır. Bu açıklamaya göre örne¤in birbalarısı son derece muntazam ve bir ma-tematik harikası olan altıgen petekleri iç-güdüleri ile yapar. Di¤er bir deyiflle yer-yüzündeki tüm balarılarının genlerinde

kusursuz flekilde altıgen petek infla etmeiçgüdüsü programlanmıfltır. E¤er canlı-lar, davranıfllarının büyük ço¤unlu¤unuböyle davranmaya programlandıklarıiçin yapıyorlarsa, onları kim programla-mıfltır sorusu sorulmalıdır. Hiçbir prog-ram kendi kendine oluflamayaca¤ına gö-re, bu programın da mutlaka bir prog-ramcısı olmalıdır. Evrimcilerin "içgüdü"dedikleri veya "hayvanlar bunu yapmakiçin programlanmıfllardır" diyerek açık-lamaya çalıfltıkları fley, aslında Allah'ınilhamıdır.

Evrim teorisinin sahibi Charles Dar-win de hayvanların davranıfllarının ve iç-güdülerinin, teorisi için büyük bir tehli-ke oluflturdu¤unu fark etmifl ve bunuTürlerin Kökeni isimli kitabında birkaçkez açıkça itiraf etmifltir:

‹çgüdülerin birço¤u öylesine flaflırtıcıdırki, onların geliflimi okura belki teorimitümüyle yıkmaya yeter güçte görünecek-tir.229

Darwin'in o¤lu Francis Darwin isebabasının mektuplarını derledi¤i The Li-fe and Letters of Charles Darwin (Char-les Darwin'in Hayat› ve Mektuplar›)isimli kitapta Charles Darwin'in içgüdü-

lerle ilgili yafladı¤ı zorlu¤u flöyle ak-tarmıfltır:

Çalıflmanın (Türlerin Kökeni'nin) 3.Bölümü'nde birinci kısım tamamlanı-

yor ve hayvanların alıflkanlıkları ileiçgüdülerindeki varyasyonlardansöz ediliyor… Bu konunun yazının

Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)

‹ÇGÜDÜNÜN KÖKEN‹186

Harun Yahya (Adnan Oktar)

bafllangıç kısmına dahil edilmesinin se-bebi, içgüdülerin do¤al seleksiyonla ger-çekleflti¤i fikrini imkansız olarak de¤er-lendiren okuyucuların aceleyle teoriyireddetmemesini sa¤lamak. Türlerin Kö-keni'nde yer alan ‹çgüdüler Bölümü özel-likle "teorinin en ciddi ve en açık zorluk-larını içeren" konu.230

Evrimciler, cevapsız kaldıklarındabazen de ortaya flöyle bir iddia atarlar:"Hayvanlar tecrübe yoluyla bazı davra-nıflları ö¤renirler ve bu davranıflların iyiolanları do¤al seleksiyon tarafından seçi-lir. Daha sonra bu iyi olan davranıfllar ka-lıtım yoluyla bir sonraki nesle aktarılır."

Bu iddiadaki mantık hataları ve bilimdıflı düflünceler açıktır:

1. "Faydalı davranıflların do¤alseleksiyon ile seçildi¤i" iddiasın-daki yanılgılar:

Darwin'in bu tezi do¤ayı, faydalı vezararlı davranıflları ayırt edebilen, bilinç-li ve karar verebilen bir güç olarak gös-termektedir. Do¤ada bu ayrımı yapabile-cek herhangi bir güç veya bilinç bulun-mamaktadır. Ne hayvanın kendisi, ne dedo¤ada bulunan herhangi bir varlık"hangi davranıflın yararlı oldu¤u" kararı-nı verebilecek bir yetene¤e sahip de¤il-dir. Bu seçimi sadece, do¤ayı ve söz ko-nusu canlıyı yaratmıfl olan bilinç ve akılsahibi bir Varlık yapabilir.

Aslında Darwin'in kendisi de karma-flık ve faydalı davranıflların do¤al seleksi-yon yoluyla kazanılmıfl olmasının imkan-sız oldu¤unu itiraf etmifl, ancak kendi id-

diasının hayal gücüne daha uygun oldu-¤unu ve bu nedenle saçma olmasına ra¤-men bu iddiayı sürdürdü¤ünü belirtmifltir:

... Sonunda, yavru gugu¤un üvey kardefl-lerini yuvadan atması, karıncaların köle-lefltirmesi… gibi içgüdüleri, özellikle ba-¤ıfllanmıfl ya da yaratılmıfl içgüdüler ola-rak de¤il de, bütün organik yaratıklarınilerlemesine yol açan genel bir yasanın,yani ço¤almanın, de¤iflmenin, en güçlü-lerin yaflamasının ve en zayıfların ölme-sinin küçük belirtileri olarak görmek,mantıklı bir sonuç çıkarma olmayabilir,ama benim hayal gücüm için çok dahadoyurucudur.231

Türkiye'nin önde gelen evrimcilerin-den Prof. Dr. Cemal Yıldırım ise, anne-nin yavru sevgisi gibi davranıflların do-¤al seleksiyon ile açıklanamayaca¤ınıflöyle itiraf etmektedir:

Annenin yavru sevgisini, hiçbir ruhsalö¤e içermeyen "kör" bir düzenekle (do¤alseleksiyon) açıklamaya olanak var mıdır?Biyologların (bu arada Darwinciler'in)bu tür sorulara doyurucu yanıt verdikleri-ni söylemek güçtür, kuflkusuz.232

Bilinci ve aklı olmayanbu canlılarda birta-kım manevi özel-likler bulundu-¤una ve bumanevi özel-likleri kendi ira-deleriyle kazan-maları müm-kün olmadı-¤ına göre,

187‹ÇGÜDÜNÜN KÖKEN‹

bunu onlara veren bir güç olmalıdır. Do-¤al seleksiyon mekanizması ve do¤anınkendisi, ne fluura, ne de bu manevi özel-liklere sahip de¤ildir ve bu nedenle can-lıların sahip oldukları bu özelliklerinkayna¤ı olamazlar. Çok açık olarak gö-rülen gerçek fludur: Tüm canlılarAllah'ın iradesinin ve kontrolünün altın-da yaflarlar. Bu nedenledir ki, bilinçsizcanlıların yafladı¤ı do¤ada sık sık, insanıhayrete düflüren, "bu hayvan bunu nere-den biliyor" veya "bu hayvan bunu nasıldüflünebilir?" dedirten hayret ifadeleri-mize neden olan, son derece bilinçli dav-ranıfllar görürüz.

2. Do¤al seleksiyon yoluyla ka-zanılan davranıflların, kalıtımyoluyla bir sonraki nesle aktarıl-ması mümkün de¤ildir:

Evrimcilerin iddialarınınikinci aflamasında, do¤alseleksiyon yoluyla ka-zanılan davranıfllarınkalıtım yoluyla son-raki nesillere akta-rılmaları gerek-mektedir. Ancak buiddiaları da birçokyönden tutarsızlık-larla doludur. Her-fleyden önce hayvan-lar tecrübe yoluyla birdavranıflı ö¤renseler bile,sonradan kazanılmıfl bir davra-nıflın genetik olarak bir sonraki nesle ak-tarılması imkansızdır. Ö¤renilen bir dav-

ranıfl, sadece bu tavrı ö¤renen canlıya aitolur. Bir davranıfl fleklinin canlının gen-lerine aktarılması kesinlikle mümkünde¤ildir.

Evrimci Gordon R. Taylor, bazı biyo-logların davranıflların kalıtımsal olaraksonraki nesillere aktarılabildi¤i iddiası-nı, "acınacak" bir iddia olarak de¤erlen-dirmektedir:

Biyologlar belirli bazı davranıfl flekilleri-nin kalıtımının mümkün oldu¤unu ve as-lında bunun gerçekten görüldü¤ünü ka-bul ederler. Dobzhansky flunu iddia et-mektedir: "Tüm beden yapıları ve fonksi-yonlar, hiçbir istisna olmaksızın, çevreselzincirler sırasında oluflan kalıtımın ürün-leridir. Bu durum, hiçbir istisna olmaksı-zın tüm davranıfl flekilleri için de geçerli-dir". Bu do¤ru de¤ildir ve Dobzhanskygibi saygın birinin bunu dogmatik olaraksavunması acınacak bir durumdur. Bazı

davranıfl flekillerinin kalıtımsal ol-du¤u do¤rudur; ancak tümü-

nün kalıtımsal oldu¤unusöylememize imkan yok-

tur.

Açık olan gerçek fludurki, genetik mekanizma-nın belirli bazı davra-nıfl biçimlerini nesilden

nesle aktarabildi¤inedair en küçük bir belirti

bile görülmemektedir. Ge-netik mekanizma sadece pro-

tein üretir. Belirli hormonlar-dan daha fazla üreterek davranıflı

genel olarak etkileyebilir; örne¤in birhayvanı daha agresif veya daha pasif ya-

Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)

‹ÇGÜDÜNÜN KÖKEN‹188

pabilir ya da bir canlıyı annesine dahaba¤ımlı hale getirebilir. Ancak yuva ya-parken gereken bir dizi hareket gibi be-lirli bir davranıfl programını nesildennesle aktarabildi¤ine dair hiçbir delilyoktur.

E¤er davranıfl gerçekten kalıtımsal ise, ohalde nesilden nesle aktarılan davranıflınbirimi nedir? Çünkü birimler oldu¤u var-sayılmaktadır. Hiç kimse bu soruya bircevap verememifltir.233

Gordon Taylor'ın da belirtti¤i gibi,karmaflık davranıfl biçimlerinin kalıtım-sal olduklarını iddia etmek bilimsel de-¤ildir. Kuflların yuva yapmaları, kundu-zun baraj kurması, arıların petek infla et-meleri gibi bilinç, tasarım gerektirenkarmaflık davranıfllar için "kalıtımsal"demek, bu davranıflların kökenini açıkla-mamaktadır.

‹flte Charles Darwin'in de 150 yıl ön-ce sordu¤u bu soruyu evrimciler hala ce-vaplayamamıfllardır. Darwin bu çeliflkiyiflöyle dile getirmifltir:

Bir tek kuflakta alıflkanlıkla birçok içgü-dü edinildi¤ini ve sonra ardıflan kuflakla-ra soyaçekimle iletildi¤ini varsaymaka¤ır bir yanılgı olur. Bildi¤imiz en flaflır-tıcı içgüdüler, örne¤in balarısının ve ka-rıncaların birço¤unun içgüdüleri, alıfl-kanlıkla kazanılmıfl olamaz.234

Bir iflçi karınca, ya da bir baflka efleysizböcek, sıradan bir hayvan olsaydı, bütünıralarının (özelliklerinin) Do¤al Seçmey-le yavafl yavafl edinilmifl oldu¤unu, yaniyararlı küçük de¤iflikliklerle do¤an vebunları soyaçekimle döllerine ileten bi-reylerin varlı¤ını ve onların döllerininyeniden de¤iflti¤ini ve yeniden seçildi¤inivb. hiç duraksamadan kabul ederdim.Ama iflçi karınca ana babasından büyükölçüde farklı bir böcektir ve üstelik tü-müyle kısırdır; bu yüzden art arda edinil-mifl yapı ve içgüdü de¤iflikliklerini dölle-rine iletmesi söz konusu olamaz. Bu du-rumun Do¤al Seçme teorisiyle nasıl uz-lafltırılabilece¤i elbette sorulur.235

189‹ÇGÜDÜNÜN KÖKEN‹

3. ‹çgüdülerin evrimleflerek can-lıyla birlikte de¤iflti¤i iddiasınıngeçersizli¤i:

Darwin önceki konularda aç›klad›¤›-m›z çeliflki ve imkansızlıkların farkınavarmıfl ve içgüdülerin do¤al seçmeylekazanılıp sonra de¤iflime u¤raması yö-nündeki iddialar› flöyle sorgulamıfltır:

... ‹çgüdüler Do¤al Seçmeyle kazanılabi-lir ve de¤iflikli¤e u¤ratılabilir mi? Arıyıbüyük matematikçilerin bulufllarını çokönceden uyguladı¤ı petek gözlerini yap-maya yönelten içgüdü için ne diyece-¤iz?236

Bu çeliflkiyi balıklardan bir örnek ve-rerek daha açık hale getirebiliriz:

Balıkların tamamen kendilerine hasüreme, avlanma, savunma ve yuva yap-ma yöntemleri vardır. Bu özellikler, su-yun altındaki flartlara göre mükemmelbir flekilde ayarlanmıfltır. Bazı balıklarüreme mevsimlerinde yumurtalarını de-niz altındaki bir kayaya yapıfltırırlar veyüzgeçlerini sallayarak yumurtaların ok-sijen almalarını sa¤larlar.

O zaman bu balıklar evrimleflirken,aynı zamanda içlerinden gelen sesin, ya-ni içgüdülerinin de büyük de¤iflikliklereu¤raması gerekmektedir. Üstelik bu seso kadar de¤iflmelidir ki, bu balık birden-bire kara canlılarında oldu¤u gibi yüksekyerlerde mükemmel yuvalar infla etmeyebafllasın, yumurtalarının geliflimi içinkuluçkaya yatsın!

Nitekim Darwin de Türlerin Köke-ni'nde teorisine yöneltilen bu elefltiriyeflöyle yer vermifltir:

‹çgüdülerin kökeni konusundaki bu görü-fle flöyle itiraz edildi: "Yapı ve içgüdü de-¤iflimlerinin zamandafl olması ve birbiri-ne tümüyle uygun düflmesi zorunludur;çünkü birinin öbüründe uygun bir karflı-lı¤ı bulunmayan bir de¤iflikli¤i öldürücüolurdu."237

Görüldü¤ü gibi hayvanlardaki davra-nıflları, içgüdülerin kökenini evrimsel birsüreçle, tesadüflerle veya "tabiat ana" ileaçıklamak mümkün de¤ildir. Canlılarıngösterdikleri davranıflların kayna¤ı, nekendi vücutlarında, ne de do¤ada bulun-maktadır. Tüm canlılar Allah'ın ilhamıy-la biyolojik yapılarına ve bulunduklarıortama en uygun tavrı gösterirler.

‹‹kkii aayyaakkll››ll››kk

Tüm fosil kayıtlarının yanı sıra, in-sanlarla maymunlar arasındaki aflılamazanatomik uçurumlar da insanın evrimimasalını geçersiz kılar. Bu uçurumlarınbiri, yürüyüfl fleklidir.

‹nsan iki aya¤ı üzerinde dik yürür.Bu, baflka hiçbir canlıda rastlanmayan,çok özel bir hareket fleklidir. Di¤er bazıhayvanlar ise iki ayaklı olarak sınırlı birhareket kabiliyetine sahiptirler. Ayı vemaymun gibi hayvanlar ender olarak(örne¤in bir yiyece¤e ulaflmak istedikle-rinde) iki ayakları üzerinde kısa sürelihareket edebilirler. Normalde öne e¤ikbir iskelete sahiptirler ve dört ayakla yü-rürler. Fakat iki ayaklılık, evrimcileriniddia etti¤i gibi, maymunların dört ayak-lı yürüyüflünden evrimleflmemifltir.

Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)

‹K‹ AYAKLILIK190

‹‹nnssaann iisskkeelleettii ddiikk yyüürrüümmeeyyee uuyygguunn oollaarraakk yyaarraatt››llmm››flfltt››rr.. MMaayymmuunn iisskkeelleettii iissee,, öönnee ee¤¤iikk yyaapp››ss››,, kk››--ssaa bbaaccaakkllaarr›› vvee uuzzuunn kkoollllaarr›› iillee,, ddöörrtt aayyaakkll›› bbiirr hhaarreekkeett bbiiççiimmiinnee uuyygguunndduurr.. BBuu iikkii yyaapp›› aarraass››nnddaabbiirr ""ggeeççiiflfl ffoorrmmuu"" oolluuflflmmaass›› iissee,, bbuu ggeeççiiflfl ffoorrmmuunnuunn vveerriimmssiizzllii¤¤ii nneeddeenniiyyllee mmüümmkküünn ddee¤¤iillddiirr..

Harun Yahya (Adnan Oktar)

191‹K‹ AYAKLILIK

Öncelikle iki ayaklılık evrimsel biravantaj de¤ildir. Zira, maymunların ha-reket flekli insanın iki ayaklı yürüyüflün-den daha kolay, hızlı ve verimlidir. ‹nsanne bir flempanze gibi a¤açlar arasındadaldan dala atlayarak ilerleyebilir, ne debir çita gibi saatte 125 km hızla koflabi-lir. Aksine insan, iki aya¤ı üzerinde yü-rüdü¤ü için yerde çok daha yavafl bir bi-çimde hareket edebilir ve bu nedenle do-¤adaki canlıların en savunmasızlarındanbiridir. Dolayısıyla, evrimin kendi man-tı¤ına göre, maymunların iki ayaklı yü-rümeye yönelmelerinin hiçbir anlamıyoktur. Aksine, evrime göre insanlar dörtayaklı hale gelmelidirler.

Evrimci iddianın bir di¤er çıkmazıise, iki ayaklılı¤ın Darwinizm'in "aflamaaflama geliflme" modeline kesinlikle uy-mamasıdır. Evrimin temelini oluflturan

bu model, evrimin bir aflamasında ikiayaklılıkla dört ayaklılık arasında "kar-ma" bir yürüyüfl olmasını zorunlu kılar.Oysa ‹ngiliz paleoantropolog RobinCrompton, 1996 yılında bilgisayar yar-dımıyla yaptı¤ı arafltırmalarda bu çeflitbir "karma" yürüyüflün (bkz. Karma yü-rüyüfl) imkansız oldu¤unu göstermifltir.Crompton'un vardı¤ı sonuç fludur: "Bircanlı ya tam dik, ya da tam dört aya¤ıüzerinde yürüyebilir."238 Bu ikisinin ara-sı bir yürüyüfl biçimi, enerji kullanımı-nın aflırı derecede artması nedeniylemümkün olmamaktadır. Bu yüzden yarı-iki ayaklı bir canlı var olması mümkünde¤ildir. (bkz. Dik yürümenin kökeni)

‹‹llkkeell aattmmoossffeerr

‹lkel atmosfer terimi dünyanın olufl-tu¤u ilk dönemlerde yeryüzünü saran at-mosferi tanımlamak için kullanılır. Ev-rim teorisi savunucuları, uzun yıllar ilkelatmosferin, canlıların yapıtafllarını olufl-turabilecek organik bileflimlerin sözdekendili¤inden oluflabilmesine imkansa¤layacak bir karıflımdan meydana gel-di¤ini savundular. Evrimciler ilkel at-mosferi oluflturan gaz karıflımının amon-yak, metan, hidrojen ve su buharındanolufltu¤unu varsaymaktaydılar. Bu var-sayıma dayanarak canlılı¤ın yapıtafllarıolan amino asitleri sentezlemeye yönelikpek çok deney yaptılar. Bu deneylerdekiamaç, ilkel atmosfer flartlarını laboratu-var ortamında sa¤layarak, bu ortamdaamino asit moleküllerini sentezleyebil-mekti. Bu deneylerin göz boyamadanöte evrimi destekleyen hiçbir yönü yok-tu. Çünkü herfleyden önce söz konusuortam her açıdan kontrollü bir laboratu-var ortamıydı. Böyle bir laboratuvar or-tamında amino asit sentezi yapmanın, il-

kel dünyanın kontrolsüz, düzensiz vefliddetli tahrip edici ortamında aminoasitlerin kendili¤inden oluflmasıyla hiç-bir benzer yönü yoktu.

‹lkel atmosfer deneyleri adı verilenbu serinin en meflhuru "Miller Deneyi"adı verilen deneydir. Stanley Miller budeneyde amino asitlerin "tesadüfen" olu-flabileceklerini göstermek için ilkel dün-ya atmosferine benzer yapay bir ortamhazırladı. Bunun için de ilkel atmosferdebulundu¤unu varsaydı¤ı -daha sonralarıise bulunmadı¤ı anlaflılacak olan- amon-yak, metan, hidrojen ve su buharını birdeney düzene¤inde reaksiyona soktu. Budeney sonucunda birkaç amino asit türü-nü sentezledi. (bkz. Miller Deneyi) Nevar ki, sonraki yıllarda yapılan arafltır-malar Miller'in ilkel atmosferde bulun-du¤unu var saydı¤ı gaz karıflımının ger-çe¤i yansıtmadı¤ı ortaya koydu. ‹lkel at-mosferde bulundu¤u anlaflılan karbondi-oksit, azot gibi gazların ise amino asitle-ri ve di¤er organik bileflikleri oluflturma-

192 ‹LKEL ATMOSFER

ya kimyasal olarak elveriflli olmadıklarıgörüldü. Ünlü evrimci bilim dergisiEarth 1998'in fiubat Ayı'nda yayınlanan"Yaflamın Potası" bafllıklı makalede bugerçe¤i flöyle itiraf etmifltir:

Bugün Miller'ın senaryosu flüphelerlekarflılanmaktadır. Bir nedeni, jeologlarınilkel atmosferin bafllıca karbondioksit veazottan olufltu¤unu kabul etmeleri. Bugazlar ise 1953'teki deneyde (Miller De-neyinde) kullanılanlardan çok daha azaktifler. Kaldı ki, Miller'ın farz etti¤i at-mosfer var olmufl olabilseydi bile, aminoasitler gibi basit molekülleri çok dahakarmaflık bilefliklere, proteinler gibi poli-merlere dönüfltürecek gerekli kimyasalde¤iflimler nasıl oluflabilirdi ki? Mil-

ler'ın kendisi bile, problemin bu nokta-sında ellerini ileri uzatıp, "bu bir sorun"

diyerek fliddetle iç çekmekte, "polimerle-ri nasıl yapacaksınız? Bu o kadar kolayde¤il..."239

Görüldü¤ü gibi, Miller'ın kendisi da-hi bugün deneyinin, yaflamın kökeniniaçıklama adına bir anlam ifade etmedi¤i-nin farkındadır. National Geographic'in

Mart 1998 Sayısı'ndaki, "YeryüzündekiYaflamın Kökeni" bafllıklı makalede ise,konuyla ilgili flu satırlara yer verilir:

Pek çok bilim adamı bugün, ilkel atmos-

ferin Miller'ın öne sürdü¤ünden farklı

oldu¤unu tahmin ediyor. ‹lkel atmosfe-rin, hidrojen, metan ve amonyaktan çok,karbondioksit ve azottan olufltu¤unu dü-flünüyorlar. Bu ise kimyacılar için kötühaber! Karbondioksit ve azotu tepkimeyesoktuklarında elde edilen organik bileflik-ler oldukça de¤ersiz miktarlarda. Kocabir yüzme havuzuna atılan bir damla gı-da renklendiricisiyle aynı oranda bir yo-¤unlukta... Bilim adamları, bu dereceseyrek çözeltideki bir çorbada hayatınortaya çıkmasını hayal etmeyi bile güçbuluyor.240

Kısacası, ne Miller Deneyi ne de bafl-ka herhangi bir evrimci çaba, yeryüzün-de hayatın nasıl olufltu¤u sorusunu ce-vaplayamamaktadır. Tüm arafltırmalar,hayatın rastlantılarla ortaya çıkmasınınimkansızlı¤ını ortaya koymakta ve böy-lece hayatın yaratılmıfl oldu¤unu göster-mektedir.

193‹LKEL ATMOSFER

‹‹llkkeell ççoorrbbaa

(Bkz. Kimyasal çorba)

‹‹llkkeell ddüünnyyaa

Evrimciler, canlılı¤ın yapıtaflı olanamino asitlerin ilkel dünya ortamındakendi kendilerine olufltuklarını iddiaederler. Ancak -bilinçli olarak düzenlen-mifl kontrollü laboratuvar ortamlarındayapılan kimyasal sentezler dıflında- do-¤ada amino asitlerin kendili¤inden olu-flabileceklerine dair hiçbir bilimsel delilve gözlem bulunmamaktadır. Kaldı kiikinci aflamada, evrimcileri, amino asit-lerden çok daha büyük bir problem bek-lemektedir: "Proteinler". Yani yüzlercefarklı amino asitin belirli bir sıra içindebirbirlerine eklenerek oluflturduklarıcanlılı¤ın yapıtaflları...

Proteinlerin do¤al flartlarda tesadü-fen olufltuklarını öne sürmek, aminoasitlerin tesadüfen olufltuklarını öne sür-mekten çok daha akıl ve mantık dıflı bir

iddiadır. Amino asitlerin proteinlerioluflturmak üzere uygun dizilimlerde te-sadüfen birleflebilmeleri matematikselolarak da imkansızdır. Ayrıca proteinoluflumu, kimyasal olarak da ilkel dünyakoflullarında mümkün de¤ildir. (bkz. ‹l-kel atmosfer; Kimyasal çorba)

‹‹nnddiirrggeemmeecciilliikk

((RReedduucctt››oonn››ssmm))

‹ndirgemecilik, madde gibi görün-meyen fleylerin de aslında maddesel et-kenlerle açıklanabilece¤i düflüncesidir.Evrim teorisinin temelinde yatan ma-teryalist felsefe, var olan herfleyin sa-dece madde oldu¤u varsayımına daya-nır. (bkz. Materyalizm) Bu felsefeyegöre madde sonsuzdan beri vardır, hepvar olacaktır ve maddeden baflka birfley yoktur. Materyalistler, bu iddiaları-na destek sa¤lamak için "indirgemeci-lik" olarak adlandırılan bir mantık kul-lanırlar.

Örne¤in insanın zihni "elle tutulur,gözle görülür" bir fley de¤ildir. Dahasıinsan beyninde bir "zihin merkezi" deyoktur. Bu durum bizi ister istemez, zih-nin madde-ötesi bir kavram oldu¤u so-nucuna götürür. Yani "ben" dedi¤imizdüflünen, seven, sinirlenen, üzülen, zevkalan ya da acı çeken varlık; bir koltuk,bir masa ya da bir tafl gibi maddesel birvarlık de¤ildir.

Materyalistler ise, zihnin "maddeyeindirgenebilir" oldu¤u iddiasındadırlar.Materyalist iddiaya göre bizim düflün-

Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)

‹LKEL ÇORBA194

PPrrootteeiinnlleerr,, aammiinnoo aassiitt iissiimmllii ççookk kküüççüükk mmoo--lleekküülllleerriinn bbeellllii bbiirr ddüüzzeenn iiççiinnddee aarraallaarr››nnddaaöözzeell bbaa¤¤llaarr kkuullllaannaarraakk bbiirrlleeflflmmeelleerriinnddeennmmeeyyddaannaa ggeelliirrlleerr.. PPrrootteeiinnlleerriinn bbuu yyaapp››ss››,, eevv--rriimmcciilleerr iiççiinn bbüüyyüükk bbiirr çç››kkmmaazzdd››rr..

memiz, sevmemiz, üzülmemiz ve tümdi¤er zihinsel faaliyetlerimiz, aslındabeynimizdeki atomlar arasında meydanagelen kimyasal reaksiyonlardan ibarettir.Bir insanı sevmemiz beynimizde bulu-nan bazı hücrelerdeki bir kimyasal reak-siyon, bir olay karflısında korku duyma-mız bir baflka kimyasal reaksiyondur.Ünlü materyalist filozof Karl Vogt, bumantı¤ı "karaci¤er nasıl öd sıvısı salgı-lıyorsa, beyin de düflünce salgılar" flek-lindeki ünlü sözüyle ifade etmifltir.241 El-bette öd sıvısı bir maddedir, ama düflün-cenin madde oldu¤unu gösterecek hiçbirkanıt yoktur.

‹‹nnddiirrggeenneemmeezz kkoommpplleekksslliikk

((IIrrrreedduucc››bbllee ccoommpplleexx››ttyy))

Darwinist teoriyi bilimsel bulgularkarflısında sorgularken baflvurulması ge-reken en temel kaynaklardan biri, kuflku-suz Darwin'in kendi koydu¤u kıstaslar-dır. Darwin, teorisini ortaya atarken, buteorinin nasıl yanlıfllanabilece¤ine dairbirtakım somut ölçüler de belirlemifltir.Türlerin Kökeni adlı kitabının pek çokbölümünde "e¤er teorim do¤ruysa" diyebafllayan pasajlar yer alır ve Darwin bupasajlarda teorisinin gerektirdi¤i bulgu-ları tarif eder. Darwin'in bu sözlerindenbiri flöyledir:

E¤er birbirini takip eden çok sayıda kü-çük de¤ifliklikle kompleks bir organınoluflmasının imkansız oldu¤u gösterilse,teorim kesinlikle yıkılmıfl olacaktır. Amaben böyle bir organ göremiyorum.242

Darwinizm canlıların kökenini iki bi-linçsiz do¤a mekanizması ile açıklamak-tadır: Do¤al seleksiyon ve rastlantısalde¤ifliklikler (mutasyonlar). Darwinistteoriye göre bu iki mekanizma, canlıhücresinin kompleks yapısını, komplekscanlıların vücut sistemlerini, gözleri, ku-lakları, kanatları, akci¤erleri, yarasalarınsonarını ve daha milyonlarca karmaflıktasarımlı sistemi meydana getirmifltir.

Ancak son derece kompleks yapılarasahip olan bu sistemlerin iki bilinçsizdo¤al etkenin ürünü sayılması, hem bi-lim dıflı hem de akıl ve mantı¤a aykırıbir iddiadır. ‹flte bu noktada Darwi-nizm'in baflvurdu¤u kavram, "indirgene-bilirlik" kavramıdır. Söz konusu sistem-lerin çok daha basit hale indirgenebile-cekleri ve sonra da kademe kademe ge-liflmifl olabilecekleri iddia edilir. Her ka-deme, canlıya biraz daha avantaj sa¤la-yacak, böylece do¤al seleksiyonvas›tas›yla seçilecektir. Daha sonra tesa-düfen küçük bir geliflme daha olacak, buda avantaj sa¤layıp seçilecek ve bu süreçdevam edecektir. Bu sayede, Darwi-nizm'in iddiasına göre, önceden gözü ol-mayan bir canlı türü kusursuz bir gözesahip olacak, önceden uçamayan bir bafl-ka tür de kanatlanıp uçar hale gelecektir.

Bu hikaye evrimci kaynaklarda çokikna edici ve makul bir hikaye gibi anla-tılır. Oysa biraz detayına inildi¤inde, or-tada çok büyük bir yanılgı oldu¤u görül-mektedir. Bu yanılgının birinci yönü,mutasyonların gelifltirici de¤il, tahripedici bir mekanizma olufludur. Yani can-

Harun Yahya (Adnan Oktar)

195‹ND‹RGENEMEZ KOMPLEKSL‹K

lılara isabet edecek rastlantısal mutas-yonların bu canlılara "avantaj" sa¤lama-ları, hem de bunu binlerce kez üst üsteyapmaları, tüm bilimsel gözlemlere ay-kırı bir hayaldir.

Ancak yanılgının çok önemli bir yö-nü daha vardır. Dikkat edilirse Darwinistteori, bir noktadan bir baflka noktaya (ör-ne¤in kanatsız canlıdan kanatlı canlıya)do¤ru giden aflamaların hepsinin tek tek"avantajlı" olmasını gerektirmektedir.A'dan Z'ye do¤ru gidecek bir evrim sü-recinde B, C, D... U, Ü, V ve Y gibi tüm"ara" kademelerin canlıya mutlaka avan-taj sa¤laması gerekmektedir. Do¤al se-leksiyon ve mutasyonun bilinçli bir fle-kilde önceden hedef belirlemeleri müm-kün olmadı¤ına göre, tüm teori canlı sis-temlerinin avantajlı küçük kademelere"indirgenebilece¤i" varsayımına dayan-maktadır.

‹flte Darwin bu nedenle, "e¤er birbi-rini takip eden çok sayıda küçük de¤iflik-likle kompleks bir organın oluflmasınınimkansız oldu¤u gösterilse, teorim ke-sinlikle yıkılmıfl olacaktır" demifltir.

Darwin, 19. yüzyılın ilkel bilim dü-zeyi içinde canlıların indirgenebilir biryapıda olduklarını düflünmüfl olabilir.Ancak 20. yüzyılın bilimsel bulguları,gerçekte canlılardaki pek çok sistem veorganın basite indirgenemez olduklarınıortaya koymufl durumdadır. "‹ndirgene-mez komplekslik" adı verilen bu olgu,Darwinizm'i tam da Darwin'in endifle et-ti¤i gibi "kesinlikle" yıkmaktadır.

‹nsan gözü daha basite indirgenemezyapısıyla bu tür sistemlere çok net bir ör-nektir. Çünkü göz, tüm detayları ve par-çalar›yla birlikte var olmadı¤ı sürece ifl-lev görmez. Bu tür bir kompleks yapıyımeydana getiren bilincin, gelece¤i önce-

Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)

‹ND‹RGENEMEZ KOMPLEKSL‹K196

‹‹nnssaann ggöözzüü,, yyaakkllaaflfl››kk 4400aayyrr›› ppaarrççaann››nn uuyyuumm

iiççiinnddee ççaall››flflmmaass››yyllaa iiflfllleevvggöörrüürr.. BBuunnllaarr››nn bbiirriissii

oollmmaassaa,, ggöözz hhiiççbbiirr iiflfleeyyaarraammaazz.. BBuu 4400 aayyrr››

ppaarrççaann››nn hheerr bbiirrii,, aayyrr››aayyrr›› kkoommpplleekkss bbiirr

yyaarraatt››ll››flflaa ssaahhiippttiirr.. EEvvrriimmtteeoorriissii,, bbuu ddeennllii

kkoommpplleekkss bbiirr oorrggaann››nnnnaass››ll oolluuflflttuu¤¤uu ssoorruussuunnaacceevvaapp vveerreemmeemmeekktteeddiirr..

den hesaplayarak sadece en son aflamadaelde edilecek olan faydayı amaçlamasıgerekir. Evrim mekanizmalarının iseböyle bir bilinç ve irade ile kompleks or-ganlar ortaya çıkarmaları kesinliklemümkün de¤ildir.

‹‹nnssaann››nn TTüürreeyyiiflflii

((CChhaarrlleess DDaarrww››nn))

Charles Darwin, 1871 yılında yayın-ladı¤ı The Descent of Man (‹nsanın Tü-reyifli) isimli kitabında maymunlar ve in-sanların ortak bir ataya sahip oldukları-nı, çevre koflullarının etkisiyle bu iki tü-rün zaman içinde farklılafltı¤ını öne sü-rüyordu. Darwin aynı zamanda "insanırkları arasındaki eflitsizli¤in apaçıklı¤ı"hakkında da birçok çıkarım yapıyor-du.243

Darwin'in bu kitapta ortaya koydu¤ugörüfllere göre, insan ırkları evriminfarklı basamaklarını temsil ediyordu vebazı insan ırkları di¤er insanlara göre da-ha çok evrimleflmifl ve ilerlemifllerdi.Bazıları ise, neredeyse hala maymunlar-la aynı düzeydeydi. Darwin kitabında buafla¤ı ırkların yok olmaları gerekti¤ini,geliflmifl insanların onları yaflatmak vekorumak için çalıflmalarının gereksiz ol-du¤unu iddia etmifl ve bu durumu da-mızlık hayvan yetifltiricileri ile karflılafl-tırmıfltır:

Yabanıl insanların vücutça ve kafaca za-yıf olanları eleniverir; ve sa¤ kalanlar,ço¤unlukla, gerçekten sa¤lıklı kimseler-dir. Öte yandan biz uygar insanlar, elen-

me sürecini engellemek için elimizdengeleni yaparız; geri zekalılar, sakatlar vehastalar için bakımevleri kurarız; yok-sulları koruma yasaları çıkarırız; tıp uz-manlarımız, her hastayı yaflatmak için enson ana dek bütün ustalıklarını göste-rir… Böylece uygarlaflmıfl toplumlarınzayıf bireyleri kendi soylarını sürdürmek-tedir. Evcil hayvan yetifltiricili¤i yapmıflhiç kimse bunun insan ırkına büyük birzarar verece¤inden kuflku duymaz.244

Darwin söz konusu kitabında zenci-ler ve Avustralya yerlileri gibi ırkları go-rillerle aynı statüye sokmufl, sonra dabunların "medeni ırklar" tarafından za-manla yok edilecekleri kehanetinde bu-lunarak flöyle demifltir:

Belki de yüzyıllar kadar sürmeyecek ya-kın bir gelecekte medeni insan ırkları,vahfli ırkları tamamen yeryüzünden sile-cekler ve onların yerine geçecekler. Öteyandan insansı maymunlar da… kuflku-suz elimine edilecekler. Böylece insan ileen yakın akrabaları arasındaki bofllukdaha da geniflleyecek. Bu sayede ortadaflu anki Avrupalı ırklardan bile daha me-deni olan ırklar ve flu anki zencilerden,Avustralya yerlilerinden ve gorillerdenbile daha geride olan babun türü may-munlar kalacaktır.245

Darwinizm, ortaya atıldı¤ı tarihtenitibaren ırkçılı¤ın en önemli sözde bilim-sel dayana¤ı olmufltur. Canlıların bir ya-flam mücadelesi içinde evrimlefltiklerinivarsayan Darwinizm toplumlara uygu-lanmıfl ve ortaya "Sosyal Darwinizm"olarak bilinen akım çıkmıfltır. (bkz. Sos-yal Darwinizm) Darwin'e göre "medeni

Harun Yahya (Adnan Oktar)

197‹NSANIN TÜREY‹fi‹

insana" düflen görev, bu evrimsel sürecihızlandırmak üzere zaten yok olacakolan geri kalmıfl ırkların yok edilmeleri-ni sa¤lamaktır. (bkz. Darwinizm ve Irk-çılık)

Nitekim günümüzde halen rastladı¤ı-mız ırkçı ve ayrımcı uygulamalar da,Darwin tarafından bu flekilde sözde mefl-rulafltırılan fikirlerden destek almaktadır.

‹‹nnssaann››nn HHaayyaallii SSooyyaa¤¤aacc››

Darwinist iddia, bugün yaflayan insa-nın maymunsu birtakım yaratıklardanevrimleflti¤ini varsayar. 4-5 milyon yılönce baflladı¤ı varsayılan bu süreçte, gü-nümüz insan› ile sözde ataları arasındabirtakım "ara form"ların yafladı¤ı iddiaedilir. Gerçekte tümüyle hayali olan busenaryoda dört temel "kategori" sayılır:

1- Australopithecines(Australopithecuslar)2- Homo habilis

3- Homo erectus4- Homo sapiens

Evrimciler, insanların sözde ilk may-munsu atalarına "güney maymunu" anla-mına gelen Australopithecus ismini ve-rirler. Bu canlılar gerçekte soyu tükenmifleski bir maymun türünden baflka bir fleyde¤ildir. Australopithecuslar'ın çeflitlitürleri bulunur; bunların bazıları iri yapı-lı, bazıları ise daha küçük ve narin yapılımaymunlardır. (bkz. Australopithecus)

‹nsan evriminin bir sonraki safhasınıevrimciler, "homo" yani insan olarak sı-nıflandırırlar. ‹ddiaya göre homo serisin-deki canlılar, Australopithecuslar'dandaha geliflmifl canlılardır. Bu türün evri-minin en son aflamasında ise, Homo sa-piens, yani günümüz insanının olufltu¤uöne sürülür.

Evrimciler "Australopithecines >Homo habilis > Homo erectus > Homosapiens" sıralamasını yaparken, bu türle-rin her birinin, bir sonrakinin atası oldu-¤u izlenimini verirler. Oysa paleoantro-

HHiiççbbiirr bbiilliimmsseell ddaayyaannaa¤¤›› oollmmaadd››¤¤›› hhaallddee eevvrriimmcciilleerrttaarraaff››nnddaann ss››kk kkuullllaann››llaann bbiirr rreekkoonnssttrrüükkssiiyyoonn..

198 ‹NSANIN HAYAL‹ SOYA⁄ACI

HAHAYYAL‹ AL‹

Ç‹Z‹MÇ‹Z‹M

pologların son bulguları, Australopithe-cines, Homo habilis ve Homo erectus'undünyanın farklı bölgelerinde aynı dö-nemlerde yafladıklarını göstermektedir.Dahası Homo erectus sınıflamasına aitinsanların bir bölümü çok modern za-manlara kadar yaflamıfllar, Homo sapiensneandertalensis ve Homo sapiens sapi-ens (günümüz insan›) ile aynı ortamdayanyana bulunmufllardır. Bu ise elbettebu canlıların birbirlerinin ataları olduk-ları iddiasının geçersizli¤ini açıkça orta-ya koymaktadır.

‹‹nnssaannii ‹‹llkkee

((AAnntthhrroopp››cc PPrr››nncc››ppllee))

20. yüzyıl biliminin çökertti¤i iddi-alardan biri de "tesadüf" iddiasıdır.1960'lı yıllardan itibaren yapılan arafltır-malar, evrendeki tüm fiziksel dengelerininsan yaflamı için çok hassas bir biçimdeayarlandı¤ını ortaya koymaktadır. Arafl-tırmalar derinlefltirildikçe, evrendeki fi-zik, kimya ve biyoloji kanunlarının, yer-çekimi, elektromanyetizma gibi temelkuvvetlerin, atomların ve elementlerinyapılarının tümünün, insanın yaflamı içintam olmaları gereken flekilde düzenlen-dikleri birer birer bulunmufltur. Batılı bi-lim adamları bugün bu ola¤anüstü yara-t›l›fla "‹nsani ‹lke" (Anthropic Principle)adını vermektedirler. Yani evrendeki herayrıntı, insan yaflamını gözeten biramaçla yarat›lm›flt›r.

Evrenin içinde yaklaflık 300 milyargalaksi, galaksilerin her birinde bir o ka-dar da yıldız vardır. Bu yıldızlardan biri

olan Günefl'in etrafında büyük bir uyumiçinde dönmekte olan 9 gezegen bulu-nur. Bunlardan sadece Dünya, yaflamiçin elveriflli koflullara sahiptir. Evreninbir patlama sonucunda etrafa rastgele sa-çılmıfl bir madde yı¤ını olmadı¤ı, rastge-le saçılan maddelerin düzenli galaksilerioluflturamayaca¤ı, maddenin belirli nok-talarda rastgele sıkıflıp toplanarak yıldız-ları meydana getiremeyece¤i gibi pekçok imkansızlık bugün birçok bilim ada-mının itiraf konusudur. Big Bang teorisi-ne uzun yıllar karflı çıkmıfl olan Sir FredHoyle, bu durum karflısında duydu¤uflaflkınlı¤ı flöyle ifade eder:

Big Bang teorisi evrenin tek ve büyük birpatlama ile baflladı¤ını kabul eder. Amabildi¤imiz gibi patlamalar maddeyi da¤ı-tır ve düzensizlefltirirler. Oysa Big Bangçok gizemli bir biçimde bunun tam aksibir etki meydana getirmifltir: Maddeyibirbiriyle birleflecek ve galaksileri olufl-turacak hale getirmifltir.246

Evrenin bafllangıcındaki muhteflemdengeden, ünlü Science dergisindeki birmakalede ise flöyle söz edilir:

E¤er evren maddemizin yo¤unlu¤u, birparça daha fazla olsaydı, o zaman Eins-tein'ın genel görecelik kuramına göre ev-ren, atomik parçacıkların birbirini çekmekuvvetleri dolayısıyla bir türlü geniflleye-meyecek ve tekrar küçülerek bir noktacı-¤a dönüflecekti. E¤er yo¤unluk bafllan-gıçta bir parça daha az olsaydı, o zamanevren son hızla geniflleyecek, fakat butakdirde atomik parçacıklar birbirini çe-kip yakalayamayacak ve yıldızlarla ga-laksiler hiçbir zaman oluflamayacaktı.

Harun Yahya (Adnan Oktar)

199‹NSAN‹ ‹LKE

Do¤aldır ki biz de olmayacaktık! Yapılanhesaplara göre, evrenimizin bafllangıçta-ki gerçek yo¤unlu¤u ile ötesinde oluflma-sı imkanı bulunmayan kritik yo¤unlu¤uarasındaki fark, yüzde birin bir kuvadril-yonundan azdır. Bu, bir kalemi sivri ucuüzerinde bir milyar yıl sonra da durabi-lecek biçimde yerlefltirmeye benzer... Üs-telik, evren geniflledikçe, bu denge dahada hassaslaflmaktadır.247

Evrim teorisinin savunucuları ise ev-rendeki bu ola¤anüstü düzeni tesadüfietkilerle açıklamaya çalıflırlar. Tesadüf-lerin iç içe geçmifl, kompleks düzenlermeydana getirmesini beklemek kuflku-suz akla ve mantı¤a aykırıdır. Tesadüfmatematiksel bir terim oldu¤u için böylebir ihtimalin imkansızlı¤ını olasılık he-sapları üzerinden görmek de mümkün-dür. Nitekim Big Bang gibi bir patla-mayla canlılık için uygun bir ortamınoluflma olasılı¤ı 10 üzeri 10 üzeri 123'tebir ihtimal olarak hesaplanmıfltır. Bu sa-yıyı ünlü ‹ngiliz matematikçi -StephenHawking'in yakın çalıflma arkadaflı- Ro-ger Penrose hesaplamıfltır. Matematikte1050'de 1'den daha küçük olasılıklar, "sı-fır ihtimal" sayılır. Söz konusu sayı,1050'de 1'in trilyar kere trilyar kere tril-yar katından bile çok daha büyüktür. Busayı, evrenin tesadüfle açıklanmasınınimkansız oldu¤unu göstermektedir. Ro-ger Penrose, akıl sınırlarını çok aflan busayı hakkında flu yorumu yapar:

Bu sayı, yani 10 üzeri 10 üzeri 123'te 1ihtimal, Yaratıcının amacının ne kadarkeskin ve belirgin oldu¤unu bize göster-mektedir. Bu gerçekten ola¤anüstü bir sa-

yıdır. Bir kimse bunu do¤al sayılar fleklin-de bile yazmayı baflaramaz, çünkü 1 ra-kamının yanına 10 üzeri 123 tane sıfırkoyması gerekecektir. E¤er evrendeki tümprotonların ve tüm nötronların üzerine bi-rer tane sıfır yazsa bile, yine de bu sayıyıyazmaktan çok çok geride kalacaktır.248

‹‹ssppiinnoozz

((FFrr››nngg››llllaa ccaaeelleebbss))

Bazı evrimciler tarafından mikroev-rim iddialar›na delil olarak gösterilen is-pinoz kuflları aslında bir evrimleflmede¤il türleflme örne¤idirler. GalapagosAdalarında yaflamakta olan ispinozlarınatalarının bafllangıçta çok az sayıda ol-du¤u bir gerçektir. Ancak daha sonraGüney Amerika ana karasından rüzgar-larla gelen bazı ispinozlar, GalapagosAdalarına yayılmıfllar ve iki grup arasın-daki co¤rafi izolasyon (bkz. Co¤rafi izo-lasyon) nedeniyle bazı varyasyonlar za-manla a¤ır basmıfllard›r. ‹flte bu kufllararasındaki türleflmede tam bu noktadaortaya çıkmıfltır. Farklı varyasyonlara aitolan kufllar, bir flekilde yeniden birarayageldiklerinde, birbirleri ile çiftleflme iç-güdüsünü kaybettikleri görülmüfltür.Çiftleflmemeleri ise biyolojik bir farklı-lıktan de¤il tamamen davranıfl biçimin-den kaynaklanmaktadır. Kufl sadece da-ha önce birarada yaflamadı¤ı di¤er var-yasyonu çiftleflebilece¤i bir birey olarakgörmemektedir. Sonuçta, bu varyasyon-ların aralarında çiftleflmemeleri biyolo-jik olarak farklı bir tür haline dönüfltük-

Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)

‹SP‹NOZ200

lerinden de¤il, farklı co¤rafi bölgelerdeayrı yafladıklarından ötürü bir araya gel-diklerinde çiftleflme e¤ilimine girmeme-lerinden kaynaklanmaktadır.

Evrimciler ise, bu durumu kendi te-orilerine malzeme yapmaya çalıflarak,"bakın ispinozlar co¤rafi izolasyon saye-sinde kendi içlerinde türlefliyor, demekki bu canlılar daha fazla do¤al seleksiyo-na maruz kalırlarsa yakında farklı cinsle-re dönüflecekler" gibi dayanaksız ve bi-lim dıflı bir çarpıtma öne sürmektedirler.

Sonuç olarak ispinozlardaki bu çeflit-lenmenin, evrimcilerin iddia ettikleri ye-ni bir tür oluflumuyla hiçbir ilgisi yoktur.Olay, ispinoz türünün toplam gen havu-zundaki genlerin farklı kombinasyonlar-da birleflerek türün kendi içinde çeflitlen-mesinden yani varyasyonların›n oluflma-sından ibarettir. Tür yine aynı türdür, tü-rün gen havuzuna yeni bir gen, yani yenibir bilgi eklenmesi söz konusu de¤ildir.

Evrimcilerin bu aç›k gerçe¤i nasılkendi çıkarları do¤rultusunda çarpıttık-larını daha net anlayabilmek için ispinozkufllarındaki genetik çeflitlenmeyi bir ör-nekle flöyle açıklayabiliriz: Elimize birdeste iskambil ka¤ıdı alalım ve bu deste-yi birkaç kez karıfltıralım, sonuçta budestedeki ka¤ıtların yerine hiçbir za-

man yeni ya da farklı bir

Harun Yahya (Adnan Oktar)

DDaarrwwiinn''iinn GGaallaappaaggooss AAddaallaarr››nnddaa ggöörrddüü¤¤üü vvee tteeoorriissiinnee ddeelliillssaanndd››¤¤›› ffaarrkkll›› iissppiinnoozz ggaaggaallaarr››,, ggeerrççeekkttee bbiirr ggeenneettiikk vvaarryyaassyyoonn

öörrnnee¤¤iiddiirr vvee ttüürrlleerriinn eevvrriimmii iiddddiiaass››nnaa bbiirr ddeelliill oolluuflflttuurrmmaazz..

201‹SP‹NOZ

ka¤ıt türü gelmez, yalnızca desteniniçinde var olan ka¤ıtların sırası de¤iflir.‹flte ispinoz kufllarındaki çeflitlilik duru-mu (varyasyon) da bundan farksızdır. Bukuflların gen havuzunda meydana gelebi-lecek genetik çeflitlilik havuza yeni birgen eklemez, bundan ötürü de ispinozlarhiçbir zaman baflka bir cinse ya da canlı-ya dönüflemezler. Yalnızca kendi içlerin-de çeflitlilik gösterebilirler. Do¤ada butip sınırlı varyasyonlar gösteren çok sa-yıda canlı vardır ve bu canlıların hiçbiri-si evrime delil de¤ildir.

‹‹zzoollaassyyoonn ((YYaall››tt››mm))

Popülasyonlar bir co¤rafi engelle ay-rıldı¤ında, iki farklı ortamda yaflamayabafllayan popülasyonlarda, uzun bir süreiçinde gen havuzlarının (bir popülasyo-nun kalıtsal yapısının) de¤iflti¤i izlenebi-lir. Popülasyonlar birbirlerinden uzak-lafltıkça aralarındaki farklılıklar da artar.Popülasyonların de¤iflmesine neden olanizolasyonlar; co¤rafi, ekonomik, kültürelya da iklimsel olabilir.249 (bkz. Co¤rafiizolasyon görüflü)

Çeflitli sebeplerden ötürü birbirindenizole olan bu iki popülasyon zaman içe-risinde aralarında çiftleflip döl verebilmeözelliklerini kaybedebilirler. Bunun do-¤al bir sonucu olarak birbirleri ile çift-leflmeyen popülasyonların genetik karı-flımları da kendi aralarında sınırlı kalmıflolur. Bu tür bir yalıtımın kökeninde, ço-¤u zaman co¤rafik bir yalıtım vardır.

Evrimcilere göre popülasyonlar ara-sında çiftleflmeyi ve verimli döller mey-

dana getirmeyi önleyen her etkileflmeye

"yalıtım" ya da "izolasyon mekanizma-

sı" denir. Evrimcilere göre türün oluflma-

sı için üremede yalıtım zorunludur.250

Evrimci bir kaynakta bu gereklilik flöyle

açıklanmaktadır:

Bu olmaksızın hiçbir tür di¤erinden ayrı-

lamaz; e¤er ayrılmıflsa varlı¤ını ba¤ım-

sız olarak sürdüremez. E¤er tüm hayvan-

lar birbirleriyle serbestçe çiftleflip döl

meydana getirebilselerdi, bütün zoolojik

birimler ortadan kalkarak bir derecelilik

(adım adım benzerlik) meydana gelecek-

ti. Yani bir köpek, bir at, bir kedi veya sı-

¤ır ayrı olarak bulunmayacaktı; her hay-

vanın kombinasyonları olacaktı. Keza

hayvanlarla insanlar arasında da kırılım

meydana gelece¤i için insan benzeri bir-

çok hayvan veya hayvan benzeri birçok

insan olacaktı. Bir zaman sonra da tüm

bunların karıflımından ilginç bir melez

çıkacaktı. Sokakta, üreme yalıtımı olma-

dı¤ı için birçok köpek çeflidini de¤iflik

melezler olarak izlemekteyiz. Köpeklerin

hepsi aynı türe ait oldukları için arala-

rında melez meydana getirirler. Bu ne-

denle köpek yetifltiricileri, belirli özellik-

leri sabit tutabilmek için saf ırklar kul-

lanmaya özen gösterirler. E¤er bu kont-

rol yapılmazsa bir zaman sonra tüm kö-

peklerin karıflımından ortaya garip me-

lezler çıkacaktır.251

Evrimciler türlerin kökeni konusuna

izolasyonla açıklama getirmeye çalıflır-

lar. Çünkü yeryüzünde bu kadar çok sa-

yıda türün nasıl olufltu¤u evrimciler açı-

sından cevaplanması oldukça zor bir so-

rudur. Dolayısıyla izolasyon kavramı da

Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)

‹ZOLASYON202

evrimciler tarafından kasıtlı olarak yenibir tür oluflturan bir mekanizma olarakaçıklanmaktadır. Fakat gerçekte izolas-yonla yeni bir tür oluflmamaktadır. Budurum sadece gen havuzunun daralma-sından kaynaklanan, farklı varyasyon ör-neklerinin ortaya çıkmasıdır. Buradakiikiye bölünmeden kaynaklanan türlefl-menin temelinde ise genetik bir uyum-suzluk yoktur. Aslında genetik bilgi açı-sından bu canlılar hala aynı türe aittirler.

Dolayısıyla söz konusu "türleflme"ninevrim teorisini destekler hiçbir yönüyoktur. Çünkü evrim teorisi, canlı türleri-nin hepsinin basitten komplekse do¤rurastlantılar yoluyla türedi¤i iddiasında-dır. Dolayısıyla bu teorinin dikkate alına-bilmesi için, ortaya "genetik bilgiyi artı-rıcı mekanizmalar" koyabilmesi gerekir.Gözü, kula¤ı, kalbi, akci¤eri, kanatları,ayakları veya di¤er organ ve sistemleriolmayan canlıların bunları nasıl kazan-dıklarını, bu organ ve sistemleri tanımla-yan genetik bilginin nereden geldi¤iniaçıklayabilmesi gerekir. Zaten var olanbir canlı türünün genetik bilgi kaybınau¤rayarak ikiye bölünmesi, kuflkusuz bu-nunla hiçbir ilgisi olmayan bir durumdur.

Bu ilgisizlik aslında evrimciler tara-fından da kabul edilir. Bu nedenle ev-rimciler, bir türün kendi içindeki varyas-yonlarını ve "ikiye bölünerek türleflme"örneklerini "mikroevrim" olarak tanım-larlar. (bkz. Mikroevrim) Mikroevrim,zaten var olan bir türün içindeki çeflit-lenmeler anlamında kullanılmaktadır.Ancak bu tanımda "evrim" ifadesinin

geçirilmesi bütünüyle maksatlı olarakyapılmıfl bir aldatmacadır. Çünkü ortadaevrim gibi bir süreç yoktur. Durum, o tü-rün gen havuzunda var olan genetik bil-ginin farklı bireylerdeki da¤ılımından,de¤iflik kombinasyonlarından ibarettir.Kaldı ki evrimcilerin cevaplaması gere-ken, "Tür ilk baflta nasıl oluflmufltur?Türlerin daha üst kategorileri olan sınıf-lar, takımlar, aileler, flubeler bafllangıçtanasıl meydana gelmifltir?" gibi sorular-dır.

Harun Yahya (Adnan Oktar)

203‹ZOLASYON

JJaavvaa AAddaamm››

Kendisini evrim teorisinin sözde ka-yıp halkasını bulmaya adamıfl bir anato-mist olan Eugene Dubois 1891 yılında,Endonezya'nın Java Adasındaki Solo Ir-ma¤ı'nın kıyısında bir kafatası bafllı¤ıbuldu. Dubois bu fosilde maymunla in-san özelliklerinin bir arada bulundu¤unudüflünüyordu. Bir sene sonra, kafatasıbafllı¤ını buldu¤u yerden yaklaflık 15 mileride birde uyluk kemi¤i buldu ve insa-nınkine çok benzeyen bu uyluk kemi¤i-nin kafatasıyla aynı bedene sahip olabi-lece¤ini fikrine vardı. Elindeki iki adetkemik parçasına dayanarak bu fosilin birara geçifl örne¤i oldu¤u fikrini benimse-di ve bulgusuna bilimsellik ça¤rıfltıranbir isim verdi: Pithecanthropus erectus,yani "dik yürüyen maymun adam"...Halk tarafından Java Adamı olarak bili-nen bu fosilin kafatası hacmi yaklaflık900 cc. olarak hesaplandı. Yaflının da500.000 yıllık oldu¤u ileri sürüldü.

Dubois, fosilin bulundu¤u tabakaolan Trinil tabakasının, Pleistocene vePliocene (Tertiary) dönemleri arasındakisınırın altında oldu¤u düflünüyordu. Ger-çek insanların da Orta Pleistocene'de ev-rimlefltiklerinden emindi. Bu nedenleDubois'e göre Java Adamı'nın yaflı kayıphalka olmaya gayet uygundu. Oysa Du-bois, fosili bulmadan önce Java fosil fa-unasıyla ilgili bir çalıflma hazırlamıfltı.Hazırladı¤ı çalıflma, Dubois'in Java Ada-mı fosili ile ilgili verdi¤i bilgilerin tamtersi niteli¤indeydi. Fosili bulduktansonra ise, fauna çalıflmasıyla ilgili yo-rumları bir anda tersine döndü.

Yirmi yılı aflkın bir süre boyunca Ja-va Adamı'nı arafltıran Marvin L. Lube-nov Bones of Contention (Tart›flmal› Ke-mikler) adlı kitabında, Dubois'in fosilibuldu¤unda yeterli bir jeoloji bilgisinesahip olmadı¤ını flöyle bir al›nt› ile akta-r›yor:

Dubois, Java fosil faunasını ilk tanımladı-¤ında Pleistocene olarak belirtmiflti. An-cak Pithecanthropus'u (Java Adamı'nı)bulduktan hemen sonra fauna birden Ter-tiary oldu. Faunanın Pleistocene özellikle-rini azaltmak için elinden geleni yaptı.252

Dubois, uyluk kemi¤i ve kafatasıbafllı¤ının aynı bedene ait oldu¤unu söy-lüyordu. Buna karflın, dönemin ünlü bi-lim adamları bunun aksi yönde yorumlaryapıyorlardı. Cambridge Üniversite-si'nden ünlü anatomist Sir Arthur Keith,bu hacime sahip bir kafatasının maymu-na ait olamayaca¤ını net olarak belirtipmaymunlara has güçlü çi¤nemeyi sa¤la-yan yapısal özelliklerin bu kafatası bafllı-¤ında bulunmadı¤ını ortaya koyuyordu.Keith, kafatasının kesinlikle bir insanaait oldu¤unu söylüyordu.

Açıkçası Dubois, iki kemikten yolaçıkarak fantezi boyutuna varan iddialar-da bulunmufltu. Bu iddialarının temelin-de de "yönlendirilmifl bir bakıfl açısı" ya-tıyordu. Dubois bir evrimci oldu¤u içinzaten belli bir önyargı ile hareket etmiflve alternatif herhangi bir ihtimalde dü-flünmek istememiflti. Üstelik karflıt gö-rüflleri dile getirenlere karflı da açık birdüflmanlık besliyordu.

Harun Yahya (Adnan Oktar)

JAVA ADAMI 205

Dubois'nın maymun adamı safsatası-nı yıkan bir di¤er bulgu ise bir antropo-log olan Dr. Walkhoff'tan geldi. Walk-hoff, Solo Irma¤ı'nın kurumufl bir bölge-sinde ve Dubois'nın Java Adamı'nı bul-du¤u yere iki mil kadar yakınlıkta, birinsan azı diflinin üst kısmını buldu. Fo-silleflmifl olan azı difli insana aitti ve JavaAdamı'nın yafladı¤ı iddia edilen dönem-den de eski bir döneme aitti. Uzmanlarınher biri, evrimci ve evrimi ispatlayacakfosil bulmak için bu projeyi gerçekleflti-ren bir ekipti. Buna ra¤men ekibin baflıProf. Selenka, günümüz insan›yla JavaAdamı'nın aynı dönemde yafladı¤ı, dola-yısıyla Java Adamı ile insanın evrimiarasında bir ba¤lantının olmadı¤ı sonu-cuna varıyordu. Raporun son bölümündeise, projede sekreterlik görevini yürütenDr. Max Blanckenhorn, okurlarından,'bulgularıyla Dubois'nın tezini do¤rula-yacakları yerde çürüttükleri için özür di-liyordu!'

Tüm bunlardan da anlaflıldı¤ı gibimaymun adam olarak lanse edilen JavaAdamı'nın günümüzde yaflamakta olaninsanlardan hiçbir farkı bulunmamakta-dır. Java Adamı'yla ilgili olarak öne sü-rülebilecek tek fley kafatası hacminin kü-çüklü¤ü olabilir ki günümüzde de küçükkafatasına sahip insan ırkları bulunmak-tadır. Üstelik bu ırklar arasında bulunanAborijin yerlilerinin, Java Adasına hiçde uzak olmayan Avustralya'da yaflıyoroldukları düflünüldü¤ünde Java Ada-mı'nın da özgün bir insan ırkı oldu¤u ke-sinlik kazanır.

JJoohhnnssoonn,, PPhh››llll››pp

Berkeley Üniversite-si'nde 26 yıldır hukukprofesörü olan Phillip Johnson, Darwi-nizm'in dünya çapındaki en önemli elefl-tirmenlerinden biridir. Johnson, Darwinon Trial (Darwin Sorgulan›yor) adlı kita-bında evrim teorisinin felsefi natüraliz-me dayandırıldı¤ını ve evrimin ideolojikbir amaç u¤runa savunuldu¤unu öne sür-müfltür:

Modern bilimin liderleri, kendilerini 'dinifundamentalistlere' -yani bir Yaratıcınınvar oldu¤unu ve bu dünyadaki olaylardarol oynadı¤ını kabul edenlere- karflı giri-flilen bir savaflın öncüleri olarak görmek-teler... Darwinizm ise, 'fundamentalizme'karflı giriflilen bu savaflta yeri doldurula-maz bir ideolojik rol oynamaktadır. ‹fltebu nedenle, bugün bilim çevreleri Darwi-nizm'i test etmeyi de¤il, ne olursa olsunkorumayı kendilerine amaç edinmifller-dir. Bilimsel arafltırmaların kuralları dabu ideolojiyi do¤rulayacak flekilde belir-lenmektedir.253

Öte yandan paleontoloji biliminin or-taya koydu¤u gerçeklerin Darwinizm'leaçıkça çeliflti¤ini Johnson flöyle aç›klar:

Darwinist teori, canlılı¤ın bir tür "gide-rek geniflleyen bir farklılık üçgeni" içindegeliflti¤ini öngörür. Buna göre canlılık, ilkcanlı organizmadan ya da ilk hayvan tü-ründen bafllayarak giderek farklılaflmıflve biyolojik sınıflandırmanın daha yüksekkategorilerini oluflturmufl olmalıdır. Amahayvan fosilleri bizlere bu üçgenin ger-çekte bafl afla¤ı durdu¤unu göstermekte-dir: Filumlar henüz ilk anda hep birliktevardır, sonra giderek sayıları azalır.254

Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)

JOHNSON, PHILLIP206

Dediler ki: "Sen Yücesin,Dediler ki: "Sen Yücesin,

bize ö¤retti¤inden baflkabize ö¤retti¤inden baflka

bizim hiçbir bilgimiz yok.bizim hiçbir bilgimiz yok.

Gerçekten Sen, herfleyiGerçekten Sen, herfleyi

bilen, hüküm ve hikmetbilen, hüküm ve hikmet

sahibi olans›n." sahibi olans›n."

(Bakara Suresi, 32(Bakara Suresi, 32))

1 Biyoloji Lise 3, Özer Bulut, Davut Sa¤dıç,

Selim Korkmaz, MEB Basımevi, ‹stanbul,

2000, s.182

2 Sidney Fox, Klaus Dose, Molecular

Evolution and The Origin of Life, New York:

Marcel Dekker, 1977, s.4

3 Grolier International Americana Encyclopedia,

vol 2, Grolier Incorporated, Danbury, 1993,

ss.345-346; Geliflim Hachette, cilt 1, Interpres

Basın ve Yayıncılık A.?., s.351-352

4 Charles Darwin, The Descent of Man, 2.

Edition, New York, A L. Burt Co., 1874,

s.178

5 Jani Roberts, How new-Darwinism

justified taking land from Aborigines and

murdering them in Australia,

http://fl.gn.apc.org/inquirer/ausrace.html

6 “Ancient Alga Fossil Most Complex Yet”,

Science News, vol. 108, 20 September 1975,

s.181

7 Hoimar Von Ditfurth, Dinozorların Sessiz

Gecesi 1, Alan Yayıncılık, Kasım 1996,

‹stanbul, Çev: Veysel Atayman, s.199

8 http://fl.botany.hawaii.edu/faculty/

webb/BOT311/,

http://daphne.palomar.edu/wayne/wayn

e.htm,

http://fl.nmnh.si.edu/botany/projects/alg

ae/Alg-Menu.htm; Brookhaven National

Laboratory, Molecular Bases of

Photoadaptation in Unicellular, Eucaryotic

Algae, P.G.Falkowski ve J.LaRoche, Dep. Of

Apllied Science; Science, Volume 286,

Number 5442, Issue of 5 Nov 1999, ss. 1129-

1132, Polycationic Peptides from Diatom

Biosilica That Direct Silica Nanosphere

Formation

9 R. L. Carroll, Vertebrate Paleontology and

Evolution, New York: W. H. Freeman and

Co., 1988, s.4

10 Edwin H. Colbert, M. Morales, Evolution of

the Vertebrates, New York: John Wiley and

Sons, 1991, s.99

11 Lewis L. Carroll, “Problems of the Origin

of Reptiles”, Biological Reviews of the

Cambridge Philosophical Society, vol 44. s.393

12 Stephen Jay Gould, Eight (or Fewer) Little

Piggies, Natural History, no. 1., Jan 1991,

vol. 100, s.25

13 W.R. Bird, The Origin of Species Revisited,

Nashville: Thomas Nelson Co., 1991, s.305

14 Sarah Simpson, “Life’s First Scalding

Steps”, Science News, 155(2), 9 January

1999, s.25

15 Prof. Dr. Eflref Deniz, Tıbbi Biyoloji, 4. baskı,

Ankara, 1992, s.369

16 Musa Özet, Osman Arpacı, Ali Uslu,

Biyoloji 1, Sürat Yayınları, ‹stanbul, 1998,

s.129

17 Dean Kenyon, Davis Percical, Of Pandas

and People: The Central Question of Biological

Origins, Dallas: Haughton Publishing,

1993, s.33

18 N.F. Hughes, Paleobiology of Angiosperm

Origins: Problems of Mesozoic Seed-Plant

Evolution, Cambridge: Cambridge

University Press, 1976, ss.1-2

19 Daniel Axelrod, The Evolution of Flowering

Plants, in The Evolution Life, 1959, ss.264-274

20 George Politzer, Felsefenin Bafllangıç ‹lkeleri,

‹stanbul: Sosyal Yayınlar, 1989, s.84

21 Stuart B. Levy, “The Challange of

Antibiotic Resistance”, Scientific American,

March 1998, s.35

Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)

208

NOTLAR

22 Medical Tribune, 29 December 1988, s.1, 23

23 Charles Darwin, The Origin of Species,

ss.172-280

24 Derek A. Ager, “The Nature of the Fossil

Record”, Proceedings of the British Geological

Association, vol 87, 1976, s.133

25 Mark Czarnecki, “The Revival of the

Creationist Crusade”, MacLean’s, 19

January 1981, s.56

26 Francis Hitching, The Neck of the Giraffe:

Where Darwin Went Wrong, Tichnor and

Fields, New Haven, 1982, s.40

27 S.J. Gould, “Evolution’s Erratic Pace”,

Natural History, vol. 86, May 1977

28 S.J. Gould & N. Eldredge, Paleobiology, Vol

3, 1977, s.147

29 John Ostrom, “Bird Flight: How Did It

Begin?”, American Scientist, January-

February 1979, vol 67,

30 Nature, vol 382, 1 August 1996, s.401

31 Carl O. Dunbar, Historical Geology, New

York: John Wiley and Sons, 1961, s.310

32 L.D. Martin, J.D. Stewart, K.N. Whetstone,

The Auk, vol 98, 1980, s.86

33 Pat Shipman, “Birds do it... Did

Dinosaurs?”, New Scientist, 1 February

1997, s.31

34 “Old Bird”, Discover, 21 March 1997

35 “Old Bird”, Discover, 21 March 1997

36 Pat Shipman, “Birds Do It... Did

Dinosaurs?”, New Scientist, 1 February

1997, s.28

37 Terry D. Jones, Nonavian Feathers in a

Late Triassic Archosaur, Science, 23 Haziran

2000: 2202-2205

38 S.J. Gould & N. Eldredge, Paleobiology, Vol

3, 1977, s.147

39 “Forensic palaeontology: The

Archæoraptor forgery”, Nature, 29 March

2001, vol: 410, ss.539-540

40 “Is This The Face of Our Past”, Discover,

December 1997, ss.97-100

41 Boyce Rensberger, Houston Chronicle, 5

November 1980, Part 4, s.15

42 Colin Patterson, Harper’s, February 1984,

s.60

43 Francis Hitching, The Neck of the Giraffe:

Where Darwin Went Wrong, New York:

Ticknor and Fields, 1982, ss.30-31

44 Francis Hitching, The Neck of the Giraffe,

ss.30-31

45 Gordon Rattray Taylor, The Great Evolution

Mystery, London: Sphere Books, 1984, s.230

46 Solly Zuckerman, Beyond The Ivory Tower,

New York: Toplinger Publications, 1970, ss.

75-94

47 Charles E. Oxnard, “The Place of

Australopithecines in Human Evolution:

Grounds for Doubt”, Nature, vol 258, s.389

48 Isabelle Bourdial, "Adieu Lucy", Science

et Vie, Mayıs 1999, no. 980, s. 52-62

49 http://intelligentdesign.org/odds/

odds.htm

50http://www.pathlights.com/ce_encyclope

dia/08dna02.htm

51http://www.bact.wisc.edu/microtextbook

/bacterialstructure/DNA.html

52 Prof. Dr. Ali Demirsoy, Kalıtım ve Evrim,

Ankara, Meteksan Yayınları, s.79

53 Gerald T. Todd, “Evolution of the Lung

and the Origin of Bony Fishes: A Casual

Relationship”, American Zoologist, vol 26,

No. 4, 1980, s.757

54 National Geographic, “Balinaların Evrimi”,

Kasım 2001, s. 159

55 (http://www.trueorigin.org/whales.asp;

Ashby L. Camp, “The Overselling of Whale

Evolution”, Creation Matters, May/June

1998)

56 National Geographic, “Balinaların Evrimi”,

Harun Yahya (Adnan Oktar)

209NOTLAR

Kasım 2001, s. 163

57 Robert L. Carroll, Patterns and Processes of

Vertebrate Evolution, Cambridge University

Press, 1998, 329

58 G. A. Mchedlidze, General Features of the

Paleobiological Evolution of Cetacea,

Rusça’dan Tercüme (Rotterdam: A.A.

Balkema, 1986, s. 91

59 B.J. Stahl, Vertebrate History: Problems in

Evolution, Dover Publications, Inc., 1985, s.

489.

60 Michel C. Milinkovitch, “Molecular

phylogeny of cetaceans prompts revision

of morphological transformations,” Trends

in Ecology and Evolution 10 (August 1995):

328-334.

61 Michael J. Behe, Darwin’s Black Box, New

York: Free Press, 1996, ss.232-233

62 Gordon Taylor, The Great Evolution Mystery,

s.223

63 Janet L. Hopson ve Norman K. Wessells,

Essentials of Biology, McGraw-Hill

Publishing Company 1990, vol 45, ss.837-

839

64 Coates M. 1991. New palaeontological

contributions to limb ontogeny and

phylogeny. In: J. R. Hinchcliffe (ed.)

Developmental Patterning of the Vertebrate

Limb 325-337. New York: Plenum Press;

Coates M. I. 1996. The Devonian tetrapod

Acanthostega gunnari Jarvik: postcranial

anatomy, basal tetrapod interrelationships

and patterns of skeletal evolution.

Transactions of the Royal Society of

Edinburgh 87: 363-421

65 Michael Denton, Evolution: A Theory in

Crisis, Bethesda, MA: Adler & Adler, 1985,

ss.151, 154

66 William Fix, The Bone Peddlers: Selling

Evolution, New York: Macmillan Publishing

Co., 1984, s.189

67 Henry Margenau, Roy Abraham Vargesse,

Cosmos, Bios, Theos, La Salle IL: Open Court

Publishing, 1992, s.241

68 Werner Gitt, In the Beginning Was

Information, CLV, Bielefeld, Germany, s.107,

141

69 George C. Williams, The Third Culture:

Beyond the Scientific Revolution, ed. John

Brockman, New York, Simon & Schuster,

1995, ss.42-43

70 i Pierre P. Grassé, The Evolution of Living

Organisms, 1977, s.168

71 Keith S. Thompson, “Ontogeny and

Phylogeny Recapitulated”, American

Scientist, vol 76, May/June 1988, s.273

72 Francis Hitching, The Neck of the Giraffe:

Where Darwin Went Wrong, New York:

Ticknor and Fields 1982, s.204

73 Mahlon B. Hoagland, Hayatın Kökleri,

Tübitak yayınları, 8.Basım, s.25

74 Prof.Dr. Ali Demirsoy, Kalıtım ve Evrim,

Ankara, Meteksan Yayınları, s.79

75 Prof. Dr. ‹lhami Kiziro¤lu, Genel Biyoloji,

Desen Yayınları

76 Robert A. Wallace, Gerald P. Sanders,

Robert J. Ferl, Biology, The Science of Life,

Harper Collins College Publishers, s. 283.

77 Darnell, “Implications of RNA-RNA

Splicing in Evolution of Eukaryotic Cells,”

Science, vol.202, 1978, s. 1257.

78 Prof. Dr. Ali Demirsoy, Kalıtım ve Evrim,

Meteksan Yayınları, Ankara, s.79

79 Biyoloji Lise 3, Özer Bulut, Davut Sa¤dıç,

Selim Korkmaz, MEB Basımevi, ‹stanbul,

2000, s.182

80 Sidney Fox, Klaus Dose, Molecular

Evolution and The Origin of Life, New York:

Marcel Dekker, 1977, s.2

81http://www.harunyahya.com/EvrimAldat

macasi/aldatmaca/evrim16.html

82 M. Kusinitz, Science World, 4 February

210

Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)

1983, s.19

83 New York Times Press Service, San Diego

Union, 29 May 1983; W. A. Shear, Science,

vol. 224, 1984, s.494

84 Pierre-P Grassé, Evolution of Living

Organisms, New York: Academic Press,

1977, s.30

85 D.R. Oldroyd, Darwinian Impacts, Atlantic

Highlands, N. J Humanities Press, 1983,

ss.23, 32

86 Trends in Genetics, February 1999

87 Douglas J. Futuyma, Science on Trial, New

York: Pantheon Books, 1983, s.197

88 Levinton, Jeffrey S.; “The Big Bang of

Animal Evolution,” Scientific American,

267:84, November 1992

89 Loren Eiseley, Darwin’s Century, s.283

90 Jean-Jacques Hublin, The Hamlyn

Encyclopaedia of Prehistoric Animals, New

York :The Hamlyn Publishing Group

Ltd.,1984, s.120.

91 Jacques Millot, “The Cœlacanth”, The

Scientific Amerikan, Aralık 1955, sayı 193,

s.39.

92 Bilim ve Teknik Dergisi, Kasım 1998,Sayı

372, s.21.

93 P. L. Forey, Nature, vol 336, 1988. s.729

94 Prof. Dr. Ali Demirsoy, Kalıtım ve Evrim,

Meteksan Yayınları, Ankara, 1995, s.690

95 Prof. Dr. Ali Demirsoy, Yaflamın Temel

Kuralları, Genel Biyoloji/Genel Zooloji,

Cilt-I, Kısım-I, Ankara, 1993, s.606

96 Pat Shipman, “Birds do it... Did

Dinosaurs?”, New Scientist, 1 February

1997, s.31

97 Francis Crick, Life Itself: It’s Origin and

Nature, New York, Simon & Schuster, 1981,

s.88

98 Maria Genevieve Lavanant, Bilim ve Teknik,

Nisan 1984, Sayı 197, s.22

99 John Ostrom, “Bird Flight: How Did It

Begin?”, American Scientist, January-

February 1979, vol 67, s.47

100 http://turnpike.net/~mscott/cuvier.htm

101 http://treasure-

troves.com/bios/Cuvier.html

102 Soul, M.E. and L.S. Mills.. No need to

isolate genetics. Science 282: 1998, 1658

103 Wetermeirer, R.L., J.D. Brawn, S.A.

Simpson, T.L. Esker, R.W. Jansen, J.W.

Walk, E.L. Kershner, J.L. Bouzat, and K.N.

Paige, Tracking the long-term decline and

recovery of an isolated population, Science

282: 1998 1695

104 Charles Darwin, The Descent of Man, 2.

Edition, New York, A L. Burt Co., 1874, s.

178

105 Charles Darwin, The Descent of Man, 2.

Edition, New York, A L. Burt Co., 1874, s.

171

106J.H.M. Beattie, R. Godfrey Lienhardt,

Studies in Social Anthropology: Essays in

Memory of E.E. Evans Pitchard, Oxford:

Clarendon Press, 1975, ss.10-11

107 Benjamin Farrington, What Darwin Really

Said, London: Sphere Books, 1971, ss.54-56

108 James Ferguson, The Laboratory of

Racism, New Scientist, vol. 103, September

27, 1984, s.18

109 Lalita Prasad Vidyarthi, Racism, Science

and Pseudo-Science, Unesco, France,

Vendôme, 198, s.54

110 Rebekah E. Sutherland, Social Darwinism,

http://fl.rebsutherland.com/SocialDarwini

sm.htm

111 Stephen Jay Gould, Ever Since Darwin, W.

W. Norton & Company, New York 1992,

s.217

112 Glen McLean, Roger Oakland, Larry

McLean, The Evidence for Creation:

211

Harun Yahya (Adnan Oktar)

NOTLAR

Examining The Origin of Planet Earth,

Pittsburgh: Full Gospel Bible Institute,

Whitaker House, 1989, s.94

113 Desmond King-Hele, Doctor of Revolution:

The Life and Times of Erasmus Darwin,

London: Faber & Faber, 1977, s.361

114William R. Denslow, 10.000 Famous

Freemasons, Vol. I Richmond: Macoy

Publishing & Masonic Supply Co., 1957,

s.285

115 Richard, Dawkins, Climbing Mount

Improbable, W.W. Norton, New York, 1996,

s. 283.

116 Francisco J. Ayala, “The Mechanisms of

Evolution”, Scientific American, vol 239,

September 1978, s.64

117 Uwe George, “Darwinismus der Irrtum

des Jahrhunderts”, Geo, Januar 1984, s. 100-

102

118 Victor B. Scheffer, “Exploring the Lives of

Whales”, National Geographic, vol 50,

December 1976, s.752

119 E.H. Colbert, Evolution of the Vertebrates,

John Wiley and Sons, New York, 1955,

s.303

120 E. H. Colbert, M. Morales, Evolution of the

Vertebrates, New York, John Wiley and

Sons, 1991, s.193

121 A. S. Romer, Vertebrate Paleontology, 3rd

ed., Chicago, Chicago University Press,

1966, s.120

122 Michael Denton, Evolution: A Theory in

Crisis, London: Burnett Books, 1985

123 Malcolm Wilkins, Plantwatching, New

York, Facts on File Publications, 1988, ss.25-

26

124Solly Zuckerman, Beyond The Ivory

Tower, New York: Toplinger Publications,

1970, ss.75-94

125 Charles E. Oxnard, “The Place of

Australopithecines in Human Evolution:

Grounds for Doubt”, Nature, vol 258, s.389

126 Fred Spoor, Bernard Wood, Frans

Zonneveld, “Implication of Early Hominid

Labryntine Morphology for Evolution of

Human Bipedal Locomotion”, Nature, vol

369, June 23, 1994, ss. 645-648

127 Fred Spoor, Bernard Wood, Frans

Zonneveld, “Implication of Early Hominid

Labryntine Morphology for Evolution of

Human Bipedal Locomotion”, Nature, vol

369, June 23, 1994, ss.645-648

128Noam Chomsky, Language and

Responsibility, s.60

129 Jacques Millot, “The Cœlacanth”, The

Scientific American, December 1955, vol 193,

s.39

130 Maria Genevieve Lavanant, Bilim ve

Teknik, Nisan 1984, Sayı 197, s. 22

131 Frank B. Salisbury, “Doubts about the

Modern Synthetic Theory of Evolution”,

American Biology Teacher, September

1971, s.336

132Paul Auger, De La Physique Theorique a la

Biologie, 1970, s.118

133 Ali Demirsoy, Kalıtım ve Evrim, Ankara:

Meteksan Yayınları, 1984, s. 39

134 Michael Denton, Evolution: A Theory in

Crisis. London: Burnett Books, 1985, s.351

135 Theodosius Dobzhansky, Genetics of the

Evolutionary Process, 1970, ss.17-18

136Charles Darwin, The Origin of Species by

Means of Natural Selection, The Modern

Library, New York, s. 127.

137Stephen Jay Gould “The Return of

Hopeful Monsters”, Natural History, vol.

86, June/July 1977, s.22-30

138 C. Loring Brace, Review of Species, Species

Concepts, and Primate Evolution, edited by

William H. Kimbel and Lawrence B.

Martin, Plenum Press, 1993, s.560, American

Scientist, vol 82, September/October 1994,

212

Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)

ss.484-486

139 Lane Lester, Raymond Bohlin, The Natural

Limits to Biological Change, Probe Books,

Dallas, 1989, s.141

140 C.B. Thaxton, W.L. Bradley, ve R.L. Olsen,

The Mystery of Life’s Origin: Reassessing

Current Theories, Philosophical Library,

New York, 1984, s.119

141C.B. Thaxton, W.L. Bradley, ve R.L. Olsen,

The Mystery of Life’s Origin: Reassessing

Current Theories, Philosophical Library,

New York, 1984, ss.119-120

142I. Prigogine, G. Nicolis ve A. Babloyants,

Physics Today, 25(11): 23, 1972

143 Pierre-Paul Grassé, Evolution of Living

Organisms, Academic Press, New York,

1977, s.87

144 Pat Shipman, “Birds Do It... Did

Dinosaurs?”, New Scientist, February 1,

1997, s.28

145 Niles Eldredge, “Is Evolution Progress”,

Science Digest, September 1983, ss. 40, 160

146http://fl.encarta.msn.com/find/Concise.a

sp?z=1&pg=2&ti=761566073

147 G.G. Simpson, W. Beck, An Introduction to

Biology, New York, Harcourt Brace and

World, 1965, s.241

148 Francis Hitching, The Neck of the Giraffe:

Where Darwin Went Wrong, New York:

Ticknor and Fields 1982, s.204

149 D. Loyd, The Mitochondria of

Microorganisms, 1974, s.476

150 Gray & Doolittle, “Has the Endosymbiant

Hypothesis Been Proven?” Microbilological

Review, vol. 30, 1982, s.46

151 Wallace-Sanders-Ferl, Biology: The Science

of Life, 4th Edition, Harper Collins College

Publishers, s.94

152 Mahlon B. Hoagland, Hayatın Kökleri,

TÜB‹TAK 12.Basım, Mayıs 1998, s.153

153 Whitfield, “Book Review of Symbiosis in

Cell Evolution”, Biological Journal of Linnean

Society, vol 77-79 1982, s.18

154 L.R. Croft, How Life Began, Evangelical

Press, 1988, ss.93-94

155 Prof. Dr. Ali Demirsoy, Kalıtım ve Evrim,

Meteksan Yayınları, Ankara, 1984, s. 644

156 Francis Hitching, The Neck of the Giraffe:

Where Darwin Went Wrong, New York:

Ticknor and Fields, 1982, s16-17, 19

157Francis Hitching, The Neck of the Giraffe,

s.16-17, 19.

158 Gordon Rattray Taylor, The Great

Evolution Mystery, London: Sphere Books,

1984, s.230

159 Maria Genevieve Lavanant, Bilim ve

Teknik, Nisan 1984, Sayı 197, s.22

160 R. Wesson, Beyond Natural Selection, MIT

Press, Cambridge, MA, 1991, s.45

161 American Humanist Association

tarafından da¤ıtılan tanıtım broflüründen;

Henry M. Morris, The Long War Against

God: The History and Impact of the

Creation/Evolution/Conflict, 8th Edition,

Michigan: Baker Book House, March 1996,

s.116

162Phillip E. Johnson, Darwin on Trial, 2nd

Edition, Illinois: Intervarsity Press, 1993,

s.131

163 Philip E. Johnson, Darwin on Trial, 2.b.

Illinois: Intervarsity Press, 1993, s. 128.

164 Milli E¤itim Bakanlı¤ı, Evrim Teorisinin

Özet Raporu, Ankara: MEB Yayınları, 1985

165Cemal Yıldırım, Evrim Kuramı ve Ba¤nazlık,

s.49

166Peter Kropotkin, Mutual Aid: A Factor of

Evolution, 1902, I. Bölüm,

(http://fl.etext.org/Politics/Spunk/library

/writers/kropotki/sp001503/index.html)

167 Bilim ve Teknik, sayı 190, s.4

213

Harun Yahya (Adnan Oktar)

168 Peter Kropotkin, Mutual Aid: A Factor of

Evolution, 1902, II. Bölüm

169 John Maynard Smith, The Evolution of

Behavior, Scientific American, December

1978, vol 239, no.3, s.176

170 Pat Shipman, “Birds Do It... Did

Dinosaurs?”, s.28

171 Prof. Dr. Ali Demirsoy, Yaflamın Temel

Kuralları, Genel Biyoloji/Genel Zooloji,

Cilt-I, Kısım-I, Ankara, 1993, s. 627

172(http://www.harunyahya.com/EvrimAld

atmacasi/aldatmaca/evrim16.html)

173 “Piltdown”, Meydan Larousse, Cilt 10,

s.133

174 Bilim ve Yaflam Ansiklopedisi, Geliflim

Yayınları, ‹stanbul, 1976, s.4

175 Prof. Dr. Ali Demirsoy, Yaflamın Temel

Kuralları, Genel Biyoloji/Genel Zooloji,

Cilt-I, Kısım-I, Ankara, 1993, s.629-630

176 Prof. Dr. Ali Demirsoy, Yaflamın Temel

Kuralları, Genel Biyoloji/Genel Zooloji,

Cilt-I, Kısım-I, Ankara, 1993, s.629

177 R. Wesson, Beyond Natural Selection,

MIT Press, Cambridge, MA, 1991, s. 45

178 Pierre Grassé, Evolution of Living

Organisms, New York, Academic Press,

1977, s.82

179 Charles Darwin, The Origin of Species, s.

172, 280

180 David Day, Vanished Species, Gallery

Books, New York, 1989

181 T. N. George, “Fossils in Evolutionary

Perspective”, Science Progress, vol 48,

January 1960, s.1, 3

182 N. Eldredge and I. Tattersall, The Myths of

Human Evolution, Columbia University

Press, 1982, s.59

183 Science, July 17, 1981, s.289

184 N. Eldredge, and I. Tattersall, The Myths of

Human Evolution, Columbia University

Press, 1982, ss.45-46

185 S. M.,Stanley, The New Evolutionary

Timetable: Fossils, Genes, and the Origin of

Species, Basic Books, Inc., Publishers, N.Y.,

1981, s.71

186 Prof. Dr. Ali Demirsoy, Kalıtım ve Evrim,

Ankara, Meteksan Yayınları, 1984, s.8

187 Hoimar Von Ditfurth, Dinozorların Sessiz

Gecesi 2, Alan Yayıncılık, Kasım 1996,

‹stanbul, Çev: Veysel Atayman, s.60-61

188 Richard Dickerson, “Chemical

Evolution”, Scientific American, vol 239:3,

1978, s.74

189Richard B. Bliss & Gary E. Parker, Origin of

Life, California, 1979, s.25

190 Richard B. Bliss & Gary E. Parker, Origin

of Life, California, 1979, s.25

191 S. W. Fox, K. Harada, G. Kramptiz, G.

Mueller, “Chemical Origin of Cells”,

Chemical Engineering News, June 22, 1970,

s.80

192 Douglas J. Futuyma, Science on Trial, New

York: Pantheon Books, 1983, s.197

193 Douglas Futuyma, Evolutionary Biology,

2nd Edition, Sunderland, MA: Sinauer,

1986, s.3

194 K. Ludmerer, Eugenics, In: Encyclopedia of

Bioethics, Edited by Mark Lappe, The Free

Press, New York, 1978, s.457;

www..trueorigin.org/holocaust.htm

195 Norman Macbeth, Darwin Retried: An

Appeal to Reason, Harvard Common Press,

New York: 1971, s.33

196http://www.harunyahya.com/EvrimAld

atmacasi/aldatmaca/evrim16.html

197Stephan Jay Gould, “The Return of

Hopeful Monsters”, Natural History, vol 86,

June-July 1977, s.28

198 G. Stein, Biological science and the roots

of Nazism, American Scientist, vol 76(1),

214

Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)

1988, s.54; Jerry Bergman, Darwinism and

the Nazi Race Holocaust,

http://www.trueorigin.org/holocaust.htm

199 Phillip E. Johnson, “Darwinism’s Rules of

Reasoning”, Darwinism: Science or

Philosophy, Foundation for Thought and

Ethics, 1994, s. 12

200 R. Lewin, Science, vol. 241, July 15, 1988,

s.291

201 Musa Özet, Osman Arpacı, Ali Uslu,

Biyoloji 1, Sürat Yayınları, 1998, ‹stanbul, s.7

202 Prof. Dr. Ali Demirsoy, Yaflamın Temel

Kuralları, Genel Biyoloji/Genel Zooloji,

Cilt-I, Kısım-I, Ankara, 1993, s.12-13

203 J. Lear Grimmer, National Geographic,

August 1962, s.391

204L.S.B. Leakey, The Origin of Homo sapiens,

ed. F. Borde, Paris: UNESCO, 1972, ss.25-

29; L.S.B. Leakey, By the Evidence, New

York: Harcourt Brace Jovanovich, 1974

205 Marvin Lubenow, Bones of Contention,

Grand Rapids, Baker, 1992, s.83

206 Boyce Rensberger, The Washington Post,

November 19, 1984

207 Marvin Lubenow, Bones of Contention,

Grand Rapids, Baker, 1992. s.136

208 Holly Smith, American Journal of Physical

Antropology, vol 94, 1994, ss.307-325

209 Fred Spoor, Bernard Wood, Frans

Zonneveld, “Implication of Early Hominid

Labryntine Morphology for Evolution of

Human Bipedal Locomotion”, Nature, vol

369, June 23, 1994, ss.645-648

210 Tim Bromage, New Scientist, vol 133, 1992,

ss.38-41

211 J. E. Cronin, N. T. Boaz, C. B. Stringer, Y.

Rak, “Tempo and Mode in Hominid

Evolution”, Nature, vol. 292, 1981, ss.113-

122

212 C. L. Brace, H. Nelson, N. Korn, M. L.

Brace, Atlas of Human Evolution, 2nd

Edition, New York: Rinehart and Wilson,

1979

213 Alan Walker, Scientific American, vol 239

(2), 1978, s.54

214 A. J. Kelso, Physical Anthropology, 1st

Edition, 1970, s.221; M. D. Leakey, Olduvai

Gorge, vol 3, Cambridge: Cambridge

University Press, 1971, s.272

215 D. C. Johanson & M. A. Edey, Lucy: The

Beginnings of Humankind, New York: Simon

& Schuster, 1981, s.250

216 I. Anderson, New Scientist, vol 98, 1983,

s.373

217 Michael Denton, Evolution: A Theory in

Crisis, London, Burnett Books, 1985, s.145

218 Michael Denton. Evolution: A Theory in

Crisis, London: Burnett Books, 1985, ss.290-

291

219 Frank Salisbury, Doubts About the Modern

Synthetic Theory of Evolution, American

Biology Teacher, September 1971, s.338

220 “Does nonsense DNA speak it’s own

dialect?”, Science News, Vol. 164, December

24, 1994

221 Service, R.F., Vogel, G, Science, February

16, 2001

222 S. R. Scadding, “Do ‘Vestigial Organs’

Provide Evidence for Evolution?”,

Evolutionary Theory, vol 5, May 1981, s.173

223 W. R. Bird, The Origin of Species Revisited,

Nashville: Thomas Nelson Co., 1991,

ss.298-299

224 “Hoyle on Evolution”, Nature, vol 294,

November 12, 1981, s.105

225 A. I. Oparin, Origin of Life, s.196

226Klaus Dose, “The Origin Of Life: More

Questions Than Answers”, Interdisciplinary

Science Reviews, s.352

227 Henry Gee, In Search Of Deep Time: Beyond

Harun Yahya (Adnan Oktar)

215ARBOREAL TEOR‹

The Fossil Record To A New Hıstory Of Life,

The Free Press, A Division of Simon &

Schuster, Inc., 1999, s. 7

228 Gordon R. Taylor, The Great Evolution

Mystery, Harper & Row Publishers 1983,

s.222

229 Charles Darwin, Türlerin Kökeni, Onur

Yayınları, Beflinci Baskı, Ankara 1996, s.273

230 Francis Darwin, The Life and Letters of

Charles Darwin, vol I, New York: D.

Appleton and Company, 1888, s.374

231 Charles Darwin, Türlerin Kökeni, s. 310

232 Cemal Yıldırım, Evrim Kuramı ve

Ba¤nazlık, s.185

233 Gordon Taylor, The Great Evolution

Mystery, s.221

234 Charles Darwin, Türlerin Kökeni, s.275

235 Charles Darwin, Türlerin Kökeni, s.304

236 Charles Darwin, Türlerin Kökeni, s.186

237 Charles Darwin, Türlerin Kökeni, s.302

238 Ruth Henke, “Aufrecht aus den

Baumen”, Focus, vol 39, 1996, s.178

239 Earth, “Life’s Crucible”, fiubat 1998, s.34.

240National Geographic, “The Rise of Life on

Earth”, Mart 1998, s.68

241 Encyclopædia Britannica, “Modern

Materialism”

242Charles Darwin, The Origin of Species: A

Facsimile of the First Edition, Harvard

University Press, 1964, s.189

243 Stephen Jay Gould, The Mismeasure of

Man, W.W. Norton and Company, New

York, 1981, s.72

244 Charles Darwin, ‹nsanın Türeyifli, s.171

245 Charles Darwin, The Descent of Man, 2nd

Edition, New York: A L. Burt Co., 1874,

s.178

246Fred Hoyle, The Intelligent Universe,

London, 1984, ss.184-185

247Bilim ve Teknik, sayı 201, s.16 (Science

dergisinden tercüme)

248 Roger Penrose, The Emperor’s New Mind,

1989; Michael Denton, Nature’s Destiny, The

New York: The Free Press, 1998, s.9

249 Özer Bulut, Davut Sa¤dıç, Elim Korkmaz,

Biyoloji Lise 3, MEB Basımevi, ‹stanbul,

2000, s.152

250 Prof. Dr. Ali Demirsoy, Yaflamın Temel

Kuralları, Genel Biyoloji/Genel Zooloji, Cilt-I,

Kısım-I, Ankara, 1993, s.605

251 Prof. Dr. Ali Demirsoy, Kalıtım ve Evrim,

Meteksan Yayınları, Ankara, 1995, s.689

252 Bones of Contention, Marvin L. Lubenov, 5.

baskı, Baker Books, Michigan, 1995, sf. 88

253 Phillip E. Johnson, Darwin on Trial, 2nd

Edition, Illinois: Intervarsity Press, 1993,

s.155

254 Phillip E. Johnson, “Darwinism’s Rules of

Reasoning”, Darwinism: Science or

Philosophy, Foundation for Thought and

Ethics, 1994, s.12

Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)

ARBOREAL TEOR‹216

Harun Yahya (Adnan Oktar)

217ARBOREAL TEOR‹