Elveda Deli Söğüt…222 Elveda Deli Söğüt Şaban Şimşek 3 bir duyguyla yüreği atmaya...
Transcript of Elveda Deli Söğüt…222 Elveda Deli Söğüt Şaban Şimşek 3 bir duyguyla yüreği atmaya...
Şaban Şimşek
222
Elveda Deli Söğüt
ŞABAN ŞİMŞEK
1948 yılında Mersin Horozlu Köyü’nde doğdu. Ailenin yedi
çocuğundan altıncısıdır.
İlköğrenimini köyünde yaptı.
Mersin Lisesi orta bölümünden sonra yatılı Gaziantep Erkek
İlköğretmen Okulu’nu kazandı ve 1966 yılında öğretmen oldu.
Afyonkarahisar, Zonguldak ve Mersin’de uzun süre köy öğret-
meni olarak çalıştı.
1994 yılında, Mersin Zübeyde Hanım İlkokulu’ndan emekli
oldu.
Mersin’de yaşıyor.
Yerel dergi ve gazetelere halk bilim, anı, araştırma, şiir ve
öyküler yazdı. Ozan Yayıncılık tarafından TOPLAYICI adlı
romanı yayınlandı ve yayına hazır araştırma, roman ve öykü
dosyaları bulunmaktadır.
1
Bir
Atama yazısını alıp göreve başlamak için geldiği günü
anımsadı, kamyondan bozma otobüsün penceresinden
köy sapağını gözetlerken. Ana yoldan bozkıra dalıveren,
çukurlu tümsekli bir geçitti bu. İne kalka, sallan sapa, ağır
aksak, bir dere yatağında ilerliyorlardı.
Birkaç dakika sonra köy göründü. Bir koyağın iki ya-
nına rastgele dizili birer yapboz yongasına benziyordu
damlar. Toroslar‟ı geçtikten sonra yol boyunca denk gel-
diği, pencereden yarım yamalak da olsa görebildiği bütün
köyler yuvarlak hesap böyleydi. Çatak Höyük‟ten bu ya-
na süre gelen bir gelenek olmalıydı bitişik düzen yerle-
şim, olası dış tehlikelere karşı toplu savunma amacı da
taşıyordu bu biçim.
Otobüs, girişin sağ yamacına kurulu, neredeyse dam-
larla zıtlaşıveren, çok pencereli ve kiremit çatılı, tek katlı
büyük bir yapının önüne gelince durdu. „Bereket versin‟
dedi içinden, „okul binası yeni.‟
Şaban Şimşek 222 Elveda Deli Söğüt
2
Önünde oturan iki kişi ile yaşlıca bir kadın, bağıra çığı-
ra indiler ve çuvallarını omuzlayıp okulun yukarısında
sıralanan damlara doğru tırmanmaya başladılar.
Bir ay önce, göreve başlamak için geldiği günde de bu-
rada yolcuların indiklerini anımsadı; ama onlar köyden
değil, garajda tanıştığı kadastro memurlarıydı. Gözlerini
cama dayayıp okulun bir penceresine dikkatlice baktı,
„ha‟ dedi yine içinden, „daha gitmemişler...‟
Bitişik düzen, tek ya da iki katlı damların sıralandığı,
doğudan batıya süre giden geniş bir sokağın, aynı anda
çıkış işlevi de gören Afyon Yolu‟yla kesiştiği yer, köyün
ana alanıydı. Kır Veli ile görüşmek üzere geldiği günde
de ilgiyle bakmıştı buraya. Meydanın güneydoğusunda
kemerli, tek oluk çeşmeden çağıl çağıl akıyordu su, batı-
sında da köy camisi vardı, tıpkı Taşucu‟ndaki yapıyı an-
dıran minareli bir yer damı.
Cami duvarının önü, son duraktı. Sorduğunda muavin,
„otobüsün pazar günleri dışında her sabah buradan kalk-
tığını, ikindiye doğru geldiğini, sona kalan yolcuları da
burada indirdiğini, Cuma günleri ise çift sefer yaptığını‟
söylemişti.
Muavin, “Hocem” dedi, başıyla gösterdiği yükü indir-
di ve duvarın dibine yığdı.
Metin otobüsü, muavini, köyü, durakları, meydanı,
cami duvarını önceki geldiğinde de gördüğü halde garip
222 Elveda Deli Söğüt Şaban Şimşek
3
bir duyguyla yüreği atmaya başladı. Derin bir nefes aldı,
eğildi, yatak dengini omuzladı, sağ elinde valiz, alanın
karşı yakasında bulunan, az biraz tanıştığı Raşit‟in bakka-
liyesine doğru yürüdü. İki solukta geldi, eşyayı kapı ya-
nına, duvara dayadı. Geriye döndü, önce demir somyayı
ve ardından sandığı da alıp getirdi ve dengin yanına
koydu. Vardı, tek kanat kepengin önüne dikeldi. Hafifçe
eğildi, “Selamünaleyküm Raşit Ağa.”
Terazi önünde oturan, elli yaşlarında, orta boylu adam
kalkıp, “Aleykümselâm hocem.” dedi, “ Hoş geldin ya-
hu!”
Yine içten ve yine ilgiyle ayağa kalkmış ve eğilip dışa-
rıya doğru elini uzatmıştı Raşit. “Hoş bulduk.”
Raşit, bu kez de gülümseyerek gelip kapıyı açtı. Yine
tanıştıklarında olduğu gibi Metin‟i içeriye aldı ve bir ta-
bureye oturttu. “Nasılsın hocem?”
“İyiyim, sağ ol! Ya sen?”
“Sağ ol hocem, ben de eyiyim.”
“Allah sağlık versin.”
Teklif etmeye gerek görmeden bir gazoz açtı Raşit ve
Metin‟e uzattı. “Buyur hocem.”
Olası bir esnaf alışkınlığıydı yapılan teklifsiz ikram.
Tanıyalı beri edindiği izlenimlere göre pek az gülümse-
Şaban Şimşek 222 Elveda Deli Söğüt
4
yen Raşit‟in dudakları hoşnutlukla gerilmişti. “Zahmet
ettin ama ağa. Teşekkür ederim.”
Asıl amacı köyü görmek olduğu halde onurlandırmak
ve ilerdeki ilişkilerinde etkili olabileceği düşüncesiyle
muhtardan „göreve başlama yazısı‟ almaya geldiği gün
uğradığında da çay, gazoz ikram etmişti Raşit.
“Teşekküre değmez be hocem.”
İlginç bir cümleydi bu, olası „görmüş geçirmiş‟ olanla-
rın kurabileceği türden. Metin, Raşit‟e içtenlikle gülüm-
sedi: “Veli Efendi‟yi çağırtsak...”
Raşit, kasketini düzeltti: “Olur hocem.”
“Sağ ol.”
Başını kepenk yerinden dışarıya uzatan Raşit, “Halit!”
diye ünledi.
Bir çocuk sesi: “Ey!”
“Bi gelsene oğlum!”
“Olur dede.”
Raşit, Metin‟e bakıp başını salladı: “Benim torun. Bu
sene beşe gitçek.”
Metin, ilgiyle, “Herhalde başka torunlar da vardır?”
diye sordu.
“Ohe! Beş oğlan, altı gız...”
222 Elveda Deli Söğüt Şaban Şimşek
5
Toprak insan isterdi, işlenmek için. Çok çocuk, aileye
güç katardı, Metin‟in komşuları da öyle değil miydi, “Kaç
kız kaç oğlandan Ağa?”
Adam, övünçle belini doğrulttu, gülüverdi: “Üç oğlen,
dört kızdan, hocem.”
Kesinlikle doğanın yaşamalarına izin verdiği çocukla-
rın sayısıydı bu. Bir an „olağan karşıladığını belirten‟ bir
söz geçti aklından, çünkü böylesi övünç kaynağı bir gele-
neğe karşı gelmek hiç de hoş olamazdı. “Ya!”
„Işıklar‟da yaşasaydı bir iki çocuğu bırak üçüncüsü bile
çoktan aş beklerdi öğretmenden,‟ ancak „her halinden be-
kâr olduğu besbelli‟ diye düşündü Raşit. “E, senin kaç
gardeşin va hocem?”
“Bir oğlan, üç kız. Ben son çekenim.”
Bir garip baktı Metin‟e. Olası eksik kalan bir yanı vardı
öğretmenin ailesinin. “Hım...”
“Sana yetişemeyiz ama.”
Maksadı, hoşnutluk içinde söyleşmekti Raşit‟le. Bu bi-
çim etkileşime edebiyat öğretmeni „gönül alma‟ derdi.
„Kulakları çınlasın.‟ Beklediği de oldu. Gülüştüler.
Aynı anda, sarışınca saçları kulaklarını örten bir oğlan
çocuğu kapıda belirdi: “He, dede! Encik geldim işte.”
Şaban Şimşek 222 Elveda Deli Söğüt
6
Gözleri parlayıveren Raşit, “Halit‟im” dedi, belli ki yo-
ğun bir sevgisi vardı torununa. “Veli Emmi‟ni bir
ünleyivir emi!”
Metin‟e de göz ucuyla bakarken kendinden emin bir
tavırla iki elini yana açan çocuk, “Nirede ki?” dedi.
“Evdedir. Yoğusa gayfede... gali buluvir gelsin.”
Halit, bu kez daha belirgin bir biçimde Metin‟e bakıp
dedesine sordu: “Ne diycem, gelsin deyi?”
“Örtmen geldi, diyiver.”
Sözcüğü duyar duymaz az buçuk utanan Halit, başını
eğdi, döndü, koşarak gitti.
Gönül almanın başka bir yolu da karşısındakinin ilgi-
sini çekerek ona soru sorma olanağı vermekti Metin‟e gö-
re, “Öf be!” dedi, “unutmuşum.”
“Neyi?”
“Köyde hasırcı var mı Raşit Ağa?”
“He...”
“Yok mu?”
“Yok... Emme ben sana bi dene vireyim.”
“Ama?”
“Niden hocem?”
“Ama... Parasını alırsan kabul!”
222 Elveda Deli Söğüt Şaban Şimşek
7
“Temam de... Olmaz emme. Hasırcı gelincek yirine bi
dene alığsın.”
“İşte şimdi oldu... Ha, unutmayayım! Sende gaz yağı
da bulunur herhalde Raşit Ağa?”
“Helbet.”
“Çok güzel!”
Raşit, övgüden hoşnut, “İçerde çay demlediydim” de-
di, “alıp geleyim gali.”
“Zahmet etme ama!”
“Olur mu hocem!”
Bir atakla yerinden kalkan Raşit, arkadaki kapıda kay-
boldu.
„Belli ki‟ diye aklından geçirdi Metin, „esnaf oluşu Ra-
şit‟i yardımsever yapmış.‟ Babasını anımsayınca, bu fik-
rinden hemen vazgeçti; çünkü yapılan işle yardımseverlik
pek de birbiriyle ilgisi olamayan apayrı şeylerdi.
Raşit, iki solukta bir demlik ve bir kavanozla geldi.
Elindekileri masaya, üstünde bardaklar bulunan tepsinin
yanına bıraktı. Metin‟e nasıl içeceğini sordu, „demli‟ yanı-
tını alınca, bardakları doldurdu. Birine birkaç kaşık şeker
koydu ve diğerini bir eline, kavanozu da öteki eline aldı,
Metin‟e uzattı, “Buyur hocem.”
“Sağ ol ağa.”
Şaban Şimşek 222 Elveda Deli Söğüt
8
Anca, iki yudumluk bir sessizlik oldu. Ardından Me-
tin, “Benden başka” dedi, “gelen giden var mı Raşit
Ağa?”
Bir müşteri isteğini yanıtlar gibi “He” dedi Raşit, “di-
limin ucuna geldiydi, emme bi türlü fırsat olmadıydı...”
Eğer kendisinin „ilgi çekme‟ oyununu sezdiyse, zeki ve
kurnaz biriydi Raşit. “Neyi?” Hınzırca bir ışıltı vardı göz-
lerinde sözüm ona.
“Geçen cuma gelen gız örtmeni...”
Raşit‟in sesinden de anlaşıldığına göre ya geçmişi, soyu
sopu bilinen biriydi ya da garip bir şeyler vardı kadın
öğretmende.
“Göçüp geldi de...”
Kadın öğretmenin Raşit‟i etkileyen yanını olağan gös-
termenin bir yolu da „ilgileniyor görünmekti‟. “Ee?”
O garip ışıltıyla Raşit‟in gözleri bir daha parladı. “Be-
nim haneyi virdim de ona.”
Geçen ay geldiği zaman Raşit‟in yönlendirdiği Kır Ve-
li‟nin evi de bir haneydi. Işıklar‟da zemin üstü katı olan
her damın adıydı bu. Metin, „demek Raşit, boş evi olduğu
halde bana uygun görmemiş‟ diye düşündü. „Aynı kapı-
dan girip çıkılan yere bekâr alınmaz kuralı işletilmiş ol-
malı...‟ Birkaç saniye kepenk yerinden dışarıya baktı. Eski
okulun bitişiğinde gördüğü ekleme lojman olabilirdi, ama
222 Elveda Deli Söğüt Şaban Şimşek
9
uygulama öğretmeninin söylediğine, staj köyünde de ta-
nık olduğuna göre okul müdürleri, ara sıra da özel du-
rumu olan öğretmenler kalırdı buralarda. “Tamam da...
Hoca Hanım neden lojmana geçmedi ki?”
“He ya!” dedi Raşit ve devam etti, “Oraye te yazdan
Gürkan Hoce geldiydi de.”
„Konuyu burada kapatması gerektiğini‟ düşündü Me-
tin, ayrıca Gürkan‟ı da sormadı: Nasıl olsa birkaç gün
içinde o ve diğerleri de geleceklerdi.
Çayların bittiği anda, kır saçları kara şapkasının kenar-
larından sırıtan, orta boylu, tıknazca bir adam geldi ve
selam verdi. Yanında on beşlerde bir oğlanı vardı. Metin,
adama dönüp hafifçe gülümsedi ve selamı aldı.
“Aleykümselâm gonşu.” dedi, bakışlarında belli belir-
siz bir küçümseme vardı sanki. Metin‟i başıyla gösterip,
“Bak, kim geldi!”
Şaşkınlıkla baka kalan Metin, „geçen ay üstünde olan
giysileri sözüm ona hiç çıkarmamış‟ dedi içinden, „bu ka-
dar yoksul ha, ama çok garip!‟
Hoşbeş edildi.
Esnaf alışkanlığı ya da olası işgüzarlığından, “Haney
hazı mı Kır Veli?” diye sordu Raşit.
Veli, bir Raşit‟e bir Metin‟e bakıp “Badane boya temam
de...” dedi tedirgin.
Şaban Şimşek 222 Elveda Deli Söğüt
10
“Ee?”
Veli, bu kez tümüyle Metin‟e döndü, boynunu büküp,
“Örtmen Efendi ne dir bilemem.”
Raşit, teselli eder gibi Veli‟ye, „hoş gör‟ diye de Metin‟e
gülümsedi: “N‟olcek canım? Bi şi dimez herhal...”
„Kır Veli‟nin biraz saf olabileceğini‟ düşünen, bu arada
Raşit‟i de başıyla doğrulayan Metin, „enikonu iki oda,
dört bir yanı toprak bir ev, beğensem ne olur, beğenme-
sem ne‟ diye geçirdi içinden. Kalktı, “Sağ ol ağa!”
“Değmez hocem, sen sağ ol! He, az galsın unutuyor-
dum, bekleyin de hasırı alıp geliyim.”
Raşit, iki soluk içinde getirdiği yuvarlanmış örgüyü
Veli‟ye uzattı. Aynı anda Metin de varıp yatak dengine
eğildi.
Kır Veli, hasırı yere bırakıp atıldı, “Olur mu hocem!”
dedi ve dengi kaptı. Oğluna da kalan eşyayı gösterdi:
“Gelin haydi.”
Babası da yabancı konuğu el üstünde tutardı. „Köylü az
biraz böyledir‟ diye aklından geçirirken Veli‟nin bu tav-
rında, „öğretmene saygı payı‟ da vardı elbet. Kendisine,
anca kalan bavulu omuzlayıp oğlanla Veli‟nin arkasına
takıldılar.
Bitişikteki, iki kanatlı koca kapıya gelince Veli uzanıp
mandalı düşürdü ve yükü indirmeden kanadın birini açtı.
222 Elveda Deli Söğüt Şaban Şimşek
11
Aynı anda, hatıla zincirle bağlı iri bir köpek de hırlamaya
başladı.
Veli, varıp köpeği tuttu, “Hocem” dedi, “sen geç.”
Çocukluğu hayvanlarla haşır neşirdi, özellikle Kara-
baş‟la sarmaş dolaş. Bağlı köpeğin, hele kurt soylu ise ne
denli hırçınlaşacağını bilirdi Metin, ama „burada kalacak-
sa çabucak kendisine alıştırabileceğini‟ düşündü. Avluya
doğru yürüdü. Ona koşut, Veli de köpeği bırakıp geldi ve
öne geçti. Zemin üstüne çıkan tahta merdivene tırman-
maya başladılar.
Bu merdiven de Metin‟in Taşucu‟ndaki evlerine çıkan
basamaklar gibi enlice tahtalardan yapılmıştı, ancak ufa-
cık bir farkla: O dış sofaya, bu ise küçücük bir hole varı-
yordu, o kadar.
Holün sağında, tek penceresi avluya bakan küçücük
bir oda vardı ve karşısında da iki penceresi sokağa açılan
irice bir oda. Sandığı aralığa bırakan oğlan döndü ve bir-
kaç dakika içinde somya ile hasırı da alıp getirdi.
Eşyanın tümünü, sokağa bakan odaya koydular.
Bugüne kadar Metin‟in kendisine ait bir odası olma-
mıştı. Uçrak bir sevinç hissetti ve „işte bu‟ diye geçirdi
içinden. Başını kaldırıp tavana baktı: Merteklerin üzerine
sık dokulu saz yaygı döşenmişti. Odanın tabanı toprak ve
duvarları da kerpiçti. Sıvası düzgündü ve apak boyan-
mıştı. Olası ki dam da topraktı ve Metin, evin tamamının
Şaban Şimşek 222 Elveda Deli Söğüt
12
aynı malzemelerden yapıldığından emindi artık; ancak
bir kaygısı vardı: “Veli Dayı, dam akar mı?”
Veli, „ne garip bir örtmen bu‟ der gibi Metin‟e baktı.
“Çorekli akmaz... emme ben bi da çoreklerim.”
Metin‟e göre odanın en ilginç yeri olan ocağın oldukça
düzgün bir kemeri vardı ve tavana yakın bir yere de, olası
soba borusu için ufacık bir delik açılmıştı. Daha ilginci ise,
kemer yayını üstten teğet geçen ve on santim kadar çıkın-
tı yaparak boydan boya uzanan kerpiç kaştı.
Taşucu‟ndaki evlerin de en az bir gözü ocaklı ve buradaki
gibi nişliydi, neredeyse aynı mimarın ellerinden çıkmışça-
sına.
Kaşın sağ ucundan, kâğıda benzer bir şey sarkıyordu.
Metin, uzandı ve aldı. Silkeledi. Bir kitapçıktı bu: Sağ kö-
şesinde, dolma kalemle Atilla Aydın yazılıydı ve tam or-
tasındaki matbaa harfleri ise, Türkiye İşçi Partisi Tüzüğü,
diyordu.
Metin, kitapçığı Veli‟ye doğru salladı ve gülümsedi:
“Kim bu Atilla Aydın, dayı?”
Veli şaşkın, “Senden önceki yidek subay örtmen.” dedi,
Metin‟e „nereden bildin‟ imli bakarken.
Sormadıkça konuşmayan, içine kapanık bir tipti olası
Kır Veli. Metin, adamın tavrını, huyunu suyunu zamanla
çözerdi, ancak şimdilik yalnızca gülümsemekle yetinme-
liydi. “Sağ ol Veli Dayı!”
222 Elveda Deli Söğüt Şaban Şimşek
13
Veli şaşkın, “Sen de sağ ol hocem!” diyebildi. Oğlan ise
başı eğik, suspus bekliyordu kapı önünde.
İlk görüştüklerin sırada, öğretmen sayısının çokluğunu
göz önüne alıp olası elden kaçırmamak için evi beş lira
kaporayla bağlamış, ne var ki nasıl bir ödeme yapılacağı-
nı konuşmamışlardı. Bu kez yüzüne ciddi bir anlam katan
Metin, “E Veli Dayı!” dedi, “Aylık ne vereceğim senin bu
haneye?”
“Atilla Hoce on beş virdiydi.”
“Aylık?”
“He.”
“Şu halde?”
“Sen de o gade viriver gali.”
Metin, “Kabul...” dedi ve elini cebine atıp bir onlukla
beşliği Veli‟ye uzattı. “Buyur, güle güle harca.”
Veli hoşnut, onluğu cebine koydu, beşliği geriye ver-
mek için yekindi, “Sözleşirken aldıydım ya hocem.”
Üstünden damla damla yoksulluk akan adam, her şeye
karşın onurluydu da. „Belli ki köyün çoğunluğu da böy-
ledir.‟ Kendisi de varsıl sayılmazdı, ancak sürekli bir geli-
ri olmak, babasının deyişiyle „zengin olmaktan daha ev-
laydı‟. Veli‟nin guruna hayran, “Öf be dayı!” dedi, “O da
benden oluversin gayrı. Elim boş gelmiştim, çocuklara
lokum falan, bir şeyler alırsın.”
Şaban Şimşek 222 Elveda Deli Söğüt
14
İki üç saniye ikircikli kalan Veli, „olmaz‟ der gibi Me-
tin‟e baktı, onu aldırmaz görünce parayı isteksizce on li-
ranın yanına koydu. İki soluk durdu, „başka yapılacak bir
iş olup olmadığını sordu. „Yok‟ yanıtını alınca, bu kez oğ-
lu Yakup‟un emrinde olacağını deyip gitti.
Metin, sandığı açıp bir kova çıkardı. Yakup‟a uzattı:
“Bana su alıp getirebilir misin? Yani köpek meselesi…”
Önüne bakıp duran Yakup, ilk kez başını kaldırdı. Ka-
çamak bir tavırla Metin‟e baktı ve ağzını açtı: “Olur
hocem!”
Ne Veli, ne de oğlan, başka bir yere bağlayıp bağla-
mamaktan söz etmediklerine göre köpek olası Atilla‟ya
olduğu gibi kendisinin de dış kapı yoldaşı olacaktı besbel-
li. “Ha Yakup! Köyde kasap var mı?”
Oğlan doğrudan baktı bu kez. “Boğun Kâmil Ağa kes-
tiydi.”
“Ona varsan, hocam köpek için kemik istiyor desen?”
İçinden „ne tuhaf bir adam bu örtmen‟ diye geçirdi Ya-
kup, „köpeğe kemik vircekmiş.‟ Kendini tutmasa bir kah-
kaha atardı, ancak yalnızca gülümsedi. “Olur... Dirim.”
Metin, cebinden tek bir lira çıkarıp uzattı: “Kâmil Ağa
bu kadarlık versin, yeter.”
Önce, „öf be hocem, kemiğin de parası mı olur‟ diye ge-
çirdi aklından, sonra, „Kamil Ağa örtmen adını duyunca
222 Elveda Deli Söğüt Şaban Şimşek
15
beklim…‟ dedi içindeki bene, parayı aldı cebine koydu.
“Temam hocem.” Kovayı alıp çıktı.
Metin, sandığı önüne çekti, gazocağını çıkardı, ayağın
birine bağladığı gazete parçasını açtı. Başlığı, meme telini,
ispirtoluğu ve süzgeçli huniyi bir bir yokladı. “Evimin baş
tacı sen olacaksın sen.” diye mırıldandı, ocağı sıvazlarken.
Tümünü götürdü, kemerin altına yerleştirdi. Döndü, bu
kez, sandığı boşalttı ve ocağın sağındaki boşluğa ters çe-
virip koydu. Üzerine gazete örttü; sonra tencereyi, tavayı,
tabakları, bıçağı, tepsiyi, çaydanlığı, bardakları ve çatal
kaşığı üstüne dizdi. Kalktı, somyayı pencerelerin karşın-
daki kör duvarın önüne açtı. Yatağın dengini çözdü.
Minder alta ve yorgan üste gelmek üzere somyaya yaydı.
Yastığı da duvara dayadı. Uzanıp aldığı hasırı somya ile
pencerelerin arasına serdi. Sona kalan ve anasının ısrarla
almasını istediğini anımsadığı sarı çatkılı zili çulu da üs-
tüne yaydı. Pencerelerin arasına geçip dikeldi ve odaya
özenle bir göz attı. Hoşnut, “Oh be!” diye mırıldandı,
“sanırım şimdilik bu kadarı yeter.”
Bir elinde kova, diğerinde gazeteye sarılı bir şeyle ıhla-
ya tıslaya gelen Yakup, daha kapıda “Hocem” dedi, “nire
goyem?”
Metin, “Sağ ol Yakup!” dedi ve uzanıp kovayı aldı.
Sandığın önüne bıraktı ve tepsiyle üstünü kapattı. Sonra
Yakup‟a döndü: “Eline sağlık, artık gidebilirsin.”
Şaban Şimşek 222 Elveda Deli Söğüt
16
Çocuk, elini cebine soktu, kemik için aldığı parayı Me-
tin‟e uzattı, “Kamil Ağa, „istemez‟ didi de.”
“Sende kalsın, benden bi‟şey alır yersin.”
„Ayda yılda alabildiği harçlık ancak bu kadardır belki.
Kendi işlerinden fırsat bulup da ara sıra yövmiyeye gide-
biliyorsa, aldığı paranın tümünü kesinkes babasına veri-
yordur olası‟.
Bir an babası gibi parayı ne yapacağını şaşıran Yakup,
sonunda cebine attı, hâlâ elinde tuttuğu çıkını gösterip,
“Bunu nireye goycem hocem?”
Kasabın kestiği hayvanın eti, sakatatı ve derisi kadar
sıyırdığı arda kalan kemikleri de para etmeliydi. Daha
Kamil Ağa ile tanışmamıştı, ancak „cömert biri olabilece-
ğini‟ düşündü Metin. “Ha... Kapının önüne.”
Çocuk, paketi bıraktı ve dönüp Metin‟e içtenlikle sırıta-
rak sağ eliyle hoşça kal gösterip çıktı.
Metin, somyaya oturdu ve sırtını yastığa dayadı. “Ta-
mam” diye mırıldandı, “daha bir iki kovaya, duvar yas-
tıklarına ve yatak örtüsüne... Masaya, sandalyeye gerek-
sinim var, ama şimdi sıra günlük alışverişte...”
Kalktı, kapı önündeki kemik çıkınını aldı ve haney ge-
çidine geldi. Küçük odanın kapısı yarı açıktı ve itip içeriye
girdi. Tam karşı duvarda küçücük bir ocak vardı ama niş-
siz, sağdaki köşede kurulu derme çatma bir de kapı. Açıp
baktı: “Ha!” dedi içinden, “burası gusüllük olmalı.” Ol-
222 Elveda Deli Söğüt Şaban Şimşek
17
dukça hoşnut, hafifçe gülümsedi, “Kış soğuk geçerse bu-
raya taşınabilirim.”
Çıktı, kapıları çekti, çıkını aldı, merdivene varıp durdu.
Avlu, anca sekiz on adım kadar sonra iki kapılı bir yer
damına varıp dayanıyordu. Özenle baktı, kapıların üst
sağına ve soluna birer camlı delik yerleştirilmişti ve olası
ki burası ya ahır ya da samanlıktı. Metin, çok değil birkaç
gün içinde bölümlerden birinin asıl işlevini görecek; bir
eşek, iki öküz ve ası danalı bir inekle komşu olduğunu
anlayacaktı.
Avluya indiği anda köpek de hırlamaya başladı. Çıkını
açtı, ancak önce bir ad vermeliydi hayvana, bu sözcüğe
„şartlamak‟ için. Birden aklına gülünç olduğu kadar, sal-
dırganlığına da eş değer bir isim geldi. “Janson!” dedi ve
bir parça kemiği önüne fırlattı; Pavlof‟un koşullu tepki
kuramını da düşünürken.
Düşen şeyi anında algılayıveren ve aşırı bir düşküyle,
neredeyse çiğnemeden yutuveren köpek kaygılı, ancak
onulmaz bir istekle yalanmaya ve Metin‟e derin derin
bakmaya başladı.
Metin, bir kemiği daha “Janson” deyip önüne attı. Bir
çalımla yemi kapan köpek, ama hınzırca baka baka dişle-
di. Metin de bir parça ölçülü, duvar dibinden kapıya doğ-
ru yürüdü ve köşeye dikili, U biçimli, üstü açık ek duva-
rın önüne gelince durdu. Aralıktan baktı, ancak gördüğü
şeye gülüverdi: “Vay! Tuvalete bak sen!”
Şaban Şimşek 222 Elveda Deli Söğüt
18
Duvarın üst tarafında, anca yumruk kadar bir oyuk
gördü; içinin ve üstünün kapkara isine karşın, „burası da
idare lambası nişi olmalı‟ diye düşündü. Bir kararla elin-
deki kemik çıkınını oyuğa sokuverdi ve kapı önünde bul-
duğu bir taşı da ağzına tıkadı. Köpeğe döndü, “E Janson”
dedi, “yaşadın be! Dönüşte sus payın da hazır, gördüğün
gibi.”
Mandalı açıp dışarıya çıktı. Raşit‟e vardı. Binlik şişede
gaz, gazoz şişesinde ispirto; çay, toz şeker, tarhana, bul-
gur, makarna, yüzlük şişede haşhaş yağı ve bir kangal
sucuk ve tulum peyniri aldı; ancak ekmeği Kâmil Ağa‟nın
fırınında bulabilirmiş...
Gösterilen yere doğru, çeşme yalağı önünden geçerek
yürüdü. Yolun karşısına geçti, alana bakan kepengin
önünde durdu, içerdeki kara kuru erkeğe selam verdi.
Selamı alan adam, “Sen” dedi, “yeni gelen örtmen mi-
sin yoğsem?”
Çoğunluk tarafından tanınıncaya kadar bu ve buna
benzer sorular sorulacağını tartarken zihninde “Evet.”
dedi.
Adamın içinden „ne kadar da gençmiş‟ sözü geçerken
kepenk açığına doğru eğildi, “He! Ölesem hoş geldin!”
Sevimli bir görünüşü vardı adamın, az biraz da gün-
görmüş hali, “Sağ ol Kâmil Ağa.”
222 Elveda Deli Söğüt Şaban Şimşek
19
Adam, şapkasından ensesine doğru taşan kır saçlarını
kaşırken Metin‟in adıyla seslenişine gülüverdi: “Nireden
belledin beni, hocem?”
Kâmil‟in içtenliğine katılmaması olanaksızdı artık Me-
tin‟in, “Ee!” dedi, “Bu da benim sırrım olsun.”
„Çok genç emme akıllı da‟ diye içinden geçirdi Kamil
Ağa, „hoş çocuk galiba‟.
Bir iki saniye birbirlerine bakıp gülüverdiler.
“Yeni gelmişsin besbelli. Naalsın bakalım?”
Gülümseyen yüzüne ciddi bir anlam katan Metin, “Sağ
ol ağa.” dedi. “İyiyim. Sen nasılsın?”
“Sen de sağ ol. Gördüğün gibi örtmenim.”
“Ekmek alacaktım da...”
Cümleyi duyar duymaz hiçbir tepki vermeyen Kâmil,
ellerini lentoya dayadı, kepenkten gövdesinin yarısını
çıkardı: “Gız Nuran!”
Yan taraftan gelen bir kadın sesi, “He!” dedi,
“Ekmek galdı mı heç?”
“Va, va!”
“Neci?”
“Hamısız.”
Şaban Şimşek 222 Elveda Deli Söğüt
20
Yerine geçen Kâmil, “Siz” dedi, bilgiççe, “mayasız ek-
meğe „bide‟ desiniz, emme bizim hamısıza de alışısın ga-
li.”
Belli ki Kamil Ağa pide ile bazlamayı karıştırmıştı,
“Herhalde.”
“Çoh gözel.”
Metin, gülümseyerek, “Tamam” dedi, “iki tane olsun.”
“Haşgeşli?”
“Nasıl?”
“Gat gat içinde haşgeş tohumlu, yani.”
Çok ilginç bir tadı olmalıydı bu ekmeğin, şaşkınlığını
gizleyemeye gerek görmeden, “Ya!” dedi.
“Hemi geç bayetle, hem de yumşacık galı, he!”
Bu ekmeğin birkaç gün bozulmadan kalabilecek olması
çok güzeldi. “Tamam, Kâmil Ağa... Ondan olsun.”
Yeniden dışarıya sarkan Kâmil, “Gız Nuran” diye ses-
lendi, “iki dene haşgeşli hamısız alıvir.”
Metin, daha sonraları, Nuran Kadın‟ın bir tahta sandığı
örten peştamalı kaldıracağını, dizili ekmeklerden istenilen
kadarını alıp, “Al kuzum, afiyet olsun!” diyeceğini göre-
cekti; ayrıca onun dışında hiçbir kadının hiçbir erkekle,
bir tek söz bile olsun asla konuşmayacağı kuralını da...
222 Elveda Deli Söğüt Şaban Şimşek
21
İki
Göreve başlama yazısı almak için geldiği ve muhtara
konuk olduğu gün dâhil bu Işıklar Köyü‟nde geçirdiği
ikinci gecesiydi Metin‟in. „O gün, bir yabansıydı köy, an-
cak bu kez, her şey çok farklıydı, çok…‟
Öyle olağandı ki horoz sesleriyle ve eşek anırmalarıyla
uyandığı bu sabah, içi hoş bir dinginlikle dolu doluydu,
Taşucu‟da olduğu gibi.
Kulaklarında uygulama öğretmeni Hasanoğlanlı Şemsi
Zeyrek‟in sesi, „Siz‟ diyordu, „atandığınız yeri, olasılıkla
bir Anadolu köyü olacaktır burası, kendi eviniz, kendi
köyünüz bilin. Değilse, büyük sıkıntılar çekersiniz. Ben-
den demesi, ama tutup tutmamak da sizin bileceğiniz bir
şey. Her neyse... Gene de, bu sözüm kulağınıza küpe ol-
sun.‟
Kahvaltıya çay demledi, peynir ekmek yedi. Sonra gi-
yinip çıktı. Sus payını alan Janson, bu sabah daha hoşgö-
rülüydü ve hiç hırlamadı.
Şaban Şimşek 222 Elveda Deli Söğüt
22
Herhangi bir işi yoktu; ancak okula uğrasa, dersliklere
baksa, aynı zamanda Afyon durağında tanıştığı memura
da verdiği sözü tutmuş olacaktı.
Raşit‟e ve Kâmil Ağa‟ya selam verip geçti. Dere yatağı-
na vardığı sırada eli bastonlu, fötr şapkalı, badi badi yü-
rüyen yaşlı bir adamla karşılaştı. Birkaç adım kala selam-
laştılar. Metin, çekip gidecekti, ama adam önüne geçip
duruverdi.
“Sen yeni örtmen misin?”
Bakalım kaç gün daha bu soruyu duyacaktı Metin,
“Evet” dedi, “ben öğretmen Metin.”
Adam, hafifçe gülümsedi, “Ben de Gara Üseyin.”
Tanışma ritülellerinin bilindik sözüne uyup „memnun
oldum‟ demeliydi, ancak kararsız kaldı ve sustu.
“Hoş geldin öleyse!”
“Hoş bulduk ağa.”
“Nasıl, Işşıklar‟ı biğendin mi bari?”
“Daha çok erken, ama beğendim sayılır.”
Adam, üst üste yutkundu, bir şeyle demek için dudak-
larını açıp kapattı ve vazgeçti. Başını kaldırdı, sevecen bir
edayla, “Nirelisin oğul?” deyiverdi.
Bu soruya da sık sık taraf olacağına emindi Metin. “Si-
lifkeli.”
222 Elveda Deli Söğüt Şaban Şimşek
23
“Niredir ora?”
Sıkıldığı anlarda hep kısa keserdi, “Bir kaza.”
Adana aksanından anladığına inanırdı, az biraz da An-
tep‟ten. Mersin hakkında hiçbir bilgisi yoktu ve Metin‟in
nereli olduğunu bir türlü kestiremedi Hüseyin, “Belli,
köylüğündensin.”
“Öyle. Taşucu Bucağı...”
“Ya! Bizim Çobanlar gibi?”
Çobanlar hakkında, adından başka belleği bomboştu,
yine de adamı onayladı: “Aynen.”
“Çoh sevindim.”
“Ben de.”
“Hadi, hoş gal.”
“Sağ ol Hüseyin Ağa.”
Adam, sağ eliyle uçrak bir şeyler gösterip köy alanına
doğru yürüdü.
Çeşme arkının dereye ulaştığı yerdeki deli söğüt öbe-
ğinden sonra ikiye ayrılan yolun bir kolu okula, oradan
da adını Metin‟in üç beş gün sonra öğreneceği Karşıya-
ka‟ya, diğer kolu da kıyı boyu Afyon asfaltına değin sü-
rüp gidiyordu.
Metin, okul kavşağına varınca dönüp evinin bulundu-
ğu yere doğru şöyle bir baktı. Raşit, cami çevresine Eski
Şaban Şimşek 222 Elveda Deli Söğüt
24
Köy diyordu. Artan nüfusa yer kalmayınca evler buradan
yamaçlara doğru kaymaya başlamış. Girişinde muhtar
konutunun da bulunduğu ve Yeni Köy diye adlandırılan,
çok daha sonraları öğreneceği doğudaki semte gözlerini
çevirdi. Yapboz aniden bozuluyor, yer yer öbeklenen ço-
ğu kiremit çatılı evler, kubbeli bir caminin çevresine rast-
gele dağılıyordu.
Okul düzlüğüne gelince yeniden durdu; bahçe topraktı
ve böylesi kireçli tabanların yağışta çamur tutmadığını
staj yaptığı köyden bilirdi Metin.
Tek kanat kocaman bir kapısı vardı okulun ve ardına
değin açıktı. Doğruca hole geçti. Güneyin alacakaranlığı-
na karşın kuzey apaydınlıktı. „Hım‟ dedi içinden, „burada
olmalılar.‟
Önüne çıkan açık kapıdan içeriye daldı, az ötedeki ma-
sada eğilmiş bir şeyler yapan adama, sesini bir parça yük-
seltip, “Günaydın!” dedi.
Adam, başını kaldırdı: “Buyurun.”
“Müşfik Bey‟i soracaktım.”
“Ha! Bakın, şu son masadaki bey.”
“Teşekkür ederim.”
Metin, üzeri evrak yığılı masaları geçip arka duvarın
önüne doğru yürüdü. Bir adım kala, şef koltukta dirsekle-
ri masaya dayalı, sağ eli çenesinde ve karşısındaki genç
222 Elveda Deli Söğüt Şaban Şimşek
25
kadını ilgiyle dinleyen erkeğe seslendi: “Günaydın Müş-
fik Bey.”
Adam, neredeyse silkinip dönüverdi. “Oo Metin Bey!”
dedi ve ayağa kalkıp elini uzattı: “Hoş geldiniz.”
“Hoş bulduk.”
Müşfik, varıp yan masadan bir sandalye çekti ve kadı-
nın karşısına sürdü, Metin‟e “Buyurun lütfen!” dedi.
Tanıştıkları sırada adamın bu denli kibar ve sıcak ol-
madığını anımsayan Metin, kadının kendisine ilgiyle bak-
tığını görünce sıkılıverdi ve başını eğip sol elini sağ avu-
cuna aldı.
“Nasılsınız?”
“Sağ olun Müşfik Bey. Ya siz?”
Müşfik, “Ben de iyiyim.” dedi ve kadını gösterdi. “Ga-
liba tanışmıyorsunuz?”
Metin, başını kaldırdı ve kadınla göz göze geldiler.
“Evet.”
“Öyleyse sizi tanıştırayım.”
Gözlerini Metin‟e diken kadın, aygın baygın bakmaya
başladı.
Metin, bir yandan kadını, bir yandan da Müşfik‟i izler-
ken ellerini salıverdi.
Şaban Şimşek 222 Elveda Deli Söğüt
26
Müşfik, kadına “Bu Metin Bey.” dedi, tuhaf ya da tek-
lifsiz bir tavırla. Sonra, “Bu da” dedi, Metin‟e dönüp,
“Belgin Hanım... Yani meslektaşınız.”
Belgin, bir hoş sırıtıp, oturduğu yerden elini uzattı:
“Memnun oldum”
Metin, kadının sıcaklığını sorgulayan bir tınla, “Ben de
Hoca Hanım...” dedi, “Nasılsınız?”
Belgin, içinden “ne ilginç erkek” diye geçirdi, düşle-
minde canlanıveren Akif denli. Gözlerini iri iri açıp, “İyi-
yim, ya siz?” dedi.
Metin, “ne güzel kız be” diye düşündü, sandalyeye ge-
çerken, “Sağ olun, ben de.” dedi ve oturdu.
Belgin, “Ha!” dedi, ağzı kulaklarında: “Dün gelen siz
miydiniz?”
Metin, Belgin‟in dünden beri usulcacık ya da çaktır-
madan kendisini izlediğinden emindi artık, sesini ince
alaya ayarladı: “Ama nasıl anladınız?”
Belgin, „ben bilirim‟ imiyle gülümsedi ve sustu, ancak
bu kez karnını içeri çekip göğsünü kabarttı. Başını kaldır-
dı, Metin‟i sıradan değil, daha bir ilgiyle süzüyordu sanki.
Aralarında oluşuveren iletişimi bir anda fark eden ve
Metin‟e birkaç saniye kaygıyla bakan Müşfik, ansızın Bel-
gin‟e, “Gel” dedi, “şu çayı alıp gelelim, sanırım demlen-
miştir.”
222 Elveda Deli Söğüt Şaban Şimşek
27
Belgin, itirazsız kalktı ve Müşfik‟in arkasına takıldı. İki
adım sonra hafifçe, sağdan geriye doğru başını çevirdi ve
omzu üzerinden Metin‟e alımlı alımlı gülümsedi.
Metin, içinden, “Aralarındaki teklifsizliğe bakılırsa”
diye geçirdi, “kesinkes eski tanış olmalılar; ama bir garip-
lik var bunda...”
Çayın nerede demlendiğini bilmiyordu, ancak birkaç
dakika geçtiği halde daha gelen giden de yoktu. Saatine
baktı, “Oha” diye mırıldandı, “beş dakika geçmiş be!” Bir
kararla öteki masaya döndü: Adam, eğilmiş, elinde ka-
lem, bir şeyler üzerinde çalışıyordu.
İçini bir sıkıntıdır sarıverdi ve kalktı. Gitmek için bir
adım attığı anda Belgin, elinde demlikle kapıda göründü
ve ardından da bir tepsiyle Müşfik…
Şaban Şimşek 222 Elveda Deli Söğüt
28
Üç
„Ne hoş bir çocuk şu Metin!‟ Ne hikmetse ondan yan-
sıyan bir şey, Belgin‟i alıp çocukluğuna doğru uçuruveri-
yordu. İşte, yine o gün ve yine yeniyetme arkadaşlarıyla
bir oyun kuruyorlardı.
Anımsadığına göre her oyuna büyük bir coşkuyla atı-
lırdı Şükriye, annesi çıkar çıkmaz, “Haydi kız!” diye fısıl-
damıştı, “Naciye Abla‟ya gidiyoruz.”
„Ne tatlı bir kızdı Naciye Abla. Sır tutmasını bilir, kendi
gizine ergen kızları da ortak ederdi.‟ Kimsenin cesaret
edemeyeceği şeydi yaşıt kızlarla oğlanlara evcilik oynat-
mak. „Bir çeşit gönüllü celfin olmaktı bu sözüm ona.‟
Ne zaman çocukluğu aklına gelse, evcilikten ne denli
zevk alıyorsa bir o kadar da tedirgin olduğu göz kapakla-
rında canlanıverirdi Belgin‟in. “Annem” demişti, o zaman
gerçek olan, ama bugün bir takım eklemeler de kattığı
hayalinde, “ne der, bilmem ki...”
“Haydi kız! De gali.”
222 Elveda Deli Söğüt Şaban Şimşek
29
„Can atıyordum aslında, ancak birilerinin duymasın-
dan korkuyordum da.‟ Şükriye‟ye yine, “Sen desen?”
diye sormuştu çocuk Belgin.
Biraz hile, azıcık da yalan eklediği Şükriye, bir an kaş-
larını çatmıştı, ancak kendisinin ısrarlı bakışları karşında
teslim olmuştu. “Öf be Belgin! Amma şeysin ha...”
Başka yer ve zamanda olsa „imlenen şeye‟ ilişkin kıya-
meti koparırdı Belgin, ama umarsız, omuzlarını silkmişti.
“Tamam... Tamam, derim gali.”
Vaktinin çoğunu mutfakta geçiren annesinin yaptığı
yemekler aklına geldikçe şimdi bile, burnunda tüterdi.
„Kalkıp mutfağa geçmiştik.‟
Nazmiye‟yi gene gözlerinde gözlüğü, dizlerinde bir
tepsi, kanepede pirinç ayıklıyorken bulmuşlardı. „Olası
her anını bir şeyler ayıklamakla geçirmezdi annem.‟ Ne-
dense gözlerinin önünde bu haliyle canlanıyordu hep.
Yüreği atmaya başlayan Belgin, işaret parmağıyla Şük-
riye‟yi art arda dürtüklemişti.
Şükriye, kadının önüne gelip durmuş, “Nazmiye Tey-
ze!” demişti, ama bir gözü Belgin‟de, “Biz… Naciye Ab-
la‟ya gidebilir miyiz?”
Bu yaştaki kızların „dışarıya başsız gönderilmesini‟ sa-
kıncalı bulan Nazmiye, gözlüğünün üstünden kızlara an-
lamlı anlamlı bakmıştı, “Nitçeniz orda?”
Şaban Şimşek 222 Elveda Deli Söğüt
30
Yüzüne güven veren bir tavır yükleyen Şükriye, dönüp
Belgin‟e göz kırmış, “Minnoş doğurmuş da...” deyiver-
mişti.
“Kim?”
Şükriye, bu kez bilgiç, “Naciye ablaların kedisi ya!”
demişti, sesine az biraz sevecenlik katıp, “Enikleri bir gör-
sen Nazmiye Teyze, minik minnacık…”
Kendisi bile bu yaşta hâlen kedilere düşkündü, çocuk-
ların eniklere sahip çıkması kadar doğal ne olabilirdi ki.
“Ha! O iş.”
Bu eziyetin bir an önce bitmesini isteyen Belgin, Şükri-
ye‟yi bir daha dürtüklemişti.
Belgin‟in baştan beri ısrar etmesine değmişti ve tasar-
ladığı şeyi ustalıkla oynayan Şükriye, kendinden emin,
“Haydi, amma Nazmiye Teyze...” dermişti.
Artık güveni tazelenen ve „bir sorun çıkmayacağına‟
emin olan kadın, yarı ciddi, “Tamam...” demiş ve gülüm-
semişti. “Gidin bari.”
Şükriye, Belgin‟e „tamam bu iş‟ işareti yapıp hınzırca
gülüvermişti. “Sağ ol teyze!”
Nazmiye, bu kez kaşlarını çatıp yine gözlüğün üstün-
den kızına bakmış, “Geç kalma ha!” diye uyarmıştı:
“Yoksa baban çok kızar.”
222 Elveda Deli Söğüt Şaban Şimşek
31
Bir anda çekincesi kaybolan ve sevinçten içi içine sığ-
mayan Belgin, bağırmamak için kendini tutup, “Tamam
anne!” demişti, “Sen merak etme.”
Şimdi de o günkü gibi koşa zıplaya sokağa inmek is-
terdi. Bir an Raşit Ağa‟nın ardından neler düşüneceği ak-
lına geldi ve gülümsedi.
Hayalinde o yine güne gitti, birkaç adım sonra sola
döndüler ve eski bir haneyin önünde durdular. Şükriye,
hoplaya zıplaya kıkırdamıştı. “Kız Belgin!”
“He.”
“Bugün ben gelin olacağım ha!”
Verilen bir sözün bozulmaması gerekli ve önemli bir
kuraldı. Belgin, şaşkın şaplak “Ya!” demişti, “Amma...”
Şükriye, hemencecik uzanıp mandalı düşürmüş, arala-
nan kanadı omzuyla itelemiş ve oluşan aralıktan içeriye
kayıvermişlerdi. Kız, ardından kapıyı dikkatlice kapat-
mış, Naciye‟nin sıkı sıkıya tembihlediği gibi, tahta sürgü-
yü tutmuş, yatağına yerleştirmişti.
Sus pus, merdiveni çıkmışlar ve oyun odasına geçmiş-
lerdi.
O gün yalnızca ince uzun, kapkara kaşlarıyla ve elma
yanaklarıyla deli dolu bir kız olan Nuran ile sarı saçlı, ak
pak bir oğlan olan Akif vardı odada, ancak öteki oğlan
nedense yoktu.
Şaban Şimşek 222 Elveda Deli Söğüt
32
Belgin, „demek Şükriye‟nin güveyi Akif olacak ha‟ diye
düşündüğünü anımsadı. Oysa bir gün önce kendisiyle
Akif‟in sözü kesilmişti, Şükriye ile de Murat‟ın. Oyunun
değiştirilmesine öyle çok canı sıkılmıştı ki, içi allak bulak,
kırgın ve yarı küskündü. Şükriye‟ye gıpta ile bakmış ve
„belki değiştirir‟ umuduyla varıp ablanın dizi dibine so-
kulmuştu.
Öyle içine işlemişti ki kural dışılık, nefret ediyordu o
günden beri „geriye çark edilmesinden‟ ve ikili oynanma-
sından.
Belli etmemeye çalışmıştı, ama somurttuğunu gören
Naciye, “Kız Belgin!” demişti, “Neden canını sıkıyorsun?
Baksana, Murat oğlan gelmedi işte.”
Ne var ki dün kesilen kesene, verilen söz değiştirilmiş,
Şükriye de kendisine düşen yavuklusu ile evlenecek ve
gerdeğe girecekti. İki gündür düşü düşlemi „gelin gerdek
oyunu‟ olup çıkmıştı, ama gözleri sulu, “Ama abla...” di-
yebilmişti yalnızca.
Naciye, az biraz sitemle kıkırdayıp, “Kız” demişti, “oğ-
lan Denizli‟ye gitmiş. N‟apalım yani?”
Küsmeyi sürdürecek kadar açık seçik bir oyun olsaydı
bu, „başınıza çalın‟ der, kalkar giderdi. “Öf!”
“Başkasını çağıramazdık ya!”
222 Elveda Deli Söğüt Şaban Şimşek
33
„Temeli yemin ve sır‟ olduğu için, „bu da doğru ya‟ di-
ye onamak zorunda kalmıştı Naciye Abla‟yı, anımsadığı-
na göre. Öyle sıradan bir oyun değildi ki evcilik…
Naciye, sevecen haliyle uzanıp Belgin‟in bacaklarını
okşamış, “Söz” demişti, “Akif, yarın kesinkes senin de
güveyin olacak.”
Kızlar arası söyleşilerden öğrendiğine bakılırsa bir er-keğin iki kadınla evlenmesi olanaklıymış… Öyle garip bir kuraldı ki bu, günlerce „neden bir kadının da iki erkekle gelin güvey olamayışını‟ düşünüp durmuştu.
Çılgınca bir çağrışımla hayalinde büyüttüğü Akif‟i al-dı, Metin‟in yanına getirip koydu… Tanışalı daha iki gün olduğu halde, canı Metin‟e doğru kayıyordu işte, tıpkı küçük Akif‟i istediği o gündeki gibi. Her an, her yerde hep onu düşündüğünü biliyordu artık ya da görür gör-mez içinde bir şeylerin eridiğini de. Bir berrak suydu Me-tin, kendisi de bir deli söğüt…
Asiye‟yi yoldaş almak kendisinin değil, Ayşe Ana‟nın
fikriydi; ama „olsun‟ diye düşündü, „kız, ara sıra işe yarı-
yor, ama başka türlü de yaramalı.‟
Ayşe Ana, on ikiyi bitirdiği yıl Şakir‟e varmış. Oysa
Asiye, on yedi yaşına girdiği halde daha koca moca yoktu
ortada. Belli ki bahtı kapalıydı kızın. Oysa Işıklar‟a geli-
şinden sonra, en çok bir hafta içinde, bırakın on beşinde,
on üçünde bile kız oğlan kız birini bulmanın olanaksız
olacağını da öğrenecekti Belgin. „Bir iş vardı‟ bunda! Koca
Kır Veli „kızını turşu kuracak‟ değildi ya! Asiye‟nin bu
Şaban Şimşek 222 Elveda Deli Söğüt
34
yaşa değin erden kalışı, cüce denecek kadar kısa kalışın-
dan olmasın sakın?
Asiye‟ye, „ünle gelsin‟ dese, Metin ne derdi acaba?
„Olası, daha kahvaltı yapmamıştır‟ diye düşündü. Kar-
şılıklı oturup kahvaltı etmek ne hoş olurdu, uhdesinde
kalan Akif gerdeği denli; ama daha çok erkendi. Kaldı ki
erkeğin gönlüne giden yol midesinden geçerdi ve gelgele-
lim bu da bir o kadar erkendi daha.
„Eğer‟ diye düşündü, „bugün de okula gelir, birlikte
dönmeyi kabul ederse, en azından bana ilgi duyuyor de-
mektir.‟
Sofrayı topladıktan, bulaşıkları yıkadıktan sonra Asi-
ye‟ye, „akşama değin serbest olduğunu‟ söyledi ve giyin-
di. Dün, Metin‟e daha çeşme önüne varmadan yetişebile-
ceğini kurmuştu. „Bugün‟ dedi içinden, „seni daha kapı-
dan çıkarken yakalamazsam bana da Belgin demesinler!‟
Uçtaki pencereye varıp gözetlemeye başladı. On daki-
ka içinde „ha çıktı ha çıkacak‟ derken Metin kapıda gö-
ründü. Koşar adım aralığa vardı ve ayakkabısını giyip
neredeyse uça yuvarlana merdiveni indi. Daha Şakir Bak-
kal‟ın önüne gelmeden Metin‟i yakaladı. Soluk soluğa
seslendi, “Günaydın.”
“Günaydın Hoca Hanım.”
Belgin, ellerini saçlarına attı ve alnına sarkan büklüm-
leri kulaklarına doğru iteledi: “Okula mı?”
222 Elveda Deli Söğüt Şaban Şimşek
35
Metin, „haydi haydi, güzelsin işte‟ diye düşündü ve
dönüp beğeniyle gülümsedi: “Evet.”
Belgin, „seni gidi seni‟ imli hafifçe sırıttı: “Tamam öy-
leyse.”
Olağan bir akış mıydı Belgin‟in bu halleri, zamanla öğ-
renecekti Metin. “Tamam.” dedi karşılık olarak ve istem
dışı gömleğini düzeltti.
Belgin, „ne tuhaf şey bu ayol‟ dedi içinden, „şimdi de
yüreğim çarpmaya başladı.‟
Metin, „aslında hiçbir işim yok‟ diye aklından geçirdi,
„ama nedense bugün okul beni kendine doğru çekip du-
ruyor.‟
Yan yana ve sessizce yürüyorlardı. Belgin, dereye va-
rınca durdu ve bir soluk söğüt ağaçlarına baktı. Metin‟e,
“Bunlar” dedi, “deli âşıklara benzerler, nerede su, orada
biti bitiverirler.”
Suyu buldukları yerde zır zop bitiveren deli söğütlerin
âşıklara benzetilmesine bir diyeceği yoktu Metin‟in.
Onaylayıp susmak yerine Belgin‟in ilgisini çekmek için,
“Ya!” dedi.
“Ha, bir de selvi türü vardır bunların, göğe yükseli-
verdikten sonra dallarını yere doğru salı salıveren. Ancak
bu, çok yapmacık gelir bana. Elbet onlar da suyu çok se-
verler sevmesine, ama hiç de deliler kadar doğal olamaz-
lar. Yani bir türlü... Bence.”
Şaban Şimşek 222 Elveda Deli Söğüt
36
Metin, ilgiyle dinlerken başka bir örnekle ona katıldı:
“Çam ağacı da deli doludur... Sanırım.”
“Nasıl yani?”
Dün, söyleşi aralarında memleketi de olan geldiği yeri
açıkladığını anımsadı Belgin‟in, “Sizin Denizli‟de ya da
Güney‟de çam ormanı yok, değil mi?”
Denizli‟yi de Güney‟i de nereden bildiğini düşünme-
den yanıtını verdi: “Baba Dağı‟nda falan, var sanırım.”
“Hiç yakından baktınız mı bu ağaca?”
“Ne yalan söyleyeyim, hiç gitmedim.”
“Bizim Toroslar‟da baskın olan çamdır. İnanır mısınız,
eğer kendinizi tutamazsanız, kaybolur gidersiniz orman-
da.”
Belgin, Metin‟e ilgiyle bakıp, „‟amma da memleket
düşkünü ha‟ diye düşündü.
Metin de, „bu kızın‟ dedi içinden, „deli söğütten pek bir
farkı yok neredeyse.‟
Okul alanına vardıkları anda Belgin, biraz da meydanı
boş bırakmamak adına, “Daha kaç öğretmen gelecek der-
sin?” diye sordu.
Metin, Belgin‟in „senli benliye geçivermesine‟ az buçuk
şaşkın, “Bilemem” dedi, “ancak biri dışında diğerleri ma-
yısta ayrılmışlar...”
222 Elveda Deli Söğüt Şaban Şimşek
37
Belgin, „nereden biliyorsun‟ der gibi, Metin‟e gözlerini
dikti.
Otogarda Mersin-Afyon otobüsünden iner inmez, yol
arkadaşıyla doğruca İlköğretim Müdürlüğü‟ne gittiklerini
anımsadı. Meğer müdür Ziya, koltuk arkadaşı Dinarlı
Mustafa‟nın köylüsüymüş. Onunla kısa sürede birbirleri-
ne ısınıvermişlerdi. Olacak şey değildi bu, ama adam Me-
tin‟i kendi köyüne istiyordu ve „işi bitirmek için‟ birlikte
Ziya‟ya çıkmayı önermiş, Metin de olur demişti. Oysa
Metin‟in ataması çoktan Işıklar Köyü‟ne yapılmış ve
onaydan çıkmıştı bile. Müdürün bir ara Belgin‟den de söz
ettiğini anımsadı, sonra yedek subay öğretmenlerin terhis
olduklarını, yalnızca şubat ayında atanan Gürkan‟ın kal-
dığını ve müdür yetkisi verdiklerini de...
Metin, bu bir anlık anımsamadan sonra soluğunu tu-
tup, Belgin‟e gülümsedi: “İlköğretim‟den söylediler.”
O an, Belgin‟in neredeyse beti benzi atıverdi ve birkaç
saniye öylece kaldı. “Nasıl yani?” Sesi kısık ve titrekti.
“Ziya Bey, tanıştığım birinin arkadaşıymış da...”
İçinden bir oh çekti. „Bundan başka her hangi bir şey-
den haberdar olamayacağını‟ düşünen Belgin “Ha!” dedi
ve yine gözleri Metin‟e kilitli, gülüverdi.
Metin, „ne tuhaf kız‟ diye düşündü, „sanki korktuğu bir
gizi var.‟ Bir adım attı ve durdu. Sonra dönüp Belgin‟in
Şaban Şimşek 222 Elveda Deli Söğüt
38
yüzünü bir soluk izledi. Konuyu değiştirmek için, “Siz”
dedi, “benim gibi... yeni mezun değilsiniz galiba?”
Belgin, alaycı bir eda ile “Neden?” dedi, “Çok mu
önemli bu?”
Az buçuk utanıverdiğini duyumsayan Metin, başını
önüne eğdi: “Değil de...”
Belgin, „onca olgun görünse de bu oğlan daha toy ayol‟
diye düşündü. Üstüne gitmemeyi uygun buldu, “Haydi”
dedi, “seni fazla meraklandırmayayım, üçüncü yılım.”
Yuvarlak hesap kendisinden en az üç yaş büyüktü Bel-
gin. Başını kaldırdı, “Ne iyi.”
Bildiği kadarıyla, kızlara bakanlıkça ayrıcalık tanınır ve
diledikleri yerlere atanırlardı. Öyle ki, bundan dolayı sınıf
arkadaşı kızların tümü Gaziantep‟te kalmışlardı. Eğer
Afyon‟da bunca açık varsa, Denizli‟de de olmalıydı. Olası
ki Belgin de üç yıl boyunca, geldiği Güney‟de çalışmıştı;
ama durup dururken neden Afyon‟u istediğini ve Işıklar
Köyü‟nde ne işi olabileceğini öğrenmek isterdi. Daha sıra-
sı değildi bunun ve şimdilik bu kadarı yeterliydi.
Doğruca Müşfik‟in yanına vardılar. Adam, ayağa bile
kalkmadı. Soğuk soğuk, „bugün çok işi olduğunu‟ söyledi
ve başını masaya gömdü.
Metin‟e göre Müşfik‟in bu tavrı, işinin çokluğundan
değildi elbet. Bir şeye alınmış olmalıydı adam, ama hiç de
güngörmüş tavrına yakışmıyordu bu hali. İşin içinde, ak-
222 Elveda Deli Söğüt Şaban Şimşek
39
lından geçen „garip düşünce‟ ya da başka bir neden de
olabilirdi. İkinci nedense adamın takınıverdiği soğukluk,
doğaldı bu ya da doğru olup olmadığına şimdi değil baş-
ka bir zamanda karar verecekti olası.
Belgin ise adama, „ben sana demedim mi‟ der gibi ba-
kıp duruyordu.
Kadastrocuların dinlenme yerine geçtiler. Burada, üze-
rinde gazocağıyla çaydanlık bulunan alçak bir masa; tek
kanatlı çay, şeker ya da yiyecek dolabı ile birkaç koltuk
vardı.
Metin, önüne çıkan koltuğa oturdu. Belgin ise teklifsiz-
ce gidip gazocağını yaktı. Çaydanlığa bir kovadan su
koydu, kaynamaya bıraktı. Sonra gelip, Metin‟in karşı-
sındaki koltuğun koluna bindi.
Şundan bundan konuşmaya başladılar.
Bu arada çaydanlık fokurdamaya başladı. Kalkıp çayı
demleyen Belgin, ocağı kıstı ve gene eski yerine geçti.
Eteğinin açılıverdiğini anladığı halde, bile bile düzeltme-
di; ancak gözlerini Metin‟e dikti ve sıkı bir gözleme aldı.
Metin‟e göre Belgin‟in oturuş biçimi olağan değilse,
hınzırca bir kışkırtma olmalıydı bu. Durum, öyle ya da
böyle kesinkes uçraktı; „ama‟ diye düşündü, „aklıma uyup
hiç farkına varmamış gibi davranacağım, o zaman göre-
ceğiz, bakalım ne yapacak bu deli söğüt?‟
Şaban Şimşek 222 Elveda Deli Söğüt
40
Kalkıp demliği yoklayan Belgin, “Hım!” dedi ve dolap-
tan aldığı tepsiye bardakları dizdi. Hepsini aynı ayar çay-
la doldurdu. Birine üç şeker attı ve masaya bıraktı. İki
şekerli başka birini sırıtarak Metin‟e uzattı: “Buyur.”
„Senli benli olması‟ olası bir dil sürçmesi değildi kesin.
“Sağ olun.”
„Gözleri bende aklı başka yerlerde bu oğlanın, çok tatlı
ama...‟ Hafifçe gülümseyerek, “Afiyet olsun.” dedi.
Metin‟in çayını karıştırmaya başladığı anda tepsiyle
şeker kutusunu kaptığı gibi dışarıya çıktı Belgin. Metin‟in
üçüncü yudumunda geriye döndü ve bardağını alıp ne-
şeyle, ama bu kez kola değil de koltuğa geçip oturdu. Me-
tin‟e, kaş göz imiyle çayı gösterip, “Nasıl?” dedi, “Beğen-
din mi?”
Öyle ilginç bir soruydu ki bu! Çayı beğenmese, Belgin‟i
de beğenmemiş olacaktı. Oysa kız alımlı olduğu kadar
kurnazdı da. Olası o doğal, kendisi az biraz tedirgindi. Bir
an „hayır‟ geçti içinden ve hemen vazgeçti bu fikrinden.
Yine de duyguları iki arada bir derede gidip geliyordu.
Çekincesine karşın, “Evet” dedi, “güzel olmuş.”
Belgin, oldukça hoşnut, ağzı kulaklarında Metin‟e baka
kaldı.
222 Elveda Deli Söğüt Şaban Şimşek
41
Dört
Haftası doluyordu ve daha eve çağıramamasına karşın,
bu akşam kesinkes ona yemek gönderecekti. Haber ver-
medi, ancak evde olup olmadığını gözledi durdu.
Bugün Kâmil Ağa‟nın kesim günüydü. Etin çengele
asıldığını gördüğü an Asiye‟ye iki kilo kemiksiz aldırdı.
Annesinden gördüğü gibi parçalayıp haşladı. Unlayıp
tereyağında kızarttı. Suyuna fıstıklı pirinç oturttu. Bir
kısmını bir tabağa ayırıp birkaç parça etle üzerini süsledi.
Beklemeden, küçük bir tencerede ocağa su koydu. Birkaç
dakika kaynattı ve bir avuç tarhana ekledi, bir taşım sonra
indirdi. İki kepçe kadarını bir tasa boşalttı. Tavada tere-
yağı eritti. Bir tutam toz biberle terbiyeledi ve bir parçası-
nı çorbanın üzerine gezdirdi. Sonra pilavla birlikte siniye
özenle yerleştirdi.
Asiye‟ye, “Kız” dedi, “al da bunu Metin Öğretmen‟e
götürüver canım.”
Asiye, sırıtarak “Temam aba.” dedi ve siniyi kapıp çık-
tı.
Şaban Şimşek 222 Elveda Deli Söğüt
42
Gelip, pencere önüne oturdu. Asiye‟nin Metin‟e geçti-
ğini görünce, “Ayol” diye mırıldandı, “bu iş de tamam
kız!”
Bir anda burun direğine bir sızıdır saplanıverdi ve göz-
leri dolu doluverdi. “Ah Ahmet ah!” diye mırıldandı.
Akif‟in ak pak yüzüne, sonra ortaokullu kız Nazif‟in
yumuk yumuk elleriyle liseli Ramazan‟ın dalgalı saçları-
na takıldı kaldı… ama Ahmet‟in esmer teni… “Öf öf!”
dedi ve bir süre öylece, dondu kaldı. Birden başını eğdi.
Gözleri boşalıverdi ve dizleri üstünde tuttuğu ellerine
damlalar inmeye başladı...
*
Metin, eksiklerini tamamlamak için Afyon‟a indi. İşi bi-
tince, İlköğretim Müdürlüğü‟ne de uğradı. Ziya Müdür
makamında yoktu, ancak yardımcısı Hasan, diplomalarla
diploma defterini eline tutuşturdu. Dilerse, Gürkan gel-
meden de dağıtabilirmiş...
Dönüş gene aynı dönüştü. Eşyasını Bakkal Raşit‟in
önüne bırakması için muavini tembihledi ve okul dura-
ğında indi. Yokuşu çıktı. Bir de ne görsün, Belgin kapıda
kendisini bekliyor! Bir anda, içinde uçuşuveren yabansı
222 Elveda Deli Söğüt Şaban Şimşek
43
duygularına teslim oldu ve ona doğru koşar adım yürü-
dü.
“Hoş geldin.”
“Sağ ol.”
Metin, ne denli direndiyse de artık senli benliydiler;
ancak yine de az buçuk tedirgin eden, yolunda gitmeyen
bir şeyler de vardı bu ilişkide.
Belgin, kucağındakini almak için uzandı; ama paket
yerine Metin‟in ellerini avuçladı ve bir soluk aygın baygın
bakıştılar.
Aslında, bu bile Metin‟e göre çok garipti. Ellerini çe-
kemedi, ama Belgin‟e yalnızca gülümsedi: “Diplomalar.”
“Tamam.”
“Müdür odası açık mı sence?”
“Sanmam... Belki birisinde anahtar vardır.”
O birisi, olası ki Müşfik‟ti; Metin‟e göre, tanıdığı en çe-
lişik insan. Bir an yalaka ya da sus pus, ama çokça Janson
kadar beklentileri olan bir oyuncuydu o.
Bugün, adamın anıştırmalı oğlanı oynama günüydü:
Belgin yanında durmuyor, hemen kaçıyormuş da... Metin,
neden Afyon‟dan kendisine de bir şeyler alıp getirmemiş
de... Ama böyle dostluk mu olurmuş canım...
Anahtarı alıp paketi yönetim odasına bıraktılar.
Şaban Şimşek 222 Elveda Deli Söğüt
44
Çıkmak için dış kapıya döndüler. Belgin arkadan geli-
yordu. Metin, tam eşikte arkasına bakıverdi. Adamın bir
imle Belgin‟e göz kırptığını görür gibi oldu. „Ne bu be‟
dedi içinden. Yalınç bir kıskançlık dürtüsü olamazdı du-
yumsadığı şey, ama yanıldığı, bilmediği bir şeyler mi
vardı yoksa aralarında?
Belgin, daha kapıda, ortaya atıverdiği bir anısını an-
latmaya başladı. Metin de adım adım onu izledi ve birlik-
te okulun arkasına doğru yürüdüler.
Yapıyı yamaçtan ayıran perde duvar, dolanıp bir mer-
divene varıyor ve olası, bodrumda sona eriyordu. Belgin,
inip kapıyı açtı, “Gelsene” dedi, “ne varmış, bir bakalım.”
Öğrenmeye ya da serüvene düşkün yeni yetme bir kız
çocuğundan farkı yoktu Belgin‟in. Metin, bir an durdu ve
sonra kızın bu denli saf olabileceğine bir anlam vereme-
mekle birlikte yanına vardı. “Ne olacak” dedi, “bayağı bir
bodrum işte.”
Belgin, “Tamam da...” dedi ve bir atak kapıyı kapatıp
sırtını dayadı. Anında, her şey koyu bir karalığa gömülü-
verdi; ama batıdan çıkıveren bir ışık seli karşı duvara çar-
pıp dağılmaya başladı.
Belgin, derin derin soluyor ve olduğu yerde bir yontu
gibi duruyordu.
Metin, bir adım attı: “Deli misin sen?”
222 Elveda Deli Söğüt Şaban Şimşek
45
Belgin, “Yoo!” dedi, kıkırdayarak. “Ama başka... Ça-
rem kalmadı ki!”
“Çekil de kapıyı açayım.”
“Hıh, olmaz.”
“Neden?”
Belgin, “İşte” dedi ve gene kıkırdamaya başladı, “ama
bir şartla!”
“Ee?”
“Beni bir dakika dinle, sonra dediğin olsun.”
Dengede olmayan bir şeyler vardı ve bu ilişkiden
epeyce tedirgindi Metin, ancak bir an ürperdiğini de his-
setti ve „yiğitlikle korku‟ arasında gidip geldi.
Belgin, bir adımda uzandı ve Metin‟in ellerini tutup
yine derin derin soludu. “Ben” dedi, “seni… Seviyorum.”
Kızın oyunla karışık sırnaşıp durduğunu biliyordu Me-
tin ve buna karşın kendisi de az buçuk ilgisiz değildi; ama
çok özgürce ya da çılgınca bir açılmaydı bu. Üstüne üst-
lük, ürküten bir yanı da vardı: “Ne dedin, ne!”
„En kestirme yöntemin aracısız, doğrudan doğruya üs-
tüne gitmek‟ diye düşünen Belgin, bir hamle daha yaptı,
“İster inan...” dedi ve sustu. Gözlerini Metin‟e dikti.
Bakışları da çok tuhaftı kızın, kendisine değil de uzak-
larda bir yere sabitlemişti göz bebeklerini.
Şaban Şimşek 222 Elveda Deli Söğüt
46
“İster inan ister inanma Metin, ben… Sana âşık ol-
dum.”
“Ya!”
Metin‟in ellerini çekip göğsüne bastırdı Belgin, son
hamle olarak, “Bak, seni öyle çok istiyorum ki...” dedi,
ama birden hıçkırmaya başladı.
Şaşkın şaplak baka kalan ve bir an ne yapacağını bile-
meyen Metin, diline geleni bir solukta döküverdi: “Bu
kadar kısa sürede… Bu ne biçim aşk Belgin?”
Belgin, üst üste burnunu çekti, “Evet, öyle… İşte!” diye
mırıldandı. Ardından ellerini bırakıp Metin‟in belini ya-
kaladı. Dudaklarını aralayıp, “Ne olur” dedi, “öp beni!”
Yüreği atmaya, sağ kaşıyla apış arasında bir yerleri se-
ğirmeye başladığı anda istencinin de saniye saniye eridi-
ğini duyumsadı Metin. Bunun bir tuzak olabileceğini düş-
lemeye bile vakit kalmadan dudakları varıp Belgin‟in du-
daklarıyla birleşiverdi...
222 Elveda Deli Söğüt Şaban Şimşek
47
Beş
“Okulun açılmasına yirmi gün kaldığı halde” diye dü-
şündü, “her ne işse, müdür hâlâ gelmedi.”
Diplomaları kendisi dağıtsaydı, elbette köylü ile daha
hızlı bir iletişim kurmaya başlamış olabilirdi, ama doğru
olan bu işi Gürkan‟a bırakmaktı. “İyi ki Hasan Hoca‟nın
dediğini tutmadım.” diye mırıldandı.
Öyle ya, geldiği günden bu yana bir yandan Belgin‟le,
bir yandan kendi torlaklıklarıyla oyalanıp durmuştu. Ne-
redeyse başı dönüyordu gelişen olayları düşündükçe.
Olası ki daha geç değildi ve uygulama hocasının „öncelik-
le önerdiği köylü ile tez elden ilişki kurmaya‟ bir yerler-
den başlayabilirdi.
Bu da ancak „parti eğitimine değgin bir yaşam tarzıyla‟
olanaklıydı. İşte bugün, salt bu amaçla Cuma‟ya gidecek,
cemaati görecek, yemekten sonra da kahveye uğrayacak-
tı...
Halkla iletişim kurma çabasının Belgin‟le başlayan iliş-
kisini sekteye uğratıp uğratmayacağı konusunda da hiç
Şaban Şimşek 222 Elveda Deli Söğüt
48
bir fikri yoktu. Doğup büyüdüğü Taşucu‟nda kızlarla oğ-
lanlar görüşür, tanışır, dahası geleneksel pikniğe çıkarlar-
dı. Genelde Anadolu köylüsü fazla tutucu değilmiş, sos-
yoloji hocasının tespitine göre, ancak Işıklar halkının apa-
çık bir flörte nasıl bakacağını da bilmiyordu Metin.
„Eğer‟ diye yazıyordu okuduğu bir romanda başkarak-
ter, „bir kadın tarafından karşı cinsten birine elleriyle yap-
tığı yemekler ikram edilmeye başlandıysa, burada erkeğin
sevgisi midesinden geçer kuralı işletilmektedir.‟ Olası Belgin,
okulun bodrumunda tam olarak bulamadığı şeyi yemek
sinileriyle elde etmeye karar vermişti. „Kapamalı pilavıyla
tarhanasına da bir diyeceğim yok ama.‟
Eşya almaya gittiği gün uğradığı kitapçıda, edebiyat
hocasının ısrarla okumasını istediği, ancak okul ve şehir
kitaplığında olmayan Şevket Süreyya‟nın Suyu Arayan
Adam adlı kitabını bulmuştu Metin. Dün gece yatağa
uzanıp okumaya başlamış, ancak lamba ışığında yorulan
gözlerinin kapanı kapanıvermesine bir türlü engel ola-
mamıştı.
Belgin, bir yolunu bulup çağırtsa bile bir bahane uydu-
rup öğlene kadar kitap okumaya planladı kendisini.
Öyle kaptırmıştı ki kitabın havasına kendisini, Bel-
gin‟den henüz „tıs yoktu‟ nedense, ama salâ ile irkildi.
Kitabı masaya bıraktı ve abdest alıp çıktı.
222 Elveda Deli Söğüt Şaban Şimşek
49
Cami avlusuna geçti, „yaşam biçimi içinde kabul ettiri-
lebilecek yeniliklere halkın tepkisinin yok denilecek kadar
az olacağını‟ ileri süren parti savının tutarlı olup olmaya-
cağını deneyeceği bir sürece girdiği bilinciyle vardı, du-
var dibinde serili hasırda oturan yaşlılar öbeğine selam
verdi. İçlerinden biri, yana kayıp yer açtı, “Gel hocem”
dedi, “şureye oturuve.”
Okul yolunda tanıştığı yaşlı adamdı bu, ancak bugün
başında fötr değil ak fes vardı. „Dışarlık giyiminde şapka-
yı yeğlerken cami içinde fes…‟ Metin, “Sağ ol Hüseyin
Amca.” dedi, “Zahmet etme.”
Gözlerinde parlayan belli belirsiz bir övünçle, “Bu”
dedi Kara Hüseyin, öbeğe doğru, “bizim yeni gelen ört-
men Metin Efendi.”
Köylünün indinde okuyan insan eskiden medreseliyse
„molla‟, toprak sahibiyse „bey‟, sıradan biriyse, en azından
Işıklar‟da „efendi‟ oluyordu. Garip bir sandı, ancak hoş-
lanmasa da ses çıkarmayacaktı buna.
Öbektekiler tek tek Metin‟le merhabalaştılar. Ezan
okunmaya başlanmasaydı, olası hal hatır sorularının ar-
dından memleketine, evli bekâr oluşuna; kimi kimsesi,
soyu sopu dâhil birçok özel bilgilere sıra gelecekti.
Ezan bitmeden topluca camiye girdiler. Metin, başka
günleri bilemezdi, hatta Yeni Mahalle‟deki kubbeli mes-
Şaban Şimşek 222 Elveda Deli Söğüt
50
cidi de, ama olası yüz, yüz elli kişiyi alabilecek bu cami-
nin yarısı ya da dörtte biri boştu.
Kara Hüseyin, namaz bitimi Metin‟i aldı ve imama gö-
türdü. Adam, uzun boylu, otuzlarda biriydi. Adının Nu-
rullah olmasına karşın herkes ona Hoca Efendi diyordu.
Metin, ileride bir söyleşi sırasında Nurullah‟ın, Saidi
Nursi‟nin Isparta‟dan öğrencisi olduğunu da öğrenecekti.
Yumuşak huylu birine benziyordu Nurullah, içindeki
bir ses, „imamın doğru olduğuna inandığı şeyden asla
şaşmayacağını‟ söylüyordu Metin‟e.
Hocaya, köy aksanıyla „hoş kal‟ deyip ayrıldılar.
Artık günlük planının ikinci aşamasına geçebilirdi Me-
tin, bu amaçla kapı önünde Kara Hüseyin‟e, „kahvenin
nerede olduğunu‟ sordu.
Adam, iğneli bir merakla sordu, “Hep gider misin
gayfeye?”
Taşucu‟nda çoğu arkadaşı pişpirik hastasıydı ve geç
vakitlere kadar eve dönmezlerdi. “Pek değil.” Olası bek-
lediği yanıtı vermişti Metin.
Ancak daha tatmin olmamış gibiydi Hüseyin. “Yani?”
222 Elveda Deli Söğüt Şaban Şimşek
51
“İşim olmazsa hiç gitmem.”
Yedek subayların çoğunun ders biter bitmez kahveye
koştuğuna tanık olan Hüseyin. Metin‟den hoşnut
“Öleyse...” dedi, “Bizim odeye gelirsin?”
„Muhtar odası‟, „köy odası‟ gibi açık seçik bir kavram
değildi „bizim oda‟ deyimi. “Ne?”
“He! Nirden bilcen ki!”
“Anlamadım.”
“Bizde toplanma odeleri va de...”
„Köy odası gibi bir işlevi olmalı bunun, ama kamuya
iyeli değil olası.‟ Az buçuk anladığını göstermek için “Ne
hoş!” dedi Metin.
“Ağşamları gideriz... Müsefirlerimizi orada ağırlarız.”
„Kendisini konuk ağırlama ve söyleşi yeri açmaya ye-
terli bulan kişinin evine bitişik, ancak ayrı girişi olan bir
odayı dayayıp döşediği bağımsız bir mekân olmalıydı‟
Hüseyin‟in „bizim oda‟ dediği yer. “Ağa, bu çok güzel!”
“Her niyse... Geleceğini haber vir, sana yol gösteren bi-
rini gönderirim.”
“Tamam.”
İşaret parmağı ile havada bir şekil çizen Hüseyin, “He!
Unuttu sanma.” dedi, “Şu senin evi atla, yukarı doru gi-
den sokağa dön. Sağ golunun üstünde gayfeyi bulursun.”
Şaban Şimşek 222 Elveda Deli Söğüt
52
Köye ilk geldiği gün de aynı yoldan geçmişti. “Muhta-
rın evinin oralarda…”
“He! Temam, muhtara vamadan sağda.”
“Sağ ol Hüseyin Ağa.”
“Sen sağ ol oğul.”
Kahvaltıyı iyi yaptığı zaman ya geç vakit acıkmaya
başlar ya da biraz sabredip öğleni atlar, akşam yemeği ile
birleştirirdi. Bugün olası ikinci seçeneği uygulayacaktı ve
eve uğramadan tarif edilen, ancak iyi bildiği sokağa saptı.
Kahveyi kolayca buldu. Damın önüne, alnı boydan bo-
ya saran ve altına masaların konulabildiği bir sundurma
çatılmıştı. Masanın birinde kâğıt oynanıyordu ve diğerle-
rinde ise ikişer üçer oturanlar vardı. Metin, biraz daha
yaklaşınca içerinin epeyce kalabalık olduğunu gördü.
Kendisine en yakın ve yaşlıca dört kişinin bulunduğu
masaya varıp selam verdi, yandan bir sandalye çekip
oturdu.
Kendisini ilgiyle süzen, eğik şapkalı, şakakları çıkık,
esmer tenli ve kır saçlı adam, “Merhaba!” dedi merakla.
Metin, „haydi, ikinci adımın hayırlı olsun‟ dedi içinden.
Gülümsedi, “Merhaba.”
„Köyden değil, ama başka bir yerden, anımsayamadığı
tanıdık biri de olabilir bu genç.‟ Yabancının yüzünü dik-
222 Elveda Deli Söğüt Şaban Şimşek
53
katle incelerken gözleri öğrenme isteğiyle parlıyordu
adamın, “Birine mi baktın arkediş?”
“Yo!” dedi, yine gülümseyip, “Ha, kendimi tanıtayım:
Ben öğretmen Metin.”
Adamın gözleri daha bir parladı. Hoşnut, ama “Ya!”
dedi, ala şaşkın.
Yanda oturan ve soğuk soğuk bakan başı fesli, şişman-
ca adam da neredeyse canlanıverdi birden: “Merhaba.”
Zayıf ve başı açık adam, Metin‟in selamına yanıt verir-
ken ağlar gibiydi. Diğeri, kısa boylu sarışının yanıtı ise ha
duyuldu, ha duyulmadı.
„Yaşlıca, aklı başında, olgun bir örtmen gelmez oldu
son yıllarda‟ diye düşünen ve Metin‟i ilgiyle süzen esmer
adam, “Ben Bocuk Ali.” dedi ve hal hatır sordu, ardından
da diğerleri de...
„Nasıl da gözleri fıldır fıldır! Zeki biri olmalı bu Bocuk
Ali‟ diye aklından geçiren Metin, “Ben” dedi, “Ali Ke-
mal‟i soracaktım da…”
Yine gözleri ilgiyle parlayan Bocuk Ali, “He!” dedi,
başkası olsa „nitcen‟ der, sorguya çekerdi. “Az sona gelir.”
Ali Kemal‟in kaç zaman sonra geleceği açık seçik belli
değildi bu yanıtta. Bekleyecek ve her durumda Bocuk‟la
tartışmayacaktı Metin. “İyi.”
Şaban Şimşek 222 Elveda Deli Söğüt
54
Bocuk, sandalyesini biraz yaklaştırıp, “İstesen...” dedi
Metin‟e, “Acelen vasa ünleyivirelim.”
Acelesi yoktu, ama ısrar etmezse kendisine duyulan il-
ginin tavsayacağını da biliyordu Metin. “Olur.”
Bocuk Ali, başı açık adama döndü, “Ülen Gani!” dedi,
“Ünleyivir hadi.”
Adam, bir atak kalktı, „olur‟ gibilerden başını salladı ve
umulmadık bir hızla karşı evlere doğru koşar adım yürü-
dü.
Bocuk Ali, „fırsat bu fırsat‟ dercesine Metin‟in memle-
ketini, evli ya da bekâr olup olmadığını, köye daha ne
kadar öğretmen geleceğini sordu soruşturdu. Bu arada
çaylar söylendi.
Gani‟nin alıp geldiği adam otuz beşlerde, kahverengi
şapkalı, kara kuru biriydi. Selam verdi ve Metin‟e elini
uzatıp, „hoş geldiğini‟ söyledi. „Hoş bulduk‟ denildi ve hal
hatır edildi.
Metin, Ali Kemal‟e, özel olarak görüşmek istediğini
söyledi. Kabul edildi ve Bocuk‟la diğerlerinden izin alıp
yandaki boş masaya geçtiler.
Ali Kemal, “Evet hocem” dedi, “sizi dinliyorum.”
222 Elveda Deli Söğüt Şaban Şimşek
55
“Önceki gün Afyon‟a indiğimde partiye uğradım. Size
Numan Başkan‟ın selamını getirdim.”
Başkanın adını duyan Ali Kemal, Metin‟in „boş biri ol-
madığı‟ kanısıyla hoşnut, “Aleykümselâm.”dedi.
“Köyde partinin on beş kadar üyesi varmış.”
“Doğru.”
“Başkan, içlerinden en girişkenin siz olduğunuzu söy-
ledi.”
“Sağ olsun”
İçinde sıcacık bir duygu oluşmaya başlayan Metin, Ali
Kemal‟e özenle bakıp, “Sizinle” dedi, “her konuda işbirli-
ği yapmamı önerdi.”
Atilla‟dan sonra partinin önem verdiği ikinci kişiydi
Metin. “Buna çok sevinirim hocem.”
Aklında sabahleyin yaptığı, adım adım uygulamaya
koyduğu plan, “Artık, köyü tanımama da yardımcı olur-
sunuz?” dedi Ali Kemal‟e.
Eğitimi biter bitmez köye atanan, parti direktifiyle
kendisini bulan yedek subay asteğmen Atilla‟nın da ben-
zer bir cümle kurduğunu anımsayan Ali Kemal, oldukça
hoşnut, “Sözü mü olur hocem.” dedi ve içtenlikle gülüm-
sedi.
Metin, “Ha ne dersiniz” dedi, “her hafta sonu benim
evde buluşsak?”
Şaban Şimşek 222 Elveda Deli Söğüt
56
“Temam da hocem... Sizin ev?”
“Kır Veli‟nin haneyi, yani Atilla Aydın‟ın.”
Ali Kemal, „her şeyi biliyorsunuz ama‟ imli bakıp gü-
lüverdi. “Köpeği nittiniz hocem?”
Metin, dudaklarını büzüp, “Bir saat bile dayanamadı
hınzır” dedi, “topu tüfeği teslim etti.”
“Nassı?”
“Meğer adı Janson‟mış da haberi yokmuş.”
“Janson?”
“Anlayın artık.”
Şaşkın şaplak baka kalan Ali Kemal, bir soluk sonra
kahkahayı bastı. Gözlerini kısıp, “Ne ad be!” dedi.
“Öyle. Çok beğenmiş olmalı ki, adını duyunca kuyru-
ğunu sallamaya, hoplayıp zıplamaya başlıyor.”
“Nasıl yaptınız da hocem?”
“Siz hiç kemik görünce ağzı sulanmayan köpek gördü-
nüz mü?”
Yanıt yerine kaşlarını indirip kaldırdı Ali Kemal.
“Bu da öyle bir şey!”
“Atilla Hoce‟ye anca bir ayda alışmıştı osa.”
“Eh! Kerata, beni çok sevmiş olmalı!”
“Ya... Ya!”
222 Elveda Deli Söğüt Şaban Şimşek
57
Ali Kemal, Bocuk‟a el etti. O da parti üyesiymiş. Parti-
den, işçi köylü ittifakından... Mitinglerden, güçlenmekten,
devrimden söz ettiler. Amerika‟dan ve Nato‟dan sonra
sıra Demirel‟e gelince Bocuk, onun anayasayı asla uygu-
lamayacağından yakındı durdu.
Metin, „işi olduğunu‟ deyip izin istedi ve kalktı.
Kahveden gelince pencerenin önüne oturdu ve akşam
yemeği için patates soymaya başladı. Belgin‟den ses seda
yoktu hâlâ.
Bir ara gözleri eski okula kayıverdi. Lojmanın kapısı
açıktı; alnı gıykaçlı ve ak örtülü yaşlı bir kadın girip çıkı-
yordu. Kadında yabansı bir şey vardı, özenle baktı. “Ta-
mam” diye mırıldandı, “kesin bu köyden değil, kuşağı
dışında ne üç eteği, ne de önüceği var çünkü.” Uzun boy-
lu genç bir erkek, omzunda bir sandıkla gelip kadının
girip çıktığı kapıda kayboldu. “Ha!” diye düşündü Metin,
“sanırım Gürkan gelmiş.”
Şaban Şimşek 222 Elveda Deli Söğüt
58
Altı
Önüne çektiği lambaya bakıp “Aa!” dedi, “gazı bit-
miş.”
Kendisine dokundurma yapıldığını sanan Asiye, “Ne
didin aba?” diye seslendi.
Elektrik kesildiği zaman hazırda bekleyen gaz lamba-
sını yakardı annesi. Kokusunu bilirdi, kömürlükte hazır-
da tutulan saplı tenekeyi de. Ancak Işıklar‟da içli dışlı
olmuştu titrek ışığıyla. “Gaz, Asiye... Bitmiş de...”
“He!”
Katırı tutup şişeyi çıkardı. Aralığa geçti ve gazlığı, gaz-
yağı tenekesinin yanına bıraktı.
Asiye, idare lambasının loş, titrek ışığında oturmuş so-
ğan doğruyordu. Yekinip, “Aba” dedi, “ben goysem.”
Ele bulaşan gazın bir tencere yemeği yenilemez hale
getirdiğini görmüş, o berbat tada ilk kez tanık olmuştu
köye göçüp geldiği akşam. “Yo, sen dur! Elini yağlama.”
222 Elveda Deli Söğüt Şaban Şimşek
59
“Öle ya!”
Bu deneyimden sonra gaz tenekesini sahanlıktaki nişe
koymuş, olası kazaları önlemişti Belgin. „Aklını seveyim
senin!‟ Getirdiği gazlığı yere koydu, alttan tuttu, sağ eliy-
le sola döndürüp katırı ayırdı. Ağzına huniyi yerleştirdi.
Tenekeyi dikkatlice eğdi ve depoyu boynuna değin dol-
durdu.
Odaya döndü ve lambayı masaya bıraktı. Ellerini bur-
nuna götürdü, az biraz kokuyordu, „ama yine de sabun-
lamam gerek.‟ Uzanıp ocak kaşından aldığı kibritle fitili
tutuşturdu. Şişeyi taktığı anda sarıca bir ışık fışkırmaya
başladı.
Aklına koyduğu, dünden beri düşündüğü şeyi yapmak
için ilk adımı atma zamanı yaklaşıyordu. Hazırlığını adım
adım, ancak şaşırmadan bitirmeliydi. Düşündüğü son
sözcükle birlikte yüreği atmaya başladı. Derin bir soluk
aldı. Eşya sandığından kalem defter bulup geldi ve masa-
ya oturdu. Boş bir sayfaya, “Saat onda sana geliyorum.
Ne olur beni kırma.” yazdı. Yaprağı söktü ve ikiye katla-
dı. Beğenmedi, bir daha katladı ve özenle araya koyup
defteri kapattı.
İkinci adımın gerçekleşme yeri olan mutfağa geçip
Asiye‟ye baktı: “Soğan tamam galiba.”
„Kurban Bayramı‟nda annesinin yapacağı güce köfte
hazırlığından beri bu denli yoğun soğan doğramadığını‟
Şaban Şimşek 222 Elveda Deli Söğüt
60
düşünen Asiye, elinin tersiyle alnına düşen saçlarını yana
attı: “Temam aba.”
Bulaşıklığa geçip ibrikten su dökerek ellerini sabunladı
geldi, tezgâhın önünde durdu. „Reddetmediğine göre, çok
hoşuna gitmiş demektir. Buna da bayılacaksın eminim.‟
Yarıya değin kıyma dolu kabı önüne çekip, “Asiye” dedi,
“bittiyse soğanı bana ver.”
“Bitti aba. Buyur.”
Soğanı kıymaya boşalttı, üzerine bir tutam baharat ve
tuz serpti. Uzandı, önceden hazırladığı ıslanmış, suyu
alınmış ekmeği de katıp iyice yoğurdu.
Kabı Asiye‟ye itip, “Geçen günkü gibi kız.” dedi. Bili-
yordu, tadında sorun olmayacaktı, ancak şekli de çok
önemliydi. “Aynı boyda olsun ama.”
Hem annesi, hem de komşuları tarafından el becerisi-
nin beğenildiğini bilen Asiye, “Temam aba.” dedi. „Belli
ki abam özenmemi isteyo, ben de daha eyisini yaparım
gali.‟ Kabı önüne çekti ve kopardığı parçaları köfte biçimli
yuvarlayıp ezerek bir tepsiye dizdi.
Belgin, bu kez gazocağını aldı ve ısıtma çanağına bir
miktar ispirto döktü, idare lambasıyla tutuşturdu. Hava
musluğunu sıkarken derin derin soludu. Mavi bir alevle
yanan ispirto burnuna doğru tüterken, „medense‟ diye
düşündü, „bu kokuya bayılıyorum.‟
222 Elveda Deli Söğüt Şaban Şimşek
61
Alev solmaya başladığı anda pompaya iki kez bastı,
topacın kızarmasıyla birlikte birkaç kez daha. „Ocak yak-
mayı iyi ki öğrenmişim, değilse lambada başıma gelenle-
rin bir benzeriyle karşılaşmak işten değil.‟ Ateş tavını al-
dı. Tuhaf bir hışırtıyla püskürmeye başlayan yalımı gö-
rünce “Oh be!” dedi, “Çok tatlısın sen ocak!” Gözlerini
kapattı, önünde iki üç saniye canlanıveren Metin‟e, „sen
de benim gibi yanıyor musun, ah bir bilebilsem‟ diye ses-
lendi içinden.
Asiye, tepsiyi gösterip, “Aba, bitti.” dedi.
Belgin, kalktı ve ellerini yıkayıp geldi. Ocağın önüne
çömeldi ve Asiye‟ye seslendi: “Şu tavaya yağ koyup bana
getirsene.”
Kız, denileni yapıp kenara çekildi.
“Asiye.”
“He.”
“Lambayı alıver canım. Tava, idareyle iyi görünmü-
yor.”
Asiye, bir koşu lambayı getirdi, tezgâha koydu. Öğ-
renmenin bir yolu da yapılan işe öykünmekti. „Anam izin
virirse, bi şınık budağa birez et alır ben de dinerim inşal-
lah.‟ Belgin‟i seyretmeye başladı.
Belgin, az biraz ısınan yağa bir çimdik köfte atıp tavına
baktı. Cızırtıya koşut, “Bu sefer çok güzel olacak galiba.”
Şaban Şimşek 222 Elveda Deli Söğüt
62
dedi. Artık beş on dakika içinde köfteler kızarır ve „sevdi-
ğinin gönlüne giden yolun olası son pürüzleri‟ de ortadan
kalkardı.
Doğrusu, „bir tabak köfteyle gönül yolunun ne denli
açılacağını‟ hiç bilmiyordu, ancak deneyecekti işte. Pusu-
layı yerinden alıp tabağın altına gizledi ve siniye bir tas
yoğurt ekledi.
Asiye, hevesle atıldı: “Aba sorfeyi ben gursem?”
Belgin, “Ha... Dur kız!” dedi gülerek, siniyi alıp uzattı:
“Bunu Metin Öğretmen‟e götürüver gel de öyle.”
Asiye, koca tepsiyi kaptığı gibi kapıya yürüdü ve Bel-
gin‟e dönüp onaylayan bir imle gülümsedi.
Önceki yemeği çevirmediğine ve karşılaştıkları gün
bastıra bastıra teşekkür ettiğine bakılırsa, Metin‟in bunu
da kabul edeceğini umuyordu, ama „ya pusulada yaza-
nı...‟
Düşüne düşüne vardığı sonuca göre aslında Metin‟in
vereceği tepki, kendisi için „bir hayat memat‟ sorunuydu.
Artık böyle kurgulamaya başlamıştı ilişkilerini ve bu bi-
çimde gelişmek zorundaydı her şey. Bodrumda, biraz da
olupbittiye getirdiği, baştan sona çılgınlık göstereni olan
„öp beni‟ çağrısına yanıt vermeseydi Metin, asla böyle bir
yargıya varamazdı. Bir kararla düş gücüne yüklendi, ama
öncekine ekleyebileceği kayda değer hiç bir şey kestire-
medi. „Ya umduğumu bulacağım ya da tersini, o kadar...‟
222 Elveda Deli Söğüt Şaban Şimşek
63
Bugüne değin, Işıklar‟a atanması dışında, ne istediyse
elde etmişti. Ya da olumsuz başlayan bir şey, batası Ah-
met olayında geliştiği gibi, dönüp dolaşıp olumluya evi-
rilmişti. „Oysa bu akşam?‟
Belli ki bu akşam bambaşka bir akşamdı ve üstelik ya-
bansı bir güdünün onulmaz bir tutsağıydı sanki. İçi dolu
doluydu ve garip bir sıkıntıyla titreyip duruyordu.
“Aman Allah‟ım” diye mırıldandı, “ya kabul etmez-
se...” Sağ elini yüreğinin üstüne koydu ve derin bir ah
çekti. Özünün eridiğini, gönlünün bulandığını ve apış
arasında bir tikin atmaya başladığını duyumsadığı anda
Asiye çat kapı içeriye girdi.
Belgin‟e gülümseyerek bakan Asiye, „tamam aba‟ diye
başını salladı, gözlerini de açıp kaparken.
Eli boş geldiğine göre Metin‟in ikramı kabul ettiği ke-
sindi, ancak pusula aklında dönüp dolanırken o denli he-
yecanlıydı ki sormadan edemezdi. “Metin Öğretmen bir
şey dedi mi?”
Başını iki yana sallayan Asiye, “He…” dedi, “Bana
„sağ olasın‟ didi, sana da selam söledi.” O kadar doğal
şeylerdi ki bunlar, „abam niye öle bakıyo ağnamadım.‟
Sofrayı bıraktığı halde görünce sordu: “Masaya mı yire
mi?”
Şaban Şimşek 222 Elveda Deli Söğüt
64
Belgin, yanıt vermeden ocağa geçip köfte tepsisini alıp
getirdi, örtüsünü sıyırıp masaya bıraktı. Asiye de diğer
yiyecekleri getirdi. Güle oynaya yemeye başladılar.
Bir ara dilinin ucuna geliveren şeyi Belgin‟e sorup
sormamakta karasız kalan Asiye, „hellam‟ dedi içinden,
görüp tanık olmadığı, ancak yaşıtlarından şehirli kızların
böyle bir şeyler yaptıklarını öğrendiği gibi, „Belgin Aba‟m
da Metin örtmenle oynaşıyo mu ne.‟ Şimdi değil, daha
sonra soracaktı doğru olup olmadığını abasına.
Verilen emri itirazsız yerine getiren Asiye‟nin Metin‟e
olan ilgisini sezebileceğini düşündü Belgin. Bir işi çabu-
cak kavrayıverdiğine bakılırsa, göründüğü gibi değil, ol-
dukça zeki olmalıydı. Gözlediği olumlu tavırlarına karşın
daha sır paylaşabilecek biri olup olmadığına karar vere-
memişti. Güven duyulabileceğine emin olursa, „yatılı
kalma‟ teklifi yapacaktı kıza.
Yemekten sonra bulaşığı yıkamak için kollarını sıvayan
Asiye‟yi, „bugün kendi yıkayacağını‟ söyleyen Belgin er-
kenden evine gönderdi.
Lambayı kıstı ve gidip pencere önüne oturdu, dışarıyı
gözlemeye başladı. Bu gece, gökyüzü de bir başkaydı.
Atlas kubbe pırıl pırıl yıldız kaynıyordu. Kutupyıldızı da
göz kırpıp duruyordu Afyon‟un üstünde. Bir itiyle inive-
ren gözlerini karşı pencereye çevirdi ve bir an takıldı kal-
dı. Belli ki bundan sonra yıldızlara lojman lambası da ka-
tılacaktı. Oysa Metin‟in penceresini gözlemek ne hoş
222 Elveda Deli Söğüt Şaban Şimşek
65
olurdu. Derin bir oh çekti, “Ama” diye mırıldandı, “bu-
nun da bir yolunu bulacağım.”
Saatine baktı: Fosforlu gösterenler buluşma anına anca
beş dakika kaldığını söylüyordu. Bir kaygıyla dışarlık
terliğini giydi ve kapıyı çekip kilitledi ve çıktı. İstem dışı,
karşı dama baktı. “Hım!” diye mırıldandı, Raşit Ağa‟nın
penceresi kapkaraydı. „Demek ki çoktan yatmışlar.‟
Merdiveni özenle indi ve dış kapıyı yavaşça açtı. Çıktı
ve ağır ağır kanadı çekti. Boşta kalan mandalı yavaşça
gediğine yerleştirdi. Duvarı izleye sürtüne gelebildiği ko-
ca kapının önünde durdu. Bir soluk, çevreyi kolaçan etti.
El yordamıyla yerini buldu ve mandala bastı. Kalp atışla-
rına koşut, derin derin soludu ve kanadına omzuyla yük-
lendi.
Bir el, kolundan tutup çekiverdi. Sevdiği imgenin sırtı-
nı kapıya dayadığını, tütün kokan ağzıyla, titreyen du-
daklarını kapatıverdiğini ve elini tik yerine attığını du-
yumsadığı anda içi fokur fokur kaynamaya, ayakları yer-
den kesilmeye, neredeyse kanatlanıp bütün benliğiyle
yıldızlara doğru uçmaya başladı...
İmamın sabah ezanını okumasına yarım saat ya da
kırk, kırk beş dakika kala Metin‟le son kez öpüştüler ve
toparlandılar. Lambanın kısık ve ölgün sarı ışığında ikisi-
Şaban Şimşek 222 Elveda Deli Söğüt
66
nin de yüzlerinde birbirlerine baktıkça görebildikleri bir
ışık parlıyordu neredeyse. “Haydi” diye fısıldadı Metin,
“birine yakalanmadan seni evine geçireyim.”
Aslında „görseler ne olur‟ diyecek kadar cesurdu ikisi
de. Ancak burası Işıklar‟dı ve bu tür ilişkiler anca masal-
larda dile getirilebilirdi. “Tamam” diye onadı Belgin. Üs-
tüne başına bir daha göz atmaya gerek görmeden kalktı,
ayaktaki Metin‟in kolunu tuttu, aralığa kadar yürüdüler.
Köpeğin havlamasına meydan vermemek için merdi-
ven başında Belgin‟den sıyrılan Metin hızla basamakları
indi, Janson‟ı tasmasından tuttu. Yıldızların göreceli ay-
dınlığında merdiveni inen Belgin, körelen sundurma altı-
nı el yordamıyla geçti, kapıya dayanınca “Metin‟im!” diye
fısıldadı.
Köpeği bırakan Metin, bir koşu geldi, Belgin‟in beline
sarıldı, dudaklarına dudaklarıyla hafifçe dokundu, “Güle
güle.” dedi, ayrıldı, kapıyı dikkatlice araladı ve Belgin‟in
kolundan tutup çekti. “Seni kapına kadar götüreyim.”
Ne hoş bir şey olurdu bu, ancak Belgin “Tamam da”
diye fısıldadı, “ne konuşmuştuk yatakta?”
“Öyleyse… Kendine iyi bak.”
“Hoşça kal sevgilim.”
Bir kedi yumuşaklığıyla duvarı, bakkal kepengini geri-
de bırakan Belgin, kapıya varır varmaz elini mandala attı,
geriye dönüp Metin‟i bıraktığı yere baktı. Sanki bir çift
222 Elveda Deli Söğüt Şaban Şimşek
67
göz kendisini sevgiyle izliyor, göremediği, ama var say-
dığı bir el havaya kalkmış „iyi sabahlar‟ diye sallanıyordu.
Yine kedi sessizliğiyle ve adım adım basamakları tır-
mandı, cebinden anahtarı çıkardı ve kapıyı açıp çabucak
içeriye kaydı. Açık pencereden sızan yıldızların yansıyan
yarı karanlığında yatağını buldu ve yorganı çekip sırt üs-
tü uzandı.
Tatlı bir yorgunluk sarmıştı ayak tırnaklarından saç uç-
larına değin bütün bedenini. İçi, tarif edemediği bir hafif-
likle dolarken göz kapakları ağırlaşmaya başladı. Üst üs-
te, derin derin bir ah çekti, tuttuğu soluğunu ağır ağır ve-
rirken kendinden geçiverdi.
Belediye başkanı esip gürlüyor ve “Bak Belgin!” diyor-
du, “Ya dediğimi yaparsın ya da...”
“Ya da?”
Adamın bakışları, „ölümlerden ölüm beğen‟ der gibi
kinle doluydu. Birden yanakları geriliverdi, “Bana bak!”
dedi, “Sana öyle bir bela musallat ederim ki...”
Kaybedeceği neyi kalmıştı ki Belgin‟in. Yabanıl bir
korkusuzlukla, “Haydi ettin diyelim...” dedi, “Herhalde
biz de boş duracak değiliz ya başkan efendi!”
Şaban Şimşek 222 Elveda Deli Söğüt
68
“Bak bak! Hâlâ konuşuyor.”
“Sen bana bak başkan! İyice bir düşün istersen! Sonra...
Sonra yeğenine ne diyeceğini de iyi hesapla. Ona göre,
anladın mı?”
Umulmadık bir çıkıştı ya da karşı koyuştu bu. Ne ya-
pacağını şaşıran başkan yutkundu kaldı. Öyle ya, gün
gelir her gizli şey gibi, bu da açığa çıkardı. O zaman ne
yapacağını şimdiden kestiremezdi. „Şu halde‟ diye dü-
şündü. İşi alttan alması gerekirdi ve öyle de yaptı: “Şimdi
sen” dedi, “Afyon‟u kabul et, kalanını sonra düşünürüz.”
Ahmet askerde ve kendisi de Afyon‟da olacaktı. Bu da
bir çözümdü, ama istediği gibi değildi ki. „Ahmet ne ya-
parsa yapsın...‟ diye düşündü. „Ama annem... Ya Ha-
kan...‟ Ta oralardan Güney‟e gelip gitmek başlı başına bir
sıkıntı olacaktı, ama kim bilir, belki de...
Arkadaşı Aliye‟nin ağabeyi avukattı ve birden onun
Afyon‟da çalıştığını anımsadı. Bir çözüm olabilirdi bu, bir
umuttu olası. Başını kaldırdı ve başkana alayla, “Sen”
dedi, saygıdan kaygıdan vazgeçip, “başka umarım olma-
dığını düşünüyorsun, öyle mi? Öyle biledur... Gene de...
Gene de teklifini kabul ediyorum... Bayram yap emi!”
Başkanın gözleri çakmak çakmak, “Başlatma beni...”
dedi ve gerisini getiremedi: “La havle vela...”
222 Elveda Deli Söğüt Şaban Şimşek
69
Belgin, bir kararla ellerini beline dayadı ve gülmeye
başladı: “Artık bundan sonra, münasip yerine kına yakar-
sın başkan!”
Çalınan bir kapının tık taklarıyla uyanıverdi, “Kına ya-
karsın…” diye mırıldandı, “Öf be Ahmet öf… Hakan‟ım!”
Şaban Şimşek 222 Elveda Deli Söğüt
70
Yedi
Kahvaltıdan sonra oturma odasına geçti, pencere
önündeki kanepeye oturdu. Çoktan beri okumak isteyip
de fırsat bulamadığı edebiyat hocasının yazdığı Bolvadin
Tarihi adlı kitabın birinci sayfasını açtı ve okumaya baş-
ladı. Üçüncü sayfaya gelince gözleri sulanmaya başladı.
Birkaç aydır eline kitap almadığını anımsadı, „bir süre
gözlerimi alıştırmam gerek‟ diye düşündü ve kitabı ters
çevirip sağ tarafına koydu.
Dinlenmek amcacıyla gözlerini kapattı. „Yeni yasanın
kaldırdığı yedek subaylık yerine alındıkları kırk beş gün-
lük temel eğitimin ayın on beşinde biteceği gün‟ canlan-
maya başladı göz kapakları altında.
Komutan bölükteki öğretmenleri toplamış ve kurmay
başkanlığından gelen emri duyurmuştu. İki seçenekleri
vardı; ya okuma yazma okulunda gönüllü kalacaklar ya
da kura çekerek, okuma yazma okulları ile milli eğitim
arasında şanslarını deneyeceklerdi. Ancak akşamın beşine
değin dileyenlerin karşılıklı yer değiştirme hakları da
222 Elveda Deli Söğüt Şaban Şimşek
71
vardı. Hangi biçimde olursa olsun, okuma yazma okulla-
rında bir yılını dolduran öğretmen milli eğitim emrine
geçecek, askerliğinin kalan kısmını dilediği bir ilde ta-
mamlayabilecekti. Doğrudan milli eğitim emrine verilen-
ler ise, atandığı ilde iki yıl çalıştıktan sonra, ancak dilediği
ili isteme hakkı kazanabileceklerdi.
İkisi de Afyonluydu; kendisi Bolvadin‟den, Altan da
Çay‟dan. İlginç olan, askerde aynı bölüğe düşünceye de-
ğin birbirlerini hiç tanışmamış olmalarıydı.
Kendisinin okuma yazma okullarına değgin olumsuz
önyargısına karşın Altan için iş işti, o kadar. Gene de kır-
mamış ve birlikte kuraya katılmışlardı.
Altan, milli eğitimi çekmiş ve Afyon‟a atanacaktı: Çok
büyük bir şanstı bu. Kendisi ise o gün tersinden kalkmış
olmalıydı ki, okuma yazma okulunda kalacaktı. Bu da
büyük bir düş kırıklığıydı elbet ve hemen becayiş yapabi-
leceği birini aramaya çıkmıştı. Dördüncü bölükte Afyon‟u
çeken, ancak okuma yazmaya düşen birini becayiş için
sorup duran bir kişi olduğunu öğrenmiş ve gidip bulmuş-
tu. Meğer öğretmenin karısı da meslektaşmış ve eş duru-
mundan Afyon‟a atanıp atanmayacağını pek kestiremi-
yormuş… Anlaşıp yer değiştirme dilekçelerini vermişler-
di.
Isparta‟daki okul müdürünün de buna benzer bir so-
runu vardı. Eşi bir bankada çalışıyormuş ve burada şube-
si yokmuş… O da bir er öğretmendi ve çalıştığı bu köye
Şaban Şimşek 222 Elveda Deli Söğüt
72
iki yıl mahkûmdu. Çiçeği burnunda olmasına karşın öğ-
retmen dünyasının bir yığın sorununa tanık olmuştu. As-
kerlik, er öğretmenlik, okuma yazma okulları, köylere
uyum sıkıntıları yanında devletin öğretmen açığına bul-
duğu garip çözümler… Üçü evli diğerleri bekâr, on iki
öğretmen çalışıyordu, askere alınıp ayrıldığı köyde. Mü-
dür lojmanı hariç hiç birinin başlarını sokabilecekleri doğ-
ru dürüst bir barınak bile yoktu. Tuvaleti, banyosu ev
sahibiyle müşterek, mutfağı aynı olan, ev demeye bin ta-
nık isteyen odalarda ikişer üçer kalıyorlardı. Bir biçimde
yemek işini çözüyorlardı, ancak çamaşır yıkamakta bü-
yük sıkıntı çekiyorlardı. Afyon, kendi memleketiydi, bir
yolunu bulur çamaşırı anasına götürebilirdi.
Her genç erkeğin elini kolunu bağlayan bir sorundu
askerlik. „Çok şükür, bunu da atlattık.‟ Liseye başlarken
yedek subay olacağını düşlediğini anımsadı. Altan da
benzer nedenlerle farkları vermiş...
Son sınıfın ikinci yarısına doğru elinden alınmıştı liseli-
lerin hayallerindeki subaylık. Bir fakülteyi kazanıp kaza-
namayacağını kestiremediği için sınava da başvurmamış-
tı. „Öğretmenlerin kısa bir eğitim gördükten sonra okulla-
ra atandığını ve burada çalışarak tezkere aldıklarını‟
222 Elveda Deli Söğüt Şaban Şimşek
73
duymuştu. „Aklımda öğretmenlik yoktu ama.‟ Sorup so-
ruşturmuş, çıkışını alır almaz öğretmen okulu fark sınav-
larına başvurmuş ve bilgisinin tazeliğinden olsa gerek,
güz döneminde bütün dersleri vererek diplomasını almış-
tı.
Bir garip şans mıydı ya da kader miydi bu, pek kesti-
rememişti ve hemen ataması yapılmış, ikinci yılın sonun-
da da stajyerliği kalkar kalkamaz günü gelen askerliği
için şubeye gidip sülüsünü almış ve Denizli‟nin yolunu
tutmuştu.
Kırk beş gün sürmüştü temel eğitim. Ne de çabuk geç-
tiğini anımsarken, kaldığı yerden devam etmek için kitabı
aldı. Bu kez on sayfa kadar ilerleyebildi. Aslında biraz
daha dayanabilirdi gözleri, ancak bu döneme ilişkin ya-
şadıkları aklına geldikçe okuduklarını anlaması olanak-
sızdı artık.
Gözlerinin önüne dağıtım günü gelip oturdu bu kez.
Günlerden Salı‟ydı ve hiç unutmayacaktı o günü. Öğlen
olduğu halde hiçbir haber yoktu dağıtımdan. „Askerlik
bu, olası ertelenmiş olmalı‟ diye düşünmüş ya da böyle
yorumlamışlardı özgürlüğü heyecanla bekleyen er öğ-
retmenler. Bölük komutanı coğrafya öğretmeniydi. Önce-
den duyurulmuş olduğu halde oluşmaya başlayan belir-
sizliği, üstleriyle görüşerek çözmüş ve dörde doğru dile-
yen öğretmenin birliğinden ayrılabileceği duyurulmuştu.
Askerlik zorunlu bir görevdi elbet, ancak baştan sona bü-
Şaban Şimşek 222 Elveda Deli Söğüt
74
yük bir kısıtlılıktı aynı zamanda. Öğretmen bölüğünü bir
telaştır sarıvermişti. Bir yandan yazıcıya ya da sivil eşya-
sını alabilmek için depolara koşulmuş ve bir yandan da
vedalaşmalar başlamıştı.
Yazıcıdan becayişin kabul edildiğini öğrenir öğrenmez
dağıtım belgelerini alıp depoya gitmişti.
Eğitim üniformaları teslim edilmiş ve siviller giyilmişti.
Depo çavuşuna „hayırlı tezkereler‟ dilenmiş ve gruplar
halinde nizamiyeye akmaya başlamışlardı er öğretmenler.
O günü şimdi de birebir yaşıyordu neredeyse Necati.
Denizli‟nin bütün taksileri gelip kapıda sıraya girmişti
olası. Birini çevirip, garaja yakın bir otele yerleşmişlerdi.
Ayın ortasıydı ve hemen göreve başlasalar aybaşına
değin maaş almaları da olanaksızdı. Fark ders mezuniyet
töreninde eğitim şefinin „ısrarla uymaları gerektiğini‟ söy-
lediği „ilk özlük haklarından‟ biriydi bu kural. Doğru olan
mehil hakkını kullanıp ayın sonuna doğru işbaşı yapmak-
tı, ancak böyle bir hakkın olup olmayacağını da pek bile-
miyorlardı. Yarın ilk işleri, gidip milli eğitime sormak
olacaktı. Bir süre salonda oturmuşlar ve erkenden yatmış-
lardı.
Bir süre uyku tutmadığını anımsadı Necati. „İnsan‟
demişti içinden, „eşdeğer bir okuldan çıkışlı olsa bile ye-
terli meslek bilgisi olmadan pek faydalı olamıyor.‟ Mesle-
ki bilginin uygulamaya konması sırasında yapılacak hata-
222 Elveda Deli Söğüt Şaban Şimşek
75
lar göreceliydi ve onarılması anında olasıydı. Oysa oku-
ma yazma, sınama yanılma ile kavratılabilecek bir olgu,
bir süreç değildi ki. Kaybedilen zaman ve telafisi olanak-
sız ya da çok zor olumsuzluklar da işin cabasıydı. „Mes-
lekten öğretmenle yedek subay öğretmen arasındaki fark
buydu işte‟ Necati‟ye göre.
Isparta‟da üçüncü sınıf verilmişti kendisine ve bir ön-
ceki yedek subay öğretmen çocukların anca yarısına
okuma yazma öğretebilmişti. Olası öğretmensiz okul
kalmasın diye bulunan bu çözüm Necati‟nin genellemesi-
ne göre hiç de iyi sonuçlar vermemişti. „Galiba tartışılabi-
lecek yanları da olsa er öğretmenlik iyi bir model.‟ Şu bi-
tirme gününde eğitim şefinin,„Köy Enstitüleri‟nin kapa-
tılmasıyla milletin sırtına büyük bir kambur yüklenmiştir‟
sözüydü aklında kalanlardan biri de. O zaman pek önem-
semediği bu cümlenin „ne büyük bir gerçeğe parmak bas-
tığını‟ şimdi daha iyi anlıyordu Necati.
„Komutla yatıp kalkmak‟ kolay unutulacak bir alışkan-
lık değildi. Öğlene kadar yatmaya karar verdikleri halde
erkenden uyanmışlar ve bir daha uyku tutmadığı için
kalkmışlardı. Her erkeğin anlatacağı farklı farklı askerlik
anıları vardır, ama komutsuz uyanışları „anıların baş çe-
keni‟ olacaktı şüphesiz Necati için. Kahvaltının ardından
doğruca Milli Eğitim Müdürlüğü‟ne gitmişler, yönlendi-
rildikleri sorumlu müdür yardımcısı, savunma bakanlı-
ğınca yapılan bu işlemin bir tür „yer değiştirme‟ olduğu-
nu ve bunun da bir süresi olabileceğini söylemişti. O za-
Şaban Şimşek 222 Elveda Deli Söğüt
76
mana kadar atama yerleri de belli olabilirmiş olası. Bu
surumda ay sonuna doğru işe başlayabilirlermiş...
Oradan garaja geçtiler ve üç otobüsüne bilet aldılar: Al-
tıya doğru Afyon‟a ulaşırlarmış...
Altan, “Of be!” demişti, “Sanki soran var.”
Gülüverdiğini anımsadı Necati, “Ee...” demişti, “Kim
bilir, günde kaç kişi varış saatini de soruyordur. Bize de
peşinen yanıt vermiş oluyor herhalde.”
Çarşıya inmişler ve bir süre gezinmişlerdi. Önlerine çı-
kıveren bir çay bahçesine geçip öğlene değin oturmuşlar,
yemekten sonra da bir kahve bulup iki el tavla atmışlardı.
Otelden bavullarını alıp garaja geldiklerinde otobüs
kalkmak üzereydi. Çabucak yerlerine geçmişler ve aynı
anda otobüs de hareket etmişti.
Neden her şeyi ayrıntılarına varıncaya kadar anımsı-
yordu? Bu soruya her hangi bir yanıtı yoktu Necati‟nin.
Yol boyu susup kalışları, ancak muavinin Dinar‟a girer-
ken radyoyu açışı o an gibi gözlerinin önündeydi. Güzel
sesli bir kadın şarkılar söylüyordu. Hepsi bilinen parça-
lardı, ama sunumu yapılan son şarkı yeni bir besteymiş...
Şarkının girişi oldukça oynaktı ve şakrak bir tınısı var-
dı. Altan‟ın içi depreşivermişti yine ve şarkıcı kadın, “Rü-
ya gibi her hatıra...” diye inlemeye başlamıştı ona inat.
222 Elveda Deli Söğüt Şaban Şimşek
77
Doğruydu, „askerlik rüya gibi başlayıp bitivermişti iş-
te!‟ Dayanamayıp dürtmüştü koltuğunu Altan ve “Necati
dinle!” demişti, “Çok hoş bir şarkı bu yahu!”
Kendisinin de kulakları radyoda, “Ya...” demişti, “Ger-
çekten de öyle be!”
Annesinin sesiyle anılarından dönüverdi Necati. Belli
ki okumayı sürdüremeyecekti. Başlarken son sayfa ile
arka kapak arasına koyduğu kâğıdı kaldığı yere yerleştir-
di. “Çay demledim yavrum. Haberin olsun dedim de…”
„Çay‟ sözcüğü, hiç yeri değilken Altan‟ı çağrıştırdı, da-
hası göreve başlamaktan çok nereye atandıklarını öğren-
mek için birlikte milli eğitime gittikleri günü de. Rastlantı
mı, yazgı mı, her neyse, askerlikte olduğu gibi birlikte
aynı köye tayin edilmişlerdi Altan‟la.
Şimdi daha iyi anımsıyordu, Afyon‟a gidip gelirken
otobüslerin çokça yolcu indir bindir yaptığı Çobanlar du-
rağının tam karşısında bulunan, bozkıra doğru uzanıp
giden yolun ağzına dikili „yön gösterme tabelasında‟ adı-
nı gördüğü görev yeri Işıklar Köyü‟nü.
Şaban Şimşek 222 Elveda Deli Söğüt
78
Sekiz
Hayvanların sabahın erinde sulandığını ve ardından
yaylıma götürüldüğünü bilirdi Metin. Burada da kural
aynıydı. Havalar soğudukça ahıra mahkûm olmak da.
Her tür bakım Veli‟nin, inek sağımı da Zeynep Ana‟nın
işiydi. Asiye, Belgin‟e gidinceye değin annesine yardım
eder, Yakup‟a da anca ahır temizliği kalırdı.
Babasının sıkı sıkıya tembihlediği gibi iş bitimi çoğun-
lukla Metin‟e uğrar, bir isteğinin olup olmadığını sorardı.
O denli rahatsızdı ki Yakup‟un hizmet için kendisini
mecbur görmesinden. Kemik alımında zorlayarak kalma-
sını sağladığı bir lira olayı olası bir istisnaydı. Para verse
ya da bir armağan, er geç babası duyar, çocuğa eziyet
ederdi. „İncitmeden reddetmeyi‟ düşündü, ancak bastıran
babasıyla geleneklerin oğlanı yaralayacağını biliyordu
Metin. Buna gücenecek Kır Veli‟yi de eklemek gerekirdi
olası. Umarsız, „hiçbir şey buyurmamaya, ne yaparsa yal-
nızca teşekkür etmekle yetinmeye‟ karar verdi. „Öf‟ dedi
içinden, „işte bugün de geldi.‟ Yakup, bir süre sessiz kalan
222 Elveda Deli Söğüt Şaban Şimşek
79
Metin‟e baktı, boş kovaları görünce çeşmeden doldurup
geldi ve beklemeden gitti.
Metin, varıp gazocağını yaktı, çayı demledi. Belgin‟in
köftelerinden birkaçının kaldığını anımsadı. “Eh!” diye
mırıldandı, “Kahvaltıda da gider sanırım.”
Bir parça hamısızın arasını açıp köfteleri yerleştirdi ve
gülümsedi. „Bizim sıkmaya benzemez ama‟ diye içinden
geçirdi, „olsun.‟
Gecenin aklından çıkmayan hayaliyle mutlu, usuna
vurdukça da tedirgindi Metin. İnsan gönülle aklı arasında
gider gelirdi, ama fikir bir adım önde olmalıydı. „Ancak‟
dedi içindeki bene, „birbiriyle yarışacak yerde başa baş
kılabilsem iki olguyu, düğün bayram yapacağım.‟
Diğer sabahlardan farklı olarak, bu kez çayını su bar-
dağına koydu. Olası sevi kokan köfteli ekmeği ısırıp çayı
yudumlayarak kahvaltısını bitirdi.
Onun teklifsiz atağı karşısında ne kadar başı döndüy-
se, bir o kadar da kendisini borçlu hissediyordu Metin.
„Takanaklı olmak‟ ödünç almaya benziyordu kanısına
göre. Kaldı ki borcun zamanında ödenmesi çok önemliy-
di. İlişkinin başladığı günden bu yana Metin‟i düşündü-
ren, ikircikli kılan buydu aslında.
Olası yemek boşları da bu kurala girerdi. Asiye‟yi ak-
şamdan uyardığını anımsayınca gülümsedi. Gidip çay-
Şaban Şimşek 222 Elveda Deli Söğüt
80
danlığı, bardağı ve kapları yıkadı. Siniyi, kızın gelip ala-
cağı yere bıraktı.
Taşucu‟nda eylül ile yaz arasında pek fark olmazdı,
oysa Afyon‟un sabahları oldukça serindi. Bir yeleği ola-
caktı, bulup giydi ve sokağa indi.
Yaşlı kadının erkenden çeşmeye gidip gelmesine bakı-
lırsa, Gürkan da kalkmış olmalıydı. Saatin on civarında
olabileceğini düşündü, ancak bakıp emin olunca, lojma-
nın dış kapısını itip avluya girdi.
Derslik, işlik ve öğretmen evinden oluşan kırklı yılların
üçlü tasarı yerine tek derslik ve öğretmen evi olarak kuru-
lan ellili yıllara özgü bir taş binaydı bu, Taşucu‟ndaki me-
zun olduğu okulu az buçuk andıran. Çok yönlü eğitim
merkezleri olan bu yapılar, genellikle köyün orta yerine
kurulur, taş duvarları ve kiremit çatılarıyla ilgi çekerdi.
Kapıyı çaldı.
İki soluk sonra, kanadın birisi gıcırtıyla açıldı. Uzun
boylu, siyah saçlı genç bir erkek çıktı: “Efendim.”
Metin, elini uzatıp, “Ben Öğretmen Metin.” dedi, “Hoş
geldiniz.”
Genç, güleç yüzle elini uzattı, “Ben Gürkan.” dedi, ho-
lü gösterdi, “Buyurun Metin Bey.”
Karşıda kocaman bir kapı daha vardı, olası dersliğe
açılan. Soldaki oda ise belli ki mutfaktı ve sağda da hem
222 Elveda Deli Söğüt Şaban Şimşek
81
yatak odası, hem de salon olabilen bölüm. Bu eski lojman,
Metin‟in haneyinin bir benzeriydi neredeyse. Pencere
önüne ve yan köşeye birer tahta kanepe konmuştu. Ölü
duvarın birinin önüne, olası bire bir kare masa ve diğeri-
ne de yatak yükü dizilmişti.
Pencere önüne oturdular ve hal hatır ettiler.
„Bakışlarının güven verdiğini‟ düşünen Metin, artık
zamanla huyunu suyunu da öğrenecekti Gürkan‟ın. Başı-
nı çevirip kendi evine bakınca camın ayna yapması ya-
nında kolayca dikizlenebilecek bir açıdaydı penceresi. Bu
durumda, Belgin‟le ilişkilerini ilk fark edecek kişi olası
Gürkan olacaktı.
Aynı anda yaşlı kadın geldi ve belli belirsiz gülümse-
yerek Metin‟in bir adım önünde durdu, “Hoş geldin
oğul.”
„Kalıcı dostlukların tanışma sırasında oluşan ilk izle-
nimle oluşmaya başladığını, bunda gelenek ve görgüye
uyumun da önem taşıdığını‟ düşünen Metin, kalktı ve
kadının elini öptü. “Hoş bulduk efendim.”
Gözlerinde, sevecen bir ışıltı beliren kadın, “El öpenin
bol olsun!” dedi.
“Sağ olun.”
Metin, yerine geçti ve kadın da gelip yanına kuruldu.
Dönüp adını ve nereli olduğunu, ana babasının yaşayıp
yaşamadığını sordu. Metin‟in kardeş sayısını da öğren-
Şaban Şimşek 222 Elveda Deli Söğüt
82
dikten sonra, kendilerinin Tokat‟ın köylüğünden oldukla-
rını, kocasının beş yıl önce öldüğünü, üç oğlundan Al-
tan‟ın Ankara‟da bakkal açtığını, ama öteki öğretmen oğ-
lu Serkan‟ın da Zonguldak‟a tayin edildiğini anlattı. Bir-
den doluktu, “Ah oğlum ah! Sultan Ana‟nda işte bu gur-
bete yar oldu.” dedi ve sustu.
Annesinin Işıklar‟ı gurbet görüp yaptığı sitem aslında
kendisine değil feleğeydi olası. Gürkan, „sıranın kendisine
geldiğini‟ imler gibi, “Sanırım” dedi, “yeni mezunsunuz
Metin Bey?”
“Öyle, haziran...”
Davranışları baştan sona doğaldı Metin‟in ve bu da
güven veriyordu Gürkan‟a. “Ben bitirmelerde tek dersten
taktım da... Eylülde mezun oldum, ama anca şubat ayın-
da atamam yapıldı.”
“Evet.”
„Bundan sonra kendisine fırsat verilmeyeceğini‟ düşü-
nen Sultan Ana, kalkıp mutfağa geçti.
Metin, çok öğretmenli okullarda kıdemli ya da erken
atanan kişiye müdür yetkisi verildiğini duymuştu stajda-
ki öğretmenlerden. İçinden, “Demek ki” diye geçirdi,
“Gürkan‟ın müdürlüğü de böyle bir şey.”
Gürkan, “Metin Bey” dedi, “İlköğretim‟den, bir kadın
öğretmen atandığını söylediler. Gelmiş, Ağa da evine yer-
leştirmiş. Tanışmış olmalısınız?”
222 Elveda Deli Söğüt Şaban Şimşek
83
Metin, „evet‟ anlamında başını salladı.
“Ee... Nasıl biri?”
Yüreği atmaya başladı. Olası gıyabında bir şeyler
duymuştu Gürkan ya da öyle olacağını var saydı Metin.
Daha, hemen sevgili olduklarını diyemezdi elbet. “Bile-
mem... Nasıl olsa bugün yarın öğrenirsiniz.”
„Başkası hakkında ileri geri konuşmayı sevmiyor galiba
Metin.‟ Onu onaylamaktan başka çaresi yoktu artık, “Öy-
le ya...”
Konuyu Belgin‟den uzaklaşmak için “Ha...” dedi Me-
tin. “ Gürkan Bey, başka atama var mı?”
“Var, iki er öğretmen...”
Metin, „o da ne‟ der gibi Gürkan‟a baktı.
„Olayı duymadığına‟ hükmetti Gürkan, „yeni mezun
ama. Doğal.‟ Yüzüne ciddi bir tavır takındı, “Artık yedek
subaylık bizden alındı. Ya askeri okuma yazma okulla-
rında ya da milli eğitimde er öğretmen olarak çalışaca-
ğız.”
“Yedek subay öğretmenlik?”
“Terhis olanların yerine atama olmadığına göre yerini
er öğretmenlik almış olmalı.”
“Şu halde, kadro tamam gibi…”
“Sayılır, ancak artabilir de.”
Şaban Şimşek 222 Elveda Deli Söğüt
84
Bildiği, az biraz da tahmin edemediği şeyler dışında da
gelişmeler vardı olası Metin‟in. “Ya.”
“Kadastro gelecekti?”
“Gelmişler... Bildiğiniz gibi.”
“Başka?”
Sorumluluğu bir an önce üstünden atmalıydı. “Ha...”
dedi, “Diplomalar okulda. İlköğretim‟den Hasan Bey da-
ğıtmamı istedi, ancak sizi bekledim.”
Bu, güzel bir çalımdı ve aynı zamanda edinmeye baş-
ladığı güvenin de değişik bir göstereniydi, “Teşekkür
ederim Metin Bey!”
Metin, “Anahtarın tapucularda olmasını pek anlaya-
madım ama…” dedi, Gürkan‟a nedenini soran bakışlarıy-
la da. “Evrakları yönetim odasına bıraktım.”
Kadastro memurlarının evrak güvenliğinden bihaber
oldukları düşünülemezdi. Buradan çıkışla diplomalara
„bir hal gelmediğinden‟ emindi Gürkan, ancak yedek
anahtarın ellerinde olması da çok garipti. „Muhtar, böyle
bir yanlış yapmazdı ama.‟ Yine de hoşnuttu, “Tekrar te-
şekkür...”
Hem „hoş geldin‟ görevini, hem de „rahatsız olduğu şe-
yi‟ çözdüğünü düşünen Metin, gitmek için yekindi: “İz-
ninizle…”
222 Elveda Deli Söğüt Şaban Şimşek
85
İçinden geliveren bir itiyle, “Ben, okula uğrayacağım.”
dedi Gürkan, “İsterseniz birlikte gidelim.”
Gürkan‟ın tek başına yapabileceği okul ziyaretine ken-
disini de çağırması ilginçti. İşi gücü yoktu Metin‟in ve
olası Belgin‟le de karşılaşabilirlerdi orada. “Tamam,
olur.”
Kalktılar.
Eşiğe döndükleri sırada Gürkan, mutfağa doğru ses-
lendi: “Biz çıkıyoruz ana.”
“Amma Gürkan‟ım... Kahve yapacaktım.”
Gürkan‟ın „kahve sunum kılgısını‟ unuttuğuna hük-
metti Metin. Ondan önce atıldı: “Sağ olun, içmiş sayın
ana.”
Pek belli etmese de az buçuk utanan Gürkan durdu,
eliyle çıktıkları salon kapısını gösterip “Ama hocam...”
dedi.
“Dedim ya Gürkan Bey, içmiş sayın lütfen!”
“Ama... Borcum olsun.”
Öyle içten davranıyordu ki Gürkan. Kararlılığı karşı-
sında „reddeden sanacağı‟ kaygısıyla bir an geriye dönüp
dönmemekte ikircikli kalan Metin, gördüğü „durumu ka-
bul etme‟ haline hafifçe gülümsedi: “Tamam.”
Çıktılar ve doğruca bakkalın önüne geldiler. Ayakta,
Raşit‟le birkaç dakika söyleştiler.
Şaban Şimşek 222 Elveda Deli Söğüt
86
Bir an, Belgin‟i çağırmayı düşünen Metin, fazla ilgi
göstermekle ilişkilerinin anlaşılacağı yargısıyla bundan
vazgeçti. „Daha çok erkendi ve bir süre her şey gizli kal-
malıydı.‟ Kaldı ki şu anda Belgin tarafından adım adım
izlendiğinden emindi. Fırsat buldukça, „neden çağırılma-
dığını anıştırıp duracağını‟ da iyi biliyordu; „ama olsun,
akla uygun bir yanıt bulurum o zaman nasıl olsa.‟
Yol boyu yaz tatilinden, Afyon‟un eylül serinliğinden,
köyün bozkırın ortasında yapa yalnız kalışından söz ede-
rek okula vardılar.
Avluya gelince Gürkan, “Okul iyi de” dedi “su sıkın-
tımız var.”
“Yani?”
“Aslında çeşme teknesinden okul tuvalet deposuna bir
hat döşenmiş. Çalışıyor olmalı. Sözün kısası, çeşme anca
köye yetiyor. Yani kullanma suyumuz var, ama içme su-
yumuz yok.”
“Buna muhtar ne diyor?”
“Şimdilik başka yapacak bir şey yokmuş. Eğer köye ek
su getirtebilirse okula da bağlanacakmış.”
Makam odası, giriş kapısının karşısındaydı. Metin,
Müşfik‟ten alıp gelmeyi düşünürken, Gürkan, elini cebine
sokup bir tomar anahtar çıkardı, biriyle kilidi açtı ve oda-
ya girdiler.
222 Elveda Deli Söğüt Şaban Şimşek
87
Metin‟in diplomaları koyarken gördüğü gibi pencere
önüne dikdörtgen bir masa ve arkasına kanatlı bir koltuk
konmuştu, kör duvarla oluşan köşeye de tek kanatlı metal
bir dolap. Masanın önünde küçük bir sehpa ile iki yanın-
da birer sandalye vardı. Karşı duvarda ise kocaman çer-
çeveli, kalpaklı bir Atatürk resmi asılıydı.
Gürkan, orta çekmeceden bir bez aldı.
Metin, “Bezi lütfen bana verin de” dedi, “ıslatayım.”
Gürkan, ikircikli: “Ama...”
“Ne olacak ben yapsam?”
“Tamam. Öyle olsun.”
Kadastrocuların dinlenme yerinde toz bezini ıslatıp ge-
len Metin, Gürkan‟ın karşı koymasına aldırmadan koltu-
ğu, sandalyeleri ve sehpayı sildi. Yıkamak için kapıya
döndüğü anda Belgin‟le burun buruna geliverdiler ve iki
soluk bakıştılar.
Belgin, yine aygın baygın gülümsedi: “Günaydın.”
Gürkan, „kadasrocu musun sen‟ der gibi Belgin‟e baktı,
bir yandan „arazide kadın çalıştırılmadığını‟ da düşünür-
ken, ancak soran gözleri Metin‟de, “Günaydın.” dedi.
Metin, atıldı: “Gürkan Bey, bu Belgin Hanım.”
Bu kez, „kim bu kadın‟ der gibi bir Metin‟e bir Belgin‟e
bakakaldı Gürkan.
Şaban Şimşek 222 Elveda Deli Söğüt
88
Kendini „dut yutmuş bülbüle‟ benzeten ve aynı anda
neden nutkunun tutulduğunu bir türlü çözemeyen Metin,
“Hoca Hanım...” diyebildi.
„Boy pos yerinde, güzel bir kadın‟ diye içinden geçirir-
ken şaşkınlığını da atan Gürkan, “Ha!” dedi ve Belgin‟e
elini uzattı: “Hoş geldiniz.”
Belgin, „güzel çocuk‟ dedi içindeki bene, „ama Metin‟im
daha yakışıklı.‟ Hafiften kıkırdadı, “Teşekkürler. Siz de
hoş geldiniz.”
Gürkan, Belgin‟e sandalyenin birini gösterdi: “Buyu-
run hocanım.”
Oturdular.
Bu arada Metin de kirli bezi yıkayıp geldi, pencerenin
açma koluna astı ve Belgin‟in karşısına geçti.
Köyden, memleketten ve yolculuktan söz açıldı. Gür-
kan‟a göre uzun çeken yollar çok sıkıcı oluyormuş...
Kahveye gidip Ali Kemal‟le tanıştığını ve Eski Cami
imamıyla görüştüğünü anlatan Metin, birkaç gün içinde
Yeni Cami‟ye de uğramayı düşünüyormuş...
Belgin, sorulmadığı halde geldiği yeri açıkladı, ancak
niçin Afyon‟u yeğlediğine hiç değinmedi. Sonra arkasına
yaslandı ve sustu.
222 Elveda Deli Söğüt Şaban Şimşek
89
Konu sırası kadastroculara gelince Gürkan kalktı, “Ba-
kalım” dedi, “okulu ne zaman boşaltacaklar, varıp bir
bakayım.”
Metin‟le Belgin‟i bağlamayan bir sorundu bu: Gürkan‟a
eşlik edip etmemeye karar vermek için bakıştılar, Belgin
sağ kaşını kaldırıp „olmazı‟ imledi, Metin de başını usulca
aşağı yukarı sallayarak kararı onadı.
Metin, oturduğu yerden, “Siz bilirsiniz Gürkan Bey.”
dedi.
Belgin de „siz bilirsiniz‟ imiyle dudaklarını büzdü ve
Gürkan‟a bakıp gülümsedi.
Gürkan çıkarken, Belgin de fırlayıp kapıyı örttü. Bir ça-
lımla atıldı ve Metin‟e sarıldı. İki soluk öpüştüler. Metin,
bir kararla geriye çekildi ve kapıyı açtı.
Belgin, nefes nefese: “Ama neden?”
Gözleri kaygıyla parlayan Metin, “Nedeni var mı Bel-
gin!” dedi, “Ya Gürkan geliverirse...”
Yükselen özgüveniyle başını kaldıran Belgin, “Olsun.”
dedi ve bir yandan da Gürkan‟ın yüzünün alacağı biçimi
düşünürken kıs kıs güldü.
“Ama daha değil, bence...”
Metin‟in sözü fazla keskin olmasa da bir kırbaç etkisi
yaptı Belgin‟de. Hiç hesapta yokken kısa sürede elde etti-
ği mutluluğu bir anda kaybetme riski de vardı yıldırım
Şaban Şimşek 222 Elveda Deli Söğüt
90
hızıyla gelişen ilişkilerinde. Daha dikkatli olmalı ve tez
elden Metin‟i incitmemenin yollarını da bulmalıydı.
Sustular ve on dakika kadar birbirilerine bakışıp dur-
dular.
Metin, bacaklarını kırarak geri çekti ve ayaklarını san-
dalyenin altında doğru salıverdi. Belgin‟in gözleri parıl
parıldı. Olası, çok mutluydu. Oysa daha yanıtlanması ge-
reken pek çok soru vardı, örneğin içini bulandırıp duran,
Müşfik‟le ilgisini aniden kesivermesine benzer şeyler…
Belgin ise, bir daha arkasına yaslandı ve bakışlarını
Metin‟den kaydırıp karşıdaki bir noktaya gözlerini dikti.
Artık bundan sonra yaşamını dolduracak erkek yalnızca
Metin‟di ve ondan başka hiçbir kimseye de katlanamazdı.
Emindi bundan. Yargısına son biçimini verdi ve kendin-
den hoşnut, dolu dolu gülümsedi.
Tam o sırada, Gürkan da içeriye girdi.
Metin, Gürkan‟ın yüzünde küçük bir sıkıntı görür gibi
oldu: “Hayrola Gürkan Bey?”
Ne Gürkan‟ın gelişi, ne de asılıvermiş yüzü Belgin‟in
umurunda değildi ya da hâlâ kendi dünyasında gezini-
yordu.
Gürkan, “Aslında” dedi, “okulun açıldığı gün kadast-
rocuların derslikleri boşaltmaları gerek.”
“Tamam da... Sorun ne?”
222 Elveda Deli Söğüt Şaban Şimşek
91
“Görüştüğüm kişi, „belli olmaz‟ diyor...”
“Ee?”
“Bir şey demedim, ama canım da sıkıldı.”
“Muhtarla görüşsek?”
Gürkan, “İyi fikir bu!” dedi, sağ eliyle bir „boş ver‟ gös-
tereni yaptı ve hafifçe gülümsedi: “Yarın ziyaret edelim.”
Belgin, muhtar sözünü duyunca düşlemlerinden sıy-
rıldı, Metin‟e „ben de mi‟ diye baktı.
Bir yandan az önceki sözünden ötürü kırgın olup ol-
madığına emin olamadığı Belgin‟e, „sen bilirsin‟ imi veren
Metin, diğer yandan Gürkan‟a, “Olur...” dedi, “Gidelim.”
Şaban Şimşek 222 Elveda Deli Söğüt
92
Dokuz
Altan, erkenden yola çıktı, Eskişehir otobüsüne binip
eski Bolvadin durağında indi. Necati‟nin verdiği tanıma
göre, meşe ağacını sağına alarak yürüyecek ve önüne çı-
kan ilk sokağa dönecekti, öyle de yaptı. On beşinci yapıyı
buldu. Çift kanatlı kapının göz dengine ayarlı el biçimli
tokmağını tuttu, pirinç çanağa birkaç kez indirdi ve bek-
ledi.
Bir kadın, “Kim o?” diye bağırdı.
Altan, sese doğru başını kaldırdı: Yaşlı ve ak yaşmaklı
bir kadın pencereden sarkmış kendisine bakıyordu. İçin-
den, „annesi olmalı‟ diye geçirdi: “Necati Bey‟i aramıştım
da.”
“Hı?”
“Ben Altan, asker arkadaşı...”
“Temam... Bi dakka.”
Sokağın sonuydu burası. Üç evden sonra tarlalar başlı-
yordu, sınırlarını kavakların ya da söğütlerin belirlediği.
222 Elveda Deli Söğüt Şaban Şimşek
93
Başını indirdi, karşı eve gözleri kayıverdiği sırada bir ka-
nadı açıldı kapının.
Genç bir adam çıktı: “Oo Altan! Demek sendin?”
“Ya, Necati!”
Necati, aralığı gösterip, “Hoş geldin...” dedi, “Geçse-
ne.”
Altan, “Hoş bulduk.” dedi ve yürüdü.
Evin taşlığı, orta boy bir oda kadar vardı. Sağda, kapı
kanadının önünü kapatan dingilli bir at arabası duruyor-
du. Sola ise birtakım tarım gereçleri konmuştu. Taşlık, üç
bir yanı odalarla çevrili büyükçe bir avluya açılıyordu.
Sokak cephesi iki kattı ve bir köy haneyi ile aynı özelli-
ği taşıyordu. Kör alına ise, boydan boya ahşap revaklı bir
hayat kondurulmuş ve çıkışa tahta bir merdiven dayan-
mıştı.
Necati önde, avluyu döndüler.
Korkuluğa tutuna tutuna basamakları tırmandılar. Ta-
raçaya açılan dört oda vardı. Koca kapının önüne gelince
durdular.
Burası, evin konuk odasıydı. Necati, kolu tutup itti,
“Buyurun.” dedi ve yana çekildi.
Solda, tam boy yüklükle bitişiğinde gusüllük; pencere
önünde boydan boya bir sedir uzanıyordu. Tabanı ise,
renk renk kilimlerle döşeliydi odanın.
Şaban Şimşek 222 Elveda Deli Söğüt
94
Geçip sedire oturdular, hoş beş edildi.
Odaya biri girdi, o pencereden seslenen kadın. Altan‟a,
“Hoş geldin yavrum.” dedi. Hal hatır sordu ve gitti.
Altan, baştan beri kıpırdanıp duruyordu. Birkaç soluk
sonra, dayanamadı, “Kalksak” dedi, “anca gider geliriz
tertip.”
Necati, “Ne bu ivedilik be Altan?” dedi ve gülümsedi:
“Kahvemizi içelim de...”
“Tamam da... Geç kalmıyor muyuz Necati?”
“Yok, daha değil!”
“Öf, bir kahve alacağım olsun gali!”
Necati, baktı ki olacağı yok, “Bir dakika, anneme deyip
geleyim.” dedi, kalktı ve çıktı. Hayatın birkaç tahtası gı-
cırdadı. Bir kapı açılıp kapandı.
Altan, „aslında benim buraya değil, onun Çay‟a gelme-
si gerekirdi‟ diye düşündü. „Amma da gamsız ha!‟
Necati, iki solukta geldi, “Haydi” dedi, “gidiyoruz.”
Birkaç dakikada ana yola vardılar.
Askerlikte de ara sıra paniklediğini görmüştü Altan‟ın.
Yine bu anı yaşıyordu. Sakinleştirmek için saate bakıp,
“Az sonra” dedi Necati, “otobüs gelir.”
Gözlerini açıp kapatan Altan, kararlı: “Akşama döne-
lim bari.”
222 Elveda Deli Söğüt Şaban Şimşek
95
“Eh! Yürüyüşümüze bağlı.”
Dağıtımdan evlerine dönerken atama yerini öğrenmek
ve göreve başlamak için Afyon‟da, Milli Eğitim Müdürlü-
ğü önünde buluşmaya sözleşmişlerdi Necati ile. Gelirken
gördükleri yola ilişkin bir kestirimi olduğu halde gene de
sordu: “Sence ne kadar?”
“Dört ya da haydi haydi, beş kilometre anca var.”
Altan, bir an, İlköğretim Müdür Yardımcısı‟nın, „muh-
tardan başlama ilmühaberi almalarını istediğini‟ anımsa-
dı. „Köye gitmeye vakitleri olmadığını‟ söyleyerek Hasan
Bey‟i zar zor ikna etmişlerdi. “Daha önce köyü görsek
miydi, bilmem ki...”
Necati, „Altan‟ın gönlü hoş olsun‟ diye başını öne arka-
ya sallarken, birden, “Hah!” dedi ve elini kaldırdı: “İşte,
otobüs geliyor.”
Otobüs yavaşladı ve önlerinde durdu. Ön camında An-
talya yazıyordu. Arka kapı açıldı ve muavin ünledi: “Ne-
reye?”
Necati atıldı: “İndir bindir yani... Çobanlar...”
“Tamam, atlayın.”
Bindiler ve otobüs yürüdü. Muavinin gösterdiği kol-
tuklara oturdular.
Ücretler ödendi.
Şaban Şimşek 222 Elveda Deli Söğüt
96
Şehirlerarası otobüsler, eğer doluysalar ya da bekleyen
biletli yolcuları yoksa garaja pek uğramazdı. Bu otobüs de
Bolvadin otogarını teğet geçti ve bir solukta Konya Afyon
asfaltına ulaştılar.
Çay‟ı dolandılar ve ovada ilerlemeye başladılar. Ço-
banlar yol kavşağı göründüğü an Necati kalkıp Altan‟a
„haydi‟ imi verdi ve muavine seslendi: “Bakar mısın?”
Oğlan, olduğu yerden bağırdı: “Evet?”
“Sağda...”
Muavin, “Kaptan” dedi, “Çobanlar.”
Otobüs, saniye saniye yavaşladı ve iğde ağacının
önünde duruverdi. İndiler ve karşıya geçtiler.
İşte, açık mavi zemin üzerine adı yazılı tabelanın gös-
terdiği Işıklar‟ın toprak yolu kuru otların arasında kıvrılıp
gidiyordu güney batıya doğru.
Altan, göğe bakıp gözlerini kıstı: “Pek sıcak değil bere-
ket versin.”
Bir adım önde giden Necati, „olsaydı paniklerdi garan-
ti‟ diye aklından geçirdi. Başını çevirip gülümsedi: “Öy-
le.”
Birkaç metre sonra yan yana yürümeye başladılar.
Uzun boylu ve ince yapılı olan Necati‟ye karşın, Altan
daha kısa ve az biraz tombulcaydı.
Bir söğüt öbeğini geçtiler ve köyün damları göründü.
222 Elveda Deli Söğüt Şaban Şimşek
97
Pek yorulmadığını hisseden Altan, “Yahu” dedi, “yo-
lun bu kadar kısa süreceğini sanmazdım!”
Sesine, Altan‟a nispet bir parça şaşırma tını da yükle-
yen Necati, “Uzun ya da kısa öğrendik gali.” dedi Necati.
Kolunu kaldırdı, saate baktı: “Yarım saat... Çok az mı ya-
ni?”
Altan, soluk soluğa yutkundu: “Belki değil de...”
“Ne ya?”
Aklı yolda değil kendi bedenindeydi Altan‟ın. “Biraz
kilo vermem lazım.”
“Ha!”
“Değil mi?”
“Askerlik yaradı ama sana!”
Altan, ağzını büzüp az biraz sitemle gülüverdi, “Ne
yaraması yahu!” dedi, “Hatırlasana... Ta başından beri
birazcık kilolu değil miydim ben?”
Necati, başını çevirip kırıttı, “Boş versene sen!”
Sağlarındaki bina Hasan Bey‟in tarifini yaptığı yere
benziyordu. Durup bir soluk baktılar. Altan, “Okul bu!”
diye küçük bir çığlık attı, ancak bir an kanısından şüphe-
lendi, “Ha? Değil mi Necati?”
Şaban Şimşek 222 Elveda Deli Söğüt
98
Necati duvarına, badanasına, penceresine, çerçevesine,
çatısına bakıp Altan‟ı onaylarken, „yepyeni bir yapı bu
yahu‟ diye düşündü. “Sanırım.”
Altan ise binaya gittiğini tahmin ettiği yola dönüp ye-
kindi, „az buçuk yokuş ama‟ derken içinden. “Gidip bir
görsek mi tertip?”
„Daha kimse gemlememiştir, tersi olsa bile okulda ne
işleri olacak ki bu vakitte‟ diye kendi kendisine soran Ne-
cati, bir soluk dikelip başını kaldırdı. “Kapalıdır be!”
“Olsun...”
“Dediğin dedik, yani?”
“Tamam, vazgeçtim.”
Bir parça alıngan olan Altan‟ı idare etmenin çok basit
olduğunu bölükte tanıştıkları gün, akşamüzeri öğrenmişti
Necati, bir saniye sonra, “Dur be!” dedi, “Hemen bozul-
ma.”
“Ne?”
“Öyle ya! Haklı olabilirsin. Belki de birileri vardır...”
Yokuşu bir hamlede çıktılar ve avluya geldiler. Okul
kapısı sonuna değin açıktı. Altan, „ben demedim mi‟ imiy-
le Necati‟ye mavi mavi bakıp gülümsedi.
Eşiğe adımlarını attıkları anda Gürkan‟la burun buru-
na geliverdiler ve bir an birbirlerini süzdüler.
222 Elveda Deli Söğüt Şaban Şimşek
99
Okulda kadastro memurlarının varlığını bilmeyen Ne-
cati‟ye göre gencin öğretmen olması kuvvetle muhtemel-
di. “Selamünaleyküm.”
Genç adam elini uzattı, “Aleykümselâm.” dedi, “Hoş
geldiniz. Ben okul müdürü Gürkan...”
Durumu daha tam çözemeyen Altan, kendilerine aval
aval bakıyordu.
„Hasan‟ın sözünü ettiği müdür bu ha‟ diye içinden so-
ran Necati , “Memnun oldum.” dedi ve kendisini tanıttı.
Şaşkınlığını bir parça atlatan Altan, önce “Merhaba
Müdür Bey!” dedi ve sonra o da kendini tanıttı.
Böyle durumlarda „ta hayat bilgisi dersinde öğretilen‟
nezaket kuralları gereği „nasılsınız‟ sorusuyla başlayan
kılgısal bir hal hatır soruştan sonra yönetim odasına geçti-
ler.
Necati, “Müdür muavini Hasan Bey” dedi, “aybaşın-
dan önce, muhtardan ilmühaber almak için köye gelme-
mizi istemişti, olmadı ama bugüne nasipmiş.”
„Gelselerdi‟ diye düşündü Gürkan, „Belgin kesinkes
köydeydi ve olası Metin‟le de tanışırlardı.‟
Okulun açılmasına on beş gün vardı ve şimdilik „mev-
cutlu öğretmen‟ sayısı dörde çıkmıştı. Hasan Bey, adını
sanını unuttuğu bir kişinin daha atandığını söylemişti ve
o da bugün yarın gelirdi.
Şaban Şimşek 222 Elveda Deli Söğüt
100
Necati, “İlköğretim‟de” dedi, “Edirneli mi, Lüleburgaz-
lı mı ne, biriyle karşılaşmıştık, Balıkesir‟den dağıtım ol-
muş da.”
Gürkan, „bir er öğretmen daha‟ diye içinden geçirdi.
“Ya!”
Altan‟ı imleyip, “Ona, bizim köyü önermiştik. Sözünü
etiğiniz arkadaş bu olmasın Müdür Bey?”
“Bilmem, belki öyledir...”
Yine konu dışına kayan Altan, “Arkadaşlarla...” dedi,
“Tanışsak bari.”
“Metin, Afyon‟a gitti. Hoca Hanım da olası, evinde-
dir.”
İlgiyle doğrulan Necati, Altan‟a bakıp gülümsedi ve
ortaya, “Ya!” dedi, ardından da “Yerli mi?”
Necati‟nin hemşerilik kokan ilgisine bir anlam vereme-
yen Gürkan, “Değil” dedi, “Denizli‟den gelmiş, ama ne-
den sordunuz da?”
“Afyon‟dan kadın öğretmen pek çıkmaz da... Çıksa da
köylere atanacak değil ya.”
“Yani?”
“İlkokula bir diyeceğim yok, ancak liseye anca şehirli-
ler gidiyor.”
“İlçeler?”
222 Elveda Deli Söğüt Şaban Şimşek
101
“Genelde tümü… Böyle, ama Emirdağ ile Dinar biraz
farklı... Ha, bunlara Çay‟ı da katabiliriz.”
Gürkan, az biraz bir fikri olduğu halde sordu: “Neden
ki?”
Necati, “Mesela.” dedi, “bizim Bolvadin‟de kızlar yeni
yeni ortaokul mezunu olmaya başladılar...”
Altan, “Bizim Çay‟da” dedi, gözlerinde garip bir parıl-
tıyla, “ta ellili yıllardan beri kız sorunu yok. Amma liseyi
bitiren… Yani çok az yahu!”
Gürkan, „olası Anadolu‟nun yazgısı bu‟ diyecekken
aniden vazgeçti.
İçinde bir siteme benzer garip bir şeyler kıpırdayan
Necati atıldı: “Müdür Bey, ya sizin oralar?”
“İlköğretimde epeyce yol alındı, ama Tokat hâlâ sorun-
lu bir il sayılır...”
Altan, “Müdür Bey” dedi ve gülümsedi, “gelelim Işık-
lar‟a...”
Yüzüne ağırbaşlı bir anlatım katan Gürkan, “Beşinci
sınıfta dört” dedi, “ara sınıflarda da altı kız öğrencimiz
var.”
Altan, “Ya!” dedi ve şaşkın şaplak bakakaldılar.
“Ben şubatta geldim ve dördüncü sınıfı aldım, ama be-
şe geçirdiğim iki kızdan başka hiçbirini görmedim...”
Şaban Şimşek 222 Elveda Deli Söğüt
102
“Ötekiler devamsız... Yani?”
“Öyle.”
Altan, „çok geri bir köy yahu‟ diye düşündü. Necati de
içinden, „işimiz zor olacak galiba‟ diye geçirdi.
Gürkan, „bu sorunu çözeceğim‟ der gibi kendinden
emin, Altan‟la Necati‟ye bakıp anlamlı anlamlı gülümse-
di.
Saat on ikiye geliyordu.
Altan‟la Necati, geliş gidiş yapmak istemiyorlarmış.
Gürkan, ev sormak için onları aldı ve Kâmil Ağa‟ya gö-
türdü. Beğenirlerse, Kara Hüseyin‟in boş odaları varmış.
Öğlen namazı çıkışında adamı buldular. Birlikte gidip
odalara baktılar. Okula biraz uzaktı, ama olsun, oda başı-
na onar liraya anlaştılar.
Altan‟ı bir evecenlik sarıverdi yine ve ikide bir dön-
mekten söz etmeye başladı. Bir süre sonra, ona Necati de
katıldı.
Gürkan, yemeğe kalmalarını istediyse de onlar “Geç
oldu.” dediler, “Gidelim artık.”
Konukları okul önüne değin uğurlayan Gürkan, “Güle
güle.” dedi ve ekledi: “Lüleburgazlı gelsin ya da gelme-
sin, pazartesi günü Öğretmenler Kurulu‟nda bulunursa-
nız sevinirim.”
222 Elveda Deli Söğüt Şaban Şimşek
103
On
Muhtara haber gönderildi ve hemen yanıt geldi: Ak-
şama bekliyormuş…
„Önemli ilişkilerde ve uygulamalarda köy öğretmenle-
rinin toplu tavır göstermeleri‟ çok önemliydi Gürkan‟a
göre. Vardı, Belgin‟e „gidip gidemeyeceğini‟ sordu. Resmi
bir görüşme değildi bu ve onu, bir biçimde, zorlayamazdı
da.
Okulda birlikteyken isteksizmiş gibi görünmesine
rağmen aslında insan içine çıkmaktan korkmazdı Belgin.
Üstelik Gürkan‟ın kişisel olarak yapabileceği bir ziyarete
kendisinin de gelmesini istemesi çok hoştu. “Tabi ki geli-
rim.”
Anlamaya çalışıyordu Gürkan. Gönülsüz görünüp fır-
sat doğunca üstüne atılmak olası ilginç huylarından bi-
riydi Belgin‟in. “İyi. Çıkarken kapınızı çalarım.”
Şaban Şimşek 222 Elveda Deli Söğüt
104
Bir anda, Metin‟le bir arada bulunacak olmanın coşku-
suyla Belgin‟in gözleri parlamaya başladı. İçi dışı neşeyle
dolu, sırıtarak Gürkan‟a, “Size bir kahve yapsam?” dedi.
“Sağ olun Hoca Hanım! Başka zaman...”
“Ama...”
“Hoşça kalın.”
Belgin, „o kadar kararlı ki‟ dedi içinden, “Güle güle.”
Gürkan, Metin‟in kapısı önüne gelince durdu. Açık ol-
duğunu biliyordu, ancak Janson‟ın izin vermeyeceğini de.
Bir çakıl taşı alıp pencereye fırlatmak istediyse de vazgeç-
ti. Sesini yükseğe ayarladı: “Metin Bey!”
Janson, iki kere havladı ve sustu.
İki üç saniye sonra pencere açıldı. Metin, “Buyurun
Gürkan Bey.” dedi ve ekledi: “Bir dakika, geliyorum.”
“Yok yok. Gelme.”
“Ya... Hayrola?”
“Akşam yemeğinden sonra muhtardayız, haber vere-
yim dedim de...”
“Tamam.”
“Çıkarken seslenirim.”
“Oldu.”
222 Elveda Deli Söğüt Şaban Şimşek
105
Köyde eğitimin başarılı olabilmesi, az biraz muhtarın
da istekli olmasına bağlıydı. Bu konu kendisine aitti.
İmamlar, genelde okul işlerine pek karışmazlardı, ancak
yeri gelince etkin olabildikleri de bir gerçekti, bunu da
Metin‟in başarabileceğini düşünüyordu Gürkan.
„Tamam‟ dedi içinden, „güzel bir bina yapılmış ve olası,
uzun süre yetecek de.‟ Oysa eski okulda da çok şey yapı-
labilirdi. Başarı, binaya bağlı değildi aslında. Belli ki her
şey oluruna bırakmışlardı gelip giden öğretmenler. Kızla-
rın okula gitmesini ne önemseyen olmuş, ne de bir adım
çaba gösteren. „Esas olan kalıcı öğretmelik, ne yapsın ye-
dek subay, terhis olur olmaz çeker gider. Er öğretmenler
de böyle yapacaklardır olası, ama meslekten olmaları bi-
raz farklılık gösterecektir herhalde.‟
Gürkan‟ın „ilköğretim çağı çocuk sayımı‟ isteğine katıl-
dığını ve elinden geleni yapacağına söz vermişti Metin.
„Muhtarın tutumu ne, bir görelim bakalım‟ diye düşündü,
„ilmühaber için konuk olduğum gece epeyce sohbet etti-
ğimiz halde bu konuya hiç değinmemiştik.‟ Buradan bir iş
çıkmazsa Ali Kemal‟le birtakım şeyler başarabileceklerine
emindi Metin.
Şaban Şimşek 222 Elveda Deli Söğüt
106
Gürkan, akşam karanlığı indiği anda, gidip Belgin‟le
Metin‟i aldı ve elinde bir pilli fenerle yola çıktılar.
Muhtar konağı avlu kapısında bekleyen pala bıyıklı bir
erkek onları aldı ve konuk odasına götürdü. Bir lüks
asılmıştı tavana. Parlak ışığın etkisiyle bir an gözleri ka-
maştı. Olası muhtarın bulunduğu her gece yakılıyordu bu
lamba. Metin‟in çok iyi bildiği girişin karşısındaki duvar-
ların önüne L biçimli iki sedir konmuştu ve her sedire de
ikişer tane kilim desenli dokuma hasır yastık dayanmıştı.
Kanepeye geçip oturdular.
„Gine çok genç bu yılın örtmenleri de‟ diye aklından
geçiren adam, hoşbeşten sonra, “Siz ırahat olun.” dedi,
“Balı Ağa‟m az sona gelcek.”
Köye geldiği gün de buraya alınmıştı Belgin. „Ne garip
duygular içinde bir saat geçirdiğini‟ anımsadı. Olası, bir
şey değişmemişti, yine de odayı bir süre inceledi. Sonun-
da usandı ve dönüp Metin‟e gülümsedi.
Metin için de bu bildik odaya karşın oturdukları sedir
de yabancı değildi. O gece burada yatmıştı. Az biraz setti,
o kadar.
Göreve başladıktan birkaç gün sonra müdür yetkili ye-
dek subayla bir kez ziyaretine gitmişlerdi muhtarın; ta-
şındıkları yeni binanın eksik olan sıra, masa sandalye ve
diğer araç gereçleri tamamlatmak için. Bir iki haftada ih-
tiyaçların tümü karşılanmıştı. Muhtar, olağandan daha
222 Elveda Deli Söğüt Şaban Şimşek
107
ataktı. Ancak kız öğrenci sorunu hakkında nasıl bir tutum
takınacağını tam olarak bilmiyordu Gürkan. Az çok te-
dirgin ve oldukça düşünceli, bir yontu gibi oturuyordu
yerinde.
Pala bıyıklı adamın bekçi mi ya da özel hizmetli mi ol-
duğuna bir türlü karar veremedi Metin. Oda, aynı za-
manda yönetim merkezi olarak kullanıldığına göre ikisi
de mümkündü. Seçilmeden önce de kullanılıyor olmalıy-
dı burasını muhtar, tıpkı Kara Hüseyin‟in davet ettiği özel
ağırlama yerine benzer.
Pala bıyık, bir anda odadan çıktı ve döndü.
„Bir ışık parlıyor sanki bu Gürkan‟ın gözlerinde, öteki
Metin de ondan geriye kalmaz‟ diyen bir kanıya varmıştı
muhtar. Okulu eskisinden daha iyi bir düzene sokacakla-
rına inanmaya başlamıştı artık. Seçimlerde kendisini ya-
nına alıp bir süre dolaştıran Demirel‟den öğrendiklerini
anımsadıkça „ne aptalmışım meğer‟ derdi, „yepyeni bir
dünya varmış da göremeyip mayışıp kalmışız.‟ Okul ta-
mamdı, kurutulan aynazdan isteyene tarla tahsisi de. „Ge-
riye içme suyuyla taşkın galdı gari. Bi de belediye yaptım
mı iş tamam. İyi idare edebilirsem bu gençler çok ilazım
olacak bana çok.‟
Fazla bekletmek „kibirli olmaktı‟ olası. Koltuğun ağırlı-
ğını hissettirmeliydi ama önemsenmemeyi asla. Ailecek
sofraya oturmuştu ve anca hazırlanıyordu işte. Aynı av-
lunun sokağa bakan bölümüydü muhtar makamı. Ayak-
Şaban Şimşek 222 Elveda Deli Söğüt
108
kabılarını giydi ve iki adımda oda kapısına vardı. Selam
verdi konuklara, “Kusura bakmayın.”
Ayağa kalkıldı, el sıkışıldı; oturuldu, hal hatır edildi.
İlkin, şundan bundan konuşuldu.
Şimdiye kadar okula hiç kadın öğretmen atanmamıştı.
Halk, geleneksel üç etekli, tulumlu, önücekli, yaşmaklı ve
„erkeği baş eden‟ ancak yakınlarından başkasıyla konuş-
mayan kadın imgesinden başkasına pek ödün vermezdi.
Şehirli kılıklı ve serbest tavırlı öğretmen hanımın nasıl
karşılanacağını pek kestiremiyordu Balı. „Devletten ve
kendisinden çekinme‟ olmasa, hemen tepki gösterenler
çıkacaktı olası. Hasan Bey‟in ricası ve bu gerekçelerden
dolayı koruması gerektiği kanısına vardığı Belgin‟e “Hoce
Hanım” dedi, “bir sıkıntınız yohtur umarım.”
Bir gönderme miydi bu, ama pek bir şey çıkaramadı
Belgin, gözlerini muhtara dikti: “Yoo. Teşekkür ederim.”
Balı, hafifçe gülümsedi, “Eyi.”
Belgin, „ne iyisi be‟ der gibi, bir an süzdü muhtarı ve
hemen vazgeçti, başını eğdi, kollarını göğsü üstünde ka-
vuşturdu.
Söz döndü dolaştı, yeni binanın yapımına geldi. Eğer
Özel İdare‟ye kalınsaymış, daha birkaç yıl beklemek ge-
rekecekmiş, ancak muhtar bir yolunu bulmuş, Demi-
rel‟den söz almış da...
222 Elveda Deli Söğüt Şaban Şimşek
109
Gürkan, sözü evirip çevirmeden, kadastronun okulu
zamanında boşaltıp boşaltmayacağına getirdi.
„Az karşılaştık emme bu oğlenin en sevdiim yanı bu‟
diye düşündü muhtar, “Osa osa” dedi, “en geç hafta sonu
gidele. Merak etme sen. ”
Gürkan, “Ha muhtarım!” dedi, düşünüp durduğu asıl
soruna yanıt bulmak için. “Bildiğiniz gibi, gelecek hafta
başında ilköğretim çağı çocuk sayımına başlamak istiyo-
ruz...”
Metin, „demek‟ dedi içinden, „Gürkan‟ın muhtarla iyi
ilişkiler kurduğunu biliyordum, ama kız öğrenci sorunu-
nu görüştüklerini anlamamışım meğer.‟
Oysa Muhtar Balı, ta okul yapımı için söz alırken, kar-
şılığında Demirel‟e okkalı bir söz vermişti: Kendisi, Işıklar
Köyü muhtarı kaldıkça, burası kesinkes örnek köy olacak-
tı. Örnek köyde kızlar okurdu çünkü. Ancak bunu kim-
seyle paylaşmamıştı da. Yalnız, sözünü tutmak için eline
geçen her fırsatı adım adım değerlendirmeye kararlıydı.
Muhtar, Gürkan‟a gönülden gülümserken “Elbette gözel
bir şe...” dedi, “Size köyün ciciğini cücüğünü bilen bekçi
Pala Semih‟i vircem.”
“Sağ olun.”
„Pala Semih‟ diye düşündü Metin, olası kendilerini
karşılayan adam olmalıydı ve öyleyse Balı‟nın hizmetkârı
değil resmi görevli adam.
Şaban Şimşek 222 Elveda Deli Söğüt
110
“Pala, hemi yazım hemi de okulun temizlik işlerinde
görevlidir. Ha, yazım işine, Güllü Baki de Pala‟ylan
gelcek...”
Bu konuyu hiç görüşmemişlerdi, ancak yasadan ha-
berdar olduğu gibi tasarını da biliyor olmalıydı muhtar.
Birden belleğinde bir şimşek çaktı, İlköğretim Müdür
Yardımcısı Hasan Bey‟le işin inceliklerine kadar konuş-
tuklarını, ondan aldığı bir takım önerileri ve deneyimleri
not ettiğini anımsadı Gürkan. Belli ki muhtar, öğretim yılı
başında yapılacak işler hakkında ondan bir takım bilgiler
almıştı. “Sağ olun muhtarım.” dedi ve dönüp Metin‟e se-
vinçle gülümsedi.
Bu arada çay ağırlaması yapıldı ve Pala, işi bitince boş-
ları alıp çıktı.
Muhtar, yeniden binanın yapılış günlerine döndü. Eski
okulun ve derslik olarak kullanılan Kâmil Ağa‟nın kah-
vehane damının hiç de köye yakışmadığını söyledi, “An-
cak” dedi, “Ankara‟nın yollarını aşındırmaya da değdi.”
Belgin, burada nedense söze katılma gereği duydu:
“Elinize sağlık muhtarım.”
Kızın ses tonu, bir parça bulanık gibi geldi Metin‟e.
Dönüp şöyle bir baktı. „Doğal hali be!‟ diye düşündü,
“Baksana gözleri parıl parıl.”
Belgin‟e, gene olası iğneli bir bakış gönderen muhtar,
“Ee...” dedi, “Artık hoş gönülle çalışırsınız.”
222 Elveda Deli Söğüt Şaban Şimşek
111
Metin, içinden, „bir bildiği mi var muhtarın‟ diye ge-
çirdi. Daha fazlasına izin veremezdi, salt sözü değiştir-
mek için “Muhtarım” dedi, “köyün nüfusu üç binleri ge-
çiyordur, sanırım.”
Balı, belli belirsiz bir çalımla gülümsedi ve ustalıkla
konu değiştirmesine hayran, „vay be‟ diye baktı Metin‟e.
“Üç bin yüz altı.”
“E muhtarım, şu halde size reis deme zamanı gelmiş de
geçmiş bile.”
Balı, „içimden geçenleri, yaptığım planları biliyor mu
ne bu oğlan, sanmam ama‟ der gibi baktı Metin‟e. Olağan
bir şeymiş gibi kayıtsız, “O da olu işallah!” dedi.
“Bize düşen bir iş varsa...”
“Gün olur bunu da gonuşuruz.”
„Belli ki‟ diye aklından geçirdi Metin, „bizim Balı
Ağa‟nın belediye başkanı olası var. Bu konuyu Ali Ke-
mal‟le görüşmeliyim.‟
Gürkan, Belgin‟e gizli bir imlem gönderdi; ardından
dönüp Metin‟e de „haydi kalkalım‟ diye kaşlarını kaldırıp
indirdi. Sonra, doğrulup muhtara seslendi: “Bize izin ver-
seniz.”
“Estağfurullah!”
Belgin de kalkıp, “Her şeye teşekkür ederim muhta-
rım.” dedi.
Şaban Şimşek 222 Elveda Deli Söğüt
112
“Sözü mü olu Hoce Hanım!”
Metin, „ne imi bu gene‟ diye düşündü, ancak bu kez
muhtarın tavrını, „güngörmüş biri ama torlakça bir incelik
de olabilir bu‟ diye yordu ve elini uzattı: “Muhtarım, hoş-
ça kalın.”
Bir yerlerden çıkıveren Pala, Ağa‟nın dış kapıya değin
konuklarını uğurlayışını hayranlıkla izlemeye başladı.
222 Elveda Deli Söğüt Şaban Şimşek
113
On Bir
Bir pusula yazdı ve Yakup‟a verip Ali Kemal‟e gön-
derdi.
Partiye yakınlık duyan herkesle tanışmak hoş bir şeydi
elbet, ama Ali Kemal‟in Bocuk‟tan başkasını getirmesine
şimdilik gerek yoktu. Gazocağını yaktı ve üstüne çaydan-
lığı sürdü.
Tam bu sırada kapı tıklandı. Gidip baktı: Gelen Asi-
ye‟ydi.
Kız, gülümseyerek elindeki kâğıdı uzattı: “Abam gön-
derdi.”
Metin, “Ya.” dedi ve alıp baktı: Belgin, yine saat ona
doğru gelmek istiyordu. Asiye‟ye, “Bir dakika.” dedi ve
lambanın bulunduğu masaya geçti. Bir kalem alıp iletinin
altına, “Konuklarım gelecek, başka zamana sevgilim...”
yazdı. Döndü, kâğıdı kıza verdi ve uğurladı.
Kaynamaya başlayan çaydanlığı indirdi, demliğe bir-
kaç kaşık çay kattı ve su çekip yerine koydu.
Şaban Şimşek 222 Elveda Deli Söğüt
114
Dış kapı vuruldu ve Janson havlamaya başladı. Pence-
reyi açtı, “Ha, Ali Kemal” dedi, “geliyorum.”
İnip, köpeği tuttu ve konukları alıp getirdi.
Onlar somyada, kendisi ayakta, hoş beş ve hal hatır
edildi. Sonra masanın arkasına geçti ve konukları önüne
alıp oturdu.
Partiden ve il örgütünden söz ettiler. Ali Kemal, ya-
nında getirdiği Akşam Gazetesi‟nden Çetin Altan‟ın yazı-
sını okudu. Sonra milletvekillerinin çalışmalarına, düzeni
ve hükümeti ne denli eleştirdiklerine geçildi.
Metin, “Dün Afyon‟a indim ve elbette partiye de uğra-
dım.” dedi. “Başkan, partili yanımın köylüye belli edil-
memesi gerektiğinde ısrarlı... „Ali Kemal‟e selam söyle, o
da bu konuda özenli olsun‟ diyor.”
“Aleykümselâm.”
Merkezin verdiği bu karara pek anlam veremeyen Bo-
cuk Ali, başını iki yana salladı: “Neden ki?”
Olanca ciddiyetini yüklenen Ali Kemal, “Bilmez misin
Bocuk” dedi, “devlet memurları açık seçik siyaset yapa-
mazlar da ondan. Değilse, başlarına iş açılır. ”
Başka türlü açıklanamazdı herhalde durum. Metin,
“Ha, Ali Kemal!” dedi, “En kısa zamanda gidip başkanı
görmen gerekliymiş.”
222 Elveda Deli Söğüt Şaban Şimşek
115
„İsabet olmuş‟ diye düşündü Ali Kemal, “Yarın zaten
Afyon‟a gidecektim.”
Epeyden beri partiye uğramamıştı ve başkanın baba-
can anlatımını az biraz özlemişti de Bocuk, atıldı: “Bu se-
fer birlikte inelim.”
“Tamam.”
Metin, yutkundu ve sesine bir gerçeklik tını ekledi,
“Şimdi” dedi, “asıl konuya geçebiliriz.” Muhtarla görüş-
tüklerinden Ali Kemal‟in olası ki haberi vardı ve bir açık-
lama beklerdi.
Bocuk ise her şeyden habersiz ve ilgiyle gözlerini Me-
tin‟e dikmiş konuşmasını bekliyordu.
Metin, bir karar, söze başlamaktan vazgeçip kalktı: “Şu
çayı doldurayım da...”
„Misafirsek her şeyi Metin yapacak değil ya‟ dedi için-
deki bene Bocuk, gene atıldı, “Bir dakika. Bu iş benim.”
Gerçi, bardaklar ve şeker masada hazır duruyordu.
Şipşak doldurup dağıtan Bocuk, kendi bardağına bol şe-
ker katıp yerine geçti.
Elini çenesine götürüp üç beş saniye düşünen Metin,
“Muhtar” dedi, “bize yardımcı olmakta oldukça istekli.”
Olası, durumu „parti çalışmaları için bir kıyak‟ diye al-
gılayan Ali Kemal, şaşkınlıkla doğruldu: “Ne... Ne dedin
Metin?”
Şaban Şimşek 222 Elveda Deli Söğüt
116
Ali Kemal‟in şaşkınlığını anlayan, ancak yanlış anladığı
düşünen Metin, espriden hoşnut gülüverdi: “Kararlı, de-
sek daha doğru olur.”
Az geç kalan Bocuk, daha bir ilgiyle Metin‟e baktı:
“Ya!”
“Biliyorsunuz, köyümüzde kızlar okutulmuyor. Anla-
şılan böyle gelmiş, böyle gidiyor bu. Geleneklerin ya da
bir takım inançların da bunda payı olmalı. Kaldı ki aldı-
ğımız parti eğitimi, bize her konuda duyarlı olmayı öğüt-
ler. Diğer deyişle, kadın erkek, geleceği birlikte kuraca-
ğımıza göre...”
Muhtarın asla partili olamayacağı kanısına varan Ali
Kemal, desteğin Metin‟in sözleriyle bağlantılı olacağını
kavramaya başlayınca her sözcüğü başıyla bir bir onayla-
dı.
Bocuk‟un gözleri daha bir büyüdü: “Doğru be!”
“Gürkan müdür, geçen yıldan beri düşünmüş taşınmış,
bir çözüm yolu bulmuş. Bana da açtı, olur verdim. Salıya
çocuk sayımına başlayacağız. Aslına bakılırsa bu, bir yasa
buyruğu da.”
Merakı depreşen Bocuk, bir çırpıda soruverdi: “Hangi
yasa?”
“222.”
“Ne bu ya?”
222 Elveda Deli Söğüt Şaban Şimşek
117
“İlköğretim ve Eğitim Yasası.”
“Bu da Yirmi Yedi Mayıs işi, değil mi?”
Ali Kemal, “Ha, Bocuk” dedi, “elbet öyle... Tıpkı Ana-
yasa gibi...”
Metin, gülümseyerek ikisine birden baktı, “Bazen” de-
di, “öyle karmaşık görünüyor ki her şey... Birileri iyi kötü
giden bir şeyleri yakıp yıkıyor, her şey bir çırpıda kaybo-
lup gidiyor. Bakıyorsun, birileri de bu koşullardan, yapıp
edip, iyi bir şeyler çıkarmasını becerebiliyor. Ben ikincile-
re bayılırım. Örneğin, Menderes „Sovyetler Birliğine mey-
ledeceğim‟ deyince Nato işi ele alıyor ve albaylara ihtilal
yaptırıyor. Keser dönüyor sap dönüyor, onca olumsuzlu-
ğuna karşın, içinden adam gibi bir Anayasa ile 222 Sayılı
Yasa benzeri, bazı güzel şeyler de çıkıp geliyor... Aslında
bizim ereğimiz hiç de bunlar değil, biliyorsunuz, ancak
örgütlenmemizi kolaylaştırdığı için önemsiyoruz... Her
neyse, konumuza dönelim: Çocuk sayımında bize, yani
partinin köy birimine de görev düşmeli diyorum. Ne der-
siniz?”
Artık olaya hâkim olan Bocuk, içten bir atakla, “Biz de
yanınızda olsak?” dedi.
Ali Kemal, sağ yumruğunu çenesine koyarken baş-
parmağını açıp yanağına gömdü: “Bana kalırsa...” dedi,
“Bana kalırsa bu işten hoşlanmayanlar çıkacaktır. Biz...
Şaban Şimşek 222 Elveda Deli Söğüt
118
Biz de asıl, gidip bunları bulmalıyız. Bir biçimde ya ikna
etmeliyiz ya da sindirmeliyiz...”
Bir anda irkiliveren Metin, “İkna işine „tamam‟ derim
de” dedi, “şu sindirme... Sindirme işi pek aklıma yatmı-
yor be Ali Kemal!”
Oysa köylük yerde bazen iyi iş görürdü bu yöntem.
“Ya... Öyleyse, karşı çıkana bir şey...” Metin‟in gözerine
gözlerine gözlerini dikti, “Yapılacak bir şeyler yok mu hiç
be hocam?”
“Var aslında...”
“Nasıl yani?”
“İlköğretim Kurulu ceza kesebiliyor.”
“Ne?”
“Muhtarın başkanlığında okul müdürü ile bir aza bir
araya gelip de öyle...”
Ali Kemal gülüverdi, “Hah, işte şimdi oldu!” dedi, “Bi-
zim millet cezadan çok korkar, hatta ürker… Sindirme
işini onlar yapıversin gali.”
222 Elveda Deli Söğüt Şaban Şimşek
119
On İki
Necati‟yle Altan, öğlen otobüsüyle geldiler ve evlerine
yerleştiler.
Akşam otobüsünden bir genç indi. Muavine rica edip
yatak dengini, bavulu ve sandığı duvar dibine koydurdu.
Sonra, “Ha...” dedi, “Müdürün evini bir daha desene.”
Oğlan, sağ işaret parmağı ile eski okulu gösterip,
“Hah!” dedi, “İşte, şo çeşmenin arkasındaki gök gapının
olduğu yir!”
Gence eşyayı gösterip, “Bunlar burada birazcık kalsa”
dedi, “bir şey olur mu?”
Kapı önünde oturan yaşlıca adam, “Ben bakarım da...”
dedi, “Nitcen sen?”
“Okul müdürünü göreceğim.”
“Hadi gidive gali.”
“Sağ ol amca.”
Şaban Şimşek 222 Elveda Deli Söğüt
120
Çeşmeyi dolandı, avluyu geçti ve lojman kapısını tık-
lattı. İki soluk sonra çıkan Gürkan‟a, “Merhaba!” dedi,
“Ben öğretmen Rami. Müdür Bey‟i arıyorum da...”
„İşte son öğretmenimiz de geldi‟ diye yüzüne baktı,
“Tamam.” dedi, gülümsedi. “Hoş geldiniz Rami Bey, ben
Gürkan.”
Müdür, beklediğinden çok gençti, hatta kendisinden
bile bir iki yaş küçük. “Memnun oldum.”
“Ben de.”
Dudaklarını büzen Rami, bir soluk aldı, “Şey” dedi,
“Sizden bir ricada bulunacaktım.”
“Buyurun.”
Yüzünde alaylı hafif bir tebessüm, “Başlamak için
muhtara gitmiştim ama...” dedi, “siz yoktunuz o sırada
okulda.”
İşte, bundan haberdar değildi Gürkan‟ın. Kendisini
bulsa muhtara gitmeyeceği kesin gibiydi Rami‟nin. „Olası
ki‟ diye düşündü, „atanan öğretmen önce köyü tanımalı‟
amacıyla Hasan Bey‟in başlattığı yönlendirme eylemi,
„göreve başlatma yazmayı‟ kendi işiymiş gibi yansıtmış
olmalı muhtara.‟ Bu, sözde bir görev devriydi aslında.
„Boş ver‟ dedi içinden, „öyle ya da böyle, sonuçta öğret-
menler işe başlıyorlar ya.‟ “Evet hocam.”
222 Elveda Deli Söğüt Şaban Şimşek
121
“Eşyamı getirdim de... Gidip ev sorsam mı, diyecek-
tim.”
Rami, son cümlesi ile „bana yardımcı olun lütfen‟ di-
yordu sözde. Gürkan, gülüverdi: “Gerekmez hocam.”
“Neden?”
“Hazırda bir yer var da ondan.”
Hiç beklemezdi böyle bir davranışı, “Ya... Ama ben ev-
liyim...”
“Biliyorum Rami Bey.”
Tanışalı birkaç dakika anca olmuştu ve kendisi hak-
kında bilgi sahibiydi müdür. Rami şaşkın, bakakaldı:
“Nasıl yani?”
“İlköğretimden...”
Yüzündeki katılaşmaya başlayan ifadenin yerini gü-
lümsemeye bırakan Rami, “Ha!” dedi.
“Eşya nerede Rami Bey?”
“Caminin orada.”
“Gidelim öyleyse.”
Çıkıp cami önüne vardılar. Yaşlı adama selam verdik-
leri anda Metin de geldi. Rami‟ye kendini tanıttı, hal hatır
ettiler.
Gürkan, “Mehmet Amca” dedi, “Biraz daha bakıver-
sen...”
Şaban Şimşek 222 Elveda Deli Söğüt
122
Adam, başıyla „olur‟ yaptı ve gülümsedi.
Gürken, yine “Gidelim.” dedi, “Bakacağımız ev arka
sokakta.”
Cami duvarını izleyerek sokağa girdiler ve geniş alınlı
bir evin önüne gelince durdular.
Gürkan, “İşte burası.” dedi, “Haney, ama apartman gi-
bi düşünülmüş.”
Giriş kapısı ahşap, genişçe ve tek kanattı. Zeminde üç
pencere vardı ve tahta kepenkleri kapalıydı. Rami, başını
kaldırıp baktı, üst kat da altın aynısıydı, ancak duvara
ağan bir asma, varıp orta pencere sövesini boydan boya
sarıyordu. Lüleburgaz‟daki evinde olduğu gibi, „ne hoş‟
dedi içinden.
Gürkan, sağ avucuyla kapıya birkaç kez vurdu. Üç beş
saniye sonra içerden bir ses, “Kim o?” diye bağırdı.
“Hıdır Ağa, ben Gürkan.”
“Bir dakka hocem, geliyom.”
Gürkan, Rami‟ye döndü: “Hoş bir adamdır.”
Adam, soluk soluğa kapıyı açtı. Gürkan‟a elini uzatıp
“Hoş geldin.” dedi, ardından Metin‟le Rami‟ye de.
Gürkan, “Hıdır Ağa” dedi, Rami‟yi gösterip, “sözünü
ettiğim arkadaş bu.”
Hıdır, Rami‟ye “Tekrar hoş geldin hocem.” dedi.
222 Elveda Deli Söğüt Şaban Şimşek
123
“Şu senin haneye bir bakalım.”
Hıdır, “Buyurun.” dedi ve içeriye girip yürümeye baş-
ladı.
Aralık, varıp bir avluda bitiyordu. Yanları saran kör
duvarlara karşın, arkada, içe bakan bir haney daha vardı
ve Hıdır, burada oturuyordu.
Korkuluklu bir merdivenle, sokağı gören haneye çıktı-
lar. Hıdır, kapıları bir bir açıp odaları gösterdi.
Rami, “Ocaklı oda” dedi, “mutfak olmaya elverişli. Di-
ğerleri de fena sayılmaz.”
Aylık, yirmi liraya anlaştılar.
Gürkan, sokağa çıkıp bir çocuğa bir şeyler söyledi ve
geldi. Sonra, gidip eşyayı getirdiler ve odalara dağıttılar;
ancak Rami‟nin hasırla lambaya gereksinimi vardı. Bunla-
rı da şimdilik Hıdır karşıladı.
Metin, “Rami Bey” dedi, “her şey böyle kalsın. Akşam
oluyor. Bize gidelim. Yemeği bende yeriz. Gaz da alırız.”
Gürkan, “Yo!” dedi, “İşte bu olmaz!”
Metin: “Niye?”
“Beyler, annemin yaptığı yemek size de yeter bize de.”
Aşağıya indiler ve meydana doğru yürümeye başladı-
lar.
Doğru Kâmil Ağa‟ya uğradılar, ama gaz bitmiş.
Şaban Şimşek 222 Elveda Deli Söğüt
124
Rami, çeşme önüne gelince durdu. Oluğa yanaştı, eği-
lip ellerini yıkadı. Nişte duran maşrapaya bakmadı bile.
Sağ avucunu oluğa tuttu, dudaklarını suya dayadı, birkaç
yudum içti ve doğruldu. “Yahu” dedi, “ne harika şey bu!”
Metin, „öyledir‟ diye başını salladı.
Gürkan, “Evet, Rami Bey.” dedi.
Raşit‟e geçtiler; Rami, gerekenleri aldı ve yarım saate
kadar döneceğini söyleyip gitti.
Metin, dış kapıya gelince, dönüp karşı pencereye baktı.
Camın arkasında beliriveren Belgin, gülümseyerek kendi-
sine el sallıyordu.
222 Elveda Deli Söğüt Şaban Şimşek
125
On Üç
Gürkan, Metin‟i aldı ve erkenden çıktılar.
Kuşkusuz, öğretmenler kurulunda görüşülecek en
önemli konu çocuk sayımıydı; ancak buna, sınıf dağıtımı-
nı da eklediler.
Metin, gündemi tahtaya yazarken Belgin çıkageldi.
Günaydın bile demeden, kırgın argın, arka köşedeki bir
sıraya geçti.
Ara sıra, böylesine içine kapandığı olurdu Belgin‟in.
Olağandı bu, ama bugün çok farkıydı sanki. Kahırlıydı,
yılgındı. Kaş göz arasında, „neler oluyor‟ diye imledi Me-
tin. Kız, bakmadı bile. Toplantı sonunu mu beklese…
Aynı anda Rami, Necati ve Altan da dersliğe girdiler.
Meğer yolda karşılaşmış ve tanışmışlar. Günaydın der
demez, Belgin‟e bakmaya başladılar.
Hoca Hanım‟ın varlığından haberdar olduklarını bilen
Gürkan atıldı, “Gelin” dedi, “sizi Belgin Hanım‟la tanıştı-
rayım.”
Şaban Şimşek 222 Elveda Deli Söğüt
126
Tanışıldı, hal hatır edildi ve herkes bir yere oturdu.
Gürkan, masa önüne vardı, ayakta, öğretmenleri bir so-
luk süzdü. Yutkundu ve ardından, “Arkadaşlar” dedi,
“toplantıyı açıyorum.”
Rami, “Gündem çok ilginç!” dedi, “Anlaşılan bu köyde
kızları okutmama derdi var.”
Altan, Necati‟ye bakıp başını salladı ve sustu.
Metin, „dediğiniz gibi‟ göstereni yaptı ve gülümsedi.
Gürkan, “Ben” dedi, “bu köye şubat ayında geldim.
Benden başka herkes yedek subay öğretmendi. Öğretim
yılı sonunda terhis olup gittiler. Böylece okul müdürlüğü
de bana kaldı. İşte, ta o zamandan beri „kızları okula nasıl
getirebilirim‟ diye düşündüm durdum.”
Rami, ilgiyle “İyi fikir!” dedi.
Necati dönüp, “Rami Bey” dedi, “Afyon‟un köyleri ge-
nelde böyle, yazık ki!”
Gürkan, gülüverdi, “Meğer aynı sorun bizim Tokat‟ın
köylerinde de varmış, ama haberim yokmuş.” dedi. “Bu
yaz, benzer bir durumun üstesinden gelebilen bir müdür-
le tanıştım. Meğer işin sırrı, muhtarda ve 222 Sayılı Ya-
sa‟nın gücünde saklıymış. Müdürün verdiği uygulama
örneklerini inceledim ve yasayla yönetmeliği birkaç kere
okuduktan sonra bir karara vardım.”
222 Elveda Deli Söğüt Şaban Şimşek
127
Belgin, köşesinde hâlâ suskundu, ancak bakışları bir
müdüre, bir Metin‟e gidip geliyordu.
Yasa hakkında az biraz bilgi sahibi olan Necati, garip
bir gıptayla yutkundu, “Gürkan Bey” dedi, “nasıl bir şey
bu?”
“Mevzuat, gerçi ilköğretim çağı çocuk sayımını zorun-
lu kılıyor, ama buna pek aldıran yok gibi.”
Rami, neredeyse coşuverdi: “Gerçekten de öyle!”
Gürkan, Rami‟ye döndü, bir gözü kurulda “Biz” dedi,
“bu yıl sayım yapacağız ama...”
Altan, şaşkın şaplak soruverdi: “Nasıl yani?”
Oysa sorunu, tanıştıkları gün az biraz konuşmuşlardı.
Gürkan, “Altan Bey” dedi, “Yasa uygulamasında kurulun
karar alması gerekmez. Nasıl uygulanması gerektiği tartı-
şılabilir ama.” Yüzüne yapabildiği en ciddi tavrı yükledi.
“Sayım çizelgemiz hazır. Yarın sabahtan başlayarak soka-
ğa çıkacak, ev ev gezeceğiz, bu kadar basit. Yasa „on dört‟
der, ama biz yedi ile dokuz yaş arasında kimi bulursak
kaydedeceğiz.”
İçinde tutmaya karar verdiği „Gürkan oldukça başına
buyruk galiba‟ yargısını yüzüne ve sesine yansıtmamaya
çalışan Rami, “Merak ettim de.” dedi, “Neden dokuza
indirdiniz Müdür Bey?”
Şaban Şimşek 222 Elveda Deli Söğüt
128
“Güzel bir soru Rami Bey.” Yutkundu ve başını kaldır-
dı. “Bu zor kararı, yasanın uygulamada baş sorumlu say-
dığı İlköğretim Kurulu Başkanı muhtarla uzun boylu tar-
tıştık ve bu sonuca vardık. Kaldı ki köyde 10‟la 11 yaş
arası kızların aşağı yukarı tümü nişanlı, 12 yaşın üstün-
dekiler ise evli. Böylesi bir gerçekliğin üstüne gitmek, sa-
nırım, pek hoş sonuçlar vermezdi.”
Önce derin bir sessizlik oldu, sonra hafifçe aksırdı Al-
tan. “Ne iyi!”
Yerinden doğrulan Belgin, sabırsız bir çalımla başa
döndü: “Yani hepimiz mi çıkacağız köye?”
Metin „işte‟ dedi içinden, „kendine geliyor.‟
Gürkan, bastıra bastıra, “Evet, Hoca Hanım” dedi,
“hepimiz.”
“Hım!”
“Umarım hafta sonuna kadar tamamlarız. İlköğretime
de gönderilecek olan çizelgenin bir örneği muhtara veri-
lecek. O da, adı geçen çocukların velilerine duyuracak. Ne
olacaksa…” Derin bir nefes aldı, “Ne olacaksa, ondan
sonra görürüz artık.”
Necati, arkasına yaslanıp, “Sayım sırasında bir sorun
çıkarsa” dedi, “buna bir çare düşündün mü Müdür Bey?”
222 Elveda Deli Söğüt Şaban Şimşek
129
Gürkan, resmiyete son veren Necati‟ye gülümsedi,
“Elbette” derken Metin‟le Belgin‟e de baktı. “Muhtar,
„tam kuşamlı‟ bekçi veriyor.”
Metin, „demek‟ dedi içinden, „Güllü yedekte.‟
Necati: “Desene, iş çok ciddi...”
“Aynen.”
Gündemin, „sınıf paylaşımı‟ maddesine geçildi. İlkin,
Belgin‟in üçüncü sınıf isteği onandı. Sonra Necati‟ye be-
şinci sınıf, Rami‟ye dördüncü, Altan‟a ikinci, Metin‟e bi-
rinci sınıf verildi.
Gürkan, “Ancak” dedi, “eğer sayım sonunda işler doğ-
ru giderse, birden çok birinci sınıf açılabilir. Bugünden
sonra, asil öğretmen atanacağını sanmıyorum. Şu halde,
gelecek öğretmenlerin tümü, doğaldır ki, vekil olacaktır.
Gelgelelim, birinci sınıflara vekil öğretmen veremeyiz.
Öteki deyişle, yaptığımız bu sınıf dağıtımı şartlara göre
değişebilir.”
Necati, “Ha, Müdür Bey” dedi, “şu kadastrocular var-
ken derslik hazırlığında sorunlar çıkmaz mı?”
“Sanmam. Onlar çalışırken biz de davul dövecek deği-
liz ya!”
“Doğru...”
Şaban Şimşek 222 Elveda Deli Söğüt
130
“Gerçi, „hafta sonuna kalmaz okulu boşaltırız‟ diyorlar
ama...”
“İnşallah!”
Dersliklerin düzenlenmesine, hazırlık yapılmakla bir-
likte, her şey açık seçik belli olana kadar yıllık planların
yazılmamasına karar verildi.
Belgin, derin bir iç geçirdi ve gözlerini Metin‟e dikti.
Bakışları hâlâ yanık yanıktı, ama sabahki o yıkılmış hali
yok gibiydi üstünde.
Kurul, yarın sabah saat sekiz buçukta Gürkan‟ın evin-
de buluşacak, topluca sokağa çıkılacak ve Işıklar Köyü ta
kuruluşundan bu yana, olası yeni, ama yepyeni bir güne
başlayacaktı...
222 Elveda Deli Söğüt Şaban Şimşek
131
On Dört
Haber gönderildi ve en geç sabahın sekiz buçuğunda
Pala‟nın gelmesi istendi.
Kütüklüğü belinde, mavzeri omzunda, erkenden çıka-
gelen Pala, Gürkan‟ın kapısını çaldı.
Gürkan, Pala‟yı karşısında tam kuşam görünce baka-
kaldı. Muhtar böyle istese de bir gariplik vardı bu işte,
ama ne? Birden, „hım‟ dedi içinden, „silah olsun, ancak
görünmesin.‟
Pala‟ya yaklaştı, incitmemeye gayret ederek, “Semih
Ağa!” dedi, mavzerle kütüklüğü başıyla gösterip, “Haydi,
bunları eve bırak, öyle gel.”
Semih şaşkın, „ıh mıh‟ etti, olmadı. İki derede bir arada,
“Hocem” dedi, “amma…”
Gürkan kararlı, “Ha Pala, tabancanı alabilirsin, tamam
mı!” dedi, “Bak, vakit geçiyor. Arkadaşlar az sonra bura-
da olacaklar ama!”
Şaban Şimşek 222 Elveda Deli Söğüt
132
“Baş üstüne müdürüm.” dedi ve hem isteksiz, hem de
aceleyle konağa doğru yürümeye başladı. „Balı Ağa bir
emi veriyo, yerine getiriyom. Gidiyom, Gürkan müdü
başke bir şi söylüyo. Anlayamıyom, ne biçim bir iş bu
yahu‟ diye içinden söylene söylene, cuk çeke çeke gitti, bir
anlam veremediği olayı Ağa‟ya tek tek anlattı. Muhtar,
„müdürün dediğini yapmasını‟ söyledi ve gülüverdi. Şaş-
kın şaplak on dörtlüyü beline takıp lojmana döndü.
Öğretmenler de birer ikişer gelmeye başladılar.
Sultan Ana‟nın çayı içildi; köyden, halkın geçiminden,
muhtarın tutumundan söz edildi. Açık seçik değilse de
tümü oldukça heyecanlı görünüyordu.
Dünden beri içi içine sığmayan Necati, derin bir soluk
aldı, “Yakından uzağa mı gidelim” dedi, “yoksa başka bir
tasarın var mı Müdür Bey?”
Gürkan, arkadaşlarının desteğinden hoşnut, “Uzaktan
yakına yöntemi, sanırım daha doğru.” dedi, “Eski Köy‟ü
sona bırakalım, derim.”
Metin, “Çizelgenin biri bende.” dedi, “Üç parça yaza-
cağımıza göre...”
Altan atıldı: “İstersen birini de ben alayım.”
Gürkan, Necati‟ye, “Ötekini de sen yazsan?” dedi.
“Tamam, Müdür Bey.”
222 Elveda Deli Söğüt Şaban Şimşek
133
“Kimliği olmayan çocuklar için yaş kestirimi yapmak
gerekebilir. Önerim, bu işi Rami Bey‟le Belgin Hanım
yapsınlar.”
Olur dendi ve Yeni Mahalle‟ye doğru yola çıktılar. Ana
sokaklarının birleştiği Yeni Cami önüne gelince durdular.
Sokağın birini seçip başlayacakları sırada kara kuru, el-
li yaşlarda bir adam yaklaştı. Selam verdi: “Ben imam
Gasım.”
„Eğer rastlantı değilse, bir diyeceği olmalı imam efen-
dinin.‟ Gürkan, elini uzattı, “Kasım Hoca‟m” dedi, “ma-
halleye sayım için geldik de.”
Kasım, gülümseyerek Metin‟e baktı, “Biliyom Müdür
Bey.” dedi. “Habe virildiydi.”
Dün ikindin camiye gelmişti Metin. Namazdan sonra
Kasım‟la uzun süre sohbet etmişler, karşılıklı etkileşime
girerek halk için bir takım konular yanında kız çocukları-
nın okutulması için de iş birliği yapabileceklerine ilişkin
karar almışlardı. İkisinin de beklemedikleri bir dostluk
başlamıştı aralarında.
İmamın niyeti olumsuz bir şeyse fırsat vermemeliydi
ya da zaman kazanmalıydı Gürkan, “Ha hocam” dedi,
“size arkadaşları tanıştırayım.”
“Biz Metin Hoce ile tanışıyoz zaten.”
Şaban Şimşek 222 Elveda Deli Söğüt
134
„Haberim olmadığına göre çok yakın bir zamanda ku-
rulmuş olmalı bu temas‟ diye yorumladı bunu Gürkan.
Metin‟e takdir ettiğini gösteren bir im gönderdi.
Belgin‟den başlayarak imamla tanışıldı ve hal hatır
edildi.
Metin‟le kurulan ilişki, tanışma, hal hatır, yaklaşım,
samimiyet, hepsi olumluydu. İmamdan bu kadarını bek-
lemiyordu ya da böyle bir şey öngörmemişti Gürkan.
„Şanslı mıyız‟ diye aklından geçirdi, „olası.‟ Derin bir so-
luk aldı ve gülümsedi.
„Gençlerin saf ve temiz insanlar olduğunu, Metin‟in
sözlerine inanmakla isabet ettiğini‟ düşünen Kasım, sağ
elini kaldırıp, “Size engel olmayayım.” dedi, “Hadi, Allah
goleylik vesin.”
Gürkan‟ın ağzı kulaklarında, elini kaldırdı: “Sağ olun
hocam!”
Bir işaretle Pala önde, bir sokağa girdiler.
Rami, “Yahu” dedi, “imamı bile bu denli istekliyken bu
iş neden bugüne değin savsaklanmış, bir türlü anlayamı-
yorum.”
Belgin, Rami‟ye bakıp, „aman sen de‟ der gibi kırıttı.
Metin, Belgin‟e belli belirsiz göz attı, Rami‟yi başıyla
onaylarken. “Gerçekten.”
222 Elveda Deli Söğüt Şaban Şimşek
135
Heyecanını hâlâ üstünden atamayan Necati de başını
salladı ve sustu.
Altan, „evlere bakacağım‟ diye, Rami‟yi olası duyma-
mıştı bile.
Birkaç adım sonra, Pala‟nın işaretiyle bir kapının
önünde durdular. Bitişik düzene, yalnızca bir boy avlu
duvarıyla uyabilen bir yapıydı bu. Beşik çatılı, kiremit
kaplıydı. Sağda yükselen yaşlı kaysı ağacının yeşilden
kızıla, kızıldan sarıya gidip gelen yaprakları kutnu gibi
yanıp sönüyordu.
Sınav öncesi sakinleşmeye uğraşan bir öğrenci gibi his-
sediyordu kendisini Gürkan, “Pala” dedi, “artık iş sana
kaldı.”
Pala, “Temam Müdür Be.” dedi ve varıp sağ avucuyla
kapıya iki kere vurdu: “Halise Aba!”
Bakakaldılar.
Evden gelen bir kadın sesi, “Semih, sen misin len?” di-
ye bağırdı.
“He ya aba, benim.”
“Nitçen?”
“Yazım va, yazım. Esma‟yı, Sema‟yı, Nuran‟ı al da
gel.”
“Nitçekler gı yazıp da?”
Şaban Şimşek 222 Elveda Deli Söğüt
136
“Okuycekler gız...”
“Nirde?”
“Okulde.”
„Öğretilse bu denli başarılı olup olamayacağını‟ düşü-
nen Gürkan, Pala‟yı imleyip arkadaşlarına gülümsedi.
Hem hayran hem şaşkın bakışlar altından Semih‟le birlik-
te birkaç soluk beklediler.
Kanadın biri aralandı ve yaşlı bir kadın çıktı. Sağ elini
gözlerine siper edip Semih‟e baktı, sonra birkaç adım öte-
deki kalabalığı görünce olduğu yerde çakıldı kaldı. Bir an
ne yapacağını bilemedi. Umarsız, başını geriye çevirdi,
“Esma... Sema, Nuran gelin gali!” dedi.
Aralıktan bir kız çocuğu çıktı. Koşup Halise‟nin eteğine
yapıştı, ancak yabancıları fark eder etmez başını kaldırıp
„kim bunlar‟ der gibi gözlerini kadına dikti. Bir soluk son-
ra başka bir kız çocuğu daha göründü ve durup bakın-
maya başladı.
Yaptığı işten koltukları kabaran, ancak belli etmemeye
de çalışan Pala, “Bunla” dedi, “Halise Aba‟mın torunları
Müdür Be.”
Dolukuveren ve kaşları ini iniveren Belgin, bir heves
Halise‟ye yaklaştı, çömeldi. Çocuğa gülümseyip, “Senin
adın ne?” dedi.
Kız, biraz çekinse de dayanamayıp şakıdı, “Sema.”
222 Elveda Deli Söğüt Şaban Şimşek
137
Belgin, öteki kızı gösterdi, “Ya o kim?”
“O Esma.”
“Ablan mı?”
“He ye.”
“Başka?”
“Nuran va.”
“Nerede?”
Kız, kaşla göz arasında çıka gelen ve kendilerini izleyip
duran çocuğu başıyla gösterdi, “Bak, işte!”
“O da ablan mı?”
“Hık.”
“Kim ya?”
“O emcem gızı.”
Belgin, “Ya!” dedi, sesini daha da yumuşatıp bu kez
dolu dolu sordu: “Okula gelmek ister misin?”
Esma, yanıt vermeden başını kaldırıp Halise‟ye bir so-
luk baktı ve Belgin‟e döndü: “Bilmem...”
Bu arada Halise de Pala‟yla Gürkan‟ın sorularını yanıt-
lamaya başladı: Esma ile Sema‟nın nüfus cüzdanları var-
mış, ancak Nuran‟ın daha çıkarılmamış. Esma yediye,
Sema sekize girmiş, Nuran da dokuzuna. Bir de Sultan
kızı varmış, Göküş oğlana gelin verdiği. İşte onun oğul-
Şaban Şimşek 222 Elveda Deli Söğüt
138
cuğu da büyümüş. “Kazım‟ımı da yazdırıver Semih oğ-
lum.”
Gürkan, “Tamam Halise Ana.” dedi, “Okul açılınca ço-
cukları gönder, olur mu?”
Kadın ne olur dedi ne de olmaz. Üstündeki tedirginliği
atmış gibiydi, kendisine hafifçe gülümseyerek bakan Bel-
gin‟i de izlerken.
Aldığı görevi anımsayan Rami, Belgin‟e Nuran kızı
gösterdi: “Sence?”
Aynı zamanda öğrencilerini özlediğini duyumsayan ve
alnına dökülen saçlarını arkaya atan Belgin, “Anca.” dedi.
Rami, kararı bildirmek için Gürkan‟a döndü: “Ta-
mam.”
Halise‟ye teşekkür edildi. Karşı eve geçildi ve okul ça-
ğına giren bir oğlanın kaydı yapıldı. Sora yaza sokağın
ortalarına değin geldiler ve eski bir evin önünde durdu-
lar.
Pala, bu kapıyı da çalıp ev sahibinden çocukları çıkar-
masını istedi. Aldıran olmayınca dileğini bir daha yinele-
di. Beklediler, gene ses seda çıkmadı. Pala, „evde oldukla-
rını bildiğini, ister göstersinler ister kaçırsınlar Şadiye ile
Kıymet‟in kaydının yapıldığını ve okula göndermeleri
gerektiğini‟ söyledi.
222 Elveda Deli Söğüt Şaban Şimşek
139
Garip bir olaydı bu, tepki gösterildiği halde pasif kal-
mak. Ali Kemal‟in „bizim köylü cezadan ve devletten
korkar‟ sözünün değişik bir sürümü gibi geldi Metin‟e.
Başkaca bir sorun çıkmadı ve bir saat içinde sokağın sa-
yımı bitirildi.
Cami alanına döndüler. İmamı kendilerini bekler bul-
dular. Meğer Kasım Hoca ayran hazırlatmış ve ikram et-
mek istermiş...
Ayranlar içildi ve öteki sokağa geçtiler.
Birinci evi bitirip ikinci evin önüne geldikleri anda, bir
erkek bağırmaya başladı: “Kim oluyosunuz len!”
Olağan dışı bir tepkiydi bu. Oldukları yerde çakılıp
kaldılar.
Aynı ses yine, “Siz kim oluyosunuz be!” diye bağırdı.
Belli ki adam kapı arkasına değin gelmişti. “Hiçbir kimse
Aliye gızı okula yazamaz... Ağnadınız mı?”
Kendisini soğukkanlı olmaya zorlayan Gürkan, kaş göz
işaretiyle „ne dersin bu işe‟ diye Metin‟e sordu. Sonra ar-
kadaşlarına eliyle „şimdilik susun‟ imi gösterdi. Dudakla-
rını yalamaya başlayan Necati‟ye karşın Altan aldırmaz
görünüyor, Rami derin derin solurken Belgin de Metin‟e
sokulmanın zamanını bekliyordu.
Bir anda gözleri parlayıveren Pala, bıyığını dişlemeye
başladı. Ani bir atakla sağ elini beline atıp kapıya doğru
fırladı.
Şaban Şimşek 222 Elveda Deli Söğüt
140
Gürkan, arkadaşlarına „durun‟ işareti yaparken kaygıy-
la varıp Pala‟nın önüne geçti, “Sakin ol!” dedi, “Kavgaya
gerek yok.”
Olası „keskin emirler‟ almaya alışkın olan Pala, soluk
soluğa, “Temam.” dedi ve dişlerini gıcırdattı.
Gürkan, Pala‟nın sağ kolundan tutup sordu: “Kim bu
adam Semih?”
“Tımbıllı.”
“Yani?”
“Ahmet Yavuz.”
“Anladım. Kaç çocuğu var bu adamın?”
“Evli deel ki...”
“Ne dedin, ne?”
“Tımbıl Duran‟ın böyük oğlu bu, güççüğü de askerde...
Aliye gız dokuz yaşında ance va, emme... daha da küçüğü
oğlan bu yaz öldüydü.”
İçi cız etti Gürkan‟ın. “Okula gidiyor muydu?”
“Üçüncü sınıfa geçtiydi...”
Ölmeseydi kendi sınıfında olacaktı çocuk, yine dolu-
kuveren Belgin, Metin‟e sulu sulu baktı ve Gürkan‟a dön-
dü.
Rami, “Öf!” dedi ve başını eğdi.
222 Elveda Deli Söğüt Şaban Şimşek
141
Korkuyla acıma arasında bocalayıp kalan Necati, Gür-
kan‟a boş boş bakmaya başladı, Altan ise hâlâ bir şey an-
lamamış gibi bir garip şaşkın şaşkın.
Gürkan, başını dikleştirdi ve üst üste yutkundu, “Ah-
met Bey” diye seslendi, “başınız sağ olsun.”
Evden tıs çıkmadı. Kendisini kavgaya ve olası vuruş-
maya bile hazırlamış olan Pala, hiçbir anlam veremediği
müdürün „garip tavrına‟ bakakaldı.
Gürkan, “Gidelim.” dedi ve bir adım atıp arkadaşları-
na baktı.
Metin, “İsabetli.” dedi.
Necati, üst üste yutkundu.
Altan, hiçbir şey anlamamış gibiydi yine.
Belgin, Metin‟e doğru yekindi, ancak bir anda vazgeçti.
Rami soğukkanlı, Gürkan‟a hayranlıkla bakıp gülüm-
sedi: “Doğrusu bu işte!”
Pala‟ya dönen Gürkan, “Öteki evde...” dedi ve sustu.
Artık nefes alışı normale dönen Semih, “Onların okula
gidecek çocukları yok müdürüm.” dedi ve olası aklındaki
ikircikli sorulara yanıt arıyordu hâlâ. Başka bir sorun
çıkmadan bu sokağı da bitirdiler ve yeniden cami önüne
geldiler.
Şaban Şimşek 222 Elveda Deli Söğüt
142
Diğer sokakların sayımı ise sorunsuz geçti ve öğlen
olmadan iş bitmişti bile. Yeni Köy‟den ayrıldılar ve doğ-
ruca Gürkan‟ın evine vardılar.
Sultan Ana patates kızartmış, bulgur pilavı yapmış...
Belgin‟le mutfağa geçip sofrayı hazırladılar.
Yemekten sonra oturdular ve yarın sabah aynı saatte,
ama Karşı Yaka‟da sayımı sürdürmeye karar verdiler.
Belgin, Metin‟e başıyla „gel‟ imi yaptı ve çay koyacağını
söyleyip kalktı. Yekinen Sultan Ana‟ya, “Sen otur hele.”
deyip mutfağa geçti, Metin de arkasından.
Belgin, eşiğe adımını attığı anda Metin‟in ellerini yaka-
ladı, “Sevgilim” dedi, “artık dayanamıyorum...”
“Ama...”
“Metin‟im, bir tanem! Aması maması yok artık! Ak-
şama, aynı saatte... Tamam mı? Bak, misafir falan da ta-
nımam ha! Bilesin... ”
222 Elveda Deli Söğüt Şaban Şimşek
143
On Beş
Nazilli‟den kovulup döndü ve gidip muhtarın amcaoğ-
lu Naci‟den bin iki yüz liraya bir ev yeri aldı. Duyan
komşuları „çok pahalı‟ dediler ve fiyatı yükseltiyor diye
de günlerce dedikodusunu yaptılar.
Önce, dağa gidip taş topladı, kaya kırdı. Kağnılarla ta-
şıdı. Sonra, kum getirdi, kireçli harç kardı ve avlu duvarı-
nı çekti. Ta güzden temel kazdırdı ve kış boyu oturmasını
bekledi. Baharda kerpiç döktü ve bir yaz kuruttu. Kahve-
ciden gazoz kapakları toplattı, çuvallayıp kaldırdı. Dik-
meleri, mertekleri, kaskıları ve kiremidi getirip bir köşeye
yığdı.
Güze girerken duvarcılar çağırdı. Bir ay içinde yapının
kabasını diktirdi, çatısını çatıp kiremidi döşetti.
Amcaoğullarıyla birlikte gazoz kapaklarını duvarların
yüzüne dörder beşer parmak aralığında çakıp döşediler.
Gelip gören komşularından bazılarına göre gülünç bir
yöntemdi bu ve bir anda köylünün diline çamsakızı oldu-
lar.
Şaban Şimşek 222 Elveda Deli Söğüt
144
Hiçbir şeye aldırmadan ustalar çağırdı, kireçli harç
kardırdı ve kapak döşeli duvarları bir güzel sıvattı. Dışa-
rıyı sarıya, içeriyi beyaza boyadı. Kerpiç üzerine sıvanın
ancak Ali Kemal yöntemiyle tutacağı, işte ta o zamanlar-
da öğrenildi ve bilindi.
Şimdi, en güzel ev Ali Kemal‟indi ve köyün en değme
yerinde salınıp duruyordu.
Nazilli‟ye gidip çalışmasaydı, sınıf bilinci kazanamaya-
cağını ve bunu, bir yaşam biçimi yapıp her yerde ve her
zaman uygulamaya koyamayacağını, öyle ki köyde ancak
herhangi biri olabileceğini düşünür dururdu hep. Bölük
pörçük tarlalarda yıl boyu çalışıp durdukları halde köy-
lünün doğru dürüst karnını bile doyuramamasının asıl
nedeni de bu bilincin olmayışında ve doğru dürüst bir
düzenin kurulamayışında saklıydı ona göre.
Toprak, elbet bir üretim aracıydı, ama bu haliyle bir
çapanoğluydu, sözüm ona. Oysa tek parçaya dönüştürü-
lebilen bir tarlada yapılacak üretimle bırakın karın do-
yurmayı, alimallah bolluk içinde yüzerdi bu köylü.
Olası ki insan dilerse eğer, yaşamına değgin çok şeyi
değiştirilebilirdi, ancak Ali Kemal‟in yapılandırmakta
zorlandığı tek gerçeklik ailesiydi. Kaldı ki karısı daha on
yedi yaşında olmasına karşın üç doğum yapmıştı ve ne-
redeyse elli yaşında gibiydi kadın.
222 Elveda Deli Söğüt Şaban Şimşek
145
Askerliğini bitirip evlenmesi dile getirildiğinde beğen-
diği kızların en yaşlısı Ayşe‟ydi, ancak diğerleri daha on
birindeydiler. Bir yıl nişanlı kaldılar ve ertesi güz de dü-
ğünleri yapıldı.
“Eğer” diye düşünürdü Ali Kemal, karısı okula gitsey-
di en azından on iki yaşında diploma alırdı. Buna iki ya
da üç yıllık nişanlılık süresi de eklenirse evlenme yaşı on
altıya değin yükselebilecekti. Partinin de desteklediği ve
bu yıl gelen öğretmenlerin kızları okullu etme çabaları-
nın, işte bundan dolayı da desteklenmesi gerektiğini dü-
şünüyordu.
“Eğer” derdi gene, Nazilli‟ye bekâr olarak gitseydi
başka bir düzen kurar, olası ki köye hiç dönmezdi.
“Döndüm de ne oldu?” derdi ara sıra, baba ocağında
ekin ekmekten, haşhaş dikmekten, günebakan kesmekten
başka. Oysa Ayşe aklına geldikçe ve onun köy dışında bir
yaban kadın olacağının düşündükçe, ne iyi ettiğini de
anıp durmaktan kendini alamazdı.
“Yaşam” derdi bazı bazı, “nerede olunursa olunsun bir
biçimde değiştirilebilir ya da istendiği denli yola yordama
sokulabilirdi. Bu konuda atılan her adım, aslında insanın
kendine karşı devrimci olması değil de neydi?”
Şimdi ise önünde, hem kendisini hem de köylüyü az
buçuk değişime uğratacak bir fırsat vardı. Sömürünün
önünü kesiverecek bir aygıt değildi elbet, ama insanı in-
Şaban Şimşek 222 Elveda Deli Söğüt
146
san yapmaya yardımcı olabilecek bir biçimdi olasılıkla ve
buna kayıtsız kalamazdı.
Metin‟le görüştükten ve bir karara vardıktan sonra gi-
dip kahvede yaşıtlarını ve tartışma severleri başına topla-
dı. Konuyu açtı ve gece yarılarına kadar konuştular. Kimi,
ataları ne yaptıysa öyle yapmanın doğru olacağını ileri
sürdü ve kızları okutmamak gerektiğini söyledi; kimi de
dinde kız erkek ayrımı olmadığı için çocuğunu okula
göndereceğini. Birincilere Tımbıllı önayak oldu, ikincilere
ise Bocuk. Kimi Peygamber‟in Ayşe Ana‟yı dokuz yaşın-
da aldığını, kimi bunun tümüyle yalan olduğunu ileri
sürdü. “Şu halde” dedi birinci görüşü savunan Tımbıllı,
“gız okutmak Allah‟ın emri deel, üstelik sünnet heç deel.”
Bocuk ise hem Allah‟ın emri, hem de bunun bir insanlık
görevi olduğunu söyledi.
Ali Kemal‟e göre bir başlangıçtı bu tartışma, ancak
umduğundan çok çok iyi bir başlangıç olmalıydı ki, Bo-
cuk‟u destekleyenlerin sayısı, Tımbıllı‟nın iki katından
daha da fazlaydı çünkü.
Bir umutla eve geldi, çocuklarının geleceğine değgin
olası bir beklentiyle. İşte, Cemal ile Mehmet Ali aynı ya-
takta, Cemile de baş yatağın başucunda uyuyorlardı. Ay-
şe ise, kızının yanında kıvrılıp kalmıştı: “Benim canciğer
ve içli yoldaşım...”
222 Elveda Deli Söğüt Şaban Şimşek
147
El yüz yıkama yerine geçti ve arınıp temizlendi. Üstü-
nü çıkarıp pijamasını giydi. Varıp Ayşe‟yi uyandırdı,
“Haydi yatağa gidek gız.”
Ocağın kaşında pırpırlayıp duran gaz lambasını sön-
dürdü. Gelip yatağa girdi ve Ayşe‟nin de sokulmasını
bekledi. Uzanıp yorganı çektiler.
Uykusu kaçıvermiş olmalı ki Ayşe, “Ali Kemal” dedi,
“keşkem yaşım yitseydi de ben de okula gitseydim.”
“Belli” diye düşündü Ali Kemal, karısının başını ok-
şarken, bugün komşularıyla çocuk sayımını tartışmış...
“Gız” dedi, “eğer alırlarsa sabaha kaydını yaptırcem.”
“Öf be Ali Kemal! Nitcem ben bu yaşta, o bebelerin
içinde?”
Ali Kemal, “Ben Nazilli‟deyken” dedi, “galdığım ev bir
okulun yanındaydı.”
“Ne oldu da?”
“Baktım ki her akşam okula gadınlar gelip gidiyolar.”
“Ne...”
“Bir gün ev sahibine sordum: Bu gadınlar okulda
niderler deyi.”
“Bak hele. N‟işlerlerdi ki?”
Ali Kemal, dirseği üzerinde doğrulup, “Gız...” dedi,
“Sence ne yaparlardı, he?”
Şaban Şimşek 222 Elveda Deli Söğüt
148
Ayşe, uzanıp kocasının dirseğine dokundu: “Ne bilem
ben Ali Kemal!”
“Birazcık düşünüvir hele, belki bulursun gız!”
Dönüp sağ ayak parmaklarını Ali Kemal‟in topuğuna
dayayan Ayşe, “Hık...” dedi, “Aklıma hiç bir şey
gelmiyo.”
Ali Kemal, sağ elini Ayşe‟nin beline götürüp,
“Söyleyem bari.” dedi, “Okuma yazma öğrenmeye gider-
lermiş meğer...”
“Ne dedin, ne?”
“Okuma yazma örenmek için...”
Ayşe, “Ya!” dedi ve derin bir iç çekti.
Bir anda içi yanı yanıveren Ali Kemal, “Ülen Ayşe!”
dedi, “Eğer bi gün bizim köye de okuma yazma gursu
gelirse, bak şimdiden sana söz veriyom, göndermezsem
iki gözüm çıksın, anladın mı gız?”
222 Elveda Deli Söğüt Şaban Şimşek
149
On Altı
Haşhaş tarlası hazırlama işi dün bitmişti ve yağmura
kalmıştı tohum atma. Bugün masara sırası ondaydı. Er-
kenden kalktı. Öküzleri koştu, tohumlukları ayırıp kalan
torbaları kağnıya yükledi.
Ellerini çırptı, “Garı” dedi, “yağ tenikelerini alıvir de
gel.”
Kapıdan ince uzun bir kadın çıktı, ellerini önüceğinde
kurularken “Olur herifim.” dedi.
Adam, “Herif mi?” dedi ve gülüverdi. “Boğun geyfin
yirinde he!”
Bir, „aman‟ göstereni yapan Hayriye, kıkırdayıp kay-
boldu. İki soluk sonra, ellerinde tenekelerle geldi ve yere
bırakıp, “Bana bak Koca Osmen” dedi, “eyi goy he! Yolda
düşüp de delinmesinle.”
Tenekeleri çuvalların arkasına özenle yerleştiren Os-
man, “İnşallah” dedi, “hepsi dola bu sine.”
Şaban Şimşek 222 Elveda Deli Söğüt
150
Hayriye, çuvalları gösterip, “Dolse de dolmase de hep-
si bunnar” dedi, “idare etcez gali.”
Osman, „öle ya‟ der gibi başını sallayıp karısına baktı,
sonra, neredeyse omuzları bir çırpıda ini iniverdi.
Hayriye, kapıya dönüp bağırdı: “Nuray!”
Bir çocuk sesi, “He ye!” dedi.
“Balı‟yı oceğe yaklaştırma gızım.”
“Temam, gapıyı öttüm bilem ana.”
Bakıştılar ve Osman övendireyi öküzlere doğru salladı,
“De he!”
Yola çıktılar.
Masara, Eski Köy alanında, bakkal Reşit‟in batısında,
caminin üstündeydi. On dakikada vardılar ve yükü in-
dirdiler. Öküzleri çözüp ding ahırına götüren Osman,
önlerine birkaç avuç saman koyup geldi.
Daha kavurma sacının altı yakılmamıştı ve olasıdır ki
Osman‟ın ne yaptıracağına karar vermesi bekleniyordu.
Osman, „oose‟ diye düşündü, „ya takas yapılcek ya da
sıkılcek.‟
Selam sabah, hal hatır edildi.
Masaracı, eline defter kalemi aldı ve kantarın başına
geçti. Osman‟la Hayriye de el ele, çuvalları kolladılar ve
kantara dizdiler. Masaracı, özenle tarttı ve ağırlığı deftere
222 Elveda Deli Söğüt Şaban Şimşek
151
kaydetti. İşlemi biten çuvallar kucaklandı ve kapı ağzına
yığıldı.
Sona, dört çuval kalmıştı.
Osman, “Bunla” dedi, “Haşgeş.”
Hayriye hoşnut, kocasına bakıp gülüverdi ve gidip çu-
valları doğrulttu, “He, gelsene herif!”
Osman, bir çalımla varıp karısı ile kollaştı ve bu çuval-
ları da kantara dizdiler.
Masaracı, tartıyı bitirdi. Hayriye‟ye dönüp “Eyi” dedi,
“bu yıl bereketli geçmiş belli.”
Osman, karısından önce atıldı: “He ye!”
Masaracı, “He?” dedi, bir Osman‟a bir Hayriye‟ye ba-
kıp, “Nitçeniz gali?”
Kaç kilo tohuma ne kadar yağ hesabı belliydi, ama
Osman, Hayriye‟ye sormadan edemedi: “Ne dirsin gız?”
“Ne bilcem ben Osman!”
“Yorulmadan alıp gitsek, he?”
Önce masaracıya, sonra Osman‟a bakan Hayriye, kırı-
tıverdi: “Sen bilirsin.”
Masaracı, “Temam de...” dedi, “Gündoğduya karşılık
yağ va emme, haşgeşe hık.”
Osman, “Nitçez öleyse?” dedi ve aynı anda karısına
döndü.
Şaban Şimşek 222 Elveda Deli Söğüt
152
“Haşgeşi sıkcez.”
“Temam gali.”
Masaracı, sacın altını yaktı. Bu arada, Osman da çuva-
lın birini kucakladı ve yeniden tarttılar. Getirip kavurma
sacının önüne diktiler.
Masaracı, çuvalın ağzını açıp kıvırdı. Yandaki tası aldı,
tohuma daldırdı ve saca döktü. Tahta küreğin birini Os-
man‟a uzattı, ötekini kendisi aldı. Tohumu karıştırmaya
başladılar.
Tohum çıtır çıtır ötüyor ve kavruldukça hoş bir koku
yayılıyordu. Rengi, kahverengine doğru dönerken, tümü-
nü yandaki tahta tekneye itelediler. Çuval bitinceye dek
aynı işlem sürdürüldü.
Masaracı, “Galanını” dedi, Hayriye‟ye de bakıp, “ister-
seniz sonra teze teze çekelim.”
Bu, akıllıca bir teklifti: Hem böylece konacak teneke so-
runu olmaz, hem de küspeyi taze taze yerler, üstelik yağ
da acımazdı.
Hayriye, bir yandan Osman‟a kaş göz edip masaracıya
döndü: “Olur ağam.”
Masaracı, tohuma elini sokup, “Temam.” dedi, “Hadin
şunu ezek gali.”
Ezme işlemi, bulgur değirmeni benzeri bir aygıtta yapı-
lacaktı. Osman, çarkın başına geçti ve kolu tutup bekledi.
222 Elveda Deli Söğüt Şaban Şimşek
153
Yağcı da bir tasla aldığı haşhaşı taşın deliğine dökmeye
başladı. Osman‟ın kolu her devirişinde, ezilen tohumların
bir kısmı da alt delikten inip bir tenekeye dökülüyordu.
Bir süre sonra Osman‟ın yerine Hayriye geçti.
Ezme işi bitti ve bir çuval tohum, üç tenekeyi anca dol-
durabildi.
Tenekeleri, dört adet kıl torbaya boşalttılar. Ağızları
büzüldü ve ikisi, cendereye yerleştirildi, “Gız Hayriye”
dedi, “gabını alıp gelivirsen gali.”
Hayriye, kağnıya gidip iki tenekeyle döndü. Ağzı kesik
olanı uzattı, “Al” dedi, “işte bu.”
Tenekeyi oluğun altına sokan masaracı, Osman‟ın ko-
lundan tuttu, “Geç bakim garşıya.” dedi, “Sıkı dut he
bubam!”
Osman, masaracının kendisini çocuk yerine koymasına
aldırmadan varıp cenderenin koluna yapıştı.
Masaracı, “He bubam!” diye ünledi ve kolu çevirdi. Bir
süre sonra birkaç damla yağ geldi ve kol da dönmez oldu.
Yağcı, bu kez cendereye uzunca bir ağaç geçirdi. Bir yanı-
na kendisi geçti ve öbür yanına da Osman, olanca güçle-
riyle yüklendiler. Aynı anda oluğu dolduran yağ da şırıl
şırıl indi. Tenekenin yarıdan fazlası yağla doldu. Birkaç
dakika sonra yağın akışı azaldı ve sonunda, duruverdi.
İki erkek var güçleriyle bir daha yüklendiler: Oluktan bir
iki damla daha indi, ama sonunda tamamen kesildi.
Şaban Şimşek 222 Elveda Deli Söğüt
154
Kol boşa döndürüldü, torbalar alındı, yerine kalan tor-
balar kondu. Aynı işlem bir daha yapıldı.
Osman, “Bir çuval tohumdan bu gada yağ ha!” dedi ve
Hayriye‟ye bakıp gülümsedi.
Masaracı: “Temam gali.”
Hayriye: “Eyi ya.”
Cendere kolu gevşetildi. Torbalar çıkarıldı ve yana bı-
rakıldı.
Masaracı, “Gız Hayriye!” dedi, yılışık. “Al sana bi bu-
çuk tenike. Hayırlı osun gali.”
Hayriye, oldukça hoşnut, ağzı kapaklı bir teneke daha
alıp geldi. Duvarda asılı huniyi kaptı, boş tenekelerin ka-
pağını çıkardı. Birine huniyi soktu. Açık yağı, ağır ağır
döktü, dolunca, kalanını da öbür tenekeye.
Osman, kıl torbaları getirdi, bağlarını açtı ve küspe ka-
lıbını tohum çuvalına boşalttı.
Hayriye, “Ee!” dedi, “Masaracı Memmiş Ağa. Borcu-
muz ne gada dutar gali.”
“Gündoğdu işinden sona anlaşırız, he.”
“O ne dutar ki?”
Bir solukta defteri önüne çeken Masaracı Memiş, gene
bir solukta hesabını yaptı ve daha sorulmadan takasın
tutarını söyleyiverdi: “Yitmiş litre falan anca.”
222 Elveda Deli Söğüt Şaban Şimşek
155
Osman: “Bize düşen he?”
“He ya.”
“Haşgeş sıkımı da mı?”
“Helbet be Osman.”
Ta baştan beri umduklarından yarım teneke azdı bu
toplam. Osman, “Yahu” dedi, “biz beş tenike alıp gelmiş-
tik de...”
Göz ucuyla Hayriye‟yi süzüp duran Memiş,
“Gurtarmaz emme...” dedi, “Amaan, her bi şe para deel
ya!”
Osman, karısının „ver gitsin‟ imini görür gibi olunca,
“Temam.” dedi. “Beş tenike?”
Yağcı, “Temam.” dedi ve sesinde ince bir alay tını var-
dı sanki: “Didiğin ossun gali Gocca Osman!”
Hayriye, içinden „hortlayasıca‟ dedi, „sankim umut
viren vamış gibi yeşillenip duruyo... Ülen, ölürüm de hıh
demem sana, yağ tulumu seni!‟
Osman, gene “Ne deesin gız?” diye danıştı.
Hayriye‟nin gözleri çakmak çakmaktı ve Memiş‟e ba-
kıp, kocasına seslendi: “Haydi Osman‟ım! Alıp da gide-
lim gali şurdan...”
Bıyık altından sırıtıp duran Memiş, “He Osman!” dedi,
“Nuray gızı okula gönderiyo mun len?”
Şaban Şimşek 222 Elveda Deli Söğüt
156
Hayriye, daha kocasının ağzını açmasını beklemeden,
sesine bir „mezarına köpek bağlanasıca‟ imi yükleyip, “He
ye!” dedi, “Benim gibi cahal mı gassın gınalı guzum?”
222 Elveda Deli Söğüt Şaban Şimşek
157
On Yedi
Öğretmenler, saat sekize kalmadan geldiler.
Metin, avluyu dolaşmaya çıktı, amacı olası eksiklikler
varsa bulup tamamlamaktı. Her şey yerindeydi ve köşe
bucak gıcır gıcırdı.
Gürkan, tören bayrağını hazırladı. Önceden düzenle-
yip masaya koyduğu birinci sınıf listesini bir daha yokla-
dı.
Dersliklere baktı: Ak paktı, ancak kadastrocuların kul-
landıkları yerler badana isterdi, o kadar. Sıralar düzgün-
dü ve tozu alınmıştı. İçinden, „Pala, bu işin ustası olmuş.‟
diye geçirdi.
Rami, bir hoştu bugün, Necati ile Altan da bir tuhaf.
Belgin ise olağanüstü durgun ve sessizdi, dahası vur-
dumduymazdı neredeyse.
Birkaç öğrenci, bağıra çığıra avluya girdi. Genç bir er-
kek, elinden tuttuğu bir kız çocuğuyla gelip merdivenin
önüne dikeldi.
Şaban Şimşek 222 Elveda Deli Söğüt
158
Aynı anda orta boylu, esmer, uzunca saçlı bir erkek
Afyon yolundan okula döndü ve yokuşu koşar adım tır-
mandı. Alana ulaşınca, iki soluk durup kapıya baktı. Son-
ra, koşar adım içeriye girdi. Müdür odası önüne gelince
derin bir soluk aldı ve kapıyı tıklatıp kola bastı.
Gürkan, içeriye giren genç adama bir an baktı. „Belli ki
köylü değil‟ diye düşündü; giyim kuşamı memura benzi-
yordu az biraz.
Genç, “Günaydın efendim.” dedi.
Kadastrocuların okulda işleri kalmamıştı, öte yandan
bu denli genç müfettiş de olamazdı. Şu anda astsubay
çıkan bir kişiden başka okumuş insan yoktu bildiği kada-
rıyla köyden. Gencin saçları da bu olasılığı yalanlıyordu
zaten. “Günaydın.”
“Ben Nadi Kızıltan, Gürkan Bey‟le görüşmek istiyo-
rum.”
Gürkan, meraklı bakışlarla elini uzattı: “Hoş geldiniz.
Benim.”
Yüzünde taşıdığı hafifçe gerginliğin yerini doğal haline
bırakan Genç, “Ha!” dedi ve gülümsedi: “Yeni atandım
da...”
Aklından yeni bir öğretmen tayini olacağına iliiiiişkin
bir bilgi geçmeyen Gürkan, olanca içtenliğiyle, “Öyle mi!”
dedi.
222 Elveda Deli Söğüt Şaban Şimşek
159
Müdürün nidalı sözünden „bir açıklama gereği imi‟ çı-
karan Nadi, “Vekâleten.” dedi ve iki adım yaklaşıp uza-
nan eli sıktı.
„Açığın asillerle kapatılamaması durumunda başvuran
lise çıkışlıların vekil öğretmen olarak atanabileceğini‟ söy-
lemişti Hasan Bey. “Fark etmez. Tekrar hoş geldiniz Nadi
Bey.”
Pantolonun arka cebinden sarı bir zarf çıkaran Nadi,
hafifçe eğilerek Gürkan‟a uzattı, “Buyurun” dedi, “atama
yazısı.”
Evrakı Nadir‟in gözleri önünde açmayı uygun bulma-
yan Gürkan, “Ya.” dedi ve alıp masaya bıraktı.
“Tam zamanında yetişmişim.”
Gürkan, okulun açıldığı günün göreve başlamak için
„tam zamanı‟ olup olmadığını düşünürken Nadi‟ye yal-
nızca bakıp sustu.
“Törende bulunmak istedim de...”
„Ya çok hevesli, gösterişe kayıyor ya da gerçekten so-
rumluluk sahibi biri‟ diye düşündü Gürkan. Saatine baktı,
“Lütfen gelin Nadi Bey” dedi, “öğretmenler odasına geçe-
lim.”
Gürkan önde, bitişikteki öğretmenler odasına geçtiler.
Nadi‟yle öğretmenler tek tek tanıştırıldı. Bu sırada bekçi
Şaban Şimşek 222 Elveda Deli Söğüt
160
Güllü geldi, muhtar Balı‟nın partiden misafirleri geldiği
için törene katılamayacağını bildirdi.
Hal hatırdan sonra hep birlikte çıktılar. Kapı önü sofa-
sına gelince durdular. Bocuk, Ali Kemal ve bir grup köylü
tam karşında öbeklenmişler törenin başlamasını bekliyor-
lardı. Metin Gürkan‟a bir im gönderdi ve konuklarına
koşup „hoş geldiniz çekip‟ döndü.
Öğretmenler, gördükleri şey karşısında baka kaldılar.
Okul avlusu neredeyse dolmuştu. Erkek öğrencilerin ço-
ğu siyah önlüklü olmasına karşın olası beşinci sınıftaki
kızlardan örnek alabilen çocuklardan üçü dışında kızların
tümü üçetekleri, tulumları, cepkenleri, önücekleri ve ba-
şörtülüleriyle rengârenk yayılmışlardı alana.
Az biraz tepeden inme de olsa kızların okula gelmesi
olağanüstü bir olaydı. Metin, sağ elini alana doğru uzattı,
“Bak bak!” dedi Belgin‟e heyecanla, “Avlu neredeyse çi-
çek bahçesine dönüşmüş.”
Garip bir hüzün sarmıştı yine Belgin‟i. Dudak ucuyla
“Ya...” dedi ve başını eğdi.
Metin, „gene çok tuhaf‟ diye düşündü. „Ah, nedenini
bir bilsem!‟ Bu kez yüzüne özenle baktı Belgin‟in, yine hiç
bir şey anlayamadı ama. Elini eline dokundurdu, “Bana
kalsa” dedi, “kızlar hiç önlük giymesinler.”
Pala, kapı önündeki masadan zili aldı ve beşinci sınıf
öğrencilerinden bir oğlana verdi. Çocuk, coşkuyla çanı
222 Elveda Deli Söğüt Şaban Şimşek
161
sallamaya başladı. Baştan sona avluyu dolandı ve gelip
zili yerine koydu.
„Emeklerinin karşılığını aldıklarını‟ düşünen Necati,
merdivenin sağına varıp, “Beşler buraya!” diye bağırdı.
İşin hiç de kolay olamayacağını aklına takan ve gördüğü
şey karşısında nutku tutulan Rami sola, Necati‟nin yanına
durdu ve çağırdığı dörtlerin gelmesini istedi. Asık suratı-
na bir parça gülümseme eklemeyi başarabilen Belgin,
üçüncü sınıfı ünledi, hiçbir tepki vermeyen Altan da ikin-
cileri. Bir öbek kızlı erkekli öğrenci ile velilerin yanına
varan Metin, “Birler benimle gelsinler!” dedi.
Birler dışındaki öğrenciler birkaç dakikada içinde sıra-
ya sokuldu.
Nadi, basamakların üstündeki sekide duran Gürkan‟ın
arkasına geçti.
Bayrağı alıp gelen Pala, seki önünde dikildi.
Olası son sınıf olmanın ağırlığını hissettirmeyi gerekli
gören Necati, kızlardan birini yanına çağırdı ve eğilip ku-
lağına bir şeyler söyledi. Sonra öğrenciyi aldı, Gürkan‟a
götürdü: “Müdür Bey, bayrağı kızımız tutsa?”
Gördüğü manzara karşısında neredeyse gözleri dolu
dolu olan ve gülümseyen Gürkan, oldukça duygulu bir
sesle, “Hiç aklıma gelmemişti Necati Bey.” dedi, “İyi dü-
şünmüşsün.”
Şaban Şimşek 222 Elveda Deli Söğüt
162
Sekiye çıkan kız, Pala‟nın uzattığı tören kuşağını bir
hamlede boynundan geçirip sol tarafına aldı ve bayrak
asılı çubuğun ucunu halkalı hazneye yerleştirdi. Merdi-
ven başına geldi, beklemeye başladı.
Geldiği günden yılsonuna değin öğrencisi olan bu iki
kızdan biri tutardı hafta sonu ve hafta başı törenlerinde
bayrağı. Öğrenciye bakıp gülümseyen Gürkan, „ilk yapa-
cağım işlerden birisi olacak fazla gecikmeden bir bayrak
gönderi yaptırmak‟ diye söz verdi içindeki bene.
Çocuğun „bu konuda deneyimli olduğunu‟ düşünen
Necati, “Müdür Bey” dedi, “İstiklal Marşı‟nı...”
“Tamam, Necati Bey, lütfen! ”
Komut verildi, bayraktar kız çubuğu iki eliyle tutup
alana doğru uzattı. Necati‟in yönetiminde İstiklal Marşı
okundu. Ardından öteki beşinci sınıf kız öğrenci de „An-
dımız‟ı söyletti. Pala, varıp bayrağı aldı ve içeriye götür-
dü.
Sekiyi ortalayan Gürkan, heyecanını bastırmak için de-
rin bir soluk aldı ve yavaşça geriye verdi. İki saniye bek-
ledi, kalbinin durulduğunu hissedince, “Sevgili öğrenci-
ler, öğretmen arkadaşlarım ve sayın veliler!” dedi. Ardın-
dan, „bu öğretim yılının Işıklar‟ın en mutlu senesi olaca-
ğını, artık kız çocuklarının da aydınlığa giden yola girdik-
lerini, bu karara katılan tüm velileri kutladığını ve çok
teşekkür ettiğini‟ söyleyip sözlerini bitirdi.
222 Elveda Deli Söğüt Şaban Şimşek
163
Ali Kemal, Metin‟e el edip Bocuk ve arkadaşlarıyla bir-
likte yanına geldiler, açılışı kutladılar, oradan öğretmen-
lere geçip el sıkıştılar, „hayırlı olsun‟ dediler ve Gürkan‟ın
hâlâ dikelip durduğu sekiye çıkıp onunla da tokalaşarak
„başarı dileklerini‟ bildirdiler.
İkinci sınıftan başlayarak dersliklere girilmeye başlandı
Merdiven önünde duran Metin, büyük sınıfların girişi
biter bitmez sağ elini havaya kaldırdı, “Birinci sınıflar
lütfen yanıma gelsin!” dedi. Yanda, arkada ve önde dağı-
nık duran, yalnız ya da velileriyle birlikte bekleyen çocuk-
lar kıpırdadılar, önünde toplandılar.
Geldiği andan bu yana bir fırsat kollayan Hayriye, Nu-
ray‟ı elinden tutup Metin‟e doğru iki adım yaklaştı,
“Örtmen Be” dedi, “bu gızım Nuray.”
Açılış törenini izlemek için alanda bulunan Koca Hü-
seyin, Hayriye‟ye bakıp gülümsedi ve imrentiyle yergi
arası bir tonla, “Deli gız!” diye mırıldandı, “Gene günün-
desin he!”
Nuray‟ın çift örgü saçlarına siyah yünden birkaç belik
daha eklenmişti. Yeşil benekli üstlüğüne karşın pembe
tulumu, allı sarılı kutnu üçeteği ile kilim yanışlı önüceği
pırıl pırıl parlıyordu.
Hayriye‟ye başıyla „anladım‟ imi veren Metin, gülüm-
seyerek döndüğü Nuray‟ın önünde hafifçe eğildi: “Hoş
geldin!”
Şaban Şimşek 222 Elveda Deli Söğüt
164
Nuray, utandı ve annesinin elini sıktı.
Bakışları yanıp sönen yaşlı bir kadın, “Örtmen Efendi”
dedi, “işte torunum Sultan.”
Ta baştan beri Metin‟in ilgisini çekip duran Sultan‟ın
gözleri bir hoştu ve sağa sola dönüp duruyordu.
Kara Hüseyin, gülümseyerek Metin‟e yaklaştı: “Toru-
num Sülümen, Örtmen Efendi.”
Sultan‟a inat, Süleyman durumundan hoşnut, kıkırda-
dı durdu.
Derin bir soluk alan Metin, “Sevgili çocuklar” dedi,
“hepiniz hoş geldiniz.”
Bir çocuk „hoş bulduğunu‟ bağırdı, ancak velilerin dür-
tüklemesiyle ona bir kaçı daha katıldı.
Merak eden erkek çocukların çoktan okulda bilinmedik
yer bırakmadıklarını tahmin eden Metin, “Haydin çocuk-
lar” dedi, “sizi biraz gezdireyim. Bakalım nasıl bir yermiş
burası?”
Uygulama hocasının, „aslında okulun gezilecek bir yeri
olmayacağı düşünülebilir, olası yoktur da‟ sözü kulakla-
rında çınladı, „ama ilk gün çok önemlidir ve öncelikle tu-
valet daha da.‟ Metin, kızlara kızlar, erkeklere de erkekler
bölümünü gösterdi. Yetmezdi bu, „doğru kullanım‟ vardı
sırada. Metin velileri yanına çağırdı. Bir an ikircikli kal-
222 Elveda Deli Söğüt Şaban Şimşek
165
dıysa da Hayriye‟den „kızlara tuvalet kullanmayı göster-
mesini‟ istedi. Erkekler için ise aynı işi bir genç üstlendi…
Şaban Şimşek 222 Elveda Deli Söğüt
166
On Sekiz
Koca Osman‟ın Emirdağlı asker arkadaşı Macit Usta,
on gündür çalışıyordu.
Geçen kış ziyarete gelen Macit, “Bu işe taş gerek, çakıl
gerek, tuz gerek, çoreg gerek.” demişti ve Osman da ta
yaz başından beri, bu malzemeleri buldukça bir köşeye
yığmıştı. Ahır yapımından kalan ve samanlığa dizip sak-
ladığı, bir odayı çevirecek kadar kerpici vardı. Sakız para-
sı da iki çuval tuzla tuğla almaya yeterdi elbet. Gündoğdu
ve haşhaş saplarını kesip, avluya yığdıktan hemen sonra
Kara Hüseyin‟den at arabasını istemiş ve ta Afyon‟a de-
ğin gidip değirmenden tuz, Macit‟in arkadaşı Kale Nal-
bur‟dan da ateş tuğlası alıp getirmişti.
Tuğlalar sökmeydi, ama Hayriye, “Ne olcek sökmey-
se!” demişti, “bizimki sökmeden olunce iş görmeycek mi
sankim Osman.”
Dağa çıkıp ahlâtlıkta kuruyan bir ağacı kesmeye gittiği
bir gün, selin oyduğu dere yatağında, Macit‟in „olsa ne iyi
olur‟ diye söyleyip durduğu katları açılmış bir kaya gör-
222 Elveda Deli Söğüt Şaban Şimşek
167
müş ve başka bir gün de dönüp kazma, kürekle levhaları
söküp, kağnıya atıp eve taşımıştı.
Hayriye‟ye, “Gız garı” demişti, o zaman, “işte he şe
hazı. Macit Usta gelse de biran önce başlese gali.”
“Hey goca adam, nirden bilcek senin hazır olduğunu te
Emirdağ‟ın köylüğünde ademcez?”
“Bisin de gesin emme.”
İşte, bu Macit Usta güzün bitiminde, ekilen haşhaşın
dört kanat olduğu, buğdayın saçaklanmaya başladığı,
ama daha soğuk yeller esmeye başlamadan, iki kapaklı
demir çerçeve ile çıka gelmiş ve o günden beri de çalışı-
yordu.
O gün, akşam yemeği yendikten ve Hayriye daha sof-
rayı kaldırmadan usta yekinivermiş ve yarın erkenden işe
başlamaları gerektiğini deyivermişti.
Sabah olmuş ve Hayriye‟nin haşhaşlı mercimekli bük-
mesiyle kahvaltı yapılmıştı. Birbirine bakıp duran Os-
man‟la Macit hemen kalkmışlar ve daha önce karar kıl-
dıkları yere gelmişlerdi.
Osman, eve doğru dönüp, “Gız Hayriye” diye ünle-
mişti, “aççık gelivir gali.”
Şaban Şimşek 222 Elveda Deli Söğüt
168
“Nitçem orde be?”
“Len gadın, ben sana gelivir deyom. Hadi durma gali.”
“Öf öf!”
Hayriye, söylene söylene, ama koşar adım gelmiş,
“Nitcen bakam?” demiş, adamın sustuğunu görünce, “He
di bakalım ne dicen?” diye sormuştu.
Osman, “Cuk cuk!” derken, Macit‟e dönüp gülüvermiş
ve sonra karısına, “Bura eyi mi diycedik.” demişti.
Fırın yerinin gösterildiğini anlayan Hayriye, “Eyi eyi!”
demişti.
“Hakkaten.”
Hayriye, Osman‟a kaş altından bakıp, “Eyi didimdi
ya.” demiş ve önüceğini toplayıp geldiği gibi işine dön-
müştü.
Osman‟ın dünyası, Hayriye ile çocuklarıydı. Ağzı ku-
laklarında, “Sen di ustam” demişti, “ben de başlayam ga-
li.”
Osman, kazma küreğe koşarken, Macit de adım adım
ölçü almıştı.
Ölçüye göre, dört köşeli derin bir hendek kazılmış;
Macit istemiş, Osman getirip vermiş, çukur boydan boya
taşla örülmüştü. Hemen yanındaki toprağın hasından
harç karılmış; sonra, birkaç kucak kerpiçle duvara baş-
lanmıştı.
222 Elveda Deli Söğüt Şaban Şimşek
169
Bir ara samanlığa kadar giden Macit, malzemeye göre
bir hesap yapmış ve dönüşte duvarın çift kat olmasına
karar vermişti.
Osman, “Usta” demiş, “niye çifte duvar osun ki?” diye
sormuştu.
O da, “Tertip” demişti, “hemi sağlam olu, yağmuda
erimez, hemi de sıcağı asla dışa vimez.”
Duvar, bel boyuna gelince, Macit, gene “Tertip” demiş,
“artık çoreğı duzu getirip doldurabiliriz.”
Çorak çuvalları getirilmiş, çukura dökülmüş, düzeltil-
miş, pekiştirilmiş, üstü kırma tuzla örtülmüştü. Alındaki
kürekliğe yassı kayalar ve yapı içine de tuğlalar döşen-
mişti.
Saç kapaklı sürgülü demir çerçeve yerleştirilmiş, duva-
rın dış yüzeyi dört köşe kalırken ve boşluklar toprakla
doldurulurken, iç yüzeye, yanlardan ve arkadan oval bi-
çim verilmiş, çerçeve üstüne varıldığı an Usta, “Sıra
gubpeye geliyo gari.” demişti.
Ustanın asıl becerisi, işte burada kendini göstermiş, iki
kat kerpici öyle bir eğimle üst üste koyu koyuvermişti ki,
kilit taşını da yerleştirip iş bittiğinde, ağzı açık bakakal-
mıştı Osman.
Usta, dama beşik eğimi vermiş, söğüt söğelerle bir çat-
kı döşemiş ve üzerini, çoraklı toprak karıp sıvamıştı. Son
olarak da kenarlarına fırdolayı tahta çeleni yapmıştı.
Şaban Şimşek 222 Elveda Deli Söğüt
170
Osman‟a dönmüş, “Bak tertip” demişti, “eğer ıslanma-
dan kurursa, bu çatı var ya bu çatı, ömür billâh her
yamura, her gara dayanır durur ha, alimallah!”
“Sağ ol tertip.”
*
Bugün, dış sıva da tamamlandı.
İş bitimi, Hayriye çağrıldı.
O da, yapının önünü arkasını, taş döşemeyi, içini dışını
iyice inceledi, “Hakkaten be!” dedi, “bu peh gözel ol-
muş.”
Macit, “Hayırlı hayırlı kullan bacı” dedi, Osman‟a ba-
kıp gülümserken.
“Eline sağlık usta!”
Osman, “Gız garı” dedi, “bize heç eline salık dimek
yoh mu?”
Hayriye, Macit‟e göz kırpıp, “Ülen koca!” dedi, “Sen
nittin ki deycem.”
“La havle ve la...”
“Hıh! Bir bunu bellemiş! Sen get onu anana di.”
222 Elveda Deli Söğüt Şaban Şimşek
171
Macit, “Şindi sıra” dedi, “fırını ısıtmaya geldi, amma
beş on gün gurumasını bekliycez.”
* Beş on değil altıncı gün, yapının içini dışını yoklayan
Macit, “Yav Osman!” dedi, “Bu iş temam be!”
Birlikte odunluğa vardılar ve birer ahlât kütüğüyle
geldiler. Kapağı özenle geren Macit, odunları kubbenin
içine tek tek yerleştirdi. Sonra gidip, birer kucak haşhaş
ve ayçiçeği dalı getirdiler.
Osman, “Gız garı!” diye ünledi.
“He ya!”
“Geilivir bakam.”
Hayriye, yapının önüne dikeldi ve Macit‟i seyretmeye
başladılar.
Usta, dal istedi, verdiler ve odunların arasına bir bir
yerleştirdi: “Artık yakabiliriz.”
Osman, bir coşkuyla yekindi, ama daha çabuk davra-
nan Hayriye koşup bir kürek korla döndü.
Macit, kendisine küreği uzatan Hayriye‟ye, “İşte bu
olmaz bacı!” dedi, “Artık ataşı yakmak da gullanmak da
senin işin gali.”
Şaban Şimşek 222 Elveda Deli Söğüt
172
Hayriye, şaşkın: “Nitçem ben?”
Osman, “Öf be garı!” dedi, “Yakcen gali.”
Küreği sokup koru çalıların altına itiveren Hayriye,
“Temam” dedi, “oldu mu?”
Önce incecik bir duman çıktı ve birkaç dakika sonra ça-
lılar tutuşuverdi. Yalımlar kubbeyi doldurdu, kapaktan
taştı ve göğe doğru yükseldi.
Üçü, öylece durup, ateşi seyre daldılar.
Birden dönüp gözlerini Macit‟e çeviren Hayriye, “Daha
ni gadar yancek bu fırın?” dedi, “Ağşama biter mi usta?”
Macit, kendinden emin, “Ne gader ısınsa o gader eyi
olur.” dedi ve odunluğu gösterdi: “Onun çin şo kütükler
de bitmeli ki...”
Hayriye, alayla gülüverdi: “Disene usta, biz bu gışı
odunsuz ideredivircez gali.”
“O gadar deel emme.”
“Ya neci?”
“Ağşame gapağı gapatır, yarın sabaha gine yakarız.”
“Ee?”
“Gine ağşame gader yakar, gine gapatırız... Sonra...
Sonra kullanırsın zaar.”
Hayriye‟nin gözleri beğeniden parıl parıldı. “Yani ben”
dedi, “bundan kelli Yaka‟nın fırıncısı mı olcem gali.”
222 Elveda Deli Söğüt Şaban Şimşek
173
Hayriye‟nin fırının ünü kısa sürede Karşıyaka‟yı aştı
Eski Köye kadar yayıldı. Bir kucak haşhaş, gündoğdu ya
da püren çalısıyla hamurunu alan kadınlar sıraya girmiş-
lerdi fırında. Kimi sessiz sakin dedikoduları izlerken kimi
kızların okula alınmasını tartışmaya başladı.
Hayriye‟nin ta çocukluğundan bu yana en iyi iki arka-
daşından biri de Ayşe‟ydi, „hayırlı olsun‟ diye gelenlerin
içinde. Gitmeyi danışacağı sırada özellikle kocası Ali Ke-
mal istemişti bunu. „Deli meli emme, köyün en akıllı ka-
dınlarından birisi o. Üstelik devrimci nitelikler de var.‟
Öteki arkadaşı Bakkal Şakir‟in torunu Şadiye ise Ço-
banlar‟dan bir oğlana gitmişti ve „ha deyince‟ katılamazdı
Hayriye‟nin bu hayırlı işine. „Ne hoş günlerdi birlikte ka-
rar verip de dahe goceye gitme vaktimiz gelmedi dedikleri ve
ana bubaya gafa duttukları yıllar.‟ Adları „üç deli kıza‟ çıktı-
ğı halde, sonunda eksiltme Hayriye‟de kalmıştı.
Kara Hüseyin‟in komşusu olan Sarı Balı‟nın karısı Sul-
tan, haşhaşlı hamısız bezesi yaparken, “N‟olurmuş yeani”
dedi, “gızlaa okuyunce.”
Ateşli bir tartışma geçeceğini öngören Ayşe, anca sıkış-
tığı takdirde Hayriye‟ye yardım etmeye, değilse susmanın
Şaban Şimşek 222 Elveda Deli Söğüt
174
daha doğru olacağına karar vermişti, durumu gözledik-
ten sonra.
Küreği fırına sokup pişirdiği ekmekleri çeviren Kara
Sultan, “Olur mı gı?” dedi, “Biz okuma bilmiyik de elimi-
ze ne geçeyo.” Askerdeki oğlunu anımsayınca gözleri do-
luverdi, “Guzumun meekdubun okuyemedikten kelli!”
Sarı Sultan, “Ameen!” dedi, “kocen okuyo ya daa
nesteyon.”
Şükrü‟nin Fatma, “Öf be Sultan!” dedi, “çocuk olma
gı.”
Kara Sultan‟ın gözlerinin önüne geliverdi, Afyon‟da,
Anıt‟ın önünde oturan dayıkızı Nurdan . Kocasıyla dok-
tora gittikleri gün uğramışlardı, kendisi için verilen ilaçla-
rın nasıl kullanılacağını kutuların üstüne bakıp da oku-
yuvermişti kız. Sultan‟ın bildiğine göre Nurdan da kendi-
si gibi okul yüzü görmemişti. Ağzı açık bakakalmıştı da-
yıkızına. Meğer kadın Cumhuriyet İlkokulu‟nda açılan
okuma yazma kursuna gitmiş de öğrenivermiş harfleri
tutuşturmayı… “Kız” dedi sesini yükseltip Sarı‟ya, “Sen
okusan, ben okusam, biz okusak gıyamet mi gopa.”
On dört yaşındaydı Sarı Sultan ve yaşıtları doğurduğu
halde hâlâ hamile kalamadığı için kaç aydır kaynanası
homurdanıp duruyordu. “Öf!” dedi, siniri gözlerine vu-
rurken, “Sankim benim derdim sade okul mu gız?”
222 Elveda Deli Söğüt Şaban Şimşek
175
Artık kendisine sıra geldiğine karar veren Hayriye, sağ
koltuğunda oturan Sarı Sultan‟ın omzunu dürttü, “Gız
oruspu!” dedi gülerek. “Neden sıkıntı çektiini bilmeyom
mu sanıyon sen.” Aslında içi yanıyordu kıza baktıkça.
Olası o da doktorluktu ve hamile kalması uzun zaman
alacaktı, “Daa yaşın ne ki anem.”
Fatma, “He ya!” diye Hayriye‟yi onadı.
Sarı Sultan, “Öf be!” dedi ağlamaklı, “Hepiniz bi olup
de üstüme üstüme geliyosunuz emme.”
“Gız elleham sen kendini bize göve biroş görüyon.”
dedi Kara Sultan, “Sen daa çocuksun be anem.”
Hayriye, koca bir kahkaha attı, Sultan‟ın sözü üzerine,
“Adımız” dedi, “bundan deliye çıkmadı mı abı lobut1 ba-
cım? Azıcık yüreeniz olsa on beşi, on aatıyı bekleseediniz
ya.”
Fatma yine, “He ya!” dedi.
Gözlerinin önüne geliveren Belgin Öğretmen‟in güleç
hayaline hafifçe gülümseyen ve sesine küçücük bir alay
tonu katan Hayriye, “Dıngırdayıp2 duuman öle. Neemiş,
okunmasa nolurmuş? Neliklerinen3 garı oldunuz göya.”
Bir soluk düşündü, “Bakın, isterseniz bir hesap yapek.
Kızlaa yedi yaşında okula gideese on üçünde okuldan
1 Abı lobut: Kalıplı ve safa yakın insan (Y.N.).
2 Dıngırdamak: Konuşup durmak (Y.N.).
3 Neliklerinen: Çok zor koşullarda elde edilen (Y.N.).
Şaban Şimşek 222 Elveda Deli Söğüt
176
çıkaala. Hadi, hemencii nişanlandı deyelim. Yavuklu
mavıklı oodu mu on beş. Bi iki sene de öle geçer.” Sarı
Sultan‟ın yüzüne dik dik baktı, “Senin gimi on üçünde
gunnacı4 olamacem deyi sızlanaceene on altı, on yedie
gelii de ölee yüklü kalır deel mi a gız, abı lobut bacım!”
4 Gunnacı: Hayvanlar için hamile olma hali (Y.N.).
222 Elveda Deli Söğüt Şaban Şimşek
177
On Dokuz
İkinci günde öğrenci sayısı kırka yükseldi ve üçüncü
gün ise elliyi buldu.
Gürkan, Belgin dışında üç öğretmene de birinci sınıfın
bölünmesi gereğini açtı. Altan, „olabilir‟ dediyse de aslın-
da genel bir isteksizlik var gibiydi hepsinde.
Ne var ki birinci sınıf, eğitim şefi Ali Gürlek‟in dediği-
ne göre, en köklü deneyim kazanılan alandı ve bunu bil-
meyen öğretmen düşünülemezdi. Öte yandan, emirle sı-
nıf vermenin, yapacağı en son iş olacağını biliyordu Gür-
kan.
Varıp içini dökeceği birine ne denli gereksinimi vardı
şimdi. Birden anımsadı, masaracının bir odasını ayarladı-
ğında ne kadar sevinmişti Nadi. İyi bir insandı, belli, an-
cak daha dert ortağı olup olamayacağı bilinemezdi. Bir
ara gidip Metin‟e açılmayı düşündü, sonra vazgeçti.
“Olası ki” diye mırıldandı, “yöneticiliğin sıkıntılarından
birisi de bu olmalı.”
Şaban Şimşek 222 Elveda Deli Söğüt
178
Kapı çalındı ve daha „giriniz‟ demeden açıldı.
Altan, gülümseyerek içeriye girdi, “Kabul be!” dedi,
“Birinci sınıfı alsam kıyamet mi kopar? Yani...”
Birden asabı boşalıveren Gürkan gülmeye başladı, “El-
bette Altan Bey, elbette...”
Öğretmenler odasından Nadi‟yi de alıp doğruca Me-
tin‟e vardılar. Sınıf, tıkış tıkıştı ve pencerelerin açık olma-
sına karşın havası oldukça ağırlaşmıştı. Masaya geçtiler.
Durumu kısaca açıklayan Gürkan, “Metin Bey” dedi,
“baştan mı sondan mı alalım, ne dersiniz?”
Metin, hoşnut: “Altan Bey ne isterse...”
“Yahu ne fark eder?”
Gürkan, devamsızları da katıp kızları baştan, erkekleri
sondan alarak sınıfı ikiye ayırdı ve Altan da listeyi yok-
lama defterine yazdı.
Adları okunan ve Altan‟ın yanında toplanan çocuklar,
kalanlar tarafından alkışlandılar. Öğretmenler odasının
bitişiğinde açılan yeni dersliklerine gittiler.
Sonra, Altan‟ın sınıfı Nadi‟ye teslim edildi.
Dersliğinden koridordaki hareketliliği duyan Belgin,
öğrencilerini ödevleyip Metin‟e geldi, “Ooo!” dedi, “Gö-
rüyorum ki sınıfın bölünmüş.”
“Öyle.”
222 Elveda Deli Söğüt Şaban Şimşek
179
Sıralara göz atıp, “Şimdi” dedi, “İyi olmuş... ama daha
gelen olur mu Metin?”
“Birkaç kişi anca, çünkü yirmi kadar direnen veli var-
mış.”
“Ya. O zaman ne olacak?”
“Devam takipten sonra sanırım tümü gelecektir.”
“Desene, işin zor...”
“Öyle gibi.”
“Plana başladın mı?”
Metin, içinden „bizim kız bugün sorgu meleği kesildi‟
diye geçirdi: “Bitmek üzere.”
“Ya sevgilim! Bir şey...”
Metin, sevecen: “Ihlayıp duracağına söylesene!”
“Benim planı da yapsan?”
Metin, gülüverdi: “Elin mi kırıldı?”
“Şart mı kırılması?”
“Yoo...”
“Etme be Metin! Yapıver işte.”
Kesin bir söz vermemişti, ama dayanamayıp planı ya-
zacağından emindi Metin. Belgin‟in başını sallayıp gü-
lümsemesinden içinden geçenleri anladığı da apaçık ol-
masına rağmen, “Neden ama?” diye sordu.
Şaban Şimşek 222 Elveda Deli Söğüt
180
“Öf be Metin! Ben hayatımda hiç plan yapmadım ki!”
Metin‟in gözleri fal taşı: “Ne dedin ne?”
“Hiç yapmadım, dedim.”
“Kız senin üçüncü yılın değil mi?”
“Evet.”
“Allah Allah...”
“Sen orasını karıştırma... Bak Metin! Yapacak mısın,
yapmayacak mısın? Desene be kuzum!”
Meslek açısından olağan dışı bir istekti bu. Yıllık plan
yapmak Belgin‟in asıl işi olmasına karşın, isteğini red-
detmek de bir o kadar uçraktı: “Tamam... Dediğin olsun.”
Sözde başarmanın coşkusuyla yılışıveren Belgin, bir
adımda kapıya döndü ve başını çevirip, “Az gelsene!”
dedi.
Bir soluk bakakalan, ama Belgin‟e anca kapı dışında
yetişebilen Metin, “Bir şey mi var?” diye sordu.
Belgin, ağzı kulaklarında, “Yok.” dedi ve kapıyı çekti.
Hemen koridora göz attı ve ayaküstü Metin‟in dudakları-
na bir öpücük kondurup dersliğine koştu.
222 Elveda Deli Söğüt Şaban Şimşek
181
Yirmi
Metin‟in takım elbiseye gereksinimi vardı ve tez za-
manda şehre inip bir terziyle görüşmeliydi.
Meğer Belgin‟in de önemli bir işi varmış ve bir süre
kendisine yoldaşlık yapabilirmiş.
Nadi, hafta sonları evine giderdi. Bu hafta Necati ile
Altan da ona katıldılar ve cumartesi öğlenden sonra ders
bitimi, hep birlikte yola çıktılar.
Yol ayrımına gelince Necati‟yle Altan, fazla bekleme-
den gelen Ankara otobüsüne binip gittiler.
Nadi, Belgin‟le Metin‟e konuğu olmalarını önerdi. Te-
şekkür eden Belgin, „çok meşgul olduğunu, gelemeyece-
ğini‟ söyledi.
Baştan beri tutuk ve durgun argın olan Metin başını
kaldırdı, gözlerini Belgin‟e dikti, „ne işin var ki‟ diye im-
ledi. Sonra Nadi‟ye, „Bakarız.‟ dedi.
Şaban Şimşek 222 Elveda Deli Söğüt
182
Bugün, Afyon yönü, aşağı yukarı bomboştu. Yarım sa-
at geçtiği halde bir tek otobüs geçmedi. Konuşacak bir
şeyleri de kalmamış olmalı ki, susup kaldılar.
Oflayıp puflamaya başlayan Belgin, sağ elini siper ya-
pıp, “Oh be!” dedi, “Nihayet...”
Çay yönünde beliren bir otobüs, beş dakika içinde ge-
lip önlerinde durdu ve bindiler.
Belgin, garajda alelacele ayrıldı ve hızla çarşıya doğru
yürüdü.
Metin, „hani bir süre yoldaşlık edecekti‟ diye düşündü,
„gene bir tuhaf bugün.‟
Daha sorulmadan, tanıdığı bir tüccar terzi olduğunu
söyleyiverdi Nadi, “Ne dersin Metin?” dedi, “İstersen ona
bir bakalım.”
Metin ikircikli, “Yalnız” dedi, “çok pahalıysa altından
kalkamam ha, bilesin!”
“Ne olacak? Kumaşı biz seçeceğimize göre, bir şey de-
ğişmez. Nasıl olsa hepsinin dikiş fiyatı üç aşağı beş yukarı
aynıdır.”
“O da doğru ya.”
Terzinin yeri, Ulu Cami‟nin karşısındaki bir sokaktay-
dı. Adam, güler yüzlü, tombulca biriydi ve Nadi‟yi içten-
likle karşıladı. Dükkânı pek gösterişli değildi, ama ser-
genleri tıka basa kumaş doluydu.
222 Elveda Deli Söğüt Şaban Şimşek
183
Nadi, Metin‟i gösterip, “Hulki Amca” dedi, “arkada-
şım Işıklar Köyü öğretmeni. Kumaşa bakacaktık da...”
“Tamam da... Ne oldu şu senin tayin işi?”
“Çıktı.”
Hulki, Metin‟e bakıp başını salladı ve “Ha!” dedi,
“Şimdi anladım.”
Nadi, gene de açıkladı: “Birlikteyiz yani.”
Hulki‟nin sevinci bir solukta yüzüne de yansıdı ve ser-
genliğin önüne geldi. Eliyle gösterip, “Beğenin de” dedi,
“topu öyle indirelim, açınca bir daha bakarsınız.”
Metin, kahverengi ve siyah desenli iki ayrı kumaşı gös-
terdi. Hulki, topları indirip masaya serdi. Kahverengi
kumaş kareli, siyah kumaş ise gri çizgiliydi. İkisini de be-
ğendiler, ancak Metin‟in gözü çizgili siyah kumaşa takıldı
kaldı. Tuttu, parmaklarıyla yokladı.
Hulki, “Bu kumaş” dedi, “sizi daha uzun gösterir.”
Nadi, “Ya kahverengi, usta?”
“O da az buçuk kısa.”
Metin, Nadi‟ye „fiyatı‟ der gibi baktı.
Hulki, daha kendisine sorulmadan atıldı: “Elinizdeki
Metin Bey, yüz on lira, öteki de yüz olur.”
Nadi, “Usta” dedi, “bunlardan daha hesaplısı?”
Şaban Şimşek 222 Elveda Deli Söğüt
184
Hulki, yandaki sergeni gösterip, “Bunlar daha ucuz,
ama değer mi bilemem.”
Nadi: “Yani?”
“Daha çok yazlık için uygun da, yani.”
Metin, “O zaman” dedi, “yuvarlak hesap, ne tutar?”
“İki yüz altmış.”
Nadi, kaşlarını kaldırarak, rakama, olumsuz göstereni
yaptı.
“Ama” dedi Hulki, “düz hesap iki yüz elli olsun sizin
için.”
Metin, “Şimdi” dedi, “anca elli verebilirim. Kalanı ay-
başına olsa?”
Nadi, Metin‟in görüşünü almadan atıldı: “Usta... Me-
tin‟in dediğine bakma sen. Aybaşına yüz, öteki aya yüz...
Tamam mı?”
Hulki gülüverdi, “Ne biçim iş bu yahu? Tamam... Ta-
mam, öyle olsun.”
Nadi, Metin‟in şaşkınlığına aldırmadan, “Ha usta” de-
di, “akşama ilk provasını yapsan?”
Hulki, “Hop hop!” dedi, “Beni ne sanıyorsun Nadi?”
Gülüverdi: “Usta...”
“Tamam... Anladık da makine miyim ben be!”
222 Elveda Deli Söğüt Şaban Şimşek
185
“Yo!”
“Öyleyse?”
“Kendi yerine bizi koy. Anca cumartesi gelebiliriz, gö-
rürsün. Haydi, öyleyse buna ne demeli?”
Metin, “Yahu Nadi” dedi, “ustayı pek sıkmasak.”
Hulki‟ye bakıp gülümseyen Nadi, “O kadar nazımız
olsun gali.” dedi ve Metin‟e döndü: “Aslında çok şey is-
temedik ki...”
Hulki, defterinden boş bir sayfa açtı ve mezurasını
boynuna asıp, “Şu ölçüyü” dedi, “bir alalım da...”
Metin, varıp ustanın önüne dikeldi, birkaç dakika için-
de ölçü alımı bitti.
Hulki, Metin‟e döndü, kestirip attı: “Bugün, anladığım
kadarıyla, burada kalıyorsunuz.”
“Evet.”
“Öyleyse... Yarın saat on birde provaya gelin.”
Nadi, “Âlemsin be usta!” dedi, “Gene bildiğini yaptın
ha!”
Hulki, bir kahkaha attı ve sağ eliyle havada bir yay çi-
zip sandalyesine oturdu. Bir iki soluk aldı, kalktı ve Me-
tin‟in seçtiği kumaşı yeniden masaya serdi. Mezurayı al-
dı, deftere bakıp yazı sabunuyla işaretler koymaya başla-
dı.
Şaban Şimşek 222 Elveda Deli Söğüt
186
Metin, “Usta” dedi, “sağ ol.”
Hulki, başını kaldırmadan, “Değmez.” dedi, “Sen yarın
zamanında gel, kalanına karışma.”
Nadi, “Usta” dedi, “büyük adamsın vesselam!”
Hulki, sağ eliyle „git‟ göstereni yapıp işini sürdürdü.
Nadi, gülümseyerek, “Sağ ol.” dedi, “Biz zaten gidiyo-
ruz.”
“Güle güle.”
“Hoşça kal amca!”
“Güle güle dedik ya!”
Nadi “Cuk cuk.” yaptı, kalktı ve Metin‟in koluna girip
kapıya doğru yürüdüler. Metin‟in aklı ustada, dönüp
baktı: Hulki, kumaşı kesmeye başlamıştı bile.
Yeniden Ulu Cami‟nin önüne geldiler.
Nadi, bir sokağı gösterip Metin‟e, “Şu ilerde” dedi, “bir
çay ocağı var. Oturup birer çay içsek, ne dersin?”
“Olur.”
Ocak, daracık bir sokağın içinde, yaşlı bir meşe ağacı-
nın süslediği ufacık bir bahçenin köşesindeydi. Birkaç
tahta sehpanın çevresine üçer beşer hasır oturaklar serpiş-
tirilmişti ve alan yarı yarıya doluydu. Yalnız sağdaki tav-
la başı ile ortalardaki domino sehpası oldukça kalabalık
ve bir o kadar da devinimliydi.
222 Elveda Deli Söğüt Şaban Şimşek
187
Boş bir sehpayı seçtiler ve oturdular.
Nadi, “Usta” dedi, ocaktaki boynu peşkirli adama, “bi-
ze iki çay.”
“Tamam. Dem almak üzere...”
Aklı, şimdi bile terzide kalan Metin, “Hulki Usta ilginç
biri.” dedi.
“Öyledir.”
“Sana öyle bir bakışı vardı ki, gören oğlusun sanır.”
“Gibi.”
Metin, Nadi‟ye „ilginç‟ der gibi baktı.
“Yani Metin, Hulki Usta, babam rahmetlinin en iyi ar-
kadaşıydı.”
„Öyle mi‟ anlamında dudaklarını büzüp başını sallayan
Metin, Nadi‟nin açıklamasını bekledi.
“Aynı zamanda udidir Hulki Usta.”
“Ya!”
“Epeyce bestesi var.”
“Radyoya giren?”
“On kadar.” dedi Nadi, “Babamla musiki cemiyetinde
birlikte...” Dolukup sustu.
Bir özdeyişi çağrıştırdı Metin‟e Nadi‟nin bu hali. „Sus-
kunluk acıyı deşer, söz de yarayı.‟ “Çok mu oldu?”
Şaban Şimşek 222 Elveda Deli Söğüt
188
“Geçen sene.”
“Başın sağ olsun.”
Nadi, buğulanan gözlerini kırpıp gülümsedi: “Sağ ol.”
“Kardeşin...”
“Tek ben.”
Hiç de ailenin tek çocuğu davranışları göstermiyordu.
Metin, „daha‟ der gibi baktı Nadi‟ye.
“Aslında bir ağabeyimle bir ablam varmış, ama ben
doğmadan ölmüşler.”
“Öf be Nadi!”
„Kişi, karşıtına yatkındır...‟ “Aldırma.”
Çaylar geldi. Bitince, birer bardak daha içtiler ve kalktı-
lar.
Metin, “Bana müsaade” dedi, “gidip otelde yer ayırta-
yım.”
Nadi‟nin yüzü birden ciddileşiverdi: “Olur mu Me-
tin?”
“Ne?”
“Hani yolda demiştim. Bugün benim misafirim olursan
sevinirim.”
“Ama sizi rahatsız etmek...”
Gülüverdi, “Etmezsin emin ol.”
222 Elveda Deli Söğüt Şaban Şimşek
189
“Teşekkür ederim.”
Nadi, “Gidiyoruz öyleyse.” dedi ve Karahisar Kalesi‟ni
gören bir sokağa döndüler.
Hulki Usta‟nın dikim alıştırmasından sonra bir çay
bahçesine gittiler.
Burası, ocağa göre farklı bir yerdi. Çaylar geldi. Tam
bu sırada, birisi masaya yaklaşıp selam verdi.
Nadi‟nin bir tanışı olabileceği kanısıyla, arka tarafın-
dan gelen selama ilkin aldırmayan Metin, ancak ses ren-
ginin bildik birini çağrıştırmasıyla dönüp baktı: “Vay be!”
Sırıtıp duran Müşfik, “Oo! Metin Bey!” dedi, “Siz bura-
lara kadar gelir miydiniz?”
Bir atakla ayağa kalkan Metin, “Hoş geldiniz.” dedi ve
boş sandalyeyi gösterdi: “Şöyle buyurun.”
“Yok. Ama oturmasam...”
İçinde garip bir huzursuzluk hisseden Metin, Nadi‟ye
“Müşfik Bey kadastrodan.” diye açıkladı.
Nadi, kalkıp elini uzattı: “Merhaba!”
Müşfik, isteksizce karşılık verdi ve ardından, “Metin‟i”
dedi, “birkaç dakika alsam?”
Şaban Şimşek 222 Elveda Deli Söğüt
190
Metin, bakışlarıyla „kimin nesi olduğunu‟ sorup duran
Nadi‟ye „yok bir şey‟ imi yaptı: “İzin verirsen?”
“Elbette... ”
Köşedeki bir masayı başıyla gösteren Müşfik, bir adım
atıp, “Haydi” dedi, “şuraya geçelim.”
Varıp karşılıklı oturdular.
Bedenini alaycı bir duruşa ayarlayan Müşfik, “Nasıl
gidiyor?” dedi ve yılışık bir tavırla sırıttı.
Metin‟e göre eğitim öğretim onun neyineydi, ama ke-
sinkes başka bir şeydi öğrenmek istediği, “İyidir.”
“Yani...”
“Ne yani?”
“Belgin...”
Bir anda kanı beynine sıçrayıveren Metin‟in içinden,
önce „sana ne be‟ geçti, ancak susup bakışlarını adamın
gözlerine kilitledi.
Müşfik, bir soluk alıp başını eğdi, “İlginç biri o.” diye
mırıldandı.
Sinirlerine egemen olmaya çabalayan Metin, dudakla-
rını gerdi, alayla, “Öyle mi?” dedi.
“Gerçekten.”
“Ya...”
222 Elveda Deli Söğüt Şaban Şimşek
191
“Bana bir sözü vardı, ama...”
Metin, bir an kalkıp gitmeyi düşündü, ama adamın di-
linin altında yuvarlayıp durduğu baklayı da bilmek ister-
di. “Ee!”
Müşfik, bir an başını kaldırdı ve gözlerini kaçırıp, Me-
tin‟in arkasında bir yerlere dikti, “Biliyor musun?”
“Neyi?”
“Hafta sonları bir avukatla buluşuyor.”
İlginç bir bilgiydi bu, ama karalamak için uydurulmuş
bir şey de olabilirdi. “Ne olmuş buluşuyorsa!”
Müşfik‟in yüzü anında sarkıverdi ve derin derin solu-
du. Yutkunup, “Bilemem” dedi, “amma benden sana de-
mesi.”
Adamı, başından atıp atmama arasında gidip gelen
Metin, dişini sıkıp istencine yüklendi: “Ne sözüydü o,
dediğin şey?”
Müşfik, bir anda diklendi ve üst üste yutkundu. Ar-
dından sırıtmaya ve büzülmeye başladı.
Son vuruşun ya da görüşmeyi bitirmenin zamanının
geldiğini düşünen Metin, “Müşfik Bey” dedi, “evli mi-
sin?”
“Evet.”
“Çoluk çocuk?”
Şaban Şimşek 222 Elveda Deli Söğüt
192
Müşfik, şaşkın şaplak, mırıldandı: “Üç...”
“Ha!”
Ünlemi soru tekrarı sanan Müşfik “Dedim ya.” diye se-
sini yükseltti.
Adamın bazı şeyleri imleyip durduğuna bakılırsa Bel-
gin‟le olan kısacık bir arkadaşlığını başka yöne çekmiş
olabilirdi. “Öyleyse...” dedi Metin. “Ulaşamadığın üzü-
me, ille de koruk demen mi gerekiyor be adam!”
222 Elveda Deli Söğüt Şaban Şimşek
193
Yirmi Bir
Raşit‟in Çobanlar‟a gelin giden torunu Şadiye‟nin dede
ocağını yoklamaya geldiği gün aldığı bir mektuptan sonra
Belgin, neredeyse içine kapandı ve süre giden bir durgun-
luğa gömüldü.
Şadiye, daha on sekizinde, şen şakrak bir kadındı. Bü-
yük oğlu Şakir gelecek yıl okula gidecekmiş. Küçüğü Ta-
hir, dördü yeni bitirmiş. Belgin‟in ilgi odağı Yeliz ise, iki
yaşında anca vardı ve yeni yeni yürüyordu.
Belgin, bir ara Afyon‟a inip valilikten izin almayı ve
Güney‟e gitmeyi düşündü, ancak Yeliz‟in kucağına alıp
sevdikçe bundan vazgeçti. Bir süre sonra çocukla çocuk
oldu, birlikte oyunlar kurdular. Öyle ki görenler bilmese,
onları anne kız sanırlardı. Okuldan her gelişinde doğruca
Yeliz‟i buluyor, „benim bir Metin‟im var‟ diyordu için
için, „bir de bebeğim.‟
Oysa istediği an bebeği yanındaydı, ama ya Metin‟i?
“Öf be öf!” diye inlerdi ve bir bebeğe bakar, bir de gözle-
rini kapatıp kapatıp kurduğu Metin düşlemine.
Şaban Şimşek 222 Elveda Deli Söğüt
194
Yeliz varken, hiç mi hiç okula gitmek istemiyordu ya
da dersten zevk alamaz olmuştu artık. Çocukları ne denli
severdi oysa. Bilen ya da tanıyan herkesin kendisi için
birleştikleri tek şey, çocuk tutkunu oluşu değil miydi?
„Nerede kız‟ derdi kendi kendisine, şaşkın şaplak çev-
resine bakınırken. Sonra büyük bir buruklukla, „nerede
olacak orospu, tabi ki memlekette...‟
Gün geldi, Şadiye‟nin günü doldu ve koca evine dön-
dü.
İşte, o akşamdan başlayarak, bu kez de içi dışı, ancak
bir başka, Metin‟le dolmaya, onsuz nefes alamayacağını
düşünmeye başladı. Okul, yasakların egemen olduğu
alandı, ama onun evi... Ara sıra Metin‟e gitmek çok hoştu
ve asla geri dönmek istemediği tek yer de orasıydı aslın-
da. Ne var ki, „Metin‟in kendine gelmesi ise...‟
Olanaksız olan tek gerçek buydu işte. Bazen, „haydi, bir
kere gelsin‟ diye düşünürdü, „ama ya kapıda Raşit‟le ya
da karısı ile karşılaşıverirlerse... “Öf! Öf! derdi her aklına
gelişinde... “Batasıca yasaklar!”
*
222 Elveda Deli Söğüt Şaban Şimşek
195
Bugün de her zaman yaptığı gibi pencere önüne otur-
du ve Metin‟i düşünmeye başladı. Akşam oluyordu ve
gide gide yorulduğunu duyumsadı, gene ofladı pufladı.
Kim ya da ne çağrıştırdıysa, Metin‟le seviştiği anı anım-
sadı ve birden canlanıverdi. Bütün gücüyle düşlemlerine
yüklendi, yüklendi...
Gözleri karşı pencerede, akşam yine aynı akşamdı ve
çok istediği halde Metin‟e gidemiyordu işte. Bir noktaya
takılı, ama dolukup dururken, aklına geliveren şey karşı-
sında “Aa!” diye mırıldandı, “Lojmana girip çıkmak ne
kadar kolay olurdu oysa. Aman Allah‟ım! Bunu neden
fark edemedim ben?” Hayıflana hayıflana, ezile büzüle,
ağzı açık bakakaldı.
Yüreği atmaya, soluğu soluğuna karışmaya başladı. Bir
yolunu bulup gitmeli ve aklından geçenleri bir bir Me-
tin‟e açmalıydı.
“Öf!” dedi gene, “Asiye‟ye izin verdim ya, kime diye-
ceğim şimdi?” Raşit orada ve karısı da gözetleyip dur-
dukça varıp Metin‟in duvarını tıklayamazdı ki. Umudu
kırıldı ve haber vermekten vazgeçti. „Nasıl olsa‟ diye
avundu, en azından yarın okulda bir yolunu bulur Me-
tin‟in görüşünü alırdı artık.
Gidip yattı, ancak geç vakte kadar uyuyamadı. Bir ara
kalkıp pencereye geldi ve gene gökyüzüne bakıp kutup
yıldızını buldu, “Ey gece yoldaşım” dedi, “Metin‟im uyu-
yor mu ki... Yoksa o da benim gibi sana mı bakıyor?”
Şaban Şimşek 222 Elveda Deli Söğüt
196
Uyuyordu olasılıkla. Kanadı açtı ve başını çıkarıp kom-
şu pencereyi aradı, ancak hiçbir ışık göremedi ve içi acıyla
yanmaya başladı.
Ne kadar bakınıp durdu, bunu asla bilemezdi, ancak
zamanın karanlığında kaybolup gitmişti sanki. Bir an ol-
du, üşüdüğünü duyumsadı ve varıp yattı. Sağa döndü
olmadı, sola döndü hiç olmadı. Metin‟in düşlemi göz ka-
paklarında, bakındı durdu. Ufuk ağarır gibi oldu ve ca-
minin oralarda bir horoz öttü. Onu bir eşeğin anırması
izledi. Sabah ezanı okunurken kalkıp elini yüzünü yıkadı
ve ocağa çay suyunu koydu.
*
Aklı fikri Metin‟di, ama bu, her şeyi danışacağı anla-
mına da gelmezdi. “Gelemez tabi ki!” Kararı karardı ve
asla bundan vazgeçmezdi. Annesi, böylesi anlarda, “İnat-
çı keçi sen de!” demez miydi, “derdi elbet.”
Metin‟di bu, bazı zamanlar Nuh der, peygamberi ta-
nımazdı, tıpkı kendisi denli. İçini açınca, ya karşı gelirse!
O zaman ne söyleyecekti ona? Şu halde doğru olan, kendi
işini kendisinin yapmasıydı. Tıpkı kurdun ettiği gibi...
İkinci teneffüste varıp Gürkan‟ın kapısını çaldı.
“Müdür Bey” dedi, “senden bir şey isteyeceğim.”
222 Elveda Deli Söğüt Şaban Şimşek
197
“Buyurun Hoca Hanım.”
Sesine ince ayar verip “Biliyorsun” dedi, “ben yapa-
yalnız biriyim.”
“Evet, ama...”
“Bir yerde... Benden en çok sen sorumlusun.”
“Öyle de...”
“Ben... Ben Raşit‟in evinde rahat değilim.”
Bu, apaçık bir suçlamaydı ya da ortalıkta bilmediği bir
şeyler dönüyor olmalıydı. Gürkan, anlamak amacıyla,
“Ne demek bu Hoca Hanım?” dedi.
Belgin, sağ eliyle havada bir çember çizdi: “Boş ver.”
“Ama...”
“Aması maması Müdür Bey, bu evde huzurum yok
benim.”
“Ya!”
“Gerçekten.”
“O halde?”
“Başka bir ev olsa...”
“Ee?”
“Senin lojman gibi... ama kimseyle aynı kapıyı paylaş-
madığım bir yer...”
Şaban Şimşek 222 Elveda Deli Söğüt
198
Gürkan, bir soluk düşündü ve Belgin‟e bakıp, “Açıkça-
sı Hoca Hanım” dedi, “evleri değişelim diyorsun, öyle
mi?”
“Sen bilirsin Müdür Bey!”
Gürkan, birkaç soluk Belgin‟i süzdü. Sonra birden ba-
şını kaldırıp, “Pazar günü taşınırız.” dedi, “Tamam mı?”
Hiçbir şey bu kadar kolay olamazdı. Belgin hoşnut,
müdüre gönül borcuyla bakıp baygın baygın gülümsedi
ve „eğer çekinmesem‟ diye aklından geçirdi, „varıp adamı
dudaklarından öpebilirim.‟
222 Elveda Deli Söğüt Şaban Şimşek
199
Yirmi İki
Okul çıkışı eve doğru yürürlerken, deli söğüt öbeğini
geçtikleri sırada arkadaşlarını akşam yemeğine davet etti
Necati. Belgin, hiçbir tepki vermeden Metin‟e baktı ve
başını eğdi. Nadi‟nin ıslanmış çamaşırı varmış, için özür
diledi, Gürkan‟ın muhtarla ilköğretim kurul toplantısı,
Rami‟nin de ev sahibine sözü varmış. Diğerlerine göre
boşta kalan Metin‟le Belgin‟e dönen Necati, “Ya siz?” de-
di ikisine birden.
Metin‟le bir iki saniye bakıştıktan sonra Belgin, “Necati
Bey” dedi, bir gözü Metin‟de, “beni de affetseniz…”
Uğradığı hayal kırıklığı karşısında hafifçe bozulan Ne-
cati, “Metin, ya sen?” dedi.
Kenarda yürüyen ve „böylesi küçücük şeyler kalp kıra-
bilir‟ diye aklından geçiren Gürkan, Metin‟in yanıt ver-
mesini beklemeden atıldı, “Herkes” dedi, daveti redde-
den arkadaşlara bakıp, “herhalde yarına kendisini hazır-
lar umarım.” Başını çevirdi, “Ha ne dersiniz dostlar?”
Şaban Şimşek 222 Elveda Deli Söğüt
200
Belgin, bu kez gülüverdi, “Ben de mi?”
“Evet.”
“Neden olmasın.”
Nadi, bugün için bir daha özür diledi ve “Yarın için
kesinkes.” dedi.
Rami, “Tamam” dedi, “ama bugün için alınma ha kar-
deş.”
Zaten her gün birlikte olan, birlikte yemek yapıp birlik-
te yiyen Altan, kendi halindeydi yine ve sessizce olanları
izliyordu.
Metin, küçük bir kahkaha attı, “Hem bugün, hem de
yarın sendeyim Necati Bey.” dedi ve kaşlarının hafifçe
çatıldığını sandığı Belgin‟e göz ucuyla bakarken.
Çeşmeye varınca Belgin‟le Gürkan‟a iyi akşamlar di-
lendi, masaraya gelince Nadi‟ye, birkaç adım ilerde de
Rami‟ye.
Eve giden tatlı meyilli yokuşu birkaç dakikada çıktılar
ve sağdaki tahta kapıdan odaların bulunduğu avluya geç-
tiler.
Kara Hüseyin‟in kuyusun da bulunduğu yerin bitişi-
ğiydi burası, bir buçuk iki metre yükseklikte kerpiç du-
varla çevrili. Yan yana kurulan odalar kapının doğusuna,
ortak tuvalet ve banyo da batısına düşüyordu ve ortada
da ufacık bir alan vardı.
222 Elveda Deli Söğüt Şaban Şimşek
201
Oda içinde yapılan yemeğin giysilerden çoraplara ka-
dar sindiğini ileri sürerek Hüseyin‟e rica edilmiş, banyo-
nun bitişiğine küçük bir çatma çattırılmış, burasını mut-
fak olarak kullanmaya başlamışlardı. İlk geldiğinde böyle
bir yapının olmadığını gören Metin‟in „bu da ne‟ gibi bak-
tığını gören Necati, “Gel bir bak hele Metin” dedi, “bizim
küçük mutfağı beğenecek misin?”
Sökme kapıdan, bir kişinin geçebileceği bir kapısı vardı
mutfağın ve ahşap tezgâh ile raflarıyla kutu gibiydi Me-
tin‟e göre. “Şahane yahu!” dedi, “Benim evden daha mı
lüks ne!”
Susup duran Altan, Metin‟in sözüne bir kahkaha pat-
lattı, “Yok yahu!”
“Sen” dedi Necati, “şu arka odayı mutfak yapsan bi-
zimkini aşar, apartman katı oluverir yahu Metin.”
Necati‟nin odasına geçtiler. Arka duvarın önüne yatak
somyası, yan duvar dibine de uzunca bir minder serilmiş-
ti. Altan varıp somyaya oturdu, Metin de diğer duvara
dayalı yatak yükünün bitişiğine kurulu masanın yanakla-
rına dizili tahta sandalyenin birini çekip.
„Hoş geldin‟ kılgısından sonra Altan kalkıp ocağa çay
koyup geldi. Öğrencileri, velileri, muhtarı, ilköğretim ku-
rulunun alacağı kararları konuştular bir süre.
Şaban Şimşek 222 Elveda Deli Söğüt
202
Güneş batarken Necati mutfağa geçti ve yarım saat ka-
dar kaldıktan sonra geldi, “Çorbayla bulgur pilavı ta-
mam” dedi, “patates yemeği de ha pişti ha pişecek.”
Sofrada bir eksiğin olabileceğini düşünüp duran Altan,
“Yahu Necati” dedi, “baktın mı ekmek sofrasına? Belki
yetmez.”
„Ev ortağının ne kadar saf olduğunu‟ düşünen Necati,
“Tasalanma kardeşim” dedi, “yemeğin yanında pilav ol-
masa belki senin dediğin olabilirdi.”
Necati‟nin bu yanıtı, „sabah kahvaltısına Hayriye‟nin
fırınından ekmek alıp gelmekti‟ aslında Altan için. Gü-
lümsedi, “İyi ya.”
Yatmak için Altan odasına geçince yüklüğü açan Neca-
ti, somyayı Metin için, yer minderini de kendisi için hazır-
ladı. Lambayı söndürüp yataklarına geçtiler.
Bitip tükenmez çok konu vardı konuşacak, ama Necati,
nedense evlenme bahsine atladı birden, “Bizimkiler” de-
di, “bana kız bakıyor olmalılar eminim.”
Görücü usulü evlenmek Metin‟in aklının ucundan bile
geçmezdi. “Yok mu anlaşabileceğin biri?” dedi.
222 Elveda Deli Söğüt Şaban Şimşek
203
İki üç saniye yanıt vermeyen Necati, “aklımdan geçen
kimse yok desem, doğrudur. Sizde nasıldır bilemem, ama
bizim buralarda bir kızla anlaşıp görüşmek deveye hen-
dek atlatmak kadar zordur neredeyse Metinciğim.”
„O denli dikkat ettikleri halde Belgin‟le olan ilişkilerini
Necati‟nin bilmesi ya da en azından şüphelenme olasılığı‟
usuna düştüğü anda kalbi de atmaya başladı Metin‟in.
“Nasıl oluyor yahu bu iş?”
“Aileden biri ya da bir tanış kızı görür. Kimin nesi
araştırır. Huyunu suyunu soruşturur. Bir yolunu bulup
kızla tanışır, konuşur. Beğenirse ana babaya açar. Onların
da olurunu alınca oğlana söylenir. Yine bir yolu bulunur,
kız erkeğe gösterilir. Her şey olumlu gidince aileler ara-
sında bu amaçla ilişkiler kurulmaya başlar falan…”
Gülmemek için kendisini zor tutan Metin, „iyi ki yü-
zümü görmüyor Necati, değilse anlardı‟ diye söylendi
içinden. “Yahu” dedi, “ne zor ve uzun bir yolmuş bu!”
“Öyledir.”
Metin, içinden „ne biçim bir gelenek bu‟ dedi ve sustu.
Birkaç dakika bekledikten sonra Necati derin bir nefes
aldı, “Metin” dedi, “bizim Bolvadin‟in kızları çok güzel-
dir ha!”
„Görüşmeyi bırak, görmek bile sıkıntılı olan kızların
güzel olup olmadığını nereden bilsin ki Necati?‟
Şaban Şimşek 222 Elveda Deli Söğüt
204
“Evlenmeyi düşünüyor musun?”
“Aklıma yatkın bir kız olursa” dedi Metin, gözlerinin
önünde Belgin‟in yüzü canlanırken, “neden olmasın.”
“İstersen” dedi Necati, “bizimkilerle görüşür sana biri-
ni ayarlarız.”
Necati için kız bakıldığı anlamına gelirdi bu, „ayarla-
ma‟ sözü ise bir gerip geldi Metin‟e, “Yani.”
“Bizim gelin yaşı gelen bazen kızları eve çağırır. Yük-
lüğe saklanıp buradan izlemek mümkün de…”
Işıklar‟da on iki, on üçtü. Bir şüphe düşünce içine,
Bolvadin‟de kızların evlenme yaşının ne olabileceğini me-
rak etmeye başladı Metin. “Ee! Kaç yaşındadır bu kızlar
Necati?”
“On beş on altı falan.”
Kayını için gördüğü kızı, varıp kaynanasına „illa ki‟
demesi gerekti. „Huyum kurusun‟ diye düşündü. „Aklıma
koyduğumu anında yapmasam içime bir ağırlık çöküve-
riyor.‟
222 Elveda Deli Söğüt Şaban Şimşek
205
Kocası kahvedeydi, Mustafa da okulda, “Eh gali” diye
mırıldandı, “Hamza‟m, demeden anasına gittiğime kız-
maz, bilirim. Kendi anama gitsem bile...”
Giyindi, mutfağa geçti. Önceden hazırladığı ve peşta-
mala sardığı bir paketi alıp kapıya indi.
Şalını başına örttü ve sol eliyle çene altından tuttu. İki
evi geçip köşeyi döndü. „İşte‟ diye düşündü, „uzak yer
değil ki.‟ Koca kapının önünde durdu. Tokmağı üç kez
vurdu ve kaynanasının „kim o‟ demesini beklemeye baş-
ladı.
Kaynana, tam vaktinde seslendi ve geleni görünce,
“Amanın gız Ülker, sen min?”
Ülker, gülüverdi, “Sanki kadın beni görmedi” diye mı-
rıldandı, “amma illa ki soracak.” Soluğunu tuttu, “Ben-
dim anne.”
“Gapı açık gızım. Mandala basıve.”
Demese de aynı şeyi yapacaktı. „Mandala basıp‟ girdi
ve haneye çıktı. Kaynana, merdiven başında bekliyordu.
“Zahmet etme be anne!”
Kadın hoşnut, “Zamet olu mu a benim gözel gızım.”
dedi, “Senden başga kimim va benim?”
Kendine verilen kıymeti ölçmek amacıyla, “Oğulların
var ya anne.” dedi gülümseyerek.
Şaban Şimşek 222 Elveda Deli Söğüt
206
Kızı olmadığına göre „düşünce‟ kendisine bakacak olan
Ülker‟di. “A gızım, ne zaman oğul gızın yerini dutmuş
ki.”
Ülker, son basamağa gelince, „bilirim‟ diye düşündü,
hâlâ kaynanasına gülümserken, „illa ki bu kadın, her de-
diğini içten der. Gel de teslim olma!‟
“A gızım. Hoş geldin gari.”
Ülker, “Hoş bulduk anne.” dedi ve paketi uzattı, “Bu-
yur, bunu sana yaptıydım da.”
Kadın, alıp paketi burnuna götürdü. “Hımm... Çok
gözel kokuyo.”
“İlla ki, sevdiğin şey bu, Kamer Anne...”
“Mercimekli haşgeşli burma ha?”
Parmaklarını ağzına götüren Ülker, “Hem de nasıl!”
dedi, “Amma yalnız yiyemezdik anne.”
Kamer‟in gözleri doluverdi, “Sağ ol gızım.” dedi ve
Ülker‟e seviyle baktı.
Oturma odasına geçtiler. Kamer, torunları Zeynep‟i,
Akife‟yi, Cihan‟ı ve Mustafa‟yı sordu.
Oysa Akife dışında, her şeyi biliyor olmalıydı; ama Ül-
ker, yerinmeyip anlatmaya başladı: Hamza, dün Zeynep‟e
telefon edip konuşmuşlar. Konya‟da hava çok soğukmuş.
Akife‟nin kocası Kars‟a atanmış. “Mektubunda öyle di-
222 Elveda Deli Söğüt Şaban Şimşek
207
yor.” Yaza doğru Ankara‟dan göçeceklermiş. Cihan ise,
şubat tatilinde gelecekmiş ve dersleri de çok iyiymiş...
“Guzularım benim.”
“Ah Kamer Anne!” dedi Ülker, “Necati Abi‟me bir kız
bulsak da...”
Kamer, içini çekip, “Çok gız va emme, biğenmiyo ki.”
Kaynanasına bir parça daha yaklaşan Ülker, “Anne
kız!” dedi, “Şu benim komşu Leyla Hanım var ya...”
“Ee! Hayrola gızım?”
“Geçen gün birlikte annesine gitmiştik.” Kamer biraz
daha meraklansın diye bir soluk sustu, “Amanın!”
Sözcüğü kötüye yoran Kamer, “Ağzını hayre aç
gızım.” dedi, “Anasine bir şey mi omuş yoğsam?”
“Yoo Kamer Anne...” Kıkırdadı, “Amma bir kız gör-
düm, illa ki Allah‟ım özenmiş de yaratmış. Kaş desen yay,
göz desen haşhaş çiçeği, saç desen aydöndü sırması... Boy
pos ceylan gibi maşallah! Öf anne... Eda desen onda, hiz-
met desen bini bir yerde! Elinden iş akıyor iş. İlla ki…
Yani...”
Gelinin ara sıra „tevatüre kaçtığını‟ bilen Kamer, gülü-
verdi: “Eee!”
“Kız anne... İlla ki tam bize göre! Bir görsen!”
“Ya!”
Şaban Şimşek 222 Elveda Deli Söğüt
208
“Necati’m ne der, deme! Eğer sen beğenirsen ağabeyim
de kesinkes beğenir. Gidip bir görsen...”
“Kimin nesimiş bu gız?”
“Ali Mollaların gelini Ayşe var ya...”
“He ya.”
“Onun yeğeniymiş.”
*
Hafta içinde Ayşe‟ye gidildi. Bir yolu bulundu, yeğeni
Nazlı çağrıldı. Bakıldı, görüldü, incelendi ve Kamer An-
ne‟nin de içi kaynayınca Nazlı kızın Necati‟ye gösterilme-
sine karar verildi.
Bu iş için kadim Bolvadin yöntemine başvurulacaktı.
Buna göre, Necati‟nin hafta sonları geldiği bir güne
rastlatılan bir tanıtma ayarlanacaktı. Sonra, kayınbabası
hayrına Yasin okutmak amacıyla Ülker‟in yapacağı hazır-
lıklar için komşulardan yardım istenecek; vakti gelmiş,
oğlan evinden bir şeyler uman annelerin göndereceği kız-
lara, Ayşe‟nin bile bile çağıracağı Nazlı da katılacaktı.
Böylece, Necati de arka odanın yüklüğünden kızların bu-
lunduğu odasının yüklüğüne geçecek ve buradaki göz
deliğinden kızlara, özellikle de Nazlı‟ya bakacaktı.
222 Elveda Deli Söğüt Şaban Şimşek
209
Beğenirse, sonrası kolaydı: “Yani” dedi Ülker, Ayşe‟ye
gülümseyerek, “illa ki bu iki aile birbirleriyle dünür ol-
mayacaklar da kimler olacak, Allah aşkına, ayol!”
Şaban Şimşek 222 Elveda Deli Söğüt
210
Yirmi Üç
Havalar günden güne soğuyordu ve elbisenin son tak-
sitini ödeyip birkaç kışlıkla soba almalıydı. „Bereket ver-
sin‟ diye düşündü, „yakıta fazla para gerekmiyor. Yarım
ton kömürle otuz kırk kalıp tezek yetermiş...‟ Cumartesi,
ders bitimi yola çıkardı artık.
Gürkan‟a haber verip, Belgin‟e „hoşça kal‟ diyerek,
ikindin namazı çıkışında Eski Cami imamıyla görüşmek
üzere beş dakika erken çıkmıştı bugün. Çeşmeye geldiği
sırada, bir öbek köylü önünü kesti.
İçlerinden orta yaşlı, sola yatık şapkalı biri yaklaştı,
“Metin Hoce‟m” dedi, “size bi şe danışsek?”
Şimdiye dek karşılaşmadığı bir durumdu. “Buyurun.”
Ikınıp sıkılan adam, elindeki kâğıdı uzattı, “Bu” dedi,
“az önce geldi de...”
Kâğıda bir çırpıda göz atan Metin, “Bir ceza bildirimi
bu.” dedi ve başını kaldırıp sordu, “Ötekiler de aynı mik-
tarda mı?”
222 Elveda Deli Söğüt Şaban Şimşek
211
“Evet, herkeşe otuz lire.”
Metin, içinden „demek devamsızlık cezaları tahsilâta
konmuş‟ diye geçirdi ve ardından, bu konuyu asla sokak-
ta tartışmamak gerektiğini düşündü. İmamla görüşmek-
ten daha önemliydi bu. “Haydin, benim eve çıkalım.” de-
di ve beklemeden yürümeye başladı.
Öğretmenin arkasındaki kalabalığı gören Bakkal Raşit,
kepenge çıktı ve başını uzatıp, “Hayrola?” dedi, ancak
kimsenin aldırmadığını görünce geriye çekildi.
Metin, mandala basıp kapıyı açtı ve varıp Janson‟u tut-
tu. Öbeğin merdiven önüne gelmesini bekledi. Sonra, öne
geçti, “Buyurun.”
Merdiveni çıktılar, ayakkabılarını çıkarıp sessizce oda-
ya doluştular. Metin‟in bir imiyle kimi somyaya, kimi de
yere oturdular.
Metin, sandalyenin birini alıp öbeğin karşısına geçti.
Durdu ve tümünü bir solukta taradı: Hepsi üzgündü, an-
cak yeni fark ettiği Tımbıllı‟nın gözleri bir yanıp bir sönü-
yordu sanki. Sesine incelikle içtenlik arası bir tın katıp,
“Hoş geldiniz.” dedi ve oturdu.
Yatık şapkalı adam, “Hocem, ben Ahmet.” dedi, “Hoş
bulduk.” Onaylamaları için gözlerini diğerlerine çevirdi.
İçlerinden biri mırıldanır gibi oldu, ancak başka ses çık-
madı.
Şaban Şimşek 222 Elveda Deli Söğüt
212
Öbeği, bir daha süzen Metin, Ahmet‟e dönüp, “Buyu-
run” dedi, “sizi dinliyorum.”
Adam, “Hocem” dedi, “bu cezayı ödememenin bir yo-
lu va mı sence?”
Belli ki istemese de partiyle ilintisi biliniyordu köyde.
Elini çenesine götürüp bir soluk düşünen Metin, başını
dikleştirdi ve yanıt verdi: “Yok gibi.”
Yerinden doğrulan Tımbıllı, “Ben dimedim mi Yatık!”
dedi.
Bir umutla bakan Ahmet‟in yüzü sarkıverdi: “Ya.”
Çok ölçülü olmalıydı ve her sözü düşünerek söyleme-
liydi Metin: “Gene de...”
Metin‟in son sözüyle bir çare bulabileceği umuduyla
öbeğin gözleri parladı ve birbirlerine bakındılar.
Hem gerçeği kabul ettirmeli hem de doğru olan şeyi de
göstermeliydi, “Bu, birinci ceza olmalı, ama ikinciyi öde-
memek olası.”
Kafası karışan Yatık Ahmet şaşkın, ama ikircikli:
“Hı...” dedi.
Yine bir umutla eğik başlar kalktı, yine önce birbirleri-
ne, sonra Metin‟le Ahmet‟e bakmaya başladılar.
Metin, „açık olmak da gerek‟ dedi içinden. Gözlerini
Yatık Ahmet‟e dikti, “Bir biçimde bu cezayı ödersiniz.
Başka kurtuluş yok yani...”
222 Elveda Deli Söğüt Şaban Şimşek
213
Tümünün yüzü asılıverdi.
“Bence, önemli olan bir daha, ama hiçbir zaman asla
bir daha ödememek...”
Akıllarında „ödememek‟ sözü birbirlerine bakıp mırıl-
dandılar. Ahmet, “Nasıl yani?” diye sordu.
Metin, “Bu ceza” dedi Ahmet‟e ve ardından diğerlerine
döndü, “çocukları okula göndermediğiniz için gelmedi
mi?”
Kimi başını salladı, kimi sustu, ama Yatık Ahmet, “Öle
ya!” dedi.
“İşte, işin sırrı burada...”
Başını öne eğen, dudaklarını kemiren Tımbıllı dışında,
kırgın olmalarına rağmen herkesin gözleri merakla parla-
dı.
Metin, üst üste yutkundu, ama sevecen bir deyişle,
“Yarından tezi yok...” dedi, “çocukları gönderin, bir daha
ceza yemezsiniz.”
Tımbıllı, “Ben...” diyecek oldu, ancak Ahmet‟le birkaç
kişinin sert ve iğneli bakışları karşısında sustu.
Somyada oturan yaşlı adam, “Baştan yağnıştı zaten!”
dedi ve başını eğip „cuk cuk‟ çekti.
Ahmet, bir soluk Tımbıllı‟ya bakıp hemen Metin‟e
döndü: “Ya göndermesek hocem, ikinci ceza ne gade
olu...”
Şaban Şimşek 222 Elveda Deli Söğüt
214
“İki katı falan...”
“Ya...”
Son noktayı koyma zamanı gelmişti, “Ondan sonra da
hapis gelir.”
Herkes, soluğunu tuttu.
Yüzüne gerçekçi bir anlam yükleyen Metin, devam etti,
“Hepsinin çaresi” dedi, kız adını bilerek anmayarak, “ya-
rından geçi yok, çocuğu okula göndermek.”
Birkaç solukluk sessizliğin ardından, yaşlı adam ya-
nındaki gence bir şeyler mırıldandı.
Aynı anda dizleri üstüne doğruluveren Tımbıllı, soluk
soluğa, “Bu cezayı kim kesiyo?” dedi. Sert ve soğuktu
sesi.
Metin, Tımbıllı‟ya dönüp dingin bir sesle, “Muhtarın
başkanlığında toplanan” dedi, “İlköğretim Kurulu...”
Yatık Ahmet, yerinden kalktı ve gülümsedi, Tımbıllı‟ya
dargın argın baktı: “Ben dimedim mi sana, ülen?”
*
222 Elveda Deli Söğüt Şaban Şimşek
215
Kalabalık dağıldığı halde geride kaldı ve son çıkanı da
bekleyip köpeği tutan Metin‟e, “Hocem” dedi, “sizi birez
daha ıraatsız idebilir miyim?”
Biraz şaşırmakla birlikte Metin, “Buyurun Ahmet
Efendi.” dedi ve merdiveni gösterdi: “Çıkalım.”
Odaya geçer geçmez masanın karşısında, ayakta duran
Ahmet, Metin‟in işaretiyle bir sandalyeye oturdu.
Metin ve karşısına yerleşti. “Evet Ahmet Efendi, seni
dinliyorum.”
Taşımakta zorlandığı ağır yükün altında eziliyormuş
gibi büzülen Ahmet, başını eğdi. “Ali Kemal dediydi
de...”
Yoldaşın adını duyunca bir an „neden komşusunu etki-
lemedi ki‟ diye düşünen Metin adama sordu: “Ne dedi
de?”
“Sana değil Örtmen Efendi, bana dediydi.”
“Hım."
Yüzüne belli belirsiz bir pişmanlık ifadesi de yüklen-
mişti bu kez, “Dinleme şu Tımbıllı‟yı, deyi.”
Metin, anladığını göstermek için başını salladı, “Olan
olmuş artık.”
“Yani... Benim kimseye düşmanlığım olmaz da...”
“Yani?”
Şaban Şimşek 222 Elveda Deli Söğüt
216
“Tımbıllı... Size takmış emme.”
İlginç bir sözcüktü şu „takmak‟, olası bir düşman türe-
mişti köyde. “Ne yapabilir ki?”
“Bilmem...”
Önce Gürkan‟la, arkadaşlarla, sonra Ali Kemal ve son
olarak da muhtarla değerlendirirlerdi sorunu. “Sağ ol.
Kaygılanma sen, „it ürür kervan yürür‟ derler.”
“Öle de...”
“Olsun. Yine de sağ ol Ahmet Efendi!”
Ahmet‟in gözleri hayranlıkla parlamaya başladı.
Adını iyilikle anıp durduğuna bakılırsa yoldaşla aynı
köylü olmak dışında ya arkadaş ya da komşuydu Ahmet.
“Ali Kemal size yakın mı?”
“Gapı gonşuyuz.”
Adamın dürüst olup olmadığını ölçmek için bir fırsattı
belki, aklına geliveren. “Ona selam göndersem iletir mi-
sin?”
“Niden olmasın!”
“Akşama bana uğrarsa sevineceğimi de.”
“Baş üstüne.”
222 Elveda Deli Söğüt Şaban Şimşek
217
*
Ali Kemal, “Amet eyi insandır aslında.” dedi, “ama az
biraz saftır da.”
“İnsan” dedi Metin, “bilmediği ya da zararlı çıkacağını
sezinlediği bir gerçeklik karşısında çokça kararsız oluyor,
ama kendine en az zararlı olacağı şeyi de seçmekten geri
kalmıyor.”
“Doğru, ancek nidense Amet gibileri hep aldanan ta-
rafta kalıyolar be hocem.”
“Sezgi ile kalkan, kaygı ile oturur, desek.”
“Sezginin de önemi olmalı; emme Metin, insan ilkin
sezdiği şeyi hemen bilince çeviremez mi?”
“Olabilir, ama iyi bir yol göstereni varsa.”
“Yani, gendiliğinden konulan garşı koyuş, anca bilince
dönüştüğü zaman bir anlam kazanıyo.”
“Öyle ya! İşte parti bunun için gerekli.”
Ali kemal, „öyle‟ anlamında başını salladı.
“Ha Ali Kemal, şu Ahmet‟in geçim durumu nasıl?”
“Eh, n‟olcek, aç değiller.”
“Ceza‟yı ödeme gücü?”
Şaban Şimşek 222 Elveda Deli Söğüt
218
“Biraz zor gibi...”
“Ya!”
“Tımbıllı‟yı boş virirsek, sanırım dört beş gişi bu cezayı
ödeyemez.”
“Öf be! Bu çok kötü!”
“Yani.”
Metin, bir soluk düşündü. “Bak Ali Kemal” dedi, “bir
teklifim olacak.”
Ali kemal „ne teklif bu hoce‟ diye baktı.
“Ama aramızda kalmalı.”
“Ayıp ittin.”
“Aybaşı geldi gelecek. Sana yüz lira versem, bu adam-
lara yardımcı olsak...”
Ali Kemal bakakaldı. Sonra “Ama” dedi, “ne yiyip içe-
ceksin sen Metin?”
“Ekmek var... Su var.”
“Yahu, olur mu böyle?”
“Neden olmasın!”
“Ya!”
“Benden çıktığını kimse bilmemeli.”
Ali Kemal de bir soluk düşündü, “Temam, da...” dedi,
“Ben virmiş olurum.”
222 Elveda Deli Söğüt Şaban Şimşek
219
“Bağış gibi olmasın ha!”
“Ne?”
“Borç verilsin ki adamların onuru incinmesin... Yalnız
ne zaman ödeyebilirlerse o kadar süreli olsun.”
Ali Kemal, Metin‟e hayranlıkla, “Ben de” dedi, “bir
yüzlük ayırsam, yahu bu altı kişiye yeter be Metin!”
“İyi ya işte!”
Şaban Şimşek 222 Elveda Deli Söğüt
220
Yirmi Dört
Gece yarısını biraz geçe şişeye üfledi ve pencere önüne
gelip oturdu. Belgin‟in lambası hâlâ yanıyordu. Gözlerini
sarı ışığa dikip, “Acaba ne yapıyor?” diye sordu kendi
kendine, oysa yatmış olsaydı ışığını söndürürdü. Pek ki-
tap okumaz ve iş de işlemezdi. „Olası radyo dinliyordur.
Ah, radyom olsa da aynı şarkıları dinlesek…‟
Işığın önünden bir gölge geçer gibi oldu. Yanılmış ol-
mamak için özenle baktı: Görüntü, sağa doğru yanaştı ve
çerçeveye yapışıp durdu. Daha bir özenle baktı: Bir insan
imgesiydi bu. Yerinden doğruldu ve gözlerini cama da-
yadı. Karartı, yavaşça sola kaydı ve öylece kaldı.
Ön duvarı aşmadan ya da kapı dışında, başka bir yer-
den avluya girilemezdi. Bu karanlıkta, atlamayı seçmek,
tehlike demekti. Metin, „şu halde‟ diye düşündü, „çıkışta
kapıyı kullanacağı kesin gibi.‟
Bir solukta kalktı ve giyindi. Ocak kaşından el fenerini
aldı ve aşağıya indi. Janson‟un zincirini çözdü. Tasmayı
eline alıp “Gel oğlum.” diye fısıldadı ve kapıyı sessizce
222 Elveda Deli Söğüt Şaban Şimşek
221
açtı. Hızla Belgin‟in avlu kapısına varıp kanadın arkasına
çömeldi ve beklemeye başladı.
Üç beş dakika, öylece durdu. Bir takırtının ardından,
Belgin, “Kim o?” diye bağırdı. Metin, „belli ki fark etti‟
diye düşündü, „dam ha çıktı ha çıkacak!‟
Toprağı pat pat döven ve yaklaşan ayak seslerine ko-
şut, Metin de parmağını fenerin anahtarına götürdü ve
soluğunu tuttu. Kapı açılır açılmaz ucunu imgenin başına
çevirip düğmeye bastı.
Bir erkek yüzü, şaşkın şaplak olduğu yerde dondu kal-
dı.
Metin, “Bana bak Tımbıllı!” diye fısıldadı, “Bir adım
daha atarsan köpeğin tasmasını bırakırım.”
Tımbıllı, bir seğirdim yekindi, ama aynı anda Janson
da üst üste hırladı.
“İstersem, şu anda seni köpeğe parçalatabilirim. O za-
man görürsün Hanya‟yı da Konya‟yı da.”
Tımbıllı, dehşetle başını eğdi.
“Ha Tımbıllı, iyi dinle! Seni muhtara da teslim edebili-
rim.”
“...”
“Bana bak salak, bunların hangisini istersin, ha?”
Tımbıllı, üst üste yutkundu.
Şaban Şimşek 222 Elveda Deli Söğüt
222
“Bir de...”
Üçüncü seçenek, olası ki öldürülmekti. Bir anda duy-
guları kararmaya başlayan Tımbıllı ağzını açtı ve hâlâ
tutup durduğu soluğunu bırakıverdi. Yeniden soluk alır-
ken başını Metin‟e çevirdi. Açıp kapadığı gözleri, nere-
deyse yalvarır gibi yılgındı ve bir yanıp bir sönüyordu
sanki.
Sesine sertçe bir anlam yükleyen Metin, feneri yola
doğru tutup, “Haydi git ulan!” dedi, “Bir daha gözüme
görünme!”
Bir solukta sıçrayan Tımbıllı, başını eğdi ve yaydan bo-
şanan bir ok gibi koşmaya başladı.
*
Bu sabah yılın ilk karı düştü ve hâlen yağıyor.
Hava, akşamdan az biraz bulutluydu, ama yatsıya
doğru birkaç damla yağmurun ardından yerini keskin bir
soğuğa bıraktı. Tımbıllı olayından sonra daha da soğudu
ve şafakla birlikte soğuğun acısı da inmeye başladı: Kü-
çücük toplar halinde, kara benzer, yumuşacık bir olu-
şumdu bu...
222 Elveda Deli Söğüt Şaban Şimşek
223
Metin, akşamdan kalma bulgur çorbasını ısıtıp kahval-
tısını yaptı ve giyinip okul yoluna düştü.
Yağan kar değil, bir tipiydi neredeyse ve Metin‟in yü-
züne kırbaç gibi iniyordu. Onca zamanda çukurların
dolmasına karşın, tümsek yerler daha kupkuru topraktı,
sözde. Metin, eğilip bir tutam aldı ve avuçlarında sıktı.
Apak, kupkuru, avucunun sıcaklığıyla anca toparlanabi-
len bir şeydi yağıp duran.
Sulanmaya başlayan topağı attı ve buz kesen avucuna
birkaç kez üfledi. Ağzından, soluk değil de su buharı
püskürüyordu sözüm ona. Bir anda ürpermeye başlayan
Metin, boynuna vuran kırbaca engel olmak amacıyla ce-
ketinin yakasını kaldırdı ve koşar adım okula doğru yü-
rüdü.
Kapıya gelince üstünü başını silkeledi. Ellerine üfleye
püfleye öğretmenler odasına geçti. Odayı yoğun bir tezek
kokusu sarmıştı ve Belgin, kedi gibi büzülmüş, soba ba-
şında oturuyordu. Daha Metin‟in „günaydın‟ demesine
kalmadan ayağa kalktı ve koşup boynuna sarıldı: “Çok
üşüyorum sevgilim!”
Metin, “Tamam.” dedi ve onu sandalyeye doğru itele-
di: “Semih gelmedi mi daha?”
“Geldi de... Öteki sobaları yakmaya gitti. Ancak bu,
yanmıyor ki Metin‟im.”
Şaban Şimşek 222 Elveda Deli Söğüt
224
Metin, Belgin‟i omuzlarından bastırıp oturttu, sonra
“Bir bakayım şuna.” dedi.
“Tamam.”
Kapağı açtı ve ateş demirini sokup karıştırdı. Olmadı,
bir daha evirdi çevirdi. Sonra, “Hım.” dedi ve başını kal-
dırıp Belgin‟e baktı: “Az sonra yanar.”
Kapı açıldı ve başını uzatan Semih, “Hocem hoş gel-
din.” dedi, “Zoba yanıyor mu acep?”
Metin, elini uzatıp, “Yanmış.” dedi, “Sağ ol.”
Beş dakika içinde önce Gürkan geldi ve selam verdi,
ardından da Altan, Rami, Nadi ve Necati. Soğuktan ve
kıştan söz edildi ve bu arada Gürkan‟a günlük planlar
imzalatıldı. O anda içeriye giren Semih, dersliklerin hazır
olduğunu söyledi. Sonra bir sandalye çekti ve sobanın
başına oturdu.
Altan‟ın radyodan dinlediğine bakılırsa, kar yağışı bir-
kaç gün sürecekmiş. Nadi‟ye göre ise bu yıl kış çok erken
bastırmış. Belgin‟in oralara da kar yağarmış, ama böyle
soğuk hiç görülmezmiş...
Gürkan, saatine bakıp Semih‟e, “Zili çalabilirsin” dedi,
“ama çocuklar sıra olmadan girsinler. Bugün Andımız‟ı
söylemeyeceğiz.”
Metin, “Ha!” dedi, “Aklımdayken diyeyim. Eğer soğuk
falan demezseniz akşama bendesiniz.”
222 Elveda Deli Söğüt Şaban Şimşek
225
Belgin, gözlerini şöyle bir gezdirip burun kıvırdı ve
Metin‟e anıştırmalı bir bakış fırlattı. Diğerleri, „tamam‟
deyip dağıldılar.
Gün, olağan akışında süregeldi ve öğlenden sonra tipi
de durdu. Ancak son dersin başlarında yeniden kar yağ-
maya başladı, ama sözün tam anlamıyla, lapa lapaydı
üstelik.
Dersin ortalarına doğru Belgin, Metin‟in kapısını açtı
ve sırıtarak seslendi: “İzin var mı?”
Metin, dönüp gülümsedi: “Var canım. Buyur.”
“Zil çalınca beni bekle. Giden gitsin, birlikte çıkalım,
olur mu?”
“Olur.”
Ders bitti ve çocuklar dağıldı. Metin, ders defterindeki
eksikleri tamamlarken Belgin de geldi, başucunda bekle-
di. Olası ki herkes gitmişti. El ele tutuşup çıktılar.
Dere yatağına geldikleri sırada Belgin, “Biliyor musun
Metin!” dedi, “Böyle ayrı ayrı gideceğimize koluna girip
yürümeyi öyle çok isterdim ki!”
Metin, “Haydi öyleyse!” dedi, “Gir koluma... Nasıl olsa
bu havada bizi kimse gözetlemez.”
Bir adımda Metin‟in koluna yapışıveren Belgin, “Sen
ne hoş adamsın be!” dedi, “Ölsem de gam yemem artık.”
Şaban Şimşek 222 Elveda Deli Söğüt
226
Metin, “Bak ha!” dedi, “Anca dereyi geçinceye kadar,
bilesin.”
“Olsun be! Bu da yeter.”
Gece olandan ne Belgin söz etti, ne de Metin. Olası ki
Belgin, olayı bir kedi tıkırtısı denli önemsiz bir şey olarak
algılamıştı. Gerçeği dese, onulmaz bir korkuya kapılaca-
ğını ya da kaygıyla allak bullak olacağını bilen Metin, „öğ-
renmese daha iyi‟ dedi içinden, „ama bunu Ali Kemal‟le
görüşüp gerekli önlemleri almalıyız.‟
Belgin, kolunu bırakırken Metin‟e, “Bir şey mi var sev-
gilim?” dedi, “Birden durgunlaştın da.”
“Yo. Arkadaşlara akşam ne ikram edeyim diye düşü-
nüyordum.”
“Ha!”
Çeşmeyi geçip Bakkal Raşit‟in önüne geldiler.
Metin, “Buldum.” dedi, “Un helvası yapacağım.”
“Ne dedin, ne?”
“Un helvası.”
“Yapmasını biliyorsun, yani?”
“Herhalde.”
“Bak. Bir teklifim var.”
“Ee.”
222 Elveda Deli Söğüt Şaban Şimşek
227
“Helva benden olsun.”
“Ama... Olur mu kız?”
“Neden olmasın. Sen, ben ne fark eder, yani.”
“Tamam.”
Bakkaldan un, yağ ve şeker aldılar, ancak ödemeyi ıs-
rarla Belgin yaptı.
Metin, “Sağ ol.” dedi, “Sonra ödeşiriz.”
Belgin, bu söze gülüverdi: “Olur... Ha Metin, fıstığı
unuttuk!”
Raşit: “Yarım kilo?”
Belgin, başını salladı: “Tamam ağa, kavrulmuş olsun.”
Ayrıldılar ve evlerine gittiler.
Metin, „enim oda‟ diye düşündü, „şimdi buz kesiyor-
dur.‟ Kovada kömür olduğunu anımsadı, ama eksik olan
tezekti. O da işte helânın yanında yığılı duruyordu. Af-
yon‟dan odun getirtmek ya da köylüden almak da olasıy-
dı. Her ikisi de pahalıya gelirdi. Oysa tanesi beş kuruştan,
ama kesinkes Raşit‟in işe el atmasıyla yeteri kadar tezek
almıştı.
Hasır minderinde yatan Janson, kapı açılır açılmaz
kalktı ve bir yandan kuyruk sallarken diğer yandan mı-
zıldanmaya başladı.
Şaban Şimşek 222 Elveda Deli Söğüt
228
Köpeğin başını okşayan Metin, “Ee Janson!” dedi, “Bu-
gün istediğin yok.”
Varıp duvarda asılı tahta tokmağı aldı ve tezeğin birini
parçalara ayırdı. Ağaç kulplu bir tenekeye doldurup gö-
türdü.
Oda, beklediğinden daha sıcaktı. Olası ki dört bir yanı-
nın toprak oluşundandı bu, “Ama olsun.” diye mırıldan-
dı. Sobanın akşamdan kalan külünü boşalttı ve birkaç
kürek kömür koydu, tezek parçalarını da üstüne yerleş-
tirdi. Gidip kapı arkasından gaz şişesini getirdi ve tezek-
lerin üzerine, birkaç damla, serpiştirdi. Ocak kaşından
aldığı kibritle tutuşturdu ve sobanın kapağını kapattı.
Masada duran Felsefenin Temel İlkeleri adlı kitabı aldı
ve somyaya oturdu. Arkasına yaslandı ve kaldığı yerden
okumaya başladı.
Belgin, kişi sayısı kadar tabak, çatal ve helva tenceresi
bulunan tepsiyi, arka odadan alıp getirdi, masaya koydu.
Özenle dağıttı. Yendi, teşekkür edildi. Tabakları topladı
ve izin istedi. Uğurlandı. Ta baştan beri ev toplantılarına
katılmamak, Belgin‟in en katı kurallarından biriydi çün-
kü.
222 Elveda Deli Söğüt Şaban Şimşek
229
Saat dokuza doğru Gürkan, “Arkadaşlar” dedi, “bili-
yorsunuz bu hafta köyde bir düğün var. Akşamları kah-
vede çalgılı çengili eğleniyorlar. Biz de çağrılıyız. Çengi
oluşu, pek işimize gelmez, ama gidip kutlasak, ne dersi-
niz?”
Olur dendi ve kalkıp sokağa çıktılar.
Yağış durmuştu ve ayakları örtecek kadar kar vardı.
Yeni Köy‟e giden sokakla kahvehane önünden geçen
sokağın kesiştiği yerin kuzey köşesinde bulunan duvarın
önündeki çukurda karın kalınlığı topuklara değin çıkı-
yordu.
Önden giden Metin, paçalarını çorabına sokmak için
çömeldiği anda el lambası yere düştü ve çakıldığı yerden
karşı evin duvarını aydınlatmaya başladı. Aniden çıkıve-
ren bir adam elini beline attı ve tuttuğu tabancayı ışığa
doğru çevirdi. Metin, adam daha tetiğe asılmadan lamba-
yı tekmeledi ve bağırdı: “Silahlı saldırı var! Yere yatın!”
Bir soluk içinde, ardışık patlamalarla gecenin karanlığı
yırtıldı ve üstlerinden vınlayarak geçen birkaç mermi de
varıp duvara saplandı. Daha ikinci soluğa kalmadan her
şey bitiverdi ve yerini koyu bir sessizliğe bıraktı. Bir süre
oldukları yerde kalakaldılar.
Kendine gelebilen Nadi, “Arkadaşlar” diye seslendi,
“sanırım geçti.”
Necati: “Öyle gibi...”
Şaban Şimşek 222 Elveda Deli Söğüt
230
Gürkan, “Hiç beklemezdim.” diye yakındı.
Metin, ayağa kalktı ve gidip duvara dönük duran lam-
bayı aldı. „Eğer yanılmıyorsam‟ diye geçirdi içinden,
„şimdi yaktım çıranı Tımbıllı!‟ Bir cesaretle ışığı karşı kö-
şeye çevirdi ve kimseciklerin olmadığını görünce, lamba-
yı aşağı yukarı sallayıp, “Yahu” dedi, “bu yoksul kanat-
lanıp uçmasıydı eğer, kesinkes postu deldirmiştik!”
Altan, “Ulan Metin!” dedi, “Büyük adamsın be!”
Rami, “Yahu Metin Bey” dedi, “nasıl anladın ateş edi-
leceğini? Yani helal olsun sana!”
Olaydan sonra, düğün kutlamasından vazgeçip yeni-
den Metin‟in evine döndüler. Tümünün yüzü allak bul-
laktı. Birkaç dakika sessizce oturdular.
Geleneklerle çelişen yeniliklere karşı her zaman irili
ufaklı direnişler olabilirdi ve Tımbıllı‟nın sayım sırasın-
daki tepkisiyle bunun sona erdiğini sanıyordu Gürkan,
ancak bu kadar ileri gidileceğini hiç de aklına getirmemiş-
ti. Boğazını temizledi, “Arkadaşlar” dedi, “bu konu çok
önemli.”
„Madem‟ diye aklından geçirdi Necati, „bu adam böyle
bir işe girişecekti, önceden haber alabilseydik keşke .‟ Ba-
222 Elveda Deli Söğüt Şaban Şimşek
231
şını kaldırdı, “Elbette.” dedi, “Ancak az kalsın adam bizi
avlıyordu yahu! Geçti diyemeyiz. Başka eylemi olmaya-
cağı da garanti edilemez. Bundan sonra ne yapmamız
gerektiğini enine boyuna düşünmeliyiz bence.”
Benzer köylü öğretmen öyküleri dinlediğini anımsayan
Rami, “Bana kalırsa” dedi, “büyütmesek diyorum. Çünkü
büyütmek, bir yerde korkmak demektir.”
„Köyde karşılaştıkları buna benzer olaylara şehrin ke-
nar semtlerinde de karşılaşmak olasıydı‟ Nadi‟ye göre,
“Tamam da Rami Bey...” dedi, “Seyirci kalacak değiliz
ya.”
„Aklın ve bilimin öne çıkması „ha deyince‟ oluvermi-
yor, bir süreç istiyor köklü dönüşümler için. Devrimin
gerekliliği de işte tam burada en önemli seçenekler ara-
sında yer alıyor olası.‟ Metin, “Enine boyuna düşünme-
den yapacağımız her karşı koyuş pek bir yarar sağlamaz
gibi.”
Dizlerinin titremesi geçmeye, soluğu düzelmeye başla-
yan Altan, “Yahu” dedi, “ne günlere kaldık be!”
Ortak bir görüşe yaklaşıldığını anlayan Gürkan, Me-
tin‟e bakıp, „beni destekle‟ imi çekti, “Hem çok önemli”
dedi, “hem de geçip gidilecek gibi değil.”
Anımsattığı halde zamanla gelişecek bir panikleme
olasılığına karşı Metin, “Şimdilik bir şey yokmuş gibi du-
Şaban Şimşek 222 Elveda Deli Söğüt
232
ralım.” dedi ve Gürkan‟a bir „tamam‟ göstereni yaptı:
“Bakalım muhtar ne diyecek?”
Necati, “Köy onun” dedi, “ama sorumluluk da onda
olmalı, aslında...”
Bir an „sorumluluk‟ sözcüğüne aklını takan Gürkan,
“Metin‟e katılıyorum.” dedi ve Necati‟ye döndü: “Res-
men ben de sorumlu sayılırım. Hemen gidip görüşece-
ğim.”
Metin, “Tamam.” dedi, “Sonucu bilsek Müdür Bey...”
Yanına alacağı bir arkadaşla Balı üzerinde daha etkili
olabileceğini varsayan Gürkan, ayağa kalktı, “Haydi Me-
tin” dedi, “Vakit geçmeden gidelim.”
Topluca kalktılar ve sokağa çıktılar.
Gürkan, el lambasını arkadaşlarının bacaklarına tutup,
“Sabaha görüşürüz” dedi ve ışığı sokağa çevirdi: “Haydi
Metin!”
222 Elveda Deli Söğüt Şaban Şimşek
233
Yirmi Beş
Öğretmen odası söyleşilerinde kız öğrenci alımıyla
oluşan sorunlar ağırlığını kaybetmeye başladı, ancak „er-
ken evlendirme geleneği‟ hiç gündemden düşmüyordu.
Kaldı ki Işıklar‟da on üç yaşın on beşe doğru yükseleceği
yargısında tümü hem fikirdi ama.
Necati‟nin verdiği bilgiye göre Bolvadin‟de evlenme
yaşı on beş, on altıydı. Haziranda nişanlandığı halde, „öğ-
retmen okulu farklarını verdikten, asaleti onandıktan,
gerçek ataması yapıldıktan sonra anca evlenmeyi düşün-
düğünü‟ tasarlayan Nadi de „kızların evlenme yaşının
Afyon merkezde en az on yedi, on sekiz olduğunu‟ söy-
lüyordu.
Tokat‟ta ise ortalama on yedi, on sekiz en yaygın kabul
gören yaştı. “Ama” diyordu Gürkan, “bazı yörelerde bu-
nun altında ve üstünde uygulamalar da var.”
“Bizim” dedi Metin, “Taşucu‟nda kız oğlan kesinkes
birbiriyle görüşerek, anlaşarak evlenme kararı alırlar. On
altıya gelen ergen kızla gönül bağı kurmaya çalışan erkek
Şaban Şimşek 222 Elveda Deli Söğüt
234
kınanır, eğer böyle bir duygusallık geliştiyse on yediyi
beklemesi istenir.”
Rami, “Biz” dedi gülümseyerek, “eşimle aynı yaştayız
ve geçen yıl evlendik.”
Onları sessizce izleyen Belgin, Rami‟ye ilgiyle döndü,
“Ya!” dedi, “Ne güzel ama.”
Daha fazla bekâr kalmak istemeyen, ancak buna karşın
annesi ve yengesinin bulacağı kızla diğerleri arasındaki
farkla aklı karışan Necati, “Hoca Hanım” dedi, suratı az
biraz sarkarken, “söyler misiniz, Denizli‟de bu yaş kaç
ki?”
Metin‟e göz ucuyla bakan Belgin, “Güney‟de kızlar”
dedi, “nadiren on yedinin altında kocaya varırlar, ama
daha çok Taşucu‟na yakın olduğunu kabul edebilirsiniz.”
*
Hıdırellez‟e yanlıca bir hafta kalmıştı.
Canan‟ın akranı olan arkadaşlarının tümü ya evliydiler
ya da nişanlı, ancak onun aklı başında bir kısmeti çıkma-
mıştı daha. Mahallede, ailecek tanış oldukları birkaç deli-
kanlı vardı elbet: Örneğin, komşu Muhlis gibi. Oğlanın
annesi bir iki kez ara bulmaya gelmişti, “Ama o, sünepe-
222 Elveda Deli Söğüt Şaban Şimşek
235
nin teki ama.” Canan, „ondan ne yavuklu olur, ne de ko-
ca‟ diye düşünürdü çokça. Karşı komşunun oğlu Veli ise
daha beter bir yaratıktı: Önüne çıkan her engele söver
dururdu o. „Amcaoğlu Sami desem…‟ diye aklından ge-
çirdi bir ara. İçindeki Canan, „insanın kardeşini gönlü mü
çeker a salak‟ deyince ondan da vazgeçmişti. Gönlünce
kestirebildiği biri çıksa, bir yolunu bulur, ilgisini çekerdi,
ama yoktu işte.
Hıdırellez‟e beş gün kalmıştı.
“Allah‟ım” diye mırıldanmıştı Canan, “içim kaynıyor
benim. Günah mı işliyorum, ama bilemiyorum ki. Affet
beni!”
Hep, „bir yavuklu istemek günah mı‟ diye sorardı,
içindeki bene. „Yoksa erkek delisi misin kız‟ derdi, iç beni.
„Yoo‟ derdi Canan. Beni de, „yalan söyleme kız. Bak, el
âleme rezil olursun ha‟ diye uyarırdı bazen. Kendisi, „öf
be, günahsa günah‟ der, karşı gelirdi öteki Canan‟a. Mı-
rıldanırdı, “Öyleyse Aslı neden Kerem‟i istemiş? Öf! Tek
aslı olsa neyse! Leyla, boşuna mı sevmiş Mecnun‟u?”
Hıdırellez‟e üç gün vardı.
Canan, varıp annesine demeliydi, „Fadime Ana‟ya gi-
deceğim‟ diye. İşte, on altı bitiyordu bu ay. Kim kalmıştı
ki on yedide yavuklusuz? Pencere önüne gelip oturmuş-
tu, „Ah bir yavuklum olsa‟ demişti içinden, „Hıdırellez‟de
dilek tutsak, bir de gizli gizli buluşsak. Ah kısmetim ah!‟
Şaban Şimşek 222 Elveda Deli Söğüt
236
“Allah‟ım, perşembe günü Hıdırellez!”
Bugün çarşamba: Canan, “Anne sen otur.” demişti,
“Bütün işler benim, bilesin!”
Gülüvermişti kadın, “A deli gızım!” demişti, “Hangi
daşı galdırıp da altına baksam?”
“Şart mı bir taşın altına bakman anne? Ne çıkacak sa-
nıyorsun, yani?”
“Hadi, hadi ordan!”
“Sen oturacak mısın, oturmayacak mısın? De bir, kala-
nına karışma!”
“Temam... Temam!”
Canan, tez canına yüklenmiş ve bir çırpıda bulaşıkları
yıkamıştı. Bir daha yüklenmiş, bir çırpıda camları çerçe-
veleri silmiş, kilimleri silkelemiş, mutfağı ve odaları sü-
pürüp toplamıştı: “İşte sana Hıdırellez temizliği.”
Sonra varıp annesine ada çayı yapmıştı; ıhlamurlu, tar-
çınlı olanından. Bir de kendisine koyup oturmuştu karşı-
sına.
“A deli gızım!” demişti kadın, “Va senin bi derdin, de
bakim hadi.”
“Yok” demişti mahsustan, “ne derdim olacak anam?”
“Söyletme bana” demişti annesi, yalancıktan kızıverip.
“Haydi, hemencik di de dermen bulam.”
222 Elveda Deli Söğüt Şaban Şimşek
237
“Ben” demişti Canan, “Fadime Ana‟yla Kale‟ye çık-
sam?”
Bir gülmüş, bir gülmüştü ki annesi, “A deli gızım”
demişti, “baştan diseydin ya!”
“Sağ ol anne!” demişti ve kapanıp ellerini öpe öpe bir
etmişti.
“Dur anam dur!” demişti annesi, “Galk bişi hazıla! Ben,
„Sarı Nazan gızını bişisiz göndertmiş‟ dedirtemem.”
Pişiyi bitirip erkenden yatmıştı Canan; daha ağabeyi
Ayhan kahveden gelmeden, Murat da dersini bitirmeden,
babası çayını içer içmez.
Sabahın erinde kalkmıştı ve de doğruca Fadime
Ana‟nın kapısına varmıştı, elinde pişi tepsisi sarılı peşta-
malla.
“Fadime Ana” demişti, “anam Sarı Nazan‟ın selamı
var. Kabul edersen sana katılacağım.”
“Gel benim bahtı gara gızım, gel gali!” demişti kadın.
Canan da, “Ver mübarek elini öpeyim.” demiş, sarılı-
vermişti kadının koluna.
Bir öbek bahtı kara kız, bir olup, ta Zaviye‟den yola çı-
karak kale önüne değin gelmişler, üçer adet dilek taşı top-
lamışlar, yanlarında getirdikleri kilitleri Fadime Ana baş-
ları üzerinde kilitlemiş ve dualar okuya okuya taş merdi-
venleri tırmanmaya başlamışlardı.
Şaban Şimşek 222 Elveda Deli Söğüt
238
Canan, o denli yürümeye alışkın olduğu halde kale ka-
pısına vardıklarında soluk soluğa kalmıştı.
Her kız, kapı önünde birer dilek tutmuş, en sona kalan
Canan da, „kısmetim adam gibi adam olsun‟ biçimli dile-
ğini taş yapıp, kapı kemerindeki oyuğa fırlatmıştı. Bütün
kızlar üçte bir ya da üçte iki tutturabildiği halde, Canan‟ın
üç taşı da deliği bulmuştu. Sonra kapıyı geçip kaleye gir-
mişlerdi.
“Aman Allah‟ım!” demişti Canan, “Ne kadar çok gelen
varmış dilek yerine.”
“Ee gızım!” demişti Fadime Ana, “İnsan va odukça
derdi mi bite!”
“Hiç bitmez mi Fadime Ana‟m?”
“Heç bitmezdi, emme Hıdırellez yadım itmeseydi!”
Pişiler dağıtılıp Kız Kulesi yanındaki koca taşın oyu-
ğuna birer birer yatılarak dilekler yinelenmişti.
En sonunda Kız Kulesi‟ne geçilmiş ve şimdi sıra asıl di-
leğe, kısmet açmaya gelmişti. Fadime Ana, gene sıra ile
her kızın kilidini başı üzerinde tutarak açmış, herkes dile-
ğini bağıra çığıra söylemişti. Sıra Canan‟a gelince, o da
öncelleri gibi, “Bahtım bahtım!” diye bağırmış, sonra,
“Altın tahtım!” demişti. En sonunda da eğilip olan gücüy-
le bir daha bağırmıştı: “Evlenecek vaktim!”
222 Elveda Deli Söğüt Şaban Şimşek
239
Canan, elini tutup, “İşte” dedi, “ertesi sabah sokak ba-
şında buldum seni Nadi‟m.”
“Yani?”
“Önüme çıkıverdin de... İlk çıkan sendin yani... Kısme-
tim sendin artık. İşte yavuklu olduk ya, sevgilim!”
Şaban Şimşek 222 Elveda Deli Söğüt
240
Yirmi Altı
Güllü Baki, okula geldi, Gürkan‟a, „muhtar Balı
Ağa‟nın, tüm öğretmenleri yarın akşam yemeğine çağır-
dığını‟ söyleyip gitti.
Öylesine yapılan bir davet de olabilirdi bu, başka bir
amaç için de. Her iki durumda da önemliydi, muhtarla
ilişkilerin düzenli yürütülebilmesi için. Gürkan, büyük
teneffüste vardı, çağrıyı öğretmenlere duyurdu. Ayrıca,
„herkesin bu yemeğe gelmesinin çok uygun olacağını‟ da
vurgulayarak.
Belgin, “Ben de mi?” diye sordu, onay için Metin‟e ba-
kıp.
“Neden olmasın Hoca Hanım, elbette!”
Metin‟in de „evet‟ diyen baş sallayışına Belgin, “Ya!”
dedi ve sustu.
Gün boyu sınıftan çıkmadı Belgin. Metin‟in onca ısra-
rına karşın öğretmenler odasına da gelmedi. Ancak, son
ders girişi Gürkan‟a uğradı, yarın için Afyon‟da önemli
222 Elveda Deli Söğüt Şaban Şimşek
241
bir işi varmış, izinli sayılırsa çok sevinirmiş. “Nedenini
sorma Müdür Bey!” dedi, ne olursa olsun, kesinkes akşa-
ma dönecekmiş çünkü...
Köyde akşam yemekleri, genellikle namaz sonrasına
ayarlanırdı.
Gürkan‟da toplandılar ve birlikte muhtarın evine doğ-
ru yürümeye başladılar.
Kurşun yağdırılan köşede bir soluk durdular ve sözü-
nü bile etmeden yola devam ettiler. Olayın üstünden bir
hafta geçmişti ve olası ki, yemekte bu da konuşulacaktı.
Muhtar, konukları avlu kapısında karşıladı ve doğruca
odaya aldı.
Girişin sağındaki boşluğa, bir kuzine soba kurulmuştu
ve üstünde kapaklı bir sac vardık. Onca soğuğa karşın
içerisi sıcacıktı ve hafif bir et kokusu sinmişti. Ortaya bü-
yük, dikdörtgen bir masa konmuştu; çevresine sandalye-
ler, üzerine emaye kâseler, tabaklar, iki sürahi ve haşhaşlı
hamısızlar diziliydi.
Konuklar sedire oturtuldu. Hoş beş edildi.
Balı kalktı, masanın bir ucuna geçti, “Buyurun
hocelerim.” dedi ve Gürkan‟a da öbür ucu gösterdi. Bu
Şaban Şimşek 222 Elveda Deli Söğüt
242
bile, yemeğin egemenlerinin kim olacağını gösteriyordu
sanki.
Metin‟le Belgin, masanın bir tarafına, diğerleri de kar-
şıya yerleştiler.
Muhtar, konuklara bekçi Cemil‟i tanıttı.
Esmer, orta yaşlı, uzunca boyluydu adam. Bir solukta
alıp geldiği irice bir tencereyi sobanın bir köşesine koydu.
Kapağını açtı ve usta bir garson gibi tarhana sunumu
yaptı. Daha çorbalar bitmeden sacın kapağını kaldırdı ve
bu kez, kavurma servisine başladı
Muhtar, bekçi Mehmet Ali‟yi tanıttı.
Kısa boylu, beyaz tenli bir gençti. Varıp, boşalan kapla-
rı topladı.
Ana çeşidi et olan her davet, konuğa verilen önemi
gösterirdi. Kavurma sacı alındı ve dışarıya götürüldü. Bu
kez camız yoğurdu, beyaz peynir, dilimlenmiş elma ile
katmerli haşhaş böreği getirildi ve dağıtıldı.
Mehmet Ali, su bardaklarını kaldırdı ve uzunlarıyla
değiştirdi. Gidip bir büyük rakı getirdi ve herkese, “Alır
mısın?” diye diye, içki sunmaya başladı.
Balı, ayağa kalktı, bardağını kaldırdı, “Benim yiğit öğ-
retmenlerimin şerefine!” dedi, rakıyı başına dikti, bir yu-
dum aldı oturdu.
Bal gibi bir övgü gösterisiydi bu.
222 Elveda Deli Söğüt Şaban Şimşek
243
Gürkan yekindi, yana çekildi, dikeldi ve bardağını Ba-
lı‟ya çevirdi, “Muhtarıma teşekkürler.” dedi. İçkiden bir
yudum aldı ve yerine geçti.
Belgin, Balı‟nın onca üstelemesine karşın, “Özür dile-
rim!” dedi. Metin‟in „neden‟ imine de aldırmadı, başını
eğip öylece durdu.
Balı, hafifçe boğazını temizledi, konukları bir yol süz-
dü, “Hoca Hanım‟dan başlamak isterim.” dedi ve gülüm-
sedi.
„Ortaya atıverilen garip bir sözdü bu, anacak neden
kendisine?‟ En azından böyle algıladı Belgin. Şaşkın, aynı
zamanda merakla gözlerini muhtara kilitledi.
Metin‟le Gürkan „biz farkındayız her şeyin‟ der gibi gü-
lümsediler, ama diğerleri baka kaldılar.
Balı, kendinden emin, “Geçen hafte gice yarısı” dedi,
“senin ırahatsız edildiğini biliyom Hoce Hanım. Özür
dilerim, bir dahe olmiycek!”
Belgin, Metin‟e dönüp, kaygıyla mırıldandı: “Neler
oluyor Allah aşkına?”
Metin, “Şimdilik bir şey deme.” dedi, “Sonra anlatı-
rım.”
Herkesin dönüp kendisine baktığını gören Gürkan,
“Sağ ol muhtarım!” dedi, “Değmez.”
Şaban Şimşek 222 Elveda Deli Söğüt
244
Nadi gülümsedi, „anlaşıldı‟ dedi içinden. Rami ise
Gürkan‟a hayran, başını salladı.
Balı, herkesi bir daha taradı ve sesine bir parça da ba-
bacanlık katıp, “Arkıdaşla” dedi, “o gice için çok üzgü-
nüm. Sizden de özür diliyorum.”
Necati, başını eğdi ve “Sağ olun!” diye mırıldandı. Al-
tan ise, bön bön bakındı durdu.
Balı, başını kapıya çevirip, “Güllü!” diye ünledi, “Getir
şunu gari!”
Nadi, sağındaki Rami‟ye, “O da ne?” diye fısıldadı.
Rami, „bilmem ki‟ der gibi, sağ kaşını kaldırıp indirdi.
Güllü Baki, bir solukta; ezik büzük, süklüm püklüm,
anca ayaklarını sürükleyerek yürüyebilen Tımbıllı‟yı ko-
lundan tutup, muhtarın önüne dikti: “Buyur ağam!”
Ağa, kaş göz işaretiyle bir şeyler emretti, Güllü de
„haydi‟ diye adamı dürtükledi.
Tımbıllı, ok gibi fırladı, varıp Belgin‟in tutabildiği eline
sarıldı. “Hoce Hanım” dedi, öpmeye çabalarken, “senden
özür dilerim. Bir daha ırahatsız edirsem ölüm çıksın.”
Belgin, daha bir şaşkın, dondu kaldı.
Bir hamlede Belgin‟den ayrılan Tımbıllı, neredeyse ko-
şup Gürkan‟ın ellerine sarıldı. Öpmek için eğildi. Elin çe-
kildiğini görünce, “Mödür‟üm” dedi, “ben ittim, ne olur
siz affedin!”
222 Elveda Deli Söğüt Şaban Şimşek
245
Benzer bir törenle eğilip doğrulan Tımbıllı, öğretmen-
lerden de ayrı ayrı özür diledikten sonra, bir gözü Me-
tin‟de, varıp Balı‟nın önünde tek durdu. Başını eğdi, elle-
rini göbeği üstünde bağladı. Ağlamaklı, “Kulun kölen
olayım Balı Ağa‟m!” dedi, “N‟olur, bağışla bu salağı!”
Baki, Balı‟nın bir işaretiyle Tımbıllı‟nın koluna girdi,
getirdiği gibi alıp götürdü.
Muhtar, öğretmenlere bakıp bir daha, “Arkadaşla” de-
di, “ben Tımbıllı gibi birine adımızı lekeletemem. Başba-
kan Demirel‟e söz verdim, köyümüzü Afyon’a örnek yapıcem
deyi. Ben yaşadıkçe size heç bir kimse tokunamaz.”
Tımbıllı‟nın yaptıkları hoş değildi elbet, ama hak etse
bile adamın bu denli aşağılanması da insanın içini burku-
yordu. Metin, kaşlarını çattı, başını sağa sola salladı. Yüzü
sarkıveren ve bir anda alnına ini iniveren kalın çizgilere
karşın Gürkan, “Muhtarım” dedi ve yutkundu, “bir daha
teşekkür ederiz.”
Metin, „köyün nüfusunun belediye olmaya yeterli ola-
cağını‟ söyledi ve Balı Ağa‟ya, „bu konuda ne düşündü-
ğünü‟ sordu. Bir anda, odanın ağır havası dağılıverdi
sanki.
Muhtar, Metin‟in konu değiştirmedeki zamanlamasına
hayranlıkla gülümsedi. Aslında, „halkın muhtarlık ya da
belediye olmuş, buna pek aldırmayacağı‟ yanıtını verdi,
Şaban Şimşek 222 Elveda Deli Söğüt
246
ancak “Emme” dedi, “belediye gurabilsek daha çok iş
yapabiliriz.”
Metin, “Muhtarım” dedi, “siz isteseniz, biz de çalışsak.
Ha, ne dersiniz?”
Alkolün etkisiyle mi yoksa olağan mı, pek belli etmedi
Balı ve başını eğip birkaç soluk düşündü. Sonra dikeli-
verdi ve gülmeye başladı. Bir yandan da “Haydin
öleyse!” dedi, “Yarından tezi yok, çalışalım gali.”
222 Elveda Deli Söğüt Şaban Şimşek
247
Yirmi Yedi
Metin‟in sınıfı, sonradan gelenlerle birlikte elli altıya
çıktı, on beşi oğlan, kırk biri de kızdı. Kızların on yedisi-
nin adı Sultan‟dı ve oğlanların on üçünün de Balı. Okul-
da, neredeyse bir Sultan ve Balı bolluğu vardı.
Ocak ayının ortalarına doğru, sınıfın yarıya yakını
okumaya başladı, ancak kalan öğrencilerin de bu düzeye
erişebilmeleri için daha epeyce uğraş gerekecekti.
Metin, öğrenci tanıma defterini kapatırken, „tatile ne
kaldı ki‟ diye düşündü, „sanırım nisan başlarında gerekli
verimi yakalarız. Ancak Sultan Uzun‟un bu ortamda eği-
tileceği konusunda ikircikliyim. Konuyu Necati‟ye açmış-
tım ve kararı bana bırakmıştı, ama bir de Gürkan‟la gö-
rüşsem iyi olacak.‟
Saatine baktı; ders ziline iki üç dakika anca vardı. Kalk-
tı ve doğruca yönetim odasına geçti. Gürkan yerinde de-
ğildi, olası ki öğretmenler odasındaydı. Varıp kapıyı açtı.
Belgin, ilgiyle başını kaldırdı ve gülümsedi. İçinden,
Şaban Şimşek 222 Elveda Deli Söğüt
248
“Beklenmek ne hoş!” diye geçirdi. Anlaşılan, diğer öğ-
retmenler gelmemişlerdi. Gürkan burada da yoktu.
Belgin, “Düşüncelisin, hayrola?” diye anıştırdı.
“Yoo. Pek sayılmaz. Gürkan Bey‟e bakmıştım.”
“Araç odasında.”
“İzninle.”
Metin çıkarken Belgin de katıldı. Araç odası bitişik ka-
pıydı.
Gürkan, fen dolabını dökmüş araç ve gereçleri sayı-
yordu. Başını kaldırdı ve istem dışı bir itiyle Metin‟le Bel-
gin‟e, “Hoş geldiniz.” dedi.
Belgin, içinden, „sanki burada değildik‟ dedi, „ne tu-
haf!‟
“Kolay gelsin.”
“Sağ olun.”
Metin, “Gürkan Bey, şu benim öğrenci Sultan‟dan söz
etmiştim ya...”
“Evet.”
“Derse girince bir de sen görsen?”
Belgin atıldı: “Ne var ki onda?”
“Neyi yok ki, Sultan‟ın sorunu epeyce büyük.”
“Ha! Anladım, şu kız. ”
222 Elveda Deli Söğüt Şaban Şimşek
249
Gürkan, “Tamam.” dedi, “Ders içinde gelirim.”
Zil çaldı. Bir soluk sonra koridor bağırıp çağıran çocuk-
larla doldu ve büyük bir gürültüyle dersliklere girmeye
başladılar.
Belgin, Metin‟in kolunu dürtükleyip, “Haydi!” dedi,
araç odasından çıkarken. Soluk soluğa: “Akşama bekliyo-
rum ha!”
“Yani?”
“Yemeğe, ama nasıl istersen...”
“Saat on... İyi mi?”
Bu, „sabaha kadar birlikte olmak‟ demekti. Belgin, ağzı
kulaklarında, koşarak dersliğine girdi.
Gürkan, dersin sonuna doğru geldi. Masaya geçtiler.
Sultan‟ı gözlemeye başladılar.
Kızın gözleri her uyarana karşı dönüp duruyordu. Ar-
kadaşlarıyla uyumluydu, ancak bu uyum etkinliğinden
değil de olasılıkla edilginliğinden olmalıydı. Şiddete eği-
limi yoktu. Gözlem defterine, kavga ya da hırçınlık kaydı
işlenmemişti, ama ağladığına değgin bir not da.
Sultan kız basit, özellikle kurgusu yalnızca koşu ya da
hareket olan oyunlara büyük bir istekle katılırken, en kü-
çük bir kuralda bile apışıp kalıyordu.
Öte yandan, kalem tutmakta zorlanıyor, bir çizginin ve
şeklin üzerinden gidemiyor ya da kalem ucuyla herhangi
Şaban Şimşek 222 Elveda Deli Söğüt
250
bir şeyi izleyemiyordu. Dahası, bire bir eşleyemiyor, üs-
tüne üstlük hiç bir cümleyi tam olarak yineleyemiyordu.
Gürkan, “Durumu ilköğretime resmi yazıyla iletelim.”
dedi, “Eğer sınıfta kalmasını sakıncalı görüyorsan… Ge-
rekirse dilekçesini yazıver. Olası ki, „ilkokulda okuyamaz‟
raporu verilecektir.”
Sultan‟ın okuma yazma dışında nereye kadar eğitilece-
ğini bilemiyordu Metin. Gözlememişti, ancak bu çocuğun
bazı çocuklara alay konusu olmayacağı anlamına da gel-
mezdi. Aile içi ya da kısıtlı sokak, olası bir takım olumsuz
davranışlar kazanmasını engellerdi. “Sağ ol Gürkan Bey!”
“Ne yaptım ki!”
“Güle güle.”
Metin, Gürkan‟ı uğurladı ve masaya döndü.
Gürkan‟ın gösterdiği yol epeyce uzundu ve sürecin
Sultan‟a hiçbir yararı da olmayacaktı. Plan defterinin ar-
kasından bir sayfa söktü ve ikiye katlayıp böldü. Bir par-
çasına özenle, “Sayın Halil Uzun” yazdı, “Sultan‟ın du-
rumunu görüşmek üzere okula kadar gelebilir misiniz?
Selamlar. Öğretmen Metin.”
Kâğıdı katladı ve defterin arasından aldığı bir zarfa
yerleştirdi. Ders bitimine az kala Sultan‟ı çağırdı: “Bu zar-
fı babana verebilir misin Sultan?”
Sultan, başını salladı, “He ya!” dedi, “Veririm ben.”
222 Elveda Deli Söğüt Şaban Şimşek
251
“Canım benim. Aferin sana.”
Verilen bir ödüldü bu, Sultan‟a göre, ya da öyle bir şey-
ler algılamış olmalı ki, neredeyse sevinçten hoplamaya
başladı. Hemencecik üçeteğinin bir kanadını kaldırdı, zar-
fı tulumun cebine koydu ve gülerek yerine geçti.
Kapı çaldı ve elinde zarflarla Semih girdi.
Metin: “Hayrola Semih Ağa?”
Semih, gülümseyerek, “Mektubunuz va hocem.” dedi.
“Ya.”
Zarfı uzattı, “Asker sanırım.”
“Evet.”
“Nirde?”
“İstanbul‟da.”
“Ya... Ben de İstanbul‟da yaptıydım. Affedersiniz!
Kimden olduunu sorebilir miyim hocem?”
“Abimden. Üç aya kadar terhis olacak.”
“Ne gözel. Geçerken... Buraye de gelir mi ki?”
“Sanmam.”
“Ya.”
Semih‟in elindeki zarfın birinde Belgin‟in adını görür
gibi olan Metin, “Sanırım Hoca Hanım‟a da var?” dedi.
“Öle. Gönderen yirinde Nazmiye Üçok yazıyo.”
Şaban Şimşek 222 Elveda Deli Söğüt
252
“Annesidir.”
Mektubu açtı ve hızlıca bir göz atıp arkasına yaslandı:
Ahmet Ağabey‟in Çobanlar‟dan çavuş arkadaşı Mahmut
terhis oluyormuş, „varır varmaz Metin‟e de uğrarım‟ di-
yormuş...
*
Hafta sonunda yarıyıl tatiline girildi.
Belgin‟le Gürkan köyde kalacaklardı. Zaten Necati, Al-
tan ve Nadi hafta sonlarını, çokça, baba evlerinde geçirir-
lerdi, bu kez de kural bozulmadı. Rami ise memleketine
gitti.
Metin, Sultan‟ın rapor işini hızlandırmak için hafta ba-
şını beklemek zorundaydı artık.
Pazar günü Gürkan‟a „allahaısmarladık‟ dedi ve Bel-
gin‟le vedalaştı.
Pazartesi günü erkenden Uzun Halil‟i alıp Afyon‟a in-
diler ve doğruca valiliğe çıktılar.
Metin, yönlendirildikleri muavin kapısında, dilekçeyi
Halil‟in eline tutuşturdu, çocuğu önüne kattı ve içeriye
iteledi.
222 Elveda Deli Söğüt Şaban Şimşek
253
Halil şaşkın, çekingen, ama bir o kadar da kararlı, halı
döşemeyi görür görmez ayakkabılarını çıkardı. Sultan‟ın
kolunu tuttu, arkasındaki koltukta bir adamın oturduğu
masanın karşısına geçti, topuk vurup titreye titreye elin-
dekini uzattı. Adam, uzanıp kâğıdı aldı. Bir adım geriye
çekildiler ve beklemeye başladılar.
Adam, kâğıda göz atıp başını kaldırdı: “Halil Uzun sen
misin?”
Halil, zar zor yanıtladı: “Evet, vali paşam.”
“Öyleyse, yanındaki de Sultan olmalı?”
“Evet, vali paşam.”
Adam, kâğıdı kaldırıp salladı: “Kim yazdı bunu?”
“Neyi paşam.”
Adam, kızıverdi ve sert bir sesle çıkıştı: “Bu dilekçeyi
be adam!”
“Ha! Örtmen Metin.”
“O, şimdi nerede?”
“Dışarıda paşam.”
“Haydi, git öğretmeni bana getir.”
Halil, topuk vurup döndü. Sultan‟ı da sürükleyerek
şaşkın şaplak Metin‟e vardı: “Vali paşa seni istiyo.”
Metin, “Tamam Halil Efendi!” dedi. Varıp kapıyı tıkla-
dı ve „gel‟ sesinin ardından odaya girdi.
Şaban Şimşek 222 Elveda Deli Söğüt
254
Elinde Sultan, Halil de arkasından yürüdü ve Metin‟in
bir adım gerisinde hazır ola geçti.
Metin, vali muavinini başıyla selamladı ve kendisini
tanıttı.
“Metin Bey, nedir bu?”
“Sayın valim, öğrencimiz birinci sınıfa başladı; ancak
iki üç yaş özellikleri gösteriyor gibi. Okuyup okuyamaya-
cağının incelenmesini talep ediyoruz.”
Muavin, “Tamam.” dedi ve not düşüp dilekçeyi uzattı:
“Milli Eğitim‟e sevk ediyorum.”
Metin, “Teşekkür ederim efendim.” dedi ve başıyla se-
lam verip geriye çekildi, hâlâ tek duruşta bekleyen Halil‟e
„gidiyoruz‟ imi verdi. Adam, gene topuklarını vurdu ve
döndü. Bu tuhaf çıplak ayak sesinden ilgisi uyanıveren
Sultan, önce tiz bir kahkaha attı ve ardından kıkırdamaya
başladı.
Milli Eğitim Müdürlüğü, bekletmeden Sultan‟ı Sağlık
Müdürlüğü‟ne sevk etti, burası da Hükümet Tabipliği‟ne.
Sultan‟ı ilgiyle yanına alan doktor, konuşmak istediyse
de başaramayınca, “Metin Bey” dedi, “resim çektirin de
raporu verelim.”
Metin, Hükümet Konağı‟nın karşı kaldırımında bir
seyyar fotoğrafçı durduğunu anımsadı. Gidip buldular.
222 Elveda Deli Söğüt Şaban Şimşek
255
Fotoğrafçı, güngörmüş biriydi. Kaş göz imiyle Metin‟e
çocuğun özrünü sordu. Zihinsel olabileceğini öğrenince,
daha bir şefkatle Sultan‟ı bir iskemleye oturttu. Körüğün
arkasına geçip ayarını yaptı ve resmi çekti. Arabı hazırla-
dı, ancak gözleri kusurluydu. Bir arap daha çekti, ama bu,
daha da beterdi.
Fotoğrafçı, “Şuna bakın hocam.” dedi, “Gözün biri bir
yana, diğeri öteki yana bakıyor.”
Adam, Sultan‟a bir şekerleme verdi ve bir deneme da-
ha yaptı. Bu kez de kızın bir gözü göğü, öteki gözü yeri
gösteriyordu.
Halil, kızıverdi: “Gızım dooğu duusana!”
Metin fotoğrafçıya, “Ben” dedi, “sizin arkanıza geçe-
yim. Sultan‟la konuşmaya çalışayım. Ola ki düzgün bir
poz yakalarsınız.”
Metin‟in dediği uygulandı ve az buçuk düzgün bir
arap alınabildi.
Tabipliğe döndüler. Doktor, bir memur çağırdı, Sul-
tan‟ın kimliği istendi ve şipşak „ilkokulda okuyamaz‟ ra-
poru verildi.
Metin, “Halil Efendi” dedi, “bu raporu köye varınca
Gürkan Bey‟e ver. Okul açılınca da Sultan‟ı gönderme.”
Halil, gönül borcuyla Metin‟in eline sarıldı: “Sağ ol
hocem.”
Şaban Şimşek 222 Elveda Deli Söğüt
256
Burnu sızlamaya başlayan Metin, “Bir şey değil.” dedi
ve eğilip Sultan‟ı öptü. Sonra doğruldu ve elini Halil‟e
uzattı, “Haydin allahaısmarladık!”
Afyon‟dan Silifke‟ye doğrudan kalkan otobüs yoktu.
Ya Konya‟ya varır, oradan Adana‟ya geçer ve Mersin üze-
rinden Silifke‟ye ulaşabilirdi ya da Konya otobüsüyle Ka-
raman‟a, oradan da Silifke‟ye. Metin, kestirme olacağı
kanısıyla ikinci yolu seçti, ancak İzmir ve Antalya‟dan
gelecek arabalarda yer bulunması, şansa bağlı bir şeydi.
Önemli günlerde ek seferler de yapılırdı. Bir firmada
yer buldu, ama kamyondan bozma sevimsiz bir otobüstü
bu. İster istemez bilet aldı ve yola çıktılar.
Yaptığı hesaba göre sabahın altısında Karaman‟da ol-
maları gerekiyordu; oysa saat yediyi geçiyordu ve soğuk
hava kutusuna dönen otobüs olacak şey, Karaman‟a daha
yeni girmişti.
Karaman‟ın var olan tek caddesi üzerinde çorbasıyla
ünlü iyi bir lokanta bulunduğunu anımsadı. Çantasını
emanete verdi. Varıp kahvaltı yaptı ve garaja geri döndü.
Şimdilik Silifke‟ye giden bir araba yoktu. Gezinirken ana
yol üzeride duran bir kamyon ilgisini çekti. Yaklaştı ve
222 Elveda Deli Söğüt Şaban Şimşek
257
özenle baktı: Bu, Silifke‟de oturan Kâmil Abi‟inin komşu-
su Asım Dölek‟in önden kolçaklısıydı.
Asım, yerinde değildi. Metin, not defterinden bir sayfa
söktü ve bir şeyler yazıp ön cama sıkıştırdı. Sonra, garaj
yolunda bir kahveye varıp oturdu.
Yarım saat sonra Asım çıka geldi. İlkin şöyle bir bakın-
dı ve Metin‟i görünce masasına doğru yürüdü, “Oo! Me-
tin.” dedi, “Çok bekletmedim inşallah!”
Ayağa kalkan Metin, bir adım attı, “Abi, hoş geldin.”
dedi, “Şöyle otur.”
Metin, çay ısmarladı ve Silifke‟ye hemen gideceğini
varsayıp, “Asım Abi.” dedi, “İyi ki seni görmüşüm. De-
ğilse, bakalım ne zaman varaktım Silifke‟ye.”
Asım, arkasına yaslanırken “Akşama döneriz.” dedi,
“Biraz işim var da.”
Metin, “Fark etmez abi.” dedi ve yutkundu.
Çayı başına dikip bitiren Asım, ayağa kalktı, “Haydi”
dedi, “şu işi bir yoluna koyak.”
Çantayı emanetten alıp kamyona götürdüler.
Asım, direksiyona geçti ve kolçağı uzattı, “Şunu çeviri-
ver.” dedi. Öne dolanan Metin, eğildi, kolçağı yerine taktı
ve sağa doğru hızla çevirdi. Motor, anında vınlayarak
çalışmaya başladı.
Şaban Şimşek 222 Elveda Deli Söğüt
258
Asım‟ın yanına geçen Metin, çantayı ve kolçağı koltuk
altına attı ve arkasına yaslandı.
Ana caddeye çıktılar ve bir süre Konya yönünde ilerle-
diler. Kent bitiminde, sağda, yüksek duvarlarla çevrili bir
yapının önüne geldiler. Arabayı durdurup indiler ve ka-
pıya doğru yürüdüler.
Kapı bekçisi, “Ha!” dedi, “Hoş geldin Asım.”
“Hoş bulduk da... Benim yük hazır oldu mu Recep?”
“Sanırım.”
“İyi.”
“Patron içerde.”
Asım, “Oldu.” dedi ve Metin‟e bir „gel‟ imi yapıp avlu-
ya geçtiler.
Metin, birkaç metre ilerdeki yapıya bitişik çatma altına
dökük buğdaya bir soluk baktı, “Yahu Asım Ağabey”
dedi, “çürümez mi bunlar açıkta?”
“Çürümüyor belli ki.”
Çatmanın solundaki yönetim bölümüne geçtiler ve iş-
letme müdürünü buldular: Yük hazırmış...
Geriye döndüler ve kamyonu alıp ambar önüne yanaş-
tırdılar. Birkaç dakika içinde un çuvalları yüklendi. Kam-
yonun üzerine çıkan Metin örtü bezini serdi, Asım da
kendirledi, sarıp sarmaladı.
222 Elveda Deli Söğüt Şaban Şimşek
259
Metin, beklentisine karşın, erkenden yola çıkmanın
hoşnutluğuyla koltuğa kuruldu.
Onu gözleyip duran Asım, “Haydi haydi” dedi, “bu-
gün çok şanslıyız.”
*
Metin‟in evi, daracık bir patikayla gidilen ve iskeleyi
gören yamacın eteğindeydi. İki katlı, sofa sundurmaları
ağaç direklerle destekli, üç odalı eski bir yapıydı bu.
Babası, yörede Otçu Sofu sanıyla bilinir ve daha çok
basur sağaltımıyla tanınırdı. Annesine Kızıl Hapa derler-
di. Bu san ona, kan tutkusundan falan değil, kızıla çalan
saçlarından ötürü verilmişti.
Onca yaşına karşın Kızıl Hapa, oğlunu ta yol ayırımın-
da tanıdı ve arkaya dönüp bağırdı, “Sofu! Bak Metin‟im
geliyor!”
Otçu, şalvarını çekiştirerek karısına baktı, “Hani kız?”
Hapa, işaret parmağıyla yolu gösterdi, “Aha! Gömüyor
musun koca?”
Sofu, ellerini gözlerine tuttu, “Ha! Gerçekten.”
Şaban Şimşek 222 Elveda Deli Söğüt
260
Hapa‟nın gözleri parıl parıldı artık ve neredeyse hop-
layıp oğluna koşacaktı.
Sofu ise durgundu. Sevinmişti sevinmesine, ancak ekin
ekemez, harman kuramaz olduğunu ve oğullarından des-
tek almadan, neredeyse aç kalacaklarını da anımsamıştı
birden. Derin bir iç çekti ve için için kendisini anıştırmaya
başladı. “Eğer otçuluktan gelen üç beş lira da olmasa...”
Oğlu, çantadan yana eğilmiş gibi geldi Hapa‟ya. “Ağır
olmalı, ama içinde ne ola ki?” diye sordu, kendi kendisi-
ne. Sonra kocasına döndü, “Gitsene herif!”
Hapa‟nın, böylesi değişik duygularına alışıktı Sofu,
“Ne yani?” dedi, “Geliyor ya işte!”
Hapa, dönüp yergiyle baktı: “Beli bükülmüş görmüyor
musun?”
Sofu, “Cuk cuk...” etti ve kıpırdamadı bile.
Hapa, “Cuk cuktan başka ne bilirsin sen?” dedi ve yola
doğru atıldı.
Kadın daha üç adım atmadan, Metin gelip ona yetişti.
Çantayı bıraktı ve ellerine sarılıp öptü. Doğruldu ve ku-
caklaştılar. Sofu da dayanamadı ve onlara doğru yürüdü.
Hapa, çantayı almak için eğildi, ancak Metin, “Olur mu
ana!” dedi, “Bana bırak şunu.”
Hapa hoşnut, ama bakakaldı.
222 Elveda Deli Söğüt Şaban Şimşek
261
Metin, annesine gülümsedi ve aynı anda çantayı da
kaptı. Varıp babasıyla da kucaklaştılar.
Sofaya geçtiler ve Metin‟i ortaya alıp kanepeye yan ya-
na oturdular.
Metin döndü, “E ana?” dedi, “Nasılsın bakalım?”
Hapa, başını eğdi, “Eyiyim de...” dedi ve doğrulup So-
fu‟ya baktı: “Babanın hali...”
Bir an duygulanıveren Metin, uzandı ve babasının elini
tuttu. “Hayrola baba! Neyin var?”
Adam, sevgiyle oğlunun elini sıktı, “Yok bir şey canım.
Önemsiz...”
Hapa, başını iki yana salladı, “Sen onun dediğine bak-
ma Metin‟im. Sabaha kadar inleyip duruyor.”
Metin telaşla, “Ağabeyim doktora...” dedi ve sustu; ku-
sur kendisindeydi çünkü. Gündelikten gündeliğe koşup
çocuklarına anca zar zor bakabiliyordu Kâmil. Yarından
tezi yok anne ve babası için „bakım beyanı‟ vermeliydi.
Bu akşam, İskele vardı: Aslında, ikindiden yatsıya ka-
dar süreli bir gelenekti bu; yetişkin kızlarla oğlanların
birbirlerini görebileceği özel bir mekan.
Şaban Şimşek 222 Elveda Deli Söğüt
262
Bir arkadaş öbeği ile İskele‟ye inmek, bir alışkıydı, an-
cak oğlanlar için pek kural sayılmazdı toplu gitmek.
En alımlı giysilerini giyen kızlar, saçlarını başlarını ta-
rarlar, olabildiğince süslenerek par pak çıkarlardı İske-
le‟ye. Bir oğlana meyletmek, anlaşmaya çalışmak, ko-
nuşmak ya da çalımlamak yanında sataşmak, alaya al-
mak, dalga geçmek de bu akşamın olağan biçimlerinden
sayılırdı.
Metin, ta öğlenden gümrükçünün oğlu İsmet Ali‟yi
buldu. Daha doğrusu onunla görüşmeye gitti. Meğer ar-
kadaşının niyeti, bugün, İskele‟miş...
İsmet Ali‟nin her şeyi tamamdı, ancak eski püskü
ayakkabıları bu işe pek uygun değilmiş... Buna da bir çö-
züm buldular: Metin, bağcıklıyı ona verecek ve kendisi de
takım elbisesini giyip İskele yapacaklardı.
Annesi, özel börekler hazırladı ve İsmet Ali de ablasına
tatlılar yaptırdı.
Tek eksikleri içkiydi: İskele‟de, öyle açıkta, paldır kül-
dür içilemezdi elbet, ama giderken alıverilecek kadar bir
şeydi bu. Rakı kokardı ve üstelik bir kızla arkadaşlık ku-
rulacaksa ayıp da sayılırdı. Hangi oğlan, ağzı kokup du-
rurken bir kıza güven verebilirdi ki! Metin, Silifke‟ye ge-
çip cin ya da votka gibi bir şeyler almayı tasarlarken buna
da İsmet Ali yetişti ve evgin bir çözüm buluverdi: Meğer
babasından aşırdığı iki içimlik votkası varmış.
222 Elveda Deli Söğüt Şaban Şimşek
263
İskele, oğlanlı kızlı öbeklerle dolmuştu.
Metin‟in hoşlandığı bir yer vardı, batı kayalarının di-
binde. Gidip, koca sayın üzerine sofra kurdular.
İsmet Ali‟nin amacı hemen belli oldu: Oğlan, Kara Mu-
sa‟nın küçük kızına gönül vermiş meğer... Gidip evlerin-
de görüşecek değildi ya, hep bir yolunu bulup İskele‟de
tanışmayı tasarlarmış...
Metin‟in hiçbir beklentisi yoktu, ya da hiç de tanışmak
isteyeceği birini düşlememişti daha. „Ama gönül bu‟ diye
düşündü, „bir kelebekti ve konacak bir çiçek arardı olası.‟
Belgin burnunda tütüp dururken bir an neden böyle dü-
şündüğünü de anlayamadı. Az biraz kendinden utandı
da. Sonra, yine „insan‟ diye düşündü, „gönlünü dolduran
nektardan vazgeçip başka başka çiçeklere de konabilir mi‟
diye sordu içindeki bene. Olası ki konamazdı, ama Bel-
gin‟le bir geleceği yoktu ki. Böyle bir olasılık varsa bile
daha ufukta görünmüyordu. Şimdilik salt âşık oldukları
için bir aşktı ilişkileri...
İsmet Ali, “Bak Metin!” dedi, “Benimki geliyor.”
Kara kuru, „ütülmüş mısır koçanının‟ andıran bir dil-
berdi Kara Musa‟nın kızı. İsmet Ali‟ye yan yan bakıp uğ-
run uğrun gülerek öbeğine katıldı ve önlerindeki kayanın
üzerine yerleştiler.
Şaban Şimşek 222 Elveda Deli Söğüt
264
Kız, on sekizinde olmalıydı. Necati‟nin gizli kapaklı
göstermek istediklerine benzesin diye on altı yaşındaymış
gibi hayal ettiği kıza bir daha baktı. “Adı ne?”
“Şengül.”
On altıda çocuk olurdu, yine kara kuru, ama olası tay
gibi ve insan o zaman anca şefkat duyardı ona. “Güzel-
miş.”
Öbeğin en yetişkin, kırmızı yanaklı, uzun belikli, ince-
cik kızı Şengül‟ü dürtükledi ve Metin‟e bakıp gülüştüler.
Kız, şaşırtıcı bir kalkışma ile yekindi ve Metin‟le göz göze
geliverdiler.
Metin, içinden „öyle hoş ki gözleri‟ diye geçirdi ve
anında Belgin‟in yüzü de bir gelip bir gitmeye başladı.
“En az onun kadar...”
222 Elveda Deli Söğüt Şaban Şimşek
265
Yirmi Sekiz
Etkilenmek için, ille de kız delisi olmak gerekmiyordu.
İşte annesi yapayalnızdı ve artık bugün olmasa bile ya-
rına bir bakıcı isterdi. Yengesi Ülker vardı, ama kadın an-
ca kendisine yetiyordu. Eğer, evde kalıyor olsaydı, sorun
yoktu. Alıp köye götürse, annesi onca ömür geçirdiği evi-
ni ve alışkanlıklarını bir kalemde silip atamazdı ki. Atsa
bile, en azından dingin olamazdı. İnsana kendi evi saray
olmalıydı. Şu halde, annesine bakmak, Hamza Ağa-
bey‟ine değil de son kalan oğul olması nedeniyle, asıl
kendisine düşmez miydi?
Tarlaların getirisi giderek düşüyordu ve bu durumda
geleceğine bir düzen vermesi de oldukça kuşkuluydu.
Hamza Ağabey‟i de böyle düşünmüş olmalı ki, yıllar ön-
cesinde ticarete atılıp kendi düzenini kurmuştu işte.
Bu nedenlerin tümü, hiç aklından geçmediği halde
avukat olmaktan vazgeçip öğretmenliği yeğletmişti Neca-
ti‟ye. Öyle ya gün gelir Bolvadin içine ya da yakın bir kö-
Şaban Şimşek 222 Elveda Deli Söğüt
266
yüne atanabilirse, Işıklar‟dan sonra böyle bir hakkı vardı,
amacına erişmiş olacaktı gali.
Evlenmek, sorunların birçoğunu çözümler, ya sürecin
erkene alınmasını ya da hızlandırılmasını sağlayabilirdi.
Oysa âşık olacağı birini ya da salt âşık olduğu biriyle
yaşamını birleştirmeyi düşlemişti ta çocukluğundan beri.
Zor bir hevesti bu ve Bovadin‟de kaldığı süre, neredeyse
olanaksızdı da. Kimi tanısın, kimi sevsin? Bir kızla ko-
nuşmak orada dursun, görmek için bile umulmadık bir
rastlantı ya da hazırlanacak hınzırca bir oyuna gereksinim
vardı; tıpkı Ülker Yenge‟sinin tasarladığı şey denli.
Gönlü ne derse desin, yengesini kıramazdı artık.
Gidip yüklüğe saklandığı günü anımsadı. Ülker o denli
övgüyle anlatmıştı ki ister istemez görecekti. Diğer yan-
dan, eğer görmeseydi yengesine „ayıp da edecekti‟ elbet.
Gelenin çoğu daha çocuk sayılırdı, ancak yengesinin
kucaklayıp öptüğü kız içlerinde en erginiydi. Kahverengi
saçlarını salıvermişti ve ak pak bir duruşu vardı kızın.
Yüzü yuvarlakçaydı ve dudakları da irice. Ağırbaşlıydı ve
gerekmedikçe konuşmuyordu da. Kalkışı yüğrük ve yü-
rüyüşü çevikti. Eğer öğütlenmediyse ve kasıtlı bir oyun
değilse gördükleri, bir kızda olması gereken her şey vardı
onda ya da Necati‟ye göre bu, yeter de artardı hatta.
Kızların dağılmasını beklemeden yüklükten indi. Belli
ki annesiyle Ülker kendisini bekliyorlardı. Sofayı kullan-
222 Elveda Deli Söğüt Şaban Şimşek
267
mak istemedi; çünkü daha kızlardan birisiyle karşılaşma
çekincesi taşıyordu. Ancak bulunduğu odayla beklendiği
odayı bağlayan ara kapıyı kullandı ve varıp Ülker‟le an-
nesinin ortasına oturdu.
Ülker‟e koşullanan ve çoktan beğenisini gösteren anne-
si kıpır kıpırdı. „İşte‟ diye düşündü, „bu da kaldıramaya-
cağım baskılardan başka birisi.‟
Ülker gülüverdi, olası ki ilgisindendi bu. Döndü ve sağ
eliyle Necati‟nin kolunu tuttu, “Ee kayın oğlan!” dedi,
“Beğendin mi gali bizim Nazlı‟yı?”
Oysa Ülker, hiç de böyle seslenmezdi Necati‟ye. „Ola ki
bir biçimde içimi okuyor‟ diye geçirdi, „ama nereden bil-
sin.‟
“Beğendin mi dedim, abi?”
Duygularını gizlemeye çalışan Necati, “Güzel kız...”
dedi ve sustu. Sonra başını kaldırdı: Annesinin gözleri iri
iri açılmıştı ve Ülker de düş kırıklığıyla umutlanmanın
arasında gidip geliyordu, ha saldırdı ha saldıracaktı nere-
deyse.
“Ee?”
“Bir koşulum var...”
Ülker, umutla ve ilgiyle kıkırdadı: “Ne dedin?”
“Koşulum var dedim yenge!”
“Ya! Amma...”
Şaban Şimşek 222 Elveda Deli Söğüt
268
“Dur kız!”
“Ee? Durdum işte.”
“Görmek yetmez.”
Anne gelin bakakaldılar.
İki üç soluk sonra kendisini toparlayan Ülker, “Ne ye-
ter ya?” dedi, “Deyivir gali.”
Kadının umutları bir anda uçuverip gitmiş miydi? Ne-
cati buna daha fazla dayanamazdı, “Bak yenge!” dedi,
“Kız gerçekten güzel. Beğenmedim desem yalan olur,
ama kendisiyle bir de benim görüşmem gerek.”
“Yani?”
“Aracısız. Baş başa.”
Bir an umarsız kalan annesi atıldı, “Amma oğlum” de-
di, “kızcağız elin erkeği ile nasıl görüşsün?”
Necati, Ülker‟e dönüp “Yengem bu işi buraya kadar
getirebildiğine göre” dedi, “sanırım bundan sonrasını da
becerecektir.”
“Deme.”
Necati, az buçuk üzgün, “Olabilirse” dedi, “söz geli-
mi.”
Ülker, bir annesine bir Necati‟ye baktı, olmadı bir daha
baktı, “Ya!” dedi ve gülüverdi: “Haklısın kayın oğlan.”
222 Elveda Deli Söğüt Şaban Şimşek
269
Bir solukta ayağa kalkan Ülker, “Deneriz be!” dedi ve
kendisinden beklenmeyen bir çalımla çekip kızların yanı-
na gitti.
Kamer Ana‟yı bir kaygıdır sarıverdi: Ofladı, pufladı.
Sonra Necati‟ye sitemle, “Keşke” dedi, “öyle demeseydin
oğlum!”
Necati, “Ama anne!” diye itiraz edecek oldu, ancak
tam bu anda kapı açıldı ve Ülker‟le Nazlı çıka geldiler.
Ana oğulun daha „neler oluyor‟ demelerine zaman kal-
madan, bir usul bir tartım gelen Nazlı eğildi ve Kamer
Ana‟nın elini öptü.
Necati bir Nazlı‟ya bir Ülker‟e bakakaldı.
Ülker, karşılarında durmuş, ama kendinden emin,
onurla gülümsüyordu. Birden Kamer‟e yaklaştı ve “Anne
kız” dedi, Nazlı‟ya belli belirsiz göz kırparken, “benimle
az gelsene!”
Şaban Şimşek 222 Elveda Deli Söğüt
270
Yirmi Dokuz
Belgin, pencereden karşıyı gözetlerken birden aklı gitti,
annesinden gelen mektuba takıldı kaldı.
„Sakın ha‟ diye yazdığı halde kadın ile de „geleceğim‟
diyordu. “İnadı inattı işte!” Annesinin ta buralara değin
gelmek isteyişinin önemli bir nedeni olmalıydı, ama mek-
tubunda buna değgin ne bir çizik vardı ne de bir ansıtma.
Asıl sorun buydu işte. Cumartesi öğlenden sonra Af-
yon‟a inip PTT‟den telefon yazdırdı. Uzun uzun konuştu-
lar, ama annesi gene aynı anneydi. Dünden beri kafa pat-
latıyor ve her olasılığı düşünüyordu, ancak bir türlü ne-
denini bulamıyordu. Metin‟in sönüveren ışığının ardın-
dan, belleğinde ne çağrıştırdıysa, annesi için “Boşuna Ka-
tır Nazmiye dememişler sana!” diye mırıldandı. Yaz tati-
line kadar, Güney‟de kurulan düzenin bozulmaması ve
her şeyin bu haliyle sürüp gitmesi gerekiyordu oysa. Ne
olacaksa büyük tatilde yapılacaktı, şimdi değil.
Böyle sözleşmemişler miydi? “Elbet, ama olmuyordu,
baksanıza.” Gene, “İşte” diye mırıldandı, “yarıyıl tatiline
222 Elveda Deli Söğüt Şaban Şimşek
271
ne kaldı ki. Üç gün sonra... Hepsi hepsi, on yedi gün... Öf
be anne! Canım bekleme de çekip git diyor; ancak gitsen
gidilmiyor, kalsan kalınmıyor. Tamam... Hiçbir şey umu-
rumda değil, değil, ama sonra Metin‟e ne diyeceğim ben.
İnşallah o gittikten sonra gelirsin de kendimize güldür-
meyiz. Öf be anne!”
Belediye başkanı, -„Asla kayınım demeyeceğin sana
pislik‟- gene gözkapaklarını doldurmaya, gidip gelmeye
başladı. “Yapamazsın bunu Belgin!” diyordu, “Kardeşime
bunu layık göremezsin.”
İnsan, salt kendi açısından sorunlarını değerlendirme-
ye görsün, bir öğecik bile olsa üstüne bir şey kondurmak
istemez; ama olası bir lekeyi kapatmak uğruna, başkaları-
nı suçlar da suçlar durur. Başkan da onculayın anca Bel-
gin‟i bulmuş, üstüne üstüne gidiyordu. Ona göre Ahmet
ak sütten çıkmış ak kaşıktı; üstelik anadan doğma... “Ta-
mam” diye mırıldandı Belgin, “Tamam da... Ahmet onun
yalnızca...”
Sanki gidip Elif‟e tuzak kuran Ahmet değil de Bel-
gin‟di; üstelik ihbar edilip karakola düşen de. Koskoca
köyün tanıklığı da kuyruklu bir yalandı başkana göre.
Belgin, “Haydi” diye mırıldandı, “diyelim ki adam bir
kadın görünce dayanamıyor ya da bir bardak rakı zıkkım-
lanınca aklı başından gidiyor, ama insan, „bu karımın ar-
kadaşı‟ der be! Pislik...”
Şaban Şimşek 222 Elveda Deli Söğüt
272
Başkan, “Bak Belgin!” diyordu gene düşleminde,
“Yapma bunu bize!”
Ne yapabilirdi ki Belgin, Elif denen teneşirde yunasıca,
her şeyi kabullenip sustuktan sonra. Karakola gitse, neyi-
ne gerekti asıl mağdur yakınıp başvurmadıkça. O bildiği
Elif değildi artık; ezilmiş, büzülmüş ve bir daha çıkma-
mak üzere deliğine sinmiş acınası bir yılandı. Neyine ge-
rekti Belgin ve neyine gerekti Hakan!
Başını cama dayadı, “Tek isteğim” diye mırıldandı,
“Ahmet pisliği ile bir arada bulunmamak. Bu da mı çok
geliyor başkan?” Kendi sesinden irkildi ve arkasına dö-
nüp baktı: Bereket versin Asiye mışıl mışıl uyuyordu.
Belgin, karşısında bir daha canlanıveren imgeye, “Baş-
ka ne yapayım ha?” dedi, “Yutayım mı kardeşinin pisli-
ğini? O zaman ben de... İşte bunu asla yapmayacağım.
Yarından geçi yok, kesinkes avukata gideceğim ve bu işi
kökünden bitireceğim.”
Koca Güney‟de iş yapan iki avukattan biri de Akif‟in
amcaoğlu Vasfi‟ydi. Onunla da -ama bir kez evcilik oyna-
dığını anımsadı. “Olsun” demişti, “belki geçmişin de bir
hatırı vardır.”
Vasfi‟nin her şeyi bildiğinden emindi ve gene de iste-
ğini bir bir söylemişti. Adam, ilkin hık mık etmiş ve sonra
“Bu davayı alamam.” demişti; çünkü başkanla ters düşe-
mezmiş... Gidip öteki avukatla da görüşmüştü. O da ben-
222 Elveda Deli Söğüt Şaban Şimşek
273
zer ya da ipe sapa gelmez gerekçelerle geri çevirmişti.
“Belli ki başkan, derenin suyunu ta baştan tutmuş...”
Gidip kaymakama başvurduğunu anımsadı Belgin,
oradan da güzellikle kovulduğunu. Valiye gitmiş, „özel
yaşama değgin‟ diye dilekçeyi işleme bile koydurmamıştı.
Tüm umutları kuruduğu sırada, kucağında Hakan, av-
luda ağlarken bir ulak çıka gelmişti. Başkan, hemen gel-
mesini, görüşecekleri şeyin çok önemli olduğunu söylü-
yormuş... Belgin‟in hiç unutamadığı bir andı bu. İlkin,
başkanı adam yerine koymamaya ve dinlememeye karar
verdiyse de, nasıl olduğunu bir türlü daha çözemediği,
ilçe ilköğretim müdürü çıka gelmişti ve hal hatır bile et-
meden, oldum olmadık öğütler vermeye başlamıştı. Söy-
ledikleri aslında öğüt değil apaçık bir gözdağıydı oysa.
Umarsız, başkanın karşısına dikilmişti. Çoktan Afyon
sürgünü tasarlanmış da yalnızca kendisine tebliği kalmış
meğer...
Özlem zordu; kesintisiz olanı daha da zordu. Beş ayda
anca iki kez gidebilmişti Güney‟e. İkisinde de komşuları
bir hoş, bir uçrak davranmışlardı nedense. Yaptığı ayıpsa
ki asla değildi, „yaptıran utansın‟ derdi Katır Nazmiye.
Arkasında duran tek gücü oydu, bir de Hakan... Ya babası
yaşasaydı...
Metin, yarasına bastığı bir tutam tuzdu ilkin; ama sa-
ğaltmasa da var olmak için yeterli gücü sağlayan tatlı bir
Şaban Şimşek 222 Elveda Deli Söğüt
274
öğe ve şimdiyse asla vazgeçemediği, bırakamayacağı bir
can suyu...
Metin düşlemi gidip Ahmet‟le birleşiverdi ya da Me-
tin‟den gelen bir çağrışımla göz kapaklarında Ahmet‟in
olmaz olasıca imgesi gene dolaşmaya başladı.
Belgin, “Öf” diye mırıldandı, “aldın mı Ahmet Efendi
sana gerekli olanı? İyi ki sen varsın Aliye! İyi ki Afyon
sürgününü kabul ettim de ağabeyin Murat dava açtı.
İkametim Güney değil, Afyon merkez Işıklar Köyü işte.
Aldın mı ulan! Asker olmanın bile sana bir faydası yok
gali. Görüyorsun ya! Aldın mı ulan...”
222 Elveda Deli Söğüt Şaban Şimşek
275
Otuz
Tatilden dönüşte, bavullarla çantaları köy otobüsüne
verip çarşıya doğru yürüdüler.
Kendisini bilgi vermeye zorunlu hissediyordu Rami,
“Bak Gülay” dedi, “öyle büyük bir şehir değil burası, bi-
zim Lüleburgaz‟dan birazca farklıca, o kadar.”
Alnına düşen saçlarını başörtüsü altına iteleyen Gülay,
“Gerçekten de.” dedi, “Eğer çarşının tümü buysa.”
“Eh işte, ana cadde bu! Biraz daha gidersek, Anıt‟a
varmadan bitiverir.”
“Anıt mı? O da ne?”
“Zafer Anıt‟ı sevgilim!”
Kurtuluş savaşının Afyon‟dan başladığını anımsayan
Gülay, merakla, “Ya!” dedi, “Görmek isterim.”
“Bir yerde karnımızı doyuralım da...”
“Uzak mı?”
Şaban Şimşek 222 Elveda Deli Söğüt
276
Gülay‟ın çok istediğini gören Rami, elini uzatıp, “Bak.”
dedi, “Şu tepenin önünde. On dakika bile sürmez.”
Gülay‟ın Lüleburgaz Ovası‟nda asla göremeyeceği de-
ğişik ve acayip bir şeydi bu. “Oo! Bu da ne böyle?”
“Karahisar Kalesi.”
Gülay, “Ürkünç” dedi, “ama bir o kadar da ilgi çekici.
Gidelim Rami, daha acıkmadım sayılır... Dönüşte yeriz.”
“Tamam. Haydi öyleyse!”
Ulu Cami‟yi geçtiler ve Kale Caddesi boyunca yürü-
meye başladılar.
Kale‟yi arkasına alan Anıt, yüzünü kente dönerek
egemen olmanın onurunu bütün dünyaya haykırıyordu,
sanki.
Gülay, “Keşke” dedi, “fotoğraf makinesini getirsey-
dik.”
“Nasıl olsa her şey yerinde kalacaktır, inşallah gelecek
sefere.”
Gülay, Rami‟yi duymamıştı bile. Az biraz şaşkın, ama
hayranlıkla bakınıyor ve Kale‟den Anıt‟a gezinip duru-
yordu.
Anıt‟ı çevreleyen park yemyeşildi ve sağa sola ahşap
banklar konmuştu. Varıp Kale‟ye bakan birine oturdular.
Arkadan gelen bir erkek sesi, “Rami Bey!” diye ünledi.
222 Elveda Deli Söğüt Şaban Şimşek
277
Kocasının adını duyunca bir tuhaf olan Gülay, dönüp
baktı. Gözüne ilişen on yaşlarında bir oğlan çocuğuydu
ve yanında buğday tenli bir genç kadın. Kızın elinden
tutan uzun saçlı bir erkek de kendilerine bakıp bakıp gü-
lümsüyordu. Kaygıyla Rami‟yi dürtükledi: “Bak şu adam
sana sesleniyor.”
Karısının merakla izleyen Rami, “Yabancı değil.” dedi,
“Bizim Nadi o.”
Tanış birini garipsemek olur şey değildi, ancak Rami
için olsa da kendisi için geçerli değildi bu. Rahatladı ve
kocasına sevgiyle gülümsedi Gülay.
Karşılaşma sevinci yüzüne yansıyan Nadi, bir adım
yaklaştı: “Rami Bey, bu nasıl bir sürpriz böyle yahu?”
İstem dışı bir itiyle ayağa kalktılar. Rami, karısının ko-
lundan tutup Nadi‟ye doğru yürüdü. “Ne bileyim ben!”
İki üç adım sonra, yüz yüzeydiler artık.
Nadi, yanındaki kızı gösterip, “Rami Bey, bu sözünü
ettiğim nişanlım Canan.” dedi ve hemen çocuğa geçti,
“Bu efe de Canan‟ın kardeşi Murat.”
İçinde tatlı bir şeyler kabaran Rami, Canan‟a ve çocuğa
elini uzatıp, “Çok memnun oldum.” dedi ve dönüp karı-
sını gösterdi: “Eşim Gülay.”
„Ne tatlı insan bu Rami‟yle Canan, üstelik de birbirleri-
ne çok yakışmışlar‟ diye aklından geçiren Gülay, önce
Şaban Şimşek 222 Elveda Deli Söğüt
278
Nadi‟nin, sonra Canan‟la Murat‟ın ellerini sıktı. Karşılıklı
hal hatır ettiler, ancak Murat biraz çekingendi sanki.
Birkaç dakika ayakta söyleştiler.
„Arkadaşını, hele eşiyle birlikteyken sokakta bırakma-
nın ayıp olacağını‟ düşünen Nadi, konutların yoğun ol-
duğu bir yeri eliyle gösterip, “Bizim ev şu sokakta” dedi,
“haydin bize gidelim.”
Daha yeni tanıştığı insanlardı ve üstelik bu kentin ya-
bacısıydı da. Ev gezilerini severdi, ama öne atılıp yanlış
bir şey yapmak da istemezdi Gülay. Kocasına bakıp öne-
riye „tarafsız kaldığını‟ imledi.
Aslında içten ve çok güzel bir teklifti bu, ancak kimseyi
bir oldubittiyle tedirginliğe sokmaktan da korkardı Rami.
“Bilmem ki” dedi, bir gözü Gülay‟da, “ama sizi rahatsız
etmek istemeyiz.”
“Rahatsız olmak da nasıl söz, olur mu Rami Bey!”
Bir soluk sonra Canan da üsteleyince karısına „gidelim‟
imi veren Rami, “Tamam.” dedi ve Gülay da başıyla ona-
dı.
Nadi, yol gösterip, “Buyurun.” dedi, bir adım öne geçti
ve onu izlemeye başladılar.
Birkaç metre sonra ana yoldan çıktılar ve Nadi‟nin
uzaktan gösterdiği sokağa saptılar.
222 Elveda Deli Söğüt Şaban Şimşek
279
Sokak bakımlı ve Arnavut taşı döşeliydi. Gülay, çevre-
yi ilgiyle incelerken bir yandan da Lüleburgaz‟la karşılaş-
tırıyordu: Burada evler bitişik düzendi ve neredeyse tü-
mü bakışıktı da. Çoğu iki katlıydı ve zemin üstündeki
odalardan biri ya da ikisi cumbalarla büyültülerek sokağa
doğru taşırılmıştı. Apayrı bir tasarımdı bu. Oysa Lüle-
burgaz‟da, bir avlunun içinde kurulu evlerin tümü dör-
düldü ve ana caddede ya da çarşıda birkaç ev dışında
bitişik yapı yok gibiydi. Gülay‟a göre, iki şehrin, kiremit
çatı dışında ne evlerde ne de sokaklarda benzeşen hiçbir
yanı yoktu ki.
Nadi‟nin evi güneye dönüktü ve çift kanat kapıdan
sonra genişçe bir aralıktan geçilerek varılan avluya bakan
kiler ve mutfağın önündeki tahta bir merdivenle oturma
ve yatak odalarına çıkılıyordu.
Anne Nisa‟ya mahalleli çokça Kibar Ana diyordu. Üs-
telik Nadi bile annesinin asıl adını değil ün adını kullan-
maktan hoşlanırdı. Onu, kapıda bekler buldular.
Kibar Ana, konukları umulmadık bir ilgiyle cumbalı
odaya aldı ve pencerenin önündeki kanepeye oturttu. Hal
hatırdan sonra, “Kuzularım” dedi, “bilirim vakti geldi,
acıkmış olmalısınız. Ne hoş, yemek de hazır gali.”
Nadi, Rami ile Gülay‟a gülümseyip, “Hem de nasıl!”
dedi ve Canan‟a göz kırptı.
Şaban Şimşek 222 Elveda Deli Söğüt
280
Kibar Ana yekinirken Canan, “Yo Anne!” dedi, “Sen
otur, ama nereye hazırlayacağımı de yeter.”
Kadın, arka köşedeki masayı gösterdi: “Buraya kızım.”
Nadi, izin istedi ve Canan‟a, “Haydi!” deyip yürüdü-
ler, ama bir anda kalkıveren Murat da arkalarından se-
ğirtti.
Kahvelerini içtiler.
Rami, akşama köye dönmeleri gerektiğini söyledi ve
izin istedi. Nadi, kalktı ve Canan‟la bir şeyler konuşup
geldiler. O da Ramilerle gidecekmiş... Çabucak valizini
hazırladı ve Kibar Ana‟yla Canan‟a „allahaısmarladık‟
deyip çıktılar.
Artık vakit kaybetmeden garaja varıp, unutulmamak
için muavini uyaracaklardı. Hızlı hızlı yürüdüler.
Daha otobüsü bulmadan Metin‟le karşılaştılar. O, ge-
rekli bilgileri almıştı ve otobüsün kalkmasına epeyce var-
dı. Bu arada Rami de Gülay‟ı Metin‟e tanıttı. Bugün hava
güneşli ve ılıktı. Garajın çayevine gidip beklemeye karar
verdiler.
Otobüste, Muhtar Balı‟yla karşılaştılar. Hal hatır edildi.
222 Elveda Deli Söğüt Şaban Şimşek
281
Köye varınca, iner inmez Metin, “Rami Bey” dedi, bir
yandan Nadi‟ye de bakıp, “izin verin de eşyayı taşımada
yardımcı olalım.”
“Biz götürebiliriz sanırım. Sağ olun.”
Nadi, “Olmaz öyle şey!” dedi ve Gülay‟dan önce uza-
nıp bavulun birini kaptığı gibi omzuna aldı, diğerini de
Metin. Rami‟ye de anca el çantaları kaldı.
Eşyayı odalara çıkardılar. Aynı zamanda, ev sahibi de
elinde iki hasırla çıka geldi ve yatakların hazır olduğunu
söyledi. Gidip getirildi. Gülay kahve yapmak istedi ve
Rami de ısrar etti; ancak Metin‟le Nadi kibarca, „başka
zaman‟ deyip ayrıldılar.
Cami önüne gelince Metin, birlikte akşamlamayı teklif
ettiyse de Nadi, “Yarın için kabul.” dedi ve valizini alıp
evine gitti.
Metin, Raşit‟te durup çantayı yere bıraktı ve istem dışı
bir özdevimle dönüp Belgin‟e baktı. Yaşlıca bir kadın,
kucağında bir çocukla yönünü güneşe vermiş oturuyor-
du. „Kadın annesi olabilir, ama çocuk da nesi?‟
Raşit, “Oo Metin Hoce!” dedi, “Hoş geldin.”
Yarım dönen Metin, “Sağ ol!” dedi ve çocuğa bir daha
baktı.
“Hoce Hanım‟ın evi epiyce galabalaştı.”
“Ne...”
Şaban Şimşek 222 Elveda Deli Söğüt
282
“Anası geldi de...”
“Öyle mi?”
“Daha bilmeyon herhal.”
Bu, edinebildiği bir tanıklığı varsa ya da bir şeyler se-
zinlediyse iğneli bir sözdü olası. Metin, konuyu değiştir-
mek için, “Ee? Nasılsın bakalım.” dedi.
Raşit, “Çok yaşa sen emi. Benden önce didin de.
Eyiyim eyi!” dedi ve Metin‟e anlamlı anlamlı sırıttı: “Sen
naalsın gali?”
“Sağ ol Raşit Ağa. Bana bir hamıssız aldırabilir misin?”
“Boş vir sen. Ben sana evden yollarım.”
“Ama...”
“Emmesi memmesi va mı bunun Metin Hoce!”
Metin, “Sağ ol.” deyip yürüdü.
Kapıyı açar açmaz Janson koşup geldi ve ayaklarını
Metin‟in omuzlarına atıp yüzünü gözünü yalamaya baş-
ladı.
Metin, “Tamam Janson! Hoş bulduk.” dedi ve çantayı
bırakıp köpeğin ayaklarından tuttu, üstünden indirdi:
“Nasıl oldu da boşandın ha?”
Gidip bağ yerini buldu: Zincir ve halka sapasağlamdı.
Belli ki bilerek çözülmüştü ve bugün, Janson‟un „özgür-
lük günüydü‟ anlaşılan.
222 Elveda Deli Söğüt Şaban Şimşek
283
Merdiveni ağır ağır çıktı ve çantayı ortaya bırakıp pen-
cereyi açtı. Bir sandalye çekip önüne oturdu ve gözlerini
karşı binaya dikti. Bir süre bekledi, ama Belgin görünme-
di.
Geçen on beş gün içinde olağan dışı bir şeyler olmuştu
muhtemel. Birkaç dakika daha bekledi, ancak yaşlı kadın
çocuğu alıp içeriye girdi. Belgin gene görünmedi. Kız,
ikindinden akşama, akşamdan gece yarısına değin hiçbir
biçimde ne kapıya ne de pencere önüne çıktı. Metin‟in
içinde bir kurt, sabaha değin döndü durdu...
Şaban Şimşek 222 Elveda Deli Söğüt
284
Otuz Bir
Tatil dönüşü törenleri basittir, ama hep önemsenir.
Zar zor yetişebilen Belgin, doğru öğrencilerinin önüne
geçti. Ölgün, uyuşuk ve edilgin, Metin‟e döndü. “Günay-
dın!”
Oldukça garipti ve Metin‟in bildiği Belgin gitmiş yeri-
ne başka biri gelmişti sözüm ona. Varıp soracaktı, ama
Necati, İstiklal Marşı için komut veriyordu. Durdu ve gö-
zü Belgin‟de, düşünmeye başladı. Ara sıra tuhaflığı tutar-
dı, ama insanı bu denli değiştiren ya da her şeye boş ver-
diren ne olabilirdi ki? „Bana bakıp gülümsememek ha!
Olacak şey değil!‟ Bir yakınını mı kaybetmişti, yoksa daha
ağır bir şey mi gelmişti başına? Artık girişte yakalar ve
sorguya çekerdi.
Gürkan, kısa bir konuşmayla „ikinci yarıyılın başarılı
olmasını‟ diledi ve „öğretmenlerle öğrencilere teşekkür‟
etti. Andımız söyledi; ardından Altan ve sınıfı kapıya
doğru yürümeye başladılar.
222 Elveda Deli Söğüt Şaban Şimşek
285
Metin, yekindi ve Belgin‟in yanına dikildi: “Nasılsın?”
Başını yerden kaldıran Belgin‟in gözaltlarında mor bir
halka oluşmuştu, “Sağ ol!” dedi ve sustu.
İşte, bu da asla Belgin değil, başka bir kadındı neredey-
se: “Bir şey mi oldu kız?”
Başını ağırca Metin‟e çevirdi ve „bir şey yok‟ der gibi
baktı. Gene sustu, ancak gözleri dolu dolu ve kıpkırmı-
zıydı.
“Ha Belgin? Ne oldu Allah aşkına?”
Yanakları hafifçe gerildi ve gamzeleri oluşmaya baş-
larken, görünüşte gülümsedi. Dudakları aralandı, “Metin,
ne olur sonra!” dedi ve yine başını eğdi.
Birkaç soluk öyle kaldılar. Altan‟ın sınıfı bitti ve şimdi
sıra kendi sınıfındaydı. Öne geçip, “Haydi” dedi, “geçin
çocuklar.”
Belgin, dönüp bir an Metin‟e, „bir şeyler demek ister‟
gibi yekindi, ancak hemen vazgeçti.
Metin, “Arada geleceğim” dedi, “ama böyle de olmaz
ki!”
Belgin, yalnızca „ne olmalı ya‟ der gibi baktı sanki ve
gene başını eğdi.
“Tamam Belgin.”
Şaban Şimşek 222 Elveda Deli Söğüt
286
İkinci sınıfların sonuyla birlikte Belgin de kapıya doğru
koşuşturan öğrencilerine takılıp gitti.
Sabahtan beri göz ucuyla olanları izleyen Gürkan, Me-
tin‟e yaklaştı, “Hayrola?”
“Hayrolur umarım, ama Belgin hiç de iyi değil!”
“Farkındayım. Olası ki annesiyle kavga...”
Tamam, o kadın annesiydi, ya çocuk? Metin, Gürkan‟ın
sözünü kesip, “Kavga falan değil bu Gürkan Bey.” dedi,
“Çok farklı bir şey olmalı... Her neyse... Baksana, nere-
deyse ayakta zor duruyor!”
“Öyle.”
Belgin‟i konuşa konuşa yürüdüler. Gürkan odasına,
Metin de sınıfına geçti.
Teneffüs zili çalar çalmaz, doğru üçüncü sınıfa vardı.
İçerde yalnızca çantasıyla uğraşan bir erkek öğrenci kal-
mıştı. Çocuk, Metin‟in işaretini görür görmez toparlandı
ve koşar adım çıktı. Belgin ise, dirseklerini masaya daya-
mış, yüzünü avuçlarına almış öylece oturuyordu.
Metin, varıp masanın önünde durdu, “Belgin.” dedi ve
bekledi.
Belgin, ellerini yüzünden çekti, başını kaldırdı, “Efen-
dim.”
Metin, Belgin‟i birkaç saniye süzdü, “Sen iyi değilsin”
dedi, “haydi eve götüreyim.”
222 Elveda Deli Söğüt Şaban Şimşek
287
Parmaklarının izi alnına çıkmıştı ve gözleri ha kapandı
ha kapanacaktı. “Ya Metin! Birazcık uykusuzum, ama çok
teşekkür ederim.”
Metin, „oysa sabahladığımız zamanlarda bile böyle ol-
mazdı‟ diye düşündü. Arkasına geçip omuzlarını bir iki
kez sıvazladı: “Haydi.”
“Olmaz.”
“Neden?”
Belgin, birden kalkıverdi ve derin bir soluk aldı. Gözle-
rini dikip “Ben” dedi ve Metin‟in ellerini tutup sıktı, “iyi-
yim işte, baksana!”
“Haydi, canım sende!”
“Ama... Gerçekten.”
Metin, kararlı bir sesle, “Tamam da” dedi, “sana bir
şeyler oluyor, bu kesin, ama saklamayı bile beceremiyor-
sun.”
Belgin‟in sol yanağı gerildi ve gamzeleri çıkarken bir
„boş ver‟ imi yaptı: “Amaan Metin!”
“Ne dedin?”
“Sonra...”
“Neden ama?”
Şaban Şimşek 222 Elveda Deli Söğüt
288
Üsteledikçe direnen bir tipti Belgin. Yüzü sarkmaya ve
derin derin solumaya başladı. Artık ne dense yararsızdı.
Gülümsemeye çalışırken “Öf be Metin!”dedi.
“Öf ki öf!”
Sağ eliyle havada bir yay çizip, “Sonra...” dedi Belgin,
“ama söz. Sana, daha sonra her şeyi açıklayacağım.”
Metin, son umutla yüklendi, “Annen...”
Şimdi, içtenlikle gülümseyip, “Sorun, annem değil ki
sevgilim...” dedi, “Üstelik oğlum Hakan bile değil.”
Metin, sözün sonunu algıladığı anda şaşkın şaplak ba-
ka kaldı.
Belgin‟in bir anda yüzü soluverdi ve gözleri iri iri açı-
lırken, alaycı bir tınla bir kahkaha attı. Aniden sustu ve
ardından sesine az buçuk bir gerçeklik yükleyip, “Niye
şaşırdın ki sevgilim?” dedi ve kapıya doğru yekindi, “Bir
çocuğum olduğunu akşam sabah, er geç öğrenmeyecek
miydin? Öğrendin işte.”
Kendisini aldatılmış gibi hissetmeye başlayan Metin,
önce ne yapacağını şaşırdı. Çocuğu olmuş, olmamış pek
önemli değildi. „Ama neden sakladı?‟ Daha derin düşü-
nünce Belgin‟in bir şeyler saklayıp saklamadığına da
emin olamadı Metin. Kaldı ki ne kendisi özel hali ile ilgili
bir bilgi vermişti, ne de o. Üstelik merak da etmemişlerdi
geçmişlerine değgin herhangi bir şeyi.
222 Elveda Deli Söğüt Şaban Şimşek
289
Belgin önde, öğretmenler odasına vardılar.
Gürkan, eline bir teksir almış öğretmenlere sırayla im-
zalatıyordu. Bitince gelip Belgin‟e uzattı: “Cumartesi gü-
nü tatildeyiz. Bizim teftiş grubu Program Taslağı toplan-
tısı yapıyor. Ayrıca bir deneme okuluna gideceğiz.”
Belgin, kâğıdı aldı ve bir solukta göz gezdirip kayıtsız-
ca “Ya!” dedi ve adının karşısını imzaladı.
Altan, “Yahu” dedi, “ne programı bu.”
İlk atandığı Lüleburgaz‟daki okulu anımsayan Rami,
“Şimdi 48 Programı‟nı uyguluyoruz biliyorsunuz.” dedi,
“62‟de yeni bir program taslağı hazırlanmış, ama 68‟de
hazır olacak şekilde birçok ilde deneniyor. Demek Afyon
da bunlara dâhilmiş.”
Altan, Nadi‟ye dönüp, “Nerede bu yer?” diye sordu.
“Cumhuriyet İlkokulu mu? Ha, Kale‟nin güney dibin-
de...”
Gürkan, “Fevzi Uçan, bu konuda yetkili biri.” dedi,
“Konferansı o verecek.”
Necati, „kim dedi‟ der gibi müdüre baktı.
“İmzaladığınız yazının altında konuşmacıların adları
var ya... Baştaki o, farkındaysanız. Fevzi Uçan‟ın bu ko-
nuda birkaç kitabı olduğunu biliyorum.”
Altan, “Ne farkı var ki” dedi “bu taslağın 48‟den?”
Şaban Şimşek 222 Elveda Deli Söğüt
290
“Gidince görürüz arkadaşım.”
Gürkan‟ın yanıtına kahkahayla güldüler. Belgin, oralı
bile olmadı, ancak Metin‟in yanakları birazcık gerildi
sanki.
Metin, Belgin‟e döndü, o şimdi yine suskun ve umar-
sızdı. Yüzü yontu gibi anlamsız, gözlerini bir noktaya
dikmiş, öylece duruyordu. Oysa her geçen saniye, arala-
rına bir şeyler giriyor ya da sonu açık bir çıkmaza doğru
yol alıyorlardı sözüm ona. „Neden Belgin, neden?‟ Daha
çok erkendi belki, ama içi kaynamaya ve yüreğinde uçrak
bir çarpıntı, duygularıyla esrikleşen aklı da bir gidip bir
gelmeye başladı...
Giriş zili çaldı. Metin, Belgin‟in çıkmasını bekledi. Son-
ra yanına geçti, dersliklere doğru yürüdüler. Belgin‟in
kapısına gelince kolunu tuttu, “Sana bir şey sorsam...”
dedi, “ama yanıt vermesen de olur, alınmam.”
Belgin‟in, gene az buçuk başı eğikti, ama yalnızca göz-
leriyle „tamam, haydi sor‟ dedi.
Üst üste yutkundu. “Şey...” dedi Metin, “ Sen… evli
misin kız?”
Belgin, önce acı acı baktı, ancak iki soluğu arasında is-
tenç dışı bir itiyle gülüverdi. Üçüncü soluğunda durulup,
“İyi soru ama...” dedi ve gözlerini Metin‟in gözbebekleri-
ne kilitledi: “Hem evliyim, hem de dul... Ha! Tatmin ol-
dun mu şimdi sevgilim?”
222 Elveda Deli Söğüt Şaban Şimşek
291
Otuz İki
Kâmil Ağa, 27 Mayıs‟ta köyün muhtarıymış.
Parti, Ocak Başkanlığı kurmasını ister dururmuş, ancak
ağa bir yolunu bulur ertelermiş. Gün gelmiş, Kara Hüse-
yin‟in baskılarına dayanamamış. Kızıp, ertesi sabah parti-
ye gitmeye karar vermiş.
Erkenden kalkıp yola koyulmuş. Koyulmuş koyulma-
sına, ama daha Afyon yoluna varmadan, İğdeli Pınar‟da
Çobanlar Jandarma Karakol Komutanı ile karşılaşmış.
Başçavuş, “Nereye böyle muhtar?” diye sormuş.
“Nireye olcek başçavuşum, Afyon‟a inivereyim
didiydim de.”
“Olmaz... Gidemezsin.”
Şaşırıp kalmış: “Niye? Yoğsam eşkıya yolları mı kesti?”
Başçavuş, biraz bozulur gibi olmuş, “Bak muhtar!”
demiş “Adamın kafasını attırma!”
Şaban Şimşek 222 Elveda Deli Söğüt
292
Kâmil Ağa, bir daha şaşırmış, “Bi şiy mi va de
gomutan?” demiş.
“Ne bir şeyi yahu! İhtilal oldu ihtilal! Başka ne bekli-
yorsun be adam!”
“Ya!”
“Radyon vardı hani... Açıp dinlemedin mi?”
Kâmil, “Valla gomutanım” demiş, “bu zabah
açmediydim.”
Süklüm püklüm köye dönmüş.
Meğer sabahtan beri Demokrat Parti ileri gelenleri tev-
kif edilmeye başlanmış. Üç gün sonra kendisini de gö-
türmek istemişler, ama ne hikmetse Kara Hüseyin başça-
vuşa şiddetle karşı çıkmış ve tevkifini engellemiş. Ola ki
iki üç gün önce gidip Ocak Başkanlığı‟nı kursaymış, alı-
nıp götürülmesine Kara Hüseyin değil Alpaslan Türkeş
bile engel olamazmış...
Ne zaman ihtilaldan söz edilse, Kâmil Ağa yutkunur
kalır, “Ömrümde ilk kez başladığım bir işi bitiremedim.”
derdi.
Eğer Balı Karamoçu muhtar olmak istemeseymiş, ke-
sinkes aday olurmuş, ama artık yorulmuşmuş.
Muhtarlığı sırasında bakkaliyenin bitişiğindeki damın
bir bölümünü köy odası, diğer bölümünü de kahvehane
olarak kullanmış. Gün gelmiş, kahvecilikten de bıkmış,
222 Elveda Deli Söğüt Şaban Şimşek
293
damı okula derslik yapmış. Şimdi ona bakkalcılık yetiyor
da artıyormuş bile...
Gürkan, Kâmil Ağa‟yı öğretmen arkadaşlarına anlatır-
ken onun kendine özgü bir kişiliğinden de söz etti: Ge-
nelde öğretmenlerin tatlısına sütlüsüne pek karışmamak,
ama tuttuğu öğretmenlere de sonuna değin sahip çıkmak.
Atanalı beri, birkaç kez, uzun boylu söyleştikleri de
olmuş, ancak geçen akşam Kâmil Ağa öğretmenleri öve
öve bitirememiş ve bir karar almış. Gürkan, gülümseye-
rek, “Yani arkadaşlar” dedi, “Kâmil Ağa‟yı kıramayız.”
Altan, “Ee” dedi, “şimdi ne olacak.”
Nadi, gülerek “Ne olacak Altan Bay” dedi, “bu akşam
yemeğe gidiyoruz.”
Akşam ezanından sonra, öğretmenler birer ikişer gel-
meye başladılar.
Kâmil Ağa, konuklarını bakkaliyenin önünde karşıladı
ve içeriye aldı. En sona Rami ile Gülay geldiler, ama Bel-
gin‟den bir haber çıkmadı.
Dışarısı soğuktu ve salonun sobası gürül gürül yanı-
yordu.
Şaban Şimşek 222 Elveda Deli Söğüt
294
Gürkan, Semih‟i de getirmişti. Ev sahibi, onun dışarlık
sayılması gerekeceği savıyla Gürkan‟a iğneli iğneli baktı,
ama çağrının bütün çalışanları kapsaması gerektiği söyle-
nince karşı koymaktan vazgeçti.
Kâmil Ağa, “Yahu Hoce Hanım...” diyecek oldu, ancak
Metin‟in kulağına bir şeyler fısıldamasından sonra sustu.
Var olan en iyi iki masa birleştirilerek dördül bir sofra
kurulmuştu. Ortasındaki büyük bir tepside duran kızar-
mış kuzu gövdesi, eşlik eden iki tepsi bulgur pilavıyla
birlikte sırıtıp duruyordu.
Aynı anda, on altı on yedi yaşarlında bir genç gelip ka-
pıya dikildi ve öylece kaldı. Olası çağrısız girmek isteyen-
leri engelleyeceği düşünüldüyse de oğlanın yumuş çocu-
ğu olduğu anlaşıldı. Bu gencin adı Balı‟ymış ve ağanın
torunlarından biriymiş.
Masanın bir başına yerleşen Kâmil Ağa, öteki başına da
Gürkan‟ı oturttu. Belli ki muhtarlığı zamanından kalan
kendiliğinden oluşmuş bir bağdaşmaydı bu.
Herkesin önüne, boş bir kalaylı tabakla kaşık ve bıçak
konmuştu. Yanında da, yine kalaylı bir yoğurt tası vardı.
Ağanın işaretiyle yemeğe başlandı. İsteyen tabağına pilav
alıyor, kuzunun dilediği yerinden bıçakla kopardığı bir
parça eti buna ekliyor ya da sade et olarak yiyor ve yo-
ğurtla da çeşni veriliyordu.
222 Elveda Deli Söğüt Şaban Şimşek
295
Bir süre sonra oğlan, uzun boylu bardaklar taşımaya
başladı. Oysa cam bardak köyde olağan bir gösteriş de-
ğildi, çünkü su bile kalaylı tasla içiliyordu. Anlaşıldığına
göre birazdan işin rengi değişecekti. Öyle de oldu: Şimdi,
masanın yeni süsü, üç sayılı yetmişlik rakılardı artık.
Gülay, kocasını dürtükledi: “Rami ben gitsem?”
Rami, oldukça ciddi bir tavırla, “Sevgilim” dedi,
“ama...” Birden diyeceğinden vazgeçti: “Boş ver. Sen bi-
lirsin.”
“Gideyim ha?”
“Peki.”
Kâmil Ağa ile arkadaşlardan izin alındı ve Gülay eve
bırakılıp dönüldü.
Bu arada, oğlan da rakı sunumuna başladı.
Kâmil Ağa, hoşnut, ayağa kalktı ve boğazını temizledi.
Eğilip rakı bardağını aldı, “Benim can örtmenlerim” dedi,
“haneme şeref vidiniz!”
Sanki onu bekler gibi, öğretmenler de ayağa kalktılar.
Gürkan, “O şeref senin Kâmil Ağa!” dedi.
“Gününüz hep böle oosun!”
“Senin de ağa!”
Birer yudum alıp oturdular.
Şaban Şimşek 222 Elveda Deli Söğüt
296
Kâmil Ağa, ikinci yudumdan sonra köyü ve muhtarlık
dönemini anlatmaya başladı.
...bu köy, çok el severmiş. Köylünün eli gönlü açıkmış.
Eğer önceki öğretmenler, özellikle kendisinin muhtar ol-
duğu dönemlerdeki öğretmenler de bu denli korkusuz
olsalarmış, bu köy alimallah Afyon‟un elle gösterilen bir
beldesi haline gelebilirmiş, ancak biraz geç olsa da artık
gam yemezmiş...
Ağa, belde sözcüğünü birkaç kez yineledi ve sonra su-
sup arkasına yaslandı.
Metin, “Kâmil Ağa” dedi, “yanlış anladıysam lütfen
düzeltin, sanırım sen köye belediye istiyorsun.”
Ağanın yüzünde adeta çiçekler açmaya başladı, gözleri
faldır fildir, “Diline sağlık emi Metin Hoce!” dedi, “Emme
nireden bildin bunu.”
Metin, “Köyden kime sorsan, yahu belde nedir deyi,
apışıp kalırlar.” dedi, “Oysa sen, üst üste söyleyip duru-
yorsun da...”
“Ya. Helal osun sana!”
“Ha, Kâmil Ağa, istersen bir çağrı yap, köylüyü alış-
tırmak için bu işe senin odanda başlayalım.”
“Bak hele! Yahu hiç aklıma gelmezdi.”
“Ha, ne dersin!”
222 Elveda Deli Söğüt Şaban Şimşek
297
Kâmil Ağa, gözleriyle herkesi bir çırpıda tararken,
“Temam” dedi, “Emme, hepinizi odede isterim.”
Gürkan, rakıdan bir yudum daha aldı. “Bir çekincem
yok.”
Necati, bardağı Altan‟a doğru iteledi. “Tamam, istedi-
ğin bu olsun ağa.”
Altan, kendi bardağını değil de Necati‟nin bardağını
başına dikti. “Ne hoş iş be!”
Rami, başını sallayarak “He!” dedi.
Nadi, ağzı açık bakakaldı: “Vay anam vay!”
Şaban Şimşek 222 Elveda Deli Söğüt
298
Otuz Üç
„Bugün Salı‟ diye düşündü.
Kent merkezlerinde çoğu okulların çift zamanlı eğitime
geçmesine karşın, köylerde daha tam gün egemendi ve
sabahları üç, öğleden sonra da iki ders yapılıyordu; cu-
martesi günü ise üç ders.
„Bugün Salı‟ diye yineledi Metin ve saatine baktı: Ak-
reple yelkovan on beşte yeni karar kılmıştı ve dersin biti-
mine on dakika anca vardı.
Dokuz yaşındaki birkaç öğrenciden birisi de Nuray‟dı;
şu, Hayriye‟nin açılış günü getirip teslim ettiği çocuk.
Akıllı bir kızdı. Diğerlerinden çok önce okumayı sökmüş-
tü ve şimdi Metin‟in en büyük yardımcısı olmuştu.
Okuma eylemi, çocuk için çok zor olmalıydı. Olası ki
ilk yıl güdülenmeleri baskın çıkmasa, çoğu dökülür kalır-
dı. Gene de daha sökemeyen beş öğrenci kalmıştı ve tü-
mü, ağustos ayında yediye giren öğrencilerden oluşuyor-
du. Metin, özel bir ilgi ve çabayla üçünün kurtarılabilece-
ğini düşündü, ancak diğerleri için pek de umutlu değildi.
222 Elveda Deli Söğüt Şaban Şimşek
299
Aslında çocukların başarı durumu bir çan eğrisi yapardı:
Soldaki yüzde on altı kör topal ilerlerken, sağdaki yüzde
on altı ise koşar adım giderdi. Metin, toplu eğitiminin or-
tadaki yüzde elli sekize göre ayarlandığını, diğerlerine ise
özel bir çaba ya da kümelendirme gerekeceğini ta eğitim
psikolojisine başladıkları yıllardan beri biliyordu.
„Bak‟ dedi içinden, „Nuray‟ın sınıfı toplu oyunla yö-
netmesi bile bu gerçeğin bir görüntüsü değil de ne?‟
Birden, cumartesi gününü anımsadı. Eğer bir sorun
çıkmazsa Belgin‟le uzun uzadıya konuşabilecekleri gü-
venli bir ortam olabilirdi Afyon sokakları. En azından
böyle olmasını bekliyordu. İçindeki Metin‟e, „ne demişti
kız‟ diye sordu ve hemen yanıtını aldı, „sana daha sonra
açıklayacağım.‟
Belgin‟in her şeyi daha sonra açıklayacak olması, o gü-
ne değin kayıtsız kalmasını da gerektirmezdi ki. Yeniden
saate baktı, zile üç beş dakika falan vardı. Bunca zaman
Belgin‟e haber vermeye yeter de artardı bile. Kalktı ve
hızla hole çıkıp 3/A‟nın kapısını tıkladı, beklemeden kola
bastı.
Belli ki Belgin, araştırma ödevi yazdırıyordu. Dönüp
baktı ve Metin‟e seviyle gülümsedi.
“İstersen azıcık geç çık.”
“Neden?”
“Birlikte baş başa yürürüz, dedim de...”
Şaban Şimşek 222 Elveda Deli Söğüt
300
“Peki.”
Hızla geriye geldi ve aynı anda zil de çaldı.
Öğrencilerle öğretmenler çıkınca, okulda yalnızca Se-
mih kalır, temizliği bitirir ve öyle evine giderdi. Öğret-
menler odasında ya da uygun başka bir yerde oturup ko-
nuşmak da olasıydı; ancak Semih‟ti bu, diline dolanmak
da vardı.
Fazla kalmadan çıktılar.
Çırılçıplak dallarını kış yelinin insafına terk eden ve
deli deli salınan söğüdün önüne gelince Belgin, “Metin”
dedi, “anneme senden söz ettim.”
Duyduğu sözle soluğu kesiliveren Metin, olduğu yere
çakıldı kaldı. Üst üste yutkundu ve dönüp Belgin‟e dik
dik, „ya ne dedi‟ der gibi baktı.
“ „Sen‟, dedi annem, „başındaki çapanoğlundan iyice
bir kurtul hele...‟ ”
“Çapanoğlu?”
“ „Değilse‟, dedi, „bu çocuğu suçsuz yere, ama bile bile
bir bok çukuruna sokmaya hiç de hakkın yok.‟ ”
“Ya...”
Birbirlerine bakmadan, yalnızca yürüdüler ve hiç ko-
nuşmadan çeşmeye değin geldiler. Belgin, saptı ve varıp
tekneye bir ayağını dayadı. Eğilip ellerini oluğa tuttu. Is-
lak parmaklarıyla saçlarını birkaç kez sıvazladı. Sonra
222 Elveda Deli Söğüt Şaban Şimşek
301
doğruldu, yanında Metin yokmuş gibi bir çalımla evine
doğru koşmaya başladı.
Bu da kesinkes Metin‟in bildiği Belgin değildi. Gönlü
allak bullak, ardından baka kaldı. Bir anda soluğu solu-
ğuna yetmez oldu ve her şey fırıl fırıl dönmeye başladı.
Bir ak bulutun içinde yüzüyordu sanki. Zar zor uzatabil-
diği bir elini Belgin‟in avlu duvarına yasladı. Derin bir
nefes aldı ve ağır ağır geriye verirken, bir yandan da her
şey yerli yerine oturuverdi. Şaşkın şaplak, “Bana ne olu-
yor yahu!” diye mırıldandı, ancak aklı, daha yanıt bul-
madan varıp Belgin‟e kilitlendi.
Kız kaçarak, „benden sana hayır gelmez‟ mi diyordu?
Aslında bundan hiç de emin değildi Metin. Olası ki çok
acı çekiyordu. Acı, insanı dengesiz kılardı ya da abuk
subuk yapardı; ama bu ikirciklik de neydi böyle?
Raşit‟e el selamı verip kapının mandalına çöktü. Yerin-
den kalkan Janson kuyruk sallamaya başladı. Ne bitip
tükenmeyen bir açlığı vardı bu hayvanın... Ancak dost,
her zaman dosttu ve gülümseyip, “Seni gidi hınzır!” dedi,
“Her zaman kedi bal yemez! Bak haberin olsun.”
Köpek, bir çalımla arka ayakları üzerine kalktı ve üstü-
ne atılmak için yekindi, ama zincirine asıldı kaldı.
Metin, “İşte bu olmaz.” dedi, “Anlayacağın çok yorgu-
num Janson Efendi. Oynamaya hiç de özeğim yok.”
Şaban Şimşek 222 Elveda Deli Söğüt
302
Köpek, denileni anlamış gibi mızıkladı ve arkasından
baka kaldı.
Ağır ağır merdiveni çıktı. Ayakkabılarını çıkarıp ken-
dini somyaya attı ve sırt üstü uzandı. Kafası bomboştu ya
da tıka basa Belgin‟le dolu zihninde bir şeyler konacak
başka hiçbir yer kalmamıştı. Üstelik hafiften başı ağrıyor-
du.
*
Bir korna sesiyle uyandı. Sanki bir cipin düdüğüydü
bu, ama aldırmadı. Üşümüştü ve sobayı hemen yakma-
lıydı. Aynı ses bir daha üst üste öttü ve Janson da havla-
maya başladı. Kendisi için değildi belki, ama her kim
içinse kapı önünde olmalıydı o şey. Kalktı ve hoşnut “Oh
be!” diye mırıldandı, baş ağrısından eser kalmamıştı çün-
kü. Varıp pencereyi açtı ve uzanıp baktı.
Gerçekten çuha kaplı bir cip durmuş, genç bir erkek de
ön camdan yukarıya doğru bakıp bakıp kornaya basıyor-
du. Çevresine biriken çocuklar da bu tuhaf aracı ilgiyle
izliyorlardı. İçlerinden birisi, şoföre pencereyi gösterdi.
Genç, bu kez kapıyı yarı açıp, “Metin Hoca!” diye ba-
ğırdı, “Ben Mahmut.”
222 Elveda Deli Söğüt Şaban Şimşek
303
Metin, „tamam da‟ diye düşündü, aynı adı taşıyan bir-
kaç kişiyi anımsadı, ancak tanımadığı bir Mahmut‟tu bu.
Eliyle beklemesini işaret etti: “Geliyorum.”
Çabucak sokağa çıktı.
Mahmut, cipten inmiş, kendisini bekliyordu. Uzun
boylu, kara yağızdı ve başı da açık. Kentli olmalıydı ya da
memur; çünkü köylü başı açık çıkmazdı.
Bir adım yaklaşan Mahmut, “Ha Metin Bey” dedi, “ba-
ğışlayın, unuttum. Ben, Mehmet‟in asker arkadaşı Mah-
mut, yani...”
Metin, “Ha!” dedi, ağabeyinin mektubunu anımsarken
ve ilgiyle elini uzattı: “Hoş geldiniz.”
Mahmut, tedirgince “Hoş bulduk da...” dedi, “Ama bu
çocuklar...”
“Bir şey yapmazlar.”
Mahmut, „emin misin‟ der gibi baktı.
“Gerçekten. Sanırım, hiç cip görmemişler ya da çok az.
Biraz sonra dağılırlar.”
Bir adım daha atan Mahmut, “Ha! Unutuyordum az
kalsın.” dedi ve cipe döndü. Arka kapıyı açıp içeriye
uzandı. Dört ucu bağlanmış bir peştamal bohçasıyla çıktı
ve Metin‟e bakıp gülümsedi.
Olası ki Mahmut‟un armağanıydı bu ya da başka bir
şey. Metin, bohçaya uzanıp, “İzin verin” dedi “alayım.”
Şaban Şimşek 222 Elveda Deli Söğüt
304
Mahmut, “Peki” dedi be bohçayı verdi.
Metin, hemen öne geçti ve gidip Janson‟u tuttu: “Siz
geçin hele.”
“Tamam.”
Köpeği bıraktı ve Mahmut‟un yanına varıp, “Buyu-
run.” dedi ve yürüdü. Merdiveni çıkıp kapıyı açtı. Mah-
mut‟un girmesiyle yeniden buyur etti. Köylü için karşı-
lama çok önemliydi ve Metin de bunu kusursuz yerine
getirmeliydi. Kendisi önde, odaya geçtiler ve bohçayı ma-
saya bıraktı.
Ayakta, bir soluk duran Mahmut, bir çırpıda göz atıp,
“Yahu” dedi, “bu oda küçücük ama kutu gibi ha!”
Belli ki onun odası çok büyük ya da çok görkemliydi.
“Bana yetiyor.”
“Güzel.”
Metin, somyayı gösterip, “Otursanıza.” dedi.
Mahmut, ta baştan beri bu teklifi beklermiş denli ken-
disini somyaya attı ve arkasına yaslandı.
Hal hatır ettiler.
Mehmet‟in selamı varmış, ama iki ay sonra o da terhis
olurmuş. Aslında kendi terhisi bir ay önce gelmiş, ama
disiplini olduğu için geç bırakılmış...
222 Elveda Deli Söğüt Şaban Şimşek
305
Mahmut, “Bak Metin” dedi, senli benli, “cipi merak et-
tiğini biliyorum.”
Metin, „hoppala‟ diye düşündü. Ulu orta deyiverdiğine
göre bu oğlan varlıklı olduğunu göstermek için kasılıyor
olmasın? Olası, ancak bir biçimde elde ettiği bir deneyim-
den kaynaklanan basit bir söylem de olabilirdi bu. Kaldı
ki, kamyona ya da otobüse göre olağanüstü bir taşıttı cip.
Bu koşullarda kim olsa ilgi göstermez de ne yapardı? Me-
tin, oğlana karşı içinde bir şeylerin bulanmaya başladığını
duyumsamaya başladı ve gene içinden, „bu ayırdımı ya-
pamayacak kadar salak mı bu oğlan‟ diye sormadan da
edemedi.
Metin, hafifçe gülümsedi.
“Benim değil ha! Aslında amcamın olur da... Amma
ilerde kendime de alacağım.”
Az buçuk, İstanbullu gibi konuşuyordu oğlan. „Asker-
lik kişiyi değiştirir‟ derler, olası, o da ağzını değiştirmişti.
Metin de senli benliydi artık: “Mahmut, kahve mi se-
versin çay mı?”
“Sen?”
„Sunucuya, sunulanı kendisinin de isteyip istemediğini
sormak, onu küçümsemek mi demekti?‟ Pek çıkaramadı,
“Kahve.”
“Tamam. Ben de.”
Şaban Şimşek 222 Elveda Deli Söğüt
306
İspirto ocağını şipşak yaktı. Kap kacak sergeninden al-
dığı cezveye, bir cam kaptan iki kaşık kahve koydu. Son-
ra, göz kararı su ekleyip ocağın mavi yalazına sürdü. Ay-
nı sergenden, bu kez olağandan küçük iki çay bardağı ile
tabakları getirip masaya bıraktı.
“Nasıl olsun?”
“Orta.”
Küp şekerle kahveye ayar yaparken, “Bizde” dedi, “bu
tür bardakla sunulan kahveye Tarsusi derler.”
“Duymuştum.”
“Adı üstünde, Tarsus‟tan çıkmadır bu.”
“Belli.”
Metin‟in bu denli becerikli olabileceğini beklemeyen
Mahmut, onu adım adım izlerken bohçayı gösterip, “An-
nem” dedi, “sana kurabiye yaptı. Umarım beğenirsin.”
Metin, masaya bakıp, “Ha şu!” dedi, “Ellerine sağlık.
Zahmet olmuştur, ama çok teşekkür ederim.”
“Bir şey değil.”
Olgunlaşıp köpüren kahveyi bardaklara döktü ve biri-
ni Mahmut‟a uzattı: “Buyur.”
“Teşekkür ederim.”
Daha kahvesini bitirmeden ayağa kalkan Mahmut,
“Bana müsaade etsen.” dedi, “Geç kalmasam iyi olur.”
222 Elveda Deli Söğüt Şaban Şimşek
307
“Evli misin?”
Mahmut, “Ha anladım.” dedi ve gülüverdi: “Daha de-
ğil... Amma buradan Afyon‟a geçeceğim de...”
Metin, başıyla „ne iyi‟ imi yaptı ve yine gülümsedi.
Dönüp, kalan kahveyi bir yudumda bitiren Mahmut,
bardağı şakır şukur tabağa bırakırken, “Metin bak!” dedi,
“Pazar günü yine geleceğim ha! Amma bir de sürprizim
olacak.”
Şaban Şimşek 222 Elveda Deli Söğüt
308
Otuz Dört
Her zaman şafakla birlikte yola düşen köy postası, bu-
gün salt öğretmenler için altı buçukta kalktı.
Yanında annesi ve oğlu da vardı Belgin‟in.
Metin, „yanlarına bohçayla valiz aldıklarına göre‟ diye
aklından geçirdi, „ya annesi Güney‟e dönüyor ya da ola-
ğan dışı bir şeyler var gene.‟
Belgin, kucağında oğlu, gene içine gömülmüş, oturu-
yordu. Deli söğüt öbeğini birkaç metre geçe annesi arkaya
dönüverdi ve Metin‟e sevgiyle gülümsedi. Aynı anda,
gamzeleri çıkıveren Belgin de onaylar gibi birkaç kez ba-
şını salladı.
Kadının sevecen tutumu, olası bir benimsemenin işare-
tiydi. Bir anda „bunu tam olarak bilemeyeceğini‟ de dü-
şündü Metin. İçinden „kaldı ki kadın‟ diye söylendi, „üs-
tüne üstlük niye gülümsesin? Belli... Belli. Öyle ya, be-
nimseme aynı zamanda güven demektir ve sevgiyi de
çağırır.‟ Hoş bir duyguydu güvenilmek, ama yine de ya-
222 Elveda Deli Söğüt Şaban Şimşek
309
nılabilirdi. İçindeki Metin, „ya bir çeşit veda olmasın bu‟
diye sordu, yanıtı hazırdı zaten, „olur mu olur...‟
Afyon asfaltına gelince kadın, dönüp Metin‟e bir daha
baktı: Bu kez yüzü az biraz kaygılıydı sanki.
Koltuk arkadaşı Nadi, her şeyi görmüş olmalıydı, an-
cak daha lise anılarını bitiremeden garaja girdiler.
Metin, bile bile en sona kaldı.
Belgin, oğlunu annesine verirken çevresine, özellikle
otobüsten yana bakınıp duruyordu işte. Bir solukta indi
ve onlara doğru bir iki adım atıp durdu. Belgin, bir „beni
bekle‟ imi verdi. Bohçayı omuzladı, diğer elinde valiz,
salona girdiler.
Metin, arkadaşlarına gitmelerini söyledi ve beklemeye
başladı. Ne kadar süreceğini bilmiyordu, ancak gözleri
salon kapısında, ağaç gibi çakıldı kaldı.
Bildik bir sesle irkilip döndü: Bir cipin şoför koltuğun-
da oturan Müşfik, başını pencereden uzatmış, gene ya-
pışkan ve yılışık, sırıtıyordu.
“Hayrola Metin?”
„Nereden çıktı bu adam?‟ “Hayırdır.”
“Ee? Ne yapıyon burada böyle ya?”
Metin‟in yanıtı, „sana ne‟ olmalıydı, ancak “Bir işim var
da.” dedi.
Şaban Şimşek 222 Elveda Deli Söğüt
310
Adam gülüverdi. Sonra, ciddi ciddi, “Duyduğuma gö-
re” dedi, “seninki...”
“Öf be Müşfik!”
“Ne?”
“Ne duyduysan duydun, ama tümü senin olsun be!”
Beklemediği bir tavırdı bu, “Ya!”
“Sanırım ne dediğimi anladın!”
Yüzü sarkıveren Müşfik, bir çalımla Metin‟e baktı ve
elini vitese uzatıp hızla uzaklaştı.
Metin, “Pislik” diye mırıldandı, “kendini hâlâ horoz
sanıyor.”
Yeniden salon kapısına dönerken, bir yandan da saati-
ne baktı: Onca şeyden sonra, anca beş dakika geçmişti ve
toplantıya daha yirmi dakika vardı. Bir iki soluk ya geçti
ya geçmedi, derken Belgin kapıda göründü, ama yılgın ve
yıkıktı gene.
Metin, bir koşu Belgin‟e vardı. Kızın gözleri kan çana-
ğıydı. Hiçbir şey sormadan koluna girdi, ana yola doğru
yürümeye başladılar.
Zaviye‟yi geçtiler ve Tac Ahmet‟in bir ara sokağından
Kubalı Kavşağı‟na vardılar. Buraya kadar bir tek sözcük
bile geçmedi aralarında. Ulu Cami önünde soluklandılar,
ama çok beklemeden, okula doğru yürüdüler.
222 Elveda Deli Söğüt Şaban Şimşek
311
Cumhuriyet İlkokulu yeni, iki katlı betonarme bir ya-
pıydı ve oldukça görkemliydi de. Uygulama için seçildi-
ğine bakılırsa, burası olağan değil, seçkinlerin öncelik
verdikleri bir yer olmalıydı.
Yine saatine bakan Metin, “Belgin” dedi, “daha on da-
kika var. İstersen bir şeyler içelim de öyle girelim.”
Belgin, ölgün ölgün, “Bilmem ki Metin” dedi, “ama ca-
nım hiçbir şey istemiyor.”
“Bak, karşısı kantin olmalı, haydi!”
Görkemli bir kulübeydi kantin. Onlar daha ağızlarını
açmadan, tezgâhta duran özel giysili bir oğlan, “Hoş gel-
diniz.” dedi, “Ne buyurdunuz?”
Metin, “İçecek ne varsa.” dedi.
“Yalnızca gazoz var. Sade, meyveli... Bir de ayran...”
Metin, “Ha Belgin?” diye sordu.
“Sen ne istersen...”
“De ama!”
“Gerçekten.”
“Tamam. Sade?”
“Olur.”
Metin, tezgâha döndü: “İki sade.”
Şaban Şimşek 222 Elveda Deli Söğüt
312
Oğlan, önemli bir yetenekmiş gibi gazozları patlatarak
açtı ve birer bardağa koyup, “Buyurun” dedi, “afiyet ol-
sun.”
Metin, öğrencilere şişeyle verildiğinden emindi, ancak
olası ki bu kendilerine gösterilen özel bir ilgiydi: “Teşek-
kür ederim.”
“Bir şey değil hocam.”
Metin, „öyle y‟ diye geçirdi içinden, „bir toplantı varsa,
çocuklar da dersteyken, öğretmenlerden başka kim gelir
buraya.‟
Görevli konuşmacılar sözlerini kısa kesip asıl açıkla-
mayı Fevzi Uçan‟a bıraktılar. O da, övgüden uzak, yalnız-
ca birtakım teknik bilgiler aktarmaya başladı: İşin özü
demokrasi eğitimiymiş, taslağın istediği; ancak öyle salt
seçimle ya da şunla bunla bağlantılı değil, doğrudan uy-
gulamaya ilişkin.
Biçim, “küme çalışması” diye adlandırılmış. Bu zaten
48 Programı‟nda da yer yer önerilen bir yöntemmiş. Oysa
taslağa göre eğitim, baştan sona demokratik ortamda olu-
şan bir küme içinde sağlanıyormuş. Küme, mihver dersle-
rin etrafında, tıpkı bir meclis denli örgütleniyor ve öğret-
222 Elveda Deli Söğüt Şaban Şimşek
313
men de anca bir yol gösteren olarak kalıyormuş. Matema-
tik ve Türkçe derslerinde birtakım sıkıntılar olsa da özel-
likle Hayat Bilgisi, Tarih, Coğrafya, Din Bilgisi ve Tabiat
Bilgisi gibi derslerde olağan üstü sonuçlar alınabiliyor-
muş...
Fevzi Uçan, “Arkadaşlar” dedi, “son sözüm şu: Küme
Çalışması‟nda öğrenciler, belli ki bir bilgi küpü olmuyor-
lar, ancak bilgiyi elde etmenin, ama ne kadar elde etme
yolu varsa ki, büyük bir çeşitlilik sunuyor bu biçim, tü-
münü baştan sona öğreniyorlar desem, konuyu bir cüm-
lede özetlemiş olurum.”
Zil çaldı ve okulun öğretmenleri de salona alındı. Kür-
süye çıkan okul müdürü, konuklarla sınıf öğretmenlerini
eşleyen bir liste okudu. İzleme süresi iki ders saatiydi,
ancak bitişte konukların özellikle okulda kalmaları isten-
di, çünkü birlikte öğlen yemeği yemekten onur duyar-
larmış. Başarılar dileyen müdür, oldukça hoşnut kürsü-
den indi.
Yemekte karşı karşıya oturdular ve birbirlerine bakıp
durdular, ancak Belgin‟in yüzü bir taş gibi katı ve duygu-
suzdu. Her başını kaldırışında Metin‟le göz göze gelmek-
Şaban Şimşek 222 Elveda Deli Söğüt
314
ten sürekli kaçındı ve yemeğini bile doğru dürüst yeme-
den, öylece bekledi.
Metin, „olacağı yok bunun‟ diye düşündü, „bir an önce
buradan çıkarmalıyım.‟ Hemen kalkıp, „haydi gidiyoruz‟
dese, herkesin, ama özellikle kendi arkadaşlarının dikka-
tini çekerdi. Gürkan‟a bir diyeceği yoktu, nasıl olsa bazı
şeyleri az buçuk biliyordu ya da bilmeyi oynardı. Asıl
sıkıntı Altan‟dan gelecekti olasılıkla, çünkü iğneli iğneli
bakıyordu kaç saattir.
„Artık, bir noktadan sonra ilgi çekmek, hiç de önemli
değildi.‟ Eğer Belgin‟in kalkacağından emin olsa, Altan
vız gelir tırıs giderdi. „Biraz daha beklemeyi‟ düşündü ve
bu arada bir „haydi‟ imi de vermeliydi ki, kızın ne yapa-
cağını bilebilsin.
Belgin‟in bir an yakalayabildiği bakışları, neredeyse
yalvarıyordu Metin‟e. Başıyla kapıyı imledi ve ayağa
kalktı.
Aynı anda, gamzeleri bir gelip bir giden Belgin de to-
parlanıp kalktı. Ta başlardan beri gözlediğinden emin
olduğu Gürkan‟a bakıp Metin‟i imledi ve „olumlu‟ yanıtı-
nı görünce kapıya doğru yürümeye başladı.
Gürkan‟a belli belirsiz bir gülümseme ile „teşekkür
eden‟ Metin, neredeyse koşarak Belgin‟in arkasına takıldı
ve anca çıkışta yakalayabildi.
222 Elveda Deli Söğüt Şaban Şimşek
315
Bir atakla dönüveren Belgin, sevdiği adama, ilk kez do-
lu dolu gülümsedi. Gözleri acı, ama seviyle parlıyordu
artık. Bir çalımla sokulduğu Metin‟in kolunu tutup sıkı
sıkıya sarıldı.
İki solukta okul bahçesini terk ettiler ve alanı da geçip
Ulu Cami‟yi dolanarak Kale‟ye doğru yürüdüler.
Kayalıklar önlerine dikildiği anda, Belgin‟i bir titreme-
dir tuttu ve ardından sarsıla sarsıla hıçkırmaya başladı.
Aniden durdu ve derin bir soluk alıp Metin‟in kolunu
bıraktı. Çantasına uzanıp bir mendil çıkardı, gözlerini
kuruladı ve burnunu sildi. Hiçbir şey olmamış gibi yeni-
den Metin‟in koluna girdi.
Belgin, birkaç adım sonra yine duruverdi ve Metin‟e
dönüp, “Çok zor Metin‟im” dedi, “çok zor.”
Onca zaman allak bullak olması, kendisini görmeden
duramadığı halde pencereye bile çıkmayışı, okulda uyur-
gezer dolaşması, gözlerinin altının kapkara torbalanma-
sı… “Belli.”
“İnan ki başka bir yol bulabilsem Hakan‟ımdan bir sa-
niye bile ayrı kalmam.”
Okula gittiği sırada annesinin ağlayıp durduğunu söy-
lemişti komşu kadın Metin‟e, „olası şimdi de içi yanıyor-
dur‟ diye baktı Belgin‟e. “Evet.”
“Bir yanda Hakan‟ım bir yanda sen...”
Şaban Şimşek 222 Elveda Deli Söğüt
316
Birçok yöne çekilebilecek ya da çok uçlu bir deyişti bu.
“Ama Belgin?”
“Bir yanda Hakan‟ım... Ancak senden de er geç ayrı ka-
lacağım kaygısı...”
Aklının bir köşesinde bir yığın soru varken, „işte benim
Belgin‟im bu yahu‟ diye içinden bağırdı Metin ve başını
sağa sola salladı.
“Gerçekten... Ama sevgilim... İnan ki kahroluyorum.”
İlk geceden hemen sonra açıklasaydı özel yaşamıyla il-
gili sorunlarını, olası ikisi de bu kadar acı çekmezlerdi.
Belli ki bunu hesap edemediği gibi utanmış da olabilirdi
Belgin “Tamam...” dedi, “Tamam, ama sen akıllı birisin...”
Belgin, bir süre sustu, yolu kesiveren bir kayanın önü-
ne gelince “Metin” dedi, “hatırlarsan, sana sonra demiştim
ya.”
Sorun olmaya başlayan bir şeyin, bir olayın ya da dav-
ranışın açıklanmasını sonraya bırakmakla ilgiyi arttırmak
olasıydı Belgin‟in amacı, „sonra ‟ diyerek kendisini ne
denli sıkıntıya soktuğunu bilmediğinden de emindi Me-
tin. “Evet, anımsadım.”
“İşte ne açıklamam gerekiyorsa söyleyeceğim artık.”
Metin, sol koluna giren Belgin‟in elinin üstüne sağ
avucunu yerleştirdi ve başını çevirip yüzüne baktı.
“Ama... Ama sen susuyorsun!”
222 Elveda Deli Söğüt Şaban Şimşek
317
Metin, art arda yutkunmaya ve yanmaya başlayan göz-
lerini kırpıştırmaya başladı. Sonra döndü ve Belgin‟in
yüzüne bir iki saniye daha bakıp başını indirdi.
“Yani Metin, bana soracağın hiç bir şeyin yok mu se-
nin?”
Elbette bir yığın soru vardı Metin‟in aklına takılıp ka-
lan; neden hiç plan yapmadığından tutun da evli olmasını
açıklamamasına kadar. „Şimdi bunun sırası değil ama.‟
Belgin‟in elini hafifçe sıktı, “Sen” dedi, “neyi uygun gö-
rüyorsan, onu de canım.”
“Yani ne açıklasam kabulün?”
Bir takım gizleri uzun süre içinde tutan insan, eteğin-
dekilerin tümünü ortaya dökse de farkında olmadan köşe
bucakta üstünü kapattığı bazı şeyler olacaktır olası. “Ay-
nen öyle.”
“Öf be Metin, bu bana çok ağır bir yük ama...”
Yeniden yürümeye başladılar.
Kale‟yi kesen iki sokağı geçtikleri sırada Belgin, “Hiç
merak etmedin mi Metin‟im” dedi, “hem evli hem dul
oluşumu.”
Çok garip bir sözdü zaten duyduğunda şaşırıp kaldığı.
“Elbette, ama şimdi öğreneceğim ya.”
“Deme.”
Birkaç adım daha gittiler.
Şaban Şimşek 222 Elveda Deli Söğüt
318
Belgin, bir „ah‟ göstereni de olabilecek biçimde soluğu-
nu tutup boşalttı. Aynı anda, Metin‟in kolunu biraz daha
sıkıp, “Yalnız ” dedi, “o günden bu yana çok şeyler değiş-
ti ama...”
İçinden yaptığı sorgulamayı artık bırakan Metin, gene
sevgiyle Belgin‟in eline bastırdı.
Tuhaf bir duygu sardı Belgin‟in içini ve birden irkildi,
“Metin” dedi, “Allasen benle alay mı ediyorsun yoksa
kuzum?”
İnsan güvendiği kişiden bir an olur şüphelenebilir
miydi? Belgin‟in neden böyle düşündüğünü anlamak
zordu. „O kadar ikircikli ki, bazen bir gelip bir gidiyor‟
diye düşündü. Yutkundu, ama kararlı “Niye?” dedi, “As-
lında çok gerçekçiyim.”
Bir soluk Metin‟in yüzüne bakan Belgin, “Aman Al-
lah‟ım” dedi, “sahiden öylesin sevgilim!”
Kavga etmeden, siteme, gösteriye başvurmadan karşı-
lıklı fikirleri bir noktada birleştirmek olanaklıydı ve Me-
tin, „demedim mi‟ der gibi başını salladı.
Üç adım attılar. Yine aniden duruveren Belgin, bu kez
Metin‟in kolunu bıraktı ve karşısına geçti. Uzanıp ellerin-
den tuttu, gamzeleri en belirgin hale gelirken gülüverdi,
“Biliyor musun” dedi, “ben bugünden sonra hem dul
hem de özgür bir kadınım gari.”
222 Elveda Deli Söğüt Şaban Şimşek
319
Bu sözün de gelip giden duygularının bir yansıması
olabileceğini sanan Metin hâlâ Belgin‟in „bir karar kıla-
mamasından‟ şaşkın, bakakaldı. Birkaç saniye öyle kaldı
ve sonra derin bir soluk aldı, “Nasıl bir iş bu Belgin? Ne-
ler oluyor Allah aşkına...”
“Bugün askım bitti de.”
Metin, “Allah Allah! Ne askısı bu?” dedi, ancak atan-
ması için küçük kalan yaşının mahkemede büyütülmesi
sırasında, kararın açıklanmasının bırakıldığı tarihe kadar
geçen süreye böyle bir isim verildiğini anımsadı.
“Ayrıldık nihayet.”
İçinde oluşan bir yandan da „birini aldatma aracı ol-
manın‟ sıkıntısını atıveren Metin hoşnut, gülümsedi.
Belgin, dönüp yeniden Metin‟in koluna girdi. Bu defa
dingindi ve yüzü ne gergin, ne de asıktı artık. Az buçuk
eski rengini almaya başlamıştı bile teni.
Belgin, derin derin soludu ve nefesini tutup anlatmaya
başladı: “Geçen Mayıs ayıydı. Okulların kapanmasına üç
gün vardı. Kocamın bir arkadaşı ta okula kadar gelmiş…
Beni sınıftan çağırtmış… Jandarmanın Ahmet‟i aldığını
söyledi…” Durdu, yine derin derin soludu. “Biliyor mu-
sun Metin” dedi, “bu başıma gelebilecek en son olasılıktı
ya da böyle bir şeyin düşlemini bile kuramazdım. Bir an-
da dünyalar başıma yıkıldı sandım. Eğer birisi dokunsa,
olduğum yere yığılıp kalacaktım.”
Şaban Şimşek 222 Elveda Deli Söğüt
320
Metin, döndü ve „devam et lütfen‟ der gibi baktı.
“Neden deme! Çünkü çocuğumun babası o, Ha-
kan‟ımın... Öf Metin, bilsen öyle zor ki!”
Başından geçenlerin „zor bir şey olduğunu‟ bir imle
onaylayan Metin, Belgin‟in sol kolunu hafifçe sıktı.
“Jandarma, okulun az ilerisindeydi ve bunca zamanda
haberimin olmayışı da olacak şey değildi. Müdüre deme-
ye bile gerek görmeden karakola koştum. Daha odasına
varmadan komutanla karşılaştım. Karşılaşmaz olsaydım
keşke... İlçede herkes bizi tanırdı ve onunla da birkaç kez
görüşüp konuşmuşluğumuz vardı, ama bir türlü hiç kim-
seye bilgi vermemiş adam. Daha neler olduğunu sorma-
ma fırsat vermeden ve hiçbir şey de açıklamadan beni
alıp odasına götürdü.”
Metin, “Ya...” dedi ilgiyle, “Neden ki?”
“İlkin ben de bir şey anlayamadım sevgilim. Adam,
hep „sakin olmamı‟ öğütleyip duruyordu.”
Yeri ve zamanı olmadığı halde verilen anlamsız öğütler
kadar insanı sıkan bir şey yoktu Metin için de.
“Bir ara su getirtti ve içmemi istedi. Sonra kolonya
sundu. Beklememe karşın bir türlü Ahmet‟i ağzına bile
almadı.”
“Garip.”
222 Elveda Deli Söğüt Şaban Şimşek
321
“Aynen Metin, ama ne desen az! Dişlerimi sıktım ve
bekledim. Olmadı... Bir daha sıktım, gene olmadı. Ancak
sabrın da bir sonu vardır, kendimi kaybetmişim ve ba-
ğırmaya başlamışım. Apışıp kalan teğmen, baktı ki olmu-
yor, bir açıklama yapacağını söyledi. Bir cümlelik bir şey-
di bu: Meğer kocam olacak herif, bir köylünün bildirimi
üzerine, çiftlik evinde uygunsuz bir iş yaparken suçüstü
yakalanmış...”
“Ne!”
Susuveren Belgin, acıyla, boş boş bakınmaya başladı.
Üstüne üstlük, yutkunup duruyordu da. Bir biçimde do-
kunsa, Belgin‟in hiçbir şeye, ama hiçbir şeye aldırmadan
bağıra çığıra, hüngür hüngür ağlamaya başlayacağından
emindi Metin.
Bir süre daha sessizce yürüdüler ve Anıt Park‟ın önüne
geldiler.
Belgin‟i bir banka doğru sürükleyen Metin, bir şey söy-
lemeden ellerinden tutup oturttu. Kendisi de yanına geçti
ve bir elini avuçlarına aldı.
Yine birkaç dakika soluklarını tutup beklediler, ancak
Belgin bir daha derin derin içini çekti ve Metin‟e döndü.
Fısıltıyla, “Sevgilim” dedi, “eğer senle karşılaşmasaydım
bu elin memleketinde, kesinkes ama gerçekten çıldırabi-
lirdim, inan ki!”
Şaban Şimşek 222 Elveda Deli Söğüt
322
Kolunu Belgin‟in omzuna atan Metin, bir çalımla onu
kendisine doğru çekti ve bir süre daha öyle kaldılar.
“Bir çocukluk arkadaşım vardı, Elif.” diye yeniden sö-
ze başladı Belgin. “Ta evcilik oynadığımız günlerden beri
birbirimize gider gelirdik. Benden bir iki yaş kadar bü-
yüktü. Onca zamanda hiç sevgilisi falan olmadı. Olmaz
olasıca...”
“Neden ama?”
“Öf Metin, anlatmak bile öyle zor ki! Neyse... Ben Ha-
kan‟a hamileyken meğer Ahmet‟le... Öf, inan ki sen olma-
san bunu, asla ama asla hiç kimseye açıklamazdım...”
İnsanı en çok inciten şey, sevgilinin ihaneti olmalı.
Kendisinin de başına gelse ne yapacağını kestirmeye çalı-
şan Metin, “İstersen burayı geç.” dedi.
“Yo, olmaz!” dedi Belgin, gözleri çakmak çakmak.
“Geçmeyeceğim... Şuna bak şuna! Ama Metin, iki senedir
çiftlik evinde buluşurlarmış da haberim bile olmazmış.”
Tersinde düşündürebilir miydi Belgin‟i? Denemek içi
sordu: “Ya olsaydı?”
Bir an bunu düşünen Belgin, yutkundu ve sesine bir
düzen verdi: “Belki başıma bu belaların hiçbiri gelmeden
boşanırdık da... Çoktan, yeni bir düzen kurardım kendi-
me.”
“Ama yine de boşandın ya işte.”
222 Elveda Deli Söğüt Şaban Şimşek
323
“Tamam... Doğru, boşandım da...”
“Evet?”
“Öyle yutulur yatılır bir şey değildi ki yaptığı!”
“Ahmet‟in?”
Belgin, “Yani” dedi, “ama asıl sorun o değil ki... Çır-
pındıkça bir batağa gömüldüm sanki.”
İlgi çekmekte mahirdi Belgin, “Nasıl?”
“Neyse... Başa döneyim: Aralarında her ne olduysa bi-
zimkiler bozuşmuşlar. Olaydan sonra görüştüğüm Elif,
bu ilişkiden pişman olduğunu söylüyordu, ama hiç
inanmadım. Neyse... Son bir kez olsun, buluşup konuş-
maya karar vermişler ve yine bizim çiftlik evine gitmişler.
Gitmişler gitmesine, ama...”
Metin, acı bir merakla yutkundu.
“Ahmet‟in asıl derdi konuşup anlaşmak değilmiş anla-
şılan. Ayrılmasını hazmedemediği için kızdan bir çeşit
intikam almakmış gibi geliyor bana. Elif, ayrılma istediği-
ni duyunca Ahmet‟in çılgına döndüğünü söylediydi çün-
kü.”
İçlerinden bazısı arkadaşı olan birçok yeni yetme gen-
cin aşk ilişkilerinde buna benzer „ayrılık gerilimlerine‟
tanık olduğunu anımsadı Metin.
“Bir ara anlaşır gibi olmuşlar. Hatta Elif‟e bakılırsa son
kez sevişip gideceklermiş de.”
Şaban Şimşek 222 Elveda Deli Söğüt
324
„Son kez sevişme! İlginç.‟
“Öyle de olmuş, ama sevişirken, bir ara Elif‟in benden
söz edeceği tutmuş. Ne olduysa o zaman...”
“Ee.”
Belgin, neredeyse inledi ve “Metin” dedi, “insan bir
anda canavarlaşabilir mi?”
Tartışma sırasında haklı haksız ilk yumruğu atana
benzer bir ruh hali mi bu? Bir soluk düşünen Metin, “Bi-
lemem...” dedi, “Ancak hastaysa...”
“Elif‟i öyle bir pataklamış ki... Ağzı yüzü dağıldığı gibi
kıza... Öf burası...”
“Bak Belgin, istersen...”
Yine, derin derin soludu ve “Yoo!” dedi, “Belki... Belki
anlatırsam içimin bulantısı bir parça durulur.”
“Belki, ama...”
“Öf! Öyle kötü ki... Irzına geçtiği yetmezmiş gibi kızın
rahmine bir de şişe...”
Beyninde bir yere iğne batmış gibi bağırdı Metin, “Ne!”
Belgin, derin bir nefes aldı ve sustu. Üç beş saniye son-
ra başını kaldırdı, “İşte Ahmet‟in öyküsü bu...” dedi, yü-
zünü buruşturdu, “Olmaz olasıca!”
Metin, ayağa kalktı. “Tamam da...” dedi, “Bunun iğ-
rençliği dışında neresi bela Belgin, pek anlayamadım.”
222 Elveda Deli Söğüt Şaban Şimşek
325
“Bela ki... Ama tam bir çapanoğlu... Bak da gör, sen de
hak verirsin.”
Dinleyecek ve görecekti. “Tamam.”
“Tedavisi için Denizli Hastanesi‟ne kaldırılan Elif, on
beş gün sonra taburcu oldu. Beş gün sonra da Ahmet‟in
duruşması yapıldı. Ben tutuklanacağını beklerken şipşak
tahliye olmuş.”
“Nasıl yani?”
“Ahmet‟in ağabeyi bizim ilçenin belediye başkanı da.”
“Belgin, tamam da?”
Belgin de kalktı ve Kale‟ye sırtlarını dönüp karşı yola
doğru yan yana yürümeye başladılar.
Yolun başına gelince Belgin, “Gidip Elif‟i bir biçimde
sindirmiş.” dedi ve durdu. “Zavallı sürtük, mahkemeye
çıkınca „davacı olmadığını‟ söylemiş.”
Metin, Belgin‟in kolundan tutup, “Ama?” dedi ve cad-
de ağzını gösterdi. “Şuraya geçelim.”
“Başından geçenleri olduğu gibi anlatmasına, jandar-
mayla savcılıkta verdiği ifadesini de olduğu gibi kabul
etmesine karşın Elif‟in „davacı değilim‟ deyişi... yani...”
“Garip...”
“Ben duruşmayı izlemedim... Neden gideyim ki, yal-
nızca boşanmak istedim çünkü.”
Şaban Şimşek 222 Elveda Deli Söğüt
326
“Hakkın ama...”
“Hakkım da Metin, işin sonunun başka yöne döneceği
kaygısıyla başkan buna şiddetle karşı çıktı.”
Küçük yerleşimlerde siyasal etkileşimlerle birtakım do-
laplar döndürüldüğünü duymuştu Metin. “Ona ne Bel-
gin?”
“Ahmet tahliye oldu, ama davası düşmedi ha! Mah-
kemesi tutuksuz sürecek yani... Bak Metin, sana soruyo-
rum: Boşanma davası açarsam, gerekçem ne olur sence?”
“Ahmet‟in yaptıkları?”
“Aynen öyle. Jandarma olayın tutanağını yazmış, dok-
tor hem ırza geçildiğini, hem de darp edildiğini rapor et-
miş... Bu rapor salt bizim ilçe tabibinin değil ha, hastane-
nin de üstelik. Neyse... Savcıda hem Ahmet‟in, hem
Elif‟in, hem de köylülerin asla inkâr edemeyecekleri ka-
dar açık seçik ifadeleri var. Yani Metin, bunların tümü
bana yeter de artar bile...”
“Ee?”
“Ama bunlar aynı zamanda Ahmet‟in zina yaptığının
da delilleri...”
“Öyle ya! Gerçekten.”
“Benim kayın olacak soykanın asıl korkusu işte buydu
Metin. Irza geçmeyi ve darbı ört bas etmek mümkündü,
ama zina yapmak… Bunu onuruna yediremiyordu adam.
222 Elveda Deli Söğüt Şaban Şimşek
327
Onun için şimdilik boşanmamı istemedi... Bu arada bir
yolunu buldu, Ahmet‟i de asker ettirdi.”
“Nasıl?”
“Nasıl yaptılarsa... Tecilliydi ama...”
Yine kasaba dolaplarından biri bu, polis asker herkesle
iç içe olmanın getirisi…
“Böylece... Dava açsam Ahmet‟e ulaşılamayacaktı. Yine
de boş durmadım ve üstüne üstüne gittim.”
Metin, „senden bunu beklerdim‟ diye dudaklarını bü-
züp gülümsedi.
“Ben bastırdıkça o azıttı. Derken bir çözüm buldu: Böy-
lece elim kolum bağlanacak, sus pus olacaktım.”
“Ne?”
“Yaptı çattı, beni sürgün ettirdi. Güya pişman olacağım
da dava açmayacağım, yani.”
“İlginç.”
“Bir ara, istifa edip çekip gitmeyi düşündüm. Aslında...
Öf Metin... Ama demeliyim sana. Sana demeyeceğim de
kime söyleyeceğim. Yani kimim var senden başka... Bak,
benim maaşa falan gereksinimim da yok aslında, yani
zengin bile sayılırım. Babamdan kalanlar bana yüz yıl
yeter. Üstüne üstlük tarla kiraları da... Öf, ama Metin, en
sevdiğim iş öğretmenlik benim. Şimdi bir de sen... Yapa-
madım Metin‟im yapamadım... İstifa edemedim.”
Şaban Şimşek 222 Elveda Deli Söğüt
328
Metin, „insan sevdiği işten ayrılmakta zorlanır mı‟ diye
düşündü, „olası öyledir.‟
Birkaç dakika susup kalan Belgin, üst üste yutkundu
ve birden “Ha” dedi, “bizim salak bir şeyi unutmuştu
ama. Yani... Yani ben resmen Afyon Işıklar Köyü‟nde
ikamet ediyordum ve suçu sabit olduğu için Ahmet‟in
ikametinin de pek önemli olmadığını.”
Metin gülüverdi: “Kız sen bir avukat olmuşsun ha!”
“Başa gelince insan çok şey öğreniyor Metin.”
“Keşke bunlar hiç olmasaydı.”
Bu sözün içinde bir anıştırma gizliydi sanki ya da Bel-
gin‟e öyle geldi. Bir an, „tanışmalarına da neden olan bu
beladan ne denli zor kurtulduysa, bundan sonra sürmesi-
ni istediği Metin‟le ilişkilerinin de bir o kadar zor olabile-
ceğini‟ düşündü, ama daha sırası değildi: “Bazı günler
izin alıp Afyon‟a inerdim ya.”
“Evet.”
“Aslında avukatla buluşmak ya da duruşmaya katıl-
mak içindi.”
“Kim bu avukat?”
“Ali Bostancı: Yani bizim oradan Aliye‟nin ağabeyi.”
Müşfik‟in sözünü ettiği avukat olmalıydı Ali Bostancı.
Tespit doğruydu, ama ayrıntısı bambaşka. “Ne hoş be!”
222 Elveda Deli Söğüt Şaban Şimşek
329
“Denizli‟den evraklar geldi. Ali Bostancı da Isparta‟ya
gidip Ahmet‟i buldu. „Neden Isparta’ deme: Çünkü ora-
da asker de ondan. Avukat bir biçimde ikna etmiş, yani
„anlaşmalı ayrılık karşılığında zina davası açmayacağıma‟
değgin bir anlaşma yapmış. Bir süre sonra Ahmet de izin-
li gelip mahkemede boşanma istemini kabul etti... Kalanı-
nı biliyorsun zaten.”
Metin, sevgiyle gülümsedi: “Geçmiş olsun.”
“Sağ ol canım!”
Küçücük bir nokta olarak içinde depreşip duran bir so-
ruya yanıt almanın tam zamanıydı Metin‟e göre. Merakını
olumsuz yönlere çağrıştıracak bir durum da kalmamıştı
neredeyse. “Belgin” dedi, “beni ayıplama lütfen. Gü-
ney‟de senin planları yapan Ahmet miydi yoksa?”
Belgin, soruya yanıt vermeden Metin‟in yüzüne birkaç
saniye baktı ve gülüverdi. Kol kola, ama hiç konuşmadan
Zaviye‟yi geçip Demirciler Çarşısı‟na doğru inmeye baş-
ladılar.
Şaban Şimşek 222 Elveda Deli Söğüt
330
Otuz Beş
Üç aydan beri en iyi, bu gece uyumuştu Belgin. Kalkıp
perdeyi açtı ve Metin‟e doğru baktı. O, perdeyi pek çek-
mezdi, ama penceresi kapalı ve en ufak bir kıpırtı da yok-
tu.
Karşı dağın arkasından fışkırıveren güneşe çevirdi ba-
kışlarını: Bir kızıl tepsiydi sanki ve bugün daha bir par-
laktı yalımı.
Metin‟in bitişiğinde bir ağaç vardı söğüde benzeyen,
bu kurak yerde ne yaptığına hep şaşıp kaldığı. Ne deliydi,
ne de selvi, arada bir şey. Çırılçıplak uzanıveren incecik
dallarıyla dans ediyordu gözlerinde, sözüm ona.
“Ya gönlüm” dedi Belgin, “sana ne oluyor ki dalgala-
nıp duruyorsun be, delişmen kız!” Aslında dalgalanan
gönlü değil aklıydı, öyle ya da böyle, her şeye karşın, Me-
tin‟i adam gibi sevdiğini biliyordu ama…
Aklına vurunca yaşamını, pek kurguladığı gibi gitmi-
yordu çok şey. Oysa bitişini yaza ayarlamıştı, Işıklar Kö-
222 Elveda Deli Söğüt Şaban Şimşek
331
yü‟nün. Annesi gelmese ve Metin de öylece kalabilseydi,
Hakan özlemi bununda tütedursun, fakat değişmeseydi
koşullar... Değildi işte ve dünyası allak bullaktı; güzel
olan ne varsa bir anda bitiverecekti; öyle, yalandan.
Güzel olan bitiverince buna dayanabileceğinden pek
emin değildi Belgin. Aşk ateş gibiydi, tamam, ama sön-
mezdi tutabildiğin sürece... Ne var ki, yandıkça yalım
yalım, duygu denizinde boğulup kalmak da vardı serde.
Ne olursa olsun, boğulup kalmak istemiyordu Belgin.
Eğer sorun erdenlik değil de dulluksa, diyeceği pek bir
şeyi yoktu zaten. Oysa bildiği Metin, şuna buna takmazdı
ya da bir kadın olduğu için asla, ama yalnızca Belgin ol-
duğu için seviyordu kendisini.
Seviyordu tamam, gelgelelim ağzından, bu anlamda
bir tek söz çıkmamıştı daha, sevgi salt bu sözcüğe değgin-
se eğer... Belleği bomboştu ve hiçbir şey anımsamıyordu,
ilişkin olan. İnsan belleği unutmaya tutukluydu ve olası
ki yanıltırdı da.
Olasılık neydi ki? Tasarlanan şeyden sonuç çıkmayınca
uydurulan bir çeşit yalan mıydı bu yoksa? İnsanın ulaşı-
lamadığı şeyden vazgeçmesi için, hep bir neden mi ara-
ması gerekti? Belki...
“...ama neden Metin‟le değil de Ahmet‟le karşılaştım
ben? Olmaz olasıca... Ama neden „daha vakit var‟ deme-
yip hemen evlendim? Ama neden birtakım kuşkular
Şaban Şimşek 222 Elveda Deli Söğüt
332
duymama rağmen güvendim durdum ona? Ama neden
genç ve güzel bir kadın olmasına karşın o kaltağın Ah-
met‟le ilgilenmesinden gocunmadım? Ya da neden engel
olmadım? Ama neden benim içim dışım aynı? Ama ne-
den Ahmet‟ten nefret edemiyorum? Ama neden başkan
olacak lanet olasıcıdan... Yahu ben kimim...”
Asiye, güneşin doğmasını beklemezdi, ama daha
kalkmamıştı işte. Bugün, o da kendisi gibiydi besbelli.
“Uyusun biraz daha.” diye düşündü, nasıl olsa gönder-
medikçe bir çağıran da olmazdı kızı.
Bir serçe gelip penceresine kondu. Kuş, ürke korka ba-
kınırken Belgin‟in içini bir şeyler sarı sarıverdi ve parma-
ğını uzatıp, “Senin de mi bir derdin var garibim?” dedi.
Sonra gülüverdi yorumuna: “Nesi olacak, bir serçe işte.
Olsa olsa acıkmıştır zavallı! Ne bulabilir ki kışın bu kuru
toprağında. Pencereye bir parça ekmek koymalıyım...”
Asiye, “Amenin aba” diye bir çığlık attı, “uyuya kalmı-
şım!”
Dönüp baktı ve aynı anda serçe de uçup gitti.
Kız yorganı yastığı topladı, ama minder yerinde kaldı.
“Olsun” dedi içinden, “bugün o da bildiğini yapsın.”
222 Elveda Deli Söğüt Şaban Şimşek
333
Asiye, “Aba” dedi, “ekmek bittiydi.”
“Ha! Bak masada para var. Gidip alıver istersen.”
“Ne alcem?”
“Fark etmez kız. Ne bulursan.”
Asiye, “Temam aba” dedi ve parayı kapıp çıktı.
Çoktan beri, özellikle annesi geldi geleli kahvaltıyı
Asiye hazırlardı. Birden anımsadı: Kızcağız daha kendisi
kalkmadan ve annesi de Hakan‟la uğraşırken mutfağa
geçer, sessizce gazocağını yakıp çay koyar, yumurtayı
pişirir ve sofrayı kurardı. Birden içi kalgıyıverdi ve yüre-
ğinde tanımsız bir sızı, düşünmeye başladı: “Eli ne de
çabuk. Ne de güçlü kız. Öf be! Cüce diye, çoluk çocuğa
kavuşamadan ömrü bitecek! Adalet mi bu? Öf be, Allah
kahretsin!”
Toparlanıp mutfağa geçti. Ocağı yaktı ve çaydanlığı
üzerine sürdü. Dolaba uzanıp bir kangal sucuk çıkardı.
Soydu ve yağ tavasına doğradı. Sucuklu yumurta, Asi-
ye‟nin en sevdiği şeydi. Bir tabağa peynir, başka bir taba-
ğa da zeytin koydu. Yumurtayı pişirdi ve kahvaltılıkların
tümünü masaya taşıdı. Çayı demledi ve gelip kanepeye
oturdu.
Asiye, daha kapıda, “Aba” dedi, “hazırda yomuş da
tezesini bişirdik. Onçin azcık geç galdım.”
“Boş ver Asiye. Üzülme.”
Şaban Şimşek 222 Elveda Deli Söğüt
334
Asiye, ekmekleri küçücük bir peştamala sarmıştı. Bı-
rakmak için masaya doğru yekindi, ancak yine
“Amennin!” diye bir çığlık attı: “Sen he bi şeyi yapmışsın
emme aba.”
Varıp ekmeği kızdan aldı ve gülüverdi: “Hep sen ha-
zırlayacak değildin ya anam.”
“Emme aba!”
“Kız sen git şu çayı getir de kalanına boş ver gari.”
Asiye, mutfağa koştu, ama yine çığlığı bastı: “Amenin
çayı bilem demlemiş!”
Ekmekler haşhaşlı hamısızdı ve bu haliyle bile başlı ba-
şına bir kahvaltılıktı. Belgin, kaç haftadır ilk kez aç oldu-
ğunu duyumsadı. Örnek olayım diye çatal kaşıksız bir
lokma almazdı ağzına, ama bugün kurallarını bırakıp
bandıra bandıra yumurtalı sucuğa saldırdı.
Asiye, bir ara “Aba” dedi, “balık gelmiş.”
“Ne balığı kız?”
Asiye, kalkıp pencereden baktı, “Balık işte.” dedi,
“Bak, bize doğru geliye aba.”
Kızın canı çekmişti anlaşılan. Belgin, “Durdur da ala-
lım kız.” dedi.
Asiye, fırlayıp giderken Belgin de arkasından yürüdü.
Dış kapının önünde bir at arabası duruyordu ve teknesi
222 Elveda Deli Söğüt Şaban Şimşek
335
iri iri balıklarla doluydu. “Sazan bunlar.” diye mırıldandı,
“Nasıl ki?”
Arabanın alnında oturan satıcı, Belgin‟e dönüp, “Aba”
dedi, “günlük bunla, günlük!”
Belgin, balığın birinin kulağını kaldırıp baktı ve balık-
çıya gülümsedi: “Gerçekten. Nere balığı bu?”
“Eber Gölü‟nden aba...”
Belgin, “Ha!” dedi ve balığın bıyığını tutup göğsünde-
ki yarayı gösterdi: “Ama bu nedir böyle?”
Balıkçı, bilgiççe sırıtıp: “Zıpkın yarası aba.” dedi.
“Ne kadar gelir bu?”
“On, on iki kilo anca.”
“Hım... Ne tutar ya?”
“İki buççuk üç lire ance... Aba.”
Belgin, kilosunun yirmi beş kuruş olabileceğini hesap-
larken Asiye‟ye dönüp baktı. Kızın hoşnutluktan gözleri
gülüyordu. Bu kez, balıkçıya istekle seslendi: “Ver birini.”
Balıkçı, balığın birinin kulağına asma kantarı geçirip,
“Aba” dedi, “on kilo bu. Niyle ödeycen?”
Belgin, az biraz şaşkın: “Sence neyle olur?”
“Buda, arpe, haşgeş, gündoğdu, para, yün... Ne bilem
ben işte!”
Şaban Şimşek 222 Elveda Deli Söğüt
336
“Para.”
“Çok eyi bu!”
Belgin, onca balığı nasıl pişireceğini tasarlarken, bir
yandan da parayı uzattı: “Al. Bereketini gör.” Annesinin
sözüydü bu.
Balıkçı, “Aba” dedi, “affet. Sen bu köye yabancısın
he?”
“Evet.”
“Bu balık haşgeş yağle fırında gözel olur, biliyon mu?”
Belgin, adamın iş bilirliğine hayran, “Teşekkür ede-
rim.” dedi, “Sana hayırlı satışlar.”
Atılıp balığın kulaklarında tutan Asiye, “Aba” dedi,
“emme bu çok gözel!”
Belgin, elini uzatıp kızın başını okşadı, “İyi ya.” dedi
ve gülümsedi.
Asiye, balığı mutfağa bıraktı ve sofraya yeniden otur-
dular.
Kahvaltı bitiminde ortalığı da çokça Asiye kaldırırdı.
Bulaşığı yıkar, kabı kaçağı durular ve yerlerine koyardı.
Belgin, bugün bu işe de el atmaya karar verdi. Onca karşı
gelişine aldırmadan, Asiye‟ye öğlene kadar izin verdi.
Gidip bulaşığı yıkadı, mutfağı düzene koydu ve geçip
kanepeye oturdu. Kuşluğa doğru balığı hazırlar ve on
222 Elveda Deli Söğüt Şaban Şimşek
337
ikiye doğru da Asiye‟yle fırına gönderirdi artık. Metin‟e
haber verir, birlikte yerlerdi, öğlen yemeğini. Bağdaş ku-
rup başını kaldırdı. Yine pencere kapalıydı ve o tarafta ses
seda yoktu.
Değişik bir uğultu duyar gibi oldu ve çeşmeden tarafa
baktı. Bir otomobil, dış kapı önüne park ediyordu. Olağan
dışı bir şeydi bu. Belli ki bir geleni vardı, ama kim? “Olsa
olsa…” diye akıl yürüttü, ancak ne başkan buralara kadar
cesaret edebilirdi ne de Ahmet.
Yüreği atmaya başlarken Gürkan‟ı gördü. Müdür, biri-
ne eliyle lojman yolunu gösteriyordu. Bir soluk sonra
uzun boylu, göbeklice, orta yaşlı ve kravatlı bir erkek av-
luya girdi. Gürkan önde, kendisine doğru yürüdüler.
Üstünü başını düzeltti: “İyi ki giyinmişim.” diye mırıl-
dandı ve kalkıp kapıya gitti.
Daha eşiğe varmadan kapı tıklandı. Belgin, derin bir
soluk aldı ve mandalı düşürdü. Kanadın aralığından gör-
düğü adam bildik birine benziyordu sanki. Belleğine yük-
lendi ve birden anımsayıverdi: Milli eğitim müdürüydü
bu.
“Buyurun efendim. Hoş geldiniz.”
Adam, yabansı ve buz gibi bir yüzle, ama teklifsiz bir
çalımla içeriye geçti, “Günaydın Hoca Hanım” dedi,
“umarım rahatsız etmedik?”
“Günaydın efendim.”
Şaban Şimşek 222 Elveda Deli Söğüt
338
Aynı çalımla, ama Belgin‟in yol göstermesine bile ge-
rek görmeden yürüdü ve dönüp odaya dalıverdi.
Anca yetişebilen Belgin, adamın odanın ortasında ba-
kınıp durduğunu görünce, önce bir anlam veremedi, ama
bir an düşündü, şaşkınlıktan olduğu yerde donakaldı. Bir
şeyler oluyordu ya da bir şeyler dönüyordu kesin, ama
neydi bu böyle? Eşikte çakılıp kalan Gürkan‟a kaygıyla,
bir „neler oluyor‟ imi gönderdi, ancak o da şaşkındı ve
umarsız, başını sağa sola salladı.
Adam, Gürkan‟a “Müdür Bey” dedi, “siz dışarıda bek-
leyin. Ben Hoca Hanım‟la özel bir konuyu görüşeceğim.”
Gürkan, “Baş üstüne efendim.” deyip çıktı.
Adam, Belgin‟i iğneli iğneli süzdü ve bir iki soluk bek-
ledi. Sonra sırıtarak Asiye‟nin unuttuğu minderi gösterdi:
“Şu yatak neden burada Hoca Hanım?”
Soruya verilecek yanıt, kesinkes „sana ne‟ olmalıydı,
ama milli eğitim müdürüydü karşısında dikelen. Belgin,
“Kaldırmayı…” diyecek oldu. Aynı anda beyninin bir
yerlerinde bir şeylerin patladığını duyumsadı ve üst üste
yutkundu. Sözünü bitirmesi gerektiğini söyleyen aklına
uyup istencine yüklendi, “Kaldırmayı...” diyebildi,
“unutmuşuz sanırım... Ne oldu ki Müdür Bey?”
“Sen hep, bu yatağı kaldırmayı unutur musun?”
“Ne demek bu... Efendim?”
222 Elveda Deli Söğüt Şaban Şimşek
339
“Sen sadece soruma cevap ver.”
Adamın yüzü sözde asıktı, ama bıyık altından sırıtıp
durduğu da kesindi ya da Belgin öyle algıladı.
Sanki başına bir taş bağlıydı, ama yine de ağır ağır kal-
dırdı ve dişlerini sıkıp gözlerini adamın yüzüne kilitledi.
Bir soluk durup,“Kendinizi” dedi, “kaça sattınız Müdür
Bey?”
Adam, bir an apışıverdi, ancak hemen toparlanıp “Şu-
na bak şuna. Ukala şey!” dedi, “Sana, „soruma cevap ver‟
diyorum Hoca Hanım!”
Bağırıp çağırabilirdi, yalnız o zaman Belgin olmaktan
çıkar, sıradan biri olurdu. Oysa egemen kalmak akıl işiy-
di, duygu tutsağı olmak değil. Var gücüyle sinirlerine
yüklenip, “Bana bakın Müdür Bey.” diye, dişleri arasın-
dan fısıldadı, “O yatak, benim özel yaşamımın bir parçası.
Sizi hiç de ilgilendirmez, anladınız mı? Gidin bu martava-
lı, sizi satın alan başkana yutturun. Şimdi lütfen evimi
terk eder misiniz?”
Bir hışımla koşup kapıyı açtı ve yine adamın duyabile-
ceği bir sesle, “Haydin!” dedi, “Güle güle!”
Kapı önünde bekleyen Gürkan, müdürün pürtelâş çı-
karken Belgin‟in de arkasından öfkeyle baktığını görünce
ağzı açık bakakaldı: Kızın gözleri çakmak çakmaktı ve bir
dişi kaplan gibi kasılmış, hedefine aldığı milli eğitim mü-
dürünün üstüne ha atıldı ha atılacaktı.
Şaban Şimşek 222 Elveda Deli Söğüt
340
Otuz Altı
Annesi gideli iki gün olsa bile, gene herkesin gözü Bel-
gin‟in üstünde olacaktı, özellikle evine girip çıkanlar açı-
sından. Oysa buluşup sabahlara kadar sevişmeyi ne ka-
dar isterdi. Olmuyordu işte... Yaşam, olağan akışıyla süre
giderken, birtakım engellerle kısıtlanmaya görsün, insanı
uçrak bir bitkinlik sarar ve uyuşur kalırdı; şimdi, Metin
de öyleydi. Vaktin öğlene geldiğini bildiği halde, daha
yataktan çıkmamıştı.
Acıkmasa, daha da yatardı, ancak kalkar kalkmaz va-
rıp pencere önüne oturdu.
Karşı pencerenin perdeleri çekikti. Metin, “Olamaz”
diye mırıldandı. Öyle ya, annesinin geldiği zaman hariç,
evde olduğu sürece Belgin‟in perdelerini kapattığını hiç
görmemişti ki. Artık bir şeyler atıştırdıktan sonra ya gider
ya da bir biçimde haberleşirlerdi.
Gazocağını yakıp çaydanlığı üstüne koydu. Kaynama
sesini duyar duymaz kalktı ve çayı şipşak demledi. Bir-
den anımsadı: Akşamdan kalma yemeği vardı.
222 Elveda Deli Söğüt Şaban Şimşek
341
Çaydanlığı kenara alıp yemeği ısıttı. Tencereyi bir bez-
le tutup masaya bıraktı. Dönüp çayı yeniden ocağa sürdü.
Masaya geçti ve bir parça ekmekle yemeğini kaşıklamaya
başladı.
Doyduğuna emin, çayını doldurdu ve yine pencere
önüne varıp oturdu. Bir an Belgin‟in perdeleri kıpırdadı
sanki. Özenle baktı: Doğruydu. Bir soluk sonra perdeler
açılıverdi ve Asiye‟nin çocuk yüzü göründü.
Belgin, evde olmasına evdeydi, ama içine bir kuşku
düşmüştü artık. Dünden yorgundu, tamam, ama gene
erkenden kalkardı o. Olası ki bir şeyler vardı orada, değil-
se kız niye ta öğlenden sonralara değin kapansın kalsın.
Çayını yeniledi ve bir iki yudum alıp bitirmeden kalktı.
Giyinip aşağıya indi. Janson da neşesizdi bugün, yalnızca
bakındı durdu.
Tam lojmana yöneldiği sırada Raşit, “Metin Hoce” diye
seslendi, “niredeydin şu seete gade?”
Olağan dışı bir soruydu bu. “Ne oldu da?”
“Ohoo! Gösseydin nile oodu nilee!”
“Allah Allah!”
“Mearif mödürü geedi de.”
“Ne dedin, ne?”
“Mearif mödürü... Emme, Gürkan Hoce‟yle okula
gittile.”
Şaban Şimşek 222 Elveda Deli Söğüt
342
Bir anda Belgin‟i görmeyi erteleyen Metin, “Sağ ol Ra-
şit Ağa.” dedi ve yönünü çeşmeye çevirip yürüdü.
Eğer Belgin de onlarla birlikteyse, perdesinin kapalı
olmasını ve geç vakitte anca Asiye‟nin açmasını anlayabi-
lirdi. Ne var ki, o zaman Raşit Ağa, “Hoce Hanım da git-
ti” demez miydi? „Elbet de derdi.‟ Şu halde hiçbir şey bir-
birini tutmuyordu ve yüzde yüz umulmadık bir şeyler
dönüyordu ortalıkta, ama ne?
Dereye geldiği an gene gözü deli söğüde kayıverdi ve
Belgin‟in gülüşmen yüzü de bir gelip bir gitmeye başladı.
Durup derin bir soluk aldı. İçi dalga dalga, okula doğru
bir adım atıp yeniden durdu. İşte Gürkan, yokuşu iniyor,
ağır adımlarla, ama başı önde, kendisine doğru geliyordu.
İki soluk bekledi. Gürkan, önüne gelince selam verdi.
Duruşuna bakılırsa, endişe edilecek bir şeyler yok gibiydi.
“Konuğumuz vardı.”
Metin, “Raşit Ağa‟dan öğrendim.” dedi ve arka tarafa
göz ucuyla şöyle bir baktı, ancak Belgin oralarda yoktu.
“Öylesine gelmiş.”
“Nasıl?”
Gürkan, Belgin‟le müdür arasında geçen, ama ayrıntı-
larını bilmediği o şeyi Metin‟le paylaşıp paylaşmama ko-
nusuna daha karar verememişti. Oysa olayı saklamak da
222 Elveda Deli Söğüt Şaban Şimşek
343
sakıncalıydı; ancak bir yargıyla başını kaldırıp “Metin”
dedi, “sanırım Hoca Hanım‟ın büyük bir sorunu var.”
“Biliyorum.”
Metin‟in bildiği şey, olası ki sabahki değildi: “Senin
bildiğin şeylerin dışında...”
“Ama?”
“Öylesine dedim, milli eğitim müdürü salt bu iş için
gelmiş gibiydi sanki.”
“Ya!”
“Hoca Hanım‟la baş başa bir şeyler konuştular ama...”
“Ne... Ne dedin?”
Gürkan, bir an Metin‟e kaygıyla baktı: “Yalnız Belgin‟i
hiç böyle görmemiştim.”
“Yahu çatlatma beni Gürkan!”
“Müdürü resmen kovdu be!”
“Yaa!”
“Olacak şey değil elbet!”
Metin, „doğru…‟ diye düşündü: Akıl almaz bir geliş-
meydi bu. Demek ki iş, ta buralara kadar tırmandırılmıştı.
Öyle ya, koskoca milli eğitim müdürü de el attığına gö-
re... Bir çalışanı tarafından kovulmak ya da kovulmayı
göze almak... Asıl tuhaf olan ya da şaşılacak şey buydu
ama... “Ama neden?”
Şaban Şimşek 222 Elveda Deli Söğüt
344
Yapılacak bir şey yoktu artık. Sustular ve yan yana yü-
rümeye başladılar.
Metin‟in usu gidip Belgin‟in anlattığı öykülere takıldı
kaldı. Sonra, olanca gücüyle belleğine yüklendi: Olası ki
milli eğitim müdürüyle aralarında bir bağlantı vardı,
„ama ne?‟
Ne denli kurcalarsa kurcalasın, aklına yatabilecek hiç-
bir sonuca ulaşamadı.
Ulaşamadı ama... Apaçık bir şeyler döndüğüne ve mü-
dürün de bunda şaşılası bir payı olduğuna bakılırsa, ke-
sinkes bir açıklaması da olmalıydı bunun, „ama yoktu iş-
te!‟
Bu da aklına yatmadı Metin‟in. Şu halde yanılıyordu
ya da aradığı şey, göremediği bir ayrıntının içine gizlenip
kalmıştı ve de bulamıyordu bir türlü, „ama nasıl?‟
Aklına uysun ya da uymasın, bir şeyler bulunsun ya da
bulunmasın... Her şeye karşın, iş varıp ta milli eğitim
müdürüne kadar uzanıyordu işte... Bir an kaygıyla irkil-
mekten kendini alamadı.
Çeşmeye geldikleri sırada sessizliği Gürkan bozdu:
“Bildiğim en iyi kadın... Ama...”
“Doğru... Belgin, onca kibarlığıyla konuğunu öyle ko-
lay kolay kovamaz! Ama Gürkan... Sanırım biz Belgin‟i
kaybediyoruz.”
222 Elveda Deli Söğüt Şaban Şimşek
345
“Ne?”
“Kızcağızın dayanma gücü bitiyor mu ne... Bir yığın
düşmanına karşın...”
“Düşman?”
“Evet.”
“Allah Allah!”
Metin, Gürkan‟a dönüp olanca ciddiyetiyle, “İçlerin-
den birisi de” dedi, “olası ki milli eğitim müdürü.”
Yine sustular ve varıp Belgin‟in kapısını çaldılar.
Kapıyı, Asiye açtı: Yüzü asıktı ve rengi de bir hoştu kı-
zın: “Abama diyem de gelem.”
Metin, kızın arkasından bakakaldı: Oysa Asiye hiç de
böyle davranmazdı. Konuğu, şartsız şurtsuz buyur eder
ve kapıda bekletmezdi.
Birkaç saniye sonra anca gelebilen Belgin‟in yüzü dar-
madağın ve rengi de karma karışıktı. Sanki bitmiş gibi
geldi Metin‟e. Kız, gülümsemek istediyse de bunu pek
beceremedi. Yalnızca “Ben” diyebildi, “biraz rahatsızım
da... Buyurun lütfen! ”
Metin, kaygıyla “Haydi Afyon‟a...” diyecek oldu, ama
yutkundu kaldı.
Ağzını bir avucuyla ovuşturmaya çabalarken Belgin,
“Sağ ol Metin” dedi, “gerekirse yarın...”
Şaban Şimşek 222 Elveda Deli Söğüt
346
“Ama...”
“Yok... Sağ ol sev... Metin.”
İçi alev alev yanmaya başlamasına karşın Metin bir ka-
rarla istencine yüklendi. Sonra seviyle bakıp “Tamam...”
dedi, “Ben hep pencerede olacağım. Bir im ver yeter.”
“Yoo... Yo, o kadar da değil canım. Sen işine bak.”
Gürkan, şaşkındı. Önce „ne yapabiliriz‟ gibilerden Me-
tin‟i imledi. Âdem elması inip çıkarken Belgin‟e döndü:
“Çok geçmiş olsun Hoca Hanım!”
Metin, “Bak Belgin” dedi, isteğini bir daha yinelerken:
“Çok ciddiyim. Bir el salla yeter.”
Eliyle bir „yok yok‟ imi yapan Belgin, üst üste yutkun-
du. Sol göz pınarından iniveren bir damladan habersiz,
“Gerçekten Metin” dedi, “iyiyim bak.”
*
Pencereden hiçbir gösteren gelmedi. Asiye‟yle balık
gönderdiğine bakılırsa, Belgin‟in bu fırtınayı da atlattığını
düşündü ve içi bir parça dinginleşti.
Güneşin arda kalan son yalımları da kayboldu. Önce
mavi bir sırla kaplanan göğü, sonra lacivert bir sis kapla-
222 Elveda Deli Söğüt Şaban Şimşek
347
dı. Lacivert sis erim erim eridi ve yerini kara koyu bir at-
lasa bıraktı. Kara atlasın onca ağırlığına karşın, çıkı çıkı-
veren yıldızlar da şimdi efil efil parlıyordu artık.
Metin, gayrı daha rahattı. Sobaya gerek görmedi, ancak
lambayı yaktı ve somyaya geçip sırtüstü uzandı.
Tam bu sırada Mahmut da çıka geldi.
Gene cipi evin önüne park etmiş ve gene ilk gündeki
gibi bir yandan düdüğe basarken bir yandan da bağırma-
ya başlamıştı.
“Metin, ben geldim ben!”
El fenerini aldı ve inip kapıyı açtı. Mahmut, bu kez
yalnız değildi ve yanında bir kadın oturuyordu. Olası ki
karısıydı. Ancak Metin, bir an Çobanlar‟la Işıklar arasında
bir bağ aradı. Elbette bir şeyler vardı, ama kadının başı
açıktı. Şu halde yerli değil, yabancı olmalıydı. Cipin sarı
ışığında pek seçilmiyordu, fener tutmak da ayıp olacaktı,
oysa tanıdık bir yüzdü Metin‟in görebildiği.
Mahmut, kapıyı açıp çıktı, “Bir sürprizim olcek demiş-
tim, hatırlarsın Metin.”
“Evet, anımsadım”
“Oldu işte.”
“İyi ya. Hoş geldin.”
Yönünü cipe dönen Mahmut, kadına seslendi: “Gelse-
ne kız!”
Şaban Şimşek 222 Elveda Deli Söğüt
348
Bir ay kadar önce çağrıldığı Ali Kemal‟in bir akrabası-
nın düğününde, kahvedeki erkekleri eğlendiren çengiydi
bu kadın.
Mahmut, kızı sağ koluyla kucaklayıp “İşte” dedi, “bu
Nalân.”
Metin, Nalân‟a da “Hoş geldiniz.” dedi. Feneri Mah-
mut‟a verdi ve gidip köpeği tuttu.
Kadın önde, işte bu da çok yabansı bir şeydi, taşlığı ge-
çip merdiven dibine vardılar ve Mahmut‟un tuttuğu fene-
rin ışığında odaya çıktılar.
Kadın, varıp kendisini kayıtsızca somyaya atıverdi ve
Mahmut da sırnaşıp yanına oturdu.
Mahmut‟un istediği ve Metin‟in şipşak yapıverdiği
kahveleri içtiler.
Belli ki oğlan eğlenmeye gelmişti. Hoştu, güzeldi, an-
cak bu iş Metin‟e göre değildi ki. Bir yolunu bulmalı ve
incitmeden bunu Mahmut‟a söylemeliydi. Açık seçik de-
se, ola ki kadının ya da Mahmut‟un gönlünü kırabilirdi.
Bu da ağabeyini er geç utandıracak bir ortam sağlardı.
Metin, “Mahmut” dedi, “eğer Nalân Hanım‟a ayıp ol-
mazsa, seninle bir şey konuşmak istiyorum.”
“Buyur kardeşim.”
“Ama özel.”
“Tamam, olsun.”
222 Elveda Deli Söğüt Şaban Şimşek
349
Metin, “Gel öyleyse.” dedi ve Mahmut‟u öteki odaya
aldı.
Mahmut pişkin, konuya hemen girdi: “He kardeş de
gali ne diyeceksen.”
“Ama gücenmek yok ha.”
“De sen, valla gücenmem!”
“Söz?”
“Söz be!”
Metin, bir soluk durup “Bilmem duydun mu?” dedi,
“bizim okula koca koca kızları aldık bu yıl.”
“He. Duymuştum.”
“O, Nalân‟dan azıcık küçük koca koca kızları ben oku-
tuyorum Mahmut.”
“Ya... Bak bunu bilmiyordum!”
“Eğer benim bu kadınla eğlendiğim görülürse ya da bi-
linse, o koca koca kızların anaları babaları falan, ne derler
bana?”
Mahmut, bir iki soluk düşündü. Sonunda, “Ya öyle.”
dedi, “Bu iş seni aşar be Metin!”
“İşte, benim bütün sıkıntım bu, Mahmut.”
“Kusura bakma... Bunu hiç düşünmemişim.”
Şaban Şimşek 222 Elveda Deli Söğüt
350
“Boş ver. Sen yeter ki beni anla. Bir de beni hep yanın-
da varsay.”
“N‟apalım, öyle oldu gali.”
Konu, umulandan daha güzel çözülmüştü. Metin hoş-
nut, Nalân‟ın yanına döndüler.
Mahmut, kadına “Kız” dedi, “kalk hadi, gidiyoruz.”
Metin, “Feneri al Mahmut” dedi, “çünkü bu gece çok
karanlık gibi.”
“Yoo. Sağ ol Metin. Cipte bir tene var.”
İkisine birden kayıtsızca, ama şöyle bir bakıp gülümse-
yen Nalân, kalktı ve bu kez Mahmut‟un arkasına geçti.
Mahmut‟u gönderdiği anda, daha kapı önündeyken bir
çocuk geldi, “Hocem” dedi, “seni Kâmil Ağa‟m odeye
çiğırıyo.”
“Tamam, gidelim.”
Kara Hüseyin‟in sözünü ettiği günden beri odaların
halkla iletişim kurmada önemli bir işlevi olabileceğini
tasarlamıştı Metin. Balı‟nın köyü belediye yapma isteğini
de içeren bir takım konular buralarda tartışılabilirdi. Ali
Kemal bu işin kahvehane yönünü başarıyla sürdürürken
222 Elveda Deli Söğüt Şaban Şimşek
351
imamların da cami önü sohbetlerinde ya da vaaz arala-
rında ilişkin noktalara değinmeleri hedefe daha hızlı ula-
şılmasını sağlayacaktı olası.
El fenerinin sarı imini kova kovalaya odaya vardılar.
Çocuk uzanıp kapıyı açtı. Bir anda çağıveren ışıktan göz-
leri kamaşan Metin, elektrik gelmeden önce Taşucu‟nda
lükslerin yakıldığı dönemden gelen bir deneyimle gözle-
rini açıp kapadı. Bir anda alıştı ve ayakkabılarını çıkarıp
odaya girdi.
Oda tıklım tıklımdı ve onca sıcağa koşut ortalığı ağır
bir insan kokusu sarmıştı.
“Selamünaleyküm.”
Kalabalık, “Aleykümselâm.” derken, Kâmil Ağa da
kalkıp Metin‟i kendi sekisine getirdi ve özel döşeğe oturt-
tu.
Ağadan başka hoş geldin diyen olmadı, ancak bir anda
sırayla ya da karışık, ama topluluğun tümü Metin‟e „mer-
haba çekmeye‟ başladılar. Bu gelenek de Metin‟e yabancı
değildi ve Taşucu‟nda aynısı yapılır dururdu hâlâ.
Bu gecenin tek yabancı konuğu belli ki Metin‟di, oysa
Kâmil Ağa‟yla konuştuklarını anımsayınca, „öğretmenle-
rin tümünün gelmesi gerektiğini‟ düşündü.
Ağa, içinden geçenleri anlamış gibi, “Ötee arkedeşlerin
bura gelmicek hoce.” dedi, “Çünküm oda sehipleri
ağnaştık, her birinizi başka bi yire çığırdık da.”
Şaban Şimşek 222 Elveda Deli Söğüt
352
Düşündüğünden daha hızlı bir gelişmeydi bu. “Ee?”
“Öleese sen dicen bunla dinlecek.”
Ağa‟nın bu gece odada neler konuşulacağını da tasar-
lamış olduğunu gören Metin gülüverdi: “Tamam ağa.
Nereden başlayalım işe.”
Kâmil, şapkasının ucunu kaldırdı: “Şu dövletten adam
başı gelcek pareden başlesek...”
Belediye yönetimine geçildiği takdirde İller Banka-
sı‟nın, kasaba halkı başına vereceği parayı ballandıra bal-
landıra anlatan Metin‟i özenle dinleyen dört işlemi güçlü
birisi, kâğıt kalem çıkardı ve kabataslak bir hesap yaptı.
Ona göre bu para, köyün yıllık bütçesinin iki katına ya-
kındı.
Yaşlıca biri, “Bu pare” dedi, “iğer bana virilse o taşıp
duran dere va ya dere, elimellah duvarle çevirür bir
imane sokar idim.”
Bu söze, kahkahayla güldüler.
Kâmil Ağa, “Aslında” dedi, “Deli Kerim dooru dee. En
eyisi seçimde oyunuzu evet atın, gerüsüne garışmeyin
gali.”
Sözü edilen seçim, belde istemi için yapılacak halk oy-
lamasıydı. Buraya kadar Kamil Ağa‟yı anlamak olanak-
lıydı, ancak odaları örgütlemesi ve heyecanla bu işe el
222 Elveda Deli Söğüt Şaban Şimşek
353
atması olası „belediye başkanı hayalleri kurduğunu‟ dü-
şündürdü Metin‟e.
Gürkan‟ın muhtardan aldığı haberi kendilerine de ak-
tardığını anımsayan Metin, onurlandırmak için, “Vilayete
başvuruldu mu ağa?” diye sordu.
Ağa, belini doğrultup, “He ya!” dedi, “Geçen cume
muhtarla gedüp dilekçeyi virdik bilem.”
Kendilerini izleyen kalabalığa iki üç saniye göz gezdi-
ren Metin, “Öyleyse hayırlı uğurlu olsun!” dedi.
Topluluk da Metin‟e katıldı ve birbirlerine „hayır‟ dile-
diler.
Belli ki belde istemi için oda çevresinde epeyce yol
alınmıştı. Diğerlerinde ise ne gibi gelişmeler olduğu yarın
akşam Gürkan‟da yapılacak toplantıda anlaşılacaktı. Çok
istekli görünen Kamil Ağa‟ya karşın, halka belli bir iş
yapma becerisi ve güven görüntüsü veren Muhtar Balı
başkanlığa daha yakındı Metin‟e göre. Ancak bu aşamada
adaylara karşı tarafsız kalmaya dikkat etmek gerekiyor-
du.
Metin, başka bir konuya geçebilirdi artık. Dinlerler ya
da dinlemezler, pek aldırmadı ve yörenin antik halkı
Frigleri anlatmaya başladı.
Ardından, uygarlık konusunu açtı. İşte sözünü ettiği
bu Frigler o çağın en uygar toplumuydu. Kadına verdik-
leri önemle tanınırlardı ve yaşamın her alanında kadının
Şaban Şimşek 222 Elveda Deli Söğüt
354
önemli bir konumu vardı. O zaman, daha İslam dini ol-
madığı için taptıkları tanrıları da Kibele adlı bir kadındı.
Anadolu‟ya gelmeden ya da Müslüman olmadan önce-
leri Türkler‟de de en az Frigler kadar kadınlar hep ön sı-
ralarda yer alırdı. Bir kadın olan Asena soyundan gelme-
yen hiçbir erkek, hakan olamazdı. Aslında Müslümanlıkta
da kadın erkek eşitti ve biri ötekinden bir adım önde de-
ğildi. “Eğer çağdaş uygarlığı yakalamak istiyorsak bilgili
olmamız ve iyi eğitim görmemiz gerekiyor, ancak bu ka-
dın erkek, herkes için ha, salt erkeklere has değil!‟
Bir ara söz döndü dolaştı, gelip Balım Sultan‟a bağlan-
dı. Onun öğretisine göre bilgiyi ve Allah aşkını bireylere
ulaştırmakla görevli kişilerin kayıtsız koşulsuz kendileri-
ni bu dünyadan soyutlamaları gerekirdi. Soyutlanmak,
paradan puldan, kadından karıdan, evden barktan elini
eteğini çekmek demekti. Buna, odadan pek katılan olma-
dı, dahası bir iki kişi alaya alıp gülüverdiler de. Köyün
kurucusu ile bugünü arasında görünen apaçık bir çeliş-
kiydi bu. Belli ki toplum değiştikçe yargılar da değişiyor-
du, ama köylü, her şeye karşın çocuklarına Balı ile Sultan
adlarını verip duruyorlardı oysa...
Bir genç gelip ağaya bir şeyler fısıldadı. Ağa, Metin‟e
dönüp, “Senin” dedi, “Çobanlar‟dan bir misefirin mi va?”
“Evet.”
“Dışada… Seni görcekmiş.”
222 Elveda Deli Söğüt Şaban Şimşek
355
Metin, „allahaısmarladık‟ deyip odadan ayrıldı.
Çıktığı anda feneri ileriye doğru tuttu. İşte, fırının
önünde duran Mahmut, süklüm püklüm kendisini bekli-
yordu. O denli güçlü özgüvenin yerinde „yeller esiyordu‟
sanki. “Hayrola Mahmut?”
“Pek hayır değil be Metin.”
“Ee?”
Mahmut, başını biraz daha eğdi: “Çengiyi çaldırdık.”
Bir eşya, cüzdan, para, takı, altın için „çaldırmak‟ olabi-
lirdi, ama bir kadın için çok garipti. Metin, gülmemek için
kendisini zor tuttu, “Deme.”
“Kaçıranı bilsem Metin...”
Hem kendisini aşağılanmış ve ezik hissediyor olmalıy-
dı Mahmut, hem de bunu başına getirene onulmaz bir kin
duyuyordu, dudaklarını büzüp dişleri arasından konuş-
tuğuna balkırsa.
“Emme er geç bulup vuracağım onu.”
Olası bir bakıma konuğu olduğuna göre Metin‟in ken-
disine arka çıkması gerektiğini düşünmüş olmalıydı.
„Destek adına elini kaldırsa, Mahmut‟un çengiyi almak
için koca köyü yakmaya hazır‟ olduğunu görünce Metin,
“Boş ver sen vurmayı falan.” dedi. “Saçmalama! Kaçıran-
dan hiç ipucu falan yok mu? Sen onu de bana!”
“Bilmiyorum ki.”
Şaban Şimşek 222 Elveda Deli Söğüt
356
Azıcık alkol alınca ortalık karışmış olmalı. “Öyleyse...”
dedi Metin, “Kimlerle eğleniyordunuz?”
“Tımbıllı, Deli Cafer, Güllü‟nün Ali...”
Büyük olasılıkla bu işin içinde Tımbıllı vardı ya da
onunla işbirliği yapan birileri. Bir yolunu bulup haber
uçurabilse ona, Mahmut‟un onurunu kurtarabilirdi belki.
“Haydi, eve gidelim. Her şeyin bir çaresi vardır.”
Hiç konuşmadan evin önüne geldiler. Cip park edildiği
yerdeydi. Aynı anda Metin‟in aklına bir fikir geliverdi.
“Mahmut.”
“Efendim.”
“Şu Deli Cafer‟in evi kahveye yakındı, sanırım.”
“Evet. Bize, uzaktan akraba da olur, bitişikte.”
“Tamam. Git ona de ki...”
Mahmut, „ne diycem‟ der gibi soluğunu tutup bekledi.
“Tımbıllı‟yı bulsun, ona benim selamımı söylesin. Ya-
rım saate kadar kadını getirip sana teslim etsinler. „Yoksa
Metin Hoca‟nın kendisi gelecekmiş yanına‟ desin.”
Tembihte bir gariplik görmüş olmalıydı ki Mahmut,
“Tamam da...” dedi.
“Bir şartım var ama.”
Başka umarı kalmadığını gören Mahmut, artık Me-
tin‟in dediklerini yapmaya kararlı, “Buyur.” dedi.
222 Elveda Deli Söğüt Şaban Şimşek
357
“Vuruşmayı unutacaksın.”
“Ama Metin...”
Onca utançla ezilip büzülen kişinin küçücük bir umu-
du geri çeviremeyeceğini öngören Metin, “Haydi, uzatma
Mahmut!” dedi, “Ne duruyorsun, gitsene?”
Yeni yeni tanımaya başladığı Metin hakkında içinde
küçük bir güvensizlik vardı nedense, “Ya vermezlerse?”
“Yahu bir dene bakalım. Umarım verecekler... Olmaz-
sa başka çarelerine de bakarız be Mahmut!”
Şaban Şimşek 222 Elveda Deli Söğüt
358
Otuz Yedi
Aklından geçenleri ya da verdiği kararı Metin‟e söylese
kesinkes karşı gelirdi.
Gece yarısına doğru kalkıp mutfağa geçti. Bir bardak
su içip yeniden yattı. Şimdi artık daha aygındı ve aklı da-
ha da duruydu. Baş ağrısı dinmemişti ama bu denli ufacık
bir acı da düşünmesine engel değildi ki.
Evlendikleri yaz Alanya‟ya tatile gitmişlerdi. Çok tatlı
bir anıydı bu, Ahmet‟ten geriye kalan tertemiz ve biricik
tek şey. Bir arkadaşı vardı okuldan... Alanya‟nın denize
bakan yakın bir köyünden, ancak bunu Ahmet‟le paylaş-
madığını anımsayınca bir oh çekti: “Bazen kedi olup bir
fare de tutabiliyormuşum meğer kız!” Son mektubunda
Alanya merkeze atandığını yazıyordu Ayten.
Evse ev olsun, paraysa para, kiraysa kira... Daha sonra
annesini de alırdı, çünkü Hakan‟sız olamayacağını çok iyi
biliyordu. Ya Metin‟siz...
222 Elveda Deli Söğüt Şaban Şimşek
359
Yüreği yanmaya başladı. Ne günahı vardı ki Metin‟in?
Eğer bu köyde kalmayı sürdürse, bela gelip onu da bula-
caktı. Aklı dönüverdi: Ne günahı vardı Hakan‟ın... Ama
belki ona bir şey yapmazlardı, oysa Metin‟e... Ölür de razı
olamazdı. Elbette olamazdı...
“...ne derdi Nazım? „Ben yanmasam, sen yanmasan, biz
yanmasak...‟ Öf be Usta! Durup dururken nereden anım-
sadım seni! Söyle, nasıl yakarım ben Metin‟imi nasıl? O
yanarsa ben nasıl yaşarım? Varsın hep karanlıkta kalsın,
Belgin denen bu kızın yaşamı. Varsın dünyalar yıkılsın
başına. Ama... Ama Metin‟im yanmasın Usta! Yanamasın
değil mi ama...”
“...işte şafak söküyor. İşte eşekler anırdılar bile. Az son-
ra horozlar ötecek, kuşlar uyanacak ve tümü şen şakrak
sabahı karşılayacak. Ah Metin‟im de bir kuş olsa... Bir de
ben... Uçup gelse... Uçup gitsek Alanya‟ya… Uçsak birlik-
te... Uçsak denizin maviliğine... Uçsak ama. Uçsak yani...”
“...Asiye... Asiye... Bahtı kara kız! Ne de hoş uyuyor-
sun böyle! Kız, yanar mısın arkamdan? „Aba‟, der misin
düşlem kurup da? Deme anam deme! Yanma bacım yan-
ma! Ben senin yerine yanıyorum baksana…”
“...ey deli kavak, deli kavak! Metin‟ime sahip çık ne
olur! Bak gücenirim sonra ha! Bak... Kırma beni. Kırma...
Kırma beni kız...”
Şaban Şimşek 222 Elveda Deli Söğüt
360
“...işte ezan okunuyor. Allah‟ım... Allah‟ım Metin‟imi
koru. N‟olcak yani? Seni severken Metin‟imi de sevemem
mi? Yani hem seni hem de Metin‟imi sevmenin neresi gü-
nah? Günahsa koca Allah‟ım, neden bizi erkek ve de ka-
dın diye ayrı ayrı yarattın ha? Neden ama...”
Kalkıp giyindi ve varıp Asiye‟yi de uyandırdı. “Asiye.”
“Hı aba.”
“Ben Afyon‟a gidiyorum.”
“Temam aba.”
“Az sonra otobüs kalkar.”
“Galker aba.”
“Sen evine git, ama ağlama sakın.”
“Neden aba?”
“İşte.”
“Olur aba.”
“Kalan balık var ya.”
“Evet aba.”
“Onu da götür. Kardeşlerinle yersiniz.”
“Sağ ol aba.”
Çekip Asiye‟yi kucakladı, bağrına sıkıca bastı, “Kız”
dedi, “sevsinler senin „aba‟ deyişini! Dilin gibi bahtın da
açık olsun anam.”
222 Elveda Deli Söğüt Şaban Şimşek
361
Varıp bavulunu buldu ve giysilerden birkaçını apar
topar tıkıştırdı.
“Asiye.”
“He aba.”
“Anahtar sende kalsın.”
“Temam aba.”
Bavulu kaptığı gibi dışarıya çıktı. Asiye kapıyı kitler-
ken beklemeyip yürüdü ve avlu eşiğine gelince duruver-
di. Başını kaldırıp Metin‟in penceresine bir soluk baktı.
Gözlerinden iniveren yaşlara aldırmadan, “Metin‟im”
diye mırıldandı, “affet beni.”
Asiye, “Ne didin aba?” dedi, ancak onu duymadı bile.
Koşup otobüse çıktı. Kararı karardı ve dönüşü olma-
yan bir yoldaydı artık...
“...elveda Işıklar Köyü... Elveda öğrencilerim... Elveda
Metin‟im... Elveda ömrümün aşkı! Elveda... Elveda deli
söğüt! Elveda ki elveda... Elveda ama.”
Şoförün arkasındaki koltuk boştu. Gözlerini elleriyle
kuruladı ve geçip oturdu. Aralığa bıraktığı bavulu nasıl
olsa muavin alır ve bir yere koyardı.
Köyden ne zaman kalktıklarını ve Afyon‟a ne vakit
vardıklarını hiç ama hiç anımsayamadı. Sanki yol boyun-
ca uyuyup kalmıştı ve anca şimdi uyanmış gibiydi. İşte,
garajın salonunda bir masada oturuyordu, o kadar...
Şaban Şimşek 222 Elveda Deli Söğüt
362
Karşıda bir kırtasiye vardı, bir de okul mu vardı ne
oralarda, açılmış olmalıydı.
Gidip birkaç tane parşömenle zarf alıp masaya döndü.
Çantasından dolma kalemini çıkardı ve kâğıdın birine
düşüne düşüne, ama özene bezene bir şeyler yazıp ikiye
katladı ve çantaya yerleştirdi. Ardından çalakalem yazdı-
ğı bir kâğıdı dörde katlayıp zarfladı ve üstünü yazıp yana
tarafa bıraktı. Başka bir kâğıt daha aldı, ona da dura dü-
şüne bir şeyler yazdı ve öteki zarfa koydu; onun da üstü-
nü yazdı. Zarflar elinde, kalemi çantaya attı ve dönüp
otobüse baktı: Muavin ön camı siliyordu. “Oh” diye mı-
rıldandı, “işte bu çok iyi.”
Bir çalım kalkıp bavulu emanete bıraktı.
Dönüp, otobüse bir daha baktı: Oğlan ön camı bitirmiş
olmalıydı ki şimdi yanlara geçmişti.
“Mehmet, kolay gelsin.”
“Sağ ol hocenim, buyur. ”
“Senden bir şey istesem?”
“Emrin olur aba!”
Zarfları uzattı, “Bunun biri Gürkan Bey‟e, öteki de Me-
tin Bey‟e… Verir misin?”
“Helbet.”
“Ama yalnızca sen, kendi ellerinle yani...”
222 Elveda Deli Söğüt Şaban Şimşek
363
Mehmet, hiç düşünmeden, buna da “Temam
hocenim.” dedi.
Oğlanın okuma yazması olduğunu biliyordu: “Hangi
zarfı kime vereceğin üzerlerinde yazılı zaten.”
“Gördüm aba.”
Belgin, zarfları büküp özenle cebine yerleştiren Meh-
met‟e sevgiyle baktı: “Ne zamana döneceksiniz bugün?”
“İkiye doğru.”
“Tamam, o vakitte açık olur. Okula sapıver olur mu?”
“Temam.”
“Sağ ol. Ha Mehmet, sen iyi bir insansın. Bunu biliyor
muydun hiç?”
Oğlan, nedenini pek anlayamadığı bu küçücük övgü-
den mayışıp, baka kaldı.
Garajdan hızla çıktı ve hükümet konağı yoluna geçip
yürümeye başladı.
Konağın önü bugün de kalabalıktı. Karşı duvarın önü-
ne yerleşen arzuhalcinin daktilosu yine şak şuk ötüyordu.
Fotoğrafçı da yine makinenin kara çuvalına başını sok-
muş poz alıyordu. Durdu ve saatine baktı: Dokuza on
vardı. “İyi” diye mırıldandı, “Başına taş düşesice gelmiş-
tir gari.”
Şaban Şimşek 222 Elveda Deli Söğüt
364
Merdiveni ağır ağır çıkıp sütunlu eşiği geçti ve Milli
Eğitim Müdürlüğü bölümünü buldu. İşte, „MÜDÜR‟ ya-
zan kapının önündeydi artık. Derin derin soludu ve kapı-
yı tıkladı, ancak beklemeden kola basıp içeriye daldı.
Müdür, „kim bu ukala be‟ demeye kalmadan, dün taciz
ettiği kadını karşısında bir yontu gibi dikilmiş görünce,
ağzı açık dondu kaldı. „Sürecin bu denli hızlı gelişeceğini
asla öngörmemiştim‟ diye düşündü, bir solukta toparla-
nıp şaşkın şaplak arkasına yaslandı.
Belgin, elini çantasına soktu. Garajda hazırladığı kâğıdı
çıkarıp masaya doğru iki adım attı ve eğilip müdürün
önüne doğru iteledi. Aynı hızla bir adım geriye çekildi ve
beklemeye başladı.
Adam, kaşlarını çattı ve birkaç saniye, bir kâğıda bir de
Belgin‟e anlamsız anlamsız baktı. Ani bir çalımla kâğıdı
alıp okumaya başladı. Bir solukta bitirdi ve yeniden arka-
sına yaslandı. Bu kez sırıtıverdi ve Belgin‟i iki soluk hın-
zırca süzdü. İçinden, „adın değil sanki bir taş‟ dedi ve eği-
lip kollarını masaya dayadı.
Sözde, en ciddi tavrıyla, “Sen” dedi, “bu kararından
emin misin Hoca Hanım?”
“Evet.”
Müdür, gelişmeden hoşnut, “İyi...” dedi, ancak bu kez,
sözde ağırcanlı olayım derken, çelişip gülümsedi, “Dilek-
çeni derhal işleme koyuyorum.”
222 Elveda Deli Söğüt Şaban Şimşek
365
Bir anda içi kalgımaya başlayan Belgin‟in sanki bir taş
gelip midesine oturuverdi. Çantasını omzuna attı ve elle-
rini göbeğinin üstüne koyup derin bir soluk aldı.
Müdür, kasılarak sırtını dikleştirdi, “Bir diyeceğiniz
varsa...”
Belgin, ellerini midesinden çekti ve dimdik durup “Ba-
kın Müdür Bey.” dedi, “Ama beni iyi dinleyin.”
Adam, alayla “Ee!” deyip sırıttı.
“Siz beni alt ettiğinizi sanıyorsanız, öyle mi? Nah etti-
niz! Ben sizi satın alan başkan bozuntusuyla kocam ola-
cak pisiği bile affettim ki onlar size göre az buçuk adam
sayılırlar adam! Oysa siz... Öf... Lağımda karpuz çekirde-
ği bile etmezsiniz, anladınız mı?”
Hızla arkasını döndü ve tok adımlarla çıkıp gitti.
*
Belgin‟in kapısı kapalı ve perdeleri de çekikti. Belli ki
erkenden çıkmıştı bugün.
Çeşmeyi geçerken, “Ne soğuk.” diye mırıldandı ve ce-
ketinin yakasını kaldırdı. Dereye vardığında, deli kavağın
dalları acı yelde sağa sola dönüp duruyordu. Yaptığı ya-
Şaban Şimşek 222 Elveda Deli Söğüt
366
kıştırmayı anımsayınca, “Ah deli kız” dedi, kavağa bakıp,
“Ne büyük işler açmışlar başına.”
Bugün nöbetçi Nadi‟ydi ve sıkıca giyinmiş, avluda sa-
ğa sola, aşağı yukarı dolanıyordu. Öğrenciler yine şen
şakraktı ve bağıra çağıra oynuyorlardı. Her mevsimin
kendine özgü oyunları vardı ve bu aylarda tutulanlar ise
çokça kovalamaca ağırlıklı olanlardı.
Nadi‟ye selam verip doğruca öğretmenler odasına geç-
ti. Zil ha çaldı ha çalacaktı, ama Belgin burada değildi.
Hemen dışarıya çıktı.
Hiçbirine geç kalmazdı, ama bu törende yoktu işte.
Öğrencileri girerlerken Gürkan‟a yaklaşıp, “Müdür Bey”
dedi, “Belgin izinli mi?”
“Yo. Değil, ama daha gelmedi.”
Dünü anımsadı, içinden “Umarım Gürkan‟ın da aklına
gelmiştir.” diye geçirdi: “Hasta olmasın?”
“Olası ama… Birazdan Semih‟i gönderip baktıralım.”
Törenlerde, çokça eşikte beklemeyi yeğleyen Semih,
onlar geçerken bir adım uca kaydı.
Gürkan dönüp, “Semih, Hoca Hanım gelmedi.” dedi,
“Gidip bir bakıver olmaz mı?”
“Başüstüne müdürüm. Hemen mi?”
“Hemen.”
222 Elveda Deli Söğüt Şaban Şimşek
367
Eliyle bir „tamam‟ göstereni yapan Semih, ceketinin
yakasını kaldırıp yola koyuldu.
Genelde, pazartesi töreninden sonra öğretmenler oda-
sına uğranmaz ve doğruca dersliklere gidilirdi. Metin de
dersliğine doğru yöneldi. İki üç adım attığı anda arkasın-
dan yetişen Gürkan‟la birlikte yürümeye başladılar. Mü-
dür, belli ki varıp Belgin‟den doğan boşluğu dolduracak-
tı.
Metin‟in sınıfı önünde birbirlerine iyi dersler dileyip
ayrıldılar.
Birinci dersler çoğunlukla Hayat Bilgisi olurdu. Birinci
sınıflarda ise, bu derste daha çok, basit gözlemler ve de-
neyimler paylaşılırdı. İşlenen konu bir iki cümle ile özet-
lenir ve çalışma defterlerine yazdırılırdı. Son cümleyi de-
netlerken Metin‟in kapısı çalındı ve Gürkan girdi. Yüzü
asıktı ve alın çizgilerine bakılırsa, oldukça düşünceliydi
de.
Metin, Gürkan‟a doğru bir adım atıp, “Hayrola Müdür
Bey!” dedi.
“Evde değilmiş ve kapısı da kilitliymiş.”
Metin, önce ne olduğunu pek anlayamadı, ancak algı-
sını tümlediği anda yüreği de çarpmaya başladı, “Ya!”
dedi kaygıyla ve ekledi: “Haber vermeden nereye gider
bu kız yahu!”
“Asiye, Afyon‟a gittiğini söylemiş...”
Şaban Şimşek 222 Elveda Deli Söğüt
368
Anlaşıldığına göre Semih, kapının kilitli olmasıyla da
yetinmemiş ve iyice soruşturup öyle gelmişti.
“Allah Allah!”
Milli eğitim müdürü ile Belgin‟in arasında geçenleri bir
anda anımsayan Gürkan, kaygılı bir merakla, “Metin
Bey” dedi, “neler oluyor böyle?”
“Ah Gürkan Bey, bir bilebilsem!”
*
Son dersin bitimine on dakika anca vardı. Metin, artık
ilgileri dağılan öğrencilerine bir oyun kurmuş oynatıyor-
du. Bir gözlem oyunuydu bu, daha çok arkadaş tanımına
değgin.
İstekli bir çocuğun ortaya çıkıp ebe olması ve gözleri-
nin bir yağlıkla bağlanmasıyla oyun başlardı. Yine, istekli
başka bir çocuk da varıp ebenin karşısına dikilir ve bek-
lerdi. Onu yoklayarak, koklayarak ya da başka başka bi-
çimlerle tanıyabilen ebe oyunu kazanır ve sınıfça alkışla-
narak ödüllendirilirdi. Bu kez bulunan çocuk ebe olur ve
böylece oyun sürer giderdi.
Kapı çaldı ve gelen Semih‟ti. Bir zarf uzatıp, “Hocem”
dedi “sana.”
222 Elveda Deli Söğüt Şaban Şimşek
369
“Sağ ol Semih.”
Zarfta, adını gösteren yazı tanış birinindi sanki: Yüreği
atmaya başladı. Yönetimi Nuray‟a bırakıp masaya geçti
ve oturdu. Ellerinin titremesine egemen olmaya çalışırken
zarfı açtı ve çıkardığı kâğıdın katlarını düzeltti. Gördüğü
şey karşısında neredeyse gözleri yerlerinden fırlayacaktı.
Birkaç satırlık yazıyı bir solukta okudu ve yüreği ağzında
bakakaldı:
“Metin‟im,
Böyle apar topar gittiğim için ne olur beni affet.
Ben bugün gidip istifa ettim, çünkü başvuracağım baş-
ka hiçbir umarım kalmadı.
Değilse belanın bir ucu gelip seni de bulacaktı. Buna
asla razı olamam... Asla, ama asla!
Eğer sana haber verseydim kesinlikle engel olacağını
biliyordum. Çok özür dilerim.
Birkaç gün sonra sana yine yazacağım.
Hoşça kal sevgilim, hoşça kal!
Belgin.”
Dolukmaya ve gözleri sulanmaya başlarken başını
avuçları arasına aldı ve düşünmeye başladı.
Yine kapısı çaldı.
Şaban Şimşek 222 Elveda Deli Söğüt
370
Bu kez gelen Gürkan‟dı: Yüzü sapsarıydı ve elinde bir
kâğıt tutuyordu.
Zar zor kalkabilen Metin, neredeyse fısıltıyla, “Sana da
mı Gürken?” dedi, önündeki mektubu gösterip.
“Evet. İstifa etmiş.”
“Öyle.”
Gürkan, elindekini uzatıp, “İstersen...” dedi, “bir de
sen bak.”
Metin, kendine değgin mektubun üzerine elini koyup,
“Yoo Müdür Bey!” dedi, “Yo, zaten buraya her şeyi yaz-
mış.”
Birkaç saniye birbirlerine baktılar.
Artık toparlanma gereği duyan Gürkan, “Eşyalarını”
dedi, “Asiye‟ye vermemi istiyor.”
“Ama...”
“Sanırım, bir daha köye gelmek niyetinde değil.”
Metin, titreyen ellerini arkasına saklamaya çabalarken
içine çekiverdiği soluğunu geri verip, “Sanırım.” diyebil-
di. Yazık dense hüngür hüngür ağlamaya başlayacağın-
dan emindi artık.
Zil çaldı.
222 Elveda Deli Söğüt Şaban Şimşek
371
Bir an durup Metin‟e kaygıyla bakan Gürkan, çocukları
dağıttı ve ardından, “Metin, az sonra geleceğim.” dedi ve
çıktı.
Son bir çabayla geçip sandalyeye oturabilen Metin,
masaya abandı, ellerini mektubun üzerine koydu ve eği-
lip alnını dayadı.
Mektupla Belgin‟in, Belgin‟le deli söğüt dallarının
harmanlanıp uçuşmaya başladığı anda ortaya çıkıveren
Otçu Sofu‟nun imgesi, “Oğlum” diyordu, “aç kurttan ür-
ken koyunun tırnakları kopuncaya kadar kaçtığını daha
bilmiyor musun sen?”
“Ama baba! Belgin bir koyun değil ki!”
BİTTİ