Ekim Devrimi’nden sonra Türkiye’ye göçen Beyaz Ruslar ... · Rus müzisyen gibi 1920 sonbaha...
Transcript of Ekim Devrimi’nden sonra Türkiye’ye göçen Beyaz Ruslar ... · Rus müzisyen gibi 1920 sonbaha...
T T - S O O T i S_______________________________________________________GÜNEŞ8 Ağustos 1990 Çarşam ba DİZİ YAZI 9
Ekim Devrimi’nden sonra Türkiye’ye göçen Beyaz Ruslar arasında birçok besteci ve virtüöz bulunuyordu
Nice müzisyenler geçti bu coğrafyadanB e y o ğ l u ’ND aİZ BIRAKANLARJak DELEON [ f j
Başlarken“Beyoğlu’nda Beyaz Ruslar” dizisi yayımlandıktan sonra çok sayıda mektup ve telefon aldım. Dizinin bir bölümü çevrilip yurt dışındaki araştırmacdara gönderildi. Sonuçta halen İstanbul’da, New York’ta ve Paris’te yaşayan birçok Beyaz Rus anı defterlerini ve notlarını gönderdiler. Bugüne değin günışığına çıkmamış bu bilgilerin yanısıra hiçbir yerde yayımlanmamış fotoğraflar elime geçti. Beyaz Ruslar’ın Galata’da kurduğu P.A.E. Fukaraperver Derneği de 50 yıllık arşivini ilk kez açınca, önceden hiç incelenmemiş olan bu konuyu (ikinci bir diziyle) sürdürmek “şart” oldu. Amaç, İstanbul kitabının renkli bir sayfasını oluşturan ve bu aralar İstanbul’a ilk kez ayak basışlarının 70. yılını kutlayan Beyaz Ruslar’ın tarihine ışık tutmak...
(J.D.)
Beyaz Ruslar’ın İstanbul’daki yaşantısında klasik müziğin çok önemli bir yeri vardı. Göçmenlerin arasında birçok besteci, müzisyen ve şan virtüözü bulunuyordu...
Sergei Pissanko de Roma- nowsky, Moskova Konservatuva- rı’nda bestecilik eğitimi gördükten sonra Viyana’da piyanist Lesche- tizky’le uzun yıllar boyunca çalıştı. Daha sonra Roma’da org müziği üzerine incelemelerde bulundu. Moskova’ya dönmeden önce Almanya, Avusturya ve İtalya’da bir dizi konser verdi. Rusya’da “ Piyano ve Kompozisyon Profesörü” unvanıyla konservatuvarda ders vermeye başladı. Bu arada bestelediği “Sonbahar Senfonisi” ona bir altın madalya kazandırdı.
1919 yılında İstanbul’a gelen göçmenlerin arasında bulunan Ro- manowsky, piyano profesörü olarak hemen büyük ün saldı. Öğrencilerinin altı ayda bir verdiği konserlerin başarısı basın tarafından övgüyle karşılandı; Romanowsky’- nin de birçok konser verdiği ama çoğunun Boğaziçi’ndeki dostlarının köşklerinde ya da yalılarında olduğu yazılır. İstanbul’daki Beyaz Rus 1ar arasında “klasik müziğin melodramitik şairi” olarak Un salan Pissanko de Romanowsky, özellikle Çaykovsky yorumlarıyla büyük alkış almıştır. Besteleri arasında “dramatik” ve “arabesk” öne çıkar. Keman ve org için bestelediği “ Mistik Fantezi” ve “Hint Duaları” egzotik müziğin İstanbul’daki ilk örnekleri sayılabilir. Romanowsky’nin Beyaz Ruslar’m saygısını kazanmasının bir nedeni de dinsel besteleridir. Bunların arasında “Requiem” , “ Ave Maria” ve fantastik senfonisi “ Yaşam ve Ölüm Karnavalı” son derece popüler olmuştur.
Romanowsky’den bir yıl sonra İstanbul’a gelen Chijevsky için “ Boğaziçi’nde Ruslar” başlıklı kitapta şu sözler yer alır: “Büyük bir usta, eşsiz bir virtüözdür Chijevsky. Kendisi için kemanın ressamı denilebilir. Kemanın sesi, parlaklığı ve gücü herkesi her zaman şaşırtmış ve hayran bırakmıştır. Kemana can vermesini bilen Chijevsky, ağaç bir kutuyu ölümsüz bir enstrümana dönüştürmesini bilmiştir. Chijevsky için şair viyolonist tanımını kullanmak yerinde olur.” Chijevsky’nin İstanbul’da birçok konser verdiği ve tüm gelirini hayır kurumlarına bağışladığını ekliyor kaynaklar.
Kısa süren konuklukRomanowsky ve Chijevsky uzun
zaman kalmadılar İstanbul’da. Belgeler, gittikleri yerler konusunda gelişiyor. En güçlü olasılık, 1920’li yıllar noktalanmadan Paris üzerinden Amerika’ya gitmiş olmaları...
Pera Palas Oteli salon orkestrasının şefi ve kemancısı Pavel Alexeyevich Zamoulenko, çoğu Beyaz Rus müzisyen gibi 1920 sonbaharında gelmişti İstanbul’a. Gerçek bir “virtüöz” olarak ün salan Zamoulenko, özellikle Çaykovsky, Beethoven, LiSzt, Schubert, Borodin, Rimsky-Korsakov gibi bestecilerin yapıtlarından bölümler yorumlarken yoğun alkış alıyordu.
Piyanist Maria Vladimirovna Obolenskaya, Saint Petersburg konservatuvarında eğitim görmüştü. Rusya’nın birçok' kentinde resitaller veren sanatçı, aynı zamanda Bakû’daki İmparatorluk Müzik Okulu’nun öğretim üyesiydi. Ba- kû’da dokuz yıl piyano dersi verdikten sonra İstanbul’a gele Obolenskaya, Beyoğlu’nda küçük bir stüdyo açarak özel dersler vermeye başlamıştır. Ünlü balerinlere ve opera sanatçılarına eşlik eden Maria Obolenskaya’nm İstanbul’da verdiği resitaller basın tarafından övgüyle karşılanmıştır...
Majik Sineması’nda orkestra şefi olarak çalışan Ivan Ivanovich Poliansky’nin müzik yaşantısı Rostov Müzik Akademisi’nde başladı, Don Filarmoni Orkestrası’nda devam etti. Rusya’da Litvinov’un, Plotkinov’un, Abakumov’un ve Stemberg’in kurduğu senfoni orkestralarında da keman çalan Poliansky, 1914 yılında şef olarak Rostov Şehir Bahçesi Orkestrasını yönetmeye başladı. Birçok sinemada da orkestra şefliği yapıyor
du. 1919’da Evpatoria’da Müzisyenler Birliği Başkam seçilen sanatçı, aynı zamanda Evpatoria Senfoni Orkestrasının genel sanat yönetmeni olmuştu. “ Boğaziçi’nde Ruslar” başlıklı çalışma, Poliansky için şu görüşlere yer verir:
“ Sinematograflar tarafından çok beğenilen bir virtüözdür. Filmlerin zayıf noktalarını müziğiyle örter, hatta birçok başarısız filmi orkestrasıyla kurtarır. Müziksever seyircilerin Majik Sineması’na Poliansky’nin orkestrasını dinlemek için gittiği de bilinir.”
tvan Poliansky’nin eşi Natalia Polianskaya, ünlü bir sopranoydu. Kharkhov ve Rostov’da sahneye çıkarak birçok resital vermişti. Özellikle Çaykovsky’nin “ Evgeni Onegin” ve “ Maça Kızı” operalarından aryaları büyük bir başarıyla yorumladığı yazılır. Stravinsky’- nin romansları ve “Tosça” , “Cavalleria Rusticana” , “La Forza del Destino” operaları da repertuarında yer almaktaydı. İstanbul’a geldiğinde (1921) resitallerini sürdürmüş, İstanbul, Journal d’Orient ve Akşam gazeteleri kendisine sürekli olarak geniş yer ayırmıştı...
Gönüllü sanatçıYine İstanbul’da sahneye çıkan
Anna Pavlovna Volina da ünlü bir sopranoydu. Opera aryaları dışında romanslar ve çigan şarkıları da yorumluyordu. Göçmenler yararına düzenlenen tüm konserlere gönüllü olarak katıldığını belirtmek gerek. Natalia Polianskaya gibi, repertuarında Çaykovsky önemli bir yer tutuyordu...
İstanbul’a yerleşerek bir dizi resital veren Paul Lounitch’in Beethoven, Bach, Haendel, Mendelssohn, Chopin, Rachmaninov, Debussy, Schumann ve Liszt’in yapıtlarını piyanosuyla ustaca yorumladığı bilinir. 1920-1926 yılları arasında yaklaşık 100 resital veren sanatçı, 1923 yılında piyano öğretmenliğine de başlamıştı. “ Boğaziçi’nde Ruslar” ın yayımlandığı yıl (1927) Lounitch öğrencilerinin resitalleri konusunda olumlu eleştiriler yayımlıyorlardı. Fransızca yayımlanan ve yazı işleri müdürlüğünü Louis de Grati’nin yaptığı “ İstanbul” gazetesinin 301 ’inci sayısında şu görüşler yer alıyordu: “ Paul Lounitch’in mükemmel ic- racdığı yalnızca olağanüstü yeteneğiyle açıklanabilir.” Yayın dünyasına 1867’de katılan gazetenin sahibi ve başyazarı Pierre Le Goff’- du...
Kemancı Evgeni İvanovich Schvede Rusya’da hukuk ve müzik öğrenimi görmüştü. Saint Petersburg Konservatuarında öğrenciyken birçok konserde solist olarak çalmış, mezun olduktan sonra Ja müzik yaşantısını sürdürmüştü. 1917 devriminden sonra İstanbul’a gelen Schvede, özel keman dersleri vererek yaşamını sürdürmüştü. Konser ya da resital belgelerinde ve kayıtlarında adı geçmemektedir.. .
Alexandre Alexandrovich Soko- loff şan virtüözüydü. Tiflis Devlet Operası sanatçılarından Nikolsky’- nin ve Rostov Konservatuvarı öğretim üyelerinden Kedrov’un öğrencisi olmuştu. Sokoloff, Rusya’dayken birçok kez büyük topluluklarla turneye çıkmış ve değişik operalarda önemli roller canlandırmıştı. İstanbul’dayken “Faust” ve “ Seville Berberi” operalarından aryalar seslendiren sanatçı için Le Journal d ’Orient gazetesi övgü dolu yazılar yayımlamış, özellikle “Seville Berberi” yorumunu “mükemmel bir icra” olarak değerlendirmişti. Sokoloff, önce Gülhane Parkı’nm içindeki Alay Köşkü’nde kurulan Opera Çemiyeti’nde, daha sonra Casa d’İtalia salonlarında da şan resitalleri vermiştir...
İstanbul’da resitaller ve dersler veren bir keman ustası da Mikhail İvanovich Golesko’ydu. Moskova, Kislovotsk ve Bakû’da birçok orkestrada 1. keman olarak çalışmıştı. 1917 devriminde Kafkasya’da bulunan Golesko, 1921 yılında İstanbul’a gelmiş ve Beyoğlu’na yerleşmişti. İstanbul’da Maxim ve Petit Champs gazinolarında çalışmıştı. Repertuarında çigan müziği ağırlıktaydı...İki müzisyen, bir dünya
Piyanist ve besteci Konstantin
Dimitriyevich Nikolsky’yle orkestra şefi Konstantin Stephanovich Stengatchou İstanbul’da yaşayan iki Beyaz Rus sanatçısıydı. Nikolsky romanslar, Tatar dansları ve bale skeçleri besteliyor, yapıtlarını yine kendisi icra ediyordu. Bestelerinin bir bölümünün Leipzig’- de plaklaştığı söylenir. Rusya’da değişik orkestraları yöneten Stengatchou, 1921 yılında İstanbul’a geldikten sonra bazı sinema orkestralarında ve otellerde çalışmış, kısa süre için Pera Palas’m orkestrasını yönetmiş, daha sonra da To- katlıyan Oteli’nin orkestrasında şeflik yapmıştı...
Şan profesörü ve viyolonist Se- livanoff’un büyük bir bariton olduğu söylenir. Rusya’da iki kon- servatuvar bitiren ve yedi yıl boyunca keman ve şan resitalleri veren Sehvanoff, Kasım 1920’deki göç dalgasıyla İstanbul’a gelen Beyaz Ruslar’dan. İstanbul gazetelerinde klasik müzik konusunda görüşleri yayımlanan sanatçının Rusya’da İmparatorluk Rus Musikisi Cemiyeti’nin yönetim kurulu üye
si olduğunu eklemek gerek. İstanbul’da şan profesörlüğüne başlayan Sehvanoff, profesyonel opera sanatçılarına da şan dersleri veriyor ve onlara “egzersiz” yaptırıyordu. Selivanoff’un İstanbul’da Fransızca olarak yayımlanan “ Méthode Analytique Pour Placer La Voix” (Sesi Yerleştirmek İçin Analitik Metod) başlıklı bir kitabı da vardır...
1919 yılında Sebastopol’dan İstanbul’a gelen Christian Lac- hensky, aslen AvusturyalI. Kilise korolarında şarkı söyleyen ve org çalan Lachensky, genç yaşta Salz- burg’daki Mozarteum’dan viyolonist ve orkestra şefi olarak mezun oldu. Müzik çalışmalarını Varşova’da sürdürürken Rusya’ya geçen sanatçı, Moskova, Novgorod, İr- kutsk şehirlerindeki birçok senfoni orkestrasını yönetti. Bolşevik devrimi gerçekleştikten iki yıl sonra İstanbul’a gelen Lachensky, 1925 yılına kadar Petit Champs gazinosunun orkestrasını yönetti. Lac- hensky’nin çok yönlü bir müzisyen olduğu, arada bir şan resitalleri de
verdiği yazılır...Stavropolsk İmparatorluk Mü
zik Okulu’nu ve Moskova Konser- vatuvarı’nın şan bölümünü bitiren Natalia İvanovna Jilo, Paris’te sahneye çıktıktan sonra Rusya’ya dönmüş ve resitaller vermiştir. İstanbul’da 1924 yılında şan öğretmenliğine başlayan sanatçı için Le Journal d ’Orient, “Mükemmel öğrenciler yetiştiren eşsiz bir eğitimci” deyimini kullanmıştır. Jilo’nun çok geniş bir müzik kitaplığı olduğu, birçok bestecinin ve yorumcunun bu kitaplıktan yararlandığı da bilinir...
Boris Benedictovich Rasou- movsky, Kazan Müzik Okulu’nu bitirdikten sonra Rusya’nın birçok kentinde koro şefliği yapmıştı. 1920 yılında İstanbul’a geldiğinde Heybeliada’daki Rus kolonisinin korosunu yönetmeye başlamıştı. 1921’de çeşitli kilise koroları kurmuş ve yönetmişti. Aynı yıl Rus Sefareti Korosu’nun şefi olmuş, bu koronun verdiği konserlere yerli ve yabana basın geniş yer ayırmıştı. Koronun repertuarı klasik opera
lardan ve Rus halk şarkılarından oluşuyordu.Rus Sefareti Bolşevik’lere devredildikten sonra bu koro etkinliklerini Galata’daki Pandele- imon kilisesinde sürdürmüştü. Bizans ve Türk müziği konusunda da çalışmalar yapan Rasoumovsky, İstanbul Radyosu korosunun kuruluş aşamalarına danışman olarak katkıda bulunmuştu...
Viyolonist tvan Stephanovich Ontchik, Kiev ve Odessa’da resitaller vermiş ve senfoni orkestralarında 1. keman olarak çalmış bir sanatçıydı. İs tan b u l’da “ Rose Noire” gece kulübünde, Tokatlı- yan Oteli’nde ve Tokatlı Orkestrasında çalışmıştır.
Alexander Prokofievich Souline, Rusya’da opera orkestralarında viyolonsel çalıyordu. Kafkasya’da kendi orkestrasını kuran sanatçı, İstanbul’a geldiği zaman Tokatlı Orkestrasında çalmaya başlamıştı...
Yakov Solomonovich Kordou-ne, Rusya’da birçok kilisede koro şefliği yapmıştı. Yönettiği korolar- İa tüm Rusya’yı dolaştığı söylenirdi. Aym zamanda yetkin bir piyanist olan Kordoune, İstanbul’da Tokatlı Orkestrası’nda çalıyordu...
‘Stradivarius’General Sitchev, müzisyen olma
makla birlikte, Beyaz Ruslar’m İstanbul’da oluşturduğu müzik dünyasında önemli bir yere sahipti. Kendisine müzik çevreİeri “Stradivarius” adını takmıştı. Bunun nedeni Sitchev’in yetenekli bir keman yapımcısı olmasında yatıyordu; derme çatma malzemeyle, sandık tahtalarıyla ve tellerle yaptığı kemanlar, at kuyruğu kıllarından oluşturduğu yaylar profesyonel keman yapımcıları tarafından hayretle ve övgüyle karşılanıyordu. Sitchev’in kemanlarıyla verilen resitaller Beyaz Rus 1ar arasında günün konusu olmuştu...
Müzik kuramcısı Prof.Ovteha- renko, Beyoğlu’ndaki stüdyosunda ders veriyordu. Orkestra şefi Butnikov’un kurduğu 50 kişilik senfoni orkestrası, 1922 yılında İstanbul’da 45 konser vermişti. Ster- nard, Hedroitz, Rozov ve Vosko- boynikova’nın kurduğu kuartet (özellikle Chopin, Schumann ve Debussy’den) kısa klasik eserleri yorumluyordu. Piyanist Drozdov ve öğrencileri Koundoury, İvanov, Gelodo resitaller veriyorlardı. Piyanist Slatin, Mozart ’in “ Requi- em” ini yorumlamıştı. Yine piyanist olan Vissotskaya, prelüd yorumlamalarıyla ünlüydü. Müzisyenler arasında Gartimov, Podga- etsky, Uglichsky, Cherenin, Serbu- lov gibi birçok isme rastlanır...
1920 yılında İstanbul’a gelen Se- hanoskaya, Vasenkova, Selivano- va, Kondrateyev, Balakan gibi opera sanatçılarına karşın Beyaz Ruslar İstanbul’da opera gösterileri sahneleyememişlerdir. Mar- yinsky İmparatorluk Operası sanatçılarından soprano Markovich arada bir (hayır kurumlan yararına) resitaller veriyordu. Taksim Bahçesi’nde bir Rus Opereti kurulmuştu; bu operette Piontkovskaya, Tsehanovskaya, Klarin, Rubin ve Balakan rol alıyordu. Kadroda ayrıca Tiflis Operası solistlerinden soprano Boyarskaya ve bariton Daniushin yer alıyordu...
Rattimova klasik müzik parçalarını soprano sesiyle yorumlarken, Plevitskaya Rus halk şarkılarım sahnelerden duyuruyordu. Operet sanatçısı Arenskaya tek başına resitaller veriyordu. Besteci Pyotr Batorin hem romanslar besteliyor, hem de kabarelerde sahneye çıkıyordu...
Görüldüğü gibi, Beyaz Rus göçmenlerin arasında önemli müzisyenler bulunuyordu. Rusya’da senfoni orkestralarında çalanlar, İs
tanbul’a geldiklerinde gece kulüplerinin “ cazband” larında iş bulabilmişlerdi. Bir bölümü ders vermeye başlamış, kimi de resitallerini sürdürmüştü. Kayıtlarda adı olmayan, kitaplarda ve gazetelerde adı geçmeyen birçok Beyaz Rus müzisyenin de İstanbul sahnelerinden geçtiği kuşku götürmez...
Krioukovsky TriosuBeyaz Ruslar İstanbul’a klasik
bale dışında dans ve “ show” örnekleri de getirmişlerdi. İstanbul’un eğlence hayatını birbirine katan Krioukovsky Triosu, üç kardeşten oluşuyordu: Victor, Jemma ve Nadia Krioukovsky. Bu trionun dans ve şarkı konusunda son derece yetenekli oldukları, birçok gece kulübünde sahneye çıkıp “ show” yaptıkları bugün yaşayan Beyaz Rus 1ar tarafından anlatılır. 1924 yılından 1930’ların başlarına kadar sahnede kalan bu trionun yalnız dans ve müzik değil, akrobasi ve ritmik jimnastik konusunda da uzman olduğunu belirtmek gerek. Krioukovsky Triosu klasik bale ve modern danstan örnekler vermekle kalmıyor, tipik Rus dansları olan “ Hopak” ve “ Kamarinskaia”yla İstanbul sosyetesini coşturuyordu. Basın kendilerine hemen “ dans virtüözleri” adını layık görmüştü; Victor Krioukovsky içinse yine basın “ fokstrot’un ve çarliston’un büyük üstadı” unvanım uygun bulmuştu. Victor Krioukovsky aynı zamanda “ empresaryo” luk yapıyor, Casa d ’İtalia ve Union Française salonlarındaki büyük baloların “ cazband” larını sağlıyordu. 1930’larm başlarına kadar İstanbul’da kalan bu sevimli dans triosu, sonraları önce Paris’e hareket etti, oradan da Amerika’ya gitti.
Bu arada ilginç bir noktayı da açıklamak gerek. Türkçe’yi kısa sürede öğrenen Victor Krioukovsky, 19. yüzyılda İstanbul’un Galata yakasında meşhur olan külhanbeyi dizelerini şarkılaştırmış ve özellikle Galata ve Tophane taraflarındaki gazinolarda büyük “sansasyon” yaratmıştı:
Heeeyt, var mı bana yan bakan! Fesimiz kaş üstünde püsküllü sa
çak,Ceketim omuzda belimde kuşak, Bir yanda tabanca, bir yanda bı
çak.Yan bakma babalık, yakarım se
ni!Yemenim küt burun, yumurta
topuk,Ecdattan külhanbeyim, değilim
kopuk,Şaşırıp sataşma sakın, babalık, Kulaklarından duvara çakarım
seni!Heeeyt!Otobüse çelme takan, Tayyareye kafa atan, Düşmamna örümcek gibi bakan, Gündüz kalıbı dinlendirip,Gece erketeye yatan,Yolunu manda koşturmakla bu
lan,İşi yalan dolan,Arkadaş hatırı için kelleyi orta
ya koyan,Namusa yan gözle bakmayan, Mapusanede postu, Galata’da
dostu olan, Senenin sekiz ayı içerde yatan, Var mı ulan bana yan bakan, Heeeyt!...Victor Krioukovsky’nin bu dize
leri nasıl müziğe uyarladığı konusunda herhangi bir bilgi yok. Dinleyenlerin, (onlara Beyaz Rus gerçeğinin son tamkları da diyebiliriz.) anlattığına göre, bu tür popüler dizeleri şarkılaştıran yalnız Victor değildi; Jemma ve Nadia da arada bir kanto söylüyorlardı. Yine de trio’- nun ağırlığını Rus müziği ve dansları oluşturuyordu...
SÜRECEX
9 Ağustos 1990 Perşembegüneş
Ekim Devrimi’nden kaçışı anlatan Acılar Yolculuğu’nun başrolünü Mozhukhin oynadı
Beyaz Ruslar beyazperdedeBEYOĞLU’NDA İZ BIRAKANLARJak DELEON
1889 yılında doğan İvan tlyich Mozhukhin, Çarlık Rusyası’nm en sevilen romantik film aktörüydü. Fransa’da Mosjoukine, Amerika’da Mosjukine ve Almanya’da Moskine olarak bilinir. Moskova’daki hukuk eğitimini yarım bırakarak 1910’da Kiev’li bir gezgin tiyatro topluluğuna katılan Mozhukhin, 1914 yılına değin Rusya’mn en popüler aktörü olmayı başarmıştı. 1920 yılında Rusya’dan Türkiye’ye kaçmış, kendisiyle birlikte kaçan sinema sanatçısı Nathalya Lissen- ko’yla evlenmiş, kısa süre sonra Paris’e gitmişti.
1917 devrimi tvan Mozhukhinve film ekibini etkilemişti. 1918 sonlarında Moskova’dan Kırım’a gelen ekip, yapımcı Youssef Ermo- lieff’le çalışmalarını sürdürmüştü. Askerlik görevini topçu subayı olarak yapan ve koyu bir çarlık yanlısı olan Mozhukhin, VVrangel’in ordusuna katılıp Bolşeviklere karşı çarpışma yanlısıydı. Ama bu arada sevgilisi Nathalya Lissenko’nun tutuklanması, Mozhukhin’de İstanbul’a bir an önce kaçma düşüncesini uyandırmıştı. Kısa süre sonra Kırım’da başgösteren açlık, Mozhukhin ve ekibinin bir gece gemilere dolarak Türkiye kıyılarına yelken açmasına neden olmuştu. İstanbul’a ayak basan film ekibi Mosjoukine Volkoff, Protoza- noff, Lissenko, Boldirewa, Rimsky, Lochakoff, Toporkoff, Bourgassoff, Roudakoff’tan oluşuyordu.
İstanbul’a yerleşen ekip, yönetmen Yakov Protozanoff’un yönetiminde bir filmin çalışmalarına başladı: “ Acdar Yolculuğu” . Beyaz Rusların İstanbul’a kaçışlarını anlatan bu filmde başrolü İvan Mozhukhin oynuyordu. İlginç olan, filmin büyük bölümünün belgesel oluşu, Kırım-lstanbul arasındaki gemi yolculuğunda çekilmesi ve İstanbul’daki Beyaz Ruslar’m yaşantısını yerinde görünttilemesiy- di. Bilinmeyen nedenlerden dolayı yarım kalmıştır bu film; İstanbul’da birkaç ay kalan Mozhukhin, Ermolieff, Protozanoff ve diğerleri Paris’e geçmişler, çalışmalarını orada sürdürmüşlerdir. İstanbul’daki çekimleri Istanbul- Marsilya arasındaki gemi yolculuğunda gerçekleştirilenler izlemiş. Çekimler Marsilya’da sürmüş, Paris’in ünlü Montreuil-Sous-Bois stüdyosunda tamamlanmıştır. Film Paris sinemalarında gösterilmeye başlandığında, tüm eleştirmenler Mozbukhin’in çok güçlü bir oyuncu olduğu görüşünde birleşmişlerdi-.
Sonraları Hollyvvood’un devreye girmesiyle bile Fransa’yı bırakmak istemeyen Mozhukhin, sessiz sinema devrinin kapanmasıyla büyük bir darbe yemişti. Bir süre sonra iş bulamaz olmuş. 1939 yılında Neully’deki bir klinikte yoksulluk içinde yaşama veda etmişti.
İvan Mozbukhin’in filmografi- si oldukça yoğun:
Kreutzer Sonata, Sebastopol Savunması, İnsan: Çağdaş Bir Dram, Savaş ve Barış, Troika, Noel Gecesi, Yarının Kadınlan, Ölümde Yaşam, Krizantemler, Uyuyan Güzel, Suskun Tanıklar, Bir Delinin Hatıra Defteri, Martı, ölüm Dansı, Hançerli Kadın, Baba ve Oğul, 11 Eylül 1920 Gecesi, Moğol Aslanı, Andrei Kozhukhov, Lanetlenmiş Milyonlar, Şeytanın Zaferi, Karnaval Çocuğu, Fırtınalar, Ed- mund Kean, Michel Strogoff, Ca- sanova, Kırmızı ve Siyah, Beyaz Şeytan, Nitchevo, Sarhoşluk ve Sonrası, Kent Çocuktan, Russlan ve Ludmila, Natasha Rostova, Ni- kolai Stavrogin, İntihar Kulübü, Pedev Sergius, Kraliçi’nin Sırrı, Manoiescu, Sırlar Evi, Kan Dökülmesin, İsrail Kızı, Savcı, Beyaz Perde’nin Kraliçesi, Maça Kızı, Tutku, Diriliş, Kıskançlık, Sara’-
nın Hüznü, Köylü Yazgısı, 1002. Gece ve Beyaz Ruslar’m çizdiği Kınm-lstanbul-Marsilya-Paris hattını ölümsüzleştiren Acılar Yolculuğu. Y aşadığı devrin en popüler ve en çok konuşulan aktörlerinden biriydi Mozhukhin.
1911-1936 yılları arasında 40’m üstünde sessiz filmde başrolde oynayan İvan Mozhukhin’in adı bugün yalnızca sinema tarihi kitaplarında okunuyor. İstanbul tarihini inceleyenlerse şu soruyu sormaktan kendilerini alamıyorlar: Beyaz Rus lann İstanbul’daki yaşantılarını tüm ayrıntılarıyla belgeleyen (ve devrin Paris seyircisini etkileyen “ Acılar Yolculuğu” filminin kopyaları nerede bugün?
Jul es Kanzlerİstanbul’daki Beyaz Ruslar ara
sında çok tanınan kişilerden biri fotoğrafçı Jules Kanzler’di. Aynı zamanda ressam olan Kanzler, yaşamının son yıllarında kendini İstanbul’daki bütün Beyaz Ruslar’m vesikalık portrelerini film üstünde zaptetmeye vakfetmişti. 1905 yılında Odessa’daki Güzel Sanatlar Akademisi’ni bitiren Kanzler, 1907’de Paris’te ilk kişisel resim sergisini açmıştı. 1910 yılında Paris’ten İstanbul’a gelen Kanzler, Beyoğlu’nda Levanten cemaatiyle birlikte bir sergi açarak adından söz ettirmesini bilmişti.
Sergiden hemen sonra Rusya’ya dönen Jules Kanzler, 1917 devrimi- nin ardından yeniden İstanbul’a gelmişti. Bu kez fotoğrafa vermişti kendini. Beyoğlu’nda bir “fotoğraf salonu” açarak özellikle Beyaz Ruslar’a hizmet vermeye başlamıştı. Jules Kanzler’in fotoğraflarında gözlerin canlı ve yüzlerin aydınlık olduğu görülür. Sonradan “Piyanist Madam Taskin” adıyla ünlenecek olan Barones Valentine von Clodt Jurgenkzburg’un yağlıboya portreleri artmayacak fotoğrafları bu görüşe tanıktır. Zamanından çok daha gelişmiş bir flaş tekniği kullanmış olması mümkündür. Kanzler için fotoğrafın tablodan farkı yoktu; önemil olan, her şeyden önce “estetik” ti. Jules Kanzler 1920-1927 yılları arasında portreler ve tiyatro sahneleri üzerinde çalıştı. Arada bir Boğaziçi ve Beyoğlu görünümleri çektiği de bilinir. O yıllarda İstanbul’a gelen tüm yabancı sanatçılar Kanzler’de fotoğraf çektirmek için Beyoğlu’n- daki “ salon”unun önünde sıraya
girmişlerdi.Burada çok önemli bir noktaya
değinmek gerek: Cumhuriyet’in kuruluşundan sonra Anadolu Ajansı tarafından Ankara’ya çağırılan Kanzler, Mustafa Kemal Atatürk’ün, başbakanın, bakanların ve milletvekillerinin fotoğraflarını çekmişti. 1927 yılında İstanbul’da yayım lanan “ Boğaziçi’nde Ruslar” başlıklı kitapta, Jules Kanzler için şunlar yazılıdır: “Yalnız Beyaz Ruslar’m değil, yeni Türkiye’nin ve Türkiye’yi yemden imar edenlerin fotoğrafçısıdır Jules Kanzler; Türkiye’nin aydınlık geleceğini fotoğraflar aracılığıyla yansıtmıştır.”
Fotoğrafçılık sanatında yükselen tek Beyaz Rus değildi Kanzler. Beyaz Ordu’nun topçu subaylarından Yarbay Lev Vladimirovich, Kar- pov ve Strogonoff imparatorluk Güzel Sanatlar Akademisi Portre Bölümü mezunu Mark Savvich Be- zugly de İstanbul’da fotoğraf stüd- yolları açmışlardı. Tuzla’daki göçmen kampında uzun süre kalan Karpov, elindeki son parayla bir fotoğraf makinası almış, kısa süre sonra da Beyoğlu’nda küçük bir stüdyo açarak portre fotoğrafçılığında ünlenmişti. Müşterilerinin çoğu sefaret mensuplarıydı. İstanbul’da yaşayan Beyaz Ruslar’m portre çalışmalarını bir arşivci titizliğiyle ve sistematik olarak gerçekleştirdiği bilinir. İstanbul’a gel
Barones Valentin Taskin’in gençliği. Fotoğraf, Beyaz Rus ressamlardan Jules Kanzler tarafından çekilmiş.
meden önce Moskova’da ünlü fotoğrafçı Fischer’ın yanında uzmanlaşan Mark Bezugly de özellikle portre çalışırdı...
Kültür Kitapevi ve edebiyatçılar
1921 yılının Nisan ayında Pera 385 adresinde “Kültür” adlı bir kitapevi açılmıştı. Pahalov’un yönettiği bu kitapevi Rusça, Fransızca ve İngilizce yapıtlar satıyordu. Vitrininde klasik Rus yazarlarının kitapları sergileniyordu. Kısa sürede geniş bir okuyucu kitlesi çeken Kültür Kitapevi, küçük bir kütüphane de açmıştı. Bu kütüphanede araştırmacılar Rus tarihini, özellikle son demleri işleyen eserİeri inceleyebiliyorlardı. Pahalov’un İstanbul’daki Ruslar üzerine bir araştırma başlattığı ama bu araştırmanın hiçbir zaman sonuçlanmadığı, en azından kitaplaşmadığı da bilinenler arasındadır. Bu konu üzerinde Prof.Yurevich, Prof.Alexinsky ve Prof.Poznakov çalışıyordu.
Bu üç bilim adamı 1921 yılının başlarında biraraya gelip İstanbul’daki Rus Akademisyenler Grubu’- nu kurmuşlardı. Dış ülkelerden sürekli kitap getirten Kültür Kitapevi, yayın hayatına Averchenka’nın öykü kitaplarıyla atılmışsa da, bu girişim maddi açıdan olumlu sonuç vermemiştir. Beyaz Ruslar’m Paris’te çıkardığı “Perezvony” (Çan Sesi) adlı kültür ve sanat dergisinin İstanbul temsilciliğini de üstlenmişti Pahaiov. Kültür Kitapevi’nin yaşamı 1922 yılının Ekim ayında noktalandı.
Pahaiov, Beyaz Rus gazeteci Gor- dov’un desteğiyle 1925 yılında Be
yoğlu’nda bir gazete bayii açtı. Kısa sürede büyüyen bu bayide kitap da satılmaya başlandı. Rusya’da bir zamanlar hakim ve belediye başkanı olarak çalışan Gordov, gazeteciliğe İstanbul’da başlamış, deneyimli muhabirler Grechina ve Shi- lov’un yardımlarıyla Batı basınına İstanbul’u öven ve Beyaz Rusların Türkiye’ye olan şükran borcunu dile getiren yazılar yazmıştı...
İstanbul’da yaşayan ve yazan edebiyatçılardan Ivan Andreevich Korvatsky, “ Ay Taçı” (1923) ve “ Haliç” (1927) adlı iki şiir kitabı, ayrıca “Yelpazesiz” (1927) başlıklı bir hikâye kitabı yazmıştır. İlk şiir kitabı 1908 yılında Rusya’da yayımlanan Korvatsky, 1920’de Kırım üzerinden İstanbul’a gelmişti. Aynı zamanda piyanist ve piyano öğretmeni olan tvan Andreevich Korvatsky, 1927 yılında Beyaz Ruslar’m serüvenini anlatan kapsamlı bir roman üzerinde çalışıyordu. Eldeki belgelerin hiçbirinde bu romanm yayımlanıp yayımlanmadığı konusunda bilgi bulunmuyor. Tek kaynak Korvatsky’ye yer ayıran ayıran “ Boğaziçi’nde Ruslar” (1927) adlı derleme, tvan Kor- vatsky’nin İstanbul gazetelerine müzik eleştirileri ve Stravinsky üzerine incelemeler yazdığı da belirtiliyor. “ Spassibo” daysa Kor- vatsky’nin şu sözlerine yer verilir: “Türk ulusu bize sevgi verdi. Karşılığında da biz Türk ulusuna Tolstoy’u, Dostoyevsky’yi, Çay- kovsky’yi sevdirdik.”
İstanbul’daki Beyaz Ruslar’dan Silayeff, “ İstanbul’un Gölgeleri” adlı bir kitap yazmıştır. 1922 yılında Berlin’de yayımlanan bu kitapta Silayeff in çizgileri ve dizeleri yer almaktadır. Ergun Hiçyılmaz’ın “ Eski İstanbul’da Muhabbet” kitabında yer alan bilgilere göre, Si- layeff’in dizeleri şöyledir:
“ Dün Büyükada’ya uzandım. Yüreklerden baktım ufuklara Eğlendim ve seyrettim İçimde büyüttüm adalar evreni
ni.’“Boğaziçi’nde Ruslar” kitabın
da, Elena Bokard’ın “ Boğaziçi” , Korvatsky’nin “ Haliç” , “ Prinkipo” (Büyükada) ve “ Halki” (Heybeliada) şiirleri yer almaktadır. Bokard şiirinde Boğaziçi’nin güzelliklerini dile getirirken, Korvatsky “ Halki” de Heybe- liada’nın mavi gökyüzünü, çam kokularım, yeşil korularını ve “ inci damlası gibi” serin sularını, “Prin- kipo”da Büyükada’nm gazinolarını, “ cazband’Tarını, ağaçlık tepelerinin serinliğini ve romantik patikalarını, “Haliç” te suların üzerine düşen ayışığını, kıyılardaki gülleri, selvileri ve minareleri anlatıyor...
Moda’ya ilk ayak basan Beyaz Ruslar’dan bir aile. Tarih 19 Aralık 1922. Sürecek
1988/3626 Beyoğlu 2. İcrıOrtaklığın giderilmesi bakımından Beyoğlu
keş mahallesi Halilpaşa ve Kemankeş soka< han isimli 1183 m2, miktarlı arsada inşaa ec
Gayrimenkulun halihazır durumu: Gayrimt toplam 5 katlı kargır bir yapıdır. Dış ceph*»'4' stil ve karakterini yansıtan bu yapı Ista eser olarak tescil edilmiş bulunmakta bünyesinde yeni plânlama yapılmasın mankeş sokağına cepheli ve altı tam Dükkanların döşemeleri karo mozaik cepheleri demir doğramalıdır. Demi
Binanın pasaj ve han girişi Halilp1,2,3,4, normal katlarda herbiri y
pencereli olup, diğerleri aydınlığabe doğramaları yağlı boya tatbik edilm yükseklikleri de günümüzde alıştı? yapılmış kepenkler bulunmaktadır, kat pasaj bitişiğindeki yine aynı mı mermer basamaklı demir korkulu Çatı örtüsü ahşap oturtma, üzeri I gibi yüksek olmasından ötürü bin 15.8.1969 tasdik tarihli Tophane-I Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koru içerisinde yeni yapılanmaya olanyapıda aynı gabari yükseklik içir
İmiİmar Durumu: Beyoğlu Beledi ölçekli 15.8.1969 tasdik tarihli Tc cut bina İstanbul III no'lu Kültür \ ğundan Kururdan özel karar alı
Gayrimenkulün Kıymeti: Taşır bir noktasında yer alışı, Karakö\ bu köprünün devamı niteliğinde zarı cad. ve ara sokaklarının rt yoğun bir iş ve ticaret bölgesir arsa m2, birim fiatları çok yüks masına rağmen, sağlam ve bf ni yansıtan tarzı kullanılan nv geli tutan faktör olmaktadır, t te alınarak bilirkişice taşınr
Satış şartları: 1- Satış 17 nin % 75'i ve rüçhanlı alf çok arttıranın taahhüdü b da muhammen değerinir
2- Arttırmaya iştirak ec vermeleri lazımdır. Satış KDV, tapu harç ve mas
3- İpotek sahibi alaca ilişkin iddialarını dayar ayrı tutulacaklardır.
4- Satış bedeli hem faizinden alıcı ve keti'
5- Şartname ilân ta* lir.
6- Satışa iştirak edf sayılı dosya numara
1988/3625 İzale-i şuyuu ne
pafta, 94 ada, 75 Gayrimenkulü Bina arsanın tf
işçiliği, kullanılar nun kararı ile III 1 çay ocağı, 1-' Abed han zemi 3.60 M’lik Pas Hanın dış kap meleri karomr da olmak üze üzeri badanr mermer bas handaki asi lıdır. Binanı üzerinde 1
imar Dı hailesi Er üzerinde rul’dan > tedir. P terk ec
Kıyı Erişte TL. I
Sı tah- bfF B ı
PUNES10 Ağustos 1990 Cuma DİZİ YAZI 9
Alexandre ve Valentin Holyavkin kardeşler, futbol, voleybol ve atletizm alanlarında başarıdan başarıya koştular
Türk sporu Holyavkin’leri çok özlediB e YOĞLU’NDA İZ BIRAKANLARJak DELEON
Voleybola 1940 yılında başlayan Alexandre ve Valentin Holyavkin kardeşler 1950’lerde milli
form a altında uluslararası karşılaşm alarda Türkiye’yi temsil ettiler. Voleybol tutkusu nedeniyle tıp öğrenimini yarıda bırakan Alexandre Holyavkin
1958’de sporu bıraktı ve yaşamını bir sigortacı olarak sürdürdü. Valentin ise aktif sporculuktan
sonra hakemliğe başladı. İlginç olan şey, iki kardeşin voleybol dışında atletizm de de başarılı
olm alarıydı.1920’LERDE İstanbul’da Rusça
birkaç dergi çıkıyordu: Seversky’- nin “Bizim Günlerimiz” , Bourna- kine’in “ Yurtdışından Sesleniş” , Litvin’in “Rus Dalgası” , Kudryavtsev ve Viktorinovich’in “Güçlü Rus” mecmuaları. İstanbul’daki Rus Yazar ve Gazeteciler Cemiyeti, 1921 yılında “Sayfalar” başlıklı bir derleme yayımlamıştı. Kopyası günümüze kalmayan bu derlemede birçok Beyaz Rus’un göç öyküsü belgesel olarak anlatılıyordu. “Sayfalar”ın editörleri arasında Chirikov, Ratimoff, Ra- dashev, Amfityatrov sayılabilir.
Beyaz Ruslar 6 Mayıs 1920 ta rihinde “Akşam Haberleri” başlıklı bir gazete de çıkarmaya başlamışlardı ama 1919’daki göç dalgasıyla gelenlerin finanse ettiği bu yayın organı uzun süre yaşamamıştı. Gazetenin yazıları Varshavsky imzası taşıyordu; karikatürler Averc- .henko’nundu. Daha sonra gazeteyi Burakovsky ve Krilov çıkarmaya başlamıştı.
Beyaz Ruslar’m çıkardığı irili ufaklı gazete ve dergilerin yaşamı genelde kısa olmuştu; bugün arşivlerde çoğunun nüshası bulunmamaktadır...
Rus Şoförler Kulübüİstanbul’da ilk otomobilleri 1910
yılından sonra görüyoruz. Sadrazam Mahmut Şevket Paşa’nın,onun yerine geçen Sait Halim Pa- şa’nın, son halife Abdülmecid Efendi’nin, Harbiye Nazırı Enver Paşa’nın, Sultan Mehmet Reşat’ın “makam” otomobilleri olduğunu yazar tarih. Büyük olasılıkla bu otomobiller devrin en gözde markası ve ilk otomobil olan Ford’du.
Taksicilik mütareke yıllarına denk düşer. 1920’lerin sonlarında İstanbul’da yaklaşık 700 otomobil vardır ve bir bölümü taksi olarak çalışmaktadır, örnek vermek gerekirse, Nişantaşı-Eminönü arası 80 kuruştur. Yıllar Boyu Thrih dergisinin Haziran 1979 sayısında bu konuda bir inceleme yayımlayan Ertan Ünal’a göre, “ semiz bir tavuk parası” . 1930’lardaysa dolm uşlar “ bir tramvay bileti parasına” Taksim-Karaköy, Şişli- Pangaltı, Fatih-Beyazıt, Sirkeci- Karaköy arasında müşteri taşımaya başlamışlardı. Otomobillerin çoğunun üstü açıktı ve sarı-siyah damalı çizgi yine bu yıllarda ortaya çıkmıştı...
1920’lerin ortalarında birçok Beyaz Rus’un şoförlük yaptığını görürüz. Bu şoförlerin neredeyse tümü Beyaz Ordu’nun mekan ize birliklerinin subayları ve zırhlı araç sürücüleriydi. Bir bölümü direksiyona oturmayıp “oto tamirhanesi" açmayı tercih etmişti. İstanbul trafiğinde tramvay, fayton ve otomobiller arasında ustalığını kanıtlayan Beyaz Rus şoförler, kısa sürede Be- yoğlu’nun gözdesi olmuştu. Bunun bir nedeni de, Rus sürücülerin tüm kabare, bar ve pavyonların yerlerini bilmeleri, gidilebilecek yerler konusunda otomobile binen müşteriye önerilerde bulunmalarıydı. Anlatılana göre, bir “ şoför- albay” la bir “garson-baron”un ,yol kenarında durarak otomobildeki müşteriye en uygun içki ve yiyecek fiyatları konusunda tartıştığı çok görülmüştü.
Rus şoförler 1920-1924 arasında özellikle Boğaziçi kıyılarında çalışmışlardı. Duraklan Büyükdere’- deydi. 1924 yılında Beyoğlu’na taşınmışlar ve Türk Şoförler Kulübü’nün bir bölümü olarak, Rus Şoförler Kulübü’nü kurmuşlardı. Kulübün kurucuları Sergei Feodoro- vich Vinogradoff ve Vassilli Ivanovich Jirnoff adlı iki şofördü. Kasketleri, kravatları, beyaz gömlekleri, koyu renk takım elbiseleri, kolalı yakaları ve “ manşet” leriy- le sefarethane şoförleri kadar bakımlıydı bu taksi sürücüleri. Otomobillerinin krom kaplamaları ve camları her zaman pırıl pırıldı.
Rus Şoförler Kulübü’ne verilen Üyelik aidatlarıyla işsiz kalan şoförlere ve ailelerine aylık bağlanıyor, hastaların masrafları karşılanıyor, otomobili bozulup da yaptıracak parasal gücü olmayanlara tamirci sağlanıyor, olanaksızlık içinde olanlara benzin bile almıyordu. Beyaz Rusların İstanbul’da düzenledikleri özel gecelere de katılan Rus Şoförler Kulübü, yoksullara barınak bulmak için tasarlanan kampanyalara ve hayır kuramlarına sürekli bağışta bulunurdu.
Rus şoförlerin “ piyasa” sı çoğunlukla Grand Rue de Péra’ydi. Durakları Asmalımescit’te ve Ada Sokak’taydı. özellikle Tepebaşı’n- da, Pera Palas ve Hôtel d’Angleterre çevresinde iyi çalışıyorlardı. Bu otellerde birçok yabancı konuğun bulunması, en az üç dil, Türkçe, Rusça ve Fransızca bilen Beyaz Rusların yaranmaydı.
Türk meslektaşlarıyla da sürekli dayanışma içindeydi Rus şoförleri. Herşeyden önce, Türk Şoförler Kulübü’nün çatısı altındaydı Rus Şoförler Kulübü. Ruslarla Türkler birbirlerine müşteri bulur, otomobili olanlar olmayanlara direksiyonu birkaç günlüğüne teslim eder, böylece herkesin birkaç kuruş kazanması sağlanırdı...
Valentin’in voleybol ve atletizm dışında bir de futbol tutkusu vardı.
Beyoğluspor’un kalesini koruyan Valentin 1945
yılında V efa’dan altı gol yiyince futbol tutkusu
sona erdi. 1979’da ölen Valentin’in büyük boy
bir fotoğrafı bugün Beyoğluspor
Kulübü’nün duvarını süslüyor
1940’lardan başlayarak Türk sporuna önemli katkıları bulunan iki Beyaz Rus’tan söz etmek gerek:
Alexandre ve Valentin Holyavkin.
1920 yılının Kasım ayındaki göç dalgasıyla Kınm üzerinden İstanbul’a gelen İvan ve Zinaida Holyavkin, önce Büyükada’ya yerleşmişler, sonra Beyoğlu’na geçmişlerdi. Alexandre 1922 yılında doğmuş, beş yıl sonra (1927) Valentin dünyaya gelmişti. İki kardeş de voleybola 1940 yılında Beyoğlu Spor Kulübü’nde başlamıştı. Alexandre Holyavkin voleybola olan tutkusu nedeniyle tıp öğrenimini yarım bırakmış, geçimini sağlayabilmek için de sigortacı olmuştu. Alexandre ve Valentin 1950’lerde milli formayı giymişler, uluslararası karşılaşmalarda oynamışlar, takım kaptanlığı ve hakemlik yapmışlardı. Alexandre Holyavkin 1958’de bıraktı voleybolu; Valentin ise 1970’lere kadar oyuncu olarak ve hakem olarak devam etti. İlginç olan, iki kardeşin de aynı zamanda atletizm sahasında, özellikle yüksek atlamada, derecelen ve şampiyonlukları olmasıydı. Spor kariyerleri tam anlamıyla paralel çizgide giden Holyavkin kardeşlerden Alexandre 1972 yılında, Valentin 1979’da bu dünyadan ayrıldı.
Beyoğluspor takımının kalesini de koruyan Valentin Holyavkin’- in futbol yaşantısı 1945 yılıyla i»- nırlı; Beyoğluspor-Vefa karşılaşması Vefa’nın lehine 6-0 noktalanınca, Valentin’in de futbol kariyeri noktalandı ve kaleyi bir zamanların ünlü kalecisi Şalabi’ye devretti. Voleybol antrenmanlarını ve atletizm çalışmalarını aralıksız sürdüren Valentin Holyavkin, 1951 yılında 1.81 ile yüksek atlamada Türkiye rekora kırdı. Milli formayı ilk kez 1953 yılında Yugoslavya’yla yapılan voleybol karşılaşmasında giydi. O zaman milli takımda şu oyuncular vardı: Valentin Holyavkin, Cihat Özgenel, Güngör Demirtaş, Şalabi, Erdoğan Teziç, Sinan Erdem, Semih Aygıt, Ali Rıza Gencer, Ayhan Demir, Mahir Aras, İzmirli Şakir, Orhan Bilgin.
1956 yılında Bakırköy Voleybol Takımı’yla Avrupa turnesine çıkan Valentin Holyavkin’in adı yabancı basında da yer almaya başlamıştı. Bakırköy Voleybol Takımı, “İstanbul Temsilî Takımı” adı altında Viyana Karması’na karşı oynadığı maçı 3-2 kazandı. Bakırköy Voleybol Takımı şu kadrodan oluşuyordu: Valentin Holyavkin (kaptan), Şevket, Nasuhi, Oktay, Lav- rendoglu, Ergun, Aslan, Yılmaz, Coşkun, Todori. Takım, Almanya’da Saanvellingen’le yaptığı maçı 3-0 aldı. Fransa’da Dinard Kermo- si’yi 3-2, Sélection de Bretagne takımını 3-0 yenen Bakırköy Voleybol Takımı, 25 gün süren turne sırasında Avrupa takımlarıyla 18 maç yaptı. 14 maçı kazandı, 3 maçta yenildi, birinde berabere kaldı.
Beyoğluspor Kulübü’nde küçük bir akşam ziyafeti. Ortada Valentin Holyavkin. Vakit 1940’lı yıllar. Valentin ve Alexandre Holyavkin kardeşler.
Voleybol hakemi Valentin (sağda) meslektaşıyla. Alexandre (sağ başta) ve Valentin’li Beyoğluspor takımı. Yüksek atlama şampiyonu Holyavkin madalyasını alıyor.
Alexandre Liakova’yla evli olan Valentin’in İvan ve Michel adlı iki oğlu, Zinaida adlı bir kızı vardı. Alexandre ve eşi Katherina’mn çocuğu olmamıştı. Spor karşılaşmalarında Holyavkin adı dillerden düşmüyordu; Valentin Holyavkin’in yüksek atlamada kırdığı Türkiye rekorlarım, Avrupa sahalarında şampiyonluğa götürdüğü Türk voleybol takımlarını ve hakemlik yaptığı sayısız uluslararası voleybol maçım anlatan gazete kupürleri aile arşivinde geniş bir yer tutuyor bugün. Alexandre ve Valentin Holyavkin’in biyografileri, Ergun Hiçyıimaz’ın “ 15. Yüzyıldan Günümüze Sporda Ünlüler Ansiklopedisi” nde de yer almak
tadır.Ve Beyoğlu Spor Kulübü’nün
duvarında bir zamanların ünlü voleybolcusu, atleti ve uluslararası hakemi Valentin Holyavkin’in büyük boy bir fotoğrafı vardır...
Boksör Kirpitİstanbul’a gelen Beyaz Ruslar’ın
tümü de eğlence sektörüne, sanata ya da ticarete adamamıştı kendini. Beyaz Rus sporcuların arasında Gheorghi Kirpichev adı öne çıkıyor. 1902 doğumlu olan Kirpichev 1920 yılında İstanbul’a geliyor ve 1922’den sonra basının dikkatini üzerine çekiyor. Ama Gheorghi Kirpichev olarak değil. Basın kendisini başka bir adla tanıyor:
Boksör Kirpit.Don Kazaklarından olan Kirpit,
Rusya’mn Novocherkask yöresinden. “ Boğaziçi’nde Ruslar” kitabının yazdığına göre, 14 yaşında at cambazlığındaki ustalığıyla ün salıyor, 16 yaşındaysa amatör güreş karşılaşmalarında belini kimse bükemiyor. Bolşevik devriminin neden olduğu göç dalgasına kapılarak İstanbul’a gelen Kirpit, 1920 ve1921 yıllarında boks çalışmaya başlıyor ve kısa zamanda spor çevrelerinin dikkatini çekiyor.
Belgelere göre, Boksör Kirpit1922 yılında Tank, Ahmet, Orhan ve Adil adlı rakiplerini “knouck out” ile yeniyor. 1923’de İstanbul’daki Fransız şampiyonu Maitre’i
onikinci raundda puan farkıyla yeniyor, Amerikan Deniz Kuvvetle- ri’nin şampiyonu Sipis’i ve Ingiliz- lerin şampiyonu Leoland’ı “knock out” ile ringe yapıştırıyor. O zamanki Türkiye şampiyonu Maz- lum’la sürekli çekişiyor, kimi zaman puanla yenilirken bir sonraki karşılaşmada yine puanla yeniyordu Orta sıklet olmasına karşın ağır siklette dövüşmekten hiç kaçınmıyor, bu karşılaşmaların çoğunu kazanıyordu. 1924 yılında Amerikalı şampiyon Harry Smith’le ringe çıkıyor, ağır sıklet olmasına karşın Smith’i dokuzuncu raundda “knouck o u f’la yeniyordu.
Boksör Kirpit’in antrenör Sabri Mayla’nın yetiştirdiği Süleyman
ÜÇ YIL SONRA NİŞANLA NDI: Yıl-1932. Bir Beyaz Rus ailesi birarada. Ailenin yetişkin delikanlısı, özenle taradığı saçlarıyla hemen farkediliyor. Delikanlının ismi bilinmiyor. Aynı delikanlı 1935 yılında çekilen soldaki fotoğrafta nişanlısıyla birlikte objektife bakıyor. Saçlar yine özenle taranmış. İstanbul’dan isimleri bilinmeyen çok Beyaz Rus geçti.
Nuri’yle karşılaşması basın sayfalarından günlerce düşmemiştir. Almanya’daki antrenmanlarından yeni gelen Süleyman Nuri’ye bir “ boks efsanesi” gözüyle bakılıyordu.
Sppr dünyasında ismi duyulan diğer bir Beyaz Rus da boksör Kirpit. 1920 yılında İstanbu l’a
gelen Kirpit önüne çıkan bütün rakiplerini
yenerek ününe ün kattı. Don K azak larından olan K irpit’in 1927
yılından sonraki yaşantısı hakkında bir
şey bilinmiyor.Yaşça büyük ve daha tecrübe
li olan Süleyman Nuri genç Kirpit’in karşısında bir raund dayanabildi. “Boğaziçi’nde Ruslar” , yüzbin- lerce seyircinin bu karşılaşmayı “ hayret ve hayranlıkla” izlediğini yazıyor. Kayıtlar Kirpit’in hiç “ knock out” ile yenilmediğini, karşılaşmalarının çok az bir bölümünü puanla kaybettiğini, neredeyse tümünü kazandığını belirtir.
1925 yılında da Kirpit, Macaristan şampiyonu Bella’yı “ knock © u fla yenmiştir.
Yalnız disiplini ve üstün tekniğiyle değil, sportmenlik anlayışı ve centilmenliğiyle de övgü alıyordu Kirpit. Devrin gazeteleri (Türkçe ve Fransızca ayrıca Rusların kendi yerel yayın organları) Kirpit’in kariyerinin birçok sporcuya örnek olabileceğini yazıyordu. Boksör Kirpit’in Türkiye şampiyonu Maz- lum’la çekişmesi, arada bir onu yenmesi, Türklerle Ruslar arasında bir sürtüşmeye neden olmamıştır; bu iki büyük boksör sık sık bi- raraya gelerek ve tartışarak boks sporunun Türkiye’de iyice yerleşmesi için önerilerde bulunmuşlar, basına bu konuda çeşitli demeçler vermişlerdir.
Türk boksu için eldiven giyen ve şampiyonluk katım Mazlum’la paylaşan Boksör K irp it’in 1927’den sonraki yaşantısı konusunda en ufak bir bilgi bulunamıyor bugün...
SÜRECEK
________________________________________________________GÜNEŞ11 Ağustos 1990 Cumartesi DİZİ YAZI 9
Bir dükkân, kapısındaki ‘îrinaBaydak: Abajurcu’ ibaresiyle geçmişe açılır Asmalımescit’te
Zaman Asmalımescit’te sallanıp donduB e y o ğ l u ’NDAİZ BIRAKANLARJak DELEON
rina Baydak, Asmalımescit 57’deki abajurcu dükkânında, 70 yılın anıları arasında. Camekânda şu sözler okunuyor: Bu mallar müşteri malı ve numunedir, satılmaz
1920 yılına kadar İstanbul’daki Amerikan Koleji’nde (Robert Kolej) Rus öğrenci yok gibiydi. 1863 yılında kurulan Robert Kolej’e 1920 yılında 61 Rus öğrenci kayıt
oldu. Bu öğrencilerin çoğu Mühendislik Bölümü’ndeydi. Tümü de Beyaz Rus göçmeni olduğu için, kendilerine Amerikan Öğrenci Dostları Derneği tarafından burs sağlanmıştı. 1920-1923 yılları arasında verilen bu burslardan parasız Beyaz Rus öğrenciler yararlanabilmişti. Aynı yıllar arasında 10 Beyaz Rus öğretim üyesi Kolej’de ders vermiş, bunlardan altısı ve ilk mezunlardan iki Rus öğrenci 1923 yılı sonlarında Amerika’ya gitmiştir.
30 yıldır Robert Kolej’de sekreter ve mütercim olarak çalışan Alexandre Çeprakof, 12 Ocak 1938 İstanbul doğumlu. Nüfus kağıdında 1934 yazıyor. Yakın çevresi kendisine "Shura” ya da “ Sasha” diyor. Babası Pyotr, Don Kazakla- n ’ndandı ve Beyaz Ordu’da yüzbaşıydı. Annesi Maria yaşamı boyunca Alexandra, Katerina ve Anna adlı üç kızıyla ilgilenmişti. 1904 yılında Ukrayna’nın Kharkhov kentinde doğmuştu Maria; yaşamı 1981’de İstanbul’da noktalandı. Pyotr, 1894 Stavropol, yani Kafkasya doğumluydu; 1971’de İstanbul’da yaşama veda etti. 1920 göçünde İstanbul’a gelenler arasında Pyotr ve Maria Cheprakof, ayrıca Pyotr’un kardeşi İvan ve kuzenleri İvan’la Vasil de vardı. 1936 yılında Türk uyruğuna geçerek adlarını Çeprakof olarak yazmaya başladılar.
Alexandra, annesinin Rusya’dan kaçışını şöyle anlatıyor:
“ 1919 yılıydı. Annem 15 yaşında, arkadaşlarıyla Kharkhov dışındaki kırlara pikniğe gitmişti. Dönüşlerinde Kharkhov'un Kızıl Ordu tarafından kuşatılmış olduğunu gördüler. O anda yollarını değiştirip Kırım’a gittiler; günlerce sürdü bu yolçuluk. Çok zor şartlar altında, gereğinde saklanarak ve geceleri yürüyerek vardılar Kırım'a. Altı ay kadar Kırım’da kaldıktan sonra bir İngiliz gemisiyle İstanbul'a geliyorlar. Annemin bütün ailesi Kharkhov’da kalıyor. Annemin arkadaşları balerindi, İstanbul'da sahneye çıkmaya başladılar; annem de giysilerini dikiyordu. Çok yetenekli bir terziydi annem ve geçimini öyle sağlamaya başlamıştı.
Bir yıl sonra, 1920’de, babam General-Baron Wrangel’le birlikte geldi İstanbul’a. Babamın bindiği gemide, gepıinin ve yolcuların İstanbul’daki mütareke kuvvetleri tarafından, mütareke genelkurmayı ve kordiplomatik arasında doğan gerginlik nedeniyle Kızıl Ordu’ya teslim edileceğine ilişkin bir söylenti dolaştı. Bu söylenti üzerine gemi İstanbul’da durmadı ve Gelibolu açıklarına demirledi. Babam ve amcam karaya ayak basarak yürümeye başladılar ve haftalar sonra İştanbul’a vardılar. Tüm yolu yürüdüklerini, hiçbir taşıta binmediklerini anlatırlardı ikisi de.
Babam İstanbul’da Rus Sefaretinde güvenlik görevlisi olarak ça
lışmaya başladı. Rus Sefiri Chari- kov’du o zaman. Devrim 1917’de olmuştu ama İstanbul’daki sefaret 1926 yılında Bolşevik’lere teslim edilmişti. 1926 yılında ayrılıyor Rus Sefaretinden babam ve aynı yıl annemle evleniyor. Elindeki parayla Boğaziçi sırtlarında bir arazi kiralıyor ve mandracılık yapmaya başlıyor. Böylece Robert Kolej’in ve çevresinin süt, krema, tereyağı ihtiyacını karşılıyor, 1952’ye kadar. O yıl İvan İvanovich Andria- nov ve Andrianov’un karısı Anna Lavrentia’yla birlikte bir şarküteri açıyor. Ayaspaşa’da, Park Otei- in tam karşısında. Son yıllarına kadar şarküteriyle uğraştı babam.
Son yıllarına kadar unutamadığı bir anısı vardı babamın: Babam ve amcam tngilizler ve İskoçlar’la boks maçları yaparlardı. Kazananın ödülü bir tekerlek “ kaşkaval” (Trakya’dan gelen kaşar) peyniriydi. Güçlü ve yapılı insanlar olan babam ve amcam bu boks maçlarını hep kazanırlardı...
Rumeli Hisan’nda doğdum ben. Çocukluğumun Hisar'ı yemyeşil ve sessiz bir Boğaziçi köyüydü. Son derece huzurlu ve temizdi. Rumeli H isarı İlkokulu’ndan sonra 1946’da Amerikan Kız Koleji’ne girdim ve 1954’te mezun oldum. 1960'da Robert Kolej’e sekreter olarak girdim, son yıllarda mütercim olarak çalışmaya başladım.”
Robert Kolej’de ders veren Beyaz Rus öğretim üyelerini anımsıyor Alexandra. En canlı anı, 1929-1971 yılları arasında Robert Kolej’de öğretmenlik yapan ve 1970’lerin sonlarında aramızdan ayrılan Alexander Nadolsky.
1895 Varşova doğumlu olan Alexander Nadolsky, 1911 yılında Orel’deki Bakhtin Askeri Lisesi’- ni, 1913’de Kiev Askeri Akademis in i, 1914 yılınca da Saint Petersburg Jimnastik Akademisi’ni bitiriyor. Rus İmparatorluk Süvari M uhafızlarında yüzbaşı rütbesiyle görev yaparken devrim gerçekleşiyor.
İstanbul’daki ilk işi, Harbiye’de- ki Rus Hastanesinde idare amirliği. Daha sonra o zamanki müdür Caleb Frank Gates’in önerisiyle Robert Kolej’e geçen ve İtalyan kökenli bir Rus olan Nikola Rationi’- nin yerine beden eğitimi öğretmeni tayin edilen Nadolsky’nin kılıç kullanmakta son derece hünerli olduğu, Rusya’da birçok düello kazandığı söylenir. Tüm Beyaz Rus subaylar gibi ‘VVrangel ordusu’yla İstanbul’a gelmiş ve burada Sefir Nikola Charikov’un kızı Alexand- ra’yla evlenmişti. Çocukları Nikola ve Tatiana da çok sonra aynı okulu bitirecekti.
İlk eşini 1934 yılında kaybeden Nadolsky, Hisarüstü’ndeki Amerikan Ortaokulu’nda Fransızca öğretmeni olan Jeanne Louise’le ikinci bir evlilik yapmıştı. Emekli olduktan sonra Paris’e gitmiş, sonra İstanbul’a dönmüş ve yaşamını Bebek’teki evinde noktalamıştı...
Rus öğrenciler arasında Andrei V ladim iroff’u, David Yevile- viteh’i, Dimitri Nakashidze’yi, Mikhail Boutourlinsky’yi, Arnold
Balinkin’i, Moise Vexler’i, Emmanuel Pavlo’yu, Pyotr Diakonov’u. Igor Gorunof’u, Dimitri Yakov- leff’i, Nikolai Artamanoff’u, Nikola Usov’u, Anna Usova’yi, Alexandra Charikov’u, Vitali Saro- kin’i, Boris Demberg’i, Sergei Se- menenko’yu, Plioushtch'u, Kope- liovitch’i, Mariettis’i, Alman asıllı Litvanya’lı olan Rheingard’ları, Koundory’leri ve diğerlerini anımsıyor Alexandra. Çoğunun mühendislik eğitimi gördüğünü ve bugün Amerika’da olduğunu söylüyor. Amerikan Kız Koleji’nde uzun yıllar telefon operatörlüğü yapan Irina İvanivna Lidiayeva’yı ve teknisyen babası tvan Lidiayeff’i anlatıyor. Amerikan Kız Koleji (American College for Girls) kuruluş yıllarında “ Constantinople Women’s College” olarak anılıyordu Ale- xandra’mn söylediğine göre. Ve Alexandra Çeprakof, Boğaziçi Üniversitesi Kültür Tarihi Müzesindeki odasında, dünün Robert Ko- lej’ine ilişkin anılarla başbaşa yaşıyor bugün...
Asmalımescit 57Asmalımescit 57.Fikret Adil’in Asmalımescit
74’ünden çok değişik bir adres. Kaldı ki Adil’in aslında 47’yi anlattığı, belli olmasın diye 74 yazdığı söylenir:
“ Macera peşinde vatanını bırakan, hudut dışına atılan, yaya dev- riâieme çıkan ecnebiler ve barlarda çalışan bütün artistler Asmalı- mescit’te otururlar. Dünyanın her köşesinden gelmiş, ekserisinin milliyetleri ancak pasaportlarında, eğer varsa, yazılı bu insanların etrafında, gene ecnebi, fakat en aşağı yirmi yıldır Asmalımescit’te yerleşmiş bir grup daha vardır. Bunlar artist acenteliği, tefecilik, pansiyonculuk ve tellâllıkla geçinirler, her lisanı konuşurlar, hiçbirisini okuyup yazamazlar. Türkçe imzalarını atmayı bilirler ve zabıtadan tanıdıkları çoktur. Marsilya’lı bir ‘souteneur’, Napoli’li bir ‘lazzaro- ne’, Şikago’lu bir ‘gangster’ kendini Asmalımescit’te yabancı saymaz.”
1930’ların Asmalımescit’ini böyle anlatıyor Fikret Adil.
Asmalımescit 57; İrina BaydaV- ın abajur dükkânı. Aslında yalnız abajur değil, tümüyle bir “ eski zaman” dükkânı bu. Kâğıttan, madenden, kumaştan, hasırdan, porselenden, buzlu camdan siperlikleri ve pirinç, bronz, ağaç ya da yontmataş ayaklarıyla abajurlar, binbir çeşit lamba (ama “ avant- garde” değil; bu dükkânda olmadık geometrik şekillere dökülmüş soğuk çelik, ruhsuz plastik ve kalıptan çıkmış “ pleksiglas” asla bulunmaz), 20. yüzyıl başlarının “ renkli resimli” beyaz porselen vazoları, işlemeli aplikler, bir demlerin insanlarının yağlıboya tablolardaki görünümleri ve 1935’ten günümüze bu dükkânı çalıştıran kişi var karşımızda: İrina Baydak.
1909 Kiev doğumlu olan İrina, Ghiorghi ve Katerina Baydak’m kızı. Rusya’nın en varlıklı ve soylu ailelerinden biri Baydak’lar; Ghiorghi Baydak tüm dünyayı gezmiş,
1917 devriminden sonra servetini kaybediyor. 1920’de İstanbul’a gelen Beyaz Rus göçmenlerden İrina ve ailesi. Devrin Rus Sefiri ve akrabaları Charikov, Baydak ailesinin Beyoğlu’na yerleşmesine yardımcı oluyor. Ghiorghi Baydak Amerikalıların göçmen çocukları için açtıkları ilkokulda ders verirken, görkemli ve ışıltılı bir geçmişi Beyoğlu’nda abajur yaparak noktalıyor İrina ve annesi Katerina...
Ve kendinden söz etmesini, hatta
Timchenko: Bugün 93 yaşında.
konuşmasını hiç sevmiyor irina Baydak. Konuştukça çocukluğunu anımsayarak acı çektiğini, yarım yüzyıllık Beyoğlu serüvenindeki en güzel anıların Pera Palas’a ilişkin olduğunu söylüyor. Bol ışıklı ve şık insanlı baloları anımsıyor. Bugünse pavyonların, gece kulüplerinin, işkembecilerin ve işportacıların arasında “ eski zaman” ı yaşıyor. Yaşantısının birkaç cilt dolduracak bir roman olduğunu ama anlatmak istemediğini de söylüyor.
Bu noktada paragraf açıp Tepe- başı’nı dikey olarak kesen Çatma- lımescit (Asmalımescit değil) mahallesinin Yunus Kaptan ve Altın Söğüt sokakları arasında Beyaz Rus’ların 1940’larda birçok şara- pevi açtığını ekleyelim.
İstiklâl Caddesi’yle Meşrutiyet Caddesi arasında uzanır Asmalı- mescit. Pera Palas’ın görkeminin Beyoğlu’na açıldığı yol sayılır. Bir zamanlar meyhaneleri ve dişçileriyle ünlüydü, şimdi yalnız meyhaneleriyle ünlü. Kesmetaş sokağın iki yanında belki bir mobilyacıya ya da kunduracıya rastlanılabilir. Bu eski sokağın antikacısı yoktur. Elit Pasta Salonu ve ressamların uğrağı Tuna Lokantası masallara geçmiştir. Asmalımescit Sokağındaki Yakup ve Refik meyhaneleri eski İstanbul’u düşleyen aydınlarla dolar her akşam. Fikret Adil’in artık çok uzaklarda kalmış sesi orta yerde yankılanır: “ Sabah saat altı. Beyoğlu caddesi sisli. Siyah yeldirmeli çingene kanlar arkalanndaki sepetlere kâğıt, kumaş parçaları toplayarak geçiyorlar. Koltuğunun altında keman kutusu, Papağan veya Ruf'ta sabaha kadar haltura yapmış bir çalgıcı, paltosunun kal
kık yakasına boynunu kısarak evine dönüyor. Geçen tramvaylann buğulu camlan, içindekileri ancak bir enkaz halinde gösteriyor.”
Asmalımescit 74’ü anlatıyor Fikret Adil. Ve İrina Baydak’ın Asma- lımescit 57’deki dükkânının (yarım yüzyıl önce küre şeklinde opalin abajurlar ve işlemeli bakırdan sigara kâğıdı inceliğinde lamba siperlikleri sergilenen) camekânında kimbilir kaç yıl önce yazılmış şu sözler okunuyor: "Bu mallar müşteri malı ve numunedir, satılmaz.
Timchenko: Çocukluk döneminde.
Bu numunelere veya verilecek modele göre sipariş kabul edilir.”
Ve cam kapının hemen yanında beyaz üstüne kırmızı harflerle üç sözcük:
“ İrina Baydak: Abajurcu” .Nikolai Timçenko ve
Prokofy SlitaNikolai Gheorghievich Timc
henko, 26 Nisan 1897 tarihinde Ukrayna’nın Kharkhov kentinde doğdu. Babası Gheorghi Timchenko, annesi Maria Kusterskaya’ydı. Çaykovsky’nin de okuduğu Saint Petersburg İmparatorluk Hukuk Okulu mezunu olan Nikolai Timchenko, Çar Nikola’nın ordusunda üsteğmen rütbesiyle görev yapmıştı. 1920 yılında İstanbul’a geldi. Soylu ailesinin yıkılışı, parçalanan düzen ve zorunlu göç anıları bugün İstanbul’da yaşayan en yaşlı Beyaz Rus’un hatırlamak istemediği anlar. Feodosia limanından bir yük gemisiyle İstanbul’a vardığında 23 yaşındaydı. 1920-1926 yılları arasında şoförlük dahil birçok işe girip çıktığını anlatıyor. Fransızca ve Almanca’yı çok iyi bildiği için mektupla öğrenim yoluyla Paris’teki “ Institut Normal Electrotech- nique” ten elektrik mühendisliği diploması alıyor. 1934 yılında Elektrik Mühendisleri Odası’na kayıt olan Timchenko (kayıt no: 207), aynı yıl Türk Anonim Elektrik Şirketi’ne girdi. Metro Han, Tünel Meydanı, Beyoğlu adresindeki şirkette bir yıl çalıştı. Hatırladığı kadarıyla, şirketin Péra 692 olan telefon numarası, sonradan 44800 olarak değişmişti.
1935-1941 yılları arasında Siemens şirketinin İstanbul temsilciliğini yaptı Nikolai Timchenko.
1936 yılında Türk uyruğuna geçerek soyadını Timçenko olarak yazmaya başladı. Temsilcilik “ Alman Harbi” nedeniyle kapatılınca, 1949 yılına kadar proje mühendisi ve danışman olarak serbest çalıştı. 1949’da “ Mühendis Nikolai Tim
çenko ve Mühendis Miltiades Kur- tesoğlu Kollektif Şirketi” kuruldu. Fransız ve Alman firmaların temsilciliklerini yapan şirketten 1977 yılında ayrıldı Nikolai Timçenko ve Simtat Anonim Şirketi’ne girdi.93 yaşına karşın son derece enerjik bir yapıya sahip olan Tiraçen- ko, bugün Simtat’ın yönetim kurulu üyesi. Simtat, elektronik aygıtlar üreten en büyük kuruluşlardan biri olan Alman Klöckner- Moeller şirketinin Türkiye temsilcisi.
1963’ten günümüze (Beyaz Rus’ların 1954 yılında kurduğu) P.A.E. Fukaraperver Derneği’nin Yönetim Kurulu Başkanı olan Nikolai Timçenko iki evlilik yapmış. Bu konuda şunları anlatıyor:
“ tik eşim Olga Durakovskaya’- nın ve o zamanlar kundakta olan kızım Tatiana’nın izini Bolşevik devrimi sırasında kaybettim. Büyük bir karmaşa yaşanıyordu ve yüzbinlerce insan canını kurtarmak için uğraşıyordu. İkinci eşim Lena Leyla Tarakçı’yla İstanbul’da tanıştım ve 1969 ydında evlendik. Le- na’nın babası 1920’lerin başlarında Rusya'ya giden Trabzon’lu pastacı Yunus Tarakçı. Annesi Ukray- na’lı Praskovia Shevanova. Yalta’- da evlendiler, Lena 1925 yılında orada doğdu ve 2. Dünya Savaşı’n- dan hemen önce Türkiye’ye döndüler.
Kızım Tatiana’dan çok uzun yıllar sonra haber alabildim, sonra da Rusya’ya gidip kendisiyle görüştüm. Mühendislik profesörü olmuş ve üniversitede ders vermiş. Şimdi emekli ve Ufa kentinde yaşıyor. 70 yaşlarında olmalı.”
Yine P.A.E. Fukaraperver Derneği’nin kurucularından olan Osman Nuri Silita'nın kızı İrina Al- ganer, babası konusunda şu bilgileri veriyor:
“ Babamın adı Prokofy Evstafi- yevich Slita’ydı. Sonradan adını Osman Nuri Silita olarak değiştirdi. 1896 yılında Kuzey Kafkasya’nın Mozolok yöresinde doğan babam, 1920’de Wrangel’in Gönüllüler Ordusu’yla birlikte İstanbul’a gelmişti. Odessa limanından gemilerle gelmişlerdi. İstanbul o zamanlar işgal altındaydı ve babamı Gelibolu'daki Mülteci Kampı’na göndermişlerdi. Babam Prokofy bir yolunu bulup kampın İngiliz kumandanına çıkış belgesini imzalattı ve gizlice İstanbul’a geldi. İlk işi Tarabya’da balıkçılıktı; birçok Beyaz Rus Boğaz kıyılarında balıkçılık yapıyordu. Sonra Galata’daki bir lokantada garson olarak çalıştı. Bu arada Türkçe öğrenmeye başlamıştı. Kısa süre geçince, Beyoğlu’nda bir Rum bakkalın deposunda Rus votkası imal ederek satmaya başladı. Ardından Büyüka- da’daki Yörükali ve Florya plajlarının işletmeciliğini üstlendi. Kuze
nim Gheorghi (Jorj) Olhovik ona yardım ediyordu. Florya’daki plaja gelen Atatürk, Olhovik’le bir süre sohbet etmiş, kuzenim de çok heyecanlanmıştı.
Teyzem Domnikya ve eşi Don Kazakları’ndan Ataman Olhovik, yine 1920 göçünde İstanbul’a gelenlerdendi. Ataman Olhovik, Kazak’ların liderlerindendi; Krasnodar yöresinde doğmuş, kurtuluşuysa Odessa üzerinden İstanbul’a kaçmakta bulmuştu. İstanbul’da teyzem Amerikan Kralhaçı için nakış işliyor, o zamanlar 18 yaşında olan annem Elena Arhipovna da bir çamaşırhanede çalışıyordu. Daha sonra Prokofy Evstafiyevich’- le tanıştı annem ve 1929 yılında evlendiler.
Babam bu arada inşaat müteahhitliği üstüne kurslar görmeye başlamıştı. Sonraları İstanbul Havagazı ve Elektrik ve Teşebbüsat-ı Sınaiye Türk Anonim Şirketi’nde çalıştı; Terkos elektrik hava hattı direklerini dikti, Yedikule ve Kur- bağlıdere gazhanelerinin inşaatlarını yaptı. 1941 ydında, Devlet Hava Yolları Umum Müdürlüğü tarafından Elazığ’da inşa edilmesi tasarlanan hava alanının beton kaplamasını yaptı. Daha sonra da Tuzla içmelerini işletti, Mumhane Caddesi’ndeki Saint Andrea Ma- nastın’nın altında bir manganez öğütme atölyesi açtı.
1954 yılında kurulan P.A.E. Fukaraperver Derneği’nin ilk yönetim kunılundaydı babam. Mumhane’- deki dernek, yoksul Beyaz Rusla- ra destek oluyordu. Manastırdaki küçük odalarda her yıl Noel ağacı kurulur, çocuklar temsiller ve kısa resitaller verirlerdi. Sonraları büyük lokellerde konserler, çaylar ve balolar gerçekleştirildi. Babam yaşamının son ydlarını bu demeğin çalışmalarına adamıştı. 1987’de aramızdan ayrıldı...”
Bir zamanlar İstanbul’da bulunan “ Türkiye’de Rus Mültecilerine Muavenet ve Müzaheret Teşkilâtı” , 10 Mart 1930 tarihinde Sli- ta’yla bir “ şehadetname” vermişti. Rusça, Fransızca ve Türkçe olarak düzenlenen bu belgede şu sözler yer alıyordu: “ tş bu şehadetname hamili 34 yaşında Prokofy Evs- tafiyevich Slita, Rus tebaasından- dır. Bu şehadetname her hal ve hususta lâzım gelen makamata ibraz olunmak üzere ita olunmuştur.” Belgenin sağ alt köşesinde “ Teşkilât Reisi” Gheorghi Nenarokove- of’un imzası, sol alt köşesinde mühür bulunmaktadır. 6056 numaralı “ şehadetnamc” nin veriliş nedeni “ kuyudattaki kayıt” (resmî deftene kayıt) olarak gösterilmektedir...
Sözlerini şöyle noktalıyor İrina Alganer:
“ Türk ulusunun konukseverliği ve hoşgörüsü olmasaydı, aralarında babamla annemin de bulunduğu onca Beyaz Rus İstanbul'a gelip yerleşemezdi. Beyaz Rus’lar bu konukseverliğin karşılığını her zaman çok çalışarak ödemişlerdir...”
SürecekP.A.E.Fukaraperver Derncği'nin kuruculanndan Osman Nuri Silita’nın, Prokofy Evstafiyevich Slita adını taşıdığı gençlik günlerinden kalma bir fotoğraf. Osman Nuri Silita 1987 yılında öldü.
_______________________________________________________GÜNEŞ12 Ağustos 1990 Pazar
RoseProf.Dr. Zafer Toprak, Rus ka
dınların doğurduğu sorunlara ilişkin şu açıklamalarda bulunuyor:
“ Beyaz Rus dilberler Galata ve Beyoglu’ndaki kahvehanelerde tombalacılık yapıyorlar, hovarda erkeklerin böylece ceplerini boşaltıyorlardı. İstanbul Milli Tiirk Ticaret Derneği Başkanı Ahmet Hamdi (Başar), 1921 yılında Tombalacılarla Mücadele Derneği’ni kurmuş, kahvehanelerde konferanslar vermiş ve tombalacdığın ortadan kalkmasında etkili olmuştur. Türk erkeklerin Rus kadınlara yoğun ilgi göstermesinin sonucunda, Asri Kadınlar Cemiyeti gibi kuruluşlar 1922 yüında bir basın toplantısı düzenleyerek Beyaz Rus kadınların, “ahlâka mugayyir” davranışları nedeniyle sınırdışı edilmelerini istediler. Bunun üzerine Vakit gazetesi bir anket düzenledi ve Celâl Sahir, Hüseyin Rahmi, Hüseyin Cahit gibi ünlü imzaların görüşünü aldı. Sonuç ilginç: Anket noktalandığında Rus kadınların suçsuz olduğu, erkeklerin ‘n e f s i hakimiyyet’ konusunda daha dikkatli olmaları gerektiği düşüncesi ortaya çıkıyordu...
Odessa ve Sebastopol’dan İstanbul’a gelen Beyaz Rus kadınların yaşantısını aynntdı olarak anlatan bir roman da yazıldı. Fransız gazeteci Paul Herigaut tarafından 1920’lerin başlarında yazılan ‘Aci- de Russique’ (Rus Asidi) adlı bir roman, önce Paris’te ‘Oeuvres Libres' gazetesinde tefrika edildi. 1926 yılında ‘Rus Ateşi’ adı altında Ahmet İhsan (Tokgöz) tarafından Türkçe’ye çevrildi ve eski yazıyla yayımlandı. Kitaplaşmadan önce de Servet-i FUnun gazetesinde tefrika edilmişti. 121 sayfa olan kitap, 1931 yüında (yine Ahmet İh- san’m çevirisiyle) bu kez ‘Bir Ha- raşo: İstanbul’un İşgal Zamanında Bir Siyasi Facia’ başlığıyla yeni Türkçe olarak yayımlandı. Roman, o zamanın İstanbul’unda yaşayan Beyaz Rus kadınların serüvenlerini renkli bir dille anlatmaktadır...”
Kapısında siyah kasketli, gümüş hançerli Kazak’ların beklediği ve sahnesinde beyaz kürklere sarınmış kadınların “evvel zaman raksı” icra ettiği “ Odessa Serkli” adı verilen gece kulübünde rastlar Beyaz Rus Luba’ya Fransız genci Pierre. Bir aşk öyküsüdür bu roman. “Şiir ve hayal” kadar güzeldir Luba. Ve bir Beyoğlu gecesinde Pierre’e şunları söyler: “ Şiir ve hayal burada yok!”
Sandalların Bebek koyuna akıntıyla yaklaştığı, tekerleklerin taş parke kaldırım üstünde ötüşünden Galata’ya yaklaşıldığının anlaşıldığı, Parizyen’in önündeki “ oto” la- rın sayısının sabaha kadar devam edecek baloları ifade ettiği, gözleri “ ispirtoyla” parlayan Beyaz Rus kadınların Beyoğlu’nun daha önce hiç tanık olmadığı bir yaşam tarzını simgelediği zamanlardır onlar...
Ahmet Rasim, “Fuhş-i Atik” kitabında bir Kuledibi meyhanesin- de.rastgeldiği Evangeliki adlı kadını şöyle anlatır:
“ Daha iki üç adım atar atmaz iç taraftan uzun boylu, gür siyah saçları büklüm büklüm, dalga dalga omuzlarına dökülmüş, bir kısmı halkalar şeklinde kara kaşlarını yarı örtmüş, iri bir çift kara göz, şahane dedikleri bakışlar, sık, uzun kirpikler, bütün güzellik olmak üzere yaratılmış gibi görünen bu simada derin incizaplar uyandırarak burun, ağız, dudak, çenelerle beraber kadınlarımızın bir karış dedikleri kâfuru bir gerdan üzerine oynar oynar istinad etmiş, lâtif bir baş vücuda gelmiş, göğüs ibditala- nndan ayaklanna kadar örten koyu mor renkli kadife bir ruba, raks ve inhinaya müstaid bir yâl-ü-bâl olmuş! O ne tebessüm! O ne lâtif çukurlar! Neredesin ey eski şair! Durma gel, aç sineni, işte gamze, işte'müjgân, işte tigi ebru, işte tiri nigâh, vursun seni!”
Kuşkusuz Beyaz Rus değildir Evangeliki ama Ahmet Rasim’in tarifi (üstadın orta yaşında Grand Rue de Pera’ya düşen ve yine üstadın son demlerinde tekmil Be- yoğlu’nu birbirine katan) “ hara- şo’Tann İstanbul hovardaları üzerindeki etkisine de “ tercüman” olmaktadır. Aradaki ayırım, Rus kadınlarının saçlarının siyah değil sarı, gözlerinin kara değil mavi olmasında yatıyordu yalnızca. “ Fuhş-i Atîk” in ilk baskısı 1924 yılında, İkincisi İskit Yayını külliyatı için 1958’de İstanbul Matbaası’nda, sonraki Arba Yayınları tarafından 1987 tarihinde yapılmıştır...
Beyaz Rus’ların İstanbul’daki gece hayatını anlatan “ Natacha” (“ Natasha” değil) adlı roman, Roube-Jansky tarafından yazılmış ve Beyhan Solmaz’ın çevirisiyle dilimize aktarılmış (Habora Kitapevi, 1966). “Yüzü sigara paketlerini süsleyecek kadar güzel" olan Natacha’mn maceralarını dile getiren kitapta, bir zamanların “ Rose Noir” (Roz Nuar, Siyah Gül ya da Kara Gül) gece kulübü ayrıntılarıyla gözler önüne seriliyor:
“ Kara Gül’’de daha çok geceleri hayat vardı. Hirschfeld burasını 1919’da Rus vatandaşlarıyla beraber İstanbul’a göç ettiği zaman açmıştı. Bu restoranın kışlık kısmı Beyoğlu’nda, yazlık kısmı ise Bebek’teydi. Burası en şık yerlerden birisi sayılır ve her milletten insan gelirdi. Ondan örnek alarak başka
Noir’da ayak kongresiBEYOĞLU’NDA İZ BIRAKANLARJak DELEON
Roube Jansky tarafından yazılan Natacha adlı romanda bir zamanların gece kulübü Rose Noir bütün detaylarıyla anlatılır. Fakir halkın, Boğaz’da bir yazlığı bulunan Rose Noir’da dans eden değişik milletlerden güzel kadınların,
yakışıklı erkekleri seyretmesi tasvir edilir. Jansky, müziğe uygun olarak sürdürülen hareketleri enternasyonal ayak
kongresi olarak tanımlar.
Rose Noir gece kulübünde Balalayka orkestrası müşterilere neşeli dakikalar geçirtiyor. Vakit 1975 demleri. Her şey aslına ve özüne uygun.
Galata’daki manastırda çekilmiş bir fotoğraf. Beyaz Rus keşiş eşi ve üç ço- 24 Ekim 1920 tarihinde objektife poz veren bu kişi hakkında bilinen tek şey, cuğuyla. Vakit 1932 yılının ilk günleri. İstanbul’a ilk gelen Beyaz Ruslar’dan biri olduğu.
ları da diğer kulüpleri açmıştı: Maksim, Moskovit, Parisienne... Aslında, iyi ailelere mensup olup ihtilâlle fakir düşmüş ve aralarında birkaç kontes ve prensesin de bulunduğu bu kadınlar, ellerinde tepsilerle dolaşmazlardı... Şık gece elbiseleri giyen, müşterileri nezaketle evinde kabul eden bir ev sahibesi gibi karşılar, arzu edenleri, eskiden subay olan beyaz smokinli garsonlara söyler ve masalara oturmak lütfunda bulunurlardı. İstedikleri ve özellikle portföyünün şişkin olduğunu anladıklanyla dan- sederlerdi. Kara Gül’ün yazhğı Bo- ğaz’daydı ve açık havada ortadan bir yolla ayrılan iki dans pisti vardı. Etrafını çeviren tahta perdelerin arkasında fakir halk toplanır ve mutlu zenginlerin, cennette bulunabilecek kadar güzel kadınlarla orkestra müziğinde yemek yeyip, dans etmelerini seyrederlerdi. Altında renkli ışıklar yanan, kare bir pistin üzerinde İngiliz, İspanyol, Fransız, Rum, Alman, Ermeni, Musevi, Suriyeli, Bulgar, Amerikalı, PolonyalI ve Rus ayaklar müziğe uyarak hareket ederlerdi. Bu, en ender görülen enternasyonal ayak kongresiydi.
Beyaz örtülü dar masalarda gümüşler, kristaller, gümüş kovalar içinde altın ağızlı şişeler parlardı. Etraftaki lâle biçimi alçak lâmbaların hafif ışığında görülen başlar ışıklı çiçeklere benziyordu.
Denizde kürek sesi, bir kayığın gelişini haber verdiği zaman, etraftaki halk tahta merdivenlerden çıkarak geleni görmek için başlarını uzatırlardı. Cadde etrafındaki kapının önünde lüks arabalar durur, içinden çevresine parfüm saçan, inanılmayacak kadar güzel ve hoş olan bir çok kadın inerdi...”
“ Rose Noir” gibi irili ufaklı birçok gece kulübü işletmişti Beyaz Rus’lar. Tümü de 20. yüzyılın ortalarında tarihe karışırken, bir bölümüne o zamanları yaşayan kişiler tarafından yazılmış romanların solmuş sayfalarında rastlamak mümkün bugün...
Pangaltı daki Rus Kilisesi
Anılarında, İstanbul’daki Rus lokantalarının bir zamanlar (başta “ borse” olmak üzere) “ botvin- yi” , “brinehoba” , “ chalop” , "gryshanka” , “kholudnik” , “ok- roshki” , “ pieva” , “ solyanki” , “ syrbushka” , “ukha” , “ vosna- pur", “pokhlebki” , “ rassolniki” , “ zhur” , “ zama” , “ shecha- mandy” , “ syudlu-syln” adlı çok değişik çorbalar sunduğunu yazan büyük yengem Natasha Deleon, dünyaca ünlü “borseh” çorbasının öyle sanıldığı gibi “ standart” bir tarifin ürünü olmadığını söyler. Natasha’ya göre, tam üç çeşittir bu popüler çorba: “Ukrayna borseh” , “ Kiev borseh” ve “ Litvanya borseh” . Bunlardan en yaygını ve sevileni “ Ukrayna borsch” tur. İstanbul’a gelen ilk Beyaz Rus’lardan olan Natasha’nın 50 yıl önce kaleme aldığı “Ukrayna borseh” tarifi aynen şöyle:
Malzeme: 1 büyük pancar kökü,
25 gram füme “ bacon” (domuz pastırması) yağı, 2 çay kaşığı toz şeker, 2 domates, 2 soğan, 1 havuç, 1 kereviz, 25 gram tere yağ, 4 patates, 1/4 baş beyaz lahana, 500 gram sığır eti ve kemikten elde edilmiş 3 litre et suyu, 1 çay kaşığı sirke, 3 defne yaprağı, 6 siyah (çekil- memiş/dövülmemiş) biber, 1 çay kaşığı doğranmış maydanoz, 5 diş sarımsak, 125 mililitre ekşi krema.
Tarif: "Bacon” yağının bir bölümü eritilir, pancar kökü (toz şeker ve domates püresiyle birlikte) bu yağda hafif ateşte kaynatılır. İnce doğranmış soğanlar, havuç ve kereviz, tereyağının yarısıyla tavada az kızartılır. Patates ve lahana et suyunda 15 dakika kaynatılır, sonra pancar köklü karışım ve tavada kızartılmış sebzeler eklenir, 10 dakika daha kaynatılır. Geriye kalan tereyağ, sirke, defne yaprakları ve biber çorbaya katılır. Tüm
karışım 5-8 dakika arası pişirilir. Maydanoz ve sarmısak, “ bacon” yağının arta kalanında dövülerek çorbaya eklenir. Çorba 2 dakika daha pişirilir. Sonra üstüne ekşi krema ilâve edilir ve servis yapılır...
Beyaz Rus’ların eğlence anlayışıyla şenlenen Beyoğlu’nu, Cadde-i Kebir’in ön ve arka yakasını saran ve bugün yalnızca adları kalmış Rus lokantalarını, gece kulüplerini, barlarını, gazinolarını düşündükçe, o günleri yaşayan insanların anıları ve günlükleri büyük önem kazanıyor. Beyaz Rus’ların İstanbul serüvenine ışık tutacak anı-yazıların bir gün ortaya çıkması, İstanbul kentinin tarihindeki belli bir zaman dilimini aydınlatacaktır...
Sürecek
_______________________________________________________GÜNEŞ13 Ağustos 1990 Pazartesi DİZİ YAZI 9
Adı Olga. Balerin ve votkayı seviyor. Beyaz Ruslar’dan tek farkı Budapeşte’de doğmuş olması; o da önemsiz bir ayrıntı
Rus olmayan bir beyaz balerinKısaca “ P.A.E. Fukaraperver
Derneği” olarak bilinen “ İstanbul Aya Pandeleimon, Aya Andrea, Aya Elia Ortodoks Kiliseleri Cemaati Fukaraperver Cemiyeti” , 1954 yılında 130 üyeyle kuruldu. Cemaat üyeleri tarafından Fransızca çevirisiyle “ Union des Paroissiens des Eglises Saint Pandeleimon, Saint Andrea, Saint Elia” şeklinde anılıyordu. Kuruluş adresi Galata, Mumhane Caddesi, Hoca Tahsin Sokak, No: 27/79 olarak belirlenmişti. Verilen adres, Aya Pandeleimon kilisesinin “ daire-i m ahsusa’’sıydı. “ AnaNizamnamesi” 10 Mart 1954 tarihli Ekonomi gazetesinde yayımlanan Cemiyet’in adı, 1973 yılında “ P.A.E. Fukaraperver Derneği” olarak değiştirildi. Bugün Galata, Mumhane Caddesi, No: 63, Daire 33 adresinde bulunan derneğin 56 üyesi var. “ P.A .E.” , Pandeleimon, Andrea ve Elia adlarının ilk harfleri...
Kurulduğunda üyelerinden en az 250 kuruş, en çok 20 lira “ kaydiye” ve ayda en az 250 kuruş, en çok 10 lira “ aidat” alan Cemiyet’in ilk yönetim kurulu şu kişilerden oluşuyordu:
1 . T.C. tabasından Mihail oğlu Aleksandr Nasonof. (Emlâk sahibi). Beyoğlu, Balo Sokak 14/6’da mukim.
2. T.C. tabasından Vikenti oğlu Pavel Gavel. (ABR Türk Ticaret Ltd. Ortaklığı Kâtibi, Galata Merkez Han). Beyoğlu, Firuzağa, Defterdar Yokuşu, Nur Apt. 106/2’de mukim.
3. Konstantin oğlu Nikola Pe- rof, T.C. tabasından. (Şehir Tiyatrosu Paş Ressamı - Tepebaşı). Göztepe, Uzunçayır Sokak, No: l ’de mukim.
4. Osman oğlu Nuri Sirita, T.C. tabasından. (İnşaat Müteahhidi). Beyoğlu, Sıraselviler, Liva Sokak 72’de mukim.
5. T.C. tabasından Mihail oğlu Madvey Bürükov. (Tüccar). Beyoğlu, Hamalbaşı, No: 22/1’de mukim.
6. T.C. tabasından Sapo oğlu Tasultan Eruraz (Tekaüt). Beyoğlu, Hamalbaşı, No: 22/1’de mukim.- 10 Mart 1954 tarihli Ekonomi gazetesinde yayımlanan bu yönetim kurulu konusunda birkaç düzeltme yapmak gerek: Aynı zamanda İdare Heyeti Reisi olan Aleksandr Nasonof, Küçüksu Pla- jı’nın işletmecisiydi. Nuri Slita’nın soyadı yanlışlıkla Sirita olarak yazılmıştı. Nuri Slittr’nm gerçek adı Prokofy Evstafiyeviç Slita’ydı; sonradan adını Nuri olarak değiştirmişti.
P.A.E. Fukaraperver Derneği’- nin bugünkü yönetim kurulunda şu kişiler bulunmaktadır:
1. Nikolai Timçenko (Yönetim Kurulu Başkanı, Elektrik Mühendisi, emekli).
2. Aleksandr Simuhin (İnşaat Yüksek Mühendisi, Türkiye Emlâk Kredi Bankası’ndan emekli).
3. Leonid Senkopopowsky (Sinema Operatörü, Fransız Kültür Merkezi’nden emekli).
4. Vera Pakker (Kimyager).5. Nikolay Usov (emekli).Dikkat edilmesi gereken bir nok
ta, dernek bünyesinde adların Rusça ya da Fransızca yazım karşılıklarıyla değil, Türkçe okunduğu gibi yazıldığıdır. İstanbul’a ilk gelen Beyaz Rus’lar özellikle Fransızca, hatta İngilizce yazılışları tercih ederken (Alexandre, Alexander), sonraki kuşaklar adlarını çoğunlukla Türkçe yazmaktadır (Aleksandr). 1936 yılında Türk uyruğuna geçen Beyaz Rus’ların çoğu adlarını Türkçe okunduğu gibi yaz- mayı^tercih etmektedir bugün.
P.À.E. Fukaraperver Derneği konusunda yönetim kurulu üyesi Aleksandr Simuhin’den ayrıntılı bilgi aldım. 1915 İstanbul doğumlu olan Simuhin’in babası Stefan, Rus Sefareti’nde kâhyaydı. Rus sefareti 1837 yılında Fossati kardeşler tarafından . tasarımlanmış«. Fossati’ler uzun yıllar boyunca Çar Nikola’nın özel mimarlığını yapmış, yine Nikola tarafından İstanbul’a Rus Sefareti’ni yapmak için gönderilmişlerdi. Bu Pera binasının odalarında eşi Sofia ve oğlu Aleksandr’la mütevazı bir yaşam süren Stefan, 1917 devriminden bir süre sonra boşaltılan Sefaret’- te ailesiyle yalnız kalmış, Rusya’daki yeni rejimin temsilcileri İstanbul’a geldiğinde anahtarları kendilerine teslim etmiştir. Aleksandr Si- muhin, derneğin tarihini şöyle anlatır:
“ Demeğin içinde bulunduğu manastır binaları Aynaroz’a bağlıydı bir zamanlar. 19. yüzyıl sonlarında inşa edilmişlerdi. Ayna- roz’dan gelen keşişler burada konaklar ve Kudüs’e doğru yollarına devam ederlerdi. Manastırlarda sürekli yaşayan keşişler de vardı. Şunu da eklemek gerek: Rus insanının Tanrı’ya inancı tamdı bir zamanlar. Kudüs olduğu kadar, Ay- naroz da kutsal sayılırdı. Kırım’dan gelen vapurlar İstanbul'da durur, Ortodoks hacı adayları Kudüs’e ya da Aynaroz’a devam etmeden önce bu manastırlarda birkaç gün dinlenirlerdi.
BEYOĞLU’NDA İ z BIRAKANLARJak DELEON
O lga N uray O lcay k o n u şu y o r, ö lü m ü n gölgesin in hen ü z yüzüne v u rm ad ığ ı 1983 k ışında: “ B iliyor m u su n u z , B u d ap eş te ’den b ir ay lığ ına
gelm iştim İs ta n b u l’a . O b ir ay , 30 y ıld ır ta m a m lan m ad ı, H a la b u rad ay ım ve b u ra d a k a lacağ ım . 1979 yılının M ayıs ay ın d a
öğrencilerim le b irlik te 25 ’inci san a t yılım ı k u tla d ım .” Bale eğ itm eni ve k o reo g ra f O lga N u ray O lcay ’ı 7 yıl önce k a y b e tt ik .
Beyaz Ruslar’ın daha sonra kuracağı P.A.E. Fukaraperver Derneği önünde çekilmiş bir fo toğraf. İstanbul 1930. Dernek 24 yıl sonra kurulacak.
Bale öğretmeni ve koreograf Olga Nuray Olcay her kuşaktan öğrencileriyle. Vakit 1970 demleri.
Olga Olcay, Ayça Ergenekon’la. Bir bale resitali hatırası. Aleksandr Simuhin P.A.E. Fukaraperver Derneği yararına gerçekleştirilen eğlencede Noel Baba kılığında.Manastırlarla kiliseler içiçeydi, aynı duvarların arasındaydı. 1. Dünya Savaşı’nda kapanmadı burası. Bolşevik devrimi gerçekleşip Beyaz Ordu hüsrana uğratıldığında İstanbul’a 100 binlerce göçmen geldi. Manastırın bulunduğu Galata rıhtımı, Tophane ve Karaköy her yaşta Rus göçmeniyle kaynıyordu sanki. Manastırın küçük odalarında 20-30 kişinin barındığı olurdu. Yine de her Pazar günü ve bayramlarda mutlaka ayin yapdır, dua edilirdi.
Göçmenlerin bir bölümü bir süre sonra Bulgaristan, Yugoslavya, Fransa, Arjantin, Amerika ve Ka- nada’ya gitti. 1922 yılında Bulgaristan’a 3 bin Yugoslavya’ya 500, Amerika’ya 1500 Beyaz Rus gitmişti. Kanada hükümeti 5 bin göçmeni kabul etmişti. Kanada vatandaşlığına kabul edilen erkeklerin çoğu tarım ve ormancılık alanında çalışacak, bir bölümü de çiftçilik yapacaktı. Kadınlara yiyecek ve içecek sektöründe iş bulunacağı söylenmişti. Yol parasını Kanada hükümeti ödeyecekti. Kayıtlarımız arasında Çekoslovakya’nın 3 bin Kazak’ı çiftçi, 600 genci de Üniversite öğrenci», tarak kabul ettiğini belirten notlar bulunuyor. Kalan Beyaz Rus’lar Türk uyruğuna geçtiler; 1936 yılındaydı yanlış hatırlamıyorsam. İşini kurabilenler olduğu kadar yoksullar da vardı Be
yaz Rus’ların arasında. Bu kişilere yardım amacıyla bir fon oluşturuldu. Bu arada keşişler de gitmiş, Aynaroz’daki Ortodoks kilisesinin vekâleti alınmış, manastırların odaları yoksullara barınak ve aş sağlamak amacıyla kullanılmaya başlanmıştı. 1954 yılında, Aya Pandeleimon, Aya Andrea ve Aya Elia kiliselerinin yöneticilerinin aldığı bir kararla ‘İstanbul Aya Pandeleimon, Aya Andrea, Aya Elia Ortodoks Kiliseleri Cemaati Fukaraperver Cemiyeti’ kuruldu. Cemiyet, 1973 yılından sonra ‘P.A.E. Fukaraperver Derneği’ adı altında varlığım sürdürmeye devam etti.”
1921 yılında İstanbul’daki Rus Ortodoks Kilisesi’nin başında Başpiskopos Kishinevsky ve Başpiskopos Anastasy Hotiinsky bulunuyordu. Göçmenler İstanbul’a akın ettiğinde yalnız manastırların değil, Harbiye’deki Rus Hastanesi’nin de kapılarının açılmasını emretmişlerdi. Bu mekânlar yetmeyince, İstanbul’daki 17 Rus kilisesinin odalarının tümü konukevine tahvil olmuştu. Rum Patrikhanesi’nin Başkanı Kayseri’li Nikola, Heybeli adasındaki Ruhban Okulu’nun binalarını Beyaz Rus’lara tahsis etmişti. Patrikhane Sekreteri Papa- yano ve Piskopos Foti, göçmenlere fon oluşturmak için Rum cemaati kapsamında bir kampanya başlatmışlardı. Bulgaristan’ın Filibe
kentindeki Marazli Rus Hastanesinden ve yine Filibe’deki Askeri Kulüp Rus Hastanesi’nden seyrek de olsa maddi yardım geliyordu. Yine de dernek oluşana kadar Beyaz Rus’ları tümüyle sahiplenen çıkmamıştı.
Aleksandr Simuhin’in anlattıklarından, dernek yararına 1950 sonlarında ve özellikle 1960’larda, Union Française ve Casa d ’İtalia salonlarında, ayrıca Kervansaray lokalinde birçok balo, çay ve “ danslı suare” verildiğini biliyoruz.
19 Şubat 1956’da Casa d’İtalia salonlarında yapılan genel kurul toplantısında, İstanbul’da yaşayan ve derneğe sürekli maddi yardımda bulunan Markiz de Saint Sei- ne’e bir şükran mektubu yazılmasına karar verilmiş. “ Saygıdeğer Markiz, lütufkâr Ekselans” sözleriyle başlayan mektup, Markiz’in Beyaz Ruslara olan ilgisinin her zaman sürmesi dileğiyle noktalanıyor.
20 Nisan 1963 tarihinde Union Française’de gerçekleştirilen baloda 15 şişe “ muhtelif marka” viskinin tüketildiğini N.Perov imzalı bir yazıdan öğreniyoruz. 18 Nisan 1964’de yine Union Française’de bir balo yapılmış.
Aslında çoğu balolar Union Française salonlarında yer alıyor. 23 Nisan 1966’daki “ danslı suare” ,
8 Nisan 1967 tarihindeki balo ve 27 Nisan 1968’deki “ cazlı ve danslı suare” derneğin ve Union França- ise’in kayıtlarında yer alıyor.
“ P.A.E. Fukaraperver Demeği” arşivindeki ilginç bir belge de 8 Ağustos 1917 tarihli bir pasaport. Çarlık Rusyası’nın son pasaportlarından biri olan bu belge, Natalia Yevgrafyevna Zaplisvitchko adına düzenlenmiş. Rusya’dan çıkış ya da Türkiye’ye giriş damgaları bulunmayan bu pasaportun kitleler halinde gelen göçmenlerden birine ait olduğu biliniyor; Nikolai Tim- çenko’nun söylediğine göre, Zaplisvitchko’nun yaşamı kısa süre önce İstanbul’da noktalandı. Yine arşivdeki “ Rus Kadını Sürgünde" başlıklı kitapta 1922-1970 yılları arasında sürgündeki Rus kadınların yazdığı şiirler, öyküler ve denemeler var. Anılara da genişçe yer verilmiş (Alexandra Dozdrovska- ya: “ Sürgünde 50 Yıl”4. Kitap 1970 yılında San Fransisco Edebiyat Birliği tarafından yayımlanmış. Dernek varlığını bugün de Galata’- da sürdürüyor ve kısıtlı bütçesiyle (Aynaroz’dan gelen vekâlet ücreti artı üye aidatları) Türkiye’nin belki de en küçük “ cemaat’’i olan son Beyaz Rus’ların sorunlarıyla ilgileniyor...
Olga Olcay“ Beyaz Rus değilim ben. Doğu
Avrupa’lı ve balerin olduğum için,
bir de adım nedeniyle herkes Beyaz Rus olduğumu sanır. 1940’larda Macaristan’dan Türkiye’ye geldiğimde birçok Beyaz Rus bale okulu açmıştı. Lydia Krassa Arzuma- nova’yı çok iyi hatırlıyorum. Büyük bir eğitmendi. Dostlarımın tümü Beyaz Rustu neredeyse; Rusça’yı çok iyi konuşmam hemen kaynaşmamızı sağlamıştı. Bir ortak dilimiz daha vardı: Bale. Beyaz Rus’ların tümü de baleye âşıktı sanki.”
Bale eğitmeni ve koreograf Olga Nuray Olcay’la son konuşma- mızdı bu. Yaşamı çok kısa süre sonra noktalandı. 1983 yılının kış mevsiminde, Şişli’nin arka sokaklarından birindeki küçük ama beğeniyle döşenmiş evinde sohbet ettik. Duvarlarda, dolaplarda, çekmecelerde uzun yıllar bale öğretmenliği yaptığı Belediye Konserva- tuvarı’nın (bugünkü İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuarı) izleri duruyor: Konservatuvarın kuruluş günlerinden, resitallerden, turnelerden fotoğraflar. Kimi canlı ve renkli, kimi siyah/beyaz niteliğinden yıllanmış bir gri/sarıya dönüşmüş. Derinden gülen gözleri ve yılların akışına çoktan “ dur” demiş bakışlarıyla anlatıyor Olga Olcay:
"1940 ortalarında İstanbul Devlet Operası’na balerin ve piyanist
olarak katıldım. Aynı yıl Opera’- da bir bale bölümü kurulmasını önerdiler; kolları sıvayıp sevinçle işe koyuldum. Anadolu’da köprüler kurup tüneller kazan, geçit vermez dağlan geçebilir kılan Ahsen Kemal Olcay’la tanışmam o günlere rastgelir. Kısa sürede evlendik. Bir mühendisle bir balerinin evliliği yürümez dediler ama pek güzel yürüdü, hem de çok uzun yıllar. Eşimi yitirdikten sonra kendimi tümüyle baleye adadım.
İstanbul Belediyesi Konservatu- varı’na bale eğitmeni olarak atanmam 1954 yılına denk düşer. Aynı yü İstanbul Belediyesi Konserva- tuvarı Bale Bölümü’nü kurdum. 1955 yılında konservatuvara katılan Rezzan Abidinoğlu’yla birlikte bale sanatçısı yetiştirmeye başladık. Belediye Konservatuvan Bale Bölümü’nü ilk bitiren öğrencim Sevinç Altıntaş’tır. Diploma numarası l ’dir; ‘1 Numaralı Devre Bitirme Vesikası’nın altında imzam vardır. İskenderiye’deki Muham- med Ali Tiyatrosu’nda yapılan bale yarışmasında birinci olmuştu sevinç Altıntaş, hatta Mısırlı besteci Vahid Yusrî onun için bir bale süiti bestelemişti. Yanılmıyorsam bugün İzmir’de kendi adını taşıyan bir bale okulunu yönetiyor. Eğitmenliğimi sürdürdüğüm 30 yıl boyunca günümüzde çok ünlü olan sayısız balerin ve erkek dansçı yetiştirdim.”
Olga Olcay’ın Şişli, Kırağı Sokak, Kırçiçeği Apartmanı, 71/1 adresindeki evinden çıkarak karlar altında yürümeye başlıyoruz, bir zamanların Beyoğlu’sunu, Beyaz Rus’lannı ve İstanbul yaşantısını konuşa konuşa yeni bir adrese ulaşıyoruz: Saka Salim Çıkmazı 23/2, Galatasaray. Eski İstanbul tarzı kesmetaş bir sokağın ve mermer görünümü veren “ damalı” bir kaldırımın kenarında ‘Olga Olcay Bale Stüdyosu’. Kapısında demirden “ stilize” balerin şekilleri var.
' “ Biliyor musunuz, Budapeşte’den bir aylığına gelmiştim İstanbul’a. O bir ay 30 yıldır tamamlanmadı, hâlâ buradayım ve burada kalacağım. 1979 yılının Mayıs ayında öğrencilerimle birlikte 25. sanat yılımı kutladım.”
Çalışma masasının çekmecesinden 21 Mayıs 1979 tarihli Son Havadis gazetesinin küpürünü çıkarıyor Olga Olcay. Sepyalaşmış sayfaya göz atıyoruz:
“ Geçtiğimiz günlerde Harbiye Şehir Tiyatrosu’nda bir vefa örneği sergilendi. Aynı zamanda güzel, doyurucu bir sanat şöleniydi de bu. Yılların bale öğretmeni Olga Nuray Olcay, 25. sanat yılını kutladı. Muhteşem birer gösteri dizisiyle, özel dersanesinde çalışan öğrencilerin yetenekli dansları, seyircilerin beğenisini kazandı. Yaşları dörtle yirmi arasında olan bu balerinler, hareketlere olan hakimiyetleri, mimikleri ve birbirlerine olan uyumlarıyla alkış aldılar. (...) Olga Nuray Olcay sahne kenarındaki küçük iskemlesinden izliyordu eski ve yeni öğrencilerini, zaman zaman beğenerek, zaman zamansa gözleri hafifçe nemlenerek. Yıllarını verdiği balede mutlu bir gece yaşıyordu büyük usta.”
28 Mayıs 1955 tarihinde, Komedi Tiyatrosu’nda saat 15.00’de gerçekleştirilen İstanbul Belediyesi Konservatuvan Bale Bölümü resitali tanıtım kitapçığına baktığımızda, Chopin, Beethoven, Schubert, Çaykovski, Strauss, Bellini, Liszt, Saint-Saens gibi bestecilerin yapıtlarını yorumlayan yaklaşık 40 bale öğrencisi görüyoruz; aralarında bugün baleye mühür bırakanların yanısıra, ünlü tiyatro sanatçısı Suna Pekuysal da var. Koreograf Olga Olcay. Söz tiyatrodan açılmışken, konuyu eski Beyoğlu eğlencelerine ve Beyaz Rus’lara getiriyoruz:
“ 1940’larda ve 50’lerde bir karnaval yeriydi sanki Beyoğlu. Her gece perde açan tiyatroları, şık gece kulüpleri, eğlenceli kabereleri, lüks lokantaları ve pastaneleriyle bir Avrupa caddesiydi. Bir balerin olarak estetik meraklısı olmam doğaldır. Beyoğlu ve insanlarında estetik vardı, nasıl söylesem, binasından beyefendisine, hanından hanımefendisine bir incelik, zerafet, güzellik. Kir ve pas göremezdiniz, her şey tertemizdi, tramvaylar pırıl pınl oyuncaklar gibiydi. Daha önce de söylediğim gibi, neredeyse tüm dostlarım Beyaz Rustu. Çoğu bale ya da şan sanatçısıydı. Hep birlikte Rejans’a, Valentine Taskin’- in piyanosunu dinlemeye giderdik. Eğlence yerleri Beyaz Rus’lardan sorulurdu sanki. Yalnız votkayı ve Kazaska’yı değil, dansın, şarkının ve varyetenin binbir türünü Beyoğ- lu’na getirmişlerdi.”
Olga Olcay’la sohbetimizi noktalarken, kendisini iyi tanıyan bir Beyaz Rusun söyledikleri aklıma geldi:
“ Adı Olga, balerin ve votka seviyor. Beyaz Rus’lardan tek farkı Budapeşte’de doğmuş olması; o da bizim için son derece önemsiz bir ayrıntı.” ...
BİTTİ
Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi
* o o 1 s o