Cilt: 2/12 Haziran . 1981 - isamveri.orgisamveri.org/pdfdrg/D00130/1981_12/1981_12_KURTKANA.pdf ·...
Transcript of Cilt: 2/12 Haziran . 1981 - isamveri.orgisamveri.org/pdfdrg/D00130/1981_12/1981_12_KURTKANA.pdf ·...
Yıl: 2 · Cilt: 2/12 Haziran 1981 . . , ..,
•.
- İÇİNDEKILER -
Frof. Dr. Arniran KURTKAN
Taassubu önfeyen islami Değer HükQmleri Ve Sosyal Gelişrne •. . •.•. .••. ••••. .. • . . . . . .. . . .•..•.. .••.. .••• .••••• .. •• ... 5 - 22
Rıza AKDEMiR · • ·isyanlar, Hüsranlar ve Destanlar Ülkesi Polqnya'nın Tarihine Bir Bakış ........................................... 23 - 38
Jackson FLEMiNG
Çey: Emre A. ERKAN Türk Toprakları için Mandalar
Erkin ALPTEKiN 39 - 50
32 Sene Sonra Gördüğ'üin Doğu Türkistan · .................. :........ 51 -57
llhan ŞAHiN
Balı Tra.~ya· ·Türklerine Yapıl_an Baskılar . ..... ,., ...................... . 58- 63 Enver FJI. ŞERiFGiL -
. Ruıiıeli'qe Eşkinci Yürükler ............................................. 64 - 80
Amircil A'lif BUYOKTUGRUL . Global Strateji'de Deniz ~uwetleri 81-95
TAASSUBU ÖNLEYEN iSLAMiDEGER HÜKÜMLERi VE ,
SOSYAL GELiŞME
Prof. Dt. Arniran KURTKAN
Sosyoloji tftrihlnin muta;assıp dji§üncelerdeıi uzalda§ma t~mayülünün başladığı bir devresinde yaşamamız büyük bir mutluluktur. Çünkü taassup, ibir tek düşünceye, bir tek idea-' .. lojiye ,bir tek yoruma veya onun tek bir 'yüzifne, vaigeçemeyecek kadar bağlı olmaktır. 'Işte, Sosyoloji, bu türlü _tek yönllilükten kuttulduğu riispette ilim olmanın vekarıni orta- .
- ya koymaktadır.
·Bundan on üç asır önce, iSlam peygamberinin getirdiği din de taassubu kökünden yıkıp atmıştır. Bu bakımdan, İs·lamiyetiri taassupla ve .mutaassıb (tek taraflı) düŞÜnceler le bağdaşahilmesi mürn:kün değildir. Bu makalede, 'İslami qeğer hükümleri arasında taassupla zıt düşen en önemli birkaç nu- . muneyi ele alıp açıklamaya çalışacağız. Ele alaca.ğımız değer hükümlerinin her biri, sosyal .gelişmeye yol açtllclan iÇin, İslamiyetın 'Sqsyoloji ile. intibak sa:hasıdırlar. Bu sahayı aydınlata:bilmek için «sosyal gelişnieıı kavramını da ~ac~ açıklamamız gerekecektir.
~ S~syal gelişme, bir cemiyetin iktisadi büyüme imkaıilannın ve şartlarının da temelinde yer alan ideal bir kültür unsurlan kombine~onudur. Sosyal gelişme halinde, maddi ve manevi kültür unsurları 'birbirini ahenkli bir surette ta-
. maml:ayarak iktisadi refahın, :J:iem artmasını ve adH bölün~ mesini sağlarken, hem de bu artışın ve bu adalet.li Çölünüş~, ·.milli bünyenin. sadece kalkınmasıinn bir hedefi olarak değil, fakat aynı zamanda,. miina · etrafında bütünleşmenin · vasıtası ·olarak da·rol oynamasına iın.Kan verirler1
• . \ . .
-5-
AMIRAN KURTKAN
Sosyoloji literatürünü tetkik edenler, ·her devirde olduğu. gibi zamanınuzda da bazı aşırı düşüncelerin takipçilerine rastlayabi}irler. Fakat, modern sosyoloji döneminde, ferdin cemiyet içindeki verimliliğini · devamlı surette arttırma ve en mükemmel şekilde sosyalleş.mesini terilin etme hususlannda maddi ve manevi hedeflere ulaşmayı sağlayacak tedbirlerin ideal ve ·ahenlrli k9mbinezonuna eğilen sosyologların, tek taraflı sosyolojik görüşlerenazaran bir merhale meydana getirdiklerini gözden kaçırınaya imkan yoktur. Sosyolojinin böyle geniş kapsamlı bir görüşe ulaşabilmesi, zaten·
, bekleneri bİr neticeydi. · Nasıl beklenilmesin · ki, insanı, daima iktisadi düşünceler le hareket eden bir varlık (homo-eco..; . nomicus) olarak ele almadıkça hiç bir ekonomik analizi .yapamayacak kadar maddi menfaat görüşüne dayalı olan jk-
. tisat ilmi bile, soyut iktisadi düşünce sahasından zamanla somut sosyal realiteye adımını .atmak zorunda kalmıştır. Sadece nüfus başına düşen milli gelirin artmasının ve· bu artışı sağlayacak derecede yeterli organizasyon, ekonomik bilgi, karlılık davranışı ve zihniyeti gibi maddi hedefli kültür
· unsurlarının iktisadi büyürneyi devamlı kılmaya muktedir oıamıyacağı hususu, inkarı mümkün olmayan bit ger-çektir. Ekonomik büyümenin, bütünleşmeyi sağlayabilecek manevi kültür unsurları ile ilgili bulunan o türlü şartlan vardır ki, bu şartlar dikkate alınmadığı takdirde milli (ve bazen. rİıilİetler arası) gedikler, bölünmeler ve meıifaat zıtlaşmaları. bu şartlara gözlerini kapatan milletierin sosyal ve iktisadi gelişme imkanlarını baltalayabilirler.
Bunun içindir ki, iktisat politikası, ne liberallerin bırakınız yapsın, bırakınız geçsin formülüne inanarak, inhisarcı firmaların ve iş verenlerin tahakkümüne göz yumabilmiştir; ne de Marx'ıİı bırakınız çıban olgunlaşsın cümlesinde belirttiği fikre bağlanarak alt tabakanın, ihtilal yapacak hale ge- . gelinceye dek, ezilmesine seyirci kalabilıniştir. Milli ekonomiler. içinde olduğu kadar milletlerarası sahada da, kitlelerinin ve .bütün sosyal sınıfların bütüncü bir ahlakiyata siaJıip· olmaları ancak İslamın özünü anlamış olmalarile mjimkündür. Bütün bu gerçeklerin XX. asırda: daha iyi anlaşılması . sosya:! ilimlerde taassup temayüllerini zayıflatmıştır. İşte bu sebeple Sosyolojinin de bilhassu iki hususta ve özellikle yir-
TAASSUBU ÖNLEYEN ISLAMI QE$ ER HOKOMLERI
mind asırda, taassübdan uzaklaşma atılımı içinde olduğ~.mu .· belirtel;ıilmemiz mümkündür. . .
İlk olarak, Tekelci Teori ve ızahlardan sıyrılma cehdinin ve çok değişkenli inaliziere day_alı modern metodolojinin varlığını tek yönlü i~ taassuba karşı koyma hareketıe~inin tabii bir neticesi ol~rak ni.telendirebiliriz.
İkinci olarak, İlim'i a:hlak'dan apayrı sayma eğiliminin de eski ittbarını kaybetmeye başladığım söyleyebiliriz. Günü~ müzde sosyal ilişkilerin, her an belirli şartların etkisi ile belirli yönde realize olmaya arnade hq.lunan kuvve halinde bir çevre şartı olarak nüfusun psikolojik ·cephesinin etkisine de tabi olduğu bilinmektedir. Şuur'un da cemiyetten apayrı ve soyut bir şekilde dikkate alınamıya:c·ağı keza bilinen bir gerçektir.
Buraya kadar üzerinde durduğumuz eğilimlerin faydala- · -rını özetlemek istersek şu hükümlere ula.şabiliriz : Sosyoloji-.
. nin taassubdan uzaklaşması çok faktörlü teorilere ve çok de'ğişkenli metodolojiye yol açtığı için sosyoloji'nin müspet ilim haline geçmesini kolaylaştırdı: Ayrıca, bu ceı:eyanın tabii bir neticesi olmak üzere, elverişli maddi ve manevi kültür· unsurlarıiıın aıhe~ bileşimiriden ortaya çıkabilecek faydalar da idrak edildi. Böylece, refah artışı ile birlikte bazı müşter~kler açısındap. ·bütünleşmiş bir cemiyete ulaşılmasımn sosyal gelişme'ye yol açtığriıın anlaşılması kolaylaştı. Maddi k~tür unsurları kadar manevi kültür unsurlarının da tetkikine yönelmeyi gerektiren bu eğilimin, sosyal gelişmenin incelenmesinde tek taraflı .görüşlerin terkedilmesi anlaı:nııi.ı taşıdığı açıktır.
. Bu nokta açıklığa kavuştuğu zaman ortaya çıkm,ası kaçmılmaz netice şudur: manevi faktörler din'le yakından ilgili oldukl.arına gqre ilim ile din arasınd$i hudusun nasıı ·
bir hudut olduğu hqsusu, üzerinde durulmaya değer bir mesele olarak- karşımıza çıkmaktadır. Burada din kavramı ile jfade etmek istediğimiz realite, İSlarrıı değer hükün)leri rea~. litesidir. Yoksa, · putperestliğin, -Hristiyanlığın, Museviliğin ve birlik akidesine yabancı bütün diğer 1dinlerin kıyınet hü .. kümlerini.p. sosyolojik . hükümlerle benıerliği olup olma4J.ğı meselesinin. üzerinde düşünmemize gerek yoktur . . Gerçi, İsla~ miyetten başka dinler de, ancıik manevi değer hükümleri.
- 7. -
AMIRAN KURTKAN
sosyal ilişkilere temel teşkil ettiği için, ister iStemez,- sosyo .. logların müşahade sahasına girerler. Fakat, mesela; Tevrat tahrif edildiği için, birlik akidesi ile bütün ilişkinin yok edilmiş ve ırk · dini hüviyetine bürünmüş olan Museviliğin değer hükümler4li sosyolojik bakımdan nasıl bir ~ ölçüye varabiliriz? Keza, İncil'in tahrif edilmesi ile Hristiyanlık da birlik · akidesini o derece terketmiştir ki, sanayi inkıl§ıbını~ bufı!anlı yıllarında batı ül:kelerindeki işçi sınıfının ızdırap
ları karşısında, Kilise bunun bir ilahi takdir olduğunu öne sürecek kadar butüncü görüşten yoksun olduğunu göstere-
. ~ilmiştir. .
o halde, din ve ilim arasına, bu ikisinin hükümlerini mu-· kayese c!tmeye dahi değer saymayacak kadar kapalı bir hudut çeken cemiyetıer, eğer din'in (tahrif edilmesi sebebiyle) birlik inancından uzaklaştığı cemiyetlerse, ·oralarda (ispata
, dayalı olma özelliği bakımından) tek taraflı olarak _ilme ağırlık v.erilmesinin taassub sayılamaya~ağı tabii dir .. · Fakat, ts.lam cemiyetlerinde bu iki sahanın hükümlerini mukayese~ den kaçınan ve tıpkı Batı'da olduğu gibi, bunu ilmin kur~ tanlması uğruna yaptıklarını iddia eden çevrelerin tek ta~ raflılığına . (taassubuna) hükmetİnemiz her halde gayet ye .. rinde bir tutum olacaktır.
İslamiyet A'dan Z'ye kadar getirdiği bütün hükjimlerle ·. alt .. üst, hür-köle, kadın-erk~k ayrılıklanm ve sömürill,eriİli zamanın şartlarına 'göre orta~an kaldırınaya ve böylece, zaten b~ bütün olarak halkedp.en cemiyetin ve cemiyetlerin fiilen ·de bir tek varlık halinde pekişınesini sağlamaya yönelınişttr. İslam dini, ·iletideki ·çağlarda, ortaya çıkacak değişik şartlara ·göre, alınınası gereken tedbirlere iıİıkan verici elas-
. tiki hükümler ve yopım seı'bestliği getirmiş, fakat bütiin,lü~· ğün sağlanmasından. ibaret İslami öz'ün (Tevhidin) asia değiştirilemeyecek bir ana prensip olarak muhafazasım şart koşmuştur. Bu suretle de, cemiyetlerin hayatiyetıerini muhafaza etmeleri için: Tevhidin bir tabiat kanunu kadar 'geçerli olduğunu ortaya koYınuştur:
Burada, makalemizin konusu ile ilgili olan iki nokta üzerinde hiç durmayacağız. Bu noktalardan biri, İslamiyetın yukanda temas ettiğimiz sosyal gedikleri ortadan kaldıran
·:hükümleridir. Zengin-fakir, kadın-erkek, hür-köle ayrılıkla.-·
- ·s-
TAASSUBU ÖNLEYEN ISLAMT DE~ER HOKO~~LERI
nnı, VII. asrın ş~rtlarına göre, devrinden çok ileri bir sosyal gelişme'yi sağlayacak şekilde ortadan kaldıran bu hükümlerm varlığı herkesee bilinmektedir. q-elecekte, bu ayrılıklarm daha da mükemmel bir ·şekilde kaldırılmasına elverişli yorum · serbestliği ve elastikiyet getiren hükümlerin varlığı ·da her türlü inkar ve tereddüdün ötesindedir. üzerinde durmayı gerekli görmediğimiz ikinci husus, Kur~n'ın birlik . realitesini 'ifade eden bütün ayetlerinin açıklanması. hususudur. Ezeld~n oeri mevcut biricik. varlığın bir ne:bze kuvve'den fiile geçerek
·evren'i meydana getirdiği hususu, Kur'an menşeli bir haki:kattır. Kainatın (evren'in) halkedilmesinden evvel de, sorira da ve her zaman .için mevcut tek var4k Allah'tır. Yani, kısmen madde haline dönüşerek evren görünüşünü kazanmış olmakla evren'i içten (kendinde)., var eden, fakat maddeye
1 dönüşmeyen sonsuz gücü ile onu ' (yani evreni) içten ve dış. tan, çevreleyen ve· kendinde tutma kudretini devam ettiren
1 Allah varlığı tek bir bütün'dür. Şu halde, kainat, bizzat Alla:h'ın varlığından kuvvet alarak var olmaktadır. Bazı sllre-, lerin bir çok ayetlerinde vahdet-i vücut. fikri o kadar aç~
. ·bir şekilde ifade edilnpştir ·ki, bu açıklığa rağmen tasavvufu Kur'an'ın bildirisi olarak ka;b~l etmeyip, felsefe akımı sayanlara hayret etmek lazımdır. Gerçi, kendi yokluğunu idrak ederek sırf Allah'ın varlığını duyabilen ve yaşayıp hissederek ispat edebilen niutasavvufların geçirdikleri ilahi etcrübe, bu tecrübeyi yapamayanlar iÇin felsefi bir düşünce sayılaıbilir: Fakat, görünen bütün · mazharların (veya Hakkın zuhur yeri olan zahiri varlıkların) Hak varlığı olduğu ve Allah'ın bu kainattan başka bir şekilde görünür hale tenezzül etmediği gerçeği Kur'an'da açıkça ifade edilmiştir. Böyle olduğuna göre, Vahd~t-i ,vücud, bir felsefi düŞünce ,alma-· yıp; Kur'an'ın getirdi~ bir İsl~ gerçektir. Nitekim, kı'blenin ·bir ayetle değişt~esi .karŞISU?-da, beklemedikleri bir dUrumla· karşılaşan m~ere hitap eden Bakara süresinin 115. ayetinde Maşrık'da ve Magrıb'da (yani doğuda ve ba.,. · tıda) görünen her şeyin Allah'ın yüzü olduğunu belirtmek
. üzere «Maşrık da Allah'ındır, IV:ıaıgrıp da. Onun iç.in .nereye (hangi seinte) döner, yönelirse;niz, Allah'ın yüzü (kıblesi) işte arasıdır. Şüphe yok ki Allah vasidiı·» denilmektedir. Fakat hakikati ):>ilmeyen veya bilmezlikten gelenler, her Şeyin ve herkezin H&k varlığından tezahür ettiğini inkar ederek, ego-
-9-
;· . ,_~fr11RAN .KURTKAN .
izm yoluna şapmayı tercih etmişlerdir. Onlardan bazıları da, her işin her hareketiiı Allah'dan çıktığını kabul ederek, on-· lara seçim serbestliği veren ve fiillermi. arzularına göre gerçekleştireri Allah'ı kötü fiillerin de tek işleyicisi olarak gö..:. . rüp, ..:Cendi cüz'i iradelerini . inkar etmekle sorumlq_luktan. kurtulabileceklerini sanrmşlardır.
Vahdet-i vücut akidesiniiı ilk tatbik alanı milli realitedrr. Eğer bütün Müslüman milletler birlik şuuruna erebilirjerse tevhid inancının tatbik alanı İslam birliği de olabilir . . Bu takdirde tevıhit akidesini benimsemeyen ve uygulama-
, yanlara kısas'la muamele edilmesi gerekebilir. Çünkü İsla.mın iki temel hükmünden biri bütünlük a~ir!-esi ise, diğeri de : onun zaruri bir neticesi olan kısas prensibi~dir. Bu bakımdan son petrol krizinden (petrolu olmayan)" İslam ülkelerine de zarar veren QPEC ülkelerinin İslamLmahiyetteki bu iki hükmün icaplarına gerektiği gibi ayak uydurmuş olduklar~nı söy~ leyebilineye imkan yoktur. Petrol servetine sahip İslam ülke,.. leri, sınai mamulleri, fiyatlarını yükselterek ihraç eden sa-
- na yi . ülkelerine, kısas prensibine dayanarak yüksek fiyatla petrol satma kararLru almakta haklı . sayılabilirlerdi. Fakat, hemen hepsi de az · gelişmiş ülkeler durumunda olan· petrol alıcısı İslam ülkelerinin bu kısaŞtan .hakSız yere zarar görİnesini önlemek için onlara ayrıcalıklı muamele . yapmaları gerekirdi. Bu durum Türkiye gibi sanayileŞme potansiyeline sabip olan İslam cemiyetlerinin · , ucuza petrol bulmaları sayesinde, sanayileşip, yine İslam ülkelerine ayrıcalıklı muamele yapara~ ucuz mamUJ.ler sevketmelerine yol .açabilirdi." Böylece bütün. İslam . dünyasının kendi iç tic_ari sirkülasyon u ve neticede refahı artabilitdi. \
·Fakat, bizim ,burada asıl g_ayemiZ, ne İslam dünyasının (İsJ.amın .hakikatine sırt çevirmekten doğan) hatalannı tahlil etmek ve ne de birlik akidesinin Kur'an'da belirtilmiş bir. İsl8.-mi gerçek olduğunu, çeşitli süreleri · ele alarak açıklamaya ·çalışmak ·değj.ldir. Kur'an'in bu bakımdan tetkiki daha .ayrıntılı olarak takip etmek isteyenler· için baş vurabilecek-leri kaynaklar vardır2• ·
Bu makalede bi~hassa üzerinde durniak is~ediğimiz· nokta, sosyal gelişme .açısından son derece elverişli değer hüküm1erine sahip -olan, bu itibar la ilim· ve din· arasındaki h u~
_;__ 10-
TAASSUBU ÖNLEYEN ISLAMI DE~ER HOKOMLERI ·
dut cizgisinin bir bakıma kaldırılması gerektiği fikrini de aşıl~yabilen İslamiyetin, tıpkı teşvik ettiği i:Iinl ·sahası gihi, bizzat kendisinin de taassubtan (yani tek taraflılıktan) uzak olduğunu göster~bilmektir~ · · · ·
- İslamiyetın taassubtan uzak olan ve sosyal gelişmeyi sağlamaya hizmet edebilecek nitelik . taşıyan. değer hükümlerinin· hepsini bu makalenin dar çerçevesi içine sığdır ab ilmemize imkan yoktur. Bu sebeple, ancak belli .. ba,şlı birkaç de-ğer hükıpüne işaret etmekle yetineceğiz. .
İlk . olarak, fert ve cemiyet arasıİlda bir zıtlık gözeten !ideolojilerin ve felsefeleriiı tek taraflılığından uzak bir ilmi
. 1 nüviyetle fert ve cemiyet atasındaki bü~ünlüğü İslamiyetın dile getirdiğini ifade. etmeliyiz. İslamiyetın bu konuda getirdiği görüş batı kaynaklı uzviyetçi ve· mukaveled teorilerin tek taraflılığınQ.an çok ustün bir ahenkli birleşim ortaya koy-
. maktadır. Çünkü, «Mukaveleci Teori, cemiyetin, insanlar tarafı,ndan düşünülerek ve arzu edilerek meydana getirUmiş bir menfaat birliğinden ·ibaret olduğu fikrini öne süren bir teoridir. Fakat modern sosyolojinin görüşüne göre bu nazariye, fert ve cemiyetin (bir madalyonun .iki yüzü gibi olan) bağlılığını inkar etmesi ve ferdin rolünü mübalağalı olaJak ·ele aJ.ması bakımından hatalıdır. N azariyenin hatalı· olduğunu bize açıkça gösteren iki gerçek vardır; bunlardan bidncisi, doğumlarını hemen takip eden süre içinde va;hşi hayvanlar tarafm.dan kaçırılıp, cemiyet ha:yatıp.ın dışında büyüyen insari yavrularının, şeklen insan olarak gözükınesine rağmen, ·
-sosyal bakımdan · insan olmadıkları gerçeğidir. Ceıniyetle· ala~ kalı olmayan · insan, hayvandan fark,sız::lır. Mukavele y~pabilm.esi de mümkÜn değildir. Mukaveleci ·Teorinin hatalı ol-·
. 'duğunu ispat eden ikinci gerçek, insan yavrusunun aemiyet hayatı içinde büyüyüp geliştiği hallerde dahi, sosyal mana
. da insan durumuna geçebil.mesir.ı.in, bir zamana ihtiyaç göstermesi gerçeğidir. Zamanla (ve egoizinin yeterince terkedil
. ı:hesi ile) meydana gelen ·bu cemiyete uyma haline . sosyal-leşine denilmektedir. .
· Şu, halde, insanın sırf dış görünüşü ve vücut yapısı, sosyaı mandda insan telakki edilmesi için kafi değildir. Eğer, cemiyet yoksa ve insan bir sosyal hayatın içinde büyümemişse, onun başkaları ne (mukaveieye dayanan) bir alış veri§e, bir anlaşmaya girişefbilm~si de mümkün değildir.
-'-ll-
· AMiRAN KURTKAN
Uzviyetçi teoıi ise, mukavele teorisinin yaptığı .hatanın
zıddını teşkil eden bir hatalı fikre dayanmal{tadır. Şöyle ki,. uzviyetçi teoriye göre her cemiyet, fertlerin birerhücre kadar ?nemsiz olduğu bir ·canlı uzviyet gibidir. Bu teorinin taraflarına göre, her cemiyet bir külli. akl'a (veya grup ruhuna) sahiptir. Bu bakımdan cemiyetler arasında üstünlük fark.,. lan d~ vardır. Nazilerin üstün ırk teorisi külli akıl fikrinden. ilham alan hatalı bir görüşe dayandırıimıştı ve Almanların üstünlüğünü iddia ederek onlann diğer milletler üz~rinde hakimiyet kurmalan gerektiğini öne sürüyordu. As,lında hiç bir cemiyetin külli aklı yoktur ve hiç bir milletin veya ırkın diğerlerinden üstünlüğünü ilmi olarak iddia edebilmek mümkün değildir. Çünkü akıl; cemiyetin kendisin,e değil, fakat fertlere aittir ve en geri kalmış cemiyetlerde bile, uygun şartlardan yararlanan kabiliyetli fertler cemiyette bir ~eliş~enin meydana gelmesinde rol oynayabilirler.
Şu halde, fert ve cemiyet münasebetinin izah:ıiu_ yapma~a çalışan (batı kaynaklı)· bu iki teoriden (mukaveleci
1 ve uzviyetçi teorilerden) J::üç biri, bu münasebetin karşılıklı oluş vasfıni. belirtmeye muvaffak olmuş değillerdir. · Modern . sosyoloji, her iki teorinin ifratlı özelliklerini atarak !erdin ve cemiyetj.n karşılıklı tesirini dikkate alan biltüncü bir görüşle hareket etmektedir.» 3
• İşte İslam kültüründe· Kur' an'~ daki vahdet kavramına dayanılarak modern sosyolojide mevcut · bütüncü göıiişten çok önce , fert ve cemiyetin birliği ve · .bütüıilüğü ön_e sürülmüştfu:.
İslam menşe~ olan bu fikre gore-«fert, ancak insan olrıia terbiy_esi ile cemiyete dahil olabilmekte ve · gerçek manada insan olduğu zaman, kendisi cemiyete mensup gibi gqründüğü halde, ~emiyeti kendinde bulma kudretine ulaşmakta.:. dır. Ferdin bu kudrete ulaşahilmesi için,. onun bir külli akıl
: haline gelmesi lazımdır.» ·Ancak, İslam kültürürideki külli · akıl kavraİnı uzviyetçi teoride,öne si1rülenden tamamen farklıqır. Ç~ü, «Uzviyetçi teori sadece cemiyete' ait olan tek· bir akıl tasavvur etmektedir. Halbuki cemiyet, fertlerin şuur ve idrakinden ayrı bir şuur ve idrake sahip değildir. Tasav.:. vui düşüncesindeki (Kur'an'dan doğan) anlayışa göre ise, . cemiyetin 'bir külli beyin olarak düşünülmesine lüzum yoktur. Fakat gerçek ınanada insan olabilen ve (böylece en mü-
-12-
TAASSUBU ÖNLEYEN ISLAMJ DE~ER HOKOMLERi . . .
Jierrimel ·şekilde sosyalleşmiş olduğu için) vicdan, ~evgi ve · fedakarlık }$leriyle ·kendi (maddi) varlığını· bütün'ün varlığınd·a yok olmuş kapul edebilen fert, adeta cemiyetin bütün azaiannın maruz kaldığı ha:ksız mu~elelerin ızdırabını (veya mutlu olaylarm saadetini) his merkezi bir beyin gibi duya.bilen ·bir k.ülli akıl haline geçmektedir. Böylece, terdin cemiyete dahil olması· şeklinde müşa,hade edilen zahiri görüaüŞün altında, cemiyetin fert te gizli. olduğu gerçeği belirmekt.edir. Çünkü, fertlerin böyle bir terbiye ile sosyalleş~irilcliği
· bir eeı::ı:i.iyette her fert cemiyetin bütünlüğünü temsil edebilir.»".
Bütün bu açıktamaların ortaya koyauğu gerçek, İslami düşüncenin fert ve cemiyet münasebetini izah hususunda tek taraflılıktan .(yani taassu•btan) ne derecede uzak olduğu gerçeğidir. Sosyoloji dahi ancak tek taraflılıktan uzaklaşan görüşlerle teçhiz edildiği ölçüde ilim hüviyetine yaklaşmış ve . bu smetle de fert-cemi:Yet münasebeti konusunda İslami görüşle aynı paralele girmiştir.
İslamiyetın ve İslami düşüncenin taassub'tan uzak olan · ve bu şeqeple sosyal gelişmeye hizmet edebilecek nitelik taşıyan ikinci değer hükmü din ve ·aünya ayrılığını ve tek taraflılığını gidermesinde göze ·çarpar. · Böylece, ibadet Hak'k:ı
. memnun etmek için halk'ı memnun etme ·prensiöine dayan-. dırılmış olmakta ve .bu pr~nsibin temelinde· İslami vahdet abidesi sağlam bir temel taşı fo!lksiyonunu üa etmektedir. Her ne kadar, Kutan'ın bir çok sürelerinde dünya hayatının rüya kadar kısa v~ geçici bir oyalanma olduğu ifade edtlmek-
. te ise .de, aslında -bütün bu if?,delerle belirtilmek istenen husus; dünyadan ve ce~yet hayatindan yüz çevirme~ değildir. Çünkü Kur'an dünyayı edebi olan ahiret hayatının ni
. metlerini toplayaJbilmek için iyilik tohumlarının serpileceği · bir tarla ·gibi ele a).ır. Bu balamdan insan'ıiı vasat derece
de n;ı.addi ta.tmine ulaşa:bilecek kadar gelir elde ettikten sonra; daha da fazla meşru kazanç sağlayabildiği ve bunu ce~yet haynna sarfedebildiği takdirde ihsan mertebesine erebilmesi mümkündür. Bakara suresinin 112. ayetinde ihsan
· İneİtebesine yükselerek yüzünü tas tamam Allah'a teslim edenlerin Aila:J:ı katında mükafatlan olduğu beıirtildikten s~:mra «Onlara· hlç bir korku yoktur, onlar mahzun da ol-
-· ıs-
.AMiRAN KURTKAN
mazlar» denilmektedir. Bir hadiste de izah edilmiş olan ihsan durumu, Allah'a, onu görüyormuş gibi i'badet etmek_tir. Bu ise vahdet'e inanınakla olur. Böyle bir inanç seviyesine yükselen inSan, mesela mali ibadet yaparken (yani alt .
. tabakadaki fertlere onların hakkı olan mali yardımı aktarırken) bu yardımı, alanın da. verenin de,. Hak varliğındari ibaret olduğunu idı·ak eder ve vahdet idrakma vararak ibadetini Allah'ı (daha doğrusu onun mazharlar halindeki tenezzül'Q.İiü) görüreesine y~par. Böyle olunca da ortada ne taat ve amel iddiası ve ne de bunları yapanın cennet bekleyişi ka- · lır. Bütün ibadetler aşk i:badeti haline gelir ve ibadet, bizzat ·
· mükatatın kendisi olurıı, «Cennet hayatını dünyadan itiba.ren başlatan bu mükatat, fertleri vahdet idraki ile terbiye edilmiş bir cemiyette, alt-üst tezadını, sen-ben kavgalarını ve bütün ayrılıkları yok ederek hiç bir ferdlıi hiç bir kimseden, hiç bir zulüm veya şiddet ve ayaklanma haf'eketindeiı korkmasına ve malızun olmasına imkan vermeyen bir emniyet ve saadet atmosferi yaratır.» ccİşte, bu ne'ticenin ortaya çıkabiJ.rı:ıesi için ferdin göz, kulak gibi uzuvlarla ziynetı~nmiş yüzünü Hakka yöneltmesi, yani gözündeki, kulağındaki perdeleri kaldırarak: kendiiıden ayrı gördüğü vatandaşlarını
. kendisi ile birlikte Hak vücuduna mensup ve . çı. ynı va:hdet mertebesinde kaynaşniış . halde hissedebilmesi ve bütün i~ı:aslarını bu ·manada Allah'a teslim etmesi lazımdır. B.u teslimiyet, ancak va:hdet inancı ve 'terbiyesi ile olur.ıı 5• Böyle bir terbiyenin kökleştiği bir cemiyette fertler cehennem azabını veya cennet saadetilli dünyada iken hissetmeye başlar ve dünya-ahiret ayırımının aslında mübalağalı bir ayırım olduğunu da idrak ederler.
Böyle 'bir terbiyenin yaygınlaştırılmasınqan sosyal ge, lişme bakımından doğa-bilecek diğer bir fayda, b~assa en makbul i1badetlerden biri olan mali ibadetin devam edebil-
. mesi için fertlerin alt tabaka'ya kıymet transfer etme yolu ile orta tabakala~maya hizmet edebilme zevkini hiç kaybet'" rneksizin (doygunluk hududu olmayan bir moral tatminle) durmadan çalışıp kazanmaya yöneltil.melericUr. Dünyaya ve · dünyevi faaliyetlere inhisar ediyor gibi görüne~ bu tuturo
· aslında ahirete yöneliştir, ve İslamiyet~ P.\inya ve a:mı:et arasındaki ayrılığı gideren (taassuptan uzak) bir din olduğunun da en açık delilidir.
-14:-
TAASSUBU ÖNLEYEN ISLAMI DEGER HOKOMLERi
Uçüncü olarak işaret etmek istediğimiz husus, İsl8.m.i. yette şeriat ve hakikatın birbirine taban tabana zıt iki inanç sahası olmadığı ·ve olamıyacağı hususudui. Böyle bir zıtlığın
. varlığİnı öne sürenler İslamiyetın vahdet dini atmasından doğan sosyal kuvveti,_ yok etmek isteyen taassub ehli kimsele_rdir. · Memleketimizde bu taassubun etkisi ile bir çok mutasa:vvuf. fertlere zarar verilmiş faka~ bundan asıl zarar göre~ Türk cemiyetinin sosyal bünyesi olmuştur. Eğer, İslamın özünü teşkil eden tevhit akidesi ile ilgili bulunan Kur'an'ın bazı ayetlerinde . açıktan açığa," ve (insanlara akıl ve b~gi seviyelerine göre hitap eden) diğer bazılarında ise bir iç ma'na ile belirtilmiş olan İslamın hakikati kitlelere mal. edilecek kadar İslami terbiyeye dahil edilmiŞ olsaydı, Türk ce:.. miyetinin ·sosyal bünyesi bugünkünden çok farklı ve çok da-ha sağlam olurdu. ·
o halde şeriat ve hakikat nedir? İslam dininin ruhunu aniayabilenlerin !bu ikisini birbirinden ayırarak sadece birine tarafta.:!' olmayı taassub saymalarının sebepleri nelerdir?
Şeriat, Tanrı buyruğu. anlamına gelir. Tanrı ·buyruğu
olan ayetlerin yorumlanma güçlükleri karşısında.İcma-ı ümmet (yani bir konuda imamlarla fakih1eı_in aynı kanaatte
. birleşmeleri) ve imamların içtikadı da şeriat hükmündendir. Hakikat ise, Tanrı buyruklarının özünde yer al~n İslami gerçektir. İslami gerçeğin te!llel prensibi de vahdet inancından 'ibarettir. O halde, İslamt hükümler· (yani şeriat) 'hem bir taraftan (ibadetin nasıl yapılacağııia dair) inanç ve ibadetle
· ilgili ve diğer taraftan da (Hz. Muhammed'in. yaşadığı devJin şartlarını tam .manası ile dikkate alarak her türlü ayrılık, _gedik v.e sömürü faktörlerini ortadan kaldırıcı mahiyetteki) sosyal muamelatla alakaZı hükümle~ ihtiva etmektedir. Bu hükümJerin hepsinin de özünde hakikat (yani bilhassa tevhit gerçeği} vardır·. Şöyle ki, namazda Tanrı huzuiunda, zerigin-fakir, genç-ihtiyar, okumuş-cahil, bütün
: fertlerin yanyana ve saflar halinde dizilmeleri, keza, bütün İslam ülkelerindeki fertıerin günde beş vakit aynı krbleye yönelmek suretiyle birlik inancını yaşamaları hep tevhitten ibaret İslamt öz~ün namaz şeklinde görünen (yani bir surete ve kalrba bürünen) dış yüzüdür. Oruç, sadaka ve zekat gibi
· ibadetlerin de özünde, sosyal tabakalı:ı,rın birbirlerinin halin-
·-15-
AMIRAN KURTKA.N
. den anlamalarma ve birbirlerini· mali bakımdan destekleme- . lerine yol açan ayn,ı İslami hakikat (yani birlik ve bütünlük inancı) vardır. İbadetlerin nasıl yapıldığı t~dirde en mükemmel olacağı ineselesir bazı farklı m_ezheplerin ortaya çıkmasına , yol açinış olabilir. · Fakat bu ayrılış, Gazali'ye göre r.Jç önemli değildir. Çünkü insan, farklı yorumlar yapan
._ imamlardan hangisine uymak .gerektiğine (Tanrının kendi
. sine verdiği ilhama göre) yine kendisi karar verir. ibadet. t en tatmin olma ilhamlarının hepsi Allah'tan geldiğine göre, . islamın· hakikatini anıayarak :ve bütünlüğün zevkine vara.: ı:ak ibadet eden insanlar ne şekilde ibadet ederlerse. etsinler · hep İslamdırlar ve İslam'ın hakikatinde birleşmeleri itibarile aralarmda hiç bir ayr~ yoktur.
:Lakin, İslami hakikatin bu derece önemli olduğunu ve inançla ilgilt . şeriat hükümleri ile bu hükürnler(le gizli hakikat' in aynı realitenin lld. yüzü olduğunu göremiyen mutaassıplar tasavvuf erbabını hor görmüşlerdir. Halbuki tasavvuf ehliiıde böyle bir taassup (veya te~ taraflılık) ·göze çarp-
. - nuyor. Mesela, Malatyalı Niyazi Mısri taassuptan ne kadar uzaktır. Niyazi, şeriatsız hakikatin ve hakikatşiz şeriatııi il
. ~ad _(yani gerçek inançtan sapma) _olduğunu söyle açıklıy_or:
Şeri.atsız hakikat oldu ilhad· · Hakikat nur, ziyasıdır şeriat.
. . . . O halde, namaz, oruç, zekat g_ibi çeşitli· ibadetler, ulaş- ·
tıkları her yeri İslam'ın hakikati ile aydınlatan ışık huzme- ·. !eridir. Ziya olmazsa· (meseia, bir yerde, yanan bir ampul bu- · lun.ı11azsa) ondan çıkacak ışık huzmeleri de olmayacağı için, Islam'ın hakikatini anlamad~n ibadet yapan i.İısanlar pek · ala •bir · yandan namaz kılıp oruç tutarken; ö~e yandan da
.. hak yiyebilir ve her türlü sömürüyü yapa:bilirler. Hakikate. inanmaya!lfar ışık saçmasını önlemek üzere, ışık kaynağını
. söndürenler gil;ıidir. Kendisi mevcut olmayan bir ışığın kimseye .faydası da olmayacağı için hakikatsiz şeriat faydasız .ola
_caktır. Fakat hak:ikate inandıklan halde onun icaplarını yerine getirmeyenlerden ae bir fayda ummak beyhudedir . .
Niyazi Mısri, bir baş-ka şiirinde ise, ibadetin şartlan ile ilgili şeriat hükl,imlerini, halkı (iba:detten vazgeçirecek kadar) · korkut~rak ele alan, yani hakikati bir y~a atarak, şe~ .
. riata aşın bir tek taraflılıkla bağlanan bir vaiz'i de kınar:
-16 -
TAASSUBU öNLEYEN ISLAMI DEGER HOKOMLERI
Bu gün bir meclise vardırri, oturmuş pend eder vaiz . . Olcur açmış kitabını, bu hfılkı. ağZadır vaiz
* ** · İki ·bölmüş cihan halkın, birini cennete salmış · ·Eliyle kürsüf!,en birin Tamuya sarkıtır vaiz
* " ** Çıkar ağzından ateŞler, yakar şeytan-ı mel'ıinu - ·
·sanirsın yedi Tamu'n?,ln azabı kendidir vaiz.
O halde, hakikat ve şeriat aynı realitenin iki yüzüdür. · Bunlar~an birini inkar etmek, ötekinlrı d~ğerini ·de sıfıra indirmek demektir. Nur' dap. mahrum bir ziya ve . ziyası olma-
. yan bir nur nasıl düşünülebilir? ·
·Ne yazık . ki, , bu konuda hiç bir taassuba yer vermeyen İslam d~in sadece şeriata bağlı bulunan bazı ı;neiısupları, geçmiş yüzyıllar9.a, .hakikate vakıf fertleri hor görme cür'etini gösterebilmişlerdir. Halbuki lıakikat ehli; h~r an secde halmde ve her zaman namaz v~ oruç ibadeti ·içindedir. onıar bu ibadetleri hem halkla birlikte ifa ederler, hem de daha anlamlı şekillerine, devamlı olarak · yönelmeyi. başarırlar. Orucu yalnız ramazanda tutinakla k~lmaz ve · namazlarını da sadece b'eş .vakte inhisar ettirmezler. Bir fert; tevhidin . manasını kavrachğı ve kendi yokluğunun şuuruna erdiği za. man her yerde Hakkı görür ve Hak'dan başka şey görmeme: -orucunu -tutar. Ona her cihet kıble kesilir. Kendi ypzünü yerlere sürerek Allah'ın büyüklüğünü. söyleme secdesinaen · daha_ da üstün bir Şekilde kendini aşağılayan ve Allah' ı yü- ·
. eelten müveııhit, böylece otu.rurken de yatarken de, ·her durumda Alla;h'a (aklen ve ruben) secde halinde bulunur . .
~ . . ...
Çünkü Allah'ın varlığını ve kendi yokluğunu anlarniştır: Bu seviyeye geldiği zaman tek bir kıbleye secde eden eski başı (Mevlana!nııi tabiri ile ifade etmek isters~k sariki (Ali'nin
·kılıcı olan) zülfikar'i teslim etme şuuruna ermiştir. Çünkü o eski baş (o eski düşünce kayilağı) tek taraflı bir . imana
.sahipti ev eski görüş. örtülü bir görüştü. O· eski go~ler her yerde çıplak bir şekilde ve. açıkça görünen Hak varlıgı.m görmeyip, bir çok varlıklar ve bir çok cihetler görüyordu. Ci~ .hetsiz olan Hak varlıgını SUIJ.'i örtülerle örtülü idrak e:Sen o
~ 17-
AMiRAN KURTKAN
eski baş Haktan ayrı bir çok v~rlıklar tanıdığı için. sanki Tannya ortak koşan küfr ehli gibiydi ve Mevlana'ya göre zülfikar'a teslim edilmeye layıktı. Mevlana, şeriat'la hakikat•j birleştiren ve her varlığı (hele kendi vatandaş. ve ctihdaşları-
. nı) Hakkın zuhuru olarak görüp, halka sevgi ile yönelişin Hakfra yoneliş oldugun:u idrak edebilen gerçek müminin sonsuz nitelikteki seedesini ne güzel anlatır. Allah aşkı ile ~et aşkını, Hak sevgisi ile Halk sevgisini. birleştiren böy:le bir baş, belki münferiden yok olmuş (yani ferden kendi yokluğun un şuuruna ermiş), fakat doğudan batıya dek bü-· tün başları kendine döndürme, bütün İslam alemini kendi . ışığı ile aydınlatma şerefine hak kazanmıştır. Şimdi, büyük· Türk müvehhidini dinleyelim. Mevlana şöyle diyor' :
«Şaşırdım da huzurunda secde ettim. Ded~ ki: secde. eden · olmaksızın (secde gücünü ·kendine mal etmeksizin) güzelce bir secde et.
Ah dedim, secde eden olmadan seeele nasıl olur? Dedi ki: Keyfiy~tsiz, zahmetsiz bir secdedir o.
Boyuncağızımı huzurunda eğdim, secde edenin (secde eden bi_r varlığa sahip olduğunu zannedenin) başını · zülfi~ kar'la kes dedim. ·
Kılıcını vuruiıca başım öne duştü, fakat boynumda'f!. yüzbinlerce baş bitti.
Ben ışığım, her başım fitil sanki. Her yanı yalımlarım, kıvılcımlarım. kapladı.
. 'B aşıarımdan ışıklar meyda.na geldi. Katar katar, dOğu'dan batı'ya dek bütün alemi tuttu.»
Şimdi, böyle bir şiirin (ve diğer mücehhitlere ait buna benzer sözlerin) şeriata aykırı - olduğunu nasıl düşünebiliriZ? · Bu sözler belki şeriatın da özü olan hakikati dile getirmekte ve şeriatla hakikatın birleştirilmesinden doğa~ en üstün ibadet psikolojisini tasvir ederken· İslamın (Taassub diyebilece~· ğimiz) tek yönlü düşünce tarzından ne kadar .uzak olduğunu ~a ortaya koyınaktadırlar. Böylece, gerçek müslüman na:.. · ;naz kılar, fı:ı.kat kıldığı namazı dahi kendine mal etmez,
Buraya kadar, · Tanrı buyruklarından olan inanç hükümlerini kapsayan şeriat ile hakikat (yani Tanrı buyrukları- . nın özünde yer alan isıann gerçek) arasında ayrılık değil, fakat ahenk ve uygunluk olduğ_unu belirtmeye çalıştık. Aynı
-18-
TAASSUBU ÖNLEYEN iSLAMI DEGER HOKOMLERI
.. uyguİılu~ islamı hakikat ile muamezat hükümlerine ait yorumlar arasında da gözetilmesi . gerektiğini ifade edebili-
. riz. Sosya~ ilişKileri dü~enleyen şeriat hükümlerinin zamanın şartlarına intibak ettirilmesi zarureti hem bazı ayetlerin· zamanla, aynı konuda, birbirlerinden farklı hükümler ğetirmiş olmalannda, hem _de bizzat· İslam peygamberiniiı ı_mesela Medine -site devletinin anayasası gibi) yeni yeni kanunıar meydana getirmiş olmasında ortaya çıkmaktadır. Eğer birlik altidesinde özet ifadesini bulan İslami prensipler, zamanın-'ve mekanın değişen şartJarına göre yorumıanmaz ve ihtiyaç duyulan sahalarda cemiyetin ayrılık ve gediklerini gideıici ilave mevzuat çıkarılıp . bu normların temeli olarak İslamiyetın ana hakikati ele alınmazsa, İslam dininin özünü bırakıp kalıbına sadık kalma tehlikesi ortaya çıkar. Halbl:l.ki,
: tevhit prensibinden ibaret bu öz, İslamiyetın asıl varlığını . ve hüviyetini temsil etmekte ve normlar ise her devirde bazı yeni yorumlar ve ilave kanunlar, yardımile değişik kalıplar~ la o asıt varlığı (sanki o vücudu) giydiren · kılıflara, elbise. !ere benzemektedirler. Niyazi bu benzetmeyi şöyle. ifade· eder7
· :
Hakikat dilber-i rana gibidir Anın zerrin libasıdır şeriat.
_ Böylece, Niyazi-i. Mısri, hakikati, yani her zaman aynı hüviyetıe karşıinızda duran İslamın . özünü bir dilber-i ranaya (göiıülleii cezbeden bir güzele) ve şeriatı ise onun_ altın gibi kıymetli elbisesine benzetmiş olmaktadır. Vücudun eı.:.. biseye değil, fakat elbisenin vücuda uydurulmasına ve zaman zaman ölçülerinin değiştirilmesine gerek duyulacağı pek . tabiidir. Nitekim bu ihtiyaca başka müvehhitler de ~ işaret etmişle'rdir8• Fakat sosyal bünyeye intibakın nasıl yapılacağı ·meselesi asıl önemli mesele olarak karşımıza çıkmaktadır . . Günümüze kadar, bir_ çok müfeisirlerin Kur'ari'ı yorumladıklarını ve artık bundan sonra herhangi bir yor~ma ihtiyaç ·
· olmadığıni öne sürmek, İslami öz'ün ihtiyaçlara intibak ka- · biliyetini inkar etmek anlamına gelir. Hele XX. asır için·böy..: · le b4' inkardan doğacak menfi neticeleri izaha ihtiyaç yoktq.r. Çünkü XX. asır, hem sosyal değişmenin şimdiye kadar eri sür'atli olarak cereyan. ettiği yüzyıldır, hem de sosyal bütünleşmeye ve İslamın özüne cerniyetlerin en fazla muhtaç
-19-
AMIJYlN KURTKAN
olduklan bir tarihi dönemdir. Böyle bir asırda herhangi bir · meEelede:ki tereddütleri geçmiş yüzyıllarda yapılmış yoruriıhra göre hanedebilmek de mümkün değildir. Çünkü, ilim ve tekniğin süratle ilerlemesi neticesinde iktiSadi sirkülasyon artmış alt-üst mesafesi yarat~cak faktörler ortaya çıkmış. menfaat birlikleri ve bütünlüğü boz~cak ~utuplaşmalar beıirmiş, şimdiye kadar bilinmeyen bir çok pröbleınler doğmuş-
. ~ur. Nelerin iyi, nelerin kötü, neyin hak, neyin batıl olduğu . meselesi ge ancak ilimle halledilebilecek bir boyuta ulaşmış. tır. Bu itibarla, hukukun tatbik ka:bi.liyeti kazanabilmesi ba.:. kınundan İslAm'ın hakikatini asrın icaplarına göre yorUm.
. lamak mec~uriyeti vardır.
·Konuyu bu noktaya getirdikten sonra, İslamiyetın hak ve batıl ayınmı ba:kmıından da taassubtan uzak olan tutumunu açıklamamız uygun 9lacaktır. Gerçi Kur'an~ın bir çok ayetlerinde ne zaman ve nerede hak ortaya çıkarsa batıl;ın yok olniaya mahkfun bulunduğu belirtilmiştir. Bu üadede saklı olan gerçek hakkın zaman zaman tezahür ettiği _değil.
fakat her yerde ev daima mevcut olan l;ı.akkın (yani İslami hakikatin), ancak ·idrak edildiği zamanlarda, hatalı düşünce ve fiilierin yok olmaya -mahkU.m ·bulunduğu gerçeğidir. o ·halde, bölücü ve zararlı fiill~ri önley·ici ve cezalandırıcı 1?1-telikteki bütün normlar ve tutumlar, cemiyeti bütünleştirici karakterde · olduklan için, İslamın tevhitten ibaret, zaman., sız ve mekansız, so)rut özüne intibak eden, zamanlı ve mekanıı bir ·somut kıl:if gibi ha!{ kavramının muhtevasını meydana getirirler. Fakat, bu somut muhtevanın, soyut öz'e gerçekten uyup u~dığı (veya Mısri'nin ifadesi ~le, elbisenin viicuda intibak edip etmediği) hususlJ., zaman ve mekanla ilgili şartlan teşhise muktedir olan çeşitli ilimierin görüşleri açısından karara bağlanabilecek bir husus~ur. O halı:ie. İslamın hakikatine ait Klır'an aye_tlerinde, hiçbir zamana ve mekana göre değişmeyeceği, adeta· ·bir tabiat kanunu ka- . dar kes.in bir üade ile belirtilen gerçek (yani hakkın batıla
· galebe etme gerçeği) ancak ilim yolile ispat edilebilecek bir gerçektir. · ·
İslamiyet, İslam topluluklannın hak ve batı! konusunda tek taraflılıkta!l (t'aassubtan) uzak kalma:ı.arını sağlayan iki sosyal kuvvete sahiptir. Bunlar:
-. 20 ~
TAASSUBU ÖNLEYEN ISLAMi" DE~ER HOKOMLERI
a) Batı! düşünceleri taşıyan fertlerle değil, her şeyden -_ önce batıl düşüncelerle mücadele etme gerektiği değer hükmü
· b) İslami hakikat açısından batıl sayılabilecek düşün-· eelerin ilmi bakımdan da hatalı olduklarının ·şimdiye kadar çeşitli ilimler tarafından doğrulandığı ve bundan sonra da · (il:iınlerin gelişmesi nispetinde) doğrulanacağı esasına da-yalı olan ilimleri teşvik etme· değer hükmü'dür.o .
. . . .
o Böylece ilimle ilgili islamı değer hükmüne gelmiş oluyoruz .. İslamın hakikati açısından, batıl sayıl_abileGek (birliği bozucu) düşünce ve hareketlerin, ilmi bakımdan da mah-
0 zurl~ sayılabilecekleri o hususu Sosyoloji'niı;ı bir çok faaliyet dallarıncia ayrıntılı olarak ortaya komt:ırrluştur. Mesela sa- _ nayi sosyolojisi gibi işletme içi beşeri münasebetleri ineeleyen sosyoloji dalları, idare eden ve edilenler arasında psikoiojik tatmin yolile birlik duygus~un kuvvetlendirildiği ekiplerde iş verimliliğinin artışına konu olarak alma:ktadırlar. Aydınların -yetişme şartlan bakımından çekirdek ailenin yetersiz olduğunu belirten ve eski cemaat ailesi'nin o birlik şuuru'nu ve gençleri kötü dış etkilerden koruyucu himayesini sağ. I~yacak aile gruplaşmalarının (ABD gibi) sanayileşmiş ülkelerdeki müspet rolüne işaret eden sosyologlar vardır9• Ke·za, milletler arası sahadaki biİlik teşekkülleri de zamanımı-.zın sosyal bir olgusudur. '
. o) Bu konuda sosyolojiden alınabilecek izah ve misalleri arttırm~a lüzum yoktur. Sadece sosyolojinin değil, (bütün'ü okavramaksızın unsurların tam omanasile anlaşılmasının imkanşız).ığını öne süren) tıp ve diğer tabü ilimlerin de' ~irlik gerçeğini ispat-a yönelmiş olduklan üade edilebilii.
O halde, her konuda ilme yönelmenin ·ve ilimler aTasında müşterek olan temeli ortaya koymanın, İslami hakikatin anlaşıİmş:sma hizmet edeceği söY!enebilir. Fakat btına rağmen s~m -bir kaç asırda İslarrii değer hükümlerine yabancJo kaldık . . İlme yönelmiş bir gençliğin, aynı zamanda İslami bir şuurla cemiyet ve tabiat sırlarını ortaya koyrp.aktan. Meta ibadet derecesinde zevk duymasmı sağlayabilecek <;)lçüde İslam kültürünün serpilmesille de hizmet edemedik. iszam ve İslamiyet ilişkisine . yeterince yönelmemizi engelleyen bir taassub (sanki İslami hakikatın ilimdoen bir korkusu olabilir-
/ o • o
miş gibi) asırlarca, bu .konuda düşünebilecek zihinletim.izi -
-21-
AMIRAN KURTKAN
uyuşturdu ve kalem tutabilecek ellertınizi bağladİ. · İslamın hakikatını · bir tarafa bırakarak, batının (yine islamın haki-· katini bilmeden ispat eden) ilmini sadece kopya etmenin sosyal gelişmemiz açısından faydalı olabileceği zannına ka-pıldık. . ~ ,.
Tesirli birer sosyal iç kuvvet karakterini taşıyan de-. ğer hükümlerine sahip Türk-İslam kültürünü vukufla tahlil ed.~bilecek (Çeşitli dallarda ihtisas sahibi) ilim adamlarıımz, bu gün parmakla sayılacak kadar azdır. Halbuki, hem cemiyetin gelişme şartlarına, hem de İslamın hakikatine· · tmukayese gayesile) bakışlarını çevirmiş yüzlerce ilim ada-
. ınının müşahedeci gözüne ihtiyacupız vardır. Bu müşahedeci bakışiara yeterince · sahip olarnama gerçeğini idrak et. rnekten çloğan tesirle, Mevlana'nın şu sözlerinil0 tekrarlama-mızın. mazur görüleceğini umarız. ·
E.YJ İ slamın ölümsüz hakikatı,. «sana bakmak, seni görmek için yüzlerce göz ödünç alacağım, anJ-ma, bu ·borcu kim~en alq,yım?ıı .
NOTLAR
ı-Bk: Arniran Kurtkan, Sosyoloji m, M.E.B. neşriyatı, İkinci basılış,
· M. E. Basımevi. !stanbul 1977, s. 149-=150. Keza Bk: A,miran Kurt- . k an, Genel Sosyoloji, İktisat Fakültesi Neşriyatı, İkinci baskı, Fa-
. kiliteler Matbaası, !st. 1976, s. 321-329. 2- Bk. Arniran Kurtkan ,Sosyolojik A~ıdan Tasavvuf ve Laiklik, (Ge
nişletilmiş ikinci baskı), Kutsun Yayınu (Dağıtıİn: Anda), Fatih Gençlik Vakfı Matbaası, lst. 1977. . · ·
3-Bk: Arniran Kurtkan, Sosyoloji m, s. 24-26.• 4-Bk: Aynı eser, s. 28. 5-Bk: Arninin Kurtkan, Aynı eser, s. 52-53. 6- Mevlana·, Divan-ı Kebir (Haz. A. Baki Gölpınar lı), İstanbul, 1955. 7-Bk: Niyazi-i Mısri Divanı, Sağlam Ki tabevi ayını, Eskin Matbaası,
!stanbul 1976, (344 ·sahife). · 8-·Bk: Mevlana, Füi..:i 1\ıifih, Çeviren: Melika Ülker Tarkahya, Şark
lslam Klasikleri, Maarif Bas~evi, !stanbul i954 fM.E.B. yayını), ' s. 123-124 . .
9 - _Bk: Carle C. zlırunerman, Yeni Sosyoloji Dersleri,' İktisat Fakültesi . neşriyatı Fakülteler Matbaası, !stanbul 1964, s. 244-260.
10-Meviana, Divan-ı · Kebir, s. 189: . · '· ·
-22 -